64

AVRUPA KULTUR 02

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Aylık Kültür ve Sanat Dergisi AVRUPA KÜLTÜR'ün 2. Sayısı

Citation preview

Page 1: AVRUPA KULTUR 02
Page 2: AVRUPA KULTUR 02

2

AKIN E. ŞİPAL İLE İSTANBUL, SEZEN VE ALMAN KÜLTÜRÜ ÜZERİNE Yukarıdan bakış, olmaz!ORHAN ÇALIŞIRTürkçe ile Almanca arasında kuşaklardır entelektüel köprü olmuş bir ailenin çocuğu Akın E. Şipal. Genç yazar ve tiyatrocu, Alman edebiyatının Türkçeye geniş biçimde girmesinde büyük rolü olan isimlerden Kâmuran Şipal’in de torunu. Bremen’deki yeni çalışması “İstanbul” ve Sezen Aksu şarkıla-rı ile kamuoyunun ilgisini üzerine çekmeyi başaran Akın E. Şipal, sorularımızı yanıtladı.SAYFA: 4

SANATÇI BEDENİNDEN TOPLUMA MESAJLAR ATARSA...Günter Brus ve “Arızalı Bölgeler” ASUMAN KIRLANGIÇGünter Brus, içinde kabul edildiği akımın diğer üyeleriyle birlikte performans sanatının Avrupa’daki en önemli kurucu temsilcilerinden birisi olarak kabul edilebilir. Sanatın ve toplumun köklü ve derin değişimlere maruz kaldığı 1960’ların başında, sanat aracı olarak özellikle kendi bedenini kullanır ve izleyeni sarsan hatta iğrendiren performanslara imza atar. Brus, performanslarında kendi bedeninin sınırlarını test ederken, toplumun pislik ve iğrençlik ile olan ilişkisiyle de ilgilenir. SAYFA: 12

PARİS METROSUNDAN İNSAN MANZARALARI (2)Metronun “lifting” operasyonları ve “kapkaç” karakterleri M. ŞEHMUS GÜZELEskiden bütün metro istasyonları ikiz kardeşler gibi birbirlerinin tıpkısıydı. Sonra değiştiler. Her biri kendi kimliğini aramaya koyuldu. Her metro istasyonu kendisine “new-look” vermek için yat-tı “lifting”e. Koridorlarda renkler değişti, duvarlarda fotoğralara, panolara ve duvar resimlerine yer açıldı. İsimler de değiştirildi, yenileştirildi. Böylece hem görkem kazanıldı hem de tarihle ve bilhas-sa coğrafyayla ilinti kuruldu. SAYFA: 16

BATI’YA, MÜZİĞE VE KENDİ SES RENKLERİMİZE DAİR Taner Akyol’un Berlin yoluFİKRET YILDIRIM Çoktandır evrenselleşmiş bağlamanın kültürel ve bölgesel ölçekteki özgünlük ve farklılıkları bir yana, her türlü görsel ve işitsel bilginin ışık hızıyla salındığı günümüzde izleyebildiği yol, tüm yerle-şik, koruyucu ve tutucu anlayışları altüst ederek olağanüstünün ve gerçeküstünün kapısına dayan-mıştır. Karşımızda, bu kültürel devrim niteliğindeki aşamanın öncülerinden genç ve müzikal dona-nımlı, bağlama virtüözü Berlinli bir besteci duruyor. SAYFA: 24

SELÇUK CARA’NIN ALMAN VE TÜRK TOPLUMU İÇİN ANLAMLARI“Türk, ama buna rağmen akıllı”BAHAR EŞİNGerçekten ilginç hayat hikâyesini kısa bir süre önce çıkan kitabıyla okur önüne seren bir sanatçıy-la karşı karşıyayız. Selçuk Cara, sadece Türk asıllı bir Alman yazar değil, aynı zamanda bas bir opera sanatçısı. Wagner sanatçısı olarak tanınan Cara, birçok Alman tiyatro oyununun da yorumcusu ola-rak biliniyor. SAYFA: 34

İçindekiler

Page 3: AVRUPA KULTUR 02

3

HEIDELBERG TİYATROSU’NDA “ŞEHİR, ÜLKE, KAÇIŞ”Mülteci trajedisini görünür kılan mizahRUHSAR GÜMÜŞDALAvrupa’yı sarsan, son derece yakıcı bir sorun, ilginç bir yöntemle Heidelberg Tiyatrosu’nda sahnele-niyor. 24 Nisan’da ilk kez sunulacak olan “Şehir, Ülke, Kaçış” (Stadt Land Flucht) adlı bu oyunu yönet-men arkadaşı Prodromos Tsinikoris ile birlikte sahneye koyan Anestis Azas, Heidelberg Tiyatrosu’nun üst katında sadece yeni çalışmasını yorumlamakla kalmadı, insana, trajediye, mizah ve sansüre dair sorularımızı da yanıtladı. SAYFA: 38

ERDİNÇ UTKU VE “TÜRKÇE AĞLAYAN KÖPEK” İZLENİMLERİBrüksel damgalı yaşam öyküleriUzun yıllardır Brüksel’de yaşayan ve buradan Avrupalı insanlarımızın hallerini çeşitli yayın organla-rındaki yazıları ve kaleme aldığı oyunlarla hem Avrupa hem de Türkiye’deki toplumumuza ileten Er-dinç Utku, yeni kitabını bir süre önce yayımladı. Yazarlığa mizahla başlayan ve bu eleştirel/güldürel izlekten hiç ayrılmayan Utku, AB başkentindeki hallerimizle ilgili sorularımızı yanıtladı. SAYFA: 44

BİZİMKİLERİN YOLCULUK DAYANIŞMASI BAŞKADIR“Avrupamdan” uçak, yolcu ve valiz savaşlarıAmsterdam’da yaşayan karikatürist ve mizah yazarı Yakup Karahan, ilginç bir yolculuk öyküsü ka-leme aldı. SAYFA: 52

ÜNSAL ÖZBAKIR’IN IŞIKLI AKSİYON SANATI Belli bir anı yakalayabilmekTam bir aksiyon sanatı bu. Malzemesi ışık. Sadece ışıkla yapılıyor. Sanatçı Ünsal Özbakır, yıllardır ışık-lı enstalasyon etkinliklerine katılıyor ve “belli bir anı, ışığın oluşturduğu bir çerçevede biçimlendir-meye” çalışıyor. SAYFA: 59

BİR SERGİ VE TÜRKİYE KÖKENLİ ÜÇ RESSAMDieburg’da renkler ve çizgiler Frankfurt yakınlarındaki Dieburg ilçesinde üç ressamın işleri, karma bir sergiyle sanatseverlerin de-ğerlendirmesine sunuluyor. 29 Nisan’a kadar açık kalacak olan bu resim sergisinde İzzet Aydın, Ye-şim Yaprakkıran ve Ömer Yaprakkıran’ın yapıtlarından seçmeler yer alıyor. Sergi, Dieburg Belediye Binası girişinde. SAYFA: 61

Künye | ImpressumSayfa: 42

Page 4: AVRUPA KULTUR 02

4

Doktora çalı ması için geliyor. Burada ya ıyor ve burada da babaannemle tanı-ıyorlar. Babaannem Alman. İki çocukları

oluyor, bunlardan birisi benim babam. Bu, baba tarafım.

Anne tarafımdan, dedem 1970 lerde Almanya da Gelsenkirchen e çalı maya geliyor. Annem de be ya ındayken Gelsenkirchen e annesiyle babamın yanına geliyor. Annemin babası İstanbul un eski taksicilerindenmi . Orada durumu da iyiymi . Biraz aykırı biriymi . Yabancı ve farklı eylere ilgi duyan birisi. Almanya ya daha çok meraktan gelmi . Fakat burada mutlu olmuyor ve bir süre sonra geri dönüyor. Annem ise burada kalıyor.

Öbür dedem Kâmuran ipal 1980 lere kadar Türkiye ile Almanya arasında gidip

BREMEN - Aslında Türkçe ile Almanca arasında ku aklardır entelektüel köprü olmu bir ailenin çocuğu Akın E. ipal. Genç yazar ve tiyatrocu, Alman edebiyatının Türk-

çeye geni biçimde girmesinde büyük rolü olan isimlerden Kâmuran ipal’in de torunu. Bremen’deki yeni çalı ması İstanbul ve Sezen Aksu arkıları ile kamuoyunun ilgisini üzerine çekmeyi ba aran Akın E. ipal, sorularımızı yanıtladı.

’ile hikâyeni anlatır mısın? ’ilede Gastar-

beiter olan kim?AKIN E. ŞİPAL - Dedem (Kâmuran ipal)

1960 lı yıllarda burslu öğrenci olarak Almanya ya, tam olarak Münster e gelmi .

AKIN E. ŞİPAL İLE İSTANBUL, SEZEN VE ALMAN KÜLTÜRÜ ÜZERİNE

Yukarıdan bakış, olmaz!ORHAN ÇALIŞIR

TARİHSEL BİR

OLAYI BAŞKA BİR

BAKIŞ AÇISINDAN

GÖRMEK İLGİNÇTİR

VE ANLAMAYA

YARDIMCI OLUR.

Page 5: AVRUPA KULTUR 02

5

geldi. Daha sonra İstanbul a döndü ve öğretim görevlisi olarak çalı tı ve orada ya ıyor. Babam Almanya da psikolog olarak çalı ıyor.

Oyunda hikâyeyi tersine çevirmi siniz. Bir ’lman Gastarbeiter olarak Türkiye ye gidiyor. Oyunu neden böyle kurguladınız?AKIN E. ŞİPAL - Tarihsel bir olayı ba ka

bir bakı açısından görmek her zaman ilginç olabilir. Ve anlamaya yardımcı olur. Bir eyi anlamak istediğimiz zaman ona deği ik perspektilerden bakmamız lazım. Bir hikâye aynı bakı açısından çok anla-tıldığı zaman hep aynı ey anlatılır. Fakat hikâyeyi ba ka bir noktadan anlatırsanız orada bir yenilik olur, bu da konuya yeni bir perspektif getirir.

Genç ve atakAkın ”. ipal, 1991 yılında ”ssen’de doğdu.

Hamburg’da ilm okudu. İlk tiyatro eseri Vor Wien (Viyana Önlerinde) için In Zukunft yarı masını kazandı, Santa Monica oyunu ile de Hamburg edebiyat destekleme ödülünü aldı. Yönetmen Selen Kara ve müzisyen Torsten Kindermann ile hazırladığı İstanbul oyunu 2015 sonundan beri Bremen Tiyatrosu’nda sahnelenmektedir. Oyun hem ele tirmenler hem de izleyici tarafından büyük ilgi gördü-ğünden temsiller sezon sonuna kadar uza-tıldı. İstanbul , izleyiciyle bulu tuğundan beri neredeyse her temsil kapalı gi e oynuyor. Genç sanatçı ayrıca ilm senaryosu yazarı olarak pek çok ba arılı ilme imza attı. Akın ”.

ipal’ın bir sonraki tiyatro projesi Mannheim Ulusal Tiyatrosu’nun ısmarladığı Kalami Beach 2016/2017 oyun döneminde sahnele-necek.

Page 6: AVRUPA KULTUR 02

6

Oyununuz bir müzikal gibi. Ba tan sona arkılarla bezenmi . Oyunun alt ba lığı da Bir Sezen ’ksu arkıları ’k amı .

Neden bu hikâyeyi Sezen ’ksu ile anlatıyor-

sunuz?AKIN E. ŞİPAL - Oyunu, ba tan bir Sezen

Aksu arkılar ak amı olarak dü ündük. Ondan sonra anlatılmaya değecek bir hikâye aradık. Sezen Aksu müzisyen olarak büyük otorite ve herkesin ortak paydası. Herkes Sezen Aksu yu tanıyor, arkılarını biliyor. Nereye gitseniz her

zaman bir yerlerden bir Sezen Aksu ar-kısı çıkar. Ve insanlar için bir kimlik. Tür-kiye insanının kendisiyle özde le tir-diği birisi. Tabii bazı sorunlu pop aranj-manlarına rağmen sanatsal değeri olan birisi. arkıları, özellikle metinleri. Sezen Aksu nun metinleri müthi , o kadar güzel metinler yazıyor ki veya güzel yazılmı metinleri kullanıyor. Tabii Almanya da o metinleri kimse anlamıyor, sadece müziği dinliyorlar, fakat Türk müziğine alı ık değilsen o da Almanlara yabancı geliyor. Almanların metinleri anlamamaları iyi değil, fakat bu arkılar bir hikâyenin içine yerle tirilmi ve temsilde iki dilde duvara yansıtılıyor. Bu da çok güzel oldu.

Page 7: AVRUPA KULTUR 02

7

Oyununuzun adı neden İstanbul, neden bu adı seçtiniz?AKIN E. ŞİPAL - İlginç bir soru. İstanbul

benim için önemli bir ehir, yönetmen Selen Kara için de, çünkü ailesi orada ya ıyor. Sık sık gittiğimiz bir yer ve sev-diğimiz bir yer. Tabii Türkiye için önemli bir yer. Sonuçta İstanbul Türkiye nin en büyük ehri ve kültürel kalbi gibi bir ey. Ayrıca Türkiye deki çok farklı kültürlerin birle tiği, bulu tuğu bir yer. İstanbul da Türkiye nin her tarafından insanlar ya ıyor. Bir hikâye anlattığınız zaman çe itli eyleri bir noktada toparlamalı-sınız. Örneğin bir resimde. İ te İstanbul bu resim.

Filmler yapıyorsun ve aynı zamanda yazarsın, bu herhalde biraz da aileden gelen bir ey? AKIN E. ŞİPAL - Kitapların ve dilin benim

için özel bir değeri var. Bu, ailemizde bir değer olarak ya anıyor. Tabii dedem bütün hayatı boyunca sanat eserleriyle uğra ıyor. Çoğu zamanını kitaplarla geçiriyor. Bizim evde hep çok kitap vardı, okumak önemli.

FOTOĞRAFLAR: THEATERBREMEN.DE

Page 8: AVRUPA KULTUR 02

8

ratik ve kötü olduğunu söyleyen değildir. Çıkıp gelinen ülke demokratik olmasa da burada bir denge bulunmalı. Beni sinirlen-diren buradaki bazı Türkiye kökenli insan-ların Almanların Türkiye kar ıtlığını bes-leyecek biçimde Türkiye yi ele tirmeleri. Türkiye yi bu ekilde ele tirirsen Alman-ların nezdinde rahat ediyorsun. Fakat biz rahat olmamalıyız. Evet ,Türkiye de birçok ey kötü gidiyor, fakat bu Türkiye nin

Almanya dan daha az değerli olduğu anla-mına gelmez. Ve Türkiye nin burada kabul ve saygı görmesi gereken kültürü yoktur anlamına gelmez.

Deniliyor ki, Türk kültürü ancak demok-ratik bir ülkede olursa bir anlam ifade eder. Fakat bunlar birbirinden tamamen farklı eyler. Bir yanda siyasi bir kültür ve durum var. Diğer taraftaysa bir dil, bir edebiyat geleneği, bir sinema geleneği var. Örneğin: sinema alanında Türkler son yıl-larda Almanlardan çok daha ilginç ilmler yaptılar.

Senden gittiğin yerlerde, toplantılarda ne bekleniyor, neler soruluyor?AKIN E. ŞİPAL - Her zaman siyasi konu-

larda ele tirel bir eyler söylememi veya zaten kabul ettikleri eyleri benden de duymak istiyorlar. Bu yukarıdan bir bakı . Eğer bir eyi anlamak istiyorsan ona yuka-rıdan bakmamalısın, kar ındakiyle aynı hizada durmalısın. Almanya daki bakı açısı ve buradaki bazı Türklerin bakı açısı yukarıdan. Bu yanlı . Ülkeler bir-birine kar ı kullanılmaz ve kar ıla tı-rılmaz. Eğer ele tiriyi kar ındakiyle e it konumdan yaparsan bu çok farklı yansır. Almanya da Türkiye ile ilgili olarak bunun tersi yapılıyor. Eğer Türkiye ile gerçekten samimi bir ili ki ve bir alı veri isten-seydi o zaman ba ka bir ileti im yolu denenirdi. Yani samimi bir ili kinin olma-ması kültürlerin farklılığından değil. Asıl neden Türkiye ile, oradaki insanların kül-türü ile yani dili ve edebiyatı ile gerçek bir ili kinin istenmiyor olu u. Benim izle-nimim bu.

Onun için bana edebiyat, sanat hep yakın oldu. Tabii imdi biz kitap fanatiği değiliz. Bu edebiyata esaslı bir ilgi.

“iğer taraftan dayın da tiyatrocu. Yani bir bakıma sanatçılar arasında büyüdün...AKIN E. ŞİPAL - Bu doğru, fakat

dü ünüldüğünden biraz farklı. Ben Gelsenkirchen de, pek de insana ilham vermeyen bir yerde büyüdüm. Gelsen-kirchen parlak bir kültür ehri değil. Daha çok gerileyen bir yer. Örneğin, önemli i alanı madenler kapanıyor. Yakın çev-remde sanatla uğra an dayımdı, çünkü dedem İstanbul da ya ıyordu. Ben sık sık dedemi ziyaret ettim tabii ama doğru dürüst, bir seneden fazla İstanbul da ya a-madım. Dedemi senede bir ay boyunca görüyordum. Dedem önemli benim için, fakat dayım çocukken bana daha yakın olduğu için onunla daha çok ili kim oldu.

imdi İstanbul a yerle ti ve on seneden beri orada ya ıyor. Çocukluğumda dayım Turgay Doğan Essen de tiyatrolarda çalı-ıyordu, onun için sık sık tiyatro prova-

larına gidiyordum, oyuncularla tanı ı-yordum, onları gördüm, ne yaptıklarını gördüm. Tabii tiyatro için bir ilgi olu tu ve bu zamanla büyüdü.

Bir röportajında, ’lmanya ya gelen Türkler için Geldik, fakat burada değiliz diyorsun, bunu açar mısın?AKIN E. ŞİPAL - Burada öncellikle

duruma uymu ve belli değerleri kabul etmi Türkiye men eli insanları görmek istiyorlar. Bunu da sanki Türklerin değer-leri buranın değerleriyle temelden fark-lıymı ve daha az değerliymi gibi yapı-yorlar. Türk kültürü neden Alman kültü-ründen daha az değerli olsun? Neden fark-lılık onun ortadan kaldırılması gerek-tiği sonucunu doğuruyor? Elbette ben birisini öldürürsem bu benim kültürüm diyemem, hapishaneyi boylarım. Fakat özgür bir ülkede ko ul, insanın özgür olmasıdır. Hangi kültürden olursa olsun. İyi bir göçmen, geldiği ülkenin antidemok-

ÇOCUKLUĞUMDA

DAYIM TURGAY

DOĞAN ESSEN'DEKİ

TİYATROLARDA

ÇALIŞIYORDU,

ONUN İÇİN SIK

SIK PROVALARA

GİDİYORDUM.

Page 9: AVRUPA KULTUR 02

9

Page 10: AVRUPA KULTUR 02

10

demek? Ne zaman uyumlu oluyorum. Ver-gimi verirsem mi? Dili iyi konu ursam mı? Onun için entegrasyon ve buraya gelmek (Ankommen) sorunlu kavramlar. İnsanlar hep bir kimliğe sahip olma çabası içinde-dirler. Bu devamlı bir deği im sürecidir. Bu Almanya daki bütün insanlar için bir süreçtir. İlginç olan, bunun sadece göç-menler bağlamında sorun olması. Halbuki uyumlu olmaları talep edilmesi gereken çok sayıda Alman da var. Bu konularda suçlu aranmamalıdır.

Elbette Türk ve Alman kültürleri ara-sında bir fark var ve bu da güzel bir ey. Bireyselliğin ön planda olduğu modern toplumda herkes farklı olmak istiyor. Herkes! Ama ba ka bir kültür söz konusu olduğunda ona farklı olma hakkı tanın-mıyor. Bu büyük bir çeli ki. Ve bu yürümez. ❚

Bu durumdan Türkler de sorumlu diyorsun?AKIN E. ŞİPAL - Almanları elbette Tür-

kiye ile ilgilenmeye zorlayamayız. Evet, benim asıl ele tirdiğim buradaki bazı Türkler. Bunlar, Almanların pozisyonunu aldığında, yani Türkiye ye yukarıdan bak-tığında daha kolay buralı olabileceğini ve daha kolay kariyer yapabileceğini anlamı ki iler. Burada açıkça belirtmek istiyorum: Ben Türkiye de hükümetin yaptığı eyleri hiçbir ekilde tasvip etmiyorum. Benim için kabul edilemez eyler yapılıyor, çok üzücü. Fakat yukarıdan bakarak bu ele -

tiri bir i e yaramaz. Her ülkenin kendine özgü siyasi geleneği vardır.

İki farklı dil ve kültürde büyümek senin için ne anlama geliyor?AKIN E. ŞİPAL - İki dil bilmek, iki kültürü

tanımak aslında büyük bir zenginlik ola-bilir ve herkes bundan bir eyler kazanır. Buna bir hazine olarak bakmak lazım. Bir yerden bir yere gitmek her zaman bir anstır ve bu yeni bir ba langıç ola-bilir. Göç tarihinde ise durum biraz farklı oluyor. İnsanlar köklerinden koparılıyor. Fakat bunu böyle görmeyip hatta tersine çevirip bunu bir ans, bir fırsat olarak görmek lazım. Kendi kimliğine ba ka bir bakı açısı kazandırmak için de. Eğer bir yere giderseniz aynı oradaki insanlar gibi olmak zorunda değilsiniz. Orada kendi-nize ba ka bir perspektiften bakma ola-nağı yakalarsınız. Kendi kültürünü bırak-mayacaksın, diğer kültürle harmanlaya-caksın ve her ikisinden en iyi olanları ala-caksın. İ te bu nadiren görülen ve kabul edilen bir durum.

Siyasetçilerin ve basının dilinden dü ür-

mediği entegrasyon veya Türkçesiyle uyum kavramı hakkında ne dü ünüyorsun?AKIN E. ŞİPAL - Belki bu kavram iyi

niyetle kullanılıyor olabilir. Kimse, poli-tikacılar da sorun olsun istemiyor. Ve kısa vadeli dü ünerek göçmenler hızla uyum sağlamalı diyorlar. Fakat bu kavram her yöne çekilebilecek ve ba ka anlam-

lara gelebilecek bir sözcük. Uyum ne

Hazırlayanlar: Selen Kara, Torsten Kindermann ve Akın E. Şipal Oyun temmuz ayına kadar Bremen Tiyarosu’nda izlenebilir 

Bremen Tiyatrosu:Theater am Goetheplatz, Goetheplatz 1–328203 Bremen Gişe Tel.: 0421 3653-333

İstanbul – Bir Sezen Aksu Şarkı Akşamı

TÜRKİYE'YE

YUKARIDAN

BAKTIĞINDA DAHA

KOLAY BURALI

OLABİLECEĞİNİ

VE DAHA

KOLAY KARİYER

YAPABİLECEĞİNİ

ANLAMIŞ

TÜRKLER VAR.

Page 11: AVRUPA KULTUR 02

11

KL’US, 50 yıldır ağır artlarda çalı tığı ve kendine yeni bir hayat kurduğu İstanbul’da vefat etmi tir. Yakınları, arkada ları onu defnetmek için toplanırlar, fakat nereye gömülecektir bu göçmen i çi? Yarım asırdır ya adığı İstanbul’a mı yoksa doğup büyüdüğü Bremen’e mi?

Geçen aralık ayından beri Bremen Tiyatrosu’nda kapalı gi e oynayan İstanbul – Bir Sezen ’ksu arkı ’k amı oyunu böyle ba lıyor. Anlatılan aslında Türkiye’den Almanya’ya 1961 yılında ba layan büyük göç. Yalnız hikâye tersine çevrilmi : 1960’larda Almanya’ya gelen bir Türk’ün yerine, fakir Kuzey Almanya’dan bir Alman genci, sanayisi acil i gücü arayan Türkiye’ye çalı -

maya gidiyor.Aynı buraya 1960’lı yıllarda Anadolu’nun her yerinden gelen genç i çiler gibi Klaus da (Martin

Baum) İstanbul’da yeni bir ülke ve dilin zorluklarını ya ıyor. Çok çalı arak para kazanıyor, Bremen’de ev yaptırıyor. Türkçe öğreniyor, İstanbul’da dostluklar kuruyor. Klaus için Türkiye’ye alı tıkça memleket kavramı da muğlakla ıyor.

Oyunu, yazar Akın ”. ipal, yönetmen Selen Kara ve müzisyen Torsten Kindermann birlikte hazırlamı lar. Oyunun alt ba lığından da anla ılacağı gibi eser bir tür Sezen Aksu arkıları müzi-kali. Aksu’nun a k ve hasret arkıları herhalde Almanya’daki göçmenliği anlatmak için iyi bir araç.

Temsilde doğu ve batı sazları çalan bir müzik ekibi yer alıyor: ’ndy ”inhorn (gitar), ’li Kemal Örnek (davul, darbuka, ney ve ud) Jan-Sebastian Weichsel (e-bas, bas, keman) ve Murat Babaoğlu (vokal). Sahne halılarla dö eli, duvarlara yansıtılan resimlerle bir Türk evi havası verilmi . İzle-yicilerin bir kısmı sahneye yerle tirilmi masa ve sıralara oturuyorlar. Aynı zamanda Bremen’de bir mekân i leten arkıcı ve a çı Babaoğlu, oyun sırasında sahnede oturan izleyicilere meze, çay ve rakı ikram ediyor. Kısacası tiyatro meraklıları her bakımdan keyili bir temsil izliyorlar.

arkıları oyuncular seslendiriyor. Birkaç yerdeki küçük telafuz hataları dı ında Alman sanat-çılar Türkçe arkıları hakkını vererek okuyorlar. Anlamayanlar için Türkçe arkı sözleri iki dilde duvara yansıtılıyor.

Üç genç sanatçı harika bir i çıkarmı lar. İki devlet ve toplum arasında kalmı , bunlar tara-fından hiç de iyi muamele görmemi insanların zorlu hikâyesini anlatmak kolay değil. Kara, Kin-dermann ve ipal bunu hem eğlenceli hem de dü ündürücü bir tiyatro oyunuyla yapmayı ba a-rıyorlar. ”gemen terminolojide buraya gelmek (Ankommen) asimilasyoncu ve olumsuz bir anlam içerse de biz onu bir an için olumlu olarak kullanırsak, bu tür sanat eserleriyle buranın kültür dünyasına yava yava geliyoruz galiba.

Tanıma ve konu ma ansı bulduğum oyunun yazarı henüz 25 ya ındaki Akın ”. ipal, önümüz-deki yıllarda çoğunluk toplumunun egemen göç ve göçmenlik söyleminden bağımsız, göçmen-lerin içinden birisi olarak, onların diliyle, onları anlatacak güzel ve kaliteli eserlere imza atmaya aday.

ORH’N Ç’LI IR

İstanbul, Sezen Aksu ve bizim hikâyemiz

Page 12: AVRUPA KULTUR 02

12

SANATÇI BEDENİNDEN TOPLUMA MESAJLAR ATARSA...

Günter Brus ve “Arızalı Bölgeler

ASUMAN KIRLANGIÇ

© B

RUSE

UM N

eue

Gale

rie G

raz_

Uni

vers

alm

useu

m Jo

anne

um _

Fot

o Lu

dwig

Hof

enre

ich

Page 13: AVRUPA KULTUR 02

13

BERLİN - u günlerde Avusturyalı ressam, performans ve graik sanatçısı, deneysel ilm yapımcısı ve yazar Günter Brus’un, Berlin’de gerçekle tirilen en kapsamlı sergisini Martin-Gropious-Bau’da izlemek mümkün.

Günter Brus aynı zamanda Hermann Nitsch, Otto Mühl ve Rudolf Schwarz-kogler ile birlikte, 1960 larda etkili olan, Viyana Aksiyonizmi (Wiener Aktio-nismus) akımının kurucusu. Viyana Aksi-yonistleri özellikle 60 larda etkili olan bir grup, daha sonra grubun tüm üyeleri sanat hayatlarına farklı alanlardan devam etmi .

Günter Brus, içinde kabul edildiği akımın diğer üyeleriyle birlikte per-formans sanatının (ya da daha uygun bir ifade ile performatif sanatın ) Avrupa daki en önemli kurucu temsilci-lerinden birisi olarak kabul edilebilir. Sanatın ve toplumun köklü ve derin deği-imlere maruz kaldığı 1960 ların ba ında,

sanat aracı olarak özellikle kendi bedenini kullanır ve izleyeni sarsan hatta iğren-diren performanslara imza atar. Brus, performanslarında kendi bedeninin sınır-larını test ederken toplumun pislik ve iğrençlik ile olan ili kisiyle ilgilenir.

© B

RUSE

UM N

eue

Gale

rie G

raz_

Uni

vers

alm

useu

m Jo

anne

um _

Fot

o Lu

dwig

Hof

enre

ich

Page 14: AVRUPA KULTUR 02

14

1960 lar sanatın kendisine yeni anlamlar aradığı bir dönem, sanatın kendi nesnel varlığında devrim yaratırken, kut-sallığını da yerlere attığı bir dönem. Aksi-yonistlerin yapmak istediği de bundan farklı değil: Sanatı kendisini yücelttiği mekândan alıp yeniden yere, hatta ayaklar altına indirmek. Bu bilinç ile gerçekle tir-dikleri eylemler sanatçılar için çoğunlukla nezarethanede bitiyor.

1965 te Viyana daki Galerie Junge Gene-ration için düzenledikleri sergi kapsa-mında Brus kamusal alanda ilk eylemini gerçekle tirir: Viyana Gezisi (Wiener Spa-ziergang). Brus önce kendi vücudunu tuval olarak kullanır ardından da canlı bir tablo olarak Viyana sokaklarında, özellikle de tarihi bölgede bir geziye çıkar. Sanatçı eyleme dair dü üncelerini u ekilde ifade ediyor: Bu eyleme hazırlık a aması elbette büyük bir asabiyet halinde geçti. Eylemi fotoğralayan Ludwig Hofenreich Çocuklar bu i in sonu ya akıl hastanesi ya da hapishane! diyordu. Kabul etmeliyim ki, ben de onun bu öngörüsünden farklı dü ünmüyordum. (Sergi kataloğundan)

SANATSAL EYLEM: BİR POLİSİYE?

Buna rağmen Brus eylemi gerçekle tirir ve eylem gerçekten de polisin Brus u kara-kola götürmesi ile son bulur. Viyana Gezisi

öncelikle sanata ve sanat algısına bir ele -

tiri olarak yorumlanabilir. Sanatçı kendi bedenini sanatın nesnesi haline getirir. Bedenini tamamen beyaza boyar, bu klasik tuvalin rengidir. Bu ekilde öncelikle bede-nini tuvale dönü türür. Ardından bede-nini siyah titrek bir çizgi ile ikiye böler. Bu titrek çizgi aynı zamanda vücutta var olan bir yaradır. Kırılıp çatlayarak açılmak isteyen bir yara. Sanatçı kendi üretimi ile bir olur. Sanat yapıtı ve sanatçı tek bir nesnedir. Bu anlamda sanat yapıtı meta-sızla tırılır, diğer taraftan sanatçı nesneye dönü ür. Bu ikili arasındaki çeli ki de bir ekilde çatlamaktadır. Daha sonra bu yeni

sanat nesnesi, ehrin tarihi merkezinde tam da sanat ve sanata dair her eyin sadece nesnel değeri üzerinden var olduğu mekânda boy gösterir. Aslında bu eylem, sanatsal anlamda değil aynı zamanda top-lumsal olarak kabul edilmi normları da rahatsız eden bir edim.

Brus un içinde ya adığı toplumu ele -

tirdiği bir diğer eylem ise Viyana Aksi-yonistleri ile birlikte 1968 de Avusturya Üniversitesi nde gerçekle tirdiği Kunst und Revolution (Sanat ve Devrim). Bu eylemin ardından sanatçı 6 ay hapis ceza-sına çarptırılır. Beden analizi (Körpera-nalyse) kavramı altında gerçekle tirdiği eylemde Brus, içinden geldiği Avusturya toplumunun değer yargıları ve tabularını açık ve kaba bir ekilde ele tirir, alaya alır ve hatta küçümser. Körperanalyse ile izleyici kar ısında çıplak vücuduna kendi dı kısını sürerken bir yandan da mastür-basyon yapıp Avusturya ulusal mar ını söyler, ardından da kendi idrarını içer. Eylem, sanatçının kusarak kendinden geç-mesi ile son bulur. Bu eylemin ardından sanatçı kendisi için yürütülen nefret kam-

panyası üzerine Viyana dan Berlin e kaçar.

Bu dönemde ikiye bölünmü olan Berlin sanat için tam bir özgürlükler mekânıdır, buna rağmen Günter Brus un eylemleri burdaki sanat ortamı için dahi a ırı vah i

© S

amm

lung

Hei

ke C

urtz

e_ F

otog

raf M

ax S

pilk

e-Li

ss

GÜNTER BRUS,

PERFORMANS

SANATININ

AVRUPA'DAKİ EN

ÖNEMLİ KURUCU

TEMSİLCİLERİNDEN

BİRİSİDİR VE

BEDENİNİ

KULLANIR

Page 15: AVRUPA KULTUR 02

15

ve iğrençtir. 1967 yılından itibaren Brus Körperanalyse konseptini geli tirir.

Bu kavram ile sanatçı bedenin en temel varolu sal deneyimlerini tematize eder. Bedene yaptırım olarak verilen ko ul-ları yapısal bir çözümlemeden geçirmek ve bu ko ulları kırarak açma çabasına girer. Bedenin varolu sal deneyimleri yemek, içmek, dı kılamak ve i emektir. Bu kavram altında gerçekle tirdiği perfor-manslarında bu dört edimi seyirci önünde deneyimler. Bu performanslarında bedensel varlığının sınırlarını zorlar. Elbetteki bu tür performanslar sadece kendi bedensel sınırlarını değil, izleyicinin de sınırlarını zorlar. İzleyicinin perfor-mansa verdiği tepkiler gerçekliğe verilen tepkilerdir. İğrenme, rahatsızlık, öfke yani vah et kar ısında takınılan tutumlar...

Brus, eylemlerinde çıplak bedenini sanatının aracı haline getirir. Bedeni tuvali olur, onu boyar, ona eziyet eder, vücudundan çıkan tüm katı ve sıvıları eylemlerinin temel malzemesi olarak kul-lanır.

SANATIN AYNA İŞLEVİ

Sanatın fonksiyonu topluma ayna tutmak, toplumun yargı ve bozuklukla-rını göstermektir. Bunu yaparken Brus, sanatın her zaman kullandığı nesneleri değil, doğrudan kendi bedenini kulla-

narak, sanatını nesnesizle tirir. Brus un bedeni aynı zamanda onun politik aracıdır. İktidarın beden üzerindeki yaptırımını kendi kontrolüne alarak, bedenine kendisi iddet ve yaptırım uygular. Sanatçı iktidar

mekanizmalarını, gene iddet kullanarak ele tirir. Bu arada sanatın kendisine yük-lediği rolü ve anlamı da anlamsızla tırır.

Brus 1970 de son eylemini gerçek-le tirerek, aksiyonist olarak kariyerine son verir ve kağıt ve kalem ile üretmeye ba lar. 6 Haziran 2016 ya kadar gezi-lebilecek olan Störungszonen sergi-sinde Günter Brus un sanat üretimi sıra-sında geçirdiği farklı devreleri izlemek mümkün. Ben burada onun aksiyonist olarak yaptığı eylemler üzerinde durdum.

© Sammlung Helmut Zambo BadenweilerWien_ Fotograf Samir Novotny

Page 16: AVRUPA KULTUR 02

16

Paris metrosundan ‘insan manzaraları’ (2)

M. ŞEHMUS GÜZEL

M. ŞEHMUS GÜZEL

Yazar, bilimadamı M. Şehmus Güzel,

uzun yıllardır yaşadığı Paris ve onun ünlü

metrosundan insan manzaralarını bire bir

tanıklıklarla kağıda aktarıyor.

Yazarımızın

“Paris’in Nabzı Metroda Atar”

başlığıyla yayına hazırladığı kitabından

bölümler sunuyoruz.

Page 17: AVRUPA KULTUR 02

17

© Foto: Benh Lieu Song / commons.wikimedia.org

Metronun “lifting” operasyonları ve “kapkaç” karakterleri

PARİS - O eskidendi. Eskiden bütün metro istasyonları ikiz karde ler gibi birbirle-rinin tıpkısıydı. Sonra deği tiler. Her biri kendi kimliğini aramaya koyuldu. Her metro istasyonu kendisine new-look vermek için yattı lifting e.

Koridorlarda renkler deği ti, duvar-larda fotoğralara, panolara ve duvar resimlerine yer açıldı. İsimler de deği ti-rildi, yenile tirildi: Ya eski isimler daha görkemli olanlarıyla desteklendi, örneğin Pont Marie ye Cité des Arts, Pont Neuf e La Monnaie eklendi. Böylece hem görkem kazanıldı hem de tarihle ve bilhassa coğ-rafyayla ilinti kuruldu.

Ya da metro istasyonu yakınındaki tarihi ve/veya kültürel eserle, mekânla, binayla ili kisini ismiyle if a etti. Her metro ismi tarihi bir ki iliği, tarihi bir olayı, tarihi bir mekânı çağrı tırmak için seçilmiyor mu? Maksat metro isimlerinin ortak hafıza(mız)da yer almı bir tarihi, bir ki iyi, bir mekânı, bir olayı çağrı tır-ması değil mi?

Sadece bu da değil: Subversion a izin vermemek de arzulandı. Her türlü conspiration a açık isimler duvarlardan

çekildi. İ te bir örnek: 1988 milletvekili seçim

sonuçlarının ilan edilmesinden birkaç

PARİS'TEKİ METRO İSTASYONLARI ARTIK İKİZ KARDEŞ GİBİ DEĞİLLER, YENİLEŞTİRİLDİLER, FARKLILAŞTI-RILDILAR.

Page 18: AVRUPA KULTUR 02

18

saat sonra, gecenin 24 ünde, Chambre des Députés ( Milletvekilleri Meclisi ) metro istasyonlarından geçenler az daha küçük dillerini yutuyorlardı: Görünmez eller metro istasyonunun ismindeki iki hari silip Chambre des putes biçimine sok-mu lardı. Çok ayıp etmi lerdi, madem ki bu isim Orospular Odası anlamına geli-yordu. Neyse ki, aklı ba ında vatanda lar iyi saatte olsunlara hemen haberi uçurmu ve tahribat büyük boyutlara ula madan gereken hemen yapılmı , dedikodunun yayılması engellenmi ti. Ne demek yani!

Böyle bir ayıbın yinelenmemesi için 1989 da, Millet Meclisi Ba kanı Lau-rent Fabius ismi tümden deği tirdi: İsmi artık Assemblée Nationale , yani Ulusal Meclis . Büyük Fransız Devrimi nin 200 üncü yıldönümü kutlamalarına bir de böyle bir épisode eklendi. Fena mı? Hem T si büyük harle Tarih kurtarıldı hem de Meclis in namusu . Dahası, 1990 dan

itibaren, her ay bir ressamın eserlerinin duvarlarında sergilenmesiyle metro istas-yonu aynı zamanda sanatevi, sanat gale-risi rolünü üstlendi. Bir ta la birkaç ku vurmak buna denir i te. Örneğin Kasım 2004 ten itibaren ressam Jean-Charles Blais nin La Chambre double isimli ve birçok parçadan olu an eseri sergilendi.

Evet metrolar sanatçıları, ressam-

ları, air ve yazarları, hele o be parasız oldukları günlerde, ta ımakla kalmadı. Metroyla sanat arasında ilk bakı ta pek görünmeyen ili kiler zaman içinde kendi kendilerini ele verdi. Metro, sanata ve sanatçılara a kını duvarlarına kazıdı.

Artık eski istasyonlar teker teker kendi ki iliklerini bulmaya ba ladı.

Bu anlamda 1973 yılı Paris metro tari-hinde bir dönüm noktasını simgeliyor. Çünkü o yıl ve sonrasında giderek artan bir biçimde RATP, deği ik nedenlerle ve bilhassa toplu ta ımacılığı çekici kılmak,

Foto

ğraf

: com

mon

s.wik

imed

ia.o

rg /

Flick

r / Fa

bio

Venn

i

METROYLA

SANAT ARASINDA

İLK BAKIŞTA

GÖRÜNMEYEN

İLİŞKİLER ZAMAN

İÇİNDE

KENDİLERİNİ

ELE VERDİ

Page 19: AVRUPA KULTUR 02

19

sevdirmek amacıyla toplu ta ımacılığın yararlarını, erdemlerini, olumlu yönle-rini ciddi ve sürekli bir reklam kampanya-sıyla gündeme getirdi ve gündemde tuttu. Geni bir bölgedeki toplu ta ımacılık teke-line sahip (dolayısıyla Paris ve bölgesinde dolmu çuluk yapmak olanaksız) olmasına kar ın, RATP yine de bu kamu hizmetini daha çekici kılmak istedi.

Aynı çerçeve içinde metro istasyonların-daki bekleyi süresinin sıkıcı olmaması, yararlı ve anlamlı bir biçimde değerlendi-rilebilmesi, mahallenin ve tarihi zenginlik-lerinin tanıtılması, reklamının sürdürül-mesi umuduyla birçok metro istasyonu ve iç dekorasyonu yenilendi, güzelle tirildi.

Birkaç yönlü bu çalı malar sonucunda 1 Ocak 1986 da 86 istasyon gençle tiril-mi ti . Bu bağlamda müzelere yakın metro istasyonları, o müzelerle e le tirildi , o müzelerle kimlikleri birle tirildi, müze ve metro istasyonlarının bütünle mesi sağ-lanmak istendi:

Örneğin Louvre-Rivoli ve Palais Royal-Musée du Louvre metro istasyonları kül-türel niteliği ağır basacak bir biçimde ve Louvre Müzesi ndeki bazı yapıtların kop-yalarının, duvarlarda kimi eserin fotoğraf-larının sergilendiği özel bir dekorasyonla yeniden düzenlendi. Böylece daha metro istasyonunda Louvre Müzesi nin görkemli havasına girmek, tarihi ve kalıcı yolculuğa ba lamak mümkün. Tam bir enlik.

1968 de yeniden düzenlenen Louvre-Rivoli metro istasyonundan sonra, 1976 da aynı anlayı la Basilique de Saint-Denis istasyonuna yeni bir biçim kazandırıldı.

1978 de Varenne metro istasyonu, hemen yanı ba ındaki Rodin Müzesi yle e le tirildi, onunla aynı yastığa ba koydu: Rodin Müzesi ni çağrı tıran ve Rodin in ünlü Dü ünen Adam , Balzac heykel-leri ve ba ka yapıtlarıyla görüntü halinde müzele tirildi .

Saint-Germain des Près, Hotel de Ville, Bastille, Champs-Elysées-Clemenceau, Jaurès, Porte Dauphine, Passy-Bir-Hakeim, Chaussée d Antin-La Fayette, Pont Neuf, Cluny-La Sorbonne, Arts et Métiers,

Abbesses, Concorde, Bibliothèque François Mitterrand ve benzeri istasyonlar o yöre ve mahallenin, istasyonlara isimlerini veren-lerin tarihini, geçmi ini anlatan desen, resim, harita, fotoğraf, heykel, heykelcik ve planlarla kaplandı. Böylece metronuzun gel-mesini beklerken yöre tarihini öğrenmek olası.

GREV MEYDANI

Örneğin bugün Hôtel de Ville (Paris Anakent Belediye Sarayı) metro istasyo-nunun Grev Meydanı nda (La Place de Grève) kurulduğu, Seine nehri kıyısındaki

Foto

ğraf

: com

mon

s.wik

imed

ia.o

rg/J

ean-

noël

Laf

argu

e

Page 20: AVRUPA KULTUR 02

20

bu meydanın 1800 ler öncesinde giyotinle ölüm cezasının yerine getirildiği meydan olduğu, daha sonra emekçilerin bu mey-danda toplanıp i beklediği, gösterilerini bu meydanda düzenlediği ve nihayet i bırakımı anlamında kullanılan grev söz-cüğünün bu meydanın adından kaynak-landığı, oysa özünde bu sözcüğün kumsal anlamına geldiği öğrenilebiliyor.

Nitekim bu mekân, Grev Meydanı ismini almadan ve bugünkü biçimine bürün-meden önce, haif bir ini le Seine Nehri kıyısına kadar uzanıyor, oradaki kumsalla bulu uyordu.

Dahası kulaklarımızı biraz daha kabar-tırsak Paris Komünü toplantılarındaki co -

kulu ve heyecan dolu nutukları, tartı -

maları duymamız bile mümkün. Ya asın Komün sloganlarını, top seslerini, at ki -

nemelerini de... Arts et Métiers metro istasyonunu

çizgi roman ustası François Schuiten düzenledi: Bilim-kurgu havasında kosko-caman bir denizaltıdayız ve metromuzu beklerken sağımıza ama bilhassa solu-muza dikkatlice bakarsak mutlaka Jules Verne i de görebiliriz, yanında da elbette Kaptan Nemo. Tamam denizaltımız geldi çocuklar yolculuk ba lıyor diyen kim?

Bazı metro istasyonlarında o metro istasyonlarına adını veren tarihi ki ilerin özgeçmi ini, yapıt ve gerçekle tirdikle-rini anlatan ve sergileyen desen, resim, fotoğraf, plan, heykel ve heykelcikleri izleyebiliyoruz: Örneğin Montparnasse-Bienvenüe istasyonunda birinci hattın yapı mühendisi Fulgence Bienvenüe ye ve ilk hat yapımına ili kin planlar, desenler, resimler ve fotoğralar hem adı geçene hem de metro tarihine ili kin bilgilerimizi tazeliyor.

PARMENTİER İSTASYONUNDA

Parmentier nin patates reformu anla-tılıyor ve resimleniyor. Adı geçen, 1756-1763 yıllarındaki yedi yıl sava ı sırasında Prusya da esirken sadece patates ile bes-leniyor ve patatesin nimetlerini yiyerek öğreniyor. Daha sonra Fransa Kralı XVI. Louis den izin alarak, 1786 yılında, Paris yakınlarında Neuilly de patates ekimine ba lıyor ve hatta Amerika dan daha kali-teli olduğu söylenen bazı tohumlar bile getirtiyor ve onları da deniyor. Patatesin beklenmeyen yükseli i böyle ba lıyor ve günümüze kadar artarak geliyor. Par-mentier ismi belki unutuldu, ama patate-sinki asla! Bunları ve daha fazlasını met-ronuzun gelmesini beklediğiniz o üç veya altı dakikalık zaman dilimi içinde oku-manız ve sindirmeniz olası. Aiyet olsun.

Javel-Andre-Citroen istasyonunda Cit-roen otomobillerinin yaratıcısının özgeç-mi i ve bu markanın geçirmi olduğu deği ik a amalar sergileniyor. Aklımıza aynı zamanda Mayıs 1968 de bu fabri-kadaki i gal ve grev geliyor. Öğrenci-lerin Sorbonne dan kalkıp buralara kadar i çilerle i birliği yapmak için gelmeleri, i birliği olanaklarının yollarını arayı -

ları, ama elleri bo dönmeleri de. İ çiler çünkü Fransız Komünist Partisi ne (FKP) yakın CGT de (Genel İ Konfederasyonu) örgütlüydüler ve FKP ile CGT öğrencilere ve eylemlerine fena halde muhaliftiler... (Daha çok bilgi için Fransa, Mayıs 1968 isimli kitabıma bakılabilir: Kibele Yayın-ları, İstanbul, 2010.)

Bobigny-Pablo Picasso istasyonunda ise 20 nci yüzyılın en ünlü ressamının eser-lerinden bazısının kopyalarını seyrey-lemek mümkün. 1970 lerde ve sonrasında Paris in yakın banliyölerinde FKP bele-diyeleri yönettiği için geçmi te FKP üye-liği de olan Picasso nun ismi birçok sokak, cadde, bulvar ve meydana veriliyordu ve o nedenle kimi metro istasyonunun da onun ismiyle anılması doğal. Dahası dünyaca

KULAKLARIMIZI

BIRAZ

KABARTIRSAK

PARİS KOMÜNÜ

TOPLANTILARINDAKİ

COŞKULU

NUTUKLARI,

TARTIŞMALARI

DUYMAMIZ

MÜMKÜN

Page 21: AVRUPA KULTUR 02

21

ünlü bir ressamın ismi herkesin ilgisini çekmeye de hazır.

Ancak yine de Picasso nun İkinci Dünya Sava ı yıllarında Paris teki ya amını, İspanya Krallığı yani nazi Almanya nın dostu bir ülkenin vatanda ı olarak, ev

ve atölyesinde ve daha önceki ya amının bilinen mekânlarında sanki hiçbir ey yokmu gibi sürdürdüğünü ve bir kapıdan liberal dostlarını kabul ederken arka kapıdan nazi subaylarına da atölyesini açtığını ve tablo sattığını yazmadan geç-memeliyim.

Hele Yahudi oldukları için tutuklanan ve toplama kamplarına gönderilen dost-larının, örneğin Max Jacob un, nazi kapa-nından kurtarılması için küçük parma-ğını bile kıpırdatmadığını da. Tarih çünkü sadece subjektif olmak zorunda değil. Hele bizimkisi gibi toplumsal tarihse.

HIRSIZ VAR!

Öğleden sonrasının ilk saatlerinde 40 ını, 50 sini geçmi ev kadınları, 70 indeki 80 indeki ya lılar ve turistler göze çarpıyor. Alı veri için, gezinmek için veya her ikisi için çıkanların deilesidir bu.

Hırsızlar, cepçiler, vurup kaçanlar da bu saatleri tercih ederler.

Hırsızlar genellikle ikili çalı ıyorlar. Kurbanları arasında turistler önce geliyor. Paris in güya sır dolu ve kitaplardan kaynaklanan tılsımlı havasının etkisinden bir türlü kurtulamamı , Eyfel Kulesi nin, Notre Dame Katedrali nin görkemiyle göz-leri kama mı olan turistler, Paris in cep-çileri için birer kurbanlık koyun.

Hırsızlar, yinelemek pahasına yazı-yorum, genellikle ikili çalı ıyorlar, gözle-rine kestirdikleri bir turisti örneğin met-rodaki birçok yürüyen merdivenden en uzun ve en yüksek olanında yakın takipe alıyorlar, adım adım izliyorlar: Biri turistin önünde, ikincisi arkasında yerlerini alı-

Foto

ğraf

: com

mon

s.wik

imed

ia.o

rg /

Plin

e

Page 22: AVRUPA KULTUR 02

22

yorlar. Tam yürüyen merdivenin tepesine varıldığında öndeki ayağı sürçmü , ayağı merdivene takılmı gibi sendeliyor, takılıp kalıyor, turistin kendisine çarpmasını ve bir parça dengesini kaybedip öne doğru eğilmesini sağlayınca arkasındaki hemen elini turistin arka cepine, sırt çantasına ve artık ne bulursa ona daldırıyor ve ne varsa hızla alıp tüymeye çalı ıyor.

AMA BU HER ZAMAN MÜMKÜN OLMAYABİLİR.

Bir seferinde, Bastille metro istas-yonunda yürüyen merdivende böyle bir sahne gözümün önünde cereyan etti: İkinci hırsız tam elini o ana kadar dik-katimi bile çekmemi olan orta ya lı bir turistin arka cebine atmı araklamak üze-reyken Hösttt lannn! diye bağırınca tırstı ve son derece garip bir ey yaptı: Soldaki koridora dalıp tüymesi, yoğun kalabalık arasında yok olması müm-

künken, yürüyen merdivenin biti iğindeki bombo merdivenlerden a ağıya doğru ko arak inmeye ba ladı. O anda öndeki hırsızsa sağdaki metro koridoruna dalıp izini kaybettirdi. Birinci hırsız merdiven-lerden inmek için hamle yaptığında iki yumruk atıp veya çelme takıp yere yıka-bilirdim ama çekindim, bu a ağılık salak dü üp orada yaralanmasın, merdiven-lerden tepe taklak devrilip beyin kanama-sından telef olmasın diyerek. Ama avazım çıktığı kadar Au voleur! Au voleur! (Hırsız var! Hırsız var!), Yakalayın! diye bağırdım. Ama inanmayacaksınız belki, o saatte tıklım tıklım dolu metro korido-rundakiler ve yürüyen merdivendekilerin tümü sadece bana bakmakla yetindi, ama tek ki i hırsızı yakalamak için kılını bile kıpırdatmadı. O sırada hırsızın elinden kurtardığım turist ve nereden çıktığını hemen anlayamadığım e i boynuma sarıl-dılar: İtalyanca ve Fransızca konu arak binbir te ekkür ettiler. Sanki İtalya yı Mussolini fa izminden kurtarmı ım gibi.

Yeri gelmi ken sözünü ettiğim hırsız-ların giyiminden söz edeyim: Cepçi son

derece iyi giyimliydi. Harbiden Fransız olduğu açıktı, kumral ve beyaz tenliydi. Tek ve tayin edici faulü vardı: O yaz günü sırtındaki pardesü. Belki o nedenle ve yürüyen merdivende önümdeyken dik-katimi çekmi , bu durumun analizini yaparken gözümün önünde hırsızlık eyle-mini ba latınca engel olmu tum. Birinci, öndeki, hırsız ise daha spor giyimliydi. İkisi de 20-25 ya ları arasındaydı. Dı görünü lerine bakınca kimsenin asla hırsız olabileceğini aklının ucundan bile geçirmeyeceği iki genç. Franızların ideal damat dedikleri türden.

Bir ba ka seferinde Gare de l Est den Mairie d Ivry ye gidiyordum. Galerie Lafa-yette, Printemps ve benzeri ünlü süper-marketlerin mahallesinde, turistlerin çok rağbet ettikleri bir mekânda yani, Le Pel-letier metro istasyonunda, bir kadın iki erkek, üç turist bindi. Hemen önümdeki bo sahanlıkta ortadaki direğe tutundular. Onlara tutkalla yapı tırılmı gibi yanı ba -

larında bir tip türedi: Beyaz tenli, Parisli bir bitirim olmalı, ba ında küçük ve epey iyakalı bir fötr apka, bakımlı ve gayet iyi giyimli. Ama garip: Yaz günü sol kolunda, bileğiyle dirseği arasında asılı, ince bir bluzon. O da ortadaki direğe sol eliyle tutundu. Sol kolundaki bluzonla gizlemeye çalı tığı sağ kolunu turistlerden birinin çantasına uzatmaya ba ladı. Durum anla-ıldı: Elini çantaya atacak, o sırada ate li

sohbete dalmı turistlerden birinin malını götürecekti .

Bu tür hırsızların ikili çalı tıklarını bili-yorum, buna müdahale etsem o ana kadar görmediğim ikincisi bana bir kötülük yapabilir diyerek durumu hızla değer-lendirdim ve kararımı verdim: Otur-duğum yerden kalktım, gelecek istas-yonda inecekmi gibi metronun çıkı kapı-sına yakla ırken hırsızla turistlerin ara-sından, hırsızı bir parça iteleyerek ve Pardon mösyö deyip geçerken ve sanki

yanlı lıkla veya istemeyerek yapıyor-mu um gibi hırsızın sağ ayağına sol aya-ğımla çarptım. Hırsız uyandı . Kapıya yana tım ama inmedim ve orada dikildim,

TIKLIM TIKLIM DOLU

METRODA, YÜRÜYEN

MERDİVENLERDEKİLER

SADECE BANA

BAKMAKLA YETİNDİ,

HIRSIZI YAKALAMAK

İÇİN TEK BİR

KİŞİ BİLE KILINI

KIPIRDATMADI

Page 23: AVRUPA KULTUR 02

23

fazla belli etmeden gözlerim o üç turist ve hırsızda. İki durak sonra hırsız inmek zorunda kaldı. Ne turistlerin haberi oldu bu i ten ne diğer yolcuların. Hırsız turist-lerin kaynadığı, bu cıvıl cıvıl mekânlarda cirit attığı o yaz günü, o öğleden sonra, o ak am üstü veya o gece mutlaka ba ka kurban veya kurbanlar bulmu tur, ama benim görevim hırsızın pe inde ko mak değil, göz göre göre yapılan hırsızlığa ola-naklarım ölçüsünde engel olmaktı. Yoluma devam ettim: Yolcu yolunda gerek.

Metroda ve RER de bizzat tanık olduğum hırsızlık hikâyeleri pek çok. Bu kadar zaman içinde bu kadar hırsızlık ola-yına tanık olmam da son derece doğal. Az buz değil metroyla kırkbe -elli yıllık bir muhabbetim var.

Burada tanık olduğum hırsızlık olay-larından son birini daha anlatıp bitiri-yorum bu faslı: République te tam metroya binmek üzereyken bağırıp çağırmalar üze-rine hepimiz dönüp baktık: Dört belki be sivil polisin, dört be çocuğu, kiminin kolundan, kiminin dirseğinden tutmu çeki tirerek indirdiklerini gördük. Polis-lerin tavrından bu takımı iyi tanıdıkları anla ılıyordu. Polisler Rom, Roman, Çin-gene oldukları belli çocukları perondaki koltuklara oturttular ve kimlik kartla-rını sordular. Hepsi birden Yok yanıtını verdi. O zaman polislerden biri takımın kaptanı olduğu her halinden belli küçük kız çocuğuna sordu:

- Senin adın soyadın ne? Kız çocuğu bilgiç pozlarıyla hemen

yanıtını yapı tırdı : - Nicola Sarkozy ! Pes! O ana kadar sonucu almak için

bekleyen ikayetçi yolcu bayan da bu duruma güldü. Bunun üzerine polisler ona dönüp Tamam hanımefendi bu i artık polisin elinde deyip güvence, metro sürü-cüsüne de Hareket edebilirsiniz! i a-reti verince metro yeniden kaldığı yerden yoluna devam etti...

Hırsızlar ekmek kapısı olarak tehlikeli bir yol seçmi ler.

Çok hırsızlık olayı ya anıyor metro ve

RER de. Kimi dramatik biçimde sonuçlana-biliyor: Cep telefonunu kaptırmamak için hırsızla mücadele ederken metro rayla-rına dü üp ezilen bir genç kadın aklımda. Benzer bir olayın birkaç yıl önce İstanbul da da cereyan ettiğini biliyorum. Ba ka bir kadın ise cep telefonunu kaptırmamak için mücadele ederken rayların üstüne dü ünce hızla ve son derece atletik bir hareketle yeniden perona atlayarak hayatını kurtardı. Bu bayan iyi bir sporcuymu . O zaman bir parça spor yapmanın, sağlık kadar cep tele-fonunu ve cebimizdekileri kurtarmaya da yararı oluyor, diyebiliriz.

“Paris’in Nabzı Metroda Atar” kitabının tamamına internet ortamında ulaşılabilir: https://issuu.com/emeginsanati

Page 24: AVRUPA KULTUR 02

24

- Uzak Doğu dan ba layarak Asya ve Kafkasya üzerinden Anadolu ya uğrayıp, Orta Doğu ve Kuzey Afrika yı da geride bırakarak, Cebelitarık tan İspanya ve Avrupa ya ve oradan da Kuzey ve Güney Amerika ya yüzlerce yıldır sürdürdüğü yol-culuğunda, tar, dutar, sitar, gitar (tar: Fars-çada tel) adlarını da alan telli çalgılar aile-sinin Anadolu durağındaki üyesi bağlama (Rus müziğinde balalayka, Yunan müziğinde

BATI’YA, MÜZİĞE VE KENDİ SES RENKLERİMİZE DAİR

FİKRET YILDIRIM

Taner Akyol’un Berlin yoluBERLİN

FOTO: SEBASTIAN DUDEY

Page 25: AVRUPA KULTUR 02

25

buzuki), Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu, A ık Veysel, Ruhi Su, Arif Sağ, Ne et Erta gibi gerek mitle mi gerekse efsanele mi , buraya sığmayacak denli çok sayıdaki ustanın ve ozanın elleri ve yüreklerindeki evrimini zamana inat sürdürmektedir.

Tıpkı günümüzde ve Berlin de olduğu gibi...

Çoktandır evrenselle mi bu telli çal-gının kültürel ve bölgesel ölçekteki özgünlük ve farklılıkları bir yana, her türlü görsel ve i itsel bilginin ı ık hızıyla salın-dığı günümüzde izleyebildiği yol, tüm yer-le ik, koruyucu ve tutucu anlayı ları altüst ederek olağanüstünün ve gerçeküstünün kapısına dayanmı tır.

Tek sesli kültürümüzün ve müziğimizin bağlaması , Batı ya kar ı olan a ağılık

kompleksinde, klasik Batı müziğinde yer edinebilmek için Ben de sizinle çalayım, beni de aranıza alsanıza dan, bugün artık Gelin birlikte çalalım a ula mı tır demek,

hiç de kendini beğenmi lik olmasa gerek. Kar ımızda, bu kültürel devrim niteli-

ğindeki a amanın öncülerinden genç ve müzikal donanımlı, bağlama virtüözü Ber-linli bir besteci duruyor: Taner Akyol.

Taner ’kyol kimdir ve bağlamayla ya amının neresinde ve hangi zamanında tanı tı?TANER AKYOL - Bursa ya yerle mi

Dersim göçmeni bir ailenin üç oğlunun en küçüğü olarak doğmu um 1977 de. Almanya ya ilk i çi göçüyle gelen dedem ve sonradan yanına aldırdığı nenem , her yıl en az bir kere Türkiye ziyaretlerinde bizi

Page 26: AVRUPA KULTUR 02

26

emeği geçen Necati dayım ise bağlama çalardı. İlk kez onda gördüğümü anımsı-yorum bağlamayı. Hemen taklit etmeye ba lamı tım. Hatta mahalledeki çocukları etrafıma toplayıp onlara minik konserler veriyordum. Sonra küçük dayım evlenince ev biraz daha kalabalıkla tı ve sanırım sorunlar da çoğalmaya ba ladı. Sonunda nenem Oğlum seni biz annenin babanın yanına gönderelim, sen orada oku kara-rını verince, dört yıl sonra yeniden Bursa ya dönmü tüm.

O ya a kadarki ya amınızın ikinci yarısını Berlin de geçirdikten sonra nasıldı aile ocağı?TANER AKYOL - 8 ya ındaki ben,

Türkiye de artık ba ka bir çocuğum; Avrupa görmü , Almanya görmü , çikolatayı ve bisikleti bilen, özgüveni sağlam bir çocuk. Mahallede Erzincanlı bir aile var, çocuk-ları benden büyük ve saz çalıyorlar. Bir de orlon dükkanları var. Ben gidiyorum dük-

kanı bekliyorum, iyi kötü bağlama çalma-sını bilen çocuk da benim bisikletimle bir

görmeden dönmezlerdi. Nenem bir geli -

lerinde Gel seni beraber götürelim, bizim yanımızda kal, orada oku deyince ba -

lamı oldu müzikal ya am öyküm. Sanırım 12 Eylül öncesi ortama ili kin ta ıdık-ları kaygıdan dolayı böyle dü ünüp de bu karara varmı lardı ki, 13 Eylül 1980 de terk etmi tim aile ocağımı, henüz dört ya ımdayken ve hiçbir eyin farkında değilken. Küçük bir i çi ailesi eviydi yeni yuvam. İki de dayım vardı. İlk zamanlar her ey çok güzeldi benim için, el üstünde tutuluyordum. Bir dediğim iki edilmiyordu. İçine kapanık bir yapım olmadığından hemen bir sürü arkada ım olmu tu mahal-lede. İlkin okul öncesi hazırlık sınıfına gittim, daha sonra da ilkokula ba ladım. Çok meraklı ve giri ken olduğumdan çabuk kavrıyordum Almancayı ve yeni hayatı.

Peki müzikten ya da bağlamadan söz edebi-liyor muyuz bu dönemdeki ya amınızda?TANER AKYOL - Rahmetli dedem Türk

sanat müziği ve halk müziği sever ve din-lerdi. Yine rahmetli olan ve bende çok

ÇOK MERAKLI

VE GİRİŞKEN

OLDUĞUMDAN

ÇABUK

KAVRIYORDUM

ALMANCAYI

VE YENİ

HAYATI...

Page 27: AVRUPA KULTUR 02

27

Müziğe ili kin ba ka etkinliklerde bulunuyor musunuz? TANER AKYOL - Bir gün, 12 Eylül askeri

darbesiyle cezaevine dü mü olan bir akra-bamızı ziyarete götürülüyorum. Orada gör-düğüm insanlardan çok etkileniyorum. Bugün geriye dönüp baktığımda, o ziyare-timin ya amıma bamba ka bir anlam kat-tığını dü ünüyorum. Ateizmin ne olduğunu ilk kez orada duymu tum örneğin. Sonra mahalledeki arkada larıma da anlattım bunu, bir sırrı de ifre edermi çesine. Daha sonra Ruhi Su yu öğreniyorum, klasik müzikten söz ediliyor ve böyle sürekli yeni bilgilerle ufkum geni liyor, meraklarım çoğalıyor. Asıl olanın bağlama çalmak değil de beste yapmak olduğunu öğreniyorum sonra. Ben de eve gidip beste yapmaya çalı ıyorum. Bir gün evde kitap okuma-larım sırasında Bulgar airi Dobri Jotev in i kence gören bir partizana yazdığı bir direnç iirini besteliyorum:

sordular:kimler,

tur atıp geliyor. Sonra da o bana bağlama çalmayı öğretmek için ders veriyor. Böyle bir anla ma yapmı ız. Benim sazım da yok. Eve dönerken, imdi bile çok iyi anım-

sıyorum, sanki perdelere basarmı gibi ayaklarımı yere vurarak ritim tutuyorum. Ne yapıp edip babama kulakları plastikten basit bir bağlama aldırıyorum. Sonra bir gün Bursa da ya ayan dayım  ıklar kah-vesi var, sen oraya git, Müslüm Güne i bul, o sana yardımcı olur dedi. Mahalli bir sanatçıymı kendisi. Müslüm Güne beni Uludağ Üniversitesi nin Altıparmak ta bulunan, Müzik Birimi ne götürdü. Ora-daki hocam Ya ar Kemal Alim askere gide-ceğinden beni Adem Kara diye bir arka-da ına teslim etti. Bir süre sonra Ya ar Kemal Alim Hocam gelince, bugünün tanınmı sanatçılarından İsmail Tunçbilek ile birlikte öğrenmeye ba lıyoruz. 13-14 ya ımda Uludağ Üniversitesi Halk Müziği Korosu nda bağlama çalmaya ba lamı tım artık.

DAHA SONRA

RUHİ SU'YU

ÖĞRENİYORUM.

KLASİK

MÜZİKTEN

SÖZ EDİLİYOR,

UFKUM

GENİŞLİYOR

TRIO üyeleri: Sebastian Flaig, Antonis Anissegos, Taner Akyol

Page 28: AVRUPA KULTUR 02

28

Bu arada evdeki ortam nasıl, müzik aile ya amınızın neresinde duruyor?TANER AKYOL - Bizim evde öyle pek

müzik dinlenmiyor o zamanlar. Annem polis radyosunu ilan açıyor türkü din-lemek için, o kadar. Tipik bir Alevi ailesine özgü olabilecek deyi dinlemek, cemden, Alevilik ten söz etmek yok evde, kısacası Alevi kültürünü ya amıyoruz. Adeta giz-liyor annem ve babam bu kimliğimizi. Zaten dilimizi bilmiyorum, hiç duyma-

mı ım. Oysa annem ve babam Zazaca bili-yorlar, ama konu muyorlar.

Müzik ufkunuzu geni leten ba ka nelerden söz edebilirsiniz?TANER AKYOL - O sıralar Adil Arslan ın

ilk çıkan albümü Doğu-Batı Divanı nıyla tanı ıyorum. Bu da yine orloncu dükkanın-daki çocuğun abisinin bir gün bana çekme bir kaset vermesiyle oluyor. Allah allah ya, keman var, lüt var, bağlama var ilan diyor a ırıyorum. Zülfü Livaneli den din-lemi im ama Adil Arslan ın yaptığı ba ka bir eydi; klasik Batı müziği orkestrası ile bağlama olabilir i gösteriyordu o. Bu da bana yeni bir pencere açmı oluyordu,

neredeler,sakın ha!susacaksın!bağırmak da yok,ölmek mi!öleceksinGidip bu bestemi onlara çalıyorum. Çok

a ırıp etkileniyorlar. Sonraki ziyaretlerde de bana bağlama çaldırıyorlar, dı arıdan gelen bu çok meraklı afacana çok büyük sevgi gösteriyorlar. Ben de bunun farkında

olmanın keyini sürüyorum. Ve bu ziya-retler sonrasında ben daha bir siyasetle ilgilenmeye ba lıyorum. Bu arada bağla-maya daha fazla yoğunla ıyorum, klasik müzikle tanı ıyorum ve Vivaldi dinlemeye ba lıyorum

Bir ak am bir sinemada SHP milletve-kili Arif Sağ ın da bağlama çaldığı geceye gidiyoruz ve ben sahnenin en önünde büyülenmi çesine onu izliyorum; gözlerimi kırpmadan ve nefesimi tutarak. Hayran kalıyorum kendisine ve üstelik de ilk kez görüp dinliyorum; öncesi yok. O gece Arif Sağ ı izlerken Ben bu adamı geçeceğim diyorum, kendi kendime; kafama koyu-yorum orada.

Page 29: AVRUPA KULTUR 02

29

para mara istemeyin, kar ılığında ne isti-yorsanız bize yazın lütfen diyerek açık çek veriyorlar. Dedemle nenem benim en önemli sponsorlarım yani. İlk kaliteli bağ-lamamı da Necati dayım aldı sanıyorum. Ben Ya ar Kemal Alim Hocamın dersha-nesinde org çalarak güzel sanatlar lisesi sınavına hazırlanıyorum.

Ayrıntısını pek anımsayamadığım sınava giriyorum sonunda. Kötü bir dere-ceyle kazandığımı zannediyorum. Sonra

Necati dayım bana keman getiriyor Almanya dan. Ben kemana yoğunla ı-yorum. Berlin e geli lerimde keman kurs-larına gidiyor, sonra yeniden Bursa ya dönüyorum. Birinci keman oluyorum sonra okuldaki orkestrada. Keman ile bağla-manın akortları birbirine çok benzedi-ğinden, keman çalmakta çabuk yol alı-yorum. Bağlamanın akordu la, re, sol kemanınsa mi, la, re, sol. İyi bir gözlemci olduğuma inanıyorum; kimsenin ses çıkar-tamadığı enstrümanın çalını ını bir izle-yeyim, yetiyor bana ondan müzikal sesler çıkartabilmek için. Örneğin, yan lütten hemen ses çıkartabilmek çok güçtür. Ben ilk görüp izlememden sonra bunu ba a-

imdiden geriye dönüp baktığımda bunu görebiliyorum. Ben artık besteci olacağım dedim kendime: Baktım ki, Arif Sağ ı geçemiyorum, ne yapsam olmuyor, en iyisi ben de beste yapayım, beste yaparak geçeyim diyorum.

İsmail Tunçbilek le  ıklar Kahvesi ne gidiyoruz ve kahveyi hep dolduruyoruz. Büyüklerimiz bize hem sazlarını hem de yerlerini bırakıyorlar ki, biz çalalım. Zaten küçük olan mekân dolup ta ıyor. Babası

müzisyen olduğundan ve doğrudan yön-lendirildiğinden, İsmail Tunçbilek benden daha hızlı ve halk müziği dı ında da eserler çaldığından, zaman zaman ona bırakıyorum oradaki küçük sahneyi.

Bu arada lise de yakla ıyor, öyle değil mi? TANER AKYOL - O dönem güzel sanatlar

lisesi gündemdeydi ve Anadolu Liseleri bünyesinde açılmaya ba lamı tı. Gözüme kestiriyorum bu okula girmeyi. Bir yandan da Ya ar Kemal Alim Hocamdan ders almayı sürdürüyorum. Dedemle nenem yıllık Türkiye ziyaretlerini aksatmıyorlar bu arada. Bir keresinde Ya ar Kemal Alim Hocaya gidip Bu çocuğu alın eğitin,

Page 30: AVRUPA KULTUR 02

30

Kendisinden bestecilik dersleri almaya ba lıyorum ve beni çok seviyor. Fakül-tesindeki üniversite öğrencilerine beni örneklediğini öğreniyorum. Günde dört saat uykuyla çalı tığını söyleyince bunu belleğime yazıyorum. Bir de babamın yeğeninden aldığım Hedeine varıncaya dek uçmanı sürdüreceksin ve hedeinden ba ka hiçbir eye bakmayacaksın öğü-dünün içimde yer ettiğini anımsıyorum. Bu iki örneğin disiplinli çalı mamda belir-leyici olduğunu söyleyebilirim.

Besteciliğe yöneldiğimden iire olan

ilgim de artmaya ba lıyor. air Adnan Yücel le tanı mamsa iiri daha da sev-memde etken oluyor. Berlin deki ilk konse-rime, bestelediğim Yezyüzü A kın Yüzü Oluncaya Dek iirinin adını veriyorum.

Liseyi bitirdikten sonra yeniden Berlin desiniz. Bu sefer yüksek öğrenim yapmak istiyorsunuz.TANER AKYOL - 1995 in Kasım ayında

Berlin e geliyorum yüksek öğrenim görerek mesleğimde yürümem için. İlk zamanlar Necati dayımın desteğiyle ya a-mımı sürdürüyorum. Sonraları ise ders vererek kendi yağımla kavrulmaya ba -

rıyorum. Hocaların keman derslerinden soğumaya ba lıyorum sonra; derste keman tenefüslerdeyse bağlama çalıyorum. Okul saat 9 da ba lıyor, bense 6 da okuldayım. İki otobüsle gidiyorum, sırtımda bağlama elimde keman. Soğuk bir sınıfta bağlama çalı ıyorum. Okul tam gün olduğundan, hep okuldayım ve sürekli bağlamamlayım.

Berlin ziyaretleri neler katıyor müzik öğreniminize?Berlin geli lerimin birinde arayıp

Adil Arslan la tanı ıyorum. Doğu-Batı

Divanı nın tüm notalarını elde ediyorum kendisinden. O notaları beraberimde okula götürüp hocamı çalmaya ikna edi-yorum ve Ali Osman Sönmez Meslek Yüksek Okulu nda bir konser veriyoruz. Böylelikle öne çıktıkça özgüvenim artıyor, daha da hızlanmak, çok eyler yapmak istiyorum.

Bestecilik eğitimi nasıl ba lıyor?TANER AKYOL - O sıralar

Azerbaycan dan Türkiye ye müzikte bir hareketlilik ba lıyor. Hasan Adıgüzel-zade, Eğitim Fakültesi nde armoni dersleri veren bir hocam, aynı zamanda da besteci.

NECATİ DAYIMIN

BİR ARKADAŞI BENİ

BİR GÜN BERLİN

GÜZEL SANATLAR

ÜNİVERSİTESİ'NE

GÖTÜREREK

PROF. WALTER

ZIMMERMAN İLE

TANIŞTIRIYOR

Page 31: AVRUPA KULTUR 02

31

lıyorum. Dayımın bir arkada ı beni bir gün Berlin Güzel Sanatlar Üniversitesi ne (Universität der Künste Berlin) götürerek Prof. Walter Zimmermann ile tanı tırıyor. Hasan Adıgüzelzade ile yapmı olduğum beste çalı malarını gösteriyorum. Bunlar olmaz çocuk diyor bana Bunlar çok basit eyler . Sana bir mektup yaza-cağım, bunu Kreuzberg Belediye Konservatuarı na götüreceksin ve oranın eine vereceksin. Gerekeni yapacaklar

diyor. Burada üniversiteye hazırlık kurs-ları yapılıyor. Bir besteci bir de piyanist hocam oluyor. Bir de bakıyorum ki, çağda klasik müzik yapıyorlar. Bense Vivaldi din-lemi im, klasik müzikle gelmi im oraya kadar. Ayrıca tek sesli bir müzikten de geliyorum. Çok üst düzeyde piyano çalmak zorundayım.

Peki sosyal ya amınız nasıl biçimleniyor?TANER AKYOL - Gelir gelmez Necati

dayım piyano almı tı bana; onda çalı-ıyorum. Dil kursuna gidiyorum ve her

gün dört be saat bağlama çalıyorum. Yok denecek kadar az bir sosyal ya amım var. Ve gerçekten de ortalama dört saat uyuyorum. 1996 nın 18 Haziran ında ilk konserimi veriyorum. Kreuzberg teki Ballhaus un salonu doluyor. Ne kadar zor parça varsa hepsini çalıp kendimi gös-termek istiyorum. Berlin deki bağlama-cılar da böylece beni tanımı oluyorlar.

Sanırım bir festivalde ödül alıyorsunuz?TANER AKYOL - Evet. Kreuzberg teki

hocamdan bir beste sipari i alıyorum, Klangwerkstatt Berlin Çağda Müzik Festivali nde çalınmak üzere; bağlama ve klasik batı müziği enstrümanlarının bir-likte yer aldığı bir beste olacak. Ben de bu sipari üzerine Geride Kalanlara (An die Liegengebliebenen) diye bir parça yazdım ve ödüle layık görüldü.

Ve sınavlar gelip çatıyor...TANER AKYOL - Evet, gecikme duru-

munda ölümcül olabilecek bir ameliyat sonrasında sınavlara giriyorum. Piyano çalıyorum, teoriden yazılı oluyorum ve

Taner Akyol, 1977 yılında Bursa’da doğdu. İlkokul yıl-larında bağlamayla tanı tı. Bursa Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi keman bölümünde okudu. 1996 yılında Almanya’ya yer-le ti. 1997 yılında Kreuzberg Belediye Konservatuarı tara-fından Klangwerkstatt 97 isimli çağda klasik müzik festi-vali için bir beste sipari i aldı.1997/98 ögretim yılında Hanns ”isler Müzik Akademisi’nin açm olduğu kompozisyon bölü-münün sınavlarını birincilikle kazanarak Prof.Hanns Peter Kyburz’un ögrencisi olmaya hak kazandı. Aynı yıl uluslara-rası bestecilik konferansına -Brandenburgischen Colloquium für Neue Musik-katıldı.98 yılında İstanbul in Berlin isimli fes-tivale besteci ve icracı olarak davet edildi. Akyol aynı yıl gir-diği MusicaVitale ’98 isimli yarı mada en iyi genç solist ödülünü aldı. 1999 yılında Hanns ”isler Çağda Klasik Müzik Bestecilik Yarı ması’nda piyano için yazdığı eser ödüle layık görüldü. 2003 yılında Hanns ”isler Müzik Akademisi bes-tecilik bölümünden mezun oldu.Hemen arkasından Berlin Sanat Üniversitesinde (U“K) Prof. Walter Zimmermann’ın mastır öğrencisi olarak eğitimine devam etti ve burayı da 2006 yılında bitirdi. 2008 yılında Brandenburg Çağda Müzik Vakfı’nın açtığı yarı mada bağlama ve yaylı dört-lüsü için yazmı olduğu Hatırlamalar isimli eseri birincilikle ödüllendirildi. 2007’de kendi eserlerinden olu an Göçmen Ku lar isimli albümü ”njarecords tarafından yayınlandı.

Aynı dönemde Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı adlı kitabına W“R radyosu için müzik yaptı. Yunanistan ve Almanya’da yayınlanmı çe itli karma albümler yaptı. 2011 Nisan ayında Yunan sanatçı Maria Farantouri’nin solistli-ğinde Maria Farantouri sings Taner Akyol isimli albümü yayınlandı. Berlin Komische Oper in sipari i üzerine bes-telediği ilk operası Ali Baba ve 40 Haramiler in galası ekim 2012 de yapıldı. İlk albümü 2012 yılında Güne e Raks ba lığı altında 50 ülkede ”njarecords etiketiyle yayınlanan Taner Akyol TRIO, Avrupa’nın çe itli ülkelerindeki festival-lerde de konserler verdi.

Taner Akyol kimdir?

Page 32: AVRUPA KULTUR 02

32

Üniversite sonrasındaki kariyeriniz...TANER AKYOL - 2000 yılında arka-

da larımla kültürlerarası Ensemble Cornucopia yı kurduk; etnik, klasik ve çağda müzikten örnekler verdik. 2003 yılında Taner Akyol TRIO ilk kez bir stüdyo çalı masında bir araya geldi. Üçlü emprovizasyonun gizilgücünü ke fettik; bağlamanın Anadolu zenginliğiyle piyano ve perküsyonu bulu turarak entelektüel müziğe bağladık.

2007 de Göçmen Ku lar isimli albümüm Enja Records tarafından yayın-landı. Aynı dönemde, Orhan Pamuk un Benim Adım Kırmızı kitabına WDR Rad-

yosu için müzik yaptım. 2011 Nisan ında dünyaca ünlü Mikis Teodorakis yorumcusu Maria Farantouri ile Maria Farantouri sings Taner Akyol albümümüzü çıkarttık.

2012 Yılı nda Taner Akyol TRIO nun ilk albümü Güne e Raks ı, Enja Records ile 50 ülkede yayınladı. Bu süreçte TRIO, Avrupa nın birçok ülkesindeki festival-lerde konserler verdi.

Komische Oper den bir çocuk operası sipari i aldım: Ali Baba ve Kırk Hara-miler . 28 Ekim 2012 de ilk gösterimini yaptık. İki sezon sahnelendi ve yakla ık 30 bin ki i tarafından izlendi. Bu projede, bir ilk olarak birer Batı müziği enstrüman-ları olan keman, obua ve yan lüt ile Doğu enstrümanları zurna, kaval ve bağlama bulu mu oldu.

2013 nisanında Berlin de, 2015 aralık ayında da Hamburg da olmak üzere, Maria Farantouri ile birer orkestral konser verdik. Okuyucularımız dilerse, www.tane-

rakyol.com, www.tanerakyoltrio.de ve www.tamusikatelier.com adreslerindeki sayfala-rımızdan tüm çalı malarımıza ili kin bilgi edinebilir.

Peki imdi müzikte bulunduğunuz yer neresi ve nereye gitmek istiyorsunuz?TANER AKYOL - Müziğin evrende kapla-

dığı yer ve bilgi birikimini dü ündüğümde bence bir müzisyen ancak müziğin hep öğrenme a amasında olabilir. Müzik öyle ya ayan bir ey ki, sürekli geli mekte, ne kadar çok öğrenirseniz öğrenin ne kadar

kompozisyondan da komisyona giriyorum. O gün orada çaldığım parçaları nere-deyse ezberlemi tim ben; öylesine hazır-lanmı tım yani. Önümdeki nota kağıt-larına bile bakmadan çalıyorum. osta-koviç, Mozart ve Bach çalıyorum. Bir de Erik Satie. Bir tane de bağlama için yaz-dığım bir parçamı çalıyorum komisyonda ve dı arıya çıkıyorum. Kazanacağımı hiç beklemiyorum. 40 ki i ba vurmu , 12 si yabancı uyruklu. ansım çok zor. Sonuç-ların yazılı olarak gelmesini bekleyemeden telefon ediyorum. Kazandınız diyor telefondaki ses. Heyecandan ağzım açık kalıyor. Peki kaç ki i kazandı? diye soru-yorum. Sadece siz diyor yine aynı ses. Beni kabul eden Prof. Hanspeter Kyburz ile birlikte ba lıyoruz derslere. Onun da ilk senesi. Benden sonra 2 dönemde sınav-ları kazanan öğrenci olmuyor. Niye ben? diye soruyorum daha sonra kendisine. Seni inandırıcı buldum diye yanıtlıyor.

İlk yıl nasıl geçiyor?TANER AKYOL - Profesörle evlerimiz

tesadüfen yakın olduğundan, bazen sabah-ları okula birlikte gidiyoruz. Yaptığım bir beste okulda üçüncülük ödülüne layık görülüyor.Bir yandan da fakülte dı ındaki ya amımda müzik çalı malarım sürüyor; yeni müzisyenler tanıyorum, ak am-

ları bazı yerlerde sahne alıyorum, kısa-cası müzik yolculuğumdan sapmadan iler-liyorum. Almanya da kompozisyon oku-yarak bağlama çalan sanatçı gibi bir eti-ketim olu uyor zamanla. İstanbul daki stüdyo çalı malarına gide gele Erdal Erzincan ve Tolga Sağ ile gittikçe derin-le en bir dostluğumuz olu uyor. Tolga Sağ, İstanbul daki stüdyosunu sonuna kadar açıyor, Erdal Erzincan da tüm çalı malar boyunca desteğini esirgemiyor. Benim, kendisini geçeceğime and içtiğim sev-gili Arif Sağ Hocam da, büyük bir tevazu ile bu albümümde perküsyon çalmayı üst-leniyor, üstelik de zevkle yapıyor bunu. Onur duyuyorum. Daha sonra, 15 Nisan 2007 de, Arif Sağ ve Erdal Erzincan la bir-likte An der Urania da bu ilk albümün tanıtım konserini veriyoruz.

“ALMANYA'DA

KOMPOZİSYON

OKUYARAK

BAĞLAMA ÇALAN

SANATÇI" GİBİ

BİR ETİKETİM

OLUŞUYOR

ZAMANLA...

Page 33: AVRUPA KULTUR 02

33

çok ey bilirseniz bilin, becerebilirseniz becerin, hep o sizden önde durur. Sürekli öğrenmek zorunda olduğunuz bir olgu olarak önümüzde durmaktadır. Dolayısıyla buradan baktığımızda yaptıklarım veya ba ka müzisyenlerin yapmı oldukları çalı malar ya ları itibari ile kar ıla tırıl-dığında çokmu gibi görünse de, gerçekte ummanda bir damla bile değil.

Ben bundan sonra daha çok öğrenmek ve öğrendiklerimin paralelinde daha çok üretebilmek istiyorum. Yıllar geçtikçe, denemeler yanılmalar çoğaldıkça kendi müzikal dilimi üslubumu daha da belir-ginle tirmek isterim. Tabii sadece bes-teci olarak değil, onun yanı sıra eğitmen olarak ve de bu i lerin teorisi anla-mında yapmak anlamında da gerçekle -

tirmek istediğim bir dolu i var. İlk elde halk müziklerini, daha doğrusu çocuklu-ğumdan beri çalmaktan söylemekten mut-luluk duyduğum türküleri kendi müzikal dilimle, ifade tarzımla i lemek istiyorum. Üzerinde çalı makta olduğum bir takım ba ka projeler de mevcut. Bunlar da zamanı geldikçe olgunla tıkça hayata geçecek..

Müziğe kırk yılını vermi bir besteci olarak, son yıllardaki basmakalıp ticari yapımlar ve hepsi birbirine benzeyen albümler canımı sıkarken, birdenbire çöldeki vahalara benzeyen bir çalı -

mayla kar ıla tım.Genç besteci Taner Akyol, atonal orkestra yazısı anlayı-

ıyla geleneksel Anadolu müziğini aynı potada eritmek gibi son derece zor ve deneysel bir çalı maya imza atmı tı. Bununla da yetinmemi , Avrupa’nın en değerli yorumcularından birisi olan sevgili arkada ım Maria Farantouri’yi de i in içine katmı tı.

Böyle bir projeye giri me cesareti bile ba lı ba ına büyük bir kutlamayı hak ederken, albümün kalitesi a kınlığımı bir kat daha artırdı. Çünkü Batılı müzisyenlerin icra ettiği bestelerde Anadolu’nun kadim geleneğinin özü duyuluyor, bin yıldır her türlü zulme direnen sazın çığlığı yükseliyor, Maria’nın sesinde ise yüzyılların ağıdı yüreğimize i liyordu.

O zaman Taner Akyol’un Batı’nın sanat dilini konu abilen bir Anadolu ozanı olduğuna karar verdim: ”n hasından bir ozan!

Bu çalı mayı co kuyla alkı lıyor ve Taner Akyol gibi değerli bir müzik adamı kazandığımız için sevinç duyuyorum.

Yolu açık olsun!

Günümüzde pek çok ticari müzik yapılmakta. Halk müzikleri ise unutulmakta, ya da dejenere edilerek estetik dı ı bir ekilde yeniden ele alınmakta. Bu aslında bir kültür katliamı. Ve bizlerin iyi müzik ile bu katliamı durdurmamız lazım.

Ama nasıl?Taner Akyol’un bu elimizdeki çalı masında beni yıllardır ilk

kez sevindiren bir ey sezdim. Halk türkülerinden, -ya da halk ruhundan- yola çıkan bu çalı malarda, yeni bir ruh var. Bir kültür var. ”mek ve bilgi var.

Çok değer verilmi bir özen var.Müzisyenlik ve sanatçılık var…Taner Akyol, elbette son yıllardaki en akılda kalan bağlama

virtüözlerinden biri. Ama o aslında bir besteci. Halk müziklerine yeni bir çehre veren, onları ileri götürmek için çabalayan, bunun için öğrenen, çabalayan bir müzisyen.

İ te beni sevindiren budur.Ticari amaç gütmeden, iyi müzik yapmak için uğra ılmı çalı -

maların farkını hemen anlamaktayız. Taner’e bu çalı ması için te ekkür borçluyuz.

(2010)

Zülfü Livaneli nin bakı ıyla Taner Akyol

Fazıl Say ın bakı ıyla Taner Akyol

Page 34: AVRUPA KULTUR 02

34

SELÇUK CARA’NIN ALMAN VE TÜRK TOPLUMU İÇİN AYRI ANLAMLARI

Türk, ama buna rağmen akıllıBAHAR EŞİN

Page 35: AVRUPA KULTUR 02

35

Foto

: Sel

çuk

Cara

– Gerçekten ilginç hayat hikâyesini kısa bir süre önce çıkan kitabıyla okur önüne çıkaran bir sanatçıyla kar ı kar ıyayız. 29 Mayıs 1969 yılında Hessen’de dünyaya gözlerini açan Selçuk Cara, sadece Türk asıllı bir Alman yazar değil, aynı zamanda bas bir opera sanatçısı. Wagner sanatçısı olarak tanınan Cara, birçok Alman tiyatro oyununun da yorumcusu olarak biliniyor.

Türk kökenli olan Cara, ses sanatçılığı hakkındaki ilk deneyimini, Hessen radyo-sunun gençlik korosunda edinmi , daha sonra da Frankfurt am Main da Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi nde felsefe eğitimi almı . 1992 yılında yine Frank-furt am Main da bulunan Müzik ve Görsel Sanatlar Yüksekokulu nda Antonis Papa-konstantinou yönderliğinde müzik eğiti-mine ba lamı . 2006 yılından beri opera ve konser sanatçısı olarak sanat ya amına devam eden Cara, çe itli ilarmoni orkest-raları da dahil olmak üzere hem yurtiçinde hem de yurtdı ında birçok performansa imza atmaktadır.

Ses sanatçısı kimliğinin yanı sıra, rejisör olarak da kar ımıza çıkan Cara, 2009 yılından itibaren Schwerte de bulunan Ruhr Akademi de rejisörlük eğitimi almı . 2012-2015 tarihleri arasında da Dortmund Yüksekokulu nda rejisörlük (Szenograie) ve ileti im üzerine ve ağırlıklı konusu ilm olan master eğitimini tamamlamı . Selçuk Cara nın bizzat gerçekle tirdiği ve ödül alan ilmleri de var.

Ses sanatçısı ve rejisör kimliklerinin yanı sıra, yazar olarak da kar ımıza çıkan Cara nın yayınlanmı 40 a yakın tiyatro eserinin yanı sıra, Asanger Verlag Kröning tarafından yayınlanmı olan çe itli sosyo-loji yazıları da vardır.

Türke, aber trotzdem intelligent Cara nın 192 sayfadan olu an, otobiyograi tadındaki yeni kitabı. Kitabın her sayfası, Cara nın Almanya da sürdürdüğü hayatın, kimi zaman zorlu kimi zaman ise eğlenceli ve komik yönlerini gözler önüne seriyor. Dı a-rıdan alıcı bir gözle baktığımız zaman, ba arılı bir entegrasyon hikâyesinin tüm detaylarını bu eserde buluyoruz. Toplumun dı ında kalmı , kimsenin güvenemediği ve önyargılarla yüzle meye mahkûm bıra-kılan bir ya am perdesi gözlerimizin önüne serilen.

Kitabın en önemli özelliklerinden birisi, birbirinden çarpıcı zıtlıkları gözler önüne

MÜNİH

Page 36: AVRUPA KULTUR 02

36

sermesi. Türk i çisi olarak Almanya ya çalı maya gelen ve kendi tekstil fabrikasını kurarak geçinen bir ailenin çocuğu olan Cara, sürekli televizyon seyreden ve kitap okuma alı kanlığı bulunmayan ailesini de anlatıyor. Her ne kadar ve buna rağmen kelimeleri, ya adığı ve sava tığı zıtlıkları en iyi ekilde canlandıran kelimeler olsa gerek. Bu zıtlıklarla sava arak, sonunda opera ses sanatçısı olmayı ba arıyor Cara. Her ne kadar Beyrut ve Bayreuth ehirlerinin isim-

lerini karı tıran bir babası olsa da, Selçuk Cara bir kahramanlık hikâyesinin ba ro-lünü oynuyor bizlere. Zaten kahramanlık öyküleri, genelde içinde bulunulan duruma bir ba kaldırı ile beraber yazılmaz mı?

MOZART, TÜRK VE AKIL

Onbirinci sınıfa geldiğinde müzik der-sinde, sınıfta Wolfgang Amadeus Mozart konusu i leniyor ve Cara nın canı derste inanılmaz ölçüde sıkılıyor. İlerleyen hafta-ların sınıfta i lenecek konusu da Mozart ın eserleri. Müzik öğretmeninden Mozart ı anlayamayacağını, çünkü Mozart ın kendi kültüründen yeti memi bir sanatçı oldu-ğunu duyan Cara, i te tam olarak o esnada, opera sanatçısı olmaya karar verdiğini anlatıyor kitabında, üstelik o zamana dek bir kez olsun dahi bir opera dahi izlememi olmasına rağmen. Her ne kadar hocası, bir Türk olarak kendisinin Mozart ın sana-tını anlayamayacağını sınıfta iddia etmi olsa da, o an sınıfı terk eden Cara, sınıfa tekrar geri döndüğünde, müzik okuyacağını ve opera sanatçısı olacağını yüksek sesle aktarıyor. Aradan dört sene geçtikten sonra, piyano hocasının evinde misair-lere Bach tan çe itli parçalar çalan Cara yı hocası misairlere u kelimelerle tanıtıyor: Kendisi bir Türk, ama buna rağmen akıllı.

Müzik yüksek okulunun sınavlarına hazırlanan Cara, giri sınavında ilginç bir sahneyle kar ıla ıyor. Cara nın sınıfa gir-diğini farkına varmayan sınav komisyo-nundaki hocalardan birisi, sırada Cara nın olduğunu okuyunca, komitedeki arkada -

larına, sıradaki ki inin Türk olduğunu ve

kendisinin Almanca bilip bilmediğini sor-gulamaya ba lıyor. Aynı zamanda liseyi bitirmi olup olmadığı endi esini de alaycı bir dille komite üyeleriyle payla ıyor. Diğer komite üyeleri de, meslekta larının bu esprisine gülmeye ba lıyor. Cara nın sınıfta durmakta olduğunu komite üyeleri fark etmiyor. Kar ılarında bir anda Selçuk Cara yı gören komite üyeleri, sınavın daha ba lamadan kötü bir ba langıç yapıldığını ve Cara nın o esnada sınıfta bulunmasını saygısızlık olarak kar ılayarak, aslında Türklere kar ı ne kadar önyargılı oldukla-rını okuyuculara aktarıyor. Fakat sonuçta, sınavı geçmeyi ba arıyor.

Sınavda ya adığı dü manca tutumun pe ini bırakmıyor Cara. Okula kabul edil-mesinin ardından, profesör heyetine bir mektup yazıyor. Mektubundaki ana amacı, heyete bu konuyla ilgili tepkisini gös-termek ve kamu sektöründe çalı an otori-teleri, yanlı davranı larıyla yüzle tirmek. Be sayfalık ikayet yazısının ardından, komitedeki tüm profesörlerin imzasını ta ıyan bir özür mektup alan Cara, ki isel olarak kendilerinden bir özür duyamamı olmasını haklı olarak ele tiriyor.

HER NE KADAR

HOCASI BİR TÜRK

OLARAK KENDİSİNİN

MOZART'IN SANATINI

ANLAYAMAYACAĞINI

İDDİA ETSE DE...

Page 37: AVRUPA KULTUR 02

37

TÜRKLER VE ALMANLAR İÇİN CARA

Sınavı geçen on iki ki iden biri olarak okuldaki ilk gününü ise, betimleme sanatı çok kuvvetli bir ekilde okuyuculara akta-rıyor. Havada yaz sıcağı var. Ömümde ve yanımda, dünyanın bütün ülkelerinden öğrenciler var. Herkes oldukça mutlu ve umutlu görünüyor. Burada birileri İspan-yolca konu uyor, orada birileri Fransızca, urada bir grup Japonca. Az ilerde ise, ten

renkleri farklı olan insanlardan olu an bir grup var, onlar da İngilizce konu uyorlar. Almanca konu an o kadar az ki. Bu güzel tasviriyle Selçuk Cara aslında, Almanya nın önemli bir gerçeğine parmak basıyor.

Ben, Almanlar için entegrasyonun güzel bir örneği iken, Türkler için ise bir ey-leri ba arabilmenin örneğiyim diyor Cara. Kendini ne Alman ne de Türk gibi hisset-tiğini söyleyen Cara, çocukluğunda birçok insanlarla ileti im halinde iken, gerçekten arkada diyebileceğimiz bir kimsenin hayatında olmayı ı dikkat çekiyor. Kitabı okurken kendisini, bir yalnızlık ve müca-dele hikâyesinin içinde görüyoruz. Opera sanatçılığının, ya adığı yalnızlıkla örtü en bir sanat dalı olduğu dü üncesine kapı-lıyor insan, özellikle de Paris te bir cafede müzik öğretmeni ile yaptığı konu mayı oku-duğumuzda. Yalnızlık diyor müzik hocası, Yalnızlıktır birçok insanın opera sanatçısı

olmasıyla birlikte hesaba katmadığı detay. Otel odalarında ve evlerinde, içinde bulun-dukları sonu gelmez yalnızlıktan bahse-diyor ona müzik hocası, opera sanatçıla-rının maruz kaldığı.

İnsanlar tarafından artık Türk olarak görülmediğini kitabında vurgulayan Cara, bir Müslüman olarak da algılanmadığını aktarıyor aynı zamanda, özellikle de bir Katolik kilisesinde Franz Liszt ten sunduğu Jesus Christus un ardından. Ba a-rılı, hem de çok ba arılı bir entegrasyon hikâyesinden bahsediyor, geçmi iyle tamamen barı ık ve en yüksek gözlem gücü ve tasvir yeteneğiyle...

www.yaprakkiran.de

Çizimler | Zeichnungen

Page 38: AVRUPA KULTUR 02

38

- Avrupa yı sarsan, son derece yakıcı bir sorun, ilginç bir yöntemle Heidelberg Tiyatrosu nda sahneleniyor. 24 Nisan da ilk kez sunulacak olan ehir, Ülke, Kaçı (Stadt Land Flucht) adlı bu oyunu yönetmen arkada ı Prodromos Tsi-nikoris ile birlikte sahneye koyan Anestis Azas, tevazusuyla tanınıyor. Örneğin,

HEIDELBERG TİYATROSU’NDA “ŞEHİR, ÜLKE, KAÇIŞ”

Mülteci trajedisini görünür kılan mizah RUHSAR GÜMÜŞDAL

RUHSAR GÜMÜȘDAL | ANESTIS AZAS

kendisiyle bulu tuğumuzda, isim yapmı , Avrupa nın saygın tiyatrolarında oyun sergilemi , ödüller almı , bir tiyatronun da sanat müdürü olan bu yönetmen, yardımcısına emir verip yiyecek isteye-ceğine, kendisi gidip yiyecek bir eyler satın almaya çalı ıyordu. 1978 doğumlu Anestis Azas, Berlin deki ünlü Ernst Busch

HEIDELBERG

Page 39: AVRUPA KULTUR 02

39

Konservatuvarı nda yönetmenlik öğreni-mini tamamladı. Yıllardır meslekta ı Prod-romos Tsinikoris ile birlikte çalı ıyor. İkili, 5 yıldır Atina daki Experimentle Stage 1 tiyatrosunun sanat direktörlüğünü yapıyor. Anestis Azas ile Heidelberg Tiyatrosu nun üst katında sadece yeni oyununu değil, insanı, trajediyi, mizahı ve sansürü de konu tuk.

Bu oyununuzda mülteciler konusunu i liyorsunuz. Oyun metnini ne zaman hazırladınız?ANESTİS AZAS – Senaryo olu -

makta. Oyunun çizgisi belli. Siz de bilir-siniz, bir oyun provalar esnasında geli ir ve yön kazanır. Mülteciler konusunda her gün geli meler var. Dolayısıyla oyun her gün geli iyor. Oyuncularla söyle-erek metni geli tiriyoruz. Oyuncuların da

deneyim ve dü üncelerine yer veriyoruz. Heidelberg deki Amerikan askerlerinin önceden ikamet ettiği lojmanlarda imdi mülteciler kalıyor. Bu mülteci kampında ya ayan üç mülteci ile röportaj yaptık. Bana çok acı özgeçmi lerini anlattılar.

Bizim yönetmen ekip olarak arzumuz mültecileri de sahnede görmek. Fakat ya a-dıkları olaylar sonucunda ürkek bir psiko-lojileri var. Sahneye uyum sağlayabilirler mi, sahnede yer alabilirler mi, diye dü ü-nüyorum. Kendi hikâyelerini bizzat kendi-lerinin sahnede vermeleri çok daha etkile-yici ve gerçekçi olur. Oyunun ön hazırlık-larını yaparken İdomeni ye gittim. Oradaki mülteciler ile görü tüm. Televizyondan izle-diğimiz kamp, sınır kampı. Oraya varmadan 10 km. önce Kızılhaç ın, ordunun da kamp-ları ba lıyor. Gerçi bu kamplarda görece daha sağlıklı imkânlar sunuluyor, fakat insanlar sınırlar açılır ümidiyle sınır kam-

pında kalmayı tercih ediyorlar. Leimen de ya ayan bir mülteci ile tanı tım. Bana ağa-beyinin İdomeni deki sınır kampında kal-dığını anlattı. İdomeni ye gittiğimde onu buldum, görü tüm. Bu da çok özel bir hikâye.

Sürekli medyada mülteci sorunları gün-

demde. Siz yönetmenlik çizginizi belgesel olarak nitelendiriyorsunuz. ’cı da olsa kanık-

sanm olabileceği ihtimalini dü ünüyor musunuz? İzleyiciyi ile ileti ime geçebilmek için kullandığınız bir yönteminiz var mı?ANESTİS AZAS - İnsanın psikolojik yapı-

sının özel bir mekanizması vardır. Hayatın

zorluklarını yenmek, en sıkıntılı ortam-

ları ba arıp içinden çıkabilmesinin sır-rını mizahta görüyorum. Ağlanacak haline gülme deyimini birçok dilde bulabilirsiniz. Niye insan ağlanacak bir duruma ağlaya-

Page 40: AVRUPA KULTUR 02

40

cağı yerde gülsün? Bu, psikolojinin ken-dini koruma zırhıdır. Mizah, sanatın zor bir dalıdır. Gerçekleri güldürerek irde-leyen sanattır mizah.

Yanlı anla ılmasın, aka, espri anla-mında gülmek değil. Belli ikirleri, ciddi gönderileri daha belirgin ifade edebil-menin, dile getirmenin adıdır mizah. Bir o kadar da zordur yerinde kullanmak. Zor-luğu, zamanlama ve içeriğin yerinde ifade edilmesinden kaynaklanıyor. Yanlı kulla-nıldığında göndermek istenilen mesaj yok olur ve oyunun kalitesini dü ürür.

Fakat mizahın yerinde kullanılması izle-yiciyle ileti imi güçlendirir ve izleyiciye mesajı daha güçlü gönderir. O anı yakala-dığınızda, izleyici, güldüğü konu üzerinde dü ünmeye ba lar. Ben Charlie Chaplin hayranıyım. Charlie Chaplin bu sanatın en büyük ustasıdır. En zor ve acıklı olaylara insanları güldürmeyi ba armı tır. Kendine has hüzünlü bakı ına dahi insanlar gülebiliyorlar.

Bu tarz mizah ile çalı mayı seviyorum ve benimsediğim tarz, bu. Yanlı anla-ılmasın. Mizahtan bahsediyoruz, kome-

diden değil. Benim oyunuma giren izleyici güncel, siyasi olayların i lendiği bir sahne ile kar ı kar ıya olduğunu bilmeli. Kimse Anestis Azas mizah sanatını kullanmayı

seviyor dü üncesiyle komedi izleyeceği yanılgısına dü mesin. Komedi, yine farklı kriterleri olan sahne sanatı.

Mizah ile ’vrupa yı kapsayan bu mülteci sorununun boyutunu hailetmi olmuyor musunuz? ANESTİS AZAS - Kesinlikle hayır.

Tiyatro, ileti imin merkezidir. Dü ünceleri bulu turmakta araçtır. Mizah asla haile-tici bir etken olmamalıdır, sivri ve irdele-yici olmalıdır. Bunu ba armak da mizahın gerçekçi olması ve yerinde kullanılması halinde mümkündür. Örneğin mülte-ciler ya adıklarını anlatırken espri yapıp, kendilerine gülebiliyorlar. Hiç ihtimal verir misiniz, günlerce aç kalmı , iddet görmü , çamurun içinde uykusuz günlerce yürümü bir insanın bunları anlatırken

gülebilmesine. Ve sizin de onunla güldüğü-nüzü dü ünebiliyor musunuz?

Örneğin: Gezi Parkı olaylarında İstanbul da yer yerinden oynadı, ama televizyonda penguenler oynadı. Herkes penguenlere güldü. Penguenler, Gezi Parkı ndaki olaylarda basına uygulanan sansürün sembolü oldu. Erdoğan bilin-cinde olmasa da insanları harekete geçiren bir mizah sergiledi. Penguenler insanları güldürdü ama eğlendirmedi. Daha yoğun tepki vermeye ve daha çok sokaklara dökülmeye te vik etti.

Mizahla gerçeği anlatmanın tarzınız oldu-

ğunu söylüyorsunuz. Yapmı olduğunuz ara tırma safhasında oyunda mizaha mal-zeme olabilecek örnekler verebilir misiniz?ANESTİS AZAS - İnsanların acizliğinden

faydalanıp menfaatini gözetenler bir konu olabilir. Sefalet ve yokluk içindeki aç bir insana 50 sentlik sandviçin 5 avroya satıl-ması. Bence bu, vah et. Gözümle gördüm. Bu, bir konu olabilir. Büyük sayıda gönül-lülerin hizmet vermesi... Bu insanların varlığını duyurmak gerekiyor. Bu da bir nokta olabilir.

İdomeni kampında dikkatimi çeken, erkeklerden çok kadın ve çocukların olma-sıydı. Mültecilerin çoğunlukla erkek oldu-ğunu dü ünüyoruz. Oysa tam aksine, çocuklar ve kadınlar daha çok. Buradan da bir nokta türeyebilir.

Provalar esnasındaki geli meler doğrultu-

MİZAHIN YERİNDE

KULLANILMASI

İZLEYİCİYLE İLETİŞİMİ

GÜÇLENDİRİR.

O ANI

YAKALADIĞINIZDA

İZLEYİCİ GÜLDÜĞÜ

KONU ÜZERİNDE

DÜŞÜNMEYE

BAŞLAR.

BEN CHARLIE

CHAPLIN

HAYRANIYIM

Page 41: AVRUPA KULTUR 02

41

sunda malzememizi kullanacağız. Yönetmen arkada ım Prodromos Tsinikoris ile haber ve olaylara görsellik vermek istiyoruz. Duy-guları anlatan ve duyumsatan bir çehre ver-meye calı ıyoruz.

Saydığınız noktaları olasılık olarak ifade ettiniz. Sahneye konulup konulmaması hangi kriterler doğrultusunda olacak?ANESTİS AZAS - Bütün bu dü ünceler

metne i liyor. Metni sahneye uyguladı-ğımızda, ifade ve görsel olarak ne kadar güçlü ve etkileyici olduğunu izleyeceğiz. Tekrar gözden geçirip karar vereceğiz. Oyun, prova esnasında geli iyor derken

bunu anlatmaya çalı mı tım.

Konu mülteciler, dolayısı gündemdeki siyaset de konumuzla ilgili. Baden Würt-temberg eyalet seçimleri sonuçlarına ne diyorsunuz?

ANESTİS AZAS - Sonuç korkunç. AfD nin üç eyalette parlamentoya gir-mesi ne demek? Kesinlikle seçim konusu ve AfD nin eyalet parlamentolarına girmi olması oyunda yerini alacak. Siyasetin gündemdeki nabzını sahneye uyarlamak, konumuzla doğrudan bağlantılı oldu-ğundan, kaçınılmaz. Oyunun provalar akı-ında geli tiğine dair yine bir örnek bu.

“ominik Lindenhorst-’pfelthaler, Katharina Quast, Henrick Richter, Nanette Waidmann, oyun icin seçtiğiniz Heidelberg kadrosunun oyuncuları. Hangi kriterlere göre oyuncu-

ları seçtiniz?ANESTİS AZAS - Biliyorsunuz tiyatro-

ların kadrolu oyuncuları aynı anda paralel birkaç oyunda rol alıyorlar. İlk kriter bu idi, hangi oyuncular müsait. Oyuna ilgisi olup, prova esnasında oyunu geli tirme mekanizması ile rahat çalı abilecek ki iler olması da önemliydi.

Sayın ’nestis ’zas, oyunlarınızın sansür ile kısıtlandığı hiç oldu mu?ANESTİS AZAS - Hayır, ben böyle bir

sorunla hiç kar ıla madım. Sanat ve tiyatro, konuların estetik bir ekilde, sınır tanımadan dile getirildiği bir mekandır. Ba arılı oyunlar vardır. Ba arısız oyunlar vardır. Ama sanatın ufkunda sınır yoktur. Tiyatro ve diğer sanat alanlarında sansür olaylarını okuyor veya meslekta ları-mızdan duyuyoruz. Ben böyle durum ile kar ıla madım.

Prodromos Tsinikoris in de bu söyle ide bulunması güzel olurdu. Bugün kendisi pro-

vaya katılmadı mı?

Foto

_co

mm

ons.w

ikim

edia

.org

_w

aech

ter+

wae

chte

r arc

hite

kten

bda

Page 42: AVRUPA KULTUR 02

42

ANESTİS AZAS - Prodromos ile Atina daki Experimentle Stage 1 tiyat-rosunun sanat direktörlüğünü yapıyoruz. Burada provalar devam ederken Atina da da tiyatro devam ediyor. Dolayısıyla iki-mizden biri belli aralıklarla orada olmak zorunda. imdi Prodromos Atina da. Prö-miyerde tabii ki burada olacak. O zaman kendisi ile de tanı ırsınız.

Heidelberg Tiyatrosu nda bu ilk çalı manız değil. 2013 yılında da bu mekânda oyun ser-

gilemi tiniz. Heidelberg ehir Tiyatrosu na özel bir sempatiniz mi var?ANESTİS AZAS - 2013 yılında geleneksel

Heidelberger Stückemarkt projesi çer-çevesinde katıldım. Telemachos - Should I stay or should I go? isimli oyunda Yuna-nistan göçmenlerinin hikâyesini i le-mi tik. Daha doğrusu, bir kıyaslama idi. 1960 larda i çi olarak gelenler ile inans krizinden dolayı son yıllarda gelenlerin göç nedenlerini ve Almanya daki ba lan-gıçlarını kar ı kar ıya getirdik. Çok ilginç bir çalı ma oldu. Heidelberg Tiyatrosu nun Genel Müdürü Holger Schultze yeni-liğe açık bir yönetmen, yeniliklere zemin sunan, sahnesini onlara açan bir müdür. Bu da Heidelberg Tiyatrosu nda çalı -

manın büyük bir artısı.

”klemek istediğiniz bir ey var mı?  ANESTİS AZAS - Tiyatroya gelen izle-

yicilerimiz zaten sanata açık ki iler. Biz tiyatro olarak daha büyük kitlelere ulasmak istiyoruz. Tiyatro yava hareket eden bir medya. Çünkü tiyatro bir oyunun hazırlığını iki yıl önceden programlamaya ba lıyor. Senaryo ve metnin hazırlanması, sahne dizaynına taslak çizilmesi ve daha birçok etken bunun nedeni. İzleyicimiz bizim mesajımızı dı arıya ta ıyor. Daha geni izleyici kitlesine ula mak, ikir alı -

veri inde bulunmak istiyoruz.

Sayın ’zas, iki prova arasında zaman ayırdı-ğınız bu söyle i için te ekkür ediyorum. ❚

KÜNYE | Impressum

YAYINCI | Verleger:Ali YıldırımAYPA Haber AjansıAYPA PresseagenturD-13585 Berlin Luther Platz 4.................................................Sorumlu Yönetmen (V.i.S.d.P.):Osman Çutsay.................................................Sanat Yönetmeni Artdirector: Ömer Yaprakkıran .................................................Yazışma Adresi:[email protected]

avrupa

1960’LARDA

İŞÇİ OLARAK

GELENLERLE FİNANS

KRİZİNDEN DOLAYI

SON YILLARDA

GELENLERİN GÖÇ

NEDENLERİNİ,

ALMANYA'DAKİ

BAŞLANGIÇLARINI

KARŞI KARŞIYA

GETİRDİK.

Page 43: AVRUPA KULTUR 02

43

Adalbertstraße 310999 Berlin

Tel. 030/26 30 31 46 Fax: 030/26 30 31 47

Email:[email protected]:www.regenbogen-buch.net

Page 44: AVRUPA KULTUR 02

44

- Uzun yıllardır Brüksel de ya ayan ve buradan Avrupalı insanları-mızın hallerini çe itli yayın organlarındaki yazıları ve kaleme aldığı oyunlarla hem Avrupa hem de Türkiye deki toplumumuza ileten Erdinç Utku, yeni kitabını bir süre önce yayımladı. Yazarlığa mizahla ba layan ve bu ele tirel/güldürel izlekten hiç ayrıl-mayan Utku, AB ba kentindeki hallerimizle ilgili sorularımızı yanıtladı.

Çeyrek yüzyılın a kın bir süredir Brüksel i ve içerdiği Türk dünyasını yakından değil

tam içinden (orta yerinden) izliyor ve göz-

lemlerinizi de yazılarınızla payla ıyorsunuz. Sorumuz u: Bugün artık sıradan bir yerli Brüksellinin bu Türkî âleme tamamen yabancı olduğunu dü ünebilir miyiz? Belçi-kalıların tamamen dı ında, onlara tamamen yabancı bir paralel Türk dünyası var mı ger-

çekten? ERDİNÇ UTKU - Brüksel de birbiriyle

fazla bir teması olmayan, küçük getto -lardan olu an bir yapılanma var. Son ya anan olaylar ve Molenbeek in terö-rizmin be iği olarak sunulması bu sorunu

ERDİNÇ UTKU VE “TÜRKÇE AĞLAYAN KÖPEK” İZLENİMLERİ

Brüksel damgalı ya am öyküleri

BRÜKSEL

Page 45: AVRUPA KULTUR 02

45

daha da su yüzüne çıkardı. Diğer kent-lerde yabancı kökenliler yerli halkla Brüksel e nazaran çok daha iç içeler. Yüzde 65 e yakınının kökeninde yaban-cılık bulunan Brüksel birbirine paralel ve birbirine teğet geçen farklı hayat ortamlarından olu uyor. Hâlâ Türklerin Arapça konu tuğunu sanan, Türk kültü-rünü bilmeyen büyük bir kesim var. Ancak turizmin etkisiyle Türkiye ve Türkler artık daha iyi tanınmaya ba ladı. Türkiye ye giden Belçikalı, mahallesindeki Türklere teğet geçerken, gittiği Türkiye deki Türk kültürünün, kendi algılamasından çok farklı olduğunun ayırdına varıyor. Turizm sayesinde buradaki toplumlar arasında daha olumlu bir ileti im kurulmaya ba la-nıyor. Fakat son ya anan Brüksel saldırı-ları ve sonrasındaki a ırı sağcı yükseli , ba layan bu olumlu eğilimi tersine çevi-recek gibi.

Belçikalı Türkler sadece seçim zamanı anımsanan oy deposu olarak da algıla-nıyor maalesef. Belçikalıların tamamen dı ında, onlara tamamen yabancı bir paralel Türk dünyası var. Hatta bizim sokaklarımızı bile olu turmu durum-

dayız. Biz zamanında Post-modern Köy adında bir kabare yaparak bizlik halleri-mizi sahneye ta ımı tık. Belçikalılar bize kli elerle yakla ıyor, biz de onlara yine kendi kli elerimizle bakıyoruz. Önyargı-ları parçalamak zor. Ama bu artık bizim

mücadele alanımız. Aynı havayı soludu-ğumuz Brüksel de birbirinden çok farklı dünyalarda ya ıyoruz. Bir Faslı, bir Türk, bir Kongolu, bir Flaman ya da Fran-kofon Brüksel inden söz edebiliriz. Ancak Brüksel i yüzde 100 tüm Brüksellilerin yapmaya çalı an, bu anlamda mücadele veren bir grubun varlığı da umut veriyor.

Brüksel deki Türkiye kökenli toplumun çok mutsuz olduğunu söyleyebilir miyiz? Mesela günümüzün ”mirdağlıları herhalde Brüksel i bırakıp ”mirdağ a falan yerle mez... Böyle mi ve sizce neden? ERDİNÇ UTKU – Yüzde 100 helal haya-

tımızda mutluluk bize haram. Özellikle gençlerde ciddi bir Türkiye sevdası olu-uyor. Belçika dan memnuniyetsizlikleri

gittikçe artıyor. Son geli meler bu eği-limi arttıracaktır. Hatta iyi eğitim alıp hayatının kalan kısmını geçirmek üzere Türkiye ye giden gençler de oluyor. Bu senaryo her zaman mutlu sonla bitmiyor tabii. Belçikalı Türkler de diğer ülkeler-deki Türkler gibi Avrupa da da Türkiye de de mutluluğu ya aması zor olan insanlar. Hiçbir tarafta tam bir kabul görmüyor. Gurbetçi yaftalaması içerisindeki

küçümseme ve anavatanında yabancı muamelesi görmek dikkat çekiyor. Beçika da dı lanan Türk içleniyor , daha milliyetçi oluyor ama kendi ülkesi de ona hak ettiği değeri vermiyor ne yazık ki!

Page 46: AVRUPA KULTUR 02

46

Mutsuzluğun en birinci nedeni ayrımcılık. Eğitim düzeyinin dü ük olması, i izlik ve ya amın her alanına yeterince katılamama, bizleri mutsuz eden önemli nedenler. Bu sorunları a maya dönük cılız giri imler olsa da, sorunlar giderek büyüyor.

Gerçekten Belçikalıların ve/veya Brüksel-lilerin hiç anlayamayacağı kadar farklı mı insanlarımız? Örneğin bizimkiler onlardan daha mı az bo anıyor ? (Bu konuyu i leyen bir oyun yazdığınızı da biliyoruz.) Özellikle genç ku ak içinde, Belçika Türkleri ile yerli Belçikalılar arasında büyük fark olabilir mi?

ERDİNÇ UTKU - Oyunu yazdığım sıralar Belçika bo anma istatistiklerinde Avrupa ampiyonuydu. Diğer konularda Belçi-

kalılara mesafeli davranan biz Türkler, bo anma konusunda Belçikalılarla yarı ır hala geldik. Görücü usulle evlenip gavurcu usulü bo anıyoruz. Genelleme ve kli elerle mücadele eden biri olarak, verdiğim bazı yanıtlarda genelleme yaptığımı fark edi-yorum. Kli eler üzerinden mizah yapmak ya da konuyu anlatmak i i kolayla tırıyor, sorunun daha iyi anla ılmasını sağlıyor. Ancak diğer taraftan önyargıların peki -

mesine de hizmet ediyor. Açıkçası Belçika-

lılardan da Türklerden de birbirini gayet iyi anlayan ve ortak geleceğimizi birlikte yön-lendirmek isteyen insanlar var. Ama bunlar azınlıkta kalıyor. Toplumsal ya amın her alanında ya ama katılan Türklerin sayısı artınca bu sorunlar da azalacak. Türklerin kendi gerçeklikleriyle algılanmaması ve bu konuda bizlerin çabalarının cılız kalması bir yazar olarak beni de üzüyor, mutsuz ediyor.

Bir yanları Türkçenin damgasını ta ıyan insanlarımız, belki sırf bu dilsel artı puan ve içerdikleri özgün mizah nedeniyle yerli Belçi-kalıları etkilememi olabilir mi? ”ski Belçika-

lılarla bizimkiler arasındaki mizahi kan alı -

veri ini meslekten mizahçı bir yazar olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? ERDİNÇ UTKU - Belçika da Türklerin

Almanya da olduğu gibi ciddi bir varlıkları yok. 250 bin kadar Türk genellikle Faslıların gölgesinde kalıyor. Bizler az da olsa kendisi ile dalga geçmeyi ba aran Türkler olarak ilgi çekiyoruz. Belçikalı bir mizahçı yazsa ırkçı damgası yiyebileceği bir ele tiriyi bizler toplumumuzun içinden çıkan insanlar olarak daha kolay yapıyoruz. Belçikalıların mizahına konu mankeni olmaktan ve mal-zeme olarak kullanılmaktan öte bir katkımız da var. Ancak aslında Belçika mizahı diye

Page 47: AVRUPA KULTUR 02

47

bir eyden söz etmemiz mümkün değil. Çünkü ortada Belçikaca diye bir dil ya da Belçikalı diye bir ulus yok. Flaman ya da Frankofon mizahından söz edebiliriz.

Bizimkiler 50 yıl sonra bu kentte nasıl

eğleniyor, nasıl üzülüyor ve hatta nasıl gülüp ölüyor? ERDİNÇ UTKU - Yeni ku ak dile hakim

olmasına kar ın Türkçenin yeri ba ka onlar için. Binikir Tiyatrosu na özel-likle Türkçe oynamak için geliyor gençler. Flamanlarla da tiyatro yapan bir oyun-cumuz onları çok ciddi olmakla suç-ladı. Gençlerin kendine özgü bir eğlence

anlayı ı var. İki farklı kültürden i ine geleni, ho una gideni alıyor. Kendi içinde bir bütünlük ve tutarlılık olmayan çeli -

kilerle dolu bir eğlenme tarzı. Disko oynarken bile çiftetelli dillerimizde! Yazdı-ğımız oyunlar da biraz buraya özgü olmak zorunda kalıyor. Türkiye de sahneleyecek olsak mutlaka uyarlamamız gerekecek. Sanki bir tür Belçikalı Türk mizahı ya da Belçikalı Türk tiyatrosu olu acak. Türk eğlence partileri ve DJ leri ve Türk-lere özgü mekânlar olu tu. Bu anlamda Brüksel de Sazz N Jazz ciddi ve düzeyli bir mekan olarak hatırlatmaya değer. Yani

aslında sazımız da var cazımız da, ama bazen ne zaman saz ne zaman caz dinlene-ceğini bilmiyoruz. İkisini karı tırınca bir ucubik tür çıkıyor ortaya.

Türkler Belçika da gömülmek istiyor mu? Son dönemde bu ruh hali nasıl bir deği me gösterdi? Yani Belçika da gömülme talebin-

deki artı , gurbetçi etiketinin de bitmi olduğunu göstermiyor mu? ERDİNÇ UTKU - Kitabımda bu konuyu

i leyen bir yazı var. Müslüman mezarlık-ları çoğaldı. Belçika da gömülenlerin de sayısı artıyor. Geride kalanlar daha kolay ziyaret etmek ve mezara sahip çıkabilmek

için Belçika yı tercih etmeye ba ladı. Bu eğilim devam eder sanırım. Belçika ya gömülmeye ba lanmamız Belçikalı olduğu-muzun göstergesi. Türk mezarları da kalı-cılığımızın anıtları gibi!

Kitabınızın giri inde ’vrupalı Türklere bir ayna tutarak kendimizle yüzle memize katkıda bulunmak tan söz ediyorsunuz. Bu yüzle me i inde Türkler ne durumda? Yani yüzle ebildik mi kendimizle ger-

çekten? Bunun ipuçlarını görebiliyor musunuz?

Page 48: AVRUPA KULTUR 02

48

ERDİNÇ UTKU - Maskeleri çok kullanan bir toplumuz. Hatta bazı maskeler sahte çıkıyor! Özele tiriye alı ık, ele tiriden bir eyler alan değil alınan bir toplumuz.

Burnumuzdan kıl aldırmıyoruz. Yalan da olsa öv beni yakla ımı beni rahatsız ediyor. Sahnede ele tirdiğimiz konuları kimse üzerine alınmıyor. Ceset ortada kalıyor. Hatalarımızdan ders çıkarıp ele tirilerle eksikliklerimizi belirleyip düzeltme çabası yok. Meslek ilkeleri konu-sunda da aynı. Genel bir ahlaki çökü ve yozla ma söz konusu!

Yine bir yazınızda Yaban ellerdeki bizim sokaklarda camilerin kıblesi Kâbe, insan-

larımızın kıblesi ise hâlâ Türkiye! diyor-

sunuz. Bugün gerçekten de Belçika daki Türkçe konu an topluluğun, üçüncü ve dör-

düncü ku akta da kıblesi hâlâ Türkiye mi? ”ğer böyleyse, ki sizin vurgunuz bu yönde, bunun nedenleri üzerine görü lerinizi ala-

bilir miyiz? Yani bu bağlılık neden böyle güçlü?ERDİNÇ UTKU - Yukarıda da belirt-

tiğim gibi dı landıkça içleniyor ve içi-mize kapanıyoruz. Gençlerin Belçika da toplumsal ya ama katılım ve payla mada

engellerle kar ıla ması onları Türkiye ye daha da yakınla tırıyor. Türkiye de gök gürlese Belçika da bizler ıslanıyoruz. Bunda çanak antenlerin de etkisi olmu tur mut-laka, ancak Belçikalı ve Türk yetkililerin artık apkayı önlerine koyup konuya el atmaları çözüm üretmeleri gerekiyor. A ırı İslamcıların canlı bomba saldırıları dik-katleri gençlerin üzerine çekti. Türk top-lumu bu konuda daha temkinli olsa da Belçika da yeti mi bir gencin her eyi

bırakıp Suriye ye sava maya gitmesini iyi analiz etmek gerek. Vilvoorde Bele-

diye Ba kanı bu konuda örnek gösteri-lecek ba arılar elde etti. Bunun en önemli nedeni ise çözümde Müslüman toplumun ikrinin alınması ve katılımının sağlanma-sıydı. Müslümanlar sadece sorunun değil, çözümün de parçası olmalı artık!

Belçika bölünürse, Türkiye kökenli toplum ne olur? Flaman ve Valon Türkler falan çıkar mı sahneye? Ne dersiniz? ERDİNÇ UTKU - Flaman Bölgesi nde

ya ayanlar kendilerini Flamanlar a, Valon Bölgesi nde ya ayanlar da kendi-lerini Valonlar a daha yakın hissediyor.

Page 49: AVRUPA KULTUR 02

49

Brüksel de ise Fransızca konu anlar Frankofonlar a, Flamanca konu anlar da Flamanlar a daha yakınlar. Flaman Türkler, Valon Türkler olur. Aslında benim daha köklü bir çözüm önerim var. Flamanlar Flaman Bölgesi ne, Frankofonlar Valon Bölgesi ne gitsin. Brüksel i de yabancı kökenlilere versinler. Hem yabancı kökenli-lerden hem de Brüksel i payla amama soru-nundan kurtulurlar.

Türklere yönelik özgün ve toplumsal ağırlığı büyük bir dü manlıktan söz edebilir miyiz bugün Brüksel de sizce? Türk toplumunda böyle bir benzer dü manlık var mı saf Belçikalılara kar ı? ERDİNÇ UTKU - Belçika nın idari yapısı

ve Türklerin Belçika da en büyük yabancı kökenli grup olmaması i imize yarıyor. Bazen Belçikalılar Flaman-Valon ayrımına yoğunla ıp bizi unutuyorlar. Son zaman-larda ise Fas kökenliler hedef tahtasında. Hatta Türklere Siz Faslılar gibi değilsiniz diye iltifat ediliyor. Ancak tüm Avrupa da olduğu gibi burada da a ırı sağ yükseli te. Bundan bizler de payımızı alıyoruz. Büyük bir dü manlıktan söz edemeyiz imdilik. Bu dü manlık, u an Faslılar üzerinde yoğun-la ıyor. (FHF)

Page 50: AVRUPA KULTUR 02

50

Sizi yazarlığınızdan çok gazetecilik yönünüzle tanıyor Belçika Türk toplu mu. Biz sizin kendinize hiçbir zaman gazeteci demediğinizi ve kendinizi hep mizah yazarı olarak ifade ettiğinizi biliyoruz. Önce-

likle yakla ık 15 yıl dır Cumhuriyet Gazetesi nde düzenli olarak pazar yazıları yazan, Brüksel deki Bin-ikir in kurulu unda ve bugünlere gelmesinde 11 yıldır önemli emek sahibi olan bir ki i olarak neden gazeteci değil de mi zah yazarısınız?

ERDİNÇ UTKU - Çok zorda kalınmadıkça haber pe in de ko turmuyorum. Bu nedenle de kla sik anlamda bir muhabir değilim. Kö e yazılarını, gazeteye yaptığım söyle i, mi zah yazısı ve karikatür esprisi katkılarını sayarsanız, bana rahatça gazeteci sıfatı yükleyebilirsiniz. Ancak ben kendimi mizah yazarı olarak çok daha huzurlu hissedi-yorum. Belki de gazeteci sıfatının çok kolay bir ekilde kullanılmasına ve ayağa dü ü-rülmesine bilinçaltı bir tep kidir benimki! Henüz insanlar Mizah Yazarlığı sıfatını kulla-narak resepsiyon larda veya davetlerde hava atamıyor. Üs telik kolay yapılabilecek bir i de değil!

Sizce mizah nedir?ERDİNÇ UTKU - Yıllar önce benimle yapılan bir söyle ide Mizah, kültür ve sanatın

yaramaz çocuğu... Ama halkın i ine en çok ya rayan çocuğu... demi tim. Lala mizah yapıyorum ama laf olsun diye mizah yapmıyorum. ”zilenlerin yanındadır benim duru um; yazdıklarım genellikle siyasi, bazen absürd, bazen çok edebi, bazen çok kar ıt ve kı kırtıcı, bazen si nir, bazen felsei... Çoğu zaman gülüm setici... Mizahçı, hayatın orta yerinde durmalı... Hayatın yanında yer almalı... Çarpıklığa, bozukluğa ve saçmalıklara “on Ki ot inancıyla saldırmalı... Çoğu zaman akıntıya yürek çektiğini bilse bile... ”zilenlerin, halkın yanında olmalı, ama yeri gelince uğradığı haksızlıklara duyarsız kalan, tepki göstermeyen halka da batırmalı iğneyi... Mizahçı kendisiyle de alay etmeli... Hayatın tıkanmı da marlarına yaptığım by-pass tır mizah. Ya amı güzel-le tirir...

Mizahta 30 yılı geride .ıraktınız. Son kitabınız ise bundan öncekilerden farklı olarak mizah değil bir deneme. Neden 30 uncu yılınızda mizah değil de bir deneme kitabı ile okuyucuları a ırttı nız. Yoksa burada da bir mizah mı var?ERDİNÇ UTKU - Mizah yazarlığına adım atı ımın 30’uncu yılında mizah dı ında bir

kitapla oku yucu ile bulu mak heyecan verici. İyi de oldu. Mizah dı ındaki bir özelli-ğimi kitapla tırmı olduk. Ancak mizah kita bı yayınlamamakla birlikte 30’uncu yılımda Ya asın Bo anıyoruz adlı kabareyi ka leme aldım. Bu oyunum kanayan bir toplumsal

yarayı sahneye ta ıyor. (SERPİL AYGÜN)

Lala mizah, ama “laf olsun diye” mizah değil...

Page 51: AVRUPA KULTUR 02

51

Son kitabınız Türkçe ’ğlayan Köpek e geçmeden önce diğer kitap larınızdan bahsetmek isti-yorum. İlk kitabınız “il Zaptedilemez ki dı ın dakiler siz ’vrupa ya geldikten sonra yazdık-

larınız, onlardan bahsedeceğiz ama ilk kitabınızın ilginç bir yanı var. Kitabı kibrit armağanlı olarak yayınla mı sınız. Biraz bahseder misiniz, ne den kibrit hediyeliydi ve içeriği neydi?”R“İNÇ UTKU - İlk kitabım 1990 yılında çıktı ve si yasi aforizmaların yardımı ile ülkedeki baskıları

mizahi bir dille ortaya koyma ya çalı tı. Her eyi devletten bekleme, kendi kitabını kendin yak sloga-nıyla kibrit armağanlı olarak satıldı. Amacım ülkemizde dü ünce özgürlüğüne yapılan baskıları sergi-lemekti. Bu çıkı oldukça dikkat çekti ve satı rakamlarına yansıdı.

İkinci ve üçüncü kitaplarınız yine mizah, ama aforizmalardan olu uyor. İkinci kitabınız da ’vrupalı Türklerle ilgili yine değil mi?ERDİNÇ UTKU - Bir bölümü aforizma diğer kısmı küçük mizah yazılarından olu an ikin ci kitabım Akın-

tıya Yürek Çekmek te Avrupalı Türklerin dünyasına bir pen cere aralamaya çalı tım. Onların günlük ya am-

larını, çe it çe it sorunlarını, bi linçlerini ve bilinçsizliklerini, kopukluk larını ve kopartılmalarını küçük küçük ama dü ündürücü cümlelerle anlatmayı denedim. Neo-Naziler, ikiyüzlü Türk ve Avrupalı politikacılar, Avru-palı Türk ler, Önyargılı Avrupalılar, Türkiye’deki Türkler vb. birçok kesim, gönderme lerden ve dokundur-malardan nasibini aldı. Üçüncü kitabım Amerikanca HA YATIMIZA Türkçe ALTYAZILAR da ya amımıza davetsiz giren ve onu tutsak alan Amerikanca ya am biçimi ni de yermeye çalı tım. Sadece AB“ yayıl-mıyor, sayesinde artık Türkçemiz de ağızlar yayılarak Amerikan aksa nıyla telafuz ediliyor. Sadece bize değil, dünyaya empoze ediyorlar Amerikanca dü ünüp, Amerikanca ya amayı... Si nemadan medyaya, eko-nomiden sava a kadar... Amerikanca Hayatımıza Türk çe Altyazılar la ı ıldak tutmaya çalı tım. Çok bilin-meyenli ya amlarımızı, küçük küçük, hayat serüvenlerinden imbikten geçercesine damıtılmı damlalarla, afo rizmalarımla anlatmayı denedim.

Son kitabınızda özelde Belçi kalı Türklerin ama genelde ’vrupalı Türklerin ya amlarını anlatı-yorsunuz. Kitabınızı siz nasıl tanım lıyorsunuz?

ERDİNÇ UTKU - Cumhuriyet gazetesindeki yazıla rımda 1990 yılından beri ya amımı sürdürdüğüm Belçika’dan Cumhuriyet okurlarına, birasıyla, çikolatasıyla, kızar mı patatesiyle, çizgi romanıyla, Jacques Brel’iyle Belçika’yı ve Belçika’daki ya a mı, sürrealist vaziyetleri, ülkenin karma ık siyasi yapısını ve politik geli meleri yansıttım. İlginç olduğunu dü ündüğüm gözlemlerimi payla tım. Yurt hasretini, vazgeçilen hayalleri, adanan hayatları, Belçika’da bir Türk olarak ya amanın dayanılmaz ağırlığını, buradaki Nas rettin Hocalık hallerimizi, Belçikalı Türk portrelerini, gurbette ya lanmayı ve toprağa verilmeyi, Avrupa Birliği ve Belçikalılarla a la Turca ili kilerimizi de bolca anlatmı ım! Bir mizah yazarı olarak ciddi ve oturaklı yazı yaz makta zorlandığımı itiraf etmeliyim. Ya yazının ba lığına ya da içeride bir yerle re mutlaka bir hın-zırlık bula tı. Cumhuriyet’te yayınlanan yazılarım dan Belçikalı Türklerle ilgili olanları bir bütünsellik çerçe-vesinde toparladığım son kitabımda, amacım Türkiye’deki Türklere Avrupalı Türkler hakkında gerçekçi bir fotoğraf sunarken anava tanda Gözden ırak olan gönülden Ala mancı muamelesi gören biz Avrupalı Türk-lere de bir ayna tutarak kendimizle yüzle memize katkıda bulunmaktı.

Yeni projeleriniz neler?ERDİNÇ UTKU - Belçika’yı pazar yazılarıyla keyili bir ekilde anlatacak Yeni Ba layanlar için Belçika

adında bir kitap hazırlamayı dü ünüyorum. Bunun yanında u anda Haini Meç hul İli kiler adlı bir tiyatro oyununu da yazmakla me gulüm.

(SERPİL AYGÜN)

Mutlaka bir hınzırlık bulaşmış yazılar

Page 52: AVRUPA KULTUR 02

52

BİZİMKİLERİN YOLCULUK DAYANIŞMASI BAŞKADIR

“Avrupamdan” uçak, yolcu ve valiz savaşları

YAKUP KARAHAN

Page 53: AVRUPA KULTUR 02

53

AMSTERDAM - Hollanda dan önemli bir i için üç arkada acilen İzmir e uçmamız gerekti. Aradık taradık 24 saat içerisinde İzmir e uygun bir uçak veya bağlantılı bir uçak bulamadık. Yolculuk yapacağım diğer iki arkada bu konularda deneyim-

liler. Hollanda ya en yakın yerlerden biri Almanya nın Düsseldorf ehri. Hemen buradan bir İzmir uçağı ayarladılar.

Amsterdam, Düsseldorf arası çok uzak değil, bir-iki saat içerisinde varıverdik.

Almanya yı bilenler veya Avrupa da ya ayanlar Düsseldorf u da bilirler. Benim ilk gidi imdi. İlk izlenimlerim de çok önemliydi.

Düsseldorf u ehir olarak görmedim. Direkt havalimanına gittik.

Düsseldorf havalimanında inanılmaz bir kalabalık. Yalnız neredeyse hemen hemen herkes Türk. Diyebilirim ki, ben bu kadar Türk ü, Türkiye de dahi bir arada gör-medim. Göz alabildiğince Türk vatanda ı. Öyle ki havalimanı görevlilerinin, Türklere hizmet verenleri de Türk. Sadece birkaç Alman pasaport polisine rastladığımı söy-leyebilirim.

Mah eri kalabalık arasında biraz çaba-layarak, nereye gideceğimizi, hangi sıraya gireceğimizi kestirip i lemlerimizi yap-tırmak için kuyruğa girdik.

Sırada beklerken ilginç bir durum dik-katimi cekti.

Valizini teslim etmek için bekleyen-lerin yanına birileri yana ıp bir eyler soruyorlar veya söylüyorlar. Birbirle-rini tanıyıp tanımadıklarını pek kestire-miyorum. Yalnız bu görü me bazen biraz uzayabiliyor. Bazı e yalar alınıp veriliyor. Bir alı veri var gibi. Garip bir durum söz konusu. İzliyorum, ama bir türlü ne olduğunu bilemiyorum ve anlam da vere-miyorum. Yalnız bu durumdan dolayı i lemler uzuyor, sıra bize bir türlü gel-miyor.

Birlikte yolculuk yaptığımız diğer iki arkada ım -bunu sonradan anlıyorum- deneyimli olduklarından pek oralı değiller.

Ben merakla olan biteni izliyorum.

İ lem sırası bize gelince aynı ekilde bir-iki ki i yanımıza yana ıveriyor.

Arkada larım, yanımıza yana ıp bir eyler söylemek isteyenleri hiç dinlemeden

hemen onlara arkalarını döndüler.Ben davranı larının pek sosyal ve

samimi olmadığı dü üncesi ile yanımıza gelen ya lı ba lı insanlari dinlemeye ve anlamaya karar verdim.

- Buyurun?! Bir ey mi söyleyeceksiniz? - Kusura bakmayın rahatsız ediyoruz

ama, sizin valiziniz yok galiba.- Evet sadece çantam var, neden? - Bizim biraz kilo fazlamız var da? Çok

para tutuyor, bir iki valizi sizin adınıza bagaja versek olur mu?

Haaa!.. Anladım ki, deminden beri uzaktan gördüğüm, yandan gelip bir eyler söylemeler, indirip kaldırmaların bütün nedeni valiz fazlası, kilo fazlası imi ...

Birçok insanın bildiği gibi uçak irketleri belli kilo üzeri ta ımaya ekstra para talep etmekte. Bizim Avrupa da ya ayan amcalar, teyzeler de buradan oraya, oradan buraya sürekli bir eyler ta ıdıklarından her daim bagaj fazlalığına bağlı sorun ya amaktalar.

Çözüm olarak da fazla bagajı olmayan diğer yolculara ricada bulunup kendi valiz-lerinin bir kısmını onların adına uçaga veri-yorlar. Bu sayede ekstra ücret ödemiyorlar.

Çok hızlı bir ekilde söylenenleri değer-lendirdim ve yapamayacağımı, acele i imin olduğunu belirttim. Zira valiz kaybolsa benim i lem yapmam gerek vb. açıklamaya çalı tım.

Yanıtımdan pek memnun olmadılar, ama benim de kararliı olduğumu görünce üstele-mediler. Sanırım Hayır cevabına da alı ık olduklarından ya da Olabilir, insanlık halidir diye de dü ünmü olabilirler, hemen yandaki diğer yolculara durumlarını anlatmaya karar verdiler.

Kalabalıktan dolayı i ler biraz uzadı, biraz gecikmeyle uçağa alındık. Tahmin ettiğim gibi uçak tamamen dolu. Ön sıra-larda bir yer vermi ler, arkaya bakmaya dahi cesaret edemiyorum. İnanılmaz bir kalabalık, en önemlisi de, evet en önemlisi

Page 54: AVRUPA KULTUR 02

54

ağızdan ağlamaya ba ladılar. İnanılmaz bir huzursuzluk ve gürültü.

Birinin ağlaması digerini harekete geçiriyor. Analar, babalar elde tutamıyor. Oyuncak

veren, emzik veren, olmadı, enerjisi yet-mediği ve elinden bir ey gelmediği için çocuğu yere çakacak kadar sinirlenenler var.

Bütuün çocuklar ve bebekler ağlıyor.Uyumak da haram, gazete okumak da

haram... Sağa sola boynu bükük bakar olduk...

Yanımdaki arkada , uçak i lerinden anlayan biri. N ooldu acaba ?.. Tüh yazık oldu, çok zararları var. Bu kadar uzun bek-lediler… diye uçak irketine acıyor.

Bu arada gecikme bir saati da geçmi durumda.

Çocuklarin dı ında artık büyükler de homurdanmaya ba ladılar. Yetkili birini arıyorlar ama bulamıyorlar. Hostesler ve Host (muavin) aradan geçmemeye özen

gösteriyor. Herkes söyleniyor. Kimse ne olduğunu

bilemiyor.- Arıza mı var acaba? - Valla n ooldu kimbilir?- Ne olacak ya, hata bizde ki, bunlarla

yolculuk ediyoruz!...Bu arada uçağın kalkı ı iki saat gecikti. Çocuk ve bebekler ağlamaktan bitkin

dü mü durumdalar. Gene de susmak yerine ağlamaya devam ediyorlar ve ağlamaları artık iniltiye dönü mü durumda.

Uçağın içinde inilti bir uğultu eklinde kulak tırmalıyor.

Yolcular da iyice sesini yükseltmeye ba -

layınca muavin bey açıklama yapmak duru-munda kaldı: Kusura bakmayin geciktik. Birazdan detaylı açıklama yapacağız. Yalnız benim bilmek istediğim bir ey var.

Dikkatle muavini dinliyoruz. - Yolculardan kimse ba kasının bagajını

aldı mı? Ses cikmayinca tekrar etti. - Uçakta kimse ba ka bir yolcunun e ya-

sını kendi e yası gibi bagaja verdi mi? Bir iki hareketlenme oldu ama tam sağ-

lıklı bir cevap da çıkmadı. Birkaç ki i ayağa

de uçak yolcularından üçte birinin çocuk veya bebek olu u.

Çocukları, bebekleri çok severim, ama yolculuk anı tavsiye etmem.

Uçağa herkes yerle ti. Eksik kalmadı. Host Bey, yani Türkçe kar ılık olarak oto-

büslerdeki muavin veya kaptan yardım-

cısı diye adlandırabileceğimiz karde imiz, gerekli uçu bilgilerini, kemer ayarlaması ve bağlama vb. bilgileri verdi. Kalkacağız diye heyecan yaptık. Hatta yanımdaki arka-da ıma emniyet kemerini takarken Aaa kilo vermi im bak kemer bo geliyor... Zua-hahaha! , daha sonra kilolu birine Yakında fazla kilolar için de ekstra para alacaklar,

dikkat et, fazlalarını senden zayıf birine de veremezsin. Ne edecen o vakit?!.. Hohiaiaiaia! diyerek sevinçten kötü bir iki espri bile yaptım.

aka değil, Hollanda dan geldik, üzerine havalima-nında uzun süre bek-ledik, uçağa binene kadar da zaman geçti. ükürler olsun sonunda yer-le tik. Yakla ık 4 saat kadar sonra İzmir deyiz. Ken-dimce keyili i ler pe indeyim: Uyusam mı acaba,

yoksa biraz gazete mi okusam?..

Ben böyle saf saf hayaller kurar iken, her an hareket etme-sini beklediğim uçak, bütün bilgilendir-meler yapılmı , kalkı a hazır olduğu vur-gulanmı olmasına rağmen yakla ık bir saattir kalkmıyor.

Birden bunu fark ettim.. Birden... Çünkü uçağın yarısına yakın nüfusu

olu turan çocuk ve bebekler hep bir

Yakup Karahan

Page 55: AVRUPA KULTUR 02

55

te his edildi. Olsa olsa budur diye teyze ile birlikte uçağın dı ına alındı.

Daha bunlar a ağı inecekler, uçaktan bütün valizler geri indirilecek, valizi te his edecekler, gidip resmi i lemi tamamlaya-caklar...

Neyse gene bir saat kadar bir sürenin ardından i lem tamamlanmı olacak ki valizi alan ki i geri döndü.

Uçağın içine girer girmez de inanılmaz bir gürültü, tezahürat ve hakaretle kar ı-landı.

İyi bir ey yaptığını dü ünen amca Ya ben ne ettim? Günahım ne?!.. diye kendi-sini kar ılayanlara sorular sordu.

Yolculardan biri tepkilerin nedenini kısaca kendisine özetledi:

- Ya arkada sende hiç mi utanma arlanma yok?!.. Be terbiyesiz adam, niye aldın kadının valizini?!..

- Arkada aldım da cebime mi koydum?!. - Bak hâlâ konu uyor!… Senin yüzünden

bu kadar geciktik! Oysa ki uçağın yarısı diğer yarısının

valizini üzerine yazdırmı tı. Burada valiz verenler rahatsızlanmadığı için diğerleri ele tirilmedi.

Yakla ık 6 saatlik gecikmenin ardından İzmir e uçtuk. Uçağın içinde herkes bir-biriyle küs gibiydi. Kimse sohbet etmedi. Herkes söylendi. Çocuklar inledi...

Bir kısmı da bu irma ile gitmeme kararı aldı...

Unutmadım, unutamadım...

kalktı. Arada uyuyanlar ve duymayanlar var. Sonra görevli gitti, geri geldi, belli ki

sorun çözülmüyor. Bu arada üç saata yak-la tı hâlâ kalkamadık.

- Bakın beyler, i te bu yüzden kalkamı-yoruz. Kim ba kasından valiz, çanta, torba, ne ise artık, aldı da kendi adına bagaja verdi ise hepsi ayağa kalksın…

Uçağın yarısı ayağa kalktı. Anla ıldı ki, neredeyse uçağın bir yarısı diğer bir yarı-sının e yasını rica üzerine kendi adına bagaja vermi .

Bir süre sonra uçağa dı arıdan ba ka görevliler gelip bir açıklama yaptılar.

- Bagaj veren bir yolcu rahatsızlanmı . Türkiye ye gidemeyecek. E yalarının geri indirilmesi gerekli. Onun için valizini ver-digi ki inin gerekli i lemleri yapması gerek… Gene uçağın yarısı ayağa kalktı.

Görevliler herkese uzun uzun bakıp bu i in böyle olmayacağına karar verdiler ve uçaktan ayrıldılar.

Gene yarım saat geçti. Uçağın içindeki uğultu ağırla tı, kulakları tırmalıyor. Uyku-suzluktan pelte gibi olduk.

Görevliler bir süre sonra iki koluna gir-dikleri ya lı bir teyze ile uçağa geldiler.

- Hadi teyze, göster bakalım, valizini kime verdin?!..

Teyze baktı baktı kimseyi te his ede-medi. Zaten hastalanmı takadi yok.

Görevliler yeni bir çalı ma yöntemi geli -

tirdiler. Bu teyzenin valizini kim aldı? diye sordular. Anlık bir çalı ma olduğundan kimse birbirini hatırlamıyor.

Alan ki i bulunamadı.Ba ka bir yöntem geli tirdiler. Valiz

alanları sıra sıra alıp teyze ile yüzle tir-diler.

- Bak bakalım teyze, bu adama mı verdin valizi?

- Siz de iyi bakın, bu teyzenin valizini mi aldınız?

- Sen miydin?.. Nasıl bir valizdi?. Nere-liydin? Yanında kim varıdı? Siz Karamanlı değil miydiniz? Sen vermedin, ya oğlun ver-medi miydi? Kocan da oradaydı da o gelme-yecek miydi?..

Derken, derken valizi alan kisi zar zor

Page 56: AVRUPA KULTUR 02

56

YAKUP KARAHAN

Page 58: AVRUPA KULTUR 02
Page 59: AVRUPA KULTUR 02

59

FRANKFURT – Tam bir aksiyon sanatı bu. Mal-zemesi ı ık. Sadece ı ıkla yapılıyor. Sanatçı Ünsal Özbakır, yıllardır ı ıklı enstalasyon etkinliklerine katılıyor ve belli bir anı, ı ığın olu turduğu bir çer-çevede biçimlendirmeye çalı ıyor. Bazen bu tek an, tek bir ı ık noktasına da dönü ebiliyor.

I ık sanatçısı Özbakır, geçen ay ortasında Frankfurt ta düzenlenen ı ık etkinliğine katıl-madan önce yaptığı açıklamalarda, bu kez kısmen daha farklı bir yol izlediklerine dikkat çekti. Bu yıl Hessen Körler ve Görme Özürlüler Birliği (Der

Blinden- und Sehbehindertenbund in Hessen e.V.) adlı kamu yararına dernek için gerçekle tirilen ı ık gösterisinin, yıllar içinde geli tirilen bir üslubun sonucu olduğunu kaydeden Özbakır, bu sanat türüne ve görme özürlü insanlara destek için www.bsbh.org ve www.sanartelier.com adresleri üzerinden rahatça bağlantı kurulabileceğini belirtti.

Ünsal Özbakır, malzemesi ı ık olan bu sanatsal etkinliğin özellikle kent ya amındaki rolüne ve etki alanına i aret ederken, sanatsal etkinliklerde yeni üsluplar için yeni alanlar açılmasının çok önemli olduğunun da altını çizdi. (FHF)

Belli bir anı yakalayabilmek

ÜNSAL ÖZBAKIR’IN IŞIKLI AKSİYON SANATI

Foto: Thomas Dickhardt-Wagner

Page 60: AVRUPA KULTUR 02

60

www.bizimaachen.de

1 Nisan 2016‘da bir şaka yapacağız ve çıkacak olan

yeni sayımızla 3. yılımızı kutlayacağız!

Page 61: AVRUPA KULTUR 02

BİR SERGİ VE TÜRKİYE KÖKENLİ ÜÇ RESSAM

Dieburg da renkler ve çizgiler

DIEBURG - Frankfurt yakınlarındaki Dieburg ilçesinde üç ressamın işleri, karma bir ser-giyle sanatseverlerin değerlendirmesine sunuluyor. 29 Nisan’a kadar açık kalacak olan bu resim sergisinde İzzet Aydın, Yeşim Yaprakkıran ve Ömer Yaprakkıran’ın yapıtlarından seçmeler yer alıyor. Sergi, Dieburg Belediye Binası fuayesinde gezilebilecek.

Eleşkirt doğumlu ve çocuk yaşta Almanya’ya gelen İzzet Aydın, daha önce de aynı mekânda yapıtlarını sergilemişti. Aydın, bu tür etkinlikleri ileride de sürdürmek istedik-lerini belirtti.

Çalışmalarını zaman zaman karma ve kişisel sergilere katılarak sanatseverlerin görü-şüne sunan Yeşim Yaprakkıran, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun. Çalış-malarını eşi ve ressam-grafiker Ömer Yaprakkıran ile birlikte Frankfurt yakınlarındaki Neu-Isenburg ilçesinde sürdüren Yeşim Yaprakkıran, bu sergideki çalışmalarıyla ilgili şu açıklamalarda bulundu:

“Özgürlükten yola çıkarak resimlerimde konu olarak kuşları seçtim. Kuşlara, yani özgürlüğe, dolayısıyla hayvanlara, çevreye verilmesi gereken değeri işlemeye çalıştım. Bu vurgu için, kuşları çok renkli çalışarak olduklarından daha canlı gösterdim. Ayrıca, ‘İstanbul’u Kurtarmak’ başlıklı resimde de bu şehrin çarpık yapılaşmasını, çevreye verilen zararla birlikte tarihi yapıların mutlaka korunması gerektiğini, hatta belki de Atatürk gibi bir kurtarıcı tarafından kurtarılması gerektiğini anlatmak istedim. Bu arada, yok edilme-sinler diye tarihi eserleri gemiye alıp kurtarmayı da resimlemeye çalıştım.”

İstanbul Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu’nu bitiren ve daha sonra bursla geldiği Almanya’da Kassel’daki Gesamhochschule’de “Film ve TV Grafiği” bölümünde lisans sonrası ek öğrenimini sürdüren Ömer Yaprakkıran da çalışmalarından bir küçük seç-meyle bu sergiye katıldığını belirtti. Ömer Yaprakkıran, “Önemli olan, bu alanda çalış-malarını sürdüren Türkiye kökenli insanların varlığını, Alman toplumuna da hatırlata-bilmek. Aydın çalışmalarının ürünlerini somut olarak ve sanat aracılığıyla çoğunluk top-lumuna aktarmamız gerekiyor” dedi. (FHF)

61

Page 62: AVRUPA KULTUR 02

62

www.binfikir.be

Page 63: AVRUPA KULTUR 02

63

www.hessen-toplum.com

Regional, Hessisch aber Türkisch

Page 64: AVRUPA KULTUR 02

64

Adalbertstraße 310999 Berlin

Tel. 030/26 30 31 46 Fax: 030/26 30 31 47

Email:[email protected]:www.regenbogen-buch.net