130
Aylık Sosyalist Sanat E-Dergisi Yıl:10 Sayı: 174 15 Aralık 2015

EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI 10. YIL

Embed Size (px)

DESCRIPTION

ARALIK / 2015 Sosyalist Kültür ve Edebiyat Dergisi Sayı:174 Yıl:10

Citation preview

Page 1: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Aylık Sosyalist Sanat E-Dergisi Yıl:10 Sayı: 174 15 Aralık 2015

Page 2: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL
Page 3: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

EMEK VERENLER / İÇİNDEKİLER

ÖN KAPAKADNAN DURMAZ

GÖRSEL1

JOHN STEİNBECK DİYORKİADNAN DURMAZ

GÖRSEL 2

EMEK VERENLERİÇİNDEKİLER

3EMEĞİN SANATI’NDAN 173.

MERHABAA.Z.ÇAMUR

SUNU YAZISI4

BU SAYININ SAVSÖZüYaşar kemal

5Uzakları Bilen Adamlar

ADNAN DURMAZŞİİR

6Sorumluluk

F. KADRİ GÜLŞİİR

11Şâir Yüreği

TAN DOĞANŞİİR

12Bir Yudum Çay

MUHAMMET DEMİRÖYKÜ

13Rüzgara Gömün Bizi

ASIM GÖNENŞİİR

15İtirazlı İşporta

SERKAN ENGİNŞİİR

18Îşportaya Bi İtirazSERKAN ENGİNKÜRTÇE ÇEVİRİ

RESUL ÜSTÜN19

Toprak KokusuNECMETTİN YALÇINKAYA

ÖYKÜ20

En Son Başlangıcı BulmakBEGÜMHAN VARLIK

DENEME22

SehpadakilerA.UĞUR OLGARŞİİR23FukaraMEHMET RAYMANŞİİR24Tıraş Olmuş Bir Ölüyle....BÜLENT AYDINELŞİİR25Seni Bağışlıyorum!GÜLEFER CAMBAZ SAVRANÖYKÜ26Tuzu Eksik Bir TerBEKİR KOÇAKŞİİR31Göz GözeHASİBE AYTENŞİİR32Ethem SarısülükMUSTAFA SÖYLEMEZŞİİR33YumurtaÖZLEM KESKİNÖYKÜ34Dilimin DeltasındaCEM ERENŞİİR38Yarası Sağalmış Bir Sayıklamadır ŞiirMELİH COŞKUNŞİİR39GeleceklerHAYDAR DOĞANŞİİR40Yalnızlık NotlarıMERİÇ AYDINŞİİR41Ateşle Sınama Beni GÖKMEN SAMBURŞİİR42

Tahir Elçi ve Kendi masumumuz....VİLDAN SEVİL

MAKALE43

Zulüm Saltanatınızda YaverSEMA LALE

ŞİİR46

Erdal Eren İçimizdesin...BURCU TÜRKER

ŞİİR47

VayÖZER GENÇ

ŞİİR48

Fotoğraflar ve izdüşümleriADNAN DURMAZ

FOTOĞRAF-DENEME49

Majiskül Dilli CaddelerALİ HALDUN HAKMAN

ŞİİR63

Bilinçsiz AnarşistERTAN ŞAHİN

ŞİİR64

HaydeNECİP TIRPAN

ŞİİR65

Nasıl düşünür insanADİLHAN ŞANLI

ŞİİR66

Edebiyatın Direnişi mi… Direniş Edebiyatı mı…

ADİL OKAYELEŞTİRİ

67Yıldız Dağların Ötesinde

VEDAT KOPARAN ŞİİR

71Aralık Helvası

YAŞAR DOĞAN/Lolan ŞİİR

72Barış

TEMEL KURTŞİİR

73

Göbeklitepe, Bize Neyi Anlatıyor?SİBEL ÖZBUDUNİNCELEME74Keyfinden ÖlürlerSEÇKİN ZENGİNŞİİR81Lanetli Bir Çarmıhta.....OĞUZ ATEŞOĞLUŞİİR82Dizelerde “Şiir ve Şair”A.Z.ÇAMURSEÇKİ84Yaşam ve Sanatta Bir Ayın İzdüşümüSANAT HABERLERİ-ANMA85Aralık Ayında Önemli Günler93Dünya Şairleri(ARAP ŞAİRLERİ) Kısa BiyografisiKÜNYE123DönüşABDÜLVAHAP EL-BEYATİIRAKÇEVİRİ ŞİİR124ŞarlatanUNSİ EL-HACLÜBNANÇEVİRİ ŞİİR125Kır putlarıABDÜLKADİR EL KOTMISIRÇEVİRİ ŞİİR126Bülbülün İniltisiŞEFİK CEBRÎSURİYEÇEVİRİ ŞİİR127Elinde SeninŞÜKRAN KURDAKULKONUK ŞİİR129Bilirim -Erdal Eren'e-AZİZ KEMAL HIZIROĞLUKONUK ŞİİR130

A.UĞUR OLGARADİL OKAYADİLHAN ŞANLIADNAN DURMAZALİ HALDUN HAKMANASIM GÖNENBEGÜMHAN VARLIKBEKİR KOÇAK

BURCU TÜRKERBÜLENT AYDINELCEM ERENERTAN ŞAHİNF. KADRİ GÜLGÖKMEN SAMBURGÜLEFER C. SAVRAN

HASİBE AYTENHAYDAR DOĞANMEHMET RAYMANMELİH COŞKUNMERİÇ AYDINMUHAMMET DEMİRMUSTAFA SÖYLEMEZNECİP TIRPAN

NECMETTİN YALÇINKAYAOĞUZ ATEŞOĞLUÖZER GENÇÖZLEM KESKİNRESUL ÜSTÜNSEÇKİN ZENGİNSEMA LALE

SERKAN ENGİNSİBEL ÖZBUDUNTAN DOĞANTEMEL KURTVEDAT KOPARAN VİLDAN SEVİLYAŞAR DOĞANALİ ZİYA ÇAMUR

Page 4: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

EMEĞİN SANATI’NDAN 174. MERHABA

Merhaba,10. yılımızdayız. Emeğin Sanatı E-Dergi 10. yaşına adım attı. 1 Aralık 1996’da bir grup arkadaşla başladıserüvenimiz. İşte ilk acemiliğimiz, ilk deneyimsizliğimizle birlikte ilk kapağımız ve ilk “Emeğin Sanatı’ndanMerhaba” yazımız:

174 sayımız boyunca hep emeğin sanatının ana çizgilerini izledik. Yazılarımızla, şiirlerimizle, öykülerimizle,halkımızın ve dünya halklarının nabzını tutmaya çalıştık. Emeğin Sanatı, sanatın alınıp satılan metaolmasına karşı çıktı hep. Sanatın ve sanatçının alınıp satıldığı bir dünyaya karşı yazılarımızla tavır aldık.Artık gerçek sanatçıların, piyasa egemenliğini benimsemiş sanatçılardan ayrıştırmasının gerekliliğinevurgu yaptık. Piyasalaştırılan sanatın ürünlerinin sanat olma niteliklerinin sorgulanması gerekliliğinisavunduk. Sermaye karşıtı devrimci sanatçılar, yapıtlarını kitaba dönüştürmekte zorluklar çekmekteydiler.Bunun üzerine dört yıl önce internet üzerinden yayın yapan e-yayınevini oluşturduk. İssuu.com üzerinden44 elektronik kitap yayınladık. Bu kitaplarımız büyük ilgi gördü. Yayına devam ediyoruz.

174 sayı boyunca yüreğinde sevda türküsünü eksik etmeyenlerin türküsü olduk. Çark ve çıkrık sesleriarasında, maden ocaklarında ter döken her biri Ferhat, emekçilerin gözü, kulağı olduk. Özgürlüğe, ileriye,yarınlara yürüyen şafak yolcularının çağrısı olduk. Yoklukları yokluklara katarak hölük eleyen, savaş,kırım içinde bebesine aş pişirme derdinde, evlâdını cellâtlara kaptıran yorgun ve çileli anaların çığlığı, ağıtıolduk. Polis düdüklerine, canavar sirenlerine aldırmadancopa, sise, gaza, zehire direnen gençlerin bildirisiolduk. Katillerin, cellatların, ceylan avcılarının karşısında duranların, bu uğurda sonsuzluğa yürüyenlerinırmağı olduk. Labirentlere ışık tutarak gölgeleri yaşamımızdan silmek isteyenlerin şavkı olduk. Onurunşahdamarına yürüyen kitlelerin pankartı olduk. Karanlık hücrelerde binbir çile ve işkenceye direnenlerindüşleri olduk.

Bütün bunları olmaya hep devam edeceğiz. Hep birlikte, el ele, kol kola, omuz omuza... Yılmadan,düşmeden, durmadan, gerilemeden...

Başlangıçtan beri, bugün de hep birlikte olduğumuz, zaman içinde uzaklaşan ve sonsuzluğa yürüyenyoldaşlarımıza da bin selâm olsun.

ALİ ZİYA ÇAMUR

EMEĞİN SANATI Grubu 04 Temmuz 2004 tarihinde antoloji.com sitesiiçinde emekten ve insandan yana sosyalist gerçekçi bir sanatın izini sürenşair, yazar ve sanatseverlerce kuruldu. Hiçbir siyasi görüş ya da grubunçerçevesi altına girmeden, çalışmalarını sürdüren grup, kendini "Bensosyalistim!" diye ifade eden herkese kapılarını açık tuttu...Bu dergi, grup üyelerinin üretim ve yaratımlarını dışarı açma çabasınınyanında, kültür emperyalizminin ideolojisi olan postmodernizm, sanatınher alanına bir ahtapot gibi yapışırken, aynı duyuş ve düşünüşleripaylaştığımız insanlarla tanışarak ve birleşerek yeni bir dalga yaratmaamacıyla oluşturuldu.Postmodernizm, kitlelerin direniş inancını ve istencini kırma çabasıyla sağya da sol görünümlü yüzüyle sanatı kapitalizmin güdümüne verirken,bizler sosyalist gerçekçiliğin bayrağını yeniden sanat alanlarına dikmek;sanatsal çabamızı sosyalist uyanış ve direnişe dönüştürmek kararındayız.Haykırışımıza vereceğiniz yankı, bize daha büyük güç katacaktır. Bizimtemel belgimiz Bertolt Brecht'in şu sözüdür:"BİZİMSANATIMIZ TOPLUMSALKAVGAMIZIN BİR PARÇASIDIR!

Page 5: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

BU SAYININ SAVSÖZÜ

Sanatçılık onuru, düşünce, düşüebilme onuru diye bir şey var. İnsanoğlunu, alırımbeşe satarım onayla koşullanmış kafası, yüreği yozlaşmış bütün insanlık değerlerini bukoşullanmayla birlikte yitirip bir ucube hâline gelmiş bezirgânlar yönetecekler desanatçılar bu işe katılmayacaklar. Dünyayı yapanlar, düşünce adamları, sanatadamları yönetime seyirci olacaklar da yozlaşmış bezirgânlar yönetecekler dünyayı.Bu dünya bir felaket içindeyse bugünlerde, eğer ölümün, açlığın, eşitsizliğin en yoğunyerine gelmiş dayanmışsa, bu yozlaşmış bezirgânların yönetimleri yüzündendir.Bundan önce böyleydi, bundan sonra da böyle olacak, alırım beşe satarım ona'yakoşullanmış bezirgânlar dünyanın neresine parmak değdirirlerse orası çürüyecek...Bütün insanlık yeteneklerini ve değerini bir tek alırım beşe satarım ona'ya yöneltmiş,bundan başka çok az şey düşünmüş, ya da ancak bunu düşünebilme olanağınbulabilmiş bir kafa düşünün ki insanlığı yönetiyor, bu kafa, bu fıkaralık, budüşkünlükle. Ve bu satarım ona kafası insanoğlunu yönetme hakkını yalnız kendinetanıyor, sanat, düşünce adamına gelince , ona köşede durmayı salık veriyor. Çokyazık., çok yazık ki bir takım sanatçılar, düşünce adamları da buna uyuyorlar.

Sanat bir usta çırak sorunudur. Dün de öyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle olacak.Bunu kimse yadsıyamaz. Öyleyse edebiyatın temeli edebiyattır. Edebiyat bir sçzsanatı, söz ustalığıdır. Sanat bir biçimdir. Usta olamamış, söz ustalığına önemvermemiş bir kişi, söz biçimlerini anlayamamış bir kişi nasıl sözle sanat yapar da ustaolabilir? Çağlar boyunca her tür sanatı düşünelim, her sanatın ustaları çıraklarıolmuştur. Homeros’un çırakları çağlar boyunca Homeroslular diye uzayıp yüzyıllaragelmiştir. Ya resim sanatı, ya müzik... Önce bütün sanatlar usta çırak işidir, işteondan sonra başka şeyler başlar. Önce zenaat, sonra sonra sanat... Bunun dışınaçıkmak epeyce olanaksız. Ve asıl sorun da işte bundan sonra başlıyor.

Dünyada ve Türkiye’de sözüm ona düşünürler, sözüm ona sanatçılar bir akımüretmeye çalışıyorlar, bugün değil epey uzun bir süreden beri. Diyorlar ki, söz sanatıözsel olarak, salt söz sanatı olarak kendine yeter, ne söylediği, ne işlediği, ne yaptığıbizi ilgilendirmez. Bir söz biçimleridir edebiyat. Yaşamla ilgisi olursa da olur olmazsada... Daha ileri gidiyorlar, söz sanatını iyice yaşamdan koparmak istiyorlar. Yani sözhiçbir şey söylemeyecek, unutuyorlar ki, söz bir şey söylemek için icat edilmiştir, yalnızbiçimler yığını olarak kalacak, sanat, gerisi lafı güzaftır demeye getiriyorlar. İşteböylesi düşünceler tuzu kuru, sömürgeci ülkelerde doğuyor, varsın doğsun, onların budüşüncelerde çıkarları var, ne bileyim ben, en iyi niyetle bunalımları var ya bizimkilerene oluyor? ....... Böyledir az gelişmiş düşünce adamı tipi. Böyledir az gelişmişöykünüzü, kendi kültürüne yabancılaşmış aydın kafası. Şahtan çok şahçı olurlar.

YAŞAR KEMALMilitan Dergisi, Şubat, 1975

Page 6: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

UZAKLARI BİLEN ADAMLAR

Karşı dağın alnacından gelen kişiKararan çalının duldasında siğnenenSinesinden bulutlar geçen ayın terkisine binipYıldızlardan su içenBize su’nun kıvrımlarını okumayı öğretNe yazar taşların aya çizgilerindeGüneş ak alınlarından doğardıÖküz gönü çarıklarla kara yere

dağlar gibi basarlardıOnları bekledik bunca zaman bilin miNeredir yerleri söyle bize

Kuzgunlar bebe üleşir çağlarda kaldıkMayaları çan çalan kervanlardan artaAk taşları belekleyip ağlayanAnaların çaldığı o kanlı nende kaldıkZamanlardan ötelerde zalimin pençesindeMahzun ve naçarÇakmak taşı yonup döven dişledikHayatı bin ağladık bin işledikÇağların dışında devrildi kara kağnıGel bize ağaçların şarkılarını anlat

Yılkı yılkı turna oymaklarındanMeydanlara kurşun yağdı dağıldık pırna pırnaKurt bulanık boralarda gece kondu semtlerindeBaskınlar hayın faklar çevirmeler içindenYedi kat yer altından doğan pınarlar gibiKaranlıklar içinden sağıldık geldik

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 7: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Gecenin bir yarısı kör duman sis içindenKapımızı çalar gelirlerdiBiz onları bilmezdikOnlar bizi bilirlerdiAdımızı söylerlerdiSessizliği yontarlardıKirkit vururlardı karanlığaIşık dokurlardı

Yıldırımların sırrını bilirdi parmaklarıAşka lav akarlardıAteşi bilen adamlardı

Kıvırcık karanlıktaİğne işlemez gecedeBağırsan ses ulaşmaz yoldaşınaYalnızlık loda loda yağar başınaBağırsan sesine ses veren olmazOlmadık zamanlarda geldikleri doğrudursu dilini taş dilini aşk dilini bilirlerağaçlar eğilir onlar geçerkenKaldırımlara hoyrat yürüyen yabancıYanlarından bir vaşak gibi geçer gece barlarınınSırtında yeşil parkası vardır hâlâVe cebinde yasaklanmış bir bildiriCebinde kırık bir başak

Karşı dağın yamacından kente dökülen güneşÇıkart çarıklarını dinlen birazBize fırtınaların sırrını bilen adamları anlatVe savrulan yaprakların hüzünlerini söyle

Ne zaman girdik insanlık bahçesineNe zaman çıktık insanlıktanBulutların kitabını okuyanToprağın dilini bilen adamlar gerekli bizeDeğilse aşksız kalacak sonra gelenlerKi sevdasız bir dünyada geriye dönemez acıGiden bir sevgili gibi hüzün bir daha uğramaz yüzümüzün göğüneBize bir bildiri gibi aşkı gülümseyen insanlar gerek

Sayfa 7

Page 8: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

“sen onu dediğinde çağla yeşiliydi gülüşünhani “sular gibi akmak” dediğin günbatımındao zaman akmaktaydın aslında kıvrım kıvrımkuşkusuz çağla yeşili de senin gülüşün olmak istiyordusuyun sen akması gibi- senin akmak istediğin o anbir çiçeğin ürperdiğinde nasıl ürpermez dünya"

otuz kuş gibi yağmalanmış turna katarlarındankalbimizde kanla çizilmiş yol haritalarıve tecavüz edilmiş değerleri insanların gönlümüzün zulasındafırtınalı günlerde yol yitirip ayrıldıkadalarım –kıtalarım yarımadalarımbuz dağlarım –yalıyarlarım-uçurum yanlarım kaldı bendehiç birini satılığa çıkartmadım batakane köşelerindeorda yeşerip sarardımorda göverip karardımişte o umudun alın çatındayeniden gelişine büyüyerek baharlarıncelebin önünde birbirini yiyen sürüyalnızca bir parçamı gördüler ve orayla kavgalaştılaronlara batan bir güzelliklerime saldırdılaren dürüst yanlarımı taşladılarkurşuna dizdiler umudu savunan gülüşlerimibütün güzelliklerime bile bile kör kaldılar

nere yol düşürsem hazırdı düşmanlarımmüzevirler gülüşüme çetele tutarhainler bekleşir yol çatlarımdaçünkü bir ağaçlarımın çiçeklenmesi taammüden cinayetve nifak kardelen umudumun kaldırımı delmesitaşın söylediği bir kuru yankı mı yalnıztoprağın altında ağaçlar gibi zağlanırızalanlardan geçmişiz kanla yıkanmışyağmurlar işlemiş iliğimize safi hüzündenpostunu satılığa çıkartan dostlardan ayrılmışızkenarın adamlarıyızsürgünlerizmimliyiz bütün zamanlardaatlasın her yerine bulaşmış kanımız

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 9: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

“ben dağların ağaçların yolların bekçisiyimkara gece kalmaz öyle şafağım süzülür oflazormanları güden çobanım yol arkadaşım kuşlarkarşı dağın yamacından güneşle gelenim bengecenin içinde sabır yakarım kor korakkorunu avuçlarım umudun hapaz hapaz”

çok bekledik karanlık uzun sürdügecede kan sesi kesilmezkasvetli bacalarda eğik bir dumanpervazlar döküldü rüzgarsızboynu vuruk bir güneşle yetindik onca zamanbize yağmurların dilini bilen adamlar gerek

değilse aşksız kalacak bizden sonra gelecek çocuklarsevdasız yama tutmaz yürekbir kadın ak kireçle sıvayamaz kerpiç duvarıananın ördüğü çorap sökülürsabah gelmez o mavimsirek gülüşüylebir türkü gerekli bahar gibi uyanmak için ölüm uykularındankesilsin halkların o bin yıllım iniltisi yeter artıkateşin saçlarını yolmaya hazır parmaklarımızbize şafakların dilini çözen adamlar gerekli

karşı akan al buluta binip gidenbize o adamların yerini söyle

Evcil bir duygudur o kara gözlü hüzünBirlikte yaşamayı öğrendiğimizAğustos çarpması bozkırlarda bir ağaçYaprakları altında gölgelendiğimiz

Hani sağanaklar gibiÇarparız kendimizi yerlereHani bir yer vardırKalakalıp –bıkkınGöllendiğimiz

Sayfa 9

Page 10: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Karşı dağın yamacından geçen atlıTam da ufuk çizgisindeYitti yitiyor derkenSen hep bulut kesilirsinHabersiz

SevinçBir göz kırpımlık anAcı ki bir çöl yolunun ağrısıÖfke kalbe kırbaç vurmakBir yer varNere gitsekBütün duyguların iklimlerindenOnun yağmurlarına hep geri döndüğümüz…

o hala dolaşıyor yeşil parkasıylayüzünde yanık bir mektup gibi bakışızamansız ipe giden onurun gözlerindesevda mezatlarında yürek pazarlarındaayağında postalları hiç eskimemişen fazla 23 yaşındavolta vuruyor hınçla

o hala grevci işçilerin arasındabüyük krizlerine gülerek emperyalizminbirinci cigarası hala parmaklarında

ve küheylan bir gökkuşağına binmişansızın gözüne değdiği yerde zamanınheybesi silme yıldızgeçiyor umuda sarıldığın her yerdeuzakları bilen adamlarsen bu karanlığı silkip atmadıkçasen onu göremezsino seni göre görebekler yanıbaşında

ADNAN DURMAZ

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 11: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

SORUMLULUK

Kendi kendine konuşan rüzgârolmayı seçsen dedumanı tüteryaktığın ateşin

Yazgına yenik düşme yeter kionulmaz dediğin yarayabir sevdalı kuş konarçiçek açar bir yerindenbakarsıntürkülenir yenidenmeyve verir dokunduğun her dal

Varsın barut kokusu karışsınkokladığın çiçeklerekurşun seslerikuş çığlıklarını bastırsın

Yaşama tutkusunun derin sancısıvahşi bir ezgi örneğitutuşmakta değil mi kanındagünün her doğuşundayaktığın her ateşindumanı görülür bir yerlerdenkendi kendine konuşanbir rüzgâr olamazsın ey yâr

F. KADRİ GÜL

Sayfa 11

Page 12: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

tan doğanşâir yüreği

ne kadar taşır bir kalp ne kadarşâir yüreği…

“ne arteryo skleroz* ne nikotin ne hapisişte bu yüzden doktorcuğum bu yüzden

bende bu angına pektoris* ”

ne kadar yaşar bir şâir ne kadar‘aşk’sa şiiri…

“sonra her şafak vakti doktorher şafak vakti kalbim

yunanistan'da kurşuna diziliyor”

ne kadar susar bir dil ne kadaryanıksa sözü

“kalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor”‘zaman’ nâzım dinleyip nâzım söylüyor

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 13: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

BİR YUDUM ÇAYMuhammet DEMİR

“O kadın hala çay içiyor mu?Bakan görüyor mu?

Elinde bardak var mı?Ya Sehpasında demlik?”

Kimseler görmemiştir aslında onunçay içtiğini. Pek tiryakisi değildir.Benim gibi değildir yani. Ancak neilginçtir ki her vakit önünde doluduran bir bardak çayı mutlaka vardır.Ne enteresan değil mi? Hem bardaksürekli dolu ve elinde, ama kimseyudumladığını görmüyor. Baksanızgörürsünüz siz de. Hem her bakangörecek değil tabi ki. Aslındahaklısınız siz de. Çünkü her bakangöremiyor bardağını. Var yahu var

elinde tabi ki her zaman, hem de dolu ve içmeye hazır. Çok tuhafsınız siz de. Görünmez mibakınca?

Elbette bakınca görmeli insan değil mi? Ya da hayallemeli. O bardağı. O bardaktaki çayı. Odemliği. Siz bilmezsiniz tabi ki. O demlik onca zahmetle alınmıştır. Küçücüktür. İki kişiliktir.Alüminyumdur. Başkaları için değersizdir. İki tane mandal bile etmez eskiciye verseniz. Amaöyle işte. Sehpanın üzerinde demliklerin ardında kalan kısımda bir boş çay bardağı vardır.Bardak ters çevrilmiştir. İçi boş görünür. Oysa o bardak o biçimiyle adeta bir cam fanustur.İçi havayla doludur. Her an bir misafir beklenir. O evde. Ama o misafir bir türlü gelmez. Çaysoğur. Çay bayatlar. Yeni bir çay demlenmeli, yeniden beklenmelidir o misafir. Bir yudumdahi olsa tadına bakılmalıdır çayın. Aslında misafir her zaman beklenilendir. Evet, gayet tabive doğal olarak konuksever bir ev sahibesi her an bir yudum içirecek çayı bulundururdemlikte. Öyle değil mi?

***"Otur karşıma" der kadın.

“Emreder gibi mi?”

Usul, usul sallanan sandalyenin diğerine ilişir konuk.

"Yok, emir değil kadınınkisi, sadece alışkanlık, ağız alışkanlığı.”

Sayfa 13

Page 14: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Fanus artık açılmış hava karışmıştır diğer ortamdaki hava ile. Kadın çayı köpürtmeden hemde tam deminde doldurur bardağa. Zaten bilir nasıl içtiğini konuğunun. Bu bir önsezidir belkide. Bilir. Sesiz ve de usulca çaylarını içerlerken karşılıklı olarak.

***Sessiz ve usulca içtiler çaylarını. Hâlbuki konuşacak o kadar çok şey vardı. Ama onlarkonuşmadılar. Konuşmadılar ama sessizce birbirlerini dinlediler. Bu anın hiç bitmemesinidilediler içlerinden. Ve hep sessiz ve dertliydiler. Hâlbuki dert çoktu ya çare. Elbette çare deçoktu. Sessizce hallettiler her şeyi. Saatin tik takı da olmasa. Şu dışarıdaki meltemin ağaçdallarında ve yapraklarında yarattığı ses olmasa. Şu kuşun cıvıltısı olmasa. Şu tıp tıp akanmusluğun sesi olmasa. Bir çalışıp bir duran buzdolabının sesi olmasa. Şu bardaktan yudumyudum içilen çayın sesi olmasa. Ama hepsi vardı.

"Evet, evet haklısın hepsi vardı." Ve bunun için bile yaşamaya değerdi. Bunun için bilekarşılıklı olarak saatlerce sessiz ve derin derin oturmaya değerdi. Bir demlik çaydemlenmeye değerdi. Her şeye değerdi. Üç, İki, Bir ve Sıfır diye geriye saymayıtamamladılar içlerinden. Peş peşe sorularla birbirlerini soru bombardımanına tuttular. İşte oanda sessizlik bozuldu. Ama büyü asla bozulmadı. Diğer sesler kayboldu evin duvarlarında.İkisinin sesi kaldı. Sadece ikisinin sesi. Ve kapı çalındı. Ev sahibesi kapıya doğru yöneldi.Misafir huzursuz oldu. Ev sahibesi kapıyı açtı ama kimsecik yoktu ortalıkta. Sağa solabakındı. Yoksa düş müydü bu. Kapıyı kapatıp içeri doğru yöneldi. Ama oda da kimsecikleryoktu. Misafirini aradı köşe bucak. Masaya baktı. Kendine doldurduğu çay bardağı vardı.Konuğu için doldurduğu çay bardağına gözü ilişti. Bardak ilk masaya koyduğu gibi idi. Tersçevrilmiş bir vaziyette. Sonra koltuğuna çöktü. Sallanmaya devam etti. Yapayalnız ölecekti.Nice sonra bir sesle irkildi. Birisi cama taş atmıştı. Koştu cama doğru ama kimseyi göremedi.Eğildi. Taşa bir kâğıt sarılıydı. Kâğıdı açtı ve okudu. “Merhaba” diyordu notta “Merhabakendine iyi bak. Bir dahaki sefere söz geleceğim” diyordu. “Geleceğim ve çayımızı birlikteyudumlayacağız. Saatlerce konuşup, saatlerce susacağız” diyordu. “Ama şimdi değil.” Yineaynısını yapmıştı. Tekrar sallanan koltuğuna oturdu. Kumandanın düğmesine basarak TV’yiaçtı. Niyeti TV dinlemek ya da seyretmek değildi. Sadece kafasını dağıtacaktı. Zap yapıyordudurmadan. Ama birden durdu. Adı yazıyordu beklediği konuğunun. Adı bir kazaya karışmıştı.Tam da ona geleceği yol güzergâhında olmuştu olay. Bir otomobil bir yayaya çarpmıştı. Veoracıkta ölmüştü genç adam. Elinde ise sıkı sıkıya tuttuğu bir paket vardı. Görüntüler karıştıallak bullak oldu. Oraya olayın olduğu yere doğru evden apar topar çıktı. Daha doğrusuçıkmak için kapının koluna asıldı. Ama. Ama kapı açılmıyordu bir türlü. O kadarheyecanlanmış ve paniklemişti ki. Oracıkta düşüp kafasını yere çarptı.

***“Merhaba” diyen bir ses duydu. Tatlı bir ses. Tanıdık bir ses. Bu ses onundu. Arkadaşınınsesiydi. Ama o ölmemiş miydi? Elinden tuttu arkadaşı ve onu oturtturdu. “ Sen beni çayiçmeye davet etmiştin ama kısmet benim seni çaya davet etmemmiş” dedi arkadaşı. Ve tazedemlenmiş çayla dolu bardağı uzattı. Sonsuza kadar sohbete zamanları vardı artık.

MUHAMMET DEMİR

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 15: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

RÜZGARA GÖMÜN BİZİAsım GÖNEN

bu şafaksonudur bütün şafaklarınve bu gecenin adı yokturdışarda aç bir sokakve uçsuz bir kederdir gölgemgözü karagönlü yokpaylaşıp bu son sofrayı benimledostumdu ağzını bıçak açmayandostumdu ışığa resmimi yapanal beni konuş eyhava ağırhava kördüğümzamanın zamanı yokgözsüz bakıp gözlerimebu gecenin sabahı.............göğsüne düşmüş kelledirgüneşi doğmayacak........................destandır ranzamyüzü tarihboğazı emanetelleri taşayakları nefretal bu yürekbu ölümkanlı mayıs göklerinde karanlığınbu insan selikoy ağlasınkarnına sarılmışaç ve kahreden çocuklar

ağıdısınunutup yaşamıyarını ören anamsın

boğazımda karnının kanlı acısıbeton memeleri ağzımda rüzgarınkaneviçelere işle gözlerimiyıldızlara takyaşama gül verenölümü okşamakmor sessizliği dağlarınbilsin ağuyu emziren yalanfırat bilsingürleyen gökçakan şimşekve sesinde sesimi savuranrüzgar bilsintüketemez ölümü ölümdurmaz ağlarda....................çığlık çığlığa susmakçemberin öte yüzündeçemberin öte yüzü kadar çıplakve afat bulutları kadar yanıktır sesimartık ağlama resmime kapanıpartık kuş seslerine yama soluğumusulara bırak

Sayfa 15

Page 16: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

dediler ki burda başlıyor ebedi ayrılığındediler ki bu avluda bir senbir de yosunlu yalnızlığı ağaçlarınnasıl üşüyor koynumda bir demerhametli uzaklığı kuşlarınişte yoksul bir tarih pörsüyor yüzündebir de alanlar dolusu kalabalıklarınçekil o yıldızdan şimdi anacığımçekil ki yanmasın gözlerimbaşımın üstünde gökyüzübaşımın üstünde alev alev lhıçkırığınbir de geceyi yırtar gibi bekçi düdüklerigelip gelip örtüyor üstünü sevdamın

neki bu can şimdibu ıssızlığı neki sokaklarınalaşafaklara eyerli fıratfırat ki burda ayakları çıplak akanbütün denizlerini dünyanınbir fırat türküsüyle dağlayıpmavi sessizliğeyanan ekmeğin destanını yazarkanat sesleri gibi kuşlarınboynumda boynu gibi şarkılarınbaşladı kapımda fısıltılarkalk dostumbırak fırat ızamanın zamanı yokgeldi ak urbalar içinde ölümgeldi iki yüzü ortaçağlı bir yobazınsakalını kapkara giydirip haksızlığaaçlığı allahlayıp çanağına halkınsabır taşlarından kale yaptınbenim kellem satılmadısatmadı kanını vatanındokunma güneşime eygölgeme basmasarıl sofra artıklarınatıkın

süt bakışları çocuklarınekmeğe avuç açsınve sen kirletme acımıtanıyan yok seni bu ırmaklardabiz ki avuçlar dolusu amindik ve kulbiz ki açlığımız kadar kördük.............................ve açlığımız kadar uzaktı bizden ekmekvardık ki bir grevler ordusudur sevinmekvardık ki güneş değdi acımızaşimdi yaşam içindir böyle upuzun susmak eyaçıp güneşe yaras ınışimdi yaşam içindir ölümü ağzından öpmek

bu avlu ankaradırbu avlurüzgarı donmuş bahardırözgürlüğe yerlidir bulutları dakendisi acılara tutsaktırtaş duvarlarında ayrılıktaş duvarlarında hüzünle arkadaştırburda çınarlar ömrüdür özlem deyıldızlar uzaklığıdır kavuşmakburda derisi yüzülmüş nesimidir akşamlarayışığıyla

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 17: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

söküp ruhundanburda rüzgara gömmüştür sesini pir sultanrüzgarda mahşeri uğultusu açlığınrüzgarda türküsünü yüzdürür acılarınbir yanımda özgürlükbirinde kanlı gömleği börklüce mustafa nınburda tarih olmuştur ne varsa eyburda gökyüzü kadar büyüktür haklılığımbilsin artıkboynuma karnından bakanveyoksul bir memeden semirenacının şahı bilsinne ağzı sönmüş bir volkanne de yenilgimdir bu urganda sallanangökyüzüne sesimle çizdiğimyaşam için ölmenin resmidir bedinemağzımda kör bir meme olsa da boşlukağzımda ateş almış sözdür haklılık

tanıktır elim ayağımalnımdan bal sağantarih tanıktıröpüp selamını açlığınkaranlıkta upuzun susangölgeme katıp gölgesinigözlerime sığınantanıktır yeşil bakışları ağaçlarınşimdi ölüm ve yaşambey ve kulşimdi zifiri bakışları cellatlarınşimdi yılan gibi dolanıp boynumaşimdi göğsümde kapalı kalanhavasız çırpınıp havadaşimdi boynumda yuvarlananbir ölümdür soğuyanşimdi selam bütün yağmurlaraşimdi selamyüreğimi karnına koymuş

bütün analara.

ASIM GÖNEN

Sayfa 17

Page 18: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

İTİRAZLI İŞPORTA

herkesin cehennemi kendine yanıyorkimsenin nârı karışmıyor yanındakineherkes gün boyu koşuşturuyor dakimse yetişemiyor kendineah ki tutunamadımönümden akıp giden kalabalık düşlere

sürtünüp geçiyor hayat'ayalnızlığın bu ufak tablasınatıkıştırdığım umutlarağır tonajlı hüzünler taşıyor ceplerimdenunutulmuş bir şemsiye gibiyimkaldırımlarda ıskalanmış çocukluğunu bekleyen

sokağın seyir defterinde kalırgündüz telaşlarının parmak izlerigece olunca sırtlanırım Ay'ıçıkarım yalnızlığın teras katınabeklemek için eski sevda hayaletlerini

SERKAN ENGİNAgora Eylül 2007

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 19: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

ÎŞPORTAYA Bİ ÎTİRAZ

Dojeha her kesî ji xwere di şewite,Agirê tu kesî têkilî yê din nabe.Her kes heta roj ava li hev dibezinÛ kesek nagihîje yê din.Ax ku min xwe pê negirtEw xewn û xeyalên li nav gilûrLi ber min herikî û çûn.

Xwe tê dide û derbaz dibe jîyanHêvî yên ku min dihejiqandLi ev xwelîdanka biçûka tenêbûnê.Kedirên bi tonajên giran fûrîn dibe ji bêrîkê mina.Wek sîwaneke ji bîr bûme,Zarotîya mina kixsikî ya li peyaran dipê.

Li seyra kolana defteran dimîneQelqela yên şopa tilîya li rojê.Wexta ku dibe şev,Ez heyvê li pişta xwe dikimÛ derdikevim banoka tenêbûnêJi bona payîna xeyalên evînên kevn.

Helbest: Serkan ENGİNWerger: Resul ÜSTÜN

Sayfa 19

Page 20: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

TOPRAK KOKUSUNecmettin YALÇINKAYA

Sokağın başında durdum, gözlerimdeki kederle, sokağı izlemeye başladım. Evlerin çoğuçoktan dört-beş katlı apartmanlara dönüşmüştü. Çocukluğuma dair hiçbir iz kalmamıştı.Burnumun direği sızladı. Yavaş adımlarla yürüyüp sokağın öteki ucuna gittim. Kederlesağıma soluma baktım, sevindim birdenElektrik direğinin dibindeki ev neredeyse hiç değişmemişti ve zamana karşı direniyordu; evive içindekileri hayal etmeye çalıştım. İlk sahibini anımsadım. Sait Dede otoriterdi ama aynızamanda çocuklara karşı sevecendi. Şeker ve limonata dağıttığı günlere gittim. Bir köşededurmuş, etrafına bakıyordu. Beni görünce gülümsedi.

“Gel evladım” dedi. “Limonatamdan tat. Kendi ellerimle yaptım. ‘’ dedi. İlgilenmediğimi farkedince:

‘’Erkeksin bak, içmezsen bir yerlerin şişer. Demedi deme sonra” diye caydırdı beni.

Üzeri çam fıstıklı iki bardak limonatayı afiyetle içtim. Gerçekten de güzeldi. Utanmasam birbardak daha isteyecektim... Burnuma limonata kokusu geldi. Dudaklarımı dilimle ıslatıp evinyıllara meydan okuyan, eski, paslı demir kapısından gözlerimi alamadım. Bir an kapı açılacak,Sait Dede elinde limonata sürahisiyle çıkacak ve yine çocuklara seslenecek sandım. O anıyaşar gibi, çocukların da neşe içinde seğirttiklerini gördüm. İçime anılar limonata tadında ılıkbir sevgi olup doluştu. Mutlu hissediyordum kendimi. Bu kez gözlerim bahçe duvarına takıldı.Kayısı ve şeftali ağaçlarının tepelerini görür gibi oldum. Sağıma dönecektim ki vazgeçtim

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 21: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

birden. Tekrar bahçe duvarına baktım. Buruk bir sevinç duydum. Duvarın üzeri çocuklarşeftali ve kayısı ağaçlarına dadanmasınlar diye cam kırıklarıyla betonlanmıştı. Duvaratırmanan Coşkun’un elleri gözlerimin önündeydi; kanıyordu hâlâ. Merak ettim Coşkun’u.Yıllar öncesi bir arkadaşımdan onun taksicilik yaptığını duymuştum. Hepsi o kadardı. Hızlayanımdan havlayarak geçen bir köpek korkuttu beni, tüm dikkatimi dağıttı.

Sessiz adımlarla yürümeye başladım, sokağı geçip sağa döndüm. Yer yer sıvaları dökülmüş,boyası kabarmış bir evin önünde durdum. Giriş kapısının üzerinde kalın zincire takılıkocaman bir kilit gördüm. Ekrem’i hatırladım. Okul yolunu, yalınayak koşturduğumuzsokakları, boş arsalarda saklambaç oynadığımız günleri anımsadım, hayal ettim, aradım.Sararan ve kaybolan yıllara için için ağladım. Yanıma yaklaşan kadını fark etmedim bile.“Beyefendi” dedi, “satılık değil o ev. Boşuna vakit harcama buralarda.” Sustu, yüzümedikkatlice baktıktan sonra:

“Bu evin sahipleri var ya… Düğün dönüşü geçirdikleri bir trafik kazasında -büyük oğullarıEkrem hariç- hepsi öldüler.”

Kalbim duracak gibi oldu. Dondum âdeta. Dudaklarım titreyerek:

“Ekrem’e ne oldu peki?” diye sordum.

“Zavallıcık sıyırdı kafayı… Kazadan kendisini sorumlu tutuyordu. Onun düğünüydü çünkü.İçine kapandı. Kimseyle fazlaca konuşmaz, sokağa çok nadiren çıkardı. Sonra bir günkarısının abisi geldi. Giderken kız kardeşini de yanında götürdü. Bir daha da dönmedi. Oysane güzel ne de sıcak bir kadındı. Karısı da gidince Ekrem bir başına kaldı. Yaşayan bir ölüdenfarksızdı. Sonra o da sessizce kayboldu ortalıktan. Bir daha da ondan haber alamadık. Birakrabası geldi kapısına kilit asıp gitti…” Dizlerine vura vura yanımdan uzaklaştı.

Gözlerim nemlenmiş, hüznüm artmış, içime tarifsiz bir acı kıvranıp yatmıştı. Oysa Ekrem neiyi bir çocuktu. Şen, şakrak ve hayat doluydu. Boş arsada futbol oynardık. Kaleye geçer,müthiş kurtarışlarıyla herkesi kendine hayran bırakırdı. Hatta İzmir’in köklü spor kulübüAltay’dan teklif bile gelmişti de babası kabul etmemiş, ”Top oynamak günahtır, şehitlerimizehakarettir!” demişti.Karşımdaki evin paslı demir kapısı gıcırdayarak sokağa açıldı, içerden yirmi yaşlarında,yakışıklı, saçları özenle arkaya doğru taranmış, elinde valiziyle genç bir erkek çıktı. Onusaçları kırlaşmış, göbeği öne fırlamış, güleç yüzlü yaşlı bir erkek izledi. Oğlunu yolcuediyordu. Yaşlıca bir kadın ikinci katın balkon demirine yaslanmış, kendini sarkıtmış birhâlde, “Vardığında bizi aramayı ihmal etme oğlum” diye seslendi, “merakta koma bizi”

“Tamam, anne”

Dikkatli bakınca, saçları kırlaşmış adamı hemen tanıdım. Mesut’tu bu! Nihayet geçmişime aitbir iz yakalamıştım. Sevindim; içime ılık bir sevgi doluştu. “Mesut!” diye bağırdım.Gözlerimdeki ışık alazlandı. Mesut dönüp baktı; yüzümü incelemeye, tanımaya çalıştı. “Neco

Sayfa 21

Page 22: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

sen ha!” diye bağırdı birden. Hızla koştu yanıma. Otuz beş yılın özlemiyle sarıldık birbirimize.“Gözlerinden, bakışlarından tanıdım seni,” dedi, ”hiç değişmemiş bakışların” Ardından baştanaşağı beni bir güzel süzdü. “Yaşlanmışsın, çökmüşsün” dedi.

“Te “ dedim, “diyene bak hele. Sanki kendisi eskisi gibi filinta Mesut da, bir de kalkmış banakulp takıyor.” Gülüştük. Kadın balkon korkuluğuna dayanmış, bize bakıyordu. Mesut karısınabakıp gülümsedi. “ Neco bu” dedi, “bizim mahallemizin eski demirbaşlarından… Annembenden çok onu severdi. Kıskanmıyor değildim hani…”

Kolumdan tuttu, çekeleyerek zorla eve sokmaya çalıştı. Kolumu kurtarmaya çalıştımsa dabaşarılı olamadım. “Bırakmam, boşuna debelenme” dedi, “otuz beş yılın hesabını soracamsana. Bunca yıl ne arayıp sordun ne de bir haber saldın ?”

Yukarı kata çıkan merdivenlerin başında Ümmühan Abla’yı gördüm. Yaşlılıktan ötürü belibükülmüş, vücudu küçülmüş ve saçları yok denecek kadar azalmıştı. Gelini yanına geldi,sessizce durdu. Elindeki bastonuna yaslanmış, gülümsüyordu. “Neco’m, gerçekten senmisin?” dedi, yaşlı, boğuk bir sesle. Basamakları birer-ikişer hızlı adımlarla çıktım. Nefesnefese kalmıştım. “He ya Ümmühan Abla, benim ben” dedim nasırlı ellerine sarıldım.“Azıcık boynunu eğ de yanaklarından öpeyim” dedi bana.Dizlerimin üzerine çöktüm. Bir çocuk gibi sarıldı bana. Saçlarımı kokladı. “Neco’m” dedi,“mahallede bir biz kaldık. Herkes ya taşındı, ya da göçüp gitti bu dünyadan. “Ağlamayabaşladı. Gelini de sessizce ağlıyordu. Yeniden sarıldı bana. Öptü, yüzümü okşadı. “Biliyormusun sen eski mahallemizin insanları gibi toprak toprak kokuyorsun” dedi, “nerde şimdi oinsanlar? Toprak bile kalmadı, her yer betonlaştı” diye hayıflanıp durdu. Dayanamadı bayılırgibi oldu. Onu bir küçük çocuğu taşır gibi kucakladım, salondaki kanepenin üzerinesarsmadan bıraktım. Yanağından öptüm. “Ah benim güzel Ümmühan Ablam, ah “dedimkederle, “bir başına kaldım bu dünyada; her yanım beton benim…”Kızaran gözlerimden bir damla yaş yanaklarımdan aşağıya doğru süzülmeye başladı, oradanda yüreğime aktı…"

NECMETTİN YALÇINKAYA

EN SON BAŞLANGICI BULMAK

Kafamızda belirlenen gelecek olan yıl, bize doğru yönetilen aktif bir sistemdir.Bilincimizi, aklımızı ve mantığımızla birlikte umutların arasında yansıtılanhayatı sunar. Kendi yollarımızı belirleyen, çizgilerimizi oluşturur. Dönendünyanın yarattığı döngünün ışığında, görülen bedeni ve görülmeyen ruhucanlandırır. İnsan olmanın yapısallığı, eline alınan bir güç sayesinde,galaksinin derinlerinde haklarını yönlendirir. Yeni yılın içinde saklanan, yolunbilincinde oluşan hisler, mahkum edilir. İnsanın duygularıyla yaratılanedebiyat, düşüncelerimizin haddini yansıtır. Sonuçlanan galibiyetimiz ilebaşlangıç için savaşılır. Yazmak, şuan itibariyle bir başlangıçtır. Ama anlatmak,en son başlangıcı kendimizde bulmaktır.

BEGÜMHAN VARLIK

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 23: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

SEHPADAKİLERsordu darağacıkaç yaşındasın çocukve neden yanmaktadır gözlerinçakmak çakmak

düşündü darağacıneden koşarak gelirler bana hepnereden alırlar bilmembu yüreklerimangal

sordu yağlı iptitremez mi elleriniz hiçbeni geçirirken boynunuzabu yiğitlik kimlerdenkalıt

düşündü yağlı ipne denli çoklar bu çocuklarneden tükenmezler acepve şimdi de Erdal diyebir on yedilik

sordu iskemlenereden öğrendiniz böyle dimdik durmayıölüme giderkendudağınızda bir alaygülücük

düşündü iskemlegüneş neden doğar her gün yenidenve kovar tan yerlerinidurmadan.

A.UĞUR OLGAR

Sayfa 23

Page 24: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

güvercin kanadı dileklerimle beklerim senielde kalan kırık dökük anlarıkır pazarına çıkartsam kimse dönüp bakmaz bile

ay karası gecebir yıldız düşür önümeşehir yokuşları dizlerimdenince süyüm çekilir canımdikiş izine hasret giderbalık sırtı kumaşın havları

denizlerin atlasıüç kilim desenidaha dökmemiş yaprağınıyazını kışına sürükleyen dere gök gürültülü geçer bütün gece

yol arkadaşlığımız olsundüşün duvarına yazılan sözlerbizi çok yordu şu dünyanın çıkmazlarıöbür tarafın adamı çok amahepsi birbirinden fukara

MEHMET RAYMAN

FUKARAEmeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 25: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

TIRAŞ OLMUŞ BİR ÖLÜYLE SELAMLAŞIR MI BİR KENT

Bir sevdanın alın yazısı kaç göz boncuğuna sığarKim alır bir türkünün içinden kahır sözcüğünüTıraş olmuş bir ölüyle selamlaşır mı bir kent sabah sabah

Sokaklara pimi çekilmiş zebaniler salıp gülleri topladılar pencerelerdenOn yedi kimin uğurlu sayısıdır13 Aralık hangi kıyametin tarihi

Telgraf tellerine konan bir kuş gibi durmaz insan- işlevi öyle olsa da -Boynundan sıkan bir iple sallanırken havada

Korku dolu bir orta çağ resmi değildir oBir sevda karanfile dönüşebilirAylardan aralıksaAynasında sen suretli bir çocuktur merhabaErdal Eren adında

BÜLENT AYDINEL

Sayfa 25

Page 26: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

"SENİ BAĞIŞLIYORUM!“Gülefer Cambaz Savran

“Sil baştan demek lazım" diyor radyodan şarkıyı söyleyen kadın. Yanık sesi ruhumun enderinlerinde kabuk tutmaz yaramı kanatır sanki. Canım çok yanıyor. İç sesim durmazkonuşurken, kirpik uçlarımda birer kurşun gibi duruyor gözyaşlarım. Biliyorum, birazdangöğsüme dökülüp vuracaklar beni. Bu duygunun pişmanlık mı yoksa kırgınlık mı olduğunuadlandıramıyorum...

Ani bir kararla askıda olan ceketimi alarak kendimi sokağa attım. Dışarıda sonbaharın bütünhüznü hâkim. Sarı yapraklar yol boyunca birikmiş, temizlik görevlileri ellerindeki çalısüpürgeleriyle çöp bidonlarına dolduruyor onları. Gökyüzünü kaplayan kara bulutlar birkaçsaate kadar yağacak yağmurun habercisi…

Böyle bir havada onun olduğu yere gitmem pek akıl işi değildi; ama bunu bugün yapmazsambir daha yapabileceğimden emin değilim. Bir daha kendimde bu cesareti bulamayabilirim.Yılların bütün acıları iyileştireceğini düşünürdüm, fakat içimde her geçen gün çoğalan buacıya son zamanlarda dayanamıyorum.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 27: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Uzun süredir kimi görsem ona benzetiyorum Mesela," Özledin mi?” diye soruyorum içimdekiküçük çocuğa. Sonra dönüp kızıyorum. “Özleme sakın, özlemeyecektin hani öyle sözvermiştin kendine" Yine de son zamanlarda o kadar çok aklıma geliyor ki geceleri uyumayısevmez oldum. Düşlerime geliyor sık sık "Gel” diyor, “Bir şey konuşmalıyız seninle"...Omuzlarımı silkerek "Hayır” diyorum, ”Ben sana çok kırgınım", boynunu bükerek gidiyorsonra.

Yanımdan hızla geçen taksiyi elimi kaldırarak durdurdum. Taksi şoförüne gideceğim yerisöylerken aynadan yüzüme "Kadın başına orada ne işin var?" der gibi baktığını gördüm.Olduğu yer şehrin oldukça dışında, tekin bir yer değil, biliyorum; yalnız gitmek de pek doğrudeğil ama yanımda kimsenin olmasını da istemiyorum. Bayramlar ve özel günler dışındaoraların çok kalabalık olduğunu görmek mümkün olmaz

"Sonbahar erken geldi “dedi taksinin şoförü. "Evet" dedim. Onunla konuşmak istemiyordum,o konuşmasına devam ediyordu. "Birazdan yağmur başlar sizi dönüşünüz için bekleyeyimmi? oradan sık araç geçmez zor durumda kalmayın. " Cevap vermedim. İçimde derin bir sızıaklımda yıllardır sormak istediğim sorularım. Bütün vücudumun titrediğini hissedebiliyordum.Şoför de fark etmiş olmalıydı ki,

“Dilerseniz klimayı açabilirim" dedi.

"Buna gerek yok "dedim. Sessizlik istiyordum.

İç sesim zaten durmadan konuşuyordu. Küçük bir kız çocuğu karanlık odaların içinde yediğidayağın acısını unutarak, sadece korktuğu karanlıktan onu çıkarması için babasınayalvarıyordu. "Lütfen beni buradan çıkar, çok korkuyorum, söz veriyorum bir dahayapmayacağım, ." ""Bir daha yapmayacağım " yüksek sesle söylemiş olmalıydım sonsözcüğü şoförün "Efendim" dediğini duyduğumda "Yok bir şey" dedim utanarak.

Ücretini uzatırken adam tekrar etti: "Sizi bekleyeyim mi?"

"Hayır " dedim öfkeyle, ısrarcı tutumu canımı sıkmıştı.

Büyük devasa kapının önünde durup üzerinde yer yer silinmiş yazıya baktım "KOKLUCAMEZARLIĞI" yazıyordu. Buradaydı işte bulunduğu yer. Uzun yıllar önce getirip gömmüştük;bir kere gelmiştim ziyaretine. Bir daha da hiç uğramamıştım, olduğu yeri bulabilir miydim,emin değildim. Bu büyük yaşlı çam ağaçlarına uzaktan bakıldığında burayı herkesin zevklegezebileceği bir ormanlık alan gibi gösteriyorken, içeri girildiğinde insanın içini tarifsiz birhüzün kaplıyor.

Adımlarımı ağırdan alıp sakinleşmeye çalışıyordum. Yanından geçtiğim mezar taşlarınınüzerindeki yazıları zihnimi dağıtsın diye okumaya başladım.

Yazılar orada yatanlar hakkında kısa bilgiler ve övgülerle doluydu. Ne garip hiç kötüler

Sayfa 27

Page 28: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

ölmemiş, nedense bütün ölenler iyiydi. Kiminin sevgili annesi, kiminin babası, kardeşi,sevgilisi… ‘Ne çok ölmüşler’ diye düşündüm. Aklıma Maupassant’ın bir öyküsü geldi. Geceolunca bu mezar taşlarındaki yazılar aslında gerçekte bu kişilerin kim olduklarını öyküdekigibi yazacak mıydı? Yokuş yukarı doğru çıkarken nefesimin sıklaştığını hissediyordum.

Yine o ses "Korkuyor musun? ondan "dedi.

"Hayır, korkmuyorum büyüdüm ben artık " dedim.

Etrafta hiç kimse yok, üstelik aradığım yeri de bulamadım. Geri dönmeliyim galibahastalanacağım. Nefesim sıklaşıp kalbim hızla atıyor, birazdan kriz geçireceğim burada vebeni kimse görmeyecek.Üzeri çalılarla kaplı ve paslı, demir kafesle çevrili mezarı, mermer büyük mezarların arasındazorlukla gördüm. Üzerinde asılı demir tabela yamulmuş, yer yer silinen harflerle yazılan ismizor bela okudum. Bacaklarımı yırtan dikenlere aldırmadan yanına gittim. İşte oradaydı,sanırım uzun süre kimseler de uğramamıştı yanına.

Gökyüzü daha da kararmış, göçmen kuşlar çığlıklar atarak üzerimden uçup gidiyorlardı.Uzaklardan saksağanların cıkardığı sesler yankılanıp tekrar bana doğru geliyordu. Esenrüzgâr mezarların üzerindeki kuru otları diğer mezarların üzerinden sürükleyip uzaklaragötürüyordu. Başım dönüyor, kalbim sıkışıyor. Kahretsin krizim tuttu, çıkarken alıçlarımı daiçmedim nefes alamıyorum, nefes alamıyorum...

***

Omuzlarımdan tutmuş iki kocaman el beni sarsıyordu. "Hadi ayağa kalk!"

Birkaç defa denediysem de beceremedim olduğum yerde debelenip duruyordum. Birazşaşkınlık, çok fazla heyecandan ayaklarımın üzerinde durmam mümkün olmuyordu. Çaresizyanıma oturmak zorunda kaldı, sırtımızı yer yer kenarları dökülmüş mezara dayayarakoturduk. Hiç konuşmadan birbirimizin yüzüne baktık bir süre.

Sessizliği ilk o bozdu. "Kırgın mısın hâlâ? " dedi. Sustum. Sözlerine devam ediyordu:

"Geçmişi değiştiremeyiz değil mi? "

Gözlerimi yerden kaldırmıyordum. Mezar taşlarının üzerine yapışmış, kurumuş salyangozkabuklarına bakıyordum manasız.

"Hiçbir şey değiştiremem biliyorum. Bunu kendin için yapmalısın ve artık mutlu olmayaçalışmalısın Araf’ta kaldık ikimiz de"***Bütün çocukluğum ve gençliğim kavgalarımızla geçti babamla. Ben onun beni anlamadığınayanardım. O benim asiliğime kızardı. Genelde bütün konuşmalarımız kavgayla biter ve ben

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 29: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

yüzüme yediğim kocaman tokatla susmak zorunda kalırdım.

O gün merdivenlerden yukarı çıkarken sessizlik beni çok tedirgin ettirmişti. Dışarı kapısıardına kadar açıktı. Koridordan geçip oturma odasına geçmek üzereyken karşılaştık Salonunorta yerinde uzanmış, bana bakıyordu.

Hipnoz olmuş gibi birbirimize baktık bir süre. Gözlerini benden alamıyordu. Kalabalıktan birçığlık koptu. Annem: "Öldü, öldü!" diye bağırdı.

Amcam oturduğu koltuktan yere inerek dizlerinin üzerine çöktü, nefesini kontrol etti. 0 hâlâbana bakmaya devam ediyordu. Işıksız " evet ölmüş." dedi , babamın açık gözlerini elleriylekapatarak. Annem acıyla üzerine kapandı babamın. Halam annemi kucaklayıp koltuğaoturttu, daha sonra başındaki tülbentti çıkarıp babamın çenesini bağladı. Ellerini göğsününüzerinde birleştirip, üzerini bir çarşafla örttüler. Odanın içinde bir feryat koptu ve anneminsesi bütün sokağı sardı. Komşular koşup geldiler. Ben eşikte öylece donakalmıştım. Banyoyagidip elbiselerimle duşun altına girdim, nefes alamıyordum. İçimde bir çocuk bağırıyordu:“Ağlamayacaksın! Ağlamayacaksın!”

En son kavgamız yedi yıl önce olmuştu; kapıyı çekip çıkarken arkamdan bağırdığınıduyabiliyordum: "Ölümüme bile gelmeyeceksin!” diyordu öfkeli.

Kararlıydım artık ölüsüne bile gitmeyecektim aksi huysuz adamın. Yıllarca uğramadım yanınao günden sonra . Defalarca haber gönderdi daha sonra. “Gelsin” diyormuş, “görmekistiyorum onu.”

Önce amcam geldi. “Olmaz!” dedim. Ardından halam… Sonunda ikna olmuştum. Uzunzaman olmuştu karşılaşmayalı. Odanın içinde onu beklerken heyecandan öleceğimisanıyordum. Koridorda ayak sesleri duyduğumda yerimde duramıyordum .

Kapıdan içeri girdiğimde şaşırdım. Elinde bastonu vardı, yürümekte zorlanıyordu. Omuzlarıçökmüş, çok zayıflamıştı. ‘Ne kadar da yaşlanmış’ diye düşündüm. Boğazımda kocaman birdüğüm, içimde bir acıma duygusu, ona olan kırgınlığım o an geçmişti.

İki gün sonra tekrar aradı annem. "Mutlaka gelmelisin" dedi, "Baban çok hasta. Bütün geceseni sayıkladı. Konuşacakları varmış seninle"

"Olur” dedim. Ertesi gün iş çıkışı yanına gittim. Bu defa karşısına geçecek, onunlakonuşacaktım. Sorularım vardı. Bu defa mutlaka cevaplarını alacaktım. Kapının zilini çaldım,annem açtı kapıyı. “Geç içeri geliyorum” dedi ve mutfağa gitti. Babam pencere kenarındakiyatağında... Yattığı yerden gökyüzüne bakıyordu. "Baba” diye seslendim. Bana dönerekgülümsedi, yıllar olmuştu bana bu kadar güzel gülmemişti. Uzattığı elini öptüm.

"Hoş geldin” dedi.

Sayfa 29

Page 30: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

"Hoş bulduk”

"Kimsin sen?"Şaşırdım. “Benim, Bahar."

"Kimin kızısın, baban ne iş yapıyor? " Dedi. Gözleri bir yabancıya bakıyordu.

"Senin kızınım" diyecektim, diyemedim. Boğazımda kocaman bir düğüm.

"Beni hatırlamıyor" dedim birazdan yanıma gelen anneme zaten beni hiç hatırlamadı!" Hızlaorada uzaklaşırken annem arkamdan bağırıyordu:

“Nereye böyle, otur sakinleş biraz hastalanacaksın yine…”

Yüzüme nerden geldiğini anlayamadığım suyla irkildim. Gözlerimi açtığımda yağmuryağıyordu. Demek rahatsızlanmış ve bayılmıştım. Orada ne kadar kaldığımı hatırlamıyorum.Aşağıda gelen sese doğru baktım; yeni ölen biri için mezar kazılıyordu, üstümü başımıdüzelttim bir süre önümde duran mezar taşına baktım.Ve yüksek sesle bağırmaya başladım: "Seni bağışlıyorum!" Üzerimde asırlardır taşıdığım biryükten kurtulmuş gibi kendimi özgür hissediyordum artık. Ceketimin yakalarını kaldırdım,şiddetlenen yağmurla birlikte yokuş aşağı yürüdüm. Gökyüzü bütün şiddeti ile yağıyordu veben içimde tanımsız bir duyguyla ağlıyordum ama ardımda bütün öfkemi kırgınlığımı dabıraktım.

GÜLEFER CAMBAZ SAVRAN

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 31: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

TUZU EKSİK BİR TERsabrın yarası bukanatmış zamanı üstünderengi koyu kahverengi ortadoğugöz göze gelmeye korkuyor tanrılareski uygarlıklar bahanekaranlığa kurulmuş ne varsaoynanan saklabaç oyunu

telaşımız diken olmuş yaşamabakarken soluyor güllertuzu eksik bir teryanında suskularınkoruma orduları içinde yalnızlıklarsokaklar çığlık değilipinden boşanmış sürüuğraş sanıyorlariçki sofralarında hırı gürü

atı ayrı herkesinaşan aşana üsküdar'ıyazarlar kırmızıyı seviyoraşk dediğin gece işialev aldı mı apış arasıyaşamalı şehvetine boykotu ne grevidüzeninde yeni dünyanınferhatlar ne ki

varoş camları kirli utançfabrikalar korkugerek yok çıldırmayaherkes asgariyi yaşıyoryan yana takke ve cüzdanbir avuç tuz gibi yazgıçizgi sayılır avuç içi falsazını asmış ozanlarçoğu mahsuntoprak ölüme alışıyor

o kadar çoğaldı ki cepheuzak yakın kıtalararasıboya cıla gırlakendi dünyasını yaratmış birileriinsanlar gözleri renkli camdasabahı akşam akşamı sabah ediyorher yanı karakışyıkılan dünyanın gülşeni medya

okunan dudaklarne varsa anlıkdokuz ayı yok hiç bir şeyinevler cami avlusukemiği kemiğinde buzgece ayazına çiyarafa yakın bir değil binlerceelma dişlemekten bi habercennetlik yavrularımız

saklamak gereksizimlasız her şeypaktlardan ölüm oyuncaklarıkadavrada kalan ruharıyor teninimevsimden mevsime bir garabetsığmıyor miğferekutsalım bu diyoraklında üç beş dizeaklı feodaltöresi can evindekirli üç beş tel sakalağlaması gülmesi yapmacıkhepsi plastik

BEKİR KOÇAK

Sayfa 31

Page 32: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

GÖZ GÖZE

Akışkan suların aynasındaBakışırken göz gözeKaç kez değiştirdiYüzümüz giysisini

Ölüm ayrılmak mı aynadaki yansıdanYaşam gerçeğinin çiçeği mi sararıp solan

HASİBE AYTEN

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 33: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

ETHEM SARISÜLÜK

Kan düştü toprağaNamlu yakın iki metreMezar derin iki metreİsviçre bankalarına doldurmuşBir baba yığmış gemileri.Bir baba yüreği altın, elleri altınHakkını almamış, Haksızlık olmasın diyeEmekli aylığı kalmış sandıktaHerkesin attığını toplamışYememiş haram içmemiş haram.

Haramın mermisi dört metreHak kanamış yüzünde Ethem'imKaranfil ayrılığı toprağa selamHak haram, su haramHakkını sormayan hakka.Ağrım büyük yaram kanıyorMezara kan düştüMezar iki metreNamlu dört metre.

Kandan saraylar boyanmış altınlaKemikler bulutları emziriyor,Kör memeler kalem kırıyorYetimler hesap soruyor.Hak haram, su haramHakkını sormayan hakka.

Bir baba yoksulluğu giyinmişVazgeçmiş elindekinden.Bir baba altın gemileri giyinmişVazgeçmiyor ellerin olandan.

MUSTAFA SÖYLEMEZ

Sayfa 33

Page 34: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

YUMURTAÖzlem KESKİN

- Gaç dene yımırta büşüdün?- Bırak şindi.- Nine bişey demicin ki. İsdeyon demedim. Yisin amcam.- İyi gızım, büşürüvörü anaız yirsiniz.- Ne zaman büşürüvörü. Satmayasun sanki.- Belaı versin. A gız kokünü mü satıyon.- Orda başgası da va mı.- Vardu.- Başgasına da verecek mi- Yahu bırak şindi yımırtayı.- Nidiye amcam orda.- Nidecek yatıya.- Niye yatıya.- Yaturuyorla.- Niye yaturuyorla. N e gada yatacak.

-Emme ba bak ağzını dağıdacın şindi.- Aman iyi be…

Deli bir sonbahardaydı zaman. Şehir nemini kurutmuş, salınıyordu rüzgârda. Deniz dingin, yapraklar savruktu. Okullar açılmıştı. Hava silgi kokuyordu. Bütün yollar; okul yolu…

Okullu çocukların arasından sıyrılıp beklemekte olan insan birikintisine aktılar nine, kız. Azönce kapışsalar da el ele tutuştular beklerken. Her kafadan bin sesin çıktığı birikintilerindehiç konuşmuyorlardı. Yalnızca nine arada “selamin aliykim” diyordu. Çoğu zaman yanıtsızkalıyordu. Neyse ki kız bunun havada başıboş bırakılmış bir selam olduğunun farkındadeğildi. Ninesi bu cümleyi her kurduğunda utangaç bir gülümsemeyle arkasına saklanıyordu.Birkaç tane sözcüğü vardı konuşmak için. Tanımadıklarıyla konuşmaya hiç yoktu.Susuyorlardı.

Onların dışında susanlarda vardı. Bir kenara çekilip bekleyen kadınlar. Yerden taş, havadankuş sayanlar… Ve bolca konuşanlar vardı. Onlar çok can yakıcıydılar. Salıvermişlerdi seslerini;fısıltı sanıyorlardı.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 35: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

- Gaç dene yımırta büşüdün?- Bırak şindi.- Nine bişey demicin ki. İsdeyon demedim. Yisin amcam.- İyi gızım, büşürüvörü anaız yirsiniz.- Ne zaman büşürüvörü. Satmayasun sanki.- Belaı versin. A gız kokünü mü satıyon.- Orda başgası da va mı.- Vardu.- Başgasına da verecek mi- Yahu bırak şindi yımırtayı.- Nidiye amcam orda.- Nidecek yatıya.- Niye yatıya.- Yaturuyorla.- Niye yaturuyorla. N e gada yatacak.- Emme ba bak ağzını dağıdacın şindi.- Aman iyi be…

Deli bir sonbahardaydı zaman. Şehir nemini kurutmuş, salınıyordu rüzgârda. Deniz dingin, yapraklar savruktu. Okullar açılmıştı. Hava silgi kokuyordu. Bütün yollar; okul yolu…

Okullu çocukların arasından sıyrılıp beklemekte olan insan birikintisine aktılar nine, kız. Azönce kapışsalar da el ele tutuştular beklerken. Her kafadan bin sesin çıktığı birikintilerindehiç konuşmuyorlardı. Yalnızca nine arada “selamin aliykim” diyordu. Çoğu zaman yanıtsızkalıyordu. Neyse ki kız bunun havada başıboş bırakılmış bir selam olduğunun farkındadeğildi. Ninesi bu cümleyi her kurduğunda utangaç bir gülümsemeyle arkasına saklanıyordu.Birkaç tane sözcüğü vardı konuşmak için. Tanımadıklarıyla konuşmaya hiç yoktu.Susuyorlardı.

Onların dışında susanlarda vardı. Bir kenara çekilip bekleyen kadınlar. Yerden taş, havadankuş sayanlar… Ve bolca konuşanlar vardı. Onlar çok can yakıcıydılar. Salıvermişlerdi seslerini;fısıltı sanıyorlardı.

- Şu garının oğlanı anarşiye garışmış. Burada yatıyamuş.bak ona bakma gelmiş. - Aman allah gorusun. Uşamız devşimiz va. Ortalığı garuştudula.

Kız bilmiyordu; anarşist, ne demek. İşin aslı; nine de bilmiyordu. Ninenin bildiği; bu anarşistdedikleri başta oturup, gençleri birbirine kırdıranlardan daha kötü olamazdı. Emindi nine;buradaki insan yığınının hiçbir şeyine göz dikmemişti oğlu. Namusluydu.Kızın bildiği; iyiydi amcası. Diş fırçası, macunu bile vardı. Ondan öğrenmişti dişlerinifırçalamayı. Onu özleyince dişlerini fırçalardı. Her zaman değil ama, özleyince.

Sayfa 35

Page 36: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

- Gaç dene yımırta büşüdün?- Bırak şindi.- Nine bişey demicin ki. İsdeyon demedim. Yisin amcam.- İyi gızım, büşürüvörü anaız yirsiniz.- Ne zaman büşürüvörü. Satmayasun sanki.- Belaı versin. A gız kokünü mü satıyon.- Orda başgası da va mı.- Vardu.- Başgasına da verecek mi- Yahu bırak şindi yımırtayı.- Nidiye amcam orda.- Nidecek yatıya.- Niye yatıya.- Yaturuyorla.- Niye yaturuyorla. Ne gada yatacak.- Emme ba bak ağzını dağıdacın şindi.- Aman iyi be…

Deli bir sonbahardaydı zaman. Şehir nemini kurutmuş, salınıyordu rüzgârda. Deniz dingin, yapraklar savruktu. Okullar açılmıştı. Hava silgi kokuyordu. Bütün yollar; okul yolu…

Okullu çocukların arasından sıyrılıp beklemekte olan insan birikintisine aktılar nine, kız. Az önce kapışsalar da el ele tutuştular beklerken. Her kafadan bin sesin çıktığı birikintilerinde hiç konuşmuyorlardı. Yalnızca nine arada “selamin aliykim” diyordu. Çoğu zaman yanıtsız kalıyordu. Neyse ki kız bunun havada başıboş bırakılmış bir selam olduğunun farkında değildi. Ninesi bu cümleyi her kurduğunda utangaç bir gülümsemeyle arkasına saklanıyordu. Birkaç tane sözcüğü vardı konuşmak için. Tanımadıklarıyla konuşmaya hiç yoktu. Susuyorlardı.

Onların dışında susanlarda vardı. Bir kenara çekilip bekleyen kadınlar. Yerden taş, havadan kuş sayanlar… Ve bolca konuşanlar vardı. Onlar çok can yakıcıydılar. Salıvermişlerdi seslerini; fısıltı sanıyorlardı.

- Şu garının oğlanı anarşiye garışmış. Burada yatıyamuş.bak ona bakma gelmiş. - Aman allah gorusun. Uşamız devşimiz va. Ortalığı garuştudula.

Kız bilmiyordu; anarşist, ne demek. İşin aslı; nine de bilmiyordu. Ninenin bildiği; bu anarşist dedikleri başta oturup, gençleri birbirine kırdıranlardan daha kötü olamazdı. Emindi nine; buradaki insan yığınının hiçbir şeyine göz dikmemişti oğlu. Namusluydu. Kızın bildiği; iyiydi amcası. Diş fırçası, macunu bile vardı. Ondan öğrenmişti dişlerini fırçalamayı. Onu özleyince dişlerini fırçalardı. Her zaman değil ama, özleyince.

Hem parmakların ardındaki adam her ne olursa olsun onu görmek istiyorlardı. Hatta

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 37: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

haşlanmış yumurtaları ona vermek. Yiyip, mutlu olduğunu bilmek… Çünkü nine ve kız içinmutluluk, yumurtayla tarif edilebilecek kadar küçüktü. Ya da o kadar büyük diyelim.Bir an önce ulaşmak istiyordu kız merdivenlerin tepesindeki tel örgülü kapıya. “Geri dur.”diyordu sürekli nine. İtişerek geçti zaman. Herkes görüp gitti yakınını. Öteki anarşistlerinanaları kaldı. Bir de nine, kız… Kaçının çantasında haşlanmış yumurta vardı bilinmez.

Sıraları geldiğinde yine el ele çıktılar merdivenleri. Şimdiye dek gördüğü en büyük kafeseşaşkınla bakıyordu kız. Tarlalarda büyüttüğü oğlunun tıkıldığı deliğe daralıyordu nine. Telörgülerin ardından gülümseyerek belirdi adam. Belki de bunu sadece onlar yapabiliyordu. Odönem anarşistle tanımlananlar. Bir tek onlar fırlatabiliyorlardı gülüşlerini parmaklıklarınardından.

Kız hemen yakaladı az önce fırlatılmış gülüşü. Öptü ve gülümsedi karşılığında.

- Amca sa yımırta götüdük. Nerden verecüz?- Sen yersin canım onları. Almazlar içeri.

Yumurta bir çocuğu ancak bu kadar acıtabilirdi. Nine bu yaradan habersiz gözlerini kocamanaçmış söyleniyordu: “Terbüyesüzlük etme.”

Neydi şimdi terbiyesizlik? Kimdi terbiyesizlik yapan? Yok değildi terbiyesizlik, vardı. Hem dekocamandı. Belki de nine, kızı haşlanmış yumurtalarla sevgili bir cana tellerin dışındanbakmaya tutuklamaktı. Terbiyesizlik yumurtadan korkmaktı. O gün; yumurtanın acıttığı yer,ancak yıllar sonra, kız terbiyesizliği arayıp bulduğunda sızlamayacaktı.Süre azıcıktı. Amcayı kafeste bırakıp indiler merdivenleri.

- Nine yımırtaları almadıla.- İyi yirsin pis bozuna.- Yicin demedim.

Nine, kız dalaşarak yürüdüler. Ama bırakmadılar ellerini. İkisinin de taşıdığı aynı yaraydı.Bıraksalar ellerini; birbirlerinin yarasına değeceklerdi. Bırakmadılar. Öyle hızlı gittiler kievlerine; arkalarından sonbahar bakıp, kaldı…

Biliyorum; silik bu öykü. Seksenlerin ortaları. Kahramanların sırtında postal izleri…Okuduktan sonra yıkayın ellerinizi. Denedim kaç kere; rutubetli kafes ve haşlanmış yumurtakokusu siniyor. İncecik bir kan sızıyor köşesinden. Bir de tutuklanmış gülmek…O kız mı?

Artık hiç yumurta yemiyor. Çok cezaevi gördü sonra; teknolojinin tutsaklığı taçlandırdığı çokcezaevi. Hatta yıllar sonra başka bir ziyarette sütyen telini bile dışarıda bırakmak zorundabırakıldığı onur kırıcı aramada dahi yumurtalarını dışarıda bıraktığı kadar yanmadı.

Sayfa 37

Page 38: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Ve artık dilin bütün sözcükleriyle, konuşmayı beceremediği o günlere inat dilediğinceoynuyor. Yap, boz öyküler kuruyor. İçine gülümsemeler katıyor. Cezaevlerinde de okunuyoröyküleri. Tanımadığı tutsaklara mektuplar yazıyor. Kenarına yumurta sarısı iliştiriyor.

Bir de eski İnebolu Cezaevi dahil insan eskiterek eskiyen tüm cezaevlerinin müze olmasınıistiyor. Çocuk oyunları müzesi ya da çocuk kitapları… Sözü var kendine o zamandan; buolduğunda, gidip, o tel örgülerin her karesine boncuk geçirecek dize dize…

Ayrıca yanına bir İnebolulu bulursa; tadına vararak konuşabilir yine bir İnebolulu gibikeyifle…

Ve isterse; bütün bu yazdıklarını silip, yalnızca:“Yara almıştık eylülden. Mutluluk tutukluydu. İçeri yumurta bile almıyorlardı. Elimizdeyumurtalarla kanıyorduk dışarıdan.” der. Bir de dil çıkarır konuşamadığı tutsaklığa…

ÖZLEM KESKİN

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 39: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

YARASI SAĞALMIŞ BİR SAYIKLAMADIR ŞİİR

Yarası sağalmış bir sayıklamadır şiirKıyı kentlerini darmadağın edenBüyük fırtınalardan sonra yazılmış.

Anlayamazsın acısını sıcakkenEtine saplanan kurşun yarasının.Ölüm bile sonradan yazar kendi öyküsünü.Sağalır yavaş yavaşAçık yaralarınVe diner başında zonklayıp duran ağrı.Kalbin sıkışmadan geçebilirsinBir mezarlığın kıyısından.Gözlerini kaçırmazsın artıkBir çift mavi gözden.Dalıp giderken uzaklaraYanı başında çiçeklendiğini görürsün birden ağaçlarınDerin bir nefes çekersin içineYay gibi gerilir kollarınUzatıp koymak istersin kalbiniGökyüzüne güneş yerineSenin için durduğunu sandığın dünyanınYeniden döndüğünü fark edersin bütün güzelliğiyle.

Yarası sağalmış bir sayıklamadır şiirDost mezarlarındaKızıl çiçekler açtıktan sonra yazılmış...

MELİH COŞKUN

Sayfa 39

Page 40: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

GELECEKLER

Ufuk çizgisi daha öpmeden dağların doruklarınıGelecekler.

İnsan boyu kar kaplasa da o yamaçlarıKirpikleri buz tutarakİnecekler.

Tel örgülerKarakollarKalekollar göğe kadar yükselse deBir ardıç ağacının kökleri gibiDağı taşı toprağı delerekGelecekler.

"Ateşin saklı kalsın ocakta nazlı anamÇayın demde,Kulağın iyi tanır mavzer sesiniBir de beşikte memeye varmak isteyeni"

Daha karışmadan Cudi'nin gözyaşları Dicle'yeBarut kokusu çıkmadan topraktanDüşmeden yola kefensiz çocuklarGelecekler, biliyorum.

HAYDAR DOĞAN

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 41: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

YALNIZLIK NOTLARI

gecenin söylediği

kendini arıyor şimdi yorgun akşamların içinde sesini kaybetmiş bir şehir

gözbebeklerimde demlenen gecenin sessiz soluğudurtenimde güz kırgınlığı bir hüzün…

yaşama ağrısıdır bubizi çocukça bir aldanışa boğansevmek öyleyse tüm kötülüklerin belini kıran

ve insançok katmanlı bir yalnızlıktırkalbinde sonsuz sırlar taşıyan

bilsinler isterim ki sır Ali’den sorulur insan umuttan!

MERİÇ AYDIN

Sayfa 41

Page 42: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

ATEŞLE SINAMA BENİ

Şimdi hangi rüzgârın uğultusundasın, Yorgun bu gözler daha kaç bulut taşır. Soluklandığım saçların şimdi bir urgan Avuçların mezar, Daraldığım yerdeyim.

Mavisi olmayan Nebula gibi Tozdan zerreye bu yıkım. Magma kayması Yer yarılması Göğe cekilen okyanus gibi, Kurumuş nehir Tuzsuz ve susuz bir göl Arş'ın toprakla buluşması Küçülmüş Everest gibi Yokluğun... Şimdi tanrıların konuşsun Sustuğum yerdeyim!!

GÖKMEN SAMBUR

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 43: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Tahir Elçi ve KENDİ masumumuz, KENDİ mazlumumuzVildan SEVİL

Canlı yayında, gözlerimizin önünde,Diyarbakır’da, Baro Başkanı Tahir Elçi, basınaçıklamasında"Biz Diyarbakırlılar olarak DiyarbakırBarosu olarak tarihi değer ve eserlerimizeinsanlığın bin yıllık emeğine birikimine, bu kadimşehre sahip çıkalım. Biz buradan çağrı yapmakistiyoruz. Biz bu tarihi, birçok medeniyete beşikliketmiş, ev sahipliği yapmış bu kadim bölgede,insanlığın bu ortak mekânında silah, çatışma,operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar,silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsundiyoruz.” dedi ve ensesinden girip sol gözündençıkan tek kurşunla, koruma polisiyle birliktekatledildi.

Ankara katliamı da canlı yayında izlenmişti. Artıkkitle katliamları, cinayetler, tekbir getirip kafa

kesmeler, işkenceler, ya canlı yayında ya da videolarla pervasızca teşhir ediliyor. Psikolojikbir saldırı. Efendimiz KORKU’ya çabucak boyun eğmemiz, sinmemiz, susmamız için.

Tahir Elçi de ne İsa’ya ne de Musa’ya yarananlardanmış. İnsan hakları ve barışsavunucusuymuş. Sorunlara silahlı savaşımlarla çözüm bulunamayacağını düşünenlerdenmiş.Doğal olarak da savaştan, kandan kimler medet umuyorsa hiçbirine yaranamayanlardan.Hrant Dink gibi.

Hrant’ı da ne Ermeni Lobisi ne de Türkiye Cumhuriyeti devleti seviyordu. O da zulme, kana,emperyalist oyunlara ve işbirlikçilerine karşıydı. Adalet, özgürlük, barış istiyordu. Aydındı,saygındı Tahir Elçi gibi. Nitelikli ne çok aydınımız, değerimiz katledildi.

Biz yaşlılar, bu iğrenç oyunu öyle çok seyrettik ki… Öyle çok canımız yandı ki… Artık butekere çomak sokmanın, “Dur” demenin, oyunu bozmanın zamanı gelmedi mi?

Katilin-lerin amacı besbelli oysa. Bu coğrafyada istedikleri gibi sınırlar çizilene, tümçıkarlarını elde edene kadar etnik, dinsel, mezhepsel ayrılıkları körüklemek, aynı topraklarıninsanlarını bölmek, düşmanlaştırmak…

Tahir Elçi de bu amaçla katledildi.

Bizlere gelince…

Sayfa 43

Page 44: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Yine yalnızca kendi mazlumumuz için mi gözyaşı dökeceğiz, ağıtlar söyleyeceğiz? TürklerTürklere, Kürtler Kürtlere, Aleviler Alevilere, Sünniler Sünnilere mi ağlayacak?

Kime ağlayacağımıza siyasi, dini, etnik niteliğimiz, bunların önderleri mi karar verecek?

Kendi aklımızı, kendi vicdanımızı dinlemeyi öğrenemeyecek miyiz?

Cenazelerde, meydanlarda, sokaklarda “Kahrolsun şu ya da bu, hesabı sorulacak, kanı yerdekalmayacak” sloganları atarken gaza boğulacak, kurşunlanacak, yine başka cenazelere koşacak, yinegazla boğulup kurşunlanacak mıyız?

Yalnızca KENDİ masumumuzun, KENDİ mazlumumuzun yanında, daha büyük düşmanlıkları kuşanıpsaf mı tutacağız yine?

Arkadaşlıklar, dostluklar, komşuluklar yine düşmanlıklara mı dönüşecek?

Yine cinayetler, yaşam alanlarımızın tümüne yayılacak, sıradanlaşacak mı?

Kimse kimseye güvenmeyecek, yalnızlaşıp can derdine mi düşeceğiz?

Bu sırada hükümet timsah gözyaşları döküp “Geniş çaplı soruşturmalarını” (Çap, hep geniştir çünkü)yürütecek elbette.

Muhalefet liderleri, kınama demeçleriyle, mecliste ıvır zıvır söylemleriyle, salı günlerinin değişmezkaderi, o boğucu grup toplantılarıyla müthiş(!) muhalefetlerini sürdürecekler. Onlardan medet miumacağız yine?

Peki ya katil-ler!...

Katiller, iktidar, para, her türlü çıkar temelinde kurdukları bu kanlı oyunu sürdürecek mi sonsuzakadar?

Katiller arada sırada hırlaşır gözükse de dostlukları, ortaklıkları adına kadeh, ayran tokuşturup işlerinedevam edecekler mi yine?

Her cinayette olduğu gibi sonuçta bu cinayetin de faili ya meçhul kalacak ya da bir, birkaç maşayakalansa bile tetiği çektirenler gizlenecek, onlar yine masumu, mazlumu oynayacaklar mı? Hrant’tave diğer cinayetlerde olduğu gibi.

Ben, tüm söylem ve yazılarımda, bu oyunu bozmanın ilk adımının, herkesin beynini, yüreğinidüşmanlıklardan arındırmak olduğunu savunuyorum her zaman.

Sakın ola artık hiç kimse, katledilen aydınların, saygın önderlerin etnisitesine, dinine mezhebine,hatta siyasal görüşüne göre saf tutmaya kalkıp da “Ama o da…..” ile başlayan, kendi işine geldiğince

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 45: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

“Yok devlet yaptı, yok PKK yaptı, yok şu yaptı bu yaptı” demesin, diyorum.

Kimse gösterilen maşalara kanmasın artık. Çünkü sonuçta maşa, maşadır.

Kim yaptıysa yaptı.

Asıl katiller, ortaya çıkmayacaktır. Biz onları, bilgimizle, aklımızla, sağduyumuzla,vicdanımızla, ön yargılarımıza başkaldırarak tanıyabiliriz ancak.

Tahir Elçi, Ape Musa, Vedat Aydın, Hrant, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy,Bahriye Üçok, Abdi İpekçi, Sivas, Maraş, Çorum, Ankara katliamındakiler, Roboski’dekiler,Reyhanlı ve Suruç’takiler, Gezi’deki yavrular, saymakla tükenmez nice cinayet, katliam…

Katil-ler gizlenecek elbette ama katledilen BEN’im, BİZ’iz, bu toprakları yurt edinmiş,yönetmeyen herkes katlediliyor yavaş yavaş… Bu gerçeği hâlâ görmeyecek miyiz?

O canlarımız, bir anda katlediliyor. Biz, yavaş yavaş…

Düşmanlıklardan arınmayı beceremediğiz, gerçek katilleri görmemekte inat ettiğimiz sürece;SEN, BEN, O, BİZ, BİZLER… Yani yönetilenler… Hepimiz… KATLEDİLİYORUZ,KATLEDİLECEĞİZ.

Çocuklarımız her gün, kimi üniformalı, kimi poşulu, dağlarda, şehirlerde birbirine kırdırılıyor.Ne dağlarımız ne de şehirlerimiz kalacak böyle giderse. Dağ taş mezar dolacak. Sağ kalanlar,Suriyeliler, Libyalılar gibi yer yurt arayacaklar ser sefil.

Ben bir Türk’üm kardeşim Tahir Elçi. Hrant gibi, Uğur gibi, bu kanla sürdürülen düzenindiğer tüm kurbanları gibi sen ve koruma polisin de benim öz kardeşimsiniz.

Onlar ve diğer yiğitlerimiz, aydınlarımız için çok ağladım, şimdi de senin, koruma polisin vekendim için akıyor gözyaşlarım. Sen vurulup öldürüldün, ben ağır yaralandım yine.

Belki senin katlinle öğreniriz, o kurşunun bize de sıkıldığını. Umut işte…

Güle güle silaha, savaşa karşı savaşan, barışsever kardeşim, sevgiyle…

VİLDAN SEVİL

Sayfa 45

Page 46: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

ZULÜM SALTANATINIZDA YAVER

Gözlerinde finans tütünleriBin yılı borçlanıyor insanlığaKestane açarken yanıyor çınar ağacıBiz korkunuzdan bıktık diyor şiirDeğişimin diyalektiğine gün doğarken

Bu şiir öldürülür bir gece vaktiCenazesi sürülürBir yere gömülür belki

Zulüm saltanatınızda yaverMaltepe açıklarında patlayan bir semaver

Şairler ki delidirOnları yakarken çay içinİyi gelir

SEMA LALE

Kuzinede kalan küllerdenYüzüne kamuflaj çizer şiir

Şair ki bazen-ama bazen- yalnızdırSiz yalnız bile olamazsınız

Bu bir cenaze merasimidirİhtilalsiz ölen bir şiire topyekun ağlanacaktırMeraklısına bildirilir

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 47: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

ERDAL EREN İÇİMİZDESİN...

ERDAL EREN içimizdesin...Susmak susamak kadar yakın değildir...

Kuşları doğmuş umudunKanat gibi yıldırım gibi

Gürül gürül alaboralardaAçıldı nefesim yarınlaraBir parça ışık gibiDüştün aklımaOysaCanım esirgemem sendenVe bu yürek...Bir ateş harmanıBir bahar dalıYürüyorumUçurumun ucuna...

BURCU TÜRKER

Sayfa 47

Page 48: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

VAY

bilmez misin can dostumne kadar yalnızsano kadar özgürne kadar özgürseno kadar sancılı

ve ne kadar sancılıysano kadar kavgacıkavgasına belasına eyvallah

yoksa siz sevdayıkavgasız günlere mi bırakmıştınız

ya da tırnak içi sevdalar adınakavgadan mı kaçmıştınız

vay olsun size

ÖZER GENÇ

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 49: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

FOTOĞRAFLAR VE İZDÜŞÜMLERİAdnan DURMAZ

YIKILMA

asla yıkılmayasın madem zulmün iktidarında devran gülüşlerin kıvrımında zaptiyeler dolaşırken gözlem altında başak işgal altında kınalı türkü işgal altında çift çubuk kara saban illegal bir türkü gibi yasaklı alaşafak davran ve onurun gönderinde dalgalandır çünkü kanlı bayrağımızdır yüzün bu sevdadaayak yarıklarının arasında bin yıl öncesinden emanet kıvılcımlar taşıyan adamlar kül altında saklanan kor ve çocuğunun başından bit kıran ana ki toprakla haldaştır bu eller

Sayfa 49

Page 50: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

ağaç kökleriyle aynı türküye ışırlar karanlıkta onlara güven ve yıkılmazaman tekinsiz bir bakış gibi uzarken binlerce kez ırzına geçilen caddelerde hani arabalara el kaldıran güzel kız bizdendir tezgah arkasında iş bitirenler elleri gres yağına boyanmış işçi güneşi ekmek diye kırıp yer ya öğle arası kaderleri kara ile yazılmış kara karıncalar gibi işsizlik sokaklarında yoksulluğun söylemeye ar eder naçarlığa başını çarpan ana bizdendir bizdendir eti emeği teri peşkeş çekilen o büyük suskusunun altında çelik bir onur yükselir bütün orduların yenemediği ölümünekara gecelerin en yıldızlı yerine asılan bizdendi bizdendi bitliste donan öğretmen bizdendi Beyazıt meydanında düşen ve Çanakkale içinde 350 bin can televizyonlar dolusu ağız dışkısı lânetlendi kaldırımlar işkencede katledileli al karanfil savaş gazileri dilenenden bu yana tükürdük bu düzenin yüzüne ve kurtuluş bayrakları kulpuna dikileli içki bardaklarının çocuklar karanlığa fidye olalı ve namus peşkeş çekileli ırz düşmanına onur dileneli el kapısında tak dedi gayri cana bıçak iliğe dayandı gayri sevdadır girdi kanakendi öz toprağında maraba altı okka yüreği beş paraya satılan sakın yıkılma ve dededen toruna ömrü ömre ekleyip sabır denkleyen sakın yıkılma ey çünkü dosta düşmana malum o dağlar yıkan yiğitliğini çünkü öfkeni silah yaptık biz

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 51: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

BEN AŞKI ORALARDA ESKİ BİR GÖMÜT KAPAĞINDAGÖRDÜM DE BİR GECEYARISI ÇILDIRAYAZDIM.... der BüyükUsta Hasan Hüseyin. Ben de bir gömüt taşında binlerce yılönce nakşedilmiş bir gül kabartması görünce naçizane"KARA TAŞA AŞK NAKŞETTİM/ KÖR YÜREKLİ GÖRMEZBENİ" demiştim.. İşte taşa binlerce yıl önce nakşedilmiş biraşk... Aşık bile ölüyor ama aşk yaşıyor taşta... TAŞTAYAŞAYAN EN KADİM CANLIDIR AŞK...

Sayfa 51

Page 52: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Taşlar da unutur mu nakkaşların kalplerine dokuduğuaşkları—belki unutur.. Taşın da bir yaşamı ve ölümü var..Ama onların unutulması yokoldukları anlamına gelmez.. Taşölümlüdür ama aşk ölümsüz…

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 53: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

O güzel insanlardı.. Dam başlarına bacalarını her sonbaharyeniden yaparlardı.. Yeniden akan damlarına yuvakçekerlerdi.. Başka güler başka söyler başka bakarlardı.. Ogüzel adamlardı.. Her şeylerini yüzüstü bırakıpgidenlerdi.. Ve dönmeyenlerdi

Sayfa 53

Page 54: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

O güzel insanların beş bin yıldır aynı malzemelerleyapılmış aynı planda evleri vardı.. Boşalan hanelerdedumansız bacalar ve artık çıra gaz lambası yanmayangeceler... O gecelerde evin unutamadığı kahkahalarlamüzikleşmiş anılar kaldı...

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 55: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Atalarının gömüt taşlarına benzer eğri ve küf bağlamış çoğudökülmüş dişleri.. Öyle gülerlerdi arsızca.. Ar damarıçatlarcasına.. Gülüşler de susar düşler gibi.. Yankısı kalırsadece duyabilenlere yalnızca.. Biz aşkı sahibi ve anımsayanıkalmamış gömüt taşlarındaki yosunların yazdığıhikayelerden okumaya durduk.. Tam da bir gün..geleceğimiz yerlerden birinde… Sonsuzun sesini dinlediksilinmiş dizelerde…

Sayfa 55

Page 56: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

O güzel kadınlar aşkla doğarlar ki, aşkla büyürlerçocukluklarınca.. Genç kız gülüşleri aşkın ipeğindennakşedilir inci dişli gülüşlerine.. Aşkı taşırla aşk kesildiklerierkeklere.. Tek sözcük etmeden konuşulan bir dille.. Ve onlaraşkla yaşlanır aşklarını da götürürler toprağa.. Bundandırbelki bunca güzel olması çiçeklerin.. Yalnızca aynalarıkalmışsa, işte o aynalar tanıktır aşklarının gizlerine..Kendime bir ayna bulmalıyım mutlu aşkların anılarıylayaşamaya parlamaya devam eden...

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 57: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

O güzel insanların yurdunda ıssızlıkla kolkola, hüzü dolaştıkbu gün de.. İşte tam alnında BUYURUN yazan bir kutucukev.. Kapıya gelen insanlara sesleniyor orada kimse olmasada bir zamanlar bu yapıyı yapanlar.. Şimdiyse, sankiinsansızlıktan darmadağın olmuş, bir gelen olsun istiyor veaynı yerden fısıldıyor… Buyurun… Çok daha önce bir ustanıntaşa yonttuğu çiçekler, pencerenin üzerinde zamana meydanokuyor… Pencerenin kör gözüne tezek yığmış birileri…Hazin..

Sayfa 57

Page 58: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Pencere her insan topluluğu için önemli… Bu bakımdan enyoksul ev bile, ucuz ama iç dünyasının renkleriyle bezenmişperdelerle kapatır… Yüreğe benzer bazan, yârin varsa pencerenkapalı çiçekli basmalarla.. Binlerce türkü var pencereninolduğu… Her insanın kapısı varsa nasıl penceresi de var..İNSANIN KAÇ, PENCERESİ VAR YÜREĞİNDE, İÇİNİ IŞIKLARLADOLDURMAK, DIŞARIYA IŞIKLAR SALMAK İÇİN; SEN ONA BAK.HEM HER YERLİ, HEM DE HİÇ BİR YERLİSİN; . EĞER ŞAİRSEN,İNSANİN VATANİ İNSANDIR BELLEMİŞSEN…. (Yazmıştım birzaman...) Bozkırın bir yerlerinde, 2000 yıl önce Romalı birustanın yaptığı çiçek oymalı mermeri pencerenin başı üzrekoymuş; ancak ondan sonra gelenler, kadrini bilmeyip tezeklerledoldurmuş pencereyi… Kalbinizin aydınlığının karanlığa yayıldığıve dünyanın oradan içeri girdiği pencereleri değerbilmez ellerebırakırsanız, ahıra çevirirler… Bir daha sevecek yeri kalmaz..Varın yıkın aşksa çıkıp giden gönül evinizden, sonrasınakalmasın bir şey…

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 59: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Eğer yüreğinde aşk varsa, bazı topraklarda açmayabilir,direnir, kaya delmeye çalışır, aşkı bilmeyen bir çöl yüreğinbağrında aşk büyümez.. Kahrolur, yaralanır, paralanır…Aşkı bilen toprakta sonbaharda bile açabiliyor işte aşk… Bugün ıssız bir mezarlıkta gülümsedi bana…

Sayfa 59

Page 60: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Baş yoldaşıyla, bir ömür geçirip, ay ışığında orakla ekindevşirdiler türküler çağırarak.. Onca çocuk büyüttüleryokluk yoksulluk aldı gitti uzaklara.. Sonra gitti başyoldaşları gark oldu gara toprağa… Yürelerinden sevdikleriiçin, keselerine ve kisvelerine bakmadılar yârlerinin.. Sonraişte kaldılar yıkıntıların arasında yalnızca anılarıyla..Anaydılar, yardiler.. Ulu çınarlarıydılar bu toprakların..Nazımlar, Yılmaz Güneyler, Denizler, Mahirler onlarınyazgısını değiştirmenin kavgasını verdiler; Bu yüzdengönüllü gittiler mahpuslara zındanlara sürgünlere, ölümlere,asla pişman olmadılar.. Aşkın ve umudun çınarları yıkıntılariçinde bekliyor hâlâ…

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 61: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

GEL HA GAYRİ... MEŞE SELİM MOR BULUTUM SERÇE MASUMU GÖZLÜMBU BİR KAVAL KANAMASI ZAMANIN SİNESİNDEN SAĞILIR GELİRBİR KEDER BAHÇESİDİR... HER GÖNÜLE UÇ VERİR DE AÇAR BİR ZAMANBİR MASAL BOHÇASIDIRBU YÜREK YÜREK DEĞİLISSIZDA BİR KUYUNUN DELİK KOVASIDIRBERİ GEL ALLI TURNAM... TÜRKÜ GÜLÜŞLER TAŞISIN GÖZLERİNKENDİNDE BUL BENİ... SANA GEL... BANA GİTBU SEVDASINA YİTİK KARINCANIN ÖYKÜSÜDÜRAKIP GİDER DE ALLI TELLİ BU KIRAÇTAKOYUNLARIN KUKUSUDUR... BULUTLARIN KOKUSUDUR...SABAHIN KOKUSUDUR...AKŞAMIN TERİGECENİN ELLERİDİR AKIP GİDER DE HAYAT... DOKUNUR TAŞADOKUNUR ISLIĞA... ONU KAVİSLENDİRİR... KAYAYA GÜL OYAN SEVDADIR... VE BİZ GELİRİZ... BİR KAHIR... BİR ACI BİR HAY BİR HUYYAĞMA SOFRASI BİR ÖMRÜN HARİTASINDATUTSAK GELDİĞİNİ BİLEMEDEN SEVDİK DE YAŞAMAYI...SEVDİK TENEKE BARAKALARI...KERPİÇ DAMLARI...YAĞMURDA AKAN EVLERDE SEVİŞTİK GECE KARANLIKTI

Sayfa 61

Page 62: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

ANLAMADIK... ÇÖZEMEDİK... DOĞUŞTAN HASRETLİ BİR SUYDU İŞTE HAYATVE ÖLDÜK GERİDE TÜRKÜLER BIRAKAN KARASEVDALARDA YANA YANABİR GÜN BELKİ DE BOZKIRDAN KALKANBİR TOZ HORTUMU OLUR DA DÜŞLERİMİZSAVRULURUZ GÜNAHLARIMIZ SUÇLULUK DUYGULARIMIZLABİR GÜN BELKİ ADAMI EŞKIYA DÜŞÜREN SEVDANIN TÜRKÜSÜNÜBİR ÇOCUK GELİR DE SÖYLER YIKILMIŞ EVLERİMİZDEN KALAN SON TAŞIN ÜZERİNE OTURARAKBERİ GEL... BELKİ ZAMAN DA HİÇTİRHER NEYSE YAŞAMIN ANLAMI...ONUN EN GÜZEL ANDACI OLSUN Kİ AŞKIM SANABÜTÜN CİDDİ ADAMLAR SULTANLAR ÖFKELERBAR BAR BAĞIRMALAR... BAŞINI TAŞLARA VURMALAR DA YOK OLACAKBİZ VARIZ ŞİMDİ... GEL DE GÖR SENİM İŞTEYOKLUĞUN... ÖMRÜMÜN GECESİDİRDAĞLAR DA AĞLAR... ASLINDA UZUN HAVALAR YANKILANIR YAAHINI ZAPTEDEMEYENİN ÇIĞLIĞI KESİLİR TAŞ OLUR DORUKLARINDADAĞLAR DA AĞLAR BULUTLAR ÖPERKEN SAÇLARINI... GÜN HER BATIŞINDA KANATIRKEN YÜREĞİNİTAŞLAR DA GÜLÜMSER... O EN ESKİ USTA AŞKI NAKŞEDERKEN BAĞRINAGÜLER TAŞ... HÜZÜNDEN BAKIŞLARINDA EĞİREREK SEVDAYINE ZAMAN BİR KADIN KİLİM DOKUSASEN BENİ ARAMAYA ÇIKARSIN YÜREĞİNİN GERGEFİNDE GÜL SAĞNARGEL... ARTIK GELSENSİZLİKTE DAĞLAR DA AĞLARYIKILMIŞ SURLARIN ALTINDA KAÇ ÖMÜR RÜZGARA DÖNÜŞTÜDAĞLARIN ARDINDA KAÇ SEVDA BULUT OLUP YAĞDI ÇÖLEFERHADIN YÜREĞİ SEBİLKÜLÜNGÜ SÖZ OLDU... BÜTÜN DİNLER KOVDU ONUYAĞMALANA YAĞMALANA GELDİM DE İŞTEÖMÜRDÜ AZIĞIM... SERMAYEM YÜREKTAŞLANDIM SOKAKLARDA İBRETİ ALEM İÇİNSENSİZ GÖZLERİMİ SAÇTIM KARANLIĞA YILDIZLARDIR ŞİMDİDAMITTIĞIM DÜŞLERİM EKŞİYİP ZEHİR OLDUYENİLGİLERDEN GELDİM-YORGUNUM ELLERİN YOKVE ZAMAN VE RÜZGARGEL GAYRİ GELYAŞAMAK SENİNLE BAŞLAR

FOTOĞRAFLAR VE METİNLER:

ADNAN DURMAZ

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 63: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

MAJİSKÜL DİLLİ CADDELER

Bakıyorum daCaddeler artık sarkıtmıyor diliniSanatçılar artık yaprakların altındanAniden fırlamıyorPalyaçolar resimlerde tutunamıyor...Kovulmuş bir sessizlik sırıtıyor kentin üstündeBaca diplerinde `illegal` kol geziyorKurum kurum dökülüyor şöminelerden...Bir kadınBileğindeki bileziklerin hırsıyla ağlıyorÇifter çifter geziyor sevgililer ama tek sıraPark ve Bahçeler Müdürlüğü`nün komutlarıylaÇifterli bir sıra selvi baş eğiyor...Kundak bebeleri memeler tükürüyorAnnelerinin suratlarınaBir adam gözyaşlarını ceplerine dolduruyorGizli gizli ve sebepsiz yere...Bakıyorum daTüm sakinleri kentin selam durmuş

Komut alıyor biteviyeKadınlar birbirini dürtüp kollarıylaGösteriyorlar delikanlıyıSoruyorlargördün mü ne yakışıklı ama...Kadınlık baldırlarına çimdikler atıyorlar sonraBu izlere zaten yıllardır dostçasına..Bakıyorum daBaşıboş havlamıyor hiç bir köpekEğitimli bir koro uluyorŞef başlarında havayıDeğneğiyle dövüyor...Medeni köpekler bunlarMedeni kemikler yalıyorlarVe arasıra ısırıyorlar da tabi...Bakıyorum daİçerdekilerin dışarı fırlayıvermesiDışardakilerin içeri girmesiManzara-i umûmi`ye bir değişiklik getirmeyecekBakıyorum daCeplerim ıslak ıslak...

ALİ HALDUN HAKMAN

RESİM: CAMİLLE PİSARRO

Sayfa 63

Page 64: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

BİLİNÇSİZ ANARŞİSTseni sen yapanköklerineyok olurayna tuttuğun ellerin

ışığı yutan iskeletinbir yerlerekaçamayan ruhun

omurgası sağlam ağaçlarındüşünde yeşildüşerkenyapraklarıyüzü gözü sarı

uzandınhopladın zıpladın

bir uçumluk vakitti çaldığın çocukzaman kozasından

yerinçekti seni canı

yuvaya döndükanadıntüyünboynu bükük

havada kaldığınvakitlere say ey özgürlük

ERTAN ŞAHİN

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 65: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

HAYDE

Örgütsel boşluğun dilidir yenilgiDidikler etimiİhanet çukurundaki.Yıldızlar değil/suskunun izdüşümüAyın şavkın da gezinir gölgeleri.Hele bir, iplerine ulaşabilse elinAcılardan daha dingin gücün.İstersen, kan ve gözyaşı/hasret kalır bize,Elmanın çekirdeğinden gireriz cennete!Bilensin kavgamız sınıf dilinden/emeğin en kutsal yeriÇocuklar ölüyor, bahara beş kala,/gözlerinden göçmüş fer ibebeği emziren,Annenin göğsünden kopartılıyor memesikaranfil bitiyor yerindenhayde bre, hayde...

NECİP TIRPAN

Sayfa 65

Page 66: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

NASIL DÜŞÜNÜR İNSAN

Nasıl düşünür insan nasıl konuşurAyaklar tavanda saçlar yerde sürünürken.Senin de Deniz'li türküler gelir mi aklınaSaat gecenin birinde nöbetler değişirken...

Nasıl düşünür insan nasıl konuşurNasıl yorumlar seni yeni kuşaklarNasıl şahitlik yapar inilip çıkılan merdivenler sonrasıKülçe gibi atıldığın taşlıklar...

Nasıl düşünür insan nasıl konuşurFilistin askısında can direnirkenNasıl çay ve sigara düşler insanAçlık grevinde dostlar Şekeri suya katık ederken...

ADİLHAN ŞANLIKeşan Ask.cezaevi/19.Eylül.1980/

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 67: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

EDEBİYATIN DİRENİŞİ Mİ… DİRENİŞ EDEBİYATI MI…Adil OKAY

“postmodernizm moda şimdi / unuttuk şiirin hâle’lerini / post totem tapınaklarda / zil takıp oynar / şair katilleri / ah yalelelli…”

Adil Okay

Konumuz “Edebiyatın Direnişi”… Dikkat edin, “Direniş Edebiyatı” değil. Zira “DirenişEdebiyatı” yüzyıllardır yaratılıyor ve hakkında yazılıyor. Ama “Edebiyatın Direnişi” hakkındaçok yazılmadı. Peki, ne demek “Edebiyatın Direnişi” Sadece Edebiyatçının (sanatçının)direnişinden söz etmiyoruz burada. Bir sosyal bilimin – sanat disiplinin neoliberal çağda yokedilmeye çalışılması ya da iğdiş edilmesi konumuz. Tabi bu konu iki sayfaya sığmaz. Bunedenle ben “yeni akımlar – deneysel sanat -edebiyat” adı altında yapılan olumlu - olumsuzörnekler üzerinde durmayacağım. Neo-liberal politikaların sanattaki yansımalarınıirdeleyeceğim. Sorular soracağım. Yanıtları sorgulayacağım. Dün muhalif sanatçıları-edebiyatçıları fiziki olarak –hapse atarak, katlederek- imha eden egemenler bu gün farklıyöntemlerle edebiyatı-sanatı “muhalif” kimliğinden soyuyorlar. Oysa “sanat doğası gereğimuhaliftir”. İşte Yeni Dünya Düzeni’nin ideologları da bunu bildiğinden sanatçılara “muhalifolmayı değil muhalif görünmeyi” salık veriyor. “Sadece banka yayınevimizde, bizimbienallerimizde, bizim salonlarımızda, gazete ve dergilerimizde muhalif olmanıza izin var”deniyor.

Özetle söylenen şu: “Yeter ki halka açılmayın. Sokaklara çıkmayın. Roboski’yi, Suruç’u,Ankara’yı yok sayın. Filistin hakkında yazın ama Kürtler hakkında yazmayın. Fabrikalardaki

Sayfa 67

Page 68: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

grevlere destek olmayın. Nükleer santralleri, HES’leri eleştirmeyin. Ruhani meselelerleuğraşın.“

“Sanat biçimlendirmedir.”

Bir nesneyi ya da sözcükleri ters çevirip, estetize ederek “bakın böyle de bakılabilir”dediğiniz an o nesne(ler) yahut sözcükler “ete kemiğe bürünür, sanat olarak görünür.”Burada kastettiğim “emek” faktörüdür. Peri Bacaları doğa harikasıdır. Ama insan eliyle-emeğiile yaratılmadığı için “sanat” diyemiyoruz. Bu anlamda sanatta insan emeği olmazsaolmazdır. Peki bu insan emeği her zaman sanata evriliyor mu. Hayır. Yeni yazmaya, çizmeye,yontmaya başlayan sanatçılar için değil saptamam. Onların emeklemelerini anlayabiliyoruz.Tabi istisnalar olabiliyor. Konumuz rüştünü ispat eden “sanatçıların- edebiyatçıların”savrulmaları. Bienallerde kerli felli kadın ve erkeklerin “sanat” adına sundukları ve busunulara büyük sermayenin destek sunmasının nedeni.

Ciddiyeti ile bilinen Ali Artun da dayanamamış bu konularda ağır bir yazı kaleme almıştı. “

Anne Ben Hıyar mıyım” adlı yazıdan bir bölüm paylaşıyorum:

“Tarihsel ve estetik bütün normların silindiği bir döneme özgü sergiler olmalarına rağmen,piyasanın işletme modellerine göre işleyen bienallerin ömrünü doldurdukça her açıldıklarımetropolde birbirini tekrarlayan tekdüze, bıktıran-usandıran gösterilere dönüştüğü biliniyor.Bu durumun yarattığı patoloji (marazi hal-daralma duygusu), 13. İstanbul Bienali’nde iyicetırmanıyor. Örneğin, artık kimsenin izlemeye sabrının yetmediği video sanatı gösterileri. HitoSteyerl’in “Müze Bir Fabrika mıdır?” makalesinde “beyaz küplerin siyah kutuları” dediğiodalarda gösterilen, bölük-pörçük izlenen ve sonunda hiçbir anlam ifade etmeyen binlerceimge. Video ifratının yarattığı anlamsızlığın en uç örneği 11. Documenta’da yaşanmış: busergide, bir izleyicinin Documenta’nın açık olduğu 100 gün içinde izleyebileceğinden dahaçok video sunulmuş. Videoların realizmi, aslında bienalin tamamına egemen olan estetiğinbir yansıması. Bunun 13. Bienal’deki en vahim örneği ise, Garanti Bankası’nın galerisi olanSalt’ın girişine yerleştirilen direniş çadırı enstalasyonu. (…)Son dönem bütün İstanbulbienallerini dolduran ve çok-kültürlülüğü kutsayan işler 13. Bienal’de de eksik değil. Oysa buneoliberal politikalar çoktan geride kaldı. Artık Angela Merkel ve David Cameron gibi Avrupaegemenleri bile, Žižek'in çok önceleri açıkladığı gibi, çok-kültürlülüğün ırkçılığı beslediğinidüşünüyor. (…) Bienal’in perde arkasını oluşturan sanat piyasasının egemenleri arasıbağlantılar, şirketlerle sanat kurumları arasındaki temaslar ve alım-satımlar, kuşkusuz uluortacereyan etmiyor. Daha ziyade, kültürü özelleştiren ve sanatı finansallaştıran şirketyöneticilerinin malikânelerinde verdikleri şaşaalı davetlerde kotarılıyor.” (25/9/2013 /skopbülten / Ali Artun)

Özetle Ali Artun, “kral çıplak” demiş. Yazının bütününü okumanızı önererek devam ediyorumsorgulamaya. Edebiyatın Direnememesinin en önemli nedeni, egemenlerin uysal edebiyatçıistemeleridir. Hatta tekelci sermaye kimi zaman muhalif edebiyatçılara (sanatçılara da)

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 69: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

ödüller dağıtıp, kitaplarını yayınlayıp onları da ehlileştirmeyi denemektedir. Tabi sözünüettiğim edebiyatçılar onlara rağmen var olan, eserleri sınırları aşan isimlerdir. NazımHikmet’in tüm telif haklarının Yapı Kredi Yayınları (bankası) tarafından satın alınması önemlibir örnektir. “Y.K.Y.” ilk iş olarak Nazım’ı sansüre uğratmış, sosyal paylaşım ağlarındaşiirlerinin yayınlanmasını yasaklamaya girişmiştir. Gelen tepkiler üzerine geri adım atmıştır.

Edebiyatın- sanatın önündeki engellerden biri de “Telif hakkı” yasasıdır.

Telif Hakkı yasası sanatçıyı – okuru korumuyor. Sermayenin çıkarını kolluyor. Öyle ki internetüzerinden bile “paylaşmayı” yasaklamayı hedefliyor. Dönem dönem de Y.K.Y.’nın yaptığı gibi“yasaklama” girişimleri görülüyor. Konuya başka bir örnek vereyim: “ Dünyanın en büyüksosyalleşme sitelerinden MySpace ve Last FM MÜYAP'n şikayeti üzerine 19 Eylül'de erişimekapatıldı. Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü, MySpace sitesinin tamamınaTürkiye'de erişim yasağı getirilmesini kınadı; "Telif hakkına sahip çıkarken ifade özgürlüğühakkı engellenemez" dedi. (…)Tabi konu burada kalmadı. Kapanmadı. MySpace ve Last FMkullanıcıları sitelerin erişime kapatılmasına karşı harekete geçtiler. Sosyalleşme sitesiFriendfeed'de bir araya gelenler MÜYAP'a "Özgür müziğe dokunma" yazan kapakların içineyerleştirdikleri boş CD'leri yollayacaklarını bildirdiler.” (Paris - BİA Haber Merkezi 24 Eylül2009)

Peki Sanatçı duyarlılığı nedir?

Bir sanatçı beste veya resim yaparken, heykel yontup, fotoğraf çekerken, aşkına şiiryazarken; parayı veya aynı anlama gelecek telif hakkını düşünmez. Sanatçı öncelikleegosunu tatmin için eser yaratır. Paylaşılmak, izlenmek, onanmak, ego tatmini zatenyaratılan eser için bir ödüldür. Karşılıktır. (Kimi sanatçıların ücret karşılığı sipariş üzerineyaptığı çalışmalar, ders kitapları yazanlar veya ‘evet ben bu işi para için yapıyorum’ diyenlerkonumuz dışıdır.) Telif Hakkı yasası ise, kültürün endüstrileştirildiği, sanatın metalaştırıldığıdünyada sanatçıların da eserleriyle birlikte alınıp satılabileceği, kirli banka sermayesiylekurulan yayınevleri arasında ‘transfer’ edilebileceği anlamına gelmektedir.

Sosyal paylaşım ağlarının rolü

Bu konuda sözü kısa bir süre önce kaybettiğimiz Dr. Özgür Uçkan’a bırakıyorum:“İnternet halka açılalı beri, askerin elinden çıkıp, sivil dünyaya geçtikten sonra çok hızlı birşekilde gelişti. (…) Şu anda dünya nüfusunun yarısı internet kullanıyor. (…) İnternet aslındabaşından beri sadece sosyalleşme aracı değil. Bir muhalefet aracı, örgütlenme aracı. Bununilk örneklerini biz, Dünya Ticaret Örgütü’nün 1998’de Seattle’daki toplantısında,küreselleşme karşıtı hareketlerin patlama yaptığı dönemde gördük. Göstericiler sadecetelefon ve internet üzerinden organize oldular. Filipinlerde devlet başkanı gitsin diye birmilyon SMS gönderildi. Bu eylem dünyanın en büyük elektronik eylemi olarak tarihe geçti.Zapatistalar bunu çok yerinde kullandılar. Milislerin yaptığı köylü katliamlarını internetüzerinden haber yaptıkları için, birkaç saat içinde Meksika hükümeti özür dileyip milisleriyakalamak zorunda kaldı.”

Sayfa 69

Page 70: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Özgür Uçkan’ın belirttiği gibi İnternetin yararları yok sayılamaz. Teknolojik gelişmeye arkaikdüşünce silsilesiyle karşı duracak değilim. En başta iletişim sorunu olan insanlar internetsayesinde dış dünyaya açıldı. “Gerçekler” tekel olmaktan çıktığı gibi sorgulanmaya başlandı.Derken sokak muhalefeti, eylem çağrıları ve örgütlenme bu ağlar sayesinde kolaylaştı. Tabiiarada ego tatmincileri, yalancı peygamberler, sahtekâr “hoca”lar da bu ağlardanyararlandıysa da, “yararı” zararından fazla demek durumundayız. Sosyal paylaşım ağlarıEdebiyata da nefes aldırdı. Ara sıra “paylaşım yağmuru” arasında kaybolsalar da muhalif-direnen edebiyat örnekleri okuyucuyla buluşabiliyor. Örneğin benim ilk tercihim “basılı dergive gazeteler” olsa da, yayınlanan yazımı kaynakça gösterip sosyal paylaşım ağlarında dasunuyorum. Kimi zaman sözünü ettiğim dergi veya gazetelerden daha çok okuyucuyaulaştığını görebiliyorum. İşte bu nedenlerle Türkiye’de hükümet, iki de bir Facebook, Twetterv.d. “yasaklansın” diye feryat ediyor.

Son söz: Kapitalist sistem havayı, suyu, dağları, denizleri olduğu gibi sanatı da satışaçıkarmaktadır. Bu gidişe dur denmezse yakında gerçekleri yazmak suç sayılacak, ses, söz,mısra, ıslık çalmak ve âşık olmak da vergiye tabi olacaktır.

Kaynakça: PolitikART, 11 Kasım 2015

ADİL OKAY

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 71: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

YILDIZ DAĞLARIN ÖTESİNDE

Hayaller ülkesindeBir sevda masalıydı yaşadığımızYıllara biraz yorgun mu düştüSevdalı bakışlarımızYer yer ürkek yer yer cesaretle savundukSabırların isyanların suyundan gelerekÜstelik isyanlar yasakBiz isyanlardaydıkKuşatmalar altında

Yazık olurdu biz sevdamıza sınır koyarsakOysa sınırları aşmış tabuları yıkmıştıkNasılda güneşten geldik güneşin çocuklarıyız diyeAydınlıklara bıraktık aydınlık yüreklerimiziSabahlara bırakmaya çekinirdikGün doğmaz gecelerde diyeYa mehtap düşermi üzerimizeGel yazık olmasın sevdamızaYoksa alır uçuk mavi yüreğimi giderimYıldız dağların ötesindeHüzün bulutlar kaplı gözlerimle

VEDAT KOPARAN

Sayfa 71

Page 72: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

ARALIK HELVASI

Şimdi şu irkilme iki binin aralığındaZehir zemberek açan gülün şiiridirÖlen toprağa donarakYaprak yaprak düşüşüÜşüşürken içimize kan ve can nezdindeSarılırcasına açtığı yerde bizeBir sevgili duruşuyla-oy ölürüm ben sana – gül bana

Ne de kar yağıyor şirin şirinKöpürdü öfkeden yağmurlar daYarı baygın doğan güne karşıYezit yeminliKomploları idrak etmediğimizdenNefretlerdeyim eğilip-sudan alınca eşkâlimi

Sistemde var olan neye kalmadı ki nefretimOysa ne çok özlemişim köyümüFarkları tartınca mantığın tabancasındaBiz paranın pulun çelemediği bir aileydikSökünlerle döküldüğümüz yollar kan revan-onurlu yaşamanın kilidi kalbe emanetim-Şu çıkmaz sokaklara

Heyelan ki çıt çıksa koparTahtlar saraylar kalır altındaYıkanmış beyinlerinKaldıkça aç gözleri vitrinlerdeKüfreder ayağına bulaşan toprağa-lanetler savururken yağmura

Ki hayat hep toprak hava ve suyduŞimdi hepsi de kirliSentetik tadımlar aldatırken şuuruTüreyen hastalıkların antidotuCep doldurmak sadece-inleyişini bin katına çıkarırcasına

Sanala ve yalana doymayan oburNe zaman yaşayacaksın kendin içinNe zaman anlayacaksınBu büyük komplonunTek kurbanı yine sen oluşunu-Sıra sana gelince gözbebeklerime bakıp ağlama

Puştluğunu kendin as bu ihanet meydanında!

YAŞAR DOĞAN / Lolan

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 73: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

BARIŞ

İnsan en zeki varlıkAma çok azı ölebiliyor yatağındaOysa kuşlar ve balıklarDeğerini hiç bilmeden altın kaşıklarınNasıl da huzurlular maviliklerdeİşte böyle bir şeydir barışda...

TEMEL KURT

Sayfa 73

Page 74: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

GÖBEKLİTEPE, BİZE NEYİ ANLATIYOR?[*]

Sibel ÖZBUDUN

“Bilgisiz insan,anlamadığına tapar!”[1]

Alman arkeolog Klaus Schmidt 1994 yılında Urfa’nın 6 mil kadar ötesinde, Göbeklitepe’degünümüzden yaklaşık 11 bin yıl öncesine, yani İ.Ö. 9000’lere tarihlenen anıtsal sütunlarıortaya çıkardığında, arkeoloji ve tarihöncesine dair paradigmalarda derin bir sarsıntıya yolaçacağının bilincinde olmalıydı. Çünkü anıtsal sütunlar, öyle anlaşılıyordu ki, üst paleolitiksonlarında yaşamış avcı-toplayıcılar tarafından inşa edilmişti: uzman-olmayan söylemdegenellikle, üyeleri arasındaki işbölümünün düşük düzeyde, servet farklılaşmasının asgari,özel mülkiyetin kişisel eşyalarla sınırlı olduğu, hiyerarşik-olmayan, göçer, eşitlikçi gruplar,yani takımlar hâlinde yaşadıkları varsayılan avcı-toplayıcılar... Arkeoloji -ve antropoloji-dünyasında yaygın kanıya göre, bunlar, geniş kolektiflerin eşgüdümlü çabasını ve karmaşıkbir işbölümünü gerektirecek girişimleri yürütme yetisinden yoksundu: bu yetiyi insanlıkancak geniş ölçekli tarımın (koşum hayvanlarının evcilleştirilmesi ve sabanın kullanımagirmesiyle mümkün olan bir girişim) devreye girmesi ve bunun yol açtığı daha genişyerleşimlerin ve karmaşık toplumsal örgütlenmelerin biçimlenişiyle edinebilecekti...

Biraz daha açımlayayım: Avustralya kökenli Marksist arkeolog V. Gordon Childe’ın arkeoloji

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 75: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

dünyasında uzun süreli geçerliliğini korumuş kuramına göre, daha geniş ölçekli, dahakarmaşık yapılı ve hiyerarşikleşmiş toplumlar, ancak onun “Neolitik Devrim” adını verdiği,tarımsal üretime geçişle mümkün olacaktı. Childe’a göre neolitik (ya da tarımsal) “devrim”,“Verimli Hilâl” olarak bilinen Gazze’den Anadolu’nun güneyine dek uzanan ve günümüz Irak,Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail, Filistin, Kıbrıs ve Mısır topraklarını kapsayan bitek bölgede biryerlerde başlamış, oradan da dünya yüzeyine yayılmıştı.

Kurama göre bitki (ve hayvan) evcilleştirilmesi, insanların yaşamında köklü değişimlere yolaçmıştı: tarımla birlikte insanlar yerleşik yaşama geçmişler, tarımın sağladığı besin güvencesisayesinde nüfus hızla artmış, gelişen işbölümüyle birlikte karmaşık toplumlar biçimlenmiş;tarımın ortaya çıkardığı artı ürünün denetlenmesine ilişkin tasarruflar, servet eşitsizliklerinin,bu da toplumsal-siyasal hiyerarşilerin biçimlenmesinin önünü açmıştır. Böylelikle neolitikdevrimi, “kent devrimi” izleyecektir. Yeryüzünde köy boyutunu aşan ilk yerleşimler, ilk kezİ.Ö. 4000’lerde Aşağı Mezopotamya’da ortaya çıkacaktır... Uygarlığa hoşgeldiniz![2]

Bu yaklaşıma göre insanların simgesel yaşamı, bu meyanda din de, bu gelişmelere koşut birhat izler. Eşitlikçi avcı-toplayıcıların doğacı-animistik inançları, bitkilerin evcilleştirilmesiylebirlikte ürün ve hayvanları denetleyen antropomorfik (insan-biçimli) ilahlara/ ilahelere,ardından da kalabalık, karmaşık ve hiyerarşik kentlerle birlikte tapınak çevresindeörgütlenmiş karmaşık ve hiyerarşik panteonlara dönüşür. Bir başka deyişle, gökseltasavvurlar, yeryüzündeki yaşam modelinde yeniden örgütlenmiştir.[3]

- Göbeklitepe buluntuları, ilk bakışta arkeoloji ve antropoloji çevrelerindeki yaygın kanaatleriderinlemesine sarsmıştır.

Çünkü Göbeklitepe’de ortaya çıkan, içiçe halkalar hâlinde sıralanmış, çoğunun üzerinde tilki,arslan, akbaba, akrep, yaban domuzu, ceylan gibi figürlerin kazındığı T-biçimli kireçtaşımegalitler (ki Schmidt ve ekibi bunların dev insan figürleri olduğunu düşünür), ancak biravcı-toplayıcı takımın boyutlarını aşan bir işçi grubunun uzun süreli, zorlu ve eşgüdümlüçalışması sonucu dikilebilecektir.[4] Schmidt ve ekibinin bölgede en az 16 megalit halkanıngömülü olduğunu saptaması, bu kanıyı daha da güçlendirmektedir.

Öte yandan, arkeologlar ve diğer uzmanlar, Göbeklitepe’de yerleşim izine rastlamamışlardır.Alanın çevresinde konut, ocak kalıntılarına, çöp yığını, ya da aynı döneme tarihlenenyerleşimlerde bulunan kil (“bereket”?) figürinlerine, yani bölgenin iskan edilmiş olduğunadair herhangi bir ipucuna rastlanmamıştır. Buna karşılık, alanda bulunan ve incelenenyüzbinlerce yaban hayvanı kemiği (ceylan, yaban domuzu, yabani koyun, kızıl geyik, akbaba,leylek, yaban kazı...) megalitleri inşa eden işçilerin yiyeceklerinin, avlanılarak ötelerdentaşındığını göstermektedir.[5]

Bu buluntu ve saptamalardan, tarihsel-maddeci arkeoloji ve antropolojinin uzun sürelikaziyelerinden birinin “yıkıldığı”nın ilanına bir hamle yetecektir: Schmidt ve diğerlerine göre,buluntular yeni bir uygarlık kuramına işaret etmektedir: “Bilimciler uzun süredir insanlarınancak çiftçiliği öğrenip yerleşik topluluklar hâlinde yaşamaya başladıktan sonradır ki

Sayfa 75

Page 76: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

tapınaklar inşa edip karmaşık toplumsal yapıları destekleyecek zaman, örgütlenme vekaynaklara kavuştuğuna inanagelmişlerdir. Ancak Schmidt, bunun tersini öne sürmektedir:monolitleri inşa etmeye yönelik yaygın, eşgüdümlü çaba, karmaşık toplumların gelişmesinintemelini atmıştır.”[6] Bir başka deyişle, insanlar önce dev “tapınaklar” inşa etmeyebaşlamışlar, ardından da yerleşik hayata geçip, tarımı öğrenmişlerdir!

“Tapınak”? Evet, Klaus Schmidt, Göbeklitepe’nin “ölüler kültü”ne adanmış bir “kutsal” mekânolduğu düşüncesindedir. Onun bu savı, Göbeklitepe’nin gerek akademik/profesyonel,gerekse popüler medyada “tapınak” olarak vaftiz edilmesine yol açacaktır.

Bu durum ise, “yeni sağ”ın dört elle sarılacağı bir argümana kapı aralamaktadır: Din(seldüşünce) insanlık tarihinde maddecilerin iddia edegeldiği üzere bir epifenomen, maddîkoşullar doğrultusunda biçimlenen bir görüngü değil, tersine bir motor güç işlevi görmüştür.Yani devrim önce insanın simgesel dünyasında yaşanmış, bu, gerçek dünyayıbiçimlendirmiştir! ‘Yeni Akit’ gazetesinin Göbeklitepe bulgularını “Darwinist görüş ile yazılmışon binlerce kitap ve yüz binlerce makaleyi çöpe attıracak bir bilgi” olarak selamlaması[7]boşuna değildir...

Ne ki “bu” bakış açısı, iki temel zaafla yüklüdür: Bunlardan ilki, tarihöncesinin, 100 bin yılkadar sürdüğü düşünülen “üst paleolitik” evresini tekil ve biteviye bir durum olarak algılamayanılsamasıdır. Fena hâlde statik olan bu algıya göre üst paleolitik homo sapiens’leri yüz binyıl boyunca, belirli bir bölgedeki (yaban) bitki ve hayvanları tükettikten sonra başka birbölgeye göç eden, az nüfuslu, aralarında cinsiyete dayalı işbölümünden (“avcı-erkek”/“toplayıcı-kadın”) başka bir işbölümü bulunmayan farklılaşmamış, küçük takımlar hâlindeyaşayagelmişir.

Oysa durumun böyle olmadığını, prehistoryayla (tarih-öncesi) ilgilenen herkes bilir. Üstpaleolitiğin (“epipaleolitik” ya da mesolitik olarak da adlandırılan) sonlarına doğru, einkornve emmer gibi günümüz tahıllarının atası olan yaban tahıl ile yaban keçisi, yaban koyunugibi evcilleştirilebilir hayvan türlerinin ortaya çıkmasına yol açan radikal iklim değişikliklerininyaşandığı Ön Asya’da, “üst paleolitik avcı-toplayıcıları”na değgin klişelerden çok farklı toplumve yaşam biçimleri şekillenmeye başlamıştır.En çarpıcı örnekleri İ.Ö. 12 500 - 9 500 yılları arasına tarihlenen ve Ön Asya’nın Levantolarak anılan Doğu Akdeniz havzasında, Suriye’de Tell Abu Hureyra, Mureybet, Filistin’deJericho (Eriha), Ürdün’de Beidha, Anadolu’da Göbeklitepe ve Nevali Çori gibi yerleşimlerdekarşımıza çıkan epipaleolitik (ya da bir başka terimle mesolitik) kültürler, tarım-öncesiyerleşik toplumlardır. “Natufyen” olarak adlandırılan bu epipaleolitik halklar, iklimin ısınıpbuzulların geri çekilmesiyle ılımanlaşan coğrafyalarında ceylan, yaban domuzu, yabani koyunvb. gibi hayvan türlerini avlayarak ve bölge faunasında (bitki örtüsü) yeni ortaya çıkanyabanî tahıl türlerini devşirerek (dikkat: henüz bilinen anlamıyla tarım, yani bitkilerin insaneliyle toprağa ekilerek hasat edilmesi sözkonusu değildir) bitki ve hayvanlarınevcilleştirileceği ve böylelikle “neolitik” olarak adlandırılacak tarihsel evreye doğru yolalmaktadır.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 77: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Natufyen halklar, yukarıda da belirttiğim gibi, (tarımı bilmeseler de) yerleşik ya da yarı-yerleşik bir yaşam tarzını sürdürmekte, üst paleolitiğin tipik göçer avcı-toplayıcıtakımlarından farklı olarak nüfusu yüzlerce kişiyi bulan köyler hâlinde yaşamaktadırlar.Yerleşik ya da yarı-yerleşiktirler, çünkü gündelik menülerinde giderek ağırlıklı bir yer tutmayabaşlayan yaban tahıllarına bağlanmaktadırlar yavaş yavaş; bu türlerin tanelerini rastlantısalolarak saçılmış oldukları topraklardan devşirmekte, evlerinin yakınlarındaki katran kaplıdepolarda saklamakta, taş dibeklerde ezip suyla karıştırarak evlerinin yakınlarındaki fırınlardaekmek yapmaktadırlar. Dahası, arkeolojik kayıtlar, Abu Hureyra, Mureybet ve Tell Qaramel’deİ.Ö. 10 000’ler dolayında bazı tahıl türlerinin evcilleştirilmiş olabileceğine işaretetmektedir.[8]

Arkeolojik araştırmalar, tarıma yönelik ilk denemelerin yoğunlaştığı bölge olarak VerimliHilâl’in kuzeyini, Anadolu[9] Kürdistan’ını işaret etmektedir. Bugün Atatürk barajı gölününsuları altında kalmış olan Nevali Çori ile, Göbeklitepe’nin 60 mil kadar kuzeybatısında yeralan ve modern einkorn buğdayına en yakın yabanıl türlerin bulunduğu Karacadağ’ın olasıtarıma geçiş yerleri olduğuna dair kanıyı günümüzde çok sayıda uzman paylaşıyor.[10]

Öte yandan, kireç taşından oyulmuş T biçimli megalitler, sadece Göbeklitepe’ye özgüdeğildir; benzer anıtsal taş sütunlar ve imgeler Göbeklitepe’yi çevreleyen diğer Natufyenyerleşimlerde de bulunmuştur. Kaldı ki, Klaus Schmidt, kendisinden önce (1960’larda)gerçekleştirilen yüzey çalışmasında ortaçağ Bizans mezarları zannedilerek önemsenmeyenGöbeklitepe kalıntılarının üst paleolitik sonlarına tarihlendiğini fark etmesini, uzunca sürealandan sadece 20 mil kadar uzaklıktaki Nevali Çori’de çalışmış, dolayısıyla da geç paleolitik/Natufyen megalitik sütunlarına aşina olmasına borçludur...

Ve bir nokta daha: Göbeklitepe’nin bir “tapınak” alanı olarak nitelenmesi, nihayetindearkeolojik hayalgücü ürünü, giderek spekülasyondan başkaca bir anlam ifade etmemektedir.

Sayfa 77

Page 78: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Nitelemenin fikir babası, Schmidt’ir:

“Bir grup avcı-toplayıcının kitlesel bir tapınağı inşa etmesi, örgütlü dinin tarımın ve uygarlığındiğer veçhelerinden önce ortaya çıkmış olabileceğinin delilidir. Kutsal ayinler için bir arayagelme itiminin insanların kendilerini doğal dünyanın bir parçası olarak görmeyi bırakıp onunüzerinde hâkimiyet kurmaya başladıklarında ortaya çıktığını akla getirmektedir. Avcı-toplayıcılar köylere yerleşmeye başladıklarında, kaçınılmaz olarak insan dünyasıyla -yüzlercekişinin yaşadığı sabit konut kümeleri- kamp ateşinin ötesinde, öldürücü hayvanlarla dolutehlikeli topraklar arasında bir ayrım oluşturdular. Fransız arkeolog Jacques Cauvin bilinçtekibu değişimin bir ‘simgeler devrimi’, insanların fizik dünyalarının ötesindeki evrende varolantanrıları -insanlara benzeyen doğaüstü varlıklar- tahayyül etmelerine olanak sağlayankavramsal bir kayma olduğuna inanıyordu. Schmidt Göbeklitepe’yi Cauvin’in kuramının kanıtıolarak görmektedir. ‘Hayvanlar ruhlar âleminin bekçileriydi,’ diyor. ‘T-biçimli sütunlarüzerindeki rölyefler, bu öteki dünyayı göstermektedir’.”[11]

Schmidt’e göre Göbeklitepe, yüz millik birçapta yaşayan avcı-toplayıcıların devrîayinlerini gerçekleştirmek üzere bir arayageldiği ve olasılıkla rahiplere ve zanaatkâr-lara armağanlar sunduğu kutsal birmekândı...

İlginç... Ama sadece zihniyetleri konusun-da dizginlerinden boşalmış imgelemimizinüretimleri dışında hiçbir fikir sahibiolmadığımız yazısız halkların inançları,“din”leri ve “simgesel dünyaları”na ilişkinbir başka spekülasyon... Öyle ya, Göbekli-tepe’nin neden, diyelim ki farklıepipaleolitik yerleşimlerden avcı-toplayıcıtoplulukların ürünlerini trampa etmek, buarada belki eşlerini seçmek, ittifaklaroluşturmak, ya da ne bileyim dans etmek...vb. için bir araya geldiği seküler bir ticaretya da “şenlik” merkezi değil de (öyle ya,Schmidt ekibinin kazılarında, bira varilleride bulunmuştu) bir kutsal mekân olarak

nitelenmesi gerektiğine dair somut bir bulgu yok elimizde. Spekülasyona dizgin vurmakimkânsız olduğuna göre, alanın bir “rasathane kompleksi” olduğuna dair, (aynı ölçüdetemelsiz) spekülasyonlar dolaşıma girdi bile...[12] Yakında Göbeklitepe’yi uzaylıların inşaettiği fantezileri suyüzüne çıkarsa, şaşırmayalım.

Her ne hâl ise... “Spekülatif” diyorum, çünkü Schmidt’in kazı ekibinden bir lisansöğrencisinin gazeteci Elif Batuman’a söylediği gibi, “kült amaçlı olduğunu düşünüyoruz.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 79: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Birşeyin amacını bilmediğimiz zaman böyle deriz. Tabii kült amaçlı olmayabilir de. (...) Herdurumda, o zamanlar kutsal ve profan ayırımı yoktu. Bu ayırım çok daha yeni...”[13]

Peki, maddeci tarih kavrayışı yerle bir ettiği, simgeler devrimi, giderek dinin maddi yaşamınüretim biçimini öncelediğini kanıtladığı gibi bir hayli ideolojik (yeni sağ söylemi bağlamınayerleşen, post-seküler) iddiaları bir kenara bırakacak olursak, bugüne değin Göbeklitepe’debulunanlar bize neyi anlatmaktadır?

Öncelikle, insanlık tarihinin “üst paleolitik” adını verdiğimiz ve 100 bin yılı aşkın bir süredevam edegelmiş kesitinin, hiç de tahayyül edildiği üzere tek-biçimli, yeknesak ve statik birdönem olmadığını, insanlığın bu dönem boyunca, doğa güçleri üzerinde denetimsağlamasına olanak verecek bilgi ve teknikleri, ekolojik değişikliklerle de bağlantılı olaraktedricen biriktirdiğini... Bu nedenle de, tarıma geçişin eşiğini oluşturan İ.Ö. 10 000 yıllarındayaşayan toplulukların, günümüzden 40-50 000 yıl önce Eski Dünya’ya yayılmakta olan(örneğin Pireneler’in yamaçlarında bulunan mağara resimlerini çizmiş) avcı-toplayıcılardançok daha farklı yaşam tarzları ve toplumsal örgütlenişler sergilediğini anlamamızgerekecektir.

İkinci olarak, tarıma geçişin popüler bilginin çarpıtmalarından ibaret olan ve hak etmediği birbiçimde Gordon Childe’a mal edilen, “tarım devrimi”nin apansız bir gelişme, deyimyerindeyse “gökten zembille inmiş” bir moment olduğu algısından kaçınmak gerekmektedir.“Tarım devrimi”, yeryüzünde olagelen ekolojik değişimlerin Ön Asya bitki ve hayvanörtüsünde yol açtığı değişiklikler zemininde, insan topluluklarının yeni türlerle binlerce yılsüren deneyimlerinin bir ürünüdür.

Natufyen topluluklar, hiç kuşkusuz ki dördüncü buzul çağının göbeğinde yaşayan Avrupalıatalarından çok daha farklı bir yaşam tarzı geliştirebilecek yeti ve yeteneklere sahiptiler.Popüler imgelemin Buzul devri avcı-toplayıcılarına ilişkin tahayyüllerden çok daha farklı vekarmaşık yaşam biçimlerini örgütleme yetisine sahiptiler. Bu yetilere, madenlerin ve metalişçiliğinin henüz bilinmediği bir dönemde dev kireçtaşı sütunlar yontup üzerlerini yabanılhayvan figürleriyle bezeme de dahildir.Bir sonraki adımları, Nevali Çori ve Karacadağ’da şimdiden giriştikleri üzere, bitki vehayvanları evcilleştirerek besin kaynaklarının üretimini, rastlantılara bırakmaksızın kendileriüstlenmek olacaktır. Tekrar ediyorum, bu bir “moment” değil, bir “süreç”tir, uzun, sancılı,olasıdır ki geri dönüşleri de içeren, kararsızlık ve belirsizliklerle yüklü bir süreç... (Nitekimjeolojik kayıtlar, Verimli Hilâl’de İ.Ö. 10 800 dolaylarında ısının 11 derecelik bir düşüşkaydettiği ve 1200 yıl kadar süren bir “mini buz devri”ni açığa çıkarmaktadır. Arkeolojikbulgular, bu dönemde kuraklaşan bölgede, yaban tahıl devşiriciliğine girişmiş, yerleşik biryaşam sürdüren pek çok topluluğun göçer avcı-toplayıcılığa döndüğünü ortaya koymaktadır.)Avcı-toplayıcı yaşam biçiminden tarıma, hayvancılığa dayalı bir yaşam biçimine geçiş süreci...Ama nihayetinde, bugün baktığımızda insanlığa getirileri açısından Gordon Childe’ın “devrim”nitelemesini hak eden bir süreç... Bir insanlık devrimi...

Göbeklitepe, bu hâliyle insanlığın avcı-toplayıcılıktan kendi besin kaynaklarının üreticiliğine

Sayfa 79

Page 80: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

doğru uzanan serüvende bir konak, bir merhale, bir durak, bir geçiş formudur.Yakın başka bölgelerde farklı örneklerine dair deliller bulunan olası ve kararsızgeçiş formlarından biri... Örneğin Paris Komünü gibi... Örneğin Rojava gibi...

Onu “insanlığın ilk tapınağı”, “dinin maddi hayat üzerinde belirleyiciliğini imleyenpost-seküler bir anıt” olarak ele alan ideolojik söylemlerin aceleci cazibesinekapılmaksızın, bu hâliyle ele almakta ve avcı-toplayıcı atalarımızın toplumsal veteknik yeti ve becerilerini küçümseyen, onları ilkel teknikleri ve sınırlıimgelemleriyle doğayı yağmalayarak yeryüzünde dolaşan küçük takımlar olarakgörme alışkanlığımızı sorgulamakta sonsuz fayda var...

SİBEL ÖZBUDUN8 Ekim 2015 17:47:28, Ankara.

N O T L AR [*] Yeniden Sanat ve Hayat, No:46/01, Sonbahar 2015…[1] Cesare Lombroso.[2] Nitekim, ünlü Sümerolog Samuel Noah Kramer’in Sümerlerin tarihiyle ilgili klasikleşmiş yapıtı, “Tarih Sümer’de Başlar” başlığını taşımaktadır. (Türkçesi: Kabalcı Yayınları, 2014)[3] Gordon Childe’ın kuramı için bkz: Gordon Childe, Tarihte Neler Oldu, Alan Yayıncılık (6. Baskı-1995) Çev.: Mete Tunçay-Alaaddin Şenel ve, Gordon Childe, Kendini Yaratan İnsan, Varlık Yayınları (4. Basım-1992) Çev.: Filiz Ofluoğlu. [4] “Bu insanlar avcı-toplayıcılardır,” demekteydi Klaus Schmidt; yabanıl bitkileri toplayıp, yaban hayvanları avlayan insanlar. “Avcı-toplayıcılara ilişkin imgemiz, daima birkaç düzine insandan oluşan küçük, hareketli gruplar olagelmiştir. Sürekli kaynakların peşinde hareket etmek zorunda oldukları için büyük, kalıcı yapılar inşa edemediklerini, kendilerini besleyecek ekstra tedarikleri yanlarında taşıma olanağından yoksun oldukları için ayrı bir ruhban ve zanaatkâr sınıfına sahip olamayacaklarını düşünüyorduk. Oysa Göbeklitepe’de yaptıkları tam da bu...” (Aktaran: Charles C. Mann, “The Birth of Religion”, http://ngm.nationalgeographic.com/2011/06/gobekli-tepe/mann-text/2)[5] Andrew Curry, “Gobekli Tepe: The World’s Firs Temple?”, Smithsonian Magazine, Kasım 2008. http://www.smithsonianmag.com/history/gobekli-tepe-the-worlds-f irst-temple-83613665/?no-ist=&fb_locale=zh_TW&page=3[6] Andrew Curry, a.g.m.[7] “Evrimcilerin Çözemediği Gizem: Göbekli Tepe” Yeni Akit, 21 Ocak 2015.[8] Bkz. S. Lev-Yadun, A. Gopher, ve S. Abbo. “The cradle of agriculture”. Science 288(5471):1602-1603.[9] Anadolu (Anatolia) adı, Grekçe ἀνατολή (anatolḗ)’den gelmektedir ve “Doğu”, ya da “gündoğumu” kavramından türetilmiştir. Terim, Türklerin bölgeye gelmesinden çok önceleri kullanımdadır.[10] Öyle ki, Göbeklitepe’yi ortaya çıkartan Klaus Schmidt, tarımın buradaki megalitlerin imalinde çalışan taş işçilerinin beslenmesi amacıyla başlamış olabileceğini öne sürmektedir. Bkz. Mann, agm.[11] Charles C. Mann, “The Birth of Religion”, http://ngm.nationalgeographic.com/2011/06/gobekli-tepe/mann-text/2)[12] “The Secret of Gobekli Tepe: Cosmic Equinox and Sacred Marriage”, 4 Nisan 2015, http://www.ancient-origins.net/opinion/secret-gobekli-tepe-cosmic-equinox-and-sacred-marriage-part-1-002861[13] Elif Batuman, “The Sanctuary. The world’s oldest temple and the dawn of civilization”, http://www.newyorker.com/magazine/2011/12/19/the-sanctuary

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 81: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

KEYFİNDEN ÖLÜRLER

DünyadaAç mezarı var mı? derler.Kara çocuklarBir deriBir kemikKeyfinden ölürler.

SEÇKİN ZENGİN

RESİM: DAVİD R WETZEL.

Sayfa 81

Page 82: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

LANETLİ BİR ÇARMIHTA ÇİVİ ÇİÇEKLERİ KUSMAK

Begonya Sevgilim! Şimdi bir begonyanın kökhücreleriyle kökleri arasındaki uçuruma sekaratı sentetikle çarpıştırıp korkunç techizatlarla ineceğim tüberküloz tahribatlı parçatesirli alkollerin salgıladığı zehirlerden sekaratı amonyakla damarımda çarpıştırarak gelipvurgun yiyeceğim kayalığında uçurumlu ellerinin.. şimdi sen iniltiyi şiirin uğultulu esvabından soyundurup aşkın gövdesine ecnebice giyindir frapan dudaklarını şehvet manyetizmasını latince manifestolarla tersinden lanetlerken beni intiharın damarından şırıngayla çekilmesine zincirle! Kendinle dölyatağı arasındaki göbekkordonunu kes bataklığın kes ki hayvan zerreciklerinin damarından boşanma sanrıları; dökülmesin tortusuna kadınlık salgılarının.. dudağının neşterlerinde kadavraları otopsilerle biçimlendirirken replikleriyle açılsın kepenklerinde yara koleksiyoncusu esnaflığın yarayla iltihabı çiftleştir transparan organların gölgesinde barutla ateşin diplomasiye aykırı çiftleşmesinin nezaretinde iltihabın damara dağılması gibi kanasın damarımda kadınlığın! İstiridye kabuğundan içkanamalı cerahat koleksiyonu çıkarsın küfürbazlığa kin sıvamış ateşgahlarda o Mecusi ellerin.. dekoltesinden taşan hüzünbaz hayvanların mezarlığı göğüslerinle materyalist kuşların kanatlanmış çarpıntısını emzir..şerli intiharın aşkla kurgulanmış senaryosunu mürekkep balığı hokkasından damıtılmış mürekkeple yaz gitsin kurgusu yazgısına teslim jiletlerin kanlı kolonisidamarların kanlarına dehşetle mühürlensin bu cinayet mahallinin en izbe güzergahlarından besmelesiz geçerken maktüllüğüme failimeçhul bir cinayet bahşedilsin!Çünkü ben bu katil parmakizlerini kadavramdan silip maktüllüğümle cinayetmahalline fırlatılan bir bumerangın kilometrelerce süratiyle döneceğim yani; ya beni gebertecek kasvetli çarmıhlara çivileyen kibirya begonya saçların tımarhane mezarında intihar çiçekleri..

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 83: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Kibrine kin sürülmüş salkımsöğüt ağıdıdır sürrealist ecelimYazgımın Seyirdefterine ecnebice mühürlensin yırtılmış çığlıklarınateşime kıyamet ayetleri üflesin mahşeri gazaplarda alevin…Kabzası ciğerimi dağlamış mavzerlerin mahlasıdır gözlerinKırağısı damlayan pervazın ciğerinde güvercin çığlığıyla neşterlenir damarımŞimdi iniltinin fırtınalı esvabından soyundurup şehvetiniKirpiklerindeki karanfil kasırgasına hüzzamkarca giyindir…çarmıhına gerilsin partizanlığım ateşimi emziren kibir mezarlığınınmünker nekir topuzunda klonlanan azaplar kışkırtsın kadavramıtılsımına sır dökülen salkımsöğütsağnaklarda dağlansın şakaklarımyazgımdan intihal müntehir şiirlere payandadır intihar parşömenlericeylani parşömene nakşolsun müntehir şiirleri sapkın şairlerinalüvyonlu kıyılara boşansın dekolte deltasında kudurmuş nehirlerimŞimdi bir şehvetin kökhücreleriyle kökleri arasındaki uçuruma sekaratı sentetikle çarpıştırıp korkunç techizatlarla ineceğim indiğim yerde korkunç depremine gebedir enkazından yıkıntılı şehirİndiğim yerde cerahattır mürekkebin damarında çalkanan perişanlığımYara kabuktan boşanırken kanasın iltihapları bakire ceylanlığınınSalkımsöğüt sağnaklarda kanatlansın kirpiğinde güvercin hıçkırığıHüznün kanaviçesine işlensin begonyacesetleritabutluğundaaşkınMaktüllüğüme bahşedilsin cinayetçiçekleri nazarların kurşunitımarhane betonları karantina ederken meczupluğumu hücresinde sersefiltabutluk azabından yontulurken tabutlar ecelimdin bilmedin!

Begonya sevgilim!Şimdi ger gövdelenmiş kederini naçar gövdesizliğimeÇiviçiçekleri kusan kristal bir çarmıh diye gerileyim…

OĞUZ ATEŞOĞLU

Sayfa 83

Page 84: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

ŞİİR-ŞAİR

POETİKAŞiir akıl işi değil'tanrılarla cenk etmek' iştesanrılardan gerçekliğeAn'dan nice zamanlarasözün gücüyle akmak

F.KADRİ GÜLdemosthenes gibi yapağzında çakıl taşı denize karşı konuşurdu osenin de dizeler olsun ağzındaonlarla otur kalkonlarla uyuonlarla uyan.

SABAHATTİN KUDRET AKSAL

yağ çekmek değil şiireşiir yücedir de böylesineondandır onu türkülediğimsaygım ondandırtek dize yazana bile

İSMAİL GENÇTÜRK

Bir şiir, kapalı kapılarda pencerelerdeateşi suyu ve toprağı duyan

gönlü yeşil çayırlar bir bayram yeri ÖZDEMİR İNCE

Şiir kumsalın eleğidir,kayanın tortusu.

Mermerin sunduğu damardır şiir. ÜLKÜ TAMER

(Şiir Döllemesi)Öylesine olmalı ki değinmeDöllemeli, yetmez orgasmus.Embriyon ve dölütBaşlamalı büyümeye beyinde.

BEHÇET NECATİGİL

Biz Buz Çağı’nın üstünde oturmuşyazıyoruzZenci bir kalemleAfrika’dan sıcak,Eriyor buzŞairlerin tuhaf damgası budur.

CAN YÜCEL

Yoruma göre değişir şiirSoldan sağa, sağdan solaBin türlü okunurVe büyülü bir kumaş gibiHer okunuşunda yeniden dokunur

İSMAİL UYAROĞLU

Yaşananı aşan sevda yorumuŞiirn kanıyla yoğrulmamışsaGülün hevengini coşturan bengisuVerilmemiştir çeliğin damarına

AHMET TELLİŞiir,Çekili perdelerden süzülen gün ışığıdır ki,Yürek tayfından geçmeden vermez alını yeşilini.

ALİ ZİYA ÇAMUR

İncelik olmalı kafiyelerimdeGözyaşlarım gibi silahların üstünde

LOUİS ARAGON

DERLEYEN:A.Z.ÇAMUR

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 85: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

YAŞAM VE SANATTA

1 AYIN İZDÜŞÜMÜDÜNYANIN TÜM ŞAİRLERİ İDAMLA YARGILANAN

AŞRAF FAYAD İÇİN BİRLEŞTİ

Suriyeli şair Adonis, İrlandalıPaul Muldoon, Britanyalı CarolAnn Duffy, Amerikalı JohnAshbery, Filistinli GassanZaqtan, İstailli Amir Or’un daaralarında bulunduğu tümdünyadan şairler, Filistinli şairAşraf Fayad’la dayanışmaiçinde olduklarını göstermekiçin bir mektup yayımladı.

Fayad’ın Suudi Arabistanhükümeti tarafından ölümcezasına çarptırılmasının“dehşet verici” olduğu söylenen

mektup, Fayad’a ve yetkililere ulaştırılmak üzere, İngiliz PEN tarafından Londra SuudiArabistan elçisine teslim edildi.

Aşraf Fayad, İslamı reddettiği gerekçesiyle ölüm cezasına çarptırılmış, kendisi suçlamalarıreddetmişti. Fayad’a temyize başvurması için 30 gün verilmişti. Temyiz başvurusu, Filistinlişairin mahkûmiyetini kınayan, aralarında Uluslararası PEN’in de bulunduğu çok sayıda kültürve ifade özgürlüğü kuruluşu tarafından imzalandı.

Mektupta, Fayad’ın ölüm cezasına çarptırılması “Suudi Arabistan Krallığı’nın ifade özgürlüğükarşısındaki hoşgörüsüzlüğünün ve özgür düşünen insanlara karşı süregelen zulmün sonörneği” olarak nitelendi.

Mektupta, “Bir fikir ne kadar rağbet görmese de, onu ne savunmak ne de barışçıl bir biçimdeifade etmek suç değildir. Her birey inanma ya da inanmama hakkına sahiptir. İnançözgürlüğü insan özgürlüğünün temellerinden biridir” denildi.

Mektup,Aşraf Fayad’ın serbest bırakılması talebiyle sona erdi:

Sayfa 85

Page 86: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

“Fayad’ın meslektaşları olarak bizler, bireyleri ifade özgürlüğü adına yürüttükleri barışçılfaaliyetleri için cezalandırmaktan vazgeçmeleri ve Fayad’ın acil ve koşulsuz bir biçimdesalıverilmesi için Suudi yetkilileri uyarıyoruz.”

Konuyla ilgili Guardian'a konuşan Macar şair George Szirtes şunları söyledi:

“Tahrik bir suç olabilir, nefret söylemi belki bir suçtur ama fikirler suç değildir. Bu, PEN gibiörgütlenmelerin varlık sebebini kesin olarak açıklıyor. Bir bireye fikrinden ötürü verilen herceza Suudi Arabistan’a utanç getirir. Ölüm cezası ise en büyük utançtır.”

Szirtes ayrıca, İngiltere’nin Suudi Arabistan ile müttefik olmasını “çok saçma” olaraknitelendirdi:

“Bu, sadece şairler ve yazarlar olarak değil, insan olarak bizlerin bütün düşüncelerine,alışkanlıklarına ve içgüdülerine taban tabana zıt. Bu sırf kültürel bir mesele değil; butamamen bizim evrensel insan hakları diye tanımladığımız bir mesele.”

Fayad geçen hafta Guardian’a yaptığı açıklamada ceza karşısında “şok olduğunu” ancakher ne kadar bu cezayı hak edecek bir şey yapmamış olsa da sonucu beklendiğinisöylemişti:

“Beni ateist olmakla ve bazı yıkıcı düşünceleri halka yaymakla suçluyorlar” diyen Fayad, delilolarak gösterilen “Talimatlar Dahildir” adlı şiir seçkisi için şöyle söyledi:

“Filistinli bir mülteci olarak benim hakkımda… Kültürel ve felsefi meseleler hakkında. Amaaşırı dinciler bunu Allah’a karşı yıkıcı fikirler olarak açıklıyorlar.”

Fayad ayrıca 25 Kasım’da destekçilerine bir mesaj yolladı:

“Benim için çalışan herkese minnettarım. Dürüst olmak gerekirse çok şaşırdım çünkü buradakendimi yalnız hissediyordum. Sağlığım iyi. Tüm gelişmeleri takip etmek için uğraşıyor.Buradaki kimseye karşı olmadığımı insanların bilmesini istiyorum, ben bir sanatçıyım veözgürlüğümü arıyorum.”***

Berlin Uluslararası Edebiyat Festivali’nde, Suudi Arabistan’ın hakkında ölüm cezası verdiğiFilistinli şair Aşraf Fayad’a destek amaçlı “Okuma Eylemi” çağrısı yapıldı.14 Ocak 2016’dadünya çapında eşzamanlı gerçekleştirilmesi hedeflenen “adalet ve özgürlük uğrunadayanışma” etkinliğinde seçilen ortak metinler okunacak.

Yazdığı şiirlerden dolayı Suudi Arabistan Karanlık Dünya Bekçileri tarafından idama mahkumedilen şair Aşraf Fayad’ın Mona Kareem tarafından İnglizceye çevrilen şiirlerinden HaşimHüsrevşahi’nin Türkçe’ye aktardığı bir şiiri...

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 87: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

1.Petrol zararsızdır, sadece peşin sıra bıraktığı yoksulluk izi dışındaO gün, başka petrol kuyusu keşfedenlerin yüzleri iyice kararırRuhundan kamu kullanımına daha fazla petrol çıkarmak için hayat senin yüreğinde patladığındaİşte… o… petrolün verdiği sözdür, gerçek bir söz.Son!

2Çök oraya dendiSizlerden bazılarınız hepsinin düşmanısınızÖyleyse şimdi bırak onuNehrin dibinden kendinize bakınYukarıda olanlarınız aşağıdakiler için merhamet bağışlamalı…Yerinden yurdundan olan yardımsızdırPetrol piyasasında kimsenin almak istemediği kan gibi!

3Affet beni, bağışla!Senin için daha fazla gözyaşı akıtamadığım içinAdını özlemle mırıldanamadığım için…Yüzümü senin kollarının sıcaklığına çevirdimSenden başka aşkım olmadı, sadece sen, ve ben senin ilk sığınmacınım

4GeceZamanla deneyimin yokSenin geçmişini yıkayıp götürenVe senin dindarlık diye söylediğinden kurtaranYağmur tanelerin yokO kalpten… aşık olabilenOyundanVe o ahlaktan zayıf dinden açık açık çekilme ilgindenSahte tanzillerden[1]Ve onurunu kaybetmiş tanrılardanYıkayıp götüren yağmur tanelerin yok…

5Eskisinden daha çok geğiriyorsunParmaklıklar ziyaretçilerini kutsadığındaOkumalarla ve baştan çıkaran danslarla..DJ’ye eşlik ederekKendi sanrılarını ezbere okuVe kendi övgülerini söyle sürgüne salınan bu gövdelere…

AŞRAF FAYAD

Sayfa 87

Page 88: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

22 YILDIR CEZAEVİNDE OLAN AYNUR EPLİ’NİN RESİMLERİ MERSİN’DE SERGİLENDİ..

Mersin Görülmüştür Ekibi ve Akdeniz Belediyesi KadınMeclisi, İnsan Hakları Haftası etkinlikleri kapsamında22 yıldır cezaevinde tutulan AYNUR EPLİ'ninçizimlerinden oluşan sergiyi açtı.

Sergi hakkında bilgi veren şair, yazar ve insan haklarıeylemcisi Adil Okay: “Mersin Görülmüştür Ekibi olarakyıllardır hapishanelerde bulunan tutsaklarlayazışıyoruz. Bu süreç içerisinde hapishanelerde birsürü sanatçı keşfettik. Aynur Epli de bunlardan biri. 22yıldır İzmir Şakran Kadın Cezaevi'nde tutsak olan Epli,hiçbir resim kursu veya dersi görmemiş, kendi kendineresim yaparak çizgilerini geliştirmiş. Çalışmalarındadaha çok kadına ve hapishaneyi anlatıyor. Kadıntemasını hem içeride hem de dışarıdaki baskıyı işliyor.Bu yüzden ismini "‘İçeride dışarıda kadın' koyduk”dedi.

İnsan Hakları Haftası etkinlikleri kapsamında açılan sergide, Epli'nin cezaevinde çizdiği resimler ve Epli'nin yaşam öyküsüne yer verildi.

TÜRKİYE YAYINCILAR BİRLİĞİ: “OKUMAK VE YAZMAK SUÇ DEĞİLDİR, KİTAPLAR SUÇ DELİLİ SAYILAMAZ”

Türkiye Yayıncılar Birliği; Hasan Cemal’in Delila: BirGenç Kadın Gerillanın Dağ Günlükleri ve ÇözümSürecinde Kürdistan Günlükleri, Tuğçe Tatari’ninAnneanne Ben Aslında Diyarbakır’da Değildim veMüslüm Yücel‘in Abdullah Öcalan: Amara’dan İmralı’yaadlı kitapları ile diğer birkaç kitap hakkında verilentoplatma kararına dair basın açıklaması yaptı.

Açıklama şöyle:“Gazeteci Hasan Cemal’in Delila: Bir Genç KadınGerillanın Dağ Günlükleri ve Çözüm Sürecinde KürdistanGünlükleri, gazeteci Tuğçe Tatari’nin Anneanne BenAslında Diyarbakır’da Değildim ve Müslüm Yücel’in

Abdullah Öcalan: Amara’dan İmralı’ya adlı kitapları ile diğer birkaç kitap hakkında Gaziantep 3. Sulh Ceza Mahkemesince toplatma kararı verildiği öğrenilmiştir.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 89: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Ev aramalarında bulunan kitapların mahkeme kayıtlarına geçmesiyle, maalesef TürkiyeYayıncılar Birliği’nin Yayınlama Özgürlüğü Raporlarından eksik olmayan “suç delili sayılankitaplar” arasına üç başlık daha eklenmiştir.

Kararda, bu kitaplarda terör örgütünün şiddetini meşru gösterecek ve teşvik edecek şekildepropagandasının yapıldığı, suçun övüldüğü ileri sürülmektedir. Yazarlar Hasan Cemal,Tuğçe Tatari ve Müslüm Yücel’in terörist olmadıklarını, yazılarını terör örgütleri içinyazmadıklarını biliyoruz. Kitapları bulunduranların kitap okudukları için terörist sayılmalarınıda kabul etmiyoruz. Okumak ve yazmak suç değildir, kitaplar herhangi bir suçun kanıtısayılamaz. Acı olan, bu gerçeği tekrar tekrar dillendirmek ve savunmak zorunda kalmaktır.

Bu kitaplarının yasaklanması tesadüf değildir. İktidarın kitaplara bakınca silahlardan dahabüyük bir tehdit algılamasının değişmediği anlaşılmaktadır. Bunun nedeni, bazı yayınların,hatalı eylem ve politikaları eleştirmede silahlardan daha etkili olması, toplumun genişkesimlerince kabul görüp yayılması, iktidarları toplumu dinlemeye ve hatalarını düzeltmeyezorlamasıdır. Tam da bu nedenle kitaplar, yazarlar, gazeteciler özgür olmalıdır. Ziraendişemiz odur ki, böyle sivil ve barışçıl ifade yollarının yasaklarla bastırılması sadecesonlandırılacağı iddia edilen şiddet ve savaş ortamının daha da büyümesine yarayacaktır.

Genellikle terör suçlarına dayandırılan kitap toplatma kararlarının yanı sıra, TCK’nin“hakaret” maddesine dayanarak devlet görevlilerinin kitaplarından dolayı gazeteci veyazarlara davalar açması, bu kişilerin ağır para cezalarıyla sindirilmeye çalışılması da hızkesmeden süren bir yayınlama özgürlüğü ihlalidir. Son olarak gazeteci Ahmet Şık’a ParalelYürüdük Biz Bu Yollarda adlı kitabında Binali Yıldırım’a hakaret ettiği gerekçesiyle dört binlira manevi tazminat cezası verilmiştir.

Bu kararlar, yargının bağımsızlığına olan güvenimizi zedelemekte, gelecek günlerde dahaağır temel hak ihlalleriyle karşılaşacağımız endişesi doğurmaktadır. Yargıyı ve iktidarıülkemizde sivil ve barışçıl ifade biçimlerini bastırarak şiddet ortamına katkıda bulunmamayaçağırıyor, yayınlama özgürlüğü ve barış çağrımızı yineliyoruz. (EDEBİYATHABER.NET)

ŞÜKRAN KURDAKUL İNCELEME / MAKALE ÖDÜLÜ ŞARTNAMESİ

Bigadiç Kültür ve Eğitim Vakfı (BİKEV) tarafından,vakfın kuruluşunda büyük emeği geçen şair, yazar,edebiyat tarihçisi, yayıncı, siyasetçi ŞükranKurdakul’un anısına 2016 yılında “inceleme ödülü”verilecek

Ödül, Cumhuriyet dönemi şair ve yazarlarının edebikişilikleri, eserleri; edebi dönemlerin belirleyiciözellikleri üzerine yazılmış, 30 sayfadan (A4boyutunda) az olmayan incelemelere / makalelereverilecektir.

Sayfa 89

Page 90: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Ödüle aday olacak eserlerin hiçbir yerde yayımlanmamış olması gerekmektedir. Ödüle adayolacak incelemeler, Times New Roman yazı karakteriyle ve çift aralıkla yazılacaktır. Ödüleaday olacak incelemelerin yazarları özgeçmişlerini, bir vesikalık fotoğraflarını, adres vetelefon numaralarını ayrı zarf içinde göndereceklerdir. Yazarlar, ödüle gerçek adlarıylakatılacaktır.

Ödül alan eserin telif haklarını on (10) yıl Bigadiç Kültür ve Eğitim Vakfı (BİKEV)kullanacaktır. Ödül jürisi uygun görürse “övgüye değer” eser belirleyebilecektir. Ödül, 2016yılı için 2000 TL’dir. Dosyalar altı 6 nüsha olarak hazırlanacak, kargo veya postayla BigadiçKültür ve Eğitim Vakfı, Nurullah Aykut Sokak, No: 6, Bigadiç/Balıkesir adresinegönderilecektir.İnternet üzerinden gönderilecek dosyalar ödül dışı tutulacaktır.

Ödül jürisi Prof. Dr. Mustafa Durak, Prof. Dr. Salim Çonoğlu, Yrd. Doç. Dr. MehmetAkkaya,Öğr. Gör. İbrahim Oluklu ve Mehmet Ağaoğlu’ndan (BİKEV temsilcisi) oluşmaktadır.Ödül, Şükran Kurdakul’un doğum yıldönümü olan 23 Mart 2016 Çarşamba günü Balıkesir’deverilecektir. Son katılım tarihi 1 Mart 2016’dır.

ARKADAŞ Z. ÖZGER ŞİİR ÖDÜLÜ 2016 BAŞVURULARI BAŞLADI

Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü’nün yirmi birincisiveriliyor. Bugüne kadar şiir kitabı yayımlanmamışşairlerin aday olabilecekleri Ödül için son başvurutarihi 15 Mart 2016.

Adayların; kitap bütünlüğü taşıyan, basıma hazırşiirlerinden oluşturacakları, adres, telefon, veözgeçmişlerini de içeren 6 adet dosyayı; MayısYayınları’nın Sakarya Cad. Özkanlar 35 Apt. A Blok,No: 36 / 20, Manavkuyu, Bayraklı – İzmir adresindekiÖdül sekreterliğine, APS, kargo ya da taahhütlüposta ile göndermeleri veya elden teslim etmelerigerekiyor.

Mayıs Yayınları yetkilileri, Ödül alacak dosyayı 2016 yılı içinde, telif karşılığını ödeyerekkitap halinde yayımlayacaklarını açıkladılar.

Özger’in ölümünün 43. yıldönümünde, 7 Mayıs 2016 tarihinde verilecek Ödülün seçicikurulu SinaAkyol, Orhan Alkaya, Gökhan Arslan, Suat Çelebi ve Monica Papi’den oluşuyor.

Ayrıntılı bilgi: 0.232.348 71 91 www.mayisyayinlari.com (EDEBİYATHABER.NET)

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 91: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

2016 KIYI-RUHİ TÜRK YILMAZ ŞİİR ÖDÜLÜ

Yazın alanında değişik türlerdepek çok yapıtı bulunan, elli dörtyıldır kültür-sanat dünyasınıngüzelleşmesine ürünleriylekatkıda bulunan, sanatyaşamının büyük bir bölümünügeçirdiği Almanya’da oluşturduğuyazınsal birikimleri bu alanagönül verenlerle paylaşıpyapıtlara dönüştüren şair RuhiTürkyılmaz adına Kıyı dergisinin2011’de birincisini gerçekleştirdiğişiir ödülü, 2016’da 6. kezverilecek...

Ödüle aday olan yapıtlarda çağdaş bir dünya görüşü, şiirin gerektirdiği estetik ve dil bilincitemel ölçüt olacaktır.

1 Ocak 2015 - 1 Nisan 2016 tarihleri arasında yayımlanan şiir kitapları ya da kitapoylumundaki (en az 30 şiirden oluşan) şiir dosyaları ile ödüle aday olunabilir. Ödüle sonbaşvuru tarihi 1 Nisan 2016’dır.

Ödüle katılacak kitap ya da dosyanın 5 örneğinin katılımcı tarafından bir başvuru dilekçesi,kısa özgeçmiş ve iletişim bilgileriyle belirtilen adrese kargoyla ulaştırılması gerekmektedir.(İnternet yoluyla gönderilen dosyalar değerlendirilmeyecektir.)

Seçici Kurul; Ahmet Özer, Ali Mustafa, Ayten Mutlu, Çiğdem Sezer ve İbrahim Dizman’danoluşmaktadır.

Ödül, 2.000 (iki bin) TL’dir. (Ödül töreni yer ve tarihi daha sonra açıklanacaktır) Ödülbölüştürülmeyecektir. Ödüle katılan kitap ve dosyalar, sahiplerine geri gönderilmeyecektir.İletişimAdresleri: e posta: [email protected]

Kargoyla kitap ve dosya gönderme adresi:Ahmet ÖzerUğur Mumcu Mahallesi1589. Sokak, Umut Sitesi No: 36Batıkent- ANKARA

Sayfa 91

Page 92: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

4 ARALIK DÜNYA MADENCİLER GÜNÜ’NDE YER ALTINDA TER DÖKEN, CAN VEREN

MADEN EMEKÇİLERİNİ SELAMLIYORUZ...

Yüreğinde insan sevgisi, barış, kardeşlik,özgürlük, eşitlik, bağımsızlık tutkusubulunan; güzel günlerin bir ağaç gibi tek vehür ve bir orman gibi kardeşcesine, omuzomuza kurulacağına inanan ve bu inançlabulunduğu her yerde; Soma`da,Ermenek`te, Kozlu`da, Karadon`da,Elbistan‘da, Kemalpaşa`da, Dursunbey`de,Gediz`de, işyerinde, sokağında,mahallesinde, köyünde kentinde mücadeleeden; başka türlü bir dünyanın mümkün

olduğuna ve çocuklarına daha onurlu bir geleceği sunabileceğine dair sarsılmaz birkararlılığı olan herkesi madencinin öfkesi, umudu, direnişiyle selamlıyoruz.

İzmit`te, Roma İmparatorluğu`nun zulmünden kaçıp madencilere sığınan Santa Barbara, 4Aralık`ı bütün dünya madencilerine armağan ederek, madencilerin onurlu mücadelesi ileyazılan tarih bir destan şeklinde kayda geçti. Çünkü her yerdeydik; Seattle`da, Zonguldak`ta,Mentawai`de, Cape Town`da, And Dağları`nda, Delhi`de, dünyanın bütün yer altızenginliklerinin emekçi nefesimize karıştığı dehlizlerde, şevlerde, galerilerde, aynalarda…Zulüm nerede katmerlendiyse, madenciye daha da katmerlisi bahşedildi. Nerede talan,peşkeş, sömürü olduysa, en çok madenciden çalındı. Çünkü en yoğun emek madencinindi;bunun sonucunda, en büyük öfke de madencinin oldu.

Dünyanın her yerinde 4 Aralıkları bir mücadele gününe çeviren, coşkuyla kutlayanmadenciler; ülkemizde yaşadığımız iş cinayetlerden dolayı acılar içerisinde... Hepinizinhuzurunda başta Soma olmak üzere Ermenek`te, Şırnak`ta, Zonguldak`ta, Elbistan‘da,Yatağan`da ve adını sayamadığımız onlarca yerde yaşanan iş cinayetlerinde canlarınıkaybeden, aralarında meslektaşlarımızın da bulunduğu maden emekçilerini saygıylaanıyoruz.

Soma Faciasından sonra gelip günah çıkardılar, halkımıza ve maden emekçilerine umutdağıttılar ama ne torba yasada, ne de çıkaracakları maden ve iş güvenliği yasalarındagereğini yapmadılar ve yapmayacaklar. Çünkü bu onların fıtratlarında var.

4 Aralık Dünya Madenciler Gününde Ermenek, Soma, Kozlu, Elbistan, Dursunbey, M.Kemalpaşa, Gediz, Sorgun, Merzifon, Armutçuk ve adını sayamadığımız yüzlerce yerdemeydana gelen iş cinayetlerinde yaşamını kaybeden maden emekçilerini saygıyla anıyor,maden emekçilerinin onurlu mücadelelerini destekliyoruz.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 93: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

ARALIK AYINDA ÖNEMLİ GÜNLER

DÜNYA BARIŞ TUTSAKLARI GÜNÜ VE İNSAN HAKLARI GÜNÜ‘NÜ

ACILAR, BASKILAR ,ZULÜMLER İÇİNDE KUTLUYORUZ

01 Aralık Dünya Barış Tutsakları Günüile birlikte ülkemizde ve dünyanın bir çokyerinde izi silinmeye çalışılan 10 AralıkUluslararası İnsan Hakları Gününükutluyoruz… Vicdanî ret hakkını kullan-mak isteyen, bu nedenle işkencelerdenve zindanlardan geçen barış tutsaklarınıda selamlıyoruz…

Aralık, Uluslararası İnsan Hakları Günükutlanmaya başlayalı 64 yıl oldu. Ancakher 10 Aralık, dünya genelinde yaşananinsan hakları ihlallerinin gölgesinde

kalıyor... Gün geçmiyor ki, ülkenin ve dünyanın bir yanından insanlık hakkı ihlalleri gelmesin.

İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin 10 Aralık 1948‘de, BM‘de kabulünden bugüne dek geçensürede ise yaşanılan savaşlarda yaklaşık 18 milyon insan yaşamını yitirdi. Özellikle kadınlarve çocuklar insan hakları ihlallerinin mağdurları oldular.

Hâlâ savaşlar, baskı, işkence, zulüm kol gez-mektedir. İnsan hakları barış, demokrasi,özgürlük ve insanca yaşam hakkı söylemleri altında her geçen gün daha da derinleştirilerekihlal edil-mektedir. Dünyamızı yöneten emperyalist-kapitalist sistemin egemenliği altındakimilyarlarca insan barınma, beslenme, eğitim gibi temel insan haklarından yoksunyaşamaktadır. Sömürüye, bas-kıya, işkenceye, şiddete, sürgüne, savaşa, karşı; ekmek, su,özgürlük, barış, eğitim, barınma, beslenme....

Kısaca insanca yaşamın tesisi için insan hakları mücadelesi kazanılması gereken önemli birmücadele olarak önümüzde durmaktadır.

19 ARALIK KATLİAMI UNUTULMADI, UNUTULMAYACAK!

Sayfa 93

Page 94: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

On bir yıl önce 19 Aralık 2000’de en vahşi hapishane katliamlarından biri yaşandı.Katliamın hemen ertesinde bu dört yıllık zaman diliminde hapishanelerde, tecrit veizolasyona karşı direnişlerde, ölüm oruçlarında 117 devrimci yaşamını yitirdi, yüzlercesisakat kaldı. Ama devrimcilerin savaşım azmini kıramadı bu katliam... Onur ve siyasi kimlikmücadelesinde son derece zengin bir savaşım geleneğine sahip olan devrimciler busaldırıya karşı da ölümüne diren-diler. 100’ü aşkın şehit, yüzlerce sakat verildi bu uğurda.Binlerce tutsak F tipi cezaevlerinde ölüm hücrelerine kapatıldı ama yine de teslimalamadılar devrimci iradeyi.

Direniş bugün farklı biçimlerde de olsa sürüyor, sürecek de. 19 Aralık 2000... Bu tarihizihnimize iyi belletmemiz gerekir... Bu tarih nasıl bir zamanın üzerine kıvranıpuyuduğumuzun çıplak gerçekliğidir. Bu tarih tek bir zaman kesitinden geçmişimizin bizeadeta ispatıdır... Bu tarih bu coğrafyada yaşayanların miladıdır.. Bu tarih koyaklarımızaölüm rüzgârlarını savuranların pervasızlıklarının resmidir. Bu tarih yaşadıkça öğretecekolan bilge bir andır.....

19 Aralık 2000, bu ülkede an gelince adaletimizden, güvenliğimizden, haber almaözgürlüğümüzden sorumlu bulunanların yekvücut olarak, koro halinde yalanlarıyla bizikarşıtları olarak dışarı atabileceklerinin tarihidir.

19 aralık 2000, tarihi devlet şefkati ile karşılaşmamızın ürkütücü kesişmesidir..

19 aralık 2000 tarihi, belleğimizin zaman ayracında soluyarak her an kendini bize hatırlatanvicdanımızdır....

19 Aralık 2000 tarihi, zihnimizin sokaklarını kan ile yıkayanların cellat takvimidir.

19 aralık 2000 tarihi içimizin şiarıdır: ''Unutma, unutturma!''....

kara ölüm kirpiğindegöz altında kara ölümdili durmuş konuşamazgayri duymaz kessen elin

bakışının gecesindeyanan bir tek alev kalmışhem mahpus hem aylardır açölümü bir bayrak yapmışhücresinde bombalanmış......soğumuş eli ayağıbağır-çağır duymaz artıkölüm orucuna yatmış

başucundaki deftereyakıcı bir şeyler yazmışve nazımdan bir kitabınsayfaları açık kalmış .....ölümü bir bayrak yapmışhem mahpus hem aylardır açbir deri bir kemik kalmışkirpiğinde kara ölümölümü bir bayrak yapmış

yürüdü uzak ışığa..en uzak ışığa varmış

ADNAN DURMAZ’ın “Masalda Bir Yitik Çocuk “ şiirinden.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 95: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

34. YILINDA MARAŞ KATLİAMINIUNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ

Yakın tarihimizin en acımasız, insanlık adınaen utanç verici kitlesel katliamı olan MaraşKatliamı’nın üzerinden 34 yıl geçti. Katliamda,resmi rakamlara göre 114 insan katledilmiş,1000’nin üzerinde kişi yaralanmış, 552 ev,289 işyeri yakılıp tahrip edilmişti. Katliamdansonra Alevilerin yüzde sekseni kenti terketmişti.

Maraş Katliamı neydi? Katliamdan bir haftaönce görevli olduklarını söyleyen bir takımkişiler, bir tür nüfus sayımı yaptıklarınısöyleyerekten konutları dolaşıp evde kaçkişinin oturduğunu tespit edip, kapıları kırmızıboyayla işaretlediler. 19 Aralık günü ÇiçekSinemasında, ÜGD tarafından getirilen filmingösterimi sırasında patlama olur. 20 AralıktaAlevilerin kahvesi bombalanır. Polis olaya elkoyar, bombalamaların ülkücüler tarafındanyapıldığı ortaya çıkarılır. Yine ifadeler sonucuİstasyon Caddesi üzerindeki bir camininavlusunda gömülmüş, patlamaya hazır beşadet dinamit de ortaya çıkarılır.

Tutuklananlar arasında MHP milletvekilinin oğlu da vardır. Gelişmelerden kaygı duyan halk,sol Partiler ve demokratik kitle örgütlerinin temsilcileri aynı gün valiye, emniyet müdürüne vejandarma alay komutanına endişelerini belirtip, önlem alınmasını isterler. Alınan cevap;“Devlet güçlüdür, önlemler alınmıştır. Vatandaşlar emin olsunlar” olmuştur.

1 Aralıkta iki TÖB-DER’li öğretmen öldürülür. Cenazelerin kaldırılması sivil faşistlerceengellenir. Alevilere ait işyerleri tahrip edilir. 22 Aralık günü üç insan daha öldürülür, aynı günsokağa çıkma yasağı ilan edilir. Polis, can güvenliğini gerekçe göstererek kenti terk eder.Çevre illerden gelen sivil faşistlerce tam bir katliama girişilir. Alevilerin yoğun yaşadığımahallelere saldırılar yapılır.

Sonuç; insanlık adına utanç vericidir. Tablo; Maraş’ta devletin gözü önünde insanlık suçuişlenmiştir. Devlete güvenmek hatasına düşenlerin cesetleri sokaklarda kokuşuyordur.İnsanlar yaralı, aç ve sefil durumda kalmışlardır.

Maraş’ta olan bir iç savaş değildir, bir katliamdır. Bu, Alevi-Sünni çatışması da değildir. Buplanlı ve örgütlü bir faşist saldırıdır. Çevre illerden Maraş’a getirilen katil çetelerine belli

Sayfa 95

Page 96: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

belli hedefler gösterilerek, her şeyi hesaplanan bir planla yürürlüğe konan faşist bir eylemdir.Kin ekip, kan çiçeği büyütenlerin, “Milli direnme hakkı doğmuştur” diye bildiri dağıtanlarıneseridir. Maraş Katliamı, “Müslüman Türkiye, Milliyetçi Türkiye, Allah İçin Cihad Başına”sloganlarıyla kadın demeden, çocuk demeden katliam yapanların, “Bana sağcılar vemilliyetçiler cinayet işliyor dedirte-mezseniz” diyenlerin ve bundan destek görenlerin eseridir.Maraş Katliamını yaratan zihniyet ve destekleyicileri bugün de iş başındadır. O gün “devleteyardımcı güçler” olarak desteklenenler, bugün de “duyarlı vatandaş” olarak sahnededirler.Yine katliamlarına ve linç girişimlerine devam etmektedirler.

Maraş Katliamı ve sonrasında yaşanılan katliamları unutmadığımızı ve unutturmaya-cağımızı belirtmek istiyoruz. Maraş Katliamının 34. Yılında yaşamını yitiren canlarımızısaygıyla anıyor, katilleri, koruyucularını ve onları yönlendiren insanlık dışı gerici faşistideolojilerini nefretle kınıyoruz.

İşte o yıllarda yayınlanan Genç İşçi Dergisi'nde düşen acıyı yansıtan bir şiir: (Bu şiir, dergininsıkıyönetim tarafından kapatılma nedeni de olmuştu.)

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 97: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

EMEKÇİLERİN VE EZİLENLERİN ŞAİRİSELMA AĞABEYOĞLU'NU UNUTMAYACAĞIZ!

Yaşamında ve şiirle-rinde, emekçilerden, e-zilenlerden taraf olan, adayan şairyaşamını şiire veyoksul anadolu insanının öz-gürleşmesine , yazarSelma Ağa-beyoğlu 18 Aralık 2009’ da en üretkenyaşta ayrıldı aramızdan.

Evrensel gazetesinde uzun bir dönem köşe yazarlığıyapan Ağabeyoğlu, sanata olan ilgisini toplumsalduruşuyla birleş-tirmiş bir şairdi.

Ankaralı Aydın ve Sanatçılar Girişimi`nin bir üyesiolarak F Tipi Cezaevleri`ne, işkenceye karşı dademokrasi mücadelesinin ön saflarında yer alanAğabeyoğlu, Şiirlerinde kadın ve anne duyarlığınıöne çıkararak, toplum sorunlarına olan ilgisini dekendine özgü duyarlılığıyla eserlerinden eksiketmedi. Haksızlıklara isyan edişi ve sorgulamasına

tanık olunan şiirlerinde, Ağabeyoğlu, değişmesini arzuladığı dünya için yazdı şiirlerini.1994`te yayınlanan ilk şiir kitabı “İnsanı Ararken Ağlayacaksın”la, Salih Bilgin ŞiirYarışması`nda ve 1999`da Yeni Gün (Almanya) gazetesi yarışmalarında ikincilik ödülünüaldı. 1996`da ikinci şiir kitabı “Bütün Fotoğraflarım Siyah Çıkıyor”u okura sunan Ağabeyoğlu,üçüncü şiir kitabı “Gecikmiş Bir Çocuk”(2000) ile Türk Tabipler Birliği Behçet Aysan ŞiirYarışması`nda `Övgüye Değer Şiir` ödülünü aldı. Aynı kitapla 2003`te Karşıyaka BelediyesiHomeros Şiir Yarışması`nda Jüri Özel Ödülü`nü de aldı. “Ömrüm Yeni Baştan”(2003) ve“Beni Senden Sorarlar”(2007) isimli iki şiir kitabını da yayınlayan Ağabeyoğlu, EvrenselGazetesinde yayınlanmış köşe yazılarından oluşan “Hep Aklımda Kaldı” isimli denemesiniise 2004`te okuyuculara sundu.

Şiir anlayışını şu sözlerle vurguluyordu: “Şiirimi inceliklerle, imgelerle kurarken estetikkaygılarımdan ödünsüz yazmaya çalışırken, onu besleyen kaynaklara gözlerimi kapatıp,kulaklarımı tıkarsam namuslu ve onurlu bir yazar olmanın vicdani hesaplaşmasında başımıyere eğmek istemiyorum gibi ahlak penceresinden de bakmam çok doğaldır...”

Sennur Sezer, ardından, onun için şu sözleri yazıyordu: "Selma Ağabeyoğlu bir şairdi. Biryaprağın zamansız düşüşünü bile duyan, bunu dizelerine yansıtan bir şair. Çağının tanığıolmayı aksatmayan bir bilinç işçisi. Şiirleri yanında yazılarıyla da tanıklık etmeye çalışan birkadın yazar. Selma, kadınlığın bilincinde bir insandı. Ülkemizde kadın olmanın zorluklarınıda sorum-luluklarını da yansıtan bir yazar. Kadın olmanın alçakgönüllülüğünü de görürsünüzdizelerinde, tutkularını, kırılganlığını, başkaldırısını da. "

Sayfa 97

Page 98: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

EY HAYATEy hayatakıl gözünde bir çift güvercin besledimgönül kapısında ezildi gitti güllerey hayat! ben seni böyle bilmedim...

nöbetteyim anne. bekliyorum dertlerigözümün bebeğinde umut seyrimesi

o gece ışık bitti. düşte ağladımdısanki kan uykularına yattımdıhani kızıla boyanır ya topraktoprak diyorum... isyana duruyorduİman ölüyordu...İman ölüyor...İman...

sonra saçlarını döktü aytaze çimen kokulu o yere

ah! çocuk gözlerine baktıkça tenhayımyakıyor kalbimi şiddeti zulmünacıyı süzüyorum ömürden. gözyaşımdüşüyor bir kız çocuğunundefterindeki kan izinesonra çiçeğe duruyor her sayfa...

o kız çocuğu, bebeğim benimbir gül damlası dudağında...

çığ düştü yaprağa, kırıldı dalyüreğimde çocuklar ağlıyor anneanne bana umut al..

SELMA AĞABEYOĞLU

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 99: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

SOSYALİST SİYASAL EYLEMCİ VE ŞAİR SERVET ZİYA ÇORAKLI KAVGAMIZDA YAŞIYOR HÂLÂ...

12 Eylül öncesi Sinematek başkanlığını yapan,12 Eylül sonrası Almanya’da sürgün yaşamısüren Şair Servet Ziya Çoraklı, 60 yaşında, 29Aralık’ta Hamburg’da aramızdan ayrılmıştı.

1 Şubat 1946 Ağrı doğumlu olan Çoraklı, İlksürgün-lüğünü daha lise yıllarında yaşadı. AğrıLisesi’nden Trabzon Lisesi’ne komünistlik yaptığıgerekçesiyle sürgüne gönderildi. Dev-Genç, TKP-B hareketlerinde yer aldı. 12 Eylül cuntadöneminde ağır işkencelere maruz kaldı. 1981’deyurt dışına çıktı. 1985’te tekrar döndü.Mücadeleye atıldı. O zaman basında çok meşhurolan Türk-İş İzmir mitinginde işçilere şekerlibildiri eyleminin içinde yer aldı. Bu mücadeledönemi bir operasyonda yakalanmasıyla sonaerdi. Mücadeleyi işkencede, zindanda sürdürdü.Zindan yılları biter bitmez devrimci mücadeleyedevam etti. Parti kongresi nedeniyle yenidenyurtdışına çıkan Servet Ziya için bu ikinci mültecilik dönemi oldu. Bu defa Hamburg’ayerleşti. Son nefesini verene kadar da orada yaşadı. Hem şiirlerine hem de devrimcimücadelesine orada devam etti. Barış için sanat girişimi imzacılarındandı. Bir yoldaşı onutanımlarken, “O gerçek bir komünistti” dedi. “İşçilerle işçi, Kürtlerle Kürt, Ermenilerle Ermeni,kadınlarla kadın, Alevilerle Alevi idi. Yani bütün ezilenlerle birlikte olmak, onlarınmücadelesinde yer almak onun göreviydi.”

Bu mücadele içinde onu ve eşini en çok yaralayan herhalde biricik kızları UMUT’un amansızhastalığı oldu. Tam da bunun üstüne 12 Eylül faşizmi gelince hem kaçaklık hem parasızlıklaboğuşa boğuşa Servet Ziya kızı UMUT’u kaybetti. Ama devrime ve devrimci mücadeleyeolan UMUT’u hiç azalmadı. 1981 sonlarında iyice bastıran polis operasyonlarından sonraörgüt kararıyla sürgün dönemi başladı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Hatay’dan sınırıyürüyerek geçip Şam’a ulaştılar. Oradan da bir yıl sonra Berlin’e... Açlık ve yokluklar içindesürgün macerası başladı. Yoldaşlarının ve devrimci çevrelerdeki emekçilerin sahiplenmesiylemücadeleyi sürdürdü.

Çevresinde “Servet Hoca” olarak tanınan Çoraklı, zaman zaman çeşitli dergi ve gazeteleremakaleler yazdı. Sosyalistlerin hak mücadelesi ve Kürt halkının özgürlük mücadelesininbirçok etkinliğinde yer alan Çoraklı, ‘Düşler-Trâume’ adlı Türkçe ve Almanca şiir kitabınınönsözünde şunları yazmıştı: “İnsanlık çok şeyler borçlu düşçülere/düşlere... Düşçülerdüşleriyle yeninin yenisini aramasaydı, insanlık belki de var olanla yetinip karıncaadımlarla yollar katedecekti... Genel olarak sanat, özel olarak şiirin kısaca tanımını

Sayfa 99

Page 100: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

yapmak kolaycılığına düşmeden sanatın başeğmez çocuğu şiirin önemli yanlarındanolan; daima muhalefette kalışını, gerçeğin gerçeğini, yeninin yenisini aramasını, varolanla barışık olmaması yanlarının altını çizmek gerek diye düşünüyorum. Bubağlamda şiir asidir, kalıpları reddeder, resmi olanla sürekli kavgalıdır.”

Servet Ziya Çoraklı, son konuşmalarından birinde, bize şu sözleriyle yol gösteriyordu:“Yoldaşlar, faşistlerin işkence merkezlerinde direnmek yetmiyor, namuslu olmakgerekir. Ezilen halkların yanında olmak, hayatın her alanında direnişler örgütlemekgerekir. Biz aydınız. Faşistlere boyun eğmek bize yakışmaz. Bizim tarihselgörevlerimiz vardır. Aydın demek, halkının öncüsü, yol göstericisi demektir. Kürtaydınları bunu başardı. Türk aydınlarının da başarmasını istiyoruz…..Gün ülkesinisevenlerin ülkesinin özgürlüğünü, halkların özgürlüğünü savunma günüdür. Günfaşizmin ülkemizdeki kalelerini yıkma günüdür.”

Anılarını kavgamızda yaşatacağız.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 101: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

EDEBİYATIMIZIN TAŞRADAN SES VEREN ÇALIŞKAN EMEKÇİSİ: SUNULLAH ARISOY

1925 yılında İstanbul Şile’de doğdu, 18 Aralık 1989’dayaşamını yitirdi. Bir süre İstanbul Haydarpaşa Lisesi’ndeöğrenim gördü. Eğitimini yarıda bıraktı. Memurluk yaptı.

Ankara'da bir banka-da, Bilgi Yayınevi ile Türk Tarih KurumuBasımevi'nde çalıştı. Varlık dergisinde 1950’li yılların sonundayayınlanan şiirleriyle adını duyurdu. Önce Garip akımı ve İkinciYeni etkisinde şiirler yazdı. Şiirlerinde halk şiiri özelliklerindenve temalarından da yararlandı. 1960 sonrası kısa kurgulu,karamsar içerikli toplumsal gerçekçi çizgide bir şiire yöneldi.Biçim arayışlarına girdi, divan edebiyatına özgü gazel tarzında

şiirler denedi. Son döneminde Özdemir Asaf'ta olduğu gibi kısa, zekice söylenmiş, keskinsözcüklerle özlü anlatıma dayalı şiirler yazdı. Roman ve uzun anlatı türünde eserleriyle, şiirve mizah antolojileri de var. Varlık dergisinde 1950’li yılların sonunda yayınlanan şiirleriyleadını duyurdu. Önce Garip akımı ve İkinci Yeni etkisinde şiirler yazdı. Şiirlerinde halk şiiriözelliklerinden ve temalarından da yararlandı.

TTK ve TDK'da çalıştı. 1960 sonrası kısa kurgulu, karamsar içerikli toplumsal gerçekçiçizgide bir şiire yöneldi. Biçim arayışlarına girdi, divan edebiyatına özgü gazel tarzında şiirlerdenedi. Son döneminde Özdemir Asaf'ta olduğu gibi kısa, zekice söylenmiş, keskinsözcüklerle özlü anlatıma dayalı şiirler yazdı.Kişiliği hakkında Burhan Günel şunlarıyazmaktadır. "M. Sunullah Arısoy’u anımsıyorum. Dingin görünüşlü bir beyefendi. Azkonuşan. Konuşunca dinlemeden edilemeyen. Gözlük camlarının ardındaki gözleri uzaklara,derinlere, kimi zaman uzun uzun kendi içine bakan. Biraz mesafeli duran ama tanıdıkçaaçılan, pencerelerini aralayan bir kimlik... Arı dil savaşımcısı. Özgürlükçü. Toplumcu. İçtenve hesapsız. İnsana saygılı, insancıl. Sonuna kadar yurtsever.."

Burhan Günel aynı yazısından Sunullah Arısoy'u şu şekilde betimlemeye devam eder: "İlkbasımı 1958’de yapılmış olan “Karapürçek” adlı romanında şunları söyler: ‘Bu kasabanınuyanışını her zaman sevmişimdir. Leblebiciler dükkânlarını açtılar mıydı, mesele yoktu.Kasaba uyanmış demekti. Kav-rulmuş nohut kokusu, bir çalkantı sesi çarşı içine doğruyayılırdı. Nalbantlar, demirciler... Sonra okul çocukları... Çocukların sabahları okulagidişlerini seyrederken, ama her zaman, içim titrer benim. Nasıl yaşama sevinci dolu, bir sesçığlığıdır çıkardıkları... Nasıl koşuşurlar, gülüşürler... Kas-vetsiz yaşamanın ta kendisi!’Bunlar, günümüzün küreselci, postmodernist edebiyat anlayışında basit, gereksiz,anlatılmaya değmez, sıradan, giderek ayıp şeyler! Çünkü günümüzdeki renkli medyanın veçirkinliğin görüntülü kanallarının arsızlıkla öne çıkardığı yaşam tarzı ve anlayışı Arısoy’unönemsediği ilişkileri ve insan sevgisini, yaşama sevincini çoktan tüketti; bunların üzerinekanlı, çamurlu, kirli süngerini çekti. Şimdi insani ve doğal güzelliklerden ve toplumsalgerçeklerden kaçış zamanı. Şimdi arabesk, şimdi dünya vatandaşlığı, yurtsuzluk,kimliksizlik, ilkesizlik, onursuzluk, paraya ve güce tapınma ve daha bin türlü yozluk geçerli.”

Sayfa 101

Page 102: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 103: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

İNSANÎ GERÇEKÇİLİĞİN İNCE ŞAİRİ BEHÇET NECATİGİL’İ ANIYORUZ!

Burjuva edebiyatçılarca “küçük duyarlıklarınşairi” olarak nitelenen, ama evininpenceresinden dünyaya açılan yüreğindeinsanî gerçekleri de yansıtmaktançekinmeyen şair Behçet Necatigil 13 Aralık1979’da geride kendi şiir-düz yazıçevirilerden oluşan altmış üç yapıt bırakarakaramızdan ayrılmıştı.

İlk şiiri, lise öğrencisi olduğu yıllarda Varlıkdergisinde çıktı. O tarihten, ölümüne kadarhep şiirinin ve edebiyatının içinde oldu.Şiirlerinde evler, aile, çevre, aşklar, buna-lımlar, hastalıklar, yalnızlıklar ve ölüm onun kendine has anlatımı ile çok defa kısa mısralarhaline gelir. Eski ve yeni kelimeleri ustaca şiirine yerleştirir. Sağlam ve tutarlı bir şiir dünyasıvardır.

Döneminin garip ve sosyalist gerçekçi ve daha sonra 2. Yeni şiir akımlarına rağmen dahaçok bağımsız bir söyleyiş özelliği gösterdi.Behçet Necatigil'in şiir evreni daha derli toplu,daha somut, ama şiirsel derinliği daha az değil. O, titiz bir dize kurma ustasıdır, böylece de,en uç modernliğine ve özgünlüğüne karşın, Necati'den Şeyh Galib'e büyük divan şairlerinimuhteşem dize sanatlarında derin kök salmıştır. Bu bağlılığını göster-mek için, Gönül olansoyadını, Necati soyundan anlamına gelen Necatigil olarak değiştirmiştir. Onun şiiri,inceltilmiş dize sanatıyla uyum halinde, sıradan insanın yaşamındaki sözde küçük, her günyeniden karşılaşılan, dolayısıyla önemli sayılması gereken tasaları ve aykırılıkları kavrar: "Biryanı var ömrümüzün kırık / Farlar büyültür gecede".Onun yapıtı bir divan oluşturur, amasaray yaşamının ve saraylıların hayal dünyasının değil, milyonluk kent İstanbul'daki semtinsanlarının yaşamını, duyarlıklarını modern ve tarihsel çizgide ortaya koyar.

Necatigil şiirini bilinçli olarak geliştirmeyi, onu öykünülmesi güç, öykünülünce sırıtan, kendineözgü bir şiir dili haline getirmeyi bildi. Şiirin araç ve gerecinin dil ve sözcükler olduğunu çokiyi bilen bir şair olarak Necatigil, baştaki yalınlığın, sadeliğin bir amaç değil, ancak gerçekşiire varma yollarından biri olduğunu da göstermiş oldu böylece. Nitekim çok sonraları,1973'te, "Yalın şiir, bilgiden yoksun şiir, tek yönlü şiirdir. Oysa şiir, kesin bir açıklama, birbildiri değildir; şaşmaz doğru, doğrultu değildir, tek yön değildir. Dilediğimiz yollara,yolculuklara açık, çeşitli yönlerdir, türlü doğrultulardır" diyerek "yalın" sözcüğününbaşlangıçtaki dar algıla-nışına karşı çıkacaktır.Behçet Necatigil şiirlerinde, bir insanınilgilenmesi lazım gelen sorunlardan bu sorunlar içinde hayat mücadelesi veren insanlardanbahseder. Harp olmuş, nice insanlar ölmüş, niceleri evsiz-barksız, anasız-babasız kalmıştır.Bir küfeci bile harpten, harbin getirdiği sefaletten bahsettiği halde, bir şair bundan niçin

Sayfa 103

Page 104: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

bahsetmesin? Behçet'in denizaltı şiirinden bir parça: “Harp patladı, nüfus azaldı,/Çehrelerufaldı./Toprağın üstü kan içinde / yüzdü./ Ölüleri yerleştirmekte / Aciz gökyüzü.” Ve şair, buvahşet karşısında "İnsanlık sevgisi lafta kaldı" demekten kendini alamaz..

O, kendi zamanını, beraber yaşadığı, her gün görüp tanıdığı insanları, onların dertlerini,sevinçlerini, küçük ve temiz hayallerini veriyor şiirlerinde. Onun şiirlerinde kendimizi, haklıbuluyoruz. Gerçi şiirde bir kişi konuşur; fakat bu konuşan, geniş bir insan kütlesinindertlerini, sevinçlerini kendi kalbinde duymuş, bu geniş insan kütlesinin sözcüsü olmuştur.Fertçi gözüken bu şiirlerin böyle bir sosyal karakteri vardır.

Behçet Necatigil'in şiirlerinde çok tabiî, rahat bir söyleyiş vardır. O hakikaten söyleyeceksözü olduğu için şiir söyler. Bundan dolayı şiirlerinde hiçbir zorakilik, kendini sıkma yoktur.Behçet Necatigil'in de her şiirinde konuşma dilinin ifade zenginliğinden gayet ustalıklafaydalandığını görüyoruz. Behçet Necatigil, şiire bakışını şu sözlerle somutlar: "Şiir bilgimi? Kuramsal bilgilerle mi yazılır şiir? Yoo, hayır, küçültür şiiri bu! Bilgiyi, bildiriyi öne alarak,standart maddelerle şiir yazanlar da olur. Ama şiir bir yaşantıdır; bize el koymuş, içimize taşgibi koymuş olayları, olguları kalıplara, biçimlere dökmek işidir..... Şiir, kesin bir açıklama, birbildiri değildir; şaşmaz doğru, doğrultu değildir, tek yön değildir. Dilediğimiz yollara,yolculuklara açık, çeşitli yönlerdir, türlü doğrultulardır. Ben, düşündürücü yanlarını çoğaltmış,yatırım ve çabaları çokça, çokgen bir şiirden yanayım. Şiiri ağırlaştırıp, atraksiyonlara,süslere yatırıp, özü havasızlıktan boğmak değildir bu. “

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 105: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Sayfa 105

Page 106: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

EMEĞİN VE DİRENCİN ŞAİRİ ŞÜKRAN KURDAKUL'U HİÇ UNUTMADIK UNUTMAYACAĞIZ!..

Şükran Kurdakul için ilk söylenecek şey,onun bir “kararlılık ve direnç anıtı”olduğudur. Yaşamıyla ve yüreğiyle direnenbir anıt... Düşünceleri doğrul-tusundayaşayan, düşüncelerinden ödünvermeyen, düşüncelerinin eyleme veyaşama geçirilmesi için örgütlüsavaşımlarla dolu bir anıt… O, acıyla, di-rençle, sevgiyle, coşkuyla ve bilinçleyükselen bir anıttır. O’nu tanımak için,genç yazarların, şairlerin örnek almasıgereken yaşamından yola çıkmak endoğru yoldur. Şükran Kurdakul, devrimci,sınıf bilincini yaşamı ve yapıtlarıylaiçselleştiren bir insandı.

Bu şairliği, öykücülüğü, edebiyat tarihçiliği ağır basan bir yaşam ustasının kimliğinebaktığımızda gördüğümüz şunlardır: 1927 doğumlu Şükran Kurdakul, “Kırk Karanlığı” içinde,“Fedailer Manga-sı”nın bir genç savaşçısı olarak henüz 19 yaşındayken (1946’da) TCK’nınünlü 142. mad-desinden tutuklanır. Şükran Kurdakul’un bu tutuklanması belki de yarımyüzyıllık bir onur ve direnmenin habercisidir. Bir yıl sonra tahliye edilir ve öğrencisi olduğuİzmir Karşıyaka Lisesi’nden Bakanlık kararıyla çıkarılır. Genç Kurdakul’un “Mah-pushanesaksılarındaki baharı benden sor” dediği bu günlerden sonra yaşamındaki zorluklar başlar.Zorlukla ve zorbalıkla savaştır bu aynı zamanda. 1948’den 1950’ye kadar Maraş “sürgünalayı”nda askerdir. 1953’te 141. maddeden yargılanır ve 1955’e kadar Harbiye cezaevindetutuklu kalır: “Acıların sütüyle büyüttüğü umutlar/Mahpushane avlularında boy verir...” der,1956’da aklanır.

Şükran Kurdakul’un yaşamını anlamada bu özetleme yetmez elbette. Bir başka açıdanbaktığımızda onun örgütçülüğünü görürüz. Onun örgütçü bir edebiyat adamı olaraktanınmasının başlangıcı 1964’te “Türkiye İşçi Partisi” (TİP) üyeliğiyledir. İki yıl sonra partininBalıkesir il başkanlığına ve Genel Yönetim Kurulu yedek üyeliğine, ardından da 1967’deMerkez Yürütme üyeliğine seçilir. Örgütçülüğünü edebiyat örgütlerinde sürdürür ve 1964’te“Türk Edebiyatçılar Birliği” Genel Sekreterliği’ne seçilir. 1976’dan sonra, “Türkiye YazarlarSendikası” (TYS) ikinci başkanıdır ve 12 Eylül döneminde yine 141. maddeden TYSdavasından yargılanır. “PEN Yazarlar Derneği”nin kuruculuğu (1988), ikinci başkanlığı vegenel başkanlığı (1991-1997 arasında), “Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı” yöneticiliği,1995’ten itibaren “Özerk Sanat Konseyi” ile “Ulusal Sanat Kurulu”nun da kuruculuğu ve ilkbaşkanlığı da Şükran Kurdakul’un yaşamının dönemeçlerindendir.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 107: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Şükran Kurdakul’un yaşamında süren yalnızca bunlar değil elbette. Öncelikle bir şair yaşamıvardır onun. Üstelik, şiire çok erken yaşta başlar. 1943’te 16 yaşında bir lise öğrencisiykenTomurcuk adlı ilk şiir kitabını çıkarır. Şiire yeniden yoğunlaşması 1950’li yılların başındadır.Bu dönem yazdığı şiirlerin çoğu içine sinen bir yapıda değildir. Daha sonra, bu şiirleri için,“toplumsal duyarlılıkları olan dizelerin yer aldığı şiirlerde kendi sesini bulduğu...” söyleninceçok sevinir. Cezaevi yıllarındaki çalışmalarının bir kısmı Giderayak’ta (1956) yer alır.Kurdakul’da şiir, sanki özgürlük, doğa, dostluk, sevgi özlemiyle kuşatılmıştır ve bukuşatmaya karşı bir direniş boy vermektedir sürekli.İçerikle biçimin bütünleşmesinin ŞükranKurdakul şiirindeki ilk örnekleridir ve kendi şiirine doğru önemli adımlar atmaktadır. Kurdakul,1942-52 dönemini kendisi şiirinin çıraklık dönemi olarak tanımlar. İyimserlikle, aydınlıkladolu Nice Kaygılardan Sonra (1963) adlı kitabıyla ise şair kimliğini doğurmaya başlar. Onunşirinin doru-ğuna çıkmaya başlaması, bir şair duyarlılığının ve inadının olanca görkemiyleortaya çıkması, 1970’lerden sonraki şiirlerindedir. Usta şair ürünlerini, örneğin “Sözcüklerlebüyüdük, ezgiler yarattık/Düşlerle saltanat kurduk, benzetiler yarattık/ Kurtuldum sandığıngün Pir Sul-tan’dan/Sevdamızla Yunus, hüznümüzle Fuzu-liler yarattık.” dizeleriyle karşımızagetirmeye başlar: Acılar Dönemi (1977). Şükran Kurdakul, daha sonra çıkardığı ve 1983Nevzat Üstün Şiir Ödülü’nü alan Bir Yürekten Bir Yaşamdan (1982)’da “Al BeniSevecenliğine” der ve yine kendini koyar ortaya: “Ben sevdayım, al beni sevecenliğine/Bengülüm, dallarına aşıla beni/Çocuğum ben, göğsünde büyüt/Umudum ben, düşüncendegeliştir./Acıyım, gerçeği ararsan bende/İnancım, coşkuyu ararsan bende.”

Şiirle anlatamadığı temaları öykülerde işler. Toplumdaki adaletsizlik ve yargının sorunları,hapislikler, Kurtuluş Savaşı’nın insanları, beyaz yakalılar dediği kafa emekçileri onunöykülerinde işlediği konulardır. Şükran Kurdakul’un edebiyat tarihçiliği de bir başka özelliğidir.Onun bu kimliği araştırıcı bir edebiyat adamını çıkarır toplumun karşısına. 12 şiir kitabı vebeş öykü kitabının sahibi olan bir şair ve öykücü olmaktan başka özgün bir edebiyat tarihçisive düşün adamı olarak da devrimci kültürümüze ışık tutmaya devam ediyor:

Bunca yıl çok ışık birikti avuçlarımdaSenin olsunEsinlen sevgi dokuyan ellerimdenBunca yıl şiirin, kardeşliğin, kavganınHas bahçelerinde yarattım bu gerçeği,Sabrım senin olsun.Aşkım senin olsun.Acıların sütüyle büyüttüğüm umutlarMahpushane avlularında boy verdi,Dolunay menekşelendi kirli kara camlarda.

ŞÜKRAN KURDAKUL

Her görüşte yeniden vurulduğumuz ana evrenÖzgürlüğe boyadık saksıdaki çiçeğiSenin olsun.Biz ki acılar dönemindenEllerimizi kirletmeden geçtik.Direncim senin olsun,Sevgim senin olsun.

ARMAĞAN

Sayfa 107

Page 108: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 109: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Sayfa 109

Page 110: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

FATVA TUKAN, ŞİİRLERİNDENKAVGA VE UMUT SAĞIYOR HÂLÂ…

Filistin ve Arap şiirinin en önemli temsilcile-rinden; yaşamı sürgünler ve işgaller içindegeçen Fatva Tukan, 9. ölüm yıldönümünde de şiirleriyle Filistin’in ve dünya halklarınınözgür-lük mücadelesine ses vermeye devam ediyor.

Fatva Tukan, 1914 yılında Nablus'ta doğdu. Filistin şiirinin önemli adlarından İbrahimTukan'ın kardeşidir. Ağabeyinin katledilmesi üzerine geçirdiği üzüntülerin ardından onunizinden yürümeye karar verdi. 1967 yılında çıkan savaştan önce şiirleri bütün Arapdünyasına yayıldı. Bu savaşta Nablus düşünce Fatva Tukan da İsrail'in işgal ettiğitopraklarda yaşamak zorunda kaldı. Bu savaşın sonucunda O'nun şiiri yeni bir görünümkazanmaya başladı. Sürgün ve ezilmişlik duyguları altında, kavga şiirine yöneldi.

Fatva Tukan yıllarca Filistin’in özgürlüğe, bağımsızlığa ve kurtuluşa kavuşması içinsavaşmış devrimci bir şairdir. Ömrü boyunca baskılara, işkencelere ve zulümlere maruzkaldı, cezaevlerinde yattı. Ama 7’den 70’e bütün Filistinlilerin elinde dolaşan bir silah olduO’nun şiirleri. Şiirleriyle yurtsever Filistin halkını, Filistin’in bağımsızlığı için kavgaya vemücadeleye çağırdı. Onun şiirleri, Filistin halkını kavgaya çağıran bomba süsü verilmişpankartlardır ve bildiriler olarak da tanımlandı. Onun şiirleri emperyalizme, faşizme vesömürgeciliğe karşı pimi çekilmiş bombalar ve dinamitler oldu. Bu yüzden olsa gerek, İsrailSavunma Bakanı ve Başkomutanı Moşe Dayan, Fatva Tukan hakkında, "Onun şiirleri, 10

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 111: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

suikasttan daha yıkıcıdır" demişti. Bir süre hapiste de yatan Fatva Tukan, Nablus’tayaşamaya devam etti. 13 Aralık 2003'te sonsuzluğa göçtü. Filistin şiirinin bu önemli kavgaşairini saygıyla selamlıyoruz.

Sayfa 111

Page 112: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

ABİDİN DİNO EMEĞİN ÇİZGİLERİNDE VE RENKLERİNDE YAŞIYOR…

Tek bir bireyin değil, insanlığınmutluluğuna resimler çizen AbidinDino’yu 16. ölüm yıldönümündeanıyoruz.

Ağabeyi şair Arif Dino'nundesteğiyle resim, karikatür ve yazıalanında kendini geliştirmeyebaşladı. İlk desenleri Yarıngazetesinde, ilk yazıları Artistdergisinde 1930'lu yılların başındayayınlandı. Bu yıllarda NazımHikmet'in şiir ve oyun kitaplarına

kapak desenleri çizdi. Çok genç yaşta ünü ülke sınırlarını aştı.1933 yılında D Grubu adlısanat akımının kurucuları arasında yer aldı. Grubun amacı, memlekette sanatın gelişmesinive yayılmasını sağlamaktı. Düşünce yanı ağır basan resimler yapacak, batıdaki çağdaşakımlarla boy ölçüşecek yenilikler getireceklerdi. Başlangıçta Chagall ve Picasso'nunetkisinde kalan sanatçı, daha sonraları yapıtlarında özgün ve yerel bir senteze ulaştı. YenilerGrubu'nun Liman çevresindeki balıkçıları konu alan ilk sergisini açtığı 1941 yılında AbidinDino, siyasi nedenlerle önce Çorum Mecitözü'ne, sonra da Adana'ya sürgüne gönderildi.Adana'da Türk Sözü gazetesini yönetti. Kel adlı bir oyun yazdı, ancak oyun hemen toplatıldı.Çukurova'nın pamuk işçilerini konu alan resimler yaptı. Resmin yanı sıra heykel le deilgilenen Dino 1943 yılında dilci Güzin Dino ile evlendi. Sürgün sona erince İstanbul'a döndü.1952'de yurt dışına çıkış yasağı kalkınca Paris'e yerleşti. Zaman zaman Türkiye'de kişiselsergiler açan Abidin Dino, 7Aralık 1993 günü Paris'te hayatını yitirdi.

Abidin Dino, büyük dostu Nâzım Hikmet gibi, Marksistti. Dünyadaki tüm değişikliklere,yaşanan büyük tragedyalara, reel sosyalizmin çöküşüne karşın, bu inancını hiçbir zamanyitirmedi. Bu inancın gereği olarak da halktan, özgürlükten, barıştan yana bir sanat yolunuizledi.

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 113: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Sayfa 113

Page 114: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

FAŞİSTLERTİN KATLETTİĞİ İLERİCİ BİLİM İNSANI, CAVİT ORHAN TÜTENGİL ÜRETTİKLERİYLE HEP ARAMIZDA..

Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil 33 yıl önce öldürüldü.Katilleri ve onları azmettirenler hâlâ hesap vermedi. Davadosyası kaybedildi. Türkiye yasaları uyarınca, olay zamanaşımına uğradı.

Yıllar önce "Benden yarına kalacak olan namuslucayaşanmış bir hayat, kitaplarım ve çocuklarım olabilir" diyeyazmıştı. Yarına bir de kapanmayan bir dosya bıraktı.

Biraz önce eşiğinden geçtiğimiz bu kapıdan 7 Aralık 1979sabahı çıktı. Derse yetişecekti. Birkaç dakika sonra,uğursuz gürültüler kapıyı geçip içeri doldu. Öğrencileridakikliğine hayran oldukları hocalarını beklediler. Otobüsdurağına giden asfaltta Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil'incansız bedeni yatıyordu. Dokuzdaki derse geç kalmatelaşıyla yola çıkan babasıyla, şimdi şu etrafında

oturduğumuz masada son kez kahvaltı edemediği için hayıflanan Deniz Tütengil, "Cinayetiişleyenler yakalanıp cezalandırılmadıkça babam o asfaltta yatıyor olacak" diyor. "Ve biz buülkede mutlu, huzurlu yaşayamayacağız.“

Tütengil öldürüldüğünde 58 yaşındaydı. Mezartaşında bir yazısından şu alıntı yer alıyor:“Dünyamızı güzelleştirmeye bakalım. Can dostların ölümünden sonra yaşamanınbedeli, dünyamızı güzelleştirme doğrultusundaki çabalardadır”. Faili meçhul diyeanılan binlerce cinayetin işlendiği ve tetikçiler ile onları azmettirenlerin hesap vermediği,korunup kollandığı, hatta yüceltildiği bir ülkenin, Türkiye’nin, bu ayıptan arınmadan dünyayıgüzelleştirmeye katkısı olabilir mi?

Tütengil, toplumbilimci olarak edebiyat ve sanatla da yakından ilgilenmiş, birçok alandayazılar yazmış, geride araştırmalarının ve düşüncelerinin ürünü çok sayıda yapıtbırakmıştır.

Cavit Orhan Tütengil’in yaşamı ve bilimsel yapıtları, bir aydın olarak onun en temelözelliğini öne çıkarırken, yurtsever kimliğini ve insancıl yanını da ortaya koymaktadır.

Cavit Orhan Tütengil’in aydın konusundaki, şu sözleri de, bize bugün yapmamız gerekenlerive duruşları hatırlatır gibidir:

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 115: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Sayfa 115

Page 116: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

ERDAL EREN HALKIN KAVGASINDA HALKINYÜREĞİNDE DAİMA YAŞIYOR!

Sadece Türkiye tarihine değil, dünyatarihine de kara bir leke olarak geçen 12eylül askeri cuntası, 17 yaşında idamsehpasına yolladığı Erdal Eren adıyla dalanetlenmeye devam ediliyor. Bir askeriöldürdüğü iddiasıyla, “jet hızıyla” yapılangöstermelik yargılama sonucu idamedilen Erdal Eren, idamının 29. yılındatüm devrimciler ve kavga arkadaşlarıtarafından anılıyor.

Askeri yargıtay 3. dairesi’nin, önce“delillerin noksanlığı” nedeniyle esastan,ardından da, idamın müebbet hapseçevrilmesini gerektiren “TCK’nın 59’uncumaddesinin uygulanmaması” nedeniyleusulden bozma-sına rağmen, dairelerkurulu iki kararı da reddetti. redkararlarıyla yargılamanın yenidenyapılmasının yolu kapatılırken, Eren’inavukatı Nihat toktay, kararı, “yargıtayiçinde bitirildi” diye değerlendirdi.Güvenlik konseyi tarafından onaylanankarar, dünya çapında yürütülen “ idamı

engelleyelim, Erdal Eren idam edilemez” kampanyalarına rağmen 13 aralık 1980’de AnkaraMerkez Cezaevi’nde infaz edilirken, faşist cuntanın başı Kenan Evren’in, “asmayalım dabesleyelim mi?” sözleri zihniyetlerini özetledi.

17’sinde yiğit, genç devrimci Erdal Eren’in idamını, basit bir hukuksuzluktan çok, sınıfmücadelesinde önemli bir uğrak, durak, nokta olarak görüp, öyle değerlendirmek gerekir.Zira, o işçi sınıfının bu mücadelede en önde çarpışan, çarpıştırılan ve her türlü yiğitlik,kahramanlığı hak etmiş bir militanıdır. Sınıf mücadelesinin ne kadar keskinleştiğini gösterenbir tanıktır. Mahkemelerdeki, işkencehanelerdeki, mahpushanedeki duruşu bunu gerektiriyor.O bir mazlum olmaktan çok, sınıf mücadelesinin keskinleştiği bir dönemde saflarda yerinialmış, devrimci, yiğit bir gençtir. Böyle anılmayı hak ediyor. Erdal da mahkemede söylediğişu sözlerle bu savı doğruluyor:

"Bir gün, mutlaka sizin yerinizde halkımız olacak, sizi ve koruduğunuz düzeniyargılayacak ve doğru kararı verecektir!”

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 117: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

KAFA Dergisi 16. Sayı arka kapağından alınmıştır.

Sayfa 117

Page 118: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

DÜŞÜN VE EYLEM İNSANI ÖLÜMSÜZ DEVRİMCİSİMAVNALI ŞEYH BEDREDDİN’İN KATLEDİLİŞİNİN

600. YILDÖNÜMÜNDE DÜŞÜNCELERİYLE IŞIK TUTUYORBalkanlarda 5 asırdan beri konuşulan,ülkemizde ise son 50 yılda sözü edilmeyebaşlanan biri Şeyh Bedreddin. Dünyatarihinde toprak sahiplerinin değil, toprağıişleyenin çıkardığı, gayet cüretkâr veevrensel ilk ayaklanmanın da tezahüretmesini sağlayan ilk tebliğ insanı idi. BirAnlamda, Şeyh Bedreddin ve düşüncesi ,sosyalizmin bu topraklardaki kökleri idi.

Şeyh Bedreddin, yalnızca Anadolutopraklarında gerçekleşmiş bir devrimciayaklanmanın lideri değil; bütün insanlıkiçin adil ve eşit bir toplumsal düzen fikrininilk yaratıcılarındandı. Belki de bunun içinaradan geçen neredeyse altı yüzyıldansonra bile sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyaiçin yürütülen mücadelelere ilham kaynağıolmaya devam ediyor. Bedreddingünümüzden altı yüzyıl önce insantoplumunun içine sürüklendiği sapmanınfarkına varmış, bu yanlışın kaynaklarına vekökenlerine inerek yeni bir toplumsaldüzenin nasıl mümkün olabileceğini araştırmaya girişmişti.

Bedreddin’in ilk fark ettiği gerçek, insanların eşit olarak doğmaları gerekirken eşitsizliğinhüküm sürdüğü bir dünyada ve adaletten tümüyle uzak bir toplumsal düzen içindeyaşadıklarıydı. Bedreddin aslında binlerce yıllık bir gerçekliğin bilincine varmıştı. Gerçektende insanlık tarihinin bilinen en eski ilişki biçimlerinden birisi insanların topluluk halindeyaşaması ise diğeri bu topluluk yaşantısı içinde ortaya çıkan ezen-ezilen ilişkisidir.

Bu tarihsellik içinde, her dönemin egemen ideolojisi bu gerçekliğin egemen güçler lehinedevam etmesi için çeşitli yöntemler denedi. Buna karşılık insan toplumlarının eşitlik arayışıher seferinde türlü yöntemlerle bastırılmaya çalışılsa da bir şekilde kendisini ortaya koymayıbaşardı.

Kapitalizmin ideolojik hegemonyası, sadece kendi toplumsal yapısını ve hükmetmebiçimlerini dayatmak ve korumakla sınırlı kalmadı; buna karşı gelişebilecek muhtemeltepkileri de sistematik olarak yok etmeye girişti. Kapitalizm, insan topluluklarının eşit veözgür bir toplumsal düzen kurma mücadelesinin ideolojik ve tarihsel dayanaklarını ortadan

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 119: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

kaldırmaya, bunları bilim dışı, gerçeklik dışı ilan etmeye kalkıştı. Kapitalizm yalnızcakendisine alternatif bir düzenin kurulmasını engellemekle de yetinmedi, insanlığınütopyalarını bile yoketmeye girişti. Bugün kapitalizm en ağır darbelerini insanların ruhuna vebeynine indiriyor. Ütopyaların bile yasaklandığı bir kapalı devre sistem, devrimin ve eşitlikçibir toplum idealine ulaşmanın imkansızlığı propagandasını yapıyor. Şeyh Bedreddin iseeşitsizliğin kutsandığı günümüzden asırlar öncesinden kopup gelen hakikat çağrısıyla bütüninsanlığa yeniden hakikat yolunu gösteriyor bugün.

Şeyh Bedreddin’e gelinceye dek insan toplumunun eşitlik arayışı daha çok bir “cennetarayışı” şeklinde, kendiliğinden gerçekleşmesi beklenen bir ütopyadan ibaretti. Bedreddin vetalebelerinin öncülük ettiği ayaklanma ile birlikte örgütlü ve disiplinli bir devrimci örgütlenmeyoluyla yeni ve eşitlikçi bir toplum kurma mücadelesi ete kemiğe bürünmüş oluyordu.Bedreddin’e kadar tarihsel ilerleme ve medeniyetlerin gelişimi daha çok fetihler ve yağmalarşeklinde gelişen tarihsel devrimlerle gerçekleşmekteydi. Bedreddin isyanından sonra isesosyalizm bir “cennet” beklentisinin ötesine geçerek örgütlü kitlelerin bir ideoloji etrafında vebir örgütsel yapı öncülüğünde gerçekleştirecekleri bir yeni düzen olarak ortaya çıkıyordu. Buaçıdan Varidat kitabı, Şeyh Bedreddin Hareketinin manifestosudur aynı zamanda...

Bedreddin de bu mücadeleyi tek başına değil Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal gibiyoldaşlarıyla birlikte verdi.. Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa da tek başlarına değildiler,etraflarına topladıkları binlerce köylü ile birlikte hareket ettiler. Artık ortak konulan eylemmanifestosu çevresinde çeşitli ırk ve dinden insanlardan oluşan bir toplumsal mücadele sözkonusudur. Ortaklaşmacı bir düzeni kurmak için ortak bir dava yaratılması söz konusudur.

Böylelikle Bedreddin’le birlikte ilk kez mevcut düzenin ezilenler lehine değiştirilmesinihedefleyen ve bunu kitlelere bilinç götürme yoluyla gerçekleştiren bir toplumsal mücadele-toplumsal devrim fikri yaratılmıştır. Toplumsal yapıya bilinçli bir müdahale ve bunun yoluolarak örgütlü mücadele fikri, Bedreddin’in sosyalist mücadele birikimine yüzyıllaröncesinden yaptığı en önemli katkıdır. Bu toplumsal mücadeleyi de en güzel şekilde yineNazım anlatır Şeyh Bedreddin Destanı’nda;

hep bir ağızdan türkü söyleyip hep berabersulardan çekmek ağı, demiri oya gibi işleyip beraber,hep beraber sürebilmek toprağı,ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,yarın yanağından gayrı her şeydeher yerdehep beraber!diyebilmekİçinonbinler verdi sekiz binini...

Sayfa 119

Page 120: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Gerçekten de Bedreddin, daha 15. yüzyılda, özel mülkiyetin sorgulanmasının bile aklagelmediği bir dönemde özel mülkiyeti tümüyle ortadan kaldırmak için yola koyulmuştu.Bedreddin’in talebesi Börklüce Mustafa şeyhinden öğrendiklerini şu sözlerle özetliyordu;“ben senin evinde kendi evim gibi oturabilmeyim, sen benim eşyamı kendi eşyan gibikullanabilmesin. Kadınlar hariç bunların hepsi hepimiz içindir ve hepimizin ortak malıdır”

Eski düzeni yıkmak ve yeni bir düzen kurmaksa artık hem bir dava haline gelmiştir hem deinsanın kendi benliğini ve özünü yeniden yaratmasını sağlayacak bir yeni insan yaratmasürecidir. Bu açıdan Bedreddin’in eylemi sadece kurulu düzenin yerine yeni bir düzenkoymak değil, yeni bir insan ve yeni bir toplum yaratmayı da hedefler. Bu dönüşümü de öncekendinde uygular. Bedreddin, Edirne’ye bağlı Simavne kasabasının Kadısı olan babasıdolayısıyla varlıklı ve ayrıcalıklı bir sosyal sınıfa mensuptur. Başlangıçta bu sosyalkonumunun yarattığı ayrıcalıklarla ciddi bir dinsel eğitim alır. Aradan geçen süreçte ise ünübütün Osmanlı coğrafyasına yayılır. Artık İslam hukukunun en büyük bilginlerinden birisidir.

Bu sırada Osmanlı tahtı kardeş kavgalarıyla ve iktidar hesaplarıyla sarsılmaktadır.Bedreddin de, öğretmeni olduğu Musa Çelebi’nin Edirne’de hakimiyeti kurması üzerine MusaÇelebi tarafından Kazasker olarak görevlendirilir. Ancak içine doğduğu sosyal yapı veedindiği ilmi ve siyasi mevkiler onu mutlu etmez. Bedreddin, toplumdaki eşitsizliklerin veadaletsizliğin her geçen gün daha da derinleştiğini görmektedir. Bu eşitsizliklerin kaynağınıaraştırmaya giriştiğinde ise iktidarın ve zenginliğin, mülk sahibi olma ve yoksulluğun tanrısalbir düzenin kuralları olarak kutsandığı toplumsal düzenle karşı karşıya kalır. Mısır baştaolmak üzere Osmanlı’nın ve İslam dünyasının pek çok önemli merkezinde geçirdiği zaman,onun bu fikirlerinin daha da olgunlaşmasına yardımcı olur. Bu gerçeği kavramasıyla birlikteise kendisine büyük din bilgini sıfatını kazandıran bütün kitaplarını Nil nehrinin sularınaatarak yok eder. O güne kadar kazandığı bütün ünvanları reddeder ve servetinin tümünüyoksullara dağıtarak kendisini bu adaletsiz düzenin bir uzvu haline getiren herşeydenkurtulmaya girişir.

Bu noktadan itibaren önünde açılan yol yeni bir arayışın ilk adımıdır. Bedreddin, artık birhakikat arayıcısıdır.Şeyh Ahlati’nin hizmetine giren Bedreddin artık sıradan bir din adamıdeğil bir Sufi’dir. Sufi, bütün zamanını iç dünyasını temizlemeye çalışarak geçiren kişiydi.Bedreddin, hakikate ve eşitliğe ancak bütün kirlerinden arınmış temiz bir ruhla ulaşılabileceğidüşüncesiyle, kendisini acıyla terbiye eden bir arınma sürecine girdi. Bu ruhunu acıylaterbiye etme arayışı, O’nun halkın çektiği acıları kendi benliğinde ve vücudundahissetmesine ve böylelikle gerçek eşitliğin ve adaletin dinsel kitaplarda vaaz edildiği şekildeöbür dünyada değil, tam tersine bu dünyada olduğu fikrine ulaşmasına yol açtı.

Bedreddin artık talebelerine olabildiğince çok insanı hakikat yoluna çekmenin öneminianlatıyordu. Bu aynı zamanda insanları gerçekten özgürleştirmenin de tek yoluydu. Dünyadahiçbirşey insansız olamazdı. Ama bu insanların çoğu, küçük çıkarlar ya da anlık zevkleruğruna bütün insanlığın gerçek çıkarlarını göremeyecek derecede körleştirilmişlerdi. Bunedenle Bedreddin’in talebelerine verdiği görev mümkün olduğunca fazla sayıda insanıhakikat yoluna çağırmak, onlara gerçekleri anlatmak ve onları doğrunun ve adaletin safına

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 121: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

çekmekti. Onlara, “Senin ilacın sende!” diyordu.

Bedreddin, çevrersini saran karanlığa karşın, insanlara gerçekleri göstermek gerekiyordu vebunun yolu da gerçeği insanların en kolay anlayacakları şekilde onlara anlatmaktangeçiyordu. Müritlerine tavsiyesi de bu oldu. Belki de bu nedenle olsa gerek, dönemingerçekliğinin dayattığı bir biçimde Bedreddin ayaklanması, dinsel söylemlerin de kullanıldığıbir isyan olarak ortaya çıktı. Ancak amaç dinin öbür dünyada vaadettiği cenneti bu dünyadakurmak ve bütün insanları bu ideal etrafında biraraya getirmekti. Bu açıdan Bedreddinhareketi dinsel bir ayaklanma değil, sosyalist mücadelenin tarihsel süreç içindeki ilk önemlideneyimlerinden birisi olarak tarihteki yerini aldı. Bedreddin ve talebeleri bunun için ortayaatıldılar ve etraflarına topladıkları binlerce köylü ile birlikte isyan ettiler. Börklüce MustafaAydın’da, Torlak Kemal ise Manisa yöresinde Bedreddin’in fikirleri doğrultusundaörgütledikleri binlerce köylüyle birlikte büyük bir başkaldırıya giriştiler.

Ancak isyan başarısız oldu. Bedreddin’in öğrencisi Musa Çelebi’nin iktidar kavgasındamağlup olması ile birlikte Osmanlı’daki iktidar yapısı tümüyle değişmişti. Mehmet Çelebi’niniktidarı devralmasıyla birlikte Osmanlı iktidarı bu ayaklanmayı büyük bir güç kullanarakbastırma yoluna girdi. Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa mağlup edildiler ve yakalanaraköldürüldüler. Bedreddin ise bu haberleri aldıktan sonra Musa Çelebi’nin yenilgisinin ardındansürgüne gönderildiği İznik’ten ayrılırken yakalandı. Hicri takvime göre 27 Şeval 819, Rumitakvime göreyse 18 Aralık 1416’da Serez’in Bakırcılar Çarşısı’nda kurulan bir darağacındaidam edildi Bedreddin.

Gerçekten de dönemin özellikleri düşünüldüğünde böyle bir ayaklanma için erkendavranılmıştı ve yenilgi kaçınılmaz olarak gelmişti. Ama insanlık tarihi her zaman ezilenlerinzaferini değil, çoğu zaman da yenilgilerini yazdı ne yazık ki. Ancak bugün, aradan geçenyüzlerce yıldan sonra bile, insanların eşit ve özgür bir düzen içinde yaşamaları için yürütülenbütün toplumsal mücadeleler için bir esin kaynağı olduğu düşünülürse, Bedreddin’in düşünceve eyleminin o gün olmasa bile bugün büyük bir zafer kazandığı da görülecektir. Elbette herayaklanmanın başarıyla sonuçlanması da beklenmemelidir ve zaten bu mümkün de değildir.Ancak tıpkı Bedreddin örneğinde olduğu gibi kendisinden sonraki mücadeleler için yolu açanve gelecekteki zaferleri içinde taşıyan bir miras bırakılması bile başlı başına bir zafer değilmidir aslında?İşte bize Bedredin’den kalan düşüncelerden bir demet:“Kötü ve Çirkin işlerle uğraşan insanlar Hak’tan uzaklaşmışlardır. Cehennem işte budur. Cennetle cehennemi başka yerde aramak saçmalıktır.”“Hakikat bize insanları varlıklarına, dinlerine, dillerine göre ayırmamızı değil, birleştirmemizi buyurur.”“Ay ve güneş herkesin lambasıdır, hava herkesin havasıdır, su herkesin suyudur. Ekmek neden herkesin ekmeği değildir?”“Evren yaratılmamıştır, yok da olmayacaktır.”“Dünyadaki bütün mallar, insanların ortaklaşa yararlanması içindir.”“Yeryüzünde doğal sınırlar yoktur, bu yüzden insanlar arasında bölünmüş topraklar bulunması da yanlış olur.”

Sayfa 121

Page 122: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 123: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

ARAP ŞİİRİ

IRAK

LÜBNAN

MISIR

SURİYE

ABDÜLVAHAP EL-BEYATÎ

UNSÎ EL-HAC

ABDÜLKADİR EL KOT

ŞEFİK CEBRÎ

Sayfa 123

Page 124: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

DÖNÜŞ

Havaya buza yazıyorum...Adını ey BerlinCanımın içiAlnına güzelliğin çiziyorum yeni dünyayıBetimeleyemeyecekti hiçbir kartpostal bunuSevdiğim denli yazıyorum,—Gece tanığı aşkımızın

Yeni açmış bir çiçek sabahınKumral saçlarınGüzelliğin alnına yıkılmışYârim

Yedim ekmeğindenSağıyorum istediğimi sendenIrmaklar adına türkü söyledim

Mum ışıklarınaÇeliğeİşçilereTürkü söyledim

Havaya buza yazıyorumAdını ey BerlinYârimBir de bitimsiz ufkun yıldızları üstüne

ABDÜLVAHAP EL-BEYATİÇEVİRİ: Nuri PAKDİL

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 125: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

ŞARLATAN

Oluşunuz ya kaçınızKurtaracağım türküyüToprağı yıkacağım / Yitik koyun boynum mezamir-

lerden inlemelerden kül saçlarım / Yiyorum lambayı üflüyorum hayaleti / Uzanıyorum üstünde fiil tepelerinin

Bunun için yıldırımın işaretimle düşmesi / Ölüm çiçeğe böbürleniyor yıldırım / Babil’den sığınıyor altına şebnemin kuş tırnağının / Ölüm kadınları-nın tımarladığı devlete fırlatıyorlar masal oklarını / Kaynattıkları akan yıldızı / Tavuk gibi fır-tınayı / zamkıyla memelerin alıkoydular alıcıla-rını / Bal mumuna yapıştırdılar döllerini

(Güzeldiler bunlar oladursunbiraz kaleşimtırakşövalyelerin gömleklerine benzer giysileriyle süslüy-

düler / Korkuyorum onlardan ve üşüyorum /Çekildi kanım damarlarımda

Kim kulak verecek giyilmemiş sözlere)

UNSİ EL-HACÇEVİRİ: Nuri PAKDİL

Sayfa 125

Page 126: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

KIR PUTLARI

Düşler şairiYakıyor fenerleriniKaranlıklariyle geceBesliyor saçma imgelerini

Kır putlarını Hayal kuranİn sanlarla arada kalanKalabalığında dünyanınKır putlarını

Koş kıvancaEy zayıflamış kalbimGül eski sertliğineUyuyanı ayağa kaldıranSesleri dinleÖlülerdir şaşanlarKonutlarının cennetinde

Yükselen kuyusunda yaşamınYankının tutkunu senGeleceğin koşanFallarını adlandıranBak büyüsüneMutlu şimdiki zamanın

Yaşayanlarla gelGirGülUğultusunda yaşamın

ABDÜLKADİR EL KOTÇEVİRİ: Nuri PAKDİL

Emeğin Sanatı 10. Yıl 174. Sayı

Page 127: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

BÜLBÜLÜN İNİLTİSİ

Dalında bırakmış kendini bülbülDurmadan üzüntüsünü yinelemeyeŞarkısında bulmadım hiç bir hileTuhaf gelen ezgisineİnsanlar dolduruyorlar plaklarını şiirleriylePlağı bülbülün işte bahçesiBir aruz vezni var bülbüllerin: O da köstekliyor düşünceleriniBir şarkısı var bülbülün: Serbest vezin o daSaklıyorsan bülbüle acınıSayıp döker önünde açıkça türküleriniSaklıyorsan ondan göz yaşlarınıBülbüle gelince duruyor önünde silâhsızKomşusu yitirdi mi yuvasınıBöyle iç çekip duran dolaylardaAkbaba geçirdi mi kılıçtan dosyalarınıHıçkırıkla yorumluyor mu ayrılış esenleşmeleriniDe bana ey yurtsamayı yaşayanGörmedi mi insanlar ruhunun bu hâliniBak ne tuhaf yurduna ağlayan sadece bülbüllerdirAcılarını yitiren insanlarNasıl geri getirecekler onları

ŞEFİK CEBRÎÇEVİRİ: Nuri PAKDİL

Sayfa 127

Page 128: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

15.12.2014 Yıl: 9 Sayı: 163

Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi: http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:AGOSTİNHO NETO:Angola'nın ünlü şairi ve Angola Devlet Başkanı (1975-1979) Ülkesinin kurtuluş savaşınaönderlik eden Neto’nun Angola halkının kurtuluş kavgasıyla şiiri sıkı sıkıya ilişkilidir. Angola Kurtuluş İçin HalkHareketi’nin başkanlığını yaptı. Tıp Eğitiminden sonra 1960'da harekete liderlik etmeye başladı ve olaylaresnasında Portekizlilerce 30 sivil öldürüldü, yaklaşık 200 kişi yaralandı. Neto; Portekiz koloni makamlarınca aynıyıl tutuklanarak Lizbon'da hapse atıldı. Hapisten kaçan Neto; önce Fas'a sonra da Zaire'ye gitti. 1962 yılındakurtuluş savaşına devam etmek üzere ülkesine döndü. Angola halkının Portekiz sömürgeciliğine karşı verdiğikurtuluş savaşı, şair Neto'nun önderliğinde başarıya ulaştı. 1969-1970 Asya Afrika Yazarlar Birliği'nden LotusÖdülü'nü aldı. (1975-1976) yılında Lenin Barış Ödülü'nü kazandı. Kanser tedavisi sürerken Moskova'dahastanede sonsuzluğa yürüdü.JORGE REBELO:1940 doğumlu Jorge Rebelo, MOZAMBİKli şair, avukat, gazeteci . Portekize karşı Mozambikligerilla grubu ile direnişin öncülerinden oldu. Şiirlerinde Mozambik özgürlükmücadelesini, bağımsızlık içinmücadele, direniş çağrıları öne çıkmaktadır. Özgürlük savaşını ve savaşanları över, yoldaşlarını motive eder ,kavgaya çağırır. Bu şiir, Mozambik özgürlük mücadelesininen şiddetli günlerinde, kendisiyle gizlice görüşmeyegelen iki İsveçli gazeteciye verilmişti. Rebelo, 1975 yılında ülkenin bağımsızlığını hemen sonra Mozambik'inenformasyon bakanı ve ülkedeki en güçlü adamlarından biri oldu.ELLİS AYİTEY KOMEY:(1816-1887) Proletaryanın sesini, sosyalizmi türküleri ve şiirleriyle dünayaya yayanşairdir. Enternasyonal’ın sözünü yazan şairdir. Önceleri işçi olarak çalıştı. 1848’de barikatlarda dövüştü. 1871Paris Komünü’nde milletvekili seçildi. Komün yıkılınca ABD’ye sığınmak zorunda kaldı. Gıyaben ölüm cezasınaçarptırıldı. Sürgünde kaldığı sürece türkülerini yazmaya devam etti. 1880’de aftan yararlanarak Fransa’yadöndü. İlk şiir kitabını o yıl yazdı. 2. kitabı «Devrim Türküleri» ölümünden sonra yayınlandı. Yoksulluk içindeöldü ama yazdıklarıyla arkasında ölmeyecek bir anıt bıraktı.DENNIS BRUTUS: (1924-2009) Zimbabweli sporcu, spor yöneticisi, özgürlük savaşçısı, şair. 1960olimpiyatlarına hak ettiği halde siyah tenli olduğu için seçilmeyince bu kararda egemen olan Anti-CAD’a (SiyahîKarşıtı İşler Dairesi Başkanlığı organizasyonu) direnir bunun sonunda ilk kez hapse atılır. 18 ay hapistençıktıktan sonra da mücadelesini sürdürdü Güney Afrika’da siyahların yazması ve yayınlaması yasakken o illegalyollardan bu yasağı deldi. Asma sonunda tekrar tutuklandı. Nijerya hapiste iken MBARI Şiir Ödülü'nü alan ilksiyah şair oldu. Ancak Brutus, ödülü ırkçılığı protesto etmek amacıyla geri çevirdi. 14 şiir kitabı olan Brutus,Daha sonra yurt dışına çıktı. Denver Üniversitesi, Northwestern Üniversitesi ve Pittsburgh Üniversitesi ‘ndeAfrika edebiyat tarihi üzerine dersler verdi. Buradan emekli oldu. Amerika’da öğretim üyeliğini sürdürdüğüyıllarda da ABD’de Apartheid karşıtı gösterile düzenledi, kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Apartheid bittiktensonra Güney Afrika'ya döndü. 2008 yılında sanat ve kültüre katkıları, ömür boyu gösterdiği özverili mücadelesinedeniyle Güney Afrika Lifetime Onur Ödülüne layık görüldü. Brutus, tüm zamanların dünyanın en iyi şairleriarasında yer aldı. Korkusuz bir adalet savunucusu, ve büyük bir hümanist ve öğretmen oldu.

Kaynak: Yansıma Dergisi Sayı 30, 1974, Kurtuluş Hareketleri Ve Direnen Şiir Özel Sayısı

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostları, [email protected] gönderebilirler.Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, [email protected] gönderebilirler. Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi: http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:ABDÜLVAHAP EL-BEYATİ (1926- ) 1926’da Bağdat’ta doğdu. Arap Edebiyatı öğren imi yaparak öğretmenoldu. Çeşitli ülkelerde kültür ateşesi olarak görev yaptı. Bugün de, İspanya Madrid'de Irak Büyükelçiliğindeataşe olarak hayatını sürdürmektedir. Birçok kitabı olan El-Beyati, Arap edebiyatını iyice öğrendikten sonraNazım Hikmet’ten esinlenerek toplumcu şiirler yazmaya başladı. Irak şiiri içinde farklı bir duyarlık yakaladı.Bu çabalarıyla Dünya Edebiyatı içinde önemli bir yer kazandı. Onlarca kitabı bulunmaktadır. Bunlardan enilgi çekenleri “Melekler ile Cinler”, “Sürgün Şiiri”, “Ölmeyen Kelimeler”, “Gülen ile Gelmeyen”...

UNSİ EL-HÂC (1937-2014): Beyrut’ta doğdu. El-Nahar gazetesinin sanat-edebiyat bölümünü yönetti. Gazeteve dergilerde şiir üstüne, Arap Edebiyatı’nın sorunları üstüne araştırmalar yaptı. Lübnan’ın ve Arapdünyasının en ünlü eleştirmenlerinden biriydi. Çağdaş Batı Edebiyatından çeviriler yaptı. Şiirlerinde çokrenkli, gerçeküstücü bir anlayıştan yola çıkarak yeni bir şiir anlayışı oluşturdu.

ABDÜLKADİR EL KOT (1916-2002): Mısır Edebiyatı’nda yeni klasiklerden sayılmaktadır. 1938’de KahireÜniversitesini bitirmesinin ardından Londra’da “Araplarda Şiir Anlayışı konulu doktora tezi hazırladı.Üniversitede Edebi Eleştiri profesörlüğünde bulundu. Çağdaş Arap şiirinde yeni bir duygusal yükselişinöncüsü oldu. Şiirinin yanı sıra hayatı boyunca da yazılarıyla demokrasi, sosyal adalet aydınlanmayısavundu.

ŞEFİK CEBRÎ (1898-1980): Cebrî, yirminci yüzyılda Suriye'ye doğan parlak bir olarak tanımlanmaktadır.Osmanlı egemenliği altında büyüdü ve Birinci Dünya Savaşı'nın dehşetini, trajedisini ve yıkımına tanık oldu.1947-1958 yılları arasında Şam Üniversitesi Edebiyat Fakültesi dekanı oldu. Şam Arasp Akademisine veKahire Arap Dil Akademisi üyeliklerinde bulundu. Şiirlerinde geçmişle çağdaş şiirin sentezi vardır. Şiirindebelirttiği gibi “aruz vezni var bülbüllerin: O da köstekliyor düşüncelerini” diyerek eskiye karşı yeniyisavunur. Şiirlerinde bağımsızlık ve özgürlük vurgusu ağır basar.

Kaynak: Çağdaş Arap Şiiri, Nuri Pakdil, Edebiyat Yayınları, 1976)

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

ARALIK /2014 Yıl: 10 Sayı: 174

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir.

Yayın, Tasarım, Düzenleme: A.Z.ÇAMURResim-Yazı-Şiir Düzenlemeleri, Ön Kapak, Öniç Kapak,

Arka Kapak ve Arka İç Kapak ADNAN DURMAZ

Page 129: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL
Page 130: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 174. SAYI  10. YIL