24
THE DEVELOPMENT OF UNDERDEVELOPMENT Andre Gunder Frank Monthly Review,September, 1966 Bilge NARİN

ICT4D (Kalkınmada Enformasyon ve İletişim Teknolojileri) - Latin Amerika Örneği

Embed Size (px)

Citation preview

THE DEVELOPMENT OF UNDERDEVELOPMENT

Andre Gunder FrankMonthly Review,September, 1966

Bilge NARİN

Azgelişmiş nüfuslar için geçerli ve yeterli bir kalkınma teorisi ve politikası geliştirmek için öncelikle o bölgelerin geçmiş ekonomik ve toplumsal tarihlerini iyi analiz etmek gerekmektedir.  

Ancak çok sayıda araştırmacı yalnızca gelişmiş metropolitan ülkeleri dikkate almaktadır. Bu nedenle de kalkınma poltikalarının teorik rehberi/kılavuzu yalnızca Avrupa ve Kuzey Amerika'nın gelişmiş kapitalist ülkelerine bakılarak biçimlendirilmektedir.

Gelişmekte olan ülkeler ve kolonyal ülkelerin tarihsel koşulları farklı olduğu için de bu reçeteler uygulamak bir çözüm getirememektedir. Bu öngörüsüzlük ve tahminler (taklit ve transfer politikaları) bizi çağdaş az gelişmişlik ve gelişmişlik kavramları hakkında ciddi yanlış kanılara sürüklemektedir. Böyle bir anlayışla yaklaşırsak, az gelişmiş ülkelerin mevcut durumlarının gelişmiş ülkelerin ilk evreleri olduğunu düşünürüz. Bu yaklaşım hatalıdır çünkü gelişmiş ülkeler, tarihin hiçbir döneminde az gelişmiş ülkeler olmamışlardır.

Bir ülkenin azgelişmişliği ile ilgili yaygın kanılardan bir diğeri, o ülkenin az gelişmişliğinin sadece kendi ekonomik, politik, sosyal ve kültürel özelliklerinin ürün veya yansıması olarak kabul edilmesidir. Oysa, tarihsel araştırmalar göstermektedir ki, azgelişmişlik, yalnızca uydu ülkelerin sorunu değil, aynı zamanda onların mevcut gelişmiş metropolitan ülkelerle olan ekonomik ve diğer ilişkilerinin bir sonucudur. Ayrıca bu ilişkiler, bir bütün olarak dünya ölçeğinde kapitalist sistemin yapısı ve gelişiminin önemli bir yapı taşını oluşturmaktadır.

Yine hatalı bir bakış açısıyla, az gelişmiş ülkeler ve onların az gelişmiş bölümlerinin ulusal ve uluslarararası gelişmiş kapitalist metropollerin sermayelerinin, değerlerinin ve kurumlarının nüfuz etmesi ile gelişeceğine inanılmaktadır. Oysa yine az gelişmiş ülkelere yönelik tarihsel perspektif ortaya koymaktadır ki, bu ülkelerin gelişiminin bağımsız bir biçimde gerçekleşebileceğini öne sürmektedir.

DUAL SOCIETY

Dual Society: Latin Amerika üzerine çalışan çok sayıda akademisyenin inandığı bir tezdir. Kentli orta ve alt sınıflar arasındaki gelir uçurumu ile ticari metropolislerle tarımla uğraşan köyler arasındaki zenginlik farkından hareketle Latin Amerika’nın iki değer sistemine bölündüğünü anlatır: Modern ve Geleneksel...

İddialara göre, Her iki bölüm de kendi tarihsel geçmişine ve yapısal özelliklere sahiptir. Çağdaş dinamikleri de büyük ölçüde birbirlerinden bağımsızdır. Bu bölümlerden yalnızca biri dış kapitalist dünya ile olan ilişkilerden etkilenmektedir, diğer bölüm ise izole, feodal ve kapitalizm öncesi dönemde kalmaktadır.

Yazar “dual society” tezine bütünüyle karşı olduğunu ve yanlış bulduğunu söylüyor!!!!!

DUAL SOCIETY

Yazar gelecek çalışmaların şu görüşü destekleyeceğine inanıyor: Kapitalist sitem az gelişmiş dünyanın izole edilmiş sektörlerine ve bölgelerine de nüfuz edecek. Benzer biçimde, bu izole alanlar kapitalist sistem için daha ilerici alanlar haline gelecek.

Latin Amerika Araştırmaları Merkezi Genel Sekreteri:

“Şehirlerin ayrıcalıklı konumu kökenlerini kolonyal dönemden almaktadır. Bölgesel şehirler fethedilen toprakların birer egemenlik enstürmanıdır.”

Meksika’da yaşayan mestizo nüfusu bunu doğrular niteliktedir. Latin Amerika yerlileri ile beyazların arasındaki ilişkiden doğan bu nüfus, yerli-kolonyel karışımına işaret etmektedir. Kültürler arası birer bölge olan şehirlerde yaşamaktadırlar. Merkez ve uydu komünitileri birbirine bağlayan bir görünüm arz etmektedirler.

Bir bölgedeki şehirlerde yaşayan mestizolar ile köylü hinterlandındaki yerliler arasında daha yakın bir sosyal ve ekonomik dayanışma/bağlılık görülür. Bu bölgeler birer bağlantı ve sömürü yeridir.

Koloniciler gelerek Brezilya ve Şili’de büyük şehirleri kurmuştur. Bu şehirler yerlilerle kolonicilerin kaynaşmasını sağlamıştır. Bir piramit gibi düşünebiliriz....

Örneğin köylü kasabaya çalışıyor, kasaba şehre, şehir kolonicilerin şehrine, kolonicilerin şehri de diğer küresel başka bir şehire... Kolonicilik bitse de sistem bu şekilde işlemektedir.

Burada kurulan metropoller bu isten kazançlı gibi gözükse de üretkenlik düşünce az gelişmişliğe geri dönmüşlerdir.Yani geri kalmışlığın sebebi dual society ya da eski feodal alışkanlıklar değil, serbest ticaret veliberalizm.

Yani piramit gibi, serbest ticaret adı altında sömürü düzeni işlemektedir.

Özetle, az gelişmişiliğin nedeni dünya tarihinin akışından izole kalan bölgelerdeki arkaik kurumların hayatta kalması ve sermaye sıkıntısı değildir. Aksine ekonomik kalkınmayı da yaratan gelişmeden, yani kapitalizmin gelişmesinden kaynaklanmaktadır.

HİPOTEZ-1

Yazar metropollerin gelişirken, uyduların az gelişmiş kalmasından hareketle 3 hipotez geliştirmiştir.

1- Dünyanın başka devletlerin uydusu olmayan bağımsız ve süper güç metropollerinin aksine, ulusal ve bağımlı metropollerin gelişmesi onların ne kadar uydu durumunda olduklarıyla ilişkili olarak sınırlanmıştır. Latin Amerika’nın ekonomik ve endüstriyel gelişim sağlayan, özerk olmayan ve yetersiz ulusal metropolleri bu hipotezi desteklemektedir. Gelişmeleri 19. yy. da başlayan bu nedenle herhangi bir sömürgecilik faaliyetiyle tam olarak kısıtlanmamış olan Buenos Aires ve Sao Paulo bu hipotezi doğrulayan örneklerdendir. Bu iki şehir, sömürgecilik döneminde gelimese de yine de öncelikle İngiliz, daha sonra Amerikan metropollerine bağımlı durumdadır.

2- Uyduların gelişmişlik düzeyi, onların metropollere olan zayıf bağlarıyla mümkündür. Bu hipotez az gelişmiş ülkelerdeki gelişmişlik düzeyinin, gelişmiş ülkelerin metropolitanlarına olan bağının ve difüzyonunun iyi olmasına göre gelişeceği tezi ile taban tabana zıttır.

Arjantin, Brezilya ve Meksika’nın son endüstriyel gelişimleri, dünyanın büyük metropollerinin krizde bulunduğu iki dünya savaşı arasında gerçekleşmiştir. Bu durum neye işaret etmektedir?

HİPOTEZ-2

17. yy. da Avrupa Buhranı, Napolyon Savaşları, I. Dünya Savaşı, 1930 Buhranı ve II. Dünya Savaşı görülmüş, Latin Amerika ülkeleri diğer büyük metopollerden izole bir kalkınma sürecine girmişlerdir. Ticaret ve yatırım bağlarındaki gevşemelerin bir sonucu olarak, bu uydu ülkeler, söz konusu dönemde özerk sanayileşme ve büyüme sürecine girmişlerdir.

HİPOTEZ-2

Araştırmalar aynı sürecin Latin Amerika’da, Avrupa’nın 17. yy. buhranı sırasında da gözlendiğini ortaya koymaktadır. Bu dönemde, Latin Amerika ülkelerinde imalat büyümüştür. Şili gibi pek çok ülke, ürettiği malları ihraç eden ülke haline gelmiştir. Napolyon Savaşları, Latin Amerika’da bağımsız yatırım hareketlerinin artmasına yol açmıştır.

HİPOTEZ-2

İkinci hipotezi destekleyen diğer izolasyon türleri, merkantalist ve kapitalist siteme entegrasyonu azaltan coğrafi ve ekonomik izolasyonlardır. Klasik endüstriyel kapitalist tarzda, en umut verici kendi kendine üreten ekonomik kalkınmalar bu sayede yaşanmıştır. 18. yy.’ın sonu ve 19. yy.’ın başlarında Arjantin ve Paraguay’ın Tucuman, Asuncion, Mendoza, Rosario şehirleri bu duruma örnek olarak gösterilebilirler. Kahve yetiştirmeye başlamadan once, 17. Ve 18. yy.ların Sao Paulo’su da bu duruma örnek gösterilebilir. Yine Kolombiya (Antioquia) ve Puebla and Queretaro (Meksika) diğer örneklerdir. Benzer biçimde Şili de Hom deniz yolu açılmadan önceki dönemlerinde Avrupa’dan izloledir. Bütün bu bölgeler, söz konusu izole dönemde başta tekstil alanında olmak üzere imalat merkezleri haline gelmiştir.

HİPOTEZ-2

Uluslararası alanda, kapitalist dünyaya bir uydu olarak katılmaksızın endüstrileşmenin en önemli örneği kuşkusuz Meiji restorasyonundan sonraki Japonya.

Burada aklımıza şöyle bir soru gelebilir: aynı kırk yıllık gelişme sürecinin sonunda kaynak yoksulu Japonya, uydulaşma sürecine girmeden hızla endüstrileşebilirken, nasıl olup da kaynak zengini Latin Amerika ve Rusya endüstrileşememiştir ve 1904 yılındaki savaşta Japonya tarafından hezimete uğratılmıştır? Bu sorunun yanıtı ikinci hipotezi desteklemektedir. Çünkü Japonya, Tokugawa ve Meiji dönemlerinde diğer ülkelerin aksine uydulaşma sürecine girmemiş ve kalkınmasını yapısal olarak sınırlamamıştır.

HİPOTEZ-2

18. ve 19. yy. daki ekonomide görülen liberalleşme ve ticaret alanlarının genişlemesi ile 17. yy. da Latin Amerika’da görülen imalatı kısıtlamış/durdurmuştur.

I. Dünya Savaşı’nın ardından, Brezilya’nın yeni ulusal sanayi Amerika’nın ekonomik istilası nedeniyle çok ciddi sorunlar yaşamıştır. Latin Amerika’daki Gayri Safi Milli Hasıladaki büyüme hızı artışı ve özellikle sanayileşme tersine dönmüştür; sanayi ikinci dünya savaşından sonra uydulaşmıştır.

HİPOTEZ-2

Post-Kore Savaşı sonrasında kurtarma ve metropolleri genişletme projelerine başvurulmuştur. Oysa aksine, bu süreçten sonra, Brezilya ve Arjantin daha fazla az gelişmiş bir yapıya bürünmüş; sanayileştirmeyi ve ekonomik kalkınmayı sürdüremez hale gelmiştir. Buenos Aires’in Büyük Britanya’nın uydusu haline gelmesinde de benzer süreçler yaşanmıştır. İmalat sanayi uluslararası rekabet nedeniyle tahrip edilmiştir, topraklar büyüyen ihracat ekonomisi tarafından latifundialara (toprak ağasının sahip olduğu ve içinde kölelerin çalıştırıldığı büyük toprak parçalarına) bölünmüş, bölgeler arasındaki gelir dağılımındaki fark daha da büyümüş ve önceden gelişmiş olan bölgeler Buenos Aires ve onun üzerinden Londra’nın birer uydusu haline gelmiştir.

HİPOTEZ-2

Metropol-uydu çatışması Buenos Aires’teki üniterist ve federalistler arasında politik ve silahlı bir mesele haline gelmiştir. Bu durum “War of the Triple Alliance” (WoTTA/üçlü ittifaklar savaşı)’nın da en önemli nedenlerinden biridir. Buenos Aires, Montevideo ve Rio de Janeiro Londra’nın desteği ve yardımı ile özerk olarak gelişen Paraguay Ekonomisi’ni yok etmiştir.

HİPOTEZ-2

Günümüzün en az gelişmiş ve feodal görünüm arz eden bölgeleri, geçmişte metropolislere en fazla bağlı olanlardır. Bu bölgeler, dünya metropolleri için birincil ürünlerin en büyük ihracatçıları ve büyük sermayenin kaynağıydılar.Herhangi bir nedenle işler kötüye gittiğinde metroploller tarafından terk edilmişlerdir. Bu durum, bir bölgenin azgelişmiş olma nedenini prekapitalist kurumsal yapılara ve bölgenin izole edilmiş olmasına bağlayan görüşle çelişmektedir.

HİPOTEZ-3

Daha önce şeker ihraç eden Batı Hint Adaları, Kuzeydoğu Brezilya, Brezilya’nın eski maden bölgeleri, dağlık Peru ve Bolivya ve gümüş ile ünlenen Meksika şehirleri bu duruma örnek gösterilebilirler. Bu bölgelerin mevcut kapitalist sisteme entegrasyon süreci, altın çağlarında kapitalist ihracat ekonomisine eklemlenme sürecidir. Şeker pazarları ya da maden rezervleri yok olduğunda ise, büyük metropolisler onları kendi kaderlerine terk etmiş, bugün ultra-az gelişmiş bir yapıya dönmelerine neden olmuştur.

HİPOTEZ-3

Latifundium, ekili alan ya da çiftlik olduğuna bakmaksızın, ticari bir işletmedir. Dünyanın ve ülkenin artan taleplerini karşılamak üzere toprak, sermaye ve emek miktarını arttırarak genişlemektedir. Latifundia, yarı feodal bir görnüm arz etmektedir.

Arjantin ve Küba’da 19. yy. da görülen latifundiumlar, kolonyal dönemin feodal kurumlarından farklıdır. Benzer biçimde, Meksika’nın Kuzeyinde ve ABD için üretim yapan yerler ile Peru kıyıları ve Brezilya’nın kahve üreten yeni bölgeleri devrim sonrası feodal kurumların çağdaş dirilişi gibidir.

LATIFUNDIUM

SONUÇ

Tüm bu hipotezler ve çalışmalar göstermektedir ki, kapitalist sistemin global ölçekte yayılımı, onun tekelci yapısı, tarih boyunca görülen eşitsiz/dengesiz gelişimi,az gelişmiş en ileri sanayi ülkelerinde bile endüstriyel kapitalizmden çok ticaret alanına dönüşmesi kalkınma ve kültürel değişim çalışmalarında her zamankinden çok dikkat çekilmesi gereken bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır.

Özellikle bu ülkelerdeki bilim insanları bu kabul edilemez süreci tersine çevirmek için gayret sarfetmelidir.

Bunun yolu, gelişmiş metropollerin kendi ekonomik gerçekliklerine uymayan steril kalıplarını olduğu gibi alıp uygulamak değildir. Az gelişmişiliği ortadan kaldırmanın yolu onun dinamiklerini kendi ülkelerinin tarihsel ve toplumsal bağlamında anlamaktan geçmektedir. Tarihsel, bütüncül ve yapısal bir bakış açısı bu ülkelerin azgelişmişlikten kalkınmaya, kalkınmadan azgelişmeye uzanan serüveninin nedenlerini anlamak ve ortadan kaldırmak için elzemdir.

SONUÇ