34
Lâik Devlet İlkesi (Laiklik) Kemal Gözler Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 2000, s.137- 05-153'ten alınmıştır (www.anayasa.gen.tr/laiklik.htm (15 Kasım 2005). PLAN VI. Lâik Devlet ilkesi......................................................... ..................................................... 137 A. Din Hürriyeti...................................................... .......................................................... 139 1. İnanç Hürriyeti...................................................... ................................................... 139 2. İbadet Hürriyeti...................................................... .................................................. 142 B. Din ve Devlet işlerinin Ayrılığı....................................................... .............................. 143 1. Devletin Resmî Bir Dini Olmamalıdır.................................................... .................. 143 2. Devlet Bütün Dinler Karşısında Tarafsız Olmalıdır................................................. 145 3. Devlet Bütün Din Mensuplarına Eşit Davranmalıdır............................................... 145

LâIk Devlet Ilkesi

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: LâIk Devlet Ilkesi

Lâik Devlet İlkesi (Laiklik)

 

Kemal Gözler

Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 2000, s.137-05-153'ten alınmıştır (www.anayasa.gen.tr/laiklik.htm (15 Kasım 2005).

 

  PLANVI. Lâik Devlet ilkesi.............................................................................................................. 137A. Din Hürriyeti................................................................................................................ 139    1. İnanç Hürriyeti......................................................................................................... 139    2. İbadet Hürriyeti........................................................................................................ 142B. Din ve Devlet işlerinin Ayrılığı..................................................................................... 143    1. Devletin Resmî Bir Dini Olmamalıdır...................................................................... 143    2. Devlet Bütün Dinler Karşısında Tarafsız Olmalıdır................................................. 145    3. Devlet Bütün Din Mensuplarına Eşit Davranmalıdır............................................... 145    4. Din Kurumları ile Devlet Kurumları Birbirinden Ayrı Olmalıdır............................. 146    5. Hukuk Kuralları Din Kurallarına Uymak Zorunda Olmamalıdır.............................. 148Lâiklik Konusunda Değerlendirmeler................................................................................. 150    1. Dünya Devletleri Anayasalarında Lâiklik İlkesi....................................................... 150    2. Lâiklik ile Demokrasi Arasında Bir İlişki Var mıdır?................................................ 152

 

 

VI. LÂİK DEVLET İLKESİ 

Bibliyografya.- Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, op. cit., s.54-60; Erdoğan, Anayasal

Demokrasi, op. cit., s.172-178; Sabuncu, Anayasaya Giriş, op. cit., s.89-97;

Gözübüyük, Anayasa Hukuku, op. cit., s.156-158; Rumpf, Türk Anayasa Hukukuna

Giriş, op. cit., s.51-56; Gören, Anayasa Hukukuna Giriş, op. cit., s.100-104;

Yüzbaşıoğlu, Türk Anayasa Yargısında Anayasallık Bloku, op. cit., s.169-182; Ali Fuad

Başgil, Din ve Laiklik, İstanbul, Yağmur Yayınevi, 1962; Turhan Feyzioğlu, “Türk

İnkılâbının Temel Taşı: Lâiklik”, Atatürk yolu, İstanbul, Otomarsan Kültür Yayınları,

Page 2: LâIk Devlet Ilkesi

1981, s.169-230; Bülent Daver, Türkiye Cumhuriyetinde Lâiklik, Ankara, Ankara

Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1955; Zeki Hafızoğulları, Laiklik,

İnanç, Düşünce ve İfade Hürriyeti, Ankara, US-A Yayınları, 1997, s.13-72; Orhan

Aldıkaçtı, “Atatürk İnkılâplarından Lâiklik”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi

Mecmuası, Cilt 45-47, 1979-1981, Sayı 1-4, s.39 vd; Bihterin (Vural) Dinçkol, 1982

Anayasası Çerçevesinde ve Anayasa Mahkemesi Kararlarında Laiklik, İstanbul,

Kazancı Yayınları, 1991; Metin Günday, İdare Hukuku, Ankara, İmaj Yayınları, 1997,

s.35-41. Dünya Anayasalarında lâiklik konusunda bkz.: Servet Armağan, “Dünya

Devletleri Anayasalarında Lâiklik Prensibinin Düzenlenişi, Yeni Türkiye, Yıl 4, Sayı 22,

Temmuz-Ağustos 1998, s.732-741. Lâiklik konusunda Fransa’daki gelişmeler için

Pouvoirs dergisinin “lâiklik” konusuna özgülenmiş 75’inci sayısına bakılabilir: “La

Laïcité”, Pouvoirs: Revue française d'études constitutionnelles et politiques, No 75,

1995, s.1-118.

1982 Anayasasının 2’nci maddesine göre, “Türkiye Cumhuriyeti... laik... bir... devlet”tir.

Acaba “laik devlet” ne demektir?

Terminoloji: “Lâiklik”, “Laikçilik” ve “Sekülarizm”.- Lâiklik dilimize Fransızca laïc

sıfatından girmiştir. Bu kelime de Latince laicus kelimesinden gelmektedir. Bu kelime din

adamları sınıfına (clergé ) ait olmayan demektir[111]. Dilimize bu kelime ilk defa meşrutiyet

yıllarında girmiş ve “lâdini ” olarak Türkçeye tercüme edilmiştir[112]. “Ladinî”

Devellioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Sözlüğüne göre “dindışı” demektir. Türkçede kullanılan

“lâiklik” terimi Fransızca, laïcisme ’in değil, laïcité’nin karşılığıdır. Laïcisme, “lâiklik” değil,

“laikçilik” demektir. Le Petit Robert’e göre laïcité, “sivil toplum ile dinsel toplumun ayrılığı

ilkesi” demektir[113]. Laïcisme ise aynı sözlüğe göre, “kurumlara dinsel olmayan bir nitelik

vermeyi amaçlayan doktrin” demektir[114]. Anayasamızda “laikçilik (laïcisme)” kelimesi

kullanılmamaktadır. Anayasamızda “lâiklik” (Başlangıç, paragraf 5, m.136, 174), “lâik...

devlet” (m.2), “lâik Cumhuriyet” (m.68, 81, 103) terimleri kullanılmaktadır.

Lâiklik yerine bazen “sekülarizm (secularism, dünyevileşme )” teriminin kullanıldığı da

olur. Sekülarizm, “dinin toplumsal hayattaki öneminin azalması ve dindarlığın zayıflaması

demektir”[115]. Bu kavram hukukî değil, sosyolojik bir kavramdır. Hukuk literatüründe

kullanılması uygun değildir.

Lâikliğin çok çeşitli tanımları yapılmıştır. Kanımızca bu tanımları inceleyerek bir yere

varılamaz. Biz, doğrudan laikliğin gerekleri veya lâik bir devletin taşıması gereken nitelikler

Page 3: LâIk Devlet Ilkesi

üzerinde durmanın uygun olacağını düşünüyoruz. Zaten bu gerekler veya nitelikler ortaya

konulursa, “lâiklik” veya “lâik devlet” kavramları da kendiliğinden aydınlatılmış olur.

* * *

Terminolojiyi gördükten sonra şimdi laikliğin gereklerini görelim. Yani bir devletin lâik

olabilmesi için taşıması gerekli olan şartlar nelerdir?

Hemen belirtelim ki, biz burada (içerik bakımından ayrıldığımız yönler olmakla birlikte),

plân itibarıyla Ergun Özbudun’u  izliyoruz[116]. Ergun Özbudun’a göre, laikliğin “din

hürriyeti” ve “din-devlet işlerinin ayrılığı” olarak iki cephesi vardır.

A. DİN HÜRRİYETİ

Laikliğin birinci cephesi din hürriyetidir. Bir devletin laik olabilmesi için, o devlette din

hürriyetinin tanınmış ve güvence altına alınmış olması gerekir. Din hürriyeti  de kendi içinde

“inanç hürriyeti” ve “ibadet hürriyeti” olarak ikiye ayrılır.

1. İnanç Hürriyeti

İnanç hürriyeti , kişinin istediği dini seçebileceği anlamına gelir. Keza bir dini seçmekte

hür olan kişi, herhangi bir dini seçmeme hakkına da sahiptir. Bir devletin lâik olabilmesi için,

o devlette inanç hürriyeti tanınmış olmalıdır. Anayasamız 24’üncü maddesinin ilk fıkrasında

“herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir” diyerek “inanç hürriyeti”ni

tanımıştır. “İnanç hürriyeti”ne maddenin kendisinde bir “özel sınır” veya bir “anayasal sınır”

da getirilmemiştir. Keza, Anayasa “kimse... dinî inanç ve kanaatleri açıklamaya zorlanamaz;

dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz” (m.24/3) diyerek, inanç

hürriyetine bir ek-güvence de getirmektedir. Anayasamız olağanüstü hallerde dahi dinî inanç

hürriyetini özel olarak korumaktadır. Aşağıda olağanüstü hallerde temel hak ve hürriyetlerin

sınırlandırılmasını inceleyeceğimiz bölümde göreceğimiz gibi, Anayasamızın 15’inci

maddesinin ikinci fıkrasına göre, savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde bile,

“kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz”.

Anayasa Mahkemesi de 4 Kasım 1986 tarih ve K.1986/26  sayılı Kararında inanç

hürriyeti konusunda şöyle demiştir:

“Lâik devlette herkes dinini seçmekte ve inançlarını açığa vurabilmekte, tanınmış olan

din ve vicdan özgürlüğünün sınırları içinde serbesttir. Hiçbir dine itikadı olmayanlar

için de durum aynıdır. Lâik bir toplumda herkes istediği dine veya inanca sahip olabilir.

Bu husus yasa koyucunun her türlü etki ve müdahalesinin dışındadır”[117].

Page 4: LâIk Devlet Ilkesi

Dinî inanç  ve vicdan özgürlüğü bakımından kişinin dinî inançlarının bir gerçekten de bir

“din” oluşturup oluşturmadığı incelenemez. Semavî dinlere inananların inanç hürriyeti nasıl

Anayasanın koruması altında ise semavî olmayan dinlere inananların inanç hürriyetleri de

öyle Anayasanın koruması altındadır. Anayasa Mahkemesi de 4 Kasım 1986 tarih ve

K.1986/26  sayılı Kararında şöyle demiştir:

“Anayasanın 24. maddesinde ifadesini bulan ve Anayasa güvencesinde olan din ve

vicdan özgürlüğü sadece semavî dinlere inananlara özgü değildir. Ülke toprakları

üzerinde yaşayan herkes bu özgürlüğe sahiptir”[118].

Keza inanç hürriyeti bakımından bir din içinde mezhepler ve tarikatlar bakımından ayrım

yapılamaz. Kişi herhangi bir dine inanabileceği gibi, inandığı dinin içinde herhangi bir

mezhebi veya herhangi bir tarikatı da seçebilir. Nihayette herkesin kendine göre bir din

anlayışı olabilir. Lâik devlet, kişinin anladığı anlamda dinin gerçekten bir “din” oluşturup

oluşturmadığını veya oluşturuyorsa hangi dini oluşturduğunu araştıramaz.

Nüfus Kanunu nun 43’üncü Maddesi.- Türk hukuk düzeninde inanç hürriyetiyle

bağdaştırılması mümkün olmayan bir hüküm, 5 Mayıs 1972 tarih ve 1587 sayılı Nüfus

Kanununun  43’üncü maddesinde bulunmaktadır. Bu maddeye göre, “aile kütükleri, ailenin

bütün fertlerinin... dinini... ihtiva eder”. Dolayısıyla ülkemizde herkes nüfus memurluklarına

dinini bildirmek zorundadır. Bu hüküm inanç hürriyetine aykırıdır. Ayrıca bu hüküm

“kimse... dinî inanç ve kanaatleri açıklamaya zorlanamaz” diyen 1982 Anayasasının 24’üncü

maddesinin üçüncü fıkrasına açıkça aykırıdır. Keza aynı hüküm, 1961 Anayasasının 19’uncu

maddesinin üçüncü fıkrasına da aynı sebeple aykırıydı. 1587 sayılı Nüfus Kanununun

43’üncü maddesinin Anayasaya aykırılığı sorunu Anayasa Mahkemesinin önüne iki defa

gelmiş ve Anayasa Mahkemesi ikisinde de bu hükmün Anayasaya aykırı olmadığına karar

vermiştir. Mahkeme, 27 Kasım 1979 tarih ve K.1979/44 sayılı ilk Kararında şöyle demiştir:

“Söz konusu 43. madde zorlayıcı nitelikte hiçbir hüküm içermemektedir. Nüfusa

kaydolurken kişinin, Anayasanın kastettiği anlamda dini inanç ve kanaatlerini değil,

sadece dininin ne olduğunu açıklamasına yol açabilecek bir durum yaratmaktadır ki, bu

kuralın zorlayıcı bir niteliği ve zorlama ile ilişkisi yoktur”[119].

Anayasa Mahkemesi bu kararda “dinî inanç ve kanaatler” ile “sadece din” arasında bir

ayrım yapmaktadır ki, böyle bir ayrımın nasıl yapılabildiğini anlamak mümkün değildir.

Page 5: LâIk Devlet Ilkesi

Aynı Kanunun 43’üncü maddesi Anayasa Mahkemesinin önüne 16 yıl sonra tekrar gelmiş

ve Anayasa Mahkemesi 21 Haziran 1995 tarih ve K.1995/16  sayılı Kararıyla yine bu

maddeyi Anayasaya aykırı bulmamıştır. Mahkeme bu sefer de şöyle demiştir:

“Kamu düzeni ve kamu yararı yönünden birer kimlik bilgisi olarak nüfus kütüklerine

yazılan bilgilerden birinin diğerinden bir farkı bulunmamaktadır. Kişinin dini ile ilgili

bilgi de bu şekildedir ve lâik devlet yapısına ters düşecek biçimde hiçbir özel anlam

taşımamaktadır. Anayasada yasaklanan, kişinin dininin bir ayrım ve eşitsizlik öğesi

olarak kullanılmaması ve lâik devlet düzenine ters düşecek uygulamaların

yapılmamasıdır... Sonuç olarak, söz konusu 43. madde zorlayıcı nitelikte hiçbir hüküm

içermemektedir. Nüfusa kaydolunurken kişinin, Anayasanın öngördüğü anlamda dini

inanç ve kanaatlerini değil, sadece kişinin özgün durumu yönünden kamu yararı, kamu

düzeni ve sosyal gereksinimlerle ilgili olarak göz önünde bulundurulmak üzere dininin

ne olduğunun açıklanması söz konusu olmaktadır ki, bu kuralın zorlayıcı bir niteliği ve

zorlama ile bir ilişkisi bulunmamaktadır”[120].

Anayasa Mahkemesi bu Kararda kişinin nüfus memurluklarına dinini açıklamasını

“kimse... dinî inanç ve kanaatleri açıklamaya zorlanamaz” diyen 1982 Anayasasının 24’üncü

maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı görmemiştir. Mahkemeye göre, kişinin nüfus

memurluklarına hangi dine mensup olduğunu bildirmesi bir “zorlama” değildir. Anayasa

Mahkemesinin bu görüşünü anlamak mümkün değildir. Zira, kişi dinini açıklamadıkça nüfus

kütüğüne kaydedilemeyecek ve nüfus cüzdanı nı alamayacaktır. Bu zorlama değil de nedir?

Keza, daha somut olarak, 5 Mayıs 1972 tarih ve 1587 sayılı Nüfus Kanunu “ek-madde 3”e

göre[121], “nüfus idareleri nüfus kütüklerine tescil edilmeyen bir yaşından büyük çocukların

veya büyüklerin varlığını haber aldıkları takdirde büyüklerin kendilerini, çocukların ana, baba

ve vasilerini... beyana davet etmeye yetkilidirler. İlgililer bu davet üzerine 30 gün içinde nüfus

idarelerine başvurmak ve beyanda bulunmakla görevlidirler”. Davete bu süre içinde

uymayanlar Türk Ceza Kanununun 528’inci maddesi gereğince cezalandırılabilirler.

Dolayısıyla hukukumuzda kişiler, nüfus memurluklarına hangi dinden olduklarını ceza tehdidi

altında açıklamak zorundadır. Ceza tehdidi bir “zorlama” değil de acaba nedir? Üstelik,

Anayasamızın 15’inci maddesinin ikinci fıkrasına göre, kişiler olağanüstü hallerde dahi dini

açıklamaya zorlanamazlar. Bu bakımdan Nüfus Kanununun 43’üncü maddesinin Anayasaya

aykırılığı apaçıktır. Buna rağmen Anayasa Mahkemesinin iki ayrı defa bu maddeyi

Anayasaya aykırı görmemesi çok ilginçtir.

Page 6: LâIk Devlet Ilkesi

Burada şunun altını çizelim ki bu Karar, Anayasa Mahkemesinin “lâiklik” ilkesinin çeşitli

veçheleri bakımından değişik duyarlılıklara sahip olduğunu göstermektedir. Anayasa

Mahkemesi, Nüfus Kanununa ilişkin yukarıdaki Kararlarında lâiklik ilkesinin birinci

veçhesini oluşturan inanç hürriyeti bakımından pek duyarlı davranmamıştır. Buna karşılık,

Anayasa Mahkemesi lâiklik ilkesinin din-devlet işlerinin ayrılığı veçhesinde aşağıda

göreceğimiz gibi oldukça duyarlıdır. (Bu ayrılığı, din kurallarının devlet işlerini hiçbir şekilde

etkilememesi şeklinde azamî anlamda anlamaktadır). Aşağıda göreceğimiz gibi Türban

Kararında Anayasa Mahkemesi bireylerin hak ve hürriyetlerini genişleten bir kanunu iptal

ederken lâiklik ilkesi bakımından çok duyarlı davranmış, ancak bireylerin hak ve

hürriyetlerini sınırlandıran bir kanunu denetlerken her nedense lâiklik ilkesi bakımından pek

duyarlı davranmamıştır.

2. İbadet Hürriyeti

Din hürriyetinin ikinci veçhesini “ibadet hürriyeti” oluşturur. İbadet en geniş anlamda bir

dinin gereklerini yerine getirmek demektir. O halde ibadet hürriyeti, kişinin inandığı dinin

gereklerini, özellikle ayin ve törenlerini serbestçe yerine getirebilmesi demektir. Bir devletin

lâik olabilmesi için, o devlette ibadet hürriyetinin de tanınmış olması gerekir. Anayasamız

ibadet hürriyetini “14’üncü madde  hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî âyin ve

törenler serbesttir” (m.24/2) diyerek tanımıştır. Görüldüğü gibi Anayasamızda ibadet

hürriyeti, inanç hürriyeti gibi mutlak bir şekilde değil, 14’üncü madde ile sınırlı olarak

tanınmıştır. İbadet hürriyeti, ibadet etmeme hürriyetini de içerir. Lâik bir devlette kişilere

zorla ibadet ettirilemez. Anayasamız “kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya...

zorlanamaz” (m.24/3 ) diyerek, ibadet etmeme hürriyetini de güvence altına almıştır.

Anayasa Mahkemesi de 1961 Anayasası döneminde verdiği 27 Kasım 1979 tarih ve

K.1979/44  sayılı Kararında

“din özgürlüğünün kimi kişilerin iç aleminden taşarak toplumun huzurunu kaçıracak

boyutlara ulaşmasına, kamu düzeninin korunması ve işlerliğinin uyum içinde

sağlanması düşüncesi izin vermez”[122] 

diyerek ibadet hürriyetinin sınırsız olmadığını, sınırlandırılabileceğini kabul etmiştir.

Anayasa Mahkemesi, 1982 Anayasası döneminde verdiği kararlarında da ibadet

hürriyetinin sınırlandırılabileceği görüşünü sürdürmüştür: 4 Kasım 1986 tarih ve K.1986/26

sayılı Kararında Anayasa Mahkemesi, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında kabul edilmiş

lâiklik ilkesinin esaslarından” birinin

Page 7: LâIk Devlet Ilkesi

“dinin bireyin manevî hayatını aşarak toplumsal hayatı etkileyen ve davranışlara ilişkin

bölümlerinde, kamu düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak amacıyla, sınırlamalar

kabul etme ve dinin kötüye kullanılmasını ve sömürülmesini yasaklama”[123] 

olduğuna işaret etmiştir.

B. DİN VE DEVLET İŞLERİNİN AYRILIĞI

Laikliğin ikinci cephesi din ve devlet işlerinin ayrılığı dır. Bir devlette, din ve devlet

işlerinin birbirinden ayrılmış olduğunu söyleyebilmek için aşağıdaki şartların yerine

getirilmesi gerekir.

1. Devletin Resmî Bir Dini  Olmamalıdır

Din kurallarının muhatabı gerçek kişilerdir. Sevap ve günah ancak gerçek kişiler

tarafından işlenebilir. Cennet ve cehennem de ancak gerçek kişiler için sözkonusudur. O halde

bir tüzel kişi olan devletin zaten bu anlamda bir dininin olması düşünülemez. Ancak buna

rağmen, tarihsel olarak birçok anayasa, devlet-din ilişkileri konusunda hüküm getirmektedir.

Bir anayasa şu dört ihtimal dahilinde din-devlet ilişkilerini düzenleyebilir:

a) Birinci İhtimal: Resmî Din .- Anayasa açıkça devletin resmî bir dininin olduğunu

belirtebilir. Anayasada açıkça bir devlet dininden bahsedildiğine göre bu tür anayasaları lâik

saymak mümkün değildir. Bu anayasada, resmî devlet dini dışında kalan diğer dinler

bakımından din ve inanç hürriyeti tanınmış ve güvence altına alınmış olsa bile, böyle bir

anayasa lâik sayılamaz. Çünkü, böyle bir devlette din-devlet işlerinin birbirinden ayrı olduğu

söylenemez. Bu ihtimalin tipik örneği 1876 Kanun-u Esasîsidir. 1876 Kanun-u Esasîsinin

11’inci maddesi açıkça “Devlet-i Osmaniye’nin dini din-i İslâmdır” demekteydi. Diğer bir

örnek olarak İsrail  Anayasası gösterilebilir. İsrail  Anayasası[124] Yahudiliği açıkça devlet

dini olarak kabul etmiştir. Keza günümüzde İngiltere’de  de resmî bir devlet dininin olduğu

söylenebilir. İngiltere’de Anglikan Kilisesi [125] ve Presbiteryan (Presbyterian) Kilisesi

[126] devlet kilisesi (Established Churches ) statüsündedir[127]. Keza İngiltere’de Kral veya

Kraliçe aynı zamanda Anglikan Kilisesinin başıdır[128]. Bununla birlikte, resmî bir devlet

dinini kabul eden anayasalar, diğer dinler bakımından da inanç ve ibadet hürriyetini tanımış

ve güvence altına almış olabilir. Örneğin Kanun-u Esasîsinin 11’inci maddesine göre

“Memalik-i Osmaniye’de maruf olan bilcümle edyanın serbesti icrası... Devletin tahdi

himayetindedir”.

b) İkinci ihtimal: “Hâkim Din ”.- Devletin resmî bir dininin olduğunu açıkça

belirtmemekle birlikte, anayasa dinlerden birine üstünlük tanımış olabilir. Keza anayasada,

Page 8: LâIk Devlet Ilkesi

belirli bir dinin veya mezhebin ismi zikredilir; Tanrının varlığına atıfta bulunulur veya devlet

başkanları veya milletvekillerinin yemin usûllerinde dinsel formüller kullanılır. Böyle bir

anayasayı da lâik olarak kabul etmek mümkün değildir. Şüphesiz böyle bir devlette de diğer

dinler bakımından inanç ve ibadet hürriyeti tanınmış olabilir. Buna rağmen, bu devlette din-

devlet işlerinin birbirinden ayrı olmadığı için, bu devletin lâik olduğu söylenemez. Bu

ihtimalin en güzel örneği, komşumuz Yunanistan’dır. Yunan Anayasası “Kutsal Üçleme”yle

başlamakta, Anayasanın 3’üncü maddesinde de Doğu Ortodoksluğunun Yunanistan’da

“hâkim din (prevailing religion )” olduğu ilân edilmekte ve dine ilişkin daha birçok hüküm

getirilmektedir. Böyle bir Anayasanın lâik olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

c) Üçüncü ihtimal: Hüküm İçermeme.- Anayasa devletin dini konusunda hiçbir hüküm

içermez. Böyle bir anayasada ne “devlet dini”, ne de “lâiklik” ilkesi yer alır. Kanımızca,

lâiklik ilkesi açıkça kabul edilmese bile böyle bir anayasa, diğer şartları taşıyorsa lâik olarak

kabul edilebilir. Bu ihtimale 1928-1937 arasında 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu örnek

gösterilebilir. Bilindiği gibi, 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanununun 2’nci maddesinin ilk şekline

göre, devletin resmî bir dini vardı; o da İslam dini idi (Türkiye Devleti’nin dini, Din-i

İslamdır). 2’nci maddedeki bu hüküm, 11 Nisan 1928 tarih ve 1222 sayılı Kanunla

çıkarılmıştır. 2’nci maddeye lâiklik ilkesini ekleyen 10 Kanunuevvel 1937 tarih ve 3115 sayılı

Kanuna kadar 1924 Anayasası kanımızca bu ihtimale girer ve dolayısıyla Anayasada açıkça

lâiklik ilkesinin geçmediği bu dönemde de (1928-1937) Türkiye Cumhuriyetini lâik olarak

kabul etmek gerekir.

d) Dördüncü İhtimal: Lâiklik.- Nihayet bir anayasa açıkça devlet-din ilişkileri konusunda

“lâiklik” ilkesini kabul edebilir. Böyle bir devlette resmî bir devlet dini de yoktur. Diğer

şartları taşımak kaydıyla böyle bir devleti lâik olarak kabul etmek gerekir. Bu ihtimale

1937’den bu yana Türk Anayasaları örnek gösterilebilir. Yukarıda görüldüğü gibi, 1982

Anayasasında, resmî devlet dini konusunda herhangi bir hüküm olmadığı gibi, 2’nci

maddesinde açıkça “lâiklik” ilkesi kabul edilmiştir.

2. Devlet Bütün Dinler Karşısında Tarafsız Olmalıdır

Bir devletin lâik olabilmesi için, o devletin bütün dinler karşısında tarafsız olması, bu

dinlerden birini himaye etmemesi veya bu dinlerden bazıları üzerinde baskı uygulamaması

gerekir. Şüphesiz ki, toplumda birçok din olabilir. Toplumsal olarak bu dinlerden biri

diğerlerine nazaran daha yaygın olabilir. Ancak devlet, yaygın olan dine üstünlük tanıyamaz.

Dolayısıyla devlet, belirli bir dinin toplumda benimsenmesi, o dinin kurallarının toplumda

öğrenilmesi için faaliyette bulunamaz[129]. Bunun doğal sonucu olarak, devlet vatandaşlarına

Page 9: LâIk Devlet Ilkesi

belirli bir dinin eğitim ve öğrenimini  zorunlu kılamaz[130]. Bu bakımdan 1982 Anayasasının

24’üncü maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “din kültürü ve ahlâk öğretimi  ilk ve

ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır” hükmünün lâiklik

ilkesiyle bağdaştırılması oldukça güçtür. Burada her halükârda Anayasada zorunlu tutulan

şeyin “din öğretimi” değil, “din kültürü ve ahlâk öğretimi” olduğunun altı çizilmelidir. Eğer

uygulamada verilen “din kültürü ve ahlâk dersleri” genel bir din kültürüne ilişkin değil, belli

bir dinin eğitimine ilişkin ise, bu lâiklik ilkesine aykırı olur.

3. Devlet Bütün Din Mensuplarına Eşit Davranmalıdır

Lâikliğin gereklerinden biri de, devletin bütün din mensuplarına eşit davranmasıdır. Bu

ilke temelini ayrıca Anayasanın “kanun önünde eşitlik” ilkesini düzenleyen 10’uncu

maddesinden  de almaktadır:

“Herkes... din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde

eşittir... Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik

ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar”.

Anayasa Mahkemesi de semavî dinlerin mensuplarına diğer dinlerin mensuplarına

nazaran daha geniş bir hukukî koruma getiren 9 Ocak 1986 tarih ve 3255 sayılı Kanunun bazı

maddelerini 4 Kasım 1986 tarih ve K.1986/26  sayılı Kararıyla iptal ederken şöyle demiştir:

“Lâik bir toplumda din ya da mezhep farklılığı kişiler arasında hiçbir ayırıma neden

olamaz. Devletin kendisine ait bulunan cezalandırma hakkını kullanırken bireyler

arasında inançlarına göre ayrım gözetmemesi gerekir... 3255 sayılı Yasayla getirilen

yeni düzenlemenin semavi dinler ve bunların mensuplarıyla semavi olmayan dinler ve

bunların mensupları arasında ayrım gözettiği açık ve seçiktir... Ülkemizde kimi din ve

inançların cemaatleşme safhasına henüz gelememiş olduğu gibi bir mülahaza ile dinler

ve inançlar arasında ayırım yapılmasını haklı bir nedene dayandırmak mümkün değildir.

Yasa koyucunun benzer durumlara benzer çözümler getirmesi asıldır... Bu itibarla 3255

sayılı Yasanın öngördüğü yeni düzenleme Anayasanın 10. maddesinde ifadesini bulan

yasa önünde eşitlik ilkesine aykırı düşmektedir”[131].

4. Din Kurumları ile Devlet Kurumları Birbirinden Ayrı Olmalıdır

Lâik bir devlette din kurumları ile devlet kurumları birbirinden ayrı olmalıdır. Ergun

Özbudun’un ifadesiyle,

Page 10: LâIk Devlet Ilkesi

“lâik bir devlette din kurumları devlet fonksiyonlarını göremeyeceği gibi, devlet

kurumları da din fonksiyonlarını ifa edemez. Yani lâik devlet, gerek ‘dine bağlı devlet’,

gerek ‘devlete bağlı din’ sistemlerini reddeden, din ve devlet işlerini alan olarak

birbirinden tamamen ayıran bir yönetim sistemidir”[132].

Ne var ki Türkiye’de lâikliğin bu gereğine, Diyanet İşleri Başkanlığı  sebebiyle uyulduğu

söylenemez. 1982 Anayasasının 136’ncı maddesine göre Diyanet İşleri Başkanlığı genel idare

içinde yer almaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatı Başbakanlığa bağlıdır. Türkiye’de

din hizmetleri  bir kamu hizmeti olarak kabul edilmiş ve bu hizmetin yürütülmesi görevi

Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiştir. Ülkemizde imamlar ve diğer din adamları Diyanet

İşleri Başkanlığına bağlıdır. Dolayısıyla ülkemizde İslam dininin din adamları, maaşlarını

merkezî idareden almaktadırlar; keza, merkezî idarenin hiyerarşik denetimine de tâbidir.

Bilindiği gibi hiyerarşik amir astlarına ilişkin atama, sicil verme, yükselme işlemlerini yapma,

onlara disiplin cezası verme ve onların hizmet yerlerini değiştirme yetkisine sahiptir. Keza,

hiyerarşik amir, astlarına emir ve talimat verebilir, tebliğ ve açıklama gönderebilir. Nihayet,

hiyerarşik amir, astın işlemlerini yapmasından sonra bu işlemleri denetlemek ve bu denetim

sonucuna göre astın işlemlerini değiştirmek veya iptal etmek yetkisine sahiptir[133].

Görüldüğü gibi, Türkiye’de devlet dine bağlı olmasa da, din (İslam dininin Sunnî mezhepleri)

tamamıyla merkezî idareye bağlıdır.

Eğer yukarıda belirtildiği gibi, lâik devlet , gerek “dine bağlı devlet”, gerekse “devlete

bağlı din” sistemlerini reddeden bir devlet anlayışı ise, Diyanet İşleri Başkanlığının merkezî

idare içinde varlığını bu ilke ile bağdaştırmak hiçbir şekilde mümkün değildir. Bu nedenle

Türk anayasa hukuku doktrininde, Diyanet İşleri Başkanlığının varlığıyla lâiklik ilkesini

uzlaştırmaya çalışan hâkim görüşü[134] kanımızca kabul etmek mümkün değildir.

Aynı sebeple kanımızca Anayasa Mahkemesinin 21 Ekim 1971 tarih ve K.1971/76  sayılı

Kararında belirttiği şu görüşe de katılmak mümkün değildir:

“Hristiyan dininin taşıdığı özelliğe göre din ve devlet işlerinin birbirine karışmaması

esasının, kilisenin bağımsızlığı biçiminde manalandırılmasında bir sakınca

görülmemiştir. Çünkü, Batı devletlerinde dinin kötüye kullanılması ve sömürülmesi

bizdeki şekilde bir sonuç doğurmadığından din ve devlet işlerinin birbirine karışmaması

yönünden kabul edilen kilisenin bağımsızlığı durumu, devlet düzeni bakımından bir

tehlike göstermemektedir. Oysa İslamlık bireylerin yalnız vicdanlarına ilişkin olan dini

inanç bölümünü düzenlemekle kalmamış, aynı zamanda bütün toplum ilişkilerini, devlet

faaliyetlerini ve hukuku da tanzim etmiştir... Böyle bir tutumun ve sınırsız, denetimsiz

Page 11: LâIk Devlet Ilkesi

bir din hürriyeti ve bağımsız bir dini örgütlenme anlayışının ülkemiz için pek ağır

tehlikelerle yüklü olduğu uzak ve yakın tecrübelerle anlaşılmıştır... Diyanet İşleri

Başkanlığının Anayasa’da yer almasının ve mensuplarının memur niteliğinde

sayılmasının... birçok tarihî nedenlerin, gerçeklerin ve ülke koşullarıyla

gereksinimlerinin doğurduğu bir zorunluluk olduğundan kuşku yoktur”[135].

Lâiklik ilkesiyle çelişmesi bir yana, bu karar hukuk mantığı bakımından da tutarsızdır.

Kararda normatif bir sonuç, sosyolojik verilerden çıkarılmaktadır. Anayasa Mahkemesi

birtakım sosyolojik-tarihsel gözlemlerde bulunmakta ve bu gözlemlerden[136] yola çıkarak

bir normatif sonuca varmaktadır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin bu çıkarımı tasvirî

öncüllerden normatif sonuçlar çıkarılamayacağı yolundaki “Hume kanunu”[137]nu

çiğnemektedir. Hume kanunu na göre, tasvirî öncüllerden normatif bir önerme istihraç

edilemez. Olgusal dünya ile normatif dünya birbirinden ayrıdır. Bunlar arasında geçiş

mümkün değildir. Olgusal âlemdeki bir önermeye dayanılarak, normatif bir önerme ileri

sürülemez. Olgudan norm türetilemez. Diğer bir ifadeyle, normatif dünyadaki bir önermeyi

doğrulamak için olgusal dünyadan bir argüman kullanılamaz.

5. Hukuk Kuralları Din Kurallarına Uymak Zorunda Olmamalıdır

Lâik bir devlette hukuk kurallarının kaynağı beşerî iradedir[138]. Lâik bir sistemde,

hukuk kurallarını koyan beşerî iradenin din kurallarına uymak zorunda olmaması gerekir.

Eğer bir devlette hukuk kurallarının din kurallarına uyma zorunluluğu varsa, o devlet lâik bir

devlet değildir. Örneğin 1876 Kanun-u Esasîsine göre, Heyet-i Âyan, Heyet-i Mebusan

tarafından kabul edilen kanun tekliflerini “umuru diniyeye” uygunluk açısından denetlemekle

görevliydi (m.64). Oysa 1982 Anayasasında hukuk kurallarının din kurallarına  uyma

zorunluluğunu getiren herhangi bir hüküm yoktur. Bu anlamda 1982 Anayasası lâik bir hukuk

sistemi öngörmektedir.

Ancak şöyle bir sorun ortaya çıkmaktadır: Acaba lâik bir sistemde, din kurallarına uymak

zorunda olmayan hukuk kurallarının din kurallarından esinlenmesi mümkün müdür? Diğer bir

ifadeyle, lâik bir devlette din kurallarına dayalı hukuk kuralı konulabilir mi? Lâik devlet

hukukî düzenleme yaparken, birtakım dinî düşünceleri, dini gerekleri göz önünde

bulundurabilir mi?

Bu sorun Anayasa Mahkemesinin önüne “yüksek öğretim kurumlarında... dini inanç

sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir” hükmünü getiren 10

Aralık 1988 tarih ve 3511 sayılı Kanunla gelmiş ve Anayasa Mahkemesi bu soruya olumsuz

Page 12: LâIk Devlet Ilkesi

yanıt vermiştir. Anayasa Mahkemesi “türban kararı ” diye bilinen 7 Mart 1989 tarih ve

K.1989/12  sayılı Kararında şöyle demiştir:

“Lâik devlette kutsal din duyguları... hukuksal düzenlemelere kesinlikle karıştırılamaz.

Bu tür düzenlemeler, dinsel gerekler ve düşünceler ile değil, bilimsel verilerden

yararlanılarak kişi ve toplum gereksinimlerine göre yapılır[139]... İncelenen kural,

kamu kuruluşlarından sayılan yükseköğretim kurumlarındaki bayanların giyimlerini

düzenlerken, dinsel gereklere uygunluğu nasıl olursa olsun, başörtüsü kullanımına

dinsel inançları nedeniyle geçerlilik tanımakla, kamu hukuku alanındaki bir

düzenlemeyi dinsel esaslara dayandırmak suretiyle lâiklik ilkesine aykırılık

oluşturmuştur[140]... Din kurallarına göre yapılan düzenlemeler hukuksal nitelik

taşımaz. Din kurallarının kaynağı Tanrı’dır. ‘İlâhî istenç (irade)’, tanrı buyrukları, din

kurallarının başlıca dayanağıdır. Hukukun kaynağı ise hukuku yaratan istenç olarak

kendi ulusunun istencidir[141]... Hukuk düzeni, dinsel düzeni dışarda bırakan, varlığını

hukuktan alıp hukukla sürdüren devlettir[142]... Yasalar dine dayanamaz ve

bağlanamaz”[143].

Anayasa Mahkemesinin lâik bir devlette dinsel kaynaklı hukuk kuralı  olamayacağı,

hukuk kurallarının din kurallarına dayanamayacağı yolundaki görüşü, gerek bizim hukuk

sistemimizin, gerekse lâik Avrupa ülkelerinin hukuk sisteminin verileriyle çelişki içindedir.

Gerek Türk sisteminde, gerekse başka lâik hukuk sistemlerinde her zaman, dini kökenli hukuk

kuralları bulunmuştur ve halen de bulunmaktadır. Örneğin hafta sonu tatilleri nin Cumartesi

ve Pazar günleri  olması tamamıyla dini kökenlidir. Keza, Türkiye’de 17 Mart 1981 tarih ve

2429 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunun[144] 2’nci maddesine göre,

Ramazan Bayramı  ve Kurban Bayramı  günleri “resmî daire ve kuruluşlar tatil edilir”. 2429

sayılı Kanunun 2’nci maddesi hükmü dinî kaynaklı değil de nedir? Demek ki, lâik bir hukuk

sisteminde bazı hukuk kuralları dine dayanmaktadır. Şüphesiz ki, bu kuralları beşerî irade

koymaktadır. Ancak beşerî irade bu kuralları koyarken, bazı dinî kurallardan ilham

almaktadır. Dahası “ilham alma” psişik bir vakıadır. Kanun koyucunun zihninden geçen bir

şey bilinemez. Bir kanun hükmünün dinî mülahazalarla çıkarılıp çıkarılmadığını tespit etmek

mümkün değildir. O halde, “mutlak lâik hukuk düzeni” mevcut olamaz. Buna göre, lâiklik

bakımından söylenecek tek şey, devletin hukuk kuralı koyarken din kurallarına uymak

zorunluluğunun bulunmamasıdır. Zorunluluk olmadan kanun koyucunun kendisi din

kurallarından esinleniyorsa, burada laikliğe aykırı bir husus kanımızca yoktur.

Page 13: LâIk Devlet Ilkesi

LÂİKLİK KONUSUNDA DEĞERLENDİRMELER

1. Dünya Devletleri Anayasalarında Lâiklik İlkesi

Burada dünya anayasalarında din devlet ilişkilerinin nasıl düzenlendiği konusunda bazı

karşılaştırmalı bilgileri Servet Armağan’ın  “Dünya Devletleri Anayasalarında Lâiklik

Prensibinin Düzenlenişi”[145] başlıklı makalesinden yararlanarak aktarmanın uygun olacağını

düşünüyoruz.

Servet Armağan  173 devletin anayasasını tek tek inceleyip bu ülkeleri din ve devlet

ilişkileri bakımından gruplara ayırmıştır.

a) Birinci Grup: Din-Devlet İşlerinin Ayrılığını Belirten Ülkeler.- Bazı devletler lâik

olduklarını açıkça belirtmemekle birlikte din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı olduğunu

anayasalarında belirtmişlerdir: Letonya, Moğalistan, Slovakya, Slovenya, Ukrayna.

Görüldüğü gibi bu devletler eskiden komünist ideolojiyi benimseyen devletlerdir[146].

a) İkinci Grup: Devletin Belli Bir Dini veya Kiliseyi Himaye Etmediğini Belirten

Ülkeler.- Diğer bazı devletler de lâik olduklarını açıkça belirtmemekle birlikte, devletin bir

dininin olmadığını, devletin belirli bir dini veya kiliseyi himaye etmediğini açıkça

belirtmektedirler: Belarus Cumhuriyeti, Estonya, Güney Kore, Polonya, Portekiz, Romanya,

İspanya, Uganda, Uruguay, Vietnam. Görüldüğü gibi bu gruptaki devletler bir iki istisna

hariç, yine eski komünist devletlerdir[147].

c) Üçüncü Grup: Lâiklik İlkesini Kabul Edenler.- Servet Armağan’ın tespitlerine göre

173 devlet anayasasından sadece 21’i lâiklik ilkesine anayasasında yer vermiştir[148]. Bu 21

lâik ülke de kendi içinde dört alt gruba ayrılabilir:

i) Birinci Alt Grup: Komünist veya Komünizmden Yeni Kurtulmuş Ülkeler.- Arnavutluk,

Angola, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya, Tacikistan ve Türkmenistan olarak üzere toplam 7

devletin anayasasında lâiklik ilkesi açıkça kabul edilmiştir. Görüldüğü gibi, bunlar halen

komünist (Angola) veya eski komünist ülkelerdir[149].

ii) İkinci Alt Grup: Fransa ve Fransa’nın Eski Sömürgeleri .- Fransa ve eskiden Fransız

sömürgesi olmuş ülkelerden Benin, Brundi, Merkezî Afrika, Çad, Kongo, Guinea, Guinea-

Bissau, Mali, Madagaskar, Mozambik, Senegal, Togo, Zaire[150] olmak üzere toplam 14 adet

devlet, anayasalarında açıkça lâiklik ilkesine yer vermiştir[151]. Eski Fransız sömürgesi olan

bu ülkelere laikliğin Fransa’dan bir miras kaldığı söylenebilir. Bu arada belirtelim ki,

günümüzde Fransa’nın lâikliği de hukuken şüphelidir. Zira, 1958 Anayasanın gönderme

Page 14: LâIk Devlet Ilkesi

yaptığı ve dolayısıyla Fransız pozitif hukukunun bir parçası olan 1789 İnsan ve Yurttaş

Hakları Bildirgesinin başlangıcı Tanrı’nın varlığını kabul etmekte ve şöyle demektedir: “Millî

Meclis, Yüce Varlığın (Etre suprême )[152] huzurunda ve himayesinde aşağıdaki insan ve

yurttaş haklarını tanır ve ilân eder”. Dolayısıyla Fransız hukuk siteminde Tanrı’nın varlığı

düşüncesi, pozitif hukuk tarafından da kabul edilmiş bir düşüncedir. Bundan yola çıkarak

Thibaut Celerier, 1958 Fransız Anayasasının laik değil, “deist (déiste)” bir anayasa olduğunu

iddia etmektedir[153].

iii) Hindistan.- Hindistan  lâiklik ilkesini Anayasasında kabul etmiş bir ülkedir.

Muhtemelen bu ilkenin Hindistan Anayasasında kabul edilmiş olmasının sebebi, bu ülkede

150 milyon Müslüman ve 600 milyondan fazla çeşitli dinlere ve inanışlara mensup insanın

bulunmasıdır. Dinsel bakımdan bu şekilde parçalanmış bir ülkede lâiklik muhtemelen bir

çözüm yolu olarak görülmüştür[154].

iv) Türkiye.- Lâiklik  ilkesini benimsemiş son bir ülke de Türkiye’dir[155]. Türkiye’nin

durumu ilginçtir. Yukarıdaki belirtilen hiçbir alt-gruba girmemektedir. Üstelik Türkiye

yukarıda belirtildiği gibi 1937 yılında bu ilkeyi Anayasasına koymuştur. 1937 yılında

yeryüzünde lâik olan sadece üç ülke vardı: Fransa, Sovyetler Birliği ve Türkiye[156].

d) Lâik Olmayan Devletler .- Yukarıda a, b c gruplarına girmeyen bütün ülkeler lâik

değildir. Bunların bir kısmında belli bir din açıkça resmî bir din olarak kabul edilmiştir. Diğer

bir kısmında ise devlet belli bir dini veya mezhebi veya kiliseyi tanımakta onu himaye

etmektedir. Keza bu ülkelerde bazı hukukî düzenlemeler ve törenler (devlet başkanının

yemini vs.) dinî niteliktedir. Şüphesiz böyle devletlerde de din ve inanç hürriyeti tanımış ve

güvence altına alınmış olabilir. Ancak bu husus bu devletlerin lâik oldukları anlamına gelmez.

Zira din ve inanç hürriyetinin tanınmış olması, laikliğin gerekli, ama yeterli olmayan bir

şartıdır. O halde çıkan sonuç o dur ki, dünya ülkelerinin çoğunluğu lâik değildirler. Lâiklik

yeryüzünde kural değil, istisnadır.

2. Lâiklik ile Demokrasi  Arasında Bir İlişki Var mıdır?

Türkiye’de gerek kamuoyunda, gerekse anayasa hukuku doktrininde şu ya da bu şekilde

laikliğin demokrasinin bir önkoşulu olduğu yolunda yaygın bir düşünce vardır. Bu düşünceye

göre bir devlet lâik olmadan demokratik olamaz. Türkiye’de demokrasinin yerleşebilmesi için

öncelikle laikliğin yerleşmesi gerekir.

Page 15: LâIk Devlet Ilkesi

Laikliğin demokrasinin önkoşulu olduğu yolundaki düşünceler Anayasa Mahkemesinin

çeşitli kararlarında da dile getirilmiştir. Örneğin Anayasa Mahkemesi, “türban kararı” diye

bilinen 7 Mart 1989 tarih ve K.1989/12 sayılı  Kararında şöyle demiştir:

“Demokrasiye geçişin de aracı olan lâiklik, Türkiye’nin yaşam felsefesidir”[157].

“Demokratik düzen, dinsel gerekleri egemen kılmayı amaçlayan şeriat düzeninin

karşıtıdır. Dinsel gereklere yönetimde ağırlık veren bir düzenleme demokratik olamaz.

Demokratik devlet ancak lâik devlettir”[158].

Bu nedenle lâiklik ile demokrasi arasında ne gibi bir ilişkinin olduğunun ortaya konması

gereklidir. Bu ilişki üzerinde Mustafa Erdoğan şu gözlemlerde bulunmuştur:

“Tarihsel olarak demokrasi siyasal iktidarın laikleşmesi doğrultusundaki gelişmenin

tamamlanmasının doğrudan bir sonucu olarak ortaya çıkmış olmadığı gibi, günümüzde

de lâiklik kendi başına demokrasinin varlığının bir kanıtı değildir. Lâiklik hukuk

düzeninin dine dayandırılmaması ve devletin dinler (ve mezhepler) karşısında tarafsız

olması anlamına gelirken, demokrasi yönetimin halkın rıza ve onayına dayanmasını

ifade eder. Bu nedenle dine dayanmayan (lâik) bir devlet pekâlâ otoriter ve totaliter

nitelikte olabilir. Başka bir ifade ile, laiklikle demokrasi arasında, birincisinden

ikincisine doğru giden zorunlu bir ilişki bulunmamaktadır. Nitekim günümüz

dünyasında da lâik esaslar üzerine kurulu pek çok siyasal sistem demokratik değildir.

Bunun tipik örneğini hepsi de lâik olduğu halde totaliter özellik gösteren eski sosyalist

ülkelerin rejimleri oluşturmaktadır.

Buna karşılık aralarında din-devlet ilişkilerinin yapısı bakımından önemli farklar

bulunmakla birlikte, demokrasi siyasal sistemlerin hepsinde, siyasal iktidarın

meşruluğunun dinden kaynaklanmadığı ve hukukun dinden bağımsız olarak

oluşturulduğu gözlenmektedir. Yani demokratik rejimler aynı zamanda lâik sistemlerdir.

Öyleyse, lâiklik demokrasinin gerekli şartı olmakla beraber, yeterli şartı değildir. Bu

durumda lâiklik olmadan demokrasi olmayacağını söylemek doğrudur, fakat

demokrasisiz bir lâiklik de hiçbir ahlâkî değer taşımaz”[159].

Kanımızca Mustafa Erdoğan’dan çok daha ileriye gitmek ve lâiklik ile demokrasi

arasında hiçbir ilişkinin olmadığını söylemek gerekir. Lâik bir devlet, demokratik olabileceği

gibi, anti-demokratik de olabilir. Örneğin Fransa lâik ve demokratik; eski Sovyetler Birliği ise

lâik, ama anti-demokratik bir devlettir. Demokratik bir devlet de, lâik olabileceği gibi lâik

olmayabilir de. Örneğin Fransa demokratik ve lâik bir devlettir. Buna karşılık İsrail

demokratik, ama lâik olmayan bir devlettir[160]. İsrail Anayasası[161] Yahudiliği açıkça

Page 16: LâIk Devlet Ilkesi

devlet dini olarak kabul etmiştir. Komşumuz Yunanistan  da demokratik, ama lâik olmayan

bir devlettir. Yukarıda gördüğümüz gibi, Yunan Anayasası Doğu Ortodoks Hıristiyanlığına

üstünlük tanımakta ve onu özel olarak himaye etmektedir. Lâiklik ilkesi devletin bir resmî

dininin olmamasını ve devletin dinler karşısında tarafsız olmasını gerektirdiğine göre,

Yunanistan’ı lâik olarak kabul etmek mümkün değildir. Oysa Yunanistan yukarıda

gördüğümüz ampirik demokrasi teorisinin koşullarını yerine getirmektedir. 1974’ten beri

kimse Yunanistan’ın demokratik olmadığını iddia etmemektedir[162].

Laikliğin demokrasinin bir şartı olmadığını kanıtlamak için başka örneklerde verebiliriz:

Günümüzde İngiltere’yi lâik bir devlet olarak kabul etmek mümkün değildir.

İngiltere’de Anglikan Kilisesi  ve Presbiteryan (Presbyterian) Kilisesi devlet kilisesi

(Established Churches ) statüsündedir[163]. Keza İngiltere’de din kurumlarıyla devlet

kurumları arasında ayrılık da yoktur. Kral veya Kraliçe aynı zamanda Anglikan Kilisesinin

başıdır[164]. Keza, bazı din adamları da Lordlar Kamarasının üyesidirler. Bunlara “ruhanî

lordlar (The Lords Spirituals )” denir[165]. Lâik olmayan İngiltere, Dünyamızın en eski

demokrasilerinden biridir.

Günümüzde Almanya’yı da lâik olarak kabul etmek oldukça güçtür. Almanya’da her ne

kadar resmî bir devlet dini yoksa da, 23 Mayıs 1949 Alman Anayasanın 140’ıncı maddesi 11

Ağustos 1919 tarihli Alman  Anayasanın 137’nci maddesine gönderme yaparak, Kiliseyi

tanımaktadır. Anayasa bu şekilde Kilisenin medenî hukukun genel hükümlerine uygun olarak

hak ve fiil ehliyetine sahip olduğunu kabul etmektedir (1949 Anayasası, m.140 delaletiyle

1919 Anayasası, m.137). Yine aynı şekilde kilise, kamu hukuku tüzel kişisi olarak Anayasa

tarafından tanınmaktadır (1949 Anayasası, m.140 delaletiyle 1919 Anayasası m.137). Keza,

Anayasa, Kiliseye vergi alma yetkisini de tanımaktadır[166] (1949 Anayasası, m.140

delaletiyle 1919 Anayasası m.137). Yani Almanya’da  Kilise, kamu gücü kullanan bir kamu

tüzel kişisi, dolayısıyla bir nevi kamu kuruluşu niteliğindedir. Keza, Almanya’da din işleri yle

devlet işleri birbirinden ayrı değildir. Kilise kamusal alanda da faaliyet göstermektedir:

Anayasaya göre kilise, ordu, hastane, cezaevleri ve diğer kamu kuruluşlarında dinî faaliyette

bulunabilmektedir (1949 Anayasası, m.140 delaletiyle 1919 Anayasası m.141). Ayrıca

Anayasa, Pazar günlerinin ve dinî bayramlar ın tatil olacağını öngörmektedir (1949

Anayasası, m.140 delaletiyle 1919 Anayasası m.141). Dolayısıyla Alman Anayasası dine

dayalı kanun çıkarılabileceğini kabul etmektedir. Görüldüğü gibi Almanya’yı lâik olarak

kabul etmek mümkün değildir. Ancak lâik olmayan bu ülkenin demokratik bir rejime sahip

olduğundan kimse kuşku etmemektedir[167].

Page 17: LâIk Devlet Ilkesi

O halde lâik olmak, demokratik olmak anlamına gelmediği gibi, lâik olmamak da,

demokrasiye engel değildir. Lâiklik ve demokrasi birbirinden farklı iki kavramdır. Ne

birincisi ikincisini, ne de ikincisi birincisini gerektirir.

[113].  Robert, op. cit., s.1066.

[114].  Ibid. Türkiye’de doktrinde yaygın bir “laikçilik” düşüncesi vardır. Örneğin Mümtaz

Soysal ’ın şu düşüncesi tipik “laikçi” bir düşüncedir: “Lâik devlet, yalnız mezhepler

arasında ayırım gütmeyen, resmî bir dini olmayan, dinsel kurallarla iş görmeyen bir

devlet olmakla kalmamalı, aynı zamanda dinin vicdanlara itilmesi için gerekli önlemleri

alabilen devlet olabilmeliydi” (Soysal, Anayasanın Anlamı, op. cit., s.172. İtalikler bize

ait).

[115].  Erdoğan, Anayasal Demokrasi, op. cit., s.241.

[116].  Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, op. cit., s.54-58.

[117].  Anayasa Mahkemesi, 4 Kasım 1986 Tarih ve E. 1986/11, K.1986/26 Sayılı Karar,

Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 22, s.314 (Semavi Dinlere Hakaret Kararı ).

Aynı yönde bkz.: Anayasa Mahkemesi, 7 Mart 1989 Tarih ve E.1989/1, K.1989/12

Sayılı Karar, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 25, s146 (Türban Kararı ).

[118].  Anayasa Mahkemesi, 4 Kasım 1986 Tarih ve E. 1986/11, K.1986/26 Sayılı Karar,

Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 22, s.314 (Semavi Dinlere Hakaret Kararı ).

Aynı yönde bkz. Anayasa Mahkemesi, 16 Ocak 1998 Tarih ve E.1997/1 (Parti Kapatma),

K.1998/1 Sayılı Karar, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 34, Cilt 2, s.1028

(Refah Partisi Kararı).

[119].  Anayasa Mahkemesi, 27 Kasım 1979 Tarih ve E.1979/9, K.1979/44 Sayılı Karar,

Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 17, s.341 (Nüfus Kanunu-1).

[120].  Anayasa Mahkemesi, 21 Haziran 1995 Tarih ve E.1995/17, K.1995/16 Sayılı Karar,

Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 31, Cilt 2, s.546-548 (Nüfus Kanunu-2).

[121].  15 Kasım 1984 tarih ve 2080 sayılı Kanun ile eklenmiştir.

[122].  Anayasa Mahkemesi, 27 Kasım 1979 Tarih ve E.1979/9, K.1979/44 Sayılı Karar,

Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 17, s.340 (Nüfus Kanunu-1).

[123].  Bu konuda bkz. Anayasa Mahkemesi, 4 Kasım 1986 Tarih ve E. 1986/11, K.1986/26

Sayılı Karar, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 22, s.313 (Semavi Dinlere

Hakaret Kararı). Anayasa Mahkemesi aynı görüşü şu kararında da tekrarlamıştır: 4

Kasım 1986 Tarih ve E. 1986/11, K.1986/26 Sayılı Karar, Anayasa Mahkemesi Kararlar

Dergisi, Sayı 22, s.314 (Semavi Dinlere Hakaret Kararı). Aynı yönde bkz.: Anayasa

Page 18: LâIk Devlet Ilkesi

Mahkemesi, 7 Mart 1989 Tarih ve E.1989/1, K.1989/12 Sayılı Karar, Anayasa

Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 25, s146 (Türban Kararı ).

[124].  17 Mart 1992 tarihinde Knesset tarafından kabul edilen Temel Kanunun (Basic Law)

1'inci maddesi açıkça İsrail’in  bir “Yahudi Devleti ” olduğunu belirtmektedir.

[125].  Church of England.

[126].  Church of Scotland.

[127].  A. De Smith ve Rodney Brazier, Constitutional and Administrative Law, London,

Penquin Books, 1989, s.123, 250-251.

[128].  Ibid., s.137.

[129].  Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, op. cit., s.55; Sabuncu, Anayasaya Giriş, op. cit.,

s.92.

[130].  Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, op. cit., s.55; Sabuncu, Anayasaya Giriş, op. cit.,

s.92.

[131].  Anayasa Mahkemesi, 4 Kasım 1986 Tarih ve E. 1986/11, K.1986/26 Sayılı Karar,

Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 22, s.314-316 (Semavi Dinlere Hakaret

Kararı).

[132].  Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, op. cit., s.56.

[133].  Hiyerarşi yetkisinin kapsamı konusunda bkz. Metin Günday, İdare Hukuku, Ankara,

İmaj Yayınları, 1997, s.55-56.

[134].  Bu görüşü savunan yazarlar: Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, op. cit., s. 56-57;

Sabuncu, Anayasaya Giriş, op. cit., s.94-95; Soysal, Anayasanın Anlamı, op. cit., s.174.

[135].  Anayasa Mahkemesi, 21 Ekim 1971 Tarih ve E.1970/53, K.1971/76 Sayılı Karar,

Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 10, s.60-70.

[136].  Ayrıca Anayasa Mahkemesinin bu gözlemlerinin (Hristiyan dininde, kilisenin

bağımsız olmasının sakıncasız olduğu, ama İslamlık bireylerin yalnız vicdanlarına ilişkin

olan inanç bölümünü düzenlemekle kalmamış, aynı zamanda bütün toplum ilişkilerini,

devlet faaliyetlerini ve hukuku da tanzim ettiği, vs.) doğruluğu, fevkalâde tartışmalıdır.

Bu gözlemler doğru olsa bile bunlardan yukarıda belirtildiği gibi bir hukukî sonuç

çıkarılamaz.

[137].  Bu kanun için bkz. David Hume, Traité sur la nature humaine, 1777 baskısından

naklen Christophe Grzegorczyk, “Le positivisme comme méthodologie juridique”, in

Christophe Grzegorczyk, Françoise Michaut et Michel Troper (sous la direction de-), Le

positivisme juridique, Paris, Bruxelles, L.G.D.J., Story-Scientia, 1992, s.176; Gözler,

Hukukun Genel Teorisine Giriş, op. cit., s.s.16;

Page 19: LâIk Devlet Ilkesi

[138].  Zeki Hafızoğulları ’nın lâikliği, “egemenliğin kaynağının beşerî irade olması” olarak

görmesi bu bakımdan anlamlıdır (Zeki Hafızoğulları, Laiklik, İnanç, Düşünce ve İfade

Hürriyeti, Ankara, US-A Yayınları, 1997, s.23). Biz de benzer bir şekilde “lâik hukuk”u

kaynağı beşerî irade olan hukuk olarak tanımlayabiliriz.

[139].  Anayasa Mahkemesi, 7 Mart 1989 Tarih ve E.1989/1, K.1989/12 Sayılı Karar,

Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 25, s.148 (Türban Kararı ).

[140].  Ibid., s.148.

[141].  Ibid., s.151.

[142].  Ibid.

[143].  Ibid., s.152.

[144].  Resmî Gazete, 19 Mart 1981, Sayı 17284.

[145].  Servet Armağan, “Dünya Devletleri Anayasalarında Lâiklik Prensibinin Düzenlenişi”,

Yeni Türkiye, Yıl 4, Sayı 22, Temmuz-Ağustos 1998, s.732-741.

[146].  Ibid., s.732.

[147].  Ibid., s.732-733.

[148].  Ibid., s.733.

[149].  Ibid., s.733.

[150].  Zaire Belçika kolonisi idi.

[151].  Armağan, “Dünya Devletleri Anayasalarında Lâiklik Prensibinin Düzenlenişi”,

op. cit., s.734.

[152].  “Yüce Varlık (Etre suprême)” ile Fransızca’da Tanrı kastedilir. Bkz. Paul Robert

(rédaction dirigé par A. Rey et J. Rey-Debove), Dictionnaire de la langue française (Le

Petit Robert 1), Paris, Le Robert, 1991, s.710.

[153].  Thibaut Celerier, “Dieu dans la Constitution”, Les Petites affiches, 5 Juin 1991, no 67,

s.20.

[154].  Armağan, “Dünya Devletleri Anayasalarında Lâiklik Prensibinin Düzenlenişi”,

op. cit., s.735.

[155].  Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasası da 1961 Türk Anayasası örnek alınarak

hazırlandığından “lâiklik” ilkesi anayasada yer almaktadır.

[156].  Armağan, “Dünya Devletleri Anayasalarında Lâiklik Prensibinin Düzenlenişi”,

op. cit., s.736.

[157].  Anayasa Mahkemesi, 7 Mart 1989 Tarih ve E.1989/1, K.1989/12 Sayılı Karar,

Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 25, s.148 (Türban Kararı ).

[158].  Ibid., s.151.

Page 20: LâIk Devlet Ilkesi

[159].  Erdoğan, Anayasal Demokrasi, op. cit., s.240-241. İtalikler bize ait.

[160].  Yukarıda “ampirik demokrasi teorisi”ne ilişkin açıklamalarımıza bakınız (Bkz. supra,

s.133). İsrail Arent Lijphart’ın demokratik ülkeler listesinde yer almaktadır (Lijphart,

op. cit., s.25-27).

[161].  17 Mart 1992 tarihinde Knesset tarafından kabul edilen Temel Kanunun (Basic Law)

1'inci maddesi açıkça İsrail’in bir “Yahudi Devleti” olduğunu belirtmektedir.

[162].  Gerçekten de, Arent Lijphart da Yunanistan’ı artık demokratik bir ülke olarak kabul

etmektedir. Lijphart, op. cit., s.139-150.

[163].  De Smith ve Brazier, op. cit., s.123, 250-251.

[164].  Ibid., s.137.

[165].  Ibid., s.297.

[166].  Almanya’da herkes aksini beyan etmedikçe gelirinin %10’u oranında kilise vergisi

ödemek zorundadır. Bu vergi ücretlerden otomatik olarak kesilir ve kiliseye aktarılır

(David P. Conradt, The German Policy, New York ve London, Longmann, 1989, s.30’dan

nakleden Erdoğan, Anayasal Demokrasi, op. cit., s.243).

[167].  Almanya, Kanada, Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık’ta laikliğin mevcut

olmadığı konusunda şu makaleye bakılabilir: Jacques Zylberberg, “Laicité, connais pas:

Allemange, Canada, Etats-Unis, Royaume-Uni”, Pouvoirs: Revue française d'études

constitutionnelles et politiques, No 75, 1995, s.37-60.

 

Copyright

(c) Kemal Gözler. 2005. Bu sayfaya izin almadan link verilebilir. Ancak, bu web sayfası, önceden izin almaksızın ne suretle olursa olsun, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, tekrar yayınlanamaz, dağıtılamaz, başka internet sitelerine metin olarak konulamaz. İzin için [email protected]  adresine başvurunuz. 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 21.2.2001 tarih ve 4630 sayılı Kanun ve 3.3.2004 tarih ve 5101 sayılı Kanunla değişik 71 ve 72’nci maddeleri, bir fikir ve sanat eserini herhangi bir yöntemle çoğaltanları, dağıtanları, satanları, elinde bulunduranları, paraya çevrilmeksizin, 2 (iki) yıldan 4 (dört) yıla kadar hapis cezası veya 50 (elli) milyar liradan 150 (yüzelli) milyar liraya kadar ağır para cezasıyla veya  zararın ağırlığı dikkate alınarak bunların her ikisiyle birden cezalandırmaktadır.

Alıntılar (İktibas) Konusunda AçıklamalarBu çalışmadan yapılacak alıntılarda (iktibaslarda) 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri

Kanununun 35’inci maddesinde öngörülen şu şartlara uyulmalıdır: (1) İktibas, bir eserin “bazı cümle ve fıkralarının” bir başka esere alınmasıyla sınırlı olmalıdır (m.35/1). (2) İktibas, maksadın haklı göstereceği bir nispet dahilinde ve münderecatını aydınlatmak maksadıyla yapılmalıdır (m.35/3). (3) İktibas, belli olacak şekilde yapılmalıdır (m.35/5) [Bilimsel yazma kurallarına göre, aynen iktibasların tırnak içinde verilmesi ve iktibasın üç satırdan uzun olması durumunda iktibas edilen satırların girintili paragraf olarak dizilmesi gerekmektedir]. (4) İktibas ister aynen, ister mealen olsun, eserin ve eser sahibinin adı belirtilerek iktibasın kaynağı gösterilmelidir (m.35/5). (5) İktibas edilen kısmın alındığı yer belirtilmelidir (m.35/5).

Page 21: LâIk Devlet Ilkesi

5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun 21.2.2001 tarih ve 4630 sayılı Kanun ve 3.3.2004 tarih ve 5101 sayılı Kanunla değişik 71’inci maddesinin 4’üncü fıkrası, 35’inci maddeye aykırı olarak “kaynak göstermeyen veya yanlış yahut kifayetsiz veya aldatıcı kaynak” göstererek iktibas yapan kişileri, 2 (iki) yıldan 4 (dört) yıla kadar hapis veya 50 (elli) milyar liradan 150 (yüzelli) milyar liraya kadar ağır para cezasıyla veya  zararın ağırlığı dikkate alınarak bunların her ikisiyle birdencezalandırmaktadır.

Ayrıca Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 18 Şubat 1981 tarih ve E.1980/1, K.1981/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre kararına göre, “iktibas hususunda kullanılan eser sahibinin ve eserinin adı belirtilse bile eser sahibi, haksız rekabet hükümlerine dayanarak Borçlar Kanununun 49. maddesindeki koşulların gerçekleşmesi halinde manevi tazminat isteyebilir”.

Yukarıdaki şartlara uygun olarak alıntı yapılırken bu çalışmaya şu şekilde atıf yapılması önerilir:

Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 2000, s.137-05-153 (www.anayasa.gen.tr/laiklik.htm, 15 Kasım 2005).