Upload
others
View
0
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
© 2016 ALPER GÜLÜMSE. Tüm hakları saklıdır. Bu ekitap, ALPER GÜLÜMSE (yazar) tarafından publitory.com’da yaratılmış veyazarın kendisi tarafından Creative Commons Attribution-NonCommercial-NoDerivs CC BY-NC-ND lisansıyla (http://creativecommons.org/licenses/by-nc-nd/4.0/legalcode) yayınlanmıştır. Bu ekitap dosyası, yazara atıfta bulunmak,içeriği herhangi bir değişikliğe uğratmamak ve ticari amaçla kullanmamakkaydıyla paylaşılabilir. Bu kitabın UUIDsi 32499102-8d2b-11e6-86e8-ffc318de78eb
Seni yüreğimde hissedemediğim Tek bir gün bile
Olmaması dileği ile.
Adı İSA ‘’ Başlangıç ‘’
Alper Gülümse
Giriş
Bundan 5 yıl kadar önce kendimden hiç beklemediğim
bir karar alıp Kutsal kitabı
okumaya karar verdiğimde bugün ulaştığım Tanrı bilgisine ve sevgisine ulaşmayı aklımdan bile
geçirmem mümkün değildi. Çünkü daha önce okuduğum kutsal olduğuna inandığım ya da bir vahiy
kitabı olduğu düşündüğüm kitapların aksine Kutsal Kitap
Bana Yaratıcı ile bire bir ilişki kurma fırsatı verdi
Ve
bana daha önce hiç tanımadığım bir şekilde Tanrı’yı çok yakından tanıttı.
O günlerde aldığım o çılgın karar bugün beni yaratanı en yakından
tanımama O’nun düşüncelerini
Ve Hiç olmadığını
sandığım duygularını anlamama olanak sağladı.
bunun için bu cesareti ve düşünceyi yüreğime koyan Yaratıcıma
müteşekkirim . Bana
Kendisini yakından tanıma fırsatı verdiği için
Tanrıya şükürler olsun
Başlangıç
Aslında Kutsal Kitabı ilk elime alışım beş yıl öncesine değil çok daha eski günlere dayanıyor, hayatımın istemeyerek kaybettiğim O yılına!
İlk olarak Kutsal Kitap o günlerde tanışmıştım, kendimden hiç beklemediğim kararlar aldığım ve daha sonra acı sonuçlarına katlanmak zorunda kaldığım O yıl!
Annem çok ciddi ruhsal sorunlar ile uğraşıyordu ve hastaneye yatırılmıştı bu annemin toplamda 6 kez aynı yıl içerisinde ikinci kez hastaneye yatırılışı idi, henüz ben lise de ergen bir çocukken başlamıştı rahatsızlığı,
onun iyi olması için her şeyi denemiştik ya da ben kendi kapasitem içerisinde her şeyi denediğimi düşünüyordum, elimden geldiğince onu yalnız bırakmamaya çalışıyordum ama olmuyordu sadece benim özverim yeterli gelmiyordu. Annem aynı özveriyi doğal olarak babamdan da bekliyordu ama!
İşte o yıl kendimden hiç beklenmeyen bir şey yaptım ailemi, kardeşimi, babamı özelliklede annemi geride bırakıp başka bir şehre daha sonra aslında hiçte tanımadığımı anladığım
O zaman tanıdığımı sandığım bir arkadaşımın yanına taşındım, güya çalışıp bir sene uzattığım okulumun harç parasını kazanacaktım, okulu kendi hatalarımdan dolayı bir yıl
uzatmıştım ama işler hiçte umduğum gidi gitmedi uzun süre bir iş bulamadım güneye gitmiştim ve mevsimlerden sonbaharın başıydı yani benim gibi vasıfsız ve geçici iş arayanlar için ölü sezondu ama umurumda değildi mutlaka iş bulmalıydım her yeri denedim vitrininde eleman aranıyor diye yazan her dükkâna girdim en sonunda yerel bir gazetenin sarı sayfalarından bari bu olsun diye dua ederek ilandaki numarayı çevirdim telefonun diğer tarafındaki kadın bir sonraki gün için bir randevu verdi o gece uyuyamadım ertesi sabah randevu saatinden en az yarım saat önce oradaydım görüşme sonunda işe alındım ama ne iş maalesef büyük bir heyecan ile randevu
saatinden en az yarım saat önce geldiğim iş ulusal bir sigorta şirketinin B sınıfı bir acentesiydi ben tabii iş ilanını okurken işin konusu ve içerik kısmına değil büyük ve kırmızı puntolar ile yazılmış olan dolgun maaş kısmına odaklanmıştım tam bir fiyaskoydu ama en azından denemeye karar verdim zaten elimde başka bir alternatif işte yoktu en azından bahara kadar ne yapabilirsem kardı benim için.
O yıl çok sonra hakkında çok daha fazlasını öğreneceğim Kutsal Kitap ile tanıştım yıldı o günü bugün gibi hatırlıyorum deli gibi çalışıyordum sabah 8 akşam iş ne zaman biterse ne sigorta nede düzenli bir ücretim vardı sabah ve akşam dolmuş parası
vermemek için yarım saat yürümek zorundaydım, elimde bir çanta içerisinde sigorta poliçeleri ve tanıtım broşürleri önüme gelen her dükkâna giriyordum çoğu zamanlarda öğlenleri yemek yiyemiyordum arkadaşlarım öğle yemeğine giderlerken ben bir bahane bulup onlardan ayrılıyordum yemek istemediğim için değil ama param olmadığı için böyle davranıyordum ve bunu kimsenin bilmesini istemiyordum. Bayan bir patronumuz vardı eskiden ulusal bir gazetede bir süreliğine gazetecilik yapmıştı, sıra dışı ve sert bir kadındı sanırım öğle arasıydı bu sefer bir bahane bulamamış olmalıyım ki ofiste kalmıştım şu anda tam olarak hatırlamıyorum ama bir nedenden
dolayı odasına gittim masasının üzerinde kalın bir kitap gördüm ama öyle az buz değil bayağı kalın bir kitaptı hani eskiden el freni olmayan arabaların sağ arka lastiğine koyulan takozlar vardı işte o kalınlıkta desem sanırım abartmış olmazdım, bu kitap daha öncede birkaç kez masasının üzerinde gözüme ilişmişti hafta sonları eve götürüyordu içinde ne vardı ne yazıyordu hiç sormamıştım, kültürlü bir bayandı sanırım bu yüzden bu kadar kalın bir kitabın onun masasının üzerinde olması beni hiç şaşırtmamıştı
Nedense o gün merak ettim içeri girince
Patronuma;
Affedersiniz
Bu kitap ne ile alakalı diye sordum. Benim kitap okumayı sevdiğimi biliyordu birkaç kez felsefe ve din üzerine konuşmuştuk
Bana
Al kendin bak dedi
Okuduğum tüm felsefe kitaplarının üzerinde bir kitap bu yüzden kendin okumalısın belki sen benim anladığımdan daha farklı şeyler anlarsın ve üzerinde konuşuruz diyerek de ilave etti
Biraz utanarak
Burada okuyamam dedim
Çok kalın bir kitap
Biraz bende kalabilir mi?
Birinden bir şey isterken çok utanırdım
Hatta kendime ait olan bir şeyi bile kolay kolay isteyemezdim
Olur dedi
Sende kalsın
Getirmek istediğin zaman getirirsin dedi.
Tabii geri getirmek istersen!
Son cümleyi söylerken yüzünde manidar bir gülüş yakalamıştım ama neden güldüğü anlamamıştım, üzerinde de durmadım o gün akşam çıkışta kitabı aldım ve her zamanki gibi tabana kuvvet eve yürümeye başladım, yürürken heyecanlıydım.
O günlerde beni heyecanlandıracak
pek bir şey yoktu ama içerisinde neler yazdığını çok merak ettiğim bu kitap beni cidden heyecanlandırıyordu aslında yeni bir kitap beni her zaman heyecanlandırırdı, her kitap yeni bir başlangıçtı, içerisinde yeni sözlerin yeni düşüncelerin yeni yerlerin olduğu yeni insanların yeni hayal kahramanlarının olduğu başka bir başlangıç keşfedilecek başka bir yeryüzüydü ama heyecanım sadece buna bağlı değildi elimde tuttuğum kitabın ağırlığının sadece onun kütlesel ağırlığı olduğunu zannetmiyordum başka bir şey vardı bu kitabı farklı yapan içinde kıpır kıpır oynayan isimlendiremediğim daha başka şeyler vardı.
Kafamda bu düşünceler ile yarım
saatlik yolu yavaş yavaş 45 dakikada bitirmiştim şimdi evdeydim ev arkadaşım evde yoktu önümüzdeki bir haftada boyunca da olmayacaktı bu içerisinde gizemli ruhların dolaştığına inandığım bu kitabı bana daha rahat okuma fırsatı verecekti uzun zaman sonra kendimi mutlu hissediyordum sanki karşımda bir kitap değil canlı kanlı biri duruyordu bana söylemek istediği çok şey var gibiydi hayal kurmayı severdim çocukken yatağımdan yatarken odadaki eşyalar üzerinden olur olmaz hayaller kurardım, o an bu kitabın içerisinde bir adam olduğunu hayal ettim uzun siyah dalgalı saçları iri kahverengi gözleri ile bana gülümseyen bir adam!
Ev çok soğuktu 30 metre kare oda da tek gözü yanan bir ısıtıcım vardı güneyde kış hiçte düşündüğüm gibi ılıman geçmiyordu çok sert rüzgârlar ve çatıyı delip evin içine girecek kadar iri ve hızlı yağan yağmurlar yağıyordu evde olduğum zamanlarda ki genelde bu güneş battıktan sonraki zamanlara denk geliyordu çok sıkı giyiniyordum ama çoğu zaman buda yetmiyordu bu yüzden battaniyeler ile kendime küçük bir sığınak inşaat etmiştim o günde gene aynısını yaptım kendime sallama bir çay yapıp sessizlik içerisinde Kutsal Kitabın ilk satırlarını okumaya başladım, ilk birkaç sayfadan sonra merakım daha da artmıştı daha önce okuduğum tarz bir kitap değildi,
Bunu itiraf etmeliydim.
İlk satırlar dan kesin olarak anladığım bu kitabın yazarının kesinlikle bir insan veya ona benzer bir varlığın değil Tanrının olduğu idi çünkü ancak bir Tanrının bilebileceği , sadece onun bilgisi dahilinde olabilecek olan şeyler yazılıydı!
Bu kitap gerçekten de sıra dışı ve zihin üstü bir kitaptı!
Okudukça içimde garip bir huzur ve dinlendirici bir teselli oluşmuştu.
Yüreğimin içinin ısındığını hissediyordum ama bu fiziksel bir ısınma değil ruhsal bir ısınmaydı bu ancak şöyle tarif edebilirdim;
Babanızı ya da annenizi çok özlemişsiniz onları görmek için yanıp tutuşuyorsunuz nihayet bir gün
buluşuyorsunuz ve o günün akşamında kendi yatağınızda değil de annenizin veya babanızın koynunda yatmak istiyorsunuz ve işte o an!
Kendinizi dünyanın en rahat ve en güvenli yerinde hissederken yüreğinizde duyduğunuz o harika duygu
İşte böyle bir sıcaklık duygusuydu benim hissettiğim de!
Bu duygularımın nedeni ni o an için açıklayamıyordum neden ve nasıl olduğu umurumda değildi!
O an sadece bu hissin tadını sonuna kadar çıkarmak istiyordum.
Sanki bu kitaptan onu okuyana doğru akan görülmeyen bir ırmak vardı.
Suyunun çok tatlı olduğuna emindim ama o günler de kendimde bu sudan içme cesareti bulamadım çünkü o günlerde berbat bir yaşantım vardı evinde kaldığım arkadaşım ile kısa zamanda ruhsal değil ama yatak sevgilisi haline gelmiştik Tanrı, evren, yaratılış, din ve bunun gibi şeyler bana oldukça uzaktaydı bunların yerine, şehvet ve onun getirdikleri hayatımı ve ruhumu esir almıştı.
Bu şehre geliş sebebim kendi hatalarımdan ötürü uzattığım okulun bir dönemlik harç parasını kazanmaktı niyetim güzeldi ama uygulamada ciddi hatalar yapmıştım ve bu hatalarıma bayan arkadaşımda ortak olmuştu uzun zamandan beri dostum olan ev
arkadaşım dediğim bayan ile
Evlilik dışı ilişkiye giriyordum daha da kötüsü bu ilişkinin sonucunda başımıza neler gelebileceğini ya da neye sebep olacağımız ikimizin de umurun da değildi cahil ve aptaldık aynı zamanda vicdansız.
Hatamızın sonucu bize çok pahalıya patlamıştı kız arkadaşım hamile kaldı bunu duyduğumda beynimden vurulmuşa dönmüştüm koca bir şehir iki cahil ve hiçbir şeyden habersiz masum bir bebek!
Borç para bularak o hiçbir şeyden habersiz masumun katili olmuştuk üç gün boyunca her gece ağlamıştım nasıl böyle aşağılık bir adam haline
geldiğime kendim bile inanamıyordum Suratıma tükürmek istiyordum yüzlerce kez tükürmek!
Ama aynalara bakacak kadar bile yüzüm yoktu. Ben bir katildim bebek katili!
Benim kutsal kitap ile ilk karşılaşmam ben bu şekilde bir hayatın içerisindeyken olmuştu hayatımın en kötü anlarını geçirdiğim günlerde tanışmıştık kısa ama etkili bir karşılaşma olmuştu o günlerde değil ama çok daha sonra bu karşılaşmanın asıl nedenini anlayacaktım, o gün okuduğum satırlar ve bulduğum kısa ama derin huzur benim daha fazla günaha batmadan geriye, ailemin yanına dönme düşüncesini yüreğime getirdi.
Bunu nasıl yaptı bilmiyorum! Görünürde hiçbir şey yoktu
Kitabı sadece birkaç saat oda akşamları buz gibi bir odada okumuştum birkaç gün sonrada asıl sahibine geri verdim Sanırım bir ya da iki hafta sonrada tekrar eve ailemin yanına geri dönmeye karar verdim. Aslında böyle bir düşüncem yoktu sezon açılana kadar orada kalmayı düşünüyordum ama aylardır aklıma bile gelmeyen ailemi birden bire çok özlemeye başlamıştım. Sanki o ana kadar yüreğimin üzerinde simsiyah bulutlar vardı şimdi ise bu kara bulutların arasından az da olsa güneşin yüzünü görebiliyordum.
Ev
Yaklaşık 7 ay sonra eve geri döndüğümde her şeyi bıraktığım gibi bulacağımı düşünmüştüm çok yanılmıştım!
Hiçbir şey, ne ben nede de ailem eskisi gibi değildi.
Bana güvenleri kalmamıştı, kimse okulumu bitirebileceğime sonra bir işe girebileceğime kısacası adam olabileceğime inanmıyordu.
O zaman anladım insanın,
En yakınlarının size zerre miskal güvenmemesinin ne demek olduğunu çok iyi anladım, berbat bir şeydi, size bakarlarken hep içlerinde bir şüphe
vardı, acaba gene bizi terk eder mi? gene sınıfta kalır mı?
Gene yalan mı söylüyor?
Ama tüm bunların sebebi bendim.
Evet, belki normal bir çocukluk ve ergenlik dönemi geçirmemiştim annem sürekli hastaydı ve babam bize karşı çok sorumsuzdu ama bu benim yaptığım hataların ve kaybettiğim güvenin özrü olamazdı ben böyle bir insan olamazdım kendimi düzeltmeli ve tekrar çevremin ve ailemin güvenini geri kazanmalıydım.
Ama önce tekrar okula kayıt yaptırmak için harç parasını denkleştirmem gerekiyordu, çok bir para değildi ama tekrar bir işe girmek için vakit yoktu zaten öyle bir işte yoktu.
Tek şansım vardı bir şeyler satacak ve paranın geri kalanını denkleştirecektim ama ne?
Ne satacaktım ki?
O yıllarda işlek caddelerde kaldırımlarda korsan cd ve kitap satarlardı yasa dışı! O an aklıma kütüphanemdeki kitaplarımı satmak geldi yüze yakın kitabım vardı bazılarını kendim almıştım bazılarını eşten dosttan edinmiştim onları çok seviyordum ama başka çarem yoktu. Ailem bana çok kızgındı ve asla harç parasının geri kalan kısmını vermezlerdi, babam çok otoriter ve sevgisiz bir adamdı bunu ona sormama bile gerek yoktu eve geleli on gün olmuştu ama ağzını açıp benim ile tek bir kelime bile etmemişti.
Annem zaten kendinden habersiz yaşıyordu onun için çok üzülüyordum nerdeyse tüm gün uyuyordu, uyandığı zamanlar da elinde kumanda eski Türk filmlerini seyrediyor, çay içiyor hiç nedensiz ağlıyordu, başka çarem yoktu kitaplarımı satacaktım hem bunu iyi bir şey için yapıyordum tekrar okula geri dönmek ve kendimi kendime geri kazanmak için.
Sokak arası
Sırt çantama tüm kitaplarımı koydum, yürüyerek kitapları rahatça satabileceğimi düşündüğüm sokağın en işlek yerinde kendime bir yer belirledim tezgâhım yoktu bu yüzden kitaplarımı kaldırımın üzerine serdim ilk gün sadece bir kitap satabilmiştim oda içlerinde en kalın olanıydı!
Diğer gün de bir tane sattım öteki gün hiç!
Bu böyle olmayacaktı bu kitapların hepsini toptan satabileceğim bir yer olmalıydı akşam eve dönerken her zamanki yolumdan değil daha kestirme bir yoldan gitmeye karar verdim yürürken kitap satan bir dükkânın
camında ikinci el kitap alınır diye yazılmış bir ilan gördüm hava kararmak üzereydi ama içerde hala birileri vardı şansımı denemek istedim ve içeriye girdim iş yeri sahibi tatlı bir bayandı kısa bir sohbetten sonra kitapları ne için satmak istediğimi sordu
Okula tekrar kayıt yaptırmak için gereken harç parasını denkleştirmem gerekiyor bu yüzden kitaplarımı satmak zorundayım dedim.
Kadın bir an durdu gözlerinde sevgi dolu ama birazda üzgün bir bakışla bana bakıyordu benim acelem vardı eve gitmeliydim kadına kitaplarımı alacak mısınız dedim geç oluyor gitmem gerek!
Kadın hafif tebessüm ederek
Peki, dedi
Çıkar bakalım çantandan nelerin varmış!
Tek tek hepsini çıkardım
Hım dedi tebessüm ederek
Bunların hepsini okudun mu?
Evet dedim okudum
O zaman dedi okumayı seviyorsun
Seviyorum dedim ama daha çok roman, biyografi tarzı seviyorum dedim zaten bunu kitaplardan anlıyorsunuzdur
Evet dedi anlıyorum ama dedi.
Bu kitapları gerçekten satmak zorunda mısın?
Bir an durdum, biraz kızmıştım hava karamıştı annem muhtemelen evde yalnızdı ve neden bu kitapları satmak istediğimden daha fazla bahsetmek istemiyordum.
Evet dedim biraz sitemkâr bir ses tonu ile
Zorundayım!
Sana bir teklifim var dedi
Bak!
Burada bana yardım edecek kitaplardan anlayan bir arkadaşa ihtiyacım var ne dersin diye sordu?
Çok şaşırmıştım!
Bu hiç beklemediğim bir durumdu ben buraya kitapları kaç liraya satabilirim diye gelmiştim ama şimdi bu nazik bayan bana bir iş teklif ediyordu
Bir an bile düşünmeden tamam dedim
Ne zaman başlayacağım
Kadın yarın dedi yarın sabah sekizde burada ol
Ama sizden bir ricam var dedim
Söyle dedi
En geç iki hafta sonra yatırmam gereken harç parası var bana sadece bu ay için maaşımı ay bitmeden iki hafta önce verin dedim
Ve dedim
Ay bitene kadar kitaplar sizde rehin olarak kalsın
Bana hemen güvenemezsiniz bunu anlarım o yüzden kitaplar sizde ay sonuna kadar kalsın ay bittiğinde geri alırım dedim
Kadın peki dedi
Söylediğin gibi olsun ama dedi
Benim de sana bir şartım var
Nedir dedim
Okul başladıktan sonrada devam edeceksin zaten tek dersten okulunu uzatmışsın burada devam etmenin okuluna mani olacağını düşünmüyorum anlaştık mı dedi
Tamam dedim anlaştık
Çok nazik bir hareket ile
Beni kapıya kadar yolcu etti
Müthiş mutluydum!
Kesinlikle bu bir mucize olmalıydı
Hayır, olmalı değil bu bir mucizeydi
Aylardır iş arıyordum
Çalmadığım kapı kalmamıştı
Ama bu sefer ben aramadan iş bana gelmişti
Annem bunu duyunca çok sevinecekti
Belki babamda sevinirdi tabii ki sevinirdi niye sevinmesin ki sonuçta bir iş bulmuştum harcımı ödeyebilecektim ve okuluma kaldığım yerden ama kaldığım gibi değil farklı
Biri olarak devam edebilecektim
Her şey daha güzel olacaktı.
Eve geri dönmek ile çok doğru bir karar vermiştim.
Geç ama doğru bir karar
Hayır, o kadar da geç değil di
Aslında çoğu şey için erken bile denilebilirdi
Aferin sana dedim kendi kendime
Aferin Alper
Göreceksin
Bu sefer başaracağız!
Oğle arası
Günler hızlı geçiyordu harcımı yatırmıştım üzerimden dağlar kadar yük kalkmıştı, işe çabuk alışmıştım tüm işim kitaplardı sabahları ilk geldiğimde camekânları siliyordum ardından tozlanan kitapların tozlarını alıyordum bir de tabii ki kitap almak ya da sormak için gelen müşteriler ile ilgileniyordum tek sıkıntım yarım saatlik öğle araları hariç sürekli ayakta kalmaktı.
Öğle aralarını iple çekiyordum ara sıra akşamları kitap evini kapatmaya yakın hanımefendi ile okuduğumuz kitaplar üzerine konuşuyorduk ciddi bir kitap yalayıp yutmuşluğu vardı ağırlıklı
olarak felsefe ve psikoloji kitapları okumuştu özellikle Yunan felsefecilerini çok seviyordu.
Bir akşam konu Tanrı inancına geldi
Bana
Tanrıya inanıyor musun? Diye sordu
Ben
Tabii ki dedim neden inanmayayım ki
Peki dedi
Neden Tanrıya inanıyorsun?
Nasıl yani dedim siz inanmıyor musunuz?
İlk ben sordum dedi
Söyle?
Neden Tanrıya inanıyorsun?
Çünkü dedim
Bir Tanrı var
Onu hiç gördün mü dedi?
Yada onu gören birini gördün mü?
Ben sadece gördüklerime inanmıyorum dedim!
Görmediklerime de inanırım
Mesela? diye sordu
Mesela dedim
Sevgiye inanıyorum dedim
Karşılıksız sevgiye
Adalete
Sonsuz adalete
Barışa
Dostluğa
Bunların hiç birisini görmüyorum ama hepsine inanıyorum dedim
Ama dedi
Bu farklı bir şey!
Nasıl yani dedim
Evet dedi
O söylediğin şeyleri
Sevgiyi,
Adaleti
Barışı
Bir kişi olarak göremiyoruz ama insanlardaki ve yeryüzündeki yansımalarını sonuçlarını biliyoruz dedi
Ama bu aynı şey dedim
Tanrıyı da göremiyoruz ama
Onun bizlerin ve yeryüzünün üzerindeki işlerini görebiliyoruz dedim.
Bir an durdu
Böyle bir cevap beklemiyordu
En azından kendisinden 13 yaş küçük olan birinden beklemiyordu.
Ama diyerek devam etti
Sevgi diyorsun ve sevginin insanda ki tezahüründen bahsediyorsun ve bunu Tanrının varlığını ile ilişkilendiriyorsun ve bana Tanrının var olduğunu bu şekilde ispatlamaya çalışıyorsun peki bana inandığın Tanrıda sevgi, adalet ve barışın olduğunu ispatlaya bilir misin?
Eğer dediğin gibi insanda olan bu niteliklerin onun yaratıcısında da olması gerekir çünkü senin inancına göre insanı bir Tanrı yarattı doğrumu?
Tabii ki doğru dedim buna ne şüphe!
O zaman dedi
Bana Tanrıda sevgi olduğunu ispatla
Yada istersen bunu şimdi deneme geç oldu evde biraz düşün yarın akşam tekrar konuşuruz olur mu dedi
Tamam dedim
Bu akşam konuştuklarımı düşüncem
Ve size Tanrıda sevgi olduğunu kanıtlamaya çalışıcam
Son cümleyi söylerken heyecanlanmıştım
Karşımda Tanrıya inanmayan biri vardı ya da şüphe duyan! Ve ona Tanrının varlığını ispatlamak bana düşmüştü en azından ben kendime böyle bir görev yüklemiştim hoş bir duyguydu daha önce Tanrıya inanmayan ya da varlığı hakkında şüphe duyan biri ile hiç konuşmamıştım bu ilk olacaktı. Karşımdaki hanım efendi okumuş, kültürlü ve konulara çok geniş açıdan bakabilen biriydi onu ikna edebilmek için çalışmalıydım ama nasıl?
Kaynaklara ihtiyacım vardı haklı olduğumu ispatlamam için farklı kaynaklardan faydalanmalıydım bunun için öncelikle kuran ve hadisleri araştırmaya karar verdim belki birkaç İslami yazardan da faydalanabilirdim ya da sadece yüreğimi dinlesem de
olurdu, ama hanım efendinin sorduğu soru çok ilginçti tam olarak bana şunu sormuştu
Bana Tanrıda sevgi olduğunu ispatlayabilir misin?
Neden böyle bir şey sormuştu aslında tam olarak anlayamamıştım!
Neden bana Tanrının varlığını ispatla yerine Tanrıda sevgi olduğunu ispatla diye bir soru sormuştu?
Sevgisiz bir Tanrı nasıl olabilirdi ki?
Evet, bende genel hatları ile bir Tanrı portresi çizsem bu çiçekler içerisinde gülümseyen bir Tanrı olmazdı!
Çünkü çocukluğumdan beri bana anlatılan Tanrı daha çok bizler ile mesafeli olan daha çok peygamber
aracılığı ile bizlere yasakları ve yasak olmayan şeyleri anlatan hata yaptığımız zaman cezalandıran doğru yaptığımız zaman mükâfatlandıran günün belirli saatlerinde bizleri huzuruna çağıran önünde secde etmemizi isteyen onun için oruç tutmamızı ve kurban kesmemizi gücü yeteninde kutsal evi Kâbe’yi ziyaret etmesini ve orada belirli görevleri yerine getirip hacı olmasını emreden ve tüm bunları eksiksiz bir şekilde yerine getirirsek bize cenneti vaat eden kuralcı, otoriter, yarattıkları ile mesafeli sanki biraz babam gibi bir Tanrıydı!
Tanrı ama sevgisiz!
Ertesi gün işe biraz geç kalmıştım, uyuya kalmak gibi bir alışkanlığım yoktu okul hayatım boyunca hiç geç kâğıdı almamıştım, geç kâğıdı almaktansa o gün okula hiç gitmemek gibi garip bir huyum vardı.
Lisedeyken arkadaşları tarafından pek sevilen bir çocuk değildim hatta bir tanesi hariç öğretmenlerim tarafından da pek sevilmezdim, beni garip bulurlardı, yaşıtlarım ile ilgi alanlarımız çok farklıydı sınıfımdaki ya da mahalledeki erkek arkadaşlarım cinsel dürtüleri ile daha çok alakalı olurlarken ben bembeyaz bir aşk yaşayacağım kızı arıyordum!
Aşkın insana çok yakıştığını düşünüyordum çünkü başka hiçbir şeyin insana dünyayı ve kendi içindeki hırsı unutturamayacağına, başka birine aşık olmayan bir insanın zaman ile
Ya kendine ya da dünyaya aşık olacağına bunun da o insanın felaketi olacağına inanıyordum, bana kendimi, kendimi hatırlatmayacak bir aşk istiyordum bunu bulacağıma da emindim. Saat dokuz gibi iş yerindeydim, benim ile birlikte çalışan bir bayan arkadaş daha vardı o daha çok muhasebe işlerine bakıyordu aksilik o gün oda geç kalmıştı, içeri girdiğimde hanım efendinin bana çok kızacağı düşünmüştüm gerçi böyle bir şeyi ilk defa yapıyordum, çok ortalarda dolanmadan yerlerinden oynayan
kitapları nazikçe yerlerine dizmeye başladım öğlene kadar pek gelen giden olmadı, öğle arasında yemek için bir alt kata indim yemeklerimiz dışarından geliyordu genellik ile menümüz çorba ana yemek yanında birde tatlıdan oluşuyordu aslında pekte ne olduğunun önemi yoktu sabahları kahvaltı etme alışkanlığım olmadığı için öğle arasını iple çekiyordum, hanımefendi sabahtan beri hiç görünmemişti geldiğimde dükkân açıktı camlar silinmişti hatta dün yeni gelen kitap kolilerinin bile yarısı boşaltılmış raflara dizilmişti bile ama kendisi neredeydi? Yemeği bitirdikten sonra muhasebe odasına gittim bayan arkadaşıma hanım efendi nerede onu hiç gördün mü? Diye sordum
Başını yemeğinden kaldırmadan
Sabah çok erken gelmiş sonra bir akrabasını karşılamaya terminale gitmiş öğleden sonra gelecekmiş bende bugün üç gibi çıkıcam o gelmeden çıkarsam buralar sana emanet dedi
Peki dedim
Sen işine bak ben hallederim dedim
Aradan yarım saat geçmemişti ki
İçeriye 60-65 yaşlarında takım elbiseli uzun boylu beyaz tenli ve çok hoş sesli bir bey amca girdi, bana doğru yavaş adımlar ile geldi yüzünden biraz tedirgin olduğu belliydi kocaman gözleri ile bana baktı ve çok kısık bir ses ile
Evladım sana bir şey sormak istiyorum? Dedi
Buyurun dedim sizi dinliyorum
Acaba dedi sesini biraz daha kısarak
Sizde Kutsal Kitap bulunur mu?
Bunu söylediğinde yanaklarında ki kırmızılığının kulaklarına kadar ulaştığını görmüştüm
Kutsal Kitap dedim?
Yani Kuran mı istiyorsunuz diye sordum?
Yo yo dedi
Kutsal Kitap arıyorum yeni basımını üzeri kırmızı kapaklı sizde yok mu?
Valla dedim amcacım
Ben böyle bir kitap bizde var mı bilmiyorum sormam lazım iş yeri sahibimiz maalesef henüz gelmedi ama birazdan gelir arzu ederseniz siz biraz bekleyin kendisi gelince sorarız
Yok dedi bey amca
Ben daha sonra tekrar uğrarım
Peki dedim
Ne zaman uğrarsınız?
Akşamüstü dedi
Kaçta kapatıyorsunuz? Diye sordu
Sekiz gibi kapatıyoruz dedim
Tamam dedi
O zamana kadar gelmeye çalışırım
Şayet gelemezseniz dedim
Tam arkasını dönüp giderken
Kitabı ayırtalım mı?
Yavaşça bana doğru dönerek
Olur dedi hatta diyerek devam etti
Eğer elinizde yoksa benim için bir tane getirisiniz olur mu?
Neden olmasın dedim
Tabii ki olur
Eğer gelemezseniz elimizde varsa kitabı sizin için ayırtıcam ama yoksa sipariş vericem merak etmeyin dedim
Gülümseyerek arkasını döndü ve geldiği gibi yavaş adımlar ile gitti
Amcayı çok sevmiştim çok tatlı ve kibar biriydi mutlaka ona yardımcı olmalıyım diye düşündüm aslında istediği kitabın ne olduğunu tahmin ediyordum ama benim olduğunu
düşündüğüm kitap ile bey amcanın tarif ettiği kitap arasında bazı farklar vardı birincisi kalınlık farkıydı ben bugüne kadar hiçbir kitap evinde o denli bir kalınlıkta bir kitap görmemiştim ki buda o kitabın normal reyonlarda satılmadığını gösteriyordu ikincisi renk farkıydı benim olduğunu düşündüğüm kitap siyak bir kitap bey amcanın söylediği kitap ise kırmız kapaklı ya ikimiz farklı kitaplardan bahsediyorduk ya da benim bey amcanın istediğini düşündüğüm kitabın yeni bir basımı çıkmıştı bunu ancak hanım efendi gelince anlayabilirdim.
Saat beş gibi hanım efendi geldi her zamanki gibi gene güler yüzlü ve şıktı ben onu görünce hafifçe başımı eğdim ve hoş geldiniz dedim
Oda aynı şekilde cevap verdi ve akşamki düelloya hazır mısın bakalım dedi
Düello dedim!
Ah evet dersime çalıştım sayılır
Göreceğiz dedi
Bakalım ne kadar çalıştın!
Bu arada diyerek devam ettim
Az önce bir bey amca geldi
Evet dedi ne istedi
Elimizde bir kitabın olup olmadığını sordu
Hangi kitabın?
Kutsal Kitabın?
Yüzünde hafif bir gülümse ama bunun yanında da alaycı bir ifade ile
Peki, sen ne dedin
Yok demedim ama var da diyemedim
Elimizde varsa sizin için ayırırım ama yoksa sipariş verebilirim dedim
İyi demişsin dedi hanım efendi
Elimizde yok ama o bey amcan için dedi gülerek bir tane sipariş verebilirim dedi sonra bir den durdu ve yok yok dedi iki tane sipariş verelim
İki tanemi neden hanım efendi
Neden? İki tane veriyoruz diye sordum
Bizde okuruz dedi olmaz mı?
Olur dedim tabii olur
Bunu söylerken kendimden pek emin değildim ne ara okuyacaktım ki günün on iki saati buradaydım geri kalanında yorgunluktan uyumak ve yemek yemek dışında hiçbir şey yapamıyordum sadece pazarları izinliydim o günde annemin yanında onun ile zamanımı geçiriyordum
Ben bunları düşünürken hanımefendi
Sana her gün yarım saat okuma paydosu vericem dedi bu saatte ne istersen onu okuyabilirsin ne dersin diye sordu?
Harika dedim harika olur
Gerçekten de harika olurdu hem okuma bahanesi ile yarım saat daha dinlenmiş olurdum
Akşam olmuştu hava kararıyordu diğer günlere göre oldukça sakin bir gündü gelecek hafta okul açılıyordu ama ben sadece haftanın tek günü okula gidecektim kaldığım tek ders haftada sadece iki saatti ne kadar salaktım en zor dersleri verip haftada sadece iki saat olan saçma sapan bir dersten kalmıştım neyse ki bu dersten tek kalan öğrenci ben değildim birkaç kişi daha vardı ama onlar başka derslerden de kalmışlardı en azından sınıfta hoca ile baş başa kalmayacaktım az da olsa bu benim için bir teselli nedeniydi
Hadi gel bakalım dersine ne kadar çalışmışsın görelim
Hanım efendi çağıyordu
Dün konuştuğumuz konuya devam edecektik
Hoşuma gidiyordu bu yaşıma kadar beni adam yerine koyup ta karşısına alıp konuşan, fikirlerimi soran, söyledikleri önemseyen beni dinleyen tek kişi beklide oydu.
Belki o yaptığımız sohbetlerin başka insanlar ile de yapıyordu ama benim şu koca dünyada konuşabildiğim tek insan oydu
Evet dedi
Nerede kalmıştık
Şey dedim
Bana Tanrıda sevgi olduğunu ispatla demiştiniz
Ha evet demiştim
Peki, hazır mısın istersen ben başlayabilirim
Olur dedim
Bu sefer siz başlayın
Ben dedi
Tanrıda sevgi olduğuna inanmıyorum zaten inansaydım senden ispat istemezdim eğer Tanrıda sevgi olsaydı dünya bu kadar kötü bir yer olur muydu? Bak etrafına insanlar çıldırmış gibi, milletler bir birine saldırıyor, bir bardak suda fırtınalar kopuyor, zenginler daha zengin fakirler daha fakir oluyor, her yıl yüzbinlerce çocuk
açlıktan ya da hastalıktan ölüyor kimin umurunda Tanrının mı? Umurundaysa neden müdahale etmiyor? neden tüm bu acılara izin veriyor? Madem Tanrı ise neden dünyadaki kötülüğe bir son vermiyor? Bana söyler misin sevgi bunun neresinde? Sevgi Tanrının neresinde?
Konuya çok sert girmişti derin bir nefes aldım sonra
Bunların sorumlusu Tanrı değil ki dedim
Nasıl değil dedi
Değil tabi dedim Tanrı da kötülük olamaz dedim
Olur, mu hiç öyle şey dedi
Ne yani dedi kötülük kendi kendine mi oluştu?
İnsandaki iyi duyguların kaynağı Tanrı ama kötü olan tüm duyguların kaynağı şeytandır dedim
Peki dedi
Şeytanı kim yarattı?
Şeytanı Tanrı yaratmadı dedim
O kendisi şeytan olmayı seçti
Yani dedi
Yaratıldığında şeytan değil di?
Evet dedim
Bir melek olarak yaratıldı
Ama kendisi sonra yaptıkları yüzünden şeytan oldu
Neden böyle bir şey yapsın ki
Neden bile bile kendini cehenneme götürmek istesin ki? dedi
Siz neden bile bile Tanrıya inanmıyorsan o da o yüzden yapıyor olmalı dedim
Nasıl yani dedi
Ne demek istiyorsun
Kızmayacağınıza söz verin cevap vereyim dedim
Hayır, canım dedi kızmak ne demek
Şurada medeni iki insan gibi bir konu üzerinde münazara yapıyoruz kızmak ta ne demek lütfen rahat ol ve söylemek istediğini söyle dedi
Kibir dedim
Efendim dedi biraz da kızararak
Farkında olmadığınız aslında çoğumuzun farkında olmadığı kibir duygusundan ötürü Tanrıya inanmıyorsunuz dedim
Şeytan da bu yüzden yani kibrinden ötürü bile bile Tanrıya karşı geliyor dedim
Bunu asla kabul etmiyorum dedi
Ben kibirli falan değilim sadece mantıklı açıklamalar istiyorum dedi
Ama dedim
Her zaman her şeyi mantığımız ile anlayamayız ki
Örnek ver dedi
Mesela dedim
İlk insanın yaratılış! Bir düşünün nasıl olurda bir insan hem annesiz hem de
babasız var olabiliyor? diye sordum
Evrim dedi bunu evrim teorisi açıklıyor
Hayır dedim evrim insanın maymundan geldiğini söylüyor bunun doğru olduğuna inansak bile maymundan geriye gittiğimiz zaman gene bir anne ve baba gerekiyor ama bu geriye gidişin bir sonu yok mutlaka yaratılmamış bir başlangıç gerekiyor dedim
Evet dedi aslında burada sana katılmıyor değilim biri yoktan var olmalı
İşte dedim bu!
Biri yoktan var olmalı ve o birini Ondan çok daha büyük bir varlık var etmeli değil mi?
Geriye yaslandı kollarını iki yanına sardı neredeyse beş dakika konuşmadan bana baktı
Doğru söylediğini farz edelim dedi
Bir Tanrının var olduğunu ve atamız olduğuna inandığın Adem’i yoktan var ettiğine inanalım, ama kötülüğün ve kötü düşüncelerin kaynağının Tanrı değil Şeytan olduğunu nasıl açıklayabilirsin sonuçta eğer bir Tanrı var ise maddi şeyleri nasıl yarattı ise manevi duyguları, hisleri, düşünceleri iyi ve kötü olan her şeyi de onun yaratması yada ondan gelmesi gerekmiyor mu?
Eğer senin tezin doğru ise Şeytanın da maddi değil ama kötü olsa da duygu ve düşünceleri yaratma veya kaynağı olma
gücümü var yani,
O zaman Şeytan ikinci bir Tanrımı?
Hayır, hayır dedim
Bence böyle değil
Peki, Nasıl o zaman dedi
Tanrı kusursuz olmalı dedim çünkü yarattığı her şey kusursuz kendimize bakalım dedim bizdeki mucizelerine bir bakar mısın ya da bir kelebekteki bir arıdaki yaşayan tüm canlılardaki harikulade işlerine bir bakar mısın eğer Tanrıda biraz kusur olsaydı sence bu kadar muhteşem şeyler
Yaratabilir miydi?
Peki, o zaman kötülük ne olacak maden Tanrı kusursuz kötülüğün kaynağı kim?
Kötülüğün kaynağı şeytan ve ona uyan biz insanlarız dedim, biz kötülüğü aynı şeytanın yaptığı gibi kendi irademiz ile seçiyor ve bunu şeytandan çok ucuza satın alıyor karşılığında sonsuz cennet hayatını kaybediyoruz dedim.
Bunun için Tanrıyı nasıl suçlayabiliriz ki, şöyle düşünelim Tanrı denizleri ve okyanusları yarattığında, onlarda hiç kirlilik var mıydı? Yada Tanrı bize daha fazla ev, avm, otel, iş merkezleri, havaalanları buna benzer şeyler yapmak için ormanları yok edin mi dedi?
Nereye gelmek istiyorsun anlamadım
Şuraya gelmek istiyorum
Tanrı yarattığı her şeyi kusursuz ve muazzam bir uyum içerisinde yarattı
ama biz insanlar kendi çıkarlarımız için bilinçli ya da bilinçsizce yeryüzündeki tüm uyumu bozduk ve bozuyoruz bunların suçlusu kötülüğün ve kötü düşüncelerin kaynağı Tanrı değil insanoğlunun yanlış seçimleridir
Çayından son bir yudum aldı ve söylediklerin beni azda olsa ikna etmedi desem yalan söylemiş olurum evet biz insanların da gerçekten dünyanın bu hale gelmesinde çok kabahati olduğu bir gerçek ama neden Tanrı yarattığı insanın bunca kötülük yapmasına göz yumuyor bunu anlamakta gerçekten çok zorlanıyorum neden bazılarının aç gözlülüğü sebebi ile yüz binlerce çocuk açlığa mahkûm oluyor anlayamıyorum?
Madem bir Tanrı var ve o bizi yarattı neden yarattıklarına sahip çıkmıyor neden yüzbinlerce bebek, çocuk açlıktan ölüyor ya da sakat kalıyor? Bunu nasıl açıklayacaksın?
Lütfen söyler misin sevgi böyle bir tutum sergileyen Tanrının neresinde?
Hanım efendi dedim
Ben bir ilahiyatçı değilim ya da bir felsefeci
Biliyorum dedi ama açık görüşlüsün ve aynı zamanda güzel bir yüreğin var hem ben birçok din adamı ve felsefeci ile de konuştum aldığım cevaplar beni tatmin etmedi ama sen genç ve taze bir beyinsin senin ile konuşmak bana keyif veriyor aynı zamanda yaptığımız sohbetlerden çok faydalanıyorum
Teşekkür ederim dedim
İstersen bugünlük burada bırakalım
Olur dedim
Ben tam yarın devam edelim mi diye soracaktım ki tam o an gün içerisinde gelen o kibar bey amca içeriye girdi ve yavaş adımlar ile bize doğru yaklaşarak
İyi akşamlar dedi
Hanım efendiye yavaşça bu siz gelmeden önce öğlen sonra gelen size anlattığım bey amca dedim
Öylemi dedi Bey amcaya gülümseyerek
Hoş geldiniz
Size nasıl yardımcı olabiliriz
Kızım dedi Bey amca
Oğlumuza da söylemiştim
Bir kitap arıyorum öğlen geldiğimde de söylemiştim akşam tekrar uğrarım diye
Evet dedi hanımefendi
Arkadaş söyledi
Ben bir depoya bakayım tekrar ama olmayabilir eğer yoksa sipariş verelim mi
Olur, kızım dedi sen bir bak olmazsa ise hemen şimdi sipariş verelim
Siz şöyle bir oturun dedi hanım efendi oturduğumuz masanın boş olan sandalyesini göstererek
Bir şey içermişiniz diye de ekledi taze çay yapmıştım
Zahmet olmaz ise bir bardak alabilirim
Tamam, hemen getiriyorum
Bey amca sandalyeyi biraz geri çekti ve
yavaş hareketler ile oturdu bana dönerek
Nasılsın evlat dedi
Sağ olun iyiyim
Sizi biraz camekânın dışından izledim hararetli bir konuşma yapıyordunuz neydi mesele
Mesele değil aslında sohbet ediyorduk
Biz bunları konuşurken hanım efendi çay ile birlikte gelmişti
Bu sefer bey amca ona dönerek
Kitap elinizde var mıymış diye sordu
Maalesef
Ama bu akşam sipariş geçersem en geç iki gün içerisinde elimde olur dedi
Tamam, kızım sen geç dedi
Ben sana ücretini vereyim
Yo yo dedi hanım efendi
Acelesi yok gelince verirsiniz
Olmaz kızım
Madem elinde yok sipariş vereceksin ücretini şimdi almalısın dünyanın bin bir türlü hali var görüyorsun ben ihtiyar bir adamın bakalım yarını görebilecek miyim?
Öyle demeyin lütfen dedi hanım efendi
Hem gayet sağlıklı görünüyorsunuz
Bey amca hafifçe tebessüm ederek bana döndü ve
Söyle bakalım ben gelmeden önce hararetli hararetli ne konuşuyordunuz
Yok, bir şey dedim
Hanım efendi
Hayır, var bir şey dedi gülerek
Arkadaşımız ile Tanrı üzerine konuşuyorduk dedi
Bey amca
Ooh derin konuymuş dedi
Demek Tanrı üzerine konuşuyordunuz
Evet dedim konumuz Tanrıydı
Bey amca bir anda çok ciddi bir yüz ifadesine büründü sanki çok önemli bir konuşma yapacakmış ta mimiklerini yapacağı konuşmanın ciddiyetine hazırlıyormuş gibiydi
Siz Tanrıya inanıyor musunuz dedi hanımefendiye bakarak
Vay be dedim içimden amca direk konuya girdi
Şey dedi hanım efendi
Yani hem evet hem hayır aslında hayırdı ama beni parmağı ile işaret ederek bu küçük arkadaşım ile yaptığımız mini sohbetler den sonra biraz inanmaya başladım sanırım
Peki, siz dedim ben
Siz inanıyor musunuz?
Evet dedi
Bütün kalbim ile
Ne yazık ki Onu çok geç buldum ama bir daha kaybetmek istemiyorum
Geç buldum derken diye sordu hanım efendi
Eşimi kaybettikten sonra
Keşke eşim hayattayken Onu bulsaydım o zaman çok daha güzel bir
hayatımız olurdu
Hüzünlenmişti bey amca derin bir hüzün daha fazla bir şey sormak istemiyordum ama dayanamadım ve
O kitabı neden istiyorsunuz dedim?
Hangi kitabı dedi
Kutsal kitabı dedim
Sen kutsal kitabın ne olduğunu biliyor musun dedi
Bunu söylerken başını ve bütün bedenini bana dönmüş gözleri büyümüştü
Evet dedim yani sanırım
Sanırım diyerek lafa girdi hanım efendi
O nasıl oluyor?
Yani dedim gülerek
Bir kere karşılatmıştık
Söylediklerim bey amcanın dikkatini çekmiş olmalı ki
Ne zaman karşılaştınız dedi
Geçen sene gibi dedim
Peki, kendisi ile bir konuşmanız geçti mi dedi
Evet dedim iki kelam ettik
Bu sözlerime hanım efendi çok gülmüştü
Yahu dedi şunu dosdoğru anlatsana
Bende kısaca kutsal kitapla nasıl karşılaştığımı sonrasında başımdan geçenleri, hissettiklerimi, bende bıraktığı derin etkiyi anlatmaya başladım
Ben anlattıkça hem hanım efendinin hem de bey amcanın ilgisinin giderek artığını fark ettim
Bitirdikten sonra hanım efendi bana
Çok ilginç bir hikâyeymiş acaba kitabın etkisini biraz abartmış olamaz mısın yani bir kitap hem de bir dini kitap insanın hayatında nasıl bir dönüm noktası etkisi yapabilir ki diye sordu ben daha cevap vermeden bey amca araya girdi ve
Neden olmasın
Hem kutsal kitap sadece bildiğiniz gibi bir kitap değildir o yaşayan tanrının yaşayan sözleridir dedi
Voov dedim içimden
Bey amca acayip bir laf etmişti
Yaşayan Tanrının yaşayan sözleri
Ve bunu Tanrıya bile tam olarak inanmayan birine söylemişti
Sağlam cümlelerdi yerine de cuk diye oturmuştu
Bey amca bana bakarak
Oğlum dedi hikâyen çok güzel ama bu yaşadıkların bir hikâyeden çok daha fazlası olabilir ve bunu öğrenip öğrenmemek senin elinde
Bu sözlerden pek bir şey anlamamıştım
Çay için teşekkür ederim ama özelliklede sohbetiniz için uzun zamandır böyle güzel bir sohbete tanık olmamıştım
Ne zaman isterseniz gene buyurun gelin dedi hanım efendi
Bizde sizin sözlerinizden çok etkilendik
Evet dedim özelikle şu son söylediklerinizi
Yaşayan Tanrının yaşayan sözleri
Bey amca gülümseyerek
Bunun manasını anlamanız ve yüreğinizde hissetmeniz dileği ile dedi ve ağır adımlar ile dükkândan çıktı
Ardından bakakalmıştım çok esrarengiz bir adamdı, sihirli bir gülüşü vardı sözleri çok derin di insanın yüreğine işliyordu sanki
Ben bunları düşünürken
Hanımefendi gülerek
Dua et bu akşam elimden kurtuldun
Ama yarın akşam kaldığımız yerden devam edeceğiz dedi
Ben de gülümseyerek
Tabii olur neden olmasın ama dedim
Ama derken dedi
Bu sefer yanımızda kaynaklarımız da olsun
Mesela dedi
Mesela kutsal kitap oda yanımızda olsun
İyide dedi hanım efendi ne sen nede ben o kitabı nasıl okuyacağımızı bilmiyoruz ki
Olsun dedim deneriz
Sonuçta her kitap başından okunmaya başlanmıyor mu?
Evet dedi gülerek
Haklısın
Sonuçta Türkçe neden anlamayalım
Hem anlamayacak olursak
Tekrar geldiğinde
Az önceki beyefendiye de sorabiliriz
Hatta dedim
Neden onu da sohbetlerimize davet etmiyoruz?
Bilmem ki dedi hanımefendi
Nasıl olur ki?
Kabul eder mi?
Neden etmesin
Kendisi sohbetimizden çok memnun kaldığını söylemedi mi?
Bence oda bunu çok ister
Tamam dedi
Kitabı almaya geldiğinde tekrar sorarız
Bakalım ne diyecek
Geç olmuştu konuşmaktan saatin kaç olduğunun bile farkına varmamıştık alel acele dükkânı kapattık tatlı bir yağmur yağıyordu, isteyerek şemsiyeyi açmadım, ıslanmak istiyordum kendimi çok iyi hissediyordum içimde dışarı çıkmak isteyen sevinçli bir çocuk vardı sanki evdeki yoksul sessizliğim ve unutulmuş kimsesizliğim bile içimdeki bu sevinç dolu çocuğun sevincinin kaçmasına engel değildi.
Ev çok sessizdi, kalabalık bir sessizlik işten geldiğim de annem genellikle uyuyor olurdu tabii bu aldığı ilaçların
etkisi ile gelen bir uykuydu, babam evde olmazdı nadiren evde olduğu zamanlar da da aldığı alkolün etkisi ile bedenen olsa da ruhen bambaşka yerlerde olurdu babam ile hiçbir zaman hem bedenen hem de ruhen aynı anda evde olmayı başaramadık.
Bu sadece onun mu yoksa benim beceriksizliği miydi bilmiyorum ama biz hiçbir zaman bir baba oğul olamadık.
Akşam olunca her kez kendi odasına çekilirdi, odalarımıza hapsolurduk işin tuhaf tarafı hapishanelerde koğuş arkadaşlığı, koğuş sohbeti diye bir şey olurdu ama bizim evde birbirimiz ile diyaloglarımız gayet sade ve net olurdu
Yemek hazır
Geliyorum
Bu gece geç gelicem beklemeyin
Oğlum ben yatıyorum televizyonun sesini kıs
Birbirimiz ile olan tüm diyaloğumuz bu cümleler etrafında döner dururdu, ilişkilerimiz sığ idi ilişkilerimizdeki anlayış ve sevgi derecesi ne kadar ileri giderseniz gidin dizinizi geçmeyen denizlerdeki su seviyesi gibiydi. Sevgisiz bir ailede büyüyorsanız iki şansınız vardır ya sevgiyi başka insanlarda arayacaksınız ve çoğunlukla yanılacak hata yapıp daha çok üzüleceksiniz ya da daha siz aramadan sevgisi size vermek isteyen biri gelip sizi bulacak!
Bana ikincisi oldu zaten birincisini beceremezdim, sevgi aranıp ta bulunacak bir şey değildi!
Sevginin bir yere saklandığı ya da sizden kaçtığı yoktu mesele sizin sevgiyi ne kadar kabullenebildiğiniz di?
O sizi bulduğunda siz ona hazır olabilecek miydiniz?
Sevgisizlik içerisinde sevgiye tahammül edebilecek miydiniz?
Aden mi?
Ertesi gün sabah erken den okula gittim, iki saatlik dersim vardı sınıfta beş kişiydik, utanç verici bir durumdu şayet bu dersi vermiş olsaydım şimdiye çoktan mezun olmuştum. Ama artık olan olmuştu, kayıp bir yılı geri getiremezdim en azından bir yıl daha kaybetmemek için dersime kendimi vermeliydim.
Ders bittikten sonra hızlı adımlar ile otobüse yürüdüm, çok geçmeden otobüs geldi, içerisi gene tıklım tıklımdı, meşhur on yedi numara, bizim memleketteki her üniversite öğrencisi bilirdi bu otobüsü ilk durak olan üniversiteden son durak olan
sanayiye tam bir saat kırk dakikada gidilirdi, çoğunlukla da bu yolculuk süresince otobüs son iki üç durak hariç hep ağzına kadar dolu olurdu.
Neyse ki ben erken inecektim. Dükkâna geldiğimde hanımefendi kargocu arkadaş ile bir şeyler konuşuyordu, muhtemelen sipariş verdiğimiz kitaplar gelmişti.
Kargocu arkadaş gittikten sonra beni yanına çağırdı
Gözün aydın dedi
Sipariş geçtiğimiz kitaplar beklediğimizden erken gelmiş
Bey amcanın istediği kitap mı diye sordum
Evet dedi bir tanede kendimiz için istemiştik akşamki sohbetimizde bu kitaptan da faydalanırız değil mi?
Olur, tabii bakarız dedim
Pek keyfim yoktu, keyfim olmadığı zamanlarda sesim düşer yüzüm asılırdı asla ruh halimi gizleyemezdim hanım efendi bunu fark etmiş olmalıydı ki gözlerimin içine bakarak
Neyin var senin diye sordu
Yok, bir şey dedim omzumu silkerek
Var var dedi ben anlarım
Yok dedim hep aynı şeyler değişen hiçbir şey yok
Hım mm dedi
Evde mi bir şey oldu yoksa
Asıl mesele de bu ya dedim
Evde hiçbir şey olmuyor
Her şey aynı herkes aynı
Anlamadım dedi
Hanımefendi boş verin dedim
Gerçekten kendi sorunlarımla sizin de canınızı sıkmak istemiyorum
Peki dedi sonra konuşuruz
Ne zaman anlatmak istersen dinlemeye hazırım diyerek odasına doğru gitti
Keşke anlatarak yoluna girebilecek bir mesele olsaydı ama değildi bu meselede konuşulması gereken sadece ben değildim mesele içindeki herkes ile hem ayrı ayrı hem de bir arada konuşulması gerekiyordu yani ailecek bir psikoterapiye ihtiyacımız vardı
Mevsim son bahara dönüyordu artık hava daha erken kararıyordu, okul zamanı olduğu için yoğunluk fazlaydı özellikle üniversitedeki branş öğrencileri çok geliyorlardı daha önce hiç isimlerini duymadığım farklı farklı kitaplar soruyorlardı bazıları elimizde yoktu onları kaparo karşılığında sipariş ediyorduk içlerinde öyle branş kitapları vardı ki fiyatları neredeyse benim okulumun bir yıllık harç ücretine yakındı.
Akşam altı gibi ortalık tenhalaşmıştı, biraz dinlenmek için oturmuştum, mutsuz olduğum zamanlarda çalışmakta istemiyordum, gelen müşterilere gülümsemek zorunda kalmak hiç çekilir gibi değildi.
Ben bu düşünceler içinde boş boş yere bakarken arkamdan bir elin omzuma dokunduğunu hissettim
Hayırdır evlat böyle kara kara ne düşünüyorsun
Bey amca gelmişti öyle dalmıştım ki kapıdan içeri girdiğini bile duymamıştım
Hoş geldiniz dedim
Hoş bulduk dedi
Şey dedim
Kitabınız geldi hemen getireyim
Boş ver şimdi kitabı dedi babacan bir ses tonu ile
Sen neyin var onu deyi ver hele
Uzun hikâye dedim zamanınızı almak istemiyorum hem kendi sorunlarımla kimsenin başını ağrıtmak istemem
Ben çok uzun hikâyeler dinleyecek kadar uzun yaşamış biriyim evlat dedi
Alt tarafı bir de seninkini dinleriz
Ne var yani diyerek koluma girdi ve beni dün birlikte oturduğumuz masaya doğru götürdü.
Biz masaya doğru yürürken hanım efendi odasından çıkarak
Ooh hoş geldiniz amcacım nasılsınız dedi
Sağ ol kızım iyiyim sen nasılsın
Aynı amcam nasıl olalım gördüğünüz gibi sabah dükkânı aç akşam kapa
Her gün aynı bir koşuşturma dünya telaşı işte dedi
Dünya telaşı!
Evet dedi bey amca bunlar bu dünyanın telaşları ama diyerek devam etti.
İnsan sadece ekmek ve su ile yaşamaz kızım!
2-0!
Bey amca gene büyük laf etmişti, bu lafın üzerine tez hazırlanır, makaleler yazılırdı, âmâ bey amca durmadı belli ki farkı açmak istiyordu ve şöyle diyerek devam etti
İnsan Tanrının ağzından çıkan her söz ile yaşar!
İnsan ne yapar! Demişti
İkimizde hem hanım efendi hem de ben olduğumuz yerde ağızlarımız bir karış açık kala kalmıştık
Ne laftı ama!
Hani cümleyi ele alıp anlam bakımından incelemeye alsam, yükleminde özneye doğru gitmem günlerimi alırdı.
Çay alır mısınız dedi hanım efendi
Yeni demledim
Hem biraz sohbet ederiz bize katılırsınız tabii başka bir işiniz yoksa olmaz mı?
Olur dedi bey amca
Neden olmasın size katılmaktan zevk duyarım
Ben kitabınızı getireyim dedim
Peki, getir bakalım evlat dedi oda bize eşlik etsin
Hemen gidip kitabı getirdim
Hanım efendide çayları getirdi
Bey amca kitabını eline aldı şöyle bir baktı kapağında elini gezdirdi ve hanım efendiye bakarak
Aden’i daha önce hiç duydun mu kızım dedi
Hanım efendi
Aden mi? dedi
Bana bakarak ya sen evlat sen duydun mu?
Şey dedim sanırım duydum yani okudum
Nerede okudun dedi
Elinizdeki kitapta
Ah evet dedi dün akşam anlatmıştın
Kusura bakma yaşlılık işte
Rica ederim dedim orada okumuştum ama sadece isim olarak hatırlıyorum nedir nerededir bilmiyorum dedim
Olsun dedi bey amca duymak anlamanın yarısıdır
Hanım efendi
Aden dedi bir yer adı falan mı yoksa?
Aden dedi bey amca
Tanrının yarattığı ilk insan olan Adem ve Havva’yı koyduğu bahçenin adıdır dedi
Bahçemi dedi hanım efendi gülerek
Tanrı ilk yarattığı insanı bahçeye mi koymuş?
Ben saraylara falan koymasını beklerdim dedi
Neden dedim?
Düşünsene dedi bir Tanrısın yarattıkların içinde en akıllısı olan insanı yaratıyorsun ama onu götürüp bir bahçeye koyuyorsun ben daha iyisini beklerdim dedi
Bu bildiğiniz bahçelerden biri değil ama dedi bey amca
Şöyle hayal edelim dedi
Bu öyle bir bahçe ki yeryüzünde adı bildiğiniz bilemediğiniz tüm meyve veren göze hoş gelen ağaçların olduğu ortasından daha sonra dört kola ayrılan
muhteşem bir ırmağın aktığı, hastalığın yorgunluğun sıkılmanın ve mutsuzluğun olmadığı bir bahçe Aden böyle bir bahçeydi ve aynı zamanda insan orada yaratıcısı ile birlikteydi.
Vay be dedim içimden ne yer ama
Hastalık yok yorgunluk yok ve mutsuzlukta yok tam bana göreymiş
Hanım efendi
İzole edilmiş bir yer dedi bey amcanın söylediklerine hafif alaycı bir tavır takınarak
Tam olarak değil dedi bey amca
İradenin serbest bırakıldığı bir yerdi Aden
Çünkü diyerek devam etti bey amca
Tanrı insanı kendisine benzer yarattı
insan yaratılış bakımından kusursuzdu ama irade olarak değildi. Tanrı insana bahçenin tüm ağaçlarından yiyebilirsin dedi ama bir ağaç hariç ona dokunmak yasaktı
Yani dedim Tanrının ilk yarattığı insandan tek istediği bu muydu?
Evet dedi bey amca
Tanrının tek isteği ilk yarattığı insandan iyiyi ve kötüyü bilme ağacından yememesiydi
Peki, yerse ne olurdu dedi hanım efendi
Ölürdü!
Ölür müydü?
Evet dedi bey amca
Yani ilk yaratılan insan Adem ve Havva
Ölümsüz müydü?
Evet dedi bey amca Tanrı Adem ve Havva’yı yarattıktan sonra Aden bahçesine koydu ama belli bir süre sonra ölsünler diye değil bahçeyi işleyip baksınlar ve kendisi ile birlikte sonsuza kadar kusursuz bir şekilde yaşasınlar diye.
Vay yy be dedim
Sonsuza kadar yaşamak ve hiç hasta olmadan sevinç mutluluk içinde ne ortam ama!
İyide dedi hanım efendi daha sonra ne oldu da bizimkiler Aden den kovuldular
Tanrı’nın kafası niye attı?
Hanım efendinin çaktırmadan kurmaya çalıştığı alaycı cümleler karşısında bey amca duruşunu hiç bozmadan gayet ciddi bir şekilde konuşmasına devam ediyordu
Söz dinlemediler dedi, Tanrının onlara yapmamalarını söylediği tek emri tutamadılar ve bunun sonucunda sonsuz yaşam yerine ölümü miras alarak Aden den çıkartıldılar
İyide dedi hanım efendi
Ne oldu ki bu kadar basit bir isteğe karşı geldiler bunu onlara iten sebep neydi ki dedi
Bey amca
Bizi hata yapmaya iten sebepler ne ise onların sebepleri de bunlara benzer şeylerdi kızım dedi
Mesela dedi hanım efendi
Daha fazlasını isteme isteği dedi
Daha fazlasını isteme isteğimi dedim
Daha ne isteyebilirler di ki sonuçta cennet gibi bir bahçedesiniz ve sonsuz yaşama sahipsiniz bir insan bundan daha fazla ne isteyebilir ki
Ve dedi bey amca daha da önemlisi Tanrı ile birliktesiniz
Ben bunu çokta önemli bulmuyorum dedi hanım efendi sürekli size şunu yap bunu yapma diye başınızda duran biri ile birlikte olmanın cennet gibi bir
yerde bile olsa keyif vereceğini zannetmiyorum bence Adem ve Havva da Tanrının bu tavrından sıkılmış olmalılar
Bey amca hanım efendiye
Sizce dedi
Tanrı insanı neden yaratmıştır?
Hanım efendi
Valla dedi bence kusura bakmayın ama Tanrı tek başına olmaktan sıkıldı ve kendisine üzerinde istediği her şeyi yapabileceği kızdığında kırabileceği, parçalayıp yok edebileceği oyuncaklar yaratmak istedi bunların adına da insan dedi diye düşünüyorum dedi
Oldukça sert bir cümle olmuştu
Bey amca peki dedi evlat sen ne düşünüyorsun?
Ben dedim
Tanrının insanı sevmek için yarattığını düşünüyorum dedim ama aynı zamanda yarattığının da onu sevmesini istiyor dedim
Bey amca böyle bir kanıya nereden vardın dedi
Şöyle dedim
Ben resim yapmayı çok severim ve ne zaman resim yapmak istesem o resmi severek yaparım renklerin içine sevgimi katarım eğer mümkün olsaydı resmimi yaptıktan sonra ona hayran hayran bakarken onunda beni
bilmesini ve sevmesini isterdim çünkü ben hiçbir resme onu çöpe atmak için başlamıyorum aksine onun yaptığım en güzel resim olmasını istiyorum dedim
Evet dedi
İşte Tanrıda bunu istiyor
Tanrı insanı yaratırken onu kendi suretimizde yaratalım dedi ne insandan önce nede ondan sonra başka hiçbir canlıyı veya cansızı yaratırken bu ifadeyi kullanmadı
Kutsal yazılarda şöyle der
Tanrı şöyle dedi ‘’ Bizi yansıtan, bize benzeyen insan yaratalım ‘’
Yani diyerek devam etti bey amca
İnsan Tanrıya benzer ve onun kutsal
özelliklerini yansıtsın diye yarattı böylece Tanrı insanı kendi yansıması kendi benzeri olarak yarattı peki dedi hanım efendiye dönerek yarattığı tüm varlıklar içerisinde sadece insanı kendi benzerinde yaratan Tanrı az önce sizin söylediğiniz gibi onu canı sıkıldığı zaman oynayacağı kırıp atacağı bir oyuncağı olarak görmesi mümkün müdür?
Evet, ama dedi hanım efendi biraz da sıkılarak o zaman neden bu kadar kıymet verdiği az önce sizin de söylediğiniz gibi kendi benzerinde yaratacak kadar çok sevdiği bir varlığı sırf yemeyin dediği bir ağacın meyvesinden yedi diye neden cennetten kapı dışarı etti ki?
Madem o kadar seviyordu, değer veriyordu ilk daha ilk hatasında niye insana sırtını çevirdi ki diye sordu?
Aslında bende bu sorunun cevabını çok merak ediyordum ilk hatasında insanın deyim yerinde ise kapı dışarı edilmesini bende pek anlayamamıştım
Bey amca çayından bir yudum aldı
Tanrı kutsaldır ve sadece kutsal olanlar onun ile birlikte olabilir Tanrının yanında kötü, kirli hiçbir şeye yer yoktur.
Adem ve Havva yılanın kendilerini ayartması ile yasak ağaçtan yedikten sonra itaatsizlikleri yüzünden günaha düştüler dedi
Yılan mı dedi hanım efendi konunun yılan ile ne alakası var
Yılan Tanrı tarafından yaratılmışların en temkinlisiydi şeytan Aden deki atalarımızı ayartmak için yılanı kullandı onun kılığına girdi ve Havva ya fısıldadı?
Nasıl fısıldadı diye sordu hanım efendi?
Hani dedi bey amca bazen kulağımıza bizi yapmamamız gereken işleri yapmamız için fısıldayan bir ses duymuş gibi oluruz ya işte öyle dedi
Peki, ne söyledi yılan diye sordum?
Yılan kadına şöyle fısıldadı
‘’Tanrı size gerçekten bahçedeki her ağacın meyvesinden yemeyecek misiniz dedi diye sordu?
Ooh dedim şaşırtmacalı soru
Evet dedi bey amca
Kadın ne dedi hanım efendi
Yo dedi Havva bahçedeki ağaçların meyvesinden yiyebiliriz sadece bahçenin ortasındaki ağacın meyvesinden yiyemeyiz eğer onu yersek Tanrı bize öleceğimizi söyledi dedi. Çünkü diye devam etti bey amca ilk yaratılan insan sonsuz yaşama sahipti onda ölüm yoktu bu sonsuz ve mutlu, kusursuz yaşamı hak etmemişti ama Tanrı onlara bunu vermişti hak etmeden sahip oldukları bu yaşamı devam ettirmek için yapmaları gereken
tek şey bahçenin ortasındaki ağaçtan yememekti hepsi bu!
Evet dedi hanım efendi iyi bir antlaşma gibi duruyor
Oldukça iyi bir antlaşmaydı dedi
Bey amca ama atalarımız bu antlaşmaya sadık kalamadı ve ölümü miras alarak Aden’den dışarı çıkartıldılar.
Peki, sonra ne oldu dedim geri dönmek istemediler mi?
İstemiş olmalılar kim istemez ki ama herhalde Tanrı Aden bahçesini vakti gelene kadar saklamış olmalı ki bugüne kadar orayı bulan kimse olmadı dedi gülümseyerek
Aden şu anda yaşadığımız
Dünya da mıydı diye sordum
Evet dedi bey amca yazılara göre Aden bir zamanlar Dicle ve Fırat arasındaymış
Peki, şimdi nerede dedim
Bence dedi evlat her şey tekrar başladığı şekle dönene kadar Tanrı tarafından bilinmeyen bir yere saklandı!
Başladığı şekle dönene kadar dedi hanım efendi ne demek istediniz
Yani dediği bey amca
İnsan tekrar Tanrısına dönmeye ve onun ile birlikte tekrar yeni Aden bahçesine yaşamaya karar verene kadar!
3-0 ve maç bitmişti!
Bu farkın altından hanım efendinin kalkma şansı hiç yoktu tüm akşama noktayı koyan cümle olmuştu.
Hanım efendi gözleri yuvalarından çıkacakmış gibi oldu itiraz etmek istiyordu ama ne diyeceğini bilmiyordu bey amca yerinden hafifçe doğruldu ve geç oldu dedi zaten başınızı ağrıttım benim gibi yaşlı bir adamı dinleme çilesine katlandığınız için çok teşekkür ederim ama artık gitmeliyim belki tekrar devam ederiz dedi
Yo yo dedim o ne demek öyle amcacım aksine çok ama çok memnun kaldık bir yandan da hanım efendiye bakıyordum ama o hala son cümlenin şokunu üzerinden atamamış gibiydi kendisini
toparladı ve
Evet, evet dedi
Olur, mu hiç öyle şey
İnanın sizi tanımaktan büyük keyif aldık hatta onur duyduk ama lütfen tekrar gelin gene konuşalım ne yalan söyleyeyim söyledikleriniz beni çok etkiledi üzerlerinde düşüneceğime emin olabilirsiniz ama gene gelin sizden öğreneceğimiz çok şeyimiz olduğuna eminim
Bende dedi bey amca bende aynı duygular içerisindeyim benim gibi yalnız bir adamın harika bir akşam geçirmesine vesile oldunuz bende sizin fikirlerinizden istifade etmek isterim o zaman sizin için de uygunsa Cuma akşamı ben tekrar uğrarım tabi sizin
içinde uygunsa
Uygun tabii uygun olmaz mı dedi hanım efendi
Zevkle bekleriz
Duyduklarım inanılmaz şeylerdi dedim hanım efendiye bey amca gittikten sonra
Evet dedi hanım efendi gerçekten de öyle daha önce duymadığım şeylerdi
Peki, ne düşünüyorsunuz dedim sizce bu yazılanlar doğru mudur?
Olabilir dedi ben kesinlikle olamaz diyemem ama ancak birkaç sohbetten sonra sana net fikrimi söyle bilirim dedi,
Evet dedim haklısınız sanırım tam olarak bey amcanın anlatmak istediğini anlamak için biraz daha zaman gerek
Özellikle son cümlesi dedi hanım efendi
Hangisi dedim anlamaz lığa vurarak
İnsanın tekrar Tanrıya dönmeye karar verene kadar dediği cümle vardı ya işte o cümle
He evet dedim cidden enteresan bir laftı
Sadece enteresan değil dedi hanım efendi
Aynı zaman da çok gizemli!
Eğer bey amcanın bu söylediği gerçekse o zaman Tanrı sandığım kadar da egoist değil hatta oldukça realist!
Şeytanın suçu ne?
Ertesi gün işe gidememiştim sabah erkenden muhasebe işlerimize bakan bayan arkadaşı arayıp söyledim, kendimi berbat hissediyordum her yıl yazdan sonbahara girerken mutlaka hasta olurdum ne yaparsam yapayım kendime ne kadar dikkat edersem edeyim bu mevsimde hasta olmaktan bir türlü kurtulamıyordum.
O an bey amcanın anlattıklarını düşündüm sonsuza kadar hastalığın derdin tasanın olmadığı bir hayat işe gitme derdi yok, okula geç kaldım, otobüsü kaçırdım, vize final bunların hiç birisi yok
Ooh dedim
Ne güzel hayat
Mutfağa geçtim kendime sallama bir çay yaptım annem evde yoktu bir haftalığına biraz hava değişimi olsun diye teyzeme gitmişti babam bu hafta daha eve bile uğramazdı.
Ben hasta olmuşum olmamışın onun umurunda bile olmazdı zaten kendisi dışında kendisini birinci derecede ilgilendirmeyen konuların dışında başka hiçbir konu ile ilgilenmezdi sanki ben ağaç kovuğundan çıkmıştın annem bir sincap babamda
Bir ağaç kakandı.
Bazen acaba yetiştirilme tarzından mı böyle diye düşünürdüm ama tam tersi ne kardeşleri nede anne ve babası
böyle değillerdi tamam belki köylü insanlardı dışarda ki dünyayı çok fazla bilmiyorlardı ama insan olmak için de bilgi ve kültüre değil iyi bir yüreğe ihtiyaç vardı bu iyi yürek babam hariç hepsinde mevcuttu.
Ondan tek istediğim beni adam yerine koyup karşısına alıp sohbet etmesi bana yol göstermesiydi fazla bir şey istemiyordum, annem kendi canı ile uğraşıyordu ama babam gayet sağlıklıydı sadece zamanını bana ayıramayacak kadar çok seviyordu.
O günü evde yatarak geçirdim, zor bela kendime çorba yaptım, başım inanılmaz ağrıyordu, kronik sinüzitim vardı bu yüzden soğuklarda herkes den çok daha fazla dikkat etmem gerekiyordu, sinüzitten kaynaklanan
baş ağrısı insanın koca bir gününü mahfede biliyordu, işte insan dedim kendi kendime birkaç sinüs iltihabı ile bile baş edemiyor ama sıra dünyaya kafa tutmaya gelince kendisinde daha büyük kimseyi tanımıyor acaba diye içimden konuşmaya devam ettim
Tanrı insanı yarattığı için hiç pişmanlık duymuş mudur? Kendisine karşı böyle asi böyle nankör böyle bencil varlığı yarattığı için hiç üzülmüş müdür? Bu sorunun cevabını hakikaten merak ediyordum iyi de dedim kendi kendime bunu Tanrıya nasıl sorabilirim ki?
Onun benim söylediğim her şeyi duyduğunu biliyordum o zaman bu sorumu da duyuyordu peki ben onun cevabını nasıl duyacaktım?
Bunun bir yolu olmalıydı yüzyıllar önce Tanrı peygamberleri ile ve onlar aracılığı ile de insanlar ile konuşmuştu ama şimdi!
Şimdi bu hala mümkün müydü?
Şu anda bir peygamber yoktu?
O zaman Tanrı ile nasıl konuşabilir onun sorularıma verdiği cevapları nasıl duyabilirdim ki?
Bu sorunun cevabını çok düşündüm tek başıma bir çıkış bulamadım belki dedim bunu bey amca ya sorsam o bana bir yol gösterebilir?
Bey amca, evet evet dedim bu soruyu ona sormalıyım?
Gerçekten Tanrı ile konuşmanın bir yolu var mı bunu öğrenmeliyim
Ertesi gün sabah biraz daha iyiydim en azından işe gidecek kadar kendimi iyi hissediyordum, hava soğuktu, ne olur olmaz diye yanıma şemsiyemi de almıştım hızlı adımlar ile dükkâna doğru yürümeye başladım hafif yağmur atıştırmaya başlamıştı şemsiyeyi açıyım dedim zaten hala hastaydım bir de ıslanarak daha kötü olmak istemiyordum tam şemsiyeyi açmak için durmuştum ki hemen arkamdan
Evlat diye birinin bana seslendiğini işittim
Bu bey amcaydı gene her zamanki gibi çok şıktı
Merhaba dedim bey amca nasılsınız
Sağ ol sağ ol dedi
Nereye böyle acele acele
İşe gidiyorum dün gidemedim biraz rahatsızdım
Öylemi dedi çok geçmiş olsun
Siz dedim si nereye
Ben burada oturuyorum dedi hemen karşıdaki dört katlı dış boyası mavi apartmanı göstererek
Öylemi dedim
O zaman komşu sayılırız
Evet dedi komşuyuz sizin ile
Aslında dedim bende size bir şey sormak istiyordum dükkâna geldiğinizde soracaktım
Öylemi ne soracaktın diye sordu
Böyle ayaküstü biraz uzun sürer bende geç kalıyorum bu akşam gene aynı saatlerde bizim dükkâna uğrayabilirseniz çok sevinirim dedim
Olur dedi ne soracağını merak ettim o zaman akşam görüşürüz
Peki dedim görüşürüz
Orada ayrıldık içimden başka bir şey isteseymişim olacakmış dedim gülerek
Dükkâna girerken de gülüyor olmalıydım ki
Hanım efendi
Ooh beyefendi hoş geldiniz yüzünüzde güller açıyor hayırdır ne oldu diye sordu
Günaydın hanım efendi gelirken
Bey amca ile karşılaştım da ona gülüyordum dedim
Öylemi dedi bu akşam gelecek miymiş?
Evet dedim gelecek
Bey amca için ne düşünüyorsunuz dedim
Çok tatlı bir amca aynı zamanda görmüş geçirmiş kültürlü birisi onun ile sohbet ettiğim zaman yıllar yıllar öncesine dedemin dizinde uzun kış gecelerinde dinlediğim hikâyeler aklıma geliyor dedi o günler o kadar güzeldi ki bazen dedemin anlattığı o hikâyeler mi daha güzeldi yoksa sadece dedemin dizinde oturmak mıydı akşamları unutulmaz yapan
bilemiyorum
Ne anlatırdı dedeniz diye sordum hangi hikâyeleri anlatırdı
Bilirsin işte dedi
Dede korkut masalları
Bin bir gece, keloğlan onlar gibi şeyler aslında ben ve dedemim diğer torunları bu masalların çoğunu biliyorduk ama bilmemize rağmen bunları dedemden tekrar tekrar dinlemekten hiç bıkmazdık sanırım o günleri özel yapan dedem di çünkü dedem aramızdan ayrıldıktan sonra bir daha ne o uzun kış gecelerinin nede o masalların eski tatları kalmadı
Bunları söylerken hüzünlenmişti hanımefendi uzaklara dalıp gitmişti
Ne kendisi nede ailesi hakkında daha önce hiç konuşmamıştık oda bana kendi ailem hakkında hiç soru sormamıştı ikimizde insanların özel hayatları hakkında meraklı sayılmazdık özellikle ben bu konuda çok dikkatli davranırdım kendim birine soru sormaktan çekindiğimden değil ama başkasının kendi ailem hakkında soru sormasından çekinirdim nedeni bilmiyordum utanmıyordum hayır ailemden asla utanmıyordum ama ailem hakkında bana soru sorulduğunda ne anlatabilirdim onu bilmiyordum!
Sonra hanım efendi bana bakarak
Senin çocukluğundan özlediğin bir anın yok mu anlat ta dinleyelim dedi
Yok dedim
Nasıl yok dedi olur mu öyle şey mutlaka vardır ama belki sen şimdi hatırlamıyorsundur
Hayır, yok dedim yok işte!
Bu kelimeleri söylerken istemeyerek te olsa sinirlenmiştim
Hanım efendi gözlerimin içine içine bakarak ve tatlı tatlı gülümseyerek
Sinirlenme ortak! Dedi
Hiçbirimizin çocukluğunun mükemmel geçtiğini söyleyemeyiz mesela ben dedi çok küçük yaşta hem annemi hem de babamı kaybettim
onları hiç görmedim beni dedem büyüttü belki de bu yüzden Tanrıya inanmak istemiyorum
Nasıl yani dedim bunun Tanrıya inanmanız ile ne alakası var?
Ne alakası mı var dedi
Şayet bir Tanrı var ise ve O dediğiniz gibi bir sevgi Tanrısı ise küçücük bir çocuğun hem annesiz hem de babasız kalmasına nasıl göz yumdu
Söyler misin lütfen?
Evet dedim bu çok acı bir deneyim olmalı ama diyerek devam ettim ya dedeniz de hayatta olmasaydı ya yetimhane de büyüseydiniz?
Bardağın dolu tarafından bak diyorsun yani dedi
Ben aslında bardağa bakalım diyorum dedim
Bir bardağımız var değil mi?
Evet dedi hanım efendi bir bardağımız yani bir hayatımız var yaşıyoruz ve bu tek yaşam hakkımız en iyi şekilde değerlendirmeliyiz
Evet dedim bize verilen yaşam hakkını en iyi şekilde kullanmalıyız
Bana hala çocukluğundan bahsetmemekte kararlı mısın?
Karalıyım dedim
Peki dedi
Ama görürsün ben senin çocukluğunda sakladığın o anılarını bulup sana
hepsini tek tek anlatıcam dedi gülümseyerek
Beni güldürmüştü
Bu nasıl olacak ki dedim sözlerini birazda alaya alarak
Sen dedi
Tanrıya inanıyorsun ama
Onun en kıymetli yaratığı olduğuna inandığın insanı çok hafife alıyorsun dedi, hele beni dedi gülümseyerek sakın hafife alma!
Arkadaş ne demektir biliyor musun dedi
Ne demektir dedim
Arkadaş dedi
Birbirinin derdini dinleyendir
Peki, dost kimdir biliyor musun dedi
Kimdir dedim
Dost sadece derdini dinlemek ile kalmayıp senin derdin ile dertlenendir dedi
Benim çok arkadaşım oldu ama hiç dostum olmadı çünkü zordur dost olmak kendi derdini bırakıp başkasının derdi ile dertlenmek, başkasının derdine üzülmek zordur ağır gelir insana sabır ister zaman ister ama en çokta koca bir yürek ister dedi hanım efendi
Evet dedim
Keşke görünmeyen yani benden başka kimsenin görmediği sadece benim gördüğüm bir dostum olsaydı bunu çok isterdim dedim
Neden dedi?
Ne bileyim dedim belki sadece bana ait bir dost istediğim içindir
Sadece sana ait bir dost! İlginç dedi hanım efendi ve aynı zamanda görünmez peki doğaüstü güçlerinin de olmasını ister miydin? Nasıl yani diye sordum
Yani görünmez olmasının yanında
Görünmez olsun demedim sadece ben göreyim dedim ne zaman ihtiyacım olsa yanımda olsun ben nerede olursam olayım çağırdığım zaman gelsin
Üzgünüm dedi hanım efendi
Sanırım böyle birisi yok ne şimdi
neden önce kimsenin böyle bir dostu olmamıştır maalesef
Emin misiniz dedi bir ses
biz hanımefendi ile arkamız kapıya dönük ayaküstü konuşurken
Emin misin kızım?
Gerçekten böyle biri olmamış mıdır?
Ah dedim bey amca hoş geldiniz dedim
Ooh saat kaç olmuş fark etmemişiz
Dedi hanım efendi
Hoş geldiniz bizde ayaküstü laflıyorduk nasılsınız?
Teşekkür ederim kızım dedi bey amca
İstemeden biraz konuşmanıza şahit oldum
Eee evet dedi hanım efendi
Beni işaret ederek
Benim ortağın sıra dışı bir isteği var onun üzerine konuşuyorduk dedi
Duydum dedi bey amca ama sıra dışı olduğunu düşünmüyorum
Hadi canım dedi hanım efendi
Sıra dışı değil de ne yani!
Hiç böyle şey olur mu ! ??
Neden olmasın dedi bey amca Tanrı için mümkün olmayan bir şey var mıdır?
Yoktur dedim ben araya girerek ama diye devam ettim sanırım bu sefer hayal gücümün sınırlarını aştım sanırım hanım efendi haklı
Tanrı insan için düşündüğümüzden çok daha fazlasını hayal ediyor insanı sonsuz mutluluğa kavuşturmak istiyor hatırlarsanız son konuştuğumuzda Aden den ve oradaki ilk yaratılan insan çiftinden bahsetmiştik
Evet dedi hanım efendi meşhur Aden!
Aslında dedi bey amca Aden düşündüğümüzden daha meşhur bir yerdir
Tanrı ilk insanı yani Ademi yarattığında onu hayal edemeyeceğimiz kadar güzel bir bahçeye koydu orada her türlü meyve veren ağaçtan ve meyve vermeyen ama harikulade görüntüye sahip ağaçlardan vardı daha sonra Ademe baktı ve onun yalnız kalmasının iyi olmayacağını
düşünerek ona bir hayat arkadaşı verdi
Tanrının bu ilk insan çifti için arzusu onların mutluluk içerisinde sonsuza dek Aden de yaşamaları idi.
Tanrı insanı ölsün diye değil sonsuz yaşama sahip olsun diye yarattı ama ilk atalarımız yaptıkları büyük hata ile ölümlü insanlar haline geldiler
Peki, sonra ne oldu diye sordum
Adem ve Havva çok üzülmüş olmalılar?
Evet dedi bey amca öyle olmalı ama sonra Tanrı başlangıçta ki amacına uygun olarak Adem ve Havva’nın soyundan gelen tüm insanlığa bir kurtuluş ümidi verdi
Nereden kurtuluş diye sordu hanım
efendi
Sonsuz ölümden kurtuluş!
Sonsuz ölümü!
Evet dedi bey amca
Sonsuz ölüm
Adem ve Havva meyvelerini yememeleri gereken yasak ağaçtan yedikleri zaman o an fiziksel olarak ölmediler ama hem fiziksel hem de ruhsal olarak ölümü miras alarak Aden’den çıkartıldılar.
Ama merhametli ve adil Tanrı buna seyirci kalmadı ve bir plan yaptı, plan şuydu nasıl tüm insanlık sadece bir adamın yapmış olduğu hata ile sonsuz ölümü miras aldı ise gene sadece bir insanın yaptığı doğrular ile ona itaat
eden insanların sonsuz yaşama sahip olmasını istedi ve öylede oldu.
Şimdiki zamanımızda Tanrının verdiği bu lütuf sayesinde o adamın yaptıkları doğru işlere ve söylediği sözlere itaat ederek ve onun gösterdiği yoldan giderek tekrar Aden’e giden yolu bulabilir yani ilk başladığımız noktaya geri dönebiliriz.
Öylemi dedi hanım efendi gülümseyerek
Peki, kimmiş bu adam?
Bizi sonsuz ölümden kurtaracak olan bu yiğit te kimmiş?
İSA dedi bey amca
Seni beni tüm insanlığı sonsuz ölümden kurtaracak olan
O adamın adı
İSA!
İyi de dedi hanım efendi
Bunu nasıl yapacakmış şu İsa!
Ben kulaklarımı dört açmış pür dikkat bey amcanın cevabını bekliyordum
Sevgi ile dedi bey amca
İsa bizi bize duyduğu sevgi ile kurtaracak
Ya yapmayın dedi hanım efendi
İki bin sene önce ölmüş olan bir adamdan bahsediyorsunuz şimdi bu
ölmüş adam iki bin sene sonra tekrar dünyaya gelip bizi sevgisi ile mi kurtaracak?
Buna inanmamı beklemiyorsunuz değil mi?
O adam dedi bey amca
Göklerdeki Tanrının biricik ruhsal oğludur kızım ve Tanrı biricik semavi oğlunu ona inanan yani onun yaptığı ve söylediği şeyleri ve kendisinin Tanrıdan geldiğine inanan tüm insanlar kurtulsun diye göndermiştir
Nasıl ölüm bir insanın hatası ile miras alındı ise sonsuz yaşamda gene bir insanın doğruları ile miras alına bilinsin diye!
Çünkü Tanrı dedi bey amca içini çekerek hiçbir canın mahvolması
istemez Tanrı nın bizler için isteği sonsuza dek onun ile birlikte yaşamamızdır.
Tanrı hiçbir insanın sonsuz ölüme mahkûm olmasını istemez kızım
Biz insanlar bu kadar kusurlarımız varken bile evlatlarımızın her ne olursa olsun onlara kızsak bağırsak bile başlarına kötü bir şey gelmesini istemez iken kusursuz olan ve her şeyimiz ile bizleri yaratan Tanrının yarattıklarının sonsuza dek acı çekmesini istemesini inanabiliyor musunuz?
Ben inanmıyorum dedim
Tanrı böyle bir şey istemez
O zaman dedi hanım efendi neden bütün dünya acı içerisinde?
Gerçeği ne görmek ne de duymak istemediğimizden olabilir mi dedi bey amca
İsa bizlere demişti ki
Gerçeği arayın gerçek sizleri özgür kılacaktır
Peki, nedir bu gerçek?
Bu gerçek Tanrı hakkındaki hakikattir eğer biz Tanrı hakkındaki gerçek hakikati öğrenirsek ancak o zaman özgür kalabiliriz sonsuz yaşama kavuşabiliriz aksi takdirde acı çekmeye ve çektirmeye devam edeceğiz ve sonunda sonsuz ölüme düşeceğiz
Yani dedim bize gerçeği Tanrı, İsa aracılığı ile mi duyurdu
Evet dedi bey amca İsa aracılığı ile
İyide dedi hanım efendi İsa şimdi yok ki o zaman gerçek nerede?
İsa şimdi fiziksel olarak aramızda yok bu doğru dedi bey amca ama Tanrının onun ağzından söylediği sözler ve hakikat işte burada dedi elindeki kutsal kitabı göstererek
Tanrı tüm hakikati semavi oğlu İsa ‘nın ağzından konuştu ve tüm konuşulanlar bu kitaba kaydedildi
Eğer Tanrı hakkındaki hakikati öğrenmek istiyorsak yapmamız gereken bu kitabı anlayarak okumak
Gerçek bu kitabın içerisinde hanım kızım gerçek dedi kitabı hanım efendiye uzatarak
Avuçlarının içerisinde
Al ve oku
Sen Tanrıya doğru bir adım at
O sana koşarak gelecektir göreceksin
Hanım efendinin yanaklarından yaşlar dökülüyordu inanamıyordum ağlıyordu hem de nasıl ağlama sessiz ama içinden hıçkıra hıçkıra ağlıyordu
Bende çok hüzünlenmiştim bu kadar güçlü görünen bir kadının bu şekilde ağlayabileceği hiç aklımın ucundan geçmezdi
Bey amca hanım efendinin ellerini sıkarak
Ağla kızım dedi ağlamak ne güzel eğer hala ağlayabiliyorsak bir yüreğimiz var
ve bir yüreğimiz varsa demek ki bizler için hala bir ümit var!
Sana gelince küçük arkadaşım dedi bana bakarak
Hani az önce sadece sana görünebilen istediğin zaman yanına gelen her yerde senin ile olabilen gerekirse kalın duvarları derin denizleri aşabilen bir dosttan bahsetmiştin ya
Evet dedim var mı öyle biri
Tabii var dedi
O da bu kitabın içerisinde
Sen okudukça okuduğunu anladıkça
Oda seni tanıyacak ve yüreğini görecek
Eğer böyle bir dost istiyorsan işte! Burada bu kitabın içerisinde seni bekliyor!
O seni sen daha yaratılmadan çok öncesinde tanıyor, biliyor ve seviyordu senden de O’nu tanımanı ve tanıdıkça sevmeni bekliyor
O’nu tanımaya var mısın?
Varım dedim tabii varım
O zaman dedi kitabı bu kez benim ellerime vererek
Başla
En başından
Başlangıç tan!
Ellerimin arasındaki kitaba bakıyordum, hakikat insana bu kadar yakın öylemi diye sordum?
Hakikat hiçbir zaman insandan uzakta olmadı!
Ama insan hakikati çok uzaklarda aradı!
Hakikat sandıkları insanı kandırdı!
Yavaşça yerinden doğrularak
Şimdi gitmeliyim dedi bugünlük bu kadar yeterli ama tekrar gelicem ve eminim dedi gülümseyerek tekrar geldiğimde karşımda bugün karşımda oturan iki insan daha başka iki insan göreceğim
Çünkü insan gerçeği aramaya başlayınca gerçek onu özgür kılmaya başlayacaktır
Bu sabah yatağınızdan köleler olarak uyandınız ama bu gece yatağınıza yatarken özgür olmaya aday insanlar olarak yatacaksınız!
Tekrar görüşene kadar dedi bey amca
Şimdilik hoşça kalın…
Devam edecek