Upload
others
View
1
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 126-139
Özlem FEDAİ1
MUHAFAZAKÂRLARIN SAVAŞTIĞI İLERİCİLERİN ZAFERE SAHİP
ÇIKTIĞI KURTULUŞ SAVAŞINI ANLATAN BİR ROMAN: FİRAVUN
İMANI ve TARIK BUĞRA’NIN GÖZÜNDEN MEHMET ÂKİF ERSOY 2
Özet
Tanzimat’tan bu yana Türk romanında romancıların, davranıĢ ve
karakterleriyle idealize ettikleri, kendi fikirlerini de yansıtan kahramanlar çizmeleri
alıĢılageldik bir durumdur. Tarık Buğra da Firavun İmanı romanında, karakteri,
inancı ve fikirleri ile Ģair Mehmet Âkif’i ideal kahraman olarak yansıtmıĢtır.
Mehmet Âkif’ ve diğer vatansever “muhafazakârlar”ın, KurtuluĢ SavaĢı
yıllarındaki faaliyetleri ile Cumhuriyetten sonra uğradıkları mağduriyetleri ele
almıĢtır.
Bu çalıĢmada, adı geçen roman ve Tarık Buğra’nın bakıĢ açısı üzerinden bu
hususlar; savaĢ yıllarında toplumda yükseltilmeye çalıĢılan Sosyalizm taraftarlığı
ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki sosyal ortam yansıtılmaya çalıĢılmıĢtır.
Anahtar Kelimeler: Mehmet Âkif, Muhafazakâr, Milli Mücadele, Firavun
Ġmanı, ideal kahraman.
AN INDEPENDENCE WAR NOVEL THAT DEALING WITH THE
BATTLE OF THE CONSERVATIVES AND CLAIM OF THE
PROGRESSIVE FORCES ON VICTORY: FİRAVUN İMANI AND
MEHMET AKİF ERSOY FROM THE PERSPECTIVE OF TARIK BUGRA
Abstract
Since the Tanzimat era, novelists in the Turkish novel, behavior and character for
reasons such as “to idealize”, reflects the ideas of that it is very unusual for the
boots of heroes. Firavun İmanı by Tarik Buğra, character, beliefs, and ideas with
1 Doç. Dr,. DEÜ Buca Eğitim Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Anabilim Dalı, e-mail:
[email protected] 2 Bu çalıĢmanın küçük bir bölümü, “Tarık Buğra’nın Gözüyle Zile Ġsyanı” adı altında, 8-10 Ekim 2015
tarihlerinde Zile’de düzenlenen III. Tarihi ve Kültürüyle Zile Sempozyumunda bildiri olarak sunulmuĢtur.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 126-139
Özlem Fedai
127
the author's “ideal” hero is the poet Mehmet Akif and anorher conservativesin the
years of the war of independence is the subject of the activities.
In this study, on this novel, Buğra’s is seen deal with this subjects, during the war
years and also in the community in the early years of the Republic to be upgraded
favour tried socialism was tried to be reflected in the social environment.
Keywords: Mehmet Akif, Conservative, the National Struggle, Firavun Ġmanı, the
ideal hero.
1. GİRİŞ
Tahkiyeli bir eser olan romanın değeri, kiĢilerinin psikolojilerini ve olayın gerilimini
yansıtmaktaki baĢarısında saklı olduğu kadar, barındırdığı çatıĢmalarda da gizlidir. G. Lukàcs
Roman Kuramı adlı eserinde “Roman, içselliğin serüvenini anlatır; kendini bulmak için yola
çıkan, serüvenlerle kendini sınayıp kanıtlamak ve kendini kanıtlayarak özünü bulmak için
serüvenlere atılan ruhun öyküsüdür (G. Lukàcs, 2007: 95) der. ĠĢte, içselliğin serüveni olan
romanda, baĢkahraman (protagonist), kendini bulmak için bir yola çıkacak, kendini kanıtlamak
için serüvenlere atılacaktır.
Ramazan Korkmaz da tahkiyeli bir eserde yazarın doğrularını, değerlerini yaratıcı “ben”ini
temsil eden güce “ülküdeğer”, onun tam karĢısında olan ve anlatıcının savunduğu değerlerin
zıddını savunan güce “karĢıdeğer” adını vererek aslında tüm eserin, bu iki gücün çatıĢmasına
dayandığını belirtir:
Ülküdeğer; ruhunu eserin merkezine yerleştiren yazarın benimsenmiş değerlerini, doğrularını,
özlemlerini, arzularını, varlık kaygısını, kısaca anlatıcının yaratıcı ―ben‖ini temsil eden bir
varoluş dizgesi içerir, karşıdeğer ise, sanatkârın olumsuzladığı değer, kabul ve inanışlardan
oluşmaktadır (Korkmaz 2002: 273).
Roman ve hikâyelerde birincil Ģahıs olarak tanımlanabilecek “protagonist”in özellikleri, “bir
problemi çözmekle yüz yüze kalıp, zıt güçlerle bir mücadeleye girer, çatıĢmayı yaratan, romanı
ileri doğru hareket ettiren eksen karakterdir. Ne istediğini bilir, (...)bir Ģeyi yalnız istemekle
yetinmez, istediğini her ne pahasına olursa olsun elde etmeye gayret eder” Ģeklinde sıralanabilir
(Bkz. Uç, 2006: 365-366).
Bir medeniyet fikriyle romanlar yazan ve memleketi için kaygılar taĢıyan bir yazar olarak
Buğra, KurtuluĢ SavaĢına ve yeni Türkiye’ye dair görüĢlerini, idealize ettiği baĢkahramanlar
(“protagonist”) (Korkmaz’ın deyimiyle “ülküdeğer” kahramanlar) üzerinden anlatmıĢtır.
Romanlarının çoğu kendi doğduğu ve yetiĢtiği çevreden (Konya-AkĢehir), babasının KurtuluĢ
SavaĢı ve Cumhuriyet yıllarındaki geçmiĢinden izler taĢıyan Buğra, (bu konuda bkz. Alper,
1993: 937 s. ve Tuncer, 1992: 148 s.), kendi fikirlerini muhayyilesinde yarattığı “protagonist”ler
üzerinden okuruna ulaĢtırmıĢ bir yazardır.
Firavun İmanı (Buğra, 1976: 229 s. ; kull. b. 2009, 229 s.) romanını da, baĢkahraman olarak
seçtiği Âkif üzerinden, Kuva-yi Milliye’ye birçok hizmet etmiĢ muhafazakâr vatanseverlerin
faaliyetlerini gözler önüne sermek ve onların sonraki yıllarda genç Cumhuriyetin kadrolarınca
nasıl dıĢlanıp cezalandırıldığını anlatmak için yazmıĢtır.
Daha evvel yazdığı Küçük Ağa ve Küçük Ağa Ankara’da romanlarında “Ġstanbullu Hoca”
üzerinden, Milli Mücadeleye karĢı gibi görülen “dindar, muhafazakâr tip”in aslında, padiĢaha ve
SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 126-139
Özlem Fedai Muhafazakârların Savaştığı İlericilerin Zafere Sahip Çıktığı Kurtuluş Savaşını Anlatan Bir Roman: Firavun İmanı ve Tarık Buğra’nın Gözünden Mehmet Âkif Ersoy
128
halifeye bağlılıklarının sömürüldüğüne, Kuva-yi Milliye’ye karĢı yerli düĢmanlarca
kıĢkırtıldıklarına ancak sonradan bir “dönüĢüm” yaĢadıklarına iĢaret etmiĢ olan yazar, aynı tavrı
onların devamı olan Firavun İmanı romanında da sergilemiĢtir.
Buğra, inancı, ahlâkı, padiĢaha ve halifeye bağlılığı, karakteri, halk üzerindeki etkisi ve I.
Dünya SavaĢından itibaren yaptığı ikna faaliyetleriyle övdüğü Mehmet Âkif’i: “vatansever,
dindar ve Kuvayı Milliyeci” bir figür olarak “mücadeleci” Korkmaz’ın deyimiyle, “ülküdeğer
kahraman” olarak romanın protagonisti yapmıĢtır. Ayrıca Erzurum mebusu Hüseyin Avni’yi,
Hasan Basri’yi “muhafazakâr”, “vatansever”, BolĢevik aleyhtarı, “ülküdeğer” yardımcı kiĢiler
olarak çizmiĢtir. Yazar, Mehmet Âkif’i, karakter, duyuĢ ve davranıĢ özellikleriyle, olayların
akıĢı içinde ve hayranlığını gizlemeyerek okuruna tanıtmıĢken, diğerlerini romanın baĢında
kısaca tanıtmıĢtır.
2. Muhafazakârlarla Sosyalist Ajanların Savaşı
Firavun İmanı romanında Buğra bir yandan Anadolu’da kurtuluĢ mücadelesinin verildiği
1921 yılının çetin koĢullarını anlatırken iç içe birçok sosyal olaya da yer verir.
Bunlar,
-TBMM’nde gittikçe artan BolĢevik yanlılarının varlığı ve bunların faaliyetleri,
-Milli Mücadele yıllarında Anadolu’ya sızan yabancı (özellikle Ġngiliz ve Rus) ajanların yaydığı
fikirler,
-KurtuluĢ SavaĢında (Ġngiliz ve Ruslardan) aldıkları altınlarla halk içinde isyan çıkartan
hainlerin, yeni kurulan devlette kendilerini “kahraman” olarak göstermeleri ve ödüllendiriliĢleri,
-Dünya SavaĢında ve Milli Mücadelede sayısız kahramanlıklar gösteren Mehmet Âkif baĢta
olmak üzere “muhafazakâr aydınlar”ın zafer sonrası adeta cezalandırılarak sefalet içinde bir
yaĢama terk edilmeleri, kiminin intihara meylettiği (Hüseyin Avni) kiminin yurdu terk etmeyi
(Âkif) seçmek zorunda bırakıldığı sosyal ortamı konu edinir.
Firavun İmanı, aslında iki bölüm gibi düĢünülebilir. Sakarya SavaĢı yıllarında Ankara ve
Anadolu’daki durum, çıkan isyanlar ve Millet Meclisi ile Kuva-yi Milliyecilerin memleketi
kurtarmak için yüklendikleri zor görev romanın ilk bölümünü oluĢturur. Bu ilk bölümde,
Anadolu’daki halkın nabzı tutulmuĢ, halkın psikolojisi ve zor yaĢam koĢulları, KurtuluĢ SavaĢı
yıllarında AkĢehir’de küçük bir çocuk olan Buğra’nın bilinçaltından ancak Mehmet Âkif’in
gözünden yansıtılmıĢtır.
Ġkinci bölüm ise, düĢmanın Ġzmir’den denize dökülmesi, zaferin kazanılması, yeni devletin
inĢası, savaĢta düĢmanla iĢbirliği yapan, zafer sonrası yeni Türkiye inĢa olurken yaĢanan kaos ve
fırsatçıların durumunu ele alır. Bu bölümde anlatıcı Âkif’in gözünden, Mustafa Kemal’in
etrafını sarmıĢ olan sosyalizm yanlısı, çıkarcı, hain zümresinin Ankara’da giderek zenginleĢmesi
anlatılır. Buna karĢılık Hüseyin Avni gibi düĢmanla kahramanca savaĢmıĢ, vatansever,
muhafazakâr insanların, -Mustafa Kemal’in fırsatçı hainlerce kandırılmasıyla, sözde modernliğe
karĢı oldukları gerekçesiyle Ġstiklâl Mahkemelerinde yargılanmalarını, kurtulmalarına rağmen,
sefaletten intihara teĢebbüse varan yaĢamları da gözler önüne serilir. Halkı kandırıp kendini
Fuad Zahir adıyla tanıtan Ali Yusuf, Hüseyin Sâlim gibi hain ve BolĢevik ajanlarına karĢılık
Âkif ve Hüseyin Avni üzerinden, Muhafazakârlık-Modernizm veya Ġslam-Sosyalizm
kavramlarının çatıĢması sergilenmiĢtir.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 126-139
Özlem Fedai
129
Böylece Küçük Ağa romanında olduğu gibi Firavun İmanı’nı da Buğra, “Kuvayı Milliye- Halk
ve Ġstanbul Hükümeti” arasındaki çatıĢma zemini üzerine kurmuĢtur. Ankara Hükümeti
taraftarlarının memleketi kurtarmak için yüklendikleri zor görevi ele alırken bir yandan da
meclisteki “Muhafazakâr Vatanseverler- Ġlerici Muhterisler” Ģeklinde sınıflayabileceğimiz
grupların çatıĢmasını yansıtır. Zira Mecliste “Birinci Büyük Millet Meclisi'nde 318 mebus ve
aşağı yukarı, bir o kadar da ayrı anlayış, ayrı ruh ve kafa yapısı vardı”(r) (Buğra: 2009: 8).
5 Ağustos 1921 tarihinde, yani Sakarya SavaĢının Ģiddetli günlerinde baĢlayan olaylar,
düĢmanın Ġzmir’den kovularak Ankara’da yeni Türkiye’nin inĢa ediliĢi ve Ġstiklâl
Mahkemelerinde yargılamaların baĢlamasıyla son bulduğundan, üç-dört yıllık bir süreci kapsar.
Ancak Buğra, romanda tarihsel açıdan bir anakronizme düĢerek muhtemelen kaynaklardan
okuduğu veya duyduğu 25 Mayıs 1920’de baĢlayan ve 21 Haziran 1920’de bastırılan Zile
isyanını sanki Sakarya SavaĢı sırasında (23 Ağustos-12 Eylül 1921 tarihleri arasında) geçmiĢ
gibi göstermiĢtir. Oysa Ġstiklâl MarĢı Ģairi, Konya’da çıkan isyanın bastırılmasında görev
almıĢtır.
Milli mücadelenin önünü kesmek, orduyu oyalamak için, yabancı ve yerli ajanların halkı
kıĢkırtıp savaĢ içinde savaĢ çıkarmaları, Zile isyanının bastırılmasını kolaylaĢtırmak adına
TBMM tarafından Mehmet Âkif, Hüseyin Avni, Hüseyin Sâlim, Kurtçalı Aziz, Mehmet ġakir,
Hasan Basri gibi vekillerin görevlendirilmesi, romandaki aksiyonun hızlanmasına sağlamıĢtır.
Bu mebuslardan Mehmet Âkif, Hüseyin Avni, Hasan Basri ve Kurtçalı Aziz, muhafazakâr,
vatansever insanlardır. Lâkin Meclisteki BolĢevik Rus sempatizanı, bir softa olan ġeyh Servet
Efendi’nin adamı Hüseyin Sâlim, bir BolĢevik sempatizanıdır. Hüseyin Avni, Ģüphelendiği
Hüseyin Sâlim’i araĢtırmak üzere, Küçük Ağa romanının da kahramanı olan Çolak Salih’i
görevlendirir. Böylece yazarın nehir romanları (Küçük Ağa, Küçük Ağa Ankara’da ve Firavun
İmanı) arasındaki bağ da kurulmuĢ olur (Buğra 2009: 35-36).
Hüseyin Sâlim, Zile’ye doğru yola çıkmadan bir gece önce, ġeyh Servet Efendi ve “bir Rus
heyeti ile birkaç yabancı gazetecinin ve ajans habercisi” (Buğra 2009: 36) ile buluĢmuĢtur.
Romanda anlatıldığı gibi Anadolu’daki bir isyanın bastırılması için Meclisin gönderdiği heyet
içinde bile, isyan ateĢini körükleyen yabancı ve yerli ajanlarının bulunması, bugün de tarihten
ibret almamızı gerektiren trajik bir durumdur.
Milli Mücadele dönemini iĢleyen erken dönem Cumhuriyet romanlarında gördüğümüz gibi, bu
romanda da, Ġngilizler baĢta olmak üzere yabancı güçler, bazı din adamlarıyla iĢbirliği yapmıĢ
ve halkın dinî hassasiyetini kullanmıĢlardır. Yeşil Gece, Vurun Kahpeye gibi erken dönem
Cumhuriyet devri romanlarında altı çizilen “düĢmanla iĢbirliği yapan, halkı, Kuvayı Milliye’ye
karĢı kıĢkırtan “olumsuz, çıkarcı din adamı tipi”, yazık ki, cahil halkın KurtuluĢ mücadelesine
olan inancını ve desteğini zayıflatmıĢtır. Ramazan Kaplan (1988: 142) “Cumhuriyetin ilk dönem
romanlarında dine, din adamına ve dindar insana, dini kavramlara hücum etme, aşağılama,
kötüleme ortak bir tutum halinde olduğunu, (...) haksızlığı yapanların her zaman dindar olarak
gösterilmesinin de dikkat çeken bir başka bir nokta‖ olduğunu ifade eder. Alemdar Yalçın ise,
“Halide Edip'in Vurun Kahpeye'de çizdiği Hacı Fettah Efendi’nin şahsında, aşağılık, entrikacı,
hain, çıkarcı ama aynı zamanda halkın yanında görünen sahte dindar tipinin, kendisinden sonra
gelen ve köy romanı geleneğinde yer alan olumsuz din adamı tipinin başlangıcı olduğunu ve
hepsini etkilediğini” (2006: 181-182), dile getirir (Bu konuda ayrıca bkz. Özbolat, 2012: 2473-
2483). Ancak bu durum, elbette ki bütün dindar, muhafazakâr insanların “Kuvayı Milliye
aleyhtarı” olduğu anlamına gelmez. ĠĢte Tarık Buğra, Küçük Ağa ve Küçük Ağa Ankara’da
SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 126-139
Özlem Fedai Muhafazakârların Savaştığı İlericilerin Zafere Sahip Çıktığı Kurtuluş Savaşını Anlatan Bir Roman: Firavun İmanı ve Tarık Buğra’nın Gözünden Mehmet Âkif Ersoy
130
romanlarında, bu din adamı veya dindar insan tipinin Kuvayı Milliye’ye verdiği büyük desteği
gözler önüne sermiĢtir. Sürekli olarak halkı kıĢkırtmıĢ gibi gösterilen, “din adamı yahut dindar
insan” tipinin, Milli Mücadeleye verdiği desteği, yaĢadığı “DönüĢüm”ü (Bkz. Çağın Eylül 1985:
32-36; Fedai Kasım 2013) yansıtmıĢ ve böylece “olumsuz” olarak çizilen “din adamı tipi”nin
gerçek mahiyetini anlatmıĢtır (Bkz. Bingöl Haziran 1984: 13).
Firavun İmanı’nda ise, din adamı olmasa bile halk üzerinde etkili vaazlarıyla dikkat çeken
Mehmet Âkif gibi “muhafazakâr” insanların, nasıl “Kuvayı Milliyeci birer vatansever”
olduklarını, buna karĢılık Cumhuriyet devrinde aslında onlara haksızlık yapıldığını gözler önüne
sermiĢtir.
Yazarın protagonisti Âkif ve arkadaĢlarının karĢısına bir yandan Rus ajanı Ali Yusuf
çıkarılırken, diğer yandan “çıkarcı dindar tipler” de çıkarılmıĢtır. ĠĢbirlikçi, BolĢevik Rus
taraftarı Bursa mebusu ġeyh Servet Efendi bu çıkarcı muhafazakâr tipin temsilcisidir. ġeyh
Servet Efendi, erken dönem Cumhuriyet romanlarındaki “olumsuz din adamı” tipinin örneğidir.
Burdur Milletvekili (1920-1923) olan Mehmet Âkif’in, gerek I. Dünya SavaĢı’ndaki gerekse
KurtuluĢ SavaĢı yıllarındaki hizmetleri bilinir. 1921 tarihinden itibaren, Konya’da çıkan isyan
üzerine önce bu Ģehre ardından Çankırı ve Kastamonu’ya giderek camilerde verdiği vaazlarla
halkı teskin etmiĢtir. (Bu konuda bkz. Uçman 1986; BoĢnakoğlu 1981; Doğan: 2006; Semiz ve
Akandere 2002: 903-952 vb.)
Âkif’in yakın dostlarının anılarını okuduğumuzda da onun Ġstiklâl SavaĢı yıllarında halka nasıl
cesaret ve ümit aĢıladığını görebiliriz. Bu hususta Buğra’nın romanda anlattıkları ile Hasan
Basri Çantay’ın anlattıkları örtüĢür:
“İstiklâl savaşı yıllarında Akif’i görmeliydiniz. Kafesleri yırtan aslanlar gibi kükremiş, düşman
Ankara’ya yaklaştığı sırada hiç istifini bozmamış, kuvve-i maneviyyesi zerre kadar sarsılmamış;
etrafındakilere hep ümid, hep iman, hep cesaret telkin etmiş, sanki kocaman bir dağ‖ (Çantay
1966: 25) olmuĢtur.
Tarık Buğra da Firavun İmanı’nda Âkif’in I. Dünya SavaĢı’nın baĢından beri yaptığı
faaliyetlerden sitayiĢle söz etmiĢ ancak 1921 tarihinde Konya’da çıkmıĢ bir isyanı Zile’de
çıkmıĢ gibi göstermiĢtir. Yazarın belki de Konya (AkĢehir) doğumlu oluĢunun etkisiyle, Konya
isyanı ile Zile isyanını karıĢtırmıĢ olabileceği düĢünülebilir. Zile isyanı 1920 yılı Mayıs ve
Haziran aylarında vuku bulmuĢtur. Bu tarihte Âkif, oğlu Emin’le Ankara’ya yeni geçmiĢ ve
Mecliste Burdur vekili olmuĢtur:
―Âkif, kelimenin bütün gücüyle, bir medeni insandır. Memleketini, milletini lafla ve duygularla
sınırlanmış olarak değil, davalarında gerekince bayraklaşacak ve savaş başlattıracak,
gerekince de, bir sıra eri gibi savaşacak kadar sever. Bir bakardınız, elde mavzer, en tehlikeli
bölgelere girmiş, üstelik, kurşunun yapamayacağını inancı ile yapmıştır. İnancını
aşılayabilenlerdendir o; çünkü inancı katkısızlardandır. Bir de bakarsınız ki, Âkif, isyan ve
tereddüt bölgelerinde, bir derviş gibi, bir hırka, bir asa, gönülleri uyarıyor, inançları, imanı
tazeliyor; cebel toplarının sindiremediği asileri cephe gönüllüsü yapıyor. Asıl üstünlüğü de,
alçakgönüllülüğünden gelmektedir; her biri bir destan konusu olabilecek çalışmalarının bir
tekinden bile söz açtığı görülmemiştir: Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Eşref Bey, onun, Hicaz Emiri
Şerif Hüseyin Paşa ile oğullarının İngilizlerle anlaşarak hazırladığı büyük ve İslâm âleminin
utandırıcı ihanet günlerinde nasıl çalıştığını anlatırdı: Âkif, üyesi bulunduğu dört kişilik örgüt
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 126-139
Özlem Fedai
131
ile çöllerde tam bir eylem adamı örneği vermiştir. Tehlikeyi zerre kadar umursamamaktadır;
(...) Hicaz Emiri'nin Osmanlı Devleti'ne ve Türk milletine arkadan vurma girişimini etkisiz
bırakmak, önlemek için Bedevîler arasında da, İbn-i Suud ve İbn-i Reşid'in dediği dedik, astığı
astık bölgelerde de dolaşmış, görevini başarmıştır. Âkif’in, Cihan Harbi'nde, İngiliz ordusunda
Türkiye'ye karşı savaşan, aldatılmış Müslüman askerlerini uyarmak için yaptığı çalışmalar da
ayrı bir destan konusudur. (Buğra 2009: 25-26)
Âkif’in (ve Hüseyin Avni’nin) yazarın takdirini kazanmasının sebepleri arasında, “Anadolu”
halkının mayasını taĢıması, samimiliği, tevazuu, inançlı ve vatansever olması sayılabilir.
Birlikte Zile’ye giderken aynı odada kaldığı ve sabaha kadar birlikte Kur’an okudukları (s. 100)
Hasan Basri de Âkif’e hayrandır:
“(...) bir kalem efendisi, bir ham molla gibi sessiz sedasız, hatta süklüm püklüm duran Âkif de
öyleydi ve sıksa taşın suyunu çıkartırdı. Ya kendisi? Hasan Basri?” (Buğra 2009: 10)
Her fırsatta halka, Ankara hükümetine ve Kuvayı Milliye’ye olan güvenini anlatan, zaferi
müjdeleyen Âkif, “padiĢaha/halifeye” bağlılığından ötürü, romanda “muhafazakâr
vatanseverler” safını temsil eder. Yazar, ona karĢı tarafsızlığını bozarak, hayranlığını okuruna
hissettirmiĢtir. Yazarın fikirlerinin temsilcisi Âkif, hem Ġstanbul hükümetinin hem de Mustafa
Kemal ve Ankara hükümetinin takdirine mazhar olmuĢtur.
"(...) Ben Bab-ı Ali'den zerre menfaat beklemedim, ama Bab-ı Âli'nin bana teveccüh ve itibarı,
hatta iltifatı vardır. Ben Mehmet Âkif'im. Padişahın bana teveccüh ve itibarı, hatta iltifatı
vardır. Ben Ankara'dan da zerre kadar menfaat beklemem. Ankara da bana bir şey vermez,
aksine ben Ankara'ya çok şey verebilirim, nitekim verdim de.‖ (Buğra 2009: 85)
Mehmet Âkif’i, muhafazakâr, vatansever insanların sesi, “merkez yansıtıcı”sı yapan yazar, onun
halka neden güven verdiğini anlattıktan sonra, Zile’de halka umut aĢılayarak onları Kuvayı
Milliye etrafında birleĢmeye nasıl davet ettiğini de göstermiĢtir:
―(...) Size demek isterim ki, size ben Mehmet Âkif, diyorum ki, Yunan yenilecektir, vatanımız
kurtulacaktır, bu da ancak ve ancak Ankara sayesinde olacaktır” (Buğra 2009: 84-85).
Âkif, tıpkı Anadolu halkı gibi padiĢaha ve halifeye bağlı, ancak memleketin kurtuluĢu için
düĢmanın yurttan kovulması, bunun için de Kuvayı Milliye’ye desteğin Ģart olduğuna inanan
inançlı bir Müslümandır. Yazar, onun zihninden, inançlı insanların fikriyatını Ģöyle yansıtır:
“Şimdi beklenecek ve bir an önce gerçekleşmesi için dua edilecek şey payitahtımızın, yani
padişahımız, halifemiz efendimiz hazretlerinin kurtarılması idi. Artık bütün efrâd-ı millet bu
gaye için Ankara’nın emrinde Yunan’ın peşine düşmeli” (Buğra 2009: 96)
Dürüstlüğü, alçakgönüllülüğü, inancı ve samimiyeti ile halk tarafından kabul gören ve etkili
diliyle halkı etkileyebilen Âkif’e karĢı yazarın hayranlığını gizleyemediği roman boyunca
görülebilir. Buna mukabil yazarın, Ali Yusuf’u ve temsil ettiği değerleri tehlikeli bulup
eleĢtirdiği, hatta bunları Âkif üzerinden gerçekleĢtirdiği de dikkat çeker.
Buğra, mücadeleci, inançlı kahramanı Mehmet Âkif’in karĢısına, antagonist (karĢı güç ya da
Korkmaz’ın tabiriyle söylersek “karĢıdeğer”) olarak, BolĢevizm yanlısı, Ruslar ve Ġngilizler için
çalıĢan Ali Yusuf’u çıkarmıĢtır.
Ali Yusuf, hem Kuva-yi Milliyeci gibi görünüp hem de Ġngiliz ve Ruslar için ajanlık yapan
BolĢevizm yanlısı, bir hasım (antagonist) kiĢidir. Zile isyanını baĢlatan Çini Ġzzet’i silahlandırıp
SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 126-139
Özlem Fedai Muhafazakârların Savaştığı İlericilerin Zafere Sahip Çıktığı Kurtuluş Savaşını Anlatan Bir Roman: Firavun İmanı ve Tarık Buğra’nın Gözünden Mehmet Âkif Ersoy
132
dağa çıkartır. Hırslı, menfaatperest, “Fuad Zahir” gibi takma adlar kullanarak gittiği her yerde
insanları kandıran, paraya tapan, manevi hiçbir değere inanmayan Ali Yusuf’un karakteri ile
Mehmet Âkif ve Hüseyin Avni gibi inanmıĢ, vatansever vekillerin karakterleri, fikirleri
karĢılaĢtırılmıĢtır. Yazarın gerek kiĢiliğini, gerekse I. Dünya SavaĢı yıllarındaki faaliyetlerini
sitayiĢle anlattığı, inançlı duruĢunu benimsediği Âkif’i desteklediği, tüm kirli geçmiĢini,
hainliklerini anlattığı Ali Yusuf’u küçümseyip eleĢtirdiği açıktır:
“On beş yaşına bastığı zaman Ali Yusuf (...)iftiracı, ustaca çamur atan, alttan alta fitne
kaynatan, sinsi, ama hır çıkartmaktan da çekinmeyen, dişi geçerse hart diye ısıran, geçmezse
yaltaklanan ve daha kuvvetliye ezdirtmek için dolap çevirebilen, yakışıklı, erkek güzeli olmaya
aday bir oğlandı. Çamur atmayı bir öğretmene kadar vardırıp da yakalanınca okuldan
kovuldu‖ (Buğra 2009: 37-38)
Ali Yusuf (Fuad Zahir), dil bilmesinden ve güçlü bağlantıları olmasından dolayı Ankara
hükümeti için çalıĢan bir adam olarak bilinse de aynı anda Ruslara bilgi sızdıran bir ajandır.
Önemsiz bazı bilgiler taĢıyarak Mustafa Kemal’in gözüne girmeyi baĢarmıĢ; Rusya’dan
gelecek para ve silah yardımını öne sürüp BolĢevizm, taraftarlığı oluĢturarak birçok mebusu
Türk-Rus kardeĢliğine inandırmaya çalıĢmaktadır.
Romanda açıkça Âkif’in tarafını tutan, Ali Yusuf’a karĢı olumsuz hisler besleyen anlatıcı-yazar,
ona dair hislerini, Ali Yusuf’un bilinçaltı üzerinden okura yansıtır:
―Ali Yusuf yırtıcı bir hayvana benzetirdi kendisini. (...). Önüne çıkan her canlıyı, geyik, karaca
veya insan, parçalayıp yutmak isterdi. Bu yanını da tanımış ve değil küçüklük veya suçluluk
duymak, gururla benimsemişti. Ama kuralları da vardı; bu işi başa baş, dişe diş yapmak ister,
ancak o zaman tadına varırdı. (...)Kendisinin kovalayıp pençe salacağı minicik bir tavşan ona,
bir efendinin, bir bakıcının -Moğol'un veya lngiliz'in veya Rus'un- önüne atacağı bütün bir
geyikten çok daha çekici geliyordu.‖(Buğra 2009: 58-59)
Buğra, Ali Yusuf’un hainliği ile Selçuklu hakanı Rükneddin’in veziri Muiddin Pervane’nin
hainliği arasında bağ kurmuĢtur. Kendi iktidar hırsı yüzünden, Moğolları Selçuklu Devletinin
üzerine saldırtan Pervane’nin hainliğini, Ali Yusuf’un aklından Ģöyle geçirtir:
“Aklına nereden esmişse esmiş, Selçuklunun, tıpkı bugünlere benzeyen son dönemini
hatırlamıştı. Rükneddin'in veziri Muineddin Pervane önce post davasına, sonra da can
kaygısına kapıldı ve Moğollarla bir olup onları devletinin üzerine saldı. Sonunda devlet, bir
süre için, o sefil, o minicik zamanları boyunca Muineddin'e kaldı. Ama bu arada Moğol
barbarlığı köyler, kentler yaktı, ocaklar söndürdü, binlerce cana kıydı.(...) Muineddin köpeği
devleti kemik yaptı.‖ (Buğra 2009: 58)
Âkif ve Zile’ye giden heyetin yanına kattığı ajanı Hüseyin Sâlim’den bilgiler alan Ali Yusuf,
Çini Ġzzet adlı bir eĢkıya ile anlaĢarak Ruslardan aldığı silahlarla Zile’de bir isyan çıkartmıĢtır.
Kendisini halka “Fuad Zahir” olarak tanıtıp sözde Mustafa Kemal tarafından bilgi toplamak
üzere görevlendirilmiĢ gibi gizlice Zile’ye gelir. Âkif’le görüĢüp planlarını öğrenecek ve isyan
için gerekirse yeni plan yapacaktır. Ali Yusuf’u ve onun yanlarına kattığı ajanı Hüseyin Sâlim’i
araĢtıran Hasan Basri Ģu bilgilere ulaĢır:
―(...)Bu adamcağızları Kuva-yı Milliye'nin ilk günlerinden beri yürütülen malum taktikle
kandırıyormuş; Ankara, padişaha ve halifeye başkaldırmış; hükümet etme hırsı yüzünden
memleketi batırıyormuş. Ankara için silaha sarılmak cehennemlik olmak demek imiş. (...) Ali
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 126-139
Özlem Fedai
133
Yusuf bu dille, büyükleri de kazanarak kandırdığı adamları önce küçük gruplar halinde asi
durumuna düşürüyor, ondan sonra da Çini İzzet’e devrediyor olmalıydı.” (Buğra 2009: 91-92)
Görüldüğü gibi, “padiĢaha ve halifeye baĢkaldırdılar” diye halkı kandıran ve isyan çıkartan Ali
Yusuf ve Hüseyin Sâlim (antagonistler) bir tarafta, onları Kuva-yi Milliye etrafında birleĢtirmek
için uğraĢlar veren Mehmet Âkif, Hüseyin Avni, Hasan Basri, Kurtçalı Aziz (protagonistler)
diğer taraftadır. Bu iki çatıĢan güçte, muhafazakâr ve vatanseverler, gizlice bir plan yaparlar.
Sakarya cephesinde sanki zafer kazanılmıĢ gibi Zile’de bir haber yayıp zafer için davullar
çaldırarak zaten Akif’in yaptığı vaazlarla ikna olmuĢ halkı ve isyancıları, etkisiz hâle getirirler.
Hain Ali Yusuf ise, onlardan evvel posta telgrafhanesine giderek isyanı kendisinin ve
adamlarının bastırdığına dair bir telgrafı çoktan Mustafa Kemal’e göndermiĢ; Ankara’ya gitmek
üzere yola çıkmıĢtır (Buğra 2009: 96-97). Ankara’ya gider gitmez Meclis’e koĢup herkesi
kendisinin Zile’de bastırılan isyandaki baĢarısına ikna eden (Buğra 2009: 105) Ali Yusuf gibi
BolĢevik yanlısı hainler ve çıkarcı vekiller yazık ki Meclisi çoktan sarmıĢtır. Âkif ve arkadaĢları
Mecliste durumun Ali Yusuf’un anlattığı gibi olmadığını, onun bir hain olduğunu anlatmaya
çalıĢsa da anlayamadıkları bir sebeple Meclis baĢkanınca konuĢmalarına izin verilmez ve
“Hükümet sözcüsü Zile isyanının "kemal-i muvaffakiyetle bastırıldığını tebşir" etti. Ali Yusuf
adındaki zatın vatanperverane gayretlerini ve faaliyetlerini şükranla‖ (Buğra 2009: 105) anar.
Tarık Buğra, bu durumu, yine ülküdeğer ve merkez yansıtıcı kiĢisi Âkif’i, Hüseyin Avni ile
konuĢturmak suretiyle anlatır. Hüseyin Avni de Âkif’in (ve yazarın) gidiĢat hakkındaki
fikirlerini okura yansıtır. Ancak kurulan cümlelerdeki kiplerin karıĢmasından da anlaĢılabileceği
gibi, romanda zaman zaman yazar Tarık Buğra ile merkez yansıtıcısı Âkif’in, Hüseyin Avni
tarafından aktarılan fikirlerinin birbirine karıĢtığı dikkat çeker:
“Meclis'i ile, Meclis dışı ile Ankara'da büsbütün alevleniveren ikilikler, çeşitli kışkırtmalar
yüzünden vahşileşen politik çekişmeler vardı. Bunlar cephede de, cephe gerilerinde de büyük
firelerin verilmesine sebep oluyorlar. (...)
Sakarya'da alınan sonuç büyüktü, kaderin yön değiştirmesine eşitti. Fakat maalesef, bunu şer
cephesi ve tek tek çıkarcılar çok daha iyi anlamış ve bütün güçleri ile harekete geçmişlerdi. Bir
taraftan Bolşevik Rusya'nın ve artık iyice dost görünmeye başlayan Fransa'nın propaganda
faaliyetlerini en kesif ve şiddetli noktaya çıkarması, bir taraftan da "akıllı"ların, yani her
çeşitten çıkar düşkünlerinin sahneyi bin bir taktik ve yöntemle sarıvermeleri asıl hedefi de,
eldeki imkânları da perdeliyor, hatta unutturuyor, mebuslardan çoğunu şaşırtıyor, geri
kalanlarını da sinirlendiriyor, öfkelendiriyor, ümitsizleştiriyordu. (...) Bu ümit kırıcı tabloda Ali
Yusuf sadece bir tek motiften ibaretti. Oysa, ne Ali Yusuf'lar sarmıştı ortalığı.” (Buğra 2009:
104-105)
Ali Yusuf gibi hainlerin kudretini, zekâsını gayet iyi bilen Âkif, onların Cumhuriyetten sonra da
kazanan taraf olacağının farkındadır:
“Ali Yusuf'u düşün, Avni. Hükmünü kararını vermiş o. Türkiye batacak demiş. Tufandan ne farkı
var bunun? Şimdi o tufandan, hem de çok büyük kazançlarla kurtulacak bir adam olarak
görüyor kendini. Bu da bir deha işidir. Kimbilir dehasıyla ne kadar övünüyor Ali Yusuf? Belki
de mes'ud. Ve elbette bizleri budala bulmaktadır; oyuncak yerine koyduğuna inanmaktadır. (...)
Çok yazık; zira dahası da var: Farzet ki, bizim bu oyunu bildiğimizi sonuna kadar fark
etmeyecek. Ne kaybeder? Kuvvetli olan o. Son anda bile yumruğunu kafamıza indirebilir.‖
(Buğra 2009: 90)
SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 126-139
Özlem Fedai Muhafazakârların Savaştığı İlericilerin Zafere Sahip Çıktığı Kurtuluş Savaşını Anlatan Bir Roman: Firavun İmanı ve Tarık Buğra’nın Gözünden Mehmet Âkif Ersoy
134
Anadolu’da dindar vatansever Kuvayı Milliyeciler ile Anadolu’ya sızan yabancı (Ġngiliz ve Rus)
ajanlardan aldıkları altın ve paralarla halkı isyana kıĢkırtan hainlerin çatıĢmasında aslında halk
Kuvayı Milliyecilerin padiĢah düĢmanı olduğuna dair kandırılmıĢtır. Yazar, Âkif’in zihninden,
kandırılmıĢ halkın psikolojisini Ģöyle anlatır:
―(...)Onlar da aldatılmışlar, ama onlar katı gerçeği ve aldatanların ihanetlerini anlayacak
fırsata kavuşamamışlardı. Bu yüzden de önce katil olmuş, vatan için, din için, millet için, silaha
sarılan yiğitleri öldürmüşler, sonra da – asla kötü olmadıkları halde- kötülerin en kötüleri gibi
gebertilip gitmişlerdi. İdamdan veya kurşundan kurtulanlar, muhakkak ki ok daha acınacak,
azap dolu bir hayatı sürüklemeye mahkûm olmuşlardı. Belki günahlarını, hatta büyük
kahramanlıklarla ödeyenler vardı ve olacaktı. Ama neye yarardı ki bu? En aziz ve kutsal yolda
ayak bağı olduktan sonra?‖(Buğra 2009: 87-88)
Âkif ile Ali Yusuf’un ve onların temsil ettikleri değerlerin çatıĢması romanda, mekânlar
üzerinden de gerçekleĢmiĢtir. Ġstanbul, Ankara, Tokat (Zile), Ġzmir gibi Ģehirlerde geçen olaylar,
savaĢın sıcak günlerinden ve Cumhuriyet sonrasından sergilenmiĢtir. 1921 yılı Ankara’sı, tıpkı
Cumhuriyet sonrasında da olacağı gibi fırsatçı ve vurguncu hainlerle gerçek vatanseverlerin
çarpıĢtığı bir mekân olarak yansıtıldığı görülür:
“Ankara yeni ve geçenlerin hepsinden de ağdalı bir bunalımın içerisinde, kimi cennetlik ve tarih
boyunca övülecek, ama haklarını alamayacak; kimi cehennemlik ve iğrenç, ama çoğu hiçbir
zaman yerilemeyecek ve haklar yutacak hesapların, taktiklerin hummasıyla yanıyordu” (Buğra
2009: 10-11)
Romanda dikkat çeken çatıĢmanın aslında TBMM ve yeni Türkiye üzerinden “Ġlerici-Gerici”,
“BolĢevik Rusya taraftarları ile Muhafazakârlar” arasında olduğunu yukarıda dile getirmiĢtik.
Tarık Buğra, Sakarya SavaĢından sonra Anadolu’ya daha çok gelen ve yeni Türkiye’nin inĢası
için Ali Yusuf gibilerle iĢbirliği ve planlar yapan Rus ajanlardan ve onların bölücü
faaliyetlerinden de söz edilmiĢtir. Mecliste ve toplumda Sosyalizm tehlikesi gittikçe
büyümektedir. Rus ajanlar, anlattıkları projeler ve gösterdikleri resimlerle birçok vekili
etkilemiĢtir. Bunlardan biri de isyan bölgesine gönderilen vekillerden Kurtçalı Aziz’dir. Saf,
dindar bir vatansever olan Kurtçalı Aziz, Rus ajanların “refah, din kardeĢlerinin hak ettikleri
koĢullarda yaĢadığı bir Türkiye” inĢa etmeye dair sözleriyle, Sosyalizmi savunacak hâle
gelecektir:
“(...) Her şeye, bütün güzelliklere ve ileriliklere layık olduğu halde bu durumda bulunan Türkiye
ve bütün Türkiyeliler, din kardeşleri, kan kardeşleri kurtulacak, yamru yumru mekteplerin, pis
hastanelerin, izbe gibi evlerin yerini pırıl pırılları alacaklı. Çorak dağlar ve ovalar
yeşeriverecek, birbirinden kopup gitmiş köyler ve kasabalar kaymak gibi şoselerle, telefon,
telgraf, elektrik telleriyle birbirlerine bağlanacak, (...) Fabrika bacaları ikinci ormanları
yaratacak, açlık gidecek, cehalet gidecek, benizler kanlanacak, tabiat yenilecek emir altına
alınacaktı. Sosyalizm bu mucizeyi mademki Türkiye'den de beter bir memlekette
gerçekleştirebilmişti. Aziz neden sosyalizme razı olmasındı?” (Buğra 2009: 109-110)
Tarık Buğra, romanın baĢında Anadolu’da çıkartılan isyanlarla, Kuvayı Milliye’nin önünün
kesilmeye, Yunanlıların Ankara’ya doğru ilerleyiĢinin kolaylaĢtırılmaya çalıĢıldığını bu planları
Ġngilizler kadar BolĢevik (Rus) ajanlarının da yaptığını anlatmıĢtır. Sakarya SavaĢı sırasında
Ankara Hükümetinin, Sosyalist Rusya ile olan yakınlaĢması sebebiyle, Meclisteki Sosyalizm
karĢıtı, muhafazakâr mebuslar, (Erzurum mebusu Hüseyin Avni ve Burdur mebusu Mehmet
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 126-139
Özlem Fedai
135
Âkif), bu noktada birleĢirler ve sosyalizme karĢı fikirlerini dile getirirler. Buğra, romanda savaĢ
sonrasında Rusya’nın Türkiye’ye dair planlarını Ģöyle anlatır:
―(...) Moskova, tespitlerinin aksine, Ankara'ya durumu karanlık, hem de çok karanlık ve
tehlikelerle yüklü göstermek, böylece de kucağına düşürmek için bütün gücüyle çalışmaya
başlamıştı: Yarı resmi temsilcileri ve bin bir kılıkta, bin bir maskeli propagandacıları ile
ajanları aynı temi işlemek için her fırsattan yararlanmakta, fırsatlar yaratmakta idi.‖(Buğra
2009: 113-114).
Buğra, bu iki mebusun kaygılarını, özellikle Hüseyin Avni’nin Meclis tutanaklarında da yer
alan 3 Ocak 1921 tarihinde TBMM’deki konuĢmalarından okumuĢ ve romana taĢımıĢ olmalıdır.
Alınan silahlar sebebiyle Rus hükümeti ile kurulan yakınlığın toplumu Komünizmle yüz yüze
getirmek anlamına geldiğine iĢaret eden Hüseyin Avni, Ruslarla iĢbirliği yapılmadığı takdirde
ise onların Ermenileri Anadolu’ya saldırtma planlarını da Mustafa Kemal PaĢa ve vekillere
anlatmıĢtır:
(...) ―Hüseyin Avni Bey (Erzurum) — Demin arzettiğim mesele, hükûmetimiz Ruslarla akdi
ittifak ediyor. Malûm-u âliniz Rusların prensipleri; kendileri komünist olmak hasebiyle
münasebette bulundukları milletleri de daima komünizm etrafında toplamak yolundadır.
(...)Çünkü Rusların güttüğü emel başkadır. (...)Biz Ruslarla müttefikiz, bu mesele yalnız
harbetmekle biter, yoksa, onların gayesine hâdim olmak değildir.” (Atatürk’ün Söylev ve
Demeçleri: 76-77).
Romana da yansıyan yukarıdaki görüĢler, Mecliste sosyalizm yanlısı mebuslar ile muhafazakâr
mebusların çatıĢmasına sebep olmuĢtur. Böylece romanın temelindeki “Kuva-yi Milliye- Halk
ve Ġstanbul Hükümeti” arasındaki çatıĢmanın dıĢında, bir baĢka çatıĢma olarak “Ġlerici-Gerici”
veya “Sosyalizm-Ġslam” çatıĢması da kendini göstermiĢ olur. Bu çatıĢma, aslında eserde
oldukça dikkat çeker. Rusların, eğer Türkiye kendisiyle anlaĢmaz ve Anadolu’yu Sosyalizmin
yayılma sahası hâline getirmezlerse Ermenileri Türklere saldırtmakla tehdit ettiklerine de
romanda dikkat çekilir. (s. 121).
Romana göre, Cumhuriyet’in ilânından sonra, Mustafa Kemal, Âkif ve arkadaĢları gibi
“muhafazakâr vatanseverler” aleyhine kıĢkırtılmıĢ; bu isimler devrimlere, ilerlemeye muhalif
birer “Gerici” olarak gösterilmeye çalıĢılmıĢ, hatta Hüseyin Avni, Atatürk’e düzenlenen Ġzmir
suikastinin tertipleyicilerinden biriymiĢ gibi gösterilerek yargılanmıĢ; ancak aklanmıĢtır.
Bilindiği gibi, Ġstiklâl MarĢı Ģairi Âkif de “Ġrtica” suçlamalarıyla polis takibine alınmıĢ; uğradığı
muamele karĢısında yurdunu terk ederek Mısır’a gitmek zorunda bırakılmıĢtır (Bkz. CoĢkun
2015). Buna karĢılık Sosyalizm, cumhuriyet öncesinde olduğu gibi Meclisteki bazı vekillerce
Cuhuriyet sonrasında da bir mucize gibi görülüp savunulmuĢtur. Ġlginç olan Ģey, “ilerici” Ahmet
Sâdi dıĢında dindar Kurtçalı Aziz’in de sosyalizme ikna edilmiĢ oluĢudur. Yurda gelen Rus
ajanlar; “Tarihin seyrinden, insanların insanları, milletlerin milletleri sömürdüğünden söz
etmişler, ama bunun sürüp gitmeyeceğini söylemişler. (...) Yakında da bütün dünya işçileri ve
sömürülen milletler el ele verecek, aynı kutsal kavgayı sona erdireceklermiş” (Buğra 2009: 108)
diyerek bazı mebusları ikna etmiĢ, sosyalizmi Anadolu’da yerleĢtirmeyi baĢarmıĢlardır.
Devletin Rusya ve Sosyalizmle olan yakınlaĢması, romanda anlatıldığı gibi, Cumhuriyetten
sonraki 10-15 yılda gerçekten hızlı Ģekilde gerçekleĢmiĢtir. Bunda Osmanlı Devletinin
SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 126-139
Özlem Fedai Muhafazakârların Savaştığı İlericilerin Zafere Sahip Çıktığı Kurtuluş Savaşını Anlatan Bir Roman: Firavun İmanı ve Tarık Buğra’nın Gözünden Mehmet Âkif Ersoy
136
mirasından ve temsil ettiği tüm değerlerden kopma düĢüncesinin, neredeyse devlet politikası
hâlini alıĢı da etkili olduğu söylenebilir.
“Cumhuriyet’in ilk 15 yılı, çeşitli ideolojik arayışlarla geçmiş olup Mustafa Kemal’in devrim
girişimlerinin kuramsal bir temele oturtulması için çaba gösterilmiştir. Savaşlardan çıkmış
toplumda bir birikim yaratılamamış, ekonomik/toplumsal koşullar olgunlaşamamıştır. Bir sınıf
partisi kurulamadığı için siyaset, egemen ideoloji içinde yapılmak zorunda kalmıştır. (...)
İktidar partisi, solcu kesimin kendi görüşlerine ikame edeceği ―halkçılık, köycülük, laiklik,
devletçilik‖ gibi ilkeleri ortaya çıkarır.‖ (Oktay 2008:291)
Böylece romanda da anlatıldığı gibi, Ankara’da “laik”, “halkçı”, “köycü” çizgilerle yeni bir
Türkiye yükselmiĢtir. Ankara’da, “modern, ilerici, halkçı, laik” görünen bir vurguncu, fırsatçı
türedi-zengin sınıfı doğmuĢ, Mustafa Kemal’in etrafını kuĢatmıĢtır. Ancak bu Türkiye’de
mücadelenin kalbinde bulunmuĢ olanlar, hakiki vatanseverler yani “muhafazakârlar” olmuĢtur.
Bu durum, romanda Hüseyin Avni’nin gözünden Ģöyle anlatmıĢtır:
―Sakarya zaferinden sonra Ankara büsbütün kalabalıklaşmış, asıl dikkate çarpan tarafı,
güvenilemeyecek, hatta tiksinilecek adamlar sahnede boy göstermeye başlamıştı. Nasıl da
pervasız ve kahraman edalı, ne kadar da konuşkan, sokulgan ve haysiyetsiz denecek kadar
inatçı idiler!‖(...) Hepsi de vantuzlarını en kuvvetlinin boynuna yapıştırmak için arsızlaşıyor,
yüzsüzleşiyor, (...) Bütün bunları da, birbirleriyle mücadelelerini de, zavallı Âkif'lerle, Hüseyin
Avni'leri şaşırtacak kadar ustaca yapıyorlardı.‖ (Buğra 2009: 179-180.)
Onlar, Cumhuriyet yıllarında savaĢtaki kahramanlıkları âdeta unutularak muhaliflerince
“yobaz”, “gerici” sıfatlarıyla suçlanmıĢ; Atatürk devrimlerinin karĢısında oldukları hatta –
Hüseyin Avni’de olduğu gibi- Ġzmir suikastında parmakları olduğu gibi suçlamalarla, Ġstiklâl
Mahkemelerinde yargılanmıĢlardır. Buğra her koĢulda hain, fırsatçı Ali Yusuf’lara karĢılık
Hüseyin Avni gibi vatanseverlerin hep olacağına dair inancını kaybetmediğini, Âkif’in diliyle
okuruna Ģöyle anlatmıĢtır
"Ali Yusuf, ikinci defa, üçüncü defa .. bininci defa gene Ali Yusuf olmaya mahkumdur. Fırsatları
elverişli gördüğü, yani "aklı" kestirdiği müddetçe bu böylece sürüp gidecek. (...) Ve .. Avni, iyi
dinle beni; hakkı, hakikati, vatan ve milleti tehlikede gördüğü müddetçe de; Hüseyin Avni'ler,
kendilerini karşılıksız fedakârlık ve feragatlara, hatta namertliklere, namertçe darbelere
sürükleyen akıllarını seçecekler” (Buğra 2009: 103).
Münevver AyaĢlı da Tarık Buğra’nın Firavun İmanı romanıyla aynı tarihte (1976) Pertev Bey’in
Üç Kızı adlı bir nehir roman dizisi yazmıĢ ve Buğra ile aynı kaygıları dile getirmiĢtir. Son
dönem Osmanlı aristokrasisinin havasını teneffüs etmiĢ, muhafazakâr bir yazar olarak AyaĢlı
da, Cumhuriyetin ilanı ile toplumda birdenbire değiĢen/yitip giden değerler silsilesini anlatırken,
adı geçen romanında “Kalpaklılar” diye bir güruhtan söz eder. Bu insanlar, tıpkı Buğra’nın
iĢaret ettiği gibi, KurtuluĢ SavaĢında seyirci, savaĢın bitiminde Ġstanbul’u dolduran, paragöz ve
menfaatperestlerdir.
Buğra’nın romanındaki her kılığa bürünebilen, ajan olmasına ve isyan çıkarmasına rağmen
kendini savaĢ sonrası, Kuva-yi Milliyeci bir vatansever olarak göstermeyi baĢaran, genç
Cumhuriyette gazete bile kurup Ankara’nın her köĢesinden ucuz emlak satın alarak daha da
zenginleĢen Ali Yusuf gibi, AyaĢlı’nın romanında da Ġstanbul’a akın akın gelen “tanınmıĢ
mebuslar, meĢhur gazeteciler”, kendilerini KurtuluĢ SavaĢı’nın kahramanları olarak tanıtmıĢtır.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 126-139
Özlem Fedai
137
Oysa asıl amaçları “para, kadın, içkili ziyafet, ucuz emlak ve saray yağması” dır (AyaĢlı 1976:
115).
Görüldüğü gibi, savundukları manevî değerler sebebiyle “muhafazakâr” paydasında birleĢen
(Buğra için bkz. Fedai 2016, www.dunyabizim.com; AyaĢlı için bkz. Güler 2016: 23) Buğra ve
AyaĢlı; Cumhuriyetten sonra, yeni baĢkent Ankara’da vurgunlar yaparak zenginleĢen, aslında
savaĢ süresince hainlik yapan fırsatçılardan bahsetmiĢtir. Her iki yazar da, bu hainleri, bilmeden
“modern ve ilerici” oldukları için bağrına basan, gerçek vatanseverleri ise “muhafazakâr” ya da
“Osmanlı artığı” gibi gördüğü için dıĢlayan Cumhuriyet rejimini ise eleĢtirmiĢlerdir.
Bu noktada Tarık Buğra’nın muhafazakârlardan yana net bir taraf tuttuğunu söyleyebiliriz. Aynı
zamanda yazarın “romanlarının ideolojik bir tepkinin (muhafazakârlığın) izdüĢümü olduğunu”
ifade eden M. Can Doğan (Doğan 2003: 545) ile Buğra’yı, Firavun İmanı’nda Mehmet Âkif
gibi muhafazakârlara beslediği sempatiyi hissettirmekle eleĢtiren (Oktay 2010: 262) Marksist
eleĢtirmen Ahmet Oktay’ı anlamak mümkündür. Zira Buğra’nın tüm romanlarında milli,
manevi değerlerden “taraf” olduğu bir medeniyet bakiyesine sahip çıkmak için roman yazdığı
muhakkaktır. Bu romanda da Sosyalizm yanlıları ile milli bilinç ve inançla halkın ayağa
kalkacağını savunanları çatıĢtırmıĢtır. Söz konusu çatıĢmada, yazık ki savaĢ yıllarında çift taraflı
ajanlık/hainlik yapan, ancak Mustafa Kemal ve arkadaĢlarının bir Ģekilde güvenini kazanan
BolĢevik yanlıları ödüllendirilmiĢ, yeni inĢa olunan Ankara’da ucuz mülkler edinmiĢ, gazete
kuracak paraya sahip olmuĢtur. Buna mukabil, Hüseyin Avni gibi inançlı, vatansever
kahramanlar, fırsatçı hainlerin iftiralarıyla Ġstiklâl Mahkemelerinde yargılanmıĢ, Ġzmir
suikastının içinde olmakla suçlanmıĢ, aklandıktan sonra da iĢ bulamaz, hasta çocuklarına ilaç
alamaz hâle getirilmiĢtir. Romanın sonunda oldukça trajik olan bu durumu yazar âdeta içi
acıyarak gözler önüne sermiĢtir.
3. SONUÇ ve DEĞERLENDİRME
Kurgusal bir tür olan romanda, kimi zaman toplum hayatı için önemli sayılabilecek tarihi
olaylar, yazarların değerleri ve bakıĢ açıları üzerinden yansıtılır. Romanlarında sözünü ettiğimiz
kritik dönemlerdeki olayları kendi bakıĢ açısından anlatan bir yazar olarak Tarık Buğra,
KurtuluĢ SavaĢı’nın en hararetli zamanlarını yansıttığı ve Küçük Ağa serisinin devamı olan
Firavun İmanı romanında, Burdur Mebusu Ģair Mehmet Âkif gibi milliyetçi, muhafazakâr
vekillerle memleketi aleyhine yabancı güçlere ajanlık yapan hainleri karĢı karĢıya getirmiĢtir.
Protagonist olarak seçtiği Âkif üzerinden, vatansever muhafazakârlardan yana “taraf” olurken
Âkif ve arkadaĢlarının KurtuluĢ SavaĢı yıllarında Zile’de isyana sürüklenen halkı teskin ederek
isyanın bastırılmasında oynadığı büyük rolü baĢarıyla anlatmıĢtır. Yazarın romandaki bu baĢarılı
anlatımı yanında hayal gücünün, onu mekân ve zaman açısından önemli bir hataya düĢürdüğünü
de vurgulamamız gerekir.
Elbette kurmaca bir tür olan romanda romancıların gerçeğe tamamen bağlı kalmak gibi bir
zorunlulukları yoktur. Ancak roman, tarihsel bir dönemi ele aldığında normalde olduğundan
daha fazla araĢtırma, bilgi ve belgeden faydalanılarak yazılır. Tarihin gerçekliği içinde mebus
Mehmet Âkif ve arkadaĢları TBMM tarafından Konya isyanı sebebiyle halkı teskin maksadıyla
görevlendirilmiĢ; ancak Buğra, bu gerçeği biliyor olmasına rağmen Konya (AkĢehir) doğumlu
olması ve oraya beslediği sevgi sebebiyle olsa gerek baĢkahramanının Zile’de çıkan bir isyanın
bastırılması için gönderildiğini anlatmıĢtır. Oysa Zile’de çıkan isyanın tarihi 14 Mayıs 1920
SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı: 10, Mart 2017, s. 126-139
Özlem Fedai Muhafazakârların Savaştığı İlericilerin Zafere Sahip Çıktığı Kurtuluş Savaşını Anlatan Bir Roman: Firavun İmanı ve Tarık Buğra’nın Gözünden Mehmet Âkif Ersoy
138
yani Sakarya SavaĢı’ndan bir yıl kadar öncedir. Böylece memleketine beslediği sevgi, yazarı
taraf tutmaya zorlamıĢ; romanın gerçekliği ile tarihsel gerçeklik arasındaki uyumu kaldırmıĢtır.
Aynı Ģekilde Buğra, Âkif ve arkadaĢlarının, muhafazakâr fikriyatı sebebiyle yeni Türkiye’de
âdeta cezalandırıldıklarını, bu maneviyatçı insan tipine beslediği hayranlığı gizlemeyip “taraf”
tutarak dile getirir. Buna mukabil, muhafazakârların savaĢtığı ve Sosyalizm hayranlığının
yükselmesine vesile olan Ali Yusuf, ġeyh Servet Efendi, Hüseyin Salim gibi muhteris iç
düĢmanların, Cumhuriyet kurulduktan sonra Mustafa Kemal’in güvenini kazanıp âdeta
ödüllendirildiklerini fırsatçılıklarıyla zengin olduklarını da öfkesini belli ederek anlatmıĢtır.
Sonuç olarak Tarık Buğra, Firavun İmanı romanında realist bir yazardan beklenmeyen tutumla
“taraf” tutsa da, bazı erken dönem cumhuriyet romanlarında olumsuz bir figür olarak yansıtılan
“muhafazakâr, dindar insan tipi”ne bir baĢka açıdan yaklaĢmıĢ ve algıları değiĢtirmeye
çalıĢmıĢtır. Bu romanlarda ele alınan olumsuz muhafazakâr tipin, çoğunluğu oluĢturmadığını,
gerçek dindar/muhafazakârların, toplumun ve devletin bekası için, halk üzerinde olumlu tesirler
yaparak Milli Mücadeleye destek verdiklerini dile getirmiĢtir. Tıpkı Küçük Ağa romanındaki
“Ġstanbullu Hoca” örneğinde olduğu gibi, Firavun İmanı’ndaki Mehmet Âkif, Hüseyin Avni
gibi- hakikî muhafazakârlar, tarih sahnesinde vatansever birer milletvekili olarak Milli
Mücadelede büyük hizmetler verdikleri gibi bu romanda da aynı inançla halka tesir edip
isyanların bastırılmasını sağlamıĢlardır.
KAYNAKLAR
ALPER, Feridun (1993). Tarık Buğra Hayatı, Sanatı ve Eserleri, (Dan. Prof. Dr. ġerif AktaĢ),
Atatürk Üni. Sosyal Bilimler Ens., 2 c., Erzurum: 937 s.
ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri (2006), c. 1-III, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu Atatürk AraĢtırma Merkezi Yay.
AYAġLI, Münevver (1976). Pertev Beyin Üç Kızı, Ġstanbul: Sebil Yayınevi.
BĠNGÖL, Mehmet Nuri (Haziran 1984). “Küçük Ağa Romanına BakıĢ Tarzı”, Türk Edebiyatı
138, Ġstanbul: s. 13.
BOġNAKOĞLU, Hasan (1981). İstiklâl Marşı Şairimizin İstiklâl Harbindeki Vaazları, Ġstanbul:
Binbirdirek Yay.
BUĞRA, Tarık (1976). Firavun İmanı, Kervan Yay., Ġstanbul: (2009) ĠletiĢim Yay., Ġstanbul,
229 s.
COġKUN, Muharrem (2015).Kod Adı İrtica-906 Mehmet Âkif Ersoy, Ġstanbul: Yeditepe Yay.,
176 s.
ÇAĞIN, Sabahattin. "Tarık Buğra'nın Romanlarında Yeniden DoğuĢ Teması", Doğuş Edebiyat,
nr. 31, Eylül 1985, Ġstanbul: s. 32-36.
ÇANTAY, Hasan Basri (1966). Âkifnâme, Ġstanbul: Ahmet Sait Matbaası.
DOĞAN, M. Can (2003). “Tarık Buğra”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Muhafazakârlık,
5. cilt, Ġstanbul: ĠletiĢim Yay., s. 544-557.
DOĞAN, D. Mehmet (2006). Camideki Şair, Ġstanbul: Ġz Yayıncılık.
SOBİDER
Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 4, Sayı:10, Mart 2017, s. 126-139
Özlem Fedai
139
ERÇIKAN, A. (1962). “Ġstiklâl Harbinde Ayaklanmalar”, Türk İstiklâl Harbi, c. 2. Ankara:
Genelkurmay BaĢkanlığı, Harp Dairesi BaĢkanlığı Yay., s. 162-170.
EROL, Metin (ġubat 2016). “Özlem Fedai ile Tarık Buğra Üzerine KonuĢtuk”,
http://www.dunyabizim.com/soylesi/23291/ozlem-fedai-ile-tarik-bugra-uzerine-
konustuk (10.11.2016)
FEDAĠ, Özlem (2013). “Kemal Tahir’in ve Tarık Buğra’nın Osmanlı’nın KuruluĢu ve KurtuluĢ
SavaĢı’nı ĠĢleyen Romanlarında “Yeniden DoğuĢ” Teması”, II. Milletlerarası Tarihi
Roman Romanda Tarih Sempozyumu, 7-9 Kasım 2013.
GÜLER, Derya (2016). “Münevver AyaĢlı’nın Eserlerinde Son Dönem Osmanlı Aile Hayatı,
Kadın ve Eğitim” (Dan. Doç. Dr. Özlem Fedai), DEÜ Eğitim Bilimleri Enstitüsü,
YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Ġzmir, 206 s.
KAPLAN, Ramazan (1988). Cumhuriyet Dönemi Türk Romanında Köy, Ankara: Kültür
Bakanlığı Yay.
KEHALE, Abdullah (1997). Milli Mücadele’de İç İsyanlar ve Cemil Cahit’in (Toydemir)
Anıları, Ġstanbul: ÇağdaĢ YaĢamı Destekleme Derneği Yay.
KOBAL, Yunus (2002). “Millî Mücadele’de Ġç Ayaklanmalar”, Türkler Ansiklopedisi, c. 16,
Ankara: Yeni Türkiye Yay.
KORKMAZ, Ramazan (2002). “Romanda Dramatik Aksiyonu Sağlayan Değerlerin Görüntü
Seviyeleri Üzerine Bazı Öneriler", Scholarly Depth and Acuracy- Lars Johanson
Armağanı. (Yay. Haz.: Nurettin Demir, Fikret Turan), Ankara: Grafiker Yayınları.
LUKACS, G. (2007). Roman Kuramı (çev. Cem Soydemir). Ġstanbul: Metis Yayınları.
OKTAY, Ahmet (2008). Toplumcu Gerçekliğin Kaynakları/Sosyalist Realizm Üzerine Eleştirel
Bir Çalışma, Ġstanbul: Ġthaki Yayınları.
OKTAY, Ahmet (2010). “Bir Ahlâk ArayıĢı”, Emperyalizm, Roman, Eleştiri, Ġstanbul.
ÖZBOLAT, Abdullah (Fall 2012). “Bir Ulus Yaratmak: Erken Dönem Cumhuriyet Romanında
Din Adamının Temsili”, Turkish Studies, Volume 7/4, ss. 2473-2483.
SEMĠZ, YaĢar- AKANDERE, Osman (Kasım 2002). “Millî Mücadele’de Mehmet Akif Ersoy
Bey’in Faaliyetleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi (ATAM), nr. 54, Ankara, s.
903-952.
TUNCER, Hüseyin (1992). Tarık Buğra’nın Hikâyeleri Üzerinde Bir İnceleme,
Ġstanbul: MEB Yay., 148 s.
UÇ, Himmet (2006). Roman Eleştiri Terimleri, Ankara: Bizim Büro Basımevi.
UÇMAN, Abdullah (1986). “Mehmet Akif ve Milli Mücadele”, Ölümünün 50. Yılında Mehmet
Akif Ersoy, Ġstanbul: Marmara Üni. Yay.
YALÇIN, Alemdar 2006). Siyasal ve Sosyal Değişmeler Açısından Cumhuriyet Dönemi Türk
Romanı (1920-1946), Ankara: Akçağ Yay.