Upload
others
View
3
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Aydınlık
KITA P.
(Cemal Süreya, 555K)
AFŞAR TİMUÇİN
28 Nisangünlerini
yazdı
ERGİNKONUKSEVER
Halkıncoşkusunu
belgeledi
“Biz şimdi yan yana geliyor ve çoğalıyoruz
27 Mayıs birgençlik
hareketi vedevrimidir
YALÇIN KÜÇÜK
24 Mayıs 2013Cuma Yıl: 2
Sayı: 65Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
Geçen hafta 64.053 okura ulaştık
27Mayıs
24 MAYIS 2013 CUMA 3Aydınlık KİTAP
1924 Anayasası aslında temeli değiş-
memesi gereken en devrimci anayasaydı ve
Cemal Süreya'nın “Kısa Türkiye Tarihi”
başlıklı şiirlerinin ikincisinde “akasya”
simgesinde, o çiçeği ıtırlı ağaçta buluyor-
du karşılığını. 1961 Anayasası ise “gül” ile
imgelenmişti. “Zakkum” ise cehennem çi-
çeğidir, 1982 Anayasası'na düşer.
Gökyüzü dergisi için, kitaplarına gir-
memiş 555 K şiirini nice yıllar sonra Ma-
yıs 1986 sayısında bastığımızda çok şaşır-
mıştı: “Sahi, o şiiri nerden buldunuz?” 5.
ayın 5. günü, saat 5'te, Kızılay'da bulmuş-
tuk. Ankara'da üniversitelilerinin arasın-
daydı o da, görmüştük. Bu parolanın onun
buluşu olduğu rivayet edilir.
555 K günü için şunu söylemişti: “Kü-
çük bir olayın toplumsal planda kökü var-
sa, birden nasıl büyüyebileceğini gördüm
o gün.”
27 Mayıs bir İhtilaldi. Bayram oldu...
12 Eylül faşizminin ilk kararlarından bi-
riydi 27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bay-
ramı’nı kaldırmak. 27 Mayıs şehitleri Tu-
ran Emeksiz, Nedim Özpulat, Teğmen Ali
İhsan Kalmaz ve Cumhurbaşkanı Cemal
Gürsel dahil, 27 Mayısçıların mezarlarını
Anıtkabir'in güneydeki bahçesinden çı-
kardılar.
Darbeciler ihtilalcilerden hiç hoşlan-
mıyordu; gösterdiler.
İhtilal (Devrim) ile darbenin denkle-
mini, olabilecek en özlü biçimde, bir za-
manlar Cumhuriyet saflarında çizen Tan
Oral kurup, göstermişti: Kara tahta önün-
de bir adam şu işlemi yapıyordu; 27, eksi
12, eksi 12…
27 Mayıs'ı Mendereslerin idamı üze-
rinden duygu sömürüsü içinde karalama-
ya, en azından unutturmaya çalışanlara kar-
şı, yeniden belleğimizi canlandırma gere-
ğini duyuyoruz. Bellek, geleceği tasarla-
yabilmenin zeminidir. 19 Mayıs Sıhhiye baş-
ta olmak üzere “Memleket Saat Ayarı”
(Cavit Orhan Tütengil'i de anmış olalım
böylece) gösterdi ki, bugün 27 Mayıs'ı çok
daha aşacak, kalıcılaşacak, devrimci bir
cumhuriyetin şafağındayız.
Bu sayımızın 27 Mayıs dosyası editör-
lüğünü B. Sadık Albayrak arkadaşımız
yaptı.
Yalçın Küçük hocamız, bin yaşasın, so-
rularımızı genişçe yanıtladı; dedi ki: “Şart-
lar el verdiği, olgunlaştığı takdirde yeni 27
Mayıs’lar her zaman yapılır.”
O kadar!
Afşar Timuçin, 28, 29 Nisan’daki gör-
gü ve eylem tanıklığını, 27 Mayıs üzerine
düşünceleriyle birleştirerek yazdı. Hani o
“Ham meyveyi kopardılar dalından yavri
hey”in günlerini. Turan Emeksiz’in katli-
ni, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin
görkemli ayaklanmasını anlattı.
Eksik olmasın Ergin Konuksever ar-
kadaşlarımıza evini, fotoğraf albümlerini
açtı. Usta ve yetkin bir gazeteci gözüyle ya-
şadıklarını anlattı, fotoğraflarını paylaştı.
Gönülden teşekkür ediyoruz.
Seyyit Nezir ve Mecit Ünal birlikte yaz-
dılar, 27 Mayıs'ın şiirini.
Dr. Cüneyt Akalın ve Okan İrtem, İh-
tilali yapan subayların anıları ve külliyat için-
de öne çıkanlar üzerine ayrı ayrı yazdılar.
***
27 Mayıs’ın Kitap Eki ile ilgisi mi?
Düşünce ve özgürlük denizinin çiçek-
lenmesi, 27 Mayıs ihtilaline borçludur
varlığını. Kitaplar ondan sonra olabildi-
ğince özgürleşti, “yüz çiçek açtı, bin fikir ya-
rışmaya” başladı. Görülmedik ölçüde kitap
basıldı ve yine görülmedik ölçüde kitaplar
tartışıldı, okundu. Sosyalizm belirdi ülke-
nin ufkunda, dev yazarlar çıktı…Tiyatro-
lar, sinemalar, müzik ve konserler, resim
heykel… sanat kültür ve siyaset, kitle ey-
lemliliği, yurttaşlık hakları ve işçi hakları,
dünyanın kahrolası diktatörlere kalmaya-
cağına dair ne varsa… 27 Mayıs İhtilali’nin
topraklarında göverdi.
Aydınlık Kitap Eki de kitapların, ya-
yınların, okumanın ve yaymanın özgürlü-
ğü adına başta Suphi Karaman olmak
üzere, 27 Mayısçılara ve 27 Mayıs’a gönül
borcunu dile getirsin.
HALDUN ÇUBUKÇU
İÇİNDEKİLER
27 Mayıs’ın Kitapları Sabahın bir sahibi var s. 4-5
On bin gencin gökte bulut olmuş taşları s. 6-7
Atatürk ve Teşkilatçılık s. 8
27 Mayıs’a ışık tutan kitaplar s. 9
27 Mayıs: Şiirin rengi mor menekşe s. 10-11
s. 12-13
s. 14-15
Kurşuni bir araf meseli s. 16
s. 17
Yeni çıkanlar s. 18-19
s. 20
Hicvi toplumsallaştıran şairimiz: Eşref s. 21
Bulmaca s. 22
Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34
Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu/ İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04
Faks: 0212 252 51 22
Genel Müdür YardımcısıSaynur Okuroğlu
[email protected] Müdürü
Kamile Karakadı[email protected]
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
SahibiAnadolum Gazetecilik Basım Yayın
San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Yalçın Büyükdağlı
Genel Yayın YönetmeniMustafa İlker Yücel
Sorumlu MüdürMehmet BozkurtTüzel Kişi Temsilcisi
Metin Aktaş
Aydınlık
KITA P.
Sayfa Sekreteri Alev Özgenç
Editör Pınar Akkoç[email protected]
Yazıişleri İrem Halıç, Cenk Özdağ
Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı[email protected]
Yayın Yönetmeni Haldun Çubukçu
Anayasası gül olandevrim...
Reklam Servisi
Şartlar olgunlaştığı takdirde
her zaman yapılır
Halkın sevgisini, coşkusunu
fotoğraflarda görüyorsunuz
Silivri’de bir leylek ya da
Momo Duman Adamlara karşı
Çocuk-Genç :
Beter çocuklarına duygularına tercüman
24 MAYIS 2013 CUMA4 Aydınlık KİTAP
27 Mayıs’ın bir sonucu mu, tartışmak ge-
rekiyor. İhtilale katılan subayların anıla-
rında ihtilal sürecindeki rollerini abartan
bir yan bulunuyor. 27 Mayıs’ta yer alan
subaylar, bir yandan ihtilalin hikâyesini
anlatırken, bir yandan da ihtilalde ne öl-
çüde hayati bir rol üstlenmiş olduklarını
kaleme aldılar. Bu açıdan Dündar Sey-
han’ın “Gölgedeki Adam” kitabı tipiktir.
İhtilalin gölgedeki “asıl kabinesi” üzeri-
nedir.
�LKLER�N H�KÂYES�Seyhan anı kitabında, dahil olduğu ih-
tilalci hücrenin tarihini, nasıl örgütlen-
diklerini sergilemeye çalışıyordu. Bu hüc-
renin Dündar Seyhan’a göre ana rahmi-
ne düşüşü 1954 yılındaydı. Bu tarihte ilk
ihtilalci hücreyi, Dündar Seyhan’ın iddia-
sıdır, Seyhan ve Orhan Kabibay birlikte
kurmuşlardı: “İlk
defa, Kabibay’la
ihtilal konuştuk.
İkimiz de akıbeti-
mizi biliyorduk.
Fakat Türkiye için
yapacağımız başka
hiçbir şey kalma-
mıştı.” Tek çarenin
ihtilal olduğunu
yazıyordu. Seyhan
ve Kabibay arasın-
daki bu konuşma
Uçaksavar Oku-
lu’nda geçmektey-
di; gazinodaydılar
ve akşam yemeği
yiyorlardı. Yemek
sırasında bir yan-
dan da ihtilal ko-
nuşmuşlardı. Öyle
bir dönemdir.
Seyhan’a göre, ilk komite o akşam
kurulur; Dündar Seyhan, Kabibay’a dü-
şüncelerini açar: “Bunun için gizli bir ce-
miyet lazımdır. Ve bir gizli cemiyet en az
iki kişiden kurulur, neden seninle bu ce-
miyeti teşkil eden iki kişi olmuyoruz.” İki
subay, kararlarını birbirlerine sarılarak
kutlarlar; Seyhan, “vatana karşı vazifemi-
zi yapmışcasına … bir ruh haleti” içeri-
sindeydik demektedir. Türkiye’de gizli
örgüt kurmanın va-
tan vazifesi ve sevinç
olarak görüldüğü bir
zaman var; Seyhan o
zamandan söz et-
mektedir. Kitabında,
bu ilk komitenin ge-
nişleyerek birkaç yıl
sonra iktidara yürü-
düğünü de ileri sürü-
yordu. Kuruluşta ise
Kabibay ve kendisini
görüyordu. Bir ilkler
hikâyesidir.
1950’LER�N G�ZL�KOM�TELER�
Milli Birlik Komitesi üyelerinden
Orhan Erkanlı ise farklı bir 27 Mayıs
tablosu çizmektedir. “Anılar, Sorun-
lar, Sorumlular” kitabında, Seyhan’ın
aksine, “1956 yılı içinde Türk Ordu-
su’nda daha bir sürü gizli kuruluş ol-
duğunda hiç şüphe yoktur” yazıyordu.
Bu grupların birbirlerinden habersiz
kuruldukları da yine Erkanlı’nın ver-
diği bilgiler arasındaydı: “Memleket
buhrana girdiği zaman orduda birbi-
rinden habersiz örgütler kurulur.” İçe-
riden, ihtilalciler cephesinden bir bilgi
olduğundan kuşku duyamayız. Öyley-
se, 1950’lerin ortalarında, TSK’de pek
çok başka Dündar Seyhan ve Orhan
Kabibay’lar olduğunu ileri sürebiliriz.
Anılarında Orhan Erkanlı, bu örgütle-
rin DP’nin zirveden aşağıya doğru
kaymaya başladığı tarihlerde kuruldu-
ğunu da yazıyordu. İlk komiteye dair
Seyhan’ın abartılı hikâyesinden ayrı
bir yola işarettir.
M�LL� B�RL�K KOM�TES�27 Mayıs’ın hemen ertesinde, Başba-
kanlık’ta olup bitenler ise, Erkanlı’nın
“1950’lerde pek çok gizli örgüt vardı”
yollu düşüncesini teyit eder niteliktedir.
Orhan Erkanlı anılarında, 27 Mayıs son-
rasında herkesin MBK’nin kimlerden
oluştuğunu merak ettiğini, insanların bir-
birlerine bu soruyu sorduklarını söylüyor-
du. Yanıtı şöyleydi: “Aslında bu soruların
doğru cevapları da yoktu, biz dahil kimse
hakiki durumu bilmiyordu.” Öyle ki, ihti-
lalin İstanbul cephesinde görev alan Bin-
başı Orhan 29 Mayıs’ta Ankara’ya, Baş-
bakanlık’a geldiğinde, kapıdaki nöbetçi-
ler kendisini içeri dahi almamışlardı:
“Kapıdaki nöbetçiler beni içeri almadılar,
o günlerde ortalıkta dolaşan yüzlerce
binbaşıdan ne farkım vardı … Silah zo-
ruyla Başbakanlık’a girebildim.” Erkanlı,
çalışmalarını Başbakanlık’ta sürdüren
MBK’nın toplantılarına katılmayı ancak
böyle başarabiliyordu.
Ama Başbakanlık’ın içerisindeki du-
rum da, dışarısından çok farklı değildir:
“Bakanlar Kurulu’nun toplantı salonuna
girince şaşkınlığım bir kat daha arttı; 50-
60 kişilik bir kalabalık, kabine toplantısı
yapılan masanın etrafında kısmen otur-
muş, kısmen ayakta, her kafadan bir ses
çıkıyor … Erken gelen ‘ben komite üyesi-
Sabahın bir sahibi var27 May�s ay�rt etmeksizin, tüm alt rütbeli genç subaylar� siyasal etkinlik yönünden
yükseltiyordu. Bir bak�ma, her subay kendisini önemli görüyordu; ihtilal de bu bak��a, rütbeler hiyerar�isinin etkisini azaltarak uygun bir ortam sa�lam��t�
OKAN İRTEM
27 MAYIS’IN KİTAPLARI
Sar�yerli bal�kç�lar 27 May�s Devrimi’ni kutluyor
FOTO
�R
AF:
ER
G�N
KO
NU
KSE
VER
5Aydınlık KİTAP
yim’ diye oturmuş, kalkmıyordu.” 27 Ma-
yıs sabahı çeşitli görevler üstlenmiş pek
çok subayın da kendisinde MBK’ye katıl-
ma hakkı gördüğünü anlayabiliyoruz.
Emir komuta zinciri dışında, ordunun
gövdesiyle icra edilmiş bir ihtilal halidir.
Bu halin, ihtilalde görev alanların rolleri-
ni abartmalarına neden olması da muhte-
meldir. Çünkü 27 Mayıs ayırt etmeksizin,
tüm alt rütbeli genç subayları siyasal et-
kinlik yönünden yükseltiyordu. Bir bakı-
ma, her subay kendisini önemli görüyor-
du; ihtilal de bu bakışa, rütbeler hiyerar-
şisinin etkisini azaltarak uygun bir ortam
sağlamıştı. Anılardaki abartılı hikâyelerin
temelinde ihtilalin bu dinamiğini görebi-
liyoruz.
�HT�LAL�N �ÇYÜZÜAnı kitapları kuşkusuz değerliler ama
bu, öznel oldukları ve
belirli bir mesafeyle
yaklaşılmaları gerek-
tiği gerçeğini değiştir-
memektedir. Abdi
İpekçi ile Ömer Sami
Coşar’ın 1962-1965
yılları arasında Milli-
yet Gazetesi’nde ya-
yımladıkları; 1965 yı-
lında ise kitaplaştır-
dıkları “İhtilalin İçyü-
zü” çalışması bu açı-
dan, gizli komitelerin
tarihini soğukkanlı bir
biçimde ele alması
yönünden önemli bir
kaynak olma özelliği-
ni hâlâ sürdürüyor.
Kitap, 27 Mayıs’ın ay-
rıntılı bir dökümünü sunuyor. 1957 yılın-
da, Üsküdar’da, bir konakta yapılan ve
farklı ihtilalci hücreleri bir araya getiren
bir gizli toplantıdan da bu çalışma saye-
sinde haberdar oluyoruz. 27 Mayıs sonra-
sında önemli konumlara yükselen pek
çok isim, Talat Aydemir, Ahmet Yıldız,
Suphi Gürsoytrak, Orhan Erkanlı, Orhan
Kabibay bu toplantıda yer alıyorlar. İki
ayrı hücrenin birleşip birleşmemesi mese-
lesini tartışıyorlar. Görüşmenin yapıldığı
yer ise, önemli bir eski ihtilalcinin, Hare-
ket Ordusu Komutanı Mahmut Şevket
Paşa’nın konağıdır. Güzel bir tesadüftür.
ÜN�VERS�TEL�LER VESUBAYLAR
27 Mayıs’a giden dinamiği anlatan ih-
tilalcilerden bir diğeri ise, 2011 yılında
kaybettiğimiz MBK üyesi Sami Küçük’tü,
“Rumeli’den 27 Mayıs’a” başlıklı kitabın-
da, toplumdaki siyasal tartışmaların su-
bayları da etkilediğini söylüyordu: “Kah-
vehanelerde konuşulanlar, yaptırım gücü
olan kışlalarda ve ordu evlerinde de ko-
nuşuluyordu.” Öyle ki, üniversite öğren-
cilerinin 28-29 Nisan eylemleri ile başla-
yıp 555K ile devam eden DP diktasına
yönelik sert, kitlesel protestoları, Silahlı
Kuvvetler saflarında da yansımasını bulu-
yordu.
Öğrenci eylemlerinden etkilenen İs-
tanbul’daki subaylar, ihtilale dair ayrıntı-
ların konuşulduğu son toplantılarını 26
Mayıs gecesi İstanbul Üniversitesi bah-
çesinde düzenliyorlardı. Bu toplantıda
edilen yemini simgeleyen heykel hâlâ İs-
tanbul Üniversitesi bahçesindedir.
İÜ’deki toplantının ardından Davutpaşa
Kışlası’na geçen Orhan Erkanlı’nın anla-
tımına göre, Kışla’da da subaylar bir ara-
ya gelmişlerdi. Bu esnada Topçu Üsteğ-
men İbrahim Orhon’un 28 Nisan Olayla-
rı için yazdığı bir şiiri okuduğu da yine
Erkanlı’nın anılarında yer alıyor. Anka-
ra’daki grup ise ihtilal için, 21 Mayıs tari-
hinde DP karşıtı Harp Okulu öğrencile-
rini Ankara sokaklarına döken Harp
Okulu binasında toplanıyordu.
�HT�LAL BORCUÖyleyse, TSK su-
baylarının kendileri-
ni, öğrencilere karşı
borçlu saydıklarını
yazmakta bir sakınca
bulunmamaktadır.
Erkanlı’nın ihtilal ge-
cesine dair anıların-
da bu borç açıkça
ifade edilmişti: “Saat
20:30’daki toplantıyı
üniversite bahçesin-
de, heykelin yanında
ağaçların altında
yapmaya karar ver-
dik. Böylece 28 Ni-
san gecesi heykel
çevresinde, heykeller
gibi kenetlenen ve
Osman Paşa marşını
söyleyerek her türlü güce karşı direnen
Türk üniversitelerine teşekkür borcumu-
zu ödeyecektik.” 27 Mayıs’ı harekete ge-
çiren etken, üniversite öğrencileri oluyor-
du. Subaylar, üniversite öğrencilerine
olan bu borçlarını, 27 Mayıs sabahı “ikti-
dara uzanarak” ödemişlerdi. Demek ki,
sabahın bir sahibi vardı ve üniversite öğ-
rencilerinden soruluyordu.
24 MAYIS 2013 CUMA6 Aydınlık KİTAP
Demokrat Parti’nin korkunç baskısından
yıldığımız zamanlardı. Her kesimden
kendini bilmez insanların pervasız ey-
lemleri ve saldırganlıkları, ondan daha
önemlisi yönetici durumunda olanların
saltanat heyecanı toplumun altını üstü-
ne getirmişti. Neyi nasıl nerede kazandığı
belli olmayan ve iki satırı yan yana geti-
remeyen yeni zenginler türemiş, inanç-
lar siyaset adına alabildiğine kullanılmış,
bazı evlerin üzerine kırmızı boyayla “X”
işaretleri koyulmuş, bazı eli kalem tutan
aydınlara kendileri için sürgün yerleri seç-
meleri bildirilmişti. Yoksulun iyice yok-
sullaştığı bu dönemde insanlara hiçbir te-
meli olmayan sözde maneviyat pompa-
lanıyordu. Bugün o zamanların koşulla-
rını bilmeden sırf bir kesimin adamı ol-
mak adına Demokrat Parti goygoyculu-
ğu yapanlar ve işi iyice ilerilere götürüp
27 Mayıs’la birlikte demokrasi atılımla-
rının son bulduğunu söyleyenler gaflet
içinde değillerse başka bir şey içinde-
dirler. Bir Demokrat Parti ve Cumhuri-
yet Halk Partisi karşıtlığı vardı. Azçok ay-
dın kişiler Cumhuriyet Halk Partisi’nden
yana çıkıyorlardı ama bu kişilerin tümü
bu partiyi candan gönülden destekliyor
değildi. Bu “halkçı” kişilerin geçmişi ve
şimdisi kimselere güven vermiyordu.
O koşullarda gözler orduya takıldı ve
ordu belli ki kendini nereye varacağı bel-
li olmayan bu gidişten sorumlu saydı. 27
Mayıs her kademeden subayın çok giz-
li ve uzun süren çalışmalarıyla gerçek-
leşmiştir, ille onu bir darbe saymamız ge-
rektiğini söyleyenler şu gerçeği unut-
mamalılar: Bu darbe en yüksek paşala-
rın sonraki zamanlarda hadi bu işi biti-
relim cinsinden uyguladıkları darbelere
benzemiyordu. Ne var ki bu “ihtilal”i ya-
panlar bir topluluğu iktidardan uzak-
laştırmakla ülke sorunlarının çözüle-
meyeceğini yazık ki düşünmemişlerdi.
GELECE�� TASARLAMA EKS�KL���
Bu ülkenin hemen tüm aydınları ne-
dense bir ‘geleceği tasarlama korkusu’ ya-
şarlar. Aydınlarımıza gelecekle ilgili so-
rular sorun, onlar
geçmişten örnekler
verecekler ve bu-
nunla yetinecekler-
dir. Haklarını yeme-
yelim, bu topraklar
üzerinde hiçbir za-
man belli ölçülerde
de olsa gerçekleş-
memiş olan demok-
rasiyi bir anayasa
çerçevesinde de olsa
ilkin bu “ihtilalci”
subaylar gerçekleş-
tirmek istediler. Be-
cerebildiler mi? Pek
değil. Önlerinde bü-
yük engeller vardı.
Onlardan en çok
beklediğimiz toprak
ağalığına son ver-
meleriydi. Eğer bunu yapabilmiş olsalardı
bugün Türkiye’nin doğusu kan rengine
değil başka bir renge boyanmış olacaktı.
27 Mayıs’çılar bir noktadan sonra
güçlerini yitirdiler. Güç başkalarının,
görünmez birilerinin eline geçti.
Yurt dışına çıkacaktım ama bana
bir türlü pasaportumu vermiyorlardı.
Pasaport dairesine gidiyordum, bugün git
yarın gel diyorlardı. Bu aylarca sürdü. Bir
arkadaşımızın aklına bir çözüm geldi:
Milli Birlik Komitesi’nden Sami Kü-
çük’le bir kokteylde görüşebilirdim.
Sami Bey bana açık açık şunları söyledi:
“Vallahi kardeşim, biz iktidarı düpedüz
elden kaçırdık. Adama telefon ediyorum,
emir veriyorum, pekiyi komutanım diyor
ama yapmıyor. Bir daha söylüyorum bin
dereden su getiriyor, gene yapmıyor.
İktidar bizden çıktı kardeşim, siz pasa-
portunuzu başka kapıları zorlayarak al-
malısınız.”
Bu özür 27 Mayıs deviniminin kısa sü-
rede nasıl tükendiğini gösteren örnek-
lerden biridir. Ne var ki ondan bize gü-
zel bir anayasa kalmıştı. O anayasa bu
toplumun yakışığıydı. Ancak kısa za-
manda gerçekleşen dönüşümler bir yıl
kadar sürmüş olan özgürlük havasını sil-
di götürdü. Bugünün bazı demokrasi ha-
varileri o anayasanın altından girip üs-
tünden çıktılar. Zaten devrimden kısa bir
süre sonra İsmet İnönü başkanlığında ku-
rulan hükümetler komünist avına çoktan
başlamışlardı bile.
27 Mayıs insanlara insan onurunun
anlamını duyurdu, demokrat olmanın ko-
şullarını sezdirdi, yeni bir düzen umu-
dunu aşıladı, bağımsız bir ülkede yaşa-
manın ne demek olduğunu öğretti, ge-
leceği tasarlamanın önemini anlattı, bu
arada toplumsal-siyasal savaşımın çok ko-
lay kazanılacak bir savaşım olmadığını
gösterdi. Ona dört elle sarılanlar arasında
gerçek ilerici aydınlar da vardı, kültür ek-
sikliğinden ve ahlak eksikliğinden ötürü
her şeyi kolaya almaya eğilimli saf çı-
karcılar da vardı. Bir devrim, hele şöyle
bir esip geçmiş bir devrim bir toplumun
kültüründe ve ahlakında büyük ve kök-
lü dönüşümler yaratmış olabilir mi? Bi-
rileri çok çabuk heveslendiler: biz de dev-
rim yapalım duygusu azçok mürekkep ya-
lamış ya da yalar gibi yapmış topluluklar
arasında iyice yayıldı. Ondan sonra ne-
ler olduğunu hepimiz biliyoruz. Özet-
lersek, 27 Mayıs dönemi vurgunculuğa ve
çıkarcılığa, yabancı hayranlığına ve ba-
ğımlılık istemine, geçmişin özlemine ve
demokrasi düşmanlığına, kabalığa ve
saldırganlığa, kötü eğitime, kirli yollar-
dan dünyalık elde etmeye giden yolda bir
kesinti dönemidir. Aristoteles’çi bir dil-
le söylersek, havaya atılan taş havada du-
ramamış, kendi doğal yerini özlemiş ve
yere düşmüştür.
BEYAZIT’TA �EH�T DÜ�EN1960’ın 28 Nisan sabahı Edebiyat
Fakültesi’nin yanındaki set üstünde bu-
lunan kahvelerden birinde dört arkadaş
blum oynuyorduk. Üniversitede ilk yılı-
mızdı. Dersler bizim için tam bir düş kı-
rıklığı olmuştu. Şans oyunlarını hiç sev-
On bin gencin göktebulut olmuş taşları
28 - 29 NİSAN’DA BEYAZIT
27 May�s dönemi vurgunculu�a ve ç�karc�l��a, yabanc� hayranl���na ve ba��ml�l�k istemine,geçmi�in özlemine ve demokrasi dü�manl���na, kabal��a ve sald�rganl��a, kötü e�itime,
kirli yollardan dünyal�k elde etmeye giden yolda bir kesinti dönemidir
AFŞAR TİMUÇİN
28 Nisan günü Beyaz�t Meydan�’nda Turan Emeksiz’in polis taraf�ndan vuruldu�u an
meyen ben biraz da arkadaş zoruyla
blum öğrenmiştim. Oyunun daha
başında bir öğrenci heyecanla kah-
veye girdi ve ana binada olaylar var
dedi. Böyle bir şey bizim genç dün-
yamızda ilk defa oluyordu. Öyle bir
baskı altında yaşıyorduk ki kimse-
nin herhangi bir başkaldırıya cesa-
ret edecek durumu yoktu. Hemen
ana binaya koştuk, öğrenciler arka
avluda toplanmışlardı. Rektör Sıd-
dık Sami Onar avludaki gençlere bir
şeyler anlatıyordu. Polisten dayak
yediğini söylüyordu. Başının bir
yanı sargılıydı. Arka avluda kala-
balık hızla artarken adı sonradan
Castro’ya çıkan Nuri adlı bir genç
arkadaş direğe tırmanıp bize Be-
yazıt’a çıkma önerisinde bulundu.
Oysa her yan tutulmuştu ve bizim
avludan dışarıya çıkmamız yasak-
lanmıştı: yan kapıdan çıkarsak du-
varların üstünde on metre kadar
arayla dizilmiş olan askerler bize
ateş açacaktı.
Biz kapıdan çıkarken duvarın
üstündeki askerler tüfeklerini bo-
şalttı ve bazıları bizi alkışladı. Ala-
na vardığımızda aşağı yukarı on bin
kişi kadardık. Hükümetin istifasını
istiyorduk. Bazılarımız işin eğlen-
cesindeydi: birileri gidip bakırcı-
lardan bakır bir kazan almışlardı,
Patrona Halil hamamının önünde
kazan kaldırıyorlardı. O sırada üni-
versitenin ana kapısı açıldı, üç yüz
kadar atlı polis üzerimize ateş aça-
rak geldi. Adnan Menderes “imar”
adı altında sağı solu yıktırıyordu:
çevrede istemediğimiz kadar taş ve
moloz vardı. Biz de polise taşla kar-
şılık verdik. On bin kişinin attığı taş-
tan gök bulutlanmış gibiydi. Polis-
ler birkaç kişiyi vurdular. O kişiler
en öndeki kişilerdi. Onlardan biri-
nin Turan Emeksiz olduğunu son-
radan öğrendik. Özel otomobiller yara-
lılarımızı almadan kaçmaya çalışıyorlar,
o zamana kadar böyle bir şey görmemiş
olan Beyazıt esnafı kepenkleri kapayıp
kaçmaya bakıyordu. Alanın ortasında kü-
çük ahşap bir gazete satış kulübesi var-
dı. Kulübedeki ihtiyar ara ara başını kor-
kuyla yukarı kaldırıyor, olanı biteni an-
lamaya çalışıyor, sonra gene çöküp gö-
rünmez oluyordu. Alanda büyük bir
kargaşa vardı: polis panik içindeydi, po-
lis atları yerlerde debeleniyordu.
POL�SLER VE ASKERLERKalabalık öğrenci topluluğu öfkeden
yerinde duramıyordu. Unkapanı köp-
rüsünden Vilayet’e gitmeye kararlıydık.
Slogan atmadığımız zaman “Kardeş kar-
deşi vurur mu” türküsünü söylüyorduk.
Vilayetin önüne geldiğimizde binanın
tanklarla sarıldığını gördük. O sırada son-
radan adının Fahri Özdilek olduğunu öğ-
rendiğimiz bir orgeneral kendisinin bun-
dan böyle sıkıyönetimden sorumlu ol-
duğunu, artık dağılmamız ve evlerimize
gitmemiz gerektiğini söyledi ve bize bir
de güvence verdi: kendisi polise talimat
vermişti, polis bize dokunmayacaktı.
Biz Sirkeci’ye inerken polis saldırısıyla
karşılaştık. Ben yorgun ve bitkin bir du-
rumda dayımın Sirkeci garındaki loj-
manına gittim. Ablam da beni merak et-
miş, dayımlarda beni beklemeye başla-
mış. İkimiz birlikte çıktık, iki sevgiliy-
mişiz gibi gülüşerek polislerin arasından
geçip trene gittik.
Ertesi gün 29 Nisan’da üniversiteye
girmeye çalıştık ama asker her yanı sar-
mıştı, geçit vermiyordu. Oysa üniversite
bahçesinden sloganlar duyuyorduk. De-
mek ki içeri girmenin bir yolu vardı. Bir
genç adam sessizce yanımıza geldi, pa-
rolayı söyleyip girebileceğimizi bildirdi.
Parola şuydu: “kurmay albayın emri
var.” Üniversite bahçesinde gece yarısı-
na kadar kaldık. Heykelin yanında top-
laşmıştık. Sanırım üç bin kişi kadardık.
Gece yarısından sonra çevremizi saran
zifiri karanlıkta bir gidiş geliş başladı. Biz
sezmeden asker bizi dikenli tellerle çem-
bere almış, kamyonları da getirmişler, yü-
rüyün bakalım dediler. Ben bekleyip
sonuncu kamyona bindim. Sonuncu
kamyon öbürleri gibi tıklım tıklım değildi.
Karanlık bir yerlere geldiğimizde askerler
yokuşta yavaşlayacaklarını, istersek at-
layıp gidebileceğimizi söylediler ama
vur emrini unutmamamızı da söylediler.
Ortalık kapkaranlık nereye gideceksin!
ONU DA MI BENSÖYLEYECE��M
Gece üçe doğru Davutpaşa Kışlası’na
girdik.
Subaylar erleri yataklarından kal-
dırdılar, bizim yatmamızı istediler. O ger-
ginlikte kimse yatmayı düşünmedi. Biraz
sonra şafak söktü. Güneş yükselmeye
başlayınca geniş avluya somunlar, kaşar
peynirleri, teneke teneke zeytinler gel-
di. Yalnız ilgimi çeken bir şey vardı: iyi-
ce azalmıştık, öbürleri neredeydiler?
Kahvaltıdan sonra süngü takmış olan as-
kerlerin üstüne üstüne gitmek istedik
ama belli ki kaçmak için yol bu değildi.
O zaman bir yarbay aramızda dolaşma-
ya başladı: “Çocuklar kaçın, yoksa sizi
Hadımköy’e götürmek zorundayız, ora-
da kuş uçurtmazlar” dedi.
Pekiyi nasıl kaçacaktık? Yanıt kesindi:
“Onu da ben mi söyleyeceğim?” Görü-
nüşte kaçacak bir yer yoktu.
Alt kata inip ortalığı kolaçan etmek is-
tedim. Uzun koridorun bir ucunda beş on
genç toplanmıştı, bir insanın geçebilece-
ği kadar bir deliğin başındaydılar. Bir baş-
çavuş bana seslendi: “Koş kardeşim, sen
de bu topluluğa katıl.” Başçavuş bize de-
likten çıkar çıkmaz hızla yokuş aşağıya
koşmamızı, vur emri olduğunu unutma-
mamızı söyledi ve bize iyi dileklerde bu-
lunup marş marş dedi. Bizim ayaklan-
mamız burada bitmişti. İstanbul’da böy-
le bir eylem kentin yapısı gereği uzun süre
sürdürülemezdi. Savaşımın merkezi An-
kara’ya kaydı. Bizim iki günlük çabamı-
zı Ankara’dakiler günlerce sürdürdüler,
daha doğrusu 27’sine kadar sürdürdüler.
27 Mayıs Devrimi ya da ihtilali ya da is-
terseniz gönlünüz kırılmasın diye darbe-
si diyeyim böylece doğdu. Kurumlaşa-
madı, geldiği gibi gitti. Bıraktığı anayasa
gene de tarihimizin onurudur.
FOTO�RAF: ERG�N KONUKSEVER
24 MAYIS 2013 CUMA 7Aydınlık KİTAP
TURAN EMEKS�Z
Bir yürüyü� eylediler sabahtanIlg�t �lg�t kan gider loy loy!Dayan dizlerim dayan!A�la gözlerim a�la!Namlu pu�t olmu�, ataya�� pu�t.Yine dü�man elindeydi vatanBir o�ul ç�kt� Malatya'dan:Anas� Y�lmaz ça��r�rd�Haram süt emmemi�ti anadan.Ve Beyaz�t derler bir büyük alanDü�man sarm��t� sa�� soluDü�man çok, cephane yoktu.Yeti�memi�ti daha Cemal Pa�a koluAmand� el aman!Tank paletleriydi alanda dönenKusan namlularda, kalle� ölümcülVe vuran ve k�ran ve hayk�ranMalatyal� �öyle bakt� birAna baba günüydü herhalHer yönde toz duman!Vay anam vay!Bu belal� ba��nanKime ne diyemKime ne diyemNerelere gidemYa derdime dermanYa katlime ferman!Ba�� daral�nca Y�lmaz'�nBakt� atacak ta�� yoktuBakt� eli durmu�, aya�� durmu�tuVurulmu�tu.Ç�kard� yüre�ini kan içindeÇarpt� kötünün kafas�naHay bu nas�l devran?28Nisand�YavriHey!HamMeyveyiKopard�larDal�ndan.
Enver Gökçe
24 MAYIS 2013 CUMA8 Aydınlık KİTAP
Tugay Şen’in “Atatürk ve Teşkilatçı-
lık” adlı kitabı Kaynak Yayınları’ndan
çıktı. Türkiye tarihinin en büyük dev-
rimcisinin “Teşkilat” olayına bakışı el-
bette ki her zaman önemlidir, ancak
içinde bulunduğumuz koşullarda, yani
halkın, milyonlarla ifade edilen sayı-
larla ve “Atatürk’te birleştik” sloganıy-
la bütün yurtta alanlara çıktığı bir tari-
hi dönemde özellikle önem kazandığı
açıktır. Atatürk’e göre parti, hedefe
ulaşmak için kullanılan bir araçtır. He-
def, ülkenin bağımsız olması, halkın
iktidar olmasıdır.
Halk, büyük sorunlarla karşı karşı-
ya kaldığı ve çözmek
için ayağa kalktığı za-
man, kendi tarihin-
den kuvvet alacağı
örnekler arar. Bugün
Atatürk’ün, son on
yıllarla kıyaslandığın-
da çok daha fazla ve
çok daha yürekten
anılmasının ardında
böyle bir gerçeklik
vardır.
İşte Tugay Şen,
Atatürk’ün “Teşki-
lat” olayına bakışını,
böyle bir ihtiyaçtan
yola çıkarak ayrıntılı
olduğu kadar, bilimsel
aklın gerekleri içinde
incelemektedir.
HER ZAMAN ÖRGÜTLÜMustafa Kemal Atatürk, siyasetle
ilgilenmeye başladığı Harp Okulu sıra-
larından başlayarak hep örgütlü (teşki-
latlı) olmuştur. Örgütsüz olduğu tek
bir an yoktur. Hayatının dönüm nokta-
larına bakıldığında örgüt / teşkilat iliş-
kisi bakımından şu gerçekler özellikle
belirleyici önemdedir:
- Harb Okulu sıralarında arkadaş-
larıyla el yazısı ile çıkardıkları gazete
etrafında gerçekleşen örgütlenme.
-1905 yılında atandığı Şam’da ku-
ruluşuna önderlik ettiği “Vatan ve
Hürriyet Cemiyeti”
-1905 sonunda Vatan ve Hürriyet
Cemiyeti’nin Selanik şu-
besini oluşturması.
-1907 Sonbaharı. Va-
tan ve Hürriyet Cemiye-
ti’nin İttihat ve Terakki
Cemiyeti’ne katılması.
-1918 Aralık. İttihat
ve Terakki Cemiyeti’nin
dağılmasından sonra ar-
kadaşlarıyla “Ayyıldız
Cemiyeti”ni kurması.
-1919 Mayıs. Samsun
Havza’dan her tarafa
çektiği telgraflarla kamu
görevlilerinden ve her-
kesten Müdafaa-i Hu-
kuk Cemiyetlerine üye
olunması ve yoksa kurul-
masına dair telgraflar
çekmesi.
- Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin
Erzurum ve Sivas Kongreleri ile Tür-
kiye çapında örgütlenmesi. Mustafa
Kemal’in Heyeti Temsiliye Başkanlığı
ile fiilen “Anadolu ve Rumeli Müda-
faa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı oluşu.
-Daha sonra ölümüne kadar (1938)
Cumhuriyet Halk Fırkası / Partisi ola-
cak örgütlenmenin başkanlığı.
Bu kısa hayat hikâyesinin ortaya
koyduğu büyük ders şudur: Bir dev-
rimci her zaman örgütlüdür, partilidir.
Partisiz devrimcilik olmaz.
DEVR�MC�, PART� BENC�L� OLAMAZ
Atatürk’e göre Parti, hedefe ulaş-
mak için kullanılan
bir araçtır. Hedef,
ülkenin bağımsız
olması, halkın ik-
tidar olmasıdır.
Bu hedefe
ulaşmak için
daha uygun bir
“araç” ortaya çık-
tığı zaman bir an
bile tereddüt etme-
miş, hemen o yeni
“araç”ı benimsemiştir.
1907 yılında aynı progra-
mı savunan daha büyük ve daha fazla
örgütlü olan İttihat ve Terakki Cemi-
yeti ile karşılaştığı zaman, kendisinin
kurduğu Vatan ve Hürriyet Cemiye-
ti’ni bu “Parti’ye” katmakta duraksa-
mamıştır.
Aynı şekilde 1918 sonrasında Ana-
dolu ve Rumeli’nin her tarafında Mü-
dafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kuruldu-
ğunu görünce kendi dışında olan bu
gelişmeyi derhal benimsemiş, eski par-
tisi İttihat ve Terakki Cemiyeti / Fırka-
sı üyelerinin bu yeni örgütlenmede yer
alması için çalışmıştır.
Yani örgüt bencili değildir.
Esas olan iktidar olacak program-
dır. O program, hangi örgüt ile iktidar
olabiliyorsa o parti (örgüt) içinde bu-
lunmada bir an bile tereddüt edilme-
yecektir.
EN BÜYÜK BA�ARIAtatürk yaşamı boyunca önemli
başarılar kazanmış bir devrimcidir, as-
kerdir, siyaset ve devlet adamıdır.
Savaş meydanlarında büyük zafer-
ler kazanmıştır.
Yenilmiş bir milleti ayağa kaldır-
mış, tarihin ilk Milli Kurtuluş Savaşına
önderlik etmiştir.
Cumhuriyet Devrimlerini yaparak,
bir Ortaçağ toplumundan, modern bir
Cumhuriyet yaratmıştır.
10-15 yıl içinde temel sanayisini
kurmuş, borçlarını önemli ölçüde te-
mizlemiş, kendi ayakları üzerinde du-
ran bir milli ekonomi ortaya çıkarmış-
tır vb.vb
Ama Atatürk, yaptığı bütün işler
içinde en önemli olanın Cumhuriyet
Halk Fırkası’nın kuruluşuna ön-
derlik etmek olduğunu söy-
ler.
1930’lu yıllarda, çe-
şitli vesilelerle yap-
makta olduğu Cum-
hurbaşkanlığı ile üs-
tünde olan CHP Ge-
nel Başkanlığı görevi
arasında bir tercih
yapmak durumunda
kalırsa CHP Genel
Başkanlığını tercih
edeceğini söylemesi an-
lamlıdır.
ÖRGÜT N�Ç�NÖNEML�D�R
Çünkü bir halkın hiçbir şeyi olma-
yabilir veya sahip olduğu her şeyi kay-
bedebilir. Ama halka önderlik eden ve
doğru bir programa sahip bir öncü ör-
güt (Parti) varsa bütün kaybedilenler
tekrar kazanılabilir.
“Ama çölden bir hayat çıkarmak, bu
çöküntüden bir varlık teşekkül yaratmak
lazımdır... Çöl sanılan bu âlemde saklı ve
kuvvetli hayat vardır. O, millettir, Türk mil-
letidir. Eksik olan şey teşkilattır. O teşkilat
organize edilebilirse, vatan da, millet de
kurtulur. “(s.207)
Yani “teşkilat” (örgüt), başarılan
bütün işlerin anahtarıdır. Onun için
Atatürk’ün hayatındaki en önemli ba-
şarıdır.
“Atatürk” diyerek ayağa kalkan
ama “Partisiz” olan bütün yurtseverle-
rin okuması gereken bir kitaptır “Ata-
türk ve Teşkilatçılık”.
Her zaman örgütlüydüPARTİSİZ ATATÜRKÇÜLERİN OKUMASI GEREKEN KİTAP: ATATÜRK VE TEŞKİLATÇILIK
O'nun hayat hikâyesinin ortaya koydu�u büyük ders �udur: Bir devrimci her zaman örgütlüdür,partilidir. Partisiz devrimcilik olmaz. Atatürk’e göre Parti, hedefe ula�mak için kullan�lan bir
araçt�r. Hedef, ülkenin ba��ms�z olmas�, halk�n iktidar olmas�d�r
Atatürk ve Te�kilatç�l�k, Tugay �en, Kaynak Yay�nlar�,
MEHMET BEDRİ GÜLTEKİ[email protected]
Buk�sa hayathikâyesinin
ortaya koydu�ubüyük ders �udur:
Bir devrimci herzaman örgütlüdür,partilidir. Partisiz
devrimcilikolmaz
24 MAYIS 2013 CUMA 9Aydınlık KİTAP
Toplumda yeni bir devrimci demokra-
tik dalganın yükselişine neden olan 27
Mayıs’ın yarattığı canlı fikir ortamı
kısa sürede ürünlerini verdi.
Milli Birlik Komitesi üyeleri ve İh-
tilal’e şöyle ya da böyle karışmış olan-
ların (Sadi Koçaş, Muhsin Batur, Talat
Aydemir, Cemal Madanoğlu, Numan
Esin, Haydar Tunçkanat, Ahmet Yıl-
dız vb.) anıları yakın tarihimize ışık tu-
tan belgelerdir. Ancak, ayrı bir yere
konulması gerekli birkaç kaynağı özel
olarak belirtmek gerekiyor.
ABD� �PEKÇ�-ÖMER SAM�CO�AR, �HT�LAL�N �ÇYÜZÜ
Önce Milliyet gazetesinde dizi ola-
rak bir kısmı yayımlanan, “14’ler Ola-
yı”nın ardından, okur baskısı sonucu
geri kalan bölümü de yayımlanan ça-
lışma, 27 Mayıs’ı yaratan koşulları, 27
Mayıs Harekatı’nı ve Milli Birlik Ko-
mitesi üyesi 14 subayın tasfiyesine ka-
dar uzanan süreci çok yönlü olarak ele
alıp, canlı bir üslupla anlatıyor.
1965’de Uygun Yayınevi tarafından ya-
yımlanan çalışma, Türkiye İş Bankası
yayınları tarafından 2010’da yeniden
basılıyor, 2012’de ikinci baskısı yapılı-
yor. “Siyasi ve sosyal hayatımızda bü-
yük değişiklikler ve etkileri her gün bi-
raz daha iyi anlaşılan 27 Mayıs İhtila-
lil’nin yakın tarihimizin en önemli
olaylarının başında geldiği ortadadır”
saptamasıyla başlayan önsözde döne-
min iki usta gazetecisi, belgelere ve ta-
nıklara dayanarak 27 Mayıs’ı değerlen-
diriyor.
DÜNDAR SEYHAN, GÖLGEDEK� ADAM
27 Mayıs’ın hem içinde hem kena-
rında yaşayan, çırpınıp duran Albay
Dündar Seyhan’ın kendi imkanlarıy-
la1966’da bastırdığı kitabı, kanımca “Ja-
koben Edebiyat”ın parlak bir örneğidir.
Seyhan, anılarında, devrim ile karşı-dev-
rim arasında boyalayan ülkeyi renkli
/canlı bir üslupla anlatıyor. Piyasada zor
bulunan bir yapıt.
KIVILCIMLI’NIN, 27 MAYISELE�T�R�S�
Hikmet Kıvılcımlı’nın
27 Mayıs’ın hemen ardın-dan MBK’nin tecrübesiz
genç subaylarına yazdığıaçk mektuptan yola çıka-rak kaleme aldığı eleştiri-ler, 27 Mayıs hareketinin
sınıfsal karakterini, üstünyanlarını ve zayıflıklarınıbüyük bir açıklıkla ortayakoyuyor.
�EVKET �ZMEL�, DEMOKRAS�YILDIZI?
Av. Çizmeli’nin kale-
me aldığı, 2007’de Arka-
daş Kitabevi’nce yayımla-
nan kitabın önsözünde
Prof. Sina Akşin 27 Ma-
yıs’ı Cumhuriyet’in kuru-
luş çalışmalarının içine
yerleştirirken, Mende-
res’i farklı yönleriyle de-
rinlemesine ele alarak in-
celiyor.
�EVKET SÜREYYAAYDEM�R MENDERES’�NDRAMI
“Tek Adam”, “İkinci Adam” “En-
ver Paşa” gibi dev biyografi çalışmala-
rının yazarı Şevket Süreyya Aydemir,
Bilgi’den çıkan “Menderes’in Dramı”
adlı hacimli kitabında, başka bir dün-
yanın insanı olmasına karşın Mende-
res’le empati kurmaya çalışarak, DP
olayını açarken, çok önemli bir nok-
taya değiniyor: Aslında Menderes’e
yöneltilen “Anayasayı İhlal” suçla-
maları çok daha kapsamlıdır. Çünkü
Menderes, Anayasa’nın açık hükmüne
rağmen Kore’ye asker yollama kararı-
nı ve imzaladığı ikili anlaşmaları Mec-
lis’ten geçirmiyor. Ne var, Soruşturma
Kurulu “ülkemizi dı-
şarda güç dışarda bı-
rakmamak” gerekçe-
siyle bu suçları iddiana-
me dışında bırakıyor.
Yani üzerine sünger
çekiyor.
YARDIMCIKAYNAKLAR
27 Mayıs hareketi-
nin değişik yanlarını
vurgulayan kimi kitap-
lara da işaret ekmek
gerekir: Ümit Özdağ’ın
Boyut Yayınlarınca ya-
yımlanan doçentlik tezi
“27 Mayıs İhtilali” (Si-
yaset - Ordu ilişkileri), Ümit Zileli’nin,
“Cumhurun Trajedisi” adlı kitapları
belirtilmeye değer. Cumhur Utku’ nun
“14’lerden Suphi Karaman’a İhtilal
Mektupları” (Kaynak Yay. ), Ergin
Konuksever’in “Adnan Çelikoğlu, Bir
Darbeci Subayın Anıları” (YKY,
2010), Cüneyt Akalın’ın “Askerler ve
Dış Güçler, Amerikan Belgeleriyle 27
Mayıs Olayı” (Cumhuriyet Yay, 2000)
ilginç kaynaklardır. Öte yandan Cü-
neyt Arcayürek, Me-
tin Toker ve Kurtul
Altuğ’un yakın tarihe
ışık tutan incelemele-
ri 27 Mayıs’ın öncesi-
kendisi- sonrasına yer
veren, gazetecilerin
tanıklık ve arşiv çalış-
maları kapsamındaki
yayınlar olarak çok
değerlidir.
ILICAK’INKAR�I TEZLER�
27 Mayıs Devri-mi’ne karşı tezlerinbaşlıca kalemşörü ba-
basının Yassıada Du-ruşması’ndaki mağ-
duriyetini diline pelesenk ederek çok
sayıda yayın yapan gazeteci Nazlı Ilı-cak’tır. Ilıcak, “27 Mayıs Yargılanıyor”,“Eşi Berin Menderes’ten Yassıada’yaAdnan Menderes’e Mektuplar”, “15Yıl sonra 27 Mayıs Yargılanıyor”, “50
Yıl sonra 27 Mayıs Yargılanıyor” (Do-ğan Kitap) kitaplarının yazarıdır.
CÜNEYT AKALIN
27 Mayıs’a ışık tutan kitaplarBeyazıt Meydanı’ndaki Ölü
Bir ölü yatıyor
on dokuz yaşında bir delikanlı gündüzleri güneşte geceleri yıldızların altında İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.
Bir ölü yatıyor
ders kitabı bir elinde bir elinde başlamadan biten rüyası bin dokuz yüz altmış yılı Nisanında İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.
Bir ölü yatıyor
vurdular
kurşun yarası
kızıl karanfil gibi açmış alnında İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.Bir ölü yatacak
toprağa şıp şıp damlayacak kanı silâhlı milletim hürriyet türküleriyle gelip
zaptedene kadar büyük meydanı.
Nâzım Hikmet
Dr. Hikmet K�v�lc�ml�
FOTO
�R
AF:
ER
G�N
KO
NU
KSE
VER
24 MAYIS 2013 CUMA10 Aydınlık KİTAP
Büyük toplumsal altüst oluşlara gebe
olan savaşlar ve devrimler, sanat ve ede-
biyata, özellikle de şiire yansımakla kal-
maz, onu kısa ya da uzun erimde az çok
etkiler. 27 Mayıs Devrimi de şiire yansı-
yan, dahası şiirimize yeni bir açılım ka-
zandıran altüst oluşlardan biridir.
Toplumumuzun önünü tıkayan
birçok engelin kaldırılmasıyla şii-
rin de 27 Mayıs’tan sonra önü
açılmış, Nâzım Hikmet’in yasaklı
şiirlerinin yanı sıra, siyasal baskıy-
la yüz yüze pek çok ilerici-devrim-
ci şairin şiiri yayımlanma olanak-
larına kavuşmuş, 60’lı yılların şii-
rinde toplumsal ve devrimci yöne-
limler ortaya çıkabilmiştir. O gün-
lerde Ankara’da yedek subaylığını
yapmakta olan Cemal Süreya’nın
“555 K” şiiri, bu devrimci gelişmenin
öncüllerinden biriydi.
5’�NC� AYIN 5’�NC� GÜNÜ“555 K”, Bursa’da ipek çeken kızların
“bir karasevda halinde” söyledikleri ezgiyle
başlar. Şiir, görüleceği üzere, şairin daha
önceki söyleminden taşarak usul usul ge-
lişen lirik bir başkaldırıyı işlemesinin çar-
pıcı örneğini verir:
Görmeğe alıştığımız nice yazlarKimleri alıp götürdüler ama kimleriKaranfil bıyıklı genç teğmenleriAk saçlı profesörleri, öğrencileriAdları şuramıza işlemektedirAh dayanmaz dayanmaz bakmaya gözlerBir karasevda halinde söylemektedirŞimdi Bursa’da ipek çeken kızlar
“555 K”, 28 Nisan 1960 günü İstan-
bul’da Beyazıt Meydanı’ndaki bir göste-
ride üniversite öğrencisi Turan Emeksiz’in
polis kurşunuyla öldürülmesi üzerine An-
kara’da gerçekleştirilen protesto gösteri-
sinin parolasıdır: “5’inci ayın 5’inci günü
saat 5’te Kızılay’da”. Cemal Süreya, bu ey-
lemi “999. Gün / Üstü Kalsın”da ayrıntı-
larıyla anlatır. Şair, 27 Mayıs öncesi gün-
lerin havasını yansıtan “555 K”yı eylem-
den kısa bir süre sonra yazmış, Papirüs
dergisinin Ağustos sayısında yayımlamış-
tır.
“Bir başka
günlerdi” diyor
Süreya: “Birbi-
rini tanımayan iki kişi sokak-
ta karşılaşsa, oracıkta durum değerlen-
dirmesi yapıyor; general, yedek teğmene
içini döküyordu. Karşı gösteriler yapan ayrı
bir gençlik de yoktu. Özellikle Anka-
ra’da, herkes bir bütün halinde birleşmiş
gibiydi. Küçük bir olayın toplumsal plan-
da kökü varsa, birden nasıl büyüyebile-
ceğini gördüm o gün.” (999. Gün / Üstü
Kalsın, Broy Y., 782. gün)
Cemal Süreya, 27 Mayıs’a ve onun ge-
tirdiği özgürlüklere başka şiirlerinde de yer
vermiştir. O şiirlerden biri, “Kısa Türki-
ye Tarihi”nin ikinci bölümüdür. “Üç ana-
yasa / ortasında büyüdün” der bu şiirde
Cemal Süreya, “Biri akasya / Biri gül / Biri
Zakkum”. 27 Mayıs Anayasası “gül”dür.
KAHRIN KARANLI�INDAAÇAN GÜL
Necati Cumalı, 1960 Devrim şehitle-
rinin anısına ithaf ettiği “Bir Gül Açıyor-
sa” şiirinde, “akan kanın, dökülen yaşın
güle dönüşümünü”, Neruda’yı çağrıştıran
bir imgesel kavrayışla anlatıyor. “Artık ya-
şamak bütün Türkiye’de / Bir ağızdan söy-
lenen bir türküye dönüyor” derken, ye-
diveren gülün ülke boyunca açılmasını im-
liyor. Çeşit çeşit yüz binlerce gül:
Bir gül açıyorsa şimdi Türkiye’deAşkla ümitle açıyorAdsız unutulmuş her bahçedeBir gül tomurcuklanıyorsaSabaha karşı gecedeAçmak için tomurcuklanıyorAşkla ümitleSevinçle yaşamak için tomurcuklanıyor.
Şiirde gül imgesinin yoğun
kullanılması mevsimle de il-
gili: Mayıs, gül mevsimidir.
Zamanında bin bir çeşit gül
üretmiş bir toplumun yaşa-
mında ve şiir geleneğinde te-
mel motiflerden biri olan
bu imge, devrimin doğal
simgesi haline geliyor; gül-
ler de, kanın ve gözyaşının
aktığı yerde, kahrın karan-
lığı içinde katmer katmer
açarken, geleceğe aydın-
lık ve hürriyet ışığı taşır.
ALTAYLARI YARIP GEÇEN KURT
Fazıl Hüsnü Dağlarca, toplumun tüm
kesimlerini baskı altına alan DP kuşat-
masından kurtuluşu Ergenekon’dan çıkışla
eşleştiriyor, 27 Mayıs’ı kurt motifiyle güç-
lendiriyor. Şair, ordu kavramını, bu motifle
iç içe ve hiçbir dolambaca gerek görme-
den şiirinin odağına yerleştiriyor:
Ordular günaydınYine Altayları yarıp geçmiş kurdumuz.Yeryüzünde, Tanrının kutsal düzlüğündeYüzbinlerce yüzbinlerce yüzbinlerce şehidin
istediği yerden,Dalgalanır bayrak yurdumuz.
“Ordular, topluluğun gücü” diyor Fa-
zıl Hüsnü, “Ordular toprağımızın çiçeği”.
Yüklediği anlam bu kadarla da kalmıyor;
“Ordular yapar geleceği” diyor bilge bir
görüşle: “Ordular, ulusların usudur”. Sö-
zünü ettiği ordu(lar), padişahların, dik-
tatörlerin değil, milletin ordusudur. Mil-
letle birleşmiş bir ordu! Ancak bir dev-
rimle kurulan, milli ordu! Şiirin günaydınla
açılması da bu yüzden... Komşunun kom-
şuya, öğretmenin öğrenciye, ustanın çırağa
günaydın demesi gibi geniş, ferah ve ne-
şeli bir gülüşle...
HALKIN ÖZLED��� ADIMAskeri bir müdahale olmasına karşın,
işaret fişeği, tıpkı 1908’de olduğu gibi, dev-
rimini arayan ve çağıran kitlelerin yaktı-
ğı 27 Mayıs’ın halk tarafından şenlikler-
le karşılanması ve hakkında övücü şiirler
yazılması açık halk desteği bulduğunun so-
mut göstergesidir. Bayar-Menderes dik-
tatörlüğünün gemi azıya aldığı, her türlü
karşıt görüşü bastırdığı, şairleri, yazarla-
rı, gazetecileri, üniversite hocalarını tu-
tuklatarak zulmünü top-
lumun tüm kesimlerine
yaydığı günlerde gençlik
eylemleriyle başlayan 27
Mayıs, bir devrimdir çünkü
ve ordu-millet beraberliği-
nin ürünüdür.
27 Mayıs, birçok aydına
göre yeni ve halkın özlem-
lerine dayalı, güvencesini
çağdaş bir anayasada bulan
bir dönemin ön adımıdır.
Demokratik gelişimi engel-
lenen toplumun Ergene-
kon’dan çıkış girişimidir.
Başaran, “Ala Tanla Yetiştiler” şiirinde
o günlerin özlemini yanık Rumeli türkü-
lerinin edasıyla anlatır:
Canım sana kurban yiğitYüreğimde yılların ezginliği
27 Mayıs: Şiirin rengimor menekşe
SEYYİT NEZİR / MECİT Ü[email protected]@aydinlikgazete.com
ARAKABLO
Atl� polisler 28 Nisan’da üniversitelilerin üzerine sald�r�rken
Dönemin en gözde �airleri, siyasal temalara yönelmekle, Nâz�m’�n �iirleri üzerindeki yasa��nkalkmas�na edebî ve kültürel zemin haz�rlar; �iirin güncel mücadele konular�na yayg�n biçimde
bula�mas� ��r�n� ba�lat�r
24 MAYIS 2013 CUMA 11Aydınlık KİTAPGÜLDEN TERAZİ
Kanar benim yaralarım ka-pansınToplansın göğün denizin pırıltısı üstümeŞenliklere şölenlere dönsün yaşamakYetiş bana civan yiğit.
Şiir, 27 Mayıs günlerinde yeni bir
dem tutmakta, halk geleneğinin sözcük-
lerini ve örgüsünü modern şiirde kurma-
ya yönelmektedir.
TÜRKÜLER� VEBAYRAKLARIYLA
Nâzım Hikmet, devrimin halk temelini
daha bir açığa çıkarır; “Beyazıt Meyda-
nı’ndaki Ölü” şiirinde, evrensel bir yöne-
limle, karanfil imgesini kullanır. Şiirde açan
çiçek imgesi, kötüden iyiye, karanlıktan
aydınlığa, baskı ve zulümden özgürlüğe
geçişteki isyancı duyarlığı anlatır. Şairin
“Hürriyet Kavgası” şiirinde ise Turan
Emeksiz, kitapları, türküleri ve bayraklarıyla
gelenlerle birlikte Şahmeran’ın mağarasını
yıkan adsız şehittir.
Şiir, sürgündeki şairin radyo ve gazete-
lerden izlediği olayları nasıl da içerden ya-
şadığını gösteriyor. Bu sonuç, ömrünün
uzun yıllarını devrim uğruna hapiste ve sür-
günde geçirmiş Nâzım’ın bilimsel sosyalist
dünya görüşünün bir ürünüdür. “Beyazıt
Meydanı’ndaki Ölü” şiiri, gündüzleri gü-
neşle, geceleri yıldızların altında yatan, rü-
yası başlamadan biten on dokuz yaşındaki
delikanlıya, Nâzım Hikmet’in şiirden yap-
tığı bir mezar taşıdır:
Bir ölü yatacak Toprağa şıp şıp damlayacak kanı Silahlı milletim hürriyet türküleriyle gelip Zaptedene kadar Büyük meydanı.
Şair, “Hürriyet Kavgası” şiirinde ise,
“daha gün o gün değil” demektedir, “der-
lenip dürülmesin bayraklar...” Şair aslında,
çok önemli bir uyarıda bulunuyor: Karan-
lığın üstüne yürünmüş, meydanlar zapte-
dilmiştir ama, henüz her şey bitmiş değildir,
çakallar halâ ulumaktadır...
12 Mart ve 12 Eylül, şairin öngörüsünü
doğrulamış, uyarısını haklı çıkarmıştır. Ti-
mur Selçuk’un marş biçiminde bestelediği
şiirin asıl vurgusu bu yüzden sonda, faşizme
karşı yürütülen hürriyet kavgasının sürek-
liliğinedir.
�LK ���R ELDEN ELEM. Kemal Yılmaz, 28-29 Nisan olayla-
rı sonrasında ilk şiiri yazar: “Osman’ım”. Şiir
imzasız olarak günlerce elden ele dolaşır...
Bugün unutulmuş olan bu şiirden okuya-
cağımız genişçe bir bölümde, o günlerin he-
men her şiirde yakamozlaşan kendiliğinden
duyarlığını görme olanağı buluyoruz:
Düşünce işte böyle mutlu düşmeli toprağaAşk içinde Osman’ım, inanarak.Karışır birbirine kanlarımızKanlarımız ne de sıcak. [...]
Olunca böyle olmalı yürek dediğinOn dokuz bahar büyütüp beslediğin.Bir tatlı nisan sabahındaÖlünce böyle ölmeli bencileyin.Elinde yaralı iri bir kuş şu kitap,Yumruğun sıkılmış, bombaGülerek bakmalı namlusuna katil tüfeklerin.
Gayri benden süzülür çorak topraklara bereketBoy atar, yeşerir bu yağmurda hürriyet.Ben insanın beyazı, ben insanın karasıAlnımda kardeş kurşun yarasıAynı açık denizlere hasretAynı renkte akar kanım...
Milyonlar koşuyor şimdiSenin erkek sesine;Bu kitap elden ele Osman’ım,Bu kitap bayrak bayrakÇekilecek bir gün elbet Fakülte kalesine.
Şiir; 27 Mayıs üstüne yazılmış şiirlerin or-
tak duyarlığını, 1940 Kuşağı’nın şiir dilinden
süzülmüş yalın ve içten bir anlatımla veri-
yor.
27 MAYIS’TA �A�RLER�NRESM�GEÇ�D�
Behçet Necatigil, Cumhuriyet düşman-
larına karşı yorulmak bilmeksizin verilecek sa-
vaşın sürekliliğini handiyse fısıltıyla anlatır:
Bitkinim ama göstermiyorumÇünkü yok tükenmek son soluk çıkmadıkçaAtatürk de benden bunu beklerBir ölüyüm belki ama göstermiyorum.
Şair, böylece Atatürk Devrimi’yle 27
Mayıs Devrimi arasındaki tarihsel ilişkiyi, dev-
rim hukukunun yeni bir bütünlüğe evrilişini
de ima ediyor. Bu bağlam, Attilâ İlhan’da top-
lumun tüm kesimlerinin katılımı gösterilerek
daha somut sergilenir:
kışlalarda gürül gürül borazanlar çalınırah zalımlar uğramış garip vatanımölünmekse nere olsa ölünüruyan bre kemal paşa tayfasızındanlarda yatanların aşkınaöğrencisi basını ordusu donanmasıBeyazıt yakasında yağmur gezinir
Politik söylemin uzağında kalmaya titiz-
likle özen gösteren şairlerden Salâh Birsel,
Tevfik Fikret’i de çağrıştıran “Sisten Sonra”
şiirinde, Mustafa Kemal ve ordu arasın-
daki örtüşmeye değinerek, özgürlüğün ve ge-
lecek umutlarının onlarla çiçeklendiğini vur-
gular:
Günaydın hepinize Türk Ordusu’ndanToplanın meydanlara marşlarlaÖzgürlük Mustafa Kemalli bir çiçektirKalkın umutlarla sevgilerle selamlarla
Cahit Külebi, yine halk söyleyişleriyle pe-
kiştirerek, olayı kitlesel boyutta öyküler:
Bayrak gibi saçlar darmadağınKız mı erkek mi belli değillerKan revan içinde, ter içindeÖzgürlük dediler devrildilerSuat Taşer, bu kitlesel betimlemeyi, şiirin na-karatında 28-29 Nisan ayaklanmasının mar-şından yararlanarak sürdürür:Karanlıkta kirli yüzler görüyorumkan sızıyor nâmert parmaklarındanokul duvarında kurşun yarasıkurşun yarası değil vicdan karasıKaranlıkta kirli yüzler görüyorumOlur mu böyle olur muKardeş kardeşi vurur mu
Sabih Şendil, kendini eşit ve özgür duy-
manın getirdiği ruhsal genişlemeyi, duygu son-
suzluğunu anlatır:
Hürriyet güzel şey eşitlik güzelGelinlik kızların dudaklarındaAğaçların doruklarında gezerDuyar sesini bütün dünya
Özker Yaşın, 27 Mayıs
anma ve kutlamalarında şiir
korolarınca okunan “Hürriyet
Destanı” şiirini nice farklı gö-
rüntüyle kurgular:
Gel bakalım satılmış adamVur copunu, bas kurşunuGöğsüm açık karşındayımSilahsızım karşındayımKoyun gibi değil amaİnsan gibi karşındayımKarşındayım.
Dönemin en gözde şairleri, toplumu de-
rinden ilgilendiren bu siyasal temayı şiirine
sokmakta ikircim göstermemekle, Nâzım’ın
şiirleri üzerindeki yasağın kalkmasına edebî
ve kültürel zemin hazırlar; şiirin güncel mü-
cadele temalarına yaygın biçimde el atma çı-
ğırını başlatır.
HAM MEYVAYI KOPARDILAREnver Gökçe, “Turan Emeksiz” adlı şii-
rine, “Bir yürüyüş eylediler sabahtan / Ilgıt ıl-
gıt kan gider loy loy!” dizeleriyle başlar. Şiir,
bir halk türküsünün verdiği esinle sürer:
“Dayan dizlerim dayan! / Ağla gözlerim
ağla / Namlu puşt olmuş, at ayağı puşt. / Yine
düşman elindeydi vatan /
Bir oğul çıktı Malatya’dan / Anası Yılmaz ça-
ğırırdı / Haram süt emmemişti anadan. / Ve
Beyazıt derler bir büyük alan / Düşman sar-
mıştı sağı solu / Düşman çok, cephane yok-
tu / Yetişmemişti daha Cemal Paşa kolu /
Amandı el aman!”
Halk şiirinden motiflerle destansı bir
anlatım kuran Enver Gökçe, Turan Emek-
siz’i yine bir halk ezgisinin sözleriyle uğur-
larken, geleneksel söylemi güçlü bir estetik dü-
zeye taşıyarak, tekil duygularda herkesin
duyarlığını yakalar:
“Başı daralınca Yılmaz’ın / Baktı atacak
taşı yoktu / Baktı eli durmuş, ayağı durmuş-
tu / Vurulmuştu. / Çıkardı yüreğini kan için-
de / Çarptı kötünün kafasına / Hay bu nasıl
devran? // 28 Nisandı / Yavri hey! / Ham mey-
vayı / Kopardılar / Dalından.”
27 MAYIS’A EN BÜYÜK ALKI� Şair ve romancı kişiliğiyle olduğu kadar, de-
nemeci, araştırmacı, eleştirmen yönleri ve
edebiyat tarihçisi kimliğiyle de önemli bir
ağırlık oluşturan Ahmet Hamdi Tanpınar, 27
Mayıs için şiir yazmadı; ama o günlerin acıla-
rını ve sevinçlerini derinden duyan yazılarıyla
konuya eğildi, köklü tarihsel bağlantılar kura-
rak, DP iktidarının çağdaşlaşan
Türkiye’yi yolundan alıkoyma-
sını, ülkeye ve halka verdirdiği
kayıpları en acımasız yargılar-
la eleştirmekten geri durmadı.
Yazarın özellikle günlüklerinde
ve 27 Mayıs sonrasındaki yazı-
larında, millet iradesinin kötü-
ye kullanımını, sağ zihniyet ik-
tidara geldiğinde devleti ve
millet malını talan etme gele-
neğinin bu kez de azgınca or-
taya çıkışını, ülkeyi borçlan-
dırma ve geleceği ipotek altına
sokma pahasına sağlanan kısmi ve yalancı re-
fahla halk kitlelerinin memnuniyetini kazanarak
maddi ve manevi tüm ulusal değerlerin gasp
edilmesini tarihsel nedenleri ve somut gös-
tergeleriyle vurguladığı görüldü. Tanpınar,
romanlarında ve fikir yazılarında, yer yer çok
belirgin olsa da, daha çok, örtülü bir söylem-
le dile getirdiği yurtsever kimliğini, 27 Mayıs’tan
sonraki tüm yazılarında açık, aydınlık ve yürekli
bir anlatımla ortaya koydu. 27 Mayıs’a edebi-
yat cephesinin en büyük alkışı Tanpınar’dan gel-
di. Türk toplumunun tarihsel evrimi, kültürel
mirası, geçmişe, bugüne ve geleceğe bakışı üs-
tüne çok önemli saptamalarda bulunan yazar,
çağdaşlaşma yönünde 27 Mayıs’ın kalıcı bir sıç-
rama oluşturduğu sonucuna vardı.
Faz�l Hüsnü Da�larcaAttila �lhan
Cemal SüreyaNecati Cumal�
Behçet NecatigilEnver Gökçe
24 MAYIS 2013 CUMA12 Aydınlık KİTAP KAPAK
27 Mayıs’ı, yapanlardan Yalçın Küçük anla-
tıyor. Dönemin gençlik önderlerinden, FKF
Başkanı Yalçın Küçük, 27 Mayıs’ın hürriye-
te kavuşturduğu Türkiye’nin sonraki 40 yıl-
lık tarihinin 27 Mayıs’ın kazanımlarını orta-
dan kaldırma tarihi olduğunu saptıyor. Silivri
zindanında tutsak Yalçın Küçük Hocamıza
göre, “Şartlar el verdiği, olgunlaştığı takdir-
de yeni 27 Mayıs’lar her zaman yapılır.”
27 Mayıs sonrasında hazırlanan OnarRapor’unda, ‘Demokrat Parti hükümetininanayasayı ihlal ederek meşruiyetini yitirdi-ği’ ileri sürülmektedir. Siz bu düşünceye ka-tılıyor musunuz?
Sıddık Sami Onar Komisyonu 1960 dö-
nemindeki duruma uygundu. Bunun en
önemli nedenlerinden bir tanesi şudur: Bü-
yük Millet Meclis’inde Tahkikat Komisyonu
kurulmuştu. Büyük Millet Meclis’inin bu ko-
misyonu sorgulama yapıyordu ve insanları tu-
tuklayabiliyordu.Bu, kuvvetler ayrılığı ilkesine
taban tabana zıt bir durumdu. Devlet hukuki
varlığını, hikmet-i vücudunu, gerekçelerini
kaybetmişti.
Onun ötesinde, gençlik üzerinde çok
büyük şiddet kullanıyordu. Daha sonraki yıl-
larla mukayese edilemez ama daha önceki yıl-
larla mukayese edildiğinde, gençliğe çok
büyük bir şiddet uygulanıyordu. 28 Nisan
1960 tarihinde İstanbul Üniversitesi gençli-
ği şiddete karşı ayaklandı. Aynı şekilde, 29 Ni-
san 1960 tarihinde de Ankara Üniversitesi
gençliği ayaklandı. O sıralarda, şöyle bir not
vermek lazım, bugünkü kuşaklar bilmeyebilir,
iki üniversite vardı. Biri İstanbul Üniversitesi,
diğeri Ankara Üniversitesi. Başka üni-
versite yoktu; yüksek okullar var-
dı. Ama üniversite gençliği,
yüksek öğrenim gençliği
dediğinizde, İstanbul Üni-
versitesi gençliği ile An-
kara Üniversitesi gen-
çliği akla geliyordu. 29
Nisan’da Hukuk Fa-
kültesi ile Siyasal Bil-
giler Fakültesi DP’yi
protesto etti, meşruiye-
ti olmadığını söyledi.
Üniversite kuşatıldı, so-
nunda da öğrencilere, üni-
versiteye karşı silah kullanıldı.
Bu, cumhuriyet tarihinde ilk defa
oluyordu.
ME�RU�YET�N� Y�T�RM�� B�R �KT�DAR
Hukuki nedenlere dönecek olursak…
Büyük Millet Meclisi insan tutukluyordu ki,
mümkün değildir. Aynı şekilde DP hükümeti
büyük bir şiddet kullanıyordu. Halk da buna
her yerde tepki gösteriyordu. Dolayısıyla hem
hukuken hem fiilen meşruiyetini yitirmiş bir
iktidar vardı.
Bu, son derece önemlidir çünkü bazı çev-
reler 27 Mayıs’ın demokrasiyi ortadan kal-
dırdığını söylü-
yorlar. Oysa de-
mokrasi zaten
ortadan kalk-
mıştı. Basın
üzerinde çok
büyük bir baskı
vardı. Önde ge-
len pek çok ga-
zeteci tutuklan-
mıştı, cezaevin-
deydi. Kimler
cezaevindeydi?
Metin Toker
cezaevindeydi,
Ülkü Arman
cezaevindeydi, Cüneyt Arcayürek ce-
zaevindeydi, Kurtul Altuğ cezaevin-
deydi. Cezaevine gidiyor ve geliyor-
lardı. Burada bir noktaya dikkat edil-
mesi gerekiyor. Bu adını say-
dıklarım öyle büyük ga-
zetelerin, muhabir-
leri, yazarları, köşe
yazarları, fıkra
yazarları değil-
lerdi. Bunlar
haftalık Akis
Dergisi’nin
yazarlarıdır.
Ama onlara
t a h a m m ü l
edilemiyordu.
Dolayısıyla
27 Mayıs 1960’dan
hemen sonra kuru-
lan, İstanbul Üniversitesi
Rektörü Profesör Sıddık Sami
Onar başkanlığındaki komisyonun, ‘27
Mayıs’ı meşru, ondan önceki hükü-
meti ve iktidarı gayrı meşru’ görme-
sini bu çerçevede ele almak lazım.
Türkiye’de 27 Mayıs dışında hiç-bir askeri müdahale bayram olarakkutlanmadı. Ancak 27 Mayıs, 12 Ey-lül Darbesi’ne kadar Hürriyet veAnayasa Bayramı olarak kutlanmaya devametti. 27 Mayıs’ın bayram kabul edilmesininnedenleri nelerdir?
27 Mayıs bir bayramdır. 27 Mayıs, 1908
Meşrutiyet Devrimi gibi bir bayramdı. Ben
bu iki devrim arasında hep benzerlik kura-
rım.1908 Meşrutiyet Devrimini, tabii, hatır-
lamıyorum. Ama Halide Edip Hanım’ın
yazdıklarını biliyorum. ‘O gün hiç kimse Tür-
kiye’de suç işlemedi’, diyordu. Bayram nedir?
Türkiye’de büyük bir baskıdan, bir çöküş duy-
gusundan, bir boğulma halinden kurtuldu-
ğunuz zaman, bayram dersiniz. Ben 27 Ma-
yıs 1960 günü Kızılay Meydanı’ndaydım.
Böyle bir coşkuyu, böyle bir kalabalığı hiçbir
zaman görmedim. Halk zaten bayram yapı-
yordu. Öyle bir bayramdı ki, 27 Mayıs’ın li-
deri Cemal Ağa, Cemal Paşa o mahşeri ka-
labalığın içinden çok rahat geçebiliyordu. Bu-
gün Tayyip Bey evine öyle gidemiyor; evin-
den çıktığı zaman etrafını insandan duvarlarla
ördürüyor. Bir vilayete gittiği zaman üç tane
otomobille, IV.Murad gibi, tebdili kıyafet ya-
parak gidiyor.
O zaman bir bayram vardı. Biz o bayra-
mın içindeydik. İnsanlar birbirini öpüyor, dans
ediyor, şarkı söylüyordu.Herkesin yüzü pırıl
pırıldı.Dolayısıyla bu gerçeklikti, gerçekliği
sonradan kanun şekline getirdiler. Getirilir.
Nasıl 29 Ekim bayramsa, nasıl 23 Nisan kut-
lanıyorsa, 27 Mayıs da kutlanır.
NE BÜYÜK KORKU SALMI�IZ27 Mayıs Kemalizm’in en yüksek nok-
tasıdır. 1956-1966 dönemini Türkiye’de Ke-
malizm’in en yüksek, en parlak, en yaratıcı,
en coşkulu dönemi olarak düşünmek gere-
kir. Bu, Türkiye aydınının, Türkiye solunun,
Türkiye İşçi Partisi’nin içinde olduğu yük-
selişle beraber, 12 Mart 1971’e kadar devam
2 Yalçın Küçük: 27 Mayıs bir gençlik hareketi ve devrimidir
Şartlar olgunlaştığı takdirde27 Mayıs her zaman yapılır
27 May�s Kemalizm’in en yüksek noktas�d�r. 1956-1966 dönemini Türkiye’de Kemalizm’in enyüksek, en parlak, en yarat�c�, en co�kulu dönemi olarak dü�ünmek gerekir. Bu, Türkiye
ayd�n�n�n, Türkiye solunun, Türkiye ��çi Partisi’nin içinde oldu�u yükseli�le beraber, 12 Mart1971’e kadar devam etti
OKAN İRTEM
�uanda
Türkiye’de k�rk y�ld�ryap�lanlar�n hepsi, 27
May�s 1960’da ba�layan,
1970’in sonuna kadar
devam eden bu çok parlak
ve yüksek dönemi bir
umut, heyecan, program,istek halinden
ç�kartmak içindir
24 MAYIS 2013 CUMA 13KAPAK Aydınlık KİTAP
etti. Zaten tarihimize bakarsak, 70’li yıllar on,
80’li yıllar on, 90’lı yıllar on, 2000 sonrası on,
toplamda kırk yıl eder… Şu anda Türkiye’de
kırk yıldır yapılanların hepsi, 27 Mayıs
1960’da başlayan, 1970’in sonuna kadar de-
vam eden bu çok parlak ve yüksek dönemi
bir umut, heyecan, program, istek halinden
çıkartmak içindir. Dolayısıyla 12 Eylül’de Ke-
nan Evren ve arkadaşları bundan çok kork-
tular. 27 Mayıs sözünden çok korktukları için
onu bayram olmaktan çıkarttılar.
Bugün de öyle. Ne büyük korku, ne bü-
yük korku salmışız. Birinci tekil şahısla ko-
nuşacak olursam, “ne büyük korku salmışım,”
diyeceğim. Çünkü biz kendimizi 27 Mayıs’ı
yapanlardan sayıyoruz. Kırk yıldır hâlâ, sa-
bah akşam, her imkânda, her gazetede, her
televizyonda 27 Mayıs’ı karalamak, unut-
turmak, bunun tekrar yapılabilir olduğunu çü-
rütmek için uğraşıyorlar. Ben de yıllardır, “27
Mayıs’ı yapanlardanım,” diyorum. ‘Şartlar el
verdiği, olgunlaştığı takdirde her zaman ya-
pılır.’
Sizce 27 Mayıs bir ordu hareketi midir?Yoksa daha geniş bir toplumsal muhalefe-tin ürünü müdür?
27 Mayıs’ı kimlerin yaptığı konusunda, bi-
zim siyaset dünyamızda tartışma vardır. Ge-
nellikle üniversitenin, aydınların yaptığı söy-
lenir. Ama iki kişi vardır ki, bunlardan ayrı-
lırlar. Biri, o dönemin çok iyi bir gözlemci-
si; 27 Mayıs’ın oluşumunda Türkiye’ye ta-
nıttığı haftalık Akis Dergisi’yle önemli kat-
kılarda bulunmuş, bir ara hapse de girmiş
olan Metin Toker’dir. Öbürü de ben, Yalçın
Küçük. Biz ayrı görüşteyiz. Biz 27 Mayıs’ın
gençlik devrimi olduğunu, gençlerin yaptığını
söyleriz. Tabii sınıfsal tarafları, uluslararası
ilişkiler var. Ama fiilen yapan, eden gençliktir.
27 Mayıs bir gençlik hareketi ve devrimidir.
Öbürlerinin düşüncesi de çok farklı değil.
Arada büyük farklar yok. Ama eninde so-
nunda kim yaptı, üniversite mi yaptı, başka-
sı mı? Burada biz, ‘gençlik,’ deriz.
Demin size söyledim. 28 Nisan 1960, İs-
tanbul Üniversitesi öğrencilerinin kıyamıdır.
O gün Turan Emeksiz’i kaybettik, arkadaş-
larımızdandır. 29 Nisan 1960, Ankara Üni-
versitesi Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakülte-
si öğrencilerinin kıyamıdır. Ben ikisinde de
vardım. Bütün kadrolar, 1957-1958’den iti-
baren, o zaman Türkiye yüksek öğretim gen-
çliğinin kütlesel organı olan Türkiye Milli Ta-
lebe Federasyonu çevresindendirler. O mü-
cadelelerde devlet bize karşı polisi, polis yum-
ruğunu, polis dayağını kullandı. Aşağı yukarı
1957-1958’den 1960’a kadar geçen dönem-
de Türkiye gençliği 28-29 Nisan için yetişti.
TÜRK�YE’Y� ÇOKZENG�NLE�T�RD�
27 Mayıs gençlik eylemliliğidir, gençlik ha-reketidir. Onun sonucudur. Ama bununiçinde genç öğretim üyelerinin, biz Forum
Hareketi diyoruz; Forum Dergisi çevresin-deki genç öğretim üyelerinin, Muammer Ak-soy Hocam’ın, Turhan Feyzioğlu Hocam’ın
çok büyük katkıları vardır. Başkaları da var.Aydın Yalçın var, Coşkun Kırca var, MünciKapani var. Daha sonra öbür tarafa geçenProfesör Hüseyin Nail Kubalı var.
Müthiş bir şeydir. Türkiye’yi çok zen-
ginleştiren, o zamana
göre yepyeni düşünce-
ler, programlar ileriye
süren, çıkartan… On-
ların öğrencilerle bera-
ber kurdukları Fikir Ku-
lübü var. Fikir Kulübü
yepyenidir. Panelleri ge-
tirdi Türkiye’ye. Her
yerde, her taşın üstünde,
her fakültede tartışma
vardı. Üniversiteler tar-
tışırlardı. Ben 27 Ma-
yıs’tan önceki Fikir Ku-
lübü’nün başkanıydım.
Dolayısıyla o dönemi
çok yakından biliyorum.
O dönem, böyle bir dö-
nemdi.
Basında kimi ya-zarlar 27 Mayıs’ın demokrasiyi ortadankaldırdığını söylüyorlar. Sizin bu konudakidüşünceniz nedir?
Birtakım ahmaklar 27 Mayıs’ı, demok-
rasiyi ortadan kaldıran bir darbe olarak gö-
rüyorlar. Bunlar cahiller… 27 Mayıs çift mec-
lisi getirdi. Bir İmam Hatip Lisesi mezunu-
nun her söylediğini yapan bir meclis varsa,
orada demokrasinin ırzına geçilmiştir. Bugün
durum budur. Kitaplarıma da aldım. Üç gün-
de 17 yasa çıkıyorsa, demokrasiden bahse-
dilemez. 27 Mayıs ile
çift meclis geldi, iki
meclis. Bu, yapılan işleri
tartışma anlamındadır.
Vakit olacak, oradan
oraya gidecek, komis-
yonlar olacak, halk tar-
tışacak… Birinci nokta
budur.
İkincisi; Anayasa
Mahkemesi’ni, beğe-
nirsiniz beğenmezsiniz.
Ama kanunların ana-
yasaya uygunluğunun
yargı yoluyla denetimi
yoksa, demokrasiden
bahsedemezsiniz. De-
mokrasi kelimesinin
anayasada yazıp yaz-
mamasının ne önemi
var? Niye AKP bugün Anayasa Mahkemesi
üyelerinin kompozisyonunu değiştirmek isti-
yor? Çünkü kanunların anayasaya uygunlu-
ğunun yargı yoluyla denetimini ortadan kal-
dırmak istiyor. Bunu getiren 27 Mayıs’tır. Bu
yoksa, demokrasiden bahsetmek ahmaklıktır.
Üç; 1960’larda Türkiye’de üniversite
muhtariyeti vardı. Öğretim üyeleri rektörleri
seçerdi. Fakülteler vardı. Bugün fakülte
yok. O üniversitelerde biz sabahtan akşama
kadar tartışırdık. Şimdi geriye dönüp bakı-
yorum. Benim okuduğum üniversite, Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, yüce
gök’e şükürler olsun, Amerika’daki, İngil-
tere’deki, Fransa’daki üniversiteleri bilirim,
o tarihte hiçbirinden geri değildi. Bütün fi-
kirler tartışılırdı. Üniversite mi? Üniversitede
öğrenci sınıflarda öğrenmez; kantinde öğ-
renir, tartışma odalarında öğrenir, konferans
salonlarında öğrenir, yoldaş öğrenciden öğ-
renir. O zaman öyleydi.
DEVR�MS�Z DEMOKRAS�GELMEZ
‘27 Mayıs’ın demokratizasyonun önüne
geçtiğine’ dair değerlendirme çok cahilane-
dir.İnanılmaz bir bilgisizlikle, cahiliye devri-
ni hatırlatan bir havada konuşmalar görü-
yoruz. Bunların gerçeklikle hiçbir ilgisi yok-
tur. Siyaset teorisinde burjuva devrimleri diye
bir kategori vardır. Bu, artık ilkokullarda öğ-
retilir. Fransa’da, dünyanın hiçbir yerinde
1789 Büyük Fransız Devrimi’ni kimse eleş-
tirmez. İşte “Büyük Fransız Devrimi oldu,
Fransa’ya demokrasi geldi,” denir. Devrim-
siz dünyanın hiçbir yerine “demokrasi” gel-
memiştir. 1789 burjuva anlamda bir demo-
kratizasyon devrimidir. İlkokul kitaplarında
bu vardır. 1648 İngiliz Devrimi de böyledir.
Bize geldiğiniz zaman da, 1905 Rusya’da bur-
juva demokratik devrimidir. Demokrasinin
önündeki müesseseleri şiddetle ortadan kal-
dırmak durumundasınız.
1905 Rusya, 1911 Çin devrimleri… Bur-
juva devrimleri bir kuşaktır. Bunlar demo-
kratizasyon yolunda çok ciddi şiddet kullanan
açılımlardır. 1905 Rusya ve 1911 Çin devrimi
arasında İran, Türk ve Meksika burjuva dev-
rimleri vardır. Bizdeki 1908-1909 demokrati-
zasyonu getiren burjuva devrimidir. Ne yap-
mıştır? 1908’e kadar meclis olmadığı, çalış-
madığı için genç subaylar, Enver, Niyazi,
Eyüp Sabri, üçü de genç pırıl pırıl subaylar-
dır, binbaşıdırlar, dağa çıkmışlardır. “Sultan!
Meclisi çalıştır, anayasayı yürürlüğe koy!
Yoksa seni yerle bir ederiz,” demişlerdir.
Buna, burjuva demokratik devrim, diyoruz.
1960 yılı 29 Nisan’ında ben gizliye geçtim.
Çünkü Tahkikat Komisyonu beni arıyordu.
Ne demek Tahkikat Komisyonu? Mahkeme
değil, meclisin içinde kurulan bir komisyon;
çağırıyordu, tutukluyordu. İlkokullarda öğ-
retilen kuvvetler ayrımı ortadan kalkmıştı.
Bugün de kalkmıştır.Peki, ihtilal neyi getirdi: çift meclisi ge-
tirdi. O zamana kadar yoktu. Bu demokra-
tizasyondur. Kim getirdi? 27 Mayıs Devrimi.Bugün dünyada ne var? Fransa’da çift mec-lis var. Bir parlamento, bir senato. İngiltere’de
ne var? Bir Avam Kamarası, bir LordlarKamarası. Amerika’da ne var? Bir Temsil-ciler Meclisi, bir Senato. Ahmaklar! Buyoksa, demokrasiden bahsedemezsiniz. Bunukim getirdi, 27 Mayıs Devrimi. Peki, darbe
nedir? 12 Mart’la 12 Eylül’le bunlar ortadankaldırıldı.
27 Mayıs’la kanunların anayasaya uy-
gunluğunu denetleyecek bir mahkeme ku-
ruldu.12 Mart ne yaptı? O mahkemenin
yetkilerini azalttı. 12 Eylül ne yaptı? O mah-
kemenin yetkilerini azalttı. Demek ki, darbe
başkadır, devrim başkadır.
Ergin Konuksever’le söyleşi yapma-
ya üç arkadaş gittik. Aramızda dene-
yimli gazeteci Musa Ağacık da vardı.
Damla Yazıcı ve ben Levent’teki evine
vardığımızda, Ergin Konuksever’i bizi
kapıda beklerken bulduk. Bir gazeteci-
lik ve etnografya müzesine benzeyen
evde, nereye bakacağımızı şaşırmışken
o söze başlamıştı bile. Elimize zarflar
dolusu dönemin fotoğrafını tutuştur-
muştu. O anlatırken, biz 27 Mayıs’ın
Türkiye’nin her yerinde bayram coşku-
suyla meydanlara döktüğü kitlelerin
onun objektifinden toplumun belleği
olmuş, siyah beyaz fotoğraflarına göz
atıyorduk.
Ergin Konuksever, 27 Mayıs'ın ha-
tasını, yeni anayasa getirmesinde bulu-
yordu. “Bol geldi o anayasa Türk hal-
kına. Neyimize gerek bizim. Şimdi ka-
bahat buluyorlar, efendim, yapanlar as-
kerlermiş; sen hâlâ o anayasaya sığınıp
konuşuyorsun...”
Hâlâ hukuk derslerinde 1961 Ana-yasası en özgür anayasa olarak göste-riliyor.
Elbette, anayasayı yapmak için Nail
Kubalı Hoca geldi. Sıddık Sami Onar
geldi. Kubalı çok yiğit adamdı. Ben
onu kolundan tutup tutup Toptaşı Ha-
pishanesi'ne götürüyordum 27 Mayısçı-
lar yatarken. “Hoca bunlarla konuş
moral ver,” diyordum.
Siz Talât Aydemir'in de yakın arka-daşısınız. Hatta hapishanede, son pa-rasını ve hatıratını size bırakmış.
Çok enteresan şeyler var tabii, ihti-
lalciler arasında. Uğur Mumcu bir ki-
tap yazdı “Manevra Sandığından Çı-
kan Mektuplar” diye, Osman Köksal'ın
anıları. Osman Köksal, Talât Ayde-
mir'in en yakın arkadaşı, İhtilal komi-
tesini beraber kuruyorlar. Fakat yıllar
sonra Aydemir Albay'ın idamı istendiği
zaman, Osman Köksal, Aydemir Al-
bay'ın idamı için oy attı. Aydemir Al-
bay da mektup yazdı ona: “Osman,
ölümüm için oy kullanmışsın. Benden
artan ömür senin olsun”. Uğur Mumcu
bunu koymamış kitaba. “Sana yakışıyor
mu, nerede bu mektup,” diye kızdım.
Osman Köksal, Aydemir'in asılma-
sına neden oy verdi? Aralarında birhusumet mi oluşmuştu?
Hayır. Nedenini bilmiyoruz, oğlu
bile anlayamadı. Ondan sonra Osman
Köksal da üç dört defa içeride yattı,
Selimiye'de. Hoş görünmeye kalktı sa-
dece.
NE YAPSAYDIM, ÖLDÜRSE M�YD�M
Siz Aydemir'le ne zaman tanıştı-nız?
Ben Fethi Gürcan'ın takım subayıy-
dım askerde. İkisi de idam edildi. Fethi
Ağabey 22 Şubat'ta hepsini esir aldı,
İnönü dahil, sonra bıraktı. İnönü gitti
Hava Kuvvetleri'ne sığındı, öbürü bir
yere sığındı ve İhtilal ters döndü. Bir
gün, “Fethi Ağabey ne zaman yapıyo-
ruz ihtilali?” diye sordum. “Elbette bir
gün yapacağız,” dedi. “Peki, bu adam-
ları yine toplarsan serbest mi bıraka-
caksın?” dedim. “Ne yapsaydım, öldür-
se miydim?” dedi. Tam kapıdan çıkı-
yordu, “Fethi Ağabey hâlâ o fikirde
misin?” dedim. Döndü, “Sen kalın ka-
falı olmuşsun be Ergin” dedi. “Ben, ta-
rihe İnönü’yü öldüren adam olarak
geçmem,” dedi. “Ben de sana şunu
söyleyeyim ağabey,” dedim, “İnönü se-
nin ipini çeken adam olarak tarihe ge-
çer”. İnönü de oyunu göstere göstere
attı, idam oyunu.
Peki, İnönü Menderes'in idamınıönlemeye çalıştı. Neden Aydemir veGürcan’ı idama gönderdi?
Çünkü onlar İnönü'nün getirdiği
demokrasi-
ye karşılardı.
Başa dönersek, 27 Mayıs öncesi na-sıldı?
Memleket kargaşa içindeydi. Yine
bugünkü gibi öğrenci yürüyüşleri polis
tarafından dağıtılıyordu. Gazeteciler iki
satır bir şey yazdı mı içeriye giriyordu.
Gaz sıkıyorlar mıydı o zaman?Gaz yoktu (gülüyor). Ama bu kadar
enayi de yoktu. Şimdi polislerle, bele-
diye zabıtaları gaz sıkıcılarının karşısı-
na durup gözlerine sıktırtıyorlar, bak
bir şey oluyor mu diyorlar. Bu da bir
komedi, değil mi?
27 Mayıs, Türkiye'de şu ana kadaryapılan en demokratik anayasayı yaptıdiyebilir miyiz?
E tabii. En demokrat anayasayı
yaptılar, kimsenin burnu da kanamadı.
Üç tane adam asıldı, onlar da asılsınlar
ne yapalım. Ya hepsini öldürselerdi
kim ne yapabilirdi? O halkın sevgisini,
coşkusunu fotoğraflarda görüyorsu-
nuz, kimse yalan söylemiyor.
Talât Aydemir, Fethi Gürcan gibiülkenin gidişine müdahale eden aydınaskerler hangi koşullarda yetişti?
Onlar tam Atatürkçü yetiştirildi-
27 Mayıs günlerini toplumsal belleğe objektifiyle kazıyan gazeteci: Ergin Konuksever
Halkın sevgisini, coşkusunufotoğraflarda görüyorsunuz
DAMLA YAZICIB.SADIK [email protected]
24 MAYIS 2013 CUMA14 Aydınlık KİTAP
24 MAYIS 2013 CUMA 15Aydınlık KİTAP
ler. O zaman Harp Okulu'nda namaz
kıldırılmıyordu şimdiki gibi. Tam Ata-
türk, her şey Atatürk... Şimdi de
“amma da çok Atatürk'ü telaffuz edi-
yorsunuz” diyorlar, resimlerini kaldırı-
yorlar, “Türkiye Cumhuriyeti levhasını
kaldıralım” diyorlar... Kaldırın, ne ola-
cak? Memleketi bir başka mecraya
doğru itiyorlar. Bu kadar aleni cemaat-
ler, tarikatlar var mıydı bizim çocuklu-
ğumuzda? Biz Ermeni çocuklarıyla,
Rum çocuklarıyla top oynardık.
Atatürk Orman Çiftliği'ne ABDBüyükelçiliği yapılıyormuş.
O bir şey mi, memleketi satıyorlar.
Şimdi dış borçları ödedik diyorlar.
Hangi borçları ödediniz? Devletin ara-
zilerini satıp durdular.
Üniversite gençliğinin 27 Mayıs'ta-ki rolü nedir? Turan Emeksizlerin…
Onların rolü önemliydi tabii. Onlar
öğrenci liderleriydi, işte, Denizler gibi.
Denizlere onlar öğrenci liderliğini tes-
lim ettiler. Onlar da sağlam adamlar.
İçerik olarak 27 Mayıs hareketininasıl değerlendiriyorsunuz?
Devrimler daha güzel olacak, dev-
rimler yerleşecek diye düşünüyorduk.
Fırsattı bu bizim için. Ama iflas etti
gitti, politikacılara alet oldular.
Ordu, İnönü'ye nasıl bakıyordu?Pek iyi bakmadı, sonra hiç iyi bak-
madı. Cemal Gürsel'in iktidarı İnö-
nü'ye teslim etmesine çok kızdılar.
Hatta bir konuşmada Cemal Gürsel,
“İnönü'yü düğüne hazırlanan bir da-
mat gibi görüyorum, iktidarı alması
için,” demiş.
Peki, Köy Enstitüleri'ni kapattırdı-ğı zaman İnönü, askerlerin tutumunasıldı?
Sadece Köy Enstitüleri mi kapatıl-
dı, birçok şey kapatıldı. Din dersleri
konuldu. İmam hatipler açıldı.
27 Mayıs'ı “darbe” olarak niteleyeninsanlara sözünüz nedir?
Tabii devrim ola-
madı ki, yarım kaldı.
Aydemir, Kore iz-lenimleriyle ilgili ne-ler anlattı size?
O, Amerikalılara
çok karşıydı.
Amerika'nın 27Mayıs'la bir bağlan-tısı var mı?
Olduğu söyleni-
yor ama ben görme-
dim bir şey, hisset-
medim.
Siz 27 Mayıscoşkusu yaşandığısıralar neler yaptınız?
Bizim de hoşumuza gitti tabii. Bek-
liyorduk bir şeyler olacak diye.
TAYLAN ÖZGÜR'ÜGÖZLER�M ÖNÜNDE VURDUPOL�S
Öğrencileri, Turan Emeksizleri po-lis mi vurdu?
Evet.
Vuran belli mi?Vurdu kaçtı. Yıllar sonra, Taylan
Özgür'ü hele benim gözümün önünde
vurdu polis.
Demokrat Parti döneminde gazete-ci olmak nasıldı?
Menderes sokakta bizi gördüğü za-
man hakaret ederdi.
Bugünkü gibi herolaya yayın yasağı ko-nuyormuş, mesela 28-29 Nisan’ı duyamıyorhalk. Fısıltı gazetesiyleöğreniliyor değil mibunlar?
Evet. Büyültülerek
geliyordu tabii haberler.
5 kişi öldüyse 50 kişi
öldü diye geliyordu.
Şimdi de 50 kişi ölü-
yor 5 kişi öldü diyorlar.
27 Mayıs’ta kaç in-san hayatını kaybetti?
En fazla beş altı
kişi… Anıtkabir’e göm-
düler onları, sonra Anıtkabir’den çıka-
rıp şehitliğe götürdüler. Anıtkabir’de
Atatürk’le İnönü’den başka kimse yok
şimdi. 21 Mayıs sırasında Hava Kuv-
vetleri’nin öldürdüğü çocuklar var, on-
ları da Talât Aydemir’e yıktılar sonra.
Halbuki, Hava Kuvvetleri’nden açılan
ateşte öldü o çocuklar.
Özellikle 12 Eylül Darbesi’ndensonra Türkiye’de şöyle bir söylem ge-lişti: “27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül dar-belerine karşıyız, demokratlık gereği”.Siz bir karşılaştırma yapabilir misi-niz, 27 Mayıs’ın diğerlerinden farkınedir?
27 Mayıs anayasası dediğim gibi bol
geldi bize. Cemal Gürsel derdi ki; “Bı-
rakalım, bırakalım da birileri komünist
partisi kursun, kim komünistmiş kim
değilmiş anlayalım”. Herkes bir şey di-
yordu. Bol geldi, bol…
Cemal Aga’nın ne özelliği vardı?O, Menderes’e karşı ilk isyan bay-
rağını açtı, istifa etti. Babacan bir
adamdı.
Siz Deniz Gezmişlerin en önemliresimlerini çeken fotoğrafçısınız…
Onlar Ankara’da zaten. Babasıyla be-
raber gitmiştik oraya. İdam edildiklerin-
de cenazeye şerefsiz bir hoca geldi, “Ben
bunları gömmem, dua da etmem, idam
edilmiş adamlar bunlar,” dedi. Biri çıktı,
“Yürü git o zaman, bizim içimizde cena-
ze namazını kıldıracak biri vardır,” dedi.
Aileden biri kıldırdı ve gömdük oraya.
Bir Ak Karanl�ktaBir ak karanl�ktaMalatyal� Turan Emeksiz
Gece 3’ü geçti Turan Emeksiz27 May�s Turan EmeksizSular uyand� Turan EmeksizUyansana Turan Emeksiz
Turan EmeksizTuran Emeksiz
Bir ak karanl�ktaDurur yan�nda Mustafa Kemal’inÖlüler birbirini görmezSesleri yokSeslenemezler birbirlerine
Turan EmeksizTuran Emeksiz
B�rakt�lar yeryüzündeSeslerini gözleriniTuran EmeksizMustafa Kemal
Arif Damar
24 MAYIS 2013 CUMA16 Aydınlık KİTAP
“Bırakın istedikleri gibi düşünsünler amaben kendimi boğmak istemedim. Ta ki ba-tıncaya kadar yüzmek istedim –ancak buaynı şey değil.”
Joseph Conrad
1967 doğumlu, İsrailli yazar Etgar Ke-
ret, ülkemizde de hatırı sayılır bir okur
kitlesine sahip bir öykücü, çizgi roman ya-
zarı, senarist ve yönetmendir. Dilimize
tercüme edilen öykü kitapları arasında,
“Buzdolabının Üstündeki Kız”, Samir El-
Youssef ile birlikte “Gazze Blues”, “Tan-
rı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü”, “Kapı
Birden Vuruldu” ve “Nimrod Çıldırış-
ları” yer alır. 2007 yılında Cannes Film
Festivalinde Altın Kamera ve SACD
Senaryo Ödülünü kazanan “Meduzot”
(Denizanası) filminin hem yönetmen
hem de senarist koltuğunu Shira Gef-
fen’le paylaşmıştır. Yine ilgi çekici bir
başka senaryo çalışması, 2008 yılına ait
stop-motion animasyon filmi “9.99 Do-
lar”a yazdığı kısa öykülerinden uyarla-
malarıdır -özellikle hayatlarında anlamı
arayan karakterlerin aralarındaki diya-
loglar ön plana çıkar. Çizgi roman ça-
lışmalarına geldiğimizde, beş farklı öy-
küsünün çizgi versiyonlarını barındıran
“Jetlag” henüz tercüme edilmemiş olsa
da “Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şofö-
rü”nde bulunan öyküsü “Kneller’in Mut-
lu Kampı”ndan Asaf
Hanuka’nın çizimle-
riyle uyarlanan “Piz-
zeria Kamikaze”nin
tercümesi de “Bilek
Kesenler” adıyla Si-
ren Yayınları tarafın-
dan okurlara sunul-
du. Yayıncı tarafın-
dan tercümede “Pizza
Kamikaze,” yerine
“Bilek Kesenler” adı-
nın tercih edilmiş ol-
ması zannediyorum ki
aynı öykünün film
uyarlamasından kay-
naklanmaktadır. Ülke-
mizde de filmin bu adıy-
la bilinirliği düşünüldü-
ğünde, bu şekilde bir
tercihin yapılması ol-
dukça haklı görülebilir.
Buna karşın oluşabile-
cek yanlış izlenimler için
bazı bilgileri paylaşmak-
ta yarar var. 2006 tarihli
“Bilek Kesenler” (Wrist-
cutters) isimli filmin, Ke-
ret’in “Kneller’in Mutlu Kampı” öykü-
sünden ilham aldığı doğrudur. Ancak fil-
min senaryosu, aynı zamanda filmin yö-
netmeni olan Goran Dukic tarafından ya-
zılmıştır ve öykünün aslına kısmen sadık
kalınmasına karşın, bir hayli fazla fark-
lılığı da barındırmaktadır. Film bazı ül-
kelerde de “Pizzeria Kamikaze” adıyla
gösterime girmişti.
POP-SÜRREAL�ZMÇizgi romanın incelemesine geçme-
den önce Etgar Keret’in genel yazını ve
önemine ilişkin birkaç hatırlatmayı ya-
zarla daha önce yolu kesişmemiş okur-
larla paylaşmak isterim. Keret’in yazını
öykücülüğüyle eş olarak anılır. Elbette
makalelerinden, yazdığı çocuk kitabına,
öykülerinden uyarladığı senaryo çalış-
malarına kadar pek çok alanda kalem oy-
natabilen yetenekli bir yazardır ancak öy-
kücülüğü dışındaki yazını, kariyeri hak-
kında belirleyici ve ayırt edici değildir. Ön
plana çıkan öykücülüğünde ilk göze çar-
pan kara mizahı ele alış biçimi ve kör
göze sokulan parmak misali ilk planda
sunmaktan imtina ettiği biçemidir. (Za-
manla azalttığı mizah dozu, bir başka ya-
zının konusudur.) Pop-gerçeküstücü bir
yaklaşım sıklıkla karşımıza çıkar. Yeni bir
kuşağı tekrar öykücülüğün ve öykülerin
heyecanına çekmesinde, bunun yanında
romancılığın altında günbegün ezilmekte
olan öykücülüğü tekrar ön plana çıkar-
mada elde ettiği başarının sırrı, bir ölçüde
burada saklıdır. 90 ve sonrası okur ku-
şağını, bu sürrealizmin yanında,
rüyaya benzer, sıklıkla absürt
planları gererek oluşturduğu bir
katman kaydırağıyla kendine
çektiğini söylememiz haksızlık
sayılmaz. Esasen evrensel ko-
nulardan ve bölge insanının
davranışlarından bahseden öy-
külerinin oluşturduğu görün-
tü, pek çok yazarla benzerdir
ancak şekillendirdiği hissiyat
farklıdır. Keret, ilham aldığı
yazarların arasında Kurt Von-
negut, Kafka, Faulkner gibi
yazarları dile getirir. Bunun ya-
nında kara mizahı kullanış bi-
çimi Amerikalı yazar George
Saunders’ı da çağrıştırır (özel-
likle öykü toplaması Pastora-
lia’ya dikkat). Köşede adet
edindiğimiz üzere tavsiye ya-
zara gelirsek, Etgar Keret’i
seven okurun henüz kitapla-
rının tercümesi bulunmayan
Alissa Nutting’in kitaplarına
da (özellikle Unclean Jobs
for Women and Girls) göz
atmasını tavsiye ederim.
P�ZZA KAM�KAZEÖykünün ana kahramanı Mordy, in-
tiharının ardından kendini, kendisi gibi
intihar edenlerin bulunduğu bir dünya-
da bulur. İntihar şekline
göre herkes yara izleri-
ni de beraberinde getir-
miştir. Mordy, bu yeni
hayatında bir pizzacıda,
Pizza Kamikaze’de ça-
lışmaktadır. Ne yapaca-
ğını bilememe, isteksiz-
lik, tutkusuzluk, çaresiz-
lik ve boş vermişlik bu
yeni dünyanın ruhunu
bütünleştirirken, kız ar-
kadaşının da kendisinden
sonra intihar ettiğini ve bu
yeni dünyada bulunduğu
haberini alır ve onu ara-
maya çıkar. Her şeyin ar-
tık zaman geçirmekten
ibaret olduğu bu yeni dün-
yanın öyküsü içerisinde,
Kurt Cobain ile tekrar kar-
şılaşmak gibi eğlence dolu pek çok fak-
tör de bulunmaktadır. Diğer yandan, pek
çok öykü formunun iz bırakan donele-
riyle de karşılaşmak mümkün. Yaşa-
maktan vazgeçmişlerin dünyasında, hem
bir yol, hem bir kendini keşfetme serü-
veni, hem umut, hem hayat, hem aşk ve
daha birçok şey hakkında bir öyküyle kar-
şı karşıyayız. Keret’in genel yazınında, az
kelimeyle çok şeyi kapsamaya muktedir
tutumu, çizgi-romanın yapısı içerisinde
oldukça kullanışlı hale geliyor. Böylelikle
okurun katkısını yüreklendirmede ve
satır aralarının keşfetmeye çağrıda, Asaf
Hanuka’nın çizimlerin-
de ve kutularında yaka-
ladığı dengeyle güzel bir
bütünlük oluşuyor. Si-
yah ve beyaza ek olarak
kullandığı kurşuni, hem
iki dünya, hem iki ruh
hali arasında kalmışlığa
dikkat çekerken, gü-
müşe benzer parlaklığı
ise kendini keşfetme ve
aydınlanma merkezli
katmanıyla kaynaşıyor.
Öte yandan ana ka-
rakterin, bulunduğu
yeni dünyanın oluştu-
racağı yeni sorularla
hiç ilgilenmiyor oluşu
ve karakterin derinine
inmeye öykü boyunca
fazla imkân sağlanmı-
yor oluşu, okuyucuyu ve öykünün kalıcı
olma ihtimalini uzaklaştırıyor. Öykü-
nün genel tutumunda ise analiz etme ve
dünyayı algılamadan çok, eş uzaklıktaki
ruh hallerinin tutumunun ağırlık oluş-
turması, bu zaafı mazur gösteriyor. Eğ-
lenceli bir okuma serüveni sunan öykü-
deki daha pek çok sürprizi keşfetmeyi siz-
lere bırakıyor ve aradan çekiliyorum.
Haftaya görüşmek dileğiyle…
Bilek Kesenler, Etgar Keret ve
Asaf Hanuka, Siren Yay�nlar�,
Çev: Avi Pardo, 100s.
M. SALİH [email protected]
Kurşuni bir araf meseliKurşuni bir araf meseliKurşuni bir araf meseliKurşuni bir araf meseliKurşuni bir araf meseliKurşuni bir araf meseliBABİL BALIĞI
Etgar Keret
24 MAYIS 2013 CUMA 17Aydınlık KİTAP
8 Nisan’da Silivri’nin geniş ovala-
rında kurulmuş sıra sıra demir ve ro-
bocop barikatlarının önünde bek-
lerken gözüm tarlalarda dinlenen
leyleklere takılmıştı. Göç yollarıydı
demek ki. Ve soluklanmak için düz-
lüğe inmiş, mola vermişlerdi. Son-
rası malum; kargaşa; gaz ve toz bu-
lutu. Ortalık simsiyah dumanla ka-
rarınca leyleklerden birinin şaşkın
halde kalakaldığını görmüştüm tar-
lanın orta yerinde; yaşlılara, gazilere
çok üzülmüştüm o gün, bir de kap-
kara zehirli bir bulutun içinde şaş-
kına dönmüş ağlamaklı leyleğe.
Bana Momo’yu anımsatmıştı o ley-
lek. Momo; kötü, muğlâk, hırsız
duman adamların alt edemediği,
ele geçiremediği, kıyafetleri üzeri-
ne bol gelen, yoldaşı kaplumbağa ile
insanlığın özgürleşmesi için çaba-
layan küçük korkusuz kız.
Michael Ende neredeyse tüm
dillere çevrilmiş bu masalsı roma-
nında, bir kentin kıyıcığında bir
amfi tiyatro yıkıntısında tek başına
yaşayan kara gözlü, çıplak ayaklı mi-
nik Momo’yu anlatır. İnsanların
paylaştığı, verdiği, toplanıp sohbet
ettiği, çiçek suladığı, ağaç diktiği, ço-
cukların açık havada kırık bir cam
parçası ya da bir dal parçasıyla bile
son derece eğlenceli, yaratıcı oyun-
lar oynayabildiği, insanların “sıkıl-
mak” kavramını bilmediği modern
olmayan zamanlar-
dır. Bir gün, ortaya
çıkışlarıyla buz gibi
hava estiren, görün-
tüleriyle insanın içi-
ni ürperten, kurşuni
şık arabalara binip,
kurşun rengi takım-
lar giyen, evrak çan-
talı, ağızlarının ke-
narındaki sigaranın
dumanıyla karışık
“karanlık” adamlar
belirir. Zaman hır-
sızlarıdır bunlar. İn-
sanlardan çaldıkları
zamanlarla var ol-
maktadırlar. İnsan-
ları hiç ihtiyaçları ol-
mayan şeylere alıştı-
rıp, onları satın ala-
bilmeleri için daha
çok çalıştırıp birbir-
lerine, doğaya ve gi-
derek kendilerine “yabancı” hale ge-
tirmektedirler. Momo giderek yal-
nız kalmaktadır. Ne oynamaya ge-
len bir arkadaş, ne öykü anlatıcısı
Gigi, ne de yaşlı çöpçü Beppo or-
talıkta görünmektedir. Herkes faz-
lasıyla ciddidir ve herkesin işi ba-
şından aşkındır artık. Öte yandan
duman adamlar koca kentte sadece
bir kişiyi etkileri altına alamamış-
lardır ve o da işlerini bozmaktadır;
Momo. Momo, kaplumbağa Kas-
siopeia ve Hora usta insanları sö-
mürüp, tektipleştiren, ruhsuzlaştırıp
yok eden bu korkunç “duman adam-
lar”a karşı şavaş açar.
Kentin çöp yığını üzerinde top-
lantı yapan duman adamların Yüce
Mahkeme’si şöyle der romanda;
“Çocuklar bizim doğal düşmanı-
mızdır, onlar olmasaydı insanlık
çoktan bizim pençemize düşmüş
olacaktı.” Her çocuğun, her yetiş-
kinin; her özgür ve özgün ruhun
okuması gerek Momo’yu. Duman
adamlar, son derece örgütlü, ya-
bancılaştırma faaliyetlerine devam
etmekteler kuşkusuz.
Silivri’de bir leylek ya da Momo duman adamlara karşıKentin çöp y���n� üzerinde toplant� yapan duman adamlar�n Yüce Mahkeme’sinden bu kez
kaplumba�as�yla de�il de, bir leylekle gider Silivri’deki “yüce adamlar�n” mahkemesine Momo
KÂTİBE BARTLEBY’NİN YAZIHANESİ
Rober Musil’in aptallığı zekâ yetersizliği değil de
duygu yetersizliği olarak tanımlaması Hollandalı
yazar Matthijs Van Boxsel’i harekete geçirir. Çe-
şit çeşit toplumda, kültürde, coğrafyada, folklo-
rik, teolojik, antropolojik, filozofik, mitolojik ve
filolojik katmanlarda metinler, gravürler, heykel-
ler, resimler eşeleyerek insanlığın aptallığı üzeri-
ne keyifli bir külliyat ortaya çıkarır. Bu külliyatın
ilk kitabı “Aptallık Ansiklopedisi”. 1980 yılından
beri aptallık üzerine kafa yoran yazar “bu soylu
göreve” neden soyunduğunu şöyle özetliyor;
Çok bilmişlerin -ki hepimiz biraz böyleyiz-
kendilerini benzersiz hissetmelerinin önüne
geçmek,
Aptalları -ki hepimiz biraz da böyleyiz- varo-
luşun aptallığı ile yüzleştirmek.
Kitabın ilk bölümünde aptallık akademisi-
nin girişinde yazılı olan “Kim kendi aptallığını
anlayacak kadar akıllıdır?” sorusuyla ortaya
konulan paradoks tüm metin boyunca devam
ediyor. Kâh frenologların pergel cetvelle ortaya
koyduğu budalalıktan, kâh bir modern sanat
müzesinde sergilenen dada bir projeden, kâh
bir ortaçağ hicvinden, kimi zaman patent alın-
mış bilimsel bir “zihni sinir” buluştan, bazen
kafasında kurşun bir şapkayla oturmuş gülüm-
seyen bir kadını betimleyen Rönesans resmin-
den, bazen de ortadan ikiye bölünen Bugs
Bunny’nin üstünün farklı altının farklı yönlere
kaçmasından geçiyor yolu yazarın.
Özetle, şunu anlıyoruz; hemen her ülkeninbindiği dalı keseni,
elekle su taşıyanı, göl-gesiyle yarışanı var.Her aptallık içinde bi-
raz akıllılık her akıllılıkiçinde biraz aptallıkbarındırıyor, bazengüç bazen güçsüzlükoluyor. Her aptal ba-
zen dokunulmaz, ba-zen günah keçisi. Heraptal biraz kışkırtıcı,
biraz saf. Tüm aptal-lıklar bazen yolun başıbazen dünyanın sonu.Ve sonuçta; senin ap-tallığın benimkine çok
benziyor.
Benim aptallığımseninkine çok
benziyor
Tragedyanın olmazsa olmazı çö-
zümsüzlüğüdür. Çok enderdir bir
klasik Yunan tragedyası arapsaçı-
na dönmeden nihayetlensin. Kişi-
ler, ilişkiler, olaylar zıvanadan çı-
kar, giderek korkunç bir hâl alır.
Öyle ki oyunu yazan dahi kontrol
edemez, bir köşeye siner ve ne ya-
pacağını düşünür. İşte oyunda,
zirve yapmış böyle bir kaos anın-
da, Yunan aklı insan kırılganlığını,
aklın zafiyetini göz önünde bulun-
durarak bir çözüm bulmuş; Deus
Ex Machina, yani “makineden
tanrı”. “Her şey bitti artık” den-
diği an gökten vinçle (makineyle)
indirilen ve açmaza girmiş olay
örgüsünü düzenleyip, tüm seçe-
nekleri tüketip sonun yaklaştığını
düşünen kişiyi kurtaran bir tanrı.
Öyle ya; her şey insanlar için ve
tabii ki tanrı da. Diğer yandan
akıl ve ahlak termostatı olmayan
bireyin tanrıyı terk etme olasılığı
da göz önüne alınmış olabilir bol
tanrılı bir ortamda.
Makine Tanrı Jean Tinguely; kendini yok eden makine ‘Homage to Newyork’
24 MAYIS 2013 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR
Dönü�
Ay�e Kulin, Remzi Kitabevi, 296 s.
Gerçekler acıdır; acıtır, incitir...
Tam da hayatının yoluna girdiğini
sandığı günlerde, önce annesinden ge-
len bir haber, ardından eski bir şapka ku-
tusunda bulduğu mektuplar... Derya'nın,
iki yıldır sümenaltı edilen gerçekleri bir
tokat gibi öğrenmesi, onu dünyanın bir
megakentinden ötekine savuracak, ka-
deri onu sarı bir sonbahar günü, açılıp
açılmayacağını bile bilemediği bir demir
kapının önüne kadar taşıyacaktır. Genç
kız, acaba gizem dolu bu perdenin ardına
geçebilecek midir? Öğreneceklerini ka-
bul edebilecek, kabul etse bile sindire-
bilecek midir? O kapı açılırsa elbette...
Dönüş, aldatmanın, aldatılmanın, af-
fetmenin, acıtan gerçeklerin romanı.
Cehennem
Dan Brown, Alt�n Kitaplar, Çev:�pek Demir, Petek Demir, 576 s.
Dante'nin cehennemi sizi içine çekiyor!
Bugün Dünya Sağlık Örgütü'nün de açık-
ladığı üzere dünya nüfusu büyük bir hızla
artmakta. Kitapta da bu nüfus artışının ya-
şantımızı nasıl olumsuz etkileyeceği anla-
tılıyor ve bu sorun bir cehennem olarak kar-
şımıza çıkıyor. Peki, bu cehennemden na-
sıl kaçılır, bu sorunun cevabını arıyoruz bu
kitapta. Alışıldık Dan Brown kitapları
gibi bu kitapta da yine sırlar, gizem, şifre-
ler ve tabii sanat tarihi var. Ama Türki-
ye'deki okuyucular için bu sefer büyük bir
fark mevcut. Çünkü cehennemin kapıla-
rı aslında İstanbul'a açılıyor! Hikâye Flo-
ransa'da başlasa da merkezde İstanbul
var! Ve İstanbul'da da öne çıkarılan yerler
Yerebatan Sarayı ile Ayasofya!
Gece Ku�lar�
E. Ali , Süleyman Sudi ,Labirent Yay�nlar� , 112 s.
Bu esnada Nihat da otobüsün çan
kayışını kesiyordu. Çünkü polis şüphe
edecek ve otobüsü durdurmak için çan
kayışını çekmeye mecbur olacaktı. Hal-
buki iki arkadaş birkaç dakika vakit ka-
zanmak istiyorlardı. Süratle otobüsten
çıktılar. Şüpheli hareketler ile atladılar.
Onlar zeki bir polis memurunun bu sü-
ratle yokuştan inen otobüsten atlayışta
muhakkak bir sebep, ciddi bir sebep ola-
cağını düşüneceğini ve şu süratle ken-
dilerini takip edeceğini biliyorlardı. Bey-
zade diye tarif edebileceğimiz dönemin
tipik kahramanı, bu romanda bütün
zavallılığıyla çizilmiştir. Bir polisiyedeki
bu tip, aslında incelenmesi gereken bir
fenomendir. -Doğan Hızlan-
Sahan�n Sesleri
Hakan Ergül , �stanbul BilgiÜniversitesi Yay�nlar� , 362 s.
Sahanın Sesleri: İletişim Araştır-
malarında Etnografik Yöntem adlı bu ça-
lışma, bu konuda bir ilk olma özelliğini
taşıyor. Kitap esas olarak iletişim araş-
tırmaları ile etnografik yöntemin kesiş-
me alanını konu ediniyor. Kitap boyun-
ca, bu alanda literatürün, araştırmacının,
sahanın ve nihayet dönüp kendi saha de-
neyimine bakan yazarın sesleri iç içe ge-
çiyor, yaratıcı bir diyaloga zemin hazır-
lıyor. Kitabın sayfalarına yansıyan konu
çeşitliliğinin arasında, iletişim ve medya
araştırmalarında etnografik yöntemin
katkısını; sahanın sınırlarını; araştırma-
cıya ait kimliklerin sahada üretebilece-
ği sorun ve sorular ile bunlara aranan ce-
vapları bulacaksınız.
Üçüncü Sinema
Battal Odaba�� , Agora Kitapl��� , 256 s.
Fernando Solanas ve Octavio
Getino, Glauber Rocha, Ousmane
Sembène, Miguel Littin, Yılmaz
Güney ayrıca, Frantz Fanon'un ateş-
leyici-yıkıcı fikirleri, belgesel ko-
lektifleri, bağımsız gruplar, kişiler,
gençlik ve işçi festivalleri, üç dünya
teorisi, bağlantısızlar siyaseti:
Battal Odabaş bu kitabında si-
nema meraklılarıyla öğrencilerini,
Üçüncü Sinema'nın doğuşu, Birin-
ci ve İkinci Dünya'nın sinemalarına
karşı konumlanışı, belli başlı eser-
leriyle yönetmenleri, felsefesini an-
lamamızı sağlayan önemli manifes-
toları ve kapsamlı bir kaynakçayla
buluşturuyor...
Bertie Blues Çal�yor
Alexander McCall Smith, �� Bankas� Kültür Yay�nlar�,
Çev: Çiçek Eri�, 400 s.
İngiltere'nin en çok okunan ya-
zarlarından Alexander McCall Smith,
eski burjuvalar, öğrenciler, şairler ve
portre ressamlarının yan yana yaşadığı
Edinburgh'u İskoçya Sokağı 44 Nu-
mara dizisinde anlatmaya devam edi-
yor. Bertie Blues Çalıyor, artık yakın-
dan tanıdığımız kahramanların eğ-
lenceli ve ilginç hayatlarını sergilerken
zengin gülmece öğelerini, zekice göz-
lemleri keyifli bir romanda bir araya
getiriyor. Alexander McCall Smith
bu kitabında okul, aile, dernek gibi sos-
yal yapıları konu ederken hayata ba-
kışındaki neşeyi ve örtülü duygusallı-
ğı elden bırakmıyor.
Temel Parçac�klar
Michel Houellebecq, Can Yay�nlar�, Çev: Osman
Senemo�lu, 312 s.
İki üvey kardeş, iki farklı yaşam ve
aşk anlayışı... Başarılı bir moleküler bi-
yolog, matematiksel yaklaşımıyla insan
sevgisinden ve cinsellikten uzak yaşayan
Michel; vasat bir edebiyat öğretmeni, cin-
sel hazzın peşinden koşan, seks takıntı-
lı Bruno. Michel ve Bruno'nun hayat kar-
şısındaki başarısızlıkları, bencilliği aşan
değerler yaratamayan tüketim toplu-
munun ve toplumsal olarak yıkıcı bir hal
alan narsisizmin başarısızlığına bir yanıt
sanki. Houellebecq'in insan ilişkilerine
karamsar bir gerçekçilikle yaklaşan bu
roman yayımlandığında, gerek dili gerek
bazı temel meselelere alışılmışın dışın-
da bir manevi kaos yarattı.
Hayat�n Dili
Francis S. Collins, EpsilonYay�nlar�, Çev: Yurdakul
Gündo�du, 384 s.
DNA'nızı okumak, size sadece ge-
leceğiniz hakkında bilgi vermekle kal-
maz, onu değiştirecek gücü de verebilir.
Bunun için hazırlıklı olmanız lazım.
Tıbbı yeniden tanımlamakta olan bi-
limsel bir devrim gerçekleşmekte ve
hepimizi test yaptırma, diyet, ilaçlar ve
daha pek çok müdahale konusunda
kritik yeni kararlar vermeye zorlamak-
tadır. Bu devrimin ön saflarında yer al-
mış bir doktor olan Francis Collins,
Hayatın Dili'nde yeri yerinden oynata-
cak bu bilimsel veriler hakkında, bu yeni
dünyada kaybolmadan yolunuzu bul-
manızı sağlayacak bilgi, içgörü ve umu-
du oldukça sade bir dille sunmaktadır.
24 MAYIS 2013 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR
Haluk’a Mektuplar
Bilge Karasu, Metis Yay�nlar�, 208 s.
Kitap Bilge Karasu'nun dostu, şair ve
eleştirmen Halûk Aker'e otuz yıl boyunca
yazdığı mektuplarla, 1980'den itibaren
Halûk Aker'in ona yazdığı mektupları bir
araya getiriyor. “Bir yazarın okuru kar-
şısına çıkarmağa karar verdiği metinle-
rin dışında kalanlar, o yazarın daha iyi an-
laşılmasına, yazarlığı dışında 'insan' ola-
rak özelliklerinin bilinmesine yardımcı
olabilir diye düşünüyorum,” diyor Ha-
lûk Aker kitaba yazdığı sunuşta. Yazı sü-
reçleri, ders hazırlıkları, okunan, çeviri-
len kitaplar; yaşam parçaları, zorluklar,
sevinçler: Edebiyatımızın bu büyük us-
tasını daha yakından tanımak, mektup-
ların ışığıyla yapıtlarına daha derinden
bakmak isteyecek okurlar için...
Be� Tabans�z General
Nebi Funda, Yay�n B, 270 s.
12 Eylül darbesini yapan 5 komu-
tanın saltanatı 1989 yılında Turgut
Özal'ın Cumhurbaşkanı olması ile sona
ermişti. 5 komutanın yaptıkları top-
lantılar, parti çalışmaları tamamen ha-
yali olmakla beraber, aralarındaki geç-
mişe dönük konuşmaları genellikle
çoğu basına yansımış gerçeklerden
oluşuyordu. Amaç 12 Eylülün gizli
kalmış yönlerini ortaya çıkarmaya yö-
nelik değildi. Darbelerin haklı veya hak-
sız olabileceğini irdelemekte değildir.
Ancak kurtarıcı rolüne soyunanların
ney kurtardıkları hakkında zihinlerde
oluşacak soruların bazılarına yanıt bu-
lunabilirse, ihtilalcı paşaları biraz daha
yakından tanımış olabiliriz.
An�lar
Haldun Dormen, Yap� KrediYay�nlar�, 708 s.
Türk Tiyatrosu'na damgasını vurmuş
bir tiyatro adamının anılarının tamamı.
"Perde yavaş yavaş açıldı. Aktörler selam
vermek için sahneye dizildiler. En son ben
çıktım. Öne doğru yürüdüm. Yürürken
balkonlardan üstüme bahar çiçekleri yağ-
maya başladığını hissettim. Gökten çiçek
yağıyordu sanki... Sahnenin ortasına ge-
lince durdum. Yıllardır kimbilir kaç kez
aynı hareketi yapmış, seyirciyi şu durdu-
ğum yerden aynı şekilde selamlamıştım.
Oysa şimdi ilk kez sırtımı döndüm onla-
ra ve eğilerek yıllarca beraber çalıştığım
oyuncularımı selamladım. Doğrulduğum
zaman, oyunda işi olsun olmasın tüm Dor-
men Tiyatrosu'nun sahneyi doldurup
beni alkışladıklarını gördüm."
Ergenekon TertibindeGizli Tan�klar
Hikmet Çiçek, Kaynak Yay�nlar�, 208 s.
Ergenekon davasının en önemli
dayanağı gizli tanıklardır. Bu tertibi
hazırlayanlar, Ergenekon davası kap-
samında 60 gizli tanık topladılar
ama bunlardan sadece 31'i dinlendi.
Gizli tanık ifadeleri esas olmak üze-
re 281. duruşmanın sonunda savcı,
mütalaasında sanıkların 64'ü hak-
kında ağırlaştırılmış müebbet, 96'sı
hakkında 7.5-15 yıl hapis cezası is-
tedi. Gizli tanıklar içinde mesleği
olan, eli ekmek tutan bir kişi bile yok!
Aralarında koyun hırsızı da var, oto
hırsızı da! Kız kardeşinin kızını satan
da var, "gayrimeşru âlemde" tanın-
mak için çabalayan da!
Gölgedeki SessizTan�d�klar
Ercan Çitlio�lu, Destek Yay�nlar�, 296 s.
Bakmak yerine gören gözler...
Duyularını devlete yönelik tehditle-
re kilitlemiş 24 saat açık bir algı sis-
temi... Ne kendilerinin ne de ver-
dikleri savaşın farkında olduğumuz
"meçhul askerler." Bu kitap, kutsal-
larımız olan vatanımız, egemenliği-
mizin sembolü bayrağımız, devleti-
mizin esenlik ve güvenliğine ödünsüz
bir özveriyle yaşamlarını adayan,
gerektiğinde adları ve fotoğraflarını
bir şeref köşesinde sonsuza değin
anıtlaştırarak aramızdan sessiz se-
dasız ayrılan o isimsiz kahramanlar,
gölgelerin sessiz tanıklarının aziz
hatıralarına adanmıştır.
�ehirdekiler �çinSürdürülebilir Ya�am Rehberi
Scott Kellog, Stacy Pettigrew,Sinek Sekiz Yay�nevi,
Çev: Egemen Özkan, 200 s.
Dünya günümüzde öyle bir hale gel-
di ki, nüfusunun yarısından fazlası şehir-
lerde yaşıyor ya da yaşamak için mücade-
le veriyor. İnsanlar, mevcut ekonomik
modeller yüzünden sürekli artan bir tü-
ketim anlayışının şekillendirdiği hayatlar ya-
şamaya zorlanıyor. Elinizdeki kitap işte bu
noktalara dikkat çekerken, yaşamsal ge-
reksinimlere erişim ve bunların kontrolü-
nü mümkün kılan yetenek, teknoloji ve tak-
tikler hakkında bilgiler veriyor. Gıda, Su,
Enerji, Atık Yönetimi ve Toprağın İyileş-
tirilmesi ana başlıkları ile yaşadığımız yere
sahip çıkmak ve nerede olursak olalım ha-
yatı dönüştürmek bizim elimizde diyor.
Ödün VermeyenFenerbahçeli - Mazimde
Bir Tarih Yatar
Halit Deringör, Gürer Yay�nlar�, 336 s.
Hitler'in takımı Admira'ya attığı kafa
golünü o unutmuyor, Galatasaray ağları-
nı delen füzesini de cümle âlem... 11 yıl Fe-
ner'in sol yumruğuydu; 330 kez sarı - la-
civertli, 5 kez ay - yıldızlı formayı giydi, 130
gol attı... 1952'de top peşinde koşmayı kes-
ti aniden; tütüne eksper Oldu bu kez. Bur-
sa Acaridman'ı şampiyon yaptıktan son-
ra ilk aşkına sahip çıktı. Fenerbahçe
1963 - 64 sezonunda şampiyon olurken,
takımın solunda değil, başındaydı... Tekel
fabrikalarının sigara içmeyen ilk müdü-
rüydü ve sendikal mücadelede işçinin ya-
nında yer alan... Yarım asır Cumhuriyet'e
yazdı, şimdi "İkinci Cumhuriyet'im" dediği
Aydınlık'tan ışık tutuyor futbolumuza...
Eski Yunan Tragedyalar�14 - Hekabe
Euripides, Mitos BoyutYay�nlar�, Çev: Y�lmaz Onay,
Hekabe, Troya Savaşı'nda yenilen ve
öldürülen Kral Priamos'un, büyük yı-
kımlar görmüş, bahtsız karısı Heka-
be'nin öyküsüdür. Savaşta oğlu Hektor'u
da kaybetmiş olan Hekabe, savaş sonrası
esir düşer; ancak çekeceği acılara yeni-
leri eklenir. Galip Yunan tarafı, Heka-
be'nin kızı Polüksena'yı kurban ede-
ceklerdir. Savaşta zarar görmesin diye al-
tınlarla birlikte Trakya Kralı'nın koru-
masına emanet ettikleri küçük oğlu ise,
altınlara sahip olmak amacıyla Trakya
Kralı tarafından öldürülüp cesedi deni-
ze atılır. Hekabe, bir kadının, sevdikle-
ri yüzünden çektiği büyük acıların ve al-
dığı korkunç intikamın tragedyasıdır.
Mizah yüklü kıvrak kalemiyle, edebiya-
tımızda kendine has bir üslup geliştiren
sıra dışı yazar Hanzade Ser-
vi’den, geçmişi binlerce yıl önce-
sine dayanan umacılık efsanesi-
nin hiç bilinmeyenlerini açığa çı-
karan acayip bir roman! Umacı-
ların hayali yaratıklar olduğunu
sananlar, nihayet gerçekleri öğre-
necekleri bir kaynağa kavuşuyor.
Yıllar yılı, dünyanın dört bir ya-
nında, yaramaz çocuklar en çok
umacılarla korkutulmuştur. Kural
böyle olunca, unutkanlığı ile nam
salmış bir annenin ve sürekli ken-
di çocukluğundan örnekler vererek onu
kötü şeylerden korumaya çalışan bir baba-
nın sekiz yaşındaki biricik oğul-
ları Topaç da umacıların anlatıl-
dığı gibi korkunç yaratıklar ol-
duğunu düşünüyordu. Taa ki bir
gece ansızın dolabından fırlayan
sevimli umacı Gırrgor’la tanışa-
na kadar.
Hanzadevari mizahi öğeler-
le bezeli keyifli bir okuma de-
neyimi sunan “Umacı”, her
yaştan okurun kalbinde yatan
küçük çocuğu uyandıracak
güçte etkileyici bir roman.
Hanzade Servi,Tudem Yay�nlar�,
144 s.
24 MAYIS 2013 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ
Umac�Dinozorlar neden yok oldu?
Dinozorlar ne yerdi?
Saatte 70 kilometre
hızla koşabilen di-
nozor hangisi?
“Meraklı Dürbün”
dizisi yaratıcı düşün-
meyi sevenler ve yeni
bilgilerin peşinde ko-
şanlar için tasarlandı.
Dizinin her kitabında
konular, akıcı bir dille
yazılmış, kaynaklara
dayalı ve genel kültü-
rü artırmaya yönelik
metinlerle açıklanıyor.
Bu kitapta çıkacağın heyecan
dolu yolculuk sırasında...
Canlı fotoğraflar, çizim-
ler ve karikatürlerle zen-
ginleştirilmiş bir okuma
deneyimi edinecek, soru-
cevap sayfalarıyla bilgi-
lerini tazeleyecek, çizgi
roman sayfalarıyla eğle-
necek, faaliyet sayfala-
rıyla yeteneklerini keş-
fedecek ve yaratıcılığını
geliştireceksin.Kolektif,
Do�an EgmontYay�nc�l�k, 24 s.
Merakl� Dürbün - Dinozorlar
Edgar ve Ellen çizgili pijamalarıyla ünlüler.
Soluk benizleri, sıska vücutları ve sivri çe-
neleri ile biz buradayız diye haykırıyorlar.
Durmadan plan yapıyorlar ve asla başara-
mıyorlar. Nod Kasabası’nın hurdalığının
arka tarafında, kasabaya hiç yakışmayan dar,
gri ve kasvetli bir evde yaşıyorlar. Şekli iti-
bariyle bu eve “Kule Köşk” diyorlar. Kim-
senin beğenmediği ev onlar
için bir köşk haliyle.
Anne babaları uzun bir
dünya seyahatine çıktıklarını
bildiren bir not bırakarak ço-
cuklarını terk ediyorlar. Kim bi-
lir, belki de düşledikleri gibi bir
ebeveynlik yaşayamamışlardır.
Bu evde beter ikizlerle birlikte
yaşayan tek gözlü bir canavar ve
bütün gününü bahçedeki bara-
kada geçiren bir kahya var. Tek
gözlü canavar haricinde ne ka-
dar da sıkıcı bir manzara değil
mi? Ama hiçbir şey görüldüğü
gibi değildir sevgili beter.
S�RK�N CAZ�BES�NEKAPILMA!
Sirkin illüzyonisti Ormond, ikizlere üç
kehribar taşı bulurlarsa sirke katılabile-
ceklerini söylüyor. Çadırlarda keşfe çıkan
Edgar ve Ellen, hiçbir şeyin göründüğü gibi
olmadığı bir oyunun için-
de buluyorlar kendileri-
ni. İkizlerin düşman bel-
lediği Heimertz, aslında
kendini dünyada büyük
savaşlara neden olan
macun pınarlarını ko-
rumaya adamış bir
adam. Ve bu macunlar-
dan beter ikizlerin evle-
rinin altında da var. Fakat
kahya bu kez hayatını ada-
dığı macunlarla, evin hay-
vanının (ev hayvanı dedi-
ğimiz de tek gözü kalmış
canavar) hayatı arasında seçim yapmak
zorunda kalacak. Tabii ikizler bütün bun-
lardan habersiz, aslında kendilerine tuzak
kurma niyetinde olan Ormond’un peşine
talkmış gidiyorlar. Ama merak etmeyin, be-
ter ikizler haylaz oldukları kadar zekiler de.
Zaten zeki oldukları için haylazlar, değil mi
haylaz çocuklar? Bu arada biz sirkleri hiç sev-
miyoruz değil mi çocuklar?
Tabii biz son kitaptan bahsediyoruz
ama henüz seriye başlamamış olanlar için
geçmişe de dönelim biraz. Charles Og-
den’in yazdığı, Rick Carton’un resimledi-
ği “Beter Böcekler” serisi Müren Beykan’ın
editörlüğünde Günışığı Kitaplığı tarafın-
dan 2005’te dilimize kazandırılmıştı. Tüm
dünyada sevilmesinin ardından çizgi dizi-
leri de televizyonlarda yayınlanmaya baş-
ladı. “Acayip Yaratıklar” kitabı ile başla-
yıp, “Turist Kapanı”, “Kasabanın Altında”,
“İntikam Planı” ve son olarak “Sirkin
Cambazı” ile beşinci kitaba ulaştı. Bitecek
gibi de görünmüyor.
BETERLER�N �LKMACERALARI
İlk kitapta can sıkıntısından “egzotik hay-
van koleksiyonu” yapıp bu hayvanları sat-
maya başlayan beterlerin başı, foyalarının
meydana çıkmasıyla büyük derde girmişti.
Egzotik hayvan deyince, Foster’ın Hayali
Dostlar Mekanı sevdiğim bir çizgi filmdi,
uzun zamandır izlemedim. İkinci kitapta, ev-
lerinin yanındaki hurdalığın yıkılıp yerine
otel dikileceğini öğrenmeleri üzerine bunu
protesto etmek için yine işe koyuldular. Aynı
macera üçüncü kitapta devam etti, otelin ya-
pılmasını engelleyemediler ama bu arada ka-
sabanın altında devasa bir laboratuvar ve çıl-
gın bir bilim insanının varlığını keşfettiler.
Tabii bahsetmiyorum diye yok sanmayın,
yine bin türlü bela mevcut. Dördüncü kitapta
Ellen’e bir haller olmaya başlar, huysuz ve
haylaz bir çocukken, mutlu ve sevecen bir
çocuğa dönüşmüştü. Bu kardeşi Edgar’ı çok
ümüştü haliyle. Biraz araştırınca bunun
yer altındaki laboratuvarda bulunan macunla
bağlantılı olduğunu anlamıştı. Macunla il-
gili birçok detayı da beşinci kitapta öğre-
neceksiniz.
Çizgi dizisi bugün 15 ülkede yayınlanan,
çocuklar kadar içindeki haylazı öldürememiş
yetişkinlerce de sevilen Edgar ve Ellen’in ma-
ceraları hem okumaya hem de izlemeye de-
ğer. Ama siz okumayı tercih edin tabii.
Beter ikizler içinizdeki yaramazı açığa
çıkarabilir. Siz de herkesin yaka silktiği bir
beter olabilirsiniz. Bence hiç durmayın.
Beter çocuklarınaduygularına tercüman
Çocuk kitaplar�n�n en beter karde�lerinden olan Edgar ve Ellen’�n maceralar� be�inci kitapladevam ediyor. �kizlerin kasabas�na esrarengiz bir sirk geliyor ve bu onlar için haylazl�klar�n�
gösteriye dönü�türmek ad�na büyük bir f�rsat. S�k�c� günlerin sonu geldi!
İREM HALIÇ[email protected]
Beter �kizler Sirkin Cambaz�,
Charles Ogden, Gün�����
Kitapl���, Çev: Müren Beykan,
Jale Alguadi�, 180 s.
24 MAYIS 2013 CUMA 21Aydınlık KİTAP
Türkiye’deki muhalif her aydın, yazar ve
şair gibi Eşref de iktidar karşıtı olmaktan
payına düşeni fazlasıyla alanlardandır.
64 yıllık ömründe yönetici, sürgün ve ka-
çak olarak Anadolu’nun birçok yerini
dolaştığı gibi yolu Mısır ve Paris’e dek
uzanmıştır.
Eşref, I. Meşrutiyet’te 29 yaşındaydı.
Meclis-i Mebusan’ın kapatılmasını ve Ka-
nun-i Esasi’nin kaldırılmasını gördü.
II.Abdülhamit’in 33 yıllık baskı ve jurnal
dönemi Eşref’in neredeyse ömrünün ta-
mamını kapsadı. Bu dönem siyasal tari-
himiz açısından olduğu kadar Eşref’in sa-
natının şekillenmesi açısındasn da önem-
lidir. Çünkü Eşref’in şiirinin ana teması
olan hürriyet özlemi, yolsuzluk ve rüşve-
te karşı duruş ve bunları çerçeveleyen va-
tanın selameti bu dönemin öne çıkan de-
ğerleri olmuştur.
Eşref üzerine yazılmış
birçok yazıda, onun Na-
mık Kemal benzeri va-
tanseverliğine vurgu ya-
pılmaktadır. Hürriyet tut-
kusu, baskı rejimine kar-
şı duruşu, rüşvet ve yol-
suzlukla mücadelesi va-
tanseverlik duygusuyla bü-
tünlük içindedir. Gerçi
Eşref, Tanzimat aydınla-
rı gibi eğitim görmüş biri
değildir, o kendi kendini
yetiştirmiştir. Onun yetiş-
mesinde ailesinin âlim ta-
rafının etkili olduğunu da
düşünebiliriz. Babası Usu-
lizade Hafız Mustafa
Efendi, büyük dedesi ise kendi döneminin
ünlü âlim ve matematikçilerinden Ge-
lenbevi İsmail Efendi’dir.
TOPYEKUN HEDEF: �KT�DAREşref, Tanzimat aydınları gibi dona-
nımlı olmamakla birlikte onların açtığı yol-
dan ilerlemiş, onların toplumcu sanat
tarzının devamcısı olmuştur. Aynı dö-
nemde yazan Servet-i Fünuncuların dil ve
sanat anlayışından uzak durmuş, Tanzi-
matçıların dilde sadeleşme çabalarını
daha ileri bir aşamaya taşımıştır. Hüseyin
Kami’nin onunla ilgili bir anısı onun dil an-
layışı bakımından aydınlatıcı olacaktır: “Bir
gün bir meşhur kıtasını okurken ikinci mıs-
raı, ‘Denînin peyrev-i ikbâli varsın bir denî
olsun.’ tarzında okumuştum. Derhâl ba-
ğırdı: ‘Peyrev-i ikbâl’ gibi süslü terkipleri
siz kullanırsınız, ben öyle söylemem. De-
nînin üstüne varsın gelen de denî olsun, de-
miştim diyerek tashih etti.” (Şair Eşref,
hzl.: Hilmi Yücebaş, 1984, s.41-42)
Eşref’in kendi dönemi içinde oldukça
sade bir özellik gösteren dili kitleler nez-
dinde şiirinin yaygınlaşmasının da önünü
açmıştır.
“Nasıl zıt olmasın âlemde garbiyunla şar-kiyyun,Güneşten hepsinin güya ki nuru mâh ol-muştur.Ziraat, mârifet, sanat, saadet şimdi onlar-da,Cehalet, meskenet, zillet, rezalet bizdekalmıştır.”
Avrupa’nın ge-
lişmişliği ve refahı
karşısında o da Ziya
Paşa ile aynı tespiti
yapmakta ve ben-
zer kaygılar içinde
kıvranmaktadır. Eş-
ref, hiciv geleneği-
mizin Nef’i’den son-
raki en güçlü hal-
kası olmuştur.
Nef’i’nin hicvi bi-
reysel kızgınlık ve
öfkelerinden besle-
nir ve yine kişilerle
sınırlı bir nitelik ta-
şırken Eşref, hicve
toplumsal bir içe-
rik kazandırmıştır.
Ne var ki Eşref hicvimizin sınırlarını ge-
nişletirken onu bir dünya görüşü ve ideo-
lojik içeriğe kavuşturmuş değildir. Nef’i’nin
alanını tarihsel şartlar doğrultusunda bi-
raz daha genişletmiş, iktidar erkini top-
yekûn hedef dairesine almıştır. Bir ideo-
lojik birikime dayanan, sağlam bir dünya
görüşünün kapsamı içinde kendisine ha-
reket alanı bulan bir hiciv için, kimseye
haksızlık etmek istemem ama, Can Yücel’i
beklememiz gerekecektir.
Eşref’in hicivci söylemi kaside, gazel,
hatta şarkı nazım biçimlerinde yazdığı bü-
tün şiirlerinde bulunmakla birlikte asıl
kimliğine kıtalarında kavuşmuştur:
“Getirme yâde namusu refah-ı hal lazımsaHamiyyetten uzak dur nokta-i ikbal la-zımsaCebin ol, feyz alırsın şöyle kim hatta ka-rından korkSerasker işte meydanda eğer emsal lazım-sa”
***
“Sen komisyonda bir azasın köpek çokhavlama,Bir …ğı kıllı belki çanına ot tıkar.Şol kadar azaya maliktir ki bu abd-i ha-kir,Bir tekinden sen gibi dünyaya bin aza çı-kar!”
***“Düşme davaya uyuş, asla güvenme hak-kına,Şimdiki hâkimlerin izhar-ı hak menfuru-dur!Eyleme hükkamdan hükkama arz-i işti-ka,Bu meseldir: İt itin her yerde mirahuru-dur!.”
***
Olmadık gitti bu âlemde beladan hâli,Bizce yok mu acaba kurtuluşun imkânı?Eskiden korkar idik nerde hafiye görsek,Korkutur milleti şimdi gazete erkanı…”
***“Zat-ı eşref olana rütbe şerâfet vermez,Karşısında güneşin çünkü dayanmaz jale.Arızi öyle ne rütbe, ne nişanım olsun,Çıkayım alnı açık âlem-i istikbâle”.
HECCAVLIK BA�A BELADIRSözün zekâ ile bilenen gücünün etki-
li bir hamle ile iletilmesi bakımından ol-
duğu kadar akıllarda yer etmesi ve kalıcılık
kazanması açısından da kıta nazım biçimi
hiciv için biçilmiş bir kaftandır. Demektir
ki Eşref’in biçim seçimi özüne uygun ve o
oranda isabetlidir. Eşref’in hicvinin ateş-
leyici gücü kendisini ve toplumu kuşatmış
olan istibdat rejimi, dönemin yönetimin-
den kaynaklanan türlü düzenbazlıklar,
kayırmalar, kanun dışı uygulamalar ve bü-
tün bunların sonucu vatanın düştüğü hal
iken bir diğer besleyici kaynağı da cesareti
ve dobralığıyla bütün bu durumlara kar-
şı durmasıdır. Heccavlığının başına sardığı
belalar yeni bir hicvin konusu oluşturmuş
ve Eşref’in baş eğmeyen kişiliğinin üretim
kaynağı hâline gelmiştir:
“Çektiğim cevr-ü cefanın sebebinden sor-ma,Deme kim: -Badıhava menkabe dellalıbudur!Habs ile, nefy ile, işkence ile ömrü geçerIşte Türkiyye’de şair olanın hâli budur.”
1902 yılında evinde sakıncalı evrak bu-
lundurması ve politik amaçlarla cinayet-
le suçlanmıştır Eşref. Bir yıl sonra ise ak-
lanmıştır. Ne var ki bir yıl tutuklu kalmıştır
ve bu tutukluluk onun hayatında uğradı-
ğı tek haksızlık değildir.
Eşref 1904’te Mısır’a kaçtı. 1905 ve
1906 yıllarını Paris, İsviçre ve Kıbrıs’ta bir
kaçak, bir sürgün olarak geçirdi. Tekrar
Mısır’a döndü. II. Meşrutiyet’in ilanına dek
orada kaldı ve Hürriyet Devrimi’yle bir-
likte yurda döndü. Eşref’in arkadaşı şair
Hüseyin Rifat onun Mısır’dan dönüşünü
bakın nasıl anlatıyor:
“İzmir’e dönen şair, hürriyetin verdi-
ği ilk sarhoşlukla öyle sermest olmuştu ki
kendisini azap çekmiş bir düşkün değil,
daha on sene gençleşmiş gördüm; mahut
bastonunu sallayarak ve dayanarak ve
ayaklarını yerlere sert vurarak öyle bir yü-
rüyüşü vardı ki hâlâ gözlerimin önünden
gitmez.” (age,s.11)
Ayrıca Eşref, memuriyete başladığı
1870 ve tutuklandığı 1902 yılları arasında
Fatsa, Çapakçur, Hezan, Ünye, Tirebolu,
Garzan, Garbi Karaağaç, Buldan, Kula ve
Gördes kaymakamlıklarına atanarak bir
nevi sürgün hayatı yaşatılmış bir şairi-
mizdir. Dönemimin şairlerinden Hüseyin
Reşat’ın Eşref’le ilgili sözleri, onun şah-
sında Türkiye aydın gerçekliğimizin dra-
matik bir ifadesidir:
“Bu müstesna zekâlı şair, tok sözlülü-
ğü, Abdülhamid’i, İkinci Meşrutiyet’i İt-
tihad ve Terakki’yi amansızca hicvetme-
si yüzünden hayatını menfalarda geçirmiş,
içkiye fazla düşkünlüğünden vücudunu ha-
rap etmiş ve tutulduğu verem hastalığın-
dan kurtulamayarak 22 Mayıs 1912’de
Kırkağaç’ta Bahçıvan pazarındaki evinde
ölmüştür.” (age, s.17-18.)
Bize kalan ruhunu şad etmek oluyor.
Ölümünün 101. yılında onu minnetle anı-
yoruz.
Hicvi toplumsallaştıranşairimiz: Eşref
E�ref hicvimizin s�n�rlar�n� geni�letirken onu bir dünya görü�ü ve ideolojik içeri�e kavu�turmu�de�ildir. Nef’i’nin alan�n� tarihsel �artlar do�rultusunda biraz daha geni�letmi�, iktidar erkini
topyekûn hedef dairesine alm��t�r
CAFER [email protected]
�air E�ref
24 MAYIS 2013 CUMA22 Aydınlık KİTAP
BULMACA
ALINTI-TEST
SOLDAN SA�A1. Resimdeki yazar2. Helyum’un simgesi - �lgi eki -
Yol - S�rça3. Lübnan’�n plakas� -
“... Derek” (aktris) - Milattan önce (k�sa) - Dolayl� anlat�m - Bir gayret ünlemi
4. Kal�n, tok ve gür erkek sesi -Toplama, bir araya getirme - Bir geçmi� zaman eki
5. Yunan mitolojisinde “kavgatanr�ças�” - Kesintisiz para - Bir suyun ç�kt���, do�du�u yer,
kaynak, p�nar6. Aktinyum’un simgesi - Fikir,
dü�ünce - Anlay��, anlamayetene�i - M�s�r’�n plakas�
7. Katar’�n ba�kenti - Bir seslenme sözü - Yabanc�
8. Eski bir Hindu tap�na�� tipi -Yörünge
9. Bin kilograml�k bir a��rl�k ölçüsübirimi - Sodyum’un simgesi -Üzerinde aç�lan yuvalara alt�n,gümü�, sedef gibi süs maddelerikak�l�p oturtularak yap�lm�� olan
10. Ba���lama, mazur görme - Yeni,
taze - Dam�zl�k erkek koyun -�lkel benlik
11. Japonya’n�n eski ad� - �� b�rakmaeylemi - Bal yapan böcek
12. Sümerler’de su tanr�s� -Niyobyum’un simgesi - Benzer, örnek
13. Ucuna i�ne tak�l� naylontellerden veya at kuyru�uk�l�ndan yap�lm�� bal�k tutmaarac� - Cet - Rüzgarlar�n y��d��� kum tepesi
14. Yünden dövülerek yap�lan kabave kal�n kuma� - Üzerinde söz
söylenen, yaz� yaz�lan veya esermeydana getirilen dü�ünce, olayveya durum, mevzu - Bir nota -“... Güler” (foto�rafç�)
15. Resimdeki yazarr�n bir eseri - Anahtar
YUKARIDAN A�A�IYA1. Aç�k sar� donlu at - �ah �smail’in
�iirlerinde kulland��� mahlas - Bir haber ajans�
2. Antalya’da bir plaj - Evlerde odakap�lar�n�n aç�ld��� geni� hol -Kimononun üstüne tak�lan,biçimi ve boyutu cinsiyete, ya�a,mevkiye ve bölgeye görede�i�en, bir dü�ümle birle�tirilengeni� ipek ku�ak
3. Bir ac� ünlemi - Ki�iyi kendidavran��lar� hakk�nda bir yarg�dabulunmaya iten, ki�inin kendiahlak de�erleri üzerine dolays�z vekendili�inden yarg�lama yapmas�n�sa�layan güç - �eker üretiminde,billurla�an �eker al�nd�ktan sonrakalan �ekerli posa
4. Görsel olarak haz�rlananbulmacalara verilen ad - Bir say� - Hz.Muhammed’i övmek amac�yla yaz�lan kaside
5. Ate� - H�yanet, hainlik - Bir Afrika a�ac�
6. �lave - Devrinin sanat anlay���
içerisinde güzel bir eser meydanagetirmek - Büyük Britanya’daakarsu - Ordu (k�sa)
7. ��lemelerde kullan�lan, gümü�görünümünde parlak s�rma ya da metal tel iplik - Bir nota -Han�m, han�mefendi
8. Çocuk dilinde “umac�” - Baz� ku�lar�n tepelerinde bulunan uzunca tüy, sorguç
9. Tümör - Hitit - Satürn gezegeninin be�inci uydusu
10. Ayakta duran, var olan - Birkimseyi kötüleme, yerme, yergi -Kötü, fena - Manganez’in simgesi
11. Fizikte direnç birimi - Otuz yediya��nda intihar eden, “LeninDestan�” adl� eserin sahibidevrimci Rus �air
12. Stanislaw Lem’in bir eseri -Hristiyanl�k’�n sembolü, salip,istavroz - Alt�n’�n simgesi
13. Skandiyum’un simgesi - Belli biranlam� olan iz, i�aret - Kudret,iktidar - Bir elektrik ak�m�n� al�p,ba�ka bir kuvvete çeviren cihaz,al�c�, ahize, reseptör
14. Kimi zaman - Mavi kantaron - S�n�r ni�an�
15. Hammaddeyi i�leyerek yap�lan üretim - Resimdekiyazar�n bir eseri
Dünyanın değişebilmesi için önce insanların değiş-mesi gerekir. Herkes birbirinin gerçek kardeşi olma-
dığı sürece insanların kardeşliğinden söz edilemez.Kişioğlunun yaratılışı, hakkına razı olmaya bırakmaz onuhiçbir zaman. Bu yüzden herkes kendine verileni az buluphomurdanacaktır her zaman. Başkalarını çekemeyecek,onları yok etmeye çalışacaktır. Bunun ne zaman gerçekle-şeceğini soruyorsunuz. Gerçekleşecek ama önce kişioğlu-nun yalnızlaşma çağının sona ermesi gerekmektedir.
1 Uzan bir geçmişten geriye hiçbir şey kalmadı-ğında, insanlar öldükten, nesneler yok olduktan
sonra, bir tek, onlardan daha kırılgan, ama dahauzun ömürlü, daha maddeden yoksun, daha sürekli,daha sadık olan koku ve tat, daha çok uzun bir süre,ruhlar gibi, diğer her şeyin yıkıntısı üzerinde hatırla-maya, beklemeye, ummaya, neredeyse elle tutula-mayan damlacıklarının üstünde, bükülmeden,hatıranın devasa yapısını taşımaya devam ederler.
2 Tepemizde yeteri kadar kuş toplandığına inanırsa,Lekh, bir işaretle tutsağı koyvermemi isterdi. Bulut-
ların üstündeki küçük ebemkuşağı, mutlu ve özgür,yükselip kardeşlerinin gürültücü sürüsüne katılırdı. Diğer-leri bir süre şaşkın bakarken benzerini görmedikleri kuş,boşu boşuna kendilerinden biri olduğuna onları inandır-maya çalışırdı. Parlak renklerin iyice şaşırttığı kuşlar onukuşkuyla inceler, sonra birbiri ardından saldırıp boyalı tüy-lerini gagalayıp yolmaya koyulurlardı.
3
a)
b)
c)
d)
e)
Muhteşem Gatsby - F. Scott Fitzgerald
Karamazov Kardeşler – Dostoyevski
Hüzünlü Dönenceler - Claude Lévi-Strauss
Kalpazanlar - André Gide
Günaydın Hüzün - Françoise Sagan
a)
b)
c)
d)
e)
Sirte Kıyısı - Julien Gracq
Lord Jim - Joseph Conrad
Çingene Romansları - Federico García Lorca
Kayıp Zamanın İzinde - Marcel Proust
Roger Ackroyd Cinayeti - Agatha Christie
a)
b)
c)
d)
e)
Yanardağın Altında - Malcolm Lowry
Değişme - Michel Butor
Boyalı Kuş – Kosinski
Geceyarısı Çocukları - Salman Rüşdi
Büyük Uyku - Raymond Chandler
Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(b) 2-(d) 3-(c)
GE
ÇE
N H
AFTA
NIN
ÇÖ
ZÜ
MÜ
Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?