View
3
Download
0
Category
Preview:
Citation preview
2
HİTAP
Mecidiyeköy Anadolu Lisesi
Türkçe kültür, sanat ve edebiyat der-
gisi 2015
Sahibi: Mecidiyeköy Anadolu Lisesi
Müdürlüğü adına
Mehmet ELÇİ
Genel Yayın Yönetmeni:
Seçil BALA
Editörler:
Merve Berna ŞENEL
Melisa ÇELEBİ
Seçici Kurul:
Pınar ORHAN
Seçil BALA
Cemil YEŞİLYURT
Tolga DÜRÜST
İnceleme Kurulu:
Pınar ORHAN
Erdal ELÇİ
Mahir YAKASIZ
Fotoğraflar:
Grafik Tasarım:
Merve Berna ŞENEL
Melisa ÇELEBİ
Umut RIŞVANLI
İletişim: http://
mecidiyekoyal.meb.k12.tr
972881@meb.k12.tr
Mecidiyeköy Mah. Eski Osmanlı Sk.
No. 50
Şişli/İstanbul
Tel: 02122137406
Belgegeçer: 02122155739
Baskı
Uyarı: Hitap ’ta yayınlanan özgün
eserler izinsiz kullanılamaz.
Merhaba Sevgili Okur,
Bir ilkyaz da yine birlikteyiz. Okul
olarak akademik performans, sportif
başarılar, sosyal ve kültürel etkinliklerle
ilgili yaşadıklarımız, paylaştıklarımız var.
Çağdaş bireyler, idealist öğrenciler ve
insancıl vatandaşlar yetiştirme derdimiz
ve niyetimiz var bizim. Bütün olan biteni
ve söyleyeceklerimizi derledik, toparla-
dık ve işte karşınızdayız.
“Söz uçar, yazı kalır.” diyerek gönlü-
müzden dilimize döküldü kelimeler.
Dergimizi hazırlarken herkesten çok ça-
lışan yaratıcı öğrencilerimize ve tüm
emeği geçenlere teşekkür ederiz. Uzun
uğraşlar ve yoğun çaba ve çalışmalar-
la hazırlanan dergimize hoş geldiniz.
Keyifli okumalar…
Seçil BALA
Genel Yayın Yönetmeni
ETKNLİKLERİMİZ
YEDİGÖLLER GEZİSİ EBRU ATÖLYESİ
KARİYER GÜNLERİ
KAN BAĞIŞI
MÜ
ZİK
YA
RIŞ
MA
SI
İLÇE İKİNCİSİ ERKEK FUTBOL TAKIMIMIZ.
İLÇE ÜÇÜNCÜSÜ KIZ FUTBOL TAKIMIMIZ.
SANATSAL BAŞARILARIMIZ
BAŞARILARIMIZ
4
Türkiye’nin en iyi öğrencileri ile seçkin öğ-
retim üyelerini özgür ve özgürlükçü bir
ortamda bir araya getiren Boğaziçi
Üniversitesi öğrencilerine kendi alan-
larında güçlü bir donanım sağlarken,
onlara kendilerini, Türkiye’yi ve dünya-
yı daha iyi tanımalarını sağlayacak bir
sosyal ortam sunar. Boğaziçi Üniversite-
si kültürünü temsil eden mezunlarımız bi-
limde, iş dünyasında, siyasette, sanatta diğer bir
deyişle hayatın her kesitinde önemli roller üstlenmişlerdir. Dünya çapındaki öğretim üye-
leri yüksek lisans ve doktora öğrencileri ile birlikte Türkiye üniversiteleri içinde etki değeri
en yüksek, yenilikçi araştırmaları yapmaya devam etmektedir.
Her yıl 1850 yeni öğrencinin katıldığı Boğaziçi Üniversitesi’nin 6 kampüsü, 14.500 öğrencisi
ve tüm dünyaya yayılmış 53.000 mezunu vardır.
BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ
4 Fakülte, 2 Yüksekokul, 6 Enstitü içinde 32 lisans, 56 yüksek lisans ve 32 doktora
programı
Tam zamanlı 449 öğretim üyesi (Prof., Doç., Yrd. Doç.), 89 öğretim görevlisi, 79 yabancı
uyruklu öğretim elemanı, 322 araştırma görevlisi, 984 idari personel
11 417’si Lisans, 4 267’si Lisansüstü olmak üzere toplam 15 684 öğrenci; 55 000 mezun
Dünya üniversiteleri ile yapılmış 424 anlaşma kapsamında yaklaşık 75 ülkeden 755 ya-
bancı öğrenci
40 öğrenci kulübü
3 549 kişilik yurt kapasitesi
Toplam 1 672 106 m2 alanıyla Güney, Kuzey, Hisar, Uçaksavar, Sarıtepe, Kandilli olmak
üzere 6 ana kampüs
115 Araştırma Laboratuvarı; 27 Uygulama ve Araştırma Merkezi
11/B Boğaziçi Üniversitesi’nde
Ünlü mahpushanelerinde Anadolu'mun
En çok Çukurovalılar mahpustur, Dostuna yarasını gösterir gibi,
Bir salkım söğüde su verir gibi, Öyle içten Öyle derin, Türkü söylemek,
küfretmek, Çukurova yiğidine mahsustur... (Ahmet Arif)
Sözcüklere can veren, insanı ve isyanı içine ekleyen kişi artık aramızda yok. O güzel adam o güzel ata binip gitti. Türkçenin ses bayrağı yarıya indi! Aslında Yaşar Kemal ölmedi sadece yazmayı bıraktı ama yazdığı o güzel eserleriyle çoktan ölümsüzleşti. Biz Yaşar Kemal’i çok sevdik. Anadoluluğunu, insanlığını, samimiyetini, dilini, efsanelerini, İnce Memed’ini… Bir bahçede hep aynı çiçekten olursa o bahçe güzel olmaz. Sen, ben, o varız diye güzel bu bahçe. Koparma farklı çiçekleri, kalsın renkleriyle kokularıyla O, bu bahçenin tam ortasında koca bir çınar ağacıydı. O ağacın gölgesindeki bü-tün halklar kardeşten de öte, sevgiliydi. O yüzden Kürt’tü, Türk’tü, Arap’tı, Laz’dı, Çerkez’di, Ermeni’ydi, Musevi’ydi, Rum’du, Ezidi’ydi. O yüzden tüm in-sanlığın ortak değeriydi. Ülkenin kurak topraklarını diliyle, sözcükleriyle yeşert-miş Koca Yaşar bir barış sevdalısıydı . “Bir; benim kitaplarımı okuyan katil olamasın, savaş düşmanı olsun. İki; insa-nın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılayamasın. Kimse kim-seyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan devletlere, hükümetlere olanak verilmesin. Benim kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki, bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir. Benim kitap-larımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancı-dır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar…”
KUŞLAR DA GİTTİ...KUŞLAR DA GİTTİ...KUŞLAR DA GİTTİ...
6
Bu sebepten olsa gerek dostu Sait Faik de ona kitabını “Türklerin en Kürdü, Kürtlerin en Türk’ü Yaşar Kemal'e sevgilerimle ...” diye imzalar. Yaşar Kemal; akıp giden, sürekli değişen toplumun hiç değişmeden ay-nı yerde duran, gidilecek yolu varlığıyla gösteren heybetli dağıydı bir bakı-ma… O gidince sanırım doğanın görüntüsü sarsıldı. Büyük bir deprem ol-muşçasına her şey yerli yerinden oynadı sanki. Dicle Nehri donmuş, akmaz olmuş gibi… Ağrı Dağı tuzla buz olmuş gibi… Çukurova baştan sona yanmış kül olmuş gibi… Çünkü Koca Yaşar bu toplumun harcına karışmış, ayrıl-maz, kımıldatılamaz bir varlığıydı. Bu yüzden bize hep aydınlığın türküsü-nü dillendiren Koca Yaşar gidince biraz babamızı yitirmiş gibi olduk. “Yanıyor yüreğim. Eskiden, daha korlu, daha beter, delirten, yüreğim ne güzel yanardı. İçimde bir ateş harmanı… Keşke şimdi de öyle olsa. Yansa yüreğim, acısa, korksam. Ölüm gibi, ölümden beter, korksam, yüreğim da-yanmasa. Orta yerinden çat diye çatlasa, tam ortasından...Sabır taşı gibi… Şu dünyada her bir yaratığın tutunacak bir dalı var, insanın yok. Şu dünya-da yalnız olan, kimsesiz, çaresiz olan yalnız be yalnız insandır. Herkesin, her şeyin yaşaması, ölümsüzlüğü var, insanın yok. Ağaç, kuş, böcek, çıyan-lar hiçbirisi, hiçbirisi yok olmuyor. Ama insan yok oluyor. Çünkü insan ken-dinde başlayıp yine kendinde bitiyor.” Bir yazarı tanımak imkânsızdır. Bir yazarla ilgili söylenen hemen he-men her şey doğrudur ama hiçbiri tam doğru değildir. Gökyüzünü tarif et-meye çalışmak gibidir büyük bir yazarı anlatmaya çalışmak… Nasıl ki yapı-lan betimlemeler gökyüzünü tarif etmeye tek başına yetmezse, bir yazarı anlatmaya çalışmak da öyle… Ama sanırım Yaşar Kemal’e dair en büyük ipucu sevgili eşi Tilda Kemal’in mezarı başında kurduğu en uzun romandan daha uzun cümlesinde gizli. “Biz namuslu yaşadık Tilda. İyi insanlar olduk.” İyi edebiyatçı, iyi yazar, gazeteci, iyi insan Koca Yaşar’a saygı ve sevgiyle…
FATİH SAYHAN Kendimi tek kelime ile tanımlayacak olursam; iyimser Hayat felsefemi en iyi anlatan cümle; insan şartlarıyla sınırlıdır. Şu sıralar benim gündemim; insanların tuhaflıkları Bugüne kadar yaptığım en heyecan verici şey; İstanbul’un semtlerini gezmek Şu hayattaki en büyük hatam; insanlara çabuk inanmam
Öğretmen olmasaydım; futbolcu olurdum. Çok isterdim ama iş işten geçti artık; Amerika’da yaşamak En büyük takıntım; saygısız ve kaba insanlar Asla kayıtsız kalamam; hakaret ve seviyesizlik Beni en çok kızdıran şey; insanların söylediği yalanlar Hak ettiği değeri göremediğine inandığım biri varsa o da: Yaşar Kemal( Nobel’i alamadı) Onunla tanışmayı çok isterdim; Atatürk Kendimi en yalnız hissettiğim an; önyargılı, bencil, saygısız insanların yanında olduğum an Bence birine verilebilecek en anlamlı hediye; güzel bir kitaptır. O yemeği birde benden deneyin, parmaklarınızı yiyeceksiniz; menemen Başucu filmim; Harry Potter– Ateş Kadehi Başucu kitabım; Saatleri Ayarlama Enstitüsü Şarkılarıyla beni en çok etkileyen müzisyen: Kayahan Kendimi en rahat hissettiğim yer; evimin odası Onun yerinde olmak isterdim; Lev Tolstoy O eşyanın bendeki manevi değeri yüksek: maaşımla aldığım ilk saatim. Gelecek planlarım başında; Avrupa ve Amerika seyahati Size bir sır vereceğim; ben hiç aşık olmadım.
PERDE ARKASI
8
GURBET KARTALMIŞ Kendimi tek kelime ile tanımlayacak olursam; gökkuşağı (kenarına eklenmiş siyah renkle birlikte) Hayat felsefemi en iyi anlatan cümle; toprak gibi yaşamalı insan; mütevazı ve bereketli Bugüne kadar yaptığım en heyecan verici şey; Avustralya’da kanguruların peşinden koşmak Şu hayattaki en büyük hatam; insan bunu söylemeye cesaret edemiyor ki ( adam öldürmedim ama) Öğretmen olmasaydım; tüm işi yazmak olan bir seyyah olmak isterdim ya da belgesel yönetmeni Çok isterdim ama iş işten geçti artık; henüz öyle bir durum yok En büyük takıntım; şu fani dünyada takılmamak gerek Asla kayıtsız kalamam; haksızlığa ama sayısız haksızlığın yaşandığı ülkemizde insan kayıtsız kalmayı öğrenemezse nasıl soluk alır, nasıl yaşar ? Beni en çok kızdıran şey; öğrencilerimin tembelliği Hak ettiği değeri göremediğine inandığım biri varsa o da: çok insan var çünkü biz insana hak ettiği değeri veremiyoruz. Onunla tanışmayı çok isterdim; Mevlana ve Şems ’in sohbetinde seyirci olmayı Gandhi ile Hindistan’ın bağımsızlığı üzerine konuşmayı isterdim. Kendimi en yalnız hissettiğim an; İngilizce konuşurken öğrencilerin beni anlama-dığında O yemeği birde benden deneyin, parmaklarınızı yiyeceksiniz; keşke becerikli olsaydım yemek konusunda , açlıktan parmaklarınızı yemek zorunda kalabilirsiniz. Başucu filmim; hayat güzeldir. Başucu kitabım; Kürk Mantolu Madonna Şarkılarıyla beni en çok etkileyen müzisyen; Ezginin Günlüğü Kendimi en rahat hissettiğim yer; yabancısı olduğum diyarlarda ve insanlar ara-sında olmak Onun yerinde olmak isterdim; olabilecek çok güzel insanlar var ama ben gibi biri-nin de olması gerekti bu dünyada O eşyanın bendeki manevi değeri çok yüksek; günlüğüm ve anı defterlerim Gelecek planlarım başında; kılıç hocayı yenmek haddimize değil ama Erol ve Ahmet hocayı masa tenisinde yenmek ve Alplere bakan bir organik bahçede çalışmak istiyorum. Size bir sır vereceğim; Almanya’da bir trene biletsiz bindim.
Kısaca kendinizden bahseder misiniz? Konya Seydişehir Kavaklı köyünde doğdum. İstanbul üniversitesi edebi-yat fakültesini bitirdim. Türkiye’nin birçok yerinde ve 6 yıl Almanya’da öğretmenlik yaptım. Daha sonra motivasyon, eğitim, başarı ve zeka, gelişim konularında seminer ver-dim. 50 kitap yazdım, 51. Kitabımla uğraşıyorum.
Etkilendiğiniz, beğendiniz yazarlar var mı? Benim çok sevdiğim yazar, şair, düşünür var ama keşfettiğim başka bir şey var. Her yazar her eserinde aynı başarıyı gösteremiyor. Mesela “ Süleymani-ye’de Bayram Sabahı” şiirini kendi gök kubbemizde arasak bulamayız. Cahit Sıtkı’nın “Yaş Otuz Beş” şiiri mesela… Henning Mankell’in polisiye romanla-rını, John Grisham’ın sosyal romanları beni çok etkiler. Her yazarın zirve eserleri var daha çok onları okumaya çalışıyorum. Sizi edebiyata yönlendiren ya da başlamanıza vesile olan neydi? Edebiyat okuduğum yıllarda Mehmet kaplan beni çok etkiledi, hocamdı aynı zamanda. Yazar olmama o vesile oldu. Derse koltuğunun altında on kitapla gelirdi, kitap gibi ders anlatırdı. Ben hayranıydım. Edebiyatı ondan öğren-dim. Kitap tavsiye ederdi bize ve biz de sahaflara koşardık. Yazdığınız eserlerde konu ve düşünce olarak neyi temel alırsınız? Ben İslam kültürüne ait bir insanım. Bizim temek kültürümüzün kitabı Ku-ran– Kerim’dir. Esas olan odur. Onun dışındaki eserler onun yorumu, açık-lamasıdır. İkinci temel kitap Kainat kitabıdır. Fizik, kimya, biyoloji, astrono-mi, coğrafya bütün bilimler kainat incelenerek yazılır. Şu an ilgimi Kuantum Teorisi ilgimi çekiyor. Mesela lisede astronomi dersi-miz vardı, o dersin kaldırılmasını ben hala kayıp olarak nitelendiriyorum. Okulumuzu nasıl buldunuz? Beklentimin daha da üstünde buldum aslında. Öğrencileri ilgili görmek beni sevindirdi. Okumayı seven öğrencilerin olması çok memnun etti beni.
ALİ ERKAN KAVAKLI
10
Mecidiyeköy Anadolu Lisesi öğrencileri sosyal medyada açtıkları bir davet kampanyası ile yazarı okullarına davet etti. Sosyal medyanın ve öğrencile-rin ısrarlı davetlerine daha fazla direnç gösteremeyen Ahmet Ümit de söyleşi teklifini kabul etti. Ümit´in öğrencilerle edebiyatın yanı sıra hayata dair tec-rübelerini de paylaştığı söyleşisi; Mecidiyeköy Anadolu Lisesi konferans sa-lonunda gerçekleşti
Ahmet Ümit’in Kendi Ağzından : Kendimi tek kelimeyle tanımlayacak olsam: Sabırsız Bugüne kadar yaptığım en heyecan verici şey : Sahte pasaportla Mosko-va’ya gitmek Şu hayattaki en büyük hatam: Moskova’da Rusça öğrenmemek Yaşadığım en talihsiz olay: Çok sevdiğim arkadaşımın öldürülmesi Beni en çok kızdıran şey: Güce dayanarak elde edilen saygınlık Bana göre insanlığın en büyük sorunu: Bencillik Hak ettiği değeri görmediğine inandığım biri varsa o da: Mithat Genç adındaki muhteşem yazardır. Onunla tanışmayı çok isterdim: Che Guevara Aşk benim için: Eski bir yalandır Başucu filmim: Ah Güzel İstanbul Şarkılarıyla beni en çok etkileyen müzisyen: Astor Piazolla O eşyanın bendeki manevi değeri çok yüksek: Babamın cep saati O yemeği bir de benden deneyin, parmaklarınızı yiyeceksiniz: Çiğköfte
BEYOĞLU’NUN EN GÜZEL ABİSİ...
Demet
Hocayla
Röportaj
1.Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?
Kayseri’de doğdum. İlkokulu kendi köyümde
okudum. Uludağ Üniversitesi Biyoloji öğretmenli-
ği bölümünü kazandım. Şu anda da karşınızda
Biyoloji öğretmeniyim. İlk görev görev yerim Er-
zincan’dı, zorunlu görevimi orada yaptım. Baş-
kaları 2 yıl görev yapıyordu, ben 5 yıl orada kal-
dım. Çok ilginç deneyimlerim olmuştur orada.
Köydü kar yağar yollar kapanırdı. Ooo bir sürü
sıkıntıyla boğuştum orada. Sonra Kasımpaşa’da
bir ilkokulda geçici olarak fen öğretmenliği
yaptım, buraya geldim. Hala buradayım, 15 yılı
devirdim.
Okulumuzun en sevilen
öğretmeni olan Demet
Doğanyiğit ile çok
keyifli bir röportaj
gerçekleştirdik.
2.Siz nasıl bir öğrenciydiniz?
Hayatım boyunca okulu kırmadım. Matematik-
ten hiç başarılı olamadım. Orta düzeyde bir öğ-
renciydim. Çok içine kapanık böyle pısırık bir
şeydi. Yani öyle çok parlak bir öğrenci olduğum
söylenemez. Benim zamanımda ilk defa birbirin-
den ayrılıyordu ve diplomamda edebiyat diye
yazıyor ama ben fen bölümü kazanmış bir bire-
yim.
3.Öğrencilerinizle yaşadığınız bir anınızı bizimle
paylaşabilir misiniz?
Son sınıf öğrencisi bir Erenimiz vardı. O zamanda
Mutafa bey vardı, din öğretmeni. Bir gün ‘Eren
dersler nasıl?’ dedim. ’Fena değil’ dedi. ’Peki kal-
dığın yoktur herhalde?’ dedim. ’Din dersinden
kalıyorum hocam.’ dedi. ’Niye?’ dedim.
’Bilmiyorum ki, Osman hoca zayıf verdi.’ dedi. Os-
man hoca hiç zayıf vermez, çok uğraşır. Oradan
bir tanesi ‘Hocam, aynen şöyle oldu; Osman ho-
ca dedi ki “Eren 3 kulhü 1 elham oku. ”Eren dedi
ki “Dördünü de bilmiyorum hocam.” Adam ne
yapsın tabi ki zayıf verecek.” dedi.
Dördünü bilmiyormuş.
4.Okulda gerçekten sevilen öğretmenlerden
birisiniz. Bunun sebebi nedir sizce?
Bilmiyorum onu öğrencilere sormanız lazım ama
netim belki ondan. Ne istediğimi çok net söylerim.
Öğrenciler neye kızacağımı, neye daha farklı
davranacağımı ,neye tepki vereceğimi bildiği için
rahat ediyorlar herhalde. Bundan kaynaklı olabilir.
Özel bir çaba harcamıyorum. Ben böyleyim
zaten.
5.Mecidiyeköy Anadolu Lisesi’nde ilk gününüz nasıldı?
Ürkek, çekingen, ne olduğunu anlayamamış.
RÖPORTAJ
12
RÖPORTAJ
Dünya sahnesindeki rolüm; Yönetmen Gökyüzünden; Yağmur olarak toprağın olduğu her yere yağardım Bu kitabı ben yazmalıydım; Benim Adım Kırmızı
Bu filmi ben çekmeliydim; Dog Wille Toprak olsam üzerime; Bitki dikilmesini isterdim Bir eşya olsam; Sandık Kendim olmasaydım; Darwin
6.Neden öğretmenliği seçtiniz? Bu meslekteki
amaçlarınız nelerdir?
Aslında baba mesleği,etkili miydi babam bu ko-
nuda mutlaka etkilidir çünkü evde 3 tane öğret-
men var.5 kardeşiz üçümüz öğretmenlik yapıyo-
ruz. Onun dışında da ben yüksek bir puanla gir-
dim,belki İstanbul değilse bile yakın yerlerdeki tıp-
lar tutuyordu. Ben bilerek gitmedim. Babam çok
istiyordu tıp fakültesini ama ‘Yazdım da olmadı.’
dedim, hiç tıp yazmadım ama öyle dedim. Baba-
ma söylediğim tek yalandır belki. O da hep içim-
de kaldı. Yalan söylemişim adama, sonradan dü-
zeltme şansım olmadı tabi ki. Ondan sonra baba-
mı kaybettim. Ayrıca öğretmenlik çok hoşuma
gidiyordu ve gerçekten de düşündüğüm zaman
bana uygun bir meslek ama şuanda pek öyle
düşünmüyorum.
7.Sizce öğretmen olmak mı, öğrenci
olmak mı daha heyecan vericiydi?
Yanlış zamanda öğrenci, yanlış zamanda
öğretmen olduğumu düşünüyorum. Öğ-
rencilik şimdi daha keyifli bence. Çünkü
çocuklar eskiden saygı mı dersiniz korku
mu dersiniz öğretmenleriyle iletişim kura-
mıyordu. Şu anda öğrencilik daha keyifli
ama ben öğretmenim, eskiden de öğret-
menliğin saygınlığı fazlaydı o zamanda
ben öğrenciydim. Onun için zamansız
bence. Ama şu anda öğrencilik daha iyi.
5.Okulda gerçekten sevilen öğretmenlerden
birisiniz. Bunun sebebi nedir sizce?
Bilmiyorum onu öğrencilere sormanız lazım ama
netim belki ondan. Ne istediğimi çok net söyle-
rim. Öğrenciler neye kızacağımı, neye daha
farklı davranacağımı ,neye tepki vereceğimi
bildiği için rahat ediyorlar herhalde. Bundan
kaynaklı olabilir. Özel bir çaba harcamıyorum.
Ben böyleyim zaten.
8-Çevreye ve toplumsal sorunlara duyarlısınız,
sizin için daha yaşanılır bir dünya nasıl olmalı?
Ben eğitimle olmalı diye klasik bir şey söyleye-
ceğim ama bana göre eğitimin içeriği önemli.
Çünkü eğitimle olmalı diyorsunuz, bakıyorsunuz
okumamış adam kalmamış etrafımıza baktığı-
mızda her şey daha kötüye gidiyor. Demek ki
eğitimde bir sıkıntı var. İçini boşaltmamak lazım
gerçekten ciddi anlamda eğitim vermek,
günün ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir
eğitim oluşturmak gerekiyor.
KISA KISA
Süleyman Karakaş: Lavoisier, Aa-metal
Fatih Sayhan: Ayhan, Küçük Bir Not(İki Tahtayı da doldurdu),
Değerli Fotokopi
Suna Yılmaz: İstiklal Marşı
Ethem Tutak: Kanuni Sultan Süleyman
Nurşen Yavuz: Şövale, “Bir Kat Daha Boya At”
Doğan Özen: Daimi Nöbetçi, “Kalhk Bahiyiim Kızım/Oğlum”
Lale Demir: Zincirlikuyu Mezarlığı
Ali Bedel:” Çocuklar Ahir Zamandayız.”, Sükunet
Tolga Dürüst: Deri Ceket, 3’ü 1 Arada
Mahir Yakasız: Hiperaktif, Şekersiz çay
Füruzan Utkan: “Numaran Kaç? – Eksi Verdim.”
Ayşegül Çağlar Ergül :”Çocuklar Son Soru” (5 Soru Daha Çözdü.)
ANKET
Sıradan bir günde… Hiç beklenmedik bir anda…
Şafak operasyonuyla, sevgili M.A.L öğrencilerine yaptığımız
fevkaladenin fevkinde anketi sizlere takdim-te’hir etmekten
alamet-i gurur duyarız.
ÖĞRENCİLERİNE SORDUK...
14
Cemil Yeşilyurt: Arka Bahçe, “Konuşma Daa”
Ali Selmanlı : Basketbolcu
Songül Kara Gökçe: Çılgın Kızıl
Erdal Elçi: İngiliz Elçi
Derya Karadayıoğlu: Hemşire
Erol Yener: Mum Duruşu
İlknur Gülener: Nefes Egzersizleri
Ahmet Pala: Reis
Kılıçarslan Emiralioğlu: Slaven Kiliç
Gurbet Kartalmış: Bob Marley’in Eşi, Kenyalı Gurbet
Abdulkadir Bilgiç: “Pastil Var Mı?, Çikolata
Özgür Akgün: Petito, Diskriminantların Efendisi
Demet Hoca: Melek(KANATSIZ)
Mikail Dağlı: İlerizeki
Nilüfer Gülnur Günel: Fosfor( Renkli Giyiminden Dolayı)
Gönül Özer: Hayat Biter, Ders Bitmeeez J
Barış Ertürk: “Yirmiii Bir A”
Şeyda Deniz: Hülya Avşar
Serpil Öncüer: Tedirgin
Esra Şirinyıldız: Tiventi fayf kuruş
Uğur Erzurumlu: ”Hocam Arabanız Ne Zaman Çalışacak?”
Dilek Şahin: Tarih Kartları
Erdinç Okay: Okulun En Genç Hocası
Selin Şilkan: Minüs
Seçil Bala: Nikah Masası
ANKET
Yerleşik Yabancılığın Tanıdık
İmlası
Latife Tekin, “Sevgili Arsız Ölüm”ün arka kapağındaki : “Onun geçmişini aranıp durması çocukluğuma bulaşan ilk acıydı.” ile belleğime kazınmıştı.
Yıllar sonra, öğretmenlik yaptığım Mecidiyeköy
Anadolu Lisesinde tanışma fırsatı bulduğum bu güzel kadının konuşmasını dinlediğimde onu niye bu kadar sevdiğimi bir kez daha hatırladım. Evrensel değerlerin gölgesinde demlenen o şiirsel sözcükler hayatın bek-lentili kusurları gibiydi.
“Okuyan güzelleşir” diyerek verdiği güzellik
reçetesini yüreğine, düşüncelerine, bakışına uyguladı-ğından bu sözlerin gerçekliği üzerine düşünmeye gerek kalmıyordu.
Konuşmasını: “Yalnızlık sanatçının bilinçli ter-
cihidir.” cümlesiyle tamamladığında salondakilerin gözlerinde o “yalnızlığı” sarmalamaya hazır sıcaklığı fark etmiştir umarım.
16
Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı, kimi Bosnalı, kimi Azerbaycanli, kimi Adıyamanlı, kimi Gürünlü, kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor… Bunlardan biri Lapsekinin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından. ‘Ölme ihtimalim çok fazla… Ben bir pusula yazdım… Arkadaşıma ulaştırın…’ Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur: ‘Ben…Ben köylüm Lapsekili İb-rahim Onbaşından 1 Mecidiye borç aldıydım… Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin’. ‘Sen merak etme evladım’ der Komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar. Az sonra komuta-nının kollarında şehit olur ve son sözü de ’Söyleyin hakkını helal etsin’ olur… Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getiriliyor. Bunlardan
çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin üzerinden
çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor.
İşte yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan gözyaşlarını silmeye daha
fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır
kalır. Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine ne de gözyaşlarına engel ola-
maz…
PUSULADAKİ NOT:
‘Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil’e 1 mecit borç verdiydim. Kendisi
beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arka-
daşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim.’
Bastığın Yerleri Toprak Diyerek Geçme; Tanı…
18
“Çekiyorum tetiği, çekiyorum… Çekiyorum. Tüfek patlamıyor, ateş etmiyor. Tüfek bozuldu herhâlde dedim… Bak hele dedim yanımdaki arkadaşıma, be-nim tüfek bozulmuş. Bir baktı benden yana. Dedi senin parmak gitmiş.” Bu anıların üzerine ne söylenir, lafa nerden başlanır ? Savaşın üzerinden 100 yıl geçmesine rağmen anılar hala taze, hala insanın içini cız ediyor. Bu top-raklar birbirini tanımadan karşı saflarda savaşmak zorunda kalan insanla-rın binlerce öyküsünün olduğu, muhteşem bir silah gücüne rağmen cesaret, fedakârlık, millet sevgisiyle imkânsızın başarıldığı, düşman askerlerinin bu-gün kardeş ilan edildiği, 100 yıl öncesinden 100 yıl sonrasına barış köprüsü-nün kurulduğu topraklardır. Toprakların altında yatan bütün askerler isim-siz kahramanlarımızdır. Üzerinden değil 100 yıl bin yıl geçse de savaş seslerinin asla kulağımız
dan silinmeyeceği, denizin kandan kıpkırmızı olduğu, centilmenler
savaşı ilan edilen Türk tarihinin en büyük savaşı olan bu destanı tüm
benliğimizle hissediyor, derin bir hayranlıkla anıyor ve şehitlerimizin
önünde saygıyla eğiliyoruz.
Derya
Karadayıoğlu Doğan
Özen
Dilek
Şahin Erdal Elçi Erdinç
Okay
Dünya bir oyun sahnesi,
sizin bu sahnedeki rolünüz?
Semadan yağacak olsanız ne
olarak yağmak isterdiniz?
Nereye yağmak isterdiniz?
Gökkuşağında hangi renk
olmak isterdiniz?
Toprak olsanız üzerinize ne
dikilmesini isterdiniz?
Bir eşya olsanız hangi eşya
Dünyadaki yedi harikadan
hangisi olmak isterdiniz?
Kendiniz olmasaydınız
kim olmak isterdiniz?
Yazarını kıskandığınız bu
kitabı ben yazmalıydım
dediğiniz kitap hangisi?
Yönetmen olsaydınız
hangi filmi çekmiş olmak
isterdiniz?
Kendinizi hangi şehir veya
ülkeye benzetiyorsunuz?
Dünya’nın yarısı boş yarısı
dolu; bu boşluğu nasıl
doldurmak isterdiniz?
Kendi elinizde olsa
isminizi ne koyardınız?
Tarihte hangi dönemde
yaşamak isterdiniz?
Ara Bulucu
Pembe kar,
Verona
Çınar Ağacı
Uçak
Babil’in Asma
Bahçeleri
Kendim olmaktan
memnunum
Ölü Ozanlar
Derneği
Tolstoy’un
Eserleri
Türkiye
Yeterince insan
yaşıyor
İsmimden memnunun,
Deniz’i çok severim
Aydınlanma Dönemi
Fransa
Öykü anlatıcısı
Fark etmez ama
insanların iste-
dikleri yere
Gül, buğday
iğne
İskenderiye feneri
Einstein
Bisiklet hırsızları
Bir gün tek başına
İstanbul
Boş kalsın
Ekmetullah
koymazdım
Şimdiki iyidir
Hayırlı bir
evlat
Yağmur,
Susuzluğun
hissedildiği
her yere
Tac Mahal
Metehan’ın eşi
Uyumsuzlar
Hesaplaşma
İstanbul
Sevgi ile
Ayşe Zeynep
Osmanlı son
dönem
Oyuncu
Yağmur,
kurak bölgeye
Çınar
Mısır Piramitleri
Newton
İki kafadar
Şah sultan
(İskender Pala)
Erzurum,
sakinliğinden
Enerji ile
İsmimden
memnunum
Bu dönem
Öğretici
Yağmam
Kaktüs
Tv sehpası
Mısır piramitleri
Ata Demirer
Hababam sınıfı
Masumiyet müzesi
(Orhan Pamuk)
İstanbul, uyumlu
Akıllı insanlarla
Yine aynı olurdu
1453 İstanbul’un
fethi
20
Erol
Yener
Kılıçaslan
Emiralioğlu Mikail
Dağlı
Dr.Serpil
Öncüer
Şeyda
Deniz
Kurtarıcı Komutan Figüran Anne Başrol
Yağmur, ormana Yağmur, kurak
yere
Kar Yağmur, Afrika’ya
Çınar
biblo
Babil'in Asma Bah-
çeleri
Kanuni Sultan
Süleyman
Çanakkale savaşı–
son mektup
Kaşağı
(Ömer Seyfettin)
İsveç, daha
düzenli, demokratik
Tarım alanları
yeşillik ve bahçelerle
İsmimi seviyorum
Osmanlı Dönemi Yavuz Sultan Selim
Dönemi
Yine aynı olurdu
Hatunla :)
İstanbul,
karmaşık ve özel
Çalıkuşu
(R. Nuri Güntekin)
Son samuray
Yine kendim
Tarih öncesi
Michael :)
İstemem, boş kalsın
Brezilya
Ana
( Maksim Gorki)
Hayat güzeldir
Yine kendim
İleri bir dönemde
Yine Serpil
Orman, bitki
Almanya, şeffaflık
açısından
Kendi Kutup
Yıldızını Bul
Koro
İyi bir oyuncu
Atatürk’ün yaşadığı
dönemi
Yine Şeyda
Barışla
İstanbul, karışık
İçindeki Devi
Uyandır
Hababam sınıfı
Atatürk
Çam ağacı
tablo
Babil’in asma bah-
çeleri
kaşkol
Bina dışında her
şey
Babil’in asma bah-
çeleri
masa
Artemis Tapınağı
Buğday
Çiçek, ağaç
lamba
Mısır piramitleri
Kar, dağlara
Futbol benim bir parçam, ben oynarken etrafındaki dünya uyanıyor. Futbol sert kızlar için çok iyi bir oyun olabilir ama narin oğlanlara pek uygun olmaz.
Saadet BAŞ 9-C
Okulu temsil etmek güzel bir duygu, gurur verici bir şey. Yeni bir takım olmamıza rağmen ilçede dereceye girdik. Seneye daha iyi yerlerde olacağız. Hilal ERDOĞAN
Küçüklüğümden beri futbol oynuyorum. Çevrem tarafımdan er-kek oyunu deselerde ben hiçbir zaman futbol oynamayı bırakma-dım ve bırakmayacağım da. İlk başlarda ailemden gizli okul ta-kımlarına girmiştim ama zamanla ailemde alıştı ve beni sonun ka-dar destekliyorlar. Sadece şunu demek istiyorum; futbol oyunu-nun cinsiyeti yoktur ve futbol oynayan kızlar erkek gibi davran-mazlar. Sadece futbolun değil hiçbir sporun cinsiyeti yoktur.
Emine Esin AKYILDIZ 9-G
22
Başka Bir Hayal : KENYA
Kenya’dan döneli zaman akmış, 10 günü geç-miş. İstanbul’da kar... Perdeyi kenara çe-ker, penceremin önüne ilişirim. Penceremde saksılar, saksılarda yapraklarını dökmüş çiçekler ve bir lale toprağından fışkırmış… Gökten bem-beyaz pamuklar uçuşur yere doğru. Cenneti hep güneşli bir ilkbahar havasında kurarım kafamda yemyeşil ağaçları, rengârenk çiçekleri ve kıyısın-da köpük köpük akan ılık bir nehirle. Oysa bir kış da olabilir cennet bembeyaz güzelliğiyle, gözleri kamaştırırcasına. Yaratıcının sihirlerini gösterme anlarından birindeyim sanki. Hokus pokus diyip ellerinin bir hareketiyle beyaza boğuyor dünya-yı. Gökten mucizeler yağdırıyor, her bir parçası kendisi aslında. Yüzünde muzip bir gülümseme: ‘Haydi bakalım tadın bu güzelliği ve cömertliği-mi!’ dercesine. Öyle muazzam, öyle gerçek üs-
tü bir güzellik ve bu güzelliğin içinde Kenya’nın melodisi çalar. İnsanın içini kıpır kıpır eden, ruhunu coşturup rengârenk eteklerin bedenin her hareketiyle uçuştuğu sıcacık topraklara götüren şarkılar… Ruhum azıcık şekil-lendirebilseydi bedenimi, bedenim kıvır kıvır kıvrılırdı bu ritimlerde. Ama bedenim ruhumu hapseden eğilmez, bükülmez bir kutu sanki.
Kenya… Türkiye’de bin kişiden bir kişinin ziyaret ettiği bir ülke. Uzak bize, uzaklığı mesafesinden değil sadece. Hayali bile uzak. Hayallerimize uğramaz bu ülke. Neden düşlemez insanlar bu ülkeyi? Sanki ismi fısıltı-dır bu ülkenin, saklar kendini. Biz, bir yoksulluğunu biliriz bu ülkenin. İçimizi acıtır ve belki içimizi acıtan şeyler-den kaçtığımızdandır onu tanıyamamak.
Kenya’yla ilk olarak dokuz yıl önce kesişir yollarımız. Bir dönem Norveç’te okurum ve okuduğum okulda Kenyalı öğrenciler… Ülkeleri gibi sıcacık insanlar. Şairin dediği gibi: ‘Bir insanı sevmekle başlar her şey.’ Bir insan hiç bilmediğimiz bir dünyanın kapılarını açabilir bize. Ne varsa merak ederiz o insana dair. Ülkesini, dilini, melodilerini… Naftal ile tanışırım. Müzik bölümünde okur Naftal. Piyano çalar bana sık sık ve köyünden, insanlarından bahseder. Kenya filizlenmeye başlar içimde, düşlerimi o topraklar üzerinde kurarım. Ama öylesine masalsıdır ki bu düşler. Tüm siyahî insanların içine kendimi yerleştiririm ama yerleştirmeyi pek beceremem, komik bir senaryo çıkar ortaya; yılan-larla karşılaşırım o yabancı topraklarda ve ben en çok yılandan korkarım, o insanlar beni kurtarmak için üstün yete-neklere sahiptir. Naftal’a söz veririm aynı yıl içerisinde Kenya’ya gelip onu ziyaret edeceğime. Sözler uçar, anılar silik-leşir, hayat başka bir yönde akar. Sonra zaman, dokuz yıl ve yirmi ülke dolaştıktan sonra Kenya’ya vurur beni. Bir şubat tatilinde farklı bir ülke çeker beni. Hayata çok da anlam yükleyemediğim bir anda yoksulluğu görmek isterim, her şeye rağmen insanların yaşama nasıl tutunduğunu ve Afrika’nın kalbini hissetmeyi, yaşama bir de başka bir kıyı-dan bakmayı. Yeniden heyecan duyacak bir sebep vardır benim için. Defalarca düşler kurar kurar bozarım. Bir türlü beceremem sanki orayı düşlemeyi. O kadar bilinmezdir orası benim için. Yola çıkma vakti gelir. Başta tek başıma çıkmayı planladığım yolculuğa dört kişi çıkarız: Ben, Xezal, Aysun ve İlker. Hazırlıksız hissederim kendimi bu yolculuğa. Sanki ruhen daha hazır değilmişim gibi. Günlük koştur-maca içerisinde kendimi oraya iliştirmeye vakit bulamadığımdan sanırım. Yanıma birer adet Kafka ile Cemal Süreya, iki adet de Orhan
Veli almak isterdim.
Cemal Süreya bir Afrikalı kadını aşkla dillendirsin, sözcükleri kadının saçından süzülsün ayak parmaklarına dökül-sün. ‘Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor Bütün kara parçaları için Afrika dâhil.’
Sonra Kafka, biz sıradan insanların aksine hayata bir türlü alışmayı beceremeyen, suyundan çıkarılan bir
balık gibi çırpınan ve her şeyin kendisine olağanüstü, yabancı ve yeni gelen edasıyla bir çocuk misali sürekli sorgu-layan adam… Kenya’da güneşli bir vakitte taburesine kambur oturmuş, gözleri başka bir dünyaya ait insanların farklılığıyla büyülenerek hiçbir detayı kaçırmamacasına kocaman açılmış, elinde kalemi saçılıyor sözcükleri kâğıda ama bir yandan korkar kendini olduğu gibi tutup her kelimenin içine atmaya. Sonra Orhan Veli koşsun yardımına Kafka’nın, kurtarsın onu tedirginliğinden ve sürüklesin güzel havalara, coştursun hepimizi. Bir de filmimizi çeken biri olmalı. Bu karakterlerle nasıl baş eder bilmiyorum ama Tony Gatlif olmalı mesela. Afrika ezgileriyle dans eden kadınları resmetmeli cümbüş havasında. İçimde hepsini götürebilmek isterdim. Hepsinin gözüyle Kenya’yı göre-bilmek, hissedilmek ve aktarabilmek…
NAİROBİ- MASAİ MARA Yeni bir gün, güneşi yakaladığımız bir iklimde adını ilk devlet başkanlarından alan Jomo Kenyatta havaala-
nına varıyoruz. ‘Jambo’ duyduğumuz ilk sözcük. Merhaba demek. Vize için bir form doldurup 50 dolar ödüyoruz.
2000 yılından önce basılan banknotları kabul etmiyorlar. İlk defa böyle bir durumla karşılaşıyoruz. Çok şükür ki eli-
mizde 2000’den sonra basılan banknotlar da var. Dövizciler de daha düşük kurla çeviriyorlar eski banknotları. 1
dolar 90 Kenya Şilini. Havaalanında bir miktar parayı da çevirdikten sonra çıkıyoruz. Ellerinde ‘Kevogurbert’ yazılı
kâğıdı tutan Rosah ve Patrick bekliyor bizi kapıda. Öncesinde safari için anlaşmıştık onlarla. Sadece Masai Mara’da
3 gün süren safari için 300 dolar ödüyoruz kişi başı. Soğuk bir
ülkeden yola çıkıp bir gün sonrasında güneşin ısıttığı Nairobi
caddelerinde ilerliyoruz. Ah ne büyük heyecandır o, daha
önce hiç var olmadığın bir yerde nefes alıp vermek, oraya
karışmak. Yeniden doğmak, yeniden var olmak gibi. Trafik
ışıklarını arıyor gözlerimiz. Ancak şehir merkezinde var bir-
kaç tane. Telefon hattı alıyoruz kendimize, şehirde biraz
oyalandıktan sonra yola çıkıyoruz. Rosah bizden ayrılıyor.
Mombasa’ya bilet alması için 13 dolar veriyoruz her birimiz
ona. Tabii daha sonra biletin daha ucuz olduğunu öğreniyo-
ruz.
Yazının devamını http://gurbetinseyirdefteri.blogspot.com.tr/p/kenya_27.html den okuyabilirsiniz.
24
KİTAP AYRACI “Gözlerimden öptü, Ellerimden öptü, ellerimden. Avuç içlerimden öptü.
Unutabilir misin şimdi ? Ben ölsem, unutamam.” — Sabahattin Ali (Kürk Mantolu Madonna)
“Uzaktaki sevilen, yosunlu deniz kokar. Rengi turkuazdır. "Anne özlemi" fırından yeni çıkmış ev kurabiyesi kokar. Rengi yeşildir. "Baba özlemi" tütün kokar. Bu özlem deve tüyü rengindedir.” ― Buket Uzuner (Kumral Ada Mavi Tuna)
“Bu dünyada yediğimiz ekmekler, içtiğimiz sular Dizlerimizdeki bu güç, derimizdeki tat Karşı koymak içindir; kaçmak için değil…” ―Turgut Uyar (Toprak Çömlek Hikayesi)
“Babam ne diyor ?”diye sordu. Ursula “çok üzgün” dedi. ”senin öleceğini sandığı için üzülüyor.” Albay gülümseyerek karşılık verdi, “ona de ki” dedi “insan ölme zamanı geldiğinde değil, ölebildiği zaman ölür. ―Gabriel Garcia Marquez (Yüzyıllık Yalnızlık)
“Rengin sarı, kırmızı, esmer ne olursa olsun lisanını anlar kokunu duyar gibiyim. Bu yeşil, sarı, lacivert bayrak sizin bayrağınız. Komşu kabilenin bayrağı da aynı renkte , aynı şe-kilde ama üzerinde dokuz yıldız var. Onun için mi boğazlaşıyorsunuz? Kavgadan evvel evlerinde yemek yediğin, başını sana dokunduğu zaman yaşadığını hissettiğin çocuğu bu dokuz yıldız için mi öldüreceksin? Anlaşıldı; ben bayrakları değil insanları seviyorum.” ―Sait Faik (Robenson)
“Aşk acısı çekmedim hiç… çünkü dünyanın verdiği acı her zaman güçlüydü.” ―Tezer Özlü (Çocukluğumun Soğuk Geceleri)
“Kendi kendine yetinmek, dünyanın öbür adıdır.”
―Ahmet Arif (Leylim Leylim)
“Tutukluğumun başlarında bana en ağır gelen şey, özgür bir insan gibi düşünmemdir.” ―Albert Camus (Yabancı)
“Hoşça kal." dedi tilki. "işte sana bir sır, çok basit bir şey: insan yalnız yüreğiyle doğruyu göre-
bilir. asıl görülmesi gerekeni gözler göremez."
"asıl görülmesi gerekeni gözler göremez," diye yineledi küçük prens; unutmamalıydı bunu.
"gülünü senin için önemli kılan, onun için harcamış olduğun zamandır."
"onun için harcamış olduğum zaman..." diye yineledi küçük prens. unutmamalıydı bunu.
"insanlar unuttular bunu," dedi tilki. "ama sen unutmamalısın. evcilleştirdiğimiz şeyden sorum-
lu oluruz. sen gülünden sorumlusun..."
"ben gülümden sorumluyum," diye yineledi küçük prens. bunu da unutmamalıydı.
…
―Antoine de Saint-Exupery ( Küçük Prens)
".. ama ayaklarını seviyorum.. çünkü onlar; toprakta, rüzgarda, sularda yürüdüler...
beni bulana kadar."
―Pablo Neruda (Ayakların Şiiri) “-nasıl bir dünya mı? haksızlıkların olmadığı bir dünya… insanların hepsinin mesut olduğu, hiç olmazsa iş bulduğu, doyduğu bir dünya.. hırsızların, başkalarının hakkına tecavüz etmelerin, bol bol bulunmadığı.. pardon efendim’ bol bol bulunmadığı ne demek? hiç bulunmadığı bir dünya.. her genç kızın namuslu bir delikanlı ile konuşabildiği, para için namus, ar , haya, hayat, gece, gündüz satılamadığı bir dünya… sokaklarda sefillerin bulunmadığı bir dünya… kafanın, kolun, çalışabildiği zaman insanın muhakkak doyabildiği, eğlenebildiği bir dünya… içinde iyi şeyler söylemeğe, doğru şeyler söylemeğe salahiyetle kıvranan adamın, korkmadan ve yanlış tefsir edilmeden bu bir şeyleri söyleyebildiği bir dünya…” ―Sait Faik (Havada Bulut)
“O’nu, her şeyi terk ederek, her şeyi göze alarak, yaktığım gemilerde ben de yanarak, yıktıkla-
rımın enkazı altında ben de kalarak sevdim. Hiçbir şeye akıl yetiremeyen çocukların berrak
sevinciyle sevdim onu. Ömrümün bundan sonrasına dair kuşgözü kadar bir ayrıntıyı dahi
merak etmeyecek kadar mutlu olarak sevdim. O’nu, gördüğüm O ile göremediğim O arasındaki
uçurumları hesaba katmayarak sevdim.”
―Nazan Bekiroğlu (İsimle Ateş Arasında)
Yaz, çiz, çek, paylaş. Burası senin. #HitaptaBenimKöşem
26
ŞİİR
ERTELENDİM
eksik umutlar ektiğim arka bahçesiz sokaklarda
sesinin kimsesizliğine benzeyen çocukluğumu beklerdim
dağılan ömrüme bağışladığın bu dünyalı olmayan gülümseyişin için
bir ömür beklemeyi göze almıştım …
sandık diplerinin bilindik yoksulluğunda
unutulmamış bir şımarıklığın bağışlanmasını dilediğim günlerde
azat edilen yıldızların sarhoşluklarına kanar
yokluğunun rengiyle dağlanan düşlerimi gökyüzüne meze yapardım
elçisiz masalların üşüyen yalnızlığı
sokuldukça talaş kokulu ezgilere gölgende raks eden gece
ruhuma yağardı ranzaların
demir kokan nefeslerine sarılamayan
bir düşün kanatları dağıldıkça akissiz ömrüme
dördüncü yaprağı unutulmuş tuvalimi sabun kokulu
gri uykular boğardı …
satır aralarına gömdüğüm köşe başı sürprizlerinin
yüreğime yağmasını bekledikçe eksildim
eksildikçe ertelendim
Songül kara gökçe
KARİKATÜR&CAPS
“Özgürlük ile esaret arasındaki ince çizgi.”
“Kapılar gibi ördüğünüz tabularınız
yıkıldığında bir kadın dünyayı değiştirecek.” “Ölmek için erken, yaşamak için geç…”
“Demir parmaklıklar sadece bedeni kilit altın-
da tutabilir, eğer ki demir parmaklıklar kafamı-
zın içinde değilse..”
DERSİMİZ TÜRKÇE
1)Karizmatik (Fransızca)
A) Üstün B) Havalı
C) Etkileyici D) Yakışıklı
2)Halüsinasyon (Fransızca)
A) Serap B) Hayal
C) Yanılsama D) Sanrı
3)İmitasyon (Fransızca)
A) Benzer B) Taklit
C) Aynı D) Uydurma
4)Kronolojik (Fransızca)
A) Zamandizinsel B) Dizili
C) Sıralı D) Eşzamanlı
5)Sembol (Fransızca)
A) Anlam B) Simge
C) Belirteç D) Marka
6)Irgat (Yunanca)
A) Tarım İşçisi B) Emekçi
C) Amele D) İşçi
7)Duble (Fransızca)
A) Büyük B) Daha Fazla
C) İki Katlı D) Çift
8)Dumdum (Hintçe)
A) Çentikli Tüfek Kurşunu
B) Tüfek
C) Davul
D) Patlayıcı
9)Kodes (Yunanca)
A) Kafes B) Hapishane
C) Hücre D) Hapis
10)Gıyaben(Arapça)
A) Kendi yokken B) Arkasından
C) Karşılıklı D) Yüzüne karşı
11)Dördül (Öz Türkçe)
A) Dördü birden B) Dört kez
C) Dört D) Kare
12)Eşref(Arapça)
A) Tabu B) Daha şerefli
C) Şaşırma D) Sulanma
13)müsait( Arapça)
A) Uygun B) Elverişli C) Flörte hazır
olan D) Zamanında
CEVAP ANAHTARI
1– D 2-D 3-B 4-A 5-B 6-D 7-D 8-A 9-B 10– A 11-D 12-B 13-C
NOT:
Recommended