Upload
others
View
1
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Aydınlık3 Mayıs 2013
Cuma Yıl: 2
Sayı: 62Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidirKITAP
.
Cumhuriyet Devrimi’yle nefes alan feminizm
Erendiz Atasü’yle ‘Hayat ve Roman’ üzerine
Ve nihayet Célinegeldi!...
Sıradanlığı yüceltenlerin
büyük yozlaşması
Android ve insan
Sol liberalizm veTaraf
İşçilerin kurtarılacak vatanı
Geçen hafta 65.070 okura ulaştık
3 MAYIS 2013 CUMA 3Aydınlık KİTAP
Geçtiğimiz Cumartesi İzmir Kitap Fuarı’nın başlangıcıydı. Biz de Aydınlık
Kitap olarak fuarda yerimizi aldık. Okurlarımızla standımızda buluşmak, üre-
tilen ürünün karşılığını bulması bakımından oldukça önemliydi bizim için. Fu-
arda pek çok yayıncı ile konuşma ve kitap dünyasının havasını koklama fırsa-
tına eriştik. Çok çabuk yenilenen bir mecra olmasına rağmen “kalıcılık” temelinde
yaşamımıza, ruhumuza, kişiliğimize kökler salan yazarlar, kitaplar sunar bize
bu dünya. Elimize matbaadan yeni çıkan, henüz kokusu üstünden uzaklaşma-
mış, sayfaları ilk defa bizler tarafından açılan kitapları elimizde tutmak elbet-
teki muazzam bir şeydir. Basit ama kendine has bir his. Elimizdeki bu “ürün”
-ki kitabın ürün olmasını tartışmak bize güzel bir alan açmakta- elbetteki eli-
mizde başka zaman tuttuğumuz su şişesi kadar aşamalardan geçiyor ancak el-
bette çok büyük farklarla. Bir insanın yaratımının, duygusunun, düşüncesinin
matbaa makinelerinden geçmesine rağmen, üzerine boyalar kondurmasına rağ-
men hala aynı canlılıkla bize ulaşıyor olması ve daha da ötesi belki de hayatı-
mızı değiştiriyor olması bu “ürün”ü farklı kılıyor diğerlerinden. Yazarı, çevir-
meni, editörü, baskısı, dağıtımı, satımı derken koskoca bir alan da doğmuş olu-
yor haliyle. Okurlar elbette fuarlar da dahil olmak üzere bu dişlinin işleyişin-
den, mekanizmadaki sorunlardan çok da haberdar değil.
Fuarlar maalesef ki yayınevlerinin kitap sunumlarını, gelecek projelerini gös-
terme alanı, güçlü panellerin yapılma alanı olmak yerine daha çok “satış” odak-
lı alanlar haline mi geliyor? Bu soruyu sorduğumuzda yayınevlerinin gider tab-
lolarına bakmadan bir yargıya varmak elbette anlamlı olmaz. Fuar alanlarına
ödenen kiralar, kurulan standlar, personel ve taşınma giderleri gibi pek çok un-
sur yayıncıları satışa odaklıyor. Eğer bir İzmir Fuarı gözlemi sunacaksak insanların
aldığı verim penceresinden bakmak ya da yayınevlerinin giderlerini karşılaya-
bildikleri satış rakamları penceresinden bakmak bizi ayrı noktalara sürüklüyor.
Bütün bu problem silsilesine bakıp İzmir Fuarı’nın lezzetini baltaladığımız dü-
şünülmesin, çünkü şehrin merkezinde insanlara sunulan fuar güzel havanın des-
teğiyle oldukça canlı geçti. Kitap meraklılarının buluştuğu bir ortamın sevilmemesi
tarafımızca reddedilmiştir zaten.
Haftaiçi İzmir Kitap Fuarı devam ederken fuarda görüştüğümüz ülkemiz-
de kadın yazar deyince akla ilk gelen isimlerden Erendiz Atasü’yle yaptığımız
söyleşiyi kapağımıza taşıdık. Ankaralı bir yazarla İzmir’de yapılan hayata, ede-
biyata ve siyasete dair bu dopdolu söyleşiyi sizlere sunar ve tarihe bir not dü-
şeriz.
Haftaya görüşmek dileğiyle...
AYDINLIK KİTAP
İÇİNDEKİLER
Ve nihayet Céline geldi!... s. 4
Baştan çıkarma “oyunu” s. 5
Sıradanlığı yüceltenlerin büyük yozlaşması s. 6-7
Çiçek dürbününden Arap baharı s. 8
Sol Liberalizm ve Taraf s. 9
Android ve insan s. 10-11
s. 12-13
Tezgahımda şiirler s. 14
TSK’yı doğru anlayabilme krizi! s. 15
Yeni çıkanlar s. 18-19
Çocuk-Genç : Doğayı seven çocuklara s. 20
Hicvin üstadı Neyzen Tevfik s. 21
Bulmaca s. 22
Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34
Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu/ İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04
Faks: 0212 252 51 22
Genel Müdür YardımcısıSaynur Okuroğlu
[email protected] Müdürü
Kamile Karakadı[email protected]
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
SahibiAnadolum Gazetecilik Basım Yayın
San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Yalçın Büyükdağlı
Genel Yayın YönetmeniMustafa İlker Yücel
Sorumlu MüdürMehmet BozkurtTüzel Kişi Temsilcisi
Metin Aktaş
Aydınlık
KITAP.
Sayfa Sekreteri Ebru Baysan
Editör Pınar Akkoç[email protected]
Yazıişleri İrem Halıç, Cenk Özdağ
Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı[email protected]
Yayın Yönetmeni Haldun Çubukçu
İzmir’denesen rüzgar...
Reklam Servisi
Bizim neden bir “Germinal”imiz,
“Bitmeyen Kavgamız” yok? s. 16
12 Eylül darbesine giden yolda son kilometre
taşı; “Maraş katliamı” s. 17
Kapak: “Cumhuriyet Devrimi’ne sahip
çıkmadan feminist olunmaz”
3 MAYIS 2013 CUMA4 Aydınlık KİTAP
“Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz za-
man, bunu yazan keşke çok yakın bir ar-
kadaşım olsaydı da, canım her istediğin-
de onu telefonla arayıp konuşabilsey-
dim diyorsanız, o kitap bence gerçekten
iyidir,” demişti Holden “Çavdar Tarla-
sında Çocuklar”da. Aklımdan çıkmadı bu
hiç. Kitapları elime aldığımda yeni bir
arakadaşım olacak mı acaba merakıyla
okudum hep. Louis Ferdinand ile tanış-
tığımdaysa hayatımın tam da bu manyak
herife (ki o tam da ona böyle söylememi
isterdi) ihtiyacı olduğu bir yerinde debe-
lenip duruyordum. Çantanın içindeki
bütün kıyafetleri atmak zorundaydım en
dipte beni bekleyen “Gecenin Sonuna
Yolculuk”a ulaşmak için. Benden iyi bi-
lirsiniz; kitaplara başlanır, kitaplar bitirilir,
bitirilmek istenmez, yarıda bırakılır, he-
diye edilir, hediye alınır, sevilir, atılır, sak-
lanır, ezberlenir, sürünür, süründürür,
sürüklenir... Louis Ferdinand Céline’le ta-
nıştığım andan itibaren “Gecenin Sonu-
na Yolculuk” adlı kitap, işte bütün bu sü-
reçleri bir bir geçirdi ve tıpkı yüzü kırış-
mış bir bilge gibi kütüphanemin en üst ra-
fında durmakta.
“Gecenin Sonuna Yolculuk”ta “savaş”
kavramına en doğal yolla yani “insan ol-
makla” büyük bir karşı geliş sergilemişti
Céline. Kitabın kahramanı Bardamu unu-
tulmaz kitap kahramanlarından biri ol-
muştu. Karakterin yazardan önemli par-
çalar taşıması Céline’e olan merakı da art-
tırmıştı. Daha sonraları 2. Dünya Savaşı
sırasında Nazi Almanyası’na verdiği des-
tek yazarın şaşırtıcı bir tutarsızlığıydı.
Céline’in bu büyük kafa karışıklığı onun
faşist damgası yemesine sebep olmuştu.
Ve yıllar sonra Céline “Profesör Y ile Ko-
nuşmalar” adlı kitabı ile ikinci kez Türk-
çede. Yapı Kredi Yayınları’nın Ayberk Er-
kay çevirisiyle dilimize kazandırdığı kitap
Céline’in kendi yazarlığına ve daha pek
çok şeye bakışının kendi kaleminden dö-
külmesi bir bakıma.
KONU�MANIN ÇOSKUNDOKUSU
Fransız danteli gibi örülen, ince, na-
zik, naif ve klasik müzik gibi biraz burju-
va akış sergileyen Fransız edebiyatında bir
gün bir anarşist -ya da bir “faşist”- çıktı ve
bütün bu “klasik” yapıyı alt üst etti. Bu-
gün -yazarın kendi deyişi ile- “konuşma-
nın coşkun dili”ni yazıya dökmenin ya-
ratıcısı Celine; kimi klasik edebiyatçılar-
ca Fransız edebiyatının içine etmiş biri, ki-
milerine göre çağdaş edebiyatın yaratıcısı,
kimilerine göre bir anarşist, kimilerine
göre faşist, kimilerine göre nihilist, ki-
milerine göre bir dil kırıcı, kural yıkıcı...
“Profesör Y ile Konuşmalar”da bütün bu
ithamlar Céline’in kendisince, kendi ya-
rattığı bir Profesör’e, kendi röportajını
vermesinde cevap buluyor. Yazarı kendi
üslubunca kendisine yaptığı bir röportajda
okuyoruz. Céline bu, uslu bir çocuk ol-
mayı başaramamış sanki, edebiyat ve
akademi alanına klişeleşmiş bütün dü-
şüncelere isyan ediyor ve her birine sö-
vüyor. Piyasanın nasıl bir canavar oldu-
ğunu ve eserlerin gerçek değerlerinin
üstünü örtmek için kullanılan “cilanın”
nasıl da edebiyatı ele geçirdiğini, edebi-
yatın paralı yayıncılarının nasıl bu sahte
eserlerin sunumlarının peşinde koştuk-
larını, okurların nasıl da kör kütük bu sah-
te, hiçbir özgün üretim barındırmayan
eserlerle sarhoş edildiklerini bütün acı-
masızlığıyla ve bütün argosuyla yüzümü-
ze vuruyor.
“C�LALANMI�”EDEB�YAT
Elbette argo demiş-
ken altını çizmekte fay-
da var, konuşma dilinin
“coşkun doku”sunun kı-
vamını tutturabilmek sa-
nıldığı kadar kolay de-
ğildir Céline’e göre. Bir
kez daha, bir kez daha ve bir kez daha
okumak gerekir doğru ayarı oturtmak için.
Ama Céline’i tebrik etmek gerekir ki ken-
di yarattığı bu yapının yıllar sonra ayar-
sız ve “cilalanmış” bir biçime dönüşece-
ğini öngörmüştür. Belki de yeraltı edebi-
yatının en önemli temel taşını atmış olan
Céline, bugün her küfredenin büyük ede-
biyatçı konumuna getirilmesinin eleştiri-
sini bu kurgu röportajda yapmakta. Ken-
di ürettiği üslubun da bir gün bu “cila”
edebiyatının kuşatması altında kalacağı ve
cilanın tam da kendisi olacağını söyle-
mekte. Céline kitap boyunca kendisine
yapılan veya yapılacağını öngördüğü pek
çok eleştiriyi soru olarak kendine soruyor
ve her birini yanıtlıyor.
�Y� B�R ZEKA ÖRNE��Céline’in büyük isyanını görüyoruz
aslında kitapta. “...bir zahmet hatırlasın ar-
tık! Yeryüzündeki tek gerçek dehanın
ben olduğumu hatırlasın! Asrın tek ger-
çek yazarı! Kanıt mı lazım, alın size kanıt:
adımı anan yok!” Bu satırlar onun küçük
dağları ben yarattım söyleminden çok, bü-
yük bir sistem eleştirisidir. Kitap boyun-
ca Céline’in alçakgönüllülüğünü alaycılıkla
sunmasının onu ne kadar da okurun gö-
zünde yükseğe çıkardığını göreceksiniz,
eleştirinin gücünü arttırmayı bilen iyi bir
zeka örneğidir Céline. Ve yazarın hay-
ranlarının onu iyi tanıması için edebiya-
tımıza kazandırılan önemli bir kitap “Pro-
fesör Y ile Konuşmalar”. Céline’in ede-
biyat dünyasına bakışını onun çekincesiz
dilinden okuyoruz. Aslına bakılırsa dün-
ya düzeni içerisinde meslek
gruplarının bir de yazar
ayağını ele almak gibi. Bir
fabrikadaki işçinin derdini
dinlemek gibi Celine’i din-
lemek bu kitapta. Büyük
yayıncı Gaston Gallimard,
kitabını basması için Gas-
ton’a giden yolu arayan
Prefesör Y ve edebiyat ca-
miasına veryansın eden Cé-
line. Aslında hepimizin gör-
düğü -ve bazen de göre-
mediği- ama söylemediği
şeyleri Céline’nden duya-
biliyor olmak onun belki
de en güzel özelliği. “...kim-
se ‘ötekinin beni’ni sevmez!...
Çinliler de sevmez, Ulahlar
da sevmez, Saksonlar da sev-
mez, Berberiler de sevmez!...
her yerde aynı bok!... aynı
bok derken bildiğimiz bok!...
yani herkes kendi bokunun kokusuna
katlanabilir ama misal Estelle’in bokunun
kokusu, ki hadi diyelim ölüp bitiyoruz Es-
telle’e, gene de çekilmez!... bağırtır ada-
mı ‘cam açın! cam açın!’ diye...”
Céline’in kitapta sinemaya, edebiya-
ta, yazarlığa, özgünlüğe, yaratıma, ya-
yıncılığa, okurluğa ve edebiyat ödülleri-
ne dair yaptığı yorumlar, sunduğu gö-
rüşler bize, genelde sunulanın aksine
bambaşka bir tablo çiziyor ve birçok
şeyi yeniden yorumlamamıza sebep olu-
yor. Bugün bu görüşlerin birçoğunun is-
patlandığına tanık olmaksa Céline’in
değerini arttırıyor.
Ve nihayet Céline geldi!...Céline’in kitapta sinemaya, edebiyata, yazarl��a, özgünlü�e, yarat�ma, yay�nc�l��a, okurlu�a ve
edebiyat ödüllerine dair yapt��� yorumlar, sundu�u görü�ler bize, genelde sunulan�n aksine bamba�kabir tablo çiziyor ve birçok �eyi yeniden yorumlamam�za sebep oluyor
DAMLA [email protected]
Profesör Y ile Konuşmalar,
Louis Ferdinand Celi-ne, Yapı Kredi Yayınları, Çev: Ayberk Erkay, 104 s.
3 MAYIS 2013 CUMA 5Aydınlık KİTAP
Ahmet Altan’ın “Son Oyun”u çıktığından
beri hakkında çokça yazılıp çizildi. En çok ko-
nuşulan şey belki de 100 bin basan kitabın pi-
yasaya çıkar çıkmaz tükenmesi oldu. İçeriğe
dair değerlendirmeler yapılıyor. Derin an-
lamlar yükleniyor kitaba. Kitaba ilişkin ger-
çeği yansıtan analizler de yapılmadı değil.
“Son Oyun” nedir, ne değildir, bunun yanı-
tını aramaya çalıştık bu ya-
zıda.
Kitabın daha başlarında
ana karakterin yazar olma-
sı vesilesiyle bir cümle ge-
çiyor. “Edebiyat olaylardan
ziyade insanla ilgili olmalı
diye düşünüyorum.” Ki-
taptaki karakterin bu bakış
açısı elbette kurgunun bir
parçası. Yazarın, yani Ah-
met Altan’ın görüşü oldu-
ğunu iddia edemeyiz. Yine
de anahtar bir cümle. Gelin
görün ki “Son Oyun” bu
cümledeki hassasiyete hiç
ama hiç itibar etmiyor.
Kitap, ana karakterin bir
cinayet işlediği bilgisiyle açı-
lıyor. Tüm 5n1k soruları ya-
nıtsız bırakılarak cinayetten öncesini anlatan
bir hikaye başlıyor. 400 sayfanın sonuna ge-
lindiğinde soruların yanıtını almış oluyoruz.
Böylelikle okur, 400 sayfa boyunca “acaba ne
oldu, nasıl oldu bu cinayet” sorusunun pe-
şinden gitmiş oluyor.
Peki kurmaca türünde merak unsuru ve
olay örgüsünde gizlilikler bu işin bir parça-
sı değil midir zaten? Öyledir elbette ama
bunu çıkardığınızda elde kalan yalnızca sığ
karakterler ve yüzeysel göndermeler ise işte
o zaman “edebiyat nedir” sorusu kaçınılmaz
oluyor. Zira kitaptaki karakterimizin de de-
diği gibi edebiyatın derdi sadece bir olay ör-
güsü kurmak olmamalı.
ANLATMAK MI, GÖSTERMEK M�?
Son dönemde dünya çapında ilgi gören
romanlara baktığımızda dikkat çekici bir tab-
loyla karşılaşıyoruz. Günümüz okuru tartış-
ma götürmeyecek netlikte olaylar, ilişkiler ve
diyaloglar peşinde. Mümkün olduğunca an-
laşılır metinler, açık ve net bir kurgu çok sat-
mayı da beraberinde getiriyor. Tıpkı bir dizi
izleyicisi gibi roman okuru da olayların ta-
mamına hakim olmak hatta karakterlerin his-
lerinden haberdar edilmek istiyor. Boşluksuz,
hayal gücüne pek fazla fırsat tanımayacak bir
anlatım ve soruların sıklıkla yanıtlandığı bir
dil! Ahmet Altan bu “yeni okur”u iyi anla-
mış olacak ki tam da bunu yapıyor roma-
nında. Üşenmiyor, her şeyi en ince ayrıntısına
kadar anlatıyor. Bize de sormak düşüyor:
Edebiyat bu mu?
Geri dönelim “cinayet” meselesine. De-
diğimiz gibi hikaye cinayet işleyen bir yazar
etrafında dönüyor. Daha en başından bu ki-
şinin cinayet işlemesi akıl almaz bir olay ola-
rak yansıtılıyor. Bir yazar, son derece vakur
ve makul, büyüleyici gü-
zellikte bir kasabaya gelir.
Aklı başındadır. Kasaba-
daki diğer insanlardan “üs-
tün”dür. Peki ne olur da ya-
zar cinayet işleyecek hadde
gelir? İşte bu sorunun yanıtı
derin bir “içsel yolculuk”ta
olabilirdi ama gelin görün ki
anlatımda böyle bir serü-
vene tanıklık edemiyoruz.
Karakterin yaşadıklarının
onu cinayet işlemek gibi
travmatik bir olaya sü-
rüklemiş olmasını anla-
mak zor. Karşımızda du-
ran son derece güçlü, so-
ğukkanlı bir erkek; olaylar
karşısında son ana kadar
dengesini kaybetmeyen bir
kişilik. Anlaşılan Ahmet Altan’ın böyle bir ge-
lişime işaret etmemesinin sebebi yine me-
tindeki heyecanı korumak. Fakat bu çaba bir
eseri asıl değerli kılacak olan karakterin ge-
lişimini ve dönüşümünü resmetmeyi ortadan
kaldırarak romanın sığ kalmasının başlıca se-
beplerinden oluyor.
KADINDAN ANLAYAN YAZAR Ahmet Altan bu kitabında da kadınlara
dair “bilgisini” konuşturuyor. Kadınlara
mahsus birtakım klişeler roman boyunca sı-
ralanıyor. Yetmezmiş gibi çok derin analiz-
ler gibi pazarlanıyor. Bir yerde şöyle geçiyor:
“Kadınlara bayılıyorum, birbirlerine ne ka-
dar benzediklerini bilmemelerine”. Böylece
Altan; “Son Oyun”la “kadın ruhundan an-
layan yazar” imajına da yeni bir cila yap-
maktan geri durmuyor. Ancak 2002’de yine
büyük bir sansasyonla piyasaya sürülen “Al-
datmak”ın verdiği “yapmacık” izlenimden
öteye gidemiyor. “Aldatmak”taki Aydan
adlı kadın karakterin sevinçleriyle, kederle-
riyle, hayal kırıklıklarıyla, hırslarıyla ve daha
bir sürü insani özellikle sahici bir yaşamı var
mıydı? Aydan’ın yine kendi gibi tepeden inen
erkek karakterle yaşadığı hazlar bile kaçımıza
gerçekten sahici gelmişti? Ya da “İsyan
Günlerinde Aşk” adlı kitabındaki kadınlar-
dan Dilara’nın, isyan günleri-
nin o kaotik ortamında döne-
minin cinselliğe bakışının katı
süzgecinden geçmeden yaşa-
dıkları ne kadar inandırıcıydı?
GERÇEK M�? Burada yazarın gerçekçi olup
olmadığı değil söz ettiğimiz, ger-
çek bir romancı olup olmadığı!
José Saramago’nun
“Körlük”ünü okurken, tüm dün-
ya beyaz bir körlükten kaça-
mazken vicdanını kaybetmeyen
kadının nasıl görebilen tek insan
olarak kalabildiğine ve karanti-
nadaki kadınların bir parça ek-
mek için kendi bedenlerini top-
luca nasıl sunabildiklerine ina-
nırsınız.
Sa -
rama-
go o dün-
yayı öyle çizer ki, okurunu bu hem gerçek
hem gerçeküstü olguya inandırır. Gabriel
Garcia Marquez; “Kolera Günlerinde Aşk”ta
kadın karakteri Fermina Daza’nın ilk aşkı
Florentino Ariza’ya yıllarca büyük bir aşk bes-
ledikten sonra nasıl bir anda sırt çevirdiğini
öyle gösterir ki; bir daha o kadının o erkeğe
asla aynı şekilde bakmayacağına bahse gi-
rersiniz ve yanılmazsınız da. Çünkü onlar Al-
tan’ın yaptığı gibi “anlatmazlar”, kendi ses-
leriyle okuru etkilemeye çalışmazlar. Gerçek
romancılar kadın ya da erkeklerini “göste-
rirler”; onlara sevinç, hırs, kıskançlık, vur-
dumduymazlık, fedakarlık, yıllar yılı üst üste
biriken keder, duyumsanan mutluluk ve
daha bir sürü sahici duyguyla kuşanmış bir
dünya çizerler. O karakterler o dünyaların-
da yaşarlar ve biz okurlar bu yüzden onlara
inanırız. Onların yaşam tarzlarını hiç tat-
mamış olsak bile, onlarda kendimizden bir
parça bulabiliriz.
Peki Altan; “kadın ruhunu anladığı” ya-
nılsamasını yaratmayı nasıl başarıyor? Sadece
cinsellik ve kadınlara hitap eden kitaplar yaz-
masıyla mı? Bizce bunun tek bir temeli var.
Altan, kadın okuru nasıl baştan çıkaracağını
iyi biliyor. Okuru baştan çıkarma işini, bu kez
tek bir farkla, bir erkek karakter üzerinden
deniyor. Bu yüzden “Son Oyun”daki “yazar”
karakterinin cinselliği de, Altan’ın önceki ro-
manlarından alışık olduğumuz “Bak şimdi ne
oldu, biliyor musunuz?” tarzındaki dediko-
ducu anlatım dilinden öteye gidemiyor. Aca-
ba erkek okurlar, Altan’ın “erkek ruhu”
hakkında anlattıklarına ne diyecek? Ha bir
de merak ediyoruz; acaba Ahmet Altan
gerçek bir yazarın dilinden çok bu “fısır fısır”
sürdürdüğü anlatım dilinden vazgeçip ro-
manlarına gerçek bir cinselliği ne zaman ka-
tacak?
“Son Oyun”a dönmek gerekirse; hikaye
deniz kenarında bir kasabada geçiyor. Okur-
ken kasaba hayatına dair bilgi ediniyor olsak
da Altan’ın mekan seçimindeki sebebinin sos-
yolojik bir olguya dikkat çekmek olmadığı-
nı anlamak zor değil. Tipik bir kasaba hayatı
ve bu hayatın bireyin üzerindeki etkilerini an-
latmaktan çok olay örgüsündeki tesadüfle-
re vesile olacak ortamı ve mekanı yaratmış
Ahmet Altan. Anlatılan hikaye içindeki en-
trikalar ancak bu dar kasaba hayatı içinde
mümkün olabilirdi. “Son Oyun”da geçen
olaylar aslında günümüz dünyasında kasaba
hayatının bireyi ne yönde etkilediği olgusu-
nu irdelemiyor. Ne yalan söyleyelim, irdele-
mese de bir fikir veriyor…
Özetle “Son Oyun” bir edebiyat eserin-
den çok boşluksuz bir anlatım, kusursuz bir
olay örgüsü olarak akıllarda kalıyor. Bu bir
övgü değil!
Baştan çıkarma “oyunu”“Son Oyun” Altan’�n önceki romanlar�ndan al���k oldu�umuz “Bak �imdi ne oldu, biliyor musunuz?” tarz�ndakidedikoducu anlat�m dilinden öteye gidemiyor. Ha bir de merak ediyoruz; acaba Ahmet Altan gerçek bir yazar�n
dilinden çok bu “f�s�r f�s�r” sürdürdü�ü anlat�m dilinden vazgeçip romanlar�na gerçek bir cinselli�i ne zaman katacak?
PINAR AKKOÇ[email protected]
Son Oyun, Ahmet Altan,
Everest Yayınları, 416 s.
Bo�luksuz, hayalgücüne pek fazla f�rsat
tan�mayan bir anlat�m vesorular�n s�kl�kla yan�tland���
bir dil! Ahmet Altan bu
“yeni okur”u iyi anlam�� olacak ki
tam da bunu yap�yor roman�nda.
Bize de sormak dü�üyor:Edebiyat bu mu?
3 MAYIS 2013 CUMA6 Aydınlık KİTAP
Bazı yazarlar var ki, onlarla ilgili kesin
yargıya varmanız oldukça güçtür. Kendile-
rini kolaylıkla anlamanız için yalnızca yaz-
dıklarıyla değil; eylemleri, düşünceleri,
sözcükleri seçerken çağrıştırdıkları; giderek
o sözcüklerle, kurduğu tümcelere yeni an-
lamlar katarak başka neler anlatmak iste-
diğini de düşünmeniz gerekir. Bir yazarı tek
bir kitapla tanımak olası olduğu kadar, bü-
tün kitapları okunmadan, söyleyip, ettikleri
bilinmeden yargıya varmak olanaksızdır.
Yazdıklarının zor yapıtlar olması gerekmez,
kolaylıkla anlaşılabilecek yapıtlarda da du-
rum, en karmaşık olanlar kadar karmaşık-
tır. Alev Alatlı bu tür yazarlardan.
Alatlı, 1944 İzmir doğumlu, Egeli bir ya-
zar. Eğitim süreci uluslararası.
İlköğrenimini Türkiye’de al-
mış, liseyi Japonya, Tok-
yo’da. Ekonomi ve
istatistik lisansı OD-
TÜ’den. Ekonomi
ve Ekonometri
yüksek lisansını
Fulbright bursu ile
ABD’nin Tennes-
see eyaletinde Van-
derbilt Üniversite-
si’nden. Doktora çalış-
masını New Hampshi-
re’daki Dartmouth College’de
yapmış. Felsefe öğrenmiş, medeniyet tari-
hi okumuş, üstüne üstlük bir de ilahiyat oku-
muş. 1974’te Türkiye’ye döndüğünde İs-
tanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde öğ-
retim görevlisi, Devlet Planlama Teşkila-
tı’nda kıdemli ekonomist olarak görev al-
mış. California Üniversitesi ile ortak psi-
kodilbilim çalışmaları yapmayı da ihmal et-
memiş. Cumhuriyet gazetesinde “Bizim En-
glish” dergisinin çıkarılmasına katkıda bu-
lunmuş. YAZKO’da başkan yardımcısı
görevini de üstlenmiş. Felsefeden, psiko-
lojiye, dilbilimden ekonomiye, medeniyet-
ler tarihinden ilahiyata kadar farklı onto-
lojik bilimlerde var olmayı başarmış. Filis-
tin davasına ilişkin yaptıklarından ve yaz-
dıklarından, 1986’da Yaser Arafat Tu-
nus’ta sürgündeyken “Özgürlük Madalya-
sı” ile onurlandırılmış.
ÖLÜMÜ KUTSAMAYA �T�RAZAlatlı ile ilgili kesin bir yargıya varabil-
mek için bütün disiplinlerdeki çalışmaları
hakkında yeterli bilgiye sahip ol-
mak, ontolojik yöntemlerle
analojik saptamalarda bu-
lunabilmek o kadar ko-
lay değil. Bir yazar ola-
rak da bütün bu bi-
limlerin bileşimin-
den, yaslandığı ideo-
lojik düşünsel yapıya
kadar karmaşık bir in-
san tipolojisi var önü-
nüzde. Yine de her söy-
lediğinde keramet aranma-
malı, her söylediği ideolojik du-
ruşu nedeniyle övülmemeli ya da eleş-
tirilmemeli. Sezar’ın hakkı Sezar’a, Alev
Alatlı’nın hakkı Alev Alatlı’ya. Alatlı 1992’de,
yukarıdaki disiplinlere yaslanarak yazın-
sallaştırılmış bir dizi nehir roman yayımla-
dı. Bu nehir romanlar “Or’da Kimse Var
Mı?” dizi başlığı ile okura ulaştı. Dizinin ilk
kitabı “Viva La Muerte!” (Yaşasın Ölüm!)
başlığıyla yayımlandı. Adını İspanya İç
Savaşında İspanyol faşistlerinin sloga-
nından alan romanda, Alatlı, sol bir
partiden belediye başkan adayı olan Şa-
fak Özden ve kendini vatansız kabul
eden Günay Rodoplu karakterleri
üzerinden Türk soluna, sosyal de-
mokrasiye, solun siyasal sloganların-
dan biri olan “Devrimciler ölmez”e
ölü sevicilik üzerinden, sloganın çı-
kışını tersine bükerek hesaplaşmaya
başladı. Alatlı, Falanjistlerin Cumhuriyet’i
yıkmak ve devrimi bastırmak için kullan-
dıkları sloganı, sola da uyarladı. Sağ ya da
sol, ölüm üzerinden siyaset yapmanın Türk
aydınlarınca da nasıl kutsandığı temeli üze-
rinde ölümün değil yaşamın sevilmesi ge-
rekliliğinden söz etti. “Bu toplumda ‘biliyor
olmak’ mutlak surette bir haksızlığa maruz
kalmak demektir. Çünkü bilgi borçlandırır,
‘anlamak’ zorunda bırakır. Cahil, acıma
duygusu uyandırır. Yıkıcılığı bağışlanır. Bu,
onların lüksüdür. Oysa aydın, bilgilenmek
gibi bağışlanmaz bir suçtan müebbeden
mahkûm edilmiştir. Bastığı yerde ot bırak-
Sıradanlığıyüceltenlerin büyük
yozlaşması Kitapta AKP’nin yükseli�i, Siyasal �slam’�n, �slam ad� alt�nda nas�l dönü�türülerek, AKP’nin türedi
�slamist dü�ünür ve zenginlerinin nas�l yeni bir karakter olarak ortaya ç�kt���n� anlat�yor. Bu yükseli�gerekçeleri de “Türk Hümanizmi”nin yitirilmesi ile aç�klan�yor
HALİT PAYZA
Alatl�,sa� ya da sol,
ölüm üzerinden siyaset yapman�n Türkayd�nlar�nca da nas�l
kutsand��� temeli üzerinde
ölümün de�il ya�am�nsevilmesi
gereklili�inden söz etti
Alev Alatl�
mayan cahili vicdanının
demir parmaklıkları
arasından seyreder.”
İkinci kitap “Nuke’
Türkiye”. Nuke, “nük-
leer”den geliyor, atom
bombası olarak da
okunabilir. Kitap adını
İran Rehine Krizi sı-
rasında, sıradan Ame-
rikan vatandaşlarının
protestoları sırasında
kullandıkları slogan-
dan alır.
AYDINÖNYARGISI
“Derler ki Türkiye
ikiye ayrılır; Türkiyeli-
ler, mülkiyeliler; mül-
kiyeliler ikiye ayrılır;
halk çocukları, orospu
çocukları; orospu ço-
cukları ikiye ayrılır;
Robert Kolejliler, Galatasaraylılar...” Alat-
lı, serinin ikinci kitabında; Amerikalı Dia-
na Pavloviç ile Hasidi Yahudisi olan koca-
sı David Pavloviç’in Türkiye’ye araştırma
yapmaya gelmesiyle, Günay Rodoplu ile iliş-
kileri üzerinden önyargılı Türk aydın ile ön-
yargılı Batılı aydının aslında önyargılarında
ortak olduklarına ilişkin eleştirilerini oku-yoruz. Hasidik öğreti dinsel dogmaları ve ri-tüeller yerine Protestan inancını ön planaçıkarır. Dini bir yaşam biçimi olarak kabuleder. Siyonizm’e karşıdır ve Müslümanlar-
la Yahudilerin barışçıl bir biçimde yaşaya-bileceklerini ileri sürer, İsrail devletini ta-nımazlar. Dinlerarası diyalogcuları ne ka-
dar temsil ederler tartışılabilir.
Alatlı benzeri eleştirileri, zaman di-
zimsel bir biçimde farklılaştırarak serinin di-
ğer kitapları olan 1993’te yayımlanan “Val-
la Kurda Yedirdin Beni”, 1994’te yayımla-
nan “O.K. Musti Türkiye Tamamdır” ile sür-
dürdü. Alatlı, “Valla Kurda Yedirdin
Beni”de Şivan karakteri üzerinden bu kez
aynı eleştirel bakışı etnik milliyetçiliğe,
Kürt sorununa çevirir. Kitap adını, Erzurum
yöresinin “Giderim Van’a Doğru” adlı
uzun havadaki son dizesinden alır. “Hu beni
hurda beni / Vallah koydun çukurda beni /
Beni beni havar zalım yar / Oğul sadıklığın
bu muydu / Vallah yedirdin kurda beni.”
“O.K. Musti Türkiye Tamamdır” Türk-
çü Milliyetçilik üzerine. Ülkücü Selahattin’in
aşkı ekseninde anlatılan roman Günay
Rodoplu’nun ölümü ile bitmiş gibidir.
Ancak öyle olmadığı görülüyor. Alatlı,
seriye bir “hâlâ” eklemesi ile bu kez, Günay
Rodoplu’nun ölüm yıldönümü sonrasını an-
lattığı “Beyaz Türkler Küstüler”le devam
ediyor. Serinin son romanı olabilir mi, bu ön-
ceden kestirilemez. Bildiğimiz, Alatlı’nın ilk
dört kitapta sesini duyuramadığı için ora-
da hâlâ kimselerin olup olmadığını sorma-
ya devam ettiği.
ALATLI’NIN GÖZÜNDENBUGÜNLER
Alatlı, beyaz “orijinal” Türkleri, Mus-
tafa Kemal’in ölü-
münden sonra 1940’lı
yıllarda laik/hüma-
nist/çağdaş bir eği-
limle yetişenler olarak
adlandırıyor. Orijinal
olanları yanlış çağ-
daşlaşma ile sakat-
landıkları üzerinden
eleştiriyor. Çağdaş-
laşma adı altında Yu-
nan-Roman kökenli
Batıcılıkla eğitildik-
lerini anlatıyor. Alat-
lı günümüzdeki be-
yaz Türklerin karşısı-
na düzeni temsilen,
kendi deyimi ile “ar-
sız, densiz, ilkesiz,
haddini bilmez, küs-
tah, mürai, tufeyli,
zevzek, müptezel,
basmakalıp, palavra-
cı, korkak, kalleş, ah-
laksız, içtenliksiz, sevgisiz, pespayeve pa-
çoz”ları koyuyor.
Kitapta AKP’nin yükselişi, Siyasal İs-
lam’ın, İslam adı altında nasıl dönüştürü-
lerek, erkin nasıl emperyalizme evrildiği-
ni, AKP’nin türedi İslamist düşünür ve
zenginlerinin nasıl yeni bir karakter ola-
rak ortaya çıktığını anlatıyor. Bu yükseliş
gerekçelerini de “Türk Hümanizmi”nin yi-
tirilmesi ile açıklıyor. Yitirilen değerlerin
günümüzde de yerine konulamadığı için,
çarpık gelişmenin, kendi çarpık siyasal
uzantıları ile nasıl geliştiğini ve devamını
anlatıyor. Alatlı’ya göre AKP iktidarı,
Yeni Dünya Düzeni ve liberalizmin diğer
siyasal sistemlere baskın olduğu bir süre-
ce denk düşüyor. Bu anlayış, sıradanlığı yü-
celtme üzerine kurulu. Şimdi iki anlayış ça-
tışma halinde. Bir yanda toplumsal de-
ğerler; laik hukuk devleti, vatanseverlik, di-
ğer yanda Alatlı’nın paçozlaşma olarak ta-
nımladığı oportünizme varan yozlaşma.
Alatlı, kitapta Mehmet Sedes, Mübeccel
Atıye, İkitelli’nin cam-çelik yığışımlı pla-
zaları, İtalyan mobilyalarla döşeli ofisle-
ri, toplantı salonlu, VIP restoranlı, saunalı,
yüzme havuzlu, Bowling oyunlarının oy-
nandığı Dolce Vita -tatlı hayat, lüks hayat-
bir yoz yaşam sürdüren günümüz insanı-
nı ve bu duruma gelinmesinde yenilen sol-
cuları anlatıyor. Sistemin siyaset, tarikat,
ticaret anlayışı, mücahitlikten müteah-
hitliğe, solculuktan dönekliğe değin bir dizi
kurgu ya da gerçek karakteri romanına ek-
lemliyor. Hem kapitalist hem Müslüman
olunamayacağını, kapitalizmin artı de-
ğeri ile İslam’ın kul hakkının bir arada ola-
mayacağını, çatışmanın kaçınılmazlığını or-
taya koyuyor. Dizi romanlar hem bir bü-
tündür, hem de bütünden ayrı romanlar-
dır. “Beyaz Türkler Küstüler”de Alat-
lı’ya hak verirken, verdiğinizi geri aldığı-
nız düşünceleri de var. Alatlı’yı değerlen-
dirirken hep şu söz usumda: Hocanın
dediğini yap, gittiği yoldan gitme! Galiba
en iyi tanım bu!
7Aydınlık KİTAP
Beyaz Türkler Küstüler, Alev Alatlı,
Everest Yayınları, 460 s.
3 MAYIS 2013 CUMA8 Aydınlık KİTAP
“Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat On-
lara” romanı ile ülkemizde adını duyuran
Mathias Enard, Ortadoğu kültürünü ve
halklarını merak etmekten öte anlamaya
çalışan bir yazar. Esrarların, efsanelerin,
masalların ve oryantalist tanımların göl-
gesinde sosyolojik ve psikolojik bir kur-
guyla yazılmış olan “Hırsızlar Sokağı”
devrimleri ve devrimlerin ortaya çıkardı-
ğı önü alınamaz yanılgıları konu edinmiş.
DEVR�MLER VE ÇEL��K�LERArap baharının içindeki roman kahra-
manı aynı zamanda anlatıcı. Çiçek dürbü-
nünden bakar gibi bazen din renkleniyor,
bazen aşk, bazen isyan, bazen ise sorular.
Fas’ın Tanca kentinin boğaza nazır manz-
arasıyla sakinlik vaat eden tasvirlerden çok
yönlü gerginliklere geçiş yapan okuyucu ki-
tabın sonundan ziyade bir sonraki sayfayı
merak ederken bulabilir kendini.
Demokrasi, özgürlük ve devrim üçge-
ninde kahramanın ve ülkelerin uyanışı
paralel ilerliyor. Kuzey Afrika ve Ortado-
ğu’daki halk ayaklanmalarındaki asıl he-
defin teokrasi düzenine geçiş mi olduğunu
sorgulayan kitap güncelin tam içinde.
“Şeyh Nureddin’in bana anlattığına
göre plan, serbest ve demokratik seçimlerle
mümkün olduğu kadar çok oy kazanıp ik-
tidarı ele geçirmek ve daha sonra içeriden
yasamanın, dışarıdan sokağın birleşen güç-
leriyle kurumları ve yasaları İslam’a uygun
hale getirmekti.”
Alt metindeki bu hareketlilik karak-
terlerin macera tutkusuyla yolculukları
beraberinde getiriyor. İki çocukluk arka-
daşının hayalleri ve bastırılmış duyguları ki-
tabın ateşleyicileri. Aşkın şiirlerle cinselli-
ğin utançla kol kola ilerlediği bölümlerde
soruların artması tesadüf değil. Çünkü
yüzünü batıya dönmüş olan kahramanımız
nereden geldiğini bilemediğimiz “reform”
ışığıyla karşı-
l a ş t ı r m a l a r
yapmaktan çe-
kinmiyor. Gü-
nah ekseninde
geçmişine tu-
tunması, yaşa-
dığı topluma
yabancılaşma-
sı çağdaş ro-
manın gerekli-
likleri gibi kar-
şımızda.
Fas’taki çe-
lişkili hayatın
dini kuralların
hüküm sürdü-
ğü bütün coğ-
rafyalarda aynı
olduğunu anla-
mak zor olmasa
da, gelenin gi-
deni aratacağı-
nı anlamak da
bir o kadar kolay. Yazarın bu konuda uya-
rılarda bulunmadan, ders vermeden sade-
ce kahramanın gözünden olanları anlatma
çabası oradaymışız hissini veriyor. Mem-
leket hakkında kaygılananların bu çelişki-
li “düzen”lerin yansımalarını okurken
daha da tedirgin olacağı aşikâr. “Devrim”
kelimesinin ise tam tersi anlamlarda orta-
ya çıkması “Peki nereye tutunacağız?” so-
rusunu sorduruyor. Öyle ya, devrim umut-
lu ve cesaretli bir kavramken
Arap baharı sürecinde oyun-
ları, hesapları ve köhneliği
çağrıştırır oldu.
ALMANAKÖZELL���
Son iki yıl içindeki gün-
cel olayları barındırması ve
henüz sonuçları belli olma-
yan Arap baharı ile ilgili ilk
roman olması kitabı kay-
nak kitaplar arasına soka-
bilir. Bu konudaki üstün kö-
rülüğü onu ilk yapmaktan
alıkoymuyor.
Sırasıyla gerçekleşen devrimlerin,
süren Suriye karmaşasının, Türki-
ye’nin rolü ile ilgili soru işaretleri-
nin ve Avrupa’daki krizin izleri ro-
man okuyucusunu süreç hakkında
bilgilendirip tatmin edebilir. Yine de
bunun bir roman olduğu unutulmamalı.
DÖNÜ�ÜMİspanya’ya geçişin ardından dertler,
kaygılar, idealler ve kaderler dönüşüyor.
Arada kalmışlık ve macera tutkusu va-
roluşun kollarına salıyor kendini.
Barcelona’nın canlılığı çiçek dürbü-
nünün başka bir sihri gibi karşımıza çık-
tığında coğrafyanın değiştirdiği ve de-
ğiştirmediği sosyolojiyi görme imkânına
sahip oluyoruz. Anlatıcının geri dönüşleri
karşılaştırma yapmamızı kolaylaştırıyor.
Kısa bölümler halinde olayların ve
mekanın değişmesi Enard’ın önceki ki-
tabında da gördüğümüz okunabilirlik
düzeyini arttırıyor. Dönüşümün gerçek-
leştiği bölümlerde geçişin ustalığı insanın
içindeki “küreselleşmiş dünya” algısını
güçlendiriyor.
Radikal İslam’ın parayla ve emper-
yalizmle dirsek teması havada kalmış olsa
da militana dönüşen çocukluk arkadaşı-
nı gözlemleyen kahramanımızın sorduğu
sorular ve alamadığı cevaplar okuyucu-
ya açık kapılar bırakıyor. Ülkemizdeki al-
gının batılı okuyucudan farklı olacağını
hissetmek pek de zor değil.
Paranoyanın pençesinde sona doğru
sürüklenen kitap sürekli umut vaat eden
bir anlatıma sahip aslında. Her an her şey
güzelleşecekmiş gibi ilerleyen sayfalar
melankoliden uzak. En karamsar anla-
tımlarda bile dinin, aşkın, arkadaşlığın
veya sadece salt hayatın her şeyi yoluna
koyacağına dair bir inanç insanı sarıyor.
KURGU VE OKUNAB�L�RL�KKendine has tarzıyla Mathias Enard
kurgunun temellerini derine atıyor. Oku-
nabilirliğin kirişlerini ise ahenkli ve eğ-
lenceli yerlerinden bu temele sabitliyor.
Riskli olan kitaplarındaki bu görünümün
tüketimi kolay “çok satanlar”la benzer-
liği. Bundan dolayı Ortadoğu’yu anlatan
batılı yazarlardan bir adım geride. Belki
de ağır ve yoğun metinlerin değerli ol-
duğu yanılgısı yüzünden böyle düşündü-
rüyor. Belki de okunabilirlik ve derinli-
ğin buluşması mümkün. Mathias
Enard’ın romanlarını kategorize etmemiz
için daha çok romanını okumamız gere-
kebilir belki de. Hem tadı damağımızda
kalan serüven düşüncesinin her geçen ki-
tapta daha da dallanıp budaklanması
ayrı bir doyum sağlıyor.
Çiçek dürbünündenArap baharı
Kuzey Afrika ve Ortado�u’daki halk ayaklanmalar�ndaki as�l hedefin teokrasi düzenine geçi� mioldu�unu sorgulayan kitap, güncelin tam içinde
ERDEM GEZGİNCİ[email protected]
Hırsızlar Sokağı, Mathias Enard, Can Yayınları,
Çev: Aysel Bora, 312 s.
Mathias Enard
Tarih, yazılmaya devam eden bir ti-
yatro oyunudur. Oyunu yazanlar hep de-
ğişir. İnsanlar bu oyunun hem izleyicileri
hem de yazarlarıdır. Çevreye uyum özel-
liğini (bukalemunlar gibi) son derece
ilerletmiş bazı insanlar, oyunu kim ya-
zarsa yazsın binlerce övgü düzmeye ve
yazılan oyunda yerlerini almaya alış-
mıştır. Onlar için sahneler arası muhte-
şem çelişkiler ya da sahnelerin kötü oy-
nanması hiç önemli değildir, önemli
olan oyun yazarının beğenisini almak ve
bilet paralarından yüzde bir de olsa
pay alabilmektir. İşte içinde bulundu-
ğumuz tarih oyununda da değişen erk-
ler içinde medya, bu değişen in-
sanların başını çektiği bir sek-
tördür. Ülkemizde de ikti-
darı elinde bulunduran
kuvvete yamanma ustalı-
ğı yapan medya araçları
çoktur, bunlardan biri
de Taraf gazetesidir.
Yaptığı haberlerle ege-
menlerin oynadığı oyuna
çanak tutan Taraf gaze-
tesi ilk defa Aras Aladağ
tarafından “Hegemonya Ye-
niden Kurulurken Sol Libe-
ralizm ve Taraf” kitabında etraf-
lıca incelenmiştir. Kitabın girişinde de
belirtildiği gibi Türkiye 2000’li yıllardan
itibaren derin bir dönüşüm sürecine
girmiştir, kapitalizm hem siyasi hem
ekonomik olarak Türkiye’de tekrardan
ve çok güçlü bir şekilde kendini göster-
mektedir, Taraf gazetesi de bu duruma
çanak tutan araçlardan biridir.
İçinde çelişkiler yumağı barındıran,
TKP geçmişinden kapitalist düzende
kapı arayışlarına başlayan, Aydınlık gibi
solun bayrağını taşıyan bir hareketten ay-
rılıp ‘’1 Mayıs ‘77 solcuların eseridir” di-
yebilen yazar kadrolarına sahip olan Ta-
raf gazetesinin fırsatçı değişimleri bu ki-
tapta güzelce anlatılmıştır.
“S�V�L TOPLUM” YEN�DEN D�R�LD�
İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi
ve Uluslararası İlişkiler doktora öğren-
cisi olan Aras Aladağ kitabını dört ana
temelde yazmıştır. İlk bölümde değişim,
vesayet, muhafazakârlık, demokratik-
leşme gibi kavramların birbiriyle ilişki-
sini incelemiş ikinci bölümde ise sol li-
beralizminin tarihsel arka planını an-
latmıştır. Kitapta Taraf’ın kökeni Yeni
Gündem dergisinden ve liberal sol gö-
rüşün ek-
lemlenme
s ü r e c i n e
Şerif Mar-
din’in ve İd-
ris Küçükö-
mer’in katkıla-
rından da ayrı bir
bölümde bahsedil-
miştir. Liberal solun sık sık
kullandığı “sivil toplum” terimini Hegel,
Marx, Gramsci ağzından anlatmıştır.
Bu yöntemle kitabın zeminini sağlam-
laştıran sol liberalizmi tüm ayrıntılarıy-
la incelemiş ve Taraf gazetesinin yaptı-
ğı haberlerle neye hizmet ettiğini ve sol
liberal görüşle ilişkisinin ne olduğunu
göstermiştir. Türkiye’de sol liberalizmi
yaratan sürecin 12 Eylül olduğunu dü-
şünerek, sol liberalizm 12 Eylül süreciyle
birlikte ele alınmıştır.
Kitapta “postmodernizm” sol liberal
ideolojinin gelişmesine uygun bir zemi-
ni tarif ettiği için önemle üstünde du-
rulmuştur.
YE��L ELMA KOAL�SYONUKitap “sol”un kimi savunucularının,
muhafazakâr akıma nasıl eklemlendiğini
gösterdiği gibi, ülkenin ideolojisi olan
Kemalizm’e nasıl savaş açtığını da gös-
teriyor. Bu nedenle önsözde de belirtil-
diği gibi bu kitap sıradan bir gazete in-
celemesi değil bir eklemlenmenin ana-
lizidir. Taraf’ın sosyalist solu liberalleş-
tirme çabasıyla haberler yapması ve ek-
lemlenme çabaları Aras Aladağ’ın da
dikkatini çekiyor. Aras Aladağ AKP
iktidarlığını ve liberal solun ona ek-
lemlenme çabalarını “Yeşil Elma Koa-
lisyonu” olarak nitelendiriyor ve Taraf’ın
bu koalisyonu hâkim kılmak sürecinde
yaptığı işleri gazetenin içeriği ve söyle-
mi üzerinden değerlendiriyor. Taraf’ın
eklemlenme stra-
tejisinin kuramsal
yönü Weberci ta-
rih yorumu, Asya
üretim tarzı tar-
tışması, İdris Kü-
çükömer ve Şerif
Mardin’in katkı-
ları ve en sonunda
da “sivil toplum”
tartışmaları ince-
lenerek açıklanı-
yor. Aladağ; Taraf
gazetesinin tirajı-
nın az olmasına
rağmen ülke gün-
demini değiştire-
bildiğini söylüyor
ve Ergenekon Da-
vası, Balyoz Darbe
Planı, Referandum
Dönemi gibi süreç-
lerde Taraf’ın yap-
tığı haberlerin in-
celemesine önem veriyor. Bu incele-
melerle Aladağ, Taraf gazetesinin 2008-
2012 yılları arasında AKP-Kemalistler
arasındaki mücadelede AKP lehine
önemli işlevler gördüğünü söylüyor.
SAVRULAN YAZARLARKitapta Taraf yazarlarının düşünsel
değişimini de görmek mümkün. Murat
Belge’nin Althussercilikten Sivil Top-
lumculuğa, Halil Berktay’ın Proleter
Devrimci Aydınlıkçılıktan liberal sol
saflarına, Nabi Yağcı’nın TKP’den ka-
pitalizmin makyajlı hallerine geçişini
güzelce anlatmış
Aladağ.
“Hegemonya
Yeniden Kurulur-
ken sol liberalizm
ve Taraf” kitabı Ta-
raf çevresinin ve li-
beral solcuların mu-
hafazakâr akıma
nasıl eklemlendiği-
ni yalın bir dille an-
latan güzel bir ki-
tap. Yayınevinin de
belirttiği gibi kom-
plocu, velveleci bir
kitap bekleyenler
hayal kırıklığına uğ-
rayabilir. Aladağ’ın
söylediği gibi “gaze-
te, AKP’nin tarihsel
düşmanlarını hedef
alan yayınlar yapa-
rak yeni bir hege-
monya kurma süre-
cine eşlik ediyor’’. İşte bu yüzden AKP-
ABD çalışmalarının yayın organı vazifesi
gören Taraf’ı anlamak gereklidir. Söz ko-
nusu kitap Taraf gazetesinin ülke siya-
setini nasıl etkilediğini ve kim oldukla-
rını yalın bir biçimde anlamak isteyen-
lere iyi bir çalışma olarak karşımıza çı-
kıyor.
ŞAHİN YALDIZ
Sol liberalizm ve Taraf3 MAYIS 2013 CUMA 9Aydınlık KİTAP
Türkiye 2000’li y�llardan itibaren derin bir dönü�me sürecine girmi�tir. Kapitalizm hem siyasi hemekonomik olarak Türkiye’de tekrardan ve çok güçlü bir �ekilde kendini göstermektedir, Taraf gazetesi
de bu duruma çanak tutan araçlardan biridir
Hegemonya Yeniden KurulurkenSol Liberalizm ve Taraf,
Aras Aladağ, Patika Kitap,
296 s.
Kitap “sol”un kimi
savunucular�n�n,
muhafazakâr ak�ma
nas�l eklemlendi�ini
gösterdi�i gibi, ülkenin
ideolojisi olan Kemalizm’e
nas�l sava� açt���n� da
gösteriyor
3 MAYIS 2013 CUMA10 Aydınlık KİTAP
“Bana yeni bir fikir vermek, tıpkı bir gerizekâlıya dolu bir silahı vermek gibi ama yinede teşekkürler, dışın dışın.”
Philip K. Dick’inPatricia Warrick’e mektubundan (1978)
Altıkırkbeş Yayınları, başlattığı bez cilt-
li kitaplar serisine bir yenisi daha ekledi. Ön-
celikle bir okur olarak bu bez ciltli baskı-
lardan ve seri için tercih edilen eserlerden
son derece memnuniyet duyduğumu be-
lirtmem gerekir. Özellikle, tarumar halde,
bir dönem tercümelerin yayıncılığını üst-
lenen yayınevleri kapandığı ve fazla da sa-
tış rakamına ulaşmadığı için, belki yayı-
nevlerinin uzak durduğu veya geniş zama-
na yaydığı, rafta bulursanız zehirli sarma-
şık görmüş lemur gibi kendinizi şanslı sa-
yacağınız ve afiyetle mideye indireceğiniz
Philip K. Dick romanlarının durumuna dik-
kat çekmeliyiz (not: yazıda hiçbir lemura za-
rar verilmemiştir, lemurlar zehirli sarma-
şıklardan zehirlenmezler). Bilim kurgu-
nun ve kurgu içinde insani özü arayışın ol-
mazsa olmazı Philip K. Dick’in dünyasının,
her kitabına raflarda ulaşılamıyor olması,
günümüz yayıncılığının en büyük ayıpla-
rından biridir. Neyse ki hala değerinin far-
kında yayınevleriyle, az da olsa kitapçı raf-
larına tutunabilme şansına sahiptir. Bez cilt-
li kitaplar serisinde de belki de bu yüzden
olmakla beraber, daha çok bencilce bir dür-
tüyle beni en çok memnun eden şey, Phi-
lip Dick’in makalelerinin kitap halinde ya-
yınlanmasıdır. Bilim kurgunun peygam-
beri sayılan bu eşsiz aklın, kurgu dehasının
ve modern feylesofun, bir gün bütün ki-
taplarının tercümesini aynı tarihte, herhangi
bir kitapçıda bir arada bulunabileceğine dair
naif ve nahif bir umudu hala taşıyorum.
P�N Y�N’DENPhilip K. Dick’in makaleleri, yazdığı ro-
manların kurgusuna anlaşılabilir etki yap-
masının yanı sıra, edebi eleştiri ve bilim kur-
gu edebiyatı tarihi bakımından da oldukça
değerlidir. Altıkırkbeş’in daha önce bez cilt-
li olarak yine tercümesini yayınladığı 1965
tarihli “Şizofreni ve Değişimler Kitabı”
makalesine bu köşeden değinmiştik. Dick’in
şizofreni anlayışı göz önüne alındığında (ge-
nel olarak ise birincil anlayışı “We Can Bu-
ild You”, -yazım tarihi 1962 yayınlanma ta-
rihi 1972- romanının temelindedir), ilk kez
şizofreniyi, erken dönem çocukluk çağıyla
ilişkilendirdiği yazısıdır. Şizofreniyi, “gerçek
dünyadan fanteziye doğru bir kaçış” olarak
tanımlar, psikoseksüel olgunluğa erişmede
ve koinos kosmos’a (idios kosmos’un ter-
sidir, “ortak dünya” anlamına gelir) doğuşta
başarısızlıkla ilişkilendirir. Bahis edilen
“Değişimler Kitabı” (asıl adı Çince “I
Ching”, Yi Çing –Pin Yin-) Fu Xi tarafın-
dan yazılan, bilinen en eski Çin metinle-
rinden biridir. 3000 yılı kapsayan sürede Çin
üzerinde etkisini sürdürmüş ve Batı dün-
yasında da takip alanı bulmuştur. Gizemli
yönü yadsınamayan bu metin üzerine in-
celeme ve araştırmalar günümüzde de sür-
mektedir. İnsanın evrende kendini ko-
numlandırması üzerine ilk denemelerden-
dir, Tao’yu anlatan ilk metindir ve en sık kul-
lanım alanı, tüm yaşamı yöneten değişim sü-
recini anlamak üzerinedir. Makalede Pin
Yin üzerine Philip Dick’in yaklaşımı oldukça
çarpıcıydı ve kurguculuğunun sınırları hak-
kında ipuçlarını taşıyordu.
‘ANDRO�D VE �NSAN’AYeni yayınlanan bez ciltli kitabı “An-
droid ve İnsan”da ise Philip Dick’in 1972 ve
1976 tarihli iki makalesi bulunuyor. Her iki
makalede de Dick’in romanlarında sıklık-
la ziyaret ettiği android metaforunun açı-
lımlarına rastlıyoruz. Metaforun ortaya çı-
kışı ve oluşumu sonrasında yükselttiği yeni
felsefi sorunların etrafında bir tur atıyoruz.
LeGuin’in “The Lathe of Heaven” (Rü-
yanın Öte Yakası, Metis Yayınları) roma-
nı etrafında yarattığı dekonstrüktif (yapı-
sökümcü) metot da ilgi çekici. Aynı şekil-
de makalelerde “distopya” yazınına karşı
düştüğü, yazdığı zamanın karanlığına uygun
karamsarlık (-burada kısaca araya girerek
belirtmeliyim ki Dick’in, dönemin distop-
yalarının havada kalan yönlerine yönelik kıs-
mi eleştiri ve karamsarlığını içeren pasajları
okurken, dikkat edilmelidir ki Orwell’in kur-
gusu etrafında, distopyaların gerçekliğe
yakınsaması, yazarın yaşadığı dönemde
gözetleme teknolojilerinin henüz çok pahalı
ve pratikten uzak olmasıyla da ilgilidir ve giz-
li bir alaycılığın izlerini de taşır) ve dönemin
kuşağına karşı oluşturduğu analiz çarpıcı-
dır. Ne kadar sevgiyle kaleme almış alırsa
olsun, karamsar bir tabloya göz atıyormuş
gibi görünür. Fakat gerçeklik, bir başka pa-
sajda belirteceği üzere her zaman kurgudan
daha vahimdir. Günümüzün kuşağının,
android metaforunu anlamak için dahi ör-
neklemeye ve açıklamaya ihtiyaç duyması-
nı görseydi, acaba ne düşünürdü?
ECCE HOMOBenim teorime göre, Philip Dick, “in-
san nedir?” sorusu etrafında, geleceğe
duyduğu merakın yanında özlemle de kul-
landığı android metaforunun farklı versi-
yonlarının da farkındaydı. Aynı sorular, bir
post-modern izleğin içerisinde, bir yazarın
yarattığı karakterin, bir başka yazarın ya-
rattığı karakterle, üçüncü bir yazarın zih-
ninde karşılaşmasını ve gerçek olmadıkla-
rını anlamasıyla da sonuçlanabilirdi. Ancak
üçüncü kişinin kurgusunda, karakterlerin
yeni bir yapıya ve var oluşa dönüşümleri,
farklı katmanlarda daha ilginç olmayan ama
“öz”ü bulandırıcı sorular açığa çıkaraca-
ğından, soruyu temel haliyle tutabileceği en
doğru tercihe yönelmiş olabileceğini dü-
şünüyorum. Henüz tercüme edilmeyen ve
büyük olasılıkla Altıkırkbeş’in programına
dâhil ettiğini umut ettiğim 1978 tarihli
“How to Build a Universe That Doesn’t
Apart Two Days Later” isimli makalesin-
de Dick’in bilim kurguya geçişiyle ilgili oto-
biyografik ve kısmen teorimi onayan ilginç
bir bilgi vardır. Şöyle der Dick: “1951 yılında,
ilk hikâyemi sattığımda, bu tip felsefi so-
runların bilim kurgu alanında takip edildi-
ğine dair hiçbir fikrim yoktu. Onları bil-
meden takip etmeye başladım.” Dick’in yaz-
dığı bu ilk öyküde, bir köpek konu edilir. Kö-
peğin bakış açısına göre, bir evin önünde-
ki metal bir kutuya (çöp kutusu elbette) bir
aile kendileri için çok değerli olan yiye-
cekleri torbalarla saklamakta ve muhafaza
etmektedir. Korkunç görünüşlü bir takım
adamlar (gerçekte çöpçüler) ise her Cuma
günü gelerek, ailenin sakladığı bu değerli
Android ve insanM. SALİH [email protected]
BABİL BALIĞI
Philip K. Dick
gıdaları çalıp götürmekte, sadece metal ku-
tuyu bırakmaktadır. Köpeğin korkusu, bir
gün bu adamların geleceği ve kutu-
da yiyecek bulamayınca ai-
lenin evini basarak
aileyi yiye-
cekleridir.
Dick’in kü-
çük bir öyküy-
le bize ulaştığı
noktalar çarpıcı-
dır. Köpeğin elin-
deki bilgilere daya-
narak bu gerçekliği
oluşturması ve kor-
kusu, köpeğin açısın-
dan düzgün bir mantık
zincirinin ürünüdür. O
halde, eldeki bilgilere ve
çevreyi algılayış şeklimize
göre gerçeklik, bireyden bireye bu kadar
farklılık gösterebiliyorsa, “gerçeklik ne-
dir?” Belki de şizofrenler, kendi gerçeklik-
lerini bizlere aktarabilecek bir lisana sahip
değillerdir, tıpkı bizim kendi gerçekliğimi-
zi onlara anlatamayışımız gibi. Bu onların
gerçekliğini hatalı veya bizim gerçekliğimizi
daha doğru kılar mı? Şöyle devam eder ma-
kalesinde Dick ve vurucu noktanın altını çi-
zer: “Öyleyse sorun şudur; mademki süb-
jektif dünyalar bu kadar farklı deneyim edi-
lebiliyor, orada bir iletişim bozukluğu da
meydana gelecektir… ve gerçek hastalık da
buradadır.”
VE KE��FLERKısaca örneklediğim bu alıntıların, me-
tafor seçimini biraz daha açtığını ve ilgiyi
üzerine çektiğini umut ediyorum. Dick’in
bütün yazının altında yatan meselelerle il-
gili daha önce de tavsiye ettiğim, Samuel J.
Umland’ın “Philip K. Dick: Contemporary
Critical Interpretations” kitabını da deva-
mını merak eden,
ilgili okura tekrar
tavsiye ederim. Da-
vid Edelstein’ın
söylediği, Dick’i
sadece bir bilim
kurgu yazarı ola-
rak adlandır-
mak yerine,
“onu 20. yüzyı-
lın en cesur
psikoloji kâ-
şiflerinden
biri olarak
ad land ı r -
mak daha doğru ola-
caktır,” cümlesini de hatırlayalım. Aynı
şekilde, ek okumalar için önereceğim ter-
cümesi maalesef bulunmayan diğer kitap-
lar şunlardır: Patricia Warrick’in “Robots,
Androids and Mechanical Oddities” (1986)
ve “Mind in Motion” (1987) kitapları, Kim
Stanley Robinson’dan “The Novels of Phi-
lip K. Dick” (1989) ve Francesca Rispoli’den
“Universi che cadono a pezzi” (2001) kitabı.
Altıkırkbeş Yayınları’na başlattıkları ve
devamını getirdikleri bu değerli seri için te-
şekkürlerimi sunuyorum. Son olarak Mu-
rat Karlıdağ’ın da oldukça iyi bir tercüme-
ye imza attığını, “Şizofreni ve Değişimler Ki-
tabı”nda eleştirdiğimiz baskı ve yazım yan-
lışlıklarının “Android ve İnsan”da tekrar-
lanmadığını (sadece 83. sayfada göz ardı edi-
lebilecek iki küçük yazım hatası mevcut) ve
eklenen çevirmen notlarının oldukça değerli
olduğunu da teşekkürlerimizle belirtelim.
“Android ve İnsan” makalesinden küçük bir
alıntıyla vedalaşalım: “Ad astra; ama per ho-
minem,” yani “yıldızlara doğru ama insa-
noğlu olarak.”
Haftaya görüşmek dileğiyle…
11Aydınlık KİTAP
3 MAYIS 2013 CUMA12 Aydınlık KİTAP KAPAK
Yılların öykü ve romancısı, ülkemizin
en önemli çağdaş kadın yazarlarından
Erendiz Atasü’yle İzmir Kitap Fuarı’nda
görüştük. “Hayat ve Roman” başlıklı de-
neme kitabı geçtiğimiz günlerde Everest
Yayınları tarafından basıldı. Atasü’yle ya-
zarlığı, ailesi, Ankara ve bugünlerde konuyu
oraya getirmekten kendini alıkoyamadığı
ülke meselelerini konuştuk...
Mesleğiniz eczacılık ama siz yazarlığayöneldiniz. Sizi buna yönelten neydi?
Yazmak aslında doğa vergisi bir şey, yani
dile duyulan müthiş bir ilgi ve yatkınlık.
İkincisi insanlara duyulan bir ilgi. Üçüncüsü
yüzeysellikle tatmin olmayıp, yüzeyselin al-
tında gerçekte ne olduğunu kavramaya yö-
nelik bir ilgi. Bu gibi karakter özellikleri in-
sanı yazmaya itiyor. Beni de bunlar yazmaya
itti diye düşünüyorum. Ayrıca kadın olmak
önemli bir faktör benim yazarlığımda. Ne-
den? Çünkü kadınlık durumu üzerine çok
düşündüm. Çok çelişkili bir durum kadın-
lık. Modernleşen bir ülkede kadın olmak
geleneksel değerlerle çağdaş hayatın ara-
sında sıkışmak demektir. Bu çelişkili bir du-
rum ve çelişkili durumlar her zaman in-
sanları düşünmeye itiyor. Kendi kadınlık
durumum da benim genel olarak kadınlık
üzerinde düşünmeye itti. Bunların sonu-
cunda da bir fışkırma şeklinde yazmaya baş-
ladım. Edebiyat yazarlığı, araştırmacı ya-
zarlık, makale yazmak ya da bilimsel araş-
tırma yapmak gibi bir şey değil. İçinizden,
biraz da bilinçaltınızdan fışkıran bir şey. Bu-
nunla şunu demek istemiyorum elbette;
edebiyat yazarlığının araştırmayla hiç ilgi-
si yoktur, mantıki düşünceyle ilgisi yoktur...
Böyle şeyler demek istemiyorum kesinlik-
le. Ama bilinçaltınızdan gelen etkilerle, bi-
lincinizdeki bilgilerin, düşüncelerin sen-
tezlenmesiyle olan bir şey edebiyat. Böyle
düşünerek yazmaya başladım Aslında yaz-
mak beni seçti diyorum. “Yazmazsam de-
lirecektim” demiş Sait Faik. Galiba yazar-
ların çoğu yazmasalar delirecek oldukla-
rından, yazıp akıl sağlıklarını korumaya ça-
lışan insanlar. Tabii bunlar gerçek yazarlar;
piyasada para kazanmak için ünlenen ya-
zarlar değil. Onların formülleri var. O for-
müllere koyup yazıyorlar. Bu edebiyat de-
ğil ama günümüzde edebiyat zannediliyor.
Kendi söyleminizle “Osmanlı’nın bün-yesindeki neredeyse tüm Müslüman top-lumlardan köken almış” bir yazarsınız.
Evet. Fevkalade Türküm o yüzden.
Bir yandan da Cumhuriyet ülküsünüdaha üst seviyelere taşımak için çabalayanbir nesil tanımlıyorsunuz, anne ve baba-
nızın dönemini anlatırken. Etnik köken-leri farklı insanların aynı amaç için ça-balayacak kadar birleşmesini neye bağlı-yorsunuz?
İşgale, Kurtululuş Savaşı’na ve Cum-
huriyet coşkusuna bağlıyorum. Osmanlı yı-
kıldığı zaman ülkemizi istila eden ordular
etnik köken ayrımı yapmadılar. Onlara göre
Anadolu’da ya da Doğu Trakya’da yaşayan
herkes Türktü ve bütün o insanlar canla-
rını kurtarmak için birlikte Kurtuluş Sa-
vaşı’nı gerçekleştirdiler. Bu müthiş bir bir-
leştirici unsurdu. Ondan sonra Cumhuri-
yetin kurulması için birlikte mücadele et-
tiler. Pek tabii birbirleriyle evlendiler. Yani
Çerkez Kürtle evlenmez, Gürcü Tatarla bir-
leşmez diye bir şey yoktu. Mehzep ayrılı-
ğı belki evliliklerde rol oynardı ama ırksal
köken hiçbir şekilde rol oynamazdı. Bu in-
sanlar birbirleriyle evlendiler ve böylece bir
ulus ortaya çıktı ama bugün görüyoruz ki
bu ulus bilincinde bir takım yarılmalar var.
Bunu da görmek gerek. Demek ki biz Cum-
huriyetin harcı olan - biz derken Türkiye
Cumhuriyeti’nin vatandaşlarını kastedi-
yorum - o birleştirici ruhu geliştiremedik,
koruyamadık, har vurup harman savurduk.
Tıpkı doğamızı har vurup harman savur-
duğumuz gibi.
Başarılı yazarlık hayatınızın dışındayaklaşık 30 sene Ankara Üniversitesi Ec-
zacılık Fakültesi’nde profesörlük de yap-tınız.
Evet, 30 sene çalıştım. Asistan olarak
başladım işe. Profesör olarak 11 yıl kadar
çalıştım.
Edebiyatçı annenizle, sayısal zekasınışiirle besleyen matematikçi babanızın birsentezisiniz adeta. Çok yönlü ve her alan-da söz sahibi bireyler yetiştirilmesinde si-zin ve bir önceki kuşağınızdaki bireylerdeCumhuriyet döneminin rolü nedir?
Cumhuriyet Devriminin rolü yüzde
yüzdür diye düşünüyorum. Sonra dediğim
gibi o Cumhuriyet ruhunu geliştiremedi-
ğimiz için ve har vurup harman savurdu-
ğumuz için ne yazık ki bizler o kadar başarılı
kuşaklar yetiştiremedik. Umarım sizin gibi
örnekler yeni kuşaklar yetiştirmede başa-
rılı ve gerçekten örnek olur. Umarım o ku-
şakları doğru yola çekebilirsiniz.
Son kitabınızda “Tanıklıklar” adlı birbölüm var. Bilhassa Cumhuriyet devri-minin başkenti Ankara’nın değişimineettiğiniz tanıklık var bu bölümde. Çeşitlive kritik dönüm noktalarında Ankara’dabulunmuş bir yazar olarak, her siyasi er-kin farklı bir Ankara’sına tanıksınız ade-ta. Bu değişimleri nasıl değerlendiriyor-sunuz?
Ankara’daki değişimler maalesef son
derece kötüye doğru değişimlerdir. Anka-
ra Cumhuriyetin başkenti olması nedeniyle
bir kültür ve sanat şehriydi. Pek çok şair bu-
radaydı, pek çok yazar buradaydı, müthiş
bir tiyatro aktivitesi vardı... Gerçekten
kültür açısından var olan, yaşayan, etkin bir
şehirdi Ankara. Bu güzelliğini yitirdi. An-
kara’daki bozulmalar sanıyorum çarpık
kentleşme ile Demokrat Parti zamanında
başladı. Nüfus artıyordu, elbette büyüye-
cekti. Fakat o sırada bizim insanlarımız ara-
sında müteahhit olanlar kolay para ka-
zanmayı seçti. Bizler de şehirliler olarak -
kendimize de eleştiri getiriyorum sadece
müteahhitlere değil - onların değirmenine
su taşıdık ve böylece bozuk ve çarpık bir
kentleşme meydana geldi Ankara’da. Ye-
tersiz altyapı, yetersiz kanalizasyon, yeter-
siz su tesisatları, yetersiz yolla beraber ze-
hirli kalorifer dumanları saçan binalar ya-
pıldı. Bir defa şehrin havası zehirlendi. Bu
60’larda başladı ve 80’lere kadar sürdü.
80’lerde polis arabalarının sokaklarda do-
laşarak “Sokağa çıkmayın havadaki kar-
bondioksit, kükürt oranı fazla ve zehirlidir”
anonsları yaptığı dönemleri yaşadık. Ondan
sonra şehrin bu atmosferini fiziksel olarak
temizleyebilmek için niteliksiz kömürden
vazgeçildi. Binalar zorunlu tutularak doğal
gaza geçirildi. Sonra ne oldu? Sonra Me-
lih Gökçek geldi şehrin başına diktatör oldu
ve o zehirli kömürleri şehri çevreleyen ge-
cekondu mahallelerine oy almak için da-
ğıttı. Dolayısıyla şehirliler hem zorunlu ola-
rak doğal gaza geçerek yüksek paralar öde-
meye mecbur oldu hem de şehri çevrele-
yen zehirli kömür gazını solumaya devam
ediyorlar. Koşullar neredeyse 80’lerdeki ka-
dar kötü. Bu belediyenin taşeron sistemi
bizi mahvediyor. Taşeronlaşmayla o şirket,
öbür şirkete, öbür şirket bir diğerine iha-
le ediyor ve hiçbir denetim yok. Dolayısıyla
şehir tam bir inşaat çukuru halinde. Her ta-
rafta çukurlar taşlar, 10 günde bir sökülen
kaldırımlar... Şehir denecek hali yok. Ta-
bii bunlar işin fiziksel tarafı. Kültürel tarafa
gelince; 12 Eylül ile birlikte bütün kültür in-
sanları Ankara’yı birer birer terk etti. Bir-
kaç tane bizim gibi Ankara’dan vazgeçe-
meyen insan kaldı sadece. Bütün kültür in-
sanları gittiler. Gitmelerinin bir nedeni de,
edebiyatın ve sanatın tamamen parasal
odakların dümenine girmesi. İstanbul pa-
ranın merkezi, dolayısıyla edebiyatın ve sa-
natın ticari tarafını yönlendiren de orası.
Ankara’da oturmak bir yazarın ticari ba-
şarısı için hiç iyi bir şey değil ama ben buna
rağmen Ankara’da oturuyorum. Çünkü İs-
tanbul’un sosyal atmosferine tahammül
edemiyorum. Şunu da söyleyeyim; beledi-
yelerin köktendincilerin eline geçmesiyle
“Cumhuriyet Devrimi’ne sahipçıkmadan feminist olunmaz”
ELİF SEDEF ÇELİK
birlikte belediyelerin kültürel faaliyetlereverdiği destek hemen hemen sona erdi. Herşeyin ticarileştiği bu dönemde belediyedendestek almaksızın kültürel faaliyet yapmakçok zor. Ankara’nın kültürsüzleşmesine buda çok büyük bir nedendir ne yazık ki...
Roman ve öyküleriniz çoğunlukla ka-dın kahramanlar çevresinde şekilleniyor.Ayakları yere basan güçlü kadın profille-riyle karşılaşıyoruz yapıtlarınızda. Ken-dinizi feminist bir yazar olaraktanımlıyor musunuz?
Bu aslında yanlış bir
algı. Bir laf vardır;
“adım çıkmış sekize
inmez dokuza”. Be-
nimki de o misal.
İlk yazdığım hikaye
kitapları için bu de-
diğiniz doğru. Son-
raki öykü ve ro-
manlar tam olarak
öyle değil. Ama böyle
bir algı var. Böyle bir iz-
lenim var demek. Kendimi
feminist olarak tanımlıyorum,evet.
Kendisini feminist olarak nitelendirenve çağdaşınız olan pek çok kadın yazarınCumhuriyet devrimlerinin kadını özgür-leştirmeye yönelik atılımlarını sığ bul-masından dem vurmuşsunuz kitabınızda.Bir sene İngiltere’de öğrenim görmüş ol-manızı göz önünde bulundurarak, “uygar”toplumlar ile bizim toplumumuzun o dö-nemlerde kadına bakış açısı nasıl farklı-lık göstermektedir?
Evet, böyle bir görüş var. Ben katıl-mıyorum bu görüşe tabii. İstersen onauygar toplum demeyelim. Onları uygar-laştırmış olmayalım şimdi bir de... “İleri tek-noloji toplumu”yla daha “geleneksel” olanbizim toplumumuz gibi bir ifade kullana-
lım. Daha doğru olur. Bu durumu çok gü-zel özetleyecek bir cümle var. Bu cümle be-nim değil. Almanya’da yaşayan Türk kö-kenli bir kadın arkadaşımızın. “Türkiye’deüniversite kürsüsünde kadın ve erkek eşit-tir. Almanya’da yüzme havuzunda kadın veerkek eşittir”. Son derece yoğun anlamlı bircümle. Her şeyi ifade ediyor bence. Kadı-nın bedeninin orada dokunulmazlığı var de-mek bu. Bugün geldiğimiz noktada AKP
iktidarı altında üniversite kürsü-sünde kadın ve erkeğin eşit ol-
duğundan artık herhalde
bahsedemeyeceğiz. Üni-
versite kürsüsünde ka-
dın ve erkeğin eşitliği-
ni sağlayan işte tam
da Cumhuriyet Devri-
midir. O yüzden femi-
nist arkadaşların da
buna sahip çıkması ge-
rekir.
Yaşam deneyimlerini-zi de aktardığınız, gerçekçi
eserleriniz aynı zamanda birertoplumsal eleştiri. Özellikle “Dağın
Öteki Yüzü” adlı romanınız, bu nitelikte.Bu kitabı kaleme alma amacınız nedir?
Dediğim gibi edebiyat eseri bir araş-tırma gibi, bir makale gibi belli bir amaç-la yola çıkılarak yapılan, hazırlanan bir şeydeğil. Bu kitabı yazmamdaki en büyük duy-gusal etki herhalde annemi ve aileminbüyüklerini peş peşe kaybetmem oldu.Bir ölüm acısı, o acının ben de yarattığıetki... Belki bir şeyler yazarak hayattan et-kilenmemi biraz olsun telafi etmeye çalış-tım. Beni harekete geçiren dürtü buydu. Ki-tabı yazarken 90’ların ortasıydı, irticacı ha-reketler yükseliyordu, ayrılıkçı milliyetçi ha-reketler yükseliyordu ve Türkiye o zamanda çatırdıyordu. Yazarken oturup memle-ketimin üzerine hem okudum hem dü-
şündüm. Niye biz bu hale geldik diye dü-şündüm. Bu düşünceler, benim karınca ka-rarınca Türkiye üzerine yaptığım tahlillerkitaba yansıdı tabii.
Sahte ürünler dediniz. Bunlara aslın-da neoliberalizmin ürünü de diyebiliriz. Birideoloji olarak düşünecek olursak neoli-beralizm ve yarattığı sistem doğal olarakyazarını, çizerini, sözümona aydınını daoluşturuyor. Bu yazarlar nasıl oluşuyor. İti-ci güç nedir?
Sosyal bilimlerden başlayalımişe. Neoliberalizmin getirdiğiortamda müthiş bir ticari-
leşme var. Devlet destek-
li kültür kurumlarının
çöküşü söz konusu. Bu
sadece bizde değil bü-
tün dünyada böyle.
Üniversitelerden, kül-
türle iligili organizas-
yonlardan devletler des-
teklerini çekiyorlar. Ne-
reye gidiyor bu destek. Bir-
takım insan zenginleşiyor. Üni-versite yoksullaşıyor. Kültür ku-rumları yoksullaşıyor. Yoksullaşınca vedevletten destek alamayınca ne yapacak-lar? O zaman özel sektörden destek ala-caklar. Özel sektör dediğimiz şeyin bir kıs-mı kültürel fonlar halinde. Mesela AvrupaBirliği fonları... İşte özel sektör diyor ki “senfilanca ülkenin mikromilliyetçiliğini araş-tıracaksan al sana bu kadar fon.” E, o sa-hada varlık göstermek isteyen o fona talipoluyor ve onun yönlendirmesiyle aslındaneoliberalizmin amaçlarına hizmet eder du-ruma geliyor. Sosyal bilimler bunu göste-riyor. Böylece kültür hayatı yönlendirilmişoluyor. Şu dönemde çok reklam yapabil-meniz için öncelikle arkanızda sermaye ola-cak. Ya tesadüfen zengin olacaksınız - varöyle yazarlarımız - o ayrı. Yayınevleri de
ayakta kalabilmek için neoliberalizmin et-kisinde kalıyor. Sistemin işine gelecek çe-viriler yapıp basıyorlar.
Eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?Şunu söylemek isterim. Sadece bizim ül-
kemiz değil; yaşadığımız dünya teknoloji-ye ve neoliberalizme kul köle oluyor. Budünyada edebiyatın değeri bilinmiyor. Budünyada sahte olan şeyler değerli diyegeçiyor. Gençleri bu gidişe karşı uyanık ol-
maya davet ederim. Edebiyattan
kopmasınlar derim. Sahte
edebiyata meyletmesin-
ler derim. Her gün
reklamlarda gör-
dükleri kitapları
çok fazla ciddiye
almasınlar derim.
Kendileri araştı-
rıp bulsunlar de-
ğerli olanı ve oku-
sunlar. Edebiyat in-
sana ne verir uzun
vadede? Müthiş bir
duygusal olgunlaşma verir.Kendi duygularınız ve başka-
larının duygularını anlayabilmenizisağlar. Ama bunu akşamdan sabaha yap-maz. Sürekli bir edebiyat okuru bu olgun-luğu kazanır. Bu da galiba insan olmakta-ki temel amaçlardan biridir. Kendini tanı-mak ve başkalarını tanımak! Onlarla ileti-şim kurabilmek; kendinle iletişim kurabil-mek. Bizim toplumumzda benim görebil-diğim kadarıyla nedenleri çok çeşitli olanmüthiş bir yabancılaşma var. Ne kendimi-zi tanıyoruz, ne yakınımızı, aile ecdadımı-zı doğru düzgün, ne de ülkemizi tanıyoruz.Böyle bir sıkıntının içindeyiz. İyi bir edebiyatokuru bu hale düşmez. Düşmüşse de buhalden çıkar.
Teşekkür ederiz.
3 MAYIS 2013 CUMA 13KAPAK
Ya�ad���m�zdünya teknolojiye
ve neoliberalizme kulköle oluyor. Bu dünyadaedebiyat�n de�eribilinmiyor. Bu dünyadasahte olan �eyler de�erlidiye geçiyor. Gençler bugidi�e kar�� uyan�kolsunlar
Bütünkültür insanlar�
Ankara’dan gittiler.�stanbul paran�n merkezi.Dolay�s�yla edebiyat�n vesanat�n ticari taraf�n�yönlendiren de oras�.Ankara’da oturmak biryazar�n ticari ba�ar�s�için hiç iyi bir �ey
de�il
Aydınlık KİTAP
Erendiz Atasü ile son kitab� üzerine konu�tuk
3 MAYIS 2013 CUMA14 Aydınlık KİTAP
Çağımızda Türk şiirindeki temel so-
runun, toplumsal hayatın izdüşümü ola-
rak; “farklılaşma” çabası olduğunu dü-
şünürüm. Elbette ki, kendi şiirini kur-
mak, üslup sahibi olmak şairin aşması ge-
reken ilk eşiktir. Gelgelelim, mevzuba-
his farklı olma gayreti başkadır. Nüfus ar-
tışına paralel, daralan imkanların ve
bozulan arz/talep dengesinin nihayetin-
de, kişiler düzen muhalifi olamamakta,
mamafih –moda tabirle- “fark yarat-
mak” suretiyle düzenin pastasından bü-
yük pay alma sevdasına düşmektedir.
Sosyal hayatın bu matematiğinin, şiire de
yansımadığını düşünmek; en hafif de-
yimle safdillik olacaktır. Keza, şiir de ha-
yata doğar.
KAP�TAL�ZM�N ���RDEK��ZLER�
Elbette ki, toplumun her uğraşı gibi
sanat ve şiir bahsinde de gelişimi he-
deflemek, söylenmeyeni söylemeyi iste-
mek doğaldır. Ancak bunu yaparken, an-
lam ve sesin önemini indirgeyerek; işi
“kelime kazıcılığına” dayandırmak, işte
bu farklı olma gayretinin, zevahiri kur-
tarma arzusunun bir sonucudur. Şiirin,
toprağı eşeleyen akarsular gibi dile yeni
mecralar açma hassasiyeti, yanlış bir al-
gıyla; şiire olmadık kelime tertiplerini da-
hil etmek suretiyle fiiliyata dökülmüştür.
Bireyci şiir ile, bireysel şiir birbirine ka-
rıştırılmış ve şiirsel metin yalnızca şairi-
nin anlayabileceği bir hal almıştır. Ka-
pitalist düzenin, hayatlarımıza aşıladığı
bencillik, şaire ve onun şiirine de bulaş-
mıştır.
Ne gam, şiirdeki anlam ve bireycilik
yalnızca bize özgü bir tartışma konusu
değildir. “Şiir Nasıl Okunur?” adıyla
Türkçeye çevrilen, İngiliz Edebiyatı Pro-
fesörü Terry Eagleton’un kitabından
bir alıntı: “…Bazı teorisyenlere göre, şi-
irler bir sayfanın üzerinde anlamsız siyah
işaretlerdir yalnızca, onların içinde an-
lam inşa eden kişi de yalnızca okurun
kendisidir. Bu bir anlamda doğru, bir an-
lamda yanlış bir önermedir. Öncelikle an-
lamsız siyah işaretlerden bahsetmemizin
kendisinin halihazırda anlamla uğraşmak
olduğunu belirtebiliriz. Bütünüyle an-
lamın arkasına geçmek zordur. Bunun se-
bebi de, kendimizi ölü olarak hayal et-
menin imkansızlığıyla aynıdır.” (Şiir Na-
sıl Okunur, Terry Eagleton, Agora Ki-
taplığı, s.172)
GÜÇLÜ ���RLER�N KÖTÜB�RL�KTEL���
Dünya yazınında dahi, şiire dair aynı
meseleler tartışılagelirken; İbrahim Ök-
süz, Kolektif Kitap’tan çıkan “Evvel
Sevda İçinde” adlı şiir kitabıyla, farklı bir
pencere aralıyor okurun belleğine. Kı-
yıdan yazıyor şiirlerini, sessiz sedasız…
Anlamı önceleyerek, yer yer argo diye-
bileceğimiz, sokak diline yakın bıçkın bir
üslupla yazıyor. Okurla, samimi bir iliş-
ki kuruluyor. “Evvel Sevda İçinde” şai-
rin ilk kitabı. Kitapta güçlü şiirler, güç-
lü dizeler bulmak mümkün. On birinci
sayfadaki:
“A canım! Koynundaki yılan içinDenizi yanında taşıyanımHatırla ninenin Her masal sonu illa ki indirdiğiÜç elmadan birini.Suçları ısınmış çocuklardık hatırla.Öfkene elma şekeri ver artık.”
Bunların arasında.
Veya yirmi sekizinci say-
fada:
“Gitmeliyim.adresler insanları pay-
laşacak birazdan.”Yine beni çarpan iki
dize.
Kitabın bütünlüğü
ise, böyle sızısı deriye sonradan nüfuz
eden; güçlü dizeler yazabilen bir şairin
çizgisinin altında gibi geliyor bana. Şiir
için aşınmış kelimelerin sıklıkla seçimi,
zaman zaman popülizme kayan bir ifa-
de tarzı eleştiriye konu olacak cinsten…
Bazı şiirler ise, aceleye getirilmiş izleni-
mi yaratıyor bende. Şairin, yazarken
kağıda sarı bir sıkıntı bıraktığı şiirler…
NE TATLI NE TUZLUSöze başlarken vurguladığım ve “ke-
lime kazıcılığı” olarak nitelediğim, bireyci
ve anlamı kendinden menkul şiirlerin ak-
sine; aşınmış kelimeler ve düzyazıya ya-
kın kolay hazmedilir bir anlamdan iba-
ret şiirler için de; aynı eleştiri yapılabi-
lir. Zannımca şiir, bir “kıvam” işidir. Kı-
vamı tutturabilene aşk olsun!
Şairler, hayal tüccarlarıdır biraz da…
Tezgahları sislidir! Raflara, kelimeleri-
ni dizerler şafak sökerken. Nefesi yelken
misali şişkin, soluğu güçlü şairler vardır.
Kelime satıcıları! Denizaşırıdır bunların
dizeleri…
İbrahim Öksüz, “Evvel Sevda İçinde”
ile güzel bir dükkan açmış. Esnaflığı sı-
cak, çayı demli! Lakin, bir hayli tozu alın-
malı rafların (fikrimce)!
Çünkü kitap, karanlığa gönderilmiş
mektuptur!
Tezgahımda şiirler
DAĞHAN DÖ[email protected]
�brahim Öksüz, Kolektif Kitap’tan ç�kan “Evvel Sevda �çinde” adl� �iir kitab�yla, farkl� bir pencere aral�yorokurun belle�ine. K�y�dan yaz�yor �iirlerini, sessiz sedas�z… Anlam� önceleyerek, yer yer argo
diyebilece�imiz, sokak diline yak�n, b�çk�n bir üslupla yaz�yor
Evvel Sevda İçinde,İbrahim Öksüz,
Kolektif Kitap, 96 s.
3 MAYIS 2013 CUMA 15Aydınlık KİTAP
Uluslararası ilişkiler, çelişkilerin, çatış-
maların, bunalımların, uyuşmazlıkların, it-
tifakların en yoğun incelendiği disiplindir.
Devletlerin ulusal çıkarlarını (ulusal çıkar
kavramı hayli tartışmalı bir kavramdır) aza-
mi kılmak, güvenceye almak, ulusal bağım-
sızlıklarını ve güvenliklerini pekiştirmek
için verdikleri mücadeleleri konu edinir. Kar-
şılıklı etkileşim içinde olan iç ve dış geliş-
melerin doğurduğu krizleri ele alır, bunların
çözüm yollarını araştırır. O nedenle doğası
gereği krizleri işler. Pek çok alanda ulusal so-
runların uluslararası hale gelmesinin, dola-
yısıyla da çözümün iyice zorlaş-
masının, çözümsüzlüğün çözüm
olarak sunulmasının veya öyle al-
gılanmasının nedenleri üzerinde
durur. Dinsel, etnik, mezhepsel
anlaşmazlıklardan kaynaklanan
ve emperyalist güçler tarafın-
dan kaşınıp, kışkırtılıp, kullanılan
krizler, sınır anlaşmazlıkları, top-
rak ihtilafları, terör ihracı, rejim
ihracı, uyuşturucu, insan, silah,
nükleer madde kaçakçılığı, ca-
susluk başta olmak üzere çeşit-
li kriz nedenlerini araştırır.
KR�Z ONLARIN, ORDUB�Z�M!
Ulusal krizlerin, bölgesel ve gi-
derek küresel krizlere dönüştüğü/
dönüştürüldüğü bir dünyada ulu-
sal güç unsurları arasında önem-
li bir konumu olan ordular, tarih
biliminin ve uluslararası ilişkiler disiplininin
en temel inceleme konularından birini oluş-
tururlar. Prof. Dr. Haydar Çakmak’ın yazdığı
ve kısa süre önce okurla buluşan “Kriz Yö-
netimi ve TSK” adlı kitap da böyle bir ça-
lışma. Ülkemizde ilgili külliyatın çok zengin
olmadığı dikkate alındığında, önemi daha da
anlaşılıyor. Kitap, iki bölümden oluşuyor. İlk
bölümde, krizler kuramsal açıdan ele alını-
yor. “Kriz” kelimesinin etimolojisinden baş-
layarak, tanımı, nasıl oluştuğu, çeşitleri,
yöntemleri üzerinde duruluyor. Kriz önce-
si durum, krizin tırmanışı, yumuşaması,
patlaması yalın, akıcı bir ifadeyle anlatılıyor.
Krizin evreleri, nedenleri sıralanıyor. Kriz or-
tamında karar alma koşulları ve süreçleri üze-
rinde duruluyor. Aktörlerin tutumu incele-
niyor. Günümüzde sadece devlet yöneti-
minde, askerlikte,
stratejide değil, iş
dünyası ve yönetim
bilimi başta olmak
üzere hemen her
alanda çok sık kulla-
nılan bir kavram
olan “kriz yönetimi”
üzerinde duruluyor.
Yine bu bölümde
krizler ve Birleşmiş
Milletler (BM) işle-
niyor. BM adına si-
lahlı kuvvet kullanıl-
ması, BM’nin izniyle
silahlı kuvvet kullanıl-
ması, BM Barış Gücü
ele alınıyor. Ayrıca gü-
nümüzde emperyalist müdahale ve işgalle-
rin perdelenmesinde oldukça fazla kullanı-
lan “çatışmaların önlenmesi”, “barış yapma”,
“barışı koruma”, “barışa zorlama”, “barışın
tesisi”, “insani yardım harekâtı”, “insani yar-
dım görevi” gibi kavramlar açıklanıyor.
İkinci bölümde ise TSK’nın görev aldı-
ğı uluslararası krizler anlatılıyor. Uluslararası
krizlerde Türkiye adına görev yapan TSK’nın
kısa tarihi ve kurum hakkında özet bir tanıtım
bilgisi yer alıyor. TSK’nın yapısı, kurumları,
işleyişi, ikili ve çok taraflı ilişkileri inceleni-
yor. Güvenliğe ilişkin olarak Türkiye’nin ta-
raf olduğu antlaşmalar, sözleşmeler ve bel-
geler sıralanıyor. Yurt dışına silahlı kuvvet
gönderilmesine, yabancı silahlı kuvvetlerin
Türkiye’de bulunmasına veya Türkiye’den
geçmesine ilişkin olarak TBMM’nin verdi-
ği kararlar özetleniyor.
Ayrıca Kore Savaşı’ndan
başlayarak en son Lib-
ya’ya yönelik müdahaleye
değin, TSK’nın çeşitli bo-
yutlarda katıldığı uluslar-
arası krizler anımsatılı-
yor.
Çakmak, kitabının so-
nunda Türkiye’nin hiçbir
uluslararası krizin plan-
layıcısı, tetikleyicisi ol-
madığını, hiçbir ülkede
istikrarı bozucu faaliyetlerde bulunmadığı-
nı, katıldığı tüm uluslararası krizlere Batılı
müttefiklerle birlikte katıldığını belirtiyor. Bu
katılımların da NATO üyesi olarak ve BM
misyonları çerçevesinde gerçekleştiğini vur-
gulayarak, sonuç bölümünde çok önemli ve
gerçekçi saptamalar yapıyor. Çakmak şöy-
le diyor: “ABD, tabiri caizse, müdahil olduğu
birçok krize Türkiye’yi de bulaştırmıştır.
ABD ve İngiltere, müdahil oldukları birçok
krizde önemli kazanımlar elde etmiştir; an-
cak, bu iki ülkeyle birlikte Türkiye’nin kazanç
elde etmek bir yana, Körfez Savaşı’nda ol-
duğu gibi, kimi zaman önemli kayıpları ol-
muştur. Bu düşünceyi destekleyecek önem-
li iki örnek olarak, yaşanan son krizleri, Af-
ganistan ve Irak krizlerini göstermek müm-
kündür”. Çakmak, Türkiye’nin sadece Ba-
tılı büyük güçlerle ilişkilerinde değil, Arap-
larla ilişkilerinde de tüm iyi niyetine ve öz-
verisine karşın bir kazanım elde edemediğini
ifade ediyor. Filistin sorunu başta olmak üze-
re Türkiye’nin Arapları desteklediği onca
mesele olmasına karşın, Arapların ne Kıb-
rıs’ta, ne de Dağlık Karabağ’da Türklerin,
Türkiye’nin, Türk dünyasının yanında yer al-
madıklarının altını çiziyor.
“AYDINLANMA OCA�I” VEPS�KOLOJ�K HARP
TSK’nın son yıllarda yaşadıkları, Mülkiye
ve Tıbbiye’yle birlikte ülkemizde çok önem-
li bir aydınlanma ocağı olan Harbiye’nin han-
gi yollarla yıpratıldığı biliniyor. Halkın göz-
bebeği olan, “halk ordusu”, “peygamber oca-
ğı” olarak nitelenen ve her şeye rağmen en
güvenilir kurumlar arasında ilk sıralarda bu-
lunan TSK’nın, kendisine karşı psikolojik
harp yapıldığını en üst düzeydeki komuta-
nının ağzından saptamada hayli gecikmesi,
gerekli önlemleri almadaysa gecikmenin
ötesinde başarısız olması, orduyu gözü gibi
koruyan çevrelerde de eleştiriliyor. Ordunun,
savaşmadan yenilmeyi kabul ettiği, emper-
yalist merkezlerin Türkiye’yi parçalarken, re-
jimini değiştirirken, tasfiye ederken, içini bo-
şaltarak dolaşıma soktukları “hukuk devle-
ti”, “insan hakları”, “özgürlükler”, “sivil
toplum”, “demokrasi” gibi kavramların bü-
yüsüne kapıldığı belirtiliyor. Algı yönetimi-
ne, psikolojik harbe, toplum mühendisliği-
ne, beşinci kol faaliyetine, asimetrik savaş
yöntemlerine, karanlık savaş faaliyetlerine
karşı en üst düzeyde hazırlıklı olmak ge-
rektiğinin acı derslerle ortaya çıktığı görü-
lüyor. O bağlamda Çakmak’ın kitabı, sade-
ce konuyla mesleki açıdan ilgilenenlerin, uz-
man çevrelerin değil, Türkiye’nin bağım-
sızlığı, bütünlüğü, egemenliği ve Cumhuri-
yet Devrimi’nden yana olan tüm yurttaşla-
rın dikkatle okuyacakları bir kitap olarak öne
çıkıyor.
TSK’yı doğruanlayabilme krizi!
Çakmak, kitab�nda Türkiye’nin hiçbir uluslararas� krizin planlay�c�s�, tetikleyicisi olmad���n�, hiçbirülkede istikrar� bozucu faaliyetlerde bulunmad���n�, kat�ld��� tüm uluslararas� krizlere Bat�l�
müttefiklerle birlikte kat�ld���n� belirtiyor
BARIŞ DOSTER
Kriz Yönetimi ve TSK, Haydar Çakmak, Kaynak Yayınları,
288 s.
3 MAYIS 2013 CUMA16 Aydınlık KİTAP GÜLDEN TERAZİ
Söz, “işçi sınıfı edebiyatımızın neresinde”,
dahası “bugün bir işçi edebiyatı var mı, var-
sa ne durumda” sorusundan çıkmıştı. Böy-
le bir soruya doğru yanıt verebilmek için ede-
biyatımızın dünü ve bugünü yanında, ayrıca
Türkiye’de işçi sınıfının ve sendikaların du-
rumuna da bakmak gerekti.
Geçerli ve gerçek bir denkleştirme ya-
pabilmek için bu şarttır. Bir şey, onu oluştu-
ran bileşenler varsa, ancak, o bileşenlerin ni-
telikleri, özellikleri ve durumları ölçüsünde
var olabilirler.
Bu konuda geçen yılın Ekim ayında Ay-
dınlık’ın kültür sanat sayfasında üç yazı yaz-
dım. Daha devam edecektim ki araya başka
konular girdi, söz yarım kaldı.
���LER�N KURTARILACAKVATANI
Özetleme yapmam gerekirse; işçi ede-
biyatı üzerine çalışırken, bugünün işçisinin
gözden ırak tutulması elbette düşünülemez.
50’lerin, 60’ların, 70’lerin, hatta 80’lerin ve
90’ların işçisiyle bugünün işçisi aynı değil çün-
kü. 70’lerde bir ayağıyla köyünde olan, kö-
yünden getirdiği bulgur ve fasulyeyle tence-
re kaynatan işçi bugün yok; o işçi, kendisi gibi
bir emekçi olan bakkaldan veresiye alırdı. Bu-
günkü işçi, büyük alışveriş merkezlerinden
kredi kartıyla borç aldığı yapay gıdalarla bes-
leniyor. O işçi, çocukları ya doktor, ya mü-
hendis olsun isterdi, bu işçi oğlu futbolcu ol-
sun, kızı zengin bir koca bulsun istiyor. O işçi
kendi sorunları yanında ülke sorunlarıyla da
yakından ilgilenirdi, bu işçinin böyle dertle-
ri yok.
O yüzden, emek, işçi sınıfı ve sendikacı-
lık konusunda Türkiye’nin en yetkin birkaç
kaleminden biri olan Yıldırım Koç, 13 Ekim
2012 tarihli Aydınlık’taki “İşçi Sınıfı Gele-
ceğini Yiyor” başlıklı yazısında, işçi sınıfının
hükümet politikaları konusunda açık tavır-
lar alamamasının nedenlerini rakamlarla
ortaya koyarken, çok doğru olarak şu sonu-
ca varıyor:
“Kredi kartı ve tüketici kredisi borcu bi-
riken bir işçi veya memur, işyerinde ücreti-
ni artırma ve çalışma koşullarını düzeltme
mücadelesinde ürkek davranır. Bu durum-
daki kişinin, ‘vatan elden gidiyor’ kaygısı da
pek yoktur; olması da kolay değildir. Onun
‘kurtarılacak vatan’ı, ödenecek borcudur.”
TESL�M�YET�N YOLUNUAÇMAK
Bu konuda çok haklı olarak, susan, işçi
sınıfını uyarıp bilgilendirmeyen sendikaları
da eleştiren Yıldırım Koç’un vardığı somut
sonuç da şu:
“İşçilerin ve memurların çok büyük bö-
lümü günümüzde gelecekteki gelirini yemiş
durumda. Gelecekteki gelirini yemek, gele-
ceğini yemektir; teslimiyetin yolunu açmak-
tır.”
Tüm çalışan sınıflar gibi işçi sınıfının da
geleceği, Türkiye’nin geleceğidir. Türki-
ye’nin geleceği ise, en çok da işçi sınıfının ge-
leceği demektir. Geleceğin sınıfı, kendi ge-
leceğini yiyerek değil kendisi için, kendili-
ğinden de olsa bir sınıf oluşturamaz.
�K� 1 MAYISSiz bu yazıyı okuduğunuzda Türkiye’nin
hemen her yerinde iki ayrı yürüyüş ve mitingle
kutlanan bir 1 Mayıs daha arkasında olaylar
ve tartışmalar bırakarak geçip gitmiş olacak.
Bu 1 Mayıs’la birlikte artık kesin olarak an-
layacağız ki, iki yıldır, ulusal bayramları eş-
başkanlık ve halk olarak iki ayrı törenle kut-
layan Türkiye’de, bu durum, 1 Mayıs gibi
daha uluslar arası ve daha sol ve sınıfsal bir
alanda pekiştirilmiştir.
1 Mayıs Türkiye’de zaman zaman fark-
lı siyasi gruplanmalar çerçevesinde ayrı mi-
tinglerle kutlanmış olsa da, bu, hiçbir zaman
bu yıl ki gibi çok temel bir konuda, ülkenin
hayat memat meselesinde bir ayrılık ortaya
çıkaracak şekilde bir fay, derin bir kırık, bir
yarılma yaratmamıştı. “Eşbaşkanlığın” safı-
na geçen emperyalizm karşıtı ruhunu yitir-
miş, her alanda “yetmez ama evet”çi olmuş
bir AKP-PKK kuyrukçusu “sol” ve işçi sen-
dikalarının marifetiyle bu yıl olan budur ve
rahatlıkla şunu söyleyebiliriz:
Şimdi artık iki Türkiye var!
�K� TÜRK�YEBunlardan biri, bilerek veya bilmeyerek
ABD’nin planlarına uygun olarak parçalan-
madan yana olanların oluşturduğu bağım-
sızlık, devrim ve cumhuriyet karşıtı Türkiye,
ki bugün Türk adından imtina eden, resmi
tabelalardan TC’nin kaldırılmasına sessiz ka-
lan bu kesim pek yakın bir gelecekte Türkiye
adından vazgeçmeyi de kabul edecektir;
diğeri, Türkiye’nin bütünlüğünden yana
olanların oluşturduğu bağımsızlıkçı, devrimci
ve cumhuriyetçi Türkiye…
Türkiye’nin bu hale gelişinde hiç kuş-
kusuz işçi sınıfı ve onun sendikal örgütleri-
nin de çok büyük bir payı var! Hükümetin
ve işverenlerin işçiler üzerindeki somut uy-
gulamalarına, işsizleştirme/taşeronlaştırma-
sendikasızlaştırma karşı aldıkları somut ta-
vırlara bakarak; sendikaların, yöneticilerinin
işçiler üzerinden her türlü geçimi ve zen-
ginleşmesini sağlayan birer şirket, işçilerin
hak ve özgürlük mücadelesinin önündeki en
büyük engel haline geldiğini saptamak zo-
rundayız. Tümü böyle değil kuşkusuz, ancak,
yolsuzluklarının kokusu dünyayı sarmış sen-
dika patronlarının sahip oldukları zengin-
likleri bırakıp üyelerinin haklarının peşine
düşmeyecekleri açıktır. Bunlardan, Türki-
ye’nin bugün karşı karşıya bulunduğu daha
kapsamlı ve hayati önemdeki ülke sorunla-
rına karşı bir tutum almalarını ummak da ha-
yaldir.
H�KÂYEN�N YATMA YER�Sözün başına dönersek, ülke sorunları bir
yana, özelleştirme-işsizleştirme/taşeronlaş-
tırma-sendikasızlaştırma gibi kendi sınıfsal
sorunlarına sahip çıkamayan, susmuş/sus-
turulmuş, pısmış/pıstırılmış bir işçi sınıfının
kendisine ait bir edebiyata sahip olması bir
yana, bu haliyle edebiyatımızda yer alabile-
ceği bile kuşkuludur.
Nitekim, ancak pek az eserden söz ede-
biliriz. Bugünün edebiyatında yeni bir
“Grev”, yeni bir “Bereketli Topraklar Üze-
rinde”, yeni bir “Ölümün Ağzı”, yeni bir
“Türkiye İşçi sınıfına Selam” yazılamaması,
sinemamızda yeni bir “Karanlıkta Uyanan-
lar”, “Gelin-Düğün-Diyet”, çekilememe-
sinde edebiyatçılarımız ve sinemacılarımızın
işçi ve emekçilere ilgisizliği kadar, işçi ve
emekçilerin kendilerine ilgisizliğinin de payı
var. Bizim neden bir “Germinal”imiz, “Bit-
meyen Kavgamız” olmadığının açıklaması da
burada.
O zaman burası hikâyenin yatma yer ol-
sun; haftaya, dünden bugüne Türkiye’de bir
işçi edebiyatı var mı, ona bakalım.
MECİT Ü[email protected]
Bizim neden bir ‘Germinal’imiz,‘Bitmeyen Kavgamız’ yok?
İŞÇİLERİN KURTARILACAK VATANI
Günümüz edebiyat�nda yeni bir “Grev”, yeni bir “Bereketli Topraklar Üzerinde”, yeni bir “Ölümün A�z�”, yeni bir“Türkiye ��çi s�n�f�na Selam” yaz�lamamas�, sinemam�zda yeni bir “Karanl�kta Uyananlar”, “Gelin-Dü�ün-Diyet”,çekilememesinde edebiyatç�lar�m�z ve sinemac�lar�m�z�n i�çi ve emekçilere ilgisizli�i kadar, i�çi ve emekçilerin
kendilerine ilgisizli�inin de pay� var
3 MAYIS 2013 CUMA 17Aydınlık KİTAP
60’lı yıllar, birçok açıdan hak ve öz-gürlükler getiren 1961 Anayasasının yü-rürlüğe girmesiyle birlikte işçilerin, köy-
lülerin ve emekçilerin uyanmaya, daha
özgür yaşama koşullarını öğrenmeyebaşladığı yıllar olmuştur. Öte yandan ken-di sömürü ve egemenliklerini sürdürmeye
çalışan güçler, uyanan işçi ve köylüleri
sindirmek, baskı altında tutmak içinyeni yöntemler geliştirmişlerdir. Bu yön-temlerin başında ise 1970’li yıllarda sa-
yılarının binleri bulduğu söylenen CIA
ajanının Türk topraklarına sokulması ge-liyordu. Bazı çıkar odaklarının destek-
leriyle yerleştirilen bu ajanlar Türki-ye’nin yakın tarihini şekillendirmede
rol aldığını söylemek abartı olmaz. Çün-
kü özellikle Kahramanmaraş’ta 1978 yı-lına değin hiç mezhep tartışması, kavgası
olmamıştı. Hatta Türkler, Kürtler, Ale-
vilerle Sünniler Maraş’ın İngiliz ve Fran-
sızlar tarafından işgaline karşı hep birlikte
mücadele etmişlerdi.Araştırmacı-yazar Orhan Tüleylioğ-
lu da Uğur Mumcu Araştırmacı Gaze-
tecilik Vakfı (um:ag) Yayınları’ndan çı-
kan “Kahramanmaraş Katliamı” kita-bıyla 35 yıl önce yaşanan katliamın per-de arkasını aralıyor. Kitapta, katliam ön-
cesinde yaşanan provokasyonlar ve gün-
lerce devam eden vahşetin, tüyler ür-perten ayrıntıları yer alıyor. Güvenlikgüçlerinin adeta seyirci kaldığı, siyasile-
rin üstünü örtmek için yarıştığı katliamı,
görgü tanıklarının anlatımlarıyla irdele-yen Orhan Tüleylioğlu, katliamı tüm
yönleriyle ortaya koyuyor.
ESRARENG�Z ABD’L�O dönem Ankara’daki ABD Büyük-
elçiliği İkinci Kâtibi Alexander Pack’inTürkiye’de gerçekleştirdiği geziler diğer
hiçbir diplomatlardan daha çok ilgi
uyandırıp, tartışma yarat-mamıştı. Pack, ne tesadüftür
ki 19 Aralık 1978’de başla-
yan Katliam öncesi bölgedebir süre kalmıştı. Sonrasın-da Çorum Katliamı öncesi
gene bölgede bulunması,
halkın dini ve siyasi yapısınıincelemesi ve kısa zamandaÇorum’da katliamın başla-
ması “oralarda sadece mez-
hep çatışması yaşandı” di-yenlere bir cevap niteliğinde.
�NSANLIK DI�IOLAYLAR…
Yazar “Kahramanmaraş
Katliamı” kitabında birçokvahşeti de gözler önüne seriyor. Özellikle
Ocak 1979’da Aydınlık’ta yayımladığı
yazı dizilerinden alıntılı aktardığı bilgi-lerle, katliamda ne çocuklara ne hamile
kadınlara ne de yaşlılara acımadan in-
sanların katledildiği, 60 ya-şında kör bir kadının göz-
lerinin tornavidayla oyul-
duğu, erkeklerin ölene ka-dar dövüldüğü bölümleriokurken insanın gözleri do-
luyor, tüyleri diken diken
oluyor.
K�TAPTAN“(…) 23 Aralık günü
Maraşlılar belediye hopar-
löründen ve Ulu Cami mi-narelerinden yapılan anons-
larla uyandılar: ‘Alevi komü-nistler suya zehir kattı’, ‘Al-
eviler Yörükselim’de din kar-
deşlerimizi katlediyor, Al-lah’ını seven Müslümanlar hazır olsunlar’,
‘Bütün milliyetçi Müslüman kardeşleri-miz hat boyuna…’ Maskeli kişilerin yö-
nettiği katliam bu çağrıyla başladı ve üçgün sürdü (…)”
12 Eylül darbesine giden yolda sonkilometre taşı; “Maraş katliamı”
O dönem Ankara’daki ABD Büyükelçili�i �kinci Kâtibi Alexander Pack, ne tesadüftür ki 19 Aral�k 1978’deba�layan Katliam öncesi bölgede bir süre kalm��t�. Çorum Katliam� öncesi gene bölgede bulunmas�,
“oralarda sadece mezhep çat��mas� ya�and�” diyenlere bir cevap niteli�indeDENİZ [email protected]
“Bir iki, Freddy geldiiii…Üç dört, Kapını sıkı ört… Beş altı…” diye
devam eder gider o kabus dizinin, ka-
bus şarkısı. Ama korku seven biri ola-
rak, üstüne aldığın battaniyeye sımsıkı
sarılmış, gözlerini ekrana dikmişsin-
dir. Kabus başladığında, ellerinin ke-
mikli kısımları bembeyaz olmuştur bat-
taniyeyi sıkmaktan. Farkında değilsin-
dir. Ürkünç sahnelerde gözlerini ka-
patmak için ellerin, göz kapakların-
dan daha hızlı davranır. Ve sahnenin bi-
tip bitmediğini parmaklarını araladığın
o kısıklıktan kontrol edersin. Yine de
vazgeçmezsin izlemekten.
Eski bir diziden söz ediyorum. Di-
zinin kahramanı Freddy denen hazret,
önce rüyanda musallat oluyor, ardından
gerçekte karşına çıkıyordu. Benim kar-
şıma hiç çıkmış mıydı? Sanırım hayır.
Fakat çıksa çıkardı. Nitekim parmak-
larındaki sustalı mantığına epey bir
takmışlığım da olmuştu o dönem. Bel-
ki de bilinç düzeyimde fazla tuttuğum
için, bilinçaltına nüfuz edememiştir!
İnsan ömrü ne kadar uzun olursa olsun,
öğrenilecek bilgiler de o
denli uzun. Yoksa bildiği tek
şey, neden hiçbir şey bil-
mediği olsun Sokrates’in?
Sokrates de kabus görmüş
müdür? Görmüş olsa bile, o
kesin Freddy değildir ben-
ce. Olsa olsa gudubet karı-
sı ile ilgilidir. Karısı mı?
Karısına nereden geldik ki?
Şu ikinci paragraftaki,
hafif şizofrenik (ne demek-
se hafifi?) anlatımın ötesin-
de, hakiki şizofrenik bir an-
latımla karşılaştım, “Geri
Gelenler”de. Kahraman, bi-
rinci tekil şahıs. Yani, “ben”
öznesiyle anlatılıyor. Henüz
lise öğrencisi bir gencin ağ-
zından dinliyoruz hikayeyi. Evet evet,
“dinliyoruz” denebilecek kadar sahici
bir anlatımı var. Ve cümleler birbirile-
rini, peşlerinden atlı kovalıyormuş gibi
takip ediyor. Kısa, açık, net ifadeler.
Öyle kulağını göstermek için elini bacak
arasından dolandıran zorlamalar değil
hiçbiri. Sarih.
Bu bir korku/gerilim ro-
manı. S. King ya da D.R
Kontz tarzına benzemiyor.
Gerilim romanlarının usta-
ları olarak bilinen bu iki is-
min eserlerini okurken, siz
olayları seyredersiniz. Oysa
Gemma Malley, doğrudan
sizi de kitabın içine çekiyor.
Kahramanla birlikte kaçı-
yor, peşinizden gelenlerden
tırsıyorsunuz. Tırsmak mı?
Hayır hayır! Ödünüz, bağır-
saklara komşu oluyor. Kısaca,
fena geriyor.
ALTINI ÇİZDİKLE-RİM:”Ama tam da o gece,
lambasını yanıp söndürdüğü-
nü gördüğümde yüreğim hop
etti. Gitmek zorunda olduğumu anla-
dım. Sanki bir şeye çok sert bir şekilde
çarpmak üzereydim de, Claire’in oda-
sı da deniz feneriydi; orada kendimi bu-
labilirsem her şey nihayet yoluna gire-
cekti.”
“Her şeyi yaşamaya değer kılan;
her şey sarpa sarmadan önce, ‘Ahhhh,
demek bunun için uğraşıyormuşum.
Bütün mesele buymuş demek,’ dedir-
tecek bir kısım olmalı hayatta. Yoksa in-
sanlar ne diye bu zahmete girsinler? Ne-
den insanlar bu sıkıntıya girerler?”
“Güç sessizlikte saklıdır.”
“Zihnim makineli bir tüfek gibi,
bir sürü düşünce ve görüntüyle dolu
ama hepsi birbiriyle alakasız, hiç birinin
bir yere vardığı yok. Rastgele beliren, ya-
nıp sönen ışıklar gibi. Belki de olay bu-
dur. Belki her şey rastgeledir.”
GERİYE KALAN: Okudukça, yazarı
merak ediyorsunuz. Acaba kendisi de
şizofren midir, ya da şizofreninin ayak
seslerini olsun duymuş mudur? Bildiği
kesin. Ama yaşayarak, ama gözlemle-
yerek. Ve yazar hakkında bulduğum bil-
gilere göre kendisi gayet halim selim bir
hayat yaşıyor Londra’da. Üstelik iki tane
de kız annesi. Kitabın kahramanı erkek
çocuk. Gerilim seviyor musunuz, siz
onu söyleyin bana? Yanıt, evetse, Gem-
ma Malley bu işi biliyor, benden söyle-
mesi.
Okuru koşturan şizofrenEMİNE SUPÇİ[email protected]
Geri Gelenler, Gemma Malley,
Deli Dolu, Çev: Saliha
Sanem Erdem,240 s.
KahramanmaraşKatliamı,
Orhan Tüleylioğlu, um:ag
Yayınları, 219 s.
3 MAYIS 2013 CUMA18 Aydınlık KİTAP
Eve Dönmenin Yollar�
Alejandro Zambra, Notos Kitap,
Çev: Çi�dem Öztürk, 146 s.
2010 yılında Granta’nın İspanyolca
yazan en iyi yirmi iki romancı arasında
gösterdiği Şilili genç yazar Alejandro
Zambra, üçüncü romanı “Eve Dön-
menin Yolları”nda belleğimizdeki le-
keleri kazırken geçmiş ve şimdiki zaman
arasında bocalayan insana kendine dö-
nüş yolunu gösteriyor.
“Eve Dönmenin Yolları”ndaki yazar
adayı anlatıcı tek başına yaşıyor, bolca si-
gara içiyor, kadınlarla birlikte oluyor, ro-
manını yazmaya çalışıyor. Bu sırada da
geçmişin izini sürüyor. Anlatıcıyla bir-
likte okur da Pinochet diktatörlüğünde
yaşanan zor zamanlara, büyük 1985
depreminin acı kayıplarına, çocukluk aşk-
larına, hayal kırıklıklarına dönüyor.
YENİ ÇIKANLAR
Alevi Olmak
Hasan Harmanc�, Destek Yay�nlar�, 384 s.
Bu çalışmada, Alevi düşüncesine te-
mel olan siyasal ruha ve bunun köke-
nine önem verildi. Bu kapsamda sorun
Aleviliğin mayalanma, kurumsallaşma
ve değişim dönemleri olarak ele alındı.
Aleviliğe dair bilinen yalanları yıkmak,
kayıp hakikatin izini sürmek, Alevilik-
te çelişki diye sunulan talan ile gerçe-
ği ayırmak güç değildir. Aleviliği var
eden ilkeleri ve yarattığı etkilerini ele al-
mak, Aleviliği anlamamızı kolaylaştı-
racaktır. Bu amaçla Aleviliği oluşturan
süreci gözeten veriler kullanıldı. Bu ça-
lışma hazırlanırken Aleviliği kendi di-
liyle anlamak, okumak için Aleviliğin et-
nosantrik yönüyle ortaya konulmasına
önem verildi.
21. Yüzy�l FeminizmineDo�ru
Kolektif, Nota Bene Yay�nlar�, 279 s.
Yaşanan küresel kriz 21. yüzyıla
damga vurmakta. Tüm siyasal ve top-
lumsal hareketler önemli değişimler ge-
çirerek varlıklarını sürdürebiliyorlar.
Feminizm de 21. yüzyılın gerçekleri et-
rafında dinamik bir yenilenme tartış-
ması yaşarken, kadın mücadeleleri bir
çok ülkede önemli bir yer işgal ediyor.
Kitap bu konudaki tartışmalara bir gi-
riş yapma amacını taşıyor. Makalelerin
her biri, kadın hareketinin Kanada’dan
Hindistan’a, Amerika’dan Ortadoğu’ya,
Türkiye’den Latin Amerika’ya uzanan
deneyim çeşitliliğini içerecek biçimde,
neoliberalizmin geçmiş 30 yılında fe-
minizmin yerini sorguluyor.
Atatürk ve Te�kilatç�l�k
Tugay �en, Kaynak Yay�nlar�, 192 s.
Bu kitapta, yakın tarihsel süreç ve
Atatürk’ün bugüne kadar işlenmemiş
teşkilatçılığı / particiliği incelenmiş ve gü-
nümüze ışık tutan sonuçlar çıkarılmıştır.
Atatürk’ün hayatı, teşkilat hayatıdır.
“Hürriyet” için, ilk gizli teşkilatını kur-
du. İstibdata karşı Vatan ve Hürriyet Ce-
miyeti’ni kurdu. Emperyalizme karşı
bağımsızlık savaşını kazanmak için Ana-
dolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Ce-
miyeti’ni kurdu. Devrimi devamlı kılmak,
Cumhuriyet’i korumak için Cumhuriyet
Halk Partisi’ni kurdu ve ölmeden önce
her şeyini partisine bağışladı.
Yeryüzünün Lanetlileri
Frantz Fanon, Versus Kitap Yay�nlar�,
Çev: R. �en Süer, 314 s.
Frantz Fanon’un sömürgeciliğin sö-
mürge halkları üzerindeki psikolojik
sonuçlarını analiz etmeye çalıştığı en
ünlü eseri olan “Yeryüzünün Lanetlileri”
sömürgecilik-karşıtı mücadelenin ve
Üçüncü Dünya’nın özgürlüğünün ma-
nifestosu olarak bilinmektedir. Afri-
ka’daki ulusal kurtuluş hareketlerinin ve
ABD’deki Kara Panterler örgütünün
esin kaynağı olmuştur. Avrupalılar, bu
kitabı açın, içine bakın. Karanlıkta bir-
kaç adım attıktan sonra bir ateş çevre-
sinde toplanmış yabancıları göreceksi-
niz; yaklaşın ve onları dinleyin. Sizin
acentelerinize ve buraları koruyan pa-
ralı askerlere layık gördükleri yazgıyı tar-
tışıyorlar.
Decameron Hikayeleri
Giovanni Boccaccio, MitraYay�nlar�, Çev: Taflan Gürsoy,
416 s.
Boccaccio (1313-1375) nikâhsız
bir birleşmeden sonra dünyaya geldi.
Babası, on üç yaşlarındayken onu
Floransa’ya getirtti. Tüccar olarak
yetiştirmek istiyordu. Fakat genç Boc-
caccio yirmi bir yaşına kadar babası-
nın bu arzusunu gerçekleştiremedi.
Bunun üzerine babası, onun başka bir
meslek seçmesine izin verdi. Ama bu
meslek şiir ve edebiyat olmayacaktı.
İşte bir aşk mahsulü olarak dün-
yaya gelen ve babasının arzu ettiği gibi
para kazanacak işlerde başarı göste-
remeyen Boccaccio sonraları İtalyan
edebiyatının üç büyüklerinden biri
oldu: Dante - Petroka - Boccaccio.
Binbir Gece Polisiyeleri - 2
Robert Louis Stevenson,Labirent Yay�nlar�,
Çev: Feyza Göçer, 238 s.
“Bir adaletsizlik düşmanı olarak
doğdum. En körpe yıllarımdan itibaren
ne zaman hasta birini görsem, Tanrı’ya
karşı deliye dönerdim ve ne zaman yok-
sulların acılarını görsem de, insanlara
karşı. Fakirin kuru ekmeği, leziz ye-
meklerimi yemek için oturduğumda bo-
ğazıma takılırdı ve sakat çocuklar beni
ağlatırdı. Tüm bunlarda soylu olmayan
ne vardı ki? Yine de bakın görün, bu dü-
şünceler beni nasıl çöküşe götürdü! Yıl-
lar geçtikçe, kaybedenlere karşı bu tut-
ku beni daha da sıkıca kuşattı. Krallarda
nasıl bir umut vardı ki? Şimdi para için-
de yüzen o iyice küpünü doldurmuş sı-
nıflarda nasıl bir umut?...”
Na�melerin Öyküleri
Metin Atamer, Yeni �nsanYay�nlar�, 144 s.
Metin Atamer dördüncü kitabında
Türk Sanat Musikisi dünyasına ve onun
çok az bilinen şarkı ve güftelerinin hi-
kâyelerine götürüyor okuyucusunu.
Zeki Müren ve saz arkadaşı Klarnet
ustası Şükrü Tunar’ın aynı kaderi pay-
laşarak sanat hayatlarının sahnede son-
lanmasının hazin hikâyesi...
Nikoğos ağası, bestekâr Giriftsen
Asım Bey’i, Lâvtacı Hristo Ağa’sı, San-
turi Ethem Efendi ve Sanat Musikisi-
nin nice parlak dehası...
Metin Atamer’in o alışıldık dili ile
gönlünüz bir kez daha musiki ile dola-
cak ve hikâyeleri okurken tavsiye etti-
ği şarkıları dinleyerek adeta mest ola-
caksınız.
Bir’le Bir Olmak
Henry Corbin, PinhanYay�nc�l�k, Çev: Zeynep
Oktay, 320 s.
“Bir’le Bir Olmak” adlı eserinde
Henry Corbin, İbn Arabî’nin vahdet-
i vücut tasavvurunu, aşk ve muhayyi-
le kavramları üzerinden yeniden yo-
rumlar. Bu yorumun başlıca unsurla-
rı; Allah’ın rahmet nefesinin ürünü ola-
rak Rab-kul irtibatı, aşkın bu irtibattaki
rolü ve bu irtibata bağlı vahdet ve ya-
ratılış tanımları, kalbin ve himmetin ya-
ratıcı gücü ve bir tecelli olarak na-
mazdır. Yaratılanı var eden aşkla ben-
liğine ulaşan arif, himmetinin gücüy-
le, muhayyilesinde yarattığı hayali,
hayallerin dünyasından hislerin dün-
yasına indirerek gözle görünür hale ge-
tirebilir.
�çimizdeki Karanl�k Yan
Elisabeth Roudinesco, Say Yay�nlar�,
Çev: Nami Be�er, 232 s.
Yirmi yıl arayla 1890 ve 1914 yılları
arasında Avrupa edebiyatının iki kah-
ramanı, Dorian Gray ve Gregor Sam-
sa, ilki iktidardan çok sanata hizmet et-
meyi tercih eden işsiz güçsüz bir aris-
tokrasinin bağrındaki sapık arzunun
büyüklüğünü zamanın tıbbına karşı bü-
tün parıltısıyla ortaya sunarken; diğe-
ri burjuva normalliğinin bağrındaki iğ-
renç çıplaklığın maskelerini kaldırarak
bu alana kendilerini adamışlardır.
Hayat Bir Macera
Samet A�ao�lu, Yap� KrediYay�nlar�, 184 s.
Samet Ağaoğlu çocukluk ve genç-
lik anılarını anlatıyor. I. Dünya Savaşı
ve Mütareke yıllarında İstanbul... Si-
yasetle iç içe bir babanın başına ge-
lenler... Önce tutuklanış, ardından
Malta adasına sürgün ediliş... Geride bı-
raktığı beş çocuklu ailenin yaşadıkları...
Nihayet sürgünden dönüş ve Ankara...
Yalnızca kişisel anılar değil, baba-
sının geniş çevresinde tanıdığı insanlar
hakkındaki izlenimleri, değerlendir-
meleri, yaşamının sonraki yıllarındaki
karşılaşmaları üstüne yorumları kitabı
daha da zenginleştiriyor, yeni anlamlar
katıyor.
O Asla Geri Gelmeyecek
Hans Koppel, Ayr�nt� Yay�nlar�,
Çev: Nuray Öno�lu, 288 s
Hans Koppel, “O Asla Geri Gel-
meyecek” adlı romanında büyük bir
aile dramına tanık ediyor okuru...
Mike ve Ylva Zetterberg, kızları San-
na’yla birlikte, İsveç’in bir sayfiye ka-
sabasında mutlu mesut yaşamakta-
dır. Arada bir uç veren, Ylva’nın zor
geçmiş çocukluğundan kaynaklandığı
düşünülen kimi sorunlar dışında mut-
luluklarını gölgeleyecek hiçbir şey yok-
tur. Ancak Ylva günün birinde koca-
sına o akşam iş arkadaşlarıyla birlikte
dışarı çıkacağını, iş arkadaşlarına ise
eve gideceğini söyleyerek ortadan kay-
bolur...
Zaman Ak�p Giderken
Chris Freeman, Francisco Louça,�thaki Yay�nlar�,
Çev: Osman S. Binatl�, 552 s.
Devrimci teknolojilerin, ticaret
çevrimi, ekonomi ve toplum üzerindeki
etkisini en iyi hangi şekilde kavraya-
biliriz? İktisat, niçin tarih olmadan, ku-
rumsal ve teknik değişmenin bir idra-
ki olmadan anlamsızdır? “Yeni Eko-
nomi” tarihin sonu mu demektir?
Bunlar, Sanayi Devrimi’nden bu-
güne kadar modern ekonomik büyü-
meyi yetkin bir biçimde analiz eden bu
çalışmada ele alınan sorulardan bazı-
larıdır. Freeman ve Louça, ekonomik
büyümenin analizinde, bilimle tekno-
lojinin yanı sıra, siyasetin, kültürün, ör-
gütsel değişmenin ve girişimciliğin de
hesaba katılması gerektiğini tanıtla-
maktadırlar.
Ah Bre Sevda Ah Bre Vatan
Demet Alt�nyeleklio�lu, Remzi Kitabevi, 688 s.
Aylarca çok satan listelerinin üst sı-
rasında kalan yazardan bir mübadele
romanı. Anadolu ve Rumeli’de sev-
dalarıyla vatan aşkları arasında sıkı-
şanların büyük dramı. Balkan ve Dün-
ya Savaşı, Türk-Yunan kapışması ve
sonrasında yaşanan sıradan insanların
yazılmamış tarihi. İzmir’de Rum kızı
Eleni ile Türk delikanlısı Enver’in, Se-
lanik’te Fidan ile Mehmet’in düş-
manlıklara, bağnazlığa meydan okuyan
büyük aşkları. Her şeyden habersiz
olan halkların sırtında kurulan kurtlar
sofrasında oynanan oyunlar, entrika-
lar. Dayanılmaz acıların, adsız şehit-
lerin, gazilerin, yiğitlerin ve Ege’nin iki
kıyısındaki gönül erlerinin hikâyesi...
Sava�ç�n�n Kameras�
Stephen Prince, Kabalc� Yay�nevi,
Çev: Ahmet Ergenç, 322 s.
Akira Kurosawa tüm zamanların
en büyük yönetmeni sayılır. Ona Ja-
pon sinemasının kralı demek abart-
ma olmaz.
Uzun yıllar Amerikan sinema-
sındaki şiddet öğeleri üzerinde araş-
tırmalar yapan Stephen Prince bir dö-
nem de Japon sineması ve onun
dünya sineması üzerini etkilerini
araştırdı ve bu konuda Pensilvanya
Üniversitesi, Sinema ve Tiyatro Bö-
lümü’nde dersler verdi. “Savaşçının
Kamerası - Akira Kurosawa”, Prin-
ce’in bu araştırmalarının bir sonucu
olarak basılan ve büyük ilgi toplayan
kitaplarından en önemlisidir.
3 MAYIS 2013 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR
Genom
Matt Ridley, Bo�aziçi Üniversitesi Yay�nevi,
Çev: Mehmet Do�an, Nivart Ta�ç�,407 s.
İnsan genomu, 23 çift kromozom-
dan oluşan bir pakettir. Matt Ridley bu
paketi açıyor ve ortaya dökülen ama
genetik dilinde yazılmış pek çok sırrı bi-
zim anlayacağımız bir dile tercüme edi-
yor. Genetik mirasımız kaderimiz mi?
Yoksa genetik determinizm bir mitten
mi ibaret? Bir katilin işlediği cinayetin
sorumluluğu ailesindeki genlere yük-
lenebilir mi?
“Genom”da merak ettiğiniz bu ve
benzeri pek çok soruya yanıt bulacak-
sınız. “Genom”u okudukça şempan-
zelerle genetik benzerliğimizin %98 ol-
ması en azından bazılarımızın onuru-
na daha az dokunacak gibi görünüyor.
Çocukların dünyasını zenginleşti-
recek renkli resimlerle süslenmiş ve
akıcı bir dille yeniden anlatılmış bu ma-
sallar, her aile kütüphanesinin vazge-
çilmezi olacak. Öfkeli padişahın ver-
diği idam kararını ertelemek için Şeh-
razad binbir gece
boyunca ona hikâ-
yeler anlatır. De-
nizci Sinbad’ın ve
Aladdin’in mace-
ralarından, cinle-
rin ve sihirli diyar-
ların hikâyelerine
kadar, anlattıkları
o kadar büyüleyi-
cidir ki, sonunda
padişah Şehra-
zad’ın hayatını ba-
ğışlar.
Anonim, Remzi Kitabevi
Çev: SedaÇ�ngay, 280 s.
3 MAYIS 2013 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ
Binbir Gece Masallar�
80’li yıllarda mizah yazınımıza yepyeni
bir tarz getiren birkaç mizah ustasından
biridir Cihan Demirci. Hem yazar hem de
çizer olarak karşımıza komple bir mi-
zahçılıkla çıkan usta kendine özgü bir üs-
lup yaratarak 80’li yıllarda dilimize “Ge-
yik Muhab-
betleri” deyi-
şini bir mizah
tarzı olarak
sokmuş, du-
var yazısı-öz-
deyiş arası
kısa ve vu-
rucu espri-
leriyle özel-
likle genç
o k u r d a n
büyük bir
ilgi görm-
üştü. Ya-
zarın yıl-
l a r d ı r
baskısı ol-
mayan ki-
tabı “Ge-
yik Mu-
habbetle-
ri” 24. basımını tüketeli sanırım 10 yıldan
fazla bir süre oldu. Cihan Demirci’nin
farklı mizahı daha sonra gene kendi
üretimi sözcükler olan “Espirin” ve “La-
forizmalar”la devam etmişti.
1978 yılın-
dan beri yazar-
çizer olarak üre-
timini sürdüren,
2013’te mesleki
anlamda 35 yılı
geride bırakan
Cihan Demirci,
dilimize ve mi-
zahımıza pek
çok deyim, te-
rim, sözcük ka-
zandırmış bir
mizahçı olarak
son yıllarda
özellikle ardı ar-
dına çocuk ki-
tapları yayımlı-
yor ve çocuklara
ayrı bir önem
veriyor. Tabii ço-
cuk kitapların-
da da kendine
özgü mizahçılığını elden bırakmıyor.
2013’ün Şubat ayında Kırmızı Kedi Ya-
yınevi’nden çıkan “Hınzır Can Çevre
Dostu” adlı yeni çocuk kitabı bize onun
yeni bir çocuk kahramanını müjdeliyor.
ÇEVREM�Z� SARANSORUNLAR
Cihan Demirci’nin yeni çocuk kahra-
manı Hınzır Can, annesi Erişim Hanım,
Babası Sözel bey ve ilginç köpeği Zibidi,
yakın arkadaşları; Demohan, Tarçın, Tık-
nefes, Dobracan ve uzatmalı kız arkada-
şı Kuple ile gü-
nümüzün yerin-
de duramayan
bir enerjiye sa-
hip çocukların-
dan biri. Açık-
çası “O bir
Can’lı yayın”…
O bir hazır ce-
vap fabrikası!..
O bir zamane
f ı r l a m a s ı ! . .
“Hınzır Can” bu
kitapla çocukla-
ra ilk kez “mer-
haba” derken,
karşımıza çevre
dostu bir çocuk
olarak çıkıyor.
Çevremizi saran
sorunlara ken-
dince çözümler,
öneriler üreti-
yor, kendince tepkiler veriyor… Hınzır
Can, bu kitapta, ülkemizde bir türlü
oluşmayan çevre bilincine, küçük bir kat-
kı için yakın çevrenizde dolanıp duruyor…
Çevresinde olup bitenlere farklı göz-
lerle bakmaya başlayan Hınzır Can, fık-
ra tadında kolay okunan maceralarında an
geliyor GDO’lu konuşan bir patlıcanla rö-
portaja kalkışıyor, an geliyor korsan kitap
sorununa değiniyor. Küresel ısınmadan,
çölleşmeye, fıstık çamlarına verilen za-
rardan, su sorununa, Kazdağlarının altın
aramayla yok edilmesinden fay kırığına
dek pek çok çevre sorununa kendince dik-
kat çeken Hınzır Can, su tasarrufu için
bize su-per öneriler sunuyor. Ağaçların ya-
kın dostu olan bu hiperaktif çocuk çev-
remizi saran çirkin yapılara, rant aracı
AVM’lere de gıcık mı gıcık doğrusu. Kü-
resel ısınmaya kafa yorarken, çevremizi
saran çirkinlikleri de es geçmiyor. Bir so-
lukta okunan bu keyifli ve duyarlı kitap
Hınzır Can’ın “Dünya Çevre Günü” bil-
dirisiyle sona eriyor.
ÇOCUKLARLA �Ç �ÇE B�RYAZAR-Ç�ZER
Cihan Demirci 20 yılı aşkın bir süredir
söyleşi, atölye çalışması ve imza günleri için
gittiği okullarda “Hınzır Can” benzeri; du-
yarlı, hazır cevap ve hiperaktif güç kaynağı
çocuklarla bir araya geldi. “Hınzır Can” da
zaten yıllar süren bu gözlemlerin sonu-
cunda oluştu. Kitabın iç resimlemelerine
ve kapak resmine de imzasını atan Cihan
Demirci, 35 yılı bulan yazar-çizerlik ma-
cerasında bugüne dek, 310 bini aşan bir
okura ulaşan 42 kitap yayımladı, bu ki-
taplardan 19’u ise çocuk kitabı.
Cihan Demirci, bu keyifli kitapta ince
gözlem gücüne dayalı coşkulu, duyarlı ve
günümüz çocuklarını yakalayan mizah
anlayışıyla bugünün çocuğunun çevre ile
dostluk kurabilme çabalarından renkli, eğ-
lenceli ve düşündüren kesitler sunuyor biz-
lere…
Öğrendiğimize göre Hınzır Can’ın se-
rüvenleri başka kitaplarda da devam ede-
cek.
Doğayı seven çocuklaraDilimize pek çok sözcük, terim ve deyim kazand�rm�� olan mizah ustas� Cihan Demirci, son y�llarda çocuklar içinyazd��� kitaplara a��rl�k vermi� gözüküyor. Hem yazar hem de çizer olarak 35 y�l� geride b�rakan mizah ustas�n�n
son kahraman� H�nz�r Can, ilk kitab�nda çevre dostu olarak kar��m�zda…
DİLEK KESKİ[email protected]
Küçük ejderha Kokosnuss ve ar-
kadaşı Matilda, Kaplumbağa Adası’na
gitmek üzere salları ile yola çıktılar. An-
cak aniden ortaya
çıkan bir korsan ge-
misi onları yakala-
dı ve ünlü Korsan
Reisi Berbat Jim,
Kokosnuss ve Ma-
tilda’yı zincire vur-
durdu. Fakat son-
ra gemideki kor-
sanlar isyan edin-
ce, bu sefer Berbat
Jim, Küçük Ejder-
ha’nın yardımına
muhtaç kaldı...
Ingo SiegnerAbm Yay�neviÇev: Sadettin
F�rat, 72 s.
Küçük Ejderha veZalim Korsanlar Muzaffer İzgü okumayı yeni öğ-
renen çocuklar için beş kitap yazdı.
Okumaya hangisinden başlarsanız
başlayın, diğerleri için sabırsızlana-
caksınız. Üstelik
Serap Deliorman
öyle güzel resim-
ledi ki onları, ki-
taplığınızın en gü-
zel kitapları ola-
cak “Sarı Civciv”,
“Şeker Kız”, “Uy-
kucu Sibel”, “An-
neciğim Acıktım”
ve “Çıplak Ayak-
lı Futbolcu”.Muzaffer �zgüBilgi Yay�nevi
24 s.
�plak Ayakl� Futbolcu
Tuna, Deniz ve Yasemin, her yaz
tatil yaptıkları Güzelçamlı’ya gittik-
lerinde, çevrelerinde garip olaylar
yaşandığını fark
ederler. Eğer bu
gidiş önlenemezse,
dünyayı büyük bir
felaket beklemek-
tedir. Kalkıştıkları
bu zorlu mücade-
lede en büyük yar-
dımcıları da Çev-
reci Dede olacak-
tır. Yardımcı Ça-
lışma dosyası ile
“Çevreci Dede”yi
okumak çok daha
eğlenceli!
Hikmet TemelAkarsu,
Do�an Egmont, 152 s.
Çevreci Dede Yakla�anTehlike
Hınzır Can
Çevre Dostu,
Cihan Demirci,
Kırmızı Kedi Yayınevi, 128 s.
3 MAYIS 2013 CUMA 21Aydınlık KİTAP
İzmir Kitap Fuarı’nda yazar Seyyit
Nezir ve Mecit Ünal, Neyzen Tevfik üze-
rine bir panel gerçekleştirdiler. Kitap eki-
mizde de yayınladığımız ve oldukça ilgi
gören Neyzen Tevfik yazısının ardından
paneldeki konuşmaları da sizlerle pay-
laşıyoruz.
Seyyit Nezir: Neyzen Tevfik, şiirimi-
zin nev’i şahsına münhasır ustalarından
biri. Gerçekten hem yaşam olarak hem
de şiirle dünyaya bakış olarak son dere-
ce özgün, Batı ile Doğu arasında yaşamı
ve felsefesiyle köprü kurabilmiş bir kişi-
liğimiz. Onda bir bakıyorsunuz Nasred-
din Hoca’nın kendini ve halkı yerden yere
vurabilecek cesarette özeleştirisini bu-
luyorsunuz, bir bakıyorsunuz Batı’daki en
ileri düzeyde biçimlenen felsefi mesele-
leri şiirlerinde yansıttığını görüyorsu-
nuz. Bir bakıyorsunuz Nef’i’den, Kazak
Abdal’dan çok güçlü yergi ve toplumsal
eleştiri duyarlılığı yansıtıyor, bir bakı-
yorsunuz çağdaşı ve üstadı kabul ettiği
Eşref’ten felsefi bakımdan daha derin ve
ileri düşüncelerle karşımıza çıkıyor. Ken-
disini en iyi şu dörtlükte anlatıyor:
Felsefemdir kitab-ı imanımTaparım kendi ruhumun sesineSecde eyler hakikatim her anKalbimin ateş-i mukaddesine
Sansürsüz düşünmenin, özgürlük aş-
kının bu kadar özgün ve cesur ifade edi-
lişini belki sadece Batı düşüncesinde, bir
Hegel’de, bir Schopenhauer’da bulabi-
liriz. Ne yazık ki biz Neyzen’i sadece kü-
fürbaz olarak belledik. Peki, niye öyle bel-
ledik? Çünkü Neyzen, söze hiçbir san-
sürü kabul etmeyen bir kişiliğe sahip...
Ayrıca onun yaşam anlayışına göre kü-
für bir müsekkin, yatıştırıcıdır. “Ben
küfrü böyle kullandığım için kime küfür
etsem güler, küfrettiğim kişi de teskin
olur,” diyor. Çünkü gerçekten o, küfür-
de herhangi bir kimseyi, olayı, durumu,
ruhen ya da fiziksel olarak taciz etmez.
Zaten Kazak Abdal’da, Nef’i’de de öy-
ledir. Ama en başta özgür düşünceye kar-
şı çıkanlar, Neyzen’e haydi haydi karşı çı-
kacaklardı. Neyzen’in en büyük şansı,
güçlü şiirlerini büyük eleştirisini 1908
Devrimi sonrasında ortaya çıkarmasıdır.
1908 Devrimi ve sonrası, sosyal tarihçi-
ler ve o dönemi merakla incelemiş olan
okurlar bilirler ki, Türkiye’de düşünce ve
eylem özgürlüğünün en güçlü olduğu dö-
nemlerden biridir. Belki ona yakın di-
yebileceğimiz dönem 27 Mayıs’tan son-
ra yaşanmıştır. Devrim 24 Temmuz’da ol-
muştu, hemen bir yıla varmadan 13 Ni-
san 1909’da, eski takvime göre 31 Mart
1325’te karşıdevrim, şeriatçı ayaklan-
ma olunca bu kez, o özgürlüklerin kötüye
kullanıldığı yorumlarıyla beraber gelen
birtakım yasalarla, meclis ve İttihat Te-
rakki devrimi güvenceye almak adına bir-
takım sınırlamalar getirmeye başladı.
Fakat o on aylık dönem Türkiye’de daha
önce yaşanmamış tam bir devrimci dal-
galanma dönemidir. İşte o sırada, gerek
Abdülhamit’e, gerek her türlü gericiliğe,
yobazlığa, yolsuzluğa yönelik eleştirisini
de Neyzen özgürce yapabilmiştir. Küf-
retmesi gerektiğinde küfretmiştir, ama
aşağılamak için değil, karşısındakini ya-
tıştırmak için; kötü ve yıkıcı eyleme,
şiddete, saldırganlığa yönelmenin önü-
nü almak için küfre başvurmuştur.
Mecit Ünal: Bir şairi var eden şey
eserleri olduğu kadar, yaşadığı hayattır.
Neyzen Tevfik’in macera dolu bir haya-
tı var. Ama o dönemin birçok aydını son
derece maceralı hayatlar yaşıyorlar. Çün-
kü Türkiye o zaman bir imparatorluk,
Rumeli’de, Afrika’da, Asya’da toprakları
var. Neyzen Tevfik, Bodrum’da doğ-
muş, İzmir’de büyümüş, İstanbul’da ya-
şamış, Mısır’a gitmiş, Kahire’de bulun-
muş…
Neyzen Tevfik doğduğunda Bodrum
çok küçük bir yer. Babası Bodrum Rüş-
tiyesi’nin başöğretmeni... Böyle bir or-
tamda doğuyor. Onu değiştiren etken-
lerden biri de, Bodrum’da Tepecik kah-
vesinde ney dinlemesi. Bir kaval sesi du-
yuyor ama onun ney olduğunu bilmiyor.
Sonra yakalandığı sara hastalığı da onu
neye yönlendiriyor. Şiire başlamasına bir
bakıma sara yol açıyor. Sonra İzmir’e Ur-
la’ya geliyorlar. Burada, şair Eşref’le, İz-
mir’de sürgün bulunan Abdülhalim
Memduh ile tanışıyor. İlk şiirini 19 ya-
şında İzmir’de yayımlıyor. Mehmet Akif
en yakın arkadaşı. Tevfik Fikret’le, Hü-
seyin Cahit Yalçın’la dost. Ney’den do-
layı Mevlevi, mey’den dolayı Bektaşi. Bel-
ki de bu yüzden, dilinin ayarı olmayan
nevi şahsına münhasır bir şair Neyzen
Tevfik... Dinle ilişkisine gelince: Neyzen
Tevfik’in inandığı bir Tanrı var, ama onun
Tanrı’sı Neyzen Tevfik gibi bir tanrı. Şi-
irlerinde bazen ona sığınıyor, bazen öf-
kelenip sitem ediyor. Alkoliklik derece-
sinde içkiye düşkün. Esrar kullanıyor. Ha-
yatının büyük bir kısmı tekkelerde, mevl-
evihanelerde, akıl hastanelerinde geçiyor,
ama öte yandan son derece açık bir di-
mağa sahip.
Neyzen Tevfik bir hayvansever. O
dönemin aydınları hayvanları seviyorlar.
Dağlardayken Resneli Niyazi’nin yanın-
da gezdirdiği bir geyik var. İzmir suikas-
ti suçundan idam edilen Albay Arif Bey’in
yanında hep bir ayı yavrusu olur, onunla
güreş tutuyor. Neyzen Tevfik de yaşamı-
nı uzun süre bir köpekle paylaşıyor. Adı
Mernuş... Öldüğünde şu şiiri yazıyor:
Bu engin ayrılık canıma yetti,Başımdan aşıyor kederim Mernuş,Bu yolda yazılmış fermanı kaza,Bunu da gösterdi kaderim Mernuş.
Bağlanmıştım bütün kalbimle sana,Şu fani cihanı okuttun bana.Sen göçtükten sonra ben yana yanaHicranla gözyaşı dökerim Mernuş.
Bu yolda cahilim, bildiğim kısa,Sen girdin toprağa ben düştüm yasa.Haklı haksız hatırını kırdımsaAffet günahımı beşerim Mernuş.Neyzen’in en çok uğraştığı, diline do-
ladığı meselelerinden biri de yobazlık:Hayliden hayli kalınlaştı yobazlık ye-
niden,Softalık zorlu anırtı ile aldı yürüdü.Kara bir kinle taassub pusudan çıktı
yine,Yurdu şâhâne cehâlet yeni baştan bü-
rüdü.Sözcükleri keskin ve sivri:Kime sordumsa seni doğru cevap ver-
mediler; Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus de-
diler... Künyeni almak için, partiye ettim te-
lefon: Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus de-
diler!..
Neyzen’in yaşadığı tüm devirler için
geçerli olan bu dörtlüğü bugün için de
söylenmiş kabul edebilirsiniz.
Neyzen Tevfik’in şiiri eski mi yeni mi?
Bilinmesi gereken bu bence. Neyzen
Tevfik’in yaşadığı olaylar, eleştirdiği du-
rumlar bugün de varsa, Neyzen Tevfik
günceldir, yenidir. Neyzen’in güncelliği
ölçüsünde hicvimizin Can Yücel’de kal-
mış olması ise üzücü.
Hicvin üstadı Neyzen TevfikSansürsüz dü�ünmenin, özgürlük a�k�n�n bu kadar özgün ve cesur ifade edili�ini belki sadece
Bat� dü�üncesinde, bir Hegel’de, bir Schopenhauer’da bulabiliriz. Ne yaz�k ki biz Neyzen’i sadece küfürbaz olarak belledik
3 MAYIS 2013 CUMA22 Aydınlık KİTAP ARAKABLO
Falih Rıfkı Atay, kurucuları arasında
bulunduğu Akşam Gazetesi’nde 4 yıl bo-
yunca yazdığı başyazılarıyla İstiklal Sa-
vaşı’nı ateşli biçimde desteklemiş yurt-
sever yazarlarımızdandır. İttihat ve Te-
rakki’nin yılmaz kalemi Hüseyin Cahit
Yalçın’ın da liseden öğrencisi olan Atay,
Talat Paşa’nın özel kalem müdürü ola-
rak çalıştıktan sonra, I. Dünya Savaşı’nda
yedek subay olarak gittiği Suriye’de Ce-
mal Paşa’nın özel kâtipliğini yaptı. Ya-
zarlığa Tanin Gazetesi’nde başladı
(1913), Suriye ve Filistin’deki savaş anı-
larını Ateş ve Güneş (1918) kitabında
topladı. Aynı yıl, Ali Naci (Karacan),
Necmettin Sadık (Sadak) ve Kazım Şi-
nasi Dersan ile birlikte Akşam Gazete-
si’ni kurdu. Damat Ferit hükümetince va-
tanseverleri yargılamak üzere kurulan ve
halk arasında “Kürt Nemrut Mustafa Di-
vanı” diye anılan mahkemede Ak-
şam’daki yazılarından ötürü idam tale-
biyle yargılandı. II.İnönü Muharebe-
si’nin kazanılması üzerine Divan-ı Harp
tutum değiştirince idamdan kurtuldu. 10
Eylül 1922’de Anadolu’ya geçti.
Demokrat Parti’ye karşı muhalefeti-
ni Bedii Faik’le çıkardığı (1952) Dünya
Gazetesi’nde yürüten Atay, ulusalcı ve
cumhuriyetçi kişiliğini yaşamı boyunca
koruyarak, Osmanlıcılara ve Osmanlı-
cacılara karşı Atatürk devrimini, Türk-
çenin bağımsız bir edebiyat ve bilim
dolu olduğunu ısrarla savundu. Çanka-
ya adlı yapıtında kendisini şöyle tanım-
ladı: “Ben haddini bilen bir yazı adamı-
yım. Cumhuriyet devrine ‘Akşam’ gaze-
tesinin dört sahibinden ve iki başyaza-
rından biri olarak girdim. Cumhuriyet
Halk Partisi’nin iktidar devrinden ‘Ulus’
gazetesinin ‘eski’ başyazarı olarak çıktım.
Otuz yıl yazdım, konuştum, dinledim ve
gördüm. Hepsi bu.”
DÜNYANIN EN BAHTLI�NSANI
Atay, Cumhuriyet’in 10. Yıl’ında, iş-
gali ve Kurtuluş Savaşı acılarını hemen
unutmakta olanları haklı olarak uyar-
mıştı:
“İnkıraz, kurtuluş... Bu kelimeleri
şimdi ne kadar kolay söylüyorsunuz. Bir
milletin bayrağı, o milletin başı gibi dü-
şer.
“İstanbul sokaklarında yedi düşman
marşının birbirine karıştığını duymuş
olanlardanım.
“Beyaz barbar, pabuçlarını kaç sene
‘Ay Yıldız paçavrası’na sildi.
“İstanbul güneşi batarken, zenci da-
vulu Sarayburnu’nda Marseillaise vurdu.
“Galata; Şanghay çarşısına, Divan-
yolu; Fas pazarına, Mısırlı; İstanbul so-
kaklarında İngiliz’e, Cezayirli de Fran-
sız’a döndü.
“Karargâh kapılarında prensler ra-
calık, büyük fikir adamları tebaalık di-
lenir oldular.
“Ben en büyük vatandaş kahraman-
lığının gözyaşlarını kurutmadan evden
çıkmak olduğunu görmüş olanlardanım.
...
“Size dünyanın en bahtlı insanı kim
diye sorarlarsa, göğsünüzü kabartarak,
kendinizi gösteriniz!” (Eski Saat, 1933)
GÂVUR �ZM�R DED�KLER�Kurtuluş Savaşı yıllarının millî mü-
cadele basınında Atay’ın olaylara duy-
gusal olduğu kadar akılcı politik tavır alı-
şıyla beliren öncü kişiliğini hem düşün-
ce hem de dilinde, doğruları kestirme,
apaçık ve etkili yansıtışında yakalıyoruz.
Nitekim İzmir’i hem düşmana hem yo-
bazlara karşı gözü pek bir yurt aşkıyla sa-
vunmuştu:
“İzmir Türklerinin İzmir toprağına
nasıl bastıklarını görmek, İzmir dağla-
rında rüzgârın şuradan buradan koparıp
getirdiği türkülerin ezgilerini duymak, in-
sana hangi milletin vatanında olduğunu
bir anda öğretir. ... Ne suyunda leke, ne
yatağında haraplık, ne sesinde yorgunluk
var. Bursa bile, Konya bile bu kadar Türk
değildir. ... İzmir’in Türklüğü bir rakam
ve şekil, bir istatistik Türklüğü değildir.
Zira istatistikler ve rakamlar, ölü ve bo-
zulmuş, cesetleri ancak adetle sayılma-
ya layık olan milletler içindir. ... Yere bat-
sın istatistik! İzmir Türk’tür. Adet man-
tığı içinden kahraman
planları çıkar mı? İz-
mir’in yiğit ve mert
Türkleri niçin kendi-
lerini rakamla müda-
faa etsinler?” (Büyük
Mecmua, 28 Mayıs
1919)
M�LLÎMERKEZ’ED�VAN-I HARPM�?
Mustafa Kemal’i
serüvenci bir başıbo-
zuk olarak niteleyen
nice kaşarlanmış ve
yalancı şöhrete aldır-
maksızın onun yanın-
da yer alışını yalın ve
saf bir anlatımla dile
getiriyordu: “O iste-
diğini söylediği vakit,
her taraftan şu cevap
geliyordu: ‘Bizim de
istediğimiz budur!’ İs-
tediklerini bilenler
Mustafa Kemal’de bir
başbuğ ve bir arkadaş,
istedikleri şeyi tarif edemeyerek yalnız
onun aksini ve hicranını duyanlar, seda-
sında da bu esrarengiz emelin hakiki ta-
rifini buldular... İnsan sormak istiyor:
‘Hakikaten vücudunuz etten midir, göğ-
sünüz kemikle mi örülmüştür, siz de ce-
set içinde mahpus bir faniden mi iba-
retsiniz?’ Ve hatta ben sormak istiyorum:
Siz bizden biri misiniz?” (Akşam, 22 Ey-
lül 1921)
Önderi bertaraf etme amacındaki
boşuna gayretleri de somut ve alaycı ga-
zeteci söylemiyle sahiplerinin yüzüne
vururken, bugüne de ışık tutuyor, gerici
hükümetlere karşı savaşan Cumhuri-
yetçileri her dönemde bekleyen pusu ve
tehlikeleri, günümüzde Millî Merkez’e
yönelik olası komploları haber veriyor:
“İptida, Kastamonu’daki valiler, Mus-
tafa Kemal Paşa’yı dostlarıyle beraber
baskın usulü şöyle bir tutup zaptiyeler
arasında eli kolu bağlı, alayişle İstanbul’a
gönderecekti. Mustafa Kemal Paşa, Si-
vas’tan geçen bu tevkif telgrafını açtı,
okudu, ertesi sabah İstanbul telgrafha-
nesine, ‘Kastamonu valinize gönderdi-
ğiniz emri açtık, okuduk ve güldük’
dedi. ...
“İstanbul’dakiler tekrar toplandılar,
münakaşa ve istişare ettiler, gece dü-
şündüler, gündüz düşündüler, ‘Anado-
lu’yu içinden patlatmalı!’ kararını ver-
diler. O Gâvur Ali mi, Delibaş mı nedir,
Rum azmanı bir soytarı Konya’yı zap-
tedecek, Yunan ordusunun yolu üstün-
deki dikenleri ayıklayacak, Anadolu’yu
cenuptan şimale doğru ele geçirecekler
ve Ankara hükümetini yed-be-yed İs-
tanbul Divan-ı Harbi’ne teslim edecek-
lerdi. ...
“Türk devletinin bu yeni nüvesini na-
sıl boğmalı idi? Şarkta Ermeni istilası
boşa çıktı, Garp’ta Yunan [Anzavur]
kuvve-i inzibatiye ordusu seferi suya
düştü, merkezde Gâvur ve Deli lakaplı
türedi taslakları ancak sehpaları donat-
SEYYİT NEZİ[email protected]
Falih Rıfkı, İzmir’i hem düşmana hem
yobazlara karşı savunmuştuAtay, �stiklâl Sava�� y�llar�nda yazd�klar�yla, yaln�zca o günlerin gerçeklerini saptamad�;
cumhuriyetçi, ulusalc� ve yurtseverleri her durumda sorumlu ve cesur davranmaya yönlendirdi.
Foto�raf Ara Güler
tı. ... Artık eğer kaldı ise, bütün ümitleri
Asurîlerde, Sâsânilerde, biraz da Keldâ-
nîlerde kaldı.” (Akşam, 7 Temmuz 1921)
DEVLET �ST�KLÂLDEMEKT�R
Atay’ın topluma tepeden tırnağa ve en
uzakları göstererek tuttuğu ışıldak, art ni-
yetli, çıkarcı ve işbirlikçi aydın bozuntu-
larını da açığa çıkarır: “Bu sabah işittim
ki bu zat Avrupa’da bir hizmete taliptir ve
Avrupa’da Türklerin millî haklarını, mil-
lî davalarını müdafaa edecekleri bir pos-
tu ele geçirmek için etek etek, eşik eşik
dolaşıyor. Avrupa’ya gitmek ve Türk ol-
maktan kurtulmak ve Türk maaşıyla
emellerine ermek: Bu tahayyül bu genci
gece uyutmuyor, gündüz sersem edi-
yor...” (Akşam, 8 Eylül 1921)
Falih Rıfkı Atay, ülkeyi mandacılara
terk ederek Osmanlı kimliğini yaşatabi-
lecekleri masalıyla avunan ve milleti al-
datma yarışına girişen ham salakları bu-
gün de eliyle koymuşçasına halkın önü-
ne çıkarmaktadır:
“Bir şairimiz, daha evvel millî ordu-
muz için tasarladığı nefis bir şarkıda, bu
gaye-i harbin idealini eski bir Türk sözü
ile tayin ediyordu: Ya devlet başa, ya kuz-
gun leşe! Devlet istiklal demektir. ...
“Eğer Kuvâ-yi Milliye olmasaydı,
Türkiye daha iki seneden beri, şarkında
ta Sivas’ı aşmış bir Ermenistan, cenu-
bunda zorla yaratılmış, tasnî edilmiş bir
Kürdistan olacaktı. Kuvâ-yi Milliye, coğ-
rafyamızın sülüsünü kurtardı.” (Akşam,
24 Temmuz 1921)
METRUK ASKER�NTÜRKÜSÜ
Atay, Türk askerini meçhul asker
kavramından çok daha önce ve yerli bir
kavramla anlatırken, bize bugünleri de bu-
ruk bir gülümsemeyle düşündürtüyor:
“Bu asker, tıpkı Ey Gaziler türküsünü söy-
leyen eski asker gibi... Eski asker!.. Bil-
mem onu hatırlıyor musunuz? Vatanın
her tarafı onun için bir gurbet gibiydi. Zira
ana ocaklarından başka hiçbir tarafta be-
nimsenmeyen bu köylüler, ayrı bir mille-
tin zabitleri gibi, orduya dokunmaktan ik-
rah eden kumandanların idaresi altında
idi. Kışlasında ve çadırında, köyüne dö-
nünceye kadar duyduğu şey hazin bir
iyimserlik hissi idi. Ey Gaziler o devrin,
o metruk askerin türküsüdür.” (Akşam,
19 Kanun-ı Evvel 1921)
Falih Rıfkı Atay, İstiklâl Savaşı yılla-
rında yazdıklarıyla, yalnızca o günlerin
gerçeklerini saptamadı; bütün zamanla-
rın Cumhuriyetçi, ulusalcı ve yurtsever-
lerini güncel durum karşısında sorumlu
ve cesur davranmaya yönlendirdi. Ruşen
Eşref, “Kuvve-i Maneviyemiz” yazısında,
Atay’ın o günlere en gerçekçi ve yürekli
saptamayı getiren şu sözünü anıyor: “Her
zaman düşman bizden çok ve biz düş-
mandan kavîyiz.” (Hâkimiyet-i Milliye, 3
Ağustos 1921)
BULMACA
3 MAYIS 2013 CUMA 23Aydınlık KİTAP
Çankaya,Falih Rıfkı Atay
Soldan sa€a1. Resimdeki yazar - Ut çalan kimse - Al-
lah’tan hay›r dileme
2. Baya€›, s›radan - “O€uz ...” (yazar) - Bir iflin
yap›ld›€› an
3. Kürekle yürütülen küçük deniz teknesi -
Saz›n en kal›n teli ya da kirifli -
Hiyerarflik bir düzende önemli bir görev, ma-
kam
4. Bir iflte yard›mc› olarak çal›flan erkek - Ha-
befl soylusu - Mesafe
5. E€ilimi olan - Uzunlu€u veya boyu az olan
- Bir sebze
6. Eski bir M›s›r tanr›s› - Rutenyum’un sim-
gesi - Kötü, üzücü
7. Bir geçmifl zaman eki - Kimi zaman - Za-
viye - Bir yüzölçümü birimi
8. Bir peygamber ad› - Yunanca’da bir harf
- Arap edebiyat›nda bir fliir türü
9. “... Gündüz Kutbay” (ney üstad›) - Neo-
dim’in simgesi - “… Yücel” (flair)
10. ‹çeri taraf, dahil - Bal yapan böcek - Me-
tal üzerine kaz›da ya da ahflap tornas›nda kul-
lan›lan çelik kalem
11. At›n eflkin yürüyüflü - Letonya’n›n baflken-
ti - Gezegenimizin uydusu - Kalay’›n simgesi
12. Dolayl› anlat›m - Sezyum’un simgesi -
K›s›r, verimsiz - Satürn gezegeninin beflinci uy-
dusu
13. Yapma, meydana getirme - Bilgili, haberli
- Bir meyve
14. Otlak - Bizmut’un simgesi - H›rvatistan’da
bir liman kenti - ‹lkel benlik
15. Resimdeki yazar›n bir eseri - Belde
tafl›nan su kab›
Yukar›dan afla€›ya1. Ç›kar›m - Resimdeki yazar›n bir eseri
2. Evin bir bölümü - Eski M›s›r’da kutsal öküz
- Çimen - Üvey olmayan
3. Bir kömür türü - Bir haber
ajans› - Nijerya’n›n para birimi
4. Bir organ›m›z - Elma, armut
kurusu - Kare biçiminde alt› yüzü
olan geometrik flekil
5. Yemek, yiyecek - ‹çinde ya-
tak, yorgan vs. tafl›nan büyük
torba - Kalsiyum’un simgesi
6. Hayvan otlat›lan yer, mera -
Holmiyum’un simgesi - Kar› ile
kocadan her biri - “... Derek”
(aktris)
7. Bir hayret ünlemi - Yerleflim alanlar›
d›fl›nda kalan yerler - Ailesinin geçimini sa€la-
yan
8. ‹tterbiyum’un simgesi - Bafll›ca içece€imiz
- Bir filme, bir gösteriye eklenen beklenmedik
güldürücü ayr›nt›, gülüt
9. “... Güler” (foto€rafç›) - Gelir sa€layan
mülk
10. Bir damla gözyafl› - Belirli bir co€rafi alan-
da bulunan hayvan türlerinin tümü - Kuruntu-
ya düflürme
11. Duman lekesi - Daha çok radyo için
haz›rlanm›fl, genellikle güldürü niteli€inde k›sa
oyun - Bir tiyatro edebiyat› türü - Bir dilek flart
eki
12. Numara (k›sa) - Haz›r - Disprosyum’un
simgesi - “... King Cole” (Amerikal› caz piya-
nocusu ve flark›c›)
13. Köy evlerinin odalar›ndaki duvara bitiflik
peyke, sedir - Kuyruk sokumu kemi€i - Rad-
yum’un simgesi
14. S›n›r niflan› - Japonya’da buda rahibesi -
Taht
15. Resimdeki yazar›n bir eseri - Rusça’da
“evet”
GE
ÇE
N H
AFTA
NIN
ÇÖ
ZÜ
MÜ