65
SOSYAL POLİTİKA Sosyal politika kapsamındaki sosyal problemler üç kategoride toplanabilir. Birinci kategoride yoksulluk problemi yer almaktadır. İkinci kategoride, gelişmiş veya gelişmemiş tüm toplumlarda görülen kaza, hastalık, malûllük ve yaşlılık yer almaktadır. Üçüncü kategori ise, daha ziyade endüstriyel büyümeyle alakalı olarak ortaya çıkan problemlerdir. Örneğin, iş kazaları, istihdam düzensizlikleri, kalabalıklaşma ve çevre kirliliği, artan yaşlı bağımlılığı ve geleneksel toplum yapısındaki bozulma gibi. 1. Toplumsal Cinsiyet nedir? Sınıfsal ve kültürel boyutları nelerdir? Sosyal politika açısından bu alanda neler yapılabilir? Toplumsal Cinsiyet (Gender): Farklı kültürde, tarihin farklı anlarında ve farklı coğrafyalarda kadınlara ve erkeklere toplumsal olarak yüklenen roller ve sorumlulukları ifade eder. Toplumsal cinsiyet kısaca, sosyal yönden kadın ve erkeğe verilen roller, sorumluluklar olarak tanımlanır. Hepimiz dünyaya kız ya da oğlan olarak geliriz. Bu bizim seçtiğimiz bir şey değildir. Hangi kültürde, çağda yaşarsak yaşayalım, kız ya da erkek olarak doğmak, tıpkı ölümlü olmak gibi, biyolojik varlığımızın bir niteliğidir. Ancak daha doğum öncesinde kız bebeklerin eşyaları için pembe, erkek bebeklerin eşyaları için mavi rengin tercih edilmesiyle başlayan süreç, erkeklerin ve kadınların yapabileceği işler konusunda da yapay ayrımlar üretir. Bu çerçevede erkek cinsiyeti ile kadın cinsiyeti arasında toplumsal yaşama katılma düzeyi açısından farklılıklar oluşur. Sayısal bakımdan eşit olmakla beraber iki cinsin toplumsal alanda temsiliyetleri farklılaşır. Kadın cinsiyeti daha çok ev gibi özel alandan kalırken, erkek cinsiyeti

Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş,

Citation preview

Page 1: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

SOSYAL POLİTİKA

Sosyal politika kapsamındaki sosyal problemler üç kategoride toplanabilir. Birinci kategoride yoksulluk problemi yer almaktadır. İkinci kategoride, gelişmiş veya gelişmemiş tüm toplumlarda görülen kaza, hastalık, malûllük ve yaşlılık yer almaktadır. Üçüncü kategori ise, daha ziyade endüstriyel büyümeyle alakalı olarak ortaya çıkan problemlerdir. Örneğin, iş kazaları, istihdam düzensizlikleri, kalabalıklaşma ve çevre kirliliği, artan yaşlı bağımlılığı ve geleneksel toplum yapısındaki bozulma gibi.

1. Toplumsal Cinsiyet nedir? Sınıfsal ve kültürel boyutları nelerdir? Sosyal politika açısından bu alanda neler yapılabilir?

Toplumsal Cinsiyet (Gender): Farklı kültürde, tarihin farklı anlarında ve farklı

coğrafyalarda kadınlara ve erkeklere toplumsal olarak yüklenen roller ve sorumlulukları

ifade eder. Toplumsal cinsiyet kısaca, sosyal yönden kadın ve erkeğe verilen roller,

sorumluluklar olarak tanımlanır. Hepimiz dünyaya kız ya da oğlan olarak geliriz. Bu bizim

seçtiğimiz bir şey değildir. Hangi kültürde, çağda yaşarsak yaşayalım, kız ya da erkek

olarak doğmak, tıpkı ölümlü olmak gibi, biyolojik varlığımızın bir niteliğidir. Ancak daha

doğum öncesinde kız bebeklerin eşyaları için pembe, erkek bebeklerin eşyaları için mavi

rengin tercih edilmesiyle başlayan süreç, erkeklerin ve kadınların yapabileceği işler

konusunda da yapay ayrımlar üretir. Bu çerçevede erkek cinsiyeti ile kadın cinsiyeti

arasında toplumsal yaşama katılma düzeyi açısından farklılıklar oluşur. Sayısal bakımdan

eşit olmakla beraber iki cinsin toplumsal alanda temsiliyetleri farklılaşır. Kadın cinsiyeti

daha çok ev gibi özel alandan kalırken, erkek cinsiyeti dışarıda her türlü kamusal alanda

kendini ifade eder. Çalışma yaşamından siyasete, sivil toplum örgütlenmesinden eğitime

kadar her türlü kamusal alanda iki cins temelindeki bu görünüm toplumsal cinsiyet

eşitsizliğini oluşturur.

Toplumsal Cinsiyette Eşitlik (Gender Equalıty): Fırsatları kullanma, kaynakların

ayrılması ve kullanımında, hizmetlere ulaşmada bireyin cinsiyeti nedeni ile ayrımcılığa

maruz kalmaması/ayrımcılık yapılmamasıdır

Toplumsal Cinsiyette Hakkaniyet (Gender Equıty) Kadın ve erkek arasında

sorumlulukların ve gelirin dağılımında adalet ve hakkaniyet olmasıdır.

Bu kavramda kadın ve erkeğin farklı gereksinimlerinin ve gücünün olduğu kabul

edilmektedir. Bu farklılığın belirlenerek, iki cinsiyet arasındaki dengeyi düzeltecek şekilde,

gerekenlerin yapılması benimsenmektedir. Kadın ve erkeğin farklı özellikleri ve

Page 2: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

gereksinmeleri vardır. Sorumluluk, görev ve rollerin dağılımında adalet ve hakkaniyet

olması gerekmektedir. Toplumun kadın ve erkeğe biçtiği “toplumsal cinsiyet rolü” pek çok

mekanizma aracılığıyla her iki biyolojik cinsiyetin de sağlığını olumsuz etkilemektedir.

Kadın ve Erkeğe toplum tarafından biçilen roller, oluşturulan kalıplar mevcuttur;

Türkiye’de kadın ve erkek geleneksel olarak daha doğmadan başlayıp ölümüne dek farklı

bir sosyal kalıba konulmaktadır. Toplumun kadın ve erkekten farklı beklentileri ve bununla

ilgili inançları, bireylerin de bu yönde, yani cinsiyetlerine uygun davranışlar geliştirmesine

yol açmaktadır.

Kadın ve Toplumsal cinsiyet eşitliği

1.       Kadınlara yüklenen en önemli toplumsal rol, analıktır. Kadınlar, toplumsal olarak

desteklenmediklerinde ve güçsüz kaldıklarında, annelik rollerini de gereği gibi yerine

getiremezler.

2.       Kadınlar, anneliğin yanı sıra, evin idaresinden de sorumludurlar. Ev işleri,

yapıldığı sürece farkına varılmayan, ancak yapılmadığında görülebilen, bu nedenle de

“görünmez” denen işlerdir. Ev işlerinin bir özelliği de maddi bir karşılığının olmaması,

“çalışma” tanımına girmemesidir. Ev kadını, çocuk sayısına ve yaşına da bağlı olarak

günde ortalama on-on iki saat çalışır. Ancak herhangi bir sosyal güvencesi olmadığı gibi,

geçinmek için de kocasına bağımlıdır.

3.       Kadınların çoğu çalışma hayatına yeterince katılamamaktalar. Kadınlar,

toplumsal olarak “ev kadınlığı” ve “analık”ın uzantısı olan işlevleri yerine getirirler.

Kadınlar ücretli çalışmaya katıldıklarında da, asıl sorumluluklarının ailelerine karşı olduğu

düşünülür, bu nedenle de çalışma hayatında erkeklerle eşit kabul edilmeleri zordur. Aile

sorumluluklarının ve anneliğin bir uzantısı gibi sayılan işler yaparlar: hemşirelik,

hastabakıcılık, öğretmenlik, sekreterlik gibi.

4.       Kadınlar, ailenin namusu olarak görülürler. Kadınların hareket alanları

erkeklerden çok daha dardır. Çünkü yakın akrabalar ve komşular dışındaki ilişkilerin

onların namusuna zarar verebileceği düşünülür. Bu nedenle de eğitime ve çalışmaya

katılmaları, toplumsal faaliyetlerde bulunmaları engellenir, engellenmediğinde de çok sıkı

bir denetim altında tutulurlar.

Kadınların Toplumsal Cinsiyet eşitliğini sağlamada önemli mesajlar

         Kızların okutulmasını sağlamak. Yapılan araştırmalar ve istatistikler

göstermektedir ki, kadınlar, eğitim olanaklarından erkeklere göre eşit biçimde

yararlanamamaktadırlar.  Okumaz yazmazlık oranı kadınlarda %20, erkeklerde ise %8

civarındadır.

Page 3: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

         Töre ve namus gibi gerekçelerle okuyamayan kız çocuklarının okula

gönderilmesini sağlamak. Eğitimsiz bir kız çocuğu, büyüdüğünde eğitimsiz bir kadın

olacaktır. Bu da onun bağımsız ve eşit bir yurttaş olarak toplumsal yaşama katılımını

sınırlayacak, şiddete uğrama ihtimalini artıracaktır.

         Kız kardeşleri, anneleri ve eşleri okuma-yazmaya yönlendirmek. Yaşam

boyu eğitim yaklaşımıyla yürütülen pek çok eğitim programında görülmüştür ki, kısa

dönemli bile olsa bu eğitimlere katılan kadınların aileleriyle, çocuklarıyla ve yakın

çevreleriyle ilişkilerinde olumlu değişimler yaşanmakta, kadınların öz güven ve öz saygısı

yükselmekte, sorun çözme becerileri artmaktadır.

         Resmi nikah yapmak. Resmi nikah yapılmadığında evlilik yasal olarak geçerli

olmayacağından hem kadın hem de çocukların durumu güvencesiz olur.

         Kadınların ev dışında da çalışmalarını desteklemek. Çalışmak, kadının

dünyaya bakışını genişletecektir. Böylece, aile ve toplumdaki statüsü yükselecek, erkeğin

arkasında değil, yanı başında, onunla eşit bir eş olarak yerini alacaktır.

         Çocukların sorumluluklarını annelerle birlikte paylaşmak

         Ailedeki kız ve erkek çocuklara eşit davranmak

         Aile içinde kararları birlikte almak

         Şiddet uygulamamak

         Kadınların toplumda görevler almasını desteklemek

         Çocuk sahibi olma kararını ortak almak

         Kadının hamilelik öncesi, hamilelik ve sonrasında sağlık hizmetlerinden

yararlanması için destek olmak

Erkeklerin Cinsiyet Eşitliğinin Sağlanmasındaki Rolü

Erkekler, her şeyden önce, ailenin geçiminden sorumlu kabul edilirler. Erkeklerin

böylesine güç bir rolü üstlenmeleri, onların hayatın güçlükleri karşısında endişeye

kapılsalar bile bunu başkalarıyla paylaşamamalarına yol açar. Çünkü ailenin

geçindirilmesi, bir erkeğin cinsiyet rolünün bir parçasıdır ve bu rolü üstlenmeyle ilgili

sorunlar, onun cinsiyet rolünü gereği gibi yerine getirememesi anlamına gelebilir.

Erkekler, hem aile düzeyinde hem de toplumsal düzeyde, karar verici olarak

görülmektedir. Ailenin geleceğini etkileyecek türde kararların verilmesi, son derece güç

Page 4: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

ve ağır bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun ailedeki tüm bireylerle, özellikle de eşle

paylaşımı, hem daha doğru kararların alınabilmesini hem de erkeğin yükünün

hafifletilmesini sağlayacaktır. Ayrıca aile içi iletişimi de artıracağından, anne-baba-

çocuklar arasındaki ilişkilerde olumlu değişmeler beklenebilir.

2-) Refah devletinin krizini Avrupa'daki 3 farklı rejim itibarıyla ve Avrupa'daki refah devleti krizini Türkiye ile karşılaştırınız.

Modern refah devletini ortaya çıkaran gelişmelere bakıldığında, kabaca dörtdönemden bahsetmek mümkündür:

Birinci dönem (1880 öncesi), paternalist bir anlayışın hakim olduğu bir dönemdir. Bu dönemde, sorunların giderilmesinde ailelerin, gönüllü kuruluşların, hayırseverlik duygularıyla hareket eden kurumların, bireysel olarak sorumluluk duyan işverenlerin ve devlet gelir transferlerinin var olduğu görülmektedir.

îkinci dönem (1880-1945), sosyal sigorta dönemidir. Çalışanlar, finansmanına zorunlu olarak katıldıkları sosyal sigorta kurumlarının koruması altındadır.

Üçüncü dönem (1945-1975), refah dönemidir. Bu dönemde, sosyal sigortalara ek olarak, refah devleti fonksiyon ve kurumlarının genişlediği, gelirin devamlılığını sağlama ve yaşam standartlarını yükseltmenin amaç haline geldiği görülmektedir.

Son dönem (1975 sonrası) ise, sosyal refah devleti anlayışının krize girdiği ve yeniden yapılandırma arayışlarının başladığı bir dönemdir.

Refah Devleti Öncesi: Sanayi Devrimi'ne KadarOlan Dönem (1880 Öncesi)

Page 5: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

Geleneksel sosyal politika döneminde. Batı toplumlarında, sosyal problemlerle başa çıkmada, ülkelerin çoğunda kilisenin merkezi bir rol oynadığı anlaşılmaktadır. Özellikle Orta Çağ'da, kiliseler tarafından oluşturulan hayırsever kuruluşlar (hasta evleri, aşevleri, manastırlar vb.), toplumda en temel yardım kuruluşları olmuşlardır.

4.1.2. Refah Devletînin Doğuşu: Sanayi Devrimi-II.Dünya Savaşı Arası Dönem (1880-1945)

Gerçek anlamda refah devleti ise, II. Dünya Savaşı sonrasında etkisini ve etkinliğini artırmaya ve genişlemeye başladığından, 60 yaşına henüz ulaşmıştır. Bu devlet tipinin, 1870'li yıllardan itibaren şekillenmeye başladığı görülmektedir. İlk defa Almanya'da, 1880'lerin başında Bismark tarafından getirilen sosyal güvenlikle ilgili düzenlemeyle, refah devletinin temelleri atılmıştır.

Bu gelişme, daha sonra halka halka civardaki ülkelere doğru yayılmaya başlamıştır. Böyle bir sistem 1891 yılında Danimarka'da, 1898 yılında Yeni Zelanda'da kurulmuştur. Hepsinden önemlisi, İngiltere'de 1908 yılnda hastalık ve işsizliğe sosyal güvence olarak başlayan sistem, daha sonra "Beveridge Raporu"nun hazırlanması ve bunun 1946-1948 yılları arasındaki geniş kapsamlı uygulanması ile hem bu ülkede, hem de diğer refah devletlerinde yepyeni bir sosyal güvenlik sisteminin başlamasına yol açmıştır.

Amerikan sosyal refah programları da, 1930'lardaki Büyük Depresyon esnasında gelişmeye başlamıştır. Bu tarihten önce, Amerika'daki insanlarınbüyük kısmı, çiftliklerde yaşamış ve çalışmış, ekonomik güvence geniş ailetarafından sağlanmıştır.

Reformlar, Avrupa'da artan gerilimler ve 1939'da II. Dünya Savaşı'nmbaşlaması üzerine durdurulmuştur. II. Dünya Savaşı ve savaştan sonrakibelirsizlik ortamı dolayısıyla, yapılan hazırlıkları ancak 1. Dünya Savaşısonrasında uygulayabilme fırsatı doğmuştur. Bu dönemde, refah devletlerihızlı bir şekilde genişlemiştir.Refah devleti anlayışının güçlenmesinin ve yaygınlaşmasının temelinde yatanbir diğer neden, II. Dünya Savaşı sonrası iki kutuplu hale gelen dünyada,"komünizm tehdidi" ve merkezi planlı rejimlerin sağladığı başarılar karşısında Amerika'nın başını çektiği kapitalist dünyanın farklı sistem arayışıiçine girmesidir. Hem, Batı bloğuna dahil ülkelerde yaşayan bireyleri, hem de

Page 6: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

yeni bağımsızlıklarına kavuşmuş ülkeleri Batı kampında tutabilmek önemlihale gelmiş, bu nedenlerle, kapitalizmin vazgeçilmez ilkesi olan serbestpiyasa-sınırsız sermaye hareketleri denetim altına alınmış, refah devletianlayışına geçilmiştir.

Sanayii Devrimi ve Değişen Bir Çağ

"Rönesans"la başlayan, 'Fransız Devrimi" ve ardından "Sanayi Devrimi"yledevam eden gelişim dalgası, özellikle makinelerin üretim sürecine girmesi,kitlevi üretimin başlaması ve ürünlerin çeşitlenmesine yol açan SanayiDevrimi'nin, 18. yüzyıla damgasını vurmasıyla sonuçlanmış ve bu yüzyıl ogüne kadar insanlık tarihinde "en çok değişen" ve "en çok şeyi değiştiren"yüzyıl olarak nitelendirilmeye başlanmıştır.

Sanayileşme ile birlikte, ortaya yepyeni sosyal sınıflar çıkmıştır (işçi ve işveren sınıfları).Hukuk devleti, Burjuva Devrimi'nin bir sonucu iken, sosyal refah devleti de Sanayi Devrimi'nin bir ürünü olmuştur.

Sanayi Devrimi ve beraberinde getirdiği kentleşme süreci, geleneksel sosyal koruma kurumlarını ortadan kaldırmış veya etkinliklerini zayıflatmış; küçülen aile yapısıyla birlikte, aile bağları ve ailenin koruyucu görevi zayıflamış, sanayi toplumlarında bu görev devletin üzerine kalmıştır.

Refah Devleti'nin Gelişim Süreci

Aslında, refah devletinin ortaya çıkışı, kapitalizm ile sosyalizm arasında bir üçüncü yol arayışı olarak da değerlendirilebilir. Ancak, bu arayış, esas itibariyle kapitalizme son vermeyi değil, demokrasiyi kullanarak kapitalizmi sınırlama, düzenleme ve denetlemeyi ve refahı sosyalleştirmeyi öngörmektedir. Kapitalizm, kendisini yeniden üretebilmek ve sürdürebilir hale getirmek için bir takviyeye gereksinim duymuş, bunu da refah devleti olgusunu benimseyerek gerçekleştirmiştir.

Diğer yandan ifade edilmektedir ki, refah devletinin ortaya çıkması,liberalizme karşı bir güvensizliğin doğması sonucunda gerçekleşmiştir. Çeşitli zamanlarda ortaya çıkan ekonomik bunalımlar ve en son olarak da

Page 7: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

1929 Dünya Buhranı ve yaşanan II. Dünya Savaşı, liberal düşünceye karşı ileri sürülen eleştirilerin ciddiye alınmasına ve gözden geçirilmesine yol açmıştır.Savaşların ve ekonomik krizlerin, özellikle sosyal tabakalar üzerinde yol açtığı tahribatları giderebilmek amacıyla, devlet eliyle sosyal refah programlarının düzenlenmesi bir zorunluluk halini almıştır. Bu konuda, hem devlet ve hem de diğer sosyal taraflar arasında ortaya çıkan uzlaşma (refah devleti sözleşmesi), refah devletinin oluşumunda çok önemli bir rol oynamıştır.

Bunlara ek olarak belirtilmesi gereken bir diğer neden de, gittikçe bağlılarıartmaya başlayan sosyalizmin bir tehlike olarak algılanmaya başlanmasıdır.

Sosyal Refah Anlayışının GelişimindeÖncü Ülkeler ve Kişiler

Bismark ve Almanya'nın Sosyal Refah ÖnlemlerininAlınmasındaki Öncülüğü

19. yüzyılın uzun iş süreleri, çok ağır çalışma koşulları, kitlesel yoksulluğu ve çok düşük ücretleri, Rusya hükümetinin gençlerin çalışma koşullarına ilişkin bir düzenleme getirmesine yol açmıştır.Güçlü bir sanayi toplumuna dönüşmeye başlayan Almanya'da, yoksulluğun artması sosyalist hareketleri güçlendirmiştir. 1872 yılında, hem sosyalizmi, hem de liberalizmi eleştiren, sosyal reformlar talep eden "Sosyal Politika Birliği" kurulmuş, bu birliğin görüşlerinin Kilise ve bürokratlar tarafından da desteklendiği görülmüştür.

Keynes ve Refah Devleti'nin Zirveye Çıkışı

Kendisi sosyalist olmayan, ancak sosyal reformizmin öncüleri arasındasayılan John Maynard Keynes, önerdiği politikalarla, kapitalizmin sosyalreformunu sağlamış, tarihe kapitalizmi kurtaran kişi olarak geçmiş, refahdevletinin doğuşuna öncülük etmiştir.1945-1975 yılları arasını kapsayan ve refah devletinin zirve yaptığı çeyrekyüzyıllık sürede, devlet, "Keynezyen Refah Devleti" olarak anılmaktadır.Bunun nedeni, devletin müdahalecilik noktasında çok üst sınırlara ulaşmasıdır.Piyasa ekonomisinin aksaklıklarını bertaraf etmek üzere son derece gelişmişbir refah devleti sözkonusudur.

Page 8: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

Ancak, ileride, refah devletinin krizi ile ilgili bölümde geniş bir şekilde değinileceği gibi, Keynezyen politikaların izlenmesi, 1970'lerden itibaren ülkeleri krize sokmuştur. Yüksek toplam talep ve istihdam politikaları, yüksek vergi oranları, cömert sosyal refah devleti harcamaları ve artan devlet müdahaleleri, krizin nedenleri olarak görülmüştür. Bu sebeplerden dolayı, ekonomide devletin rolünün küçültülmesi görüşleri dile getirilmeye başlanmış, toplumsal uzlaşmanın temelleri sarsılmış ve Keynezyen refah devletinin tasfiyesinin başladığı görülmüştür.

Dolayısıyla, 1970' lere gelince Keynes' in dünya sosyal gelişimindeki ve küresel piyasalar üzerindeki etkisi zayıflamıştır. Monetaristler ve muhafazakar politik güçler yükselişe geçmiştir. Yaklaşık 30 senedir işbaşında olan serbest piyasa taraftarları, Keynes'in fikirlerini bertaraf etmiş yerine kendi görüşlerini yerleştirmiştir.

Büyüme (Refah) Dönemi: Refah Devletinin"Altın Çağı" (1945-1975)

1929 tarihli Büyük Buhran'm ardından yaşanan yaygın korumacılık ve II. Dünya Savaşı'nda dünya piyasalarının tamamen yıkılışı sonrasında, birçok ülkede ulusal paranın serbest bir şekilde konvertibilitesi yok olmuş, sermaye transferleri sıkı kontrole tabi tutulmuş ve iç finans piyasaları katı bir şekilde düzenlenmiştir. Birçok ekonomik faaliyet, uluslararası rekabete karşı koruma altına alınmıştır. Yine birçok ülkede, hizmetler sektörü ve tarım koruma altına almmıştır

Bütün bunlara bakarak, II. Dünya Savaşı sonrası yıllarda ekonomilerinkapalı özelliğe sahip olduğu, ulus-devletlerin kendi ekonomik sınırlarını veulus-ötesi ekonomik ilişkilerini kontrol altında tutabildikleri görülmektedir.Polanyani'nin 1957'de yazdığı, gelişmiş sanayi toplumlarının "BüyükDönüşümü" başlamış bulunmaktadır. Bu dönemde, sınırlar üzerindeki kontrolgücü, ulusal çapta kurallar koyma gücüyle birleşmiştir. Vergiler artan oranlıhale getirilmiş, bu yolla kamu hizmetleri ve transferleri (gelirin yenidendağıtımı) mümkün kılınmıştır. Ulusal sağlık sistemleri, herkese ücretsiz tıbbibakım sağlar hale getirilmiş; ulusal sosyal yardım, işsizlik ödeneği, özürlülereyardım ve emeklilik sistemleri, ücret-dışı cömert gelirler sağlamayabaşlamıştır. Bütün kapitalist demokrasiler tam istihdam, sosyal güvenlik veegaliteryen (eşitlikçi) amaçlara yönelik politik eylemler içerisine girmişlerdir.Bu dönem boyunca, tüm gelişmiş ülkeler, refah amaçlarını yerine getirirken,kapitalist ulusal ekonomilerinin yaşamsallığım da tehlikeye atmamışlardır.

Page 9: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

Refah devletinin bu döneminde, sosyo-ekonomik yapı 40-50 yıl öncesinegöre tamamen değişmiştir. Bu dönemde ailenin yapısı değişmiş, kadınistihdamı artmış, genel olarak istihdam artmış, istihdamla birlikte işsizlik deyükselmiş, işgücü giderek daha yaşlı hale gelmiş, vergiler yükselmiş, kamuharcamaları artmış, mali açıklar sürekli hale gelmiştir'.

Yine, bu dönemde refah devletinin gelir ve harcamaları arttıkça, eğitim,sağlık, konut, sosyal güvenlik, tam istihdam, gelir dağıhmı gibi sosyalpolitika ve sosyal refah hizmetleri geliştikçe, refah devletinin kurumsallaşanbu hizmetleri, vatandaşlar tarafından "bir refah hakkı" olarak görülmeyebaşlanmış, vatandaşların devletten beklentileri sürekli artmıştır.

Refah Devleti Harcamalarının (Sosyal Bütçenin) Büyümesi

Geçtiğimiz yüzyıldan itibaren, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında,birçok ülkede milli gelir arttıkça^^ hem devletin genel harcamalarının artışgösterdiği, hem de sosyal refah devletinin hacminin genişlediği, sosyalrefah hizmetlerine ayrılan payın arttığı bilinen bir olgudur. Milli gelir içinderefah devleti harcamalarına yani sosyal refah harcamalarına ayrılan payınbüyüklüğü, büyük oranda o ülkenin gelişmişlik derecesi ve vatandaşlarınınrefahı ile sosyal refah devleti anlayışına verdiği öneme bağlıdır. Gerçekte,sosyal alana pay ayırmak demek, başka alanlara yapılacak yatırımlardanvazgeçmek demektir.

Neredeyse her ülkede, yaşlılık, malûllük, ölüm, hastalık, analık ve iş kazaları meslek hastalıkları sigortaları kurulmuştur. Daha zengin ülkelerde ise, bunlara ek olarak, işsizlik sigortası ile aile yardımları da yer almıştır. Eğitim ve sağlık harcamaları artmış, sosyal hizmetler hem kapsam, hem de kalite olarak çok gelişmiştir.

Son 50 yılı aşkın bir süredir, özellikle gelişmiş dünyada kapitalizmin adaletsiz yönlerini törpülemek üzere kamu harcamalarının sürekli artırılmasının nedenleri arasında, geçmişte ortaya çıkan işçi hareketleri ve Sovyetler tehlikesi, yaşanan büyük ekonomik bunalımlar, iki büyük dünya savaşının ortaya çıkarttığı yıkımın doğurduğu sefalet gibi nedenler vardır. Bu yüzden, 20. yüzyılın başlarına kadar devam eden "ekonomide çok küçük bir devlet" anlayışı, yerini 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren "ekonomide giderek büyüyen bir devlet" anlayışına bırakmış, müdahaleci ve dengeleyici devlete duyulan gereksinim artmıştır.

Page 10: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

KÜRESELLEŞME VE REFAH DEVLETININ BUNALıMı

1975 Sonrası: Yeni Sağcın Doğuşu ve KeynezyenRefah Devletinden Neo-Liberal Refah Anlayışına

Geçiş

1929'da ortaya çıkan ekonomik bunalımın ardından, bu son dönemekadar, devletin müdahaleci bir anlayışı benimseyerek ekonomik ve sosyal yaşama müdahalelerde bulunduğu ve bu müdahalelerin gittikçe genişlediği görülmektedir. Diğer yandan, 1973 ve 1979 yıllarındaki petrol fiyatları artışından kaynaklanan diğer bir bunalım ise^, tam tersi bir şekilde, devlet müdahalelerinin azaltılması, devletin ekonomik ve sosyal yaşama daha az karışacak şekilde küçültülmesi taleplerini doğurmuştur. Bu bunalım, başta gelişmiş Avrupa ülkeleri olmak üzere bütün OECD ülkelerini etkilemiş, ortaya ekonomik büyümenin yavaşladığı, enflasyonun arttığı, yüksek oranlarda yapısal işsizliğin doğduğu, kronik bütçe açıklarının yaşandığı, kamu harcamalarının yükseldiği ekonomik bir ortam çıkmıştır.

Yeni dönemde izlenen politik ve ekonomik felsefe, "Yeni Sağ" (New Right)olarak adlandırılan neo-liberal politikalardır ve bu politikalar Keynezyenpolitikalara alternatif olarak ortaya çıkan klasik liberal düşüncenin çağdaş biryorumudur^.Bir yandan makro ekonomik krizlerin yaşandığı, bir yandan da uluslararasısermaye ve ürün piyasalarında yoğunlaşan rekabetin başladığı 1970'li ve1980'li yıllar, refah devletleri için güzel günlerin bittiği, sorunların başladığı yıllardır. Polanyani'nin "Büyük Dönüşümü^" artık bitmek üzeredir. Bretton-Woods sisteminin çöküşü ve 1970'li yılların başında petrol krizinin ortayaçıkmasıyla, sanayi ülkelerinin savaş sonrası dönemde yaşadığı Altm Çağsona ermiştir.

Page 11: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

Dolayısıyla, Batılı ülkelerde, Altm Çağ boyunca yaşama standartları durmadan artarken ve yoksulluk düşerken, 1970'lerin sonlarından itibaren bu trend durmaya başlamıştır.

Bretton-Woods'un çöküşü, kur oranlarına dalgalı bir yapı kazandırmış vemerkez bankalarının kontrolünde olmayan "off-shore" sermaye piyasalarınınbüyümesine yol açmıştır. Petrol krizi ise, petrole bağımlı sanayi ülkelerinistagflasyon (durgunluk içinde enflasyon) ile karşıkarşıya bırakmıştır. Fiyatıbirkaç ayda 12 kat artan ham petrol, maliyet enflasyonu, talep eksikliğindenkaynaklanan işsizlik vb.'ne neden olmuştur. Bu koşullarda, Keynezyen talepyönetimi uygulayan hükümetler bir ikilem ile karşıkarşıya kalmışlardır. Eğer,para ve mali talep reflasyonu^ ile işsizliğe karşı savaşımı seçerlerse, enflasyonoranları tırmanacak; diğer yandan sınırlayıcı mali ve para politikalarıylaenflasyona karşı savaş başlatırlarsa, bu sefer de sonuç kitlevi işsizlikolacaktır.

1980'lerin ortalarından sonra ise, uluslararası makroekonomik krizlerin etkisiazalmış, petrol fiyatları düşmüş ve yüksek faiz oranları en yüksek olduğu 1984 yılı seviyesinden aşağıya doğru inmeye başlamıştır. Çoğu ülkede istihdam tekrar artmaya başlamıştır. Bu gelişmelerle birlikte, I. Dünya Savaşı öncesinde mevcut olan mal, hizmet ve semiaye piyasalarmm uluslamrasılaşması düzeyine(yani uluslammsı ekonomik bütünleşmeye) ulaşılmış, daha sonra ise bu düzeyaşılmıştır. Ulusal finans piyasaları üzerindeki kontrol 1990Tı yılların başındakaldırılmış, başta AT olmak üzere birçok ülke finans piyasalarını deregüleetmiştir.

GATT ve WTO toplantıları sonrasında varılan anlaşmalar, ulusal mal, hizmetve yatırım piyasalarını komyucu ihracat vergilerini ve maddi kısıtlamalarıyavaş yavaş azaltmıştır. Avrupa'da da. Tek Pazar programı (Single Europe)ile, ürün piyasalarının tam bütünleşmesini sınırlayan engeller ortadankaldırılmış ve geniş bir alan uluslararası rekabete açılmıştır^. AB bununlada kalmamış, ardından bir Parasal Birlik (European Monetary Union-EMU) gerçekleştirerek, para ve kur oranı politikalarını ulusal hükümetlerinkontrolünden almış, bu şekilde gerçek sermaye mobilitesinin önündeki sonve çok önemli bir engeli de kaldırmıştır. Bu yeni gelişmeyle birlikte, firmalarartık Parasal Birlik alanı içinde istediği düşük maliyetli yerlere yatırımyapabilmekte, bunu yaparken kur dalgalanmalarını ya da tarife dışı engelleridüşünmek zomnda kalmamaktadır.

Page 12: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

Öte yandan, yeni yapı sosyal ilişkileri de değiştirmiştir. IL Dünya Savaşısonrası ortaya çıkan refah devletinin temel taşları erimiş, yok olmuştur. Bunda,özellikle insanlar arasındaki dayanışma duygusunun zayıflaması büyük bir roloynamaktadır. Son nesiller, büyük ölçekli depresyon veya savaşın getirdiğisıkıntılarla başetmek zomnda kalmamış, daha farklı ekonomik ve sosyalyapılar içinde yaşamaya ve çalışmaya başlamıştır. Bu tür ortak tecrübeninkaybolması, sosyal dayanışma ve vatandaş olmaktan kaynaklanan sosyalhaklar düşüncesinin cazibesini yitirmesine yol açmış, sosyal dayanışmayaolan desteği azaltmıştır.

Birinci tespite göre; uzun dönemde refah devleti, sağlıklı bir piyasa ekonomisi ile bağdaşamaz. II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan istisnai ekonomik büyüme koşulları, refah devletinin genişlemesine izin vermiştir. Ancak, politik sağ açısından, değişen uluslararası ekonomik koşullar altında ekonomik büyümeyi sürdürebilmek, refah devletinin, ciddi anlamda ekonomiden elini çekmesiyle mümkün olabilecektir.

îkinci tespit, refah devletinin geçmişte yaşanan geUşmesini, modem kapitalist toplumların evriminin bir ayrılmaz parçası olarak görmekte ve refah devletinin artık ulaşacağı en son sınıra kadar büyüdüğünü ileri sürmektedir. Dolayısıyla, refah devleti daha fazla büyümeyecek, aksine gittikçe küçülecektir. Lakin, büyük çapta bir küçülme de görülmeyecektir.

Üçüncü tespite göre ise; uluslararası ekonomi politikte meydana gelendeğişimler, uzun zaman boyunca ulusal refah devletleri lehine kamuoyunda oluşan desteğe zarar vermektedir. Ulus-devletlerin, ulusal işgücü hareketlerinin ve yerel sermayenin gücü, daha fazla uluslararasılaşma ve modem dünya ekonomisinin deregülasyonu ile birlikte kaybolmaktadır. Keynezyen Refah Devleti, bu yeni uluslarası ekonomi politik ile bağdaşmamaktadır.

Beşinci tespit ise; refah devletinin, belirli bir sosyal ve ekonomik gelişimdüzeyinde, belirli refah hizmetlerinin sağlanmasında uygun bir araç olarak görev yaptığına, ancak yeni ekonomik koşulların, bu tür refah önlemlerini giderek gereksiz kıldığına işaret etmektedir. Dikkat çekici bir şekilde. Batı sanayi ekonomilerinde genişleyen tüketici tercihi, devletin sunduğu refaha karşı bir memnuniyetsizlik, piyasa tarafından sağlanan refah hizmetlerinde ise artış doğurmuştur. Devlet de, yeni dönemde piyasa, kâr gütmeyen kuruluşlar ve sivil toplum ile birlikte hareket etmeyi yeğlemektedir

Page 13: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

Bunalımı Doğuran Faktörler

1 . Keynezyen Ekonomik PolitikalarınBaşarısızlığı ve Ekonomik Anlayışın Değişimi

2 . Finansal Krizin Başgöstermesi3. Refah Hizmetlerine Olan TalebinArtması

4. İş Piyasalarının Yapısal Değişimi

5. Sosyal Yapının DeğişmesindenBöylece, 20. yüzyılın son çeyreğiyle birlikte, 20. yüzyılın politik, ekonomik veteknik gelişmelerinin bir ürünü olan refah devletinin, yeni dünyanın gerekleriniyerine getirmekten uzak olduğu ve uluslararası rekabet ortamında ülkeleringelişmesine engel olduğu, onlara ayakbağı olduğu görüşünü dile getiren kimiyazarlar, refah devletinin sonunun geldiğini ifade etmeye başlamışlardır.

1945'ten itibaren, özellikle gelişmiş ülkelerde devletlerin en temel hedefi,vatandaşlarma tam bir refah sağlama, bu amaçla her türlü sosyal refahönlemlerini alma iken, 1975'ten sonra bu hedefin değiştiği, ekonomininönplana geçtiği ve insana yönelik harcamalann ekonomik yarışta engelolduğu anlayışmm benimsendiği görülmektedir.

Çünkü, sanayi döneminin üretim yapısına uygun eski refah sisteminin,yeni toplumsal yapının doğurduğu gereksinimlere cevap veremediğine, bunedenle başta finansal olmak üzere birtakım krizlerin oluşmasına yol açtığınave sonuç olarak 1970'H yılların sonlarına gelindiğinde birçok refah devletininkriz içerisine girdiğine inanılmaktadır.

Birçok refah devletinin kriz içerisine girmesinin hiç şüphesiz birçok nedeni

Page 14: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

vardır. Petrol krizleri, Keynesci ekonominin yetersizliği, sosyal refahkurumlarının kamu üzerinde artan mali yükleri ve iş piyasası üzerindekiolumsuz etkileri bunlar arasında sayılabilir.Herşeyden önce, 1950'li yıllardan itibaren giderek artan genel kamuharcamaları, özellikle de kamu sosyal harcamaları, devletleri finansalbunalıma sokmuş, küreselleşen ekonomilerin rekabet güçlerinin önünde büyükbir engel olarak görülmeye başlanmıştır. Nitekim, bir yandan harcamalar,kamu açıkları ve ulusal borçlar artarken, diğer yandan da vergilerin düştüğüve devlet gelirlerinin azaldığı gözlenmiştir.

Öte yandan, refah devletlerinin demografik yapılarında yaşanan değişimlerde, refah devleti krizinin bir diğer ayağını oluşturmuştur. Öncelikle, refahdüzeyi yüksek gelişmiş refah toplumlarında, ortalama ömür artmış, yaşlılarıngenel nüfusa oranlan yükselmiş, dolayısıyla nüfusun yaşlanma sorunuortaya çıkmıştır. Aynı zamanda, bu toplumlarda aile yapısında da bozulmalarbaşgöstermiş, boşanmalar, tek ebeveynli ailelerin sayısında artış vb.gözlenmiş, bütün bunlar sosyal refah harcamalarının yükselmesine katkıdabulunmuştur.

Bu nedenlerle, refah devletinin bunalımına yönelik çözüm arayışları olarak, birYandan kamu harcamalannm azaltılmasına ve mevcut sosyaI refah kurumlarının reformuna, bir yandan da devletin üzerindeki sosyal sorumluluklarm diğerbazı kesimlere aktarılarak hafifletilmesine yönelinmiştir.Özellikle, sosyal yaşamın birçok yönünde olduğu gibi, refah devletlerinin enönemli ve en geniş hacimli fonksiyonu olan sosyal güvenlik alanında köklüdeğişim talep eden yeni sistem arayışları ortaya çıkmıştır. Reform gereği,gelişmiş olsun, geUşmemiş olsun hemen hemen bütün ülkelerde eş zamanlıolarak gündeme gelmiştir.

Bu dönemde, II. Dünya Savaşı sonrası refah kapitalizminin "refah" ya da"sosyal" temelleri gerilediğinden, İngiltere, Amerika ve Yeni Zelanda gibiliberal felsefenin hakim olduğu ülkelerde dikkati çekecek bir şekilde, bir kezdaha laissez-faire kapitalizminin yükselişe geçtiği görülmeye başlanmıştır.Yani, sosyal boyuta önem verenlerin değerlendirmesine göre, artan eşitsizlikve kutuplaşma, büyüyen güvensizlik, yoksulluk ve sosyal gerileme tekraryaşanmaya başlamıştır.Günümüzde refah devleti politikalarını değiştirmek, sosyal refah kurumlarını

Page 15: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

yeniden yapılandırmak, neredeyse bütün politikacıların gündeminin en üstsırasında yer almaktadır. Bir zamanlar sosyal demokratlar için bir amaç olanrefah devleti, şimdi büyük bir değişim yaşayan dünyada sağ politikalarınhedefi olmuştur.

Yapılan araştırmaların birçoğunun ortaya koyduğu sonuç, az ya da çok,küreselleşmenin refah devleti uygulamalarını ve politikalarını olumsuz birşekilde etkilediği yönündedir. Özellikle, II. Dünya Savaşı'ndan beri izlenmekteolan keynezyen politikalar terkedilmiş, onun yerini liberal politikalar almayabaşlamıştır.

3-) UNDP ve ILO'nun Türkiye'deki önceliklerini konu başlıkları itibarıyla yazınız.

UNDP:

Yoksulluğun Azaltılması

Türk hükümetinin yoksulluğun azaltılmasına yönelik geliştirdiği hedefleri destekliyor. Nihai amaç, Türkiye’de bölgeler arası yaşanan eşitsizliğin azaltılması için güçlü politikalar oluşturmak.UNDP 2008 yılında başlatılan Güney-Güney İşbirliği girişimi ile hükümetin yükselen donör ülke olma çalışmalarına destek veriyor. Bu girişim ile, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı’nın (TİKA) kapasitesini Paris Deklarasyonu’nu tam anlamıyla uygulayacak şekilde geliştiriliyor ve aynı zamanda Türkiye’nin deneyimlerini (toplumsal cinsiyet eşitliği, bölgesel rekabet gibi konularda) Avrupa ve Bağımsız Devletler Topluluğu bölgesi ve diğer bölgelerle paylaşılıyor.

Demokratik Yönetişim

Türkiye’de, son yıllarda Avrupa Birliği (AB) ile ilgili hedefleriyle uyumlu olarak ülkenin kalkınma ve

reform gündemindeki değişen öncelikleriyle şekillenen yapısal reformlarla birlikte yönetişim yapılarında

değişimler olmaktadır. İddialı kalkınma gündeminin bir parçası olarak, Türkiye yerelleşme, kamu

yönetimi reformu ve sivil katılımla ilgili reformları hayata geçirmeye odaklanmıştır.

Ulusal paydaşlardan gelen talepler doğrultusunda UNDP, ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerdeki temel

kurumların kurumsal kapasitelerinin güçlendirilmesiyle demokratik yönetişim hedeflerini

Page 16: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

desteklemektedir. Hesap verebilirliğin ve ihtiyaçlara yanıt verebilen kurumların güçlendirilmesi, insani

kalkınma için demokratik yönetişimin önemli bir unsurudur.

UNDP, oluşturulan istişare platformları ve mekanizmalarıyla yasa yapmada, hizmet sunumunda ve

karar verme süreçlerinde sivil katılımın ve gözetiminin güçlendirilmesi konusunda teknik destek

vermektedir. Bu çabalar, UNDP’nin yerel yönetim reform programını destekleme, yerelleşme, e-

yönetişim ile ulusal insan hakları sistemlerinin güçlendirilmesi alanındaki işbirliklerini destekler

niteliktedir. Kurumsal yönetim yapısına yönelik politika önerileri ve ceza hukuku alanında uzlaştırma

kurumunun geliştirilmesiyle yargı sistemlerinin etkinliğinin artırılması ve böylece adalete erişimin

güçlendirilmesi de UNDP’nin hükümet ile yaptığı işbirliği içinde öncelikli alanlardandır.

UNDP ayrıca kırılgan gruplara yönelik politika geliştirme konusunda da hükümete destek vermektedir;

örneğin, yerinden olmuş kişilere kalıcı çözümler bulunması gibi. Benzer şekilde, kadınların

güçlendirilmesi UNDP girişimlerinin odağındadır. Toplumsal cinsiyet bakış açısının tüm kalkınma

programlarına ve uygulamalarına yaygınlaştırılması demokratik yönetişim alanındaki teknik yardım için

önceliktir. Ortak payda niteliğindeki bu çabanın yanı sıra, kadın adayların ve aktivistlerin yerel siyaset

ve karar verme süreçlerine katılımına yönelik çalışmalar hem UNDP hem de diğer BM kuruluşları

tarafından kadının güçlendirilmesi alanında yürütülen girişimleri desteklemede önemli bir faaliyet

alanıdır.

Demokratik Yönetişim Programı çalışma alanları:

1. Adalete Erişim ve Hukukun Üstünlüğü

2. İnsan Hakları ve Güvenlik Sektörü Yönetişimi

3. Yerel Yönetim ve Sivil Katılım  

4. Kamu Yönetimi Reformu ve Yolsuzlukla Mücadele

5. Kadının Güçlendirilmesi ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği

6. Güney-Güney İşbirliği

Çevre ve Sürdürülebilir Kalkınma

Ulusal Öncelik ve Hedef: Çevreyi korumak ve sürdürülebilir kalkınma için rekabet edebilirliğin

artırılması.

Beklenen Sonuç: Çevrenin ve kültürel mirasın sürdürülebilir kalkınma ilkeleri ile paralellik içinde, iklim

değişikliği ve afet yönetimi de dikkate alarak korunması için uygulama kapasitelerinin ve politika

oluşturmanın güçlendirilmesi.

Çıktılar:

Sürdürülebilir kalkınmanın güçlendirilmesi için ulusal ve yerel düzeyde iklime dayanıklı, yoksulları

dikkate alan ve toplumsal cinsiyet eşitliğine dikkat eden politikaların, kurumların ve programların

geliştirilmiş olması, politikalara dâhil edilmesi ve uygulanmasının sağlanması.

Çevresel verimliliğin sağlanması ve izlenmesi için ulusal kapasitenin geliştirilmiş veri toplama ve bilgi

sistemleri aracılığıyla güçlendirilmesi.

i) Biyolojik çeşitlilik ve ekosistem hizmetleri, ii) iklim değişikliğine uyum ve azatlım, iii) sürdürülebilir

orman ve arazi yönetimi, iv) kimyasalların güvenli yönetimi, v) sürdürülebilir kentler ve vi) biyokütle

Page 17: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

başlıklarını içeren stratejik çevre koruma alanlarının desteklenmesi için çevre fonlarına erişimin

sağlanması ve buna yönelik pazar geliştirilmesi için ulusal kapasitenin geliştirilmesi.

Ulusal İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve İklim Değişikliği Eylem Planı’nın geliştirilmesi ve toplumsal

cinsiyet eşitliliğine yönelik farklılaştırılmış etkileri de dikkate alarak uygulanması.

Afet risk azaltım stratejilerinin ulusal kalkınma planlarına entegre edilmesi.

Çalışma Odak Alanları:

•    İklim değişikliği

•    Enerji (yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği)

•    Biyolojik çeşitlilik

•    Arazi bozulması

•    Su yönetişimi

•    Sürdürülebilir kalkınma

•    Kimyasallar (Kalıcı Organik Kirleticiler)

•    Afet risk yönetimi ve erken uyarı sistemleri

Finansal Destek Sağlayan Kuruluşlar:

1.     Küresel Çevre Fonu

1991’de kurulan Küresel Çevre Fonu (The Global Environment Facility-GEF); uluslararası

sözleşmelerle kararlaştırılan küresel çevre hedeflerine ulaşılması için alınması gereken tedbirlerin

getirdiği artan maliyetlerin karşılanması amacıyla yeni ve ek hibenin yanı sıra ve ayrıcalıklı fon

sağlayan finansal bir mekanizmadır. GEF; uluslararası sözleşmelerle kararlaştırılan küresel çevre

hedeflerinin yanı sıra kendi belirlemiş olduğu şu öncelikli alanları desteklemektedir: (a) biyolojik

çeşitlilik; (b) iklim değişikliği; (c) uluslararası sular; (d) arazi bozulması, öncelikli olarak çölleşme ve

ormansızlaşma; (e) ozon tabakasını incelten maddeler ve (f) kalıcı organik kirleticiler.

GEF tarafından fon sağlanan program ve projeler, sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek amacıyla

ülkelere uygun ve ulusal önceliklere göre tasarlanmaktadır. Bu programları ve projeleri uygulamadan

sorumlu üç kuruluş bulunmaktadır: Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), (Birleşmiş Milletler

Çevre Programı (UNEP) ve Dünya Bankası. Yürütmeden sorumlu ise yedi kuruluş bulunmaktadır.

Bunlar; Bölgesel Kalkınma Bankaları (Asya-ADB, Afrika-AFDB, Avrupa-EBRD, Amerika Ülkeleri

Kalkınma Bankası-IADB), Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü (FAO), Birleşmiş Milletler

Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu (IFAD) ve Birleşmiş Milletler Sınaî Kalkınma Teşkilatı (UNIDO).

UNDP Türkiye’nin mevcut GEF destekli projeleri

•    Enerji

o    Elektrikli Aletlerde Enerji Verimliliği ile Pazarın Dönüştürülmesi (Ekim 2010-Aralık 2014)

o    Sanayide Enerji Verimliliğinin Artırılması (Nisan 2010-Mart 2015)

o    Binalarda Enerji Verimliliğinin Teşvik Edilmesi (Ocak 2011-Aralık 2015)

Page 18: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

•    Biyolojik Çeşitlilik

o    Türkiye’nin Korunan Alanlar Sisteminin Güçlendirilmesi: Deniz ve Kıyı Koruma Alanlarının

Sürdürülebilirliğinin Kolaylaştırılması Projesi (Haziran 2009-Ekim 2013)

2.     Türkiye Hükümeti

3.     Özel Sektör

4.     Sivil Toplum Kuruluşları

ILO

Genç İstihdamı

Sosyal Güvenlik

İş Sağlığı ve Güvenliği

4-) Poverty mapping neden yapılır? Nasıl etkin şekilde uygulanabilir? Türkiye uygulaması nasıldır?

Yoksulluk Haritası Nedir?

Yerel hizmetlerden herkesin faydalanması ve hizmetlerin kalitesinin arttırılması amacıyla sivil toplumun geliştirilip güçlendirilmesini hedefleyen “İyi Yönetişim- Kaliteli Yaşam” projesi, bu hedef doğrultusunda; Mevcut durumda halkın hangi kesimlerinin yerel hizmetlere yeterince ulaşamadığının belirlenmesi;

Yeterli kamu hizmeti alamayan yoksul bölgelerde yaşam kalitesini yükseltmek için sivil toplumun yerel otoritelerle ortak çalışmasının sağlanması;

Yerel planlama ve bütçe yapılırken yoksul bölgelerin ve ihtiyaçlarının dikkate alınarak katılımın sağlanmasını amaçlamaktadır.

Bu amaçların gerçekleştirilmesi için yoksul bölgelerin ve bu bölgelerin ihtiyaçlarının belirlenmesi esastır. Bu kapsamda proje kapsamında yer alan illerde il içerisinde, ilçe köy ve mahallelerde yoksulluğun hangi bölgelerde yaygın olduğunu saptamak için ilin yoksulluk gelişmişlik haritasının çıkartılması hedeflenmiştir. Yoksulluk/Gelişmişlik haritası, il çapında toplanmış olan verilerin bilgisayar ortamında dijital harita üzerinde gösterilmesi olarak tanımlanabilir.

Amacı Nedir?

Page 19: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

Proje kapsamında hazırlanacak olan yoksulluk/gelişmişlik haritasının amacı; Yoksullukla mücadele etmek;

İlin genel sosyo-ekonomik durum ve dağılımı hakkında fikir sahibi olmak;

İl içersinde yoksul bölgelerin tespitini yapmak;

Yerel hizmet açısından öncelik verilmesi gereken bölgeleri ve konuları tespit etmektir.

5-) Sosyal politika analizinde impact assessment vs. needs assessment nedir? Açıklayınız.

6- Türkiye de sosyal politikanın gelişimi

Konunun Özeti

Bir ülkede sosyal politikanın gelişiminden bahsederken o ülkenin sosyo–ekonomik koşullarına ve sosyal politikaların içinde geliştiği ortama değinmemek gerçekçi olmaz. Bu nedenle Türkiye’de sosyal politikanın gelişimi birbirinden çok farklı koşullara sahip olan iki dönem içerisinde; Osmanlı döneminden başlayıp Cumhuriyet dönemiyle devam edilerek değerlendirilmelidir.

Osmanlı İmparatorluğu dönemi sosyal politika anlayışına bakacak olursak, devletin sadece içte ve dışarıda can ve mal güvenliğinden sorumlu olması, sosyal politikaların ağırlıklı olarak vakıflar tarafından yürütülmesi sonucunu doğurmuştur. 19. Yüzyıl ortalarına dek, ekonomik ve mesleki yaşamda esnaf örgütlerinin etkili olduğu görülmektedir. Tanzimat döneminde sanayileşmeye başlamış olan Osmanlı İmparatorluğunda ulusal sanayi Cumhuriyet dönemine dek önemli bir gelişme gösterememiştir. Diğer yandan İmparatorluğun öncelikle Ereğli maden ocaklarında çalışan işçilerin mesleki yönden korunmasını öngören politikalara pozitif hukuk kuralları ile işlerlik kazandırdığı görülmektedir. Ayrıca sosyal güvenliğe yönelik ihtiyaçları karşılamak amacıyla, 19. Yüzyıl sonlarında çeşitli nizamnamelerle kurulan biriktirme ve yardım sandıklarından yararlanılmıştır.

Cumhuriyet dönemi ile birlikte sosyal nitelikli politikaların geliştiği görülmektedir. Devlet öncelikle Zonguldak ve Ereğli maden ocaklarında çalışan işçilerin korunmasını öngören politikalara hukuk kuralları ile işlerlik

Page 20: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

kazandırmıştır. 1929 Ekonomik bunalımı, ilk defa devlet müdahalesinin gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Bunalımdan sonra Batı toplumlarınca benimsenen planlı, karma ekonomi modeli ve dayandığı sosyal devlet anlayışı, Türkiye için bir örnek oluşturmuş, bazı hukuki düzenlemeler böyle bir ortam içinde işlerlik kazanmıştır.

Türkiye’de sosyal nitelikli politikaların, sosyal refah devletinin gelişimine paralel şekilde 2. Dünya Savaşı’nın ardından, kapsam ve içerik yönünden hızla gelişmeye başladığı görülmektedir. Türkiye’de sosyal politikaların gelişimi özellikle 1960lı yıllarda hız kazanmıştır. Bu süreçte 1961 Anayasasının getirmiş olduğu demokratik ve özgürlükçe ortamın varlığı sosyal politika üzerinde oldukça önemli bir etki oluşturmuştur. 1970li yıllarda yaşanan siyasi ve ekonomik sorunlar, sosyal politikalar açısından pek çok olumsuzluğa da neden olmuştur. Hemen ardından 1980li yıllarla birlikte gelen Askeri Darbe, 1982 Anayasası ve küreselleşmenin etkisi sosyal haklarda erime ve sosyal politikalarda gerilemeye neden olmuştur. Küreselleşmenin ekonomi politikasını oluşturan neo liberal düşünce devletin küçülmesini ve sosyal görevlerini sınırlandırması yaklaşımı ile hareket etmektedir. Diğer yandan Türkiye’de ekonomik sorunların çoğalarak kronik hale gelmesi, sosyal politikaların gereken önemi bulamaması ve gelişememesi sonucunu doğurmaktadır. Oysaki ekonomi politikalarının başarısı, sosyal politikalarla eş zamanlı olarak yürütülmesi ile mümkün olabilecektir.

4- Sosyal Politikanın Tarafları

    - Devlet

Devlet felsefesi kuramları, devletin varlığını “koruyucu bir kurum” olmasında bulmuşlardır. Bu kuramların ortak tanımına göre “devlet”, “dışarıya karşı sınırları korumakla, içeride ise hukuk düzenini koruyup sürdürmekle görevli bir kurumdur.”

Modern ulus–devlet öncesine ilişkin devlet ve birey anlayışı, bugünkünden farklı olup, önemli olan birey–üstü ve kutsal olan devletin bekasının sağlanmasıydı. Bireyler devlet için vardır, görüşü hakimdi. Ancak, devlet olgusunun evrimsel bir gelişim içinde bugün geldiği nokta, devletin birey için var olduğudur ve devlet sosyal refahın sağlanmasında temel bir göreve sahiptir. Devletin sosyal refah hizmetleri; genel sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, konut gibi insan kaynaklarının korunması ve geliştirilmesine yönelik hizmetler yanında, daha uzun bir şekilde sıralanabilecek hizmet türlerinden oluşmaktadır.

Devlet, zaman içerisinde giderek artan bir şekilde, başta ekonomik ve sosyal alan olmak üzere, her tür toplumsal alana ilgisini ve müdahalesini artırmaya başlamıştır. “Seyirci devlet” anlayışından “müdahaleci devlet” anlayışına yönelen devlet, ilk önce düzenleyici görevler üstlenmiş, daha sonra bizzat üretici olarak ekonomik faaliyet içinde yer almış ve tabii bu esnada işveren fonksiyonuna da sahip olmuş ve giderek artan oranda sosyal görevler üstlenmeye, birtakım sosyal önlemler almaya başlamıştır. Devletin, sosyal düzenlemeler ve kurumlar aracılığıyla artan hizmetleri, toplumda devlete olan güveni artırmakta ve politik

Page 21: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

gerginlikleri azaltmaktadır. Dolayısıyla, toplumdan gelen talep ve baskılar, devlet yöneticilerini daha müdahaleci olmaya itmiştir.

Devlet, başlangıçta liberal felsefeye tam bir sadakatle, kendisini sadece ülkeyi ve vatandaşları

koruma, yani iç ve dış güvenlik ile sınırlamış, daha sonra fonksiyonlarını giderek

genişletmeye başlamıştır. Artık, fiyat ve ücretlerin tespitinden iş piyasalarının

düzenlenmesine, imar ve bayındırlık işlerine, ekonomide gereksinim duyulan bazı malların

üretilmesine, sosyal güvenlik sağlamaya, kısaca her şeye el uzatmıştır. Günümüze kadar

uzanan bir zaman dilimi içerisinde ise, devletin sosyal yaşama yoğun müdahaleleri

olmaksızın, toplum yaşamının düzgün, huzurlu ve sancısız işlemesine olanak bulunmadığı

düşünülmüştür. Böylece, “seyirci devlet”, “gece bekçisi devlet”, “jandarma devlet” tipinden,

politik, ekonomik, hukuki ve toplumsal açılardan çok etkin bir “oyuncu devlet” ya da “baba

devlet (Paternalist devlet)” tipine dönüşüm yaşanmıştır.

Müdahaleci devlet anlayışı, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında ileri Batılı ülkeler tarafından benimsenmiş bir anlayıştır. Savaş sonrası dönemde devlet müdahaleci bir karaktere sahiptir ve tam istihdama, makro–ekonomik talep yönetimine ve sosyal yardım ve sosyal refah hizmetlerinin geliştirilmesine odaklanmıştır.

“Refah devleti’nin krizi”nin baş göstermesi ile müdahalecilik anlayışının sorgulanmaya ve giderek zayıflamaya başladığı görülmektedir. Bazı araştırmacılar, 1970’lerden sonra ekonomik düzende yaşanan bunalımı, aynı zamanda müdahaleci devletin bunalımı olarak da görürler ve yeni dönemde yaşanan küresel ekonomik düzene geçiş sürecinin, devletin yapısında bir değişimi de beraberinde getirdiğini, bunun da ekonomi üzerindeki devlet müdahalesini azalttığını, hiç değilse müdahalenin niteliğini oldukça değiştirdiğini savunurlar. Öyle ki, ücretler düzeyini artırarak, ekonomideki genel mal ve hizmet talebini artırmayı ve bu yolla tam istihdamı sağlamayı amaçlayan Keynesçi politikalardan, ücret düzeyleri üzerinden uluslararası rekabet gücü kazanmayı amaçlayan politikalara geçiş yaşanmıştır. Dolayısıyla, II. Dünya Savaşı sonrası yaşanan 25 yıllık dönem ile daha sonraki dönem arasında, müdahalecilik bakımından koyu bir çizgi vardır.

1970’lerden sonra benimsenen yeni anlayış ve izlenmeye başlanan yeni politikalar sonucunda,

yarım yüzyıldan fazla bir süredir sosyal politika alanında tek başına olan devletin bu

niteliğinin değişmeye başladığı, sosyal refahı sağlamada karma bir yapının ortaya çıktığı

gözlenmektedir.

“Refah karması” (welfare mix) olarak ifade edilen bu durum, sivil sektör, gönüllü sektör ve özel sektörün, kamu sektörüne sosyal refah sağlamada yardımcı olmaya başlamasını ifade etmektedir. Her ne kadar, bunların refah sağlamadaki katkıları henüz çok küçük boyutta olsa da, artık sosyal refah alanında bir çoğulculuk dönemi başlamış bulunmaktadır.

1970’lerin önce ve sonrası olarak devletin sosyal politikalardaki yeri özetle şu şekilde ifade

edilebilir: Devlet (refah devleti), 20. yüzyıl boyunca, sosyal refah hizmetlerini en etkin ve en

rantabl şekilde sunmuştur. Ancak, uzun zaman boyunca tek başına sosyal refah sağlayan

Page 22: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

devletin bu işlevi, küreselleşmenin gerçekleşmesi ve liberal felsefenin önem kazanmasıyla

birlikte zayıflama sürecine girmiş ve “refah karması” olarak adlandırılan diğer bazı kurumlar

(sivil sektör, gönüllü sektör, özel sektör ve dini kurumlar) sosyal refah sağlamada devlete

yardımcı olmaya başlamıştır.

Yeni ekonomik ve politik felsefe, sosyal alan dahil olmak üzere, devletin tüm alanlardan elini çekmesini öngörmektedir. Bu bağlamda, son çeyrek yüzyılda devlet dışındaki diğer sosyal refah kurumlarının teşvik edildiği, bunlardan yararlanılmak istendiği görülmektedir. Aslında, bu dönemde de devlet, sosyal refah sağlamada temel aktör olmayı sürdürmektedir. Ancak, devletin görevinin niteliği değişmiştir. Devlet, kendisi hizmet üretmek yerine, bu hizmetlerin gerçekleştirilmesinde bu kesimlere finansal destek sağlamayı ve hizmetlerin düzenlenmesinden sorumlu olmayı yöntem olarak benimsemektedir.

    - Sendikalar

Sosyal politikalar ve sendikalar arasındaki ilişkiyi anlamak için “Sanayi Devrimi”nin

yaşandığı yıllar ve “İşçi Sınıfı”nın doğuşuna kadar gitmek gerekmektedir. Sanayi devriminin

yaşandığı yıllarda geçerli klasik liberal ekonomi felsefesi ile hukuki eşitlik ve sözleşme

serbestisine dayalı hukuk sistemi önce çalışma, daha sonra da yaşam koşullarının giderek

ağırlaşmasına yol açmıştır. Yaşanan olumsuzluklar toplumların başka kesimlerine de

yansıyarak büyük çalkantıların oluşmasına sebep olmuştur. Böylece sanayileşen ülkelerde,

işçi kesiminin iş ilişkileri ve yaşamını korunması amacıyla kararlar almaya ve bu kararları

yürürlüğe konulan hukuk kuralları aracılığıyla uygulamaya yönelmişlerdir. Bu yönde

başlatılan uygulamalar sosyal politika olarak adlandırılacak sosyal bir bilim dalının

doğmasına yol açmıştır. Sosyal politikanın önceki dönemlerde geçerli anlayışını yansıtan ve

günümüzde dar olarak nitelenen tanımından da bu durum anlaşılabilmektedir. Dar anlamda

sosyal politika; devletin işçi statüsü altında çalışanları, iş ilişkileri ve yaşamında kötü niyetli

olabileceği varsayılan fabrika sahipleri ile olumsuz çalışma koşullarına karşı koruyabilmek

amacı doğrultusunda benimsemiş olduğu ilkeler, bu çerçevede almış olduğu kararlar ve

sürdürdüğü uygulamalardır (Altan, 20; 2007). Buradan hareketle sosyal politikalar ile sendika

kavramları ve bu kavramların birbirleri ile olan ilişkileri incelenirken, sendika kavramı işçi

sendikaları ve işveren sendikalarını kapsamasına rağmen, özellikle işçi sendikaları üzerinde

durulacağı ve durulması gerektiği anlaşılmaktadır.

Bugünkü anlamını 1839 yılında kazanan sendika kavramı ilk defa İngiltere’de bir bölge veya

şehirde işçilerin genel çıkarlarını korumak amacıyla kalfalar arasında kurulup geliştirilen

dostluk örgütlerinin ortak eylemlerini anlatmak için kullanılmıştır. Sidney ve Beatrice

Webb’ler “Sendikacılık Tarihi” adlı eserlerinde işçi sendikasını, istihdam koşullarını korumak

Page 23: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

veya geliştirmek amacıyla işçilerin kurdukları sürekli bir birlik olarak tanımlamıştır (Uçkan

ve Kağnıcıoğlu, 2011; 92-93).

Bununla birlikte, “sendika, toplu eylem aracılığıyla üyelerin çıkarlarını korumak ve

geliştirmek amacıyla işçiler tarafından oluşturulan bağımsız bir örgütlenmedir. Kapsam

bakımından sendika, sadece üyesi olan işçilere karşı sorumlu olup herhangi bir kurum

tarafından yönlendirilemez. Sendikanın amaçları, uygulamaları ve politikaları demokratik bir

örgütlenme aracılığıyla üyeleri tarafından belirlenir” (Benli, 1997, 8)

İşçi sendikalarının işlevlerini incelemek ve daha sonra sosyal politikaların amaçları ile

karşılaştırmak, sendikaların, ne şekilde sosyal politikaların taraflarından ve devamın da

kaynaklarından birisi haline geldiğini anlamak açısından önemlidir. İşçi sendikalarının

işlevlerini şu şekilde sıralamak mümkündür;

Güç: işçi sendikaları işçiler açısından gücün en önemli aracıdır. Çünkü kendilerini tensil eden

bir örgüt olmadan işçilerin bireysel olarak gücü, işverenler karşısında oldukça zayıftır.

Ekonomik Düzenleme: Sendikaların benimsedikleri ideolojiler ne olursa olsun, amaçlarının

başında üyelerinin ekonomik çıkarlarını korumak gelmektedir. Bu amaçlarını ise özellikle

toplu pazarlık ve siyasi lobi faaliyetleri ile gerçekleştirmeye çalışırlar (Koray, 2000; 74).

İş Düzenlemesi: Sendikalar temsilcisi oldukları işçilerin çalışma koşullarının belirlenmesinde

işverenin tek taraflı düzenleme yetkisini kendileri ile paylaşılmasını istemektedirler (Koray,

2000; 73).

Sosyal Değişim: sendikalar, üyelerinin taleplerinin ve siyasi ideolojilerinin bir temsilcisi

olarak toplumu, üyelerinin beklentileri ve görüşleri doğrultusunda değiştirmeye çalışırlar

(Uçkan ve Kağnıcıoğlu, 2011; 98).

Üyelik Hizmetleri: sosyal refah devleti kavramı gelişmeden önce sendikaların, üyelerine

karşılıklılık esasına dayanan çeşitli yardımlarda bulunmaları, en önemli işlevlerinden birini

oluşturmaktadır. Bu yardımlar sadece greve katılan üyelerinin ücret kayıplarını karşılamak

değil, aynı zamanda üyelerine işsizlik, hastalık, sakatlık ve ölüm halinde de yardım

sağlamaktadır.

1950’li ve 1960’lı yıllarda sosyal refah devleti anlayışının gelişmesiyle birlikte sendikaların

bu geleneksel işlevi önemini kaybetmeye başlamıştır (Uçkan ve Kağnıcıoğlu, 2011; 99).

Bunun sebebi olarak refah devletlerinin yükselişi ve devletlerin “jandarma devlet” statüsünün

değişerek “baba devlet” statüsüne doğru değişmeleri, sosyal politikaların uygulanması ve

finansmanını büyük ölçüde üstlenmeleri gösterilebilir.

Fakat özellikle 1970’li yıllardan sonra iş piyasasında yaşanan hızlı değişime paralel olarak

sendikalar üye hizmetlerinde de değişime yönelmeye başlamışlardır. Günümüzde sendikalar

Page 24: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

mevut üyelerini koruyabilmek ve yeni üyeler kazanabilmek amacıyla geleneksel işlevlerinin

yanı sıra modern ve işçilerin bireysel bir takım beklentilerine yönelik de yeni hizmetlerde

sunmaya başlamışlardır. Bu hizmetler arasında düşük faizli banka kredileri, ucuz sigorta

hizmetleri, seyahat indirimleri vb. sayılabilir (Uçkan ve Kağnıcıoğlu, 2011; 99).

Kişisel Tatmin: Üyeler, sendika yönetiminde veya toplu pazarlık sürecinde yer alarak, karar

alma süreçlerinde söz sahibi olmakta ve böylece kişisel tatmin düzeylerini

arttırabilmektedirler (Uçkan ve Kağnıcıoğlu, 2011; 99).

Sendikaların işlevleri ile sosyal politikaların ilgi alanları karşılaştırıldığı zaman, sendikaların

sosyal politikanın bir aktörü olarak önemi ortaya çıkmaktadır. Altan (2007) sosyal politika

isimli kitabında sosyal politika bilimi ile ilgili konu başlıklarını sıralarken şunlara yer

vermiştir; “İstihdam Politikaları”, İş ve Dinlenme Süreleri”, Ücret Politikalarının Dayanakları

ve Çerçevesi”, Ücret Politikaları”, “Sakatların ve eski Hükümlülerin Çalışma Yaşamın

Korunması”, “Kadınların, Çocukların ve Gençlerin

Çalışma Yaşamında Korunması” (Altan, 2007; 4-5). Konu başlıkları incelendiğinde sosyal

politikaların çok önemli bir kısmının iş yaşamı ve iş yaşamı içinde yer alan bireylerle ilgili

olduğu görülmektedir. İş yaşamı ile bu kadar içli dışlı olan bir bilim dalının aktörlerinden bir

tanesinin de “Sendikalar” olması kaçınılmaz bir sonuçtur.

    - Sivil Toplum Kuruluşları

18. yüzyılın mülk devletinden 20. Yüzyılın refah devletine dönüşümün sonucunda sivil

özgürlüklerin (genel oy hakkı gibi) toplumun tüm üyelerine yaygınlaştırılması ve ulus-devlet

sürecinin bir sonucu olarak yurttaşlık düşüncesinin gelişimi, modern sivil toplumun olmazsa

olmaz koşulu sayılmaktadır (Tosun, 2001; 50). Bu açıklamadan yola çıkarak sosyal politika

ile STK arasındaki ilişkiyi incelemeden önce STK ve sivil toplum kavramlarının açıklamasını

yapmak doğru olacaktır. Sivil Toplum kavramı, devletin ve devlet otoritesinin dışındaki

ekonomik ve toplumsal alanı nitelemek için kullanılan, kendi ilke ve kurallarına göre işleyen,

otorite alanı dışında, kendi kendini düzenleyen, özerk alanları ifade etmek için de

kullanılmaktadır. Diğer bir deyişle, devletin müdahalesi dışında birey ve grupların, kendi

alanlarını düzenlemelerini ihtiva etmektedir. Diğer bir açıdan sivil toplum, birey ile devlet,

toplum ile devlet arasındaki ilişkide, bireyin mi, yoksa devletin mi önde olduğu sorunu ile

ilgilenmektedir (Kaya, 2001; 21). Daha yalın ve sade bir yaklaşımla sivil toplum, bireylerin

kendi arzularıyla oluşturdukları ortak yaşam alanını ifade etmektedir (Çaha, 2012; 23).

Page 25: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

Çaha’nın da (2012; 23) belirttiği gibi kavramın modern dünyada kazandığı anlam itibariyle

kullanımı sanayi toplumuna denk gelmektedir.

Sivil Toplum Kuruluşu kavramı ise; sivil yönetimi icra eden kurum ya da örgütlere sivil

toplum kuruluşları, kısa ve moda söylenişi ile “STK” adı verilmektedir (Talas, 2011; 391).

Uğur (2011; 15) ve Keyman (2006; 21) eserlerinde ayrı ayrı belirttiği daha kapsamlı bir

tanıma göre ise; Sivil toplum kuruluşu (STK), gönüllü üyeliğe dayalı ve topluma hizmete ve

siyaseti etkilemeye yönelik resmi olmayan örgütlenmeler olarak sadeleştirilebilir. Tanımdan

da anlaşılabileceği gibi sivil toplum kuruluşları ile sosyal politikaların yakından ilgili olması

ve sivil toplum kuruluşlarının Uğur’un (2011; 15) ve Keyman’ın (2006; 21) tanımlarında

görülen “topluma hizmet” olgusu çerçevesinde sosyal politikanın taraflarından birisi olması

normal karşılanmalıdır. Sivil toplum kuruluşlarının sosyal politikalardaki yerini incelemek

gerekirse bunu sanayi devrimi ile birlikte ele almak gerekir. Sivil toplum hem geçmişte hem

de günümüzde önemli fonksiyonu olan sosyal refah kurumlarındandır. Sanayi Devrimi’ne

kadar olan çok uzun zaman boyunca, gelişmiş ülkelerde ve diğer ülkelerde sosyal politika

uygulamalarının gönüllülük ve karşılıklı yardım esasına dayalı olan hayırsever

organizasyonlar tarafından sağlandığı görülmektedir (Özdemir, 2007; 356).

Bu durum çok uzun bir süre devam etmiştir. Ancak, Sanayi Devrimi ortaya çıkıp da sosyo–

ekonomik yapı büyük oranda değişmeye başlayınca, sosyal politika sağlayan kurumların da

değiştiği, sanayileşmeyle birlikte, sosyal refah hizmetlerinin sağlanmasında devletin ön plana

geçtiği, uzunca bir süre, devletin sosyal refah sağlama işlevini tek başına üstlendiği

gözlenmektedir. Çünkü bu dönemde sosyal yardıma gereksinim duyan toplum kesimleri

genişledikçe, gönüllü sektör kendi kaynaklarıyla tek başına bu sorunun üstesinden gelemez

olmuş, devletin sosyal yaşama müdahalesi zorunlu hale gelmiştir (Özdemir, 2007; 357).

Ancak, 1970’li yıllardan itibaren ortaya çıkan neo–liberal akımın, devleti verimsiz ve

etkinsizlikle suçlayarak, diğer birçok alanla birlikte sosyal politikadan da çekilmeye zorlaması

sonucunda, sivil toplum kuruluşlarının nitelik ve nicelik olarak yeniden gelişmeye başladığı

görülmüştür (Özdemir, 2007; 357).

Sivil toplum kuruluşlarının önem kazanmasında, her şeyi değiştiren ve dönüştüren

küreselleşmenin, refah devletlerinin küçültülmesi yönündeki baskıları önemlidir. Bu baskılar

sonucu, piyasalar ve gönüllü kuruluşlar sosyal refah hizmetlerinin sunumunda önem

kazanmaya başlamıştır (Özdemir, 2007; 357).

Sivil toplum kuruluşları, 1980’lerden itibaren özellikle gelişmiş Batı ülkelerinde sosyal politikanın sağlanmasında yeni bir yöntem olarak tekrar ilgi görmeye başlamıştır. Merkezi yönetim, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları arasında hizmet paylaşımı ortaya çıkmış,

Page 26: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

devletin, gönüllü kuruluşlarla ileri düzeyde işbirliği yaptığı gözlenmiştir. Devlet, bazı hizmetleri üretmek yerine bu kurumlardan almayı tercih etmiştir. Özellikle 1970’lerden sonra canlanmaya başlayan bu süreç, çoğu ülkede karma refah hizmetlerinin önemli bir kısmını oluşturmaktadır

5- Sosyal Politikanın Uluslararası Boyutu

Sosyal politikanın uluslararası kaynaklarına bakıldığı zaman ön plana çıkan bazı kurumlar “International Labor Organization/Office (ILO) – Uluslararası Çalışma Örgütü (UÇÖ)”, “United Nations (UN) – Birleşmiş Milletler (BM)” ve uluslararası bazı işçi ve işveren sendikalarıdır. Bunların dışında bir çok kurum ve kuruluş sosyal politikalara taraf olmakla birlikte öncelikle ön plana çıkan kurumlar olarak bunlar gösterilebilir.

    -ILO

A. SOSYAL POLİTİKA VE ULUSLARARASI ÇALIŞMA ÖRGÜTÜ (UÇÖ)Uluslararası Çalışma Örgütü, 1919’da imzalanan Versay Anlaşmasında öngörülen Milletler Cemiyeti ile ortaya çıkmıştır. Amaç, Birinci Dünya Savaşından sonra giderek büyüyen sorunlara yönelik sosyal reform niteliğinde çözümler bulmak ve reformların uluslararası düzeyde uygulanmasını sağlamaktı. İkinci Dünya Savaşından sonra, Philadelphia Bildirgesi ile birlikte, ILO'nun temel amaç ve ilkeleri dinamik bir yeniden oluşum ve genişleme sürecine girmiştir. Bildirge, savaş sonrası ulusal bağımsızlıkla birlikte büyümeyi öngörmüş, gelişmiş dünya ile büyük ölçekte teknik işbirliğinin başlangıcının müjdecisi olmuştur.ILO 1946’da, henüz yeni oluşturulan Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın ilk uzmanlık kuruluşu olmuştur. ILO 1969’daki 50. kuruluş yıldönümünde Nobel Barış Ödülü’nü kazanmıştır. ILO, Yönetim Kurulu tarafından atanan bir Genel Direktör tarafından yönetilmektedir (http://www.ilo.org/public/turkish/region/eurpro/ankara/about/ilo_tarih.htm).Gülmez ’in de (2011; 77) belirttiği üzere ILO’nun yapısının temel özelliği ve kendisini öteki uluslararası ve bölgesel kuruluşlardan ayıran yanı, üçlü yapı ya da üçlülük ilkesidir. Örgütün omurgası olan üçlülük, yalnızca anayasal organlarda değil, öteki organların oluşumunda da uygulanır. Üçlülük ilkesi; resmi ve sosyal tarafların temsilcilerinin kural üretme ve kuralların uygulanmasını denetleme süreçlerinde bir araya getiren ilkedir. Devlet, işçi ve işverenlerin (örgütlerinin) örgütün kural üretme etkinliğinin tüm aşamalarına katılımı, konferans gündeminin belirlenmesinden kuralların uygulanmasının denetimine değin sağlanmıştır. Her ülke konferansta 2 devleti 1 işçi ve 1 işveren temsilcileri ile temsil edilmektedir1. (Gülmez, 2011; 78-80).İşçi ve işverenleri temsil eden delegeler; ülke genelinde en çok üyeye sahip bulunan en üst mesleki örgütlerle (sendikalarla) anlaşılarak hükümetler tarafından belirlenir (Altan, 2007; 92).

1

Page 27: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

Örgütün Anayasal2 organları “Uluslararası Çalışma konferansı”, “Yönetim Konseyi” ve “Uluslararası Çalışma Bürosu” olmak üzere üç tane ana organı vardır (Gülmez, 2011; 90).Altan (2007) dar anlamda sosyal politikanın tanımını “devletin işçi statüsü altında çalışanları, iş ilişkileri ve yaşamında kötü niyetli olabileceği varsayılan fabrika sahipleri ile olumsuz çalışma koşullarına karşı koruyabilmek amacı doğrultusunda benimsemiş olduğu ilkeler, bu çerçevede almış olduğu kararlar ve sürdürdüğü uygulamalardır.” şeklinde yapmıştı. Bu tanımdan hareketle amaç olarak kendisine 1919 yılında kurulduğundan beri sosyal adaletin ve uluslararası insan ve çalışma haklarının iyileştirilmesini (http://www.ilo.org/public/turkish/region/eurpro/ankara/about/ilo_amac.htm) benimsemiş bir kuruluşun sosyal politikanın taraflarından birisi olması gayet doğaldır.

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC)Genel merkezi Bürüksel de olan uluslararası Sendika Konfederasyonu (ITUC), 2010 yılı itibariyle 155 ülkeden 175 milyon üyeye sahip, 311 ulusal üst sendikal örgütü bünyesinde toplayan bir uluslararası sendikal örgüttür3 (Uçkan ve Kağnıcıoğlu, 2011; 123).

ITUC’un Bazı öncelikleri şunlardır.

* Çalışanların ve yoksulların hak ve çıkarlarına karşı hareket ettiklerinde uluslararası kuruluşlara karşı mücadele etmek.* Sendikal hak ihlalinin olduğu her durumu ortadan kaldırmak için çaba göstermek.* Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) belirlediği sendikal hakları savunan uluslararası standartları desteklemek.* İşyerlerindeki her çeşit ayrımcılığın sona erdirilmesi için kampanyalar yürütmek.

    -BM

Birleşmiş Milletler (BM), büyük bir tahribat yaratmış korkunç bir savaş sonrasında, uluslararası ilişkileri istikrara kavuşturmak ve barışı daha sağlam temeller üzerine oturtmak için 1945 yılında kuruldu.

Günümüzde, söz konusu faaliyetlerine ilave olarak çocuk gelişimi ve sağlığı, çevre koruma, insan hakları, yoksullukla mücadele ve ekonomik kalkınma, tarımsal kalkınma, eğitim, kadın hakları, doğal afet yardımı, atom enerjisinin barışçıl amaçlar için kullanılması ve iş ve işçi hakları gibi pek çok alanda çalışmalarını sürdürmektedir.

Birleşmiş milletlerin amaçlarına bakıldığı zaman sosyal politikaların amaçlarından çok da farklı olmadığını görmekteyiz. Sosyal politikaların amaçlarını Birleşmiş Milletlerin amaçlarıyla karşılaştırabilmemiz için sıralamamız gerekirse (Altan, 2007; 7);

Karşılaşılabilecek ekonomik, mesleki, sosyal nitelikteki her türlü riske karşı güvenceler veren sistemlerin yaratılıp, işletilmesi,

Gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi, Yoksulluk ile olumsuz çevre ve barınma koşulları ile savaşılması,

2

3 Türkiye’den ITUC üyesi sendikal örgütler; Türk-İş, DİSK, Hak-İş (İşçi Sendikaları Konfederasyonları) – KESK (Memur Sendikaları Konfederasyonu).

Page 28: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

Çocukların ve yaşlıların bakımı, gözetimi, Tüketici olarak aldatılmanın ya da yanıltılmanın engellenmesi, Ayrımcılığın önlenmesi vb.

Birleşmiş milletlerin dört ana amacına bakılacak olursa (Birleşmiş milletler Hakkında Her Şey, 2008; 1);

Uluslararası barış ve güvenliği korumak, Milletlerarasında dostça ilişkiler geliştirmek, Uluslararası ekonomik, sosyal, kültürel, insani sorunların çözümünde işbirliği yapmak, Temel insan hak ve özgürlüklerine gerekli saygının gösterilmesini teşvik etmektir.

6- İşsizlik ve İşsizlikle Mücadele Politikaları

Gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkelerin uğraştığı en önemlisosyalsorunlarınbaşındaişsizlikolgusugelmektedir.Ülkelerözellikleteknolojikolarakgelişirken,üretimsistemlerideğişmekteveiş gücününbugelişmelereayakuydurmasızorlamakta,nüfusartışınabağlıolarak artan işgücüne istihdam imkanları yaratmak sorun halinegelmektedir.Birekonomikdüzenindüzgünşekildeçalışıpçalışmadığı,geçerli ücretkarşılığıçalışmakisteyenherkeseişteminedilipedilemediğiile ölçülür. Bir ülkede bazı kişilerin çalışmak istedikleri halde işbulamamaları uygulanan ekonomik politikaların kusurudur. İşsizlik modern sanayinin bir sorunudur. İşsizlik sanayiye dayalı ekonomiksistemin yapısından kaynaklanmaktadır, bu nedenle de kişisel değil,sosyalbirsorundur.

Küreselleşmeylebirlikte1980’lerdenitibarenuygulananekonomikpolitikalar,özelleştirmeler,sendikalarıngüçsüzleşmesi,çokulusluşirketlerinucuzişgücüarayışındaolmasıgibietmenleryüzündentümdünyada işsizlik oldukça önemli bir sorun haline getirmiştir.Türkiye’nin de bu gelişmelerden etkilenmemesi mümkün değildir.1980’lerden başlayarak ülkemizde de işsizliğin giderek ağırlaştığıgörülmektedir.

Tarih boyunca ulkelere gore, sosyal ve ekonomik boyutları farklı olmakla birlikte, issizlik tum toplumların en onemli sorunlarının basında gelmistir. Đssizlik asıl olarak sanayi devrimiyle birlikte butun ulkelerde farklı boyutlarda olsa da gorulmeye baslanmıstır. Butun ulkelerde gorulmesine karsın issizlik, 1980’lere kadar asıl olarak gelismekte olan ulkelerin sorunu haline gelmistir. 1980’lerle birlikte neo-liberal politikaların uygulanmaya baslanmasının da etkisiyle, gelismis ulkelerin de sorunları arasına girmistir.

İssizlik Turleri

İssizlik turlerini oncelikle gizli issizlik ve acık issizlik olmak uzere iki genel gruba ayırmak mumkundur.

Gizli İssizlik

Herhangi bir uretim alanında isgucunun bir kısmının uretimden cekilmesi durumunda uretimde onemli bir azalma soz konusu olmuyorsa gizli issizlik soz konusudur.7 Gizli issizlikte acık işsizlikten farklı olarak kisinin bir isi vardır ve kisi teknik olarak issiz değildir.8Gizli issizlik genellikle az gelismis ulkelerde tarımda ve kamu sektorunde yaygın olarak gorulmektedir.

Page 29: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

Acık İşsizlikYukarıda yapılmıs olan issizlik tanımlarındaki; yani calısma isteğinde olunmasına rağmen is bulamama anlamındaki issizliktir.

Yapısal İssizlik, Teknolojik İssizlik, Konjonkturel İssizlik, Mevsimlikİssizlik ve Gecici İssizlik olarak ortaya cıkar.

Yapısal İssizlikYapısal issizlik, bir ulkenin ekonomik yapısında olusan değişmelerden doğan issizlik turudur. Ulkelerin ekonomik, sosyal ve kültürel yapılarındaki ve alıskanlıklarındaki değismelere bağlı olarak ortaya cıkmaktadır.

Teknolojik İssizlikBu issizlik turu, uretimde insan gucu yerine makinenin, teknolojinin kullanılması veya yeni uretim tekniklerinin kullanılması sonucu ortaya cıkan issizliktir. Ozellikle, sanayilesmis ulkelerde teknolojinin gelismesi sonucunda olusan makinelesme, kucuk isletmelerde ve zanaatlarda calısan bir kısım zanaatkar ve isciyi issiz bırakır.

(Donemsel) İssizlikKonjonkturel issizlik, ekonomik yapıda talep değişmelerinden doğan dalgalanmalar nedeniyle ortaya cıkan issizlik turudur. Belli bir donemdeki toplam talebin azalması sonucunda uretimde ve yatırımlarda meydana gelen gerileme, issizliğe neden olur.

Mevsimlik ĐssizlikMevsimlik issizlik mevsim değisiklikleri veya mevsimsel olarak mal ve hizmet taleplerinde ortaya cıkan azalma sonucu olusan işsizlik turudur.18 Mevsimlik issizlik, gelismekte olan ulkelerde tarım kesiminde ortaya cıkmaktadır. Tarım calısanları kısın issiz kalmakta, genelolarak da baska bir alanda calısmamaktadırlar. Gelismis ulkelerde ise sadece tarımda değil, turizm ve gıda gibi muhtelif sektorlerde de mevsimlere bağlı olarak issizlik ortaya cıkmaktadır.

İŞSİZLİKLE MUCADELE YONTEMLERİLiteratur issizlikle mucadele yontemlerini pasif ve aktif istihdam politikaları olarak ikiye ayırarak ele almaktadır. Pasif istihdam politikaları, issiz bireylere is bulmak, istihdam yaratmak ve issizlik oranını azaltmak yerine, issizlik sorununun olumsuz sonuclarını ortadan kaldırmayı amaclayan, bunun için issizlere belirli miktarda ekonomik guvence sağlamaya yönelik onlemlerdir. Pasif istihdam politikaları genel olarak issizlik sigortası uygulamaları ve issizlik yardımı olarak ortaya cıkmaktadır.73 Pasif istihdam politikaları daha yoğun olarak gelismis ülkelerde uygulanan, issizlik nedeniyle ortaya cıkan satın alma gucunun dusmesinionleyerek issizliğin neden olabileceği toplam talep yetersizliğinden kaynaklanan issizliği onlemeye yonelik politikalardan olusmaktadır.74 Pasif istihdam politikalarının bir aracı olarak Đssizlik sigortasıyla ilgili yasal duzenleme Turkiye’de, 25.8.1999 tarih ve 4447 sayılıKanunla hayata gecirilmistir. 4447 sayılı Kanun, issizlik sigortasıyla ilgili uluslararası belgelerde yer alan asgari norm ve teknikleri icermekte; issiz kalan isciye belirli bir sure “gelir guvencesi”, “yeni bir ise yerlestirmeyi” ve issizlik donemi icinde “mesleki eğitim” sağlama gibi unsurları birlikte kapsamaktadır.75 Đssizlik sigortası, kanun kapsamına giren

Page 30: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

sigortalı isciler icin zorunlu tutulmus ve ulke düzeyinde uygulanmak uzere 1 Haziran 2002’de yururluğe girmistir.

Turkiye’de aslında issizlik yardımı (odeneği) kıdem tazminatı adıyla ilk kez 1936 tarihli Đs kanun’da yer almıs, 1960 ve sonrasında hazırlanan Đs Kanunlarında bu duzenlemeye devam edilmistir. 1475 sayılı Đs Kanunu’nda 1974 yılında yapılan değisiklikle kıdem tazminatına hak etmek icin calısılması gereken sure bir yıla indirilmiş ve kıdeme esas ucret tutarı da 15 gunden 30 gune cıkarılmıstır. Hazırlanan kanun gerekcelerinde kıdem tazminatının issizlikte ek bir guvence olduğu vurgulanmıstır. Ayrıca 1475 sayılı Đs Kanunu’nun 13. maddesinde hizmet akdinin feshinde isverenin ihbarda bulunması hukme bağlanmıstır. Đhbar suresi kıdeme gore 2 hafta ile 8 hafta arasında değismektedir. Đsveren bu ihbar suresine uymazsa bu sureyi karsılayacak ihbar tazminatı odemek zorundadır.

Ozellestirme uygulamalarının yarattığı issizliğin kişilerde yarattığı ekonomik sonuclarını hafifletmek uzere, 24.11.1994 tarihli 4046 sayılı Kanunla, ĐSKUR tarafından is kaybı tazminatı odenmesi, yeni bir is bulma, meslek gelistirme, edindirme ve yetistirme eğitimiverilmesi ve issizlik suresince hak sahiplerinin sosyal sigorta primlerinin odenmesi katkıları da duzenlenmistir. Aktif istihdam politikaları ise istihdam yaratmaya yönelik politikalardır.77 Aktif istihdam politikaları isgucu talebini arttırmaya ve issizliği onlemeye yonelik onlemler ile yeniden eğitim, erken emeklilik, isgucu hareketliliğini sağlayıcı olan bir cok onlem ve uygulamayı icermektedir78. Aktif istihdam politikalarının baslıca etkisi, issizlik surelerinikısaltarak bireylerin daha cabuk is bulmasını sağlamak olmaktadır.79 Turkiye’de aktif istihdam politikası uygulamalarından en önemli orneğini mesleki eğitim ve is arama yardımı merkezli politikalar olusturmaktadır. Buna gore mesleki eğitim kursları; Milli EğitimBakanlığı, ĐSKUR ve KOSGEB tarafından sağlanmaktadır. Yerel yonetimler de actıkları meslek kursları ile bu kurumlara destek olmaktadırlar80.Ayrıca ĐSKUR ve ozel istihdam buroları aracılığıyla da is bulma faaliyetlerine yardımcı olunmaktadır. Aktif istihdam politikalarına yonelik olarak ayrıca devletin yatırımları ve istihdamı arttırmaya yonelik tesvikler vermesini sağlayan yasal duzenlemeler yapılmaktadır. 21.1.1998 tarihli 4325 sayılı“Olağanustu Hal Bolgesinde ve Kalkınmada Oncelikli Yorelerde Đstihdam Yaratılması ve Yatırımların Tesvik Edilmesiyle Đlgili Kanun” gelir ve kurumlar vergisi vb. gibi istisnalar sağlayarak, yatırımları tesvik etmeye matuf, bu bolgede istihdam sağlamaya yonelikduzenlenen ilk kapsamlı duzenlemeyi olusturmustur. Daha sonra cesitli yasal duzenlemelerle (4747 sayılı Kanun, 5084 sayılı Kanun, 5350 sayılı Kanun)* istihdam tesvik edilmeye calısılmıstır.

7- Gelir Dağılımı ve Yoksulluk

Gelir, mal veya hizmet üretimi sonucunda ortaya çıkan ayni ya da nakdi getiri olarak tanımlanabilir. Gelir dağılımı da mal veya hizmet üretimi sonucunda ortaya çıkan gelirin bireyler arasındaki dağılımını ifade etmektedir. Bireylerin üretimden elde edilen gelirden aldıkları pay, yani gelir dağılımı sonucunda kendilerine düflen gelirin düzeyi ise bu bireylerin söz konusu üretim sürecinde sahip oldukları role, öneme ve ağırlığa göre değişlmektedir.

Gelir Dağılımı ve YoksullukBelirli bir millî gelir düzeyinde, bir ülkenin gelir dağılımının yapısı, o ülkedeki yoksulluk düzeyini doğrudan belirlemektedir. Örneğin, Brezilya’da olduğu gibi, göreceli olarak yüksek bir kişi başı millî gelire sahip olan ülkelerdeki adaletsiz gelir dağılımı bu toplumlarda yoksulluğun önemli boyutlarda olmasına neden olmaktadır. Öte yandan, Kosta Rika, Brezilya ile aynı düzeyde kişi başı millî gelire sahip olmasına rağmen gelir dağılımının daha düzgün

Page 31: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

olması sebebiyle bu ülkede yoksulluk Brezilya’ya oranla daha azdır. Yine, bir ülkede sağlanan ekonomik büyümenin yoksulluğu azaltma derecesi de ülkedeki gelir dağılımı yapısına bağlıdır. Buna göre, ekonomik büyümedeki 1 puanlık artış, gelir dağılımında adaletsizlik olan Zambiya’da yoksulluk düzeyini sadece %0.21 oranında azaltırken, gelir dağılımı göreceli olarak daha adaletli olan Malezya’daki yoksulluk düzeyini tam %3.4 oranında azaltmaktadır.

8- Sosyal Güvenlik

Sosyal güvenlik bireyi tüm yaşamı boyunca yakından ilgilendirmektedir. Sosyal güvenlikle

insan arasındaki bağ, birey daha anne karnında iken başlamakta ve çocukluk, gençlik ve

yaşlılık dönemlerinde devam etmektedir. Sosyal güvenlik, sosyal riskler için var olmuş bir

unsurdur. Bu riskler, herhangi bir tehlikeden farklı olan ve sosyal güvenliğin amacı

bakımından önem taşıyan tehlikelerdir. Sosyal rizikonun, ne zaman gerçekleşeceği

bilinmemekle beraber, ileride gerçekleşmesi olası veya kesin olan ve buna uğrayan bireyin

mal varlığında eksilmeye yol açan olay şeklinde tanımlanabilir. Sosyal güvenliğin sağlanması

için bazı teknik uygulamalara veya yöntemlere ihtiyaç duyulmaktadır. Sosyal güvenlik

hedeflerinin gerçekleştirilmesinde kullanılan finansman yöntemleri; kapitalizasyon ve dağıtım

yöntemleridir. Bu çalışmanın amacı sosyal güvenliğin finansman yöntemleri ve sorunları

hakkında bilgi sunmaktır.

12- Dezavantajlı Gruplara Yönelik Sosyal Politikalar

      -Özürlüler

BM verilerine göre özürlüler dünya nüfusunun %10’unu oluşturmakta, özürlülerin %80’ini gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır. Ancak dezavantajlı gruplar içinde en büyük gruplardan biri olan özürlülere yöneliksosyal politikaların oluşturulması oldukça zaman almış, XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren özürlülere yönelik sosyal politikalar gelişmiş ülkelerde gündeme gelmeye başlamıştır. Günümüzde ise işgücü niteliği taşıyan özürlülere fırsat eşitliği çerçevesinde çalışma hakkı ve olanağı tanımak, işgücü niteliği taşımayan veya bakıma muhtaç durumda olan özürlüleri sosyal güvenlik veya sosyal bakım hizmetleri kapsamına almak, özürlülere yönelik sosyal politikaların temel amaçlarından biri hâline gelmiştir. Özürlülerin en önemli sorunlarından biri olan istihdam sorununu çözebilmek amacıyla gelişmiş ülkelerde çeşitli sosyal politikalar oluşturulmaktadır. Bu doğrultuda; özürlüleri istihdam edilebilir hâle getirilmek amacıyla özürlülere tıbbi tedavi ve tıbbi ve mesleki rehabilitasyon uygulanmakta, özel eğitim veya temel eğitim verilmektedir. İşverenlerin özürlü istihdamını sağlamak amacıyla da kanunlarla belli sayıda işçi çalıştıran işverenlere, belli sayı veya oranda işçi çalıştırma zorunluluğu

Page 32: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

getirilmesi (kota sistemi), bazı iş ve mesleklerin ülke çapında sadece özürlülere ayr›lmas› (tahsis yöntemi), baz› ifl ve mesleklerin kanunlarla belirleneniflyerleri, çal›flma kolu veya mevkileri için özürlülere tahsis edilmesi (s›n›rl› tahsisyöntemi), özürlülere ifle girmekte öncelik ve tercih olana¤› verilmesi ( öncelik vetercihlerin tahsisi yöntemi), iflverenlerin iflçi talepleri ile bofl ifllerini zorunlu olarakbir kuruma bildirmeleri ve kurumun bu talep ve bofl ifller do¤rultusunda özürlüleriifle yerlefltirmesi, özürlü iflçi çal›flt›ran iflverenlere tazminat ödenmesi, vergi muafiyetigetirilmesi, evde çal›flma (Alkan Meflhur, 2004) tele çal›flma gibi çal›flmayöntemlerinin teflvik edilmesi söz konusudur.

Özürlülerin korunmas› ile ilgili olarak uluslararas› örgütlerin farkl› tarihlerdeoluflturduklar› çok say›da belge bulunmaktad›r. BM’nin özürlülerle ilgili önemlibelgeleri aras›nda ‹nsan Haklar› Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesi, EkonomikSosyal ve Kültürel Haklar Sözleflmesi’nin 6. ve 12. maddeleri, 20.12. 1971 tarihli ZihinselÖzürlülerin Haklar›na ‹liflkin Bildirge, 09.12.1975 tarihli Özürlü Haklar› Bildirgesi,03.12.1982 tarihli Özürlüler ‹çin Dünya Eylem Program›, 20.11.1989 tarihliÇocuk Haklar› Sözleflmesi’nin 23.maddesi, 20.12.1993 tarihli Özürlüler ‹çin F›rsatEflitli¤i Konusunda Standart Kurallar ve 13.12.2006 tarihli Engelli Kiflilerin Haklar›Sözleflmesi say›labilir. ILO’nun özürlülerle ilgili önemli belgeleri aras›nda 22.06.1955tarih ve 99 say›l› Özürlülerin Mesleki Rehabilitasyonu Hakk›nda Tavsiye Karar›,01.06.1983 tarih ve 159 say›l› Özürlülerin Mesleki Rehabilitasyonu ve ‹stihdam›Hakk›nda Sözleflme ve 21.06.1988 tarih ve 168 say›l› Özürlülerin Mesleki Rehabilitasyonuve ‹stihdam› Hakk›nda Tavsiye Karar› bulunmaktad›r. Avrupa Konseyibelgelerinden Gözden Geçirilmifl Avrupa Sosyal fiart›’n›n 15. maddesinde ve AvrupaKentsel fiart›’nda özürlülere yönelik düzenlemeler yer almaktad›r. Türkiye’de özürlülere yönelik sosyal politikalar›n kapsam› henüz s›n›rl›d›r.Özürlü çal›flt›r›lma zorunlulu¤u ilk olarak 20.04.1967 tarih ve 854 say›l› Deniz ‹flKanunu ile getirilmifl, 12.08.1967 tarih ve 931 say›l› ‹fl Kanunu ile 25.08.1971 tarihve 1475 say›l› ‹fl Kanunu’nda kota sistemine yer verilmifltir. 2022 say›l› 65 Yafl›n›Doldurmufl Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandafllar›na Ayl›k Ba¤lanmas›Hakk›ndaki Kanun ile iflsiz özürlüler ve 65 yafl üzerindeki yafll›lar belli bir gelirekavuflturulmufltur. 1982 Anayasas›’n›n 10., 50., 61/2 ve 42/7. maddelerinde deözürlülerle ilgili düzenlemelere yer verilmifltir. 4216 say›l› Yetki Kanunu’na dayal›olarak ç›kar›lan 571 say›l› Özürlüler ‹daresi Baflkanl›¤› Teflkilat ve Görevleri Hakk›nda Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 1981 y›l›nda kurulan Sakatlar› KorumaMilli Koordinasyon Kurulu kapat›lm›fl, 1997 y›l›nda Baflbakanl›k Özürlüler ‹daresi Baflkanl›¤› (ÖZ‹DA) oluflturulmufltur. Ayn› yetki kanununa dayan›larak çıkarılan 572 say›l› Baz› Kanunlarda De¤ifliklik Yap›lmas›na ‹liflkin Kanun HükmündeKararname ile çok say›da kanunun ilgili maddelerinde özürlülere yönelik düzenlemeve de¤ifliklik yap›lm›flt›r. Özürlülere yönelik en önemli düzenleme01.07.2005 tarih ve 5378 say›l› Özürlüler ve Baz› Kanun ve Kanun Hükmünde KararnamelerdeDe¤ifliklik Yap›lmas› Hakk›nda Kanun ile gerçeklefltirilmifltir..

      -Kadınlar

Kadınlar tarihin her döneminde çalışma yaşamında sürekli olarak yer almış ancak ücretli işçi olarak çalışma yaşamına Sanayi Devrimi ile birlikte girmişlerdir. Bu dönemde kadınların çalışma yaşamına girmelerinde ekonomik nedenler, gelişen teknoloji, dokuma sektöründe

Page 33: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

erkeklere göre işveren açısından daha fazla tercih edilmeleri önemli rol oynamıştır. Ancak kadınların düşük ücret, uzun çalışma süreleri ve ağır çalışma koşulları altında çalıştırılmaları toplumsal tepkilere neden olmuş, bu tepkiler üzerine İngiltere’den başlamak üzere diğer Avrupa ülkelerinde kadınların çalışma yaşamında özel olarak korunmaları ile ilgili hukuki düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır. Bunları uluslararası alanda yapılan ancak uygulanamayan bazı düzenlemeler izlemiştir.

Kadın işgücü kullanımı XIX. yüzyılın sonunda metalürji, araba, kimya gibi ağır sanayilerdeki gelişmelere bağlı olarak geçici bir süre sınırlanmış, buna karşılık I. Dünya Savaş sırasında savaş koşulları nedeniyle kadınlar tüm iş kollarında çalışmak zorunda kalmışlardır. Savaş sonrasında ise yeni iş kollarına ve ticarete girmişlerdir. Ancak bu defa 1929 ekonomik bunalımı kadınların istihdamını olumsuz yönde etkilemiştir. II. Dünya Savaşı ilebirlikte kadınlar yeniden erkeklerin yerine istihdam edilmişlerdir. I. ve II. Dünya Savaşları kadınların statüsünü etkilemiş, kadın-erkek eşitliğine yönelik akımlar güç kazanmaya başlamıştır. Geçmişten günümüze tüm dünyada kadınlar çalışma yaşamına katılma ve çalışma yaşamında başarılı olma konusunda çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu sorunlardan bir bölümü cinsiyet ayrımcılığından bir bölümü iş- aile sorumluluklarının dengelenmesindeki zorluklardan kaynaklanmaktadır. Kadınların çalışma yaşamında karşılaştıkları cinsiyet ayrımcılığı uygulamaları eş ve meslek seçiminde, işe alınma, iş sırasında ve iş ilişkisinin sona ermesi aşamalarında ortaya çıkmaktadır.

Türkiye’de kadın işçileri korumaya yönelik ilk düzenleme ise 24.04.1930 tarih 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile yapılmıştır. Daha sonra 03.06.1936 tarih ve 3008 sayıl› iş Kanunu’ndan itibaren tüm iş kanunlarında kadın işçileri korumaya yönelik düzenlemelere yer verilmiştir. 1961 Anayasası’nda kadınların çalışma koşulları bakımından özel olarak korunacaklar› belirtilmiş, 1982 Anayasa’nın 10. maddesinde eşitlikle ilgili genel düzenleme içinde cinsiyet kavramına da yer verilmiştir. 07.05.2004 tarihinde 5170 sayılı Kanun’la bu maddeye “kadın ve erkek eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçirilmesini sağlamakla yükümlüdür” fıkrası ile 07.05.2010 tarih ve 5982 sayılı Kanun’la “bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı yorumlanamaz” ek cümlesi eklenmiştir. Ayrıca Anayasa’nın 50. maddesinde kadınların çalışma koşulları bakımından özel olarak korunmaları, 70. maddesinde kamu hizmetlerine girme hakkı ve ayrımcılık yasağı ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır.

      -Gençler

Günümüzde evrensel olarak kabul edilmiş çocuk ve genç kavramı bulunmamakta, toplumların yapılarına, kültürlerine, inançlarına, ekonomilerine göre farklı tanımlar yapılabilmektedir. Genel olarak çocukluk dönemini gençlik döneminden ayırmak amacıyla yaş faktörü kullanılmakta ancak yaş faktörü de ülkelere, cinsiyete, kır ve kente göre değişebilmektedir. Yaş sınırının belirlenmesi konusunda da uluslararası belgelerde farklılıklar bulunmaktadır. Çalışma yaşamı açısından konu ele alındığında; çocuk işçi ve genç işçi kavramları konusunda da görüş birliği bulunmamakta, uluslararası örgütlerin çocuk ve genç işçi tanımında esas aldıkları yaş sınırı farklılık göstermektedir. Hatta aynı uluslararası örgüt tarafından oluşturulan sözleşmelerde bile çocukların asgari çalıştırılma yaşı ile ilgili olarak farklı zamanlarda farklı yaş sınırı belirlenebilmektedir. ILO 138 sayılı istihdama Kabulde Asgari Yaş Sözleşmesi’nde en az çalıştırılma yaşı 15 olarak kabul edilmiş, ülkelere belli koşulların varlığı halinde en az çalıştırılma yaşını bu yaşın altında belirleyebilmeleri konusunda esneklik

Page 34: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

tanınmıştır. Gelişmiş ülkelerde genç işçi tanımında alt sınır genellikle zorunlu eğitim yaşının sona erdiği yaş kabul edilmiştir. Üst sınır ise değişebilmektedir. Ancak BM ve Avrupa ülkelerinin büyük bölümünde 15-24 yaş arasında olanlar genç işçi olarak kabul edilmektedir.Çocukların ve gençlerin çalışma yaşamında korunması ulusal ve uluslararası belgelerde geniş bir biçimde düzenlenmektedir. Kanunlarda ve uluslararası belgelerde; en az çalıştırılma yaşının belirlenmesi, çocukların ve gençlerin çalıştırılabilecekleri işler, çalışma, dinlenme süreleri ve sağlık açısından korunmaları, öğrenimhakları, çocukların ve gençlerin işyerinde şiddet, taciz ve sömürüye karşı korunmalarına yönelik çeşitli düzenlemeler yer almaktadır. Çocuklar ve gençlerle ilgili BM belgeleri arasında; insan Hakları Bildirgesi’nin 25/2. ve 26/1. maddeleri, Ekonomik Sosyal Kültürel Haklar Sözleşmesi’nin 10/3. maddesi, 20.11.1959 tarihli Çocuk Haklar› Bildirisi’nin 7. ve 9. maddeleri ile 20.11.1989 tarihli Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde düzenlemeler bulunmaktadır. ILO günümüze kadar çocukların ve gençlerin korunması ile ilgili çok sayıda sözleşme ve tavsiye kabul etmiştir. Sözleşmeler; en az çalıştırma yaşı, çalışma koşulları, sağlık muayeneleri, sağlık ve güvenlik, gece ve yer altı çalışması ile mesleki eğitim konularında çocukları ve gençleri koruyucu düzenlemeler getirmektedir.Türkiye’de ise çocukların çalışma yaşamında korunması ile ilgili ilk düzenleme 151 sayılı Kanun’la 1921 yılında yapılmıştır. Daha sonra 3308 sayılı iş Kanunu ve diğer kanunlarda çocuklar ve gençlerin çalışma yaşamında korunması ile ilgili çeşitli düzenlemelere yer verilmiştir. 1961 Anayasası’nda çocuklar ve gençlerin çalışma koşulları bakımından özel olarak korunacaklar› belirtilmiş, 1982 Anayasası’nın 10. maddesine 07.05.2010 tarih ve 5982 sayılı Kanun’la eklenen fıkra ile çocuklar için alınacak tedbirlerin eşitlik ilkesine aykırı sayılamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 50. maddesinde de kimsenin yaşına, cinsiyetine ve gücüne uygun olmayan işlerde çalıştırılamayacağı, küçüklerin çalışma koşulları bakımından özel olarak korunacakları belirtilmiştir. Hâlen Anayasa’nın dışında çok sayıda kanun, tüzük ve yönetmelikte çocukların ve gençlerin çalışma yaşamında korunmaları ile ilgili düzenlemeler bulunmaktadır. Çocuk işçiliğin önlenmesi amacıyla Türkiye 1992 yılında IPEC Projesi’ne katılmış, program kapsamında çeşitli projeleri uygulamaya koymuştur.

      -Eski Hükümlüler

Eski hükümlü, genel olarak ifllemifl oldu¤u herhangi bir suçtan dolay› hakk›ndamahkumiyet karar› kesinleflerek hürriyeti ba¤lay›c› cezaya mahkum olduktan sonracezas›n› tamamlayarak, cezaevinden ç›kan ve hükümlülük niteli¤i ortadan kalkankifli olarak tan›mlanabilir (Bedük, 2010: 49).Eski hükümlülerin en önemli sorunlar›n›n bafl›nda iflsizlik gelmektedir. Eski hükümlülerinifl bulmalar› ço¤unlukla bu kifliler yeterli vasfa sahip olmad›klar› için oldukçagüçtür. Bu nedenle eski hükümlülere vas›f kazand›r›lmas› önem kazanmakta,bu amaçla eski hükümlüler genelde infaz kurumlar›ndaki süreleri s›ras›nda temele¤itim, orta veya yüksek e¤itim ile mesleki e¤itime tabi tutulmaktad›rlar (Koçakve Altun, 2010: 101-102 ). Eski hükümlülerin çal›flma yaflam›nda baflar›l› olmalar›ve toplumla bütünleflmeleri için ise sosyal rehabilitasyon büyük önem tafl›makta,bu amaçla çeflitli ülkelerde farkl› uygulamalara baflvurulmaktad›r (fiahin, 2002:12-14). Ancak eski hükümlülerin ifl piyasas› için gerekli vasfa sahip olmalar› hâlindebile toplumun ve iflverenlerin önyarg›lar› nedeniyle ifl bulmalar› oldukça güçtür.Bu nedenle özürlüler gibi eski hükümlüler için de kanunlarla kota sistemi veyaiflverenleri eski hükümlü çal›flt›rmaya özendirici tedbirler getirilmekte, kendi ifllerinikurmalar› için parasal, ayni ve teknik destek sa¤lanmaya çal›fl›lmaktad›r (Altan,2010: 203).

Page 35: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

Türkiye’de eski hükümlülere vas›f kazand›rmaya yönelik e¤itim programlar› ileonlar›n çal›flma yaflam›nda korunmalar› ile ilgili düzenlemeler henüz yetersizdir.Hâlen 4857 say›l› ‹fl Kanunu’nun 30. maddesinde sadece kamu sektörü için %2 oran›nda eski hükümlü çal›flt›rma zorunlulu¤u (kota) getirilmekte, kamu iflverenlerininçal›flt›rmakla yükümlü olduklar› iflçileri ‹fiKUR arac›l›¤›yla sa¤lamalar› öngörülmektedir.Bu iflçilerin nitelikleri, hangi ifllerde çal›flt›r›labilecekleri, bunlar›n iflyerlerindegenel hükümler d›fl›nda ba¤l› olacaklar› özel çal›flma ile mesle¤e yöneltilmeleri,mesleki yönden ifle nas›l al›nacaklar› ise hâlen iki ayr› yönetmelik çerçevesinde

düzenlenmektedir.

      -Yaşlılıar

Yaşlılık; çocuk ve gençlikten sonra yaşamın kaçınılmaz son evresidir. Çocuk ve genç kavramı gibi genel kabul gören bir yaşlılık tanımı bulunmamaktadır. Yaşlılık kavramı toplumlara, kişilere ve zamana göre değişebilmekte, iklim, çevre, beslenme, yapılan işin niteliği, yaşam şekli, cinsiyet, kalıtım, kültürel özellikler genel bir yaşlılık tanımının yapılmasını engellemektedir. Çalışma ekonomisi alanında 65 yaş yaşlılığın başlangıcı olarak genel kabul görmektedir. Yaşlıların korunması ile ilgili uluslararası belgeler diğer dezavantajlı gruplara göre sınırıdır. Yaşlılarla ilgili önemli uluslararası belgeler arasında BM insan Hakları Bildirgesi’nin 25. maddesi, Yaşlılık ilkeleri, Avrupa Konseyi’nin Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın 23. maddesi ve Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı’nın 25. maddesi sayılabilir. Dünyada yaşlılara yönelik sosyal politikaların kapsamı ülkelerin ekonomik, sosyo-kültürel yapılarına ve zamana göre farklılık göstermektedir. Günümüzde gelişmiş ülkelerde yaşlılara yönelik sosyal politikaların temel amacı; yaşlıların ve ailelerinin yaşam kalitelerinin arttırılması, kişilerin sağlıklı ve başarılı yaşlanarak toplumsal yaşama daha aktif şekilde katılmalarının sağlanmasıdır.Dünyada yaşlılara yönelik sosyal politikalar arasında; yaşlılık sigortası, sosyal güvenlik garantisi olmayan veya gelir yetersizliği nedeniyle yoksul duruma düşen belli bir yaşın üzerindeki yaşlılara bu durumları devam ettiği sürece sürekli gelir veya aylık bağlanması, yaşlılara temel gereksinimlerini karşılamak üzere sürekli olmayanparasal yardım veya ayni yardımlar yapılması, muhtaç durumda olan yaşlılara başta sağlık hizmeti olmak üzere sosyal hizmetler sunulması sayılabilir.Yaşlılara sunulan sosyal hizmetler arasında kurumsal bakım hizmetleri büyük önem taşımaktadır. Kurumsalbakım hizmetleri; huzurevi, yaşlı bakımevi, sokak yaşlıları yardım evi, yaşlı apartmanları, yaşlı köyleri gibi kurumlar aracılığıyla verilmektedir. Bu kurumlar hukuki düzenlemeler çerçevesinde merkezî veya yerel yönetimler, özel kişiler, vakıflar, dernekler tarafından kurulabilmektedir. Türkiye’de yaşlılara yönelik sosyal politikaların kapsamı henüz sınırlıdır. Yaşlılara yönelik politikalar arasında yaşlılık sigortası önem taşımakta, buna ek olarak sayıları 170’i aşan kurum ve kuruluş tamamlayıcı sosyal güvenlik kurumu olarak üyelerine ek garanti sağlamaktadırlar. 28.03.2001 tarih ve 4632 sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu ile de Bireysel Emeklilik şirketleri oluşturulmuştur. Ayrıca 01.07.1976 tarih ve 2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkındaki Kanun ile 65 yaşını doldurmuş, hiçbir gelire sahip olmayan, muhtaçlığını kanıtlayan, Türk vatandaşlarına hayatta kaldıkları süre içinde aylık bağlanmaktadır. 29.05.1986 tarih ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu’nun belirlediği özelliklere sahip olan yaşlılar da herhangi bir yaş sınırı olmadan kanunun öngördüğü yardımlardan yararlanabilmektedirler. 18.06.1992 tarih ve 3816 sayılı Tedavi Giderlerinin Yeşil Kart Verilerek Devlet Tarafından Karşılanması Hakkındaki Kanun

Page 36: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

ile kanunun öngördüğü özelliklere sahip olan muhtaç yaşlı Türk vatandaşlarına yeşil kart uygulaması ile karşılıksız sağlık hizmeti sunulmaktadır.

      -Göçmenler

Uluslararas› göçün geçmifli insanl›k tarihi kadar eskidir. Tarihin her dönemindeinsanlar ekonomik, siyasi, demografik veya co¤rafik nedenlerle bir ülkeden di¤erinegöç etmek zorunda kalm›fllard›r (Kartal, 2008: 24-25) . Günümüzde bu göç dalgas›bütün h›z› ile devam etmektedir. 2050 y›l›nda göçmen say›s›n›n 230 milyonaç›kaca¤›, dünya nüfusunun %2,6’s›n›n göçmenlerden oluflaca¤› tahmin edilmektedir(Gökbayrak, 2006: 8).Uluslararas› göç; göç alan ve veren ülkeler aç›s›ndan ekonomik, siyasi, sosyokültürelsonuçlar do¤urmaktad›r. Bu nedenle ülkeler; uluslararas› göç politikalar›-n› göç konusundaki temel öncelikleri ile ülkenin ekonomik, sosyal, istihdam, ticaret,sa¤l›k, kültür ve güvenlik politikalar› çerçevesinde belirlemektedirler. Genelolarak ülkelerin uluslararas› göç politikalar› göç alma ve ülkedeki göçmenlerle ilgilidüzenlemelerle, göç verme ve göç verilen ülkelerdeki vatandafllarla ilgili düzenlemelerikapsamaktad›r. Göç alma politikalar›; göç kontrolü politikalar› ve göçmenpolitikalar›ndan oluflmaktad›r. Göç verme politikas› ise ülke vatandafllar›n›n di¤er bir ülkeye gönderilmesi ile ilgili kurallar›n belirlenmesi ile göçün ekonomikve sosyal maliyetlerinin azalt›lmas›n› öngören düzenlemeleri içermektedir (Somuncu,2006: 20-28).Göçmen iflçilerin göç ettikleri ülkede çal›flma yaflam›ndaki konumlar› ve karfl›-laflt›klar› sorunlar onlar›n göç ettikleri ülkeye gelifl flekillerine ve sahip olduklar› vas›f düzeyine göre de¤iflmektedir. Göç ettikleri ülkenin mevzuat›na uygun olarakoturma ve çal›flma iznine sahip olan veya vatandafll›k hakk› kazanan, nitelikli göçmeniflçilerin çal›flma yaflam›nda karfl›laflt›klar› sorunlar nispeten daha s›n›rl›d›r.Buna karfl›l›k hukuka ayk›r› olarak ülkeye girmifl ve çal›flmakta olan yasa d›fl›/kaçakgöçmen iflçiler (Gökbayrak, 2006 (1); Civan ve Gökalp, 2011: 247), nitelikli olsalarbile genellikle yerli iflçilerin çal›flmak istemedikleri niteli¤i düflük, en kirli, ena¤›r, en tehlikeli ifllerde, çok uzun çal›flma süreleri ile geçici veya belirli süreli sözleflmelerle,ço¤unlukla tafleron iflçisi olarak, kay›t d›fl›, düflük ücretle çal›flmak zorundakalmaktad›rlar. Yapt›klar› ifllerin niteli¤i nedeniyle bu iflçiler ifl sa¤l›¤› ve güvenli¤i alan›nda çeflitli risklerle karfl› karfl›ya kalmakta, fiziksel fliddet ve cinsel tacizeu¤ramaktad›rlar (Civan ve Gökalp, 2011: 247).Göçmenlerin korunmas›na yönelik olarak çeflitli uluslararas› örgütler taraf›ndançok say›da uluslararas› program ve sözleflme oluflturulmufltur. Bu çerçevedeBM belgeleri aras›nda; Birleflmifl Milletler Anlaflmas›’n›n Amaçlar› ve ‹lkeleri bafll›kl›1. bölümünün 3. maddesi, ‹nsan Haklar› Evrensel Bildirgesi’nin 13/1. ve 23. maddeleri,28.07.1951 tarihinde imzalanan Mültecilerin Hukuki Statüsü ‹le ‹lgili CenevreSözleflmesi ve Mültecilerin Hukuki Statüsüne ‹liflkin 1967 Protokolü, 06.06.1960tarihinde yürürlü¤e giren Vatans›zlar›n Statüsüne Dair Sözleflme, 18.11.1990 tarihliTüm Göçmen ‹flçilerin ve Ailelerinin Haklar›n›n Korunmas›na Dair Sözleflme say›-labilir (Alpar, 2000; Civan ve Gökalp, 2011: 237-238). ILO’nun önemli belgeleriaras›nda; 05.06.1926 tarihinde kabul edilen Göçmen Tafl›yan Gemilerin DenetimiHakk›nda 21 say›l› Sözleflme, 22.6.1935 tarihinde kabul edilen Göçmenlerin EmeklilikHakk›n›n Korunmas› Hakk›nda 48 say›l› Sözleflme, 01.07.1949 tarihinde kabuledilen, 97 say›l› ‹stihdam Amac›yla Göç Hakk›nda Sözleflme, 86 say›l› ‹fl ‹çin GöçTavsiye Karar›, 24.06.1975 tarihinde kabul edilen, 143 say›l› Kötü Koflullarda Göç

Page 37: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

ve Göçmen ‹flçilere F›rsat ve Muamele Eflitli¤inin Sa¤lanmas› Sözleflmesi, 151 say›-l› Tavsiye Karar› ve 22.06.1962 tarihinde kabul edilen Sosyal Politika Hakk›nda 117say›l› Sözleflme’nin 3. bölümü yer almaktad›r. Göç alan ve veren bir ülke olarak Türkiye’de göçmenlik 26.09.2006 tarih ve5543 say›l› ‹skan Kanunu ile düzenlenmifltir. Bu kanuna göre göçmen, “Türk soyundanve Türk kültürüne ba¤l› olup, yerleflmek amac›yla tek bafl›na veya topluhalde Türkiye’ye gelip bu kanun gere¤ince kabul olunanlar›” ifade etmektedir. Bukanun d›fl›nda 29.05.2009 tarih ve 5901 say›l› Türk Vatandafll›¤› Kanunu Türk vatandafl›tan›m›n›n kapsam› d›fl›nda kalan bu nedenle yabanc› olarak tan›mlanan geniflbir kitleyi içermektedir. Türk hukukunda ba¤›ml› ve ba¤›ms›z statüde yabanc›-lar›n (göçmen iflçi) Türkiye’de çal›flabilmeleri 27.02.2003 tarih ve 4817 say›l› Yabanc›lar›n Çal›flma ‹zinleri Hakk›ndaki Kanun (YÇ‹HK) uyar›nca Türkiye’nin tarafoldu¤u ikili veya çok tarafl› sözleflmelerde aksi öngörülmedikçe çal›flma izni almaflart›na ba¤lanm›flt›r (Civan ve Gökalp, 2011: 240). YÇ‹HK göre çal›flma izinleri süreli,süresiz, ba¤›ms›z ve istisnai çal›flma izinleri olmak üzere dört çeflit olup izinlerÇal›flma ve Sosyal Güvenlik Bakanl›¤› taraf›ndan verilmekte ve uzat›lmaktad›r.Çal›flma izninden muaf tutulan yabanc›lar ise YÇ‹HK Uygulama Yönetmeli¤i’nin55. maddesinde belirtilmifltir (Civan ve Gökalp, 2011: 241). Süreli, süresiz ve ba-¤›ms›z çal›flma izni verilenlerle, muafiyet kapsam›nda olan yabanc›lar›n çeflitli kanunlardayer alan düzenlemeler çerçevesinde Türk vatandafllar›na ayr›lm›fl ifl vemesleklerde çal›flmalar› söz konusu de¤ildir. Çal›flma hakk›na sahip olan yabanc›-lar›n sosyal güvenlik hakk› ve istisnalar› 5510 say›l› Sosyal Sigortalar ve Genel Sa¤-l›k Sigortas› Kanunu’nda düzenlenmektedir. Sa¤l›k sigortas›ndan yabanc›lar›n yararlanmalar›Türkiye ile sosyal güvenlik sözleflmesi bulunan ve bulunmayan ülkeleregöre farkl›l›k göstermektedir. ‹flsizlik sigortas›ndan yararlanma konusunda kanunlardaöngörülen koflullar›n yerine getirilmesi yeterli olmaktad›r (Bayhan, 2011:125, 141-142, 150, 158). Türkiye’de çal›flma izni olmayan yabanc›lara yönelik düzenlemelerise çok s›n›rl›d›r. YÇ‹HK iflverenlerin yabanc› kaçak iflçi çal›flt›r›lmalar›-n› önlemek amac›yla çal›flma izni olmadan çal›flan yabanc›lara ve bu yabanc›lar›çal›flt›ran iflveren ve iflveren vekiline yönelik baz› yapt›r›mlar öngörmüfltür (Civanve Gökalp, 2011: 240-244). Hâlen Türkiye’deki kaçak göçmen iflçi say›s› konusundakesin bilgi bulunmamaktad›r. Türkiye’de kaçak/düzensiz göçmen iflçilerin çal›flt›klar› sektörler ve bölgeler geldikleri ülkelere göre de¤iflmekle birlikte belli bölgeve di¤er ülkelere benzer baz› sektör ve ifllerde yo¤unlaflt›klar› görülmektedir.Türkiye’deki kaçak göçmen iflçilerin büyük bölümü genç ve özellikle Do¤u Avrupa’dan

gelenlerin e¤itim seviyesi yüksektir

 

11- Küreselleşme ve Refah Devletinin Krizi

NEO-LİBERALİZM VE REFAH DEVLETİ İLİŞKİSİ Birçok düşünür son çeyrek yüzyıl boyunca refah devleti ile ilgili olarak ortaya çıkan sorunları küreselleşme olgusu ile açıklamaktadır. Küreselleşme sürecinin ulus devletlerin iç ekonomik politikada karar alma süreçlerindeki takdir yetkisini ortadan

Page 38: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

kaldırdığı ifade edilmektedir (Pierson, 1998: 785). Ancak küreselleşmeyi de harekete geçiren dinamiklerin neler olduğu sorgulandığında karşımıza neo-liberal politika ve uygulamaların çıktığı gözlenmektedir. Temel dayanak noktasını “bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler” sloganından alan ve esas olarak bireysel özgürlük anlayışına dayanan liberalizm (Hayek, 1999: 171) 1945’li yıllardan sonra yaşanan ekonomik ve sosyal göstergeler yolu ile değişime uğramıştır. Uygulanmaya konmaya başlayan neo-liberal politikalar ile birlikte piyasada rekabetin ve ekonominin ön plana çıktığı, dolayısıyla da insana yönelik harcamaların ekonomik yarışa engel olduğu görüşü ağır basmaya başlamıştır. Böylesi bir görüş ağır basmış olsa da küreselleşme sürecinin refah devleti üzerine olan etkileri konusunda sosyal bilimler literatüründe var olan ve bizim burada zikretmemiz gereken iki görüş vardır. Bunlardan ilki, etkinlik hipotezi (efficiency hypothess) dir. Bu görüş, yeni dönem ile birlikte bir paradigma kayması yaşandığını ve buna bağlı olarak da refah devletinden rekabet devletine doğru bir dönüşümün gerçekleştiğini ileri sürmektedir. Tanzim hipotezi (compensation hypothess) olarak bilinen ikinci yaklaşıma göre ise küreselleşmenin bugüne kadar refah devleti üzerinde ciddiye alınabilecek olumsuz bir etkisi olmamıştır (Özdemir, 2007:228-229). Ancak var olan bu iki görüşe rağmen yapılan araştırmalar göstermektedir ki, az ya da çok küreselleşme ve neo-liberal politikaların refah devleti uygulamalarında olumsuz etkileri vardır. Gündeme gelen böylesi bir durum neticesinde de neo-liberalizmin yalnızca bir düşünceler doktirininden ibaret olmadığı söylenebilir. Neo-liberalizm, aynı zamanda toplumun yeniden inşasına yönelmiş siyasal ve toplumsal bir program olma anlamına da gelmektedir (Çoban, 2002:125). Toplumsal siyasalar alanından devletin gücünün sarsılması ile birlikte ekonomik arenada ulus ötesi kuruluş ve antlaşmaların egemen olması söz konusu olmuştur. Dolayısıyla yaşanan bu değişmelere bağlı olarak çok genel bir ifade ile liberalizmin kapitalist dünyanın, neo-liberalizmin ise küresel dünyanın ideolojisi olduğu söylenebilir. Savaş sonrası dönemde gündeme gelmeye başlayan Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Uluslar arası Para Fonu (IMF), Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Teşkilatı (OECD) gibi neo-liberal kurumlar ile birlikte Hizmet Ticareti Genel Antlaşması (GATS), Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Antlaşması (GATT) gibi ulus-ötesi uygulamalar piyasaların serbestleşmesini sağlayarak uluslar arası sermaye ve ticaretin önündeki tüm engelleri ortadan kaldırmayı amaç edinmişlerdir. Özellikle de II. Dünya Savaşının ardından başkan Roosevelt savaş sonrası ekonomik düzenin kurallarını belirlemek ve Avrupa ülkelerinin içine düştüğü ekonomik bunalımı atlatmak üzere doğrudan yardım yapmak yerine bir takım kurumlar aracılığı ile IMF ve Dünya Bankasının(DB) kurulmasını kararlaştırmıştır. 1970’li yıllara gelindiğinde ise bu kuruluşların verdiği kredilerin faizleri inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Hatta bu dönemde Dünya Bankası verdiği kredilerden daha fazla gelir elde etmeye başlamıştır (Toussaint, 1999: 328). Özelikle de 1973 yılında petrol ihraç eden ülkelerin örgütü olan OPEC’in ham petrolün fiyatını dört kat artırması ile bir petrol krizi baş göstermiştir (Shutt, 2003: 40). Petrol fiyatları artışından kaynaklanan bunalım sonucunda devlet müdehalelerinin azaltılması ve devletin ekonomik/sosyal yaşama daha az karışacak şekilde küçültülmesi talepleri gündeme gelmiştir. Çünkü Avrupa menşeili olarak yükselen sosyal devlet anlayışı krizin nedeni olarak kabul edilerek, neo-liberal politikaların hedefi konumuna gelmiştir. Neo-liberal politika ve kurumlar sosyal devlet anlayışına karşı mücadele ederek, politikalarını hayata geçirmişlerdir. Sosyal devlet unsurlarının ortadan kaldırılmasının gerekçeleri, ülkelerin borç krizi ve çalışanların koşulları ile ilişkilendirilmiştir. Dünya Bankasının tutanaklarından alınan şu alıntı durumu açıkça ortaya koymaktadır. “…asgari ücret, işsizlik sigortası, işten çıkarma tazminatı ve iş

Page 39: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

sigortası mevzuatı gibi unsurların hiç birisinin kırsaldaki çalışanlara ve gelişmekte olan ülkelerdeki yoksulların önemli kesimini oluşturan kayıt dışı sektör çalışanlarına hiçbir faydası yoktur” (Toussaint, 1999: 231). Dünya Bankası tarafından yapılan açıklamaya göre sosyal devletin temel fonksiyonlarının gereksizliği anlayışı, bu sosyal koşulların tüm çalışan ve yoksulların ihtiyaçlarına karşılık vermediği gerekçesi altında meşrulaştırmaya çalışılmaktadır. Özellikle de Üçüncü Dünya’nın içine girmiş olduğu borç bunalımı karşısında eğitim, sağlık, ücret gibi alanlardaki harcamaların kısıtlanması yeni borçların temin edilmesi için bir ön koşul ya da tehdit unsuru olarak gösterilmiştir. Neo-liberal kurumların uyguladığı politikalar sonucunda devletlerin karar alma, denetleme ve uygulama güçlerinde aşınmalar yaşanmıştır. Ulus-devlet ve sosyal devlet anlayışının sarsılmasındaki ikinci boyut ise yerel yönetimlerin giderek güçlenmesi ve buna bağlı olarak merkezi devlet olanaklarının parçalanmasıdır (Kazgan, 2002; 34). Tepeden ve aşağıdan bir parçalanma süreci yaşayan ulus-devletlerin egemenlik alanları giderek sınırlanmaktadır. 1970’li yıllardan sonra Avrupa’da ve gelişmekte olan ülkeler bazında yaşanan işsizlik, kâr oranlarının azalması, dış ticaret olanaklarının ortadan kalkması gibi bunalım koşullarına bir alternatif olarak oluşturulan neo-liberal kurumlar, “yapısal uyum” ve “istikrar” adı altında bir takım politikaları hayata geçirmeye başlamışlardır. Bu yeni dönemde izlenen ekonomik ve politik felsefe “yeni sağ” (new right) olarak adlandırılan neo-liberal politikalardır. İngiltere’de Thatcher, Amerika’da Reagan’ın iktidara gelmesi ile hayat bulan neo-liberal politikalar, sosyal devlet anlayışının gözden düşmesi konusundaki en büyük değişkenler arasında yer almaktadır. 1979’da İngiltere’de tek başına iktidara gelen Thatcher “There Is No Alternative” (TINA- Başka Alternatif Yok) söylemiyle “ekonominin serbest piyasa ilkelerine göre yeniden düzenlenmesini, para politikalarının hayata geçirilmesini, kamunun küçültülmesini, kamu işletmelerinin özelleştirilmesini, sosyal yardım programlarına ayrılan bütçe paylarında kesintiler yapılmasını ve genel olarak kamu harcamalarının azaltılmasını amaçlamıştır” (Sallan Gül, 2004: 215). Devlet baba anlayışının yerine girişimcilik kültürünün yerleştirilmesi ile birlikte Keynesçi Refah Devleti anlayışı sarsılmaya başlamıştır. Amerika’ya bakıldığında ise 1981 yılında iktidara gelen Reagan’ın neo-liberal uygulamaları (federal devletin harcamalarını kısmak, sosyal programların etkisinin azaltılması, özel sektöre yönelik düzenlemelerin azaltılarak daha rahat çalışmalarını sağlamak) sonucunda sosyal yardım programlarının federal devletten eyaletlere devredilmesi gündeme gelmiştir (Sallan Gül, 2004: 224). Böylece hem devletin egemen güç olarak iktidarı parçalanmış hem de üzerinde var olan sosyal yardım ve müdehale sorumluluğu ortadan kalkmaya başlamıştır. Thatcher ve Reagan’ın uyguladığı neo-liberal politikalar ve ulus üstü kuruluşların kredilendirme kriterlerinin yaptırımları neticesinde gerçekte “Made in ABD” etiketini (Öymen, 2005: 216) taşıyan yeni bir döneme girilmiş olduğu söylenebilir. Neo-liberal kurumlar verdikleri krediler karşılığında “yapısal uyum” ve “istikrar” programları ile yerel sanayi, banka ve finansal hizmetler üzerindeki yabancı sermayeye yönelik yaptırımların kaldırılmasını, uluslar arası rekabete uygun olarak ücretlerin azaltılmasını, devletin sağlık, eğitim ve refaha dönük harcamalarını kısmasını ve kamu işletmelerinin özelleştirilmesini sağlamaya çalışmışlardır. Temel olarak piyasanın düzgün işlediği ve mümkün olduğu kadar toplumsal yaşamın bütün alanlarına yayılması gerektiği fikrine dayanan neo-liberalizm, küreselleşmeyi başından bu yana “devletin küçültülmesi” söylemi ile birlikte savunmaktadır. Devlete karşı piyasa fikrine dayalı bir gündemi oluşturan bu söylemin işaret ettiği devlet Keynesyen sosyal refah devletidir. Ama devletin küçültülmesi ve yerini “serbest” piyasa ekonomisine bırakması üzerinden yürüyen tartışmalarda karşı çıkılan, devlet değil, devletin bu sosyal yanıdır. Amaç

Page 40: Vahdi Boydaş, Mensur Boydaş, Accounting Principles

devletin sosyal politikalardan geri çekilmesidir (Güzelsarı, 2008: 38-39). Neo-liberal politikaların devleti küçültme söyleminin ve politikalarının ardında çok net bir biçimde sosyal devlet anlayışının geriletilmesi anlayışı yer alır. Çünkü küresel dönemin nitelikleri ile de örtüşen “yeni” anlayışta devlet piyasaya müdahale etmemeli, sosyal alanlardan çekilmeli ya da sübvanse etmemelidir. Özellikle de refah devletinin asli görevleri arasında yer alan sosyal güvenlik ve sosyal sigorta sistemi üzerinde gerçekleştirilen değişiklikler sonucunda çalışanlar açısından emeklilik güvencesi ve emekli aylıkları sorunlu hale getirilmiştir. Emeklilik yaş ve prim ödeme gününün artırılması ile birlikte emekli maaşlarının miktarlarının düşürülmesi gibi uygulamalar sonucunda çalışanların gelecek kaygı ve güvenceleri gittikçe riskli bir alan haline gelmeye başlamıştır. Uygulanan programlar yolu ile refah, özgürlük ve demokratikleşme ortamı yaratılacağı iddia edilirken, tam aksi bir durum gerçekleşmiştir. Neo-liberal küreselleşme, refahın toplumsallaştırılması konusunda ciddi bir gerilemeye yol açarken, var olan zenginliği de merkezileştirmiştir. DEĞERLENDİRME Kapitalist toplum ilişkilerinin ilk kez İngiltere’de ortaya çıkışı ve işçilerin ücretli bir çalışan olarak konumlanmaları ile sosyal devlet fikri ve pratiğinin belirlenmesi arasında bir eş zamanlılık vardır. Hızlı nüfus artışının yaşanması, değişen savaş ve ordu yapısı, fabrika ve işçilerin sayısında yaşanan artış ve finans kapitalin artan önemine bağlı olarak sosyal devletin de biçimlenmeye başlandığı gözlenmiştir. Elbette ki, zorunlu bir eşitlik ilişkisi kurmaktan öte, her iki oluşum arasında var olan belirgin bağlantıya dikkat çekmek gerekir. Kapitalist toplum ve ulus-devlet anlayışının yükselmesi beraberinde vatandaşlık ve sosyal güvenlik olgularının da hız kazanmasına yol açmıştır. Öyle ki, devlet, tek başına bir egemenlik ve güç olarak vatandaşlarını tüm risklere karşı koruma ve güvence altına almaya başlamıştır. Kamunun güçlenmesini ve devlet müdehalesini öne çıkaran bu yaklaşım 1970’li yılardan sonra dünyanın “yeni” bir döneme adım atmasıyla birlikte dönüşüme uğramaya başlamıştır. Egemenliğin artık yalnızca devlet iktidarından çıkıp, çoklu iktidar yapılarına devredilmesi, sosyal devlet anlayışını da tartışmalı bir hale getirmiştir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken oldukça önemli bir nokta vardır. Küreselleşme ve neo-liberalizm ile birlikte birçok yapı ve kurumun dönüşümüne uğradığı tartışılırken, bu oluşumların tamamen ortadan kalktığı ya da kalkabileceği önermesini dışarıda bırakmak gerekir. Bugün diğer pek çok oluşum gibi ulus-devlet ve sosyal devlet de varlığını sürdürmektedir. Ancak büyük dönüşümler yaşanmıştır. Dolayısıyla sosyal bilimcilere düşen en önemli görev felaket havariliği yapmak değil, toplumsal gerçekliği doğru ve gerçekçi biçimde okumayı mümkün kılabilecek anlama ve açıklama pratiğini geliştirmektir.