Upload
ibrahimokur
View
951
Download
10
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Bugüne kadar, yaptığımız araştırmalarda ve yayınladığımız kitaplarda adı geçen kavimlerin adlarının etimolojisine önem verdik. Konu üzerinde derlediğimiz bilgiler çoğaldıkça, Türklerle ilgili olan kavim adlarının anlamları ile diğer, adı çok duyulan özellikle Avrupalı kavimlerin adlarının anlamları arasında temelden bazı farklar olduğunu fark ettik. “Türkler ve Avrupa/Avrupa Kimliği Nasıl Şekillendi?” adlı kitabımızın hemen başında yayınladığımız bu gibi bilgileri, kapsamını biraz daha genişleterek bu tebliğimizde okuyucumuzun dikkatine sunuyoruz. Bu konuda başka bilgilere sahip olanlarla yazışmak, bizi ziyadesiyle memnun edecektir.Önce şunu ifade etmeliyiz ki, bu satırların yazarı Türkleri yere göğe koyamayan bir kişi değildir. Türklerin tarih boyunca yaptığı hatalarla daha çok ilgilidir. Bu belki bir meslek hastalığıdır; çünkü yolunda giden işler için mühendise ihtiyaç duyulmaz. Eğer organizasyonun bir noktasında bir mühendis varsa, onun görevi sorunları tanımlamak ve nedensellik ilişkisini bulup çıkarmak ve çözümü gerçekleştirmektir. Bu yüzden, bizim daha çok aksayan noktalara odaklanmış yaklaşımlarımızın anlayışla karşılandığını umuyoruz.Önsözümüze şunu da eklemek isteriz ki, aksaklıklardan ve kronik hatalardan söz edenlerin bazıları, görüşünü “tef çalarak” anlatır, bazıları ise “ızdırabını duya duya” anlatır. Izdırap duya duya anlatanları dikkatle dinlemeliyiz. İki tarz arasındaki farkı ayırt etmek zor değildir.
Citation preview
BÜTÜN DÜNYA BİLMELİDİR Kİ, TÜRK
MİLLETİ, HAKKINI, HAYSİYETİNİ, ŞEREFİNİ
TANITMAYA KADİRDİR.
M. KEMAL ATATÜRK
Filolojinin en güç dalı etimolojidir. Yalnız
dilbilgisi değil, tarih ve kültür meselelerinde de
derinleşmeyi gerektiren bu tür araştırmalar, sonuç
elde etme bakımından ilim adamlarını her zaman
kesin olarak tatmin etmeyebilir.
Bahaeddin Ögel1
KAVİM ADLARININ ETİMOLOJİSİ ve
TÜRKLER (GENİŞLETİLMİŞ İKİNCİ TEBLİĞ)
1 GİRİŞ
Bugüne kadar, yaptığımız araştırmalarda ve yayınladığımız kitaplarda adı geçen
kavimlerin adlarının etimolojisine önem verdik. Konu üzerinde derlediğimiz bilgiler
çoğaldıkça, Türklerle ilgili olan kavim adlarının anlamları ile diğer, adı çok duyulan,
özellikle Avrupalı kavimlerin adlarının anlamları arasında bazı esaslı farklar olduğunu
fark ettik. “Türkler ve Avrupa/Avrupa Kimliği Nasıl Şekillendi?” adlı kitabımızın hemen başında
yayınladığımız bu gibi bilgileri, kapsamını biraz daha genişleterek bu tebliğimizde
okuyucumuzun dikkatine sunuyoruz. Bu konuda başka bilgilere sahip olanlarla yazışmak, bizi
ziyadesiyle memnun edecektir. Bu sayede bu dosyanın kapsama alanını genişletebileceğimizi ve
varsa hataları birlikte düzeltebileceğimizi umuyoruz.
Önce şunu ifade etmeliyiz ki, bu satırların yazarı Türkleri yere göğe koyamayan
bir kişi değildir. Türklerin tarih boyunca yaptığı hatalarla daha çok ilgilidir. Bu belki bir
meslek hastalığıdır; çünkü yolunda giden işler için mühendise ihtiyaç duyulmaz. Eğer
organizasyonun bir noktasında bir mühendis varsa, onun görevi sorunları tanımlamak ve
nedensellik ilişkisini bulup çıkarmak ve çözümü gerçekleştirmektir. Bu yüzden, bizim
daha çok aksayan noktalara odaklanmış yaklaşımlarımızın anlayışla karşılandığını
umuyoruz. Önsözümüze şunu da eklemek isteriz ki, aksaklıklardan ve kronik hatalardan
söz edenlerin bazıları, görüşünü “tef çalarak” anlatır, bazıları ise “ızdırabını duya duya”
anlatır. Izdırap duya duya anlatanları dikkatle dinlemeliyiz. İki tarz arasındaki farkı ayırt
etmek zor değildir.
2 BAZI KAVİMLERİN ADLARININ ANLAMLARI
Tarih kitaplarında adı çok geçen bazı kavim adlarını şöyle bir sıralayarak söze başlayalım:
İsrail, Eskimo, Mali, Frank, Got, Germen, Vandal, Slav, Sırp, Rus, Grek, Helen, Yunan, Norman,
Kenanlı, Vizigot, Ostrogot, Alaman, Arap ve Türk. Bilindiği gibi, bu sözcükleri her biri farklı bir kavmi
dile getirmek için kullanılır. Her birinin, aynı zamanda, sözcüğün bir kavmin adı olmasından çok önceki
zamanlara kadar uzanan başka anlamları vardır. Söz konusu anlamlar dolayısıyladır ki, zamanla bir
kavme ad olarak yakıştırılmışlardır. Bunların bazıları kavimlerin kendi kendilerine yakıştırdığı adlar,
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM
OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com
bazıları ise komşu kavimlerin onlara yakıştırdığı adlardır. Her kim tarafından yakıştırılmış olursa olsun,
bu adlar zamanla kendileri tarafından da benimsenmiştir.
Önce İsrail’den başlayalım. İsrail, günümüzde dünyanın en yobaz devletinin adıdır. Muharref
Tevrat’a göre İsrail, “güreşte yenen” ve “Allah’la uğraşan” anlamına gelmektedir ve Hz. Yakup’a
yakıştırılmıştır. Yaradılış Kitabı’nın 32. babında şöyle bir ifade vardır: “Artık sana Yakup değil,
ancak İsrail denilecek; çünkü Allah ile ve insanlarla uğraşıp yendin” 2. Görüldüğü gibi,
günümüzde her istediğini pervasızca yapan, hemen hemen her gün giriştiği kanlı saldırılarla
ekranlardan düşmeyen İsrail, meğerse “Tanrı ile güreşen ve yenen” anlamına geliyormuş. Eline güç
geçince de şansını yeniden denediği görülüyor. Kültür, zihinlerin derinliklerinde böyle kök salabilen
bir şeydir işte. Uygun şartlar bir araya geldiğinde yeniden filizlenebilir.
Eskimo, “çiğ et yiyiciler” anlamına geliyor. Demek ki, bu ad başkaları tarafından onlara
yakıştırılmış. Nitekim Eskimolar, kendileri için bu adın kullanılmasını kabul etmiyorlar3. Onların resmi
adı İnuklar. Bunun hangi dilden geldiğini bilmiyoruz ama Kızılderili dillerinden birinden geldiği
düşünülüyor. Şunu da ekleyelim ki, Eskimo kabilelerinin önemli bir bölümü Türklerin akrabasıdır.
Mali, günümüzde Afrika’nın zengin ülkelerinden biridir. Sözcük suaygırı anlamına
gelmektedir. Bu adı insanlar, herhalde kendileri yakıştırmışlar. Hani bizdeki aslan, kaplan gibi. Bunu
şuradan çıkarıyoruz. Mali’de şöyle bir atasözü var: “Eğer bölünürsek bizi karınca gibi ezerler,
eğer birleşirsek bir su aygırı kadar güçlü oluruz.”4 O halde biz de mali gibi olmalıyız.
Got, Germen ve Vandal dendiğinde, aynı etnik kökenden gelen topluluklar anlaşılır. Altıncı
yüzyıl ortalarında yaşamış Got tarihçisi Jordanes’in aktardığı efsaneye göre, Gotların anavatanı,
İskandinav yarımadasının güney ucu bölgeleridir. Gotlar, ikinci yüzyılın ikinci yarısında üç gemi ile
denizi geçerek kıta Avrupa’sına ayak bastılar. Burada yaşamakta olan Germen ve Vandal kabilelerini
kovarak onların yerlerine yerleştiler. Yüz yıl kadar zaman zarfında güneye doğru yavaş yavaş
ilerlediler ve Karadeniz’in kuzey batı kıyılarına yerleştiler. Doğu taraflarına doğru kıyılara yerleşenlere,
daha sonra Ostrogot, batıda kalan ve güneye doğru kıyılara yerleşenlere ise Vizigot dendi. Gotların
kovduğu Vandallar, önce güneye sonra batıya yöneldiler, daha sonra İspanya’ya, oradan da
Kartaca’ya ulaştılar. Buradan Batı Akdeniz adalarına, Mora yarımadasına ve Roma’ya saldırdılar. O
çağda, Vandallar ve Gotlar, belirgin bir güç ortaya koyarken Germenler güçsüzdü. Nitekim Avrupa
dilleri ile ilgili sözlüklerde, Germen sözcüğünün karşılığı “filiz, sürgün” (sprout), “tomurcuk, gonca”
(bud), “tohum” (seed), “dal, filiz, sürgün, piç” (offshoot)’tur. Got dendiğinde ise sözlükler “vahşi,
yabanî, barbar”(savage), “yağmacı, soyguncu” (despoiler) yazmaktadır. Diğer yandan, Gotların
önünden kaçan ve Avrupa’yı bir uçtan bir uca dolaşan Vandal sözcüğünün anlamı ise şöyledir: “Avare,
başıboş gezen” (wanderer); “güzelliklerin ve kutsal yerlerin söz dinlemez yıkıcısı”(willfull destroyer of
what is beatifull or venerable”, “çapulcu, gaspçı” (looted), “kırıcı, yıkıcı, kamu malını tahrip eden”.
Germen kabilelerinden biri “Alamanlar”dır. Alamanlar, başlangıçta çeşitli Germen topluluklarından
kopmuş küçük gurupların bir araya gelmesiyle oluşmuş ve gevşek bir kabileler federasyonu halinde
varlıklarını sürdürmüşlerdir. Alaman sözcüğü, çeşitli sözlüklerde, “yabancı, başka, vatandaş olmayan,
başka ırktan olan, bazı hak ve imtiyazlardan yoksun olan, başka topraklardan olan, Ren ırmağı
kıyısında yaşayan”, gibi anlamları dile getirmektedir.
Yine bir Germen kavmi olan Frankların adı, “özgür kişi” anlamına gelmektedir. Bunun nedeni,
herhangi bir yönetici otoriteyi tanımaya yanaşmamalarıdır. Batı Avrupa’ya at nalını ve üzengiyi
Franklar getirmiştir. Bu teknolojinin avantajlarından istifade ile hem yerel topluluklara karşı hem de
kendi akrabalarına karşı bir avantaj elde etmişlerdir. Söz konusu Germen kavimlerinin o çağlarda
dinleri ve töreleri dışında, aralarında birlik yoktu. Bu bakımdan çok değişik adlarla anılırlardı. Bugün,
söz konusu sayısız ad unutulmuştur. Hatta unutturulmuştur. Tek bir genel adla “Germen” adı ile
anılırlar. Oysa bu sözcük, Germence değildir. Yine Hıristiyan tarihi içinde önemli rol oynamış olan
Normanlar da bir Avrupa kavmidir. Norman, “kuzeyliler” anlamına gelmektedir. Avrupa’da, birçok etnik
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM
OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com
topluluğun adı, Ostrogot, Vizigot, Norman gibi yön veya yer bildiren anlamlar yüklenmiş sözcüklerdir.
Başkaca derinliği olan yüksek değerleri çağrıştıran bir anlam ifade etmediklerini görmekteyiz.
Bilindiği gibi Orta Avrupa ve Balkanlar, Slav veya Slavların ağırlıkta olduğu ülkelerle doludur.
Oysa kendi tarihçilerinin dediğine göre, Slavların anavatanı Kuzey Doğu Avrupa’daki Pripet bataklık
bölgeleridir. Meydan Larousse’ye göre Slav, “bataklık” demektir. İngilizce sözlüklere göre, “slave”,
“esir, köle, kul, bende, cariye”, anlamına gelmektedir. Yine aynı kaynaktan öğrendiğimize göre, Sırp
sözcüğü “orak” anlamını dile getirir. Bu gurupta en iddialı kavim Ruslardır. Rus sözcüğü, başkalarının
verdiği addır ve Fin dilinde “kürekçiler, kürek çekenler” anlamına gelmektedir.
Tarihin eylemci kavimlerinden biri olan Araplara, adları başkaları tarafından verilmiş olsa
gerek. Çünkü İslâm Ansiklopedisi’ne göre, sözcük “çöl, step, çölde yaşayan kimse” demektir. Arapların
kendilerinin bu adla anılmasına bir itirazları olmamıştır.
Tarihte önemli roller oynayan ama şimdi anılmayan kavimlerden biri Kenanlılardır. Kenan,
“tüccar” anlamına gelmektedir. Kenan pek sevilmez herhalde ki, Hz. Nuh’un iman etmeyen oğlunun
adı olduğu rivayet edilir. Buna karşılık, Hz. Yakup’un memleketi de Kenan diye anılır. Kenan Filistin’in
eski adıdır.
Grek ve Helen de eski çağlardan beri kendilerinden bahsettiren kavimlerdendir. Antik
Yunan’ın Kültür Tarihi adlı esere göre Helen, “akla uygun” anlamını dile getirirken, Grek sözcüğü,
“uyanık, düzenbaz” anlamını dile getirmektedir 5 . Bu kavmin adlarından biri de, bilindiği gibi
Yunan’dır. Oysa bu sözcük, İyonyalı anlamında, Araplar tarafından uydurulmuştur, herhangi bir başka
anlamı yoktur.
3 TÜRK ADININ ETİMOLOJİK KÖKENLERİ
Gelelim Türk kültür tarihi ile ilgili etimolojik bulgulara!
Önce Hun sözcüğü üzerinde duralım. Çünkü araştırmalarımızın karşımıza çıkardığı anlam bize
çok ilginç görünüyor. AnaBritannica’dan öğrendiğimize göre, Çinlilerin* inancında iki çeşit ruh vardır.
Birincisi, duyarlılığı bulunan ama öldükten sonra kaybolan ruh anlamına gelmektedir. İkinci ruh,
ölümden sonra da yaşayan ve sonraki kuşakların tapınması gereken ruhtur. İşte bu, “ussal bir ilke”
olan ruha Çinliler “Hun” diyorlarmış6. Asya Dinleri adlı kapsamlı bir eserde, Hun sözcüğüne yüklenen
anlam biraz farklı. Buna göre, Eski Çin dinlerinde “ruh”, semavi ve dünyevi olmak üzere iki unsurludur.
Bu ayrımda Hun, semavi yönü dile getiren sözcük olarak tanıtılmaktadır7. Söz konusu kavramın
açıklamasında durum daha da ilginçleşiyor. Buna göre Hun, insanın hayati gücünün özüdür, insanın
nefes alıp vermesinde ve zekâsında ifadesini bulur8. Söz konusu eserin, Konfüçyüs öncesi inanışların
anlatıldığı bölümünde, Gök Tanrı kültü anlatılırken -ki bu inanışı batıdan Sarı Irmak vadisine getirenler Sakaların
doğu kolu olan Çu’lardır- şöyle deniyor9: “Bu inanıştan birkaç netice hâsıl olmuştur. İlki, insandaki en önemli
şeyin, onun ahlâki karakteri olduğu düşüncesi yaygınlaşmaya başlamıştır. Gök Tanrı, insanı, temel unsuru
ahlâki olan „değişmez bir tabiatla‟ donatmıştır. Çu fatihlerinin ilk vazifesi, yenilen hükümdarların
“tabiatını tanzim etmek” oldu. Bu Çin düşünce tarihinde beşeri tabiatın merkezî mevkie yerleştirilmesinin
ve bu mevkii sürekli olarak muhafaza etmesinin başlangıç noktasıdır. İkinci olarak, ... ceza ve mükafatın,
mahiyeti itibariyle ahlâki olduğu anlayışı gelişmişti… insanın davranışı, kendi hayat süresini, hatta bir
hanedanın ömrünü etkileyebilirdi.”
Bu satırlar, bundan sonra açıklayacak olduğumuz Türk soylu kavimlerin adlarının aşağı yukarı
hepsinin sözlük anlamında karşımıza çıkan ahlaki ve manevi bir derinliği açıklayan sözlerdir.
Şimdi sırayla bulgularımızı sıralayalım: Türk kavimlerinden olan ve günümüzde çoğunluğu
Hıristiyan olan “Çuvaş”ın sözcük anlamı, “barışçı, itidalli” demektir. Macar tarihçi Prof. Rasonyi’nin
* Burada Çinlilerden kasıt öncelikle Sarı Irmak vadisinde yaşayan, yerleşik hayata geçerek tarımla uğraşmaya
başladıktan sonra bozkırdaki akrabalarıyla farklılık göstermeye başlayan ön Türk ve ön Moğol kavimlerdir. Bu
konuları Çin/3500 Yılın Köşe Taşları adlı kitabımızda inceledik.
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM
OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com
Tarihte Türklük adlı eserinden öğrendiğimize göre Uygur sözcüğü de “itaatli” anlamını dile
getirmektedir10. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi adlı eserinde, Uygur sözcüğünün Türkçede “birbirine
uyanlar ve tabi olanlar” anlamına geldiğini söylüyor11. Diğer yandan, Doğu Avrupa’da tarih sahnesine
çıkan Türk kavimlerinden olan “Avar”, “direnen, karşı koyan” anlamına gelmektedir. Gerçekten de
Avarlar Göktürklere direnen ve onlara tabi olmayı kabul etmeyen bir Türk kavmidir. Yeterince
bilinmeyen bu kavim Doğu Avrupa’nın bugünkü etnik yapılanmasından sorumlu olan Türk kavmidir.
Bu gibi konular, Çin/3500 Yılın Köşe Taşları adlı kitabımızda bulunabilir.
Kıpçak sözcüğünün anlamı da ilginçtir. Oğuz Kağan’ın askerlerinden biri, ağaçları oyarak
sandal yapmış ve ordusunun ırmağın karşı kıyısına geçmesini sağlamış. Bu başarısından dolayı, Oğuz
Kağan ona Kıpçak adını vermiş. Ne kadar ilginç! Efsane ile gerçek o kadar uyumlu ki. Rusçada
“kopçek” dendiğinde gemi akla gelir12. Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’in Türk Mitolojisi adlı eserinde, Oğuz
Kağan destanındaki Kıpçak Beg, etrafı sarp dağlarla çevrilmiş bir ırmak ortasındaki küçük bir adada,
bir ağaç kovuğunun içinde doğmuştur. Aynı kaynakta, Oğuz Kağan, ikinci karısını böyle bir adacıktaki
ağaç kovuğunun içinde bulmuştur13. Bu destan, Oğuzlarla Kıpçakları birbirine bağlayan kanıtlardandır.
Kıpçakların devamı niteliğindeki Türk kavmini ifade eden Peçenek adı ise “itaatsizi kesen”
anlamına gelmektedir14.
Gelelim Türk sözcüğünün kökenleriyle ilgili bulgularımıza!
Çin’de bulunan bazı belgeler, Türk sözcüğünün kullanılmaya başlandığı tarihi çok eski çağlara
götürür. Bu öyle bir tarihtir ki, şimdiye kadar adından söz ettiğimiz kavimlerden hiçbiri tarih
sahnesinde yerini almamıştı. Söz konusu belge bir efsaneyle ilgilidir ve şöyle yazmaktadır15:
“Halk soğuktan çok sıkıntı çekiyordu. Büyük kardeşleri ateşi buldu ve halkı ısıttı. Bunun üzerine herkes toplanarak onu başkan seçtiler. Yeni başkanlarına ‘Türk’ unvanı verdiler.”
Bu ifadelerden anlaşıldığına göre Türk adı, bir kavmin adı olmazdan belki de binlerce yıl önce
ateşi bulduğuna inanılan bir önderin adı idi. Göktürkler, efsanelerinde, ateşi bulan atalarına büyük
önem veriyor ve onu kutsuyor. Onu yarı insan yarı Tanrı olarak anıyorlar. Çünkü soğuktan büyük
ızdırap çeken Türkler, onun ateşi bulması sayesinde hem ısınabilmişler hem de yemeklerini
pişirebilmişlerdir. Kuzey Batı Sibiryalı kavimlerden kaydedilen bir efsanede, yarı Tanrı kahramanlar,
yemeğini çiğ yiyenler ve pişirip de yiyenler diye iki kısma ayrılmıştır. Bu efsaneyi yaşatanlar,
yemeklerini çiğ yiyor ve bunu yüceltiyor; yemeklerini pişirenleri ise “bozulmuş” olarak niteliyor.
Efsanelerden çıkan ipuçlarına bakılacak olursa, ateşin yemek pişirmekte kullanılması için, bir kültürel
mücadele yaşanmıştır. Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, adı geçen eserinde, söz konusu efsaneleri kaynak
göstererek, Fin-Ugor kavimlerinin, yemeklerini ateşte pişiren komşularını kendilerinden
saymadıklarını söylüyor16. Buna karşılık, Ebulgazi Bahadır Han, biraz aşağıda bahsi geçecek olan
eserinde, Türk adını ateşi bulanla değil ama çadırı icat edenle özdeşleştirir. Bu açıklamada da Türk,
önemli bir şeyi icat eden ata olarak yüceltilmektedir. Keçe çadır ve ateş, her ikisi de Sibirya
ortamında hayati derecede önemli iki unsur. Her ikisi de efsanelerde Türk ile ilişkilendirilmiş.
Bunlardan ayrı olarak, Türk sözcüğü, farklı bölgelerde ve farklı çağlarda değişik anlamlar
yüklenmiştir. Söz konusu anlamların hepsinin birden yüksek duygu ve düşünceleri dile getirmesi
dikkatimizi çekmekte ve yukarıdaki aktarmamızda ifadesini bulduğu gibi, eski çağlarda, manevi
değerlerin ağırlıklı olduğu üstün bir kültürün geliştiğini haber vermektedir.
Macar tarihçi Prof. Dr. Lazslo Rasonyi, Tarihte Türklük adlı eserinde verdiği bilgiye göre,
Uygurlar, halkın içinden çıkan, okumuş ve yükselmiş kimselere “Türk” derlerdi. Ayrıca Uygurca eski
metinlerde “Türk” sözcüğü, “kuvvet” anlamında cins isim olarak da geçmektedir17. Bunun yanında,
11. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından kaleme alınan Divanü Lügati’t Türk adlı esere göre “Türk”,
“bütün meyvelerin olgunlaştığı zamanın ortası” anlamını dile getirmektedir. Söz konusu eserde iki de
örnek cümle yer alıyor. Bunlara göre, “Türk üzüm ödi” dendiğinde “üzümün olgunluk vakti”, “Türk
yiğit” dendiğinde ise “gençlik çağının ortası” anlamları söz konusudur.
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM
OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com
Bu bilgiler, Türk adının, bir kavmin adı olarak kullanılmaz olduğu zamanlarda, halk arasında
Türk sözcüğünün bir kenara atılmadığını, üzerine eskisi gibi, yüce anlamlar yüklendiğini sergileyen
kanıtlardır. Bundan dolayı, çeşitli kavim adları etrafında birbiriyle çatışırlarken, emperyalist güçler karşısında
çok zayıf düştüklerini fark ettiklerinde, birliği yeniden sağlayacak bir kültürel yapıştırıcı olarak ortaya
atılmıştır. Ne var ki, yüksek değerler ifade eden anlamları, bütün Türk boylarının adlarında da görürüz.
4 OĞUZ BOYLARININ ADLARININ KÖKENLERİ
On yedinci yüzyıla ait Türklerin Soy Kütüğü (şecere-i terakime) adlı eserde, kendi çağının
kültür ortamında kavim adlarının anlamları konusunda yaşatılan birçok sağlam bilgi yer almaktadır.
Söz konusu eseri kaleme alan Harezm hükümdarı Ebulgazi Bahadır Han(saltanatı 1644-1664)’dır. Eseri
ölümünden 4 yıl önce 1660’da tamamlamıştır. Eserde her biri Türk boylarına ad olmuş, Oğuz Kağan’ın
24 oğlunun adlarının anlamına yer veren özel bir bölüm yer almaktadır18. Bunun yanında, Olcaytu
Han’ın 1304’de İlhanlı tahtına çıkması üzerine vezir yapılan Reşideddin’in kaleme aldığı Cami’üt
Tevarih adlı eser de Türk boylarının adlarının anlamları konusunda önemli bir kaynaktır. Her iki
kaynak bir arada düşünüldüğünde 1300-1660 arasında geçen 360 yıl içerisinde Türk boylarının
adlarının sözlük anlamlarının, önemli bir değişiklik olmadan yaşamayı sürdürdükleri görülmektedir.
Aynı şekilde, 1300’den öncesinde de anlamların bir kayma olmadan korunduğunu düşünebiliriz.
Oğuzların boy adlarının anlamlarına geçmeden, önce Oğuz adının anlamı üzerinde duralım:
Prof. Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar adlı eserine başlarken, “Oğuz adının manası hakkında eski
eserlerde bilgilere rast gelinmiyor”, diyor19. Buna karşılık, bir takım önemli kaynaklarda Oğuz’un ses
değerine yakın çağrışımları olan bir takım sözcükleri de hemen sıralıyor. Önce İlhanlı hükümdarı
Olcaytu (1304-1316) zamanında yazılmış olan Oğuz Kağan destanında, “ilk süt” anlamında olan “ağız”
sözcüğünün “Oğuz” şeklinde geçtiğini söylüyor. Bu bilgiyi yeniden gözden geçirmek için Kaşgarlı
Mahmud’un Divanü Lugat’it Türk adlı eserin dördüncü cildine başvurduk. Burada geçen “aguj”,
“memeli hayvanların doğurduğu zaman verdiği ilk süt” olarak ifade ediliyor. Buna göre, aguj, “yavruya
verilen ilk süt” oluyor. Aynı kaynak aynı sayfada aguj ile aguz’un aynı anlama geldiğini de belirtiyor20.
Ayrıca Kaşgarlı Mahmud, adı geçen eserinde “oguş”un, “hısım, akraba, oymak” anlamına geldiğini
söylüyor. Aynı yerde oguşluğ diye bir söz var. Bunun anlamı da “hısım sahibi” demekmiş. Faruk
Sümer’den öğrendiğimize göre, Macar tarihçi Gyula Nemeth, bir eserinde Oğuz’un ok+z şeklinde bir
kökenden geldiğini ve söylene söylene Oğuz şekline dönüştüğünü ve “oymaklar” anlamını dile
getirdiğini söylüyor. Gerçekten de Oğuzlar anlatılırken hep 24 boydan söz edilir ve hepsinin birlikte
hareket ettiği düşünülür. Biz bu anlamın gerçekle uyumlu olduğunu düşünüyoruz ama “yavruya
verilen ilk süt” anlamını da dikkate değer buluyoruz.
Şimdi Oğuz boylarına, birbirine hısım olan boyların anlamlarına bakalım:
Ebulgazi Bahadır Han’ın eserinde yer alan bilgiye göre, üç kıtaya 600 yıl hükmeden Osmanlı
devletinin kurucusu olan Türk boyu Kayı’nın manası “muhkem” demekmiş. Sözlüklerde bunun anlamı
sağlam ve kuvvetli olarak verilir. Gerçekten de Kayı boyu, adı gibi hükmetmiştir. Bahadır Han’ın böyle
söylemesine karşılık Reşideddin, kayı(ğ)ın manasını “dağın tepesinden akan kuvvetli sel” veya kısaca
“kuvvetli sel” olarak açıklamış21. Prof. Dr. Faruk Sümer’in Oğuzlar adlı eserinde yer verilen bilgiye
göre, 16. yüzyıl tahrir defterlerinde22 Kayı adı Anadolu’da 94 yer adında geçmektedir23. Erzurum ve
Sivas’tan Bursa’ya, Malatya’dan Balıkesir’e kadar her yerde yer adı olarak Kayı adına rastlanır. Ancak
Cumhuriyet Türkiye’sinde sadece 24 yerde yer adı olarak geçiyor.
Selçuklu devletini kuran Oğuzların Kınık boyudur. Anadolu’da yer adları listesinde Kayılardan
ve Avşarlardan sonra 3. sırada yer almaktadır. On altıncı yüzyılda Anadolu’da 81 yerde Kınık yer adına
rastlanır. Günümüzde bu sayı yarı yarıya azalmıştır ve 46’dır. Oysa 16. yüzyıldan itibaren Kınıklardan
pek bahsedilmediğini Faruk Sümer eserinde ifade ediyor24. Demek ki, nüfus olarak varlıklarını
sürdürürken, siyasi etkinliklerinde büyük azalma olmuş. Bahadır Han’ın eserinde, Kınık’ın aziz
anlamına geldiği belirtilmektedir. Reşideddin ise, anlamı “nerede olsa aziz” şeklinde açıklamıştır.
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM
OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com
Osmanlıca-Türkçe sözlükte azizin anlamları şöyle sıralanıyor25: Çok değerli, ermiş, eren, yüksek
dereceli, kudret sahibi. Bunların yanında, Bahaeddin Ögel, yukarıda belirttiğimiz eserinde kınık’ın,
“zahmete katlanan, çalışkan, fedakâr kimse” anlamına geldiğini söylüyor26.
Oğuzların Kayı boyundan sonra önem sırasında ikinci sıraya yerleştirilen Bayat boyunun adının
anlamı “devletli” demekmiş. Fuzuli, Bayat boyuna mensup bir düşünürdür. Bu boydan onun gibi başka
düşünürler de yetişmiştir. Bayat adını açıklayan başka eserler, söz konusu adın “varlıklı” anlamını
içerdiğini de söylemektedir. Bahaeddin Ögel söz konusu eserinde bay sözcüğünün Türkçede “zengin”
anlamına geldiğini söylüyor. Faruk Sümer’in Oğuzlar adlı eserinden öğrendiğimize göre, 16. yüzyıl
tahrir defterlerinde Anadolu’da Bayatlara ait 43 yer adı vardır. Günümüzde bu sayı 32’ye düşmüştür.
Ebulgazi Bahadır Han’ın eserine göre, Alkaevli’nin manası “muvafık” demekmiş. Muvafık’ın
Osmanlıca sözlüklerdeki anlamı, “uygun, uyar” şeklinde verilmektedir. Galiba, günümüzde kalender
anlamında kullanıldığı gibi, “uyaroğlu” imişler. Bunlar hakkında elimizde fazla bilgi yoktur.
Zonguldak’ın Safranbolu, Samsun’un Vezirköprü ve Manisa’nın Kırkağaç ilçelerinde bu boyu andıran
Halka Evli, Alka Bölük, Halka Avlu gibi köy adları vardır27. Bu boya bağlı obaların Batı Anadolu’da çeşitli
bölgelere dağıldıkları anlaşılıyor.
Ebulgazi Bahadır Han’a göre, Karaevli’nin manası “nerede otursa, çadır ile oturucu”
demekmiş. Kaşgarlı bu boyun adını “Kara-Bölük” olarak veriyor. Faruk Sümer, Anadolu’da Bolu, Tokat
ve Kastamonu yörelerinde bu boyun adını taşıyan 10 yerleşim yeri olduğunu söylüyor. Reşideddin
adın anlamını, “nereye giderse başarı gösterir”28, olarak vermiş.
Ebulgazi’ye göre, Yazır’ın manası “iller ağası” demekmiş. Buna karşılık Reşiddeddin’in
eserinde Yazır, “çok ülkeye sahip” şeklinde belirtiliyor29. Faruk Sümer, bu boyun, “adeta bağımsız bir
kavim gibi”, 12. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar Horasan’da yaşadıklarını söylüyor. Aynı eserde, 16. yüzyıl
Anadolu’sunda 24, günümüzde ise 19 yerin adının Yazır olduğunu veriyor ve bu yerlerin bağlı
bulundukları illeri belirtiyor30.
Reşideddin’in eserinde Yaparlı olarak geçen boy adı, Kaşgarlı’da Çaruklu olarak geçiyor.
Bahaeddin Ögel, eserinde bu adın anlamının henüz tam olarak açıklanamadığını söylüyor31. On altıncı
yüzyıla ait tahrir defterlerine göre, sadece 6 yerleşim yerinin adı Çarıklı, günümüzde ise bu sayı 5. Bu
boy hakkında yeterli bilgiye ulaşamadık.
Bahadır Han’a göre, Dodurga, “yurt almayı ve onu tutmayı bilici” demekmiş. Reşideddin ise
“ülke alan ve kanun ve nizam kuran” anlamını vermiş. Bahaeddin Ögel, dodurganın kökü olduğunu
ifade ettiği tuturgu’nun Çağatay Türkçesinde “utanma, perde, hicap”32 anlamına geldiğini söylüyor.
Faruk Sümer’in eserinde ise Kaşgarlı’nın eserinde bu boyun adının “toturga” olarak verildiği
belirtiliyor. Aynı eserde, 16. yüzyılda Anadolu’da bu boyun adıyla anılan 24 yer olduğu, buna karşılık
günümüzde sayının 12’ye düştüğü belirtiliyor.
Ebülgazi Bahadır Han’a göre, Düker’in manası çevre demekmiş. Reşideddin ise Döger olarak
ifade ediyor. Bahaeddin Ögel, boyun adının “bir yerde toplanan ve oba kuran” anlamına geldiğini
söylüyor. Faruk Sümer, bu boyun, İslamiyet’ten önceki dönemde Oğuzların tarihinde önemli bir yeri
olduğunu belirtiyor. On altıncı yüzyıla ait tahrir defterlerinde Anadolu’da 20 yerde Döger adının
geçtiği de aynı eserde yer alıyor. Bu sayı günümüzde 6’ya düşmüş. Ayrıca Suriye’de Halep ve Şam
taraflarında ve Kerkük’te bu boya bağlı obalara rastlandığı da aynı eserde zikrediliyor. Urfa’nın kuzey
batısında yaşadıkları, bunlara yanlış yere Kürt aşireti dendiği de önemli bir not olarak eserde
belirtiliyor.
Ebulgazi Bahadır Han’a göre, Avşar, “işini çabuk işleyici” demekmiş. Reşideddin’e göre ise
Avşar, “çevik ve vahşi hayvan avına hevesli” anlamına geliyor33. Faruk Sümer’in Oğuzlar adlı eserinde
Anadolu’da Avşar olarak anılan 86 yerleşim yeri liste halinde yayınlanmış. Bugün bu sayı 53’e düşmüş.
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM
OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com
Bursa’da 12 köyün adında geçen* Kızık’ın manası ise kahraman (ejderha) demekmiş. Bunun yanında
Faruk Sümer’in eserinde, tahrir defterlerinde 28 ayrı yerin adının Kızık olduğu belirtiliyor ve bunlar
sıralanıyor. Bahaeddin Ögel’in söz konusu eserinde, Kızık’ın anlamı, Bahadır Han’a göre, “dirayetli”,
idarede bilgili” olarak verilirken, Reşideddin’e göre, “kuvvetli ve yasakta (düzene sokmada)34 ciddi”
anlamında olduğu ifade ediliyor35. Bahaeddin Ögel, Kızık sözünün Kırgız lehçesinde, “önemli ve ilginç
olan devlet işleri” için kullanılan bir sıfat olduğunu söylüyor. Tahrir defterlerine göre, 16. yüzyılda 28
yerin adı Kızık olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzde bu sayı 21’e inmiş.
Harzemşahlar Devleti’ni (1157-1231) kuran Oğuzların Beğdili boyudur. Ebulgazi Bahadır Han’a
göre, Begdili sözü hürmetli anlamına geliyor. Reşideddin ise eserinde, “uluların sözleri gibi değerli”
anlamına geldiğini söylüyor36. On altıncı yüzyılda tahrir defterlerinde 23 yerin adının Beğdili olduğu
Faruk Sümer’in eserinde belirtilmiş37. Bu sayı günümüzde 9’a düşmüş.
Ebulgazi Bahadır Han’a göre, Karkın “aşlı” demekmiş. Kaşgarlı Mahmud, eserinde Karkın’ı
Oğuz boylarından saymaz. Doğrusu her ne olursa olsun, Karkınlar Oğuzların tarihinde mühim roller
oynamıştır. Buna karşılık, Reşideddin Oğuz boylarından sayar ve bu adın anlamını “çok ve doyurucu
aş” olarak veriyor38.
Bahadır Han’a göre, Becene “yapıcı” demek. Bahaeddin Ögel, söz konusu eserinde bu ad
üzerinde araştırmaların sürdüğünü söylüyor. Faruk Sümer ise, Becene’nin Peçenek olduğunu ve bir
kısım Peçenek obasının zamanla Oğuzların yönetimi altına girmeyi kabul ederek zamanla Oğuzların bir
boyu halini aldıklarını söylüyor. Anadolu’da dördü Ankara’da ve biri de Bursa civarında olmak üzere 5
yerde Peçenek adının yaşatıldığı da aynı eserde yer alıyor39.
Bahadır Han’a göre Bayındır “nimetli” demekmiş. Evliya Çelebi, İzmir’in Bayındır kasabasını
gördükten sonra, kasabanın adının Orhan Gazi’nin buraya söz konusu obaları yerleştirmesinden
dolayı Bayındır olduğunu belirtiyor. On altıncı yüzyıla ait tahrir defterlerinde 58 yerin adının Bayındır
olduğu Faruk Sümer’in eserinde belirtilmiş40. Günümüzde bu sayı 28’e düşmüş.
Bahadır Han’a göre, İmir ise “zenginlerin zengini” manasına geliyormuş. Reşideddin’in
eserinde boyun adı “eymür” olarak geçiyor. Bunu bildiren Bahaeddin Ögel, sözcüğün anlamının henüz
emin bir şekilde verilemediğini söylüyor. Faruk Sümer, 16. yüzyılda Anadolu’da 71 ayrı yerde bu adın
geçtiğinin tahrir defterlerinden çıkarıldığını söylüyor41. Günümüzde bu sayı 28’e düşmüş.
Bahadır Han’a göre, Çavuldur “namuslu” anlamına geliyor. Anadolu’daki ilk Türk
denizcilerinden olan Çaka Bey, Çavuldur boyuna mensuptur. Reşideddin ise, “ünlü, şerefli, ünü
yaygın” anlamını veriyor. Faruk Sümer, 16. yüzyıl Anadolu’sunda 21 yer adının Çavuldur olduğunu
belirtiyor ve tek tek sıralıyor. Halen de 17 ayrı yerin adı Çavuldur. Bunun yanında, bu boyun, ana
damarının Türkistan’dan batıya göçmediği ve Mangışlak bölgesini yurt tuttukları da aynı eserde
belirtiliyor.
Çepni, “cesur” anlamına gelirmiş. Bahaeddin Ögel’in eserinde yer alan bilgiye göre, Ebulgazi
Bahadır Han, Çepni’nin anlamını “bahadır” olarak veriyor. Bunun yanında, Reşideddin’in eserinde
“düşman gördüğünde hemen savaşır” anlamı verilmiş42. Faruk Sümer, Anadolu’nun Türk yurdu haline
gelmesinde en mühim rolü oynamış olan boylardan birinin Çepniler olduğunu söylüyor. Çepniler adlı
bir eserde, Macar tarihçi Gyula Nemeth’in, Çepni adının Kırgızca kalkan anlamına gelen “çep”den
türediğini ve Çepni’nin “sınır koruyucu birlik” anlamına geldiğini söylüyor43.
Bahadır Han, Ava’nın manasını “mertebesi yüksek” şeklinde verirken, Reşideddin ise, “Yıva”
olarak veriyor ve anlamı için de “derecesi, mertebesi hepsinden üstün” diyor. Faruk Sümer,
Selçuklular devrinde bu boyun adının sık geçtiğini belirtiyor. On altıncı yüzyıla ait tahrir defterlerinde
19 yerin adının Yıva olduğu görülüyor. Ne var ki bugün Anadolu’da hiçbir yerin adı Yıva değil.
* Derekızık, Hamamlıkızık, Cumalıkızık, Fidyekızık, Değirmenlikızık, Bayındırkızık, Dallıkızık, Bodurkızık, Camilikızık,
Kiremitçikızık, Kızıkşıhlar, Kızıkçeşme (mahalle)
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM
OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com
Ebulgazi Bahadır Han’a göre, Alayunt’lunun manası ala atlı demekmiş. Reşideddin ise
Alayuntlu’nun anlamının “hayvanları iyi” demek olduğunu yazmış. Faruk Sümer, bu adın 16. yüzyılda
Anadolu’da 29 yerde görüldüğünü söylüyor. Ne var ki günümüzde sadece 1 yerin adı.
Ebulgazi Bahadır Han, Salur’un “kılıçlı” anlamına geldiğini söylüyor. Reşideddin ise, “nereye
gitse kılıç ve çomağı iyi iş görür”, diyor44. Oysa bilgin, adil, zeki ve cesur büyük devlet adamı ve şair
Kadı Burhaneddin45(1345-1398) bir Salur Türküdür. Salur boyunun Oğuzların tarihinde önemli rol
oynadığı ve İslam döneminde İran’ın kuzey bölgelerinde egemenlik kurarak, ülkeye İslam döneminin
en mesut çağını yaşattığı bilgisi de Faruk Sümer’in eserinde yer alıyor. On altıncı yüzyılda, Anadolu’da
51 yerin adı Salur’du. Günümüzde bu sayı 28’e düşmüş. 1863’de Türkmenistan’ı gezen Vambery,
Salurların bölgede 8000 çadırları olduğunu yazmış.
Ebulgazi Bahadır Han’a göre, Üregir, “iyi iş yapan” demekmiş. Buna karşılık Reşideddin,
“daima iyi iş ve düzen kurucu” şeklinde daha kapsamlı bir açıklama yapıyor46. Tahrir defterlerinde, 16.
yüzyılda Anadolu’da 44 yerin adının Yüreğir olduğu görülüyor. Günümüzde bu sayı 9’a düşmüş47.
Ebulgazi Bahadır Han’a göre Bügdüz “hizmetkâr” anlamına gelirmiş. Buna karşılık,
Reşiddeddin, “herkese tevazu gösterir ve hizmet eder” şeklinde daha övücü bir anlamı veriyor. Faruk
Sümer, Oğuz destanlarında geçen sözlere bakarak, Büğdüz boyunun Oğuzların tarihinde destanlarda
yankı bulacak kadar önemli rol oynadığını söylüyor. Tahrir defterlerinde, Anadolu’da 22 yerin adı
Büğdüz iken, günümüzde bu sayı 6’ya düşmüş.
Son olarak İğdir boyuna değinelim. Ebulgazi Bahadır Han, bu adın “büyük” demek olduğunu
söylüyor. Reşideddin ise “iyilik, büyüklük, yiğitlik” şeklinde daha geniş ifade ediyor. Faruk Sümer, bu
boyun adının tarihte az geçtiğini belirtiyor. Ne var ki Anadolu’da İğdir adıyla anılan yer sayısı az değil.
Bu sayı 16. yüzyılda 43 iken bugün 36. Ama Oğuz boylarından birinin adıyla anılan tek ilimiz de Iğdır.
Türk kültür ve uygarlığının önemli köşe taşlarından olan Uygurları da unutmamalıyız:
Ebülgazi Bahadır Han, Uygur’un anlamı için şöyle diyor48:
“Uygur'un anlamı "yapışan" demektir. "Süt mayalandı" derler. Süt olduğunda birbirinden ayrılır.
Mayalandıktan sonra ayrılmaz. Mayalandı, yani yapıştı. "İmama uydum" da derler. İmam otursa oturur,
kalksa kalkar, yapışanıdır. Moğol yurdunda iki dağ olduğunu söylerler. Uzunluğu gün doğusundan gün
batısına kadar olan uçsuz ulu dağlardır. Birinin adı Togratopuzluk ve diğerinin adı Üskünlük. Bu iki dağ
arasında Moğol yurdunun gün batısında da bir dağ vardır. Ona Kut Dağ derler. Bu söylenen dağların
arasında bir yerde akan on su vardır. Bir yerde de dokuz su, hepsi büyük sulardır. Eski Uygur halkı bu
suların arasında otururlardı.
On suda oturana On Uygur derlerdi. Dokuz suda oturana Dokuz Uygur derlerdi. Şehirleri, kentleri
ve ekinleri çoktu. Yüz yirmi kabileli halktılar. Bir kişiyi hükümdar yapıp onu dinlemezlerdi. Bu sebeple
bozularak geldiler. Bir gün hepsi toplanıp konuştular: "Biz iki bölüm halkız, her birimiz bir kişiye töre
olun. Kim onun sözünü kabul etmese, malı alınsın ve başı kesilsin" dediler. On Uygur boyundan Mengütay
adlı kişiyi baş yapıp "İl İlter" diye ad koydular. Dokuz Uygur'un Özkender kabilesinden bir kişi baş yapıp
"Kül Erkin" adını verdiler. Bu ikisinin oğullan yüz yıl kadar önderlik yaptılar. Onun sonuncusu bir Uygur
oldu. On Uygur'a kim baş olsa "İl İlter", Dokuz Uygur'a kim baş olsa "Kül Erkin" dediler. Uzun yıllar
önderlerine böyle dediler. Ondan sonra kim önder olsa "İdi kut" (İdi kut) dediler. İdi'nın anlamını
bilirsiniz, „gönderdi‟ demektir.”
Şimdi bütün bu bilgileri önümüze koyarak bir değerlendirmeye girişelim:
Dikkat edilirse, adların anlamları yüksek değerlere ve başarıya odaklanmanın baskısıyla ortaya
çıkmış görünmektedir. Bu haliyle de, diğer kavimlerin adlarının etimolojik anlamlarıyla arada uçurum
vardır. Bu adları düşmanlarının vermesiyle, dostlarının vermesi arasında bir fark da yoktur. Hiçbirinin
içinde garazkâr bir tanımlama yer almadığı gibi, hepsinin anlamı çeşitli yönlerden yüceltme
içermektedir. Oysa bu boylar, pek çok zaman birbirleriyle sert rekabete girmişlerdir.
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM
OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com
Görüldüğü gibi, Türk boylarının adları, birlik, beraberlik, hizmet, kararlılık ve cesaret gibi
anlamları çağrıştıran adlardır. Bahaeddin Ögel, adı geçen eserinde, söz konusu boy adlarının “halk
etimolojisi” olduğunu ifade ederken, halk etimolojisinin ayrı bir değeri ve önemi olduğunu da
eklemeyi ihmal etmiyor. Türk veya akrabası olmayan kavim adlarıyla ilgili açıklamalarımız da büyük
ölçüde halk etimolojisine dayanır. Bu bakımdan, bütün kavim adlarının halk etimolojisine göre
anlamlarını verdiğimizi kabul ediyoruz. Günümüzde adı sıkça geçen kavimlerin adlarıyla Türk adının ve
aynı kavme bağlı alt gurupların adlarının böyle bir ayırt edici özelliğinin olması, başlarken de
söylediğimiz gibi, eski çağlardaki Türklerin, olağanüstü başarılarına paralel olarak karşımıza çıkan bir
özelliğidir.
Son zamanlarda anayasadan ve ardından da bütün kanunlardan Türk adının silinmesi için
çalışmalar yapıldığını bildiğimiz bir siyasi ortamda Türklüğümüzü savunmak için yapılan çalışmalara
katkıda bulunmak adına bu makaleyi yayınladık. Aslında bu konuda daha önce yayınladığımız iki
kitabımız bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Türkler ve Avrupa/Avrupa Kimliği Nasıl
Şekillendi?, adlı kitabımızdır. Söz konusu kitap, Avrupa kimliğinin oluşmasında Türklerin rolünü,
Türk düşmanlığının Avrupa kültürünün derinlerine nasıl işlediğini ve kaynaklarını ve Türklüğü yok
etmek adına yürütülen sistematik çabaları anlatmaktadır.
Bu konuda ikinci kitabımız, CEP KİTAPLARI dizisinden yayınladığımız “Tarih ve Felsefe
Üzerinden Kültür Savaşı/Türklük Düşmanlarının Cephanesi” adını verdiğimiz kitaptır. Bu
kitap aynı zamanda, yayınlamakta olduğumuz “İşbirlikçi Dizisi”nin birinci kitabıdır. İki bölüm halinde
yayınladığımız bu kitabın ilk bölümünde, medyada öne sürülen iftiraların kökenlerine 11 ayrı başlık
halinde yer verilmiş ve iddialar ayrı ayrı cevaplandırılmıştır. Kitabın ikinci bölümünde ise Türklük
düşmanlığının kuramsal boyutu felsefe düzleminde incelenmiştir. Her iki kitabın ilk bölümleri ve
içindekiler listesi www.ibrahimokur.com adresindeki dosyalarda görülebilir.
1 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu, 5. Baskı, 2010, sayfa 327
2 Kitabı Mukaddes, sayfa 34, 32. bab, 28. cümle.
3 http://tr.wikipedia.org/wiki/Eskimolar#.22Eskimo.22_ad.C4.B1n.C4.B1n_k.C3.B6keni
4 Focus, 1996, 2. Sayı, sayfa 69
5 Egon Friedell, Antik Yunan’ın Kültür Tarihi, Dost Yayınları, sayfa 50 ve 52
6 AnaBritannica, 26. cilt, sayfa 383
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM
OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR
www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com www.ibrahimokur.com
7 Wing-tsit Chan, Asya Dinleri, İnkılâp Yayınları, 2002, sayfa 219
8 Wing-tsit Chan, Asya Dinleri, İnkılâp Yayınları, 2002, sayfa 229
9 Wing-tsit Chan, Asya Dinleri, İnkılâp Yayınları, 2002, sayfa 221
10 Prof. Dr. Laszlo Rasonyi, Tarihte Türklük, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1971, sayfa 26
11 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu, 5. Baskı, 2010, sayfa 168
12 Osman Karatay, Hırvat Ulusunun Oluşumu, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, 2000, sayfa 83
13 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu, 5. Baskı, 2010, sayfa 82
14 Murad Adji, Kaybolan Millet, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı, 2001, sayfa 39
15 Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1988, sayfa 8
16 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu, 5. Baskı, 2010, sayfa 54
17 Prof. Dr. Laszlo Rasonyı, Tarihte Türklük, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1971, sayfa 20
18 Ebülgazi Bahadır Han, Türklerin Soy Kütüğü (şecere-i terakime), Tercüman 1001 Temel Eser
19 Faruk Sümer, Prof. Dr., Oğuzlar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1992, sayfa 13
20 Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lugat’it Türk, Türk Tarih Kurumu 1991, 4. Cilt, sayfa 13
21 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu, 5. Baskı, 2010, sayfa 329
22 Tapu tahrir defteri: Osmanlı devletine dâhil olan topraklarda arazilerin ve üzerinde yaşayan nüfusun tespitine ve belli yasal düzene göre ödeyecekleri vergilerin tayini için tutulan defterlere denir. Bu defterler Osmanlı topraklarındaki nüfus hareketleri için en önemli kaynaktır.
23 Faruk Sümer, Prof. Dr., Oğuzlar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1992, sayfa 327
24 Faruk Sümer, Prof. Dr., Oğuzlar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1992, sayfa 268
25 Mustafa Nihat Özön, Osmanlıca-Türkçe Sözlük 26
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu, 5. Baskı, 2010, sayfa 354 27
Faruk Sümer, Prof. Dr., Oğuzlar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1992, sayfa 189 28
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu, 5. Baskı, 2010, sayfa 333 29
Faruk Sümer, Prof. Dr., Oğuzlar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1992, sayfa 170 30
Faruk Sümer, Prof. Dr., Oğuzlar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1992, sayfa 327 31
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu, 5. Baskı, 2010, sayfa 338 32
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu, 5. Baskı, 2010, sayfa 338 33
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu, 5. Baskı, 2010, sayfa 338 34
Faruk Sümer, Prof. Dr., Oğuzlar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1992, sayfa 170 35
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu, 5. Baskı, 2010, sayfa 339 36
Faruk Sümer, Prof. Dr., Oğuzlar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1992, sayfa 170 37
Faruk Sümer, Prof. Dr., Oğuzlar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1992, sayfa 233 38
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu, 5. Baskı, 2010, sayfa 341 39
Faruk Sümer, Prof. Dr., Oğuzlar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1992, sayfa 316 40
Faruk Sümer, Prof. Dr., Oğuzlar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1992, sayfa 327 41
Faruk Sümer, Prof. Dr., Oğuzlar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1992, sayfa 254 42
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu, 5. Baskı, 2010, sayfa 344 43
Mevlüt Kaya, Çepniler, Tarihi Serüveni ve Giresun-Espiye Yöresinin Kültür Kökenleri, Togan Yayınları, 2001, sayfa 29 44
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu, 5. Baskı, 2010, sayfa 345 45
Kadı Burhaneddin (1345-1398): Kayseri’de dünyaya gelmiştir. Önce kendi yurdunda ve sonra da Mısır’da, Şam ve Halep’te ilim tahsil etmiş ve 1364’de ülkesine dönmüş ve kadı yapılmıştır. Haksever bir kişilik olarak halk tarafından çok sevilmiş, Selçuklu devletinin yıkıldığı ve halkın son haddine ezildiği bir ortamda halkın baskısıyla ihtilal yapmış ve Sivas başkent olmak üzere bir devlet kurmuştur. Bu devlet Osmanlı’ya meydan okumuş, Osmanlı birliklerini yenmiş fakat daha sonra Akkoyunlular tarafından ortadan kaldırılmıştır.
46 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu, 5. Baskı, 2010, sayfa 349
47 Faruk Sümer, Prof. Dr., Oğuzlar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1992, sayfa 327
48 http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/dosya/1-87162/h/ebulgazibahadirhan.pdf