82
Aylık Sosyalist Sanat E-Dergisi Yıl:8 Sayı:158 15 Temmuz 2014

158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Sosyalist Sanat Dergisi 15 Temmuz 2014

Citation preview

Page 1: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Aylık Sosyalist Sanat E-Dergisi Yıl:8 Sayı:158 15 Temmuz 2014

Page 2: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

EMEK VERENLER / İÇİNDEKİLER ABDULLAH ORALADNAN DURMAZ AHMET TAHSİNBEKİR KOÇAKBÜLENT AYDINELERCAN CENGİZ

HALDUN HAKMANHAMZA İNCEHASİBE AYTENİRFAN SARİLÜTFİYE BOZDAĞMERİÇ AYDIN

MESUT ATEŞMESUT ERDEMİRMUAMMER ERTURAN MUHAMMET DEMİRMUSA SUNECİP TIRPAN

N.YALÇINKAYANİSA LEYLAÖZER GENÇSEMA LALE SİBELÖZBUDUNTAN DOĞAN

TEMEL DEMİRERVİLDAN SEVİLVEDAT KOPARANYAŞAR DOĞAN YUSUF DEĞİRMENCİALİ ZİYA ÇAMUR

SunuEMEĞİN SANATI

3Bu Sayının Savsözü

ÖZGEN SEÇKİN

Sivas 93ADNAN DURMAZ

ŞİİR5

SıvasTAN DOĞAN

ŞİİR6

KanarBÜLENT AYDINEL

ŞİİR7

Benim Şirlerim VarİRFAN SARİ

ŞİİR8

Susma BülbülHASİBE AYTEN

ŞİİR11

Hüznü Bize Kaldı ...BEKİR KOÇAK

ŞİİR12

Mazi Ya Da İki Bisküvi Arası Lokum

MUHAMMET DEMİRÖYKÜ

13

Rüzgâr GibiMUSA SU

ŞİİR15

Zilan YUSUF DEĞİRMENCİŞİİR17

Bir Nazım Yazarım... HALDUN HAKMANŞİİR18

Mazlum’a Babasından gelen...NECMETTİN YALÇINKAYAÖYKÜ19

Ah!NİSA LEYLAŞİİR22

N. Erkan’ın Resimlerinde....LÜTFİYE BOZDAĞDENEME23

Karın tokluğunaMERİÇ AYDIN ŞİİR26

Abime GelsinSEMA LALEŞİİR27

Akşamın KağnısıADNAN DURMAZDENEME28

Asım Bezirci MersiyesiA. Z. ÇAMURŞİİR29

Bir Kölenin GünlüğüMESUT ERDEMİR

ŞİİR30

Yazar MESUT ATEŞ

ÖYKÜ32

Değişir DevranNECİP TIRPAN

ŞİİR34

Dalgalar Dilimliyor Toprağı ERCAN CENGİZ

ŞİİR35

Cumhurbaşkanlığı Seçiminin...VİLDAN SEVİL

MAKALE37

LamaÖZER GENÇ

ŞİİR39

Yüreğe Gitmek YAŞAR DOĞAN

ŞİİR40

Dağlar Erirse... SİBELÖZBUDUN

ELEŞTİRİ41

İğdeler Erken Kokarken...AHMET TAHSİN

ŞİİR43

Ölürse Sesim HAMZA İNCEŞİİR44Pencere Kırığı Akşamlar VEDAT KOPARANŞİİR45Edebiyatın.. Latin Cephesine K.N.TEMEL DEMİRERİNCELEME56SusmamMUAMMER ERTURAN ŞİİR57Uzak Yarınlar ABDULLAH ORALŞİİR58DİZELERDE “ŞİİR VE ŞAİR”A.Z.ÇAMURDERLEME59Yaşam ve SanattaBİR AYIN İZDÜŞÜMÜHABERLER/ANMALAR60YazıLUIS MUNO MARIN(Çeviren: Ülkü Tamer) ÇEVİRİ ŞİİR77Şiirin ŞiiriTAKİS SİNOPULOS(Çeviren: Cevat Çapan)ÇEVİRİ ŞİİR78Huzur ve DüzenKURT TUCHOLSKY(Çeviren: Yüksel Pazarkaya)ÇEVİRİ ŞİİR80Irgatın TürküsüCAHİT IRGATŞİİR82

Page 3: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

EMEĞİN SANATI’NDAN 158. MERHABA

Seçim in kargaşalı günlerine girdik.. Hacivat-Karagöz replikleri tv’lerde ardı ardına allanıppullanarak sunuluyor...

Öte yandan dünyada ve çevremizde kaos devam ediyor. Bir tarafta Rojava’da AKP’ninkuklası İŞİD katillerine direnirken; kaostan beslenmeye çalışan İsrail de fırsat bu fırsatFilistin’i bombalamaya devam ediyor. Emeryalizmin işbirlikçilerine karşı halklar direnmeyedevam ediyor.

Ülkede de her iş yerinden grev ve direniş haberleri geliyor. Şişe-cam grevini ve direnişinidevlet komik gerekçelerle ertelemeye çalışırken işçiler direnmeye devam ediyor

Bu ortam ve koşullar elbette sosyalist sanatçıya ilham kaynağı olmaya devam edecektir.Kimileri kabul edemese de “devrimci sanat” da “sosyalist sanat” da bir gerekliliktir...Elbette sanatın kulvarları dışına kaymadan bir devrimci sanat gerekiyor..

Bu tavrımız, ağzını “slogancı sanat” diye açanları da susturacaktır elbette.. NazımHikmet'in vurguladığı gibi, "Sosyalist gerçekçi sanat, yaşamın sonuna kadar arayışiçinde olacaktır. Bu arayış sürecinde o, her somut içeriğine en uygun biçimibulmaya, bireyselliğini koruyarak başkalarını taklit ve tekrar etmemeye çabagösterecektir.“

“Sanat sanat içindir” savının ve “sanat toplum içindir” artık gereksiz olduğunusavunanlar, acaba sınıfsal çelişkilerin daha da sertleşerek devam ettiğini bilmiyorlar mı?Ne diyor Pablo Neruda: “Sanat sanat içindir ilkesini reddederim. AmaMallarmée’nin şiirlerini de benimsiyorum. Ne var ki, bizim Amerika’nın soğuk,kar altında donan ve kızgın güneş altında kavrulan evlerindeki insanlar,Mallarmée’ninkilerden daha başka türlü şiir istiyorlar.”

Sosyalist gerçekçiliği statiklikle suçlayanlara karşı en net yanıtı da Ayhan Gerçeker’inyazısında görürüz: ” Toplumcu gerçekçilik, dünyayı durağan olarak değil, tarihîgelişimi içinde görür; bunun sonucu olarak bugünkü durumu mutlak kabuletmez, tam tersine yarının bir nedeni, bir başlangıcı olarak kabul eder, öyleyansıtır.”

Bertolt Brecht, bu gerçeğin altını en kalın çizgilerle çizmiştir: “Gereksindiğimiz sanatgerçekliği yansıtırken, onu etkileyen ve değiştiren, geniş halk kitlelerininyaşam koşullarını düzeltmeyi amaç edinen bir sanattır.”

EMEĞİN SANATI

Page 4: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

BU SAYININ SAVSÖZÜBize göre ise şiirin anlamı yaşamsaldır; sanatın anlamı yaşamsaldır; kaldı ki insanlık zor koşulları göğüsleyipyaşamdan umduklarını istemek bağlamında kararlıdır. Özgürlük, adalet denen kavramlar insanlık içindeğilse ya ne içindir? Bunların kazanımı insansal araçların yardımıyla olabilecektir ancak. Dünyanınbirilerine cennet, birilerine cehennem olmaması noktasında savaşım bitmiş de değildir. Bu müthiş savaşımbugün de sürüyor ve insan duyarlığı bir biçimde bu savaşımın dışında kalamayacağını seziyor. Ne var kikendini farklı görenler ya da gösterilenler bu konuda da insanın direncini kırmaya yönelik eğilimleriniortaya koyuyor; bilinçdışı algılamalarının tutsağı olarak yaşamımıza egemen olmaya çalışanların suyundakürek çekiyorlar.

Savaşım her alanda devam ediyor… O alanlarda okunan şiirleri şiir saymayan zihniyet, kendini fil kulelerinehapsetmiş, oradan sokağa bakarak ahkâm kesiyor. Bugün yaşanan ekmek kavgasından habersiz olmak,şiirden habersiz olmaktan daha kötüdür. Sevginizi kendinize değil, insana çevirirseniz yüksek şiirin de izinisürebilirsiniz. Geviş getirmenin şiir söylemek, uyku hâliyle klavyeye dokunmanın şiir yazmak olmadığını artıkbiliyoruz. Halk onun için bugün şiirden uzak duruyor. Entelektüel yanımızı edimsel eylemlerlebuluşturduğumuz sürece yaşamayı hak ederiz, şiirimizle ve benimizle…

Aşağıdaki şiirde dile getirilen yaşanmışlıkların ve daha bin bir türden acıların yaşandığı bir yeryüzünde şiirgünlerini amacından saptıran egemen anlayışın peşinden gidemeyiz.

“Öldü berfo ana/ ağartamadan oğlunun sabahını/ ekleyemeden ayrılığa kavuşmayı/ yana yana içi dışı/yaka yaka dokunanları ona/sevginin düşünde eritemeden… // Hey koca hayat/ hey ölüm yanardağı!/oğlunu yitiren bir ananın/ çoğalıp kuruyan gözyaşlarına ulanıp/ kurusaydın sen de/ otuz iki yıl beklentisiyle/çektirir gibi sapasağlam otuz ikidişini/ öfkesiyle, özlemiyle/ sönseydin bari bir kere… (Özgen Seçkin) ”.

İşte yaşam böyle bir şey; kimsenin kimseye “hayat” bağışlamadığı bir arena… Bağımsızlık, adalet, özgürlükboğuşa boğuşa elde ediliyor sevgili Kirpi, bunun ötesi yok bugünkü dünyamızda da… İnsanoğlundasabitleşmiş anlayış bu, sonuna kadar; ötekileştirmek, ezmek, ona yaşam hakkı tanımamak; yaşam hakkı,özgürlüğünden, bağımsızlığından olma hakkı gibi bir dayatmanın hediyesi sanki. Egemenlik bu genlereindirgenmekte, ben’in yüksek isteği bu çünkü… Egemenliğini ilan eden, onu ele geçiren dönüp kendigeçmişine bakmıyor, geride bıraktıklarını görmek bile istemiyor. Elde ettiğiyle vuruyor… Bunca yazılıpçizilmesine ve deney sahibi olunmasına karşın kendini düzeltemeyen bir insanlık… Bu insanlık anlayışı yokedilmeli her tür araçla…Şiir bununla ilgilenmeyecekse halka ne ondan…

Adorno ne diyordu, pek sevmesek de onu: “Düşüncelerinizi ve davranışlarınızı öyle bir ayarlayın ki,Auschwitz tekrarlanmasın, asla benzeri olmasın! Auschwitz'ten sonra şiir yazmak, barbarlıktır. Vebarbarlığın ne olduğunu söylemeyi kemirir; öyle ki, bugün onunla ilgili şiir yazmanın neden olanaksızolabiliyorunun varlığını, gerçeğini anlamak içindi. Çünkü kültürün kimliği ve kritiği, kültür diyalektiğinin enson basamağında barbarlığın karşısında durmaktadır." Ama ne yazık ki Auschwitz’ler başka biçimiyleyaşanıyor. Bizse sanki olup biten bir şey yokmuş gibi yaşamayı hâlâ becerebiliyoruz. Bu, büyük bir yetenekister, özellikle şairler açısından…

ÖZGEN SEÇKİNSÜJE E-DERGİ SAYI:3 MART 2014

Page 5: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Sayfa 5

Page 6: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

37 can’a

1“madımak bitti mi ola”

diye n’olur sorma37 can’ın yakıldığını görmediysen de

duymadım duymadım duymadım sakın deme

2elinde gül dilinde bal

bir dine ve bin tene bürünse deben vahşeti gözünden tanırım közünden

ölülere yangınlara gözyaşı dökse de

32 temmuz’dan 2 temmuz’a anmak olmaz

içimiz yangın yeriiçimiz acı içimiz dert

desek de avutmaz

4he hey 37 can he hey he hey :

yıllar geçti mi neyandığınızın resminin üstünden de

ne değişti

5sazın tellerine vuramıyorumkalemin ucuna varamıyorum

elimde bir kızıl yavrucuk mendilsallayıp sallayıp coşamıyorum

6…ve asım ve behçet ve…

gidememiştim ‘93’ün 2 temmuz’unda eve…ve kızlar ve oğlanlar ve…

o gün-bugün yıkıktır dünyalar yüreğimde

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 7: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

KANARDağılır hecenin duraklarına hüznün şiiri Gül susar bülbül yanar divanda aruzlar kanar

Sağır iklimlere açılırken yelkenli düşlerin Mavi kendinden habersiz çaresiz anlar kanar

Meskeni cumhuriyetsiz tarlalarda oturur buğday bakışlı çocuklar Sizi evrende bir ayrıntı olarak tanımlayanlar kanar

Şehre sis çöker güller teslim alınır Mesnevilerde güneşler çatağında sular kanar

Bir sonsuz serüvendir şiirin kapısından çıkmak O yolculuğu anmayan günlük duygular kanar

Uzaklar reddedilir aşklar iltica eder Serçesiz pencerelerde karlar aşksız duvarlar kanar

Tutuşmak yanmaktan usanır yangın külüne küser Mavide emanetsiz sarı dumanlar kanar

Alır toplar götürürsün suskun bir yolculuğu Caddeler sırtını döner çıkmaz sokaklar kanar

Örneğin leylaksındır marş ikliminde açarsın Meydanlar alkışlarken yalnız odalar kanar

Özür dileseniz de bu bir sınıf kavgasıdır Mülk edinilmiş diyarlar Taksimsiz mayıslar kanar

Spartaküsler ölür Bedrettin asileşir İspanyalar yakılırken Guernicalar kanar

Sen Asyasındır Ortadoğusundur biraz Medeniyet ikramında zulanda namuslar kanar

BÜLENT AYDINEL

Sayfa 7

Page 8: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

BENİM ŞİİRLERİM VAR / İrfan SARİ

benim şiirlerim varelleri arkadan kelepçelenmiş kelimelerle

şiirlerim diyorum reşit değil hepsi çocuk ve cezaevlerinde

kimisi sokak ortasında ekmek bıçağı ile doğranmış kan akar kimisi namlunun ucunda kadın

şiirlerim susamış işkencelerde renkli gözlerinden vurulmuş şifreleri kırılmış ülkenin zebanilerce

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 9: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

pılını pırtını topla parıl parıl bereketli topraklarını terk et sonbahar yaprağı gibi kuru öl denilir

şirlerimfişeğin kapsülü batmış şakağınagöğsünde ölümün pusulası

kuğu gibi yüzmez işte ölümdenizisuyu yok

çünkü namlu şekerden yapılmadıkurşun çikolatadan

adını koyabilsen yalan yanaradını koyabilsenzülüm bir lokmanın arasında çiğnenir

kolonya döksen silinmez açılan yaralar

şiirlerimhudut şeritlerindeçocukların gülüşüne kapılır oysa

bazen de ben vurulurum gözlerinin serinindebazen de beneğer gibi bir kuş zerdali dalınıboynumda yuva yapmış dudakların

şiirlerimannelerin ciğerine çökmüş çocuk kokusudevlet ajanslarında terörist havadiskimiz bizkimizçakmak çakarak yakıyorsunuz

Sayfa 9

Page 10: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

tekrar çocuk gibi oluyorumdoğrudan seviyorum etrafımıkiminin sesi uzun cümlelere uyarkiminin kalbi atmaktan vazgeçer tanıdıkça acıyı

ölüm tehdidi olurülkesini seven çocuklaroysa diğer çocuklarda severse ülkesinikimse yaşamaktan korkmamalıçünkü sevmek devrimdir

şiirlerimörtbas edilmiş cinayetlerin tanığısanığıhakikatin kalbi

ekmek kokar akşam yoğrulmuş hamurişçilerin alnında terpatronlar cilalanmış kundura sahibive parfümlerizehir kokar

sevgilimşiirlerim senin büyünün ilhamısu yüzlümkalbimin dağı şiirlerim var benimşiirlerimkimsesizlerin kimsesi

artık üşümüş insanlara aldırmıyorumsıcak olsun ne varsa

İRFAN SARİ

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 11: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

SUSMA BÜLBÜLİki temmuz l993 günüOğullarımız vardıKuğular gibiGüneşlerle uyananKızlarımız vardıTurnalar gibiSemaha duranÖtme bülbül ötmeBahar yaz olurTürküsünü söylüyorRadyoda bir kadın sesiSusma bülbül susmaDağlanıyor canlarımızPir Sultan'ınHasan Hüseyin'in diyarınaBaykuşlar yuvalanmışBu kaçıncı ekin yangınıZulmüne güneş düşsünİlkçağlıGörüyor gözümüzAcıyor canımızSivas illerindeYine çalınır sazımız

HASİBE AYTEN

Sayfa 11

Page 12: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

HÜZNÜ BİZE KALDI İKİ TEMMUZUNsustuk sıra geldikonuştuk yandıkateş bu sönse üşüyorumyansa külüminsanın insana zulmüateşe suya yükleyip hükmükaçar şeytan ruhlulardahası varkaç bin yılın birikimitutuşturup kinigömdüler temmuzu karanlığahiçbir zaman aralanmamış kapısı aydınlığınaynı güruh işte ortadoğu'daiçinde kan ve ateşintanrıyla kucaklaştırıp onlarısenin insan sandığınherkesin kafasında ayrı bir tanrıayrı bir cennetyetmedi mi çağlar boyu aldandığın

kapısız penceresiz zindankaranlığı emzirir acımasızhaberi yok doğan gündenher biri bahar gözlüdoğru sözlü çağdaşumudu taşıyıp bozkırına sivas'ınyenmek için zoru sarmaş dolaşyürekleri şiir yürekleri türküotuz beş canotuz beş arkadaşölüme yürüdüler pervasız

höykürdüler gün ortasındarüzgarı küstü yıldız dağı'nınteli koptu banaz'ınyazın bir köşeye yazınyazgısı bu desem değilpir sultan'ın sivas'ınonlara gaddarlığıhüznü bize kaldıiki temmuzun

BEKİR KOÇAK

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 13: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

MAZİ YA DA İKİ BİSKÜVİ ARASI LOKUM Muhammet DEMİR

İşte o gün öldüm. Bahtsızdım. Tum umutlarım tukenmisti. O gun yine bu vadideydim.

Evin merdiven sahanlığında hem vadiye bakiyor hem de kendime bisküvi lokum ziyafetiçekiyordum. Yarım bıraktım, öylece, öksüz gibi. Sonra bir not yazdım sana. Notu sakladımbulasın diye. Saklı not olmalıydı. Gizi bu saklılığındaydı.

Aleni değildi çünkü düş, düşünce ve hislerim. Bu nedenle sana karşı olan duygu ve hislerimi,düşüncelerimi yazdığım kağıt da saklı olmalı, saklandığı yerden hazırladığım gizemli bulmacalarile bulunmalıydı. Mazide öyle gerekmişti ve muhakkak öyle olması da gerekliydi. Soldan sağaçözülen bir bulmacada saklıydı sana bu yazdığım notu sakladığım yer.

Gülme. Ve tabi ki ağlama da. Çünkü ben hazzetmiyorum. Sadece komidinin üzerine az öncekoydugum bisküvi arası lokumu ye, afiyetle ye. Bahsettiğim gibi o zamanlar şimdi mazide kaldı.Halbuki dün gibi aklımda o zamanki fikrim. Hazırladığım bulmacayı çözdükçe numaralandırılmışharfleri yanyana yazacaktın. Harfleri yan yana yazdıkça ilk ipucuna ulaşacak; o ipucundanilerleyerek diğer daha başka bulmacalara ulaşacak ve en nihayet sana yazdığım saklı notaulaşacaktın.

Sayfa 13

Page 14: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Sen ne yaptın, buldun mu o notu? Aradan yıllar geçti. Halbuki not o kadar kolay bir yerdeydi ki.Adeta gözünün önündeydi. Anlıyorum bulamadın o ilk bulmacayı. Buldun, belki deönemsemedin, bıktın belki de. Öyle yahut böyle hep tahmin yürütüyorum her zamanki gibi.Gerek de kalmadı zaten. Her şey mazide kaldı. Buna ikna oldum çoktandır, yıllardır. Şimdikizamanda vadiye her baktığımda ya da şöyle söylemeliyim; şimdiki zamanlarda vadiye kendimivererek her baktığımda mazideki günler geliyor aklıma. Her mevsim daha farklı oluyor görüntüve hisler. Her an farklı oluyor vadimiz, kendim, kendimiz. Dalda kiraz, dalda vişne, dalda üvez,dalda ceviz, dalda armut, dalda ayva, dalda üzüm mazide vardı şimdi de var ama ayni zamandayok.

Ve çeşme, o beyaz çeşme de artık yok. Yani yine çeşme var da bu kez yenilenmiş ve bozkırınsarı sıcak rengine sahip. Çeşmenin oluğuna eğil su iç, kabını kaçağını doldur ve karşısına geçbir fatiha oku hayrına. Sahi saklı notu bulamadın değil mi? Şu karşısına geçip fatiha okuduğunçeşme de mi söylemedi sana. Dinlemedin ki sen onu.

Bir kez daha oku fatihayı. Bir kez dahi olsun kulak ver çeşmenin sesine. Değil mi kidüşünebiliyorsak yaşıyoruz. Ya da yaşayabildiysem düşünebildiğim içindir. Kendimi dağlarataşlara vermiştim mazide. Şimdi ise asfalta, betona, tuğlaya, taşa, ahşaba....

Cami yapıyorum, okul yapıyorum, konut yapıyorum, yol ve köprü yapıyorum. Yollardan,köprülerden geçip gelesiniz. Evlerde oturasınız. Okullarda okuyasınız. Camilerde ibadet edesinizdiye. Benim işim bu. Bu ihtiyaçlarınızı temin etmek artık. İnsan bulunduğu yerden görebiliyor,içinde yaşadığı anda ise tadabiliyor. Böyle diyor kitap. Kırkımda öğrendim ve ayırdına vardımnihayet. Peki merakla beklediğin soruyu sorayım sana. Beğendin mi senin için hazırladığımçocukluğumun bisküvi lokumunu. Mazideki tadı alamazsın ki asla. Bir tane de kendimehazırlayayım. Ha sahi siz de ister misiniz?

NE MUTLU Kİ BANA

Mazide çeşitli kentlerin otobüs terminalleri ve tren garlarında izinizi sürüyordum. Ne kadaryasal ve yasadışı toplantı, gösteri, eylem varsa hepsine katılıyor, hep sizi arıyordum. Ama birtürlü bulamıyordum sizleri. Adeta yer yarılmış da yerin içine geçmiş, gök açılmış da göğeyükselmiştiniz. Her sey sizi fısıldıyor, sizi anımsatıyordu. Durmadan ve bıkmadan izinizisürüyordum, halbuki iziniz içimdeydi bunu çok sonradan anladım. Belki de bunu buseyahatlerim ve arayışımla siz bana öğrettiniz. O an artık izinizi sürmeyi bıraktım, vazgeçtim.İçimden söküp attım desem de atamadım sizi. Etle tırnak gibi olmuştu içimde tek tekbıraktığınız izleriniz.

Bir gün gelip yerleştiğim bu vadide mezarlar kazdım. Bu iş günler aldı ve çok zordu. İçimdensokup atabildiklerim kadarınızı bu mezarlara koydum. Güzel bir törenle gömdüm ayrı ayrı.Mezarlara cenazeleri ben indirdim, tahtaları tek tek ben dizdim, tüm toprağı kürekle bendoldurdum, etrafına taşları tek tek ben dizdim, üzerlerini ben suladım, kimseye bırakmadım buişlerin tümünü.

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 15: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Yaşama iradem, umut ve sevincimi kaybettiğim her zaman diliminde bu mezarları ziyaretetme alışkanlığı kazandım. Her ziyaretimde içimdeki kalanlarınıza da yeni mezarlar kazdımve özenle gömdüm tek tek. Artık bu yer mezarlık olmuştu. Yollar yaptım, ağaçlar diktim,hayrat çeşmeleri yaptım, mezarlığın etrafını çevirdim.

Mezarlara bakması için işçi bile aldım. Kulübe bile yaptım ona. Göz yaşi döküyordumhepinizin mezarı başında. Şiirler okuyor öyküler anlatıyor, sohbet ediyordum tek tekhepinizle. Sizler de benimle konuşuyordunuz adeta. Her seferinde, son mezarın başından daayrılıp mezarlıktan çıkarken gökler yarılıyor. Sağanak bir yağış başlıyor, etrafı toprak kokusukaplıyor, sırılsıklam oluyorum. Beni gözyaşlarınızla ıslatıp, sizleri tek tek hatırlayıpunutmamam için kokunuzu doğaya salıyorsunuz. Lütfen ağlamayın diyorum. Kendimitutamayıp bende ağlıyorum sizinle. Sonra elveda diyorum, ayrılıyorum bu mezarlığımdan.Yağmur diniyor, kokunuz üzerime siniyor. Ne mutlu ki, bana, hayat benim için yeni mezarlarkazabilmem için yeni insanlarla tanıştırmaya devam ediyor.

MUHAMMET DEMİR

RÜZGÂR GİBİKuytularında Kıraç vadilerinBoynu bükükKüpe çiçekleriTaramış saçlarını Sararmış otlarınÖnünde bulut kümeleriYağmurla geldinRüzgâr...Sonrası rengârenk gökkuşağıSarmış âlemiYay gibi gerginYumuk elleriUzanmış yarınaBir çocuğun...Ab-ı hayat akarGülüşlerinde onunÖlümsüzlük beklentisiSararKör umutlar...Yeniden içimizi. MUSA SU

Sayfa 15

Page 16: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ZİLAN / Yusuf DEĞİRMENCİ

Zilan bir kara yazgı değilKara yazgılara bir şamardırToprağın bağrındaYediverendir ZilanYetim kalan topraklaraAkan sudurZilan’sız da yaşanmaz gülüm

Aşktır sevdadırYasakların bağrındaHaykıran mavi kuştur Zilan

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 17: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

GülüşlerindeAydınlanırdı karanlıkZilan bir özlemdiDoğan ve batan Güneş'inAdıydı ZilanYaralı toprağın filizlenmesindeÖzgürlük çığlığıydıSessine ses katan Yasak bir türküydü Zilan

Zilan bir kara yazgı değilZincire vurulmuş aşklarınKoparıcı Leyla’sıdır

Kör sevdaların yenidenAydınlanan gözüdür Zilan

Kadındır çocuktur erkektirBir bütünün gülen yüzüdür ZilanBir ananın ansızınÇocuğunu öpüşüdürBir kadının Evrensel aşkıdır ZilanBir çocuğunSevinç ağlamasıdır

Korkuyu yenmeninAdıdır ZilanBen de insanım diyenHayatın vazgeçilmez rengiGökkuşağının temsilidirKorkuyu salanİt ordularınınKorkulu rüyasıdır Zilan

YUSUF DEĞİRMENCİ

YARIM NEFES

Renkli dünyada girdaptır rahatlığı lanetlemek vicdanını mühürlersin yüreğin sancır öylesine zalimlikte öylesine kahpelikte hoyrat dillerde sabrını bileylersin bir özgürlük hayali ile cesur ve öncü olursan azrailin elinde kanayan mektupsun çizilmez rotalar yarım nefes bile olsa avucumda gök mavisi çizgiler insanlık adına umutlara isyan var deme...

BURCU TÜRKER

Sayfa 17

Page 18: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Kırmızı çalıların dibine ökse otu dikmişlerKuşlar konsun kalksın diye...

Birdenbire bir ısı düşmesiKırağılar uyandı tüm çalılarda...

Saat kadranlarında parlayan fosforlarSıçradı geceyarısı gözlerimeBaktım; bu ne zaman, ne oluyor zamanıma?

Eskiden dertlenmiş külahlar giyerdim başımaSaçlarım kalkardı yataktan önceIslatamadığıma küserdimYağmur bulutlarını sıvayıp gözlerime...

Dert benimKundağıma top mermisi sardımKırmızı çalıların dibinde;-R - K - S - sesleri patlattımPatlattım boş kapsulleri sıçrayarakBoş kapsullere sıçradım!Fosforlu geceyarılarımdaRaKkaSeler gibi nutuklara boyandım...

Kırmızı sesli bir imge parçaladımGece yarılarının tam ortasındaKırmızı sesli ve parçalı bulutluİmgelerimi yağdırdım üstüne sevgimin...

|Koş ey şiir seni imgelemimi eritmeye çağırıyorum şimdi... |

BİR NAZIM YAZARIM BİR ŞİİR...

HALDUN HAKMAN

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 19: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

MAZLUM’A BABASINDAN GELEN MEKTUPNecmettin YALÇINKAYA

RESİM NİKOLAY ALEKSANDROVİÇBin dokuz yüz yetmiş dokuz sonlarıydı. BucaCezaevinin en cafcaflı zamanları… Aynımahallenin on kadar genci aynı koğuştakalıyorlardı. Bulaşık, çamaşır, yemek, temizlikişlerini birlikte yapıyorlardı. Birlikte ağlıyor,birlikte gülüyorlardı kısacası. Hatta aynıkoğuşta ve hemen karşılarındaki koğuştakileronlara gıpta ile bakar, imrenir hattakıskanırlardı.

Gençtiler, güleçtiler, insancıl, şakacı, muzip veyarın bakışlıydılar. Yine de birbirleriniişletmekte üstlerine yoktu bunların. Aklahayale sığmayacak şakaları yapmaktanvazgeçmezlerdi. Bu şakaları kaldırmak içingeniş olmak gerekirdi. Çoğunun bıyıkları bileterlememişti, hatta birçoğu ilk tıraşlarınıcezaevinde olmuşlardı. Belki de böyleyapmasalar cezaevi yaşamı onlara zehirolacaktı. Baş edebilmenin başka bir yoluydubelki de her şeyi tiye almak. Cezaevinde insanduygulandı mı ya da dolu dolu oldu mu,derdini yanındakine açmak ister. Yoksa o yükünaltında kalır, taşıyamaz.

Malatyalıydı Mazlum. Yoksulluk onu İzmir’eatmıştı. Büyük şehir diye gelmişti İzmir’e. İyibir iş bulacak, çalışıp para kazanacak sonra da

Malatya’ya geri dönecekti. Biriktirdiği parayla ya kendisine bir iş kuracak ya da evlenecekti. AmaMazlum’un özlemleri, gelecekten beklentileri, gelecek planlarının hepsi boşa çıkmıştı. Devrimcive emekçilerle tanışmış, onların safında yer almış, sisteme kafa tutmasının sonucu kodesiboylamıştı. Gerçi buna da pek yandığı, içerlendiği söylenemezdi.

İlkokulu zar zor bitirebilmişti. Yazısı çok kötüydü; yazdığını bazen kendisi de okuyamazdı. Alaykonusu olurdu. Ezberi iyiydi ama. Uyanık gözükürdü gözleri etrafına cin gibi bakardı ne iş verilseyapmaya çalışacak kadar da mütevazi biriydi ayrıca. İzmir’de yalnızca inşaatlarda bekçilik yapanbir akrabası vardı. Arada sırada Mazlum’a para yollardı. Onun dışında kuyu dibindeki bir çakıl taşıgibi yapayalnızdı. Ne mektubu gelirdi ne de ziyaretçisi.

Sayfa 19

Page 20: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Gardiyan getirir mektupları mazgal deliğinden içeriye verirdi. Dağıtılırdı koğuş temsilcisitarafından. Mektubunu kapan bir köşeye çekilir, özlemle okurdu. Mazlum’un içine bir eziklikgirer, ta derinlere yerleşirdi. Üzülür, sigarasına acılarını sarar, dertli dertli tüttürerek acısınıhafifletirdi. Hani gözleri de dolmuyor derdi. Görenlere: “Yine dumanı kaçtı…” derdi.

Elbeyi: “Arkadaşlar” dedi koğuşun penceresinden havalandırmaya baktı, “Mazlum’un durumuhiç iyi değil. Bir çözüm bulalım buna. Üzülmesine içim parçalanıyor” Kurnazca gülümsedi. “Varmısınız Mazlum’a babasının ağzından bir mektup yollamaya?

“İyi hoş da nasıl olacak bu?” diye araya girdi Atilla.

“Siz o işi bana bırakın” dedi Elbeyi. “Daha önceleri yapmadığımız bir şey değil. Siz yalnızcaMazlum hakkında biraz bilgi toplayın.”

“İddianamede her şey yazılıdır zaten” dedi Çakır, “Ana adı, baba adı, nüfusa kayıtlı olduğu yer,köyü…”

“Hay aklınla bin yaşa Çakır” dedi Kısa Faruk.

“Herkes görevinin başına” dedi Çeto, “marş marş.”

Kısa sürede Mazlum kime ne anlattıysa öğrenildi. Hatta amcakızına tutkun olduğu bile…

Mektubu yazma işini Atilla üstlendi. Senaryo ve kurgu işini de Elbeyi…

Mektup yazıldı. Zarfın üzerine patates baskılı damgalı pul da Malatya PTT yazıyordu. Zaten uzunsüredir kendisine mektup gelmediği için, zarfın dışına bakıp inceleyeceğine pek ihtimalvermiyorlardı.

Akşamı, kapının sürgülü demir mazgalı dışarıdan açıldı. Gardiyan başını uzatıp: “Mektup!” diyebağırdı. Kapının yanı başında zulasında mektupla bekleyen Elbeyi aldı mektupları. Elindekimektubu aralarına karıştırdı. Getirip koğuş temsilcinin ranzasının üstüne koydu. Mektuplar isimokunarak dağıtılmaya başladı. “Mazlum mektubun var” deyince az kalsın ranzasından aşağıdüşecekti Mazlum. Koşup aldı mektubunu, elleri heyecandan titriyordu. Ranzasına çıktı. Elindendüşürdü mektubunu, neredeyse arkasından atlayacaktı. İnip aldı tekrar. Okumaya başladı, birsigara yaktı. Az kalsın çarşafı tutuşturuyordu. Herkesin gözü üzerindeydi ama o farkedemeyecek kadar derin hülyalara dalmıştı.

Bir süre sonra ranzasından aşağı inerek, koğuşun ranza aralarında volta atmaya başladı.Yürüyüşü değişmişti. “Babamdan mektup geldi” dedi gözlerinin içi sevinçten gülüyordu. “Buhafta sonu beni ziyarete geliyor”

“Senin adına çok sevindik. Süper bir haber” Ona inanmamış gibi baktılar.

“Doğru söylüyorum.” Dedi bu kez. Elindeki mektubu Elbeyi’ye uzattı. “Bana inanmıyorsanız, alınkendiniz okuyun” dedi.

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 21: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Elbeyi başladı sesli sesli okumaya: “Oğlum, Canım Oğluma,” diye başlıyordu. Özetle: “Seninkıymetini yokluğunda anladım. Cezaevine düştüğünü bekçi Kemal’den öğrendim. İnan çoküzüldüm. Bir yandan da oğlum devrimci olmuş diye sevindim. Annen, amcan, en çoktaamcanın kızı üzüldü. Amcan kızının iki gözü çeşme ağladığını görünce, dayanamadı. Söz verdi.Yemin etti. Huzurumuzda ‘Mazlum cezaevinden çıksın, buraya gelsin, kızımı ona vereceğim’dedi. Kız senin yolunu şimdiden gözler oldu. Önümüzdeki hafta yanına geliyorum. Sonrasındasözlün… En iyi avukatları tutup oradan kurtaracağım seni. Seni çok seven baban…”

Mazlum sevinçten yerinde duramıyordu. Gün sayıyordu artık. “İki gün kaldı babamıngelmesine” diyordu.

Ertesi sabah erkenden kalktı, sayım sonrası bu kez uyumadı, doğruca havalandırmaya indi. Kimbilir ne düşündü. Belki babasıyla ilk karşılaştıklarında söyleyeceklerini ya da amcasının kızını…Kim bilir.

Akşamın alacakaranlığı zifiri karanlığa dönüştü. Mazlum geceden hazırlanmaya başladı. Tıraşoldu, yıkandı. Sağdan soldan ödünç giysiler edindi. Görüşte şık görünmek istiyordu babasına.“Bak baba, gördüğün gibi iyiyim ben” demek istiyordu belki de.

Mazlumu böyle ciddi, istekli görünce bıyık altından gülmeyi bıraktılar. Şakanın tuzu biraz fazlakaçmış gibi görünüyordu. Mazlum’u daha fazla üzmenin de bir anlamı yoktu artık. Durumuöğrenmesi gerekiyordu. Ama bunu ona kim söyleyecekti! Kimse cesaret edemiyordu bir türlü.Sonunda: ”Ben söylerim” dedi Elbeyi.

Mazlum’u bir köşeye çekip, gerçeği tüm çıplaklığıyla anlattı. Mazlum inanmadı.“Git be kardeşim” dedi bağırdı âdeta. “Ben babamın yazısını tanımaz mıyım? Sen mi oğlusunyoksa ben mi?”

Araya girenler oldu: “Biz sana şaka yaptık!” dediler. Yine de inanmadı.Sonunda Çakır: “Bak Mazlum” dedi, “Aynı yazı ile sana bir mektup daha yazalım. O zamankararı kendin karar ver. Babanın yazısı mı, değil mi?”“Zarfın üzerine bak” dedi Çeto. “Patates baskısı yaptık”Alıp dikkatle baktı. “Alın siz bakın” dedi, “Malatya PTT yazıyor. Gerçek bu” dedi.

Elbeyi kendisiyle övündü. Ne de olsa baskıyı o yapmıştı.

Atilla bir mektup daha yazdı. Onu neden işlettiklerini, mektubu yazanın babası olmadığınıbelirtti. Ve ondan özür diledi.

Mazlum iki mektubu karşılaştırınca kafasına dank etti… Küstü, yüzünün rengi değişti,Karadeniz’de gemileri battı, tüm köprüleri yıktı. “Artık sizi kitabımdan sildim!” diye sitem etti.“Komünden de çıkıyorum. Bağımsız hareket ediyorum. Bu böyle biline!” diye de kızgınlığınıbaşka bir dille ifade etti.

“İyi geceler yoldaşlar” demeden ranzasına gitti. Battaniyesini başına kadar çekti. Sessizceağlıyordu.

NECMETTİN YALÇINKAYA

Sayfa 21

Page 22: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

AH !

benim gizli ah’ım dizesi hayatımıniç içeyiz ayrık bir cümledeunutmak; iki büklüm önünde.

sen benim şartlı nesnemetkileşimin tutku ve özgürlükrengarenk baş döndürenasi bir imge, dünya sözlüğünde

yoksa ben istemez miydim, çizmeyiseni kalbime bir gök rengindebastırılmış içgüdü, kutsalkitapların felsefesinde

sen benim şartlı nesnemevrilip çevrilen şiirselliğeeylemin, hayatların buluşma noktasıbeni görürsen, al ellerine..

NİSA LEYLA

Emeğin Sanatı 158. Sayı

benim gizli ah’ım dizesi hayatımıniç içeyiz ayrık bir cümledeözlemek ; iki büklüm önünde

sen benim şartlı nesnemkant’ın ahlak mendilindengizlice fısıldayan : ah !ne güzel de tanıyor tanımlıyortamamlıyorsun beni kendime

benim gizli ah’ım, dizesi hayatımıniç içeyiz ayrık bir cümledesevmek; iki büklüm önünde…

Page 23: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

NURETTİN ERKAN’ın RESİMLERİNDE BEDEN METAFORU VE DUVAR

LÜTFİYE BOZDAĞ

Sözcüklerin ve kavramların, erişemediği hakikatlere, görsel dille ulaşmak isteği NurettinErkan’ı merkezinde “beden” olan metaforik bir dile yöneltir. Hakikati arama gerçekliğindenyola çıkarak insanın özüne varmak isteyen sanatçı için bu yolculuk, “beden”de son bulur.Erkan’ın resimlerinde beden, kendisini çevreleyen materyallerden, tüm dünyevi varlıklardanarındırılır, hatta bu arındırma o kadar derinlere ulaşır ki, bin yıllarca kabul görmüş bedenalgısını belirleyen en temel kimlik; “cinsiyet” bile göz ardı edilir. Etrafındaki her şeydenarındırılan beden, tüm yalınlığıyla insanın özünü dışa vuran bir metafordur artık.

Duvarın Önündekiler 1

Nurettin Erkan Duvarın Önündekiler serisinde varlıksal olarak görülmeyen bir duvarimgesi kullanır.Duvar;Sınırları temsil eden duvar…Karşıtlığın sınırı, sınırın kendisi, duvar…Duvar bir set,İnsan için öteleyici, engelleyici, ötekileştirici…Duvarın önündekiler…Duvarın arkasındakiler…

Sayfa 23

Page 24: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Duvarın Önündekiler-II

Duvarın önündekiler…Boşluğun içinde acıdan harap, kendinden geçmiş bedenler…Bedene sığmayan acının isyanı…Duvardan duvara çarpan inlemeler, çığlıklar,Giderek artan, yükselen, sonra birden azalan, sonra yeniden artan, çoğalan, büyüyen,boşluğun içinde bedenlerin arasında dolaşan iniltiler.Ruhun bedende acıyla harmanlandığı, duvarların tanıklığında işkenceden geçen bedenlerin,sadece bir kütleye dönüştüğü zamanlar…Anlamsızlıklarla dolu yeryüzü ile günahlara bulanmış gökyüzü arasında sıkışıp kalan bedeninisyanı..Ruhun çektiği acıyı taşıyamaz hale gelen bedenler..Bedenin her yerinde dolaşan bulantı…kusma hissiyle kasılan bedenler..Psikosomatiğin şizofrenisi…Tarif edilemez sızı, bedenin her tarafında dolaşan sancı.

Ağızlardan çıkan haykırış…

Anlamın son bulduğu yerde yankılanan zamansızlık, mekânsızlık, hiçlik…

Adaletsizlik ve eşitsizliğin karahumması…

Dile getirilemeyenin öfkesi ve şiddeti…

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 25: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Tüm evreni kaplayan bir tufan…

Bir çığlık fırtınası…

Evlatlarını kaybeden analar, babalar,

Babalarını kaybeden çocuklar…

Duvarın Önündekiler-III

Nurettin Erkan, duvarın önündekilerserisi ilgili düşüncelerini şöyle ifadeediyor; “Duvarın önü” adlıçalışmalarımda, nesnel görünümüneredeyse hiç olmayan ”duvar” imgesiniseçmemin iki ana nedeni var. Birincisi;bildiğimiz bütün sınırları temsil edenduvar imgesi. Öteki; altına insanlarındizdirilip katledildikleri gerçek duvarlar.Gerçek duvarların altına insanlarındizdirilip katledilişlerinin ana sebebininbütün sınırları temsil eden duvarlarolduğu düşünülürse, kötü bir imgeninisim sahibi olan gerçek duvarların, yanibir bakıma kendi sebeplerinin altındakatledilmiş olmaları, anlamlı birrastlantıdır. Bu rastlantı sahnesinioluşturmaya çalışırken bir bakış birperspektif seçmek zorundaydım. Onlarınyerine kendimi koyup yaşadıkları büyükyabancılaşmayı hissetmekle birlikte neacıdır ki en uygun açının katledeninaçısından bakmak olduğu kararına vardım.Yaşadıkları bu yabancılaşmayı anlatmakzorunda olduğum için bu konumda ol-

malıydım. Bu, kendiliğinden, kendilerine bir parça daha eklediler anlamına geliyor. Bu parçaresmi yapan kişidir. Çünkü bu resimleri yaparken bu insanları katleden kişilerin gözündenonları resmetmek gibi bir duruma düştüm. Böylece resimleri seyredecek kişiler dekonumlanmış oldu. Ortaya çıkanlar: resim, resmi yapan kişi ve yapılmış olan resmi seyredenkişiler.

LÜTFİYE BOZDAĞ

Sayfa 25

Page 26: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

KARIN TOKLUĞUNAöfkemi tetikliyor içimdeki korkularzamanı sayıklıyorum uykularım yarımdüşleriyle uyur gibi bir çocuk saflığındaşiirler yazıyoruz karın tokluğuna

bazen bir çocuğun heyecanından farksızkimi gün bir cumartesi annesinin feryadındasessiz, sakin, korkusuz ve pazarlıksızşiirler yazıyoruz karın tokluğuna

hep aynı masallarla avutup kendimizigurur ve aşk okşarken içimiziçevirip yüreğimizin namlusunuaçlığın ve yoksulluğun şakağınaşiirler yazıyoruz karın tokluğuna

ne zaman kendimizden söz etsekyavaş, yavaş azalan ve eksilengülen yüzlerinden umut kesilmiş dostlarınher gün bir şey daha yitiriyorunutuyoruz bildiğimiz ne varsa

nasıl anlatmalı akıp giden zamanıhiç kimsesi kalmamış gibi yalnıztek başına ve herkesle bir aradaşiirler yazıyoruz karın tokluğuna

kaçmak mı diyorsun buna kendindenkaçtıkça çoğalıyoruz kendimizdenbu olsa olsa bir çeşit özlemdiren çok susarken kanar ya insannehirler gibi akıyoruz durmadan

ben bir gün şiir yazıyordumherkes bir gün şiir yazıyorduserkan engin şiir yazıyordukarın tokluğuna…

MERİÇ AYDIN

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 27: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Meriç'le Fırat arasında bulutsuz bir tarih kitabı Cenazesi ortada kalmış bir sabır taşı Tıraş olmaya yeni başlamış çocukları bu şiirde askere alırlar Bu şiir aşkın yoldaşı

Meridyenlerinde kırık doğrular taşır birileri Siz hiç o noktada durmadınız mı

Siz diyorum siz aristokrat beyler emekçi efendiler Gündüzler ve geceler Hiç yalnız kalmadınız mı

Ne kadar yaprak döker oysa yüreğimin çınar ağacı Almanız gerekmezdi de Birine bile bakmadınız mı

Anılar anlam taşımaz elbette Geçmişinizde aşk çoğaltmadınız mı

Ekmek arası konmaz ve tarifi mümkünsüzdür bizim sevdiklerimizin Bu şiir kırağısı kurumadan benim abime gelsin

ABİME GELSİN

SEMA LALE

Sayfa 27

Page 28: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

AKŞAMIN KAĞNISI / Adnan DURMAZFOTOĞRAF: ADNAN DURMAZ

Akşamın kağnısı ağır ağır karşıdaki ormanların üzerinden uzaklaşırken, geride, renkler; yeşilyapraklar, mavi gökyüzü, ak koyun sürüsü bulutlar, ağır ağır kanamaya başlamıştı… Akşamalacası, boz kerpiç ve karalı aklı taşların üzerine kanadı, kızıllaşmaya başladı ev, “ben yıllardırıssızlara kanamaktayım, içimin derin ve dipsiz girdaplarına, akşam dediğin bir renk yanılsaması”diye geçirdi içinden virane…”Aşk nasıl bir kanamadır?” dedi yanıbaşındaki ağaç,”ben kanamalıaşkı bilmem”.Ev ona yanıt verdi, şimdi, sütbeyaz bir kanamadır aşk, hele de benim gibi,yalnızca düşlere konukluk etmiş olan bir ev için…” Hadi oradan, dedi ağaç, hadi oradan, senyalnızca bir düşlenmiş evsin, her ne kadar bütün ayrıntılarınla düşlenmiş olsan da, hiçbir zamanvar olmadın, ev sanma kendini”...Kendini gülümsemeye zorlayınca birkaç parça toprak ve sıvadöküldü evin metruk suretinden.”Her ev önce düşlenir, dedi; ayrıca, düşler daima gerçeklerdendaha güzel olmuştur, bunu ben, beni düşleyen insanlardan biliyorum… Ayrıca, sahici evlergenel olarak düşlerin cehenneme dönüştüğü yerlerdir ve bir ömür, o evi hevesle ve özenleyapanların birbirini mahvettiğini, söylemişti bir rüzgâr bana… Bir de şu var ki, gerçek evler birgün mutlaka yıkılırlar; oysa düşlenmiş evler, sonsuza kadar hep var olacaktır”

Ağaç gülümsedi,”senin halini gören asla böyle bir düş kurmaz” “kurar, dedi virane, hepkurmuşlardır, hatta düş evleri çoğu zaman bir ağaç dibi, bir taş duldası da olur, yeter ki aşk, aşkolsun”

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 29: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Peki dedi ağaç, sütbeyaz birkanamadır aşk, dedin, bu nasıloluyor?” “birazdan mehtap çıkarve benim çökermiş bedenim,paramparça yüzüm ve bütünyırtıklarım, onun güzelliğindeortadan kalkar, uzaktan bakaniçin, görkemli bir sarayadönüşürüm ayışığında, hele desen yanımda oldukça, hışırtılışarkıların ve geceye kattığınahenkle… Benim için böyledir butüm güzelliği korkunç birgörünüme dönüşmüş evler gibi;sevgililer de birbirini öyle görmezmi, kusursuz ve karşısına çıkacaken büyük güzellik olarak… Belkide düş evlerinin viraneyedönmesi, gözlerden en az birinin,yürekten gelen aşk ışığınıkaybedip, aklın miskallerinetakılmasındandır…”Sustu…

Sustular… Sonra ev zorluklakonuştu” ya senin aşkın”…Ağaçyanıtladı, var olmam içininsanların düşlemesine gerek yokbenim, evrenle buluşurumnerede olursam olayım, köklerimve dallarımla, ölürsem benibesleyen toprak olur, sonrabaşka bir cana dönüşürüm, gökve yer benim bir parçamdır veonlarla evreni kucaklarım, çünküben aşkın taa kendisiyim”…

ADNAN DURMAZ

ASIM BEZİRCİ MERSİYESİ

Söküldü zulmün ve nefretin toprağından. Dikildi umut ormanın en derinine. Döküldü aydınlığına ışıyan ufkun. Ekildi Yüreğin derin kıvrımlarına. Takıldı sevginin yakasına bir çiçek gibi. Çekildi burkuk bakışların önünden dimdik. Sokuldu aydınlığın en dar köşesine. Eğildi onurun ve erdemin önünde. Sıkıldı aymazlığın dar kafesinde. Yıkıldı düşmanlığın depremlerinde. Yakıldı Kara yüreklilerin kuşatmasında. Çakıldı özgürlüğün yıldızlı burçlarına.

Sayfa 29

Page 30: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

BİR KÖLENİN GÜNLÜĞÜMesut ERDEMİR

Kül, bulut ve sevda,aşka dahil olmayan yoksulluk,sen sadece bir şairin şiir defterinde yazılmamalısın.Kalbi sökülmüş bu dünyanın ortasında patlamalısınBir insanın yürüyüşlerine sızıpmilyonlarla yürüyen olmalısın.Yeryüzü dağlara kesmeli;şerha şerha olmuş avuçların cehenneme dönmeli...Kaya kovuklarında sakladığın çocukların,bir bilinç ustalığıyla örmeli geleceği,zamana yenik düşmemek için...Alıp ellerine iki telli sazlarını,çalmalılar özgürlük harmonisini.

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 31: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Bir kuşun sesinden ötmeyi,bir yoksulun gülümsemesindensevmeyi bilmelilersenin çocuklarınCami duvarlarına sinmiş,aşkların çocuğu olmamalısın,yüreğin kırlangıç sürülerine takılmalı...Gitmelisin uzak diyarların ülkesine,zamanın yeniden dirilen aşklarını çalmak için...Gitmelisin,savrulan insanların sevdalarınıalnındaki terde kora çevirmek için.Gidenlerin teneke yürekleri korkutmasın seni.Alafranga sevdaların izlerine düşmeyesin.Söküp avuç avuç kan yüzlü toprağı,suya kesen yarınlara çevirmelisin,gürleyen bir yaşamınsonsuz muştularına koşmak için...Yeryüzüne sığınmış ilahi putların olmamalı.Yaşama bir çocuk hayretiyle bakmalısın,kadem ve sırrın anlamsızlığını anlamak için.Çözmelisin aklına sarılmış inanç urganlarını,yetmedi mi sunaklar da kendini boğazladığın?Fidanlar çıkmalı parmaklarının uçlarından,tırnak aralarında saklanmış sızıların olmamalı.Yalvaran gözlerin değil,yaratan gözlerin olmalı...Rüzgar gibi isyanların kurmalı geleceğikökü dünyaya saplanmışinsan kokan bir ülke için.

MESUT ERDEMİR

Sayfa 31

Page 32: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

RESİM: ORHAN TAYLAN

YAZAR / Mesut ATEŞOlacak. Eninde sonunda olacak. Günlerce, aylarca süren çabanın ardından ciddiye bilealınmayan yazıları Sidar’ın azmini yıkmak yerine kamçılamıştı. Bu öylesine bir kamçıydı kiyüreğini eline almış, zamanı dondurmuş ve bütün benliğiyle bu işe sımsıkı sarılmıştı. Bir günAslı'ya kendini ispat edecekti. Sadece Aslı'ya mı? Hayır, herkese ispat edecekti. Önceliklekendine. Zaman bütün sarmalıyla kendini kuşatsa da başaracaktı. Dergilerdeki kısa öykülerin,kupkuru şöhret avcılarını ve sıradan insanların, sıradan ufak öykülerini yüceltmek amacınıgüttüklerini düşünüyordu. Acaba bu dergilerin editörleri de sıradan kimseler olduğu için miböyle bu? diye kendi kendine sordu. Yoksa bu yazarlar, editörler ve okurlar hayattankorkuyorlar mıydı? “Sefil egolarının değer ölçüsüyle ölçüyorlar”, diye lâfa karıştı. Editörleregüvenmiyordu.

Bir sabah, beynini bir sıcaklık ve buhar dalgası gibi yalayan, bütün güzellik ve düşüncelerikarmakarışık eden bir yazıyla didişirken, telefona çağrıldı.

Ev sahibi dalga geçerek, bozuk diliyle:

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 33: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

“Çekici bir kadın sesi,” dedi. “Bir hanımefendi sesi!” Sidar, son hızla telefona koştu ve Aslı’nın,âşık olduğu kızın sesini duyunca içine dalga dalga bir heyecanın hücum ettiğini hissetti. Yazıylayaptığı savaş sırasında Aslı’nın varlığını tamamen unutmuştu; ansızın sesini duyunca ona olanaşkı yüreğine bir deprem gibi çarptı. İste o ses! Bir müzik nağmesi kadar yumuşak, kristalsaflığında, mükemmel bir ton! Yeryüzünde hiçbir ses böylesine güzel ve etkileyici değildi. Sankibaşka dünyalardan geliyordu.

Sidar, öylesine heyecanlanmış, öylesine kendinden geçmişti ki, Aslı’nın ne dediğini duymadıbile; bununla beraber, ev sahibinin, hınzır gözlerini kendi üzerinden ayırmadığını bildiği için, yüzifadesine hâkim oldu. Aslı da zaten önemli bir şey söylemiyordu; sadece, sevgilisinin onualdattığını ve gece eğer başka bir işi yoksa onu tiyatroya götürme nezaketinde bulunur muydu?Aldatmak! Sidar, kızgınlığını sesine yansıtmamak için kendini zorladı. Şaşılacak şeydi. Şimdiyekadar cesaret edip de ona birlikte bir yere gitme teklifinde bulunamamıştı. Aslı’yı sevgilisiolduğu halde müthiş derecede, deli gibi, ümitsizce seviyordu. Onun kendisiyle, tiyatroyagitmeyi düşündüğü bu çılgınca mutluluk anında Aslı, o derece yükseklere çıkmıştı ki, Sidar’a,onun için ölmekten başka yapılacak şey yokmuş gibi geldi. Bu, bütün âşıkların karşılaştığı vegerçek aşkın doğurduğu yücelmiş bir haldi. Sidar, henüz yirmi dört yaşındaydı; daha önce aşkıtatmamıştı. Sidar’ı heyecanlandıran durum, aynı zamanda takatsiz de bıraktığından telefonuyerine bırakırken, eli titriyordu. Gözleri parlıyordu, yüzüne de bir başka güzellik gelmişti.

Ev sahibi:

“Dışarıda mı buluşacaksın? diye alay etti. “Bu ne demektir bilirsin. Hesabı ödeyemeyeceksin.Kız ödeyecek. Rezil olacaksın. Bütün hayallerin kötürüm kalacak.”

Ama Sidar, mutluluğundan ödün vermedi. Hatta bu hayvanca ima bile onun keyfini kaçırmayayetmedi. Sidar, büyük bir hayal görmüş, kendini bir Tanrı gibi hissetmişti; bu insan şeklindekisinek kurduna, içinde sadece müthiş bir acıma duyabilirdi. Ev sahibine bakmadı bile; onugörmezden ve duymazdan geldi. Giyinmek için odadan çıktı. Kendi odasına gelip de elbiselerinigiymeye başladığı zamana kadar, tatsız bir sesin kulaklarını rahatsız etmiş olduğunu farketmedi. Neyin nesi olduğunu araştırınca, bu sesin daha önce her nasılsa beynine işlemeyen evsahibinin en son çıkardığı vızıltı olduğunu anladı.

Sidar, Aslı’yla birlikte merdivenleri inince, içinde büyük bir sıkıntı duydu. Aslı’yı tiyatroyagötürmek bir mutluluktu, ama bu mutluluğu bozan bir şey de yok değildi. Aslı'yla el eleyürümesi gerekli miydi, ya da kol kola? Hayatında hiç kimseyle el ele tutuşmamıştı. Onuntanıdığı kızlar arkadaşlarının kollarına girmezlerdi. Başlangıçta birçok kere yan yana yürünür,sonra da sokakların aydınlatılmamış olduğu yerlerde kollar bellere dolanır, başlar erkekarkadaşların omuzlarına dayanırdı. Ama bu seferki başkaydı. Aslı, o çeşit kızlardan değildi.Sidar, Aslı’ya baktı ve gözlerinin merhametle pırıldadığını gördü. Sonra onu sevdiğini hatırladı,onu sevmesini, onu koluna takıp tiyatroya götürmesini mümkün kılan şansına şaşarak hayalleredaldı.

Sayfa 33

Page 34: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

O gece odasına döndüğünde, aynada kendikendine: “Senin ne işin var Aslı gibi bir kızınyanında?” diye sordu. Kendine merakla, uzun uzunbaktı. “Aslı, neyini sevsin be? Sen nerenin malısın?Senin yerin, dalga geçilen yazarların yanıdır. Bir desen kalkmış, senden milyonlarca kilometre uzakta,yıldızlarda yaşayan olağanüstü bir kadını sevmeyeyelteniyorsun! Sen kim oluyorsun, nesin ki sen?Allah'ın belası!” Bunları söyleyerek aynada kendikendine yumruğunu sallayıp yatağın kenarınaoturdu ve büyümüş gözleriyle bir an daldı. Sonrakalemini aldı. Saatler akıp gider, yıldızlar donuklaşırve şafağın gri aydınlığı pencereye vururken,kendini çoktan kendisinden başka kimseninanlayamayacağı şiirlere kaptırmıştı. Kütüphaneninyolunu tuttuğu zaman, içinde yeni baştan bir ilgiuyanmıştı; kendisini çömez hissettiği için de,hemen kütüphaneden birkaç dergi aldı. Daha öncebir kaç kere kötü bir başarısızlığa uğramıştı.Yatağına uzandı ve dergileri açtı. Sabah olduğundao hâlâ okuyordu, Mümkün değil uyuyamazdı. Ogün yazı da yazmadı. Vücudu yatmaktanyoruluncaya kadar yatakta kaldı, sonra sırt üstüyere yatıp dergiyi yukarıda tutarak, ya da bir oyana, bir bu yana dönerek okumayı denedi. O geceuyudu ve yazısını ertesi sabah yazdı. Sonra dergileronu yeniden çekti ve Sidar, her şeyi, hatta Aslı’nıno akşamını kendisine ayırmış olduğunu bileunutarak okumaya daldı.

Ama onun asıl derdi, hiçbir editörü ve yazarıtanımıyor olmasıydı. Sadece herhangi bir yazarıtanımamış olmakla kalmıyor, aynı zamanda yazıyazmaya kalkışmış bir adam da tanımıyorduhayatta. Ona yol gösterecek, bir kelimecik öğütverecek tek insan yoktu. Sidar, editörlerininsanlıklarından şüphe etmeye başladı. Editörler,Sidar’a sanki bir makinenin çarklarıymış gibi geldi.Sidar, ruhunu öykülere, şiirlere döktü ve bumakineye teslim etti.

MESUT ATEŞ15 Temmuz 1991, İstanbul

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi – T. D. ve Edebiyatı Bölümü / 3.Sınıf

DEĞİŞİR DEVRAN

Korku süzülmez susmalarımdan,aldanma, gözlerim iki ölü ışık yuvası.Ormanıma dalmış yabandır, dalından yakılmış rüzgar, boşuna değil, saçlarımda sonbahar.Buluttan beslenir toprakyarına yürür bağbozumları.Değişir devran,doğum sancısı gibidir muştusu,ufka saplanmış bıçaktır, umudun bilediği.Şafağı beklemez dalar, dört taş duvarımabeyaza kesilir zindan,eğmem başımı, sen, geç rüzgarzorbanın namlusundan havalansa da alıcı kuşlar…

NECİP TIRPAN

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 35: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

dün kölenin yeri vardı itten kırbaçtan geriprangalarla birleşen işgücü efendilerinin boğazındael - ayak öpmek için değil, ancakgüçten düşünce eğilirdikanını kusardı doymadığı toprağa

bu günse işçileri buluşturuyorlarfabrikalarda makineleşen işçileriirileştikçe holdinglerdünya kirlendikçeiklimler karışıyor, tutarsız deliniyor ozon

sahillere vuruyor fırtınalarçatılarını uçuruyor dev dalgalaroturduğumuz yerden izliyoruzkılımızı oynatmadangittikçe ısınıyor dünya

DALGALAR DİLİMLİYOR TOPRAĞI Ercan CENGİZ

Sayfa 35

Page 36: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

işçiler ki duvara çarpan sesleriylekarınlarını doyurmanın telaşındabir yumruk olamadan henüzve ürettiklerine dokunmadanşehir şehir ayrılmış işçiler-işsizleraydınlar öğrenciler öğretmenlerbilcümle emeğiyle geçinenleri yeryüzününbenzeşen kör noktalarda durdulararka arkaya gördük onları, kol kolafilmin bir karesinde toplananlarıdiğer karesinde dağıtırken polisler

artık ne güne o bombardıman uçaklarıgöbek göbek birleşiyorsa patronlarsavaşa kodlanan adlar bulunmuş çoktankendi adına savaşacaklar da öyleyeme içme bedava üstüne parayosma istiyorsa yosma…öğreniyorlar gözünü kırpmadan vurmayıyüzünü bile görmediğini

yaşamayı yaşatmayı değil insancaöldürücü noktaları hedef tahtasındatam on ikiden ne demekse on ikikuşatmalar başlıyor havadan ve karadan…hazır bekleyedurur kapıdasınırları dilimliyorlar yenidenkahramanlar madalyalar cezalı tanklarve bir yığın hikaye ile dolduracaklar altını

şimdi tersinden yönetiyorlartehlike geçti diyorlarçok yerine daha çok yemektirküreselleşen bir dünyasınırları kaldırsalar dakardeş kardeşe yabancı, insan insanadoğa suskunluğunu bozmuşdalgalar dilimliyor toprağı

ERCAN CENGİZ

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 37: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ / Vildan SEVİL

Cumhurbaşkanlığı seçimi, belki elli yıl önceokuduğum bir romanı çağrıştırdı bana. Elbettesözüm meclisten dışarı. Ama bilinçdışı süreçlerehükmedemiyorsunuz ki… Çağrışım işte… Neredennereye…

Robert Louis Stevenson’un, çift kişiliklilikkonusunu işlemesi itibariyle dünya edebiyatındailk psikolojik roman sayılan DR. Jekylle veMr.Hayde adlı romanını(Yayın tarihi 1886)anımsadım. Romanın kahramanı Dr Jekylle’ınkişiliğinde, biri iyi ve saygın(Dr Jekylee), bir dekötü, cani olmak üzere(Mr Hayde) iki kişilikyaratır Stevenson. Sonunda Jekylee, Hayde’ı yoketmek zorunda kalırken kendini de yok edermecburen.

Şu anda dünyaya hükmeden kapitalizm, DRJekylee rolünü oynarken kendi varlığında, ipliğipazara çıkan Hayde’ları öldürüp dünyanın pekçokyerinde, özellikle bizim coğrafyamızda sayısızkişilikte Hayde’lar yaratmayı sürdürüyor. Ancakkendi buyruğunda olduğu ve halkları kandırdığısürece yaşıyor bu Hayde’lar, sonra yok ediliyorzamane doktoru Jekylee tarafından.

Bizler… Yönetilenler, sömürülenler… Emeğinhakkını, özgürlüğü, adaleti, barışı, mutluluğu ara-

yanlar… Yani tüm belaların sömürüye dayalı bu kapitalist sistemin üretimi ve sonucu olduğunudüşünenler, kendi seçeneğimizi bir türlü yaratamıyoruz. Azınlıktayız çünkü. Sistemden umudunukesmeyen, başka bir dünyanın var olabileceğine inanan çoğunluğu ikna etmekten aciziz çünkü.Beceremiyoruz henüz. Nedenleri ayrı ve uzun bir konu. Bu nedenle, demokrasi oyununda hepfigüran oluyor, her zaman kırk katır-kırk satır ya da aşağısı sakal-yukarısı bıyık ikilemlerikarşısında arpacık kumrusu gibi düşünüp duruyoruz.

Dünya patronları, şimdi bize üç seçenek sunuyor:

Ülkemizi, tümüyle kendi üstüne,sülalesine ve goy goycu çetelerine tapulamak, tüm yetkilerielinde toplayıp sünni bir İslam devleti kurmak isteyen, bu amaç doğrultusunda, küresel güçlerin

Sayfa 37

Page 38: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

her emrine boyun eğen bir figür… Sadakaya bağladığı müridleri (Sayıları epeyce çok) vekendi despotluğunu açıkça, kılıf uydurararak ya da utangaçça şak şaklayan bir kitle dışında,tüm muhaliflerine her türlü iftirayı, zorbalığı, saldırıyı reva gören, sırtını siyasal İslamınuyutucu duvarlarına dayamış, megalomaniye gark olmuş, davranışlarını ve sözlerinidenetlemekten uzak, kaba, cahil bir figür… Dayanılır gibi değil.

Büyük patronlar, birinci figürün halktaki tahammül sınırını iyice zorladığını,megolamanisinin zaptedilmez olduğunun farkına vardılar. Ama bu coğrafyada siyasalİslam’ın Işid, El-Nusra gibi en vahşi renkleri de olmak üzere her rengine, bunlar aracılığıylamezhep ve etnik ayrıştırmalarla halkları kırdırmaya hâlâ ihtiyaçları var. Dünya yenidenpaylaşılmakta, dünya pazarı yeniden oluşturulmakta, sınırlar yeniden çizilmekte.

Türkiye diğer İslam ülkelerinden farklı. Çok çabuk emperyalizmin kucağına oturmaklabirlikte, anti-emperyalist bir savaş vererek kurulmuş, yarım yamalak da olsa, aydınlanmanınlaiklik ve aklı öne çıkaran yaklaşımıyla tanışarak doksan bir yıllık deneyim edinmiş bir ülke.Askeri darbeler görmüş, sivil darbeyi de şimdi deneyimleyen ve siyasal İslamın ceberrutyüzünü kaldıramayacak kadar Batı kültürüyle haşır neşir olmuş bir ülke. Abdestlikapitalizmin arsız, asık, despot yüzüne daha sevimli, ılımlı, kibar bir makyaj gerek.Toplumsal bir ihtiyaç ve bir gerçek olmayı sürdüren dini inanç olgusunu, insanlarınvicdanına bırakmak yerine, kitlelerin güdümlenmesinde kullanmak gerek çünkü.

Bu nedenle ikinci seçenek, siyasal İslamcı gelenekten gelen, kendi kulvarında ilmi birikimiolan, biraz da Batının fenniyle meşgul olmuş, siyasal İslamı daha güler yüzlü, yumuşak,ağırbaşlı, esnek taşıyan… Yaşam tarzıyla batı normlarına daha uygun, diplomatik deneyimiolan, BM’de ve diğer İslam ülkelerinde de tanınan bir figür.

Anımsayalım. Tahkim Yasasını, doğacak tepkilerden çekinerek Özal’a bile imzalattıramayanküresel güç, sol görünen Ecevit’e imzalatmıştı. Darağacının ipiyle dolaşıp kan üzerindensiyaset yapan MHP ise idam cezasının kaldırılmasında engelleyici tepki koymamıştır.

Varlığını muhalif olmaya adamış, sığ laiklik ve işine geldiği gibi kullandığı dogmatik birAtatürkçülük dışına çıkıp toplumun demokrasi ve adalet istemine kulak vermemiş,emperyalizmin sunduğu sistem içi politikalara sürekli boyun eğmiş, sistemi reformizeedecek politikalar bile üretmemiş ve sistem karşıtı güçlerle arasını sürekli açmış, başka birülkenin, dünyanın özlemi ve mücadelesi nin önünde tıkaç görevini başarıyla yerine getirmişCHP ise siyasal İslama, ideolojik olarak da Türk-İslam sentezine açılarak son barutunutüketmiştir. Emperyalizm, sistem içi figüranlarına, gerektiğinde, kendilerini inkâr ettirmektede ustadır. Bu son örnek belki de hayırlara vesile olur. CHP’nin emekten yana, kendipartisini, çaresizlikten dolayı sürekli kerhen desteklemekten, savunmaktan usanmışgüçlerinin, bu gerçeği artık göreceğini, sistem dışı solla, tüm emekçilerle birlikte kendiseçeneğini üretme arayışına gireceğini umuyorum.

Emperyalizme bağımlı, güdük kapitalizmin kapitalist-ağa işbirliğiyle, aşiret bağlarını oyatahvil eden politikalarıyla yıllarca ezilmiş, aşağılanmış, horlanmış, yoksul bırakılmış, cefaçekmiş, bombalanmış, kulluktan çıkarılmamış bir halkın, birikmiş öfkesi, acısı, özgürlük iste-

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 39: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

minin simgesi bir figür…

Ne var ki emperyalizmin vardığı,küreselleşme denen sonaşamasında, ulusal pazarlar veonun gereği olan milliyetçiliğinoluşma dönemi artık bitmiştir.Artık her türlü milliyetçiliğinemperyalistler tarafındankullanıldığını görmeyen politikalarsonucu, kurtuluşunu milliyetçi-likte, aşiret kültürünün sürdürü-lmesi suretiyle modern aşiretbeylerinin emperyalizmle ekono-mik ve politik ortaklığındaarayan… Barış ve özürlüğü, emeksömürüsüne karşı tüm halkların,sisteme, emperyalizme, kapitaliz-me karşı birlikte mücadelesi nioluşturmak yerine, emperyalizmleve zorba, talancı işbirlikçileriylegizli açık pazarlıklarda bulan politi-kaların taşıyıcısı bir figür…

Sonuç olarak, yine sistemtarafından kuşatılmış, seçeneksizkalmış durumdayız.

Dedik ya… Bizler için sakal- bıyık,katır-satır…

Peki ne yapmalıyız?...

Bu yazı epeyce uzun oldu.Sorunun yanıtını ikinci bir yazıdabulmaya çalışalım.

VİLDAN SEVİL

LAMA

Ne yani Hakem düdüğü müdür şair Zaman’ında ötecek O zaten kesilecek bir baş biriktirme şehvetindedir

Asit yağmuru altında çelik yontma planemosu Pazar’lardan uzak durup Mavi güller sunar yürekten Kiminin yüzüne tükürebilir

ÖZER GENÇ

Sayfa 39

Page 40: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

YÜREĞE GİTMEK Kendimi attığım yalnızlığaSınırlar kestimKesip dikercesineYarın sabırsızcaGiyeceğim gömleği Ve rengini

Dünyaya çakacağım kazığaÇektiğim sancılardan sonraSancağım olacakBir ad verdimAdı bende saklıSavurup sezonsuz sazlığaYol verdiğimYüreğimde ki her kedereAğlayarak gittiler kıskanarak O gün batımlarına karşıSana vereceğim buseyi

Dizginlerini ayaklarımaYularını elime aldığım hayat Kalktı şimdi ŞahaVar mısın dercesine nihayetÇıkıp tabular tabutundanBenimle kendini yaşamaya

Sinmişliğe çalan sokaklardaSaadetini çalana karşıSaadetin olmaya inatKalktı şaha bir şahane hayatBu sevgi seli yarışındaNe kadar varsan o kadar tatAsla solmayacak mutluluğunuAbanarak dudaklarımaYarınlarını süsleyecek Kayıp yüreğinin Muhteşem rengine bir çırpıdaUzanıp ulaşarakTutup ellerimden ellerim olYAŞAR DOĞAN / Lolan

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 41: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

DAĞLAR ERİRSE – ZEVEBÂN…[1]Sibel ÖZBUDUN

“Ben şiir yazıyorum.Kedi uyukluyor

Güneş sıcak.Çok şükür yaşıyoruz.

Suyun şavkı vuruyor bizeÇınara, bana, kediye, güneşe, bir de

ömrümüze...”[2]

Hiç merak ettiniz mi; son zamanlarda nedenen “şiir” gibi şiirler Kürt coğrafyasındangeliyor? Neden suyun batı yakasının çocuklarıya şiir yazmayı – ve de okumayı neredeysehepten bırakmışken; ya da sponsorlu, bienalli,küratörlü, genellikle büyük şirketlerin adıylabirlikte anılan etkinliklerde vücut bulan“şiirimsi”lere yönelirken (teslim etmek gerekirki şiir, sanat “alem”ini saran bu yenikavramlardan en az nasipleneni. Bir başkadeyişle, diğer sanatsal ifadelerlekarşılaştırıldığında, “piyasası” en düşük olanı.Bu da şiirin şansı, herhalde…), suyun doğuyakasının çocukları, dağlarda, hücrelerde, yada özgürce, kardeşçe yaşayacakları bir dünyayıinşa ederken şiir gibi şiiri eksik etmiyorlaryaşamlarından.

Çünkü yaşanmışlıkların hülasasıdır şiir. Yaşamak ise, hiç kuşkusuz salt soluk alıp vermek, hersaniyesi sizin dışınızda birileri, dinsel, siyasal, ailevi ya da ticari bir yetke tarafından tasarlanmışbir sürece boyun eğmek değil, “başka bir yaşam mümkün”ü düşleyebilmek, kendi yolunuçizebilmek, cüret etmektir.Acı verir elbette… Fiziksel ve tinsel… Kimi zaman bedeni, kimi zaman yüreği örselenir insanın.Soluğunuz kesilir bazen. Kimi zaman amansız bir düşkırıklığı, bir ye’is kaplar içinizi. Kimi zamankocaman bir kayayı tepeye doğru sürüklerken, ve tam doruğa ulaşacakken kayanın gerisingeriye yuvarlanması ve her şeye yeni baştan başlayacak olmanın bezginliği…Kimi zaman en yakınlarınız, en sevdikleriniz, omuzbaşınızda yok edilirken suskun, seyretmekzorunda kalırsınız. Bazen en yakınlarınız terk eder sizi. İhanetin ağulu şarabından tadarsınız…Hasılı, hüzün verir, acı verir… Ve o hüzün, siz fark etmeden şiir tortuları olarak birikiryüreğinizde. Sonra da apansız, kabuğunu patlatıp ortaya çıkar.

Sayfa 41

Page 42: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Yani, acı ve hüzün şiirin terkibindendir. Belki de bu nedenle hedonizme yaslanan piyasaya dahilolamamaktadır bir türlü. Ve bu nedenledir ki günümüzde en “şiir gibi” şiirler, en çok suyun doğuyakasından, acılarını onlarca yıldır biriktiren Kürt coğrafyası çocuklarından gelmektedir.

Yakın bir zaman önce de Zevebân çıkageldi. Mazlum Çetinkaya’nın ilk şiir kitabı.[3] Hüzünlerdendamıtılmış… Bu sancılı coğrafyanın bütün acılarına duyarlı bir sessiz çığlık olarak.

Çetinkaya’nın bir “ilk kitap” için ustaca dokuduğu metaforların gerisinde yalnız Kürt coğrafyasınındeğil, tüm Anadolu’nun yakın-uzak acıları yığılıyor. [gökyüzünde unutulan bir şey vardı/ acı…/çocuklar babalarını bekler/ üzgün akmasın sular diye…/ gömleğimde kurumamış bir leke yiğitlik/kadavralar giydirilirdi yanı başımızda dostlara…/ türküler uygun adım olmaz/parkamdaki fermuar/acı…]

Sayfaları karıştırırken kimi zaman Cumartesi analarına bürünüyor dizeler [eller, koynunda kadınlargibi durur güvercinler/ yağmur altında/ suskun tenha/ içlerindeki bir masalı ayrıştırır gibi/ kayıpçocuklar gibidir/ bütün kayıp heceler/ güvercinler konuyordu/ bir postane ağacının dalına/ ellerikoynunda/ bir haber akıyordu/ kayıp bir cumartesi]

Bazen o kocaman gözlerini şaşkınlıkla açmış Ceylan’a, yaşayamadığı kadınlığın çilesini anlatıyor[kendimi öldürtecek katiller doğuruyorum durmadan/ göğsümdeki kırmızıyı çoğaltıyorum/ aşk’ıkilimlerin desenlerinde… ben kadınım/kavimlerin göçüyüm raylara sürülmüş/ sarı gelinin Ermenikızıyım/ toprağa düşen bir ‘kılam sesiyim’/ doğduktan beri/ kayıp çilli küçük kızıyım Dersim’in...]

Roboskî’nin ölümün bombardıman olarak çullandığı otuzbeş gencecik can’a “ah” ediyor ardından[yine ölüm/ ölüm ölüm ölüm/ ulu(r)derede kuduruyor hayat…]

Sonra dönüp Hrant’a sesleniyor […gül kokladım üzerinde bir agosun/ bilemezsin/ ey toprağıntuzu/ bilemezsin ki/ küçük bir tırtılın kozasında/ zevebân etmek/ bir dağı dikine yürümektir aşk…]

Zevebân “erime, buharlaşma” anlamına gelirmiş. Mazlum, onu “dağın erimesi” anlamındakullanıyor, nice dağın göçtüğü bu sancılar coğrafyasında. Ve soyları kırılan Ermenilerden Dersimtertelesine, asit kuyularında yok edilen, topraklarından sürülen Kürtlerden örselenmiş kadınlara,bir daha hiç dönmeyecek babalarını bekleyen çocuklardan bir daha hiç görmeyecekleri çocuklarınıbekleyen analara… zevebân’a uğramış, göçertilmiş, yüreklerinde bir dağ göçmüş insanlarıdokuyor şiirinin ilmeklerinde.

En çok, birikmiş acı ve hüzün tortularının patlamasıdır şiir. Bu nedenledir ki bugünlerde en çok,demir parmaklıkların arkasından, faili meçhul ölülerini arayan evlerden, halkı göçertilmiş ıssızkentlerden, topraklarından kemikler fışkıran coğrafyadan yükseliyor…

SİBEL ÖZBUDUNN O T L A R[1] Kaldıraç, No:156, Haziran 2014.[2] Nâzım Hikmet.[3] Mazlum Çetinkaya, Zevebân, Düşülke Yayıncılık, Şubat 2014, 76 sayfa.

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 43: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Unutmak mı?Mümkün değil yaz günü bahçelerindeBir seni bir de şehriniTaze dallarda ellerinYeni bir şey demek lazım sevgiye dairUyanır yârim öperim mahzun gözlerini

Sıcaklık ve duygu içerenSözcüklerin ötesindeHasreti yazmak ne kadar zorİğdeler erken kokarken eğedeYetmiyor kelimeler anlatırken özlemi

Yetmiyor yokluğuna bu şiirÇırpınıp çarpıyor kıyılara denizSavurup saçlarını salınıyor kızlarAdımları sensin bel kırışlarıNeredeyim neden durgun akıyor nehirGözlerini istiyorum, gözlerini istiyorum

Gözlerini getir.

İĞDELER ERKEN KOKARKEN EGE’DE

Sayfa 43

AHMET TAHSİN

Page 44: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ÖLÜRSE SESİM

Ölürse sesim Baba toprağına gömün Üst yanımda yıldızlar Dağlarım balkon Seyir defterimde Uçup giden bulut Şiirler okusun

Düşlerimde Çift kırılmalar Kancalar yüreğimi Yitik bir kuşaktan Geçti hayat Küstah ve zehir Kokan insanlık

Pelteleşmiş diller Düş dünyasında Hayal peşinde olmadan İsyan eksilmiyecek ruhumda Siz aşkı paraya yatıranlar Şiir yazabilirmisiniz Benim gibi

Ölüme demirleyen hayat Kudurtsun toprağın tenini Delikanlılar adam tanısınlar İster misiniz Bayatlaşmış insanlık Son bulsun Ölürse sesim

HAMZA İNCE

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 45: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

PENCERE KIRIĞI AKŞAMLAR

yüreğim akıp giderken gece yolcuğundan gün uyanışlarına bir yanda yalancı palyaço kırmızılığı bir yanda ateş dağlı kızıl yanığı bir yanda bembeyaz zamanlar bir yanda griden, karalar karalar ki karalar bağlar bu sessiz akan zamanda

gece mavisinde düş gezgini bir yolcu yoksun koyaklara vuran dalgalar boyunda ne ses vardı ne nefesler duyuluyordu sesine ses nefesine nefes arardı dışardan istenildiği kadar vurulsa da yüreğim o resimdeki gibi tokmaksız bir kapıydı içerden açılan bir kardelen düşüydü hasret ışığa

ta ki sen çıkıp gelene kadar ateş alımı yüzüm dışarıya pencere kırığı akşamlara bakardım bir öfke türküsündeydi bu yalnızlığım özlem doluydu uykusuz gözlerim bir tek sana yanar sana sevdam derdim

gece dolanır ay saçlarında gezinirdim yıldız düşlerinde tutunurdum güneş kirpiklerine akardım buz kırığı akşamlarda hep sana.. VEDAT KOPARAN

Sayfa 45

Page 46: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

EDEBİYATIN LATİN CEPHESİNE KENAR NOTLARI[*] / Temel DEMİRER

“Adını değiştir,öykü seni anlatsın.”[1]

“Resmi payeleri hep reddettim. Legiond’honneur’ü de kabul etmemiştim.Fransız akademisine de girmedim. Yazarkendisinin bir kuruma dönüştürülmesinireddetmelidir. Bu onur verici bir payedahi olsa bunlar kişisel nedenlerim.Ayrıca şu da var: ben iki kültürün barışiçinde bir arada yaşayabilmesi içinuğraşıyorum. Elbette çelişki ve çatışmavar ve olmalı. Burjuva bir ailedeyetiştiğim hâlde sosyalist oldum.Sempatim ondan yanadır. Bir de buyüzden, bu ödülü verenlerin konumundandolayı, kabul edemem,” vurgusuyla eklerJean Paul Sartre:

“Dünya edebiyat olmadan da varlığınıpekâlâ sürdürebilir. Ama insan olmadanvarlığını çok daha kolay sürdürebilir…”

Bu yaşamsal meseleye ilişkin olarak Semih Gümüş de, “Edebiyat olarak hayat” ve “Yaratıcılıkolarak edebiyat” kavramının altını çizer.

Ahmet Telli’nin, “Edebiyat başlı başına sorun yaratıcı bir sanat pratiğidir,” notunu düştüğü konuda“Adasında yalnız yaşayan Robinson olsaydım yazmazdım” diyen Jorge Luis Borges,“Niçin yazıyorsunuz” sorusunu, “Ben acil bir soruna, bir iç gerekliliğe cevap vermek için yazarım”diye yanıtlar.

İlginçtir, Jorce Amado da hemen hemen aynı cümleyle karşılık verir böyle bir soruya. Ancak bu ikiyazar aynı ağızdan çıkmışçasına yanıtlarına karşın kimler için yazdıkları konusunda farklıyaklaşımlar gösterirler.

Borges, bir kitle için değil, yalnızca gerekli olduğunu hissettiği için yazdığını belirtir. Amado isehalk için, ülkesinin gerçekliğini değiştirmeye yardımcı olmak için yazdığını söyler.

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 47: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Yani yazmak, her yerde olduğu gibi Latin Amerika’da da özgürlükçü bir eylemdi.

Gerçekten de bu güzergâhta Latin Amerika edebiyatının XX. yüzyıldaki en büyük olayı 1960-1970 yılları arasında gösterdiği etkinliktir. Bu etkinlik, büyük bir edebiyat verimi ve onu izleyenkıta dışında yayımlanma patlamasıdır. Avrupa ve Kuzey Amerika’da bu olaya “Latin AmericanBoom” dediler. Latin Amerika kültür ortamında bu İngilizce niteleme benimsendi, fakat kısaca “ElBoom” olarak yerleşti.

El Boom denilince, yazarlar olarak, Arjantin’den Julio Cortázar, Kolombiya’dan Gabriel GarcíaMárquez, Meksika’dan Carlos Fuentes ve Peru’dan Mario Vargas Llosa isimleri akla gelir.

Dünyada Latin Amerika Boom’u, bir indirgeme ile “büyülü gerçekçilik” (realismo magico) akımıolarak görme gibi yaygın bir kanının olduğunu söyleyebiliriz. Bu kanının oluşmasındaki başlıcasebep, büyülü gerçekçiliğinin Boom’un sürükleyicisi olmasıdır. Boom’un içinde, (1920’lerdebaşlayan) indigenismo Juan Rulfo, José Maria Arguedas), criollismo (Ricardo Güiraldes), sosyalgerçekçilik (Jorge Amado), politik edebiyat (Miguel Otero Silva), gerçeküstücülük (ErnestoSabato), yenibarok (José Lezama Lima), Meksika Devrimi edebiyatı (Mariano Azulea) akım veeğilimleriyle birlikte o günlerin başkaca eğilimleri de vardı. Dönem itibariyle büyülü gerçekçilik,bütün bu akım ve eğilimleri etkilemiştir. Böyle olunca da büyülü gerçekçiliğin alanı genişlemiştir.Güçlü bir virüs olduğu kuşku götürmeyen bu akım, pek çok yazarın akım bağlantıları konusundakıtadaki araştırmacı ve eleştirmenleri dahi içinden çıkılması güç olan bir atlas gerçeğiyle karşıkarşıya bırakır: Jorge Luis Borges, Juan Carlos Onetti, Mario Benedetti gibi yazarlar bunlardanbirkaçıdır.

Latin Amerika Boom’unun merkezinde yer alan Kolombiyalı Gabriel García Márquez aynızamanda büyülü gerçekçiliğin de merkez kişisidir. Yine kıta dışından bir kanı olarak, bu akımınınonun tarafından başlatıldığına inanılır. Oysa Márquez’den önce bir üçlü vardır ki büyülügerçekçilik adına ilk bilinçli tutum onlardan gelmiştir: Alejo Carpentier (Küba), Arturo Uslar Pietri(Venezüella) ve Miguel Ángel Asturias (Guatemala)’dır bunlar. Büyülü gerçekçiliği kavram olarakilk ifade edenin de Alejo Carpentier olduğunu ekleyelim... Ne var ki etkinliliği itibariyle büyülügerçekçiliğin merkez kişisi yine de García Márquez olmuştur. Belirttiğimiz gibi Boom’un da...

XXI. yüzyıl vizyonunda Latin Amerika’daki yeni edebiyat akımlarını konu ederken Boom olayınageri dönmemiz gerekir. 1960 sonrası kuşaklar onun devasa gölgesi altında yazdılar. Gerçekten deolağanüstü verimlilikte bir dönemdi bu, onun 1969’dan bu yana kıtaya dört Nobel EdebiyatÖdülü (Asturias, Neruda, García Márquez ve Llosa) taşıdığını anımsamak yeter…

İleri sürdükleri ve eğilimleri:a. Meta-literatür peşinde koşmak gibi zorlayıcı bir eğilimi terk ettiler. Cortázar, Llosa, Márquez veFuentes’in böyle bir dertleri olduğuna inanıyorlardı zira.b. Okumak için daha doğrudan bir tarz yaratılması gereğine kanaat getirdiler. (Burada özellikleCortázar’ın varoluşçu tarzına karşı çıkıyorlardı.) Bunun da yolu gerçekçiliğe dönmekti.c. Ayakları yere sağlam basan tarihi anlatı kurmak istediler,d. Tarihi anlatı niteliğinin tarihi kesinlik ile desteklenmesi gereğine inandılar. Bu da gerçekçiliğidestekleyici bir tavır oluşturdu; Dönem ve mekân bütünlüğünde sorunları dile getirmek.e. Kıta gerçekliğine ait olan sürgün konularının işlenmesi.f. Kadın edebiyatı ve cinsellik...

Sayfa 47

Page 48: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Bu çerçevede 1980’li yıllar Latin Amerika edebiyatında bir ara dönemdir; ilk post-modernistdalganın hızı kesilmiştir. 90’ların canlı ortamına kadar şiir ve feminist edebiyatta bir çıkıştan sözetmek mümkündür.[2]

Söz konusu tabloda Carlos Fuentes’ten Mario Vargas Llosa’ya uzanan ufuk oldukça önemliydi.

FUENTES’TEN LLOSA’YA

“Yaratmak tek gerçek eylemdir…

“Kimsenin nedensiz sevilmeye hakkı yoktur…

“Hayal edilen, yaşanandan her zaman daha iyidir…

“Yazmak şişenin içine mesajı koyup denize bırakmaktır, o şişeyi kim bulup çıkarırsa kitabınkaderini de o belirler…

“Edebiyat, tarihin unuttuğunu gerçek kılar…

“Biz ölümün hayatı için birer bahaneyiz. Yaşam hakkında unuttuğumuz her şeye varlıkkazandıran ölümdür,”[3] derdi Carlos Fuentes…

‘Fuente’ sözcüğü, İspanyolca da “pınar, çeşme, kaynak” benzeri anlamlar taşırdı. 83 yaşındayitirdiğimiz Carlos Fuentes de soyadının çağrıştırdığı cömertlikte bir yazardı. Altmış yıla yayılanyazarlık uğraşında, romancı, öykücü, denemeci, oyun yazarı ve eleştirmen Fuentes’in gür pınarıaltmıştan fazla yapıtla sulamıştı edebiyatın engin topraklarını... [4]

Kolay mı? “Edebiyat olmadan ben bir hiçim” sözünün sahibi, Latin edebiyatının en önemliisimlerindendi…

‘The Washington Post’a söyleşisinde “Nasıl ölmek isterdiniz” sorusuna verdiği cevaptaki gibi“Huzurla, uykuda...” bırakıp gitti bizi…

1960’lı ve 1970’li yıllarda çağdaş İspanyol edebiyatında görülen patlamanın da temelini attı.Fuentes, çağdaşları olan Kolombiyalı Gabriel García Márquez ve Perulu Mario Vargas Llosa ilebirlikte Latin Amerika’nın diktatörlerce yöneltildiği bir dönemde, bu kültüre dünyanın herkesiminden ilgi ve okuyucu çekmeyi başardı.

Mehmet Güreli’nin, “Octavio Paz, Emilio Fernández derken Luis Buñuel’in de pekâlâ birMeksikalı olduğunu düşünürken, geniş bir şapkanın altında Carlos Fuentes de alır götürür sizi,Eisenstein’ın Meksika’sına, Elia Kazan’ın Viva Zapata’sına, Sam Peckinpah’ın Vahşi Belde’sinebırakır,” diye betimlediği Fuentes, tüm yüceltici, övgü yüklü nitelemeleri bir an için bir yanabırakacak olursak, iyi bir yazardı. Edebiyatın sahicisiyle uğraştı yıllar boyunca. Sıkı romanlar,öyküler yazarken, ülkesinin günümüzdeki kimliğinin ruhsal ve kültürel köklerini, MeksikaYerlileriyle Hispanik dünyanın tarihsel dolambaçlarında aradı.[5]

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 49: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Panoromik romanlarıyla ülkesinin karmaşık gerçekliğini dünyanın hemen hemen her yerindekiokurlar için anlaşılır kılan Meksika’nın nazik entelektüeli ve büyük edebiyatçısı Carlos Fuentes,dünyanın ilgisini Latin Amerika edebiyatına çeken yazarlar arasında yer aldı.

Fantezilerine temel olarak tarihi kullanan Fuentes, kültürel öğeleri, masal ve mitleri toplumsaleleştiriyle birleştirirdi. Zengin, şiirli dili, sağlam, geniş bakışı ve kurgu ustalığı ile romansanatına yenilikler getirmişti.

Semih Gümüş’ün, “Çok ciddi sorunları olan romanlar yazdı… Hem kendi ülkesinin tarihinisorguladı, hem de Batı kültürünü… İyi entelektüeldi…” diye betimlediği Fuentes, sadeceMekasika’nın, Güney Amerika’nın değil, sömürü çarkları altında ezilen bütün yoksul ülkelerin vehalkların trajedisini yakalamıştı eserlerinde.

Marquez, Austrias, Vasconzelos, Amado, Llosa, Cortázar, Juan Rulfo ile birlikte o kuşağın büyükustalardan biriydi.

Külleri, Paris’in meşhur Montparnasse mezarlığına serpilen Meksikalı yazar Carlos FuentesMacías, Latin Amerika romanının yaptığı büyük atılımın öncülerinden olmakla kalmamış,yirminci yüzyılın ikinci yarısında roman sanatına damgasını vurmuştu.

Türkçeye çevrilen - ‘Koca Gringo’, ‘İnez’in Sezgisi’, ‘Diana: Yalnız Avlanan Tanrıça’, ‘Laura Diaz’lıYıllar’, ‘Cam Sınır’, ‘Doğmamış Kristof’, ‘Kutsal Bölge’, ‘Yanık Sular’, ‘Sefer’, ‘Körlerin Şarkısı’, ‘DeriDeğiştirmek’, ‘Artemio Cruz’un Ölümü’, ‘Kartal Koltuğu’, ‘Bütün Mutlu Aileler’- romanları,yarattığı karakterleriyle, dünyamızı zenginleştirdi.

Edebiyatın sınırlarını aşan, mesafeleri daraltan, toplumları ve kültürleri birleştiren bir etkinlikolduğunu kanıtlamıştı.

Fuentes, 50’li, 60’lı yıllarda sosyalistti. Sanatçı ve entelektüel çevreleriyle yakınlık kurduğuAvrupa’da 68 Mayıs’ının havasını solumuştu. Ülkesine döndüğünde, Meksika olimpiyatlarındanaz önce öğrenci olaylarının kanlı biçimde bastırılışını protesto edenler arasında ön sıralardaydı.Bu nedenle sürgüne gönderildi. Ancak Güney Amerika siyaseti o kadar kaygandı ki bir yıl sonrayasağı kaldırılacak, siyasi görüşleri eski keskinliğini yitirdiğinde Meksika’nın Paris büyükelçiliğineatanacaktı (1977).

Siyaset sahnesinde sesi daha ılımlı çıkmakla birlikte kalemi eline aldığında eleştirisi keskinliğinikoruyordu. Mesela büyükelçiliğe atandığı yıl tamamladığı başyapıtı ‘Terra Nostra’ tam da böylebir bakışın ürünüdür; eski çağlardan başlayıp XX. yüzyılın sonuna kadar uzanan, bu zamaniçinde Meksika tarihini ve devrimini didikleyen, Meksika’nın kimlik sorununu tartışan bir roman.Fethedilen toprakların bir yazarının, fetihçi ulusun tekmil tarihine, uygarlığına, inanış ve yaşambiçimlerine entelektüel bir başkaldırısı...

Fuentes’in yazarlığını -kapsamlı incelemesinde- Eva Chávez çok iyi özetlemişti: “Meksikahalkının ruhu hakkında derinlemesine bilgi, burjuvaziye ve sosyal alışkanlıkları açısındanyanlışlarla dolu yaşam tarzlarına karşı dizginleyemediği eleştiri, edebi teknikleri ustaca kullanım,yapısal odaklamalar, zamanda atlamalar.”[6]

Sayfa 49

Page 50: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Fuentes’in dönemdaşı olan Mario Vargas Llosa da, “Edebiyat Ne İşe Yarar?” sorusunu “Kitapokumayan, edebiyata el sürmemiş bir insanlık, kaba ve ilkel dili yüzünden ürkütücü iletişimsorunları yaşayan bir sağır-dilsizler topluluğuna döner. Aynı şey bireyler için de geçerlidir. Hiçokumayan, az okuyan ya da yalnız süprüntü okuyan insan, engelli bir insandır.”

“Gerçekte olup biteni anlamak olanaksız olduğundan, biz Perulular yalan söyler, uydurur, düşgörür ve yanılsamaya sığınırız. Bütün bu tuhaflıklardan dolayı, aslında pek az kişinin kitapokuduğu Peru’daki yaşam edebî bir nitelik almıştır,” vurgusuyla yanıtlarken eklerdi:

“Önemli olan gerçek dünyada olup bitenler değil, insan hafızasının deneyimleri depolayıphatırlama biçimi, insan zihnini işleten bu geçmişi ayıklayıp kurtarma çabasıdır.”[7]

BORGES-AMADO-COELHO GÜZERGÂHI

Jorge Luis Borges-Jorge Amado-Paulo Coelho güzergâhına gelince…

“Evrensel tarih, birkaç metaforun tarihidir…

“Bazıları yazdıklarıyla övünebilir, bense okuduklarımla gurur duyuyorum…

“Cenneti hep bir tür kütüphane olarak hayal etmişimdir…

“Aşık olmak, hata yapabilen bir tanrısı olan bir din yaratmaktır…

“Hayatın kendisi bir alıntıdır…

“Unutmak en iyi intikamdır…

“En büyük intikam kayıtsızlıktır…

“Hiçbir yıldız kalmayacak gecede. Ne de gecenin kendisi kalacak. Öleceğim ve benimle birlikteölecek Çekilmez, katlanılmaz evrenin tümü…” derdi epey çalkantılı ve eleştirilerin hedefindekiyaşamıyla bilinen Jorge Luis Borges…

Jason Wilson’un kaleme aldığı biyografisinde, kendini “dünya edebiyatında bir dipnot”[8]olarak niteleyen Onun kendine özgü gizemi, şakacılığı, sadeliği ve karanlığı, “herkes birbaşkasına dönüşebilir” ya da “hiç kimse gerçekte kim olduğunu bilmez, kimse belli bir kişideğildir,” sözlerinde yakalanabilir mi?[9]

“İnsanın anayurdu çocukluğudur,” diyen Jorge Amado, “Çoğul kimlik ve kültürün yazarı” olarakanılırdı.

Komünist Parti militanı, hapislikler ve sürgünler yaşamış Amado’nun yaşamı, uzun yıllarsiyasetle edebiyatın iç içe geçtiği bir yaşam olmuştu.

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 51: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

“Evet, daha önce bir militandım,” vurgusuyla ekliyordu Amado: “Çok yıllar önce. Çok zor birortamda yaşadım. Sekiz yıl yazarlıktan uzak kaldım. Sonunda, kendi kendime, ya militanolmalısın ya yazar, dedim. Belki birçokları militan olmayı seçerdi. Herkes militan olabilir, amaherkes yazar olamaz. Ben de yazar olmaya karar verdim. Ama her zaman politik yaşamakatılacak biçimde”…

Amado’nun en önemli yanlarından biri, ülkesinin toplumsal yaşamının “görgü tanığı” olarak,Marxçı bir bakış açısıyla, Brezilya’nın “ulusal kimliği”ne çoğulcu bir yaklaşım getirmiş olmasıdır.

Onun, kimilerince “kaba” diye nitelendirilen, günlük konuşma diliyle kaleme aldığı romanlarınınkahramanları, Afrika kökenli Siyahlar, melezler ve beş parasız Beyazlardan oluşan balıkçılar,sokak çocukları, ırgatlar, kapıcılar, orospular, göçmenler ve işçiler ile onların sırtındangeçinenler, acımasız toprak ağaları, kiralık katiller, muhabbet tellallarıdır.

Bir bakıma, “sıradan insan”ı Brezilya romanına katan, bir Siyah’ı roman kahramanı yapan ilkyazarlardan biridir Amado…

Bir diğer Brezilyalı’ya, Paulo Coelho’ya gelince…

O da şunları diyendi:

“Çocukken; her şeyin sahibi olmak için büyümek isterdik. Büyüdük; Şimdi her şeyden uzakolmak için hep çocuk kalmak istiyoruz...

“Eğer birgün yolunuzu kaybederseniz bir çocuğun gözlerinin içine bakın. Çünkü bir çocuğun birerişkine her zaman öğretebileceği üç şey vardır: nedensiz yere mutlu olmak, her zamanmeşgul olabilecek bir şey bulmak ve elde etmek istediği şeyi var gücüyle dayatmak...

“Gerçek sen, içindeki sen, başkalarının biçimlendirmediği sendir...

“Dalından şüphe ettiğin ağacın, gölgesinde soluklanmayacaksın…

“Kişiye göre davranacaksın, küçükle küçük olacaksın hatta; ama seviyesizin seviyesine inecekkadar düşmeyeceksin hayatta...

“İnsanların yaptıklarıyla değil, giydikleriyle marka oldukları bir çağda; aşkların sahteliğindenyakınmak yanlış olur...

“Acı çekmemek için, aşkı reddetmek gerekiyordu. Bu da hayattaki kötülükleri görmemek içinkendi gözlerini çıkarmak gibi bir şeydi...

“Her insan kaybeder; ama sevmeyen vazgeçer unutma. Bil ki aşk; kaybettiğinde değil,vazgeçtiğinde biter aslında...

Sayfa 51

Page 52: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

“Yüreğini dinlemek zorundasın; çünkü onu susturmayı hiçbir zaman başaramazsın. Hatta onudinlemiyormuş gibi yapsan da o gene oradadır, göğsündedir; hayat ve dünya hakkında nedüşündüğünü sana tekrarlamayı sürdürecektir. Hiç kimse kendi yüreğinden kaçamaz. Bunedenle en iyisi onun söylediklerini dinlemek… Düşlerinin peşinde olduğu sürece hiçbir yürekkesinlikle acı çekmez...

“Yüreğin neredeyse hazinen de oradadır...

“Seni seviyorum. Çünkü, aşkın hiçbir gerekçesi yoktur...

“Bir ilişkide güvensizlik varsa oradaki sevgi yalandır. Ve güvenilmek, sevilmekten daha büyükbir iltifattır!” (Paulo Coelho.)

“Bütün günler birbirine benzediği zamanlarda, insanlar hayatlarında karşılarına çıkan güzelşeylerin farkına varamaz olurlar...

“Kendime eziyet etmiyorum. Yaralarımın üzerlerine ancak cesaretle gidersem, iyileşebileceğiniuzun zaman önce öğrendim...

“Bugün cesaret edemediğin için yapamadığın şeyleri, yarın zamanın olmadığı içinyapamayabilirsin...

“İnsan fırsatların gelmesini bekler, fırsatlar da insanın gelmesini. Fırsatlar bekler, insanlarbekler: Kazanan hep mazeret olur...

“Eğer bir hikâyeyi anlatıyorsan, ondan hâlâ kurtulamamışsın demektir...

“Hayatın her anında, bir ayağımız bir peri masalının içinde, diğeri de uçurumun kenarındadır...

“Bir şey, bir insanın başına, bir kez gelirse, ikincisi olmaz ama iki defa gelmişse muhakkaküçüncüsü de olacaktır...

“İnsanlar hile ve üç kağıtçılıkta o kadar ustalaşmışlar ki, şeytanın bu konudaki şöhretiunutulup gitmiş...”

MÁRQUEZ İLE MUTİS

“Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun? dedi. Öleceğini bildiği hâlde yaşadığını unutmuştu...

“Kaybedecek bir şeyi olmayanlardan korkmalısın. Çünkü onlar, kazanmak için her şeyi yaparlar...

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 53: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

“Kendini çok zorlama, en güzel şeyler onları en az beklediğinde olur...“Bir insanın en büyük hatası; gereğinden fazla değer vermek değil, kendine hak ettiğindendaha az değer vermektir...

“Gerçek arkadaş, elini tutan, kalbine dokunandır...

“Önemli olan, hayatta başına ne geldiği değil, neyi nasıl hatırladığındır...

“Her an gülümse, boşver ne düşündüğünü bilmesinler. Ve her şeye rağman patlat bir kahkaha,bırak neden güldüğünü merak etsinler...

“Birlikte gülüyorsanız mutluluktur, Birlikte ağlıyorsanız dostluktur; ama birlikte susuyorsanız buaşktır.....

“Ne kadar yaşayabileceğini biliyor musun? O hâlde sarıl sevdiğine son nefesin gibi...“Her zaman sevecek bir şeyler kalmıştır...

“Gitme zamanı gelmişse ‘dur’ demenin; zaman geçmişse ‘dön’ demenin ve aşk bitmişse‘yeniden’ demenin; hiçbir anlamı yoktur...

“Bitti diye üzülme, ‘yaşandı’ diye sevin...

“İnsanı sadece sözler ele vermez, Gözler de içinde birşeyler gizler. Hatta sözler ne kadar inkâretse de; gözler her şeyi söyler...

“Bir sona geldiğin için ağlama, onu yaşadığın için gülümse...

“Fakirlik, elini cebine attığında boş olması değil; elini çıkardığında tutacak birinin olmamasıdır...

“Yaşanan her şeyin bir sebebi vardır...

“Yazarlığını sürdürmek isteyen ünlü bir yazar, kendini üne karşı durmadan korumak zorundadır,”derdi Gabriel García Márquez…[11]

Biraz eskilere gidersek: Luisa Santiaga, henüz memeden kesilmemiş ilk çocuğu GabrielGarcía’yı büyütsünler diye annesiyle babasına bıraktı ve hayırsız kocasının peşinden tekraryollara düştü. Albay Nicolás Márquez ve karısı Tranquilina Iguarán’ı bu onaylamadıkları evliliktemutlu eden tek şey belki de bu çocuktu. Luisa kısa bir süre sonra yeniden hamile kalıp ikincioğlunu dünyaya getirince, küçük Gabriel ’i adeta annesiyle babasında unuttu ve altı yaşınagelene dek onu neredeyse hiç görmedi.

Márquez’in hayatının ilk döneminde kendine örnek aldığı ve büyük hayranlık beslediği dedesiAlbay, onu sinemayla ve kelimelerin büyülü dünyasıyla tanıştıran ilk insandı; küçük çocuk herşey için sözlüğe bakmalıydı çünkü sözlük “her şeyi bilir”di. Albay’ın önünde açtığı bu dünyaya,evini rüyalarına ve batıl inançlarına göre çekip çeviren anneannenin gerçeküstü hikâyelerieklenince, Gabriel García Márquez “büyülü” bir çocukluk geçirmiş oldu.

Sayfa 53

Page 54: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Böylesi bir çocukluğun ardından esas ailesine dönünce, babasının ticari başarısızlıklarına tanıkolup durmasının Márquez’de nasıl bir hayal kırıklığı yarattığını tahmin etmek zor değil. Yine deçocuğun aileyle geçirdiği bu yıllar uzun sürmez, çünkü ilkokuldan sonraki öğrenim hayatınıbaşka bir şehirde, yatılı olarak tamamlar. Babasıyla yaşadığı çatışmaların doruk noktası iseüniversite seçiminde kendini gösterir: Annesinin de desteğini arkasına alarak, tıp okumasınıisteyen babasına resti çeker ve Kolombiya Ulusal Üniversitesi’ne hukuk okumaya gider.Üniversiteye girdikten kısa bir süre sonra tanıştığı gazetecilik hayatı, eskiden beri edebiyatlanasıl sıkı bir bağ kurduğunu açık seçik ortaya koyar ve genç adam, hukuktan asla mezunolamayacağını anlar.

Márquez’in ilk yazmaya başladığı ama asla tamamlayıp yayınlamadığı ‘Ev’ adlı roman, işte bubüyülü çocukluğun ve ilkgençliğin izlerini taşıyordu. Üniversiteyi bırakıp bir anlamda kendinibulmak üzere gittiği Barranquialla’da tanıştığı çevre, genç adamın önünde yeni ufuklar açtı.Hatta ‘Yüzyıllık Yalnızlık’taki yaşlı Katalan kitapçı, o dönemde arkadaşlarıyla sıkça toplaştıklarıLibrería Mundo’nun (Dünya Kitabevi) sahibi Ramón Vinyes’ti. Aslında Márquez’in kitaplarındakikarakterler büyük oranda, yazarın kendi hayatından çıkmadır ve yayınlanan ilk hikâyesindenitibaren görülebilir bu. 1947’de yayınladığı ilk hikâyesi “Üçüncü Teslimiyet”te de çocukkengördüğü, intihar etmiş bir adamın cesedini konu edinmişti.

Edebiyatla bağını koparmadan sürdürdüğü gazetecilik kariyerinin dönüm noktası, 1955’teyaptığı bir haber olur. Bir denizciyle yaptığı röportaja dayanan haber, tüm ülkenin gözündenkaçan bir gerçeği açığa çıkararak büyük ses getirir ve özel bir ek çıkararak bütün hikâyeyiyeniden basan El Espectador gazetesi, 28 Nisan 1955 tarihinde “bir Kolombiya gazetesininulaştığı en yüksek baskı rakamı”na ulaşır.

1955 aynı zamanda, Márquez’in Avrupa topraklarına ilk kez ayak bastığı tarihtir. Çeşitliülkelerde geçirdiği bu üç yıllık dönemin en çarpıcı bölümünü, neredeyse iki yıl kaldığı Paris’tegeçirir. Yaşadığı tüm zorluklar, çektiği para sıkıntısı, onu yazmaktan bir gün bile alıkoyamaz ve‘Şer Saati’ romanını yazmaya burada başlar. Bir defasında, sadece musluktan akan suyuiçerek, hiçbir şey yemeden iki gün geçirdiğini anlatır.1958’de Kolombiya’ya dönünce, ta çocukluğundan beri kendine eş olarak seçtiği MercedesBarcha’yla evlenir. Márquez’e göre, Mercedes’le evlenmeye kız daha dokuz yaşındayken kararvermişti. Mercedes ise, 1955’te Avrupa’ya gitmesinden hemen öncesine dek Márquez’infarkında olmadığını söylüyordu.

Gazeteci olarak Küba Devrimi’ni izlemek üzere Küba ‘ya gitmesi ve orada Fidel Castro’ylatanışması, yakın bir dostluğun temellerini attı. Márquez’in Castro’ya duyduğu inanç hiçbirzaman sarsılmadı ve Küba’ya yaptığı bu yolculuk onda, siyaset sahnesinde daha etkin roloynama isteği doğurdu. Öyle ki 1974 yılında, “Şili’de General Pinochet liderliğindeki cuntaiktidardan devrilene kadar edebiyat alanında ‘grev’ yapacağını ve kendini tam zamanlı olaraksiyasete adayacağını” açıkladı.

Büyülü gerçeklik adı verilen akımın temel taşlarından olan Márquez’in kitapları arasında belkide en önemlisi ‘Yüzyıllık Yalnızlık’tır. Onun ortaya çıkış hikâyesi ise en az romanın kendisi kadar

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 55: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

“büyülü”. Temmuz 1965’te ailece çıktıkları tatilde, Meksika’nın Acapulco’ya inen virajlıyollarında Opel’ini süren Márquez’in aklına aniden bir “ilk cümle” gelir. Yazar o ilk cümleninarkasında duran koca bir romanı da büyük bir açıklıkla görünce arabayı gerisingeri çeviripeve döner, çalışma masasının başına oturur ve 1966 yılının Temmuz ya da Ağustosuna kadarbu romanı yazar. Yazdığı 1300 sayfanın 490’ını gönderir yayınevine. Bunu yazabilmek için 30bin sigara içtiğini ve 120 bin peso borçlandığını da ekler. Romanı postalamak içinMercedes’le postaneye gittiklerinde tamamını göndermeye paraları yetmez. Yanlarındakiparanın karşılayabileceği kadar bir kısmını bir zarfa koyup gönderirler. Sonra eve dönüp biryerlerden borç bulurlar ve kitabın ikinci yarısını da hemen birincinin peşinden postalarlar.

‘Yüzyıllık Yalnızlık’ın getirdiği büyük şöhret, Márquez’in önce gazetecilik ve sonra sektördergiciliği gibi çeşitli işler yaptıktan sonra, tam zamanlı bir yazar olmasına imkân sağlar. Bukadar büyük bir romanın ardından bir süre, yeni ve onun kadar iyi bir şeyler yazıpyazamama huzursuzluğu hissetse de ‘Başkan Babamızın Sonbaharı’, ‘Kırmızı Pazartesi’,‘Kolera Günlerinde Aşk’ gibi kitaplarıyla daha anlatacak çok hikâyesi olduğunu ispatlar. 1982yılında gelen Nobel Ödülü ise, onun hâlihazırda tüm dünyayı etkisi altına almış olanedebiyatını bir kez daha taçlandırır.

Nihayet kalp ve solunum yetersizliğinden Meksiko City’deki bir hastanede 22 Eylül 2013gecesi, 90 yaşında hayata veda eden Kolombiyalı şair ve yazar Alvaro Mutis…

Nobel ödüllü Gabriel García Márquez’den sonra Latin Amerika’da kendi kuşağının en önemlişair ve öykücülerinden biri kabul edilen Mutis, aralarında Asturias ve Cervantes ödüllerininde bulunduğu çok sayıda ödüle değer görüldü.

İlk şiir kitabı ‘Denge’yi 1948’de henüz 25 yaşındayken yayımlayan Mutis, 1953’te çıkan‘Felaket Öğesi’ kitabı ile uluslararası düzeyde ün kazandı.

İspanyol yönetmen Luis Buñuel’in yazdığı tavsiye mektubu ile 1956’da Meksika’ya gidenMutis, bir daha bu ülkeden ayrılmadı. Deniz, kahve kokusu ve ülkesinin tropikal ormanlarınaduyduğu hayranlığı yapıtlarına yansıyan Mutis, 1986’da en ünlü yapıtı kabul edilen“Maqroll’ün Maceraları ve Bahtsızlıkları”nı yayımladı.

Mutis’in 7 kitaptan oluşan ve maceraperest, romantik, idealist bir gemicinin öyküsünüanlatan bu yapıtı çok sayıda dile çevrildi. Yayıncılık, film yapımcılığı ve köşe yazarlığı dayapan Mutis, 1988’de emekli olduktan sonra tüm zamanını edebiyata adamıştı.[12]

“NİHAYET”

Onlar, edebiyatta bir ütopyayı, belki de daha yaşanılabilir bir dünya hayalini canlı tuttular…

Bu edebiyatın her yerde yapması gerekendi…

Kolay mı? Edebiyat, toplumsal hayatın içinden doğar. Bu anlamda açık ya da örtük ilişkilerinedeniyle her zaman siyasi bir faaliyet olarak şekillenir. Edebiyatçı bu işi yaparken ister iste-

Sayfa 55

Page 56: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

mez yelpazenin bir tarafında yer almak zorundadır. Ya yukarıda tanımını verdiğim ve adınasaf edebiyat, estetik kaygılar gütme, hümanist olma gibi içi boş sözlerle tanımlanan edebiyatyapma işiyle uğraşacaksın, ya da marjinal olmayı ve tehlikeliler sınıfına girmeyi; siyasiolmayı, halkın taleplerini savunan, yıkıcı fikirlere(!) sahip olmayı, gelenekle savaşan, geleceğikurgulayan olmayı seçeceksin.

Unutulmamalı ki ‘edebiyat sanatsal bir etkinliktir’ der apolitik sanat ve edebiyattan yanaolanlar. O hâlde edebiyatçı sanatsal kaygılar dışında başka bir kaygı duymamalıdır. Oysabunu söyleyenlerin unuttuğu bir gerçek vardır; edebiyat aynı zamanda insani bir ekinliktir.Ve her insan belli değerlerle donatılmıştır.

Bu değerler doğrultusunda yaşamla iletişime geçer. Bu değerlere göre bazı insanlar ile yanyana gelirken, bazıları ile de ters düşer. Bu değerler doğrultusunda aldığı tavır, onun sanatanlayışı ve hayata bakışını da özetler. İşte, edebiyatçı neyi seçip neyi reddettiğiyle sanatsalfaaliyette bulunurken durduğu yeri de belirlemiş oluyor. Çünkü neyi seçip neyi reddettiğimiz,aynı zamanda pratik olarak ne yapacağımızı da belirler. Tam da burada iktidarın haksızuygulamalarına ses çıkarmayıp, dikkatini ülke içi-dışı sorunlara yöneltmek yerine safedebiyat gibi içi boş şeylerin peşinde koşmak mevcut iktidara destek olmaktan başka bir şeydeğildir.

Gerçekliğe ve yaşanan haksızlıklara sırt çevirmek de resmi söylemle uyum içinde olmakdemektir. Her iktidar, düzenini kendi çıkarlarına göre dizayn etmek ister. Oysa edebiyat veedebiyatçının görevi gerçeğin üzerindeki sis perdesini kaldırmak ve onu olması gerekenkurallar üzerine oturtmaktır.[13]

TEMEL DEMİRER23 Kasım 2013 10:33:56, Ankara.

N O T L A R[*] Patika Dergisi, No:84, Ocak-Şubat-Mart 2014…[1] Horatius.[2] Adnan Özer, “G. G. Márquez’den Sonra Latin Amerika Edebiyatı”, Notos, No:31/ 2011/06, Aralık 2011-Ocak2011-12, s.19-21.[3] Carlos Fuentes, İnes’in Sezgisi, çev: Pınar Savaş, Can Yay., 2013.[4] Celâl Üster, “Meksika’nın Kültür Simyacısı”, Cumhuriyet Kitap, No:1162, 24 Mayıs 2012, s.6.[5] Celâl Üster, “Kendimce Bir Fuentes Seçimi”, Cumhuriyet Kitap, No:1164, 7 Haziran 2012, s.6.[6] A. Ömer Türkeş, “Yoksul Halkların Trajedisini Yazdı”, Radikal Kitap, Yıl:11, No:584, 25 Mayıs 2012, s.12-13.[7] Mario Vargas Llosa, Genç Bir Romancıya Mektuplar, Çev: Emrah İmre, Can Yay., 2012.[8] Jason Wilson, Jorge Luis Borges, Çev: Tonguç Çulhaöz, Yapı Kredi Yay., 2011.[9] Ali Bulunmaz, “Merhaba Ben Borges; Hiç Kimseyim”, Cumhuriyet Kitap, No:1128, 29 Eylül 2011, s.3.[10] Celâl Üster, “Çoğul Kimlik ve Kültürün Yazarı”, Cumhuriyet Kitap, No:1176, 30 Ağustos 2012, s.6.[11] Gerald Martin, Gabriel García Márquez, Çev: Zeynep Alpar, İş Bankası Kültür Yay., 2012.[12] “Denizlerin ve Ormanların Tutkunuydu”, Cumhuriyet, 24 Eylül 2013, s.16.[13] Berken Bereh, “Edebiyat ve İktidar”, Evrensel, 2 Kasım 2013, s.12.

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 57: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

SUSMAM

Varsam susmam aga!.. Dilim lal olsa gözlerim âmâ yumruğum konuşur havalarda...

Susmak kabullenmektir çünkü olan biteni, oldu bittiye gelişini seni sen yapan ne varsa beklemek ya da...

Susmak satmaktır çünkü sevdaları karpuz kabuğundan ucuza, ayyuka çıkan isyanına dünya halklarının kulak tıkamak ya da...

Varsam susmam aga!.. Susmam... Sussam ben bile inanmam çünkü var olduğuma...

MUAMMER ERTURAN

Susmak göz yummaktır çünkü gidişine elden geleceğin, sıra sana gelmeden üstelik daha teslim olmak ya da...

Sayfa 57

Page 58: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

UZAK YARINLAR / ABDULLAH ORALUykulu şehri sessizce bıraktım penceremeGecenin yüzü yoktu, kayıptı gözlerimDar ağacı sallanıyordu dar sokaklardaİntihar eyleminde içimdeki çocukTütün yok, su bile içmiyordum artık..

Ellerimde gün çiçekleri açarkenKömür karası bir hüzünle karıştım geceyeOysa gecenin hayata ekildiği saatlerdeRenksiz dağınık yüzümde, delirmenin tadı! Ki hala umuda çiçek açıyordu yüreğim

Tırnaklarımla yırtmak geçiyordu içimden! Kendi infazımı verdiğim sokakları,Özlem çatlağı topraklarıma acı ekilmişGece en sensiz yerinden kanıyorŞimdi vurulmak vardı kavgalarımda..

Deliliğimin davullar çalıyordu uzak düğünlerdeYeni hayaller kuruyordum gelen günlere,Çocukların açlıkla vurulmadan yaşadığı bir dünyaKi satılmışım, Yargıç çoktan vermiş infazımıTenimde kızıl bir sevda yangını, uzak yarınlara

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 59: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

DİZELERDE “ŞİİR VE ŞAİR”

“Her şey şiirdir, sevinç ve kederDünyada olmak duygusuKıyıda ıssız kayalıklardaKendi başına ışıldayan su.”

ATAOL BEHRAMOĞLU

”Şiirin aykırı kanatlarındaDövdü de geceyi ozanGerdi telini en tize,Ezbere sesler kırılsın diye.Susuşu çığlık ozanın,Konuşması isyan,Yangınların bağrındaGeceye destan!”

A. ZİYA ÇAMUR

“Ateş hattına sokulmayan şiir boşuna yazılmıştırBoşunadır şair rüzgârlar taşımazsa.”

EROL ÇANKAYA

“Ben şairimHalkların emrinde, kolunda, safında.Satırlarım vardır kahraman,Satırlarım vardır cılız, cesur ve sıtmalı.Ahdim var:Terli, atlet fanilalı göğüslerden Püfür püfür geçeceğim.”

ENVER GÖKÇE

“Bir gün ezecektir her amansız tankıOzanın ezgilerinden dağılan bir yankı”

TALÂT SAİT HALMAN

“Doğrusunu isterseniz, açıkçasıgüç iştir şiirya kazanılır yıllarlaya yitirilir.”

JAVİER HERAUD

“Akıl hep bilgi dünyasından açmıştır ya her bahsiŞiir üslûplarından sanatından anlamaz bil ki

Şiir zevkiyse eşsiz, ayrı bir dünyadır aslındaİki dünyayı birden elde etmek öyle zor iş ki”

FUZULİ(Sadeleştiren: Sait Maden)

DERLEYEN: A.Z.ÇAMUR

Sayfa 59

Page 60: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

YAŞAM VE SANATTA

1 AYIN İZDÜŞÜMÜ

1935 yılında Sivas'ın Şarkışla ilçesinde doğdu. SamsunLisesi’ni bitirdi. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Birsüre çeşitli ilçelerde kaymakamlik yapti. Kaymakamlıkdöneminde kendisi de iyi saz çalan Alkan, protokolla değildaha çok halk ozanlarıyla ilişki kurdu hep. Daha sonraTRT’ye geçti. İstanbul’a yerleşti, değişik gazetelerde yazılaryazdı. Halk Edebiyatı'nın izleri görülen bir sanatçımızdı.

Şiirlerinin yanısıra, Fransızca’dan yaptığı şiir ve romançevirileriyle de tanındı. Paul Verlaine, Rimbaud ve Frausy’ninşiirlerini Türkçe’ye kazandırdı. Paul Veriaine'in hayatı, sanatıve 40 şiirinin çevirisinden oluşan 1961'de yazdığı kitap, çevirialanındaki olumlu çabalardan biridir. Rimbaut'dan seçmeşiirler adlı çeviri kitabıyla 1982 Yazko Çeviri büyük ödülünükazandı.

Yapıtları: Şiir kitapları: Güneş Tozları, Ekuanil Çiçekleri, Kerem Gibi, Kuş Ormanı, Kıyı, EylülÇalgıcısı (Toplu Şiirler), Elimde Güller ve Rüzgâr. Romanları: Kör Oldum, Veysel Oldum.Araştırma kitapları: Kitle İletişim Araçları, Sembolizm, İçimizdeki İnsan, Ateş Hırsızı ArthurRimbaud, Düş Gezgini Gérard de Nerval, Şiir Sanatı, Karanlıklar Prensi Baudelaire, ParisKomünü ve Komün Şairleri, 1789 Devrim Şarkıları, Baudelaire ve Satanizm, Aşık Veysel'denNükteler. Şiir çevirileri: Paul Verlaine, Arthur Rimbaud, Baudelaire, Mallarmé, Aragon, Nerval,Pablo Neruda ve Lord Byron'un şiir kitapları. Düzyazı çevirileri: Anatole France, Balzac,Sartre, Zola ve Freud'nun yapıtları.

İnsancıl Dergisinde, (Sayı 50, Aralık 1994) yayınlanan söyleşinde şiire bakışını şöyleanlatıyor:

“Şiirin tam bir tanımını yapmak zordur, yine de çeşitli tanımlar yapıldı. Örneğin romantiklere,romantik gerçekçilere ve toplumcu gerçekçilere göre şiir esinlenme sanatı, simgecilere vegerçek üstücülere göre ise çağrışım sanatıdır. Bir tanım yapmam gerekirse, diyebilirim ki “şiirdolaylı anlatımla çağrıştırarak, izlenimler uyandırarak, duygu ve düşünceleri yoğunlaştırmasanatıdır.” Kurallarına gelince, elbette uyaka, iç uyaka, imgeye, simgeye, benzetme,eğretilemeye vb. bazı kurallar her zaman var olageldi. Ama şiir bu kuralları bilmek değildir.Şair şirinin kurallarını kendi yaratır, Tchaikovsky’nin deyimiyle “Şair dediklerimiz de zatenşiirin kurallarını kendileri yaratanlardır”.

ŞAİR, ÇEVİRMEN, ARAŞTIRMACI ERDOĞAN ALKAN SONSUZLUĞA UĞURLADIK

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 61: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

(...)"Gözlerinizi açıp bakın şu Mutsuzlara,Vahşi güneş altında kavrulup al al yanan,İnsafsızca ezilen, alınları çatlayanMutsuzlara bir bakın! Pek sayın Burjuvalar,Onlar da sizin gibi insan. Lütfen şapkalarÇıkarılsın. Haşmetli! Gör, tanı bizler kimiz,Yeni büyük çağların büyük İşçileriyizEvet İşçiyiz bizler. Bu yeni çağda bilmekVe çalışmak önemli. Sabahtan akşama dekÇalışacağız, örse inecek çekicimiz,,O mutlu yarınların, bilimin avcısıyız.Savaşını sabırla kazanan insan bütünEngelleri yıkacak, galip gelecek bir günDizginler ellerinde, bir ata binmiş gibi!

Demir ocaklarının ey görkemli aleviKötülüğe son artık! Bilgisizlik çok korkunç!Bilip öğreneceğiz, ellerimizde çekiç,Bilineni yeniden gözden geçireceğiz"Kardeşlerim yürüyün! İleri!" diyeceğiz.Soylu bir yürek ile sevdiğimiz kadınınTatlı gülücükleri altında çalışmanınVe sade bir yaşamın büyük düşünü kurduk.Kardeşçe çalışmayı nice özleyip durduk.Görev aşkı borazan gibi kulağımızdaÇaldıkça, kıvanç dolu, kendimizi nasıl daMutlu duyardık bizler;yeter ki o zorbalarİki büklüm olmaya halkı zorlamasınlar,Ve ocağın üstünde asılı dursun tüfek...

Arthur Rımbaud’dan çevirdiği “Demirci” şiirinden:

BEHÇET AYSAN ŞİİR ÖDÜLÜ SELAHATTİN YOLGİDEN'İN...

Türk Tabipleri Birliği'nin 2 Temmuz 1993'te Sivas'tayaşamını yitiren Şair Doktor Behçet Aysan ve 36 kişianısına verdiği Şiir Ödülü'nün bu yılki sahibi belli oldu.Bu yıl 18. düzenlenen Türk Tabipleri Birliği BehçetAysan Şiir Ödülü'ne, Cevat Çapan, Doğan Hızlan,Emin Özdemir, Ahmet Telli, Ali Cengizkan, TurgayFişekçi, Zeynep Oral'ın yer aldığı seçici kurultarafından şair Selahattin Yolgiden, Eve Geç KaldımYalnızlık Bekler adlı kitabıyla değer bulundu.

Selahattin Yolgiden, 1977 yılında İstanbul'da doğdu. İlk şiirini 2000 yılında yayınladı. 2004yılında, ilk kitabı Su Kıyısında Kimse Yoktu ile 2004 Cemal Süreya Şiir Ödülü'nükazandı.2007 yılında çıkan ikinci kitabı Gün Geceye Küstüğünde ile M. Sunullah Arısoy şiirödülünü kazandı. 2009 yılında çıkan üçüncü kitabı Unuttuğum Limanlar'ın ardından 2011yılında Kuş Uykusu isimli dosyasıyla Arif Damar Şiir Ödülünü kazanan şair, dosyadaki şiirleriLacivert Bir Oyundu İkimizArasında ismiyle kitaplaştırdı.

ADNAN YÜCEL ŞİİR VE ÖYKÜ YARIŞMASIBAŞVURULARI BAŞLADI!

Sayfa 61

Page 62: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Adnan Yücel 3. Edebiyat ve Sanat Festivali Şiir veÖykü Yarışması başvuruları başladı.

Yarışmanın amacı şu şekilde açıklandı:“Toplumcu şiirimizin önemli şairlerinden AdnanYücel’in anısını yaşatmak, kişiliğini, düşüncelerinive yapıtlarını gelecek kuşaklara aktarmak, gençkuşakların dil duyarlılığını artırmak, yazınsalbecerilerini değerlendirmek amacıyla, Adnan Yücel3. Edebiyat ve Sanat Festivali etkinliklerikapsamında edebiyat alanında Şiir ve Öykü Yarış-

ması olarak iki ayrı dalda yarışma düzenleniyor. Yarışmanın amacı; Adnan Yücel şiirini gençkuşaklara tanıtmanın yanı sıra; genç şair ve yazarları yazmaya özendirerek yazınımıza yeniyapıtlar kazandırmak; ödül alan yapıtları yayınlayarak kitlelerle buluşmasını sağlamaktır.”Bu yılki yarışmaların teması, GEZİ, SOKAK, SANAT olarak belirlenmiştir.

Yarışma; şiir ve öykü dallarında yapılacaktır. Şiir dalında; şairler en az 5 şiirle; (çıktı olarakposta ile gönderilecekse 5 kopya gönderilecek). Öykü dalında; yazarlar en az üç öyküylekatılabilirler. (çıktı olarak posta ile gönderilecekse 4 kopya gönderilecek) Yarışmada dereceyegiren şiirler ve öyküler bir kitapta toplanıp basılacaktır.

Seçici Kurulda; şiir dalında Gülsüm Cengiz, Sennur Sezer, Medine Sivri, Rahmi Emeç; öyküdalındaAdnan Özyalçıner, Lütfiye Aydın, Gültekin Emre yer almktadır.

Yarışmaya gönderilen yapıtlar, son başvuru tarihine kadar, hiçbir yerde yayınlanmamışolmalıdır. Şiir ve öykü dalında; SEÇİCİ KURUL’un derecelendirmeden seçeceği şiir ve öykülerbir arada tek kitap halinde yayınlanacaktır. Yarışmaya gönderilecek yapıtlar; 1 Eylül 2014 tarihiakşamına kadar, dijital ortamda, (word, libre office, pdf, vb) aşağıdaki e-posta adresine veyaçıktı yada CD ile Posta Kutusu’na gönderilmelidir. Adres: PK 36 Üsküdar-İSTANBUL , Telefon:0 536 797 42 22 – 0 537 427 97 19 – 0 531 837 12 43

DÜNYA ŞİİR HAREKETİ'NDEN 'SAVAŞSIZ BİR DÜNYA İÇİN ŞİİR' ÇAĞRISI

Dünya Şiir Hareketi, bütün ülkelerden konuyla ilgili kişi ve kurumları“Savaşsız Bir Dünya İçin Şiir” başlığı altında şiir etkinlikleridüzenlemeye çağırıyor.

2001 yılında Colombia’nın Medellin şehrindeki uluslararası şiirfestivali sırasında çeşitli ülkelerden çok sayıda şair ve şiir festivalitemsilcisince kurulan Dünya Şiir Hareketi (World PoetryMovement/WPM) 2014 yılı Temmuz ayında bütün ülkelerde“Savaşsız Bir Dünya İçin Şiir” başlığı altında şiir dinletileridüzenlemesi, şiir ve barış konulu etkinlikler örgütlenmesi çağrısındabulunuyor

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 63: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

On kişilik Eşgüdüm Kurulunda ülkemizden Ataol Behramoğlu’nun bulunduğu Dünya ŞiirHareketi’nin çağrısına 44 ülkeden toplam 446 şiir etkinliği ile cevap verilmiş oldu.

Şiirler Sivas ve barış içinBu ülkeler arasında yer alan Türkiye’de ilk etkinlik 2 Temmuz Çarşamba günü İstanbul NâzımHikmet Kültür Merkezi bahçesinde, Türkiye Yazarlar Sendikası ve NHKM’nin ortak biretkinliğiyle gerçekleşecek.

İkinci etkinlik 11 Temmuz Cuma günü, Foça Belediyesi’nin girişimiyle Foça Beş Kapılardagerçekleştirilecek.

Şairler, Merkezi Kolombiya’nın Medellin kentinde bulunan Dünya Şiir Hareketi’nin “SavaşsızBir Dünya İçin Şiir” çağrısıyla “Sivas’ın anısına” ülkemizde de buluşuyor. 44 ülkededüzenlenecek etkinliklerde dünya şairleri, barış isteklerini dile getirecekler.

NHKM’de '2 Temmuz Şiirin Barış Vicdanı' etkinliğiTürkiye Yazarlar Sendikası, Dünya Barış Hareketi ve Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nindüzenlediği etkinlik, 2 Temmuz 2014 Çarşamba günü saat 19.00’da Kadıköy Nâzım HikmetKültür Merkezi’nde yapılacak.

Refik Durbaş, Tarık Günersel, Seyyit Nezir, Metin Cengiz, Enver Ercan, Ayten Mutlu, SalihBolat, Yaşar Miraç, Nur Saka, Mustafa Köz ve Altay Öktem’in Sivas ve barış üzerine şiirlerokuyacağı “2 Temmuz Şiirin Barış Vicdanı” etkinliğini Gülsen Tuncer sunacak. Nâzım HikmetKültür Merkezi adına Cansu Fırıncı bir bildiri okuyacak.

Etkinlikte ayrıca Dünya Şiir Hareketi’nin “Barış Çağrısı” da izleyicilerle buluşacak. [SOL]

IX. MELİH CEVDET ANDAY ŞİİR ÖDÜLÜBAŞVURULARI BAŞLADI

Şiirimizin büyük ustası M.C.Anday'ın anısına, TürkiyeYazarlar Sendikası ve Milas Belediyesi'nin işbirliğiyledüzenlenen ödülün bu yıl dokuzuncusu veriliyor.

Seçici Kurulu Doğan Hızlan, Sennur Sezer, ErayCanberk, Egemen Berköz, Refik Durbaş, Leyla Şahinve Enver Ercan'dan oluşan ödül, sahibine ağustosayında Ören'de düzenlenecek " IX. Milas-Ören, MelihCevdet Anday Şiir Günleri ve Kültür Şenliği"ndesunulacak.

Plaket ve 3000 TL den oluşan ödüle 1 Haziran 2013-1Temmuz 2014 tarihleri arasında yayımlanmış kitaplarkatılabiliyor. Son katılma tarihi ise 1 Ağustos 2014.

Sayfa 63

Page 64: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Katılmak ve kitap önermek isteyen yayınevi, kurum ve kuruluşların 8 adet yapıtı, başvurudilekçesiyle birlikte: " TYS Edebiyat Müzesi, Yıldız Sarayı Dış Karakol Binası, BarbarosBulvarı, Beşiktaş-İstanbul " adresine göndermeleri gerekiyor.

Ayrıntılı bilgi için: 0212 2597474(Aysel Tezer), 0533 6631335(Mustafa Köz)[EDEBİYAT HABERLERİ.COM)

TURGUT UYAR ŞİİR ÖDÜLÜ CUMALİ YILMAZ’IN...

2014 yılı IV. Turgut Uyar Şiir Ödülleri’nde Gonca Özmen,Gültekin Emre, Hami Çağdaş, Sennur Sezer ve TarıkGünersel’den oluşan seçici kurulun kararıyla dereceyegiren ilk üç isim ve dosyaları belirlendi.

Buna göre, birinciliğe “Şahin” rumuzlu, “GökyüzüneFırlatılan Pencere” adlı dosyasıyla Cumali Yılmaz,ikinciliğe “Fidel” rumuzlu, “Tanrısal Lekeler” adlı dosyasıylaGözde Dilek Güzel, üçüncülüğe “Kaptan’ın Çırağı”rumuzlu, “Şairler Renkli Şort Giyerse Esnaf Kınar” adlıdosyasıyla Umut Göksal layık görüldü.

Bencekitap Yayınları’nın bu yıl dördüncüsünü verdiği ödül Ankara edebiyat ortamına canlılıkgetirmenin yanı sıra, çağdaş Türk edebiyatına yeni değerler kazandırmak bağlamında katkısağlamak için veriliyor.[HABER EDEBİYAT.COM]

MEVLÜT KIRNAPÇI’NIN ROMANI YAYIMLANDI;“MEŞE’DE İNECEK VAR!”

Çaycumalı şair ve yazar Mevlüt Kırnapçı’nın“Meşe’de İnecek Var!” adlı romanı yayımlandı.

1960-1990 Yılları arasında Zonguldak ve çevresindeyaşanan üç boyutlu göçün bir aile üzerinde yarattığıpsikolojik ve sosyolojik değişimi işleyen roman, şairkimliğiyle bilinen Mevlüt Kırnapçı’nın bu türdeki ilkürünü.

Kurgu Kültür Merkezi Yayınlarınca basımı yapılanroman, Kırnapçı’nın bu türdeki ilk ürünü. Daha önceüçü şiir, birisi araştırma dalında olmak üzere dörtkitabı bulunan Kırnapçı, uzun zamandır üzerindeçalıştığı romanının yayımlanması üzerine şunlarısöyledi:

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 65: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

mamış, tersine katliam için gerekli koşullar sağlanmıştır.

Sivas Katliamı, devletin, en küçük bir devrimci ya da ilerici bir faaliyete karşı nasıl bir yok etmepolitikası izlediğini açıkça ortaya koymuştur. Sivas Katliamı'nda yaşamını yitiren AsımBezirci’yi, Behçet Aysan’ı, Metin Altıok’u, Uğur Kaynar’ı, Hasret Gültekin’i, Âşık Nesimi’yi,MuhlisAkarsu’yu ve diğerlerini bilincimize kazıdık; unutmayacağız, unutturmayacağız!

“Yaklaşık on beş yıldır üzerinde çalıştığım romanım sonundakitaplaştı. 1960-1990 yılları arasında bölgemizde yaşanan üçboyutlu göç ün bir aile üzerinde yarattığı psikolojik vesosyolojik travmayı işleyen “Meşe’de İnecek Var!”otobiyografik izler taşıyan bir dönem romanı. Zonguldak veÇaycuma bölgesinde uzun yıllardır yaşanan göç, yurtdışı,yurtiçi ve Zonguldak olmak üzere üç boyutlu süregeldi.Romanın ana izleği bu süreçtir. Parçalanan aile yapısı,cenazesine bile yetişilemeyen yakınlar, ‘Biraz para biriktiripdöneceğim’ denilip dönülemeyen, dahası dönmemek üzereyerleşilen Almanya… Hüzün yüklü özlemlerin umutsuzçığlıklara dönüştüğü bir kitap olarak okuyucuyu sarsacağınıdüşünüyorum. Bu romanda herkes kendinden bir şeylerbulacak. Umarım attığım taş, ürküttüğüm kuşa değmiş,emeğim amacına ulaşmıştır. Kitabın imza ve tanıtım etkin-

SİVAS KATLİAMI, TOPLUMSAL BİLİNCİMİZDEKORLAŞMAYA DEVAM EDİYOR…

2 Temmuz 1993 günü Sivas'ta faşist ve şeriatçı güçleringerçekleştirdikleri katliam sonucunda 33’ü kutlamaya gidendemokrat, yurtsever ve devrimci; 2’si otel emekçisi, 2’si isesaldırganlardan 37 insan katledildiler.

Sivas Katliamı'nın üzerinden 16 yıl geçmesine rağmenolayın gerçek failleri için hiçbir şey yapılmamıştır. Bu da,Sivas Katliamı'nın devletin bilgisi dâhilindegerçekleştirildiğinin bir göstergesi olmaktadır. Ortaya çıkantüm veriler, katliamın çok önceden planlandığını ortayakoymaktadır. Son yıllarda Sivas'ta gerçekleştirilen Pir SultanŞenlikleri'nin başlangıç gününün katliama sahne olması,gerici güçlerin hazırlıklarını önceden yaptıklarınıgöstermektedir. Böylece devlet, faşist ve şeriatçılarınkatliam yapmalarını engelleyebilmek için gerekli "önlemleri"alabilecek zamana sahip olduğu ortadadır. Ancak bu yapıl-

liğini Eylül ayı içinde yapmayı düşünüyorum. Bireysel tarihimde önemli bir yeri olanromanımın kitaplaştığı haberini kamuoyuyla paylaşmak istedim”.

Sayfa 65

Page 66: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

BEHÇET AYSAN’IN ŞİİRLERİALEVLER ARASINDAN TÜTÜYOR HÂLÂ

Şiirimizin ince örgücüsü Behçet Aysan’ın 1949 yılındaAnkara’da başlayan yaşamı 1993 yılında Sivas’ta,Madımak Otelinde son buldu. Yakılarak öldürülen 33aydından biriydi.

Askeri lise mezunu olan Aysan, tıp ve psikiyatri eğitimi aldı.Şairliğin yanında doktorluk da yapmaktaydı. Giritli bir şairinoğlu olan Behçet Aysan 30’lu yaşlarından itibarenkitaplaştırdığı şiirleri yayımlamaya başladı. Sesler ve Küller(1984) adlı kitabıyla Yaşar Nabi Nayır, Eylül (1986) ileCeyhun Atuf Kansu, Deniz Feneri adlı kitabı ile ise Abdiİpekçi Barış ve Dostluk Ödülü kazandı. Ölümünden sonratüm şiirleri Düello adlı kitapta toplanarak yayımlandı.

Behçet Aysan’ın dizelerinde hem bireysel yaşantının duygulu ve hüzünlü sesini hem detoplumcu bir duruşun karalı, duyarlı anlatımını bulabilirsiniz. Çok az şair aşkı Aysan'da olduğukadar insani, umudu ve umarsızlığıyla birlikte ve dilin estetiğini en güzel biçimde kullanarakanlatabilmiştir. Aysan şiirinde imge zenginliği, özgün iğretilemeler dikkat çekicidir. Dilin anlatımolanaklarını şiirsel zemine iyi taşımıştır. Karşımıza çıkan üretim, içten, doğal fakat güçlü birşiirdir. Kendi üslubunu yaratabilmiş ustalardandır BehçetAysan.

Tüm çekilen acıya, yaşantıya bir anlam yükleme sancısına, eşitsizliklere, insanlık tarihindekikara lekelere rağmen umut’ sözcüğü Aysan şiirinde vardır ve belki de bu varoluştur onaumutsuzluğun şiirini dahi yazdıran. Elbette ki onun da umudu, gülen yüzler, sağlıklı çocuklar,özgürlük ve güzel günlerdi. Aysan, ancak ayrıntıları biriktirerek duyarlığını, çok sevdiği diliyledışarıya taşıyabilen usta bir şairdi. .

AhmetAntmen Aysan’ın şiirini şöyle anlatır:

“Behçet Aysan şiirinde dizeler değil duygular, duyarsızlıklar, tepkiler bir denizin iç akıntılarıgibi haykırır; içinizde, yaşamanızda; dışarıyı rahatsız etmeden, bağırıp çağırmadan sarsarinsanı. Düşünüzde hoş esinti bırakır. Sadeliği ve derinliği yakalayabilmiş ender şairlerdenbiridir Behçet Aysan.”

Şairde şiire bakışını şu sözlerle dile getirir:

Şiir politikleşirken estetik öğelerini ihmal eder, küçümser. Şiir bir ölçüde şiir olmaktan çıkar,kendinden ödün verir.... Ya da kapalı dönemin etkisiyle kendine özgü kapalı bir söylem bulur...kapalı söyleme sığındıkça da, yaşamdan kopar, soluksuzlaşır, artistik oyunları tek amacısayar. Ne anlattığı değil, salt nasıl anlattığı önemlidir artık. Nasıl aşk, ilkel içgüdülerin insanaözgü bir yücelme ile duyusal gerçekliğe ulaşması ise, şiir de insanın derinliklerinde saklıduran güzellikleri açığa çıkarmaya yarıyor. Akılla, usla duygu arasındaki trajik gibi görünençelişkiyi çözmeye çalışıyor.

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 67: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

YARIN DİYE BİR ŞEY VAR

bilirim yarın diye bir şey var çeliğin su katılmamış yanı ırmakların geçilecek, fırtınaların dinecek

bir yanı var ömrümüzün belki bir gün gülecek.

selam verip selam alacak

barışa kardeşliğe

hep tok yatan çocuklar görecek

el ele aşklar, omuz omuza dostluklar

ne dikenli teller olacak ne tanklar tüfekler

ne tüberküloz kalacak ne lösemi

ne işsizlik

ne banka ne borsa

süt gibi duru ve ak ekmek gibi sıcak

bizim de bizim de

günlerimiz olacak.

güle değecek kuşların kanadı

ve kuşlar sırtlarında gül taşıyacak

kardeşlerim koşar adım moraran beyazla

zincirlerimizle yaralarımızla

ırmakların geçilecek, fırtınaların dinecek

bir yanı var ömrümüzün belki bir gün gülecek.

BEHÇET AYSAN

METİN ALTIOK, SÖZCÜKLER EVRENİNEIŞIKLI PENCERELER AÇIYOR HÂLÂ…

Sesi, şiirleriyle kulaklarımızda çınlamaya devam edecek:

Sayfa 67

Page 68: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Harflerini "rüzgârın yırtık yeri"nden göğe bırakan ve gününbirinde aynı yırtık yerden göğe karışan şair Metin Altıok'uyitireli 17 yıl oldu. 33 yazar, ozan ve aydının yakılarakkatledilmesi ve 2 otel emekçisi ile oteli ateşe verenlerdende ikisinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan Sivaskatliamı sonrası komadan çıkamayarak, 9 Temmuz1993’de hayatını kaybetti.

Şair olarak kavramları katışıksız anlamlarıyla, korkusuzcakullanmıştır. O acıdan söz ettiğinde, acıyı en etkilibiçimiyle ifade etti. Arılık en belirgin özelliği idi. Peş peşeokunduğunda bile, her şiiri insanı şaşırtmayı başarır.'hesap işi şiirler', şiirin matematikle ilişkisine nefis örneklersunar. Ancak, şiiri bir zekâ gösterisi gibi anlamadı ve aslabir sözcük cambazı olmadı.

Metin Altıok kendini şiire adamıştı. Sair olmanın günün tehlikesini bir sis çanı gibi duyurmakolduğunu vurgulayan bir şairdi Altıok. 13 Ocak 1991 tarihinde Cemal Süreya Şiir Ödülünüaldığı gün, "Ben hayatla tam anlamıyla karşı karşıyayım. Aydın olmak muhalif olmayıgerektirir. Aydın karşı koyan insandır, kafa sallayan insan değil" diyordu.

Şiirleri duygularımız dalgalandırmaya devam edecek hep:

SİS

Özenle boyadım ipliğini sevginin,Gidip de bulamamanın incinmiş rengine.Sisi gümüş bir rüzgârla tepelerden eğirdim,Dokudumyalnızlığın bu serin kumaşını,Sesime ayrılıklardan bir gömlek diktim.Ölümü tastamam ezberledim de geldim,Dilimde bu buruk türkü tadıylaBilmem ki buradan nereye giderim.

Sonunda kendime bir top yangın edindim,Soluğumla besledim dudağımın ucunda.Ömrümün külüydü savrulan hep ardımda,Örterek yavaş yavaş bıraktığım izleriYanmış bir günün sürüklenen kanatlarıyla.Koştum,durmadan koştum o küçük yangınımla,Adımın çaresiz kıyılarında kendi göğümü bulmaya.

METİN ALTIOK

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 69: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

DEVRİMCİ ŞİİRİMİZİN ÖLÜMSÜZ GERİLLASI ADNAN YÜCEL KAVGAMIZDA YAŞIYOR!

O, kavgalara sözlenen bir sevdanın izinde, yeryüzünü aşkınyüzü yapma çabasındaki ateşin ve güneşin çocuklarındanbiriydi. Temmuz sıcağının doğayı kavurduğu bir gündeÇukurova’da toprak çatlarken yitirdik Adnan Yücel’i. Binlerceyürek titredi göçüp giderken. Birdenbire dağ gibi mısralarıkaldı acılı yüreklere. Şair, yazar, araştırmacı ve öğretmendi.

Kâh Cudi’nin gözleriyle Cizre’ye bakar, kâh bir kavalıninceliğinde bir çiçeği okşardı. Soframda Kaval Sesinde peynirizeytini ve biberi okşamıştı. Yeryüzü Aşkın Yüzü OluncayaDek’te koca bir tarihe tanıklık etmişti. Toprağın ilk kez nasılçitlerle çevrildiğini, topraklıların tanrılaşırken topraksızlarınnasıl köleleştiğini öğrenmiştik mısralarında. Sonra umudukaybetmemeyi öğreterek hepimize yeryüzü aşkın yüzüoluncaya dek dedirtmişti. Ateşin ve güneşin çocuklarında binyılın ağıtını yaktı. Âdem’den öncede akan o iki nehrin köpükle-

rine bindirip okuyucuyu koca bir tarihe tanıklık ettirdi. Munzur’un sesini dinletti. Laç deresininleş deresine dönüşmesinin hüznüyle sızlattı yüreklerimizi sonra… İşçi direnişlerinde, “Tarişdenilince durulur birgün / Tarişin hesabı sorulur bir gün” diye direniş türküleri yazdı, söyledi.

Çok verimli olabilecekken genç sayılabilecek bir yaşta, 49 yaşında akciğer kanserine yenikdüşerek aramızdan ayrılan Adnan Yücel, anılarını zihnimizde her dem taze kılan şiirleriylekavgamızda yaşamaya devam edecek.

KIRLARA BAHAR YETMİYOR / ADNAN YÜCEL

Herkes kendince seviyor baharı Kimi ufuklarda yaşamı karşılıyor Kimi bakışlarda yeni başlayan aşkları Ey yasa bürünen mayıs sabahları Kimler onarıyor şimdi Dallarda dağılan kuşsuz yuvaları

Yapraklar üstünde yanan gözyaşları Tutulan yasın gizli sözleri Damlalar Yine tan vakti analar mı ağlıyor

Ben bu baharlara bahar diyemem Dersem şivan düşer bahçelere Nerde yaşamın o fidan coşkuları

Aşkın gelincik yangınları sevgiler Kırlara bahar yetmiyor ne yapsak Kara haberlerle soluyor güller

Kim kimden alınıyor bu topraklarda Bu topraksa tohumu biz Her bahar boy verip yeşermişiz Şu çiçeklerse gözlerimiz Gizli gizli açılıp sevinmişiz Siz bu sevinmeyi yaşayabilir misiniz Geleceği besleyen emeğin sabrını Bir suyun akışında bulabilir misiniz Ve karanlığın ihanetine karşı Tetikte nöbetçi bütün sabahları Ölürcesine sevebilir misiniz Siz bu sevdayı öldürebilir misiniz

Sayfa 69

Page 70: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

KATİLLERİNE İNAT YAŞIYOR , UNUTTURULAMIYORSANATÇI VE BİLİM İNSANI BEDRETTİN CÖMERT

Bedrettin Cömert’i hatırlıyor musunuz? 11 Temmuz1978'de görev yaptığı Hacettepe Üniversitesinde sağterör olaylarını soruşturmak için kurulan bir komitedeyer aldığı için, 11 Temmuz 1978 günü, en verimliçağında demokrasi ve insanlık düşmanı katillertarafından otomobili içinde kurşunlanarak öldürülenHacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretimüyesiydi.

1960–1970 yılları arasında doktora çalışmalarınedeniyle İtalya’da bulunmuştu. 1967'de RomaÜniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi.Aynı yıl döndüğünde, Hacettepe Üniversitesi SanatTarihi Bölümü'ne asistan olarak girmişti. 1971 yılında

Roma Üniversitesi Felsefe Enstitüsünde, “Son Elli Yılda Türkiye’de Sanat Eleştirisi” konulutezi ile doktorasını tamamladı. 1972’de Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümündeöğretim görevliliğine atanan Cömert, ikinci doktorasını da burada verdi. “Giotto ve SanFrancesco Geleneği” konusundaki tezi ile Sanat Tarihi doktoru da oldu. Yoğun bir yazı veçeviri etkinliğinin içinde bulunan Cömert, 1960’lı ve 70’li yıllarda dönemin belli başlıdergilerinde ürünleriyle yer alır. Bu dergiler arasında Forum başta olmak üzere, Yansıma,Gelecek, Varlık, Soyut, Yeni Ufuklar, Yeni Ortam sayılabilir. Ancak 1970’ten itibaren şiiryayınlamaktan vazgeçerek, eleştiri çalışmalarına daha ağırlık verir. Şiir konusundakitutumunu 4 Mart 1969 tarihli mektubunda Hasan Hüseyin’e şöyle açıklamıştır: “…Fakat benşiirlerime güvenmiyorum artık. Şiirdeki duyarlığımı eleştiriye uygulayınca daha verimli, dahayararlı oluyorum. Kendimi ozan saymıyorum senin anlayacağın.(…) Gençliğimin ilk yapmacıkheyecanlarından sıyrıldım artık.”

Cömert, 1950’lerde şiirle girdiği edebiyat-sanat dünyasında, adını daha çok eleştiriçalışmalarıyla duyurdu. Önemli çeviriler de yaptı. Gombrich’in ünlü kitabı Sanatın Öyküsü’nünçevirisiyle 1977 Çeviri Ödülü'nü kazanandı. Kalmasın Ellerim Sizlerden Uzak adlı şiir kitabıise 1979 yılında çıktı. Cömert’in daha sonra yayınlanan kitapları arasında şunlar sayılabilir:Giotto'nun Sanatı, Croce'nin Estetiği ve Mitoloji ve İkonografi. Eleştiriye Beş Kala, kendisininölümünden sonra yayınlandı. Hasan Hüseyin’in yayına hazırladığını belirttiği diğer iki kitabıise yayınlanamadı sanıyorum. Bunlardan biri, Dil ve Sanat adını taşıyan makaleler toplamı,diğeri ise Dili Dille Seviştirmek adlı çeviriler toplamı. 1980 yılında yayınlanan BedrettinCömert’e Armağan ise, Sanat Tarihi Bölümü tarafından 3–7 Haziran 1979 tarihindedüzenlenmiş Sanat Tarihi ve Sanat Sorunları Semineri'ne verilen bildirilerden oluşmaktadır.

Çok yönlü bir kişi olan Cömert’i tanımlamanın zorluğu hakkında Hasan Hüseyin şunlarısöyler: “Doğrusunu isterseniz, Bedrettin Cömert’i, ozandı, eleştirmendi, sanat tarihi ve estetik

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 71: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

öğretmeniydi, dilciydi, felsefeciydi, çevirmendi, polemikçiydi, babaydı, dosttu, insandı… diyeparçalara ayırmak istemiyorum! Onu böyle, parça parça anlatmak yanlış olur; çünkü o,bunların hepsiydi, bütün bunların oluşturduğu bir bütündü o. Şu yandan bakılınca eleştirmenolarak görünürdü; bu yandan bakılınca ozan, o yandan bakılınca sanat tarihçisi, ne bileyim,dilci, estetikçi, felsefeci vb…”

Bedrettin Cömert, eleştirileriyle de devrimci sanatçılara ufuklar açma çabasındaydı:

“Sanatla, edebiyatla uğraşan kişinin, hele de toplumcu, devrimci bir görüşübenimsiyorsa, yalnızca dünya görüşünü oluşturan genel doğrultularla yetinmemesi,özel olarak sanat sorunlarının en ince ayrıntısına kadar eğilmesi zorunludur.”

Onun “Eleştiriye Beş Kala”, adını taşıyan eleştirilerinin, “Sanat-Edebiyat Üzerine”yazdıklarının kolay kolay aşılacağını sanmıyoruz. Bedrettin Cömert kullandığı dil, üslup veyaklaşımı ile -o çalkantılı dönemi düşünürseniz- çağdaşlarını bile etkileyecek bir tutumsergilemiştir. Onun sanata, estetiğe katkısı asla azımsanamaz. Örümcek ağı tutmuşbeyinleri dahi düşünmeye, araştırmaya teşvik etmiştir. Çevirisini yaptığı meşhur ve hâlâelimden düşüremediğim, yıllarca eskimeyecek bir başvuru kaynağı olan Sanatın Öyküsü adlıkitaba yazmış olduğu önsöz bile onun düşüncesini, kişiliğini ele verir. Şöyle der: “SanatınÖyküsü, alışageldiğimiz sanat tarihi kitaplarının, hele de ülkemizdekilerin, tümünündışına çıkıyor. Bu kitabı okumak, gereksiz ayrıntıların öğrenilmesi için bir ‘katlanma’değildir. Tersine, ayrıntıların, genel bir dünya ve beğeni görüşü içinde, anlaşılır bir dilve anlatım biçimiyle verildiğinde nasıl çekici olduğunu kanıtlamaktadır…” SanatınÖyküsü o dönem sanatseverlerin taptığı ve gençlere sanatı sevdiren kitap olarak geçecektirtarihe.

Gencecik yaşamında 7 yıla sığdırdığı onca eserlerinin yanında yaşasaydı/yaşatılsaydı kimbilir daha ne eserlere imza atacaktı. Çünkü “Daha yapacak çok işi” vardı, BedrettinCömert’in. Ölümünün 34. yıldönümünde sevgi ve saygıyla anıyoruz.

TARİHİN AKIŞI

ufkun kıyısındayımorda bulutlar konuşuyor,orda düşlerin elleri-ayakları varve denizkızları denizi baştan çıkarıyor

masalın gerçek olduğu yerdeyimorada ay, güneşe ışık sunuyororada müzik günlük ekmektirve çocuk çiçeklere öğüt sorar

orada erkek ve kadın tek birvarlıktır, orada kılıçlar ve kurşunlarsapana dönüşmüştürorada söz ve eylem tek bir şeydir

Sayfa 71

BEDRETTİN CÖMERT

Page 72: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

KAVGADA ŞİİRİ, ŞİİRDE KAVGAYISEÇEN ŞAİR: VAPTSAROV

Nikolay Vapstsarov, makine teknisyeni, şair veBulgaristan Komünist Partisi üyesidir. Şiirlerindeişçi sınıfının ağır koşullarını, parti-sınıf ilişkileriiçinde ele aldı. Bu tavır, O’nu Bulgar ve dünyainsanlığı karşısında onurlu bir yere taşıdı. 1940yılında tek kitabı “Motor Türküleri” yayınlandı.

1942 yılında alman faşizmine karşı silahlıeylemlerinden dolayı tutuklandı. Vaptsarov’aaylarca işkence yapıldı. İşkenceler, komünistVaptsarov’u çözemezken, faşizm acil tarafındanyargılayıp, idam cezasına çarptırdı. 23 Temmuz1942'de faşist rejim tarafından kurşuna dizildi. O vebeş yoldaşı, idam mangası önünde, Hristo Botev'in,"özgürlük uğruna düşen ölmez!” şarkısınısöylediler. Yeni, demokratik ve devrimci Bulgarşiirinin en önemli temsilcilerindendi.

Soğukta ötüyor vın vın antenler.Gökyüzü nerdeyse inecek yere,Ne ben uykudayım bu an, ne onlarBağlandık büyülü haberler.

Kulaklarımızda tırmalayıcı sesi varGarâzkâr ve mankafa bir ajitatörünGözlerimde nefret yanacak par par,Hesabını göreceğim kondansatörün;

Dalacağım saksafon havasına,Ritmik cilvesine zenci kadının,Sallanacak o titrek uyluklar...Ey insanlık aslı bu mudur adının?

Yanan çöllerinde sanki dönenceninVe ağır gök kubbe altında ancak,Hayata göz açan kara insanlarGariplik dekoru kabarelerin.

Sanki Tuna nehri ömrümüz bizimDüzde sakin sakin kıvrılıp gidenBahar rüzgârıyla sonsuz yarıştaSiyah perçemini dalgalandır sen.

Bu soğuk gecede kulak ver ama,Nasıl ötüyor bütün antenler!Ne ben uykudayım bu an, ne onlar,Siz de uyumayın, insan kardeşler’

ANTENLER

NİKOLAY Y. VAPTSAROV(Çev. İbrahim Işık)

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 73: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

TEMMUZ AYI İÇİNDE YİTİRDİĞİMİZSOSYALİST EDEBİYATIMIZIN ÜÇ ULU ÇINARINI ANIYORUZ!

ASIM BEZİRCİ

Edebiyatımızda nesnel eleştirinin öncülüğünü yapan; eleştiri ve yazılarıyla 70 kuşağına yolgösteren Asım Bezirciyi 2 Temmuz Sivas Katliamında yitirdik. Yazılarında ve yaşamında“Halktan Yana/Sosyalizme Doğru” tavrını her zaman sürdüren Bezirci 40 kuşağının sonrasındaonlara öykünerek girdi edebiyata. Önce şiirler yazdı. Sonradan eleştiri alanına girdi. NurullahAtaç’ın öznel eleştiri anlayışını yıktı.

Üniversite yıllarında, siyasal durum, doğal olarak Bezirci'yi de etkilemişti. Dünyada yaşanandevrimlerin etkisi hissediliyor, sosyalist düşünce tartışılıyordu. Bezirci de Türkiye SosyalistPartisi'nin düşüncelerini benimsedi ve Gerçek Dergisi’nde o süreçte yazıları çıkmaya başladı.Bu yazıları nedeniyle de birçok soruşturmaya maruz kaldı ve daha sonra tutuklandı. Altı aytutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldı. 6–7 Eylül olayları nedeniyle hakkında bir soruşturmadaha açıldı ve tekrar tutuklanıp beş ay daha hapishaneye atıldı.

Birçok aydının, yazarın dile getirmekten kaçındığı doğruları asım bezirci çekinmeden dilegetirdi. Ülkemize emek veren ve sosyalist düşüncelerinden dolayı tutuklanıp, sürgün edilen, yada katledilen aydınların yaşamını araştırdı, yazdı ve hak ettikleri yere koydu. Edebiyatın veedebiyatçının bir ülkenin geleceğinde, kültürünü geliştirip yaygınlaşmasında büyük rolüstlenmesi gerektiğini bildiği için özelikle bu konu üstünde durdu:

Sayfa 73

Page 74: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

“Devrimci yazar, bireysel ve toplumsal gerçekliği, çelişkileri ve ilişkileriyle bütünselliği veevrimiyle içerden canlandırmalıdır. Gerçeklikteki doğruyu(hakikati), geleceğin tohumu ileereğini ortaya çıkarmalı ve onun yanında yer almalıdır. Şimdiye geleceğin gözüyle —çağımızda işçi sınıfının bilimiyle— bakarak bugünü yarına bağlamalıdır. Ancak buyöntemle gerçekliğin yüzeyinde dolaşmaktan kurtulur, derine, temel etkenlere inebilir,geleceği hazırlayan güçleri (sınıfları, kuruluşları, insanları) yakalayabilir, toplumdakiçatışmalı oluşumu devrimci gelişmesi içinde hakkıyla gösterebilir. Giderek, bu oluşumunizleyeceği yola, şimdideki geleceğe ışık tutabilir, geleceği sezdirebilir. Böylece, yalnızcaolmakta olanı değil, olması gerekeni de belirtmiş olur.”

“Gerçekte, politik savaşım, ideolojik savaşımın bir parçasıdır. Edebiyat da ideolojinin birdalıdır. Dolayısıyla, politika ve edebiyat arasında karşılıklı etkiler, diyalektik ilişkiler vardır.Bundan ötürü politik eylemin sonucu edebiyat alanındaki eylemle de bağlantılıdır. Elbette,salt edebiyat yoluyla politik hedeflere varılamaz. Fakat edebiyatın da desteğiyle sözkonusu hedeflere daha kolay ulaşılabilir. Çünkü edebiyatın insanlar üzerindeki eğiticietkisi derin ve süreklidir. Yazarlara “ruh mühendisi, bilinç mimarı” denilmesi boşunadeğildir.”

RIFAT ILGAZ

1940 Fedailer kuşağının en önemli şairlerindendir. Yaşamı bir yandan ciğerlerine çöreklenentüberküloz mikrobu ile diğer yandan ülkeye çöreklenen faşizm mikrobu ile savaşmakla geçti.Üzerlerinde dönüp duran faşist tehdit, yapıtlarını yayınlamasına da engel oldu. Sosyalist birTürkçe öğretmeni duyarlığıyla yazdığı Sınıf şiiri ve kitabına Sınıf adını koyması nedeniyle kitabıtoplatıldı. Kendisi hapse atıldı.

Hapisten çıktıktan sonra İlhan-Turhan Selçuk kardeşlerin çıkardıkları Dolmuş mizah dergisineStepne yakma adıyla mizah öyküleri yazdı. Adını en çok duyuran Hababam Sınıfını stepne adıylayayımladı. Kendisine para değil ama ün kazandıran bu romanı ancak 60 sonrası kendi adıylabastırabilecektir. Şiirlerinde de toplumsal yaşamdan izlere ve kesitlere yer veren Ilgaz, Sivaskatliamında A. Bezirci’nin ölüm haberini aldıktan sonra kalp krizi geçirerek hastaneye kaldırıldı. 7Temmuz 1993’te aramızdan ayrıldı. Rıfat Ilgaz bizim için, her zaman direngen umutların şairiolarak kalacaktır. Rıfat Ilgaz, şiirleriyle insancıl bir dünyanın sıcaklığını, yalınlığını ve özleminigeleceğe taşımaya devam edecektir hep.

Türkiye'nin en çalkantılı döneminde mizah işini sırtlamış, dolayısıyla defalarca tutuklanmış,sürülmüş, kira köşelerinde çileli bir yaşam sürmüş, hababam sınıfı gibi dev bir eseri yaratmış,bunun dışında sürüyle mizah hikayeleri ve şiirleri de olan dev bir yazardı Rıfat Ilgaz. Hayata vemizaha bakış açısını şöyle anlatıyor:

''Benim istediğim mizah, uyuşturup yatıştıran bir mizah değil, tedirgin eden türdendir. Bu türmizah, olumsuz olayları, yararsız kişileri, görüşleri konu edinse bile izleyene,olumlunun,yararlının, doğru davranışın ve sağlam tutumun ne olduğunu gösterir. Verilen ipuçlarıyla gerçeklere varılabilir. Bu anlayış, beni anılarımdan yararlanmaya zorlar. Bence ensağlam belgeler yaşantımdan kaynaklanır. Çabam, bozuk düzenin köküne doğru gitmek, benisaran olayların nedenlerinde kendi tanıklığımı saptamaktır. Bir bakımdan da sanıklığımı... '‘.

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 75: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

KÖRÜZ BİZ

Ne varsa otu ot çiçeği çiçek yapanTan yerinden söken umut ışığıSizin olsun çekik gözlü kardeşlerimAydınlıklar sizin olsun körüz biz

Bakmayın gözlerimizde yansıyan yıldızlaraGöremeyiz ateş böceklerini biz körüzÇakıp sönen deniz fenerlerini uzak kıyılarda

Bir bulut ne zamandır üstümüzdeYurt genişliğinde bir bulut kurşun ağırlığındaNilüferler sularımızda açar mevsimsizDolanır ayaklarımıza boğum boğumYapraklarında iri leş sinekleri uçuşa hazırGöz göz oyulmuş gözlerimiz biz körüzGöz çukurlarımızda radarlar fırıl fırıl dönerKörüz el yordamıyla yaşıyoruz bu yüzden

Yeni körler peydahlarız uyur uyanırAyak altında eziledursun karınca sürüleriEzenlerle bir olmuş yaşıyoruz ne güzelÇizme onlardan içindeki ayak bizden ne iyi

Körüz biz kör uçuşlara açmışız toprağımızıHa düştü ha düşecek çelik gagalardanMantar mantar açılan tohumlar sıcakta

Gözlerimizi bir pula satıp geçmişiz bir yanaÖlmesini bilenlere yüz çevirmemiz bundanKörüz gözbebeklerimize mil çekilmiş milAcımasız bir namlu şakağımızda soğukTetikte kendi parmağımız yabancının değil

RIFAT ILGAZ

AZİZ NESİN

Aziz Nesin; ülkemizin en korkusuz, en gözü pek yazarlarından, aydınlarından biri olarak neCHP diktasına, ne menderes diktasına ne de 12 Eylül diktatörlerine boyun eanımsanacakhep. Çünkü ğdi. İnsanların en umutsuzluğa düştüğü günlerde, cuntaya verdiği muhtıra gibiaydınlar dilekçesi ve bunun ardından yıllar süren davasıyla hiç geri adım atmadanmücadele etti.

İnsanların günlük yaşamlarından devşirdiği ölümsüz öyküleri ve romanlarıyla da her kuşakve görüşten insanın gönlüne yerleşti. Öykülerindeki gerçeklik ve vuruculukla, yıllar sonradahi bir olay karşısında “tam Aziz Nesinlik” sözü deyim olarak halkın bağrına yerleşti. 12Eylül sonrası duyarlılığını şiire de dökmeye başladı.

Sivas katliamında öldürülmek istenen Aziz Nesin, bu katliamdan 2 yıl sonra 6 Temmuzdaaramızdan ayrıldı. Toplumumuzun yaşadığı büyük dram, Aziz Nesin’in yapıtlarında evrenselbir anlama varmıştır.

“Alacakaranlık bir kandırmacadır, aldatmacadır, yutturmacadır, oyalama, göz boyamadır…..Ne aydınlık, ne karanlık… Varsa da yok… Yoksa da var… Var gibi de yok, yok gibi de yine var… >>>

Sayfa 75

Page 76: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Kanunlar hem var hem yok… kimine var, kimine yok. Kimi zaman var, kimi zaman yok. Kimi yerde var, kimi yerde yok…İnsan hakları derler. Hani varımsı da yokumtrak…Demokrasi; demokrasimsi…Sosyal adalet; sosyal adaletimsi…Varımtırak yokumsu… Tatlımtırak acımsı… Salımtırak ama çarşambamsı… Batılımsı da doğulumtırak… İlerimsi de biraz gerimtrak…” AZİZ NESİN (Merhaba’dan,1964)

BİTKİ OLACAKSAM

Bitki OlacaksamÇayır çimen olayımAman baldıran değilYol altında kalacaksamGelin arabaları geçsin üstümdenÇelik paletler değilÜstümde çocuklar koşuşsunNe kaçan ne kovalayanAskerler değilKerpiç yapacaksanız beniOkullarda kullanınCeza evlerinde değil

Soluğum tükenmez de kalırsaIslık öttürsünlerAman ha düdük değilKalem yapın beni kalemŞiirler yazın sevgi üstüneÖlüm kararı değilÖlünce yaşamalıyım defne yapraklarındaSakın ola kiSilahlarda değil.

AZİZ NESİN

SOSYALİST GERÇEKÇİLİK ÜZERİNE BİR NOT:Toplumcu gerçekçilik, sanatçının, dünyaya, insana, iktidarve güç ilişkilerine sağlıklı bakış biçimidir, özgürleşmeyollarının önünü açmanın tutumu, sanatçının bilinçli biryer tutuşu, konumlanışıdır; kalıplara sığan ya da kalıpkuran değil, kalıpları parçalayandır. Öyleyse toplumcugerçekçiliği unutturulduğu/kaybettirildiği yerde değil, obüyük birikimi bugünün somutunda dönüştürerek yalanperdesinin gerçek ile yanıtlayıp-yırtan, üzerimize kapa-tılan kapanı göğüslemek üzere ciğerlerimizi genişleten,teyit ve itaati dirence dönüştüren, dayatılana başkaldır-mayı kelimelerde değil zihinselde dokuyan bir hayatiyetiniçinde yeniden kurarak var kılabiliriz.

İSMAİL MERT BAŞAT

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 77: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

YAZI

Kırdım gökkuşağınıyüreğime çarparak,yararsız bir kılıcı dizde kırar gibi.Gül rengi kan rengi bulutları üfledimenginlerin ötesine.Kendi düşlerimi boğdumbeslemek için bir başka düşü,bana kahve yetiştiren insanların,damarlarında yatan düşü beslemek için...Veremli göğüslerde yatan düşü

(Birazcık hava, birazcık gün ışığı!);aç karınlarda yatan düşü

(Bir dilim ekmek, bir dilim francala!);çıplak ayakların düşünü

(Taşlar azalsın yollardas, Tanrım, cam kırıkları azalsın!);

kirli ellerin düşünü (Yosun... Sabun...yumuşacık, tertemiz!)

Ezilmiş yüreklerin düşünü(Tutku!.. Yaşam!.. Yaşam!..)

Tanrı’nın yazıcısıyım ben,Tanrı’nın uyarıcısı,Yıldızlarla, açlarla birlikte yürüyorum işreO büyük gündoğumuna!

LUIS MUNO MARIN(Çeviri: Ülkü Tamer)

Sayfa 77

Page 78: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

ŞİİRİN ŞİİRİŞiirle boğuştuğum zamanlarda, bir ayna yok bana nasıl başkalaştığımıgösterecek

Bazan bir düşte, garip bir ışıkla aydınlanıyor sözcükler, uyum veanlam değiştiriyorlar, karanlık çiçekler gibi açılıp cennetin ve yeraltıdünyasının kapılarına dönüşüyorlar.,

Gerçeklikle benim aramda, nesnelerin akıldışı yanlarının tadınavardıkları gerçeklik masalı var.

Sözcükler kanayarak doğmuşlar; titreyerek, birbirlerine bakarakbuluşmuşlar. Sonra birden dağılmış beyindeki bulutlar.

Ona bağırarak çıplak olduğunu söyledim. o da çıplaklığı giysilerininüzerine giydiğini söyledi.

Şair dostum, odaya toprak dolduran bir dille konuşuyorsun. Sularve balıklar girsin diye pencereyi açıyorum.

Sözcükleri unutalım. Irmağı bilmek ırmağın içinde olmak demektir.kadar çok söz ettik ki açlıktan, ekmeğimizi korumayı unuttuk.Şimdi şaşırtıcı bir özgürlük içinde bayram ediyor kilerde fareler.

Gecenin sisinden doğan duru sabah. Işık saçan, coşku veren güzelhava. Bir ağaç fısıldıyor, bir yaprak yürek acılarını dindiriyor kuşların,görünmeyen bir meltem gelip geçen sevinçli yüzlerle dolduruyorsokağı. Bir bir uçup gidiyor içindeki acılar. Gecenin küçük trajedisişimdiden çekmeceye kitlenmiş anılarla birlikte. Artık hatırlamıyorsunbile saatin kuru tik-taklarını ve hızla çarpılan kapıyı. Her şey yitipgitmiş güneşin uyumlu dinginliğinde. Dün gerçek sayılan hortlaklarınartık görünmediği sabahın harikalar ülkesi.

Zamanın oluklarına ağır ağır akan sonsuzluktu gün. Ağaçlarmilyonlarca kuş getirdi dünyaya. Ne bulut var, ne ölüm. Herkesdağlara tırmandı şenlikler için ve zevkten inlediler aşk hırsızları.

Kumral başını eğiyorsun, gözyaşı seline boğuyorsun avuçlarımı.Zavallı eller, alışık değiller böyle yakıcı hediyelere. Ağaçta asılıduruyor meltem kımıldamadan ve düşmanın hiç ele geçiremediği birülke yaz gecesi.

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 79: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

Her yeni aşk bir başka yüz kazandırıyor sana, yeniden yalnızlığınlakarşı karşıya getiriyor. Aşk yitip gidince, kalan boşluk bir cinayetsahnesini hatırlatıyor bize.

Evimde beslediğim tek hayvan kendi ölümüm. Sense onu benimlebesliyorsun aklınca.

Koca bir gün, tek şiir yazmadan, mürekkep akıtmadan. Tüyleriningerisinde öldü güneş ve o güzel akşam sürüp gitti ağaçlar ve sularla.

Bütün gece oturmuş yazıyordu. Kuşlar gibi dizeler uçuyordu yazdığıkağıtlardan ve içinde öldürülmüş şairlerin çığlıkları duyuluyordu,aç-susuz, tansıklara katılmayı özleyen.

Bir şiir vardı. Ve deliklerle doluydu bu şiir. Öyle ki, baktınız mı, yemekyerken, sevdalanırken, ayakkabılarını çıkarıp yatarken görürdünüz şairi.

Gece olunca, içinde sözcüklerin dalgın hizmetçiler gibi dolaştıklarımumla aydınlatılmış odaları hatırlatırdı bana şiirleri.

Sonra uyurdu. Ama uykusunun gerisinde uyanık kalırdı o ve şiirsürüp giderdi. Sözcükleri de kendisine başkaldırır, her şeyi yeni birbiçimde kaydederlerdi; bu da sevinçle doldururdu içini, böylecegörünmeyen, korkunç bir zorbadan öç alıyormuş gibi görürdü kendini.

Şiirin dışında kalan sözcükler sınırsız bir öfkeye kapılarak tıpkıcadılar gibi ellerine taşlar aldılar ve durmadan küfürler yağdırarak şairide, gelip geçenleri de taşa tuttular.

İşini tamamladığında yorgunluktan ölü gibiydi, şiirleri ağır geliyordukendisine, taşlarla doluydular sanki. Elbette biraz ışık vardı şiirlerde,göğün kurduğu düşlerden, denizin sesinden bir şeyler, bir garip çiçekvardı. Ama taşlar engel oluyordu ona. Kendisinin ikiyüzlülervebakarkörler için şuraya buraya kurduğu tuzaklardan bile daha çok engeloluyorlardı.

Sana bir şiir okuyacağım, dedi. Ve kağıtlarını çıkarmak için elini soktuğuçekmeceden güçlükle heyecansız başını çıkardı bir cesedin.

TAKİS SİNOPULOS(Çeviren: Cevat Çapan)

Sayfa 79

Page 80: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

HUZUR VE DÜZENMilyonlar çalışırsa yaşamadananalar bebelere yalnız süt suyu verirse —

bu düzendir.Emekçiler seslenirse: “Bırakın bizi aydınlığa!Emeği çalan çıkar kadıya” —

bu düzensizliktir.

Veremliler koşarsa torna tezgâhına,on üç kişi pinerse bir odada —

bu düzendir.Ama biri koparırsa haykırıp zincirini,Yaşlılılığını güzence altına almak istediğini —

bu düzensizliktir.

Zengin mirasyediler İsviçre karlarındaeğlenirse... ve yazın comer sularında —o zaman huzur vardır.Ama her şeyde değişme tehlikesi varsa,arsa ticareti birden yasaklanmışsa —

o zaman huzursuzluk vardır.

Aslolan: Açlara kulak vermemek,Aslolan: Caddelerin düzenini bozmak.

Ses çıkmasın yeter.Zamanla her şey olur.

Evrimle her şey size de ulaşır.Milletvekilleriniz keşfetti işte bu gerçeği.Unutmayın o zamana dek hepiniz nalları dikmeyi.Nasıl olsa mezar taşlarınıza yazılacaktır:

Onlar hep sessizlik ve düzen içinde yaşadılar.

KURT TUCHOLSKY(Çeviren: Yüksel Pazarkaya)

Emeğin Sanatı 158. Sayı

Page 81: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

15.07.2014 Yıl: 8 Sayı: 158

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluylaalıntı yapılabilir.

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, [email protected] gönderebilirler. Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi: http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:LUIS MUNOZ MARIN:Portorikolu şair. 1898-1980. Porto Riko’nun kurucularından önemli birdevlet adamıdır. 1920’de, özellikle yoksul halkın sorunlarıylayakından ilgilendi. Hem edebiyatçı hem de senatör olarak. Sosyaldemokrasinin öncülüğünü yapar. İki şiir kitabı vardır.

TAKİS SİNOPULOS:1917-1981. Tıp eğitimi yaptı. Şair, çevirmen, ressam ve eleştirmenolarak ün yaptı. 1940-41 yıllarında Arnavutluk cephesinde savaşanSinopulos, 1946-49 yıllarında direnişçilerle birlikte iç savaşa katıldı.Savaş yıllarında çıkardığı şiir kitabında insancıl duygular ve gerçkçiyaklaşım ön plandadır. Daha sonra başarılı aşk şiirlerinin şairi olarakün yapmıştır.

KURT TUCHOLSKY:1890-1935. 1. Dünya Savaşına katıldı. Gazetecilik yaptı. 1929’daİsviçre’ye sığındı. Nazilerin yönetime el koymalarıyla yurttaşlıktanatıldı ve Almanya’da kitapları yakıldı. Döneminin kara alayı, iğneleyicidili ile en güçlü yazar ve şairlerindendir. Savaşlara, silahlanmaya,milliyetçiliğe ve Nazizme karşı en sert ve ödünsüz savaşımcı olmuştur.Nazilerin başarısı karşısında umutsuzluğakapılarak intihar etmiştir.

Kaynak:DünyaOzanlarındanSeçmeler , AnonimMilliyet Sanat Dergisi Eki

Page 82: 158. SAYI EMEĞİN SANATI E-DERGİ

IRGATIN TÜRKÜSÜBen ben değilim artık benİnan bu son gülüşümToprağa gömülüşümSana çiçek vermemden.

El tarlasında kırıldı bedenMezar bu fabrika, bu urba kefenBen ben değilim artık benSoyulmuşum.

Boşa işlemiş zamanBankalar kurulmuş sırtımdanDik dünyayı tırman tırmanKoşulmuşum

Boşa dönmüş değirmenBen ben değilim artık benDünya kara kapkaraYanmış yenmiş etimden.

Kutsal yürek tutuşmuşumGün kıpkızıl bir yaraBen ben değilim artık benUmut gülüyor çocuklara.

İçten içe yanan yarınÇığlık çığlığa yaralılarıın

CAHİL IRGAT