Upload
others
View
1
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
@ DİYANET İŞLERİ·BAŞKANLIGI YAYlNLARI ~ if
1'LER\ ,,_.. •
•• • • TURKIYE'NIN
' • t\Jt ••••
AVRUPA BIRLIGI'NE GIRIŞININ •
DINBOYUTU
(SEMPOZYUM) 17 - 19 Eylül 2001
DÜZENLEYEN DİYANET İŞLERi BAŞKANLIGI İŞBİRLİGİ
İLE ÇANAKKALE ONSEKiZ MART ÜNİVERSİTESİ
iLAHiYAT FAKÜLTESi
ANKARA- 2003
> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
KÜRESELLEŞME, AVRUPA BiRLiGi, TÜRKiYE VE DiN EGiTiMi
Yrd. Doç. Dr. Şakir GÖZÜTOK*
A· BiRLiK FiKRiNiN DÜŞÜNSEL ARKAPLANI
1-Tarihten Günümüze insanın Birliği Fikri
Tarihin solgun yapraklarını insanların hayal dünyası renkle(ldirmektedir. Hiç bir zaman elinde olan ile yetinmeyen insanoğlu, daima ilerisini, yüksağini ve ''fazlası"nı istemiştir. Bu istek insanı maceradan macaraya sürüklemekle kalmamış, içinde yaşadığ ı coğrafyaya şekil ve oluşturduğu tarihe yön vermesini sağlamıştır. Kimi zaman hakimiyet duygusunun dürtüsüyle atını mahmuzlayan kralların gözünün iliştiği her mekana kendini kabul ettirme fikri, zoraki bir birliği oluşturmuş, ki-
' mi zaman da inançları uğruna "fetih"i gerçekleştirmek için bütün insanların bir elin pençesinde şekillenmesi için çaba gösterilmiştir. Ama her halükarda tarihin ışık tuttuğu ilk dönemlerden günümüze kadar birlik fikri insanoğlunun zihnini sürekli meşgul edegelmiştir.
Kant, tarihin bir amaca, insanın potansiyelleri içinde zaten mevcut olan ve bütün tarihe bir anlam kazandıran bir son hedefe sahip olduğuna inan ıyordu. Bu nihai amaç insan özgürlüğünün gerçekleşmesiydi. Çünkü Kant, "içinde özgürlüğün dış yasalarla azami ölçüde karşı konulamaz bir kuwetle bağlanmış bir şekilde bulunacağı bir toplum, yani tam adil bir sivil anayasa, doğanın insanlığa verdiği en yüksek görevdir" diyordu. Bu amaca ulaşılmasını ve bütün dünyada yayılmasını tarihsel ilerlemenin bir ölçütü olarak da kabul ediyordu .1
Kant'ın ifadesiyle özgürlük peşinde koşan insanoğlunun, bütün insanların bağlı olduğu bir yasayı gerçek kılma çabalarının hiç eksik olmadığı görülmektedir. Böyle bir girişimi Xerxes, Pers imparatorluğu adına gerçekleştirmek için kolları sıvamıştı. Ne var ki, Yunanlılara yenilmesi (M.Ö.480-479} onun "dünya birliği" rüyasının erken bitmesine sebep oldu. Perstilerin bu korkunç saldırılarını püskürten Yunanlı ların, u luslararası siyasal bir düzen için yaptıkları atılım (M.Ö. 478 yı lı nda) Atina ve dostları tarafından Atina liderliğinde Delian Birliği'ni kurmak oldu. Delian Birliği'nin Persli bir modelden esinlenerek kurulmasını oldukça şaşırtıcı bulan Arnold Toynbee, M.Ö. 431 yılından 31 yılına kadar yaklaşık dört yüz yıl süren Greko-Romen medeniyetinin gerilemesini, Greko-Romen toplumunun kendi elleriyle kendilerini yaralaması olarak nitelendirir.2
• Yüzüncü Yıl Üniversitesi, ilahiyat Fakültesi, Din Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi 1 Francis Fukuyama, Tarihin Sonu ve son Insan, Çev: Zülfü Dicleli, Gün Yay., 2. Bsk., istanbul, 1999,
s. 70. 2 Arnold Toynbee, Medeniyet Yargiianıyor, Terc: Ufuk Uyan, Ağaç Yay., istanbul, 1991, s. 54, 55.
89
> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
Gerçekten de Atina'dan yola çıkarak Afganistan'a kadar giden ve her gittiği yeri hakimiyet bölgesi ilan eden Büyük iskender'in girişimi, bir dünya düzeni kurma girişimidir. Roma imparatorluğu da benzer bir dünya düzeni kurma teşebbüsünde bulunmuştu. Roma bunu "Pax Romana" yani Roma barışı olarak ifade ediyordu. Bir başka ifade ile bu, Roma'nın istikrar ve barış içinde hakimiyeti demekti.3 Arnold Toynbee'nin "Greko-Romen toplumunun kendi elleriyle kendilerini yaralaması" nitelemesi boŞuna değildir, zira gerçekten bu barış çok geç katınmış bir barıştı. Üstelik Roma'nın yaralı olduğu bir döneme denk gelmiş ve uzun ömürlü olamamıştı. Ama şu hakikati hiç bir zaman göz ardı edemeyiz: Greko-Romen tarihi, baştan sona incelendiğinde "birlik" temasının egemenliği kendiliğinden sezilmektedir.4
Dünya birliğini oluşturma çabalarından bir diğeri de Çiniilere aittir. Milattan önce üçüncü yüzyılda Çin hükümdan Ts'nln She Hwangti'nin "savaşçı devletler''i haritadan silmeye yönelik gayretlerinden uzun bir zaman sonra imparator Ch'ien Lung (M.S. 1735-95) tarafından gerçekleşen teşebbüs dikkat çekicidir. Çinliler için yeryüzünde yaşadıkları yer, "göğün altındaki her yer" idi ve imparatorlukları bir "Orta Krallık" idi. Ch'ien Lung, Avrasya steplerindeki "vahşi göçmenleri" kendisine boyun eğdirip, Toynbee'nin deyimiyle, üç bin yıldır insanlığın tarihinde yer alan "çöl" ile "tarla" arasındaki düelloya son vererek bunu gerçekleştirmek istemiştir. s
Çinliler, tarihin, yanı başlarında ikamete mecbur ettiği komşuları Türkler tarafından engellenmelerinden dolayı, teşebbüslerinde uzun süreli bir başarı gösteremediler. Çünkü, Türklerin de tarihin sahnesinde kendilerine ayrılmış bir yerleri olduğuna dair güçlü bir inançları vardı. Türkler, dekorlarının insan kanıyla renklendiği bu tarih sahnesine ilk çıkışlarından başlayarak, dünyanın dönmekten usandığı güne kadar asla vazgeçemeyecekleri bir görevleri olduğuna inanıyorlardı: ''Türk Cihan Hakimiyeti Mefk0resi."6 Türk Cihan Hakimiyeti MefkOresi fikri, zamanla muhtevasından bir şey kaybetmeden yeni anlamlar kazanarak günümüze kadar her Türkün vicdanını beslerneyi başarmıştır. ilk zamanlar bu mefkOre, erişilmez bir ülkü olan "Kızıl Elma"dır. Bu dünyaya sahip olma ve ona yön verme arzusu, islam ile müşerref olduktan sonra "Nizam-ı Alem" olarak ifadesini bulacaktır. Nizam-ı Alem, dünyaya Türklerin önderliğinde, adalet ve insani duygulara uygun birlik ve düzen getirme anlayışının adıdır. Bunun için Osmanlı hakaniarına "Padişah-ı Cihan" yani dünyaya hükmeden padişah unvanı verilirdi. Bu anlayışın kökleri tarihin derinliklerinden beslenir, zira Kaşgarlı Mahmud'a göre, Alp Er Tunga da bir "ajun beği"dir, yani cihan padişahı. Bütün tarih boyunca dünyanın tamamı, Türk hakanının düzeninin içinde yer almasa da nizam-ı alemin sembolü olan padişahın birlik fikrinin ilgi alanındadır.7
3 Ali Bulaç, Avrupa Birliği ve Türkiye, Zaman Yay., istanbul, 2001, s.206. 4 Toynbee, a.g.e., s. 9; Bulaç, a.g.e., s. 206. 5 Toynbee, a.g.e., s. 64. 6 Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti MefkOresi Tarihi, Nakışlar Yay., 2. Ssk., istanbul, 1978, c.l-11. 7 Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, Ötüken Yay., istanbul, 1983, c.8, s. 377.
90
)> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
insanların düşünü süsleyen birlik fikr•. ne hazindir ki, bütün tarih boyunca kanlı savaşların gölgesinde şekiilendirilmek zorunda kalınmıştır. Tarihin derinliklerinden sürüp gelen savaşların meşru olmadığını haykıran bir tek cesur sese, maalesef şahit olamıyoruz. Savaşın meşruiyetinin kaldırılmasına esas olan engel, barışın gerçekleşebilme ihtimali hususundaki güven eksikliğidir. Bu konuda~i motivasyon, anlayış, değer ve davranışların temelinde, "dünya özünde kıtlıklarla doludur" veya "diğer ırk ve renklerin mensupları yabancıdır" tOründ~n bilinçdışı inançlarla ilgilidir.8 Bu inançlara tarih boyunca "bu dinden olmayan bizden değildir" anlayışı da arkadaşlık edince, dünya daimi bir kargaşanın anaforuna girmiştir. : ·
Şunu da hemen belirtmek gerekir ki, dinler, "çatışma ve gerilim kültürü"nü insanlığa miras bırakmışlarsa da, pek çok güzel şeyin yanı sıra önemli bir ölçüde birlik fikrinin yeniden tesisine de hizmet etmişlerdir. s Bu arada islam dininin "birlik" fikrine katkısını görmezden gelemeyiz. Bütün insanların Allah'ın huzurunda "bir tarağın dişleri" gibi eşit olduğu esasından hareket eden islam, insanlığın yararına olan her türlü çabayı desteklemektedir. Arnold Toynbee, medeniyetlerin yapısını inceleyen eserinde bu konuda şunları ifade etmekten kendisini alamaz: "Kahireli bilim adamı, Batının hala anlayamadığı işin özünü kavramıştı: "Eğer peygamberliğim olursa ve bütün sırları ve her ilmi bilirsem ve eğer dağları nakledecek kadar bütün bir imanım olur da, sevgim olmazsa bir hiçim."10 islam, sevgiyi temel alan bir birlik oluşturmayı gaye edinir. Özellikle diğer kutsal kitap sahibi (ehl-i kitap) din mensupları na birlik çağrısı Kur'an'da yankılanıp durmaktadır.11 Bu sesienişin olumlu bir cevap bulduğunu söylemek henüz erken. Ama Toynbee'nin de işaret ettiği gibi, islam zor bir görevi yerine getirmek için hala beklemektedir.12
Hıristiyan inancının ortaya attığı insanların Tanrı önünde eşit olduğu fikrinin anlamını yitirmesi için, insanlığın fazla beklernesi gerekmedi. Bir zamanlar kölelerin isyan çığlığı ve adalete susamış insanların haykırışı olan Hıristiyanlıkla birlikte, kilise de ezilenlerin adına konuşurdu. Maalesef Kilise, "sonra Sezarın emrine girdi. Yığınları uyuşturmak, ayaklanmaları önlemek, imtiyazları meşrulaştırmak için yalan söyletti Tanrıya. O cihanşOmül din, ortaçağda bir avuç derebeyinin fetvacısı"13 olup çıkmıştı. Piskopos Lewis'in ifadesiyle "bir beden iki kutsal figür arasında pay-
8 Willis Harman, KOresel Zihniyet Değişimi DiişOnme Tarzmda Yeni Çağ Devrimi, Terc: Muhammed Şeviker, iz Yay., Istanbul, 2000, s.175.
9 Mehmet Aydın, "TOrk Tecrübesi lşığmda Barış ve 'Din Problemi'~ Dünya islamiyel ve Demokrasi Sempozyumu, Haz: Konrad Adenauer Vakfı, (28-30 Ekim 1996-lstanbul), Editör: Yahya Sezai Tezel, Wulf Schonbohm, s. 117.
10 Toynbee, a.g.e., s. 77. . 11 "De ki: Ey ehl-i kilapi Sizinle bizim aramızda anlamı eşit bir kelimeye geliniz: Allah'tan başkasına
tapmayalım; O'na hiç bir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse işte o zaman, "Bizim Müslüman olduğumuza şahitler olun• deyiniz." 'Al-i lmran, 3/64.
12 Toynbee, a.g.e., s.79. 13 Cemil Meriç, Mağaradakiler, Ötüken Yay., Istanbul, 1978, s.30.
91
> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
laşılmıştı: Bunlardan biri kral, diğeri ise papazdı."14 insanların, bu derece horlanması ve kişiliksiz bırakılması, gelecekte bir "kişilik/şahsiyet" arayışının başlayacağının işaretlerini taşıyordu. Bunun için de fazla beklemek gerekmedi.
2- Modernite: Din Dışı Tecrübenin Acı Sonuçları
Hıristiy~nlığın barışa, değişime karşı direnişi ve bağnazlığa kayışı karşısında insanı merkeze alan "hümanist" anlayış, batı kültürünün hamurunda yoğrulmaya başlandı. Bu anlayışın, insana yaptığı vurgu çok belirgindir. Böylece Rönesans ile birlikte geleneksel otoritenin yerini ferdiyetçiliği esas alan liberal bir yaklaşım almaya başlamıştır.15 Rönesans ile birlikte yanmaya başlayan liberalizm ve ferdiyelçilik meşalesi, yüzyılları aydınlatacak bir ışıktı ve üç sütun üzerinde yükseliyordu: Hürriyet, akıl ve fert. Artık yıkılan dağmaların yerine yeni bir "kutsal" ikame edilebilirdi: Bilim. Bilimin yardımıyla yeniden şekillenen zihin kalıpları, spekülatif zihne karşı duyulara ve görünmeyene karşılık görünen dünyaya inanmanın çağrısıydı. Böylesi kabulleri temel alan ve prestiji giderek artan bilimsel dünya görüşü, geçmişte tali bir sonuç olarak insan nevinin manevi, estetik ve sevgiye dayalı yaşantılarını kapı dışarı etmeye ve bu nedenle de sübjektif yaşantıianna dayanan değer sistemlerini de itibardan düşürmeye muvaffak oldu.16
Bundan böyle insanlar semavi mesajlar ile değil, dünyadan devşirdikleri bilgilerle hayatıarına yön vereceklerdi. Sekülarizasyon olarak da ifade edilen bu anlayış, hayatın sadece siyasi ve sosyal alanlarını değil, aynı zamanda kültürel yönlerini de kuşatmaya çalıştı. Zira bu anlayış, "sembollerin ve kültürel bütünlüğün din tarafından belirlenmesinin sona ermesi"ni; kültür ve toplumun "dini denetimin ve kapalı metafiziksel dünya görüşlerinin vesayetinden kurtulması"nı geri dönüşü olmayan bir. tarihi süreç olarak kabul etmektedir. Özgürleştirici bir gelişme olarak kabul edilen sekülarizasyonun nihai meyveleri, "tabiatın tılsımının bozulması", "siyasetin kutsallıktan soyulması" ve "değerlerin kutsallıktan arındırılması"dır.17
Bu süreçler neticesinde insanlık, kendisini dini ve yarı dini anlayışlardan azade kılarak dünyanın ellerinde olduğunu ve bundan böyle eylemlerinden dolayı talihini ya da ceza tanrıçalarını suçlayamayacağını keşfederek, bakışlarını öteki dünyalardan bu dünyaya ve bu zamana çevireceği düşünülmekteydi.18 Geleneksel dinlerin modern insanın ihtiyaçlarını karşılayamayacağı da, bu düşünceleri süsleyen başka bir fanteziydi. Dinde cevabı aranan veya tatmini istenen ihtiyaçlar o kadar ev-
14 Christopher Dawson, The Making of EuropeAn Introduction to The History Of European Unity, The World Publishing Company, New York, 1968, p. 222
15 Kemal Ay1aç, Avrupa Eğitim Tarihi, M.Ü. ilahiyat Fakültesi. Yay., istanbul, 1992, s. 100. 16 Harman, a.g.e., s.40; 47. 17 Nakib el-Atlas, •islami Dünya Görüşü: Genel Bir Çerçeve·. islam ve Modernizim, istanbul Büyükşe·
hir Belediyesi Kültür işleri Daire Bşk.lığı Yay., istanbul, 1997, s. 31. 18 Atlas, a.g.m., s. 31.
92
> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
renseldir ki, bu ihtiyaçları değil, belki onları tatmin şekli değiştirilebilirdi.19 Nitekim Auguste Comte, bu dinlerin yerine rasyonalist bir din kurmak istemiş ve "Pozitivizmin ilmihali"ni bile yazmıştı.20
insanlık artık "bilimsel" zamanın hayal dünyasında "modernliğin" düşlerini kurabilirdi. insanlığın bu düşü de öncekiler gibi kısa sürelidir; beklendiği gi~i modernitenin eskimesi de uzun sürmemiştir. Modernizm, sekülerizm ve liberalizmden ilham alan hümanist anlayışların, "bireysel özgürlük" adına toplumda kürtaj, pornografi, eşcinsellik ve ailenin yı kılması şeklinde ahlaki bir tahribata yol açtığına dair yapılan suçlamalar ile karşı karşıya kalmakta gecikmedi.21 Sosyal al~nda açılan yaralar insanı dehşete düşürecek boyutlara ulaşıyordu.
Topluluk yaşamının çöküşü Amerika Birleşik Devletlerinde ailede başlaması ve ailenin son iki kuşak içinde sürekli bölünüp parçalanması ile, ayrıca belli bir yere bağlı olmanın bir çok Amerikalının gözünde bir önemi kalmadı ve aile çevresi dışında bir topluluk imkanı bulmak da hemen hemen imkansız görüldü.22 Birleşik Devletler nüfusu 1960'dan beri% 41 oranında artarken, boşanma nispeti% 300, evlenmemiş ebeveyn evlerinde yaşayan çocukların oranı % 300 civarında artmıştır.23 Bu da bireysellik adına Amerika toplumunun ödediği tuzlu bir fatura olmaktadır. Bu faturanın bedeli pek çok modern toplumda benzeri şekillerde ödenmektedir. Ayrıca modernizmin şekillendirdiği toplumlar, bununla da kalmamış, insanlığa renkli bir hayat yerine, insanların kitlesel ölümünü müjdeleyen ciddi iki dünya savaşını hediye etmiştir.24
Modern toplumun kişiliksizleştirici veçhelerine bir tepki olarak, endüstrileşmiş toplumlarda sık sık psikoterapistler ve hafta sonu workshopları yoluyla, fakat sadece bir ''wanderjahr" biçiminde yaygın kişisel kimlik arayışı zuhur etmiştir. Bu eğilimin sapmış bir hali 1970'1erde "Ben Nesli" biçiminde ortaya çıkmıştır.25 C. S. Le-
19 Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, Ötüken Yay., 7. Bsk., Istanbul, 1989, s. 171. 20 Auguste Comte, Pozitivizm ilmiha/i, Çev: Peyami Errnan, M.E.B. Yay., istanbul, 1952. 21 Erdoğan, a.g.m., s. 181. Bugün gelişmiş toplumlarda ve özellikle Amerika'da modern teknolojinin
toplumda ciddi tahribatlar yaptığı açık şiddeti ve pornografiyi teşvik ettiği gözlenmektedir. F. Scott Andison, laboratuar deneyimi, saha deneyimi ve saha araştırması olarak üç ayrı kategoriden bugü· ne kadar yapılmış toplam 67 araştırmanın sonuçlarının dök€lmüne dayanan değerlendirmesinde, "bu araştırmalardan çıkan sonuca göre TV'deki şiddet gösteriminin bir saldırganlık uyarısı (stimulus) olduğu gösterirndaki şiddetin bir model olarak hayatta şiddet davranışlarında bulunmayı kolaylaştıncı bir işlevi gördüğünü" tespit etmektedir. Ünsal Oskay, XIX. Yüzyıldan Günümüze Kitle Iletişim/n Kültürel işlevleri Kuramsal Bir Yaklaşım, Der Yay., istanbul, 1993, s. 379.
22 Fukuyama, a.g.e., s. 243. 23 Kishore Mahbubanı, •inhitatm Tehlikeleri: Diğerlerinin Batı'ya Öğrettiklerr, Samuel P. Huntington,
Medeniyetler Çatışması, Der: Murat Yılmaz, Vadi Yay., 3. Bsk., Ankara, 2000, s. 67. 24 Güngör, a.g.e., s.171; Roger Garaudy'e göre, Dünya savaşları diye adlandırılan bu iki savaş, kesin
likle "Dünya Savaşı" değildi; yalnızca Avrupalıların çatışmasıydı. ilkinde ingiltere ve Fransa, kendi ordularına sömürgelerinin veya "dominyon"larının "renkli birlikleri"ni dahil etmişlerdi. Ikinci savaşta ise, Avrupalıların kendi aralarındaki çatışmalarda "müttefikler", kendilerine bağlı hakları dahil etmişlerdir. Bkz: Roger Garaudy, ÇöküşiJn Öncüsü ABD, Nehir Yay., Istanbul, 1997, s. 13-14.
25 Harman, a.g.e., s. 138.
93
> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
wis'in sözleriyle, modern toplumlar, "belkemiksiz insanlar" yani yalnızca arzu ve aklı tanıyan ve eski zamanlarda insan varlığının çekirdeğini oluşturan gurura ve öz değer duygularına sahip olmayan insan toplulukları haline gelmiştir. Lewis'e göre insanı insan yapan belkemiğidir, çünkü "aklıyla o yalnızca bir ruh, iştiyakıyla yalnızca bir hayvandır."26 insanın, insanlık onurunu yeniden keşfetmesi ve ona yeniden sahip olabilmesi için önünde fazla seçenek yok1ur. Kaybettiklerine hayıflanıyorsa, aleviemen bu pişmanlık duygusunu kaybettiklerini yeniden elde etmekle söndürebilir.
3- "Kutsalın Dönüşü" ve "insanın Anlam Arayışı"
Modern insanın, Frederik Nietzche'nin "Tanrı öldü" müjdesiyle yaşadığı sevinç uzun sürmedi. Çünkü modern insan, Tamıyı ve buyruklarıryı kamu alanının dışına ittiği ne ve "inanma"nın fert için var olan bir fantezi ve boş vakit eğlencesine dönüştüğüne inanmaya başladığı bir anda, yeniden dinin "berrak" çehresiyle yüz yüze gelmenin şaşkınlığını yaşamaktadır. Halbuki modern çağ, on sekizinci yüzyılın rasyonalizm ve on dokuzuncu yüzyılın pozitivizm ile geçen iki asırd~n sonra, yirminci asırda dinin hakimiyetinin tamamen bartaraf edileceğine tam da inanmışken, beklenmedik bu gelişmeler karşısındaki hayretini gizleyememektedir. Öyle ki din, adeta bütün haşmetiyle geri dönmüştür. Dinin günümüzde yeniden ''yükselişi" öylesine yaygınlık kazanmaya başlamıştır ki, Gilles Kepel bunu "Tanrının intikamı" olarak ifade etmektedir.27
Bunlarla birlikte "Kurtuluş ilahiyatçıları" da, dünyada dini anlayışın günlük hayatta yer aldığını görmenin mutluluğunu yaşayanlardandır. Peru'da Rahip Guttierez'in Kurtuluş ilahiyatı, Brezilya'da Rahip Leonarda Boff'un Kurtarıcı isa, Arjantin'de Enrico Dussel'in Tarih ve Kurtuluş ilahiyatı , Rahip Segundo'nun ilahiyatın Kurtuluşu adlı eserleri28, bu uyanışın birer projektörleridir. Amerikalılar arasında yapılan bir araştırmada toplumun % 61'i hayatlarında dine büyük önem verdiğini; 1978 yılında yapılan bir araştırmada Hz. isa'nın kutsallığına inanların oranın % 78 iken, 1987'de bunun % 84'e çıktığını ortaya koymuştur. Almanya'da yapılan
·bir araştırmada ise, "kilisesiz Hıristiyan olur mu?" sorusuna% 82 oranında evet cevabı verilmiştir (1992). Avrupalılardan en çok dindar görünen topluluklarından olan Polenyalıların % 95'i, en ilgisiz görünen isveçlilerin ise Tarirıya inanma oranı % 45'tir.29 Bu rakamlar, insanın ye3:ratıcı ile arasındaki bağı koparmadığını ve bilakis zamanla güçlendirdiğini gösteren matemati~sel ifadelerdir.
Bu gelişmelere islam dünyasındaki eş zamanlı canlanmalar katıldı. iran'da islami
26 Fukuyama, a.g.e., s. 194. 27 Gilles Kepel, Tanrmm intikamı, Çev: Selma Kırmızı, iletişim Yay., istanbul. 28 Garaudy, a.g.e., s. 194. 29 Zeki Aslantürk, "Yükselen Değerler Arasmda Din~ Din Eğitim Araştırmaları Dergisi, Yıl: 1999, Sayı:
6, s. 60.
94
»- Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
idealleri öne çıkaran büyük bir devrim gerçekleşmiştir. Fas'tan Endenozya'ya ve oradan Bosna'ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada Islami uyanış artan bir hızla sürmektedir. islamiyat bu tarihsel süreçte önemli rollere sahiptir. Moderniteye teslim olmadan, insanlara mesajlarını iletme şansını devam ettirmektedir. Ernest Gellner, IsIarniyet'in modernite karşısındaki bu direnişini "mucize" olarak nitelendirmektedir. 30
Oinin yeniden uyanışının temelinde, dinin insani varoluşun evrensel bir yanını teşkil ettiğine dair antrepolajik bir açıklaması olmakla beraber, bunun bizzat seküler dünya görüşüne sahip aydınların sandığı gibi akla aykırılığ ın bir Üfünü veya bazı "karanlık güçler'in bir oyunu olmayıp, alışa geldiğimiz düşünce kategorilerimiıle açıklayamayacağımız derin bir toplumsal gerçeğin işareti olduğu göz ardı edilmemelidir. Dini hareketlerin canlanmasının önemli bir nedeninin, paradoksal bir biçimde, sekülerleşme ve laik örgütlenmenin kendisi olduğu da rahatlıkla söylenebilir.31
Aslında insanlar, bu tür anlam, duygu ve inanç kaymaları ile bir dinden ayrılıp başka bir sisteme geçmiyorlar, bilakis bir dinden başka bir dine geçiyorlar. Zira din duygusu hiç bir zaman ölmüyor. Mevcut bir dinin yerine geçmek üzere ortaya atılan her sistem, yine bir "dini" sistem olmaktadır.32 Son zamanlarda görülen "dini uyanış" diye adlandırılan hareketler, insanların sahte dinlerden gerçek sandıklarına doğru kayışını göstermektedir.
B- ÇATlŞMASlZ BiR DÜNYA ARAYlŞI 1- Ebedi Barışın Enstrümanları: Demokrasi, insan Hakları, Laiklik, Temel
Özgürlükler Fransız devrimiyle birlikte kilisenin yolu devlet ile bir daha buluşmamak üzere
ayrılmış oldu. Burjuvanın gerçekleştirdiği ve tarihin akışının değiştiği bu devrimde, krallıklar ile kilisenin cenaze namazları birlikte kılındı. Bu tarihi gerçek şu özdeyişle ifade edildi: "Son kralı, son papanın bağırsakları ile bağladılar."33
Asıl hürriyet kavramının yeni bir anlama kavuşması J.J. Rousseau (1712-1778) sayesinde olmuştur. Ona göre, insan sıfatına bağlı ve sadece o sıfattan gelen bir hürriyet vardır. Yeni hukukun, yeni ahlakın, yani demokrasi hukuk ve ahlakının temeli bu hürriyet anlayışıdır. insanların hepsi eşittir, kimse başka bir kimseden ne daha üstün, ne de aşağı değildir. Bütün insanlarda konuşan vicdan aynıdır. içinden gelen sese kulak vermek, hissettiklerini söylemek, düşüncelerini dile getirmek her insanın hakkıdır, kimse bu iradeyi baskı altına alamaz.34 Rousseau'nun geliştirdiği hürriyet anlayışı Avrupa'da yeni bir oluşumun müjdecisiydi: Ferdiyetçilik.
30 Bulaç, a.g.e., s. 205. 31 Erdoğan, a.g.m., s. 183. 32 GOngör, a.g.e., s. 173. 33 Hasan Haneli, Muhammed Abid ei-Cabiri, "Laiklik ve Islam", Islami Araştırmalar Dergisi, c.S, sayı:
3-4, 1995, s. 160. 34 Jean Jacques Aousseau, The Social Contract, Tranlated by Maurice Cranton, Penguin Books, Aust
ralia, 1968, p. 49 and ccontinue.
95
::» Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
Ferdin öne çıkmasıyla birlikte, onun hakları da söz konusu edilmeye başlandı. insanın doğuştan elde ettiği "tabii hakları" vardı, bunlar hiç bir zaman görmezlikten gelinemezdi. Bu fikrin mayasını çalan düşünür John Locke'dur. O, "Of Civil Goverment" (1960) "Sivil Yönetim Hakkında" adlı eserinde, yaşamanın, hürriyetin ve mülk sahibi olmanın insanın tabii haklarından olduğunu söyler. Locke'un bu tabii haklar teorisi .• sonradan demokratik eşitliğin amentüsü olarak kabul görmüştür.35
Meşhur ingiliz filozof Thomas Hobbes (1588-1679), bugünkü anlamda çağdaş bir demokrat değildir belki, ama kararlı bir liberaldi ve felsefesi modern liberalizmin kaynağını oluşturur. Çünkü O, egemenliğ in meşruiyetinin , krallara Tanrı tarafından verilmiş haklar ya da egemenlerin doğal bir üstünlüğüne değil, "yönetilenlerin haklarına dayandığı" şeklindeki temel ilkeyi ilk geliştiren kişi olmuştur. Ama Hobbes'tan farklı olarak Locke, insanın yalnızca fiziksel varlık hakkına değil, aynı zamanda rahat ve potansiyel olarak müreffeh bir varlığa da hakkı olduğuna inanır. Sivil toplum, yalnızca toplumsal barışı değil, aynı zamanda "çalışanların ve akıllıların" hakkını da güvence altına almalı, özel mülkiyet kurumu aracı lığıyla herkese refah sağlamalıdır.36 insanların Batı lı anlamda hür olmaları demek, soylulara yani toplumdaki konumları ve mal varlıkları devlet içindeki görev ve yerlerine bağlı olmayan kimselere ait ayrıcalıkları, başkalarıyla paylaşır hale gelmeleri demektir.37
Demokratik ülkelerde eşitlik tutkusu her zaman özgürlük sevgisinden daha derin ve kalıcı olmuştur. Özgürlük demokrasi olmadan da vardı, ama eşitlik demokratik çağın özgül ve karakteristik özelliğidir; insanlar bu nedenle ona sıkı sıkıya sarılmaktadırlar.38 Sanayi toplumuna geçişin getirdiği yeni alanlar, yeni haklar ile dolduruluyordu. Zira insanın, bir "insan" olmak haysiyetiyle otoritenin müdahalesinin dışında kalan bir serbest alan ı olduğu ileri sürülmüş ve bu alana merkezi otorite iradesinin karışmasının engellenmesine çalışılmıştır. Burada dayanılan ve mutlak otoritenin önüne aşılmaz bir duvar gibi dikilen temel unsur, "insan hakları"dır.39
Liberal demokrasinin önemi, hem liberal ve hem de demokrasi geleneklerini içermesinden gelmektedir. Demokrasinin halk egemenliği ve çoğulculuğun iktidarını dayanak yapması, liberal gelenekten gelen çoğulculuk ve hukuk devleti ilkeleriyle dengeleniyor. Böylece liberal demokrasi, bireysel hak ve özgürlükleri koruyan bir sistem olarak hareket etme imkanını yakalamış bulunuyor.40 Modern toplum, günümüzdeki gelişimini modern toplumsal ilerlemenin fikir babası olan Machiavelli'e borçludur. Mechiavelli, politikanın klasik felsefenin ahlaki kısıtlamalarından kur-
35 Ali Fuat Başgil, Demokrasi Yolunda, Yağmur Yay., istanbul, 1961, s. 274. 36 Fukuyama, a.g.e., s. 161; 165. 37 Mehmet Ali Kılıçbay, Doğunun Devleti Batının Cumhuriyeti, Gece Yay., Ankara, 1992, s. 19. 38 Fukuyama, a.g.e., s. 291. 39 Bahri Savcı, Demokrasimiz Üzerine Düşünceler, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fak. Yay., 1983, s. 13. 40 E. Fuat Keyman, "Globalleşme ve Türkiye Radikal Demokrasi Olasılığı~ Küreselleşme Sivil Toplum
ve islam, Der: E. Fuat Keyman, A. Yaşar Sarıbay, Vadi Yay., Ankara, 1998, s. 46.
96
> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
tulması ve insanın kendi kaderini kendi-ellerine alması gerektiğini söylüyordu. Voltaire, Fransız ansiklopedistleri, iktisatçı Turgot ile arkadaşı ve biyografı Condercet gibi aydınlanma dönemi yazarları da ilerleme teorisinin gelişmesine katkıda bulundular. Condercet'in "insan Aklının ilerlemelerine Tarihsel Bir Bakış Taslağ ı ", on basamaklı bir evrensel tarihi içeriyordu. Burada ulaşılması gereken sonuncu basamak ise fırsat eşitliği, aklın özgürlüğü, demokrasi ve genel eğitim ile 15elirleniyordu.41
Günümüz insanı, bir zamanların hayal hanesine ait olan bu temennileri kısmen yaşamanın zevkini tatmaktadır. "Evrensel değerler" olarak ka~ul ve takdim edilmeye başlanan eşitlik, özgürlük, insan hakları ve demokrasinin temel unsurları, günümüzde birlik ve barışı sağlamanın en güvenilir enstrümanları olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Bu enstrümaniardan yükselen nağmelerin evrensel bir koro tarafından seslendirilmesi, "insanlık marşı"nın ölümsüzlüğüne işaret olacaktır.
. . 2- Birliğe Giden lik Adım : Avrupa Birliği Tarihte birlik fikrine yapılan atıflar ve bu düşünce uğruna atılan adımlar, çoğu
defa bekleneni verememiştir. Amerika Birleşik Devletleri'nin kurulması ile birlik fikrinin hayal sayılamayacağı görülmüş oldu. Bunun üzerine farklı bir kara parçasında ve de coğrafya bütün lüğü avantajının da yardımıyla yeni bir birliğin oluşturulabileceği fikri gelişti: Avrupa Birliği.
Avrupa birliği ile ilgili fikirterin ilk tohumlarını Dante ve Pierre Dubois atmışlardır. Dante 1310 yılında yazdığı "Moranchia" adlı eserinde, Avrupa'da savaşların önlenmesini, Roma'nın yeniden canlandırılarak tek bir yönetimin kurulmasıyla Avrupa birliğinin gerçekleşebileceği ni savunmuştur. Buna karşılık Dubois ise, Katolik Avrupa idarecilerinin ortak bir konsey kurmalarını ve aralarındaki bütün uyumsuzluklarda bu konseyin aracı olarak atanmasını teklif etmiştir. Dante'nin teklifi, Onun romantizminin bir etkisi olarak görülüp fazlaca kaale alınmazken, Dubois'in ise, Fransa'nın çıkarlarını ön plana çıkaracağı gerekçesiyle uygulanabilirlikten uzak görülmüştür.42
Tari h boyunca birbirleriyle rekabet içerisinde olan ve zaman zaman da amans ı z savaşlara tutuşan Avrupa ülkeleri. 1648 yılında Westfalya antiaşması imzalamışlar, bu antlaşma, Avrupa'da sürüp gelen din ve mezhep savaşiarına son verip Protestanlığa yasal bir zemin hazırlamanın yanında, iki önemli sonucu da beraberinde getirmiştir: Birincisi, Dünya, hammadde yataklarına ve değerli maddelere ihtiyacı olan Avrupa devletleri tarafından istila edilebilecek ve aralarında paylaşılacaktır. ikincisi ise, sömürgeci ülkeler, kendi aralarında paylaşlıkları sömürgelere göz dikmeyecek, birbirlerinin alanlarına müdahale etmeyeceklerdir.43
41 Fukuyama, a.g.e., s. 69. 42 Veysel Bozkurt, Avrupa Birliği ve Türkiye, Alfa Yay., istanbul, 1997, s. 44. 43 Bulaç, a.g.e., s. 186.
97
> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
Bu antlaşma ilk bakışta şimdiye kadar yapılanların bir benzeri gibi görünüyorsa da, doğurduğu sonuçlar açısından çok farklı olduğu ortadadır. Bu antlaşma ile ilk kez Avrupalılar tarafından "öteki"nin varlığı ve alanı belirlenmiş olmaktadır. Böylece çeşitli Avrupa ülkeleri ilk ciddi beraberlik ve uzlaşma adımlarını atmış oluyorlardı. Bu antlaşma ile başlayan büyünün bozulması fazla sürmeyecektir, zira Avrupa'da çok s~yıda örgütlenmiş güçlerin varlığı devam edip geliyordu.44 17. yüzyıl ortalarında Emeri Cruce'nin çoğunluk yöntemiyle kararların alındığı bir "devletler birliği" projesi de bu dönemde maya tutmayan olumlu düşüncelerden biridir. 18. yüzyılda J.J. Rousseau'nun sunduğu, Avrupa'nın birleştirilmesi için federal bir çözüm ile birlikte, Emmanuel Kant'ın uluslararası ilişkiler üzerine yazdığı yazıların45 daha sonra modern liberal enternasyon_alismin düşünsel temelini oluşturduğu ve bunun da Amerika Uluslar Birliği çabalarını esinlendirdi~i bilinmektedir.46 Bu çabaların bir adım sonrası ileride Birleşmiş Milletleri kurmakla neticelenmiştir. Napolyon'un, 1849 yılında Üçüncü Evrensel Barış Kongresinde, Amerika Birleşik Devletleri'nin bir benzeri olarak "Avrupa Birleşik Devletleri"nin kurulması teklifi47 de bu sahada fikir bazında atılmış adımlardan biri sayılmalıdır.
Avrupa kavramının kökleri ile ilgili çeşitli tartışmalarla karşılaşmak mümkündür. Bu kavramın eski Yunan mitolojilerine kadar uzandığı ifade edilse bile, Avrupa'ya ait olma duygusu daha çok modern zamanlarda ortaya çıkmıştır.48 Avrupa birliği yolundaki en etkili tekliflerden birisi ünlü Fransız devlet adamı Jean Mennet'in "Avrupa Kömür Çelik Topluluğu"dur. Bu teklif dönemin Fransa Dış işleri Bakanı olan Robert Schuman tarafından "Schuman Planı" adı altında Fransa ile birlikte Almanya, italya, Belçika Hollanda ve Lüksemburg'un katılımıyla gerçekleştirilmiştir.
Avrupa Birliğine giden önemli adımlar, Birinci Dünya Savaşı sonrasında kelimenin tam anlamıyla Avrupa ülkeleri açısından kriz dönemi olarak ifade edilen bir sürecin hemen ardından patlak veren ikinci Dünya Savaşı'nın akabinde atılmıştır. Bu savaştan sonra Avrupa "geleneksel güç dengesi" merkezi olma konumunu kaybetmiş ve Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte yanı başlarındaki coğrafyada güçlenen Sovyetler Birliği iki "süper güç" olarak dünya sahnesini. paylaşmışlardı. Bu durum, Avrupa'da barış ve güvenliği sağlayacak birleşmeleri gerekli kılıyordu. ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra önemini gittikçe kaybeden ulusçuluk anlayışı, böyle bir birleşmenin ortaya çıkmasını kolaylaştırıyordu.49
Bilindiği gibi Avrupa Birliği, yukarıda da kısmen değinilen ve uzun bir tarih sü-
44 İbrahim S. Canbolat, Uluslarüstü Sistem Avrupa Birliği, Alfa Yay., 2. Bsk., istanbul, s. 45. 45 Bunlar: "Edebi Barış Üzerine ilk Nihai Makale", "Dünya Yurttaşiiğı Açısından Genel Bir Tarih Fikri"
ve "ikinci Nihai Makale"dir. · 46 Fukuyama, a.g.e., s. 280. 47 Bozkurt, a.g.e., s. 47. 48 Bozkurt, a.g.e., s. 15. 49 Canbolat, a.g.e., s. 59 vd.
98
> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
recinde maya tutan çeşitli çabaların sonucunda gerçekleşmiştir. Bugünkü Avrupa Birliği'nin içerisinde ortak kurumları bulunan üç topluluk yer alır. Bunlar, 1951 yılında Paris Antlaşmasıyla kurulan Avrupa Kömür Çelik Topluluğu, 1957 yılında Roma Antiaşması ile kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Enerji Topluluğu'dur. 1967 yılındaki Topluluk kurumlarını Birleştirme Antlaşmasın_pan sonra 1990'1arın başında tek pazarı kuran Avrupa Birliği ülkeleri, 1992 yılında Maastricht Antiaşması ile yeni bir yapılanmaya girmiş bulunmaktadır.50 Böylece Avrupa coğrafyasında kurulan bu birlik, yeni bir stratejik güç ve oluşumun etkisini iyice hissettirmektedir.
C· "EVRENSEL KÖY" veya KÜRESELLEŞME
1- Küreselleşme
Son zamanlara kadar insan, dünyayı hep kendine yakın coğrafi tanımlarla anlamay~ çalışmıştı. Ancak insanlar, üç milyon yıllık tarihi bir süreç açısından kısa sayılabilecek bir zaman diliminde gerçekleştirdiği büyük ve baş döndürücü teknolojik gelişmeler sayesinde gözlerini erişilmez ufuklara çevirmesini bilmiştir. insanın hayal ufkunun romantik simgesi Ay'ın topraklarına ayak basan bir kozmonot, dönüşünde şunları yazıyordu: "Buradan bakıldığında yeryüzü güzel ve aydınlıktı; birlik ve barış içinde görünüyordu." ilk defa bir insan gözü, yeryüzünü bütünlüğü içinde fark ediyordu. Onu sınırları olmadan, dar ufka hapsedilmemiş bir mekan içinde gözlemliyordu.51 Bu görüş açıs ı , insanların dünya ile ilgili düşünce ve tasavvurlarında önemli değ!şikliklere sebep olmuştur. Küreselleşmenin dört yüz yıllık bir geçmişi olduğu ileri sürüise bile;52 ilk anlaşılır, gözlenebilir sonuçların fark edilmesi ve dünyada birliğin gerçeğe dönüşabiteceği fikrinin uyanması, yukarıdaki lfadelerin kaleme alındığı dönemlerde hayat bulmuştur. Zira ekonomiden siyasete, sosyal politikadan kültüre, yeryüzünün pek çok alanındaki değişimi ifade etmek için kullanılan "küreselleşme" sihirli sözcüğü, 1960'1arda kavram olarak arzı endam etmiş ve 1990'1ara gelindiğinde ise, bilim adamlarının vazgeçemedikleri bir anahtar sözcük haline gelmiştir.s3
Küreselleşmenin doğrudan habercisi, 19. yüzyılda, belirli milli ihtişam ve başarıların gösterilmesini kapsayan uluslararası alanda gerçekleştirilen ve uluslararası düzeyde örgütlenmiş sergilerin başlangıcıydı. Bu ilk adımlardan sonra yirminci yüzyılın son yirmi yılında, aralarında modern dinsel ekümenik hareketlerin de bu-
50 Bozkurt, a.g.e., s. 97. 51 Garaudy, a.g.e., s. 173, 174. 52 Rana Eşkinat, Küreselleşme ve Türkiye Ekonomisine Etkisi, Anadolu Üniversitesi Hukuk Fak. Yay.,
1998, s. 6. 53 Vaysel Bozkurt, "Kürse/leşme Kavram, Gelişim ve Yak/aştmlar", http://iktisat.uludağ.edu.tr/der
gltveyseVveysel2.htm
99
> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
lunduğu uluslararası veya kültürlerarası serüveniere daha fazla şahit olundu.54 Bu şekilde gerçekleşen küçük adımları daha etkili ve büyük adımlar izlemiştir: Bunlardan ilki, dünya çapında bağlantılı alış-veriş, mal ve insan hareketliliğinin artışı; diğeri ise, zihinsel kültürel süreçte ortaya çıkan hızlı değişim ve farklılaşmalardır.55 Zira küresellik, "genel modernlik"in yayılmasını kolaylaştıran genel bir durumdur. Bu noktada küresellik, coğrafi olarak uzak medeniyetlerin içiçe geçmesi olarak da görülebilir.56 ·
Küreselleşme veya diğer bir ifade ile globalizasyon, toplumsal hayatın üç farklı alanında yani ekonomi, politika ve kültür sahasında daha çok etkili olmaktadır. Bu üç alanın nispi önemi ve etkinliği coğrafyaya ve tarihe bağlı olarak değişebilmektedir. Alanlardan birindeki etkin düzenlemeler, diğer alanlara da sıçramakta ve onları da değişime zorlamaktadı rP Burada bizim üzerinde durmak istediğimiz husus, küreselleşmenin bütün alanlardaki değişim ve dönüşümünü ele almaktan ziyade, eğitim ve kültür ile ilişkili etkinliğine göz almaktır. Keza burada küreselleşme ile ilgili farklı yaklaşımlar ve tartışmalardan da söz etmeyeceğiz.
Bugün globalleşme sürecinin meydana getirdiği belirsizlik durumu içinde "köktenci" biçimin giderek güçlendiği ve siyasal mekanın tamamlayıcı öğesi konumuna geldiği fark edilmektedir. Avrupa ve Amerika'da giderek gelişen ırkçılık, yaygınlaşan etnik milliyetçilik ve dini akımların, bu bağlamda kimlik sürecinin güçlenmesine örnek olarak gösterilmektedir.58 Küreselleşme sürecine bağlı olarak, dünya birikiminin "merkezsizleşme"siyle kimliklerin parçalanması, yerel birikimin yeni şartlarının ortaya çıkması ile ilişkilidir. Hindistan'ın yüksek teknoloji mühendisleri yetiştirmesiyle, Güney Kaliforniya'nın büyük bölümünün 1980'1i yıllarda Japon yatırımcılarca satın alınması gibi olgular, yolların ayrılmasını değil, "kavşak noktası"nda buluşmasını gösteren unsurlardır.59
Küreselleşme her zaman böyle mutlu buluşmalara işaret edemeyebilir. Zira globalizasyon, tüm toplumsal oluşumlar gibi muğlak bir karaktere sahiptir ve içerisinde birbirleriyle farklı çeşitlilikler ile çatışmalı süreçleri barındırmaktadır. En önemlisi, bir taraftan kesikliklerle ve sürekliliklerle belirlenen "zamansal teşhisin" bitimine, diğer taraftan bu teşhisin modernite/postmodernite tartışmalarında açığa çıktığı
54 Ronald Robertson, "Globalleşme: Zaman-Mekan ve Homojenlik-Heterojen/ik" Modernizm ve Islam, Küreselleşme ve Oryantalizm (içinde), Haz: Abdullah Topçuoğlu-Yasin Aktay, Vadi Yay., 2 .. Bsk., Ankara, 1999, s. 132.
55 Rana Aslanoğlu, "Bir Kültürel Karışım Olarak Küreselleşme•, Küreselleşme Sivil Toplum ve islam, Der: E. Fuat Keyman, A. Yaşar Sarıbay, Vadi Yay., Ankara, 1998, s. 255.
56 Robertson, a.g.m., s. 118. 57 Eşkinat, a.g.e., s. 10. 58 Keyman, a.g.e., s. 42, 43. 59 Jonathan Friedman, ''Küresel sistem, Küreselleşme ve Modernilenin Parametreleri" Modernizm ve
Islam, Küreselleşme ve Oryantalizm (içinde), Haz: Abdullah Topçuoğlu-Yasin Aktay, Vadi Yay., 2.Bsk., Ankara, 1999, s. 106.
100
r
ı
ı i
l> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
üzere yeniden dirilişine şahit olunmaktadır.60 Bu açıdan Robertson, küresellik meselesini nesnel ve öznel süreçler ikilemi olarak formüle eder. Ona göre küreselleşme, hem dünyanın küçülerek yoğunlaşması_na (compression) hem de bir bütün olarak dünya bilincindeki yoğunlaşmaya gönderme yapmaktadır.61
Hiç şüphe yok ki, bu yoğunlaşmanın en problemli alanını kültür oluşturmaktadır. Çünkü özellikle iletişim araçlarının katkısıyla meydana gelen akış, kültürdeki değişimi veya ayrışmayı hızlandırmakta ve aynı zamanda dünyadaki çok kültürlülüğün de öne çıkmasına yardımcı olmaktadır. Ama burada bir çatışmadan çok kültürlerin kaynaşması esas alınmaktadır. Zira çok kültürlülüğün teşvik· ettiği şey, bütün insanlara saygı değil, önemli bir kısmını dini normların oluşturduğu bütün kültürel-yerel normlara saygıdır.62
Buna karşılık çoğu zaman her düşünce ve kimliğin açık ve serbest müzakereye katılmadığı medya, sadece gazete sayfalarına ve televizyon ekraniarına yansıyan kapalı bir kamusallığı ortaya çıkarmaktadır. Bununla birlikte televizyon yıldızları, sporcular, mankenler ve şarkıcılar, "yüksek kültür"ün alıcılarını marjinalleştirmekte ve buna mukabil "sığ ve aşağı kültür'' formatlarını kitleselleştirmektedir. Bunun bile başlı başına "kültürün ölümü"ne yol açacağı endişesi pek çok bilim adamını tedirgin etmektedir.63 Amerikalılar hakkında yapılan araştırmalara bakılırsa, Amerikan halkının % 90-95'inin dine bağlı oldukları görülmektedir. Buna karşılık Rock yıldızlarının, sinema yöneticilerinin % 90-95'inin ise ateist olduğu ifade edilmektedir. Dolayısıyla popüler kültür, birçok kişinin kendisini özdeşleştirdiği ortak kültür, şimdi de global kültür haline gelmektedir, ama öne çıkan bu marjinal kültür formatı bizzat Amerika'yı bile temsil etmemektedir.64
iletişim araçları yoluyla empoze edilen popüler kültürün yanında "küresel siyasal kültürün kristalizasyonu" diye kısaca özetlenan farklı bir süreçten de söz etmek mümkündür. Her ne kadar topluluklar, her zaman yabancı kültürler ve yabancı müdahale konusuyla karşılaşa gelmişlerse de, küreselleşme tümüyle yeni bir "çok kültürelcilik" (multiculturalism) ve kültürel çeşitlilik düzeyi üretmektedir. Bu kültürel çeşitlilik, ~asitçe göz ardı edilemez. Küreselleşme sonuçta aydınlara milli kültürlerin doğası üzerine yeni bir yapıyı başarmak türünden "yeni bir rol" yükleyen kültürel düşünmeyi gerekli kılmaktadır.65
60 Ahmet Çiğdem, "Giobalizasyonun Nomos'u" Modernizm ve Islam, Küreselleşme ve Oryantalizm (içinde), Haz: Abdullah Topçuoğlu-Yasin Aktay, Vadi Yay., 2.Bsk., Ankara, 1999, s. 144.
61 Friedman, a.g.e., s. 84. 62 loanna Kuçuradi, •/nsan Haklarının Etnik Açtdan Çoklu ve Dini Açtdan Çoklu Toplumlar için Gerek
tirdikleri~ Dünya Islamiyel ve Demokrasi Sempozyumu, Haz: Konrad Adenauer Vakfı, (28-30 Ekim 1996-istanbul), Editör: Yahya Sezai Teze!, Wulf Schonbohm, s. 51.
63 Bulaç, a.g.e., s. 197. 64 Robert Royal, Medeniyetler Çatişmasından Diya/oğa, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yay., istanbul,
1999, s. 88. 65 Bryan S. Turner, "Benlik ve Düşünümse/ Modem/ik~ Modernizm ve islam, Küreselleşme ve Oryan
talizm (içinde), Haz: Abdullah Topçuoğlu-Yasin Aktay, Vadi Yay., 2.Bsk., Ankara, 1999, s. 153.
101
> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
Bu süreç, aslında sömürgeci ve sömürgecilik sonrası hiyerarşiyi ve Birleşmiş Milletle_r, yardım kuruluşları v.s. gibi uluslararası düzenleyici organların oluşumuyla doğrudan ilişkili olarak, siyasal yapıların küresel kurumsallaşmasını içeren bir süreçtir.66 Söz konusu süreçte ulusal gruplar kendi dil ve kimliklerini koruyabilirler, ama kimlik ağırlıklı olarak politikada değil de kültür alanında gündeme gelmeye çalışmalıdırlar. Bir Fransız kendi ürettiği şarabıyla, Alman sosisleriyle övünmeyi sürdürebilir, aina yalnızca özel yaşam alanında bunu yapmalıdır. Zaten Avrupa'nın en ileri liberal demokrasilerinin çoğunda son iki kuşak içinde buna benzer bir gelişme gözlenmektedir.67 Yeni taleplere konu olan kamusallığın çerçevesinde göğsünde haçıyla bir öğretmen sınıfta ders verebilecek, başörtülü bir Müslüman hanım hastanede görev yapabilecek ve belinde kılıcı, kafasında türbanıyla gür sakallı bir Sih şehrin merkezi noktasında trafik polisi olabilecektir. Yeni konsept kılık-kıyafette serbestliği, kimliklerde çeşitliliği ve örgütlenmeyi öngördüğü için6B demokratik düzende örgütlü bütün cemiyet ve gruplar kendilerini rahatlıkla ifade etme imkanını bulacaklardır.
Küreselleşme, toplumlar-bireyler-uluslararası ilişkiler ve insanlık bileşenlerinden yola çıkan farklı kültürler arasındaki etkileşim sürecidir. Robertson'a göre, küreselleşmenin çekici gücü, kültürel perspektiflerdir.69 Bu durum karşısında açıkça gözlendiği gibi, yalnızca islam, kendi tarihsel kültür birikimi ile Batıya karşı alternatif geliştirme istidadını göstermektedir. Özellikle Avrupa Birliği ve geniş çerçevede küresel alan içinde iki güçlü kültürün karşı karşıya gelmesi, islam'ın alternatif olma şansını biraz daha güçlendirebilir. Çünkü kültürlerin gelişme dinamikleri çoğu zaman ve zannedildiğinin aksine "karşı karşıya gelme" değil, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi "karşılaşma"dır.70 Bu karşılaşmada belirleyici özellik ve avantajiara sahip olan iletişim araçlarının yoğun olarak karşı tarafta bulunmasının, islam dünyası açısından alternatif kültür yarışına bir adım geriden katılımı ifade ettiği düşünülebilir.
Bu tür olumlu düşüncelerin aksine, kültürl~rin uzlaşmacı bir karşılaşmadan çok çatışmayı ortaya çıkaracağını var sayan düşünürler de yok değillerdir. Bu konuda en önemli tezlerden birini Samuel P. Huntington geliştirmiştir. Huntington'a göre, "yeni dünyada mücadelenin esas kaynağı öncelikle ideolojik ve ekonomik olmayacak. Beşeriyet arasındaki büyük bölünmeler ve hakim mücadele kaynağı kültürel olacak. Milli devletler dünyadaki hadiselerin yine en güçlü aktörleri olacak fakat global politikanın asıl mücadeleleri farklı medaniyetiere mensup grup ve milletler arasında meydana gelecek. Medeniyetlerin çatışması global politikaya hakim ola-
66 Friedman, a.g.e., s. 88. 67 Fukuyama, a.g.e., s. 270. 68 Bulaç, a.g.e., s. 166. 69 Aslanoğlu, a.g.m, s. 270. 70 Bulaç, a.g.e, s. 111.
102
:» Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
cak. Medeniyetler arasındaki tay hatları .. geleceğin muhabere hatlarını teşkil edecek~tir.71
Bundan böyle Stowasser'in deyimiyle, "ideolojilerin demirperdesi yerine, kültürün kadife perdesi" konulmuş olacaktır.72 "Huntington'un "Medeniyetler Çatışması" olarak formüle ettiği bu görüşleri ile uzlaşmacı görüşlerde öngörülerin h..aklılıklarını gelecekteki gelişmeler belirleyecektir.
2- Küresel Kültürün Sevimli Silahı: Medya
Günümüzde teknolojik gelişmeler ve özellikle iletişim alanındaki göz kamaştırıcı başanlara sahip olmasaydık, belki de global bir yapıdan söz etmek mümkün olmayacaktı. Küresel bir yapıyı hayal etmeyi, günümüzdeki iletişim/bilişim deneyimlerini hızlandıran sistemler ve teknolojik aletıere borçluyuz. Sahip olunan teknoloji sayesinde Susan Sontag'ın dediği gibi, "hepimiz birer televizyon antropologu kesildik." <Dturduğumuz yerden farklı kültürlerin alışkanlıklarını izliyor, sıkılınca da kapatıyoruz. 73
John Baird, 1926 yılında ingiliz Kraliyet Enstitüsü'nde ilk televizyon görüntülerini sunduğunda çoğu kimse bu kutucuğun ne harikalar meydana getireceğini tasawur edemiyordu. Ancak sosyolog ve iletişimci Marshall Mcluhan, 1960 y ılların
da televizyonun maharetlerini gördüğünde, bu sihirli kutu sayesinde çeşitli topluluk ve kesimler arasındaki bölünmeleri ve farklılaşmaları ortadan kaldırarak dünyayı tek bir "Evrensel Köy" (Global Village) haline dönüştüreceğini ve bu durumda "zaman"ın duracağım, "mekan"ın ise yok olacağını ileri sürmüştü.74
Modern enformasyon teknolojisinin dünya çapında kullanıma sokulması ve haberlerin zaman geçirilmeden iletilebilmesinin, evrensel ortak değer yargılarının oluşmasını kolaylaştırdığını ifade eden pek çok kimse vardır. Amerikan CNN televizyonunun 1989 yılında Tienanmen Meydanı'nın işgal edilmesini, Doğu Avrupa'daki devrimci olaylarını ve Körfez Savaşı'nı naklen aktarması bunlara örnek olarak gösterilir çoğu zaman. Ne var ki, iletişim teknolojisi "değer" bakımından yansız ve tarafsızdır. iran'daki islam Devrimi öncesinde 1978 yılına kadar Ayetullah Humeyni'nin Batılılar tarafından "gerici" olarak nitelendirilen· görüş ve fikirleri, yine Batılıların ürettiği teypler aracılığ ıyla yayılıyordu. Bu teyplerin yaygınlaşması ise, ancak "düşman" sayılan Şah dönemindeki ekonomik modernleşme sayesinde mümkün olmuştu. Fukuyama'nın da belirttiği gibi, eğer televizyon ve dünya çapında doğrudan haber aktarımı 1930'1arda mevcut olsaydı, bunlar Joseph Goebbels
71 Samuel P. Hunlington, Medeniyetler Çatışmasi, Der: Murat Yılmaz, Vadi Yay., 3. Ssk., Ankara, 2000, s. 22.
72 Thomas Michel, "Çalışmadan Diyaloğa ", Medeniyetler Çatışmasından Diyaloğa Seypozyumu, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yay., istanbul, 1999, s. 46.
73 Aslanoğlu, a.g.m, s. 269, 270. 74 Yasemin İnceoğlu, Uluslararası Medya, Der Yay., istanbul, 1997, s. 133; Oskay, a.g.e., s. 207.
103
> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
ve Leni Riefenstahl gibi Nazi propaganda ustaları tarafından faşist fikirleri yaymak için çok etkili bir şekilde kullanılırdı.75
Aynı şekilde günümüzde Cable News Networks (CNN, Kablo Haber Ağları), dpnyanın büyük bir kısmındaki izleyiciler için gerçeklik üreten küresel bir örgütlenmedir. CNN'in reklamlarından biri, romantik bir tarzda dünyanın çeşitli kesimlerindeki CNN izleyicilerini örnekler. Burada farklı kültür ve fiziksel görünümler, CNN çatısı altındaki birlikteliği yönünde hayali bir tezi kurgular. insanların haber ağlarının altında düzenli olarak yeniden toplumsallaştırılması, küreselleşmenin kurumsal sürecinin adağını oluşturmaktadır_76
Pek çok konuda olduğu gibi Amerika Birleşik Devletleri, küresel bir zihniyet oluşturmak için elindeki imkanları fazla~ıyla devreye sokmuştur. Medya alanındaki atakları, çoğu ülkeyi geride bırakacak sayıdadır. Çok yakın sayılabilecek tarihlerde (1997) bile yalnız A.B.D.'inde Üniversite ve yüksekokullarda 2000 dolayında iletişim bölümünün bulunması,77 Amerika'nın bu işi ne derecede ciddiye aldığını ~östermektedir. Avrupa bile bu hususta Amerikan film ve televizyonunun istilası
karşısında yenik düşmüştür. Avrupa'daki 250 bin saatlik programdan, "Avrupa Topluluk"unun en gelişmiş ülkeleri olan "oniki"lerinin hepsi sadece 25 bin saatini doldurmaktadır. Fransız sinemasının ABD'ndeki pazar payı % 0,5; Amerikan sinemasının Fransa'daki pazar payı ise% 60'tır. Hollywood'un "Terminator" veya "James Bond"larının makinalı tüfekleri ve "Dallas"ın dolarlarının sapiantısı ile toplulukları etkilemadeki oranı 1'e karşı 120'dir.78 ingiltere gibi gelişmiş bir Avrupa ülkesinde bile, her yıl sinemalarda gösterilen filmierin % 40'nı Amerikan filmleri oluşturmaktadır. Bu oran güney Amerika'da % 50'nin üzerindedir; Asya, Afrika ve OrtaDoğu'nun pek çok ülkesi için de bu oran geçerlidir. Tayland'da ise bu oran% 90'1ara kadar çıkmaktadır.79
Televizyon programlannın ihracatından ABD yılda 2.3 milyar dolar kazanmaktadır. Uydu TV hizmetleri, her geçen gün hızla artmaktadır. Dünya Uydu Almanac'ının yayıncısı Marc Long, MTV'nin milyonlarca evde izlendiğini, CNN'in vizesiz girdiği 137 ülkede seyirci rekorları kırdığını belirtmektedir.so Yakın zamanlara kadar CNN'in 138 ülkede 53 milyon kişi tarafından izlenirken, bunun Amerika'daki sayısının ise 60 milyon olduğu ifade edilmektedir.81
75 Fukuyama, a.g.e., s. 23, 24. 76 Friedman, a.g.e., s. 94. 77 Emory A. Griffin·, A First Look at Communication Theory, The McGRAW-HILL Companies INC.,
Third Edition, USA, 1997, p. 28. 78 Garaudy, a.g.e., s. 127. 79 Anthony Giddens, Sosyoloji, Yayına Haz: Hüseyin Özel-Cemal Güzel, Ayraç Yay., Ankara, 2000, s.
408. . 80 International Herald Tribune, 10 Mart 1992, Paris'ten naklen Sadi Özdemir, Medya Emperyalizmi ve
Küreselleşme, Timaş Yay., istanbul, 1998, s. 110. 81 . ınceoğlu, a.g.e., s. 64.
104
~ Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
Habereilikle Amerika Birleşik Devlet!eri'ne bağımlı olmaktan şikayetçi olan Avrupa Topluluğu yayıncıları, 1993 yılında beş dilde yayına başlayan haber kanalı Euronews'i faaliyete geçirmiştir. Buna ilave olarak Rupert Murdoch'un merkezi Britanya'da bulunan Sky News kanalı, Avrupa'ya yayın yapan bir haber kanalı olarak devreye girmiştir. Ayrıca Londra'da Arapça dilinde yeni Ortadoğu Yayıncılık Merkezi (MBC-Middle East Broadcasting Center) kanalı da Ortadoğu'yu heaef kitle seçen yayınlara başlamıştır.82 Bunlara karşılık Türkiye'de PTT, başta CNN olmak üzere Europe 5, Eurospor gibi uydudan doğrudan yayın yapan pek çok televizyon istasyonlarını 1989 Şu batından itibaren başta büyük kentler olmak .üzere kablo ile dağıtmaya başlamıştır.83 ·
Bilindiği gibi bilgi, haber ve imaj akışlarının yoğunlaşması, küreselleşmenin en önemli etkilerindendir. Ülkelerin sınırları medyanın iletişim ağlarında taşınan/akan görüntü ve imajlar için sınır teşkil etmemektedir. Robins ve Mortey'in de belirttikleri gibi pu sınırların üzerinde elektronik görüntüler küresi oluşmaktadır.84 Hiç şüphe yok ki, radyo, televizyon, film video (ve belki internetin) popüler kültürün yerleşmesi ve tutumlar üzerindeki etkisi çok büyüktür. 85 Küresel yayınların küresel değer yargıları ve küresel sistemler oluşturma gayretleri göz ardı edilmemelidir. Küresel sistemler ve küreselleşme süreçleri arasında bir kuşatma (encompassment) ilişkisi vardır. Küresel sistemler, devlet aşırı karakterde iç örgütlenmeler geliştirir ve bunlar doğaları itibariyle genellikle siyasi niteliklidir.s6
Bilişim toplumunun yapısı ve gelişimi ile ilgilenen araştırmacıları en çok meşgul eden konulardan biri de, enformasyon teknolojisinin bir "Amerikan Kültürü"nü dayattığı şeklindeki yaklaşımlarıdır. Amerika Birleşik Devletleri'nin kitle kültürü oluşturmadaki üstünlüğü çerçevesinde, herkesi aynı potada kaynaştırmaya çalışması büyük önem taşımaktadır. Eğitim sistemi, ders kitaplarından başlayarak, yaşama ve davranış biçimlerine; beslenmeden, müzik ve danstan, giyim-kuşama kadar yayılan alanlarda Amerika'ya özgü kalıpların ulusal kültürleri şekillendirmesine. insan psikolojisinin "en güçlüye benzeme" ve ondan ayrılmama eğilimi de eklenince, "Amerikanlaştırma"nın tedirgin edici işlevi daha kolay anlaşılmaktadır.87 Mark Pester, "bedenlerimizin şebekelere, veritabanlarına, enformasyon koridorianna tespih tanesi gibi dizildiğini" ve böylelikle bedenlerimizin adeta "enformatik olarak ipe geçirildiği" tüm bu enformasyon depolayan siteterin "artık gözlenmekten kaçabilece-
82 lnceoğlu, a.g.e., s. 64. 83 Korkmaz Alemdar, Raşit Kaya, Radyo-TelevizyondaYeni Düzen Dünya Deneyi ve Türkiye'deki Ara-
ytşlar, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Yay., Ankara, 1993, s. 44. 84 Aslanoğlu, a.g.m., s. 257. 85 Turner, a.g.m., s. 153. 86 Friedman, a.g.m., s. 98. 87 Vehbi Bayhan, "Bilişim Toplumunun Sosyolojik Perspektifi ve Türkiye" Bilişim Toplumuna Giderken
Psikoloji, Sosyoloji ve Hukuka Etkileri Sempozyumu, 23-24 Mart 2001 Ankara, Türkiye Bilişim Derneği Yay., Ankara, 2001, s. 55.
105
> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
ğimiz ya da etrafında bir direniş hattı çekebileceğimiz bir sığınak olmadığını" ileri sürmektedir. 88
Buna karşılık bazı araştırmacılar, küresel alandaki kültürel akışları değerlendirirken, Amerikanlaştırılmanın yanında, farklı merkezlerin de bir yarış halinde etkilerini arttırdıkianna işaret etmektedirler. Kültür akışının merkezden akan tek kültür olmadığı, Japon ürünlerinin yaygınlık kazanmasıyla birlikte bir "Japonlaştırma"dan ve farklı sosyal grupların mekansal olarak ayrılmalarına bağlı olarak "Brezilyalaştırılma"dan da söz edilebileceğine dikkat çekilmektedir.89
Doğrusu küresel bir yapıda gerçekleşen toplumsal süreçleri sadece teknoloji ile izaha kalkışmak ve indirgemek, olayı aşırı derecede basitleştirmek olarak da görülebilir. Ancak teknolojik determinizme yönelik eleştirileri saklı tutarak, küreselleşme üzerinde teknolojinin etkisini inkar etmek de mümkün değildir. Özellikle 1980'1i yıllardan itibaren enformasyon teknolojisinin yaygınlık kazanması, dünyada mesafe kavramını ortadan kaldırmıştır. Teknoloji, küreseıleşme sürecinin yeterli şartı değildir, ancak olmazsa olmaz şartıdır. Günümüzde olağanüstü bir hızla ucuziayarak yaygınlık kazanan enformasyon teknolojileri, uluslararasındaki değişim ve etkileşim sürecinde dönüşümü hızlandırmaktadır. Özellikle iletişim ve bilgisayar gücündeki patlama, küresel mali piyasaların gelişimine ivme kazandırmıştır. Bu süreç gün geçtikçe hızlanarak devam etmektedir. Bazı yazariara göre, biz hala küresel iletişim devriminin ilk aşamalarındayız.90
Teknolojik açıdan mobil telefonlar, internet bağlantıları ve medya networkleri tarihte ilk defa ortaya çıkmış ve bunlar küreselleşmenin teknolojik alt yapısını oluşturmaktadır. Özellikle intarnetin bu alana katkısı yabana .atılamaz. 1995 yılında gerçekleştirilen bir araştırmaya göre, intarneti dünya nüfusunun sadece % 0.39'u yani 16 milyon kişi kullanmakta iken, Eylül 2000 tarihinde yapılan araştırmalara göre ise dünya nüfusunun% 6.22'si yani 377.65 milyon kişi internet kullanıcısı durumundadır.91 Bu rakamlar her geçen gün süratle yükselmektedir. internet sitelerinin % 96'sından fazlası en zengin 27 .ülkeye ait olmakla birlikte92 burada da bir statiklikten söz etmek mümkün değildir.
intarnetin en önemli işlevi, diğer iletişim aygıtlarının tek yönlü akış sağlamalarının aksine, "bilginin serbest dolaşımını" gerçekleştirmesidiL "interaktif" bir ilişkinin söz konusu olduğu bu ortamda bilgi çift yönlü bir akış içerisindedir. Bu bağlam-
88 Zygmunt Bauman, Küreselleşme Toplumsal Sonuçları, Çev: Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yay., istanbul, 1999, s. 60.
89 Asfanoğfu, a.g.m., s. 262, 263. 90 Bozkurt, a.g.m., s. 4, 5. 91 Cemile Gürçay, Burcu Kümbüf, •internetin Sosyal ve Psikolojik Etkileri: Internet Sosyallzolasyon
Yaratan Bir Bağ1mflf1k m1?"Bilişim Toplumuna Giderken Psikoloji, Sosyoloji ve Hukuka Etkileri Sempozyumu, 23-24 Mart 2001 Ankara, Türkiye Bilişim Derneği Yay., Ankara, 2001, s. 165.
92 Gerdon Marchall, Sosyo/oji Sözlüğü, Çev: Osman Akınbay, Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yay., Ankara, 1999, s. 347.
106
> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
da büyük organize bürokratik örgütlerin yanında, küçük ve marjinal gruplar ya da bireyler de internet sayesinde küresel düzeyde seslerini duyurabilmektedirler. Bu bakımdan internet bu· alana katılabilen her kesim için tam bir özgürlük ortamı sunmaktadır.93 internet vasıtasıyla küresel bir açılım gösteren "sanal cemaat"ler, fiziki sınırlar ve yerel bağlantılardan kurtularak küreselleşme imkanı kazanmışsa da, her cemaatin dünyasının kendi seçtikleri ile sınırlı olduğu gözden kaçırılmamalıdır.94
Konu üzerinde fikir yürütenierin tamamı elbette bu düşüneeye sahip değillerdir.
Sözgelimi Zygmunt Bauman, bu hususta karamsar düşünceleriyle.-temayüz eder. Ona göre, "yeni medyanın yaygın olarak göklere çıkarılan "interaktifliği" kaba bir uydurmadır; olsa olsa "tek yönlü interaktif araç"tan söz edebiliriz. Kendileri de küresel seçkinler kulübünün birer üyesi olan akademisyenlerin yatkın olduğu inanışın aksine, internet ve web herkes için değildir ve muhtemelen hiçbir zaman evrensel kullanıma açık olmayacaktır. Girmelerine izin verilenler de seçimlerini, onları önlerine sunulan sayısız paket içinden arz cephesi tarafından çizilen çerçeve içinde yapmakla mükelleftir. Geride kalanlara; ekranın iki tarafı arasında bir simetri iddiası bile taşımayan uydu ya da kabiolu televizyonlarıyla baş başa kalanlara gelince, onların payına düşen salt ve su katılmamış bir seyirdir."95
Ama şu da inkar edilemez bir gerçektir ki, teknoloji ile gelen elektronik imkanlar ile çeşitli enformasyonlar birbirinin içine girerek akmaktadır. Medya haber ve iletişim alanlarında sıklıkla yeni dönüşümler gerçekleştirmektedir. Haber ve imajlar sürekli yeniden üretilmekte, bunun sonucunda medya akışları ile karakterize edilen coğrafyalar oluşturulmaktadır.96 Yeni enformasyon teknolojisinin ortaya koyduğu coğrafyada küreselleşme, yalnızca para ve malların dolaşımı olarak değil, kültür ve enformasyonun da şekillendirdiği yeni bir siber dünyadan söz etmek de mümkündür.
B- NEHRiNiKi YAKASI: BATI ve TÜRKiYE
2- Gelecekteki Komşular ve Türkiye'de Din Eğitimi
Türkiye'nin öteden beri çok sıkı ilişkiler içerisinde bulunduğu Batı dünyası ile son dönemlerde gittikçe artan bir işbirliğine gittiği gözlenmektedir. Özellikle Avrupa Birliği'ne katılma isteğimiz, söz konusu ülkeler ile çeşitli konularda olduğu gibi eğitim sahasında da yakın bir politika izlernemizi gerekli kılmaktadır. Dünya ile bütünleşmenin gün geçtikçe zaruri bir gelişme ve olgu gibi algılandığı günümüzde,
93 Bayhan, a.g.m., s. 55. 94 Necdet Subaşı, •sanal Cemaat Öriintaleri", Bilişim Toplumuna Giderken Psikoloji, Sosyoloji ve Hu
kuka Etkileri Sempozyumu, 23·24 Mart 2001 Ankara, Türkiye Bilişim Derneği Yay., Ankara, 2001 , s. 109.
95 Bauman, a.g.e., s. 63. 96 Aslanoğlu, a.g.m., s. 266.
107
> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
gelişmiş ülkelerin tecrübelerinden istifade etmenin aynı gelişim sürecini daha kısa zamanda geçilmesini sağlayacağı fikri kuwetlenmektedir. Söz konusu ülkelerdeki din eğitimi anlayışlarının ileride bizdeki din eğitimi politikalarını etkileyeceğini şimdiden söyleyebiliriz. Zira Avrupa Birliği ülkelerinin hemen hemen hepsinde veya başka bir ifadeyle "hür dünya" olarak gösterilen ülkelerde, din eğitimi "çoğulculuk" ilkesi gereğince özel güvenceler altına alınmıştır. Hatta Amerika Birleşik Devletleri'nde Anayasanın 1. maddesinde "Kongre bir dini tesis eden veya serbestçe bir dinin ibadetini men eden hiçbir kanun yapamaz"97 kaydıyla devletin din alanına müdahalesinin tamamen önüne geçilmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri'nde Anayasa devlet okullarında din eğitimi verilmesini öngörmez, buna karşılık özel okullar ile kilise okullarında din eğitimi tamamen serbesttir. Söz konusu okullarda verilen din eğitiminin muhteva ve müfredatı yine bu okullar tarafından belirlenmektedir.98 1951 yıllarında bile Amerika Birleşik Devletleri'nde kilisenin kontrolünde olan 62.000 okulda 5 milyonun üzerinde çocuk dini eğitim görmekteydi. Keza o tarihlerde toplam olarak 2.754.000 anaokulu ve ilkokul ile 655.000 ortaokul kiliselere bağlı olarak eğitim vermekteydi.99 1973 yılı itiba~ riyle yalnızca Katoliklere ait 1 0.534 okulda, toplam 3 milyon 800 bin öğrenci kayıtlı bulunmaktadır.1oo
Amerika'daki uygulamanın benzerini Avrupa ülkelerinde de görüyoruz. Almanya'da sekülarizm anlayışının önemli bir özelliği, devletin kendisini, vatandaşiara ait çeşitli' dünya görüşleri karşısında tarafsız olarak görmesidir. Almanya'da geçerli olan "Subsidiaritatsprinzip"101 sayesinde kiliseler toplumdaki sosyal hizmetler alanında hakim bir konum elde etmişlerdir. Bu uygulamanın bir sonucu olarak sadece Kuzey Vestfalya eyaletinde kreş ve hastanelerin% 80'i kiliselerin elinde bulunmaktadır.1 02
Almanya'da din öğretimi, dini cemaatlerin temel prensipleriyle uyum sağlanarak verilmektedir. Dini cemaatler (burada özellikle Roma-Katalik ve Protestan Kiliseleri kast edilmektedir), verilecek din dersinin içeriğinden sorumludur. Bunun yanında
97 Ahmet Yıldız, lhsan Uğur Delikanlı, Çeşitli Ülke Anayasalarmda Düşünce, Din, Vicdan ve Örgüt· lenme Özgürlüğü, TBMM Araştırma Seıvisi, 1992, s. 3. Avrupa Birliği ülkelerinde konu ile ilgili anayasa maddeleri için de aynı esere müracaat edilebilir.
98 Hadi Adanalı, "Yaratma Tezi ve Evrim Teorisi Amerika Birleşik Devletleri'nde Bilim ve Din Arasmdaki Bir Çat1şma"Uiuslararası Din Eğitimi Sempozyumu, DOz: A.Ü.I.F. VE TÖMER, (20-21 Kasım 1997), Ankara, s. 47.
99 Frederick Eby, The Development of Modem Ecudation, Prentice-Hall Ine., Third Printing, New York, 1955, p. 686, 687.
100 Benjamin J. Hodgkins, "Catholic Education·, American Education: A Sociological View, Edited by David W. Swift, Houghton Mitilin Company, U.S.A., 1976, p. 61.
101 Subsidiaritatsprinzip, sosyal hukukun bir ilkesidir. Devlet karşısında vatandaşların sosyal hizmet konusunda "özerk kurumlara belirli bir önceliği" sağlamaktadır.
102 Yasemin Karakaşoğlu, "Almanya'da Okullarda ve Üniversitelerde BaşörtOsO Olayı", Toplum ve Bi· lim Dergisi, Sayı: 82, 1999, s. 60, 61.
108
~ Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin o;n Boyutu Sempozyumu
devlet de denetim görevini üstlenmektedir. Devlet, dersin pedagojik yönden iyi hazırlanıp hazırlanmadığını ve verilen din öğretiminin içeriğinin ülkenin demokratik düzenine uygun olup olmadığını kontrol etmektedir.1ı03
Almanya'da Hıristiyan din öğretmenlerine öğrenim tercihi açısından oldukça geniş bir yelpaze sunulmaktadır. 20 ilahiyat fakültesinde Protestan din eğretimi, Iiselerde branş olarak seçilebilmektedir. Almanya'da günümüzde din adamlarına da din eğitimi konusunda pedagojik formasyon verilmektedir. Çünkü bunlar, sıklıkla okullarda öğretmenlik yapmaktadırlar. Alman üniversitelerinin kırkı aşkın eğitim bilimleri fakültelerinde ilk ve ortaokullar (Hanptschule ve Realschule}.için din bilgisi öğretmeni yetiştirilmektedir.1 04
ingiltere'de devlet tarafından dinin varlığı ve bunun başında da kilisenin egemenliği kabul edildiğinden, 1944 tarihli Eğitim Yasası ile öğrencilerin günlük dersIerine Kutsal Kitab'ın ve Dört incil'in okunduğu bir "toplantı"yla başlamaları özel koşul olarak belirlenmiştir. ingiltere'de devlet okulu sistemine paralel olarak, ingiltere Kilisesi'ne ve devletle sözleşmeli Katalik veya Yahudi kuruluşlarına bağlı olan dini nitelikte yarı özel kurumlar da vardır. Son yıllarda bunlara Müslümanlara ait okullar da katılmıştır. Devlet, belli şartlar karşılığında bu kurumların işletme masraflarının önemli bir kısmını üstlenir. En değerlileri (ingiltere'de özel okul anlamına gelen) Puplic Schools olan ve devlet yardımı almayan özel okulları da (Independent Schools) bunlara eklemek gerekir.105 1967 yılı itibariyle ingiltere'de yardım alan 3.000'den fazla Kilise Okulunun yanında 4.000'in üzerinde de bizzat kilisenin kontrolünde olan okul vardı.106
Fransa'da ise 1905 yılında çıkarılan yasalarla devlet, din eğitimi ve genel din meseleleri ile ilgilenmemektedir. Bunun neticesinde din eğitimi, mevcut eğitim programlarından tamamen çıkarılmıştır; söz konusu tarihten itibaren din ve ilahiyat eğitimini kilise tek başına üstlenmiş bulunmaktadır.to7 1959 yılında kabul edilen Debre kanununa göre, Fransa'da mevcut olan Katalik okullar, kendilerine müracaat eden aileler arasında dini inanç ve ırk ayırımı yapamaz. Dolayısıyla eğitim kurumları sadece Hıristiyanlara tahsis edilmeyip herkese açık durumdadır.1 08
Günümüz Fransa'sında toplam 5 tane Katalik üniversitesinin bünyesinde 50.000'in üstünde öğrenci öğrenim görmektedir. 1992-93 öğretim yılında Katalik
103 Johannes Lahnemann, "Afmanya'da Din Eğitimi Devlet Okul ve Dini Cemaatler işbirliği ile Din Eğitiminin Temel Esaslannm ve Uygulama Yönteminin Belirlenmesi~ Çev: Ayşe Erdal, Uluslararası Din Eğitimi Sempozyumu, Düz: A.Ü.i.F. VE TÖMER, (20·21 Kasım 1997), Ankara, s. 71.
104 Lahnemann, a.g.m., s. 75. 105 Gilles Kepel, Allah'm Bat1smda, Çev: Işık Ergüden, Metis Yay., istanbul, 1994, s. 141, 142. 106 W. O. Lester Smith, Education in Great Britain, Fifth Edition, Oxford University Press, 1967, p. 106. 107 Jacob Xavier, "Günümüz Fransa'smda Din Eğitimi~ Çev: Çelebi Akdaş, Uluslararası Din Eğitimi
Sempozyumu, Düz: A.Ü.i.F. VE TÖMER, (20-21 Kasım 1997), Ankara, s. 124. 108 Ahmet Kavas, •örgün Din Eğitiminde Fransa Örneği (Katolik Okullar)", Uluslararası Din Eğitimi
Sempozyumu, Düz: A.Ü.i.F. VE TÖMER, (20·21 Kasım 1997), Ankara, s. 202.
109
> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
Eğitimi Genel Sekreterliği'ne bağlı 375 anaokulunda 307.961 öğrenci; 5.490 ilkokulda 572.717 öğrencinin yanında 5.152 özel eğitime muhtaç çocuk öğrenim görmektedir. Keza aynı sekreterliğe bağlı 841 lise, 388 meslek lisesi ve 1.675 kolej olmak üzere toplam 2.902 ortaöğretim okulunda 1.117.812 öğrenci öğrenim görmektedir.109 Bütün bunlara ek olarak Fransa'da halen 6 tane de Katolik ilahiyat Fakültesi bulunmaktadır.110
Belçika'da ise, ilk ve ortaöğretim boyunca, diğer bir ifadeyle, 18 yaşına gelinceye kadar çocuğun dini öğretim görmesi mecburi kıtınmıştır.111 Günümüzde sadece Avrupa Ekonomik Topluluğu'na bağlı ülkelerde öğrenim gören 60 milyon çocuğun 12 milyonunun Katolik okullarına devam ettiğini112 ifade etmek bile Avrupa ülkelerinde din eğitiminin boyutların ı göz önüne sermesi açısından önemlidir.
Buna karşılık ülkemizde 1996-97 öğretim yılında 594 imam Hatip Lisesi'nde toplam 291.827 öğrenci okumakta iken, 113 1999-2000 yılı itibariyle son yapılan Istatistikierde toplam 604 imam Hatip Lisesi ile okul sayısında artma gözlenirken, son zamanlarda yapılan düzenlemelerle öğrenci sayısı çok ciddi şekilde azalmış ve arada geçen üç yıl içerisinde bu sayı neredeyse yarı yarıya bir düşüşle 134.224 öğrenciye inmiştir.114 imam Hatip Uselerinde okutulan derslerin % 60'ını kültür dersleri oluştururken, mesleki derslerin oranı ise% 40'tır.115
Ülkemizde, dini bilgilerin verildiği yüksek öğrenim kurumlarından 23 tane ilahiyat Fakültesi bulunmaktadır. Ayrıca 1998-99 öğretim yılından bu yana öğrenci alımı durdurulan 6 adet ilahiyat Meslek Yüksekokulu'nun da m~vcut olduğunu ifade etmekte yarar vardır. ilahiyat Fakültelerinde dört yıllık süre içerisinde verilen alan bilgisi ile ilgili derslerin yalnızca% 39.5 oranında olduğu ifade edilmektedir.116
D- KÜRESELLEŞME VE DiN EGiTiMi
1- Küreselleşme Sürecinde Din Eğitiminin Üstlendiği Roller
Bilindiği gibi ingiliz liberalizmi iç savaşların doğurduğu dini fanatizme doğrudan bir tepki olarak doğmuştur. O zamanlar bir çoktan, dinin politik hayatın zorunlu ve sürekli bir parçası olduğunu düşünüyordu, ama Avrupa'da liberalizm yukarıda da ifade ettiğimiz gibi dini saf dışı etmeyi başarmıştı. Batıda lib~ralizm ile birlikte ilerleyen bu gelişme, yüzlerce yıl süren bir çatışma sonucunda, Hıristiyanlığa hoşgö-
109 Kavas, a.g.m., s. 205-207. 110 Xavier, a.g.m., s. 125 .
. 111 Mustafa Öcal, imam-Hatip Useleri ve ilköğretim Okul/an, Ensar Neşriyat,lstanbul, 1994, s. 141. 112 Kavas, a.g.m., s. 219. 113 T.C. Başbakan/tk Devlet Istatistik Enstitüsü Milli Eğitim istatistikleri, 1996-1997, s. 348. 114 httb:l/www.meb.gov.tr/statslist9900/ist1 O.html 115 Halis Ayhan, Türkiye'de Din Eğitimi (1920· 1998), 1FAV. Yay.,lstanbul, 1999, s. 169. 116 Muhammet Şevki Aydın, Cumhuriyet Döneminde Din Eğitimi Öğretmeni Yetiştirme ve istihdamt
(1923-1998), 1BAV Yay., Kayseri, 2000, s. 144.
110
> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
rüyü benimsetti. Dini inancı yaymak içifl politik güce başvurmama fikri, on altıncı yüzyılda bir çok Avrupalıya tuhaf gelirdi, ancak günümüzde ise başka insanların farklı diniere inanmasının kendi inancını rahatsız edeceği düşüncesi, en dindar insanları bile güldürmektedir. Yılların beslediği gelişmeler sayesinde son zamanlarda din artık özel bir alana indirgenmiştir.117
Postmodernleşme sürecinin tartışıldığı bir zaman diliminde bir çok bakımdan sekülerleşme sürecinin de olduğu görülmektedir. Çünkü, dinlerin kendilerini, dünya hakkındaki bütün dini tasawurları "büyük anlatılar''dan ibaret sayan postmodern kültürün eleştirilerinden korumaları zorlaşmıştır.118 Bugün islıimiyetten beklenen, Hıristiyanlığın yaptığı gibi modern hayata körü körüne teslim olup böylece kendi kendini emekliye sevk etmek değil, evrensel mana ve ruhunu modern hayata getirerek ona, hem muhteva ve hem de gaye vermektir.119 Küreselleşmeden söz edildiği ve dünyanın büyük bir köy olarak görüldüğü bir dönemde, evrensel mesajlar sunan din ve ideolojilerin yaşama ve yayılma fırsatını bulmaları mümkündür. Bu yüzden Müslüman düşünürler, evrensel mesajlar sunan bir dine mensup olmaları hasebiyle, kendilerine pek çok işin düştüğünü fark etmelidirler. Bu aynı zamanda islam'ın ayıncı özelliğinin öne çıkmasına da yardımcı olacaktır. Samuel P. Huntington, "Asya ve islam uygarlıkları kendi kültürlerinin evrensel olduğunu ispata kalkışırlarsa, Batıcı lar, evrensailikle sömürgecilik arasındaki bağın ne olduğunu aniayacak ve çoğulcu bir dünyanın erdemini fark edeceklerdir"120 sözleriyle, islam'ın sunduğu mesajların insanları erdemli bir geleceğe taşıma fırsatına da işaret etmektedir.
Toynbee'nin de belirttiği gibi, bugün modern Batı toplumunun arasındaki ilişkiler açısından iki tehlike söz konusudur. Bunlardan biri psikolojik, diğeri ise maddidir ki, bunlar ırkçılık ve alkol olarak gösterilebilir. Toynbee, bu iki tehlikeyi bartaraf etmek açısından islam'ın etkileyici gücünden söz açarak şunları belirtir: "Kabul edildiği takdirde islami ruh bu hastalıkları, yüce bir ahlak ve toplumsal değerle yok edecek kadar kuwetlidir. Müslümanlar arasında ırkçılığın kaldırılışı islam'ın kalıcı ahlaki başarılarından birisi. Günümüzde bu islami özelliği yaygınlaştırmak zorundayız."121
Yeni dönemde islam'a biçilen bu görevin, elbette gelişen teknolojinin yardımıyla gerçekleştirilecek ciddi din eğitimi politikalarıyla yerine getirilmesi mümkündür. Pek çok kültürün taşıyıcısı durumunda olan teknolojinin, dini ve ahlaki değerlerin yaygınlaşmasına da katkıda bulunacağı fikri şaşkınlıkla karşılanmamalıdır.122 Bu-
117 Fukuyama, a.g.e., s. 269. 118 Tumer, a.g.m., s. 154, 155. 119 Mehmet Aydın, lslamm Evrenselfiği, Ufuk Yay., istanbul, 2000, s. 21. 120 Huntington, a.g.e., s. 119. 121 Toynbee, a.g.e., s. 182. 122 Robert Cooley Angell, Free Soc/ety and Moral Crisis, University of Michigan Press, New York,
1958, p. 172.
111
> Türkiye 'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
gün dünya çapında ortaya çıkan multimedya teknolojilerinde gerçekleştirilen telekomünikasyon denemelerinin % 70-80'i eğitimi kapsamakta ya da en azından içinde bir eğitim unsuru bulundurmaktadır.123
Değerler karşısında tarafsız olan teknolojinin çok kolay ve rahat bir şekilde din eğitimi sahasında da kullanılması mümkündür. Mehmet Aydın 'ın da belirttiği gibi, bugünkü bilim ve teknoloji, islam'ın değer sistemine ve ideallerine ciddi anlamda yer veren ve onları koruyan farklı modernleşmenin oluşumuna katkıda bulunabilir. Sadece "değişmenin mantığı" değil, Müslüman'ın tarihi tecrübesi de bu fikre destek vermektedir.124
Teknolojinin getirdiği nimetlerle mutlu olmaya çalışan insanlık, teknolojinin başka bir getirisi olan "küreselleşme"nin başlarına hangi çorabı öreceğini kestirememenin huzursuzluğunu da aynı anda yaşamaktadır. Böyle bir ortamda dinin insanlara sunduğu kardeşlik ve diğergamlık duygularının iyi sunulması ve işlenmesi gerekmektedir. Zira bütün insanları standart olarak belirli bir amaca yaklaştırması beklenen şey, insanların çoğunluğunun bugün için takip ettikleri bir olgu olan dindir. Bu durumda dünyanın her tarafında din adamlarına farklı bir görev düşmektedir. ilber Ortaylı'nın de ifade ettiği gibi, bu kurumu tanıyalım veya tanımayalım, insanların çoğunluğunun bir dine inandıklarını bildiğimize göre, bu gerçeği doğru bir istikamette kullanmak için din adamlarına önemli görevler düşmektedir: "Gal.iba zihniyetierini değiştirmeseler bile, üsiOplarını değiştirmesi gerekenler, bu zümredir."125
Din görevlilerine yeni dönemde çok ciddi ve önemli görevler düştüğüne göre, bu sahadaki eğitimin de aynı ciddiyet ve önemde ele alınması zaruri görünmektedir. Yetiştirilecek din görevlilerinin günün ihtiyaçlarına cevap veren ve gelişen teknolojiyi en verimli şekilde kullanan bir donanımasahip olmaları gerekmektedir. Ayrıca dinin sadece faydasına inanılan bazı kaide veya kurumlarını alıp sisteme eklemek yerine, gerek din ve gerekse sistemlere bağlı anlayışların bir bütün olarak anlam kazandığı da gözden kaçırılmamalıdır.
2- Medya ve Din Eğitimi
insanların zihin kalıpları üzerinde değişim ve dönüşüm açısından etkisinin küçümsenmeyeceği açık olan bilişim teknolojisinin, hem kültür, hem de moral değerler açısından olumlu gelişmelere vesile olması için dini ve ahlaki kurumlara çeşitli görevler düşmektedir. Zira bu kurumlar, ahlaki bütünleşmenin (integration} başarılmasında üç önemli rolü üstlenirler. Birincisi, sosyal süreç içinde düzensiz ve tesa-
123 Giddens, a.g.e., s. 455. 124 Aydın , Din Problemi, s. 122. 125 ilber Ortaylı, Medeniyetler Çatlşmasmdan Diyaloğa Sempozyumu, Gazeteciler ve yazarlar Vakfı
Yay., istanbul, 1999, s. 78.
112
,... Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
düfi değişimin varlığında ahlaki ve dini düzenin sağlam/düzenli durumunu devam ettirmesine hizmet ve yardım etmektir. ikincisi, bu kurumlar, ahlaki değer ve inanç
. lar, toplum dışı güçlerin baskısı altında kaldıklarında, düzenli ve sağlam yapıyı savunmalı ve takviye etmelidirler. Son olarak, yeni bir duruma geçiş sürecinde değişimin öncülüğünü üstlenmelidirler.126
Yukarıda saydığımız hususları göz önünde bulunduran din görevlileri veya dini cemaatler, geçtiğimiz yirmi yıldan fazladır iletişim araçlarını söz konusu alanda kullanmaya başlamışlardır. iletişim teknolojisiryin olağanüstü gücünün farkına varıldığı günden bu yana, bundan asgari düzeyde yararlanmanın yolunu arayanlardan bazıları da dine gönül verenler olmuştur. ilk olarak 1915 yılında insan sesi, bir radyo vericisi sayesinde Paris'teki Eyfel Kulesi'nden Atiantik'in öbür kıyısındaki Virginia'ya ulaştığında, etkileyici gücü fark edilen bu icattan ilahi mesajların da sunulması gerektiğinin farkına varmakta gecikilmemiştir. Amerika'da Rahip Billy Graham ra'dyo dalgalarıyla düzenli olarak vaaz veren ilk kişiydi; iletişim araçlarını etkin kullanması sayesinde bu Baptist vaiz kalabalık bir taraftar toplamayı başarmıştır. Bu şekilde cemaat toplantılarından ziyade, iletişim araçları aracılığıyla işleyen dini örgütleri Anthony Giddens "Elektronik Kilise" olarak nitelendirmektedir.127
1994 yılı verileri itibariyle Amerika Birleşik Devletleri'nde 1300'den fazla radyo istasyonu dini yayın yapmaktadır. Yayınlar, bu istasyonların pek çoğunda haftanın yedi gününde 24 saat devam etmektedir. "The New lnspirational Net Work", "Bible Broadcasting Network" ve "CBN Radio Network" gibi sadece aileyi hedef kitle seçip yayın yapan radyo istasyonlarının yanında; "The Children's Sonshine Network" gibi yalnızca çocukları eğitmeye çalışan istasyonlar da bulunmaktadır. Bunlarla birlikte "ACTS-American Chiristian Television System"; "TNA-Tele Communa-1ion Ine."; "EWTN-Eternal Word Television Network'' ve "Family Channel" gibi kuruluşlar, ülke çapında 24 saat dini yayın yapmaktadırlar. Bunların dışında "Family Net, The Family Television Network" adında başka bir televizyon kuruluşunun da toplam 115 milyon aileye dini yayın sunduğu ifade edilmektedir. Bu yayınların büyük bir bölümü uydular aracılığıyla Amerika kıtası dışına taşınmaktadır.128
Amerika'da dini yayın yapan televizyonlar, yukarıdakilerle sınırlı değildir. Birer dini kurum olan kiliselerin bu bilgi dağıtırnma katkılarını unutmamak gerekir. Amerika'da tanınmış papazlardan biri olan Dr. Robert A. Schuller tarafından 1969 yılında kurulan ve "Cristal Churc" (Kristal Kilise) diye bilinen kiliseden Latin Amerika, Kanada, ingiltere, Hollanda ve Doğu Avrupa'nın bazı kesimleri dahil toplam 22 ülkeye "Tele Cast" sistemiyle naklen dini yayın yaptığı bilinmektedir. Söz konusu yirmi iki ülkeye ulaştırılan yayınların yanında, "Tomorrow's World" programı etrafın-
126 Angell, a.g.e., s. 88. 127 Giddens, a.g.e., s. 492. 128 Abdulbaki Keskin, Doğu-Batı ve 21. YY Üçgeninde islam, TDV Yay., Ankara, 1994, s. 208.
113
> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
da toplanmış olan entelektüel Hıristiyan din adamları ile Papalığın bütün dünyaya yönelik dini yayın yaptıklarını da ilave.etmeliyiz.129
Ülkemizde ise, TRT'nin haftanın belli bir gün için yaptığı bir saatlik "Diyanet Saati" dini yayının dışında ciddi dini televizyon programlarından söz etmek mümkün olmamaktadır. Bunun dışında son iki yılda ilahiyat Ön Lisans Programı ile ilgili açık öğretime yönelik bir yayının olduğunu da eklememiz gerekir. Türkiye'de din işleri-
. ni yürütmekle görevli resmi kurum olan Diyanet işleri Başkanlığı'nın ise böyle bir yayın yapma yetkisi bulunmamaktadır. Enformasyon teknolojisi kullanılarak kültürlerin dünyaya açılma imkanı bulduğu çağımızda, Türkiye'nin özellikle dini yayınlar
aç ısından çok geri olduğunu itiraf etmek zorundayız.
Sonuç Medya olarak ifade edilen iletişim teknolojisinden istifadede Türkiye'deki din
eğitim kurumları ile din işlerini yürüten kurumların yeterince istifade ettik~erini söylemek mümkün değildir. interaktif bilgi akışının geçerli olduğu internet alanında ise, din eğitimi kurumlarının başında gelen ve birer yüksek öğretim kurumu olan ilahiyat Fakültelerinin, kurumlarını tan ıtıcı bilgilerin dışında, yaptıkları ilmi çalışmalar vasıtasıyla bu alanda pek boy gösteremediklerini de üzülerek müşahede ediyoruz. internet alanında kısmen günlük meseleleri ele alan Diyanet işleri Başkanlığı'nın düzenlediği web sitesinin, Türkçe yazılımı nedeniyle dış dünyaya açılma imkanı bulunmamaktadır. Günümüzde internet alanında kurulan her 4 siteden biri ingilizce dili kullanılarak kurulmuştur. Dünyada bu dili bilenlerin, dünya nüfusunun % 10'u bulduğu ifade edilmektedir.130 ·
Bütün bunlara ilave olarak Avrupa Birliği'ne giriş sürecinde -ki ileride bunun gerçekleşeceği beklentisi her geçen gün artmaktadır- din görevlilerinin, coğrafi sınırların ortadan kalktığı bir coğrafya ile rahat iletişim kurabilecek donanıma sahip bir şekilde yetiştirilmeleri gerekmektedir. Üzülerek belirtelim ki, Diyanet işleri Başkanlığı bünyesinde görev yapan 88.500 din görevlisinin arasında Kamu Personeli Yabancı Dil Seviye Tespit Sınavı'nda A,B,C düzeyinde yabancı dil bilenlerin sayısı 1999 istatistiklerine göre yalnızca 671 kişidir.131 Bunlardan 6 kişi Fransızca, 12 kişi ingilizce, 7 kişi Farsça ve bir kişi de farklı bir yabancı dil bilmektedir. islam dininin esas kaynaklarını tarama ve anlama imkanı veren Arapça'yı bilenlerin sayısı ise sadece 645 kişidir. Bu sayı islam dininin din görevlileri açısından son derece düşük bir sayıdır. En ilgi çekici taraf ise yurt dışında görevlendirilen toplam 1060 kişinin yaklaşık yarısı yani 564 kişinin Almanya'da görev yapmasına karşılık,132
129 Keskin, a.g.e., s. 208, 209. · 130 ilhan Yıldız, "KOreselleşme Bağlammda Sanal Din Eğitimi~ Avrupa Birliğine Giriş Sürecinde Türki
ye'de Din Eğitimi Sempozyumu, Düz: Sakarya Üniversitesi ve Türk Ocakları Sakarya Şubesi, 26-27 Mayıs, 2001, s. 9.
131 Diyanet Işleri Başkanltğ11999 Y1l1 istatistikleri, Ankara, 2000, s. 14. 132 Diyanet işleri Başkanlığı 1999 Yılı istatistikleri, s. 63
114
> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
yukarıda işaret edilen düzeyde Almanca.bilen bir tek din görevlisinin bulunmamasıdır. Bu sayının bu kadar az olmasında din görevlilerinin çeşitli sebeplerle sınava katılmamaları ile birlikte, sınav tekniğine yabancı oluşlarının da etkisi olabilir. Ancak elimizde değerlendirme yapabileceğimiz yegane materyal olarak bu istatistikler bulunmaktadır. Bu bilgilerden, yurt dışında görev yapan din görevlilerinin önemli bir kısmının yabancılara dini anlatmak gibi bir düşüneeye sahip olmacfıkları şeklinde bir sonuca varmak da mümkündür. Kaldı ki yapılan araştırmalarda, din görevlilerinin önemli bir çoğunluğunun yurt içindeki din hizmetlerinde bile başarılarının düşük olduğu tespit edilmiştir. 133
Günümüzde sözgelimi Almanya'da bir ilkokul öğretmeninin 1886 saat din dersi okuduğu,134 Türkiye'de ise imam Hatip Lisesi gibi din görevlisi yetiştirmeye matuf bir meslek lisesinde, hazırlık sınıflarında 900, 1. sınıfta 360, 2.sınıfta 576 ve 3. sınıfta 576 olmak üzere toplam 2.412 saat dini muhtevalı dersler okutulduğu düşünülürse1 dini sahada özel amaçla yetiştirilen elemanların bile, sıradan bir Avrupalıyla aynı avantajiara sahip olmadığı kendiliğinden anlaşılmış olmaktadır.
O halde din görevlileri ile birlikte bu görevlileri yetiştiren kurumlar olarak ilahiyat Fakültelerinin de konuya yeniden eğilmeleri gerekmektedir. Zira Avrupa Birliği Komisyonu, 1991 yılında "Avrupa Birliğinde Açık Uzaktan Öğretim" başlıklı muhtırasında uzaktan öğretim ve açık öğrenim biçimlerinin üstün yönlerinin bir arada kullanılmasının gerekliliğine dikkat çekerek gerekli işlemleri başlatmıştır.135 Bu ça- · balar şimdilik belli alanlar ile sınırlı görünse de, ileride dini konuları da içereceğini göz önünde bulundurmalıyız.
Bilgisayar ve internet sayesinde, "herhangi bir yerde herhangi bir zamanda öğrenme" (asenkron öğrenme) fırsatıyla eğitim alanında artık ciddi bir "sınıf devrimi"nden söz edilmektedir. Artık "masa üstü sanal gerçeklik" ile verilen eğitim, her geçen gün etki alanını ve eğitimdeki yerini genişletmektedir. Dünya artık "duvarları olmayan sınıf"a136 dönüşmeye doğru yol almaktadır. Gerçekleşen interaktif bilgi akışı sayesinde, dünyadaki bütün bilgi üreten kaynaklar, "bileşik kaplar kanunu"na tabi olmaktadırlar. Bilgi ve simge akışı güçlü ve sağlıklı olandan güçsüz ve hazırlıksız olana doğru bir kayış gösterecektir. Baskın bilgi ve kültürler karşısında "rafine" elemanlar ile hazırlıklı dini anlayış ve kurumlar ile ellerindeki bilgileri doğru ve güzel bir şekilde sunanlar, başarılı olacaklardır. Çünkü "üslup, bazı hallerde elemanların kendisinin kullanılmasından daha önemli bir unsurdur."137
133 Ramazan Buyrukçu, Din Görevlisinin Mesleği Temsil Gücü, TDV Yay., Ankara, 1995, s. 115, 116; 131; 181; 255.
134 Hakkı Maviş, Almanya Avusturya ve Türkiye'de Din Eğitimi, Fatih Yay., Istanbul, 1970, s. 53. 135 Bilhan Karta!, "Avrupa Birliğine Aç1k Uzaktan Öğretime Yönelik Eğilimler", Akademik Bilişim Sem
pozyumu, Düz: Süleyman Demirel Üniversitesi, 10-11 Şubat 2000, Isparta, s. 55. 136 Giddens, a.g.e., s. 456. 137 Ortaylı, a.g.e., s. 76.
115
> Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne Girişinin Din Boyutu Sempozyumu
Batı dünyasından gelen her yeni teknolojiye (saat ve elektrik gibi) şüphe ile bakan, ilgi iletişiminde ilk ciddi devrim sayılan matbaanın bazı Müslüman kesimlerce küfür olarak alg ılanmasına karşılık, matbaaya esas temelli tepkinin, Müslümanların yılların birikimiyle bilgiyi güvenilir kıldığına ve bilgiye otorite sağladığına inanılan şitahi aktarım sistemini tehdit etmesinden dolayı olduğu söylenebilir.138 Bugün elektronik medya Müslümanlara geçmişte maharetle kullandıkları şitahi metodu tercih etmelerine ve çok iyi bir şekilde kullanmalarına yeni bir canlılık getirecek gibi görünmektedir. Zira evrensel bir değer olarak kabul edilen "ifade özgürlüğü"nün dini düşüncenin medya ve eğitim kurumları aracılığıyla dile getirilmesi ve aniatılmasını daha da kolaylaştıracağını tahmin ediyoruz.
138 Francis Robinson, "Teknoloji ve Dini Değişme: Yazılı Yayının islam Toplumuna Etkisi", Çev: Ali Köse, Bilgi Hikmet Dergisi, 1994, sayı: 6, s. 174.
116