Upload
others
View
5
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
6
Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (ERZSOSDER) ÖS-I: 47 -64 [2015]
AŞÇI İBRAHİM DEDE HÂTIRATI ÇERÇEVESİNDE XIX.
YÜZYIL ERZİNCAN’INDA DİNÎ VE TASAVVUFÎ HAYAT
RELIGIOUS AND MYSTICAL LIFE IN ERZINCAN IN 19TH
CENTURY ACCORDING TO MEMORIES OF ASCI DEDE
Halil BALTACI*
ÖZET: Aşçı Dede ismiyle bilinen İbrahim Halil Dede’nin kaleme aldığı Hâtırât’ı XIX. yüzyıl
Osmanlı toplumunun siyasî, dinî ve tasavvufî hayatına dair içerdiği bilgiler sebebiyle önemli bir kaynaktır.
Eser klasik bir hâtırat olmasının yanı sıra, müellifinin görevi gereği gezdiği şehirler hakkında aktardığı
bilgilerle bir nevi seyahatnâme, tasavvufî konulara getirilen izahlar sebebiyle de tasavvufî bir eser özelliği
taşımaktadır. Aşçı Dede’nin bir süre Erzincan’da ikamet etmesi hasebiyle şehre dair izlenimleri; Hâlidiyye
ricâli, özellikle de intisap ettiği Şeyh Mustafa Fehmi Efendi’yle alakalı aktardığı bilgiler önemlidir. Bu
çalışmada, Aşçı Dede’nin hâtıraları çerçevesinde şehrin önemli mutasavvıf kişiliklerine dair aktarılanlar
başta olmak üzere, dönemin dinî, tasavvufî ve sosyo-kültürel hayatına ait malumat değerlendirilmiştir.
Anahtar sözcükler: Aşçı Dede, Şeyh Fehmi Efendi, Erzincan, hâtırat, tasavvuf
ABSTRACT: The memoires, Asci Dede known as Ibrahim Halil Dede penned it, are important
source for informations containing about XIX century Ottoman political, religious and mystical life. Work
has the characteristics shown by itinerary with the informations about cities visited by the author in
accordance with his task. On the other hand, work has also the characteristics shown by mystical work due
to statements made to the mystical topics as well as being a classic memoir. As he dwelled in Erzincan for
a while, his impressions about the city, informations given by him about Halidi dignitaries and especially
about Sheikh Mustafa Fehmi Efendi are very important. In this article, especially narratives about Sufis
are very important person of city according to memories of Asci Dede, religious, mystical and socio-
cultural life at that time have been commentated.
Keywords: Asci Dede, Sheikh Mustafa Efendi, Erzincan, Memories, Mysticism
1. GİRİŞ
Hâtırat türü eserler, yazıldığı döneme tutulan ayna gibidirler. Bu eserler sayesinde bir
toplumun sosyal hayatı yanında tarihî, coğrafî, siyasî, ekonomik ve kültürel durumunu hâtırat
sahibinin gözünden izlemek mümkün olur. Özellikle XIX. yüzyıldan itibaren sayı bakımından
artış gösteren hâtırat1 türü eserler, yeri geldiğinde birincil kaynak olma özelliğine sahip olurlar.
Aşçı Dede olarak meşhur olan İbrahim Halil Dede’nin hatıralarını ihtiva eden Tercüme-i Ahvâl-i
Aşçı Dede adlı eseri, bu konudaki önemli örneklerden birisidir. İstanbul’dan, Erzurum’a;
Erzincan’dan Şam’a oradan da Edirne’ye kadar geniş bir vatan coğrafyasında yaptığı
yolculukları ve buralara dair anlatımları, bu esere bir tür seyahatname hüviyeti de kazandırmış,
hatta Evliya Çelebî’nin Seyahatname’siyle kıyaslanmasına sebep olmuştur. Aşçı Dede’nin
Şam’da kaldığı sıralarda kaleme aldığı anlaşılan hatıraları okurken, çocukluğundan başlayarak
ömrünün son dönemlerine kadarki hayat hikâyesine, yaşadığı toplumun dinî, ahlâkî ve tasavvufî
* Yrd. Doç. Dr., Erzincan Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, [email protected] 1 Geniş bilgi için bkz. M. Orhan Okay, “Hâtırat”, DİA, İstanbul, 1997, c. XVI, s. 445-449. Ancak bu maddede Aşçı
Dede’nin eserine hiçbir şekilde değinilmemesi bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır.
Halil BALTACI
48
yapısından, asker-sivil ilişkileri, siyaset ve yönetim, dış devletlerle ilişkiler gibi geniş bir
yelpazede dile getirilen konulara ait gözlemlerine vakıf oluruz. Eserde, Aşçı Dede’nin evlilikleri,
çocukları, ev hayatına dair özel bilgiler yanında; tasavvuf anlayışı, dinî hayatına dair düşünceleri
ve toplumsal konulara yönelik samimi ifadelerini buluruz.
Aşçı Dede’nin hâtıratında, hakkında bilgi verilen şehirlerden birisi de Erzincan’dır.
Ordudaki görevi gereği buraya yerleşen Dede, yaklaşık on beş yılını burada geçirmiştir. Bu
zaman zarfında şehrin önemli şahsiyetleri, şehrin geçmişiyle ilgili kendisine nakledilen bilgiler,
özellikle de kendisinin bizzat şahit olup birinci ağızdan aktardığı malumat oldukça değerlidir.
Bu sebeple Aşçı Dede hâtıratını, tarihî ve kültürel mirasına dair kaynaklarından pek çoğunu
büyük tabiî âfetlerde kaybetmiş Erzincan şehrinin XIX. yüzyıldaki durumu hakkında önemli bir
kaynak olarak değerlendirmek mümkündür.
I- AŞÇI İBRAHİM DEDE VE HÂTIRATI
Kendisi hatıralarda adını es-Seyyîd İbrahim Halil ibn Mehmed Ali şeklinde ifade
etmektedir. İstanbul’da Kandilli semtinde h. 1244/ m. 1828-1829 yılında dünyaya gelmiştir.
Babası Kastamonu kökenli, orduda başçavuş olarak görev yapan Mehmed Ali, annesi
Çerkeşoğullarından Bolulu Hasan Ağa’nın kızı Behiye Hanım’dır.2 Eğitimine Kandilli Mahalle
Mektebi’nde başlayan Aşçı Dede, daha sonra taşındıkları Şehzâdebaşı’ndaki Sıbyan Mektebine
devam etmiş, buradaki eğitiminden sonra 1257/1841 senesinde Süleymaniye Rüştiyesi’ne
kaydolmuştur. Başarılı bir öğrenci olduğu anlaşılan Aşçı Dede’nin bu okuldaki yakın
arkadaşlarından birisi de, meşhur şâir ve devlet adamı Ziya Paşa’dır.3 Devlet dairelerine eleman
yetiştirmek için bir tür mülkiye mektebi olan Süleymaniye Rüştiyesi’nin ilk devre
mezunlarındandır. Bâbıâli’yi tercih eden diğer pek çok arkadaşının aksine, Bâb-ı Seraskerî’de
“ordular rûznâmçe4 kaleminde” göreve başlayan Aşçı Dede’nin, ordudaki görevi orta dereceli
çeşitli kademelerde, neredeyse ömrünün sonuna kadar devam etmiştir. Önce Dördüncü Ordu
(Erzurum-Erzincan), daha sonra da Beşinci (Şam) ve İkinci (Edirne) Ordularda memuriyet
yapmıştır.5
Hatıralardaki bilgilerden, daha küçüklüğünde din ve maneviyata ilgisi olduğu, sonraki
dönemlerde ise bu ilginin yerini aşk, coşku ve cezbenin doldurduğu görülmektedir. Tasavvufla
ilk tanışması çalıştığı kalemdeki mesai arkadaşı, aynı zamanda bir Kadirî Tekke’sinde şeyhlik
yapan Muhtar Efendi’nin dostluğuyla olmuştur.6 Sonradan yakın arkadaşlarından çok sevdiği
Osman Efendi vasıtasıyla Nakşibendîliği tanıyan Aşçı Dede’nin, ilk olarak Halvetî
meşâyıhından Hasan Efendi ismindeki bir zata intisap ettiği ve onun tekkesine yerleştiği
görülmektedir.7 Hasan Efendi’nin yanında aradığını bulamayınca yine onun tavassutuyla, bu kez
Kasımpaşa Mevlevîhanesi’nde8 Hüsameddîn Dede’nin iradesiyle vekâleten postta oturan
2 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, Çok Yönlü Bir Sûfînin Gözüyle Son Dönem Osmanlı Hayatı, Haz.
Mustafa Koç- Eyüp Tanrıverdi, Kitabevi: İstanbul, 2006, s. 81-83. 3 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 181. 4 “Kelime Farsça’da “günlük” anlamına gelen rûznâmeye küçültme eki ilâvesiyle oluşturulmuştur. Rûznâmeden farklı
olarak Osmanlı bürokrasisinde günlük işlemler için tutulan defterlerin genel adı haline gelmiş, ayrıca hazineye bağlı
günlük gelir giderlere bakan kalemler için de kullanılmıştır. Resmî bir defter türü olarak rûznâmçe, daha ziyade
maliye teşkilâtında hazinedeki işlemlerin gelir ve harcamaların kaydedildiği defterleri ifade eder.” Erhan Afyoncu,
“Rûznâmçe”, DİA, İstanbul, 2008, c. XXXV, s. 276. 5 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 183-184. 6 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 186. 7 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 192. Aşçı Dede, bu Şeyh Hasan Efendi’nin çok da bâtın ehli
olmadığını zikretmektedir. 8 Aşçı Dede’nin bu dönemde devam ettiği Kasımpaşa Mevlevîhânesi hakkında verdiği bilgiler bu konuyla ilgili
çalışan araştırmacılar tarafından dikkate değer bulunmuştur. Geniş bilgi için bkz. Sezâi Küçük, XIX. Asırda Mevlevîlik
ve Mevlevîler, Doktora Tezi, MÜSBE, İstanbul, 2000, s. 148-152. Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf
(19. Yüzyıl), İstanbul 2004, s. 438.
Aşçı İbrahim Dede Hâtıratı Çerçevesinde XIX.Yy. Erzincan’ında Dinî ve Tasavvufî Hayat
Hakkâk Kadrî Dede’nin izniyle sema meşk etmeye başlamıştır. İstanbul’dan ayrılıncaya kadar
Mevlevîhâneye9 devam eden Aşçı Dede’nin bu dönemde ilk evliliğini yaptığı, bu evlilikten
Hasan Hüsameddin ve Salih adında iki oğlunun dünyaya geldiği anlaşılmaktadır.10
Aşçı Dede’nin 1272/1856 yılının başlarında Dördüncü Ordu Rûznâmçeciliği göreviyle
önce Erzurum’a ardından da Erzincan’a gitmesi hayatının dönüm noktalarından birisi kabul
edilmektedir. Zira burada, Nakşî-Hâlidî şeyhlerinden Mustafa Fehmi Efendi’yi tanıma imkânı
bularak bir daha kopmayacak bir bağla kendisine bağlanacaktır.11 Burada kaldığı zaman zarfında
Şeyh Fehmi Efendi’den Hâlidiyye hilafeti için icazet12 alan Dede’nin, ordu merkezinin Erzurum
ile Erzincan arasında sıkça değişmesi nedeniyle bu iki şehir arasında gidip geldiği
görülmektedir. Bu dönemde eşi Hamide hanımın ölmesiyle ikinci evliliğini yapmıştır.13
Erzincan’dayken bütün himmetiyle Şeyh Fehmi Efendi’ye yönelen Aşçı Dede’nin, Terzi
Baba türbesi yakınlarında inşa edilmekte olan dergâhın yapımıyla bizzat alakadar olduğu
görülmektedir. Bu dergâhın açılışının yapıldığı gün misafirlere sunulan kusursuz yemek
hizmetinden dolayı kendisine “Aşçı Dede”14 adı verilmiş, bundan sonra bu isimle anılır
olmuştur.15
Müşir Derviş Paşa’nın memuriyetten istifa etmesini istemesi üzerine görevi bırakarak
İstanbul’a giden Aşçı Dede, çiftliğinin işleri ile meşgul olması için Derviş Paşa tarafından Şam’a
gönderilmiştir. Ancak bu konuda başarısız olması sebebiyle tekrar memurluğa dönerek bu sefer
Beşinci Ordu Redif Yoklamacılığı göreviyle yine Şam’a tayin edilmiştir.16 Burada bulunduğu
sırada Nakşibendî büyüklerinden Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî halifelerinden Şeyh Muhammed
Hânî’nin oğlundan Mevâkıf ve Füsûsu’l-hikem okuduğu, Şam Emeviyye Câmii’nde
Nakşibendiyye zikri hatm-i hâcegân kıraatına devam ettiği anlaşılmaktadır. Şam’da kaldığı
müddet içinde düzenli olarak ziyaret ettiği mekânlar arasında Muhyiddîn İbnü’l-Arabî ile
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî türbelerinin bulunduğunu söylemek gerekir.17
Aşçı Dede’nin Şam’daki görevinden sonra İkinci Ordu Levâzım Dördüncü Şube Müdürü
göreviyle Edirne’ye tayin edildiği görülmektedir.18 Edirne’de bulunduğu dönemde bir taraftan
9 Bu dönemi hatıralarında uzun uzadıya anlatan Aşçı Dede, daha sonra Erzincan’da Şeyh Fehmi Efendi’ye bağlanıp
Nakşî-Hâlidî olduktan sonra bile bütün bütün Mevlevîlikten kopmayacak, ömrünün sonlarına doğru Edirne’de
görevde olduğu zamanlarda Mevlevî hayatına yeniden dönecek hatta ikinci şeyh olarak kabul görecektir. Aşçı İbrahim
Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 1288. 10 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 323, 405. 11 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 335-336. 12 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 424. Aşçı Dede Hâlidîliğe intisap ettikten sonra Şeyh Fehmi
Efendi’ye kadar bir Nakşîbendî silsilesi de zikretmektedir. Silsile Pîr-i tarikat Hazret-i Şâh-ı Nakşibend-i Üveys-i
Buhârî (k.s) ile başlayıp, Hazret-i Ziyâeddin-i zü’l-cenâheyn Mevlânâ Hâlid (k.s), arada kimse olmaksızın Hazret-i Pîr
Mehmed Vehbî Hayyât Erzincanî (k.s), son olarak da Sultân-ı Ulemâ-billâh Mustafa Fehmi el-Erzincanî (k.s) isimleri
ile sona ermektedir. Bkz., ae, s. 332-333. 13 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 475. 14 Aşçı Dedelik unvanı Mevlevîlik tarikatına has unvanlardan birisidir. Sezai Küçük, Mevlevîlik üzerine yaptığı
çalışmasında İbrahim Halil Efendi’ye verilen dedelik unvanının çile çıkarmadığı için sembolik bir anlam taşıdığına
dair sözlerinde haklıdır. Zira gerçekten de hâtıratın pek çok yerinde Mevlevîlik kültürüne dair eğitim aldığı ve sema
meşk ettiğiyle ilgili pek çok bilgi varken, 1001 günlük Mevlevî çilesi çıkardığına dair herhangi bir malumat
verilmemektedir. Ancak Küçük’ün İbrahim Halil Dede’ye Erzincan Mevlevîhânesi’nin tamiri ve yeniden mukabeleye
başlanması sırasındaki hizmetleri sebebiyle “Aşçı Dede” unvanı verildiği bilgisi tashihe muhtaçtır. Zira açılışı yapılan
dergâh bir Mevlevîhâne değil, Hâlidî dergâhıdır. Geniş bilgi için bkz. Küçük, XIX. Asırda Mevlevîlik ve Mevlevîler, s.
151. 15 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 493. 16 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 529-551. 17 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 574, 771, 843, 1457. 18 Nihat Azamat “Aşçı İbrahim Dede Mecmuası” adıyla kaleme aldığı ansiklopedi maddesinde; Aşçı Dede’nin 1884’te
Edirne’ye gittiğini ve 1889’da Edirne Mevlevîhanesi şeyhi Hacı Ali Efendi’den sikke ve destar sardığını
söylemektedir. Bkz. Nihat Azamat, a.g.m, DİA, c. III, s. 546. Ancak zikredilen bu tarihler hatalıdır. Aşçı Dede, 4 Ekim
Halil BALTACI
50
Edirne Mevlevîhânesi’ne devam edip sema meşk ederken, diğer yandan Şam’da yazmaya
başladığı hatıralarını temize çektirmiştir. Buradaki görevi sırasında 1898 yılında Hac vazifesini
yerine getiren Aşçı Dede, hâtıratın son cildinin de yeniden yazılmasıyla Edirne’deki görevinin
tamamlandığına karar vererek emekliliğini istemiş ve İstanbul’a dönmüştür. Hâtıralarda
zikredilen son tarih Ekim 1906’dır. Aşçı Dede’nin vefat tarihi ve nerede medfun olduğu belli
değildir.
Aşçı Dede’nin şahsiyetinin teşekkülünde en önemli unsur tasavvuftur. Küçük yaşlardan
itibaren tasavvuf ve mutasavvıflara ilgi duyan Dede, zamanının çoğunu Mevlânâ ve İbnü’l-
Arabî’nin kitapları başta olmak üzere tasavvufî eserlerin tetkikine ayırmıştır. Tarîkatlar
konusunda taassuptan uzak yapısı, Mevlevî ve Nakşîler kadar diğer tarîkat mensuplarıyla
dostane ilişkileri, kimde bulunursa bulunsun değerli olduğuna inandığı şeyleri elde etme
konusundaki azmi, onun şahsiyeti hakkında bilgi veren önemli özelliklerindendir. Aşçı Dede,
Halvetîliğe mensup olmakla birlikte; Mevlevîhâne’de sema meşk etmiş, Erzurum
Kâdirihânesi’nde İstanbul usûlü devran19 yaptırmış, Nakşî-Hâlidî dergâhında “hatm-i hâcegân
taşları”nın dağıtımını üstlenmiştir.20 Esasında Aşçı Dede, mükemmel bir sâlik olmak için diğer
tarîkatların da önemli hasletlerine sahip olmak gerektiğini söylemektedir. Buna göre: “Bir sâlikte
dört şey mevcut olmadıkça o sâlik mükemmel olamaz. Birisi âdâb-ı Mevlevî, ikincisi sülûk-i
Nakşî, üçüncüsü aşk-ı Kâdirî, dördüncüsü teslîm-i Bektâşî.”21 Aşçı Dede’nin hâtıratı
incelendiğinde tasavvufun pek çok konusuna dair görüş ve ifadelerin bulunduğu görülmektedir.
Dede, yaptığı açıklamalarla Mevlânâ’nın Mesnevî’sinden pek çok beyti tercüme ve şerh ederken,
bir taraftan da Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin Fütûhâtü’l-Mekkiyye ile Fusûsu’l-hikem’inden
iktibaslarda bulunmuştur. İbnü’l-Fârız’dan naklettiği beyitlerin yanı sıra Hâfız Divânı da elinin
altındadır. Hâtıratta tasavvufun değişik meseleleriyle ilgili izah ve yorumlar, onun tasavvufî
mirasa olan vukûfiyeti hakkında bilgi vermesi bakımından da önemlidir. Dede, eserindeki bu
çeşitlilik konusunda şöyle der: “Attâr dükkânı, yanında pek aşağı kalır; yaştan kurudan, aşktan
meşkten, zâhir ü bâtın her ne ki istersin mevcuttur Aşçı Dede’nin kitabında.”22
Aşçı Dede’nin, bu kadar bilgi ve tasavvufî tecrübeye rağmen oldukça mütevazı, çabucak
aşk ve cezbenin tesirine giren nahif bir yaratılışa sahip olduğu görülür. Bununla beraber işlerin
yerine getirilmesi ve insanlara hizmet konusunda, bitmez bir enerjiye ve pratik bir zekâya sahip
olduğu anlaşılır. Orta dereceli bir memur olmasına rağmen, gelirinin aksine bir cömertliğe sahip
olması, ömrünün büyük bölümünde maddi sıkıntılar içinde yaşamasına ve yakasını borçtan bir
türlü kurtaramamasına sebep olmuştur. Hayatına dair karar alma aşamalarında rüyalara ve rüya
tabirlerine verdiği önem, ibadetler ve tarîkat uygulamaları konusundaki titizliği onun göze
çarpan diğer özelliklerindendir.
Aşçı Dede’nin kaleme aldığı eserler arasında; İsmail Hakkı Bursevî’nin Rûhu’l-beyân
tefsirinin Farsça bölümlerinin Türkçeye tercümesi olan üç ciltlik Tercümetü’l-fârisiyye fî
Tefsîri’l-hakkiyye, bu eserin son cildine okuyucuya kolaylık sağlaması için kaleme aldığı Farsça
dilbilgisi Kavâidü’l-Fârisiyye23, hatıralarında ismini zikretmesine rağmen akıbeti meçhul olan
1896 yılında Edirne’ye gitmiş adı geçen sikke ve destar töreni ise Aralık 1898 yılında gerçekleşmiştir. Bkz., Aşçı
İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 945, 1021-1022. 19 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 436. 20 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 423. 21 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 433, 959, 1133. 22 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 1289. 23 Bu eser hakkında, 2007 yılında Esra İpek Turan tarafından İstanbul Üniversitesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları
Anabilim Dalı Fars Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı’nda Aşçı Dede Halil İbrahim Efendi’nin Fars Dili ve Gramerine Dair
Çalışmaları isimli bir yüksek lisans çalışması yapılmış, eserin ilgili bölümü günümüz alfabesine aktarılmıştır.
Aşçı İbrahim Dede Hâtıratı Çerçevesinde XIX.Yy. Erzincan’ında Dinî ve Tasavvufî Hayat
Risâle-i Tercümetü’l-hakāyiki’l-hakîkat ve son olarak çalışmamıza konu olan Risâle-i Tercüme-i
Ahvâl-i Aşçı Dede-i Nakşî Mevlevî’24 önemlidir.
I- AŞÇI DEDE HÂTIRATINDA ERZİNCAN VE ERZİNCAN’DA DİNÎ-
TASAVVUFÎ HAYAT
1- Aşçı Dede Hâtıratında Erzincan
Dördüncü Ordu Rûznâmçeciliği görevine başlamak için gemiyle önce Trabzon’a daha
sonra Bayburt üzerinden karayoluyla Erzurum’a gelen Aşçı Dede, Erzincan hakkında ilk
bilgileri, kalemde çalışan Erzincanlı Şerif ile İsmail Efendilerden almıştır. Erzurum’un bağsız
bahçesiz düz bir ova olmasının aksine, kendisine anlatılanlardan Erzincan’ın bağ ve bahçeler
içinde, gayet güzel, cennet gibi bir yer olduğunu öğrenmiştir.25 Yazı Erzurum’da geçirdikten
sonra sonbaharla birlikte Erzincan’a taşınan Aşçı Dede, altı yedi günlük bir yolculuktan sonra
“kûy-i cânân-ı hakîkat” diye tarif ettiği Erzincan’ı uzaktan görünce gayr-i ihtiyari: “hâzihi
cennâtü adnin” “fedhulûne hâlidîn”26 lafz-ı şerîfini kıraat etmiştir. Aşçı Dede, daha ilk görüşte
Erzincan’a bu şekilde muhabbet duymasının sadece zahirî güzelliklerden olamayacağını şöyle
açıklar: “Elbette burada bir büyük zât-ı şerîf olmalı ki böyle insana hayat ve bir başka tecellî
bahşediyor. A biçare İbrahim, a biçare İbrahim, derd-mend âşık, bilmez misin ki işte hazret-i
cânân-ı hakîkat buradadır. Burasıdır kûy-i cân’an, burasıdır kûy-i mahbûb-ı Hüdâ!”27
Aşçı Dede şehre ulaştığında Erzincan’ın zâhiren küçük ancak bâtınen bir şehr-i muazzama
olduğunu söyleyerek burasını: “Dört tarafı dağlarla kaplı ortası büyükçe bir ova, bağ ve bahçelik.
İstersen buna hücre ve ister isen dîvânhâne-i hazret-i cânân de…”28 şeklinde vasfeder. Ona göre
Erzincan kelimesi içinde şu manayı barındırmaktadır: “Erzincan’ın erleri, zindedir canları.
Çünkü Erzincan demek, erlerinin zinde derecâtları demektir.”29 İlk görüşte muhabbet duyduğu
şehri hayatı boyunca unutmayan Dede, bundan sonra nerede olursa olsun memleketi
sorulduğunda “Erzincanlıyım” cevabını verecektir.30
24 Aşçı Dede’nin hatıralarından seçmeler aralıklı olarak ilk defa Haber Akşam Postası’nda 1941 yılında yayınlanmış,
sonrasında Reşat Ekrem Koçu, Aşçı Dede Halil İbrahim, Geçen Asrı Aydınlatan Kıymetli Bir Eser: Hatıralar ismiyle
İstanbul’da 1960 senesinde seçme ve sadeleştirme yaparak 125 sayfa halinde yayınlamıştır. Eserle ilgili Nihat
Azamat’ın, “Aşçı Dede Mecmuası” adıyla 1991 yılında yazdığı ansiklopedi maddesi, esere dikkat çekmesi
bakımından önemlidir. Hatıralarla ilgili en önemli çalışma, Mustafa Koç ve Eyyüp Tanrıverdi’nin metnin tamamını
günümüz alfabesine çevirerek, Çok Yönlü Bir Sufinin Gözüyle Son Dönem Osmanlı Hayatı Aşçı Dede’nin Hatıraları
adıyla 2006 yılında dört cilt hâlinde İstanbul’da yayınlamalarıyla gerçekleşmiştir. Bu neşirle ilgili Gülçin ve Haşim
Koç; [The Ottoman Life in the Later Period of the Empire through the Eyes of a Multi-Dimensional Sufi: The
Memoirs of Aşçı Dede] Prepared by Mustafa Koç, Eyüp Tanrıverdi Istanbul: Kitabevi, 2006. LV + 1965 pages. (4
volumes), (İslâm Araştırmaları Dergisi, 2008, sayı: 19, s. 140-149) adıyla İngilizce tanıtım yazısı yazmışlardır. Son
olarak Cemile Barışan tarafından; Bir Sûfînin Hatıraları Üzerinden Nostaljik Bir İstanbul Güzellemesi: "Aşçı
Dede'nin Hatıraları" ve Aziz İstanbul ismiyle (Uluslararası Osmanlı İstanbul Sempozyumu-II; 27-29 Mayıs 2014) bir
tebliğ sunulmuştur. Eser yabancı dilde de çalışmalara konu olmuş, hâtıratla ilgili Marie Luise Bremer tarafından
Almanya’da, Die Memoiren des türkischen Derwischs Asc ̨̧ i Dede Ibrāhīm, ismiyle 1959 tarihinde bir doktora tezi
hazırlamıştır. 25 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 332. 26 “Bunlar Adn cennetleridir, (Tâhâ, 20/76) ebedî olarak kalmak üzere buraya girin.” (Zümer 39/73). Aşçı Dede,
başka bir yerde Mevlevî semaı ve semahâneyi cennet olarak tavsif etmekte, cennetle ilgili böyle bir tavsifi bir de
Erzincan hakkında yaptığını söylemektedir. s. 201. 27 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 334. 28 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 335. 29 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 1706. 30 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 419, 1757. Aşçı Dede Erzincanlı olmasını şöyle açıklar: “Zira
vatan, insanın Cenâb-ı Hakk’a derece-i kurbiyyeti hangi mahalde ise ona tabir ederler.” s. 419.
Halil BALTACI
52
Aşçı Dede’nin hatıralarında Erzincan şehrinin sosyal ve kültürel hayatına dair pek çok
malumat nakledilmekle birlikte, bütün bu bilgilerin Erzincanlı büyük şahsiyetlere ait hatıralarda,
özellikle de Şeyh Fehmi Efendi’ye dair anlatılardaki satır aralarında verildiği görülmektedir.
Aşçı Dede’nin Erzincan mutasavvıflarına dair verdiği bilgiler değerlendirilirken şehre ait dinî,
tasavvufî ve günlük hayata dair konulara da yeri geldikçe temas edilecektir.
2- Aşçı Dede Hâtıratında Erzincanlı Mutasavvıflar
Aşçı Dede’nin Erzurum’a geldiği ilk zamanlarda onun “ehl-i tarîk” olduğunu kimse
bilmez. Ancak Erzincan’ı görüp heyecanla bu şehrin manevî büyüklerini sorunca yol arkadaşı
İsmail Efendi, bu şehirde yaşayan tarîkat ehlinin daha çok Hâlidî tarîkatına mensup olduğunu,
hatta Erzincan halkının tamamının Hâlidî olduğunu söyler. Ancak onun bu sözlerinin ilk
başlarda Mevlevîlikle gönlü lebâleb dolu olan Aşçı Dede’ye fazla tesir etmediği
anlaşılmaktadır.31 Erzincan’a ulaşıp da hâtıratın önemli bir bölümünü teşkil eden Şeyh Fehmi
Efendi ile tanışma faslı gerçekleştiğinde, hayatında yeni bir safhanın başladığının farkına varan
Aşçı Dede, bu dönemde özellikle şeyhi Fehmi Efendi çevresindeki mutasavvıflara dikkat
çekmiş, şehirdeki diğer tarîkat mensuplarına dair bilgi vermemiştir.32 Bu bağlamda hatıralarda
kendileri hakkında bilgi verilen Terzi Baba ismiyle meşhur Mehmed Vehbi Hayyât, Mustafa
Fehmi Efendi, Leblebici Baba denmekle maruf Süleyman Efendi, Terzi Baba’nın halifeleri ve
aynı zamanda damatları olan Abdussamed Efendi ile Hacı Hâfız Efendi (Mehmed Rüşdü) ve
Hacı Abdülbâki Baba gibi isimler önemlidir.
a- Mehmed Vehbi Hayyât (Terzi Baba)
Aşçı Dede Erzincan’a ulaştığında duyduğu ilk isimlerden birisi Mustafa Fehmi
Efendi’nin şeyhi Mehmed Vehbî Hayyât’tır. Aşçı Dede’nin gelişinden yaklaşık sekiz sene önce
vefat ettiğinden, bu zat hakkındaki nakiller kendisine anlatılanlar ile mana âleminde ortaya çıkan
bir takım işaretlere dayanır. Dede’nin, Terzi Baba hakkındaki ilk bilgileri arkadaşı İsmail
Efendi’den33 aldığı, daha sonra şeyhi Fehmi Efendi ve diğer halifelerin anlattıklarıyla bu bilgileri
doğruladığı anlaşılmaktadır. Buna göre Hazret-i Şeyh Mehmed Vehbî Hayyât evvelen bir terzi
çırağı iken sonradan ustalaşan, Kâdiriyye tarikatına mensup edîb-i müstakîm, musallî, müttakî,
âbid ve zâhid bir zâttır. “Terzi Ağa”34 ya da uzun boyundan dolayı “Uzun Terzi veya Uzun Terzi
Ağa”35 diye tanınmaktaydı.
Mevlânâ Halid-i Bağdâdî’nin, hayatta olduğu bir dönemde tarîkatını yaymak için bu
bölgeye halifelerinden Abdullah Mekkî36 isminde bir zâtı gönderdiği, bu zâtın da Erzurum’da
Münzevî Osman Efendi isminde birisine halifelik verdikten sonra manevî bir işaretle Erzincan’a
geldiği anlatılır. Aşçı Dede’nin anlatımına göre Abdullah Mekkî, Erzincan’a girmeden önce bu
beldeye büyük bir zâtın ihsan edilmesi için dua eder ve rabıta hâlindeyken sırrına şöyle bir mana
doğar: “Bugünkü günde mağripten maşrıka kadar açılan bir feyz ü tecellî kapısı bir terzi çırağına
31 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 334. 32 İsmail Efendi’nin Aşçı Dede’ye söylediklerine bakıldığında zaten diğer tarîkatlara mensup kimselerin fazla
olmadığı varsa da dikkate alınmadığı anlaşılmaktadır. 33 Aşçı Dede İsmail Efendi’den dinlediği bilgilerin bir diğer mesai arkadaşı olan Şerif Efendi tarafından
doğrulandığını zikretmektedir. Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 344. 34 Aşçı Dede, Terzi Baba’nın yaptığı zâhirî terzilik yanında bir de bunun batınî açıklamasını şöyle yapar: “Hazret-i Pîr
Mehmed Vehbî Hayyât (k.s) mazhar-ı hubb-ı zâtullâh olup kendileri terzi olduğu cihetle değil yalnız dervişlerin,
cümle turuk-ı aliyye sâlikânının ve belki cümle mahlûkun ve lâ-şek ve lâ-şüphe cemî‘-i avâlimin, mihen ü meşakkat-ı
bâtın u zâhirden pâre pâre olmuş kalplerini diker, çünkü usta terzidir, dikmek, sökmek, kesmek, biçmek dest-i
peyvest-i gavsiyyelerine mufavve[a]zdır azizim.” s. 1737. 35 Aşçı Dede hâtıralarında Mehmed Vehbî’den hiçbir şekilde “Terzi Baba” ismiyle bahsetmemektedir. Buradan “Terzi
Baba” şeklindeki meşhur isimlendirmenin sonraki dönemlerde yaygınlık kazandığı akla gelmektedir. 36 Hâtıratta kendisinden Abdullah Efendi olarak bahsedilmekte Mekkî ve Erzincânî nisbetleri kullanılmamaktadır.
Ancak kaynaklarda bu zât bazen Abdullah Mekkî bazen de Abdullah Mekkî Erzincânî şeklinde zikredilmiştir.
Abdullah Mekkî hakkında geniş bilgi için bkz., Mehmet Fatsa, Tasavvufta Mekkî Kolu, Mavi Yayıncılık:İstanbul,
2000; Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 336.
Aşçı İbrahim Dede Hâtıratı Çerçevesinde XIX.Yy. Erzincan’ında Dinî ve Tasavvufî Hayat
ihsân ü inâyet olunmuştur. Bu sırdan anlaşılan, Mevlânâ Hâlid Efendimiz hazretleri irtihâl-i dâr-ı
bekā etmiştir. Onların makām-ı kutbiyyet ü gavsiyyeti işte bu tavsif olunan zât kim ise, ona
verilmiştir.” diye müritlerini bilgilendirmiş ve Erzincan’a gelmiştir.37 Abdullah Mekkî’nin halkın
teveccühüne mazhar olduğu, ahalinin ısrarlı davetlerine rağmen kimsenin evini tercih etmeyerek
Câmi-i Kebîr medreselerinden bir odaya yerleştiği anlaşılmaktadır. Aşçı Dede’nin naklettiği
bilgi doğru kabul edildiğinde, Abdullah Efendi’nin Terzi Baba’yla karşılaşması Hâlid-i
Bağdâdî’nin vefat tarihi olan 1242/1827 yılında38 gerçekleşmiş olmalıdır.
Erzincan halkından her kesimin ziyaret ettiği ve meşâyıh-ı kirâmdan saydığı bu zâtı
ziyaret etmesi gerektiği telkinine, buna layık olmadığı bahanesiyle olumsuz cevap veren Terzi
Baba’nın, ısrarlar sonucunda Abdullah Mekkî’yi görmeye gittiği, bu ziyaret esnasında kendinden
geçip bayıldığı anlatılır. Abdullah Mekkî’nin, mana âleminde kendisine işaret edilen kişiyi
bulduğunu anlaması üzerine Terzi Baba’nın evinde bir aylık bir halvet dönemi yaşadıklarından
bahsedilmektedir. Abdullah Mekkî, Terzi Baba’yı halife tayin ettikten sonra buradan ayrılarak
Hicaz tarafına gitmiştir.39 Hiçbir ilmi olmayan ümmî bir Terzinin halife tayin edilmesi şehrin
ulemasının tepkisine sebep olmuş, iş mahkemeye intikal edecek kadar büyümüştür. Ancak gerek
mahkeme başkanının Terzi Baba’ya hürmet göstermesi gerekse Terzi Baba’nın bir şekilde zâhir
ulemâsının gönüllerini almasıyla iş tatlıya bağlanmıştır. Ulemâdan kendisine intisap edenlerden
ilki Battalzâde Hacı Hâfız Efendi olmuştur. Bu dönemde Tokat’ta ilim tahsili için Bozzâde Hoca
Efendi’nin yanında bulunan Hoca Fehmi Efendi’nin de döndükten sonra zahir ulemasının bütün
aksi teşviklerine rağmen Terzi Baba’ya intisap etmesi, ona olan bu karşıtlığın sona ermesine ve
çok kimsenin kendisine bağlanmasına sebep olmuştur.40 Aşçı Dede, Terzi Ağa’nın 1264/1848
senesinde kolera salgınında vefat ettiğini yazar.41 Türbesi Erzurum defterdarı Mecid Efendi ile
Fehmi Efendi’nin marifetiyle bina edilmiştir.42
Hatıralarda Terzi Baba’nın ailesi ve çocukları hakkında pek az bilgi verilmekte,
kızlarından birinin halifelerinden alay imamı Abdussamed Efendi ile Fehmi Efendi vasıtasıyla
evlendiği aktarılmaktadır.43 Bir diğer kızı ise Hacı Hâfız Efendi ile evlenmiştir.
Anlatılanlardan Terzi Baba’nın hayattayken kendisinin yerine kimseyi açık bir şekilde
halife tayin etmediği, hatta vefat etmek üzereyken Hacı Hafız Efendi’nin bu isteğini açık ettiği,
ancak Terzi Baba’nın buna olumlu cevap vermediği nakledilmektedir. Aşçı Dede’ye göre hilafet,
Şeyh Fehmi Efendi’ye verilmiştir.44 Aşçı Dede, özellikle şeyhi Mustafa Fehmi Efendi vasıtasıyla
Pîr olarak kabul ettiği Terzi Baba’ya gönülden bağlanmış ve kendisine büyük hürmet
beslemiştir. Onu yedi abdaldan intikal eden kutuplardan birisi olarak kabul eder.45 Hem şeyhi ile
birlikte hem de yalnızken türbesini sıkça ziyaret ettiğini, çok defa kendisine rabıta etmek
suretiyle manevi yardımlarına mazhar olduğunu dile getirmektedir.46 Aşçı Dede’nin,
Erzincan’dan ayrıldıktan sonra da Terzi Baba’ya olan muhabbetinin azalmadığı, Terzi Baba’nın
37 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 339-340. 38 Hamid Algar, Hâlid el-Bağdâdî, DİA, İstanbul, 1997, c. XV, s. 284. 39 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 340-341. 40 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 342-343. 41 Görebildiğimiz kadarıyla Terzi Baba’nın bir kolera salgınında vefat ettiği bilgisini aktaran tek kaynak Aşçı
Dede’nin hatıralarıdır. 42 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 343. 43 Aşçı Dede, Terzi Baba’nın bu kızının vefat ettiği zaman cenaze işleriyle ilgilenme işini Müşir Paşa’nın kendisine
tevdi ettiğini zikretmektedir. Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 505. 44 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 619-620. Ayrıca bkz., s. 344 45 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 755. 46 Bu meyanda Aşçı Dede’nin kışın kar ve tipinin yoğun olduğu bir günde arkadaşlarıyla Erzurum’a gitmek zorunda
kalması ve tipinin şiddetlendiği bir esnada kendisine manen teveccüh edip yardım istemesiyle çok kısa bir sürede
tipinin kesilip yerini güneşli bir havaya bırakmasıyla ilgili söyledikleri ilgi çekicidir. Bkz., s. 520. Aşçı Dede yalnız
kendisinin değil, Erzincan civarında yaşayan insanlardan pek çoğunun Terzi Baba’ya imdat ve tevessül etmeleri
karşılığında kendilerine yardım edildiğine dair kerametvâri rivayetler nakleder. Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin
Hatıraları, s. 1559-1560.
Halil BALTACI
54
rûhaniyetine hediye olmak üzere her gece bir cüz okuyup ayda bir Kur’ân’ı hatmettiği
anlaşılmaktadır.47
Hâtıratta Terzi Baba’nın ümmî olmakla birlikte kendisine vehbî olarak ledünnî ilimlerin
verildiği ve bu sebeple de kendisine “Vehbî” denildiği hatırlatılmaktadır.48 Eserde Terzi
Baba’nın ekseriya işaret ve rumuzla konuştuğu ifade edilirken, konuyla ilgili bir de vakıa
nakledilir.49 Terzi Baba’nın oldukça mütevazı bir şahsiyet olduğu, kendisinden bahsederken pek
çok yerde “bu âsi” tabirini kullandığı, yeri geldiğinde; “eller yahşi ben yaman, eller buğday ben
saman”50 şeklinde konuştuğu anlatılır. Onun, Yunus Emre gibi geniş bir gönle sahip, insan
sevgisi ve müsamaha ile dolu bir mutasavvıf olduğu sıkça dile getirdiği ifadelerden anlaşılır: “
Elif okudum ötürü
Pazar ettim götürü
Yaratılmışı hoş gördüm
Yaratandan ötürü”51
Aşçı Dede’nin Terzi Baba’dan naklettiği başka rivayetler de esasında onun nasıl bir
tasavvuf anlayışına sahip olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. “Hazret-i Hayyât (k.s)
efendimiz hazretleri de sıkça istihmâm ederler imiş. Bir gün hamamda Leblebici Baba ile
bulunmuşlar. Kurnanın dört etrafından tas ile su içip Leblebici Baba’ya buyurmuşlar ki: “Şeyh,
eğer bu asinin (bu asi tabiri Hayyât efendimizin ekseriya ta‘birât-ı âlîsidir; daima lisân-ı
şeriflerinde “bu asi, bu asi” diye buyururlar imiş) yarın mahşer yerinde hayvanının tırnağı yer
tutarsa cehenneme at sürerim; kimseyi koymam hep çıkarırım.”52
Aşçı Dede, Terzi Baba’nın Kenzü’l-fütûh53 adıyla Türkçe bir risale yazdığını söyler ve
onu ilâhî fetihlerin maden ve hazinesi olarak görür. Manevi rumuz ve işaretlerle dolu bu
risalenin okunmasını bütün sâlikler için vacip sayar. Kendisinin de eseri okuduğu, yeri geldikçe
risaleden tefeül ederek remiz ve işaretlerin zuhuruna göre hareket ettiği anlaşılmaktadır.54
b- Seyyid Mustafa Fehmi Efendi
Aşçı Dede’nin hayatındaki dönüm noktalarından birisi de Erzincan’da Şeyh Mustafa
Fehmi ile tanışmasıdır. Zira kendi ifadesiyle; isyan denizlerinin en derinlerine batmış ve
kurtuluştan ümidini kesmişken, Allah’ın lütfunun kemâli ve sonsuz merhametinin tecellisi olarak
Habîb-i Ekrem (s.a)’in en mükemmel vârislerinden Sultan-ı ulemâ-billâh Fehmi-i Erzincânî’ye
yetişmiş, uzun süre meclis-i kudsiyyelerinde hizmet etme şerefine erişmiştir.55 Zaten Dede’nin
hâtıratını kaleme almasının en önemli gayesi, dünya ve âhirette kurtuluş sebebi saydığı Fehmi
Efendi’nin yüce hâli ve ‘âli şânının beyan etmek, kendisinden işittiği bazı tebşirâtı dile
47 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 1325, 1425. 48 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 344, 1737. 49 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 619, 628-629. 50 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 618, 1698. 51 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 859, 1271, 1322, 1359, 1442. Sefine-i Evliya müellifi Hüseyin
Vassâf, Terzi Baba’yı “ikinci Âşık Yunus” olarak nitelendirir. Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, s. 336. 52 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 392. 53 Terzi Baba’nın dinî-tasavvufî konuları işlediği Kenzü’l-fütûh adlı bir eseri bulunmaktadır. 1286 Ramazanı
ortalarında (Aralık 1869) basılan nüshasından aslının mensur olduğu ve Kenzü’l-fütûh adını taşıdığı, daha sonra
Mehmed Rüşdü Efendi (Hacı Hâfız Efendi) tarafından nazma çevrilip Miftâh-ı Kenz ismi verildiği anlaşılmaktadır.
1242 beyitten meydana gelen eserin sonunda Mehmed Rüşdü Efendi’ye ait yirmi altı beyitlik bir münâcât ve
“Medhiyye-i Hayyât” başlıklı yirmi dört beyitlik bir manzume yer almaktadır. Bkz., Nurettin Albayrak, “Terzi Baba”,
DİA, İstanbul, 2011, c. 40, s. 521. Eser ayrıca iki defa günümüz alfabesine aktarılarak birisi Hasan Alakese, Kenzü’l-
Miftah “Manevi Anahtarların Hazinesi” adıyla 1972’de İstanbul’da; diğeri Orhan Aktepe, Terzi Baba, Hayatı ve
Miftâh-ı Kenz, adıyla 1979’da Erzincan’da (genişletilmiş 2. bs., Erzincan 2003) neşredilmiştir. 54 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 618-619. Aşçı Dede, Hacı Hafız Efendi’nin Kenzü’l-fütûh’u nazma
aktarmayla ilgili konulara hiçbir şekilde değinmemektedir. 55 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 80.
Aşçı İbrahim Dede Hâtıratı Çerçevesinde XIX.Yy. Erzincan’ında Dinî ve Tasavvufî Hayat
getirmektir.56 Gerçekten de iki bin sayfaya yakın hâtıratın mihverini Fehmi Efendi’yle ilgili
bölümler oluşturur. Fehmi Efendi dışında, eserde zikredilen bütün şahıs ve olayların tâli unsurlar
olarak kaldığını söylemek yanlış olmaz. Fehmi Efendi ile ilgili aktarılan bilgilerin tamamının
değerlendirilmesi müstakil başka çalışmalar gerektirdiğinden burada sadece onun hayatı ve
şahsiyetine genel hatlarıyla değinilecektir.
Aşçı Dede mürşidi kabul ettiği Fehmi Efendi’yi eserinde şu hitaplarla anar: “Hazret-i
Şeyhü’l-A‘zâm, Sultân-ı Ulemâ-billâh, Cenâb-ı Mürşid-i Ekrem, Mürşid-i A‘zâm, Hazret-i
Gavs-ı A‘zâmi, Hazret-i Şeyh-i Ekber, Hazret-i Şeyh-i A‘zâm, Cenâb-ı Mürşid-i A‘zâm,
Zamanın gavsı, kutbu, zât-ı âlî kadr, Hazret-i Risâlet-penâh Efendimiz hazretlerinin mazhar-ı
tâmmı ve vâris-i ekmeli, İmamü’l-mürşîdîn, gavsü’l-vâsılîn...”57
Fehmi Efendi’nin çocukluk ve gençlik dönemiyle alakalı olarak sadece iki yaşında iken
babası Hacı Ahmed Efendi h. 1233, m. 1817-1818 yılında ölmesiyle yetim kaldığı bilgisi vardır.
Erzincan’da doğan Fehmi Efendi’nin doğum tarihi h. 1231/ m.1815-1816 yılı olarak
gösterilmiştir. HâtırattanŞeyh Fehmi Efendi’nin annesinin, Aşçı Dede’nin Erzincan’da
bulunduğu vakitlerde henüz hayatta olduğu anlaşılmaktadır.58
Aşçı Dede, Erzincan’a geldikten sonra yol arkadaşı İsmail Efendi’den şehrin meşayıhı
hakkında bilgi isteyince İsmail Efendi: “Hoca Fehmi Efendi hazretleri vardır, zâhir ü bâtın pek
büyüklerdendir; yani ehlullâhtan olduğuna şüphe yoktur… Şeyh Vehbî Hayyât (k.s)
hazretlerinin halifeleridir.” cevabını verir. Bunun üzerine Aşçı Dede, daha görmeden bu isme
âşık olduğunu, sadece işitmekle gönlüne bir gulgule düşüp âşık-ı cemâl-i Hazret-i Fehmi
olduğunu zikreder. Kendi ifadesiyle: “Derûnuma yeniden bir aşk ve ateş düştü ki eski aşk ve
ateşlere asla ve kat’a kıyas olunmaz.”59 Aşçı Dede’nin, Cuma gününe rastlayan bir günde İsmail
Efendi ile birlikte gittiği Cami-i Kebir’de Fehmi Efendi’yle karşılaşmasını anlattığı kısım, onun
hatıralarının en güzel bölümlerindendir. Erkenden camiye gelip ön saflarda oturup sağa sola
bakınırken sanki bir sesin arkasına bakması gerektiğini söylemesiyle arkasın dönen Aşçı Dede, o
sahneyi şöyle anlatır: “Bir de dönüp arkama baktım ki tamam fakirin ardında bir boz renkli aba
içinde başında arakiyye60 ve üzerinde beyaz sarık, baş aşağı teveccühte, yüzü görünmez bir zat
oturur olduğunu görür görmez şimşek gibi kalbime bir şey çarpıp kalbimde bir hareket ve zuhur
ve azalarıma bir cümbüş ârız olmakla o zatın Hoca Fehmi Efendi olduğunu hissettim.”61
Namaz çıkışında tanışmak maksadıyla İsmail Efendi ile Fehmi Efendi’nin evine giden
Aşçı Dede, bu karşılaşmayı uzun uzadıya hikâye eder. Bu ilk karşılaşmada Fehmi Efendi’yi
şöyle tanıtır: “Gayet uzun boylu ve gayet nahîf, buğday tenli, nûr-i ilâhî leme‘an eder lihye-i
saadetleri ve gözleri mestânedir.”62 Bu tanışma esnasında Aşçı Dede’nin Fehmi Efendi’nin
yüzüne bakmaya güç yetiremediği, kısa süren bu tanışma faslından sonra ayrılırken şeyhin elini
sıkarak manen; “sen bizimsin” dediği bunun da kendisini tarifi imkânsız sevinçlere boğduğunu
nakleder.63 Aşçı Dede, Erzincan’da bulunduğu ilk günlerde İsmail Efendi vasıtasıyla Terzi
Baba’nın diğer halifelerinden Abdussamed Efendi, Leblebici Baba, Hacı Abdulbâki Baba ve
aynı zamanda ulemadan bir zat olan Hacı Hâfız Efendi ile bu dönemde tanışmıştır.
56 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 21. 57 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 21, 127, 350, 355, 384, 385, 386, 388, 389. 58 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 382-383. 59 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 334-336. 60 Arakiyye; dervişlerin başlarına giydikleri yünden veya pamukludan yapılmış bir nevi takkedir. 61 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 336-337. 62 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 337. 63 Aşçı Dede içinde bulunduğu hâli şöyle anlatır: “İşte oradan kendimi taşraya nasıl attığımı bilmiyorum, kan ter
içindeyim. Lakin Hazret-i şeyhin böyle elimi sıktığını ve bu zuhur eden manaları İsmail Efendi’ye söyleyemedim.
Ayne’l-yakîn müşahede ettim ki bu demde ve bu saatte ne olmuş ise oldu. Yani bir nazarda aşk-ı mecâzimi, aşk-ı
hakîkîye tebdil ve tahvil edip Mecnûn-veş yürü Leylâ’na, ben Mevlâyı buldum dedim.” s. 338.
Halil BALTACI
56
Bir müddet sonra daha iyi tanıma imkânına sahip olduğu Fehmi Efendi’ye intisap
etmeye karar veren Dede, sadece kendisinin değil, namaz niyaz bilmeyen paşalar, beyler,
efendiler ve ağaların cümlesinin onu tanıdıktan sonra müteveccih-i kıble ve râbıta-i mürşid-i Hak
olduklarını kabul ederek kendisine bağlandıklarını aktarmıştır.64 Arzu etmemesine rağmen
Fehmi Efendi’nin diğer halifeler arasında dikkat çekici bir üstünlüğünün olduğunu söyleyen
Aşçı Dede, onda diğer meşâyıh-ı rüsûmda olmayan kuvvetli bir cezbenin bulunduğunu ve
insanları kendisine çektiğini anlatır. Bütün yüce sıfatlarına rağmen şeyhinin, diğer halifelere
hürmette kusur etmediğini, yanındaki zâtlar başlamadan yemeğe başlamadığını, kendisinden bir
şey istenildiğinde veya bir şey sorulduğunda önceliği bu zatlara verdiğini, söyleyeceği bir şey
varsa kendisinin en son söz aldığını aktarır.65 Hatıralarda Fehmi Efendi tanıtılırken onun
münzevî şeyhler gibi olmadığı, mahlûk-i Hüdâ’nın hizmetiyle şuraya buraya teşrif ettiği,
herkesin işlerinin tervicine himmet ve lutf u ihsan buyurduğu dile getirilir. Aşçı Dede’ye göre
Fehmi Efendi, meşreb-i Muhammediyye’nin kendisinde müşahede olunduğu, zâhir ilimde
yanına kimsenin yaklaşamadığı gibi bâtın ilimde dahi Hazret-i Risâlet-penâh Efendimiz
hazretlerinin mazhar-ı tâmmı ve vâris-i ekmeliydi. Bütün bu yüceliğine rağmen Fehmi
Efendi’nin oldukça mütevazı olduğunu ve herkesi kendinden üstün gördüğünü dile getiren Dede,
ahlâk-ı Muhammediyyenin onda tam anlamıyla zuhur ettiğini ve bu konuda mazhâr-ı tâm
olduğunu söyler.66
Aşçı Dede, bir süre sonra kendini tamamıyla Fehmi Efendi’ye teslim etmiş; birlikte
sohbet, muhabbet ve ibadetle dolu güzel seneler geçirmiştir. Bu dönemle ilgili hatıralarda verilen
malumattan, Fehmi Efendi’nin her kesimden insan tarafından sevildiği, kurduğu iyi ilişkiler
sebebiyle geniş bir çevreye sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Bu dönemde Aşçı Dede Fehmi Efendi’den kısa aralıklarla da olsa üç kez ayrı kalmıştır.
Bunların ilki kendisinin İstanbul’a kısa bir yolculuğu, diğeri ise şeyhinin biri 1861ötekisi 1865
yılında iki defa Hac farizası için Hicaz’a gitmesiyledir. İlk hac yolculuğu sırasında Fehmi
Efendi’nin, hatm-i hâcegânı yönetmesi için yerine Aşçı Dede’yi bırakması halifelik olarak
değerlendirilmiştir. Hac dönüşü Fehmi Efendi Erzincan’a geldiğinde annesinin vefat ettiğini
öğrenecektir.67
Erzincan’a gelmesiyle Fehmi Efendi’ye yeniden kavuşan Aşçı Dede, dairedeki işinden
arta kalan bütün zamanını şeyhiyle beraber Terzi Baba türbesi yakınlarında yapımına başlanan
dergâhın inşaatına ayırır. Nakledilen bilgilerden dergâhın yapımında en büyük payın Fehmi
Efendi’ye ait olduğu anlaşılmaktadır. 1865 yılında yapımına başlanan dergâh inşaatının çeşitli
sebeplerle bir müddet aksadığı, bu dönemde Fehmi Efendi’nin ikinci defa Hacca gittiği
anlaşılmaktadır. Dergâh tamamlandığında, h. 1284 yılının Rebiülevvel 12. günü, m.14 Temmuz
1867 Mevlid kandilinde hizmete açılmış, Erzincan’ın ulema ve şairlerinden Hilmi Efendi
dergâhın açılışına tarih düşmüştür.68 İbrahim Halil Dede’ye “Aşçı Dedelik” unvanı bu dergâhın
açılış günü misafirlerin ağırlanmasında gösterdiği gayret ve hizmetler neticesinde Fehmi Efendi
tarafından verilmiştir.
Dergâhın açılmasıyla birlikte Fehmi Efendi, vaktinin büyük bölümünü artık dergâhta
geçirmeye başlamıştır. Burada bir taraftan Pazartesi ve Cuma geceleri hatm-i hâcegan kıraatine
devam edilirken, diğer yandan Cuma günlerinin sabahında Mesnevî-i Şerif okunmasına karar
64 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 350-351. 65 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 352. 66 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 355. Aşçı Dede, Fehmi Efendi hakkında söylediklerinin mübalağa
olarak değerlendirilmemesini zira on beş seneden fazla kendisine hizmet ettiğini ve her hâline şahit olduğunu, bu
sözleri bütün bunlardan sonra söylediğini dile getirir. s. 356, 887. 67 Aşçı Dede Fehmi Efendi’nin annesinin ölümünü Medine’den ayrılmasına manen izin verilmemiş olan Fehmi
Efendi’nin, annesinin sözünden çıkmamak için buradan ayrılmasıyla açıklar. Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin
Hatıraları, s. 423, 424, 428-429. 68 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 457-493.
Aşçı İbrahim Dede Hâtıratı Çerçevesinde XIX.Yy. Erzincan’ında Dinî ve Tasavvufî Hayat
verilmiştir.69 Aşçı Dede’nin bu dönemde Fehmi Efendi’yle çok yakınlaştığı ve onun sır kâtibi
olduğu, geçirdiği hastalık sırasında yanında sadece Aşçı Dede’nin kalmasına izin verildiği
görülmektedir. Aşçı Dede’nin 1871 yılında görevinden istifa ederek önce İstanbul’a, ardından
Şam’a gitmesi, şeyhini dünya gözüyle bir daha görememesine sebep olmuştur. 70
Aşçı Dede, şeyhiyle yüz yüze görüşme imkânı bulamasa da mektuplaşmaya devam eder.
Fehmi Efendi’den aldığı bir mektupta şeyhin 1875 yılında Derviş ve Hâlet Paşalar vasıtasıyla
İstanbul’a davet edildiğini aktarır. Dede, Fehmi Efendi’nin yaklaşan muharebe sebebiyle
çağrıldığını, savaş sonrasında şeyhin Erzincan’a döndüğünü, daha sonra da oğlu Ahmed Fevzi
ile birlikte Sultan Abdulhamîd’in71 davetiyle 1296/1880 tarihinde İstanbul’a gittiğini anlatır.
Buradan üçüncü defa haccetmek üzere oğlu ve hizmetinde bulunan Tahir Efendi ile birlikte
Hicaz’a giden Fehmi Efendi, Arafat’tan Mekke’ye geldikten sonra rahatsızlanır. Yaklaşık bir ay
süren rahatsızlık dönemi dâr-ı bekâya irtihal ile sonuçlanır. Hz. Hatice’nin ayakucuna
defnedildiği nakledilmiştir.72 Dede’ye göre şeyhin tam vefat zamanı; 1298 Muharrem’inin 21.
Perşembe günü (24 Aralık 1880) öğleden sonra saat on bir buçuktur.73 Şeyhi vefat ettiği sırada
Şam’da bulunan Dede, Fehmi Efendi’nin kabrinin önceleri ağaçtan bir parmaklık içine
alındığını, daha sonra İstanbul’dan getirilen mermerle mezarının yapıldığını haber aldığını, hatta
Şam’dan giden bir ziyaretçinin şeyhin mezar taşına yazılanları kendisine ulaştırdığını
söylemiştir.74
Aşçı Dede eserinde şeyhinin şemailini şöyle tavsîf etmektedir: “Servi gibi mevzûn ve
zârif uzun bir boy, hilal gibi bedeni nahîf olup rengi buğday, kolları uzun, elleri kalem-kârî
düzgündü. Siyah sakalları nurlu ve çeneden bir kabza uzundu, keman gibi iki kaşı arasında gayet
rakîk bulut altında görülür Süreyya gibi bir ben vardı. Öyle bir nokta-i şerif ki cümle ilim ve
marifetler o noktada gizlenmiş gibidir. Gözleri henüz uykudan uyanmış Yûsuf-i âlem gibi
mestane ve mahmur ve gayet siyah olup etrafı ilâhî nurun tecellî ettiği bir hâle gibiydi. Gözlerine
karşı göz ile bakmak mümkün değildi, zira onun gözleri diğer insanların ki gibi değildi hakîkat-i
basara nazar olmuş idi. Vücudunda et namına bir şey yoktu, kuru kemikten ibaretti. Kulakları
oldukça küçük, mübarek başından iki tarafa iki nûr-i müdevver talik olunmuş idi. İşte mübarek
yüzleri bu şekilde olup insan tamamıyla yüzüne bakmaktan heybet ve hayâ ederdi. Hz. Ali’nin
azamet ve heybetinin vech-i şeriflerinde kemaliyle zuhur etmişti.”75
Fehmi Efendi’nin tasavvufî kişiliğinin oluşmasında Terzi Baba’nın büyük tesiri olmuş, o
da hayatı boyunca şeyhine medyun kalmıştır. Fehmi Efendi, eğer birisi kendisine “sizin
dervişiniz, sizin müridiniz” gibi ifadeler kullanırsa bundan rahatsız olur, daha kendisinin dahi
derviş olamadığını söylerdi. O, bu hususta görevinin sadece sahipsiz koyunları “Vehbî Hayyât’ın
sürüsüne” katmaktan ibaret olduğunu, bundan ötesine karışmadığını söylerdi. Yine kendisine
rabıta yapılmamasını ister, rabıta ve teveccühün gavs-ı a‘zâm olarak nitelediği Terzi Baba’ya
yapılması gerektiğini zikrederdi.76 Övülmekten hoşlanmayan bir yapıya sahip olan Fehmi
69 Hatıralarda Mesnevî-i Şerif derslerini bizzat Fehmi Efendi’nin yaptığı, başta Aşçı Dede olmak üzere Fehmi
Efendi’nin oğulları ve bazı müridlerin dersleri kaydettiği anlaşılmaktadır. s. 496. 70 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 526-527. 71 Aşçı Dede hatıralarında Fehmi Efendi’nin, Sultan Abdulmecid tarafından İstanbul’a davet edildiği kaydedilmişse de
bu bilginin hatalı olduğu anlaşılmaktadır. Zira bu ziyaret gerçekleştiğinde Sultan Abdulmecid (ö. 1861) ölmüş
bulunuyordu. Bu bilgi yanlışının, Aşçı Dede’den mi yoksa kitabı günümüz alfabesine aktaranlardan mı kaynaklandığı
belli değildir. Bkz., s. 565. 72 Aşçı Dede hâtıralarında, Ahmed Fevzi Efendi’nin anlattıklarına dayanarak Fehmi Efendi’nin hacda iken hastalanıp
vefat etmesine dair geniş bilgiler vermektedir. s. 802-805. 73 Aşçı Dede silsilesini zikrederken Fehmi Efendi’nin vefat tarihini 30 Muharrem 1298 (2 Ocak 1881) olarak
kaydetmiştir. s. 333. 74 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 576. Aşçı İbrahim Dede yıllar sonra hacca gittiğinde şeyhinin
medfun olduğu mezarını arayarak bulduğunu, içinde bulunduğu ruh hâleti eşliğinde coşku ve hüzünle anlatır. Hac
dönüşü hatıra olarak Fehmi Efendi’nin mezarından ufak bir keseyi dolduracak kadar toprak aldığını anlatır. s. 1011. 75 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 396. 76 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 388-390.
Halil BALTACI
58
Efendi, Aşçı Dede’nin orada burada kendisini övmesi üzerine: “Baba Efendi biz satılık değiliz,
rica ederim bizi satmayın.” dediği nakledilir. Fehmi Efendi’nin ibadet ve tarîkata dair
uygulamaları anlatılırken, “ibadetlerinde aşırılık yoktu, ancak salât-ı dâimide dâim ve ber-karar
idiler. Bir işle meşgul değilse rabıta ve teveccüh ya da sohbet ve muhabbette idiler. Gecelerinin
yarısı uykuda yarısı rabıtada geçerdi.”77 denilmektedir. Fehmi Efendi’nin Nakşibendî zikri olan
hatm-i hâcegân okunmasına çok önem verdiği; “hatm-i hâcegân kıraat olunan haneye ve belki o
mahalleye ve belki o beldeye hiçbir bela ve musibet isabet etmez.” ifadesini kullandığı görülür.
Dinin emir ve nehiyleri konusunda titiz olan Fehmi Efendi’nin; “Şu asırda beş vakit namazını
eda edip bi-tâkati’l-beşeriye oldukça kendisini menhiyattan men eden muvahhidîn hakkâ
evliyadır.” sözü mü’minlere bakış tarzını göstermesi bakımından önemlidir. Kendisine yapılan
kötülüklere iyilikle mukabelede bulunan Fehmi Efendi’nin; “buğz-fillah edeceğine hubb-fillah
etsen (Allah için birilerinden rahatsızlık duyacağına, o kimseleri Allah için sevsen) ne olur
acaba” dediği, insanları kusurlarıyla beraber sevdiği anlatılır.
Aşçı Dede’ye göre Fehmi Efendi’nin yeme içmesi dervişçeydi, evi misafirsiz olmaz,
nadiren de olsa sofrasında misafir bulunmadığında kendisi de yemek yemezdi. Yemek için
sofraya oturduğunda pek az yer, beraberinde başkaları varsa sofradan hemen kalkmaz, az ve
yavaş yerdi. Yeme içmede Hz. Peygamber (s.a)’e benzerdi. Şeyh Fehmi Efendi’yi çok seven
Dede’nin gözünde o, kesinlikle gavs ve kutuptur. Hatıralarda Fehmi Efendi’den zuhur eden bir
takım kerametler78 aktaran Dede’ye göre, “Efendi yürü dese, dağlar yürür.”79
Aşçı Dede, şeyhi Fehmi Efendi’nin giyim-kuşam, yeme-içme ve ibadet hayatına dair
birçok bilgi verir. Onun toplum içindeki tavır ve davranışları gerçekten de takdire şayandır. Zira
Aşçı Dede, Fehmi Efendi’nin insanların işlerini görmek ve ihtiyaçlarını gidermek konusundaki
gayretinin, ayıp ve kusurları örtmedeki titizliğinin, başka tarîkat mensuplarına karşı
kucaklayıcılığının ve hatta Erzincan’da ikamet eden Hıristiyanlara karşı hürmet ve ikramının
emsalsiz olduğunu dile getirir. Hem ilmi hem de irfânı kendisinde mezcettiğinden dolayı onu
Mevlânâ ile kıyaslayan80 Aşçı Dede, şeyhin taassuptan uzak açık ve hür fikirli bir şahsiyete sahip
olduğunu anlatır. Mesela Aşçı Dede Frenk gömleği giymekle itham edilince: “Hayır, sizin
yanlışınız var. Bu gömleği Müslüman giyer ise Müslüman gömleği derler; Frenk giyer ise, Frenk
gömleği derler. Ne zararı vardır ve gömleğin ne kabahati vardır!”81 dediği nakledilir. Yine bir
sebeple valinin karşısına derviş kıyafetiyle çıkan Aşçı Dede, eleştirilince, Fehmi Efendi: “Evet
fes, setre, pantolon dervişliğe zararı olmadığı gibi, böyle sarık sarmanın da askerliğe zararı
yoktur.” demiştir. Bütün bu açık görüşlülüğüne rağmen dostlarından birisinin, oğluna Fransızca
ders aldırdığını öğrenince bunu yapmaması gerektiğini söylemesi, muhtemelen düşmana karşı
alınması gerektiğini düşündüğü tutumdan kaynaklanmaktaydı.82 Erzincan’a yeni atanan bir ordu
komutanının Müslüman âlimlere ilgi göstermeyip Hıristiyan papazlarını ayakta karşılamasına
karşı gösterdiği sert tepkiye de, yine dinin izzetine olan tavrı sebep olmuştur. Zira benzer bir
tutumu, Müslümanlar ile gayr-i Müslimler arasında meydana gelen bir anlaşmazlık sebebiyle,
şikâyet üzerine Dersiamlardan Hoca Sıddık Efendi’nin suçsuz yere hapse atılması sebebiyle
göstermiş, şehrin yöneticilerine tepkisi sert olmuştu.83
Fehmi Efendi ordu mensuplarıyla kurduğu iyi ilişkilerle ve vatan savunması
konusundaki gayretleriyle de temayüz etmiş bir şahsiyettir. Öyle ki Aşçı Dede, gelen giden
77 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 392. 78 Konuyla alakalı nakledilen rivayetler için bkz. s. 361, 421, 622, 625-626, 784, 806, 929, 1683-1685. 79 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 625. 80 Aşçı Dede, Sultanü’l-ulemâ Bahaüddîn Veled ailesinin Belh’ten ayrıldıktan sonra çıktıkları yolculukta Erzincan’a
ulaşıp önce bir süre İsmetiye Medresesi’nde kalmaları, sonra da Akşehir’e yerleşip burada bir müddet ikamet
etmelerini Fehmi Efendi’nin manevî tohumunun atılması olarak değerlendirir. s. 1187. 81 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 476, 1255. 82 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 527. 83 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 364, 513.
Aşçı İbrahim Dede Hâtıratı Çerçevesinde XIX.Yy. Erzincan’ında Dinî ve Tasavvufî Hayat
devlet görevlileri sebebiyle Fehmi Efendi’nin evinin hükümet sarayı gibi çalıştığını söyler.84
Fehmi Efendi’nin, Osmanlı-Rus Harbi (1293/1877-78) dolayısıyla İstanbul’da mecliste bir
konuşma yaptığı, savaşın kaçınılmaz olduğunu söyleyerek muharebeye bizzat iştirak ettiği
nakledilir. Hem Rumeli hem doğu cephelerinde bulunduğu ve bizzat muharebeye katıldığı
anlaşılmaktadır.85
Aşçı İbrahim Dede, ilim ve irfandaki bu büyüklüğüne yaraşır şekilde Fehmi Efendi’nin
de Şeyh-i Ekber ve Mevlânâ gibi kitapları olsaydı diye içinden geçirdiğini, ancak gönlüne;
“onun iki cilt kitabı var, Mehmed Sıdkı ve Ahmed Fevzi gibi iki kitap mı olur?” şeklinde bir
düşüncenin geldiğini söyleyerek Fehmi Efendi’nin evlatlarını över. Aşçı Dede adeta lala gibi
yanlarında büyüyen her iki evladın da Fehmi Efendi’ye layık kimseler olduğunu, Allah’ın bu
evlatları ve torunları sayesinde şeyhin bereketini sonraki nesillere de taşımasına yardım
edeceğini dile getirir.86
c- Erzincan’ın Diğer Mutasavvıf Simaları
Aşçı İbrahim Dede, Fehmi Efendi dışında “çehâryâr kıdemine” vasıl olmuş diğer dört
Terzi Baba halifesinden daha bahseder ki bunlar; Abdussamed Efendi, Hacı Hafız Rüşdü,
Leblebici Baba, Hacı Abdülbâki Baba’dır.87 Ancak bu zâtlarla alakalı nakiller mahdut kalmış,
Fehmi Efendi ile münasebetleri çerçevesinde kendileri hakkında bilgiler verilmiştir.
Abdussamed Efendi: Fehmi Efendi’den sonra önemli halifelerden birisi de 1848
senesinde alay imamı olan Abdussamed Efendi’dir. Aynı zamanda Terzi Baba’nın damadı olan
bu zat hakkında, Terzi Baba ve Erzincan’la ilgili yapılan çalışmaların hemen hiç birisinde ismen
dahi bilgi verilmemiş olması, Aşçı Dede’nin verdiği malumatı daha da değerli kılmaktadır. Aşçı
Dede’ye göre Abdussamed Efendi, Fehmi Efendi’nin tavassutuyla Terzi Baba’nın kızlarından
birisiyle evlenmiş, Pîr Vehbi Hayyât’ın vefatından sonra da ailenin bakım ve muhafazası
görevini üstlenmiştir.88 Dede’nin Erzincan’da tanıştığı ilk insanlardan birisi olan Abdussamed
Efendi’yi ziyaret için gittiği ev Terzi Baba’ya ait olup, evi tanıtıcı bilgiler veren Aşçı Dede
burayı İstanbul’da Merkez Efendi’nin çilehânesine benzetir.89 Dede, “ehl-i mükâşefe”den kabul
ettiği bu zatla ilk tanışma ânını şöyle anlatır: “Abdussamed Efendi gayet dalgın, yani asla ve
kat’a göz açmaz ve gözleri yumuk kelam eder; ara sıra bir kere gözünü açıp bakar, yine yumup
kelam eder ve nargile elinden düşmez ve enfiye kutusu kezalik elinden bırakmaz…”90
Aşçı Dede, Fehmi Efendi’nin Abdussamed Efendi’ye muhabbet ve hürmet beslediğini,
kendisinden tarîkat almak isteyenleri genellikle bu zata yönlendirdiğini hatta çocuklarının
isimlerini verirken kendinden izin aldığını aktarır. Aşçı Dede’yi sevdiği anlaşılan Abdussamed
Efendi’nin: “Rûznamçeci Efendi’yi kimseye vermem, benim olsun” dediğinde Fehmi
Efendi’nin: “Değil onlar, cümlemiz siziniz, kabul buyurur iseniz” şeklinde cevap verdiği
nakledilir.91 Kışın şehirde, yaz aylarında ise Sarıgöl’de Terzi Baba’ya ait olan bahçeli evde
ikamet eden Abdussamed Efendi, artık yaz-kış burada ikamete karar verip şehir merkezindeki
84 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 349-350. 85 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 420, 560. Fehmi Efendi’nin benzer bir konuşmayı Kuleli Askeri
Lisesi öğrencilerine de yaptığı görülmektedir. Fehmi Efendi, bütün gayretlere rağmen muharebe sonunda muvaffak
olamamayı zâhirdeki bir takım eksikliklere bağlamıştır. s. 561. Aşçı Dede, Fehmi Efendi’nin bir bayram günü daha
önce hiç rastlamadığı şekilde çokça ağlayarak dua etmesinin sebebinin, iki üç sene sonra ortaya çıktığını ve yaptığı
duanın Rus harbiyle alakalı olduğunu anladığını yazar. s. 622-623, 1601. Mehmet Arif de hatıralarında, Şeyhin savaş
meydanında bizzat savaştığını ve büyük kahramanlık gösterdiğini nakleder. Mehmet Arif, Başımıza Gelenler I-III,
haz. M. Ertuğrul Düzdağ, İstanbul: Tercüman Yayınları, [t.y], c. II, s. 332-336. 86 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 399, 578. 87 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 1458. 88 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 911. 89 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 338. Aşçı Dede, Erzincan’a geldiğinin ikinci kışında yerleştiği
Terzi Baba’nın evini eserinin başka bir yerinde tafsilatıyla tanıtır. s. 381. 90 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 309, 338. 91 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 346.
Halil BALTACI
60
evi kendisine bırakınca, Aşçı Dede sevincinden neredeyse oynayacak hâle geldiğini söyler. Bu
dönemde Terzi Baba’nın eşinin hayatta olduğu ve damadı Abdussamed Efendi’nin yanında
kaldığı anlaşılmaktadır.92
Aşçı Dede Abdussamed Efendi’yi çok sevmesine rağmen onun yeni inşa edilen dergâha
yerleşip, bir süre sonra buraya gelen kimselere kötü davrandığını hatta bunları kovduğunu,
insanların bir müddet sonra bu sebeple dergâhtan ayağını kestiklerini anlatır. Bütün bunların
sebebini Fehmi Efendi’ye olan kıskançlığına bağlayan Aşçı Dede, buna rağmen Fehmi
Efendi’nin ona tazim ve hürmette kusur etmediğini aktarır. Zira rivayete göre Terzi Baba
Abdussamed Efendi’nin bu durumunu önceden sezerek Fehmi Efendi’ye: “Hoca Fehmi Efendi
bizim derdimizi çeker” demiş, o da gerek Pîrinin bu sözü, gerekse kerimelerinin hatırına, “dünya
hârisi” olarak tarif ettiği Abdussamed Efendi’nin sıkıntılarına katlanmıştır.93 Abdussamed
Efendi’nin, Müşir Derviş Paşa’nın da araya girerek dergâhtaki evden çıkarılma hikâyesi hâtıratın
en eğlenceli bölümlerinden birisi olarak göze çarpar.94 Aşçı Dede, Şam’da bulunduğu sırada
Abdussamed Efendi’nin oğlunun askerlik göreviyle buraya geldiğini ve kendisinin yönettiği
hatm-i hâcegân grubuna katıldığını zikreder.95
Leblebici Baba (Süleyman Efendi, Şemsihayâl): Aşçı Dede’nin Terzi Baba’nın bir
diğer halifesi olan Leblebici Baba ile ilk karşılaşması Abdussamed Efendi’yi evinde ziyaret
ettiği zaman gerçekleşmiştir. Bu ilk karşılaşmayı şöyle tasvir eder: “Siyah bir aba giymiş,
başında arakiyye, üzerine yeşil sarık sarmış, bir ufak tesbih elinde, daima gözleri yumuk,
elindeki tesbihi çarh-ı felek gibi devrettirir.”96 Aşçı Dede, asıl adı Süleyman olan Leblebici
Baba’nın ümmî olduğu halde “acib ü garîb” olarak nitelediği, âlim ve şairlerin yazmaktan aciz
kaldığı gazellerini, Hazret-i Pîr Hayyât Efendi’nin kudsî rûhaniyetine teveccüh ve rabıta yaparak
söylediğini dile getirir.97 Aşçı Dede’ye göre bu “Arabî ve Fârisî karışık Türkçe pek çok
gazeliyât, Hazret-i Pîr tarafından kendisine bahş ü itâ olunan füyûzât ve ilm-i ledünnî”
sayesindedir.98 Leblebici Baba’nın kendisine muhabbetinin ziyade olduğunu söyleyen Dede,
kendisi hakkında Erzincan’da bir takım dedikodular ortaya çıkınca halifelerin bulunduğu bir
ortamda Baba’nın Fehmi Efendi’ye hitaben: “Bu Baba Rûznâmçeci efendiyi biraz terbiye
edelim. Yoldan çıkmış diyorlar” dediğini Fehmi Efendi’nin de: “Sana havale ettim, terbiye et”
diye cevap verdiğini söyler. Söze devam eden Leblebici Baba: “Ya hazret-i şeyh, bu fakirin
terbiyesi saplı tastır.” deyince Fehmi Efendi: “Yok yok baba efendi, ona razı değilim.” der.
Bunun üzerine Leblebici Baba: “Eh, sen bilirsin efendim” diye cevap vermiştir. 99 Leblebici
Baba’nın 1294/1877 senesinde vefat ettiği anlaşılmaktadır. Baba’nın şiirleri, ölümünden sonra
bir araya getirilip Tuhfetü’l-uşşâk adıyla 1879 yılında İstanbul’da basılmıştır.100
Hacı Hâfız Efendi (Mehmed Rüşdü): Aşçı Dede, onu Terzi Baba’nın damadı olarak
tanıtır. Erzincan’nın önde gelen âlimlerinden Alansalı Hoca Efendi’nin oğlu olduğunu söyler.
Eserinin başka bir yerinde ise kendisinden Hazret-i Pîr (k.s)’in damadı Hocazâde veya
92 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 380. 93 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 504-506 94 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 503-505. 95 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 755. 96 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 339. 97 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 343, 1028-1029. Aşçı Dede Leblebici Baba’nın ne şekilde şiir
söylediğini şöyle tasvir eder: “Cenâb-ı Pîr Hayyât Vehbî (k.s) efendimiz hazretlerinin halifelerinden Erzincan’da
Leblebici Baba (k.s) var idi. İşte baba merhum gayet ümmî yani elif demesini bilmez iken bu gibi pek çok manzum ve
mevzun nutukları var idi. Hatta nutka geldiği vakit ara yerde ibare kesilirse kelbine teveccüh ederek yani başını
kalbine indirip burnuyla bir şey koklar gibi burnunu keskin çekerek kalbindeki tulûâtı alarak söylemeye başlar idi.
Baba merhumun bu gibi nutukları pek çok olup hatta bir risale şekline konulmuştur azizim.” s. 1419. 98 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 1558. 99 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 461. Aşçı Dede, Leblebici Baba’nın “saplı tastan” maksadının
ölüyü yıkarken kullanılan saplı tas olduğuna işaret ettiğini zikreder. 100 Eser daha sonra Orhan Aktepe tarafından günümüz alfabesine aktarılarak 1997 yılında Erzincan’da neşredilmiştir.
Geniş bilgi için bkz., Orhan Aktepe, Leblebici Baba ve Tuhfetü’l-Uşşâk, Erzincan 1997, s. 7-16.
Aşçı İbrahim Dede Hâtıratı Çerçevesinde XIX.Yy. Erzincan’ında Dinî ve Tasavvufî Hayat
Battalzâde Hacı Hafız Efendi şeklinde bahseder.101 Hatıralarda anlatıldığına göre Terzi Baba’nın
halifeliğine Erzincan uleması karşı çıktığında, ilmi kişiliğine rağmen kendisine ilk intisap
edenlerden birisi bu zât olmuştur. Hacı Hâfız Efendi’nin, evinin bitişiğindeki Kurşunlu
Câmii’nde her pazartesi ve cuma günleri hatm-i hâcegân kıraat ettirdiği, katılanlar arasında Terzi
Baba’nın da bulunduğu anlaşılmaktadır.102 Fehmi Efendi’nin Hacı Hâfız Efendi’ye hürmet
beslediği, kendisinden tarîkat ve evrad isteyen kimseleri öncelikle Abdussamed ya da Hacı Hâfız
Efendi’ye yönlendirdiği görülür.103 Aşçı Dede, Terzi Baba’nın ölüm döşeğinde iken Hacı Hafız
Efendi’nin kendisine rabıta ve teveccühte bulunarak gavsiyyet ve kutbiyyet makamlarını istediği
ancak Terzi Baba’nın “Of! Hafız Efendi” diyerek yüz çevirdiğini, bu durumun bir iki defa tekrar
etmesiyle Fehmi Efendi’nin kendisini böyle yapmaktan men ettiğini aktarır.104 Hacı Hafız
Efendi, Terzi Baba’nın mensur Kenzü’l-futûh adlı eserini Miftâhü’l-kenz adıyla nazma
aktarmıştır. Vefat tarihi 1860 veya 1868 olarak105 kaydedilmişse de, Aşçı Dede Şam’da
bulunduğu dönemde Hacı Hafız Efendi’nin hac dönüşü kendisini ziyaret ettiğini söyler.106 Aşçı
Dede’nin 1871 tarihinden sonra Şam’a gittiği düşünüldüğünde vefat tarihinin yanlış olma
ihtimali vardır.
Aşçı Dede bu halifelerinden başka Hacı Abdülbâki Baba isminde bir halîfeden daha söz
eder. Ancak hâtıratta bu zâtla ilgili bilgi ve nakil bulunmamaktadır. Ümmi olduğu, isteyenlere
zikir telkininde bulunduğu, vücuduna ârız olan bir hastalıktan dolayı seksen yaşlarında vefat
ettiğine dair bilgiler nakledilmiştir.107 Terzi Baba’nın diğer kaza ve köylerde bunların dışında
pek çok halifesinin bulunduğu zikredilmiştir.108
3- Aşçı Dede Hâtıratında Erzincan’daki Dini-Tasavvufî Hayatın Sosyal Hayata
Yansımaları
Aşçı Dede’nin hatıralarında dönemin Erzincan şehrinin dinî-tasavvufî hayatıyla ilgili
bilgiler vardır. Bir şehirde yaşayanların dinî hayatları, tarîkat uygulamaları, Ramazan ayı ile dinî
gün ve gecelerin ihyası, ilmi faaliyetleri, okunan eserler ve devam edilen dersler, din ve tasavvuf
büyüklerinin sohbetleri, devlet görevlileriyle olan münasebetler, hatta şehrin meczupları bile o
şehrin dinî-tasavvufî hayatının sosyal hayata yansımaları hakkında bilgiler verir. Bu bağlamda
Aşçı Dede’nin on beş sene boyunca kaldığı Erzincan’da şahit olup hatıralarında aktardığı, şehre
ait bilgileri genel hatlarıyla hatırlamak yerinde olacaktır.
Aşçı Dede’nin anlattıklarından, Erzincan dervişlerinin hemen hepsinin Nakşibendiyye ya
da onun kollarından birisi olan Hâlidiyye’den olduğu anlaşılır.109 Bu sebeple de şehirde daha çok
râbıta, teveccüh, murakabe ve hatm-i hâcegân kıraat etmek gibi tasavvufî uygulamaların öne
çıktığı görülür. Bütün bu uygulamaları “butûn âlemine sefer etmek” şeklinde değerlendiren Aşçı
Dede, gerek şeyhi Fehmi Efendi gerekse Terzi Baba’nın diğer halîfeleriyle ilgili gözlemlerinde
hep bu râbıta, teveccüh ve murakabe hallerine dikkat çeker.110 Nakşibendiyye’nin zikir
usûllerinden birisi olan ve özellikle Hâlidîyye’nin büyük ehemmiyet verdiği hatm-i hâcegân
kıraatine devam etmek, müritlerin manevî gelişimini sağlaması yanında belâ ve musibetlere karşı
101 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 629, 504. 102 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 342. 103 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 389. 104 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 619-620 105 Tahir Erdoğan Şahin, Erzincan Tarihi’nde (c. II, s. 285), 1284/1867-68; Orhan Aktepe ise Mahmut Sadrüddin’in
Şevkistan adlı yazma eserine dayanarak vefat tarihini 1285/1868 olarak kaydetmektedirler. Vehbi Yurt, Terzi Baba ve
Erzincan adlı çalışmasında, Ünal Tuygun ise Erzincan’ın Manevî Mimarları adlı kitabında bu tarihi 1860 olarak
kaydederler. 106 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 629. 107 Yurt, Terzi Baba ve Erzincan, s. 66. (Şevkistan adlı yazma eserden nakille) 108 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 344. 109 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 461. 110 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 309, 338-339, 346, 351, 390, 392, 580,
Halil BALTACI
62
ayrıca bir kalkan görevi yerine getirmektedir.111 Yalnız olarak da yapılabilen bu zikrin,
Erzincan’da genellikle toplu okunduğu, özellikle Pazartesi ve Cuma gecelerinde icra edildiği
görülmektedir.112 Aşçı Dede, Erzincan evlerinde yapılan sohbetlerde Muhammediyye
okunduğunu, bu sırada dinleyenlerin teveccüh ve rabıtada kaldıklarını söyler. Özellikle Fehmi
Efendi’nin Erzurumlu Derviş İsmail Efendi’ye, âdeti olduğu üzere yüksek sesle okuttuğu
Muhammediyye’yi gözyaşları içinde dinlediği rivayet edilir.113 Bunun yanında başta mübarek
geceler olmak üzere evlerde ve çeşitli mekânlarda Mevlid, Mirâciyye, Delâil-i Şerîf ve Mesnevî-i
Şerîf gibi dinî-tasavvufî metinlerin okunduğu, kandil gecelerinde sakal-ı şerif ziyaretlerinin
gerçekleştiği görülür.114 Aşçı Dede’nin geçirdiği Ramazanlar, oruç, iftar davetleri ve teravihler
hakkındaki nakilleri, şehrin bu ayda nasıl bir manevî havaya büründüğünü göstermesi
bakımından önemlidir.115
Aşçı Dede şehirde ilmi faaliyetlerin yapıldığını, özellikle Fehmi Efendi’nin ders
okuttuğunu nakleder. Ramazan ayında ikindi namazı sonrası Fehmi Efendi’nin tefsir dersleri
verdiği, halktan ve memur kesiminden pek çok kişinin bu derslere iştirak ettiği kaydedilir. Aşçı
Dede, Fehmi Efendi’den Celâl, diğer taraftan yine ondan icazetli Dersiâm Hacı Sıddık Efendi ile
İsagoci ve Multekâ okuduğunu söyler.116 Şehirde yapılan sohbetlerde Muhammediyye’nin kıraat
olunduğunu, özellikle Fehmi Efendi’nin bulunduğu muhabbette genellikle ehlullâhın sözlerinden
ve tarîkat büyüklerinin menkıbelerinden bahsedildiğini söyleyerek mâlâyâni sözlerden uzak
durulduğunu anlatır. Ancak bazen de kardeşlerin iş ve müşkillerini halletmek için öğüt, nasihat
ve çareler hakkında konuşulduğuna işaret eder.117
Başka tarîkat mensuplarıyla iyi ilişkiler kurmaktan çekinmediğini dile getirdiğimiz Aşçı
Dede’nin Erzincan’da bulunduğu müddet içinde diğer tarîkat müntesipleri hakkında çok az bilgi
verdiği görülmektedir. Daireden mesai arkadaşı olan Muhasebeci Mehmed Sakıb Efendi’nin
Bektaşî olduğunu söyleyen Dede, bu zâtın başlangıçta kendisinin Fehmi Efendi’ye intisap
etmesine karşı çıktığını, ancak sonradan Fehmi Efendi’yi tanıyınca kendisine muhabbet
beslediğini aktarır.118 Erzurum’da Kadirîlerle içli-dışlı olmasına rağmen Erzincan’da bu tarîkat
mensuplarından hiçbir şekilde bahsetmez. Yine Erzincan’ın manevî tarihinde önemli bir yere
sahip olan Mevlevîlik, Aşçı Dede Erzincan’a gelip Fehmi Efendi’ye intisap ettikten sonra da
irtibatını tamamıyla koparamadığı bir tarîkattir. Fehmi Efendi’nin âşığı olduğu zamanlarda bile
zâhiren Mevlevî, bâtınen Nakşî olduğunu ifade eden Aşçı Dede, özel günlerde Mevlevî kıyafeti
giymeye devam etmiştir. Adeta Nakşibendîliğe Mevlevîlik aşısı yapan Dede, özellikle dergâhın
açılmasından sonra Nakşibendîliğe bir takım Mevlevî âdetlerini kendisinin getirdiğini, şeyhinin
buna ses çıkarmadığını aksine destekleyici bir tavır sergilediğini ifade eder. Aşçı Dede bu
olumlu havadan cesaret alarak ilk Mevlevî hankâhı olarak değerlendirdiği ve o günlerde kapalı
olduğu anlaşılan Erzincan Mevlevîhânesi’nin yeniden açılmasını istemiş, ancak çeşitli
111 Aşçı Dede kendisine verilen bütün ilâhî mevhibelerin, kalp huzuru ve aşkla okuduğu hatm-i hâcegân sayesinde
verildiğini söyleyerek şöyle der: “Evet ne‘am, bu hatm-i hâcegânda olan esrâr u tecelliyât-ı subhâniyye asla bir şeye
nispet kabul etmez ve baha ve kıymet takdir olunmaz bir emr-i azîm ve şân-ı fahîmdir.” s. 772. Dede, Erzincan’dan
ayrıldıktan sonra da ömrünün sonuna kadar hatm-i hâcegân kıraat etmekten bir daha vazgeçmemiştir. Hatta Şam’da
bulunduğu dönemde bu zikrin burada ferdî yapıldığını ve toplu hatm-i hâcegân uygulamasını ilk kez kendisinin
başlattığını söyler. Aşçı Dede’nin, bu dönemde yakın bölgeleri etkilemekle birlikte Şam’a etkisi sınırlı olan veba
salgınının önlenmesinde hatm-i hâcegân merasimlerinin etkili olduğu, bu sebeple de kendisini Şam muhafızı olarak
değerlendirmesiyle ilgili açıklamaları dikkat çekicidir. s. 726-729, 754. 112 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 336, 421, 424, 496. 113 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 346, 353, 1475, 1477. 114 Aşçı Dede Miraç gecelerinde Miraciyye okunma geleneğini kendisinin başlattığını söyler. Aşçı İbrahim Dede, Aşçı
Dede’nin Hatıraları, s. 496. 115 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 356-357. 116 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 480. 117 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 355. 118 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 350.
Aşçı İbrahim Dede Hâtıratı Çerçevesinde XIX.Yy. Erzincan’ında Dinî ve Tasavvufî Hayat
sebeplerden dolayı Fehmi Efendi’den izin alamamıştır.119 Bütün bunlarla birlikte özellikle yaz
mevsiminde bahçelerde yapılan faaliyetler, buraları neredeyse Mevlevîhâneye çevirmiştir.120
Aşçı Dede Erzincan ahâlisinden bazı meczuplar hakkında bilgi verir. Bunlardan bir tanesi
meczup İrşâdî Baba’dır. Dede yapısı gereği sadece Erzincan’da değil bulunduğu diğer şehirlerde
de bu ve benzeri kişiliklerle yakın temas kurmuştur. Erzurumlu Harâbâtî Baba da bunlardan
birisidir.121 Şeyh Fehmi Efendi ile münasebetlerinin bulunduğu anlaşılan bu mecâzib-i
ilâhiyyeden birisi olan Kemahlı Ali Baba adında bir zâtın Fehmi Efendi’ye misafir olduğu; “Ya
Hazret-i Fehmi, bu miskin Ali Baba bu Erzincan’ın yükünü kaldıramaz, yetiş imdadıma ya
hazret!” diye feryat ettiği zikredilmiştir.122
Aşçı Dede şehrin camilerini tanıtırken Câmi-i Kebîr’den bahsetmekte, Erzincan’daki diğer
pek çok küçük mescide nispetle biraz büyük olmasından dolayı bu şekilde isimlendirildiğini
anlatmaktadır. Cuma namazını kılmak için halkın ve memurların özellikle bu camiyi tercih
ettiklerini söyler. Yine bu câmiye bağlı medreselerin bulunduğunu, Terzi Baba’ya halifelik veren
Abdullah Efendi’nin Erzincan’a geldiğinde herhangi bir eve gitmeyerek bu medreselerden
birisine yerleşmesinden anlıyoruz.123 Aşçı Dede, kendisinin de yapımına büyük emek verdiği
Fehmi Efendi dergâhının dışında diğer bir dergâhtan bahsetmemektedir.124
Aşçı Dede hatıralarında Erzincan’daki gayr-i Müslimlere de temas edilmekte, bunların bir
kısmının, hacca giderken Fehmi Efendi’yi uğurlamaya geldikleri nakledilmektedir.125 Eserin bir
başka yerinde ise sebebi kaydedilmemekle birlikte gayr-i Müslimlerle şehir halkı arasında bir
anlaşmazlığın meydana geldiği, rahatsızlıklarını ordu komutanı ile şehir yöneticilerine
bildirdikleri anlaşılmaktadır.126 Müşir Kerim Paşa’nın Erzincan’a atanması sebebiyle papazların
kendisini ziyarete gittiği bilgisinden127 kendilerine ait ibadethanelere sahip oldukları anlaşılan bu
kesimin, dinî ibadet ve uygulamalarıyla alakalı bilgi verilmediği gibi, sayıları ve Müslüman
nüfusa oranları hakkında da herhangi bir malumat yoktur.
SONUÇ
Toplumların tarihî ve sosyal yapıları hakkındaki bilgi kaynakları arasında hatıra ve seyahatname
türü eserler büyük ehemmiyete sahiptir. XIX. yüzyıl Osmanlı hayatı hakkında bilgi veren
eserlerden birisi de Aşçı Dede’nin kaleme aldığı yaklaşık iki bin sayfalık hacme Aşçı Dede’nin
Hatıraları’dır. Müellifin başta doğum yeri olan İstanbul, daha sonra görevi sebebiyle belli
dönemlerde bulunduğu Erzurum, Erzincan, Şam ve Edirne şehirlerinin özellikle dinî ve tasavvufî
hayatı hakkında birinci ağızdan naklettiği bilgiler önemlidir. Eserde özellikle Mevlevîlik,
Kasımpaşa ve Edirne Mevlevîhânleri ile Erzincan’da Nakşîbendiyye tarîkatı ve tarîkat ricâli
119 Ancak Fehmi Efendi’nin oğlu Ahmed Fevzi Efendi Aşçı Dede’ye bir mektup yazarak Kemahlı İbrahim Efendi’nin
meşiheti ile Mevlevîhâne’nin açıldığını ve kendisinin de Erzincan’a gelerek görev almasını ister. Aşçı Dede ise Edirne
Mevlevîhânesi’nde neredeyse ikinci şeyh olarak görevli olduğunu, meşihetin zâhirde İbrahim Efendi’ye verilmekle
birlikte bâtında kendisinde bulunduğunu söyler. Adlarının bile aynı olduğunu söyleyen Dede’ye göre aralarındaki tek
fark, birisinin Kemahlı, diğerinin İstanbullu olmasıdır. s. 1286-1288. 120 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 367, 1477. 121 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 371, 1076. 122 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 1559. Aşçı Dede, ismi geçen bu Erzurumlu Harâbâtî Baba’nın
keramet sahibi meczuplardan birisi olduğunu söyler ve Fehmi Efendi ile bu zat arasında geçen muhavereyi uzun
uzadıya anlatır. s. 375-377. 123 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 336, 340. Hâtıratta bahsedilen câmilerden birisi de Kurşunlu
Câmii’dir. s. 342. 124 Erzincan’ın son dönem dergâhları hakkında bilgi için bkz., Ünal Tuygun, Erzincan’ın Manevi Mimarları, İstanbul,
2004, s. 11. 125 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 424. 126 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 513. 127 Aşçı İbrahim Dede, Aşçı Dede’nin Hatıraları, s. 364.
Halil BALTACI
64
hakkında çoğu diğer kaynaklarda olmayan yeni bilgilere de rastlanır. Hâtıratın dikkat çekici bir
diğer özelliği ise bazı tasavvufî meselelerle ilgili açıklama ve yorumlardır.
Aşçı Dede, hayatının bir bölümünü Erzincan’da geçirmiştir. Burada tanışıp büyük bir sevgiyle
bağlandığı, Nakşîbendiyye Tarîkatı’nın Hâlidî koluna mensup meşhur Terzi Baba’nın
halifelerinden Şeyh Fehmi Efendi, onun hayatında önemli bir dönüm noktası olmuştur. Kendi
ifadesiyle lebaleb Mevlevîlik ile doluyken tanışıp intisap ettiği şeyhini, ayrıldıktan sonra da
ölünceye kadar unutmamış, büyük bir muhabbetle sevmeye devam etmiştir. Aşçı Dede,
Erzincan’da kaldığı dönemde şehrin dinî ve tasavvufî hayatı hakkında önemli bilgiler
nakletmiştir. Başta Şeyh Fehmi Efendi olmak üzere, tarîkatın pîri olarak nitelediği Mehmed
Vehbî Hayyât ve Erzincan’ın önemli tasavvufî simalarından Leblebici Baba, Abdussamed
Efendi ve Hacı Hafız Efendilerle ilgili hatıralarını anlatırken şehrin tasavvufî hayatı ve
uygulamalarına dair bir takım bilgiler aktarmıştır. Eserin satır aralarında dönemin Erzincan’ının
dinî yapısı, ibadet hayatı ve tasavvufî uygulamaları, başta Ramazan olmak üzere mübarek günler
ve gecelerin ihyası, şehirde takip edilen dersler, yapılan sohbetler, okunan kitaplar vb. konularda
oldukça geniş ve önemli bilgiler vardır.
KAYNAKÇA
Afyoncu E. (2008). “Rûznâmçe”. DİA. İstanbul.
Aktepe O. (2003). Terzi Baba, Hayatı ve Miftâh-ı Kenz. Erzincan.
…………..(1997). Leblebici Baba ve Tuhfetü’l-Uşşâk. Erzincan.
Albayrak N. (2011) “Terzi Baba”. DİA. İstanbul.
Algar H. (1997). “Hâlid el-Bağdâdî”. DİA. İstanbul.
Aşçı İbrahim Dede. (2006). Aşçı Dede’nin Hatıraları, Çok Yönlü Bir Sûfînin Gözüyle Son Dönem Osmanlı
Hayatı I-IV. haz. Mustafa Koç-Eyüp Tanrıverdi. İstanbul: Kitabevi.
Azamat N. (1991) “Aşçı İbrahim Dede Mecmuası”. DİA. İstanbul.
Fatsa M. (2000). Tasavvufta Mekkî Kolu. İstanbul: Mavi Yayıncılık.
Küçük S. (2000). XIX. Asırda Mevlevîlik ve Mevlevîler. Doktora Tezi. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü. İstanbul.
Mehmet A. (t.y.) Başımıza Gelenler I-III. haz. M. Ertuğrul Düzdağ. İstanbul: Tercüman Yayınları.
Okay M. O. (1997). “Hâtırat”. DİA. İstanbul.
Şahin T.E. (1987). Erzincan Tarihi I-II, Erzincan.
Turan E.İ. (2007). Aşçı Dede Halil İbrahim Efendi’nin Fars Dili ve Gramerine Dair Çalışmaları. Yüksek
Lisans Tezi. İstanbul.
Tuygun Ü. (2004). Erzincan’ın Manevî Mimarları. İstanbul.
Yurt V. (2011). Terzi Baba ve Erzincan. İstanbul,
Yücer H. (2004). M. Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. Yüzyıl). İstanbul.