Upload
melissa-lloyd
View
229
Download
0
Embed Size (px)
DESCRIPTION
makale
Citation preview
Alex Callinicos - Çalkantılı Sularda Yön Arayışı
Kapitalizmin yüksek rahipleri ekonomik toparlanmanın sağlamlığı nedeniyle bir süredir kendilerini tebrik
ediyorlardı. Finansal piyasalar yükselişteydi ve Global Güney’in “gelişen pazar” ekonomilerinin sağlam bir
şekilde büyümekte olduğuyla ilgili ortada aşırı bir iyimserlik vardı. Fakat geçen birkaç hafta içerisinde, dünya
ekonomisinin çıkıştan çok uzak bir krizin içerisinde hapsolduğu kafalarda bir kez daha yer etti.
Bu hakikat, piyasaların yanlış yapabileceğini nadiren kabul eden ekonomi mesleğinin girilmesi yasak en kutsal
yerlerine bile nüfuz etti. 1995 yılında piyasa kültüne yaptığı hizmetler dolayısıyla Nobel Ekonomi Ödülü’nü almış
olan Ro- bert Lucas geçenlerde verdiği bir derste, Amerikan ekonomisinin yılda normal olarak yüzde üç
civarında büyüdüğünü not etmekteydi. 1930′ların Büyük Buna- lım’ı bu eğilimden büyük bir sapmayı temsil
etmekteydi -gerçek gayrisafi ülke içi üretim 1929 ve 1934 tarihleri arasında yüzde 34 düşüş göstermişti. Fakat
Lucas’ın “şimdiki ABD krizi” dediği ekonomik bunalım, 1930′lardaki kadar olmasa da (çünkü büyüme, genel
büyüme eğiliminin yüzde 10 kadar altında), başka büyük bir sapmayı temsil etmektedir: “1930′ların krizi ve
şimdiki kriz normalden daha derin, daha uzun krizler.”1
Lucas, Büyük Bunalım’da olduğu gibi şimdiki bunalımın da bankacılık sisteminde başladığını, fakat bu defa
Amerikan devletinin olana bitene göz yummadığını ve toptan çöküşü engellemek gayretiyle büyük miktarlarda
likidite pompaladığını not etmektedir. Lucas bu politikaları desteklemektedir; fakat Birleşik Devletleri Avrupa
tarzı bir refah toplumuna dönüştürüceğini iddia ettiği yüksek vergi beklentileri, Barack Obama’nın sağlık reformu
ve finansal piyasalar üzerinde uygulanan oldukça ılımlı yeni denetimler nedeniyle iş yatırımlarının ve tüketici
harcamalarının engellendiğini savunmaktadır. Bu iddialar gülünçtür. Gavyn Davies’in işaret ettiği gibi “henüz
zenginlere ya da başkalarına vergi art- tırımı söz konusu değildir. Ne de Obama yönetiminin sağlık ve finansal
sektörlerde yapmayı düşündüğü reformlar yürürlüğe sokulmuştur. Eğer sonunda hayata geçirilecek olsa bile, bu
durumun, oldukça uzak görüşlü bir özel sektörü bu uzun erimli reform paketine karşı çoktan harekete
geçireceğini unutmamak gerekir.”2
Şekil 1: ABD ekonomisinin
resesyonu: GSYİH’nın normal
eğilimlerden gösterdiği
sapmalar (Kaynak: Lucan,
2011)
Bununla birlikte global ekonomik iyileşme çabalarının pili tükenmiş gibi görünmektedir. Geçen haftalarda ABD,
Eurobölgesi ve Britanya, büyümenin yavaşladığını gösteren ekonomik verilerini yayınladılar. Ayrıca, her ne
kadar Goldman Sachs Çin’in bu yılki yıllık büyümesi ile ilgili tahminini yüzde 10′dan yüzde 9.4′e düşürmüş olsa
da, Çin’in ekonomik iyileşmeyi sürükleyen gelişi güzel büyümesinin yavaşladığını gösteren gittikçe artan
belirtiler bulunmaktadır.3
Lucas’ın belirttiği gibi mesele para sıkıntısı değildir. Küresel kar marjlarının 2010′da yüzde 40 oranında
yükseldiği ve 2011′de de yüzde 11′lik bir artışın yaşanacağı tahmin edilmektedir.4 Dolayısıyla şirketler para
içinde yüzmektedir. Financial Times’a göre “finansal krizin karanlık günlerinden buyana geçen üç yıldan daha
az bir zaman sonra, şirketler birkaç bin milyar dolarlık nakit paradan oluşan şişkin bir ganimet sandığının
üzerinde oturuyorlar. ” Fakat aynı gazete, finansal krizden ağzı yanmış ve gelecek hakkında endişeleri olan
şirketlerin, devralmalar ve yeni yatırımlara harcamak için hazine sandıklarını açma konusunda ihtiyatlı
davrandıklarını yazmaktadır.5
Büyümenin yavaşlamasıyla ilgili resmi açıklama bunu bir dizi dışsal şokun etkisiyle olduğu yönündedir -mesela
petrol fiyatlarının artması ve Tohoku tusu- namisinden sonra düşen Japon üretiminin yarattığı küresel tedarik
zincirinde ortaya çıkan karmaşa. Hiç şüphesiz, bu türden etkiler bu süreçte bir rol oynamıştır, fakat gerçekte
dünya ekonomisi, hala krizin ve krizin daha fazla kötüleşmesini engellemek için alınan önlemlerin eş zamanlı
etkileriyle derin bir şekilde zorlanmaktadır. Krize zemin hazırlayan finansal köpük devletlerin, bankaların ve
bireylerin büyük miktarlarda borçlanmalarıyla oluşmuştu. Şimdi hepsi daha az borç almaya ve daha fazla
tasarruf etmeye çalışıyor. Daha fazla tasarruf mallara ve servislere duyulan etkin talebi azalttığı için, ekonomik
neticeler negatif seyretmektedir.
Mesela hem finansal köpüğe hem de kırılmaya zemin hazırlayan Amerikan konut piyasasını ele alalım. Bu yılın
Mayıs ayında yayınlanan rakamlar konut fiyatlarının önce düştüğünü, sonra toparlandığını ve tekrar yeniden
düşüşe geçtiğini gösteriyor. Konut fiyatları şimdilerde, tepe noktasına ulaştığı 2006 yılıyla karşılaştırıldığında
yüzde 33′lük bir düşüş göstermiş durumda. Büyük Depresyon zamanında yaşanan yüzde 31 ‘lik düşüşten daha
keskin bir düşüş bu. Problem kısmen üretim fazlasından kaynaklanıyor -10 milyon boş ev var; bunların 2,3
milyonu, sahipleri mortgage ödemelerini yapamadıkları için ipotekli. Ayrıca talep de düşüyor; çünkü yüksek
düzeyde seyreden işsizlik gençleri, kendi evlerini satın almak yerine aileleriyle kalmaya teşvik ediyor.6 Yükselen
konut fiyatları (ev sahiplerinin daha çok borç alıp harcamasına izin verdiği için), 2000′lerin ortasındaki büyüme
döneminde daha yüksek tüketici talebinin oluşmasında önemli bir rol oynamıştı.7 Dolayısıyla ekonomik
büyümenin önemli bir motoru bozulmuş durumda -yanlızca ABD’de değil Britanya, Güney İrlanda ve İspanya’da
da.
Devlet borçlarıyla ilgili kriz de aynı kalıbı izlemektedir. Finansal piyasalar, borçlarını ödeyemiyeceğine inanan
hükümetleri hedef almaktadır. Bu süreç Euro-bölgesinde en uç noktasına ulaştı. Yunanistan, İrlanda ve şimdi de
Portekiz, finansal destek karşılığında, vahşi tasarruf politikaları uygulamalarını sağlayacak olan ve Avrupa
Merkez Bankası, Avrupa Komisyonu ve Uluslararası Para Fonu’ndan oluşan “troyka”nın gözetimi altına alındı.
Bu düzenlemeler milli egemenliğin ciddi bir biçimde sınırlandırılması anlamına gelmektedir. Örneğin Financial
Times 2011 Mayıs’ının son günlerinde şunları yazıyordu: “Avrupa liderleri, yeni mali yardımlar karşılığında
Yunanistan ekonomisine, vergilerin toplanması sürecine uluslararası katılımı ve devlet işletmelerinin
özelleştirilmesini içeren türden eşi görülmemiş dışsal müdahalelere yol açacak bir anlaşmayı müzakere
ediyorlar.”8 Aslında, Avrupa ülkelerinden oluşan konsorsiyumların Çin, Mısır ve Osmanlı İmparatorluğu gibi
borçlu ülkelerin finansal kontrolünü devraldığına ilişkin 19. ve erken 20. yüzyıllardan birçok örnek
bulunmaktadır.
Tahminen, “kurtarıcılar”, borçlarını geri ödemeleri için mağdur devletleri oldukça zorlamaktalar. Sert önlemler
ekonomik çıktıları azaltmakta ve böylelikle borç, milli gelire oranla artmakta, geri ödemenin yükü imkansız
seviyelere doğru zorlanmaktadır: 2010 yılında yüzde 4,4 küçülen Yunanistan ekonomisinin bu yıl, yüzde 3,5
oranında küçüleceği tahmin edilmektedir.9 Yunanistan’ın borçlarının vadesini ödeyemeyeceği beklenmektedir.
Bu durum, 2000′lerin kredi patlaması döneminde Yunanistan’a ve Euro-bölgesinin diğer küçük devletlerine
oldukça yüklü miktarlarda borç veren Alman ve Fransız bankaları için büyük bir sorun oluşturmaktadır.
Üstelik geri ödememeler Yunanistan’ın ötesine yayılırsa, Euro-bölgesinin ultra-ortodoks istikrar sağlayıcısı olan
ECB’nin (Avrupa Merkez Bankası) sermayesinin önemli bir bölümünü silip süpürebilir. Mayıs 2010′da hiç de işe
yaramayan Yunanistan’ı “kurtarma” girişiminden sonra ECB, euro-bölgesinin zayıf hükümetlerini, onların
bonolarını alarak destekleme kararı aldı. Financial Times’a göre menkul kıymetler borsası programı altında,
2/3′ü Yunan bonosu olmak üzere 75 milyon Euroluk hükümet bonosu aldı. Ayrıca kayıtlarında, Atinalılar
tarafından desteklenen Yunan bankaları tarafindan teminat olarak biriktirilmiş 150 milyon Euro bulunmaktadır.
Yunanistan borçlarını ödemezse bu hisselerin değeri keskin bir şekilde düşecektir. ECB bu bonoları, bazı geri
ödeme risklerini de varsayarak piyasa fiyatına almıştı; böylelikle ani kayıplar kontrol edilebilirdi.
JPMorganChase’in hesaplarına göre, Euro-bölgesi merkez bankaları bir milyar euroluk bir sermaye ve rezerv ile
Yunan bonolarındaki yüzde 50′lik bir indirime dayanabilirdi. Fakat Portekiz ve İrlanda bonolarının da değeri
düşerse Euro-bölgesi hükümetleri, ECB’nin bilançosunu yeniden düzeltmek için milyarlarca Euro tedarik
etmeye zorlanabilirler.10
Hem Euro-bölgesi krizi hem de ABD konut krizi, kürsel finansal sistemin, içi boş ekonomik büyüme ve kırılmayla
nasıl kötü hasar gördüğünü göstermektedir. Fakat aynı zamanda, devlet politikalarının -özellikle tasarruf
tedbirlerinin- durumu nasıl karmaşıklaştırdığını görebiliriz. Başka bir yerde hükümet müdahalesinin farklı fakat
aynı zamanda istikrarsız sonuçları oldu. Çin bankaları 2009′da, hükümet direktifleri altında 1,4 trilyon dolarlık
yeni borç yaptı ve ekonominin ve ekonomiye hammadde ve yedek parça tedarik edenlerin krizden çıkmasına
yardım etti.
Çin’in ve diğer “gelişen pazar” ekonomilerinin Büyük Resesyon’a karşı dayanma konusunda gösterdikleri gözle
görülür başarı, kırılmanın akabinde toparlanma yaşayan finansal piyasaları hareketlendirme konusunda kritik bir
rol oynamıştır. Batı merkez bankalarının yarattığı epey bir ucuz para, Küresel Gü- ney’in büyük ekonomilerine
akarken onların döviz kuru oranlarını yükseltmiş ve dolayısıyla sanayi şirketlerinin Çin’den (Çin’in para birimi
dolara endekslidir) gelen ucuz malları savuşturmak için boğuşması gereken sorunları arttırmıştır. Fi- nansal
piyasalarda bu yıl oluşan coşku büyük oranda, emtia ticareti yapan şirketler tarafından üretilmiştir -örneğin,
İsviçre merkezli ticaretle uğraşan Glencore’un borsaya girmesi.
“Gelişen Pazar” ekonomilerinde yaşanan hızlı büyüme gıda, petrol ve diğer hammaddelerin fiyatlarının
yükselmesine neden oldu. 2010 yılında Çin, yüzde 20,3′lük tüketim payıyla (ABD’nin payı yüzde 19′du) en
büyük enerji alıcısı olmuştu.11IMF eşya fiyatları endeksi Temmuz 2010 ve Şubat 2011 tarihleri arasında yüzde
32 arttı; gıda fiyatları endeksi ise yüzde 41 ile daha hızlı bir artış gösterdi.12 Yaşam standartları üzerindeki baskı
Arap Dünyası’ndaki devrimci dalgaya zemin hazırlamıştı. Bu aynı zamanda ekonomik toparlanmanın
merkezinde yer alan ülkeler için de bir siyasal ve ekonomik problem demekti. Financial Times yakın zamanlarda
şöyle yazıyordu: “Son ayların rakamları BRİÇ [Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin]ülkelerinde enflasyonun hızla
yükseldiğini göstermektedir; Brezilya ‘da yüzde 6,5, Hindistan ‘da yüzde 8,7, Rusya ‘da 9,6, Çin ‘de 5,3
oranlarında. IMF bu yıl gelişen pazar ortalamasının, gelişen dünyadaki yüzde 2.2 ‘siyle karşılaştırıldığında,
yüzde 6,9 olacağını tahmin etmektedir.”13
Çin’de gıda fiyatları enflasyon oranının iki katı yükseliyor ve emlak piyasasında bir balon oluşmuş durumda.
Enflasyondaki bu yükseliş, sosyal gerilimleri beslemekte. Bu nedenle yüksek benzin fiyatları kamyon şoförlerini
Nisan ayının sonunda greve çıkmaya, Şangay’ın Baoshan limanını ablukaya almaya ve polisle çatışmaya
zorladı. Sonrasında Haziran’ın ortasında göçmen işçiler, güneyin fabrika şehri Zengcheng’de güvenlik
görevlilerinin hamile bir sokak satıcısına saldırmalarından sonra, polisle çatıştı. İktidarın yakında yeni kuşak
parti liderlerine teslim edilmesinden endişe duyan hükümet, mesela faiz oranlarını arttırarak ekonomiyi
sakinleştirmeye çalışıyor. Fakat ufukta daha büyük bir iflas olasılığı görünüyor. Finansal çöküşteki isabetli
tahminleriyle saygı toplamış olanNouriel Roubini, Çin’in bir süredir kendi balonunu yarattığını söylemektedir.
Çin ekonomisi bugünlerde aşırı ısınıyor, fakat zaman içerisinde mevcut aşırı yatırımlarının hem ülke içinde hem
de küresel düzeyde deflasyonist olduğu görülecektir. Bir kez yükselen sabit yatırımlar imkânsız hale gelince
-büyük ihtimalle 2013 ‘ten sonra- Çin’i keskin bir durgunluk beklemektedir… Çin geçen birkaç on yıl içerisinde
ihracata yönelik sanayileşme ve zayıf birpara birimi üzerinde büyüdü. Bu durum, yüksek oranda şirket ve hane
birikimleriyle ve net ihracat ve sabit yatırıma (altyapı, emlak, endüstriyel kapasite) güvenle sonuçlanmıştır. Net
ihracat 2008 ve 2009 tarihleri arasında GSMH’ninyüzde 11 ‘indenyüzde 5′ine düşündüğü zaman, Çin’in liderleri
sabit yatırımların GSMH içindeki oranlarını yüzde 42′den 47′e çıkararak reaksiyon gösterdiler.
Sabit yatırım patladığı için, Çin -2009′da Japonya, Almanya ve Asya’nın başka büyüyen yerlerinde olduğu gibi-
ciddi bir durgunluk yaşamadı. Ve GSMH içindeki sabit yatırım oranları 2010-2011 yıllarında daha da yükselip
neredeyse yüzde 50′ye çıktı.
Tabi ki hiçbir ülke, aşırı kapasite ve sarsıcı ve verimsiz borç problemi yaşamadan GSMH’sinin yüzde 50′sini yeni
öz sermayesi içerisinde yeniden yatırıma dönüştürecek kadar verimli olamaz. Çin fiziksel sermaye, altyapı ve
emlağa aşırı yatırımla dolu. Dışarıdan gelen bir ziyaretçi bunu gösterişli fakat boş havaalanları ve sürat
trenlerinde (bu trenler planlanan havaalanlarına duyulan ihtiyacı yüzde 45 oranında azaltacak), hiçbir yere
gitmeyen oto yollarında, binlerce yeni ve devasa merkezi ve yerel hükümet binasında, hayalet şehirlerde ve
küresel fiyatların çöküşünü engellemek için kapalı tutulan yeni marka alüminyum dökümhanelerde görmesi
mümkündür.14
Roubini’nin finansal krizi doğru anlaması, Çin’i de doğru anlayacağı anlamına gelmez. Çin Komünist Partisi
liderliği tarafından zorlanan alternatif bir senaryo daha var. Buna göre ekonomi, ihracat ve yatırım karşısında
tüketime önem verecek yeni bir model temelinde, tedricen iç pazara doğru yönelecek. Fakat bu basit bir politika
değişikliği meselesi değildir. Kurumsallaşmış sınıf çıkarları da bu sürecin içinde yer almaktadır. Herman
Schwartz şöyle yazıyor:
Büyümeden sağlanan en büyük ekonomik kazanımlar, kendilerini yeni bir ekonomik elit olarak
oluşturan parti elitinin çocuklarına gitti. Bu çocuklar aynı zamanda beş en önemli endüstriyel
sektörün içindeki kilit pozisyonların yüzde 85-90′ını ellerinde tutmaktadır: finans, dış ticaret,
arazi ıslahı, büyük çaplı mühendislik işleri ve güvenlik. Büyük pozisyonlar üzerindeki kontrolleri,
piyasanın kontratlar üzerinden değil de kontaktlar üzerinden işlediği bir toplum içindeki
zenginliklerini, güvence altına aldı. Kendi bakış açılarından karlılık sonuçta, hiçbir marka
bağlılığı, ürün farklılığı ve işçilerin ücretlerini arttırma olanağı olmamasıyla karakterize olmuş
bir Çin pazarı için acımasız bir mücadeleye değil ihracata dayanmaktadır.15
Bugünlerde karşıt eğilimler işbaşında. Çinli otoriteler yuanın döviz değiş-to- kuşlarında yavaşça
teşvik ediyor ve bono işlerinde kullanılmasına (özellikle, hala kendi finansal sitemine sahip olan
Hong Kong’da) izin veriyor. Hong Kong’daki yuan mevduatları, her ne kadar hala toplam
mevduatların yüzde 7′si- ni temsil etse de, geçen yılın ortasında 90 milyardan Nisan’ın
sonunda 510 milyara (78,7 milyar dolar) yükseldi.16 Eğer yabancı yatırımcılar tarafından
kullanılan uluslararası bir döviz rezervi olarak dolara ve euroya katılacaksa -ki bu ayrıca döviz
kurunu ihracatçılara yarayacak bir bozdurma seviyesinde dolara karşı sabit tutacak hamlelerin
atılmasını gerektirir- bunlar gerekli adımlar.17 Çin’in bu büyük ölçekte büyümesi iç pazarı
genişletiyor ve pazar payları için yerel firmaları ve uluslarüstü şirketleri savaşmaya teşvik
ediyor. Fakat bu türden değişikliklerin, Çin ihracat ekonomisinin süpertankerini, Roubini’nin
öngördüğü çatırtıyı önleyecek kadar çabuk döndürüp döndüremeyeceği başka bir mesele. Ve
eğer Çin, üretimin düşmediği fakat büyüme oranının düştüğü büyük bir büyüme geriliği
yaşarsa, tüm bahisler yatar.
Çin ekonomisinin durumu hakkındaki kaygılar, petrol ve diğer malların fiyatlarında keskin düşüşlerin görüldüğü
Mayıs’ın başındaki ani elden çıkarmalara neden olan faktörlerden biriydi. Küresel mal piyasasının şimdi artık
finansal piyasalara iyice entegre olduğuna dair kuvvetli deliller bulunmaktadır. Yakın tarihli bir çalışma enerji
malı olmayan malların [non-energy commodities] vadeli fiyatlarının petrolün fiyatıyla paralel olarak 2000′lerin
başından beridir yükselme ve düşme eğilimleri gösterdiğini bulmuştur. 1970′lerve 1980′lerin başındaki yüksek
enflasyon döneminden beridir böyle bir şey görülmemişti. Bunun nedenlerinden biri mal piyasasındaki bahislere
yapılan yatırımların artması (2003′de 15 milyar dolardan 2008′de 200 milyar dolara çıktı) olabilir.
Diğer bir deyişle fiyat hareketleri, arz ve talepteki değişimlere, spekülasyonlara nazaran daha az güdümlü hale
geliyor -2008′in Ağustos’unda finansal iflas hız kazandığında, petrol fiyatlarında yaşanan keskin düşüşte, zaten
kendini belli eden bir durumdu bu. Bu nedenle malların elden çıkarılması, piyasaların endişelenmeye
başladıklarının bir işareti.
Bu durum, gelişmiş kapitalist ekonomileri idare etmede bugünlerde temel bir rol oynayan Amerikan Merkez
Bankası ve diğer önde gelen merkez bankalarına bir ikilem dayatmaktadır. Enflasyondaki küçük artışlar, 2008
krizine bir tepki olarak sarıldıkları ultra-ucuz para politikalarından uzaklaşmaya zorluyor. ECB çoktandır faiz
oranlarını yukarıya çekmeye başladı. Fakat ucuz para politikasının son bulması zaten kırılgan olan
toparlanmayı hepten öldürebilir. ABD Merkez Bankası’nın parasal genişleme programı (QE2) (ki bu program
altında piyasalara 600 milyar dolar pompalama kararı almıştı), Haziran’ın sonunda bitmek üzere. Fakat ABD
Kongresi’nin yaşadığı tıkanıklık düşünüldüğünde (Cumhuriyetçiler, büyük harcama kesintileri talep eden Çay
Partisi sayesinde Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu kazanmışlardı), ekonomi gerileme sürecine doğru kayma
emareleri gösterirse, para basmanın elektronik muadili ekonomiyi desteklemenin tek yolu olabilir. Bugünlerde
“QE3″ün gündeme gelebileceğine dair büyüyen söylentiler var. Küresel kapitalizmin idarecilerinin çok sınırlı bir
tercihler kümesi var.
Britanya: Ölüm İmaları mı?
Britanya bu geniş ekonomik resmin bir parçasıdır. 2011′in ilk çeyreğinde Yunanistan ekonomisi bile daha hızlı
büyümüştü. İmalat sanayindeki büyüme (ki bu sektör, Pound’ta 2008′den beridir yaşanan yüzde 25 oranındaki
düşüşün ihracatı ucuzlatmasından dolayı, ekonominin geri kalanından daha güçlüydü) bugünlerde yavaşlıyor.
Harcamalarda yapılan kesintiler, ücretlerin dondurulması, vergi artışları ve yüksek enflasyonun oluşturduğu
toplam yaşam standartlarını acımasızca sıkıştırıyor. Hatta hükümetin Bütçe Sorumluluğu Ofis’i (Office for
Budget Responsibility) 2015 yılındaki harcamaların, 2008′in tepe noktasından sadece yüzde 5,4 daha yüksek
olacağını tahmin etmektedir. Financial Times şu yorumu yapıyor:
Gerçekte, yaşam standartlarındaki benzer bir yavaş ilerleme için 1970′ler- den önce 1900′lere
geri gitmelisiniz… Erken 1900′lerden önce sadece 1840′lar (her ne kadar dönem için mevcut
rakamlar eksik de olsa) harcamalarda benzer bir yavaş büyüme gördü. Uluslararası ticaretteki
durgunluk ve Britanya malları için denizaşırı taleplerdeki keskin azalma, bir dizi kötü hasatla
birleşip 1840-42′den itibaren derin bir ekonomik durgunluğa neden oldu.19
Muhafazakar-liberal koalisyonun tasarruf programının mantığı, kamu harcamalarındaki büyük
kesintiler nedeniyle gevşeyen ekonomiyi daha kuvvetli bir özel sektör büyümesiyle tekrar
hareketlendirmek. Fakat bütün işaretler, kamu sektöründeki daralmadan dolayı, özel sektörün
aşağıya doğru sürüklendiği yönünde. Haziran başında Observer şöyle yazıyordu:
Britanya’nın bazı önde gelen ekonomistleri şansölye George Osborne’u, ekonominin
harcamalardaki şiddetli kesintilere karşı duramayacak kadar kırılgan olduğu ve bir B planı
hazırlaması gerektiği konusunda uyarıyorlar.
İki eski Whitehall danışmanı ve Tory hükümetinin kesintilerini destekleyen geçen yılki meşhur
mektubun iki imzacsının da dâhil olduğu uzmanlar Obser- var’a, maliye politikasının yönü
hakkında çok derin kaygıları olduğunu söylediler. 20
Osborne, ekonomi durgunluğa girdiği takdirde teşvik edici önlemler içeren bir B planının
(kabine sekreteri Gus O’Donnell’ın Aralık ayında ilk defa ortaya attığı bir fikirdi) gerekliliğini
reddetmeye devam ediyor. Fakat hükümete rotasını değiştirmesi yönündeki baskılar artmaya
devam ediyor. Hükümetin kırılgan olduğu diğer büyük bir alan ise tabi ki Ulusal Sağlık
Hizmetleri (National Health Service)(NHS). Burada Andrew Lansley’in pazarı genişletme
konusundaki önerileri büyük bir muhalefetle karşılaştı. Mayıs ayındaki konsey seçimlerinde
yaşadıkları ve hak ettikleri hezimetten sonra Liberal Demokratlar, bu planların geri çekilmesini
yeni kararlılıklarının bir işareti olarak göstermekteler.
Fakat seçim sonuçlarıyla birlikte Tory’lerin eli, koalisyon içinde güçlendi. Neredeyse 700 sandalye kaybettikten
sonra, Liberal Demokratlar hükümeti düşürmekle tehdit edebilecek bir konumda değiller. Çünkü bir sonraki
genel seçimlerde de hezimete uğrayabilirler. Tory’lerin yüzde 35′ine karşılık olarak yüzde 37 alan ve Galler
Meclisi’nde çoğunluğu az bir farkla kaçıran İşçi Partisi, Liberal Demokratların silinmesinden en karlı çıkan taraf
oldu. Fakat Tory’ler yine de sonuçlardan biraz olsun teselli bulabildiler. Hayır kampanyasının ezici zaferiyle
sonuçlanan referandumda Alternatif Oy (Alternative Vote) seçeneğinin en gayretli muhalifleri olarak yanlızca
tatmin olmakla kalmadılar, fakat aynı zamanda John Curtice’in işaret ettiği gibi:
Yaklaşık 800 sandalye alan İşçi Partisi, bazı yorumcuların partinin gerçekten tekrar toparlanma
yolunda olduğunu göstermesi için gerekli olan sandalye sayısı olarak önerdikleri, 1000
sandalye hedefinin gerisinde kaldı. İşçi Partisi’nin probleminin bir bölümü oylarının, geleneksel
olarak partiye oy veren bölgelerde yükselmiş olması. Bu durum, partinin sandalye sayısında
gösterdiği ilerlemenin yarattığı kazancı azalttı.
Muhafazakârlar, partiyi bugüne kadarki en kötü sonucuyla baş başa bıraktıkları İskoçya’da da
yenilgiye uğradılar. Fakat Galler bölgesinde parti, destek oranında mütevazı bir artış kaydetti
ve Meclis’teki ikinci parti konumunu Plaid Cymru [The Party OfWales] (Galler Partisi)’den aldı.
Bu arada yerel seçimlerdeki performansı geçen yılkiyle aynı seviyedeydi. İşçi Partisi’ne
kaybettikleri her sandalyeye karşı Liberal Demokratlardan bir sandalye almış görünüyorlar. Bu
durum sandalyelerinde net bir artış gösteren parti için büyük bir sürpriz oldu. Hükümette olan
bir parti olarak Muhafazakârlar, bunu hiç şüphesiz bir başarı olarak göreceklerdir.21
Ve tabi ki kamuoyu yoklamalarının Holyrood’a (İskoç Parlamentosu) giden seçimlerde bir İşçi
Partisi zaferi beklemiş oldukları İskoçya’da İşçi Partisi, İskoç Milli Partisi’nin (Scottish National
Party) ellerinde çok büyük bir yenilgi tattı. Sonuç, Alex Salmond’un SNP’yi cansız İskoç İşçi
Partisi’nin biraz solunda konumlandıran ve böylelikle İskoç seçmeninin sosyal demokrat
bağlılıklarını kendinde toplayan dikkatli stratejisi için bir zaferdi. Fakat seçim sonuçları aynı
zamanda iki büyük partinin seçmen tabanının, İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden on yıllarla
karşılaştırıldığında, çok daha zayıf olduğunu göstermiş oldu. Çünkü seçmenler kendilerini bu
partilere daha az bağlı hissediyor ve daha çok daha değişken özellikler gösteriyorlar. Richard
Seymour bu derginin başka bir yerinde Tory’lerin kısmetinin David Cameron yönetiminde tekrar
canlanmasının sınırları üzerinde duruyor. Liberal Demokratların lideri Nick Clegg’i şamar oğlanı
olarak kullanmak Tory’lerin bu sefer işine yaramış olabilir, fakat bu tekrar işe yaramayabilir.
Birbirini takip eden U-dönüşleri (yanlızca NHS ile ilgili değil, fakat aynı zamanda, örneğin,
hüküm verme sistemleri ve sosyal yardımlardaki kesintilerle de ilgili), Cameron ve Osborne’nun
önerdiği cepheye rağmen, koalisyonun kırılganlığını göstermiştir.
İşçi Partisi’nin pek de muhteşem olmayan performansı, Ed Miliband üzerindeki Blair sağından gelen baskıyı
arttırıyor. Miliband’ın geçen Sonbahar’da yapılan liderlik seçimlerindeki zaferiyle gerçekte asla uzlaşmayan bu
kanat, aynı nakaratı, yani, koalisyonu yenmenin tek yolunun Blair’in neoliberal reform gündemini devam
ettirmek gerektiği fikrini, yinelemeye devam ediyor. Onun “Blue Labour” kanadından olan Jon Cruddas, Maurice
Glasman ve diğerlerinin gündemini kucaklayan cevabı, sağa doğru kaymanın başka bir alternatif yolu gibi
görünüyor. Bu sağa kayışta Cameron’un cemaat üzerine vurgu yapan Büyük Toplum (Big Society) anlayışının
bir İşçi Partisi versiyonu uyarlanıyor ve bu süreçte “Blue Labour” sterotipinin beyaz işçi sınıfına atfettiği gerici ön
yargılara prim veriliyor.22
Bu demek oluyor ki, kemer sıkma politikalarına karşı gelişen direniş, destek vermesi ya da istikamet belirlemesi
için İşçi Partisi’nin liderliğine bakamaz -her ne kadar çok sayıda İşçi Partisi destekçisi bu direniş içinde yer alıyor
olsa da. Buna mukabil, sendika liderleri, Osborne kesintilerinin kendi tabanlarının önemli bir kısmınına
gösterdiği doğrudan tehditten dolayı, harekete geçmeye zorlanıyor. 26 Mart’taki büyük TUC (Trade Union
Congress) yürüyüşü eşi görülmemiş sayıda örgütlü işçiyi sokaklara taşıdı. Her zamanki eleştirel soru yerinde
duruyor: kemer sıkma politikalarına karşı en geniş muhalefetin, içinde işçilerin koalisyonun saldırılarını
durdurmak için ekonomik güçlerini kullandıkları, gerçek bir kolektif eyleme tercüme edilip edilemeyeceği sorusu.
Martin Smith’in derginin bu sayısındaki makalesinde gösterdiği gibi, sendika bürokrasisinin muhafazakârlığı,
böylesi bir eylemin gelişmesi önünde büyük bir engel olarak duruyor. Fakat bürokrasinin kendisi de bölünmüş
durumda ve harekete geçmesi yönünde baskılar var. Biz baskıya girmek üzere iken, kamu sektöründeki çok
sayıda işçi, emekli maaşlarına yönelik hükümetin ve işverenlerin saldırılarına karşı 30 Haziran’da greve çıkmak
üzerelerdi. İşaretler Britanya işçi hareketinin daha çalkantılı bir aşamaya girdiğini gösteriyor.
Bu gelişmeler, Avrupa’daki direnişte görülen genel bir kısmi yükselişle çakışıyor; İspanya ve Yunanistan’daki
gençlik hareketleri ve tabi ki, Anne Alexan- der’ın Mısır üzerine makalesinin bize hatırlattığı gibi, Arap
dünyasındaki devrimler devam ediyor. Britanya’da geçen yılın sonlarında öğrenci protestolarında ifadesini bulan
aynı radikalleşme 26 Mart’ta doğrudan eylemlere dönüşmüştü ve bunlara tecavüz karşıtı SlutWalk gösterileri
dalgası eşlik etmişti.
İspanya’daki gösterilerin çarpıcı bir özelliği siyasi partilerin ve hatta sendikaların reddedilmesiydi. Bu durumun
İspanya’da olduğu gibi başka yerlerde de nedeni, siyasal elitin neo-liberal konsensusa kilitlenmiş olması ve
kemer sıkma politikalarına karşı devam eden direnişin daha yukarılara çıkarılmasında sendika bürokrasisinin
(geçen sonbahardaki genel greve rağmen) başarısızlığıdır.
Fakat iş başında olan daha geniş bir faktör bulunmaktadır. Britanya’daki öğrenci hareketleri ve Arap devrimleri
dâhil yakın tarihli kitle hareketleri, (önemli ve karışık bir istisna oluşturan Mısır’daki Müslüman Kardeşler hariç)
önemli siyasal güçlerin bu süreçlere katılımındaki görece eksiklikle karakterize olmuştur. Buradaki problem
basitçe, siyasal partilerin genel anlamda zayıflamaları değildir; fakat aynı zamanda 20. yüzyılın büyük kurtuluş
ideolojilerinin -sosyalizm (işçi hareketleri), milliyetçilik (anti-kolonyal mücadeleler), liberalizm (1989 devrimleri)-
bir ya da iki kuşak öncesinden daha az kabul görmeleridir. Liberalizm, neo-liberalizm deneyimiyle kredisini
yitirdi; Ortadoğu’da ABD emperyalizmiy- le yaptığı işbirliği nedeniyle oldu bu. Sosyalizm, Stalinizm ve sosyal
demokrasinin külfetini taşımak zorunda kaldı. Milliyetçilik, birçok post-kolonyal rejimin başarısızlığına yakalandı.
Bu deneyimler son on yıllarda kitle partilerininm yaşadığı erezyonun parçalarından biri.
Bu ideolojilerin hiç biri henüz ölmedi ve tekrar canlanabilirler. Fakat bu ideolojilerin etkilerinin zayıflaması kitle
hareketlerinin herhangi bir belirgin ideolojik artikülasyona sahip olmamaları eğilimini beraberinde getirmektedir.
Bu durum, bu hareketlerin tamamen kendiliğinden hareketler olduğu ya da bunların içinde politik aktivisitlerin
bulunmadığı anlamına gelmez. Tam tersine, mesela devrimci sosyalistler, Britanya’daki öğrenci hareketinden
Mısır’daki 25 Ocak Devri- mi’ne kadar farklı mücadelelerin içinde oynadıkları rolle gurur duyabilirler. Fakat daha
geniş düzeylerde siyasal organizasyonlara duyulan şüphe ve hareketlerin sahip oldukları yatay ağlar yoluyla
ayakta kalabilecekleri inancı bir tür harcıâlem haline geldi. Bu durum, bir önceki sayımızda Jonny Jones
tarafından etkili bir biçimde eleştirisi yapılan türden illüzyonların, sosyal medyada varlığını sürdürmesine yardım
ediyor.23
Bunların hiç birisi, mücadele anlamında, Kasım 1999′daki Seattle protestoları ile başlayan radikalleşme sürecini
devam ettiren bir uluslararası yeniden canlanma yaşadığımız gerçeğini değiştirmez. Fakat devrimci sosyalistler
anlamalıdır ki, bu radikalleşme, 1930′lar ve 1960′lar ve erken 1970′lerde olduğu gibi, kendisinden etkilenenleri
otomatik olarak Marksizme doğru yönlendirmemektedir. Seslerimizin duyulması için mücadele etmeliyiz. Bunun
üzülecek bir tarafı yok – kimsenin, kendisini tarihin sesi olduğunu sanmaya hakkı yok, bunun bir meydan
okumayla kazanılması gerekir.
Çeviren: Erkan Doğan
Notlar
1. Lucas, 2011
2. Davies, 2011.
3. http://blogs.ft.com/beyond-brics/2011/05/24/better-late-than-never-goldman-cuts-china-forecast/
4. Jackson, 2011.
5. Milne ve Sakoui, 2011.
6. Harding, 2011 ve Kapner ve Politi, 2011.
7. Örneğin, bakınız: Dumenil ve Levy, 2011, chapter 10.
8. Spiegel, Peel ve Atkins, 2011.
9. Hope, 2011.
10.Atkins, 2011.
11.Pfeifer, 2011.
12.IMF, 2011, pp30, 37.
13.Wagstyl ve Wheatley, 2011. Nisan’da Güney Afrika dört BRIC devletine (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin)
katıldı.
14.Roubini, 2011.
15.Schwartz, 2009, p168.
16.Konyn, 2011.
17.Çin parasının, temel rezerv para birimi olarak, doların yerini alacağına dair iddialara şüpheyle yaklaşan bir
analiz için bakınız, Eichengreen, 2011, pp143-147.
18.Tang andXiong, 2011.
19.Pimlott, 2011.
20.Stewart and Boffey, 2011.
21.Curtice, 2011.
22.Wintour, 2011. “Blue Labour”ın bir eleştirisi için bakınız, Rooksby, 2011.
23.Jones, 2011.
Referanslar
• Atkins, Ralph, 2011, “Eurozone: Frankfurt’s Dilemma”, Financial Times (24 May).
• Curtice, John, 2011, “Mixed Messages for Everyone—Except Salmond and Clegg”, Independent (7
May),www.independent.co.uk/news/uk/politics/john-curtice-mixed-messages-for-everyone- ndash-except-
salmond-and-clegg-2280334.html
• Davies, Gavyn, 2011, “The Classical View of the Global Recession”, 31 May 2011,
http://blogs.ft.com/gavyndavies/2011/05/31/the-classical-view-of-the-global-recession/
• Dumenil, Gerard, and Dominique Levy, 2011, The Crisis of Neoliberalism (Harvard University Press).
• Eichengreen, Barry, 2011, Exorbitant Privilege: The Rise and Fall of the Dollar (Oxford University Press).
• Harding, Robin, 2011, “US Home Price Double Dip Erases Post-Crisis Gains”, Financial Times (31 May).
• Hope, Kerin, 2011, “Greek Growth Expected to be Short-Lived”, Financial Times (13 May).
• International Monetary Fund, 2011, World Economic Outlook April 2011, http://www.imf.org/ex-
ternal/pubs/ft/weo/2011/01/index.htm
• Jackson, Tony, 2011, “Soaring Profit Margins Are Hardto Sustain”, Financial Times (15 May).
• Jones, Jonny, 2011, “Social Media and Social Movements”, International Socialism 130, www.isj .org.uk/?
id=722
• Kapner, Suzanne, and James Politi, 2011, “US Housing Glut and Weak Demand Depress Prices”, Financial
Times (1 June).
• Lucas, Robert E, 2011, “The US Recession of 2007-201?” (19 May), www.econ.washington.e-
du/news/millimansl.pdf
• Milne, Richard, and Anoushka Sakoui, 2011, “Corporate Finance: Rivers of Riches”, Financial Times, (22
May 2011).,
• Pfeifer, Sylvia, 2011, “China Becomes Leading User of Energy”, Financial Times (8 June).
• Pimlott, Daniel, 2011, “Seven Years of Sluggish Growth Forecast”, Financial Times (31 May).