52

Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

  • Upload
    others

  • View
    20

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,
Page 2: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizo açık denizlerin gecesinden çıkıp gelenhayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

köy mezarlıklarının tarlalarla kesiştiği boşluklarda,çocuk parklarında ve kurgusu boşalmış

luna-parklarda, sandalyeleri ters çevrilmişmeyhanelerde, okuyucuları çoktan yokolmuş

kütüphanelerin ıssız koridorlarında gezindiğinimutlaka birileri fısıldamıştır kulağınıza. Hatta

geceleyin birdenbire havlayan köpeklerin nedenürktüklerini o zaman hissetmişsinizdir.

Ya da tüm bunlar uyku ile uyanıklık arasındayaşanan türden bir hayal...

Page 3: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

seyir defteri

Elimizi kolumuzu bağlayan görünmez ipler, korktuğumuz kırbaçve zavallı düşüncelerimiz...

Sirkte uygun adım dans eden atlardan farklı olduğumuzu, kırbacı elinde tutanlannkuş beyinlerine haykıracağımız zamanı mı bekliyoruz,

yoksa sadece korkuyla deviniyor muyuz?Kırbaç ve ipler yazgı mıdır?

Page 4: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

içindekiler

med-cezirHAREKET

ne j at aksoy

uçan hollandalıROBOTLAR ROBOTLAR ROBOTLAR

SÖZÜMÜ KESİYORLARmurat gülsoy

11deligömleği

KAOTİK ROBOTLARmark tilden

13dejâ vu

DÖRT NALA YANILSAMA

14üstü çizilmiş kişiler

KARIN İÇERİ GÖĞÜS DIŞARInazlı ökten

16kayıp harita'

SPOR SOSYOLOJİSİ NOTLARIpierre bourdieu

19ölü dalga

İDEALSİZ İDEALİSTLER VEYAHAREKETSİZ YAŞAMLARA DOĞRU

pınar türen

20kara göründü!. DENGEDEotiver sacks

23kirli meleklerÖLÜ AĞAÇgül çetin

24kutııpyıldızı

BİR HAREKETSİZLİK ÖNERMESİNEDOĞRU

zeynep günsür

26başka bir dünya

BİR HÜSRAN KENTİ: CRESSVILLEnıehnıet açar

32şişedeki mesaj

ÖLÜLER MEZAR İSTEMEZbayram keten

33gizli hazine

İL FUTLIRISMOzeynep aktüre

41düşdeğirmeni

ÇIRPINIŞorban cem çetin

42sirenelerin kâbusu

HİÇ KIPIRDAMADANayşe düzkan

43fenerbekçisi

BÜTÜN EYLEMLERİN İLK ÖRNEĞİOLARAK KENDİNİ RESMETME

ergim kocabıyık

VE

kapak tasarımı"Max Ernst, Üne Semaine de Bonte"

ÜZERİNE ÇALIŞMAyalçın karaca

Page 5: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

med-cezir

HAREKET

nejat aksoy

Evrende herşey hareket halindedir. Evreningenişliyor olmasıda bir harekettir. Mutlak sıfırderece sıcaklığa inilmedikçe evrenin içerisinde yeralan bütün parçacıklar hareket etmeye devamedecektir. Bu parçacıkların hareket halinde olmasıaslında onların bir araya gelmeleri ile oluşan canlıve cansız şeylerinde çok dolaylı yollardanda olsahareket etmelerine neden olur. Isıbilim çalışmalarıparçacık ve canlı cansız "şeylerin" hareketleri ileilgilenir. Bu çalışmalar canlı ve cansız şeylerinhareket nedenlerinde farklılıklar bulmuştur.Parçacıklar (elektron,proton v.b) ve atomlar,moleküller, kristaller çevreleri ile denge içindeolmaya çalışırlar. Hareketlerinin nedeni dahakararlı, dengeli bir duruma gelmektir. Bu denge içinçevrelerinden enerji alabilir veya çevrelerine enerjiverebilirler ve benzeri yada farklı parçacıklarla biryapı oluşturabilirler. Bu uğraşlar sonucu geldiklerikararlı en az enerjili konumu korumak içinhareketlerini sürdürürler. Daha kararlı olmalarınısağlayacak her durumuda değerlendirirler. Bubirliktelikler moleküller, proteinler gibi daha büyükyapıları oluşturur. Canlılar ise bu yapılardanoluşmalarına rağmen ısıbilim açısından farklıdırlar.Canlı-bir şey çevresi ile denge içinde olmamak içinuğraşır. Denge durumu canlının ölümüdür. Buyüzden canlı sistemler ısıbilim çalışmalarıiçerisinde dengeden uzak sistemler olarakadlandırılırlar. Canlıları cansızlardan ayıran enönemli farkları beslenme ve üreme yetenekleridir.Cansız ve sürekli denge arayan şeylerin belli birdüzende bir araya gelmesinden oluşan canlı,dengeden uzak kalmak için beslenmek zorundadır.Beslenmeyi üreme takip edecek ve canlı yaşamınınbüyük bir kısmını bunları sağlamak için hareketederek geçirecektir. Tek hücreli canlılar içinde,insan içinde aynı şeyler geçerlidir. Canlılar butemel ihtiyaçlarının giderilmesi ve bununsürekliliği için yöntemler geliştirirler. En etkinyöntem hemcinsleri ile oluşturdukları guruplar ilediğer canlılara ve doğaya karşı üstünlüksağlamalarıdır. Bu sayede daha rahat beslenebilir,üreyebilir ve korunabilirler. İlkel canlılarda burahatlıkla gözlemlenebilir. Oluşturulan gurubun herbireyi en çok besini almaya ,en fazla üremeyi

gerçekleştirmeye ve en korunaklı durumdabulunmaya çalışacaktır. Her bireyin bu konumdabulunması ise olanak dışıdır. Ayrıcalıklı konumuyada konumları belli özelliklere sahip bireyleralabilir. Bu özel bireylerin her zaman için rakiplerive onlar gibi olmaya çalışan yakınları vardır. Bubirliktelik iç savaşlar ve yeni gurupların oluşması ilesürer gider. Tabiki sonsuza kadar değil, besinleritükeninceye veya başka bir canlı yada canlıgurubuna yem oluncaya kadar( doğal afetlerideeklemek gerekir). Sonuçta yeni doğanlar tek olarakyaşamın mümkün olduğunu bilmeden gurup içindedoğar ,büyür ve ölürler. Bazdan çok iyi bazıları isesefil bir biçimde yaşamlarını tamamlar. Guruba birbütün olarak bakıldığında sayılan inanılmaz birhızla artan, etraflarını atıkları ile dolduran bir canlıtopluluğu halindedirler. Basit yapıları ve sınırlıhareket ve zekaları onları yalnızca belli besinleritüketmeye yönelttiğinden besinleri tümüyletüketmeleri söz konusu değildir. İnsan dışındakihayvanlar ve bitkiler içinde aynı şey söz konusudur.Tüm canlılar içerisinde yalnızca insan abartılıgüçlere sahiptir ve doğal olarak en çok beslenen veüreyen olarak yaşamını sürdürmeye çalışır. İnsanzekasının varlığı bu savaşı inanılmaz bir karışıklıkiçinde sürmesine neden olur. Kişisel çıkarlar, aileçıkarları, ülke çıkarları, din çıkarları, şirket çıkarlarıve daha nicesi ile birlikte zekanın ürünü olankandırma teknolojileri insanları ne yaptıklarınıbilmez durumlara sürükler. Canlı sistemlerin birözelliğide denge durumundan uzak kalmak içintüketirken bu yeteneklerini geliştirebilmeleridir.Besin arttıkça bu besini kullanma yeteneklerideartmaktadır. Bu özellik ise gücü bir kez ele geçireninbir daha kolay kolay bu konumunu bırakmayacağıanlamına gelir. O güç sahibi elbetteki ölecektir amayerini onun yöntemlerini öğrenmiş , benzerözellikte birisi alacak ve karmaşa sürecektir. Bu güçsahibi veya sahipleri güçlerini doğal olaraköncelikle kendi çıkarları sonra sırasıyla bağlıoldukları guruplar için kullanacaklardır. Bilim,teknoloji ,sanat onların tekelindedir ve güçlerininsürekliliği için kullanılacaklardır. Üstün örneklerigibi olmaya çalışan diğer beslenme özürlügurupların bu işi becermesi olanaksıza yakın

3

Page 6: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

med-cezir

güçlüktedir. Yeterli beslenememe nedeni ile kişiselçıkarlar gurup çıkarlarının kat kat üstünde olacak,tatminsizlik organizasyon yeteneğini köreltecek veçaresiz bireyler daha rahat uyuşturulacaklardır.Güçlü guruplar diğer yeteneksizleri en çok işlerineyarayacak şekilde kullanacak buna gerekgörmedikleri zaman ise yok edeceklerdir. Zaten buguruplar yok olmak için ellerinden geleniyapmaktalar. Besin zincirinin ilk halkası olanbitkiler için gerekli olan verimli tarım alanları evyapımı, sanayi tesisleri, kuraklık gibi nedenlerlebüyük bir hızla tükenmekte. Sonucu kesin açlık olanbu gidiş ise durdurulacağı yerde değişik şekillerdekörüklenimekte. Açlık yüzünden yirmi milyon insanölüyor ve bunu herkes görmemezlikten geliyor. Birmilyarın üzerinde insan ise fazla kiloları yüzündenrejim yapıyor. Güçlü olanlar uluslararası şirketler,topluluklar aracılığı ile pis olan herşeyikendilerinden uzakta üret iyor lar kendiüretimlerinden çıkan pislikleri ise bunun içinde şudeğerli malzemeler var bunları çıkarın kullanın,alın size tesis benden diyerek kafaları karışmış,akılları cinsellikte bu guruplara yolluyorlar. Yakınbir gelecekte güçlülerin diğer gurup insanlarınıbesin olarak kullanmayacağına dair bir garantiyoktur. Bu beslenme şeklini insan haklarıbeyannamesine uygun bir şekilde yapacakları ve buolayın zayıf gurupların medyasında tartışılacağıdakesindir. Kendi bulundukları yerlerde durum okadar iç açıcı olmasada felaket sınırına çok uzakta.Zaten bu guruplar bilinçli veya bilinçsiz olaraknüfuslarımda kontrol altına almışlar. Doğanınonlara verebileceğinden fazlasını tüketmiyorlar.Ancak bu denge her an bozulabilir ve güçlülerdeyok olabilir.

Bütün olumsuzluğu yaratan insanın zekasıdır.Çareyide zeka sunabilmelidir. İçgüdüsel isteklerini

doyumsuz bir şekilde tatmin edilmesi için uğraşveren zeka olmasa insanın diğer hayvanat, börtüböcekten farkı kalmayacak ve doğal olaylar kaderinibelirleyecektir. Peki zeka ne yapmalı? İnsanınyaşamın ne olduğunu araştırması ve yaşayan şeyleryaratmaya çalışması, evrenin nasıl ve niyeyaratıldığı konularında düşünmesi, enerjininmaddenin dönüşümleri için icatlar yapmasıkısacası bilim ve teknoloji bir çözüm getirecek mi?Büyük bir olasılıkla evet ama asıl sorun bundankimin yararlanacağı.

Çevre örgütleri genellikle fanatik, cahil ve bazengeri zekalı üyelere sahip olmalarına rağmeninsanlık tar ihinin en bilinçli hareketlerinisergilerler. İnsanın bitmek bilmez tüketim isteğineve güçlülerin gücüne güç katmalarına karşı birhareket. Örgüt bireyleri genellikle kendilerine dekarşılardır çünkü istemedikleri şeylere direk veyadolaylı olarak destekte olmaktadırlar. Kanserhastanın radyoterapi tedavisi görüp nükleersantrallara karşı olması gibi. Bu çelişkininyaşanması kabullenmenin getireceği yitimden çokdaha iyidir. Bu tür kuruluşların ve üyelerininartması durumun ciddiyetini kavramadanda olsagüçlülerin alternatif çözümler için çalışmasınısağlayacaktır. Zayıf gurupların güç koşullarını biryana bırakıp bilim ve teknolojiye kaynakaktarmaları güçtür. Bunu yaparak güçlü bir konumagelseler bile diğer güçlüler gibi davranacaklardır.Çözüm güçlü veya güçsüz hangi guruptan olursaolsun insan olmanın yoketme dışındakiayrıcalığını farkedenlerin bir araya gelip hareketetmeleridir.

merak limanındabuluşalım...

o

4

Page 7: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

uçan bollandalı

ROBOTLAR ROBOTLAR ROBOTLARSÖZÜMÜ KESİYORLAR*

murat gülsoy

Yazdığım öyküleri beğendiğinden eminim fakatbeni bir şekilde yönlendirmek istiyor ve bunu nasılyapacağını bilmediğini hissediyorum. Örneğin songötürdüğüm öykü için yaptığı eleştiriler... Öyküsapkın bir aşkı anlatıyor. Uzaktan aşık olduğu biradama çeşitli organlarını kesip postayla yollayanbir kadının öyküsü. Bir tutam saçla başlıyor, birserçe parmağı, sağ ayak ve sol memeyle devam-ediyor kadın. Adam önce ne yapacağını şaşırıyor,sonra bu organları yemesi gerektiğine inanmayabaşlıyor. Bu da diğer öykülerim gibi aniden bitiyor.Sanki öykünün yazarı aniden ölmüş gibi. Finaliolmayan öyküler. Bir gün onlardan bir kitapyapmak istiyorum fakat şimdilik izin vereceklerinisanmıyorum. Bir yazdığım öyküyü bir dahadüzeltmem ya da üzerinde değişiklik yapmammümkün olamıyor. Ama olsun, geleceğe ilişkinumutlarımı henüz yitirmedim. Yarına çok ilginç biröykü hazırlayacağım... Çok ilginç. Ve ne diyeceğinibilemeyecek.

Onun ve benim kim olduğumuzun pek de bir önemiyok aslında. Önemli olan bir yıl önce yaşananlar vesonuçlan. En iyisi herşeyi baştan anlatmak.

O zamanlar daha doğrusu burada yaşamayabaşlamadan önce öykü ya da roman yazmazdım.Eğitimimin gerektirdiği kitapları ve metinleri bir depopüler olan eserleri okurdum. Okul bittikten sonrabir yandan uzmanlık sınavlarına çalışıyor biryandan da haftada iki gün acil servisteçalışıyordum. Rahatım yerindeydi, hiç bir sorunumyoktu. Fakat anladığım kadarıyla ailem benimle aynıfikirde değilmiş.

Çok az konuşan donuk biri olduğum için çevremdeolup bitenlerin hep sonradan farkına varıyordum.Ailem bana danışma gereği duymaksızın bir şeylerkarıştırmaya başlamışlardı. Hareketli bir gençolmadığımı çok iyi bildiklerinden beni eskilerin'görücü usulü' dedikleri bir yöntemle evlendirmeyeçalışıyorlardı. Çok komik bir şey fakat ben görmemgereken kızı görmem gerektiğini anlamamıştım.

* Bu ad Andrey Voznesenski'nin OZA adlı şiirkitabından alınmıştır. M.G.

Yakın aile dostları ve çocuklarının katıldıkları büyükbir davet yapılıyordu yazlık evimizin bahçesinde.Benim için önemli olan, konuklar için hazırlananözel yemeklerdi sanırım. Fakat annem ve babamnormalin üzerinde bir özen gösteriyorlardı budavete. Lafı uzatmayayım, konuklar geldi ve benimiçin hiç bir şey değişmedi. Olayların farkındaolmadığım için bilmemne bey amcaların kızınakaba davranmakla suçlandığımda gerçeği anladım.Hazırlıksızdım ve tüm bu olup bitenler çoksaçmaydı. Haberim olmadığı için kızın yüzünü bilehatırlamıyordum.

Ertesi gün kızın ismini kendime tekrar edip yüzünühatırlamaya çalışmakla geçti. Tekrarladıkça isimisim olmaktan çıkıyor hecelerinden kırılan birkelimeye dönüşüyordu. Oysa, beni önüne katıpsürükleyecek olan olaylar azgın bir nehir gibisabırs ızl ıkla yolumu gözlüyorlardı. Babamınarkadaşlarından birisi -ki yine o kızın babası-benimle bir iş görüşmek istediğini söyleyip evlerinedavet etmişti. Masada dört kişiydik. Bu seferhazırlıklı gittiğim için gelin adayını inceleme fırsatıbuldum. Gerçekten hoş bir kızdı. Hatta benim gibitoy bir delikanlı için kolaylıkla aşık olunacak birçekiciliği vardı. Beni hızla bir çırpıda inceleyipbitirmişti kapkara gözleri. Eğri duran kravatımdan,ceketimin cebinde daha önce farketmediğim lekeyekadar herşeyi bir anda belirlediği gibi sanki ruhumuda çabucak analiz etmişti. Tüm bunların dışında dagözlerinde beni ürküten birşeyler vardı. Karanlıktedirgin edici. Sözkonusu iş ise beni zerre kadarilgilendirmeyen bir konudaydı. Spor Bakanlığı'nınoluşturduğu bir araştırma komitesinde yarı zamanlıbir iş. İşin ayrıntılarına hiç girilmedi. Sanki ben işikabul etmişim gibi -herkes kendinden o kadaremindi ki- havadan sudan bahsedildi ve daha sonragelin adayı gözüyle baktığım bu karanlık kızagideceği bir arkadaş toplantısında kavalyelikyapacağım ortaya çıktı. Şaşkındım, herşey benimkontrolüm dışında gelişiyordu. Hoş bugüne kadarda hiç bir zaman kontrolümde olmamıştı zaten.Gerçi bu kontrolsüzlüğün hep lehime geliştiğinidüşünmüşümdür. Düşünsenize sürekli sürprizlerledolu bir yaşam.

5

Page 8: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

uçan hollandalı

İki gün sonra başkente doğru hareket eden trende,beni uğurlamaya gelen annem, babam ve kuğusunuokşayan Leda'nın kösnül zarifliğinde bana bakansözde sevgilime el sallarken olup bitenlerikavramaya çalışıyordum. Durup dururken aileminyakın dostalarından birinin kızıyla çıkmayabaşlamıştım. Her şey hızla olup bitmişti. Saftımama aptal değildim. Kızın görücü usulü ile erkekarkadaş veya koca arayacak kızlardan biriolmadığını gitt iğimiz partide anlamışt ım.Anlamadığım bir nedenle bu oyunu kabul etmişaslında çok da özgür yaşayan ve halihazırda birsevgilisi olan bir kızdı. Ve sabahın köründeherkesin beklediği gibi fedakar bir nişanlı rolündebeni uğurlamaya gelmişti. Herşeyin dışında aklımımeşgul edn ikinci soru da trenin beni götürdüğübaşkentteki beni hiç ilgilendirmeyen işin neolduğuydu.

Başkentte her şey çok farklı gelişti. Görevliler benibakanlığa götürdüler ve bir toplantının göbeğinebırakıverdi ler . Toplantıya sayın bakan,danışmanları ve çeşitli bürokratlar katılmışlardı.Tüm okullardaki Beden Eğitimi dersleri, sporetkinlikleri üzerine bir toplantıydı. Herkesin elindekalın dosyalar, renkli grafikler ve değişik fotoğraflarvardı. Doğrusu bu işlerin böylesine ciddiyetleyapıldığını bilmiyordum. İster istemez okulyıllarımdaki Beden Eğitimi dersleri ile ilgilianılarımı düşünmeye başladım. Hep rapor alıpkaytarmaya çalıştığımı ya da bir çok hareketiyapamayıp azar işittiğimde herkesin banagüldüğünü hatırlayıp kızarıyordum. Bu banaoldukça tuhaf gelen toplantıdan sonra bakan beyhızla ortadan kayboldu ve benimle oldukça gençbir danışman ilgilendi. Yemek sırasında bendenbeklediklerini anlatmaya koyuldu.

Çok açık bir görev tanımı yapmıyordu. Araştırmadiyordu, çalışma, bir de düzenli raporlar. Aradasırada katılınması gereken toplantılar. Anladığımkadarıyla spor etkinliklerinin psikolojik boyutlarıadlı bir çalışmanın içinde yer alacaktım. Bir aniçin bu teklif bana makul göründü. Nedenolmasındı? Yapacak daha iyi bir projem yoktu.Zaten hayata karşı takındığım kayıtsız tavır benimşu ya da bu iş karşısında daha fazlaheyecanlanmama izin vermiyordu. Genç danışmanbana özel telefon numaralarını, ilgili kitap vemakale listesini ve elime üzerinde yazan miktaraancak trende bakabildiğim bir çek tutuşturarak trenistasyonuna bıraktı.

Bundan sonrası bana kalıyordu. Hemen kollarısıvadım ve araştırmaya başladım. Döner dönmezilk işim kütüphaneyi taramak ve varolan kitaplarıtoparlamak, olmayanların listesini yurtdışındansipariş edilmek üzere danışmanıma fakslamak olduve okumaya başladım. Bu arada tuhaf nişanlılığımda sürüp gidiyordu. O beni aradığında çıkıyordukve beni her seferinde bir partiye götürüyor, kendisiçılgınca eğlenirken ben neden orada olduğumusorgulayarak bir köşede asık suratla oturuyordum.Aslında reddebilirdim. Gitmeyebilirdim. Yaptığıhareketler ve sevgilisi olduğunu çoktandır bildiğimo uzun favorili delikanlıyla gözümün önündekırıştırması beni yeterince sarsıyordu ama yine debir türlü onun çağrılarına karşı koyamıyordum. Evetkullanılıyordum. Evet benimle dalga geçiliyordu.Evet hiç bir önemi olmayan aptal ve hımbılınbiriydim fakat onu görmek yavaş yavaş benim içinsaplantı olmaya başlamıştı. Onu izlemek hoşumagidiyordu. Dansedişi, başını geriye atarak gülüşü,kullandığı koyu renk ruju ve baştan çıkarıcı kokusu,arada sırada dokunabildiğim elleri... O benim hiçbilmediğim bir dünyadan çıkıp gelmiş, hayatımıpençelerinin içine almış karanlık tanrıçamdı.Aslında ilk aşkımdı.

Bir gün başbaşa kaldık, daha doğrusu anladığımkadarıyla o delikanlıyla arasında tatsız bir şeygeçmişti ve kendini iyi hissetmiyordu. • Benimlebirlikte rahatlıyordu. Ne de olsa onun sadıkköpeğiydim. Ve ona huzur veriyordum. Belki de lafolsun diye çalışmalarımın nasıl gittiğini sordu veben de heyecanla anlatmaya koyuldum. Spor vesporcular hakkında bir sürü istatistik bilgiderlediğimi ve onları incelediğimde öncedentahmin edemeyeceğim çok farklı şeylerlekarşılaştığımı anlatmaya başladım. Öncelikle sporyapmanın insan bedeninin daha sağlıklı olmasınısağlamadığını keşfetmiştim. Hatta profesyonelsporcuların yaşlandıkça çok daha çabuk bedenselbozukluklara yakalandıklarını ve hatta ortalamayaşam sürelerinin normal insanlarınkinden birazdaha az olduğunu söylüyordu rakamlar. Ve zatenspor etkinliklerinin bir kaç yüzyıldır insanlığıngündeminde olduğunu ondan önce askeri eğitimlerdışında egzersiz yapmak diye bir kavramın hiç birtoplumda olmadığı da belliydi. O halde neden bukadar önemseniyordu? İşte henüz bu sorununcevabını bulamamıştım. O ise beni dinlemiyordu.Belki de son derece dikkatle takip ediyordubilemiyorum, şimdi hatırladığım tek şey benimheyecanla bir dolu şey anlattığımdı. Bunu çok iyihatırlıyorum çünkü dediğim gibi hayatta çok az şeybeni heyecanlandırırdı. Hatta daha önce böylesine

6

Page 9: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

uçan hollandalı

kendimi kaptırdığımı hatırlamıyorum. Ve kısa birsessizlikten sonra aniden bana sarılıp ağlamayabaşladı. "Sen çok iyisin... Çok iyisin... Özürdilerim..." diyordu. Ben ise o anda herhalde başkaşeyler duymak isterdim. Fakat yine de onu ilk kez ogece boynuyla saçlarının birleştiği o muhteşemyerinden öptüm. Kokusu ilk kez böylesine esir aldıbenliğimi. Etimde canlanan duygular, obilmediğim dünyanın orman perilerinin baştançıkarıcı şarkılarında deviniyordu. Bedenim sankibenim değildi. Sarıldığım bedenle bedenim benimbilmediğim bir ayini yaşıyordu.

Bu olaydan sonra her şey değişti. Bu aradabakanlıktan yüklü bir çek daha aldım. Fakatraporum hakkında hiç bir yorumdabulunmamışlardı. Bir an boşluğa düştüm. Nedendoğru düzgün bir cevap vermemişlerdi?Araşt ı rmamı beğenmiyorlarsa iş ime sonverebilirlerdi. Neden bana para ödüyorlardı? İkincibir şans mı veriliyordu? Canım çok sıkılmıştı. Kısasüren mutlu bir düşten uyanmış gibiydim. Hiç birzaman yaptığım hiç bir şey beğenilmeyecekti. Hemben kim oluyordum da onların dünyasına kabuledildiğimi düşünüyordum. Ben bu yaşamınkenarında suratını asıp oturan, dansedenlleriseyredip, garsondan bile içki istemeye utananaptalın tekiydim. Köşede cezalıydım. Diğerlerinebahşedilmiş olan benden esirgenmişti. Enbaşından beri bu böyleydi. Ve şimdi de önemliişler yaptığımı sanıyordum. İş tabii ki önemliydi.Fakat ben önemsiz, ışıksız, en ufak bir yaratıcılığıolmayan kocaman bir sıfırdım. Topladığımdokümanları tüm odaya yaydım. Kimse rahatsızetmesin diye kapıyı kilitledim. Ve belgeleri tekrargözden geçirmeye başladım. Bildiğim tek şey buçalışmanın çok önemli olduğuydu. Varmamgereken bir hedef, çözmem gereken bir bilmecevardı karşımda. Bu iş sanki hayatla aramda duranbir sfenskti. Bilmecesini çözdüğümde geçmeme izinverecek ve ben de hayatı herkes gibiyaşayabilecektim. O uzun favorili delikanlınınçenesine bir yumruk indirip, gece kadar güzelsevgilimi çekip gidecektim. Çözüm bu belgeler vekitaplar labirentinde gizlenmişti. Onu bulmalıydım.Soaınun en başına dönmeliydim. Saatlerce bubelgelere bakarak düşündüm, düşündüm. Fakat artıkaklımın boşaldığını herşeyin anlamının yavaş yavaşsolduğunu hissediyordum. Gözümün önünde onunkösnül hayaleti dansediyordu. Siyah beyaz bir filmgibiydi. Karanlık gözlerinin üzerine düşenperçemleri, ensesinden sırtına doğru süzülen terdamlaları, kollarını kaldırdığı zaman kısa bluzu ilepantalonu arasından dünyaya üçüncü bir göz olarak

bakan göbek deliği... Evet onu görmek istiyordum.Parmaklarım korkularımdan kurtulmuş bir şekildetelefonu tuşluyordu. Babası bu gece bir arkadaşındakalacağını aradığımı ileteceğini söyledi kibarca.Çılgın bir aşık gibi dışarı fırladım. Nerede olduğunuhissediyordum. Ve ilk kez kendi irademle hareketediyordum.

Şehrin en güzel yerlerinden birinde, bana gelecektefelaketlerle kana boyanacağı hissini veren havuzluköşke vardığımda kalabalık bir parti veriliyordu.Daha önceden bir çok kez beraber girdiğimiz buevin kapısından tek başıma, heyecanla süzüldüm. Okadar kalabalıktı ki kimse beni farketmedi. Elimdebir içki kadehi sinsice dolaşmaya başladım insandenizinin içinde. Biliyordum oralarda bir yerdeydi,hissediyordum. En sonunda havuzun yanıbaşınakurulmuş olan barın yanında olduğunu gördüm.Eğleniyordu. Yanında yine o benim sahipolmadığım her şeye doğuştan sahip delikanlı vardı.Nedense kendimi belli etmek istemedim. Karanlıkbir köşeye sinip olup bitenleri izlemeye başladım.Bir şey olduğu yoktu. Dansediyorlar sonra tekrarbara dönüp bir şeyler içiyorlar sonra tekrar dansediyorlardı. Ucuz aşk filmlerindeki acı çeken gençadam olarak o karanlık köşede içki üzerine içkiiçiyordum. Bu böyle ne kadar devam ettibilmiyorum. Onun, aralarında zehirli bir kelebekgibi gezindiği grup birbirini havuza itmeyebaşlamıştı. Kahkahalarını bastıran müzik yüzündensessiz bir film gibi izliyordum olanları. O sıradaarkamdan bir ses duydum. "Bu kadar çok içmenizçalışmalarınızı olumsuz yönde etkileyebilir...."Aman Tanrım, bakanlıktan bir yetkiliydi bu sesinsahibi. Korkumdan duymazlığa geldim. Fakat o ensekökümde duruyor ve herşeyi biliyordu. Nedenorada olduğumu neden bu kadar çok içtiğimi,benim nasıl pısırık ve ödlek ve beceriksiz biriolduğumu biliyordu. "Siz onlardan farklısınız ve buyüzden seçildiniz..." Adam hala konuşuyordu.Bakanlığın neden beni seçtiğini söylüyordu. Oysa,o kadar silik, o kadar güvensizdim ki. Bu insanlarınarasında insan bile denemezdi bana. Fakat adamgörünenin gerçeğin kötü bir kopyası olduğunu,gerçeği görebilme ayrıcalığına sahip olanların busahte dünyanın içinde gizlenmiş olanı ortayaçıkarabildiklerini söylüyordu. Artık üzülmemgereksizdi, aptal kuklalar gibi hep aynı hareketleriyapan bu insanlardan elbette ki üstündüm ve tamda bu nedenden dolayı seçilmiştim. İçimde müthişbir huzur vardı artık. Haklıydım bu görev çokönemliydi. Tropik bir meyve tadındaki yazgecesinde tek bir göz olmuş beni izleyen ayaçevirdim gözlerimi. Sanki o büyük beyaz göz

7

Page 10: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

uçan hollandalı

ağlıyordu. Sanki ağlıyordum.

Ertesi gün uyanır uyanmaz çalışmalara devametmeye başladım. Dün geceye dair hiç bir şeydüşünmüyordum. Düşünmeye gerek duymaksızınçalıştım. Metinler birer labirent gibi beniistemediğim yerlere sürüklüyordu. Her an karşımadaha önce düşünmediğim bir şeyler çıkıyordu. Birgizi çözmenin en iyi yolunun dışına çıkıp bakmakolduğunu hatırladım. Boş beyaz bir kağıt aldım vealt alta yazmaya başladım. Spor. Beden hareketleri.Beden. Evet sorunun kaynağına dönmeliydim.Bedenin nasıl hareket et t iğ ini gözdengeçirmeliydim. Anatomi atlaslarına f izyolojikitaplarına gömüldüm uzun bir süre. Bir hareketinnasıl öğrenildiğini, beyin ile ilişkisini, hareketinnasıl icra edildiğini inceledim. Çok ilginç birnoktaya gelip takıldım. Refleksler... Öğrenilmeden,bil incimizin müdehalesi olmaksısızın bedenikorumak için yapılan hareketler... Elimizin ateştençekilmesini sağlayan sistemin yapısı çok basitti.Derideki sinir reseptörleri belli bir şiddetinüzerindeki uyanlara karşı cevabı, beyinedanışmaksızın kaslara iletiyor ve kaçma hareketininyapılmasını sağlıyordu. Bu olup bitenleri beynebildiriyordu tabii ki. Böylece kişi tuhaf bir deneyimyaşıyordu. Yaptığı akıllıca harekete, kaslarınateşekkür ederek ellerini ovuşturuyordu. Sonra dahakarmaşık hareketlerin içerdikleri refleksler. Arabakullanırken aniden fren yapma ya da bisikletebinerken düşmemek için yapılan istem dışıhareketler... Tüm bu karmaşık hareketler dizisininöğrenilmesinin tek bir yolu vardı. Egzersiz yapmak.Yani bisiklete binmeyi öğrenmenin tek yolu vardı,bisiklete binerek egzersiz yapmak. Daha çok egzersizdaha iyi performans demekti. Çalışıldıkçahareketler birer reflekse dönüşüyor ve kişidüşünmeksizin bu hareketleri mükemmel bir şekildeyapar hale geliyordu. Sporun sırrı buradayatıyordu. Bedenin eğitilmesi. Beynin devre dışıbırakılarak bedenin eğitimi.

Artık bu çalışma tüm zamanımı alıyordu. Geceleridışındaki tüm zamanımı. İşten ayrılmıştım galiba.Geceleri ise değişiyor bambaşka bir kişi oluyorzehirli kelebeğimi aramaya gidiyordum. Her zamanolması gereken yerlerde buluyor ve uzaktanizliyordum. Eskisi kadar mutsuz değildim. Hayır ayabakarak ağlamıyordum artık. İçim rahattı. İçkinin deetkisiyle gevşiyor kanatları tüm geceye yayılankelebeğimi izliyordum. Çevresindeki basit insanlarıizliyordum. Hareketlerini izliyordum. Dans edenbirinin ayaklarını inceliyordum bazen. Ayaklar neyaptıklarını çok iyi biliyor gibiydiler. Fakat

ayakların sahibi? Sanırım hayır. Gecenin içindebaştan çıkarıcı müziklerle devinen bedenlersahip ler inden b a ğ ı m s ı z l ı k l a r ı n ı kazanmışgörünüyorlardı. "Robot gibiler değil mi?"Bakanlıktan gelen yetkili her seferinde ensekökümde bitiveriyor ve zihnimi açıcı sorularyöneltiyordu. Hiç cevap vermiyordum ona, fakatyine de çok iyi anlaştığımızı söyleyebilirim. Hepdoğru noktalara parmak basıyordu. Evet robotgibiydiler. Başka bir güç tarafından yönetiliyorgibiydiler. Dans edenler dans etmeye, garsonlarservis yapmaya programlanmışlardı.

Artık hayatımın gizli düzeni haline gelmiş bugecelerden birinde saçma bir şey oldu. Karanlıksevgilim aniden yanımda bitiverdi ve banabağırmaya başladi:"Yeter artık tamam mı? Gelmeburaya. Olduğum yere gelme." Sarhoştu galiba.Sarhoştum galiba. Bakanlık yetkilisi bu sahneyigörmese bari dedim içimden. Cevapveremiyordum Konuşmayı unutmuş gibiydim. Onanasıl bakıyorsam, tedirgin olmuş olmalı beni evinıssız köşelerinden birine sürükledi. "Her şey kötübir oyundu tamam mı? Ben kötü biriyim çünkü senikullandım. Fakat artık bitti. Bak sevgilim orada. Onuseviyorum tamam mı! Bırak artık peşimi. Her gecebir köşeden beni izlemene dayanamıyorum." Saçıbaşı dağılmış, gözleri baktığı yeri göremeyen buçirkin kadın kuklası benim karanlık prensesimolamazdı ve tabii ki değildi. Aptalca bir yanlışanlaşılma. İçim rahatlamıştı. Bir an onu hayattakitek aşkım, karanlık sevgilim sanmıştım. Beni birinebenzettiğini, onunla zerre kadar ilgilenmediğimisöyledim. Kadın hayretle yüzüme bakıyordu. "İyideğilsin sen..." diye mırıldandı. Gülümsedim. İyiceemindim artık, benim sevgilim sen çok iyisin derdibana. Huzur içinde evimin yolunu tuttum.

Sonra olup bitenler biraz karışık. Ailemle yaşadığımdialog kopukluğu bir kaç eski arkadaşımın benizamansız ziyareti, Doktor kılıklı bir adamın sorduğuaptalca sorular... Hiç birini umursamıyordum.Görevimin gerektirdiği gizemi çözmeme çok azkalmıştı . Tek düşündüğüm buydu. Bakanlıkgörevlisinin dediğine göre artık kitaplar vedokümanlardan kurtulmalıydım. Bir çok kişiyapt ığ ım çal ı şmanın önemini hissetmeyebaşlamıştı. Eğer belgeler aptalların eline geçerseherkes için büyük bir felaket olurdu. Sistem kendiniaptallardan gizlemezse yıkılıp giderdi ve tüminsanlar anlamını kavrayamadıkları bir kaosuniçine düşerlerdi. Hem zaten o belgeler ihtiyacımyoktu. Onları bir merdiven gibi kullanmış, şubulunduğum yere tırmanmıştım. Tüm belgeleri ve

8

Page 11: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

uçan hollandalı

kitapları havuzlu köşke getirmemi orada yoketmemi istedi. Bu köşk çok güvenli bir yerdi. Kimseburadan şüphelenme zdi.

Dediğini yaptım. Bir gece, sabaha karşı herşeyiyüklenip köşkün bodrum katına gizlice indirdim.Ertesi gece de yine parti sırasında kimseye bellietmeden merdivenimi tutuşturdum. Artık geridönmeyecektim. Ve kalabalığın içine karıştım.Yangının söndürülmesinde ateş kontrolgörevlilerine çok yardımcı oldum. Kimse bendenşüphelenmedi. Artık çalışmaları sadece düşünerekve yetkiliyle değişik yerlerde buluşarak devamediyordum. Yetkili beni-istediği zaman buluyordu.Bunu nasıl yaptığını hiç sormadım. Hiç yüzünebakmadım.

Zaman geçtikçe aydınlandığımı, daha önceden çokkarmaşık bulduğum sorunların aslında ne kadarbasit olduğunu keşfettiğimi görüyordum. İnsanlaruzun bir zamandan beri robotlaştırılmışlardı. Buonların iyiliği için yapılmıştı. Bir köpeğin terbiyeedilmesi gibi terbiye edilmişti kitleler. Sistem, akıldenen tehlikeli silahın bir bebekten daha olgunolmayan insanlar tarafından kullanılmaması içinönlemler almak zorundaydı. Yarım akı l l ıolacaklarına bir robot gibi iradesiz olmaları dahaiyiydi. Çünkü bedeninden kopamamış bir akılolgunlaşamaz, herkes için bir tehlike haline gelirdi.Tüm insanlar ın benim gibi seçilmişlerdışındakilerin tabii böyle bir olgunluğa erişmelerimümkün olmayacağı için onlara hayatlarınısürüdürebilecekleri harekeden öğretmek gerekliydi.Okullar, iletişim araçları, kitaplar, herşey bu amacahizmet ediyordu. En güçlü silah ise spordu. Buuydurulmuş egzersizler bütünü bedenlere süreklitekrar ettirilerek kişinin aklını kullanmaksızınbedenini kullanmaya alışması sağlanıyordu.Böylece insanlar bir refleksler dizisi içinde özgüriradeleriyle yaşadıklarını sanıyorlardı. Oysabedenden kopamamış bir irade ne kadar özgürolabilirdi ki... Bütün bunlar artık benim için birçocuk oyuncağı haline dönüşmüştü. İnsanlara bugözle bakıp içimden gülüyordum. Robotlarsabahları uyanıyor iş dedikleri yerlere gitmek içinbelli sayıda hareket ediyor, sonra oradaöğretilenleri uyguluyor, ardından evlerinde yemekyiyor ve eğitimlerini televizyon denen komik aracınkarşısında sürdürüyor, uyuyor, uyanıp dört gündaha bu rutine devam ettikten sonra iki gün başkahareketlerden oluşmuş bir diziyi tekrarlayıp başadönüyorlardı. Hayatın anlamı denen şey buydu...

Bu zafer sarhoşluğu tabii ki uzun sürmedi. Bir gün

bir park dekoru içinde oturmuş yine kendi kendimikutlarken yetkili geldi. "Artık seni daha zorlu birgörev bekliyor." dedi. Tedirgin oldum. Bengörevimi daha doğrusu olgunlaşmamı tamamladımsanırken yeni bir durumla karşılaşıyordum."Unutma sen seçilmiş birisin. Yapman gerekenönemli şeyler var. Sistem senin ona katılmanıistiyor. Bunun için bedeninin zincirlerinikırmalısın." dedi. Doğru söylüyordu. Hem özgürolduğumu düşünüyor hem de ayaklarımın benigötürdüğü yerlere gidiyor diğer robotlar gibioturup kalkıyor yemek yiyordum. Bu tabii ki böyledevam etmemeliydi.

Çalışmaya başladım. Yatağa uzanıp bedenimdençıktığımı düşlemeye başladım, ilk başta hiç bir şeyolmuyordu fakat daha sonra bedenim başınagelecekleri anlamış gibi direnmeye başladı.Anlamsız hareketler yapmaya başladı. Çırpınanbedenimi izliyordum saatlerce. Her hareket korkunçacılar çektiriyordu bedenime. Fakat bunuyapmalıydım. Dışardaki sahte dünyayla aramdagerilmiş bir yay gibi duran bu bedene haddinibildirmek gerekiyordu. Daha sonraları aniden onudurdurmayı öğrendim. Birden kaskat ıdurduruveriyordum bedenimi ve düşünmeyedevam ediyordum. Üstelik çok alışılmadıkdurumlarda duruyordum. Normalde bir robotunbir kaç dakika bile duramayacağı bir durumdabazen saatlerce durabiliyordum. En rahat olduğumanlardı bunlar. Bazen yetkili geliyor onunlakonuşuyordum.

İşte böyle bir dönemde buraya getirilmişim. Odöneme ilişkin anılarım oldukça bulanık. Ne kadark a l d ı ğ ı m ı ve baş ıma neler ge ld iğ inihatırlamıyorum, fakat sonra kendimi yine evimdebuldum. Araya uzun bir boşluk girdi. Hastagibiydim. Yemek yemediğim için senim veriliyorduve bir takım ilaçlar; bunları şimdi daha iyihatırlıyorum. Yetkili ortalarda gözükmüyordu.Zaman zaman eski zihin sağlığım yerine geliyordurumu irdeleme fırsatım oluyordu. Aptallarıneline esir düşmüştüm. Yetkilinin bir zamanlarsöylediği o tehlikeli insanların eline düşmüştüm.Amaçları beni konuşturup bilgileri edinmekti. Tabiiki bu bilgilerin bende olduğunu bilen biri ihbaretmişti beni ve ben onun kim olduğunu çok iyibiliyordum: Benim karanlık sevgilimin aptalbedeni. Çalışmalarımın ayrıntılarından haberdarolan tek kişi oydu. Bu esaretten kurtulur kurtulmazintikamımı alacaktım. Önce düşmanlarımın elindenkurtulmalıydım. Allahtan düşmanlarım bir çocukkadar saf ve aptaldılar. Onlar gibi davranırsam

9

Page 12: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

uçan hollandalı

beni serbest bırakacaklarını anlamam uzunsürmedi. Ben de robot taklidi yapmaya başladım.Tabii birdenbire değil, yavaş yavaş... Doktorlarhastalığımın yavaş yavaş düzelmeye başladığınısöylemeleri üzerine düşmanlarımın üzerimdekiilgisi dağılmaya başladı. Artık dışarı çıkıp yetkiliyibulup bir plan yapabilirdim. Fakat dikkatleriüzerime çekmemeliydim. Üç ay beklememi söylediyetkili.

Üç ayın sonunda sıradan bir robot gibiydim. Fakatintikamımı almak zorundaydım. Üstelik sisteminbeni kabul etmesi için bunu yapmak zorundaydım.Sevgilimin bedenini ve ruhunu ele geçirmiş olanrobottan kurtulmalı, gerçekten ilahi bir ışıktanyaratılmış olan kelebeğimle birlikte sisteminvaadettiği cennete yelken açmalıydık.

Eskiden gitmeyi alışkanlık haline getirdiğim havuzluköşkü göz hapsine aldım. Eskisi gibi her gece partiverilmiyordu. Çünkü bir buçuk ay boyunca köşkdetadilat vardı. Anladığım kadarıyla yangın o geceoldukça zarar vermişti. Üç ayın sonunda bir geceyürürken uzaktan müzik sesini duydum. Köşktengeliyordu. Evet her neredeyseler dönmüşlerdi.Bahçe kapısından içeri süzüldüm ve her zamankigibi kalabalığa karıştım. Tanrım ne kadarsıkıcıydılar. Bu sefer zehirli kelebeğime kendimi hiçgöstermemeliydim ve içki içmemeliydim. Uyanıkkalmalıydım. Parti bitene kadar. Sarmaşıklarlagizlenmiş balkonda pusuya yattım. Arada sıradarobotlardan bazıları yanıma gelip bir şeylersöylüyor ben de onların dilinde cevaplar vererekbaşımdan savıyordum. En sonunda partinin hızıkesildi. Anlaşılan bedenler yorgun düşmüş başkabir bedenin sıcaklığında dinlemeyi arzuluyordu.İkililer halinde dağıldıklarını gördüm. Karanlıkprensesim havuzun kenarındaki şezlonglardanbirinde uyuyakalmıştı. Ortalıkta uyanık kimsegörünmüyordu. Havuzun maviliği dinlendirici vesağaltıcı gücünü fısıldıyordu kulağıma. Evet, su engüzel arınma aracıdır. Sessizce aşağıya onun yanına

gittim. Elimle ağzını kapattım. Başına geleceklerianlayan beden çırpınma reflekslerini devreye soktu.Tanrım ne ulvi bir andı. Vaadedilmiş cennetin uzakormanlarında birlikte iki mutlu ruh olarakyürüdüğümüzü görüyordum şimdiden. Fakat önce şuaptal makinalardan kurtulmalıydık. Çırpınanbedeniyle birlikte havuza atladık. Bir müddetçırpınmaya devam etti ve sonra bedenindenkurtuldu. Gözyaşlarını havuzun sularına kavuşmuştu.Dipte kendimden geçmişim.

Kendime geldiğimde sistemin yetkililerini vesevgilimi göreceğim umuduyla açılan gözlerimgördüklerine inanamadı. Yine esir düşmüş, elegeçirilmiştim. Akıl silme makinasmın elektrodlarışakaklarıma değdiğinde "Elvada aklım, elvedakaranl ık lar prensesi" diye düşündüğümühatırlıyorum.

Sonrası bildiğiniz hikaye. Buradayım, buradayım,buradayım... Hemen hemen herşeyi hatırlıyorumfakat herkes gibi hatırlıyorum. Hatta bazı geceler ohaşarı kızın gözleri karanlığın içinde bana bakıp"neden neden?" diye sorduğunda içimde birşeylerin paramparça olduğunu hissedip hemşireyiçağırıp sakinleştirici istediğim bile oluyor. Banakalırsa iyileştim fakat anladığını kadarıyla ne kadariyileşirsem iyileşeyim burada kalmaya mahkumum.Hem yemekler fena değil ve bol bol okumayayazmaya vaktim oluyor. Bazen görevlilerle -yosistemle ilgisi yok, hastane görevlilerindenbahsediyorum- dışarı çıkıyoruz fakat anlıyorum kiburası benim için daha iyi. Şehrin insanlarınıbüyük bulvarlarda ve caddelerde kurgulu oyuncaklargibi oradan oraya gittiklerini görünce içimbulanıyor ve kaçmak istiyorum. Burada tek sorunumkendini edebiyat eleştirmeni sanan doktor. Bakalımbu hikayeye ne kulplar takacak. Gerçi ne düşündüğüumurumda değil. Benim için artık herşey buuydurduğum hikayeler. Aklımın karanlık boşluğundayıldızlar gibi göz kırpıyorlar.

i

hayalet gemi'nin sürekli yolcusu olmak istiyorsanız...

Türkiye iş Bankası, 1136 BEYLERBEYİ ŞUBESİSedef ERKMAN 1136 300 166348 hesabına 300 000 TL yatırıp makbuzu, adınız/adresiniz/telefon numaranız ile birlikte

aşağıdaki adrese göndermeniz yeterli olacaktır:

10

Page 13: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

deligömleği

KAOTİK ROBOTLAR

mark filden

Son kırk yılda Robotik [Robotics: robot bilimi ya da teknolojisi olarakçevrilebilir.ÇN.J işe yaramayan -en azından kısa bir süre sonra bozulan-

karmaşık makinalardan başka bir şey üretemiyordu. Kanadalı robotikçiMark Tilden (halen New Mexico'daki Los Alamos Ulusal Laboratuarı'ndaçalışıyor) Farklı bir yaklaşımla çalışıyordu. On yıllarca çalışabilen basitmakinalar yapmaktı düşüncesi. Tilden tüketi'mci yaşamın atıklarındanküçük, zarif yaratıklar üretiyor: işi bitmiş hesap makinaları, bozuk video

kamera motorları, parçalanmış oyuncaklar ve müzikli doğum günükartlarının yeniden programlanmış dijital yongaları [chips]...

Aşağıdaki, Wired dergisinin Tilden'le Toronto'daki Dünya 3. Robot Oyunlarısırasında yaptığı ve Eylül 1994 sayısında yayınlanan görüşmenin tam

metnidir. M.G&N.Ö.

W: Robotlarla uzun zamandan beri miilgileniyorsunuz?

Mark Tilden: Kendimi bildim bileli. İlk oyuncakrobotumu 3 yaşındayken tahta parçalarındanyapmıştım. Daha sonra 6 yaşımdayken ev kedimiz içinmekanik bir zırh yapmaya kadar gittim.

50lerde ve 60larda robotlar üzerine daha fazlabir beklenti vardı,

Robotikin gerçek tarihi 19 yaşındaki Isaac Asimovvunpozitronik beyin düşüncesini ortaya attiği 1939 yılındabaşlar. Bilgisayarlar ortaya çıktığında robotikin artıkgerçekleşmek üzere olan bir kehanet olduğudüşünülüyordu. Yarın öbürgün ev robotlarınınçıkacağı düşünülmeye başladı. Daha sonra herkesinteknolojiden anladığı ve beklediği robotların çıkıphayatı kolaylaştırmasıydı.

Fakat bu gerçekleşmedi.

İnsanlar önce bir beyin yapılmazsa bununyapılamayacağını zannediyorlardı. Bir kısmı hâlâöyle düşünüyor. Ama yapay zeka beklenen sonuçlarıvermiyordu, böylece insanlar vazgeçtiler.

Peki bu sırada siz ne aşamadaydınız?

Ben de herkes gibi bir robot yapmanın bir zihinyaratmakla ilgili olduğunu varsayıyordum. 1982"debir elektrikli süpürgeden uşak robotu yapmayaçalıştım. Bir 68000, 4 Mb bellek kullandim.Tamamiyle geleneksel yöntemlerle. Allahın cezası şeyüzerinde aylarca çalıştım. Sürekli hayal kırıklığınauğradım. Asimov^un robot kurallarını (insanları koru,insanlara itaat et, kendini koru) kullandım. Fakat bukurallar robotu çevresindekilere karşı inanılmayacakderecede paranoyak yaptı. En çok yapabildiğiyaklaştığınızda sizden kaçmasıydı. Hastalıklıydı.Günün ortasında eve geliyordum ve allahın cezasırobotu kedimden kaçmak için köşeye doğru tangırtungur kaçarken buluyordum. Benzer hikayelerJaponya^dan Moskova^ya dünyanın tümüniversitelerinde yaşanıyordu. Bilgisayar ne kadarbüyük olursa olsun hepsi basit genel sorunlaryüzünden mekanik kıçlan üzerine oturuyorlardı.

Ekim 1989"da MİT den Rod Brooks^un konuşmasınıdinledikten sonra benim için herşey değişti. Bilmeyeihtiyacım olan herşeyi bana temel olarak anlattı:Beyini unut; basit uyarı-yanıt yeteneğine sahip bir şeyyapalım. O gece eve gidip bu teknolojiyi gerçektennasıl minimalist hale getirebilirim diye düşündüm.

11

Page 14: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

deligömleği

Brooks belleksiz bir yaratık yapmayı öneriyordu.Fakat hiç beyni olmayan bir yaratık yapabilirmiydiniz? Yapılan buydu.

O halde robotlarınızda hiç bilgisayarkullanmadınız.

Doğru.

Bir işlemci ya da başka bir şey?

Hatta benzetim [simülasyon] bile yok. Bir çok insanınbuna takılıyor. Bilgisayarların öyle bir etkileri var kibırakın robotiki onsuz herhangi bir teknoloji biledüşünülemiyor . İşlemcilerle ilgili sorun şu: asla sonugelmiyor. Yazılımı geliştirmek için her zamanyapmanız gereken bir şey oluyor ya da süreklieklemeler yapmak istiyorsunuz. Bilgisayarlarıkullanmamanın bir avantajı da robotu bitirebiliyorve eski bir tasarımın sınırlamalarına takılıp kalmadanbir sonraki kuşağa geçebiliyorsunuz.

O halde zeka nereden geliyor?

Dünyadan. Makinaarın kendisinden. Basitmakinalann üç avantajı var: erişilebilirlik, güven artışıvesu yüzüne çıkan özellikler -"erişilebilirlik"parçaların ve aletlerin her yerde bulunabilir ve ucuzolması; "güven artışı" yapan kişilerin bu aletleri çokkısa bir zaman süresi içinde (bazen bir kaç saat)yapılabildiğini farketmeleri; "ortaya çıkan özellikler"bu şeyler çok basit bir mekanizmaya sahip görünselerde sık sık daha önceden tasarlanmamış ya daöngörülmemiş davranışlar göstermesi. İşte zekanınkaynaklarından biri bu.

Robotlarınızın bir çoğu güneş enerjisikullanıyorlar. Bu düşünce nereden geldi?

Robotik soyarıtımı [eugenics: soyun iyileştirmesi]hakkındaki inançlarımdan. Robotlar kolay kolayüreyemezler, zaten biz de bunu istemeyiz. O halde birrobot kolonisinin kabul edilebilir bir işi yapmalarınıistiyorsanız yaşam sürelerini uzatmanız gerekir. Bugüneş enerjisi demektir. Güneş enerjisi mikro güçteanalog denetim dizgeleri demektir, bu da mekanikçalışma süresini üssel olarak arttıran yavaş hareketlervs vs demektir.

Robotlarınız neler yapıyor?

Her şeyden önce hayatta kalabiliyorlar. Onlar hayattakalma otomatları. Üç tane prensibim var:1) Bir robot ne pahasına olursa olsun varlığını

korumalı,2) Bir robot bir enerji kaynağına erişebilmeli ve onuelde edebilmeli,3) Bir robot sürekli daha iyi güç kaynaklan bulmanınyollarını aramalı.

Ya da bir başka deyişle:1) Kıçını koru;2) Kıçını besle;3) Daha iyi bir gayrı menkul ara.

Bu vahşi bir robot demektir, bazı amaçlar için yararlıolan yabani bir makina. Diğer işlevler evcilleştirilmişrobotlar gerektirir - kazıklanmış, kandırılmış ya daevişi rollerinde evrimleşmiş vahşi robotlar. Fakatönce vahşi robotlar gelmeli.

Bu makineler için pratiktedüşünüyorsunuz?

ne tür sonuçlar

Yapay zeka düşlerindeki 'beyin' hayaline doğrugelişebilir, fakat zannederim onları en iyi insanlıklaçevre arasındaki tahribatın düzeltilmesinde dünyaçapında zarar veren kimyasalların yerinekullanabiliriz. En azından benim amacım bu.Programlanabilir ekolojinin bileşeni olarakgörüyorum onları. Ormanları ağaçlandırabilir,hamamböceklerini öldürebilir, yasak yerlerdeavlananları izleyebilir, çimlerinizi biçer, havuzunuzutemizler, yerleri parlatır - hepsini gizlice, güvenilir birşekilde yıllarca yapabilirler.

Hiç insan robot [human droids] yok mu?

Tamamen farklı, yabancı bir zekanın peşindeykenneden bir insan yapmak isteyeyim ki? Yazar DavidBrin'in dediği gibi silikon bir türün sezgilerekavuşmasını -türün üzerinde tam bir denetimlebirlikte- sağladığımı düşünmeyi tercih ediyorum.Bitki değil. Hayvan değil. Başka bir şey. Burada yenibir zeka üretebiliyorsak yıldızlardan gelmesini nedenbekleyelim ki? Zaten beklediğimden çok dahaşaşırtıcılar. Hayal ettiğimizden daha da tuhafolacaklarını umuyorum.

12

Page 15: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

dejâ vu

DÖRT NALA YANILSAMA*

1850'li yıllarla birlikte teknik sınırlamaları aştıkça daha çok tartışmalı hale gelen fotoğrafın bir sanat sayılıp sayılamayacağı1861-2 yıllarında Paris'te bir dava konusu olmuştu. 1861 yılındaki dava sanatçıları ikiye bölmüştü. Bir kısmı davada alınan

karara karşı bir dilekçeye imzalarını koyarken aralarında Delacroix'nın da göze çarptığı diğer bir kısmı dilekçeyi imzalamayıreddediyordu. Bunun yanında fotoğrafın esas önemi o zaman ve hala da, gerçeklik anlarının kaydedilmesi olarak görülür.

Çünkü fotoğraf gerçeğin temsili değil, doğrudan yansımasıdır; şeylerin nasıl olduğuna dair çarpıtılamaz kanıtlar sağlar.Kamera yalan söyleyemez; ama bir süre sonra illa da tüm gerçeği söylemek zorunda olmadığı ortaya çıkar. Örneğin 1855yılında Roger Fenton çarpışmaların askeri olarak çok kötü bir şekilde yönetildiğine dair söylentilerin tersini kanıtlama

göreviyle İngiliz hükümetince Kırım'a gönderiliyordu.Bu dönemde fotoğrafçılar uzun bir poz (duruş) süresine ihtiyaç olduğu için hızlı hareketleri hala kaydedemiyorlardı. Dahahassas fotoğraf camlarının geliştirilmesi ve saniyenin binde birinden daha az bir süre açık kalan mekanik bir kapağın icadı

Eadweard Muybridge'e hayvanların ve insanların hareketlerini yakalama olanağını sağladı. 1878 yılında bir yarış pistininkenarına yerleştirdiği kameralarla dört nala giden bir atın 12 pozunu çekmeyi başarıyordu. Sonuç hayret vericiydi, çünkü

Eski Mısır'dan beri atların dört ayağının da yerden kesilmiş bir biçimde tasvir edildiği dört nala koşunun [deyiminingilizcesi flying gallop, doğrudan uçma fiiline dayanır.ÇN.] optik bir yanılsamanın sonucu olduğu anlaşılmıştı.

Muybridge'in çalışmalarından ilk etkilenenlerden biri olan Thomas Eakins onunla bir süre birlikte çalıştı ve stüdyomodellerini süreksiz hareket halindeyken görüntülemek üzere bir teknik geliştirdi. Genelde natüralist ressamlar

Muybridge'in fotoğraflarını hemen dikkate aldılar. Bu fotoğrafların doğnıdan negatiflerinden baskıları birbirinden ayrısatılan 781 sayfa ya da 11 cilt halinde toplanmış, Animal Locomotion, an Electro-Photographic Investigation of Successive

Phases of Animal Movements. Bundan sonra akademik resimlerde, bir modelin canlı olarak bir sınıfta verebileceğinden çözdaha fazla ve çeşitli pozlar belirmeye başladı. "Uçan atlar" savaş manzaralarından silindi. Ama bu eserin ve diğerlerinin

daha sonraki en önemli etkileri sanatla, görsel, olaylara ait dünya arasındaki ilişkinin anlaşılmasına yardımcı olmak oldu.Çünkü fotoğraflar normalde farkedilmeyen ayrıntıları ortaya koyarlar, ve bir anı durdurarak insan gözünün kaydedemediği

anları yakalarlar. Yine de Rodiıı şöyle der: "Sanatçı doğru sözlüdür, fotoğrafçılık yalan söyler". Ve sanatsal arzuları olanfotoğrafçılar hareketsiz nesnelerin yumuşak odaklı baskılarını tercih etmeye devam etmişlerdir.

*A World History of Art. H. Honour and J. Fleming. Laurence King1991, s 582-586.dan derleyip çeviren Nazlı Ökten

13

Page 16: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

üstü çizilmiş kişiler

KARIN İÇERİ GÖĞÜS DIŞARI

nazlı ökten

Kış aylarıydı. Sinemaya gitmiştik. Ama Beyoğlu'ndakiya da Osmanbey'deki yılların sinemalarından birideğil de Amerikan sinemasının bir kültür-tüketimalışkanlığı olarak yeniden ivme kazanmasıyla çoğalanyeni salonlardan biriydi gittiğimiz. Şık bir yerleşimyerinin içinde alt katta spor salonu, üst katta sinemasalonlarının bulunduğu iyi ısıtılmış iyi havalandırmışbir mekan. Filmi beklerken bir kahve içmek için nedensespor salonunun kafeteryasını tercih ettik; galibaaramızdan birinin cam taze portakal suyu istemişti.Camlı bölmelerin ardında bir yanda birbirinden şıktaytlarıyla step yapan kızları, öbür yanda parlayankaslarından -insanda bir tür yağ süründükleri izlenimiuyanıyordu- sağlık ve güç fışkıran genç erkekleriseyrederek kahve ve sigara tüketimimize hız verecektik kiüzerimizde pek te beğeni dolu olmayan bakışlar sezdik;oraya ait olmadığımız hemen farkedilmişti. Kalınkabanlarımız, bazılarımızın yercesine tükettiğis i g a r a l a r , d e o d o r a n r e k l a m l a r ı n ı naktif-dinamik-heyecanlı yaşantısından en ufak iztaşımayan bezgin bakışlarımız "onlardan"olmadığımızı ima ediyordu. Garson her siparişimizi"kalmamış" diye yanıtladığında içerinin o özenleoluşturulmuş sağlık ve dinamizm atmosferiniağırlaştıracak görüntümüzün pek te istenir bir şeyolmadığını farkettik. Sağlık olsundu, köpekler ve zencilerUzak Batı barlarına giremezlerdi. İnsanlar bu sportif

sağlık ve dinamizm ortamının bir parçası olabilmekiçin milyonlarca lira döküyorlardı o klübe ve bizim debu resme turp suyu sıkmaya hakkımız yoktu.

ben nerde yanlış yaptım/Çocukluğumu gözden geçirdiğimde sporla tek ilişkimbir basketbol takımında oynayan ablamın durmadanturnuvalara katılmak için Avrupa'nın dört bir yanınıgezmesinin bende yarattığı gıptaydı; bir de tüm aileBeşiktaşlı olduğu için ben de koyu bir Beşiktaşlıydım.Ablama özendiğim için olacak lisede boyumunkısalığına rağmen azimle sınıf takımına girdiğimihatırlıyorum (ah gençlik!). Bir de beden eğitimidersleri vardı tabii müthiş sıkılır ve dersi kaytarmak içinelimizden geleni yapardık. Regl olmanın belki de teksevindirici yanı buydu o sıralar. Beden eğitim dersininbir türlü anlam veremediğimiz tuhaf bir disiplini vardı.Düzgün sıraya girmek, gerektiği gibi birörnekeşofmanlar giymek, uygun adım yürüyebilmek en az

spor yapmak kadar önemliydi. Hoş takladan notalmanın da komik bir tarafı yok değildi. Tabii o zamanyalnızca kafalarımızın içini disipline sokmanın onlarayetmediğini, bedenlerimizin de itaatine ihtiyaçduyduklarını bilemezdik (gizli özne onlar; kimolduklarından ben de tam emin değilim!). Şişmanoldukları ya da ürktükleri için amuda kalkamayanlar yada ters takla atamayanlar "normal"in dışındaolduklarını sıkıntıyla hissederlerdi. Çoğumuz içingereksiz yere terlemek ve üst baş değiştirmekle eşanlamlı olan bu ders bir sporu düzenli olarakyapanlarımız için bile bir angaryaydı. Bunun dışındabasketbol oynayarak boy uzatmak, jimnastik yaparakzayıflamak gibi sporu "alet edici" bakış açıları daoldukça yaygındı. Sonra sporcuların ayrıcalıklı biryerleri vardı; hem dersten kaytarıp maça, antrenmanagidebilecekleri, hem de okulda daha popülerolabildikleri için. Onlar "okulu" temsil edip "okula"başarı kazandırabilirlerdi.

yıllar hızla geçiyor!Seksenli yıllarda yaşanan "ben güzele güzel dememgüzel zayıf olmayınca sendromu"yla birlikte (oyıllarda memleketimize, vatana, millete hayırlı olandarbenin generali bu sendromun diğer birversiyonunu aydınlarla ilgili olarak yaşıyordu) aerobiközellikle kadınsı bir spor olarak görülüyordu.Normalde basketbol ya da futbol gibi gösteriye dönükoyunsu bir spor değildi, yalnızca kilo kaybetmeyeyönelikti ama kız takımı ve bayan tenis karşılaşmalannakadın oyuncuların giysileri nedeniyle ilgi gösterenzihniyet bir süre sonra pek hoş hanımların ortalığısaran video kasetlerinin seyirlik olarak takullanılabileceğini keşfetti. Özel kanallarımızdanbirinde "gece jimnastiği" adı altında yakın çekim birbikini defilesiyle anatomi dersi arası bir gösteriye tanıkoluyordu o külkedisinin atlı arabasının balkabağınadönüştüğü sihirli saatten sonra televizyonlarınıaçanlar. Türk sineması da pek sevdi aeorobiği: HülyaAvşar'dan Harika Avcı'ya zengin kız rolüne çıkan herjöndam tercihen büyük aynalarla çevrili salonlarıntam orta yerinde pembe, san çığırtkan renkli taytlarıylamüzik eşliğinde az çok uyumlu devindiler. AerobikAmerikan halkının kollektif bilinçdışına JaneFonda'nın kadınlara verdiği "kendimize zamanayıralım, hem güçlü hem alımlı olalım, erkeklerin

14

Page 17: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

üstü çizilmiş kişiler

ağzına iki türlü de s. .alım" mesajıyla kazındıysa (kuşkusuzVirginia Woolf'un Kendine Ait Bir Odasından dahafarklı bir mesaj) Türk halkınınkinde çağdaş zengin kızaaşık harbi oğlan fantezisi olarak kaldı. Kız daha dazenginse elinde tenis raketiyle gördük onu, ama aslaoynarken değil, kortun kenarında portakal suyunuyudumlarken (daha sonra Hülya Avşar 'hayat sanatıtaklit eder' misali tenis konusunda tuhaf bir hırsgeliştirdi). Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit gibi "ağır"yıldızları ancak gençlik dönemi filmlerinde lisedejimnastik şortlanyla ya da orta yaş dönemlerindevatkalı eşofmanları ve uygun renkte saç bantlarıylayürüyüşe çıkan hanımlar olarak gördük.

Aynı sıralarda jogging müthiş bir popülerlikkazanıyordu. Egzoz dumanları arasında kentincaddelernde şortu ve walkmaniyle koşuşturan gençkentli, modernizmin yıkımla sonuçlanacakmacerasında bireyi temsil ediyordu belki de (Negülüyorsunuz ki abartmıyorum: jogging i keşfeden adamkalp krizinden ölmedi mi? Kentin pis havasınıciğerlerinize tıka basa doldurmak için koşmayıönermek nüfus planlamasına yönelik bir komplonunparçası değilse nedir? Yukardakiler lüks klüplerde, yeşilalanlı golf ve tenis sahalarında spor yaparkenaşağıdakilere pahalı malzemeler ve özel alanlargerektirmeyen jogging in eşitlikçiliğini önermek te iyinumara! Daha hızlı zehirlenerek daha çabuk ölmeeşitliği! Komplo teorileri her zaman haklıdır;paranoyak olmam takip edilmediğim anlamınagelmez). Doksanlarda türeyen step, squash gibi sporlarözel alet ler a lanlar gerekt i rd ik ler indenyaygınlaşmadılar.

Türkiye'de belki de en çok yaygınlaşan sporlar uzakdoğudoğuş sporları oldu. Özellikle kentlerin gecekondusemtlerinde pıtrak gibi biten karate, judo salonlan (aynıanda sinema salonlarında da porno filmlerle vurdulukırdılı filmler ayrılmaz bir ikili oluşturuyordu) aşın sağideolojinin de sıkı kaleleri oldular. Resmi ideolojide atasporu ilan edilen güreşin devletten aldığı destek onustatükocu sağ bir zihniyetle özdeşleştirirken -nitekimFethullah Gülen ve Süleyman Demirel son KırkpınarYağlı Güreşlerinin en önemli iki seyircisiydi- uzakdoğudoğuş sporları şiddetle ilişkinin evcilleştirilmesi,kullanılabilir hale getirilmesi açısından aşırı sağın alanıoldu. Böylesi bir siyasi okuyuş benimsendiğindeTürkiye'de solla özdeş sayılan bir spor yoksa da bazı solaydınlar belki de kitleselliği açısından futbolusahiplenmeye çalışıyorlar. Avaıpa'da ise durum farklıbir yönde görünüyor: futbol fanatikleri aşırı sağınpotansiyel militan deposu gibi. DoksanlardaTürkiye'de karate salonlarının yerini vücut geliştirmesalonlan almış gibi görünüyor. Belki de hedefi olmayanbir güç gösterisi doksanların yaşam ve tüketimalışkanlıklarıyla daha bağdaşık. Bu vücut geliştirme

meselesi galiba bir meta ve reklam aracı olarak erkekvücudunun keşfiyle de paralel; artık gücü erkeklerlepaylaşan, karar yetkisine sahip kadınlar da var veerkekler kendilerini onlara beğendirmek zorundalar.Çok kaslı ama uzun saçlı, serseri ama romantik, çokgüçlü ama hassas yeni bir tip erkek güç sahibi olankadınların hizmetine sunulduğundan beri bir panikbaşladı. Erkeğin çekiciliği artık sırf iktidarında değil;yakışıklı ve bakımlı gözükmek için ter dökmek gerekiyor,

nereden nereyeGerçekte spor karşılaşmalarının çoğunun kökenioyunlara dayalı. Futbol, basketbol, voleybol gibibirden çok kişinin ortak bir rekabete girdikleri oyunlar.Bir de doğada yaşarken gerçekleştirilmesi gereken bazıhareketler spor haline geliyor. Koşmak, yüzmek, dağatırmanmak... Sanki doğadan koparılıp kent yaşamınıniçine atılmakla artık uzun uzadıya yapmamıza gerekkalmayan hareketlerin birer simülasyonu. Bir yereulaşmamız gerekmediği halde koşuyor, yüzüyor, dağaçıkıyor ve hatta etini yemeyeceğimiz hayvanlarıavlayabiliyoruz (bunların hiçbirini yapmayan biriolarak biz dememin esas sebebi hepimizin insansoyuna dahil olması). Ya da ne oyunla ne de doğaletkinliklerin simülasyonlarıyla hiçbir ilgisi olmayanbedensel etkinliklere tamamıyla sosyal bir bağlamdakatılıyoruz. Dünyanın her yerinde milyonlanca insanspor klüplerine dünyanın parasını döküyor. Bekarlaryeni partnerlerle tanışıyor, iş adamları yenibağlantılar kuruyor ve ergenlik çağındaki gençler çevreediniyor; herşey deviniyor, vücutlarla birlikte. Bundanbaşka spor, "sağlık" adını verdikleri ve sürekli kontrolaltında tutulması gerektiğine dair herkesin hemfikirolduğu bir mitin etkenlerinden biri. İyi beslenmeylebirlikte en önemli etken olarak sunulan, kontrol altınaalınmış bir bedensel hareketler bütünü. Uzmanlarındenetiminde ve ölçülü... Çünkü kimse Doğu Almankadın adet denildiğinde akla gelen şeyi sevmez, çünkübedenimiz bizim değildir aslında: onu başkalarıylabirlikte gördüğümüz bir rüyadaki şekline uydurmak içinçekiştirip durmamız istenir. Başkalarının bizigörmekten "rahatsız" olmayacakları şekle. Daha uzunyaşamak istiyoruz. Çok daha uzun, hayatımızla neyapacağımızı bilmeden. Tanrılardan sağlık dilenmek,olmazsa koparıp almaya çalışmak istiyoruz uzun birömrü, onu nereye harcayacağımızı bilemeden.Hindistanlı kimsesizlerin organları yaşatıyor, o organısatın alabilecek durumda olup aylarca bunubekleyenleri. Evet yaşama hakkı ama ne adına ve nepahasına*? Tüm dünyada oluşan kan, organ, ilik pazarıinsan bedeninin parçalara ayrılıp pazarlanabilecekbir meta haline geldiğini kesin olarak göstermiyor mu?

*Bu konuda kapsamlı ve çok ilginç bir tartışma için bkz.NPQ Türkiye Cilt 2 # 8 1994.

15

Page 18: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

kayıp harita

SPOR SOSYOLOJİSİ NOTLARI5

pierre bourdieu**

[...IToplumsal unsurlara sunulan sporla ilgilitüketimleri ve uygulamaları [pratigues], rugbyyi,futbolu, yüzmeyi, atletizmi, tenisi ya da golfubelirli bir toplumsal talebe cevap vermeye yönelikbir toplumsal arz olarak değerlendirmenin gerçeğeaykırı olmadığını düşünüyorum. Bu tür bir modelbenimsenirse ortaya iki soru kümesi çıkar. İlk olarak,içinde "spor ürünlerinin" oluşturulduğu, kendinehas mantığı, kendine has tarihi olan bir üretimzemini, yani verili bir anda toplumsal olarak kabulgören ve erişilebilir olan sporla ilgili tüketimler veuygulamalar evreni var mıdır? İkinci olarak,böylelikle üretilen farklı "spor ürünlerini" edinme,golf ve kayak yapma, Equipe [Fransa'da çıkan, futbolağırl ıklı, çok satan bir spor gazetesi.ÇN.]okuma.Dünya Futbol Kupası'yla ilgili röportajseyretme olanaklarının toplumsal koşullarınelerdir? Diğer bir deyişle, "sporla ilgili ürünlere"talep nasıl oluşur, pratik ya da gösteri olarak,insanlar nasıl belli bir spora değil de bir başkasınayönelik "zevk" edinir?

Sanırım öncelikle çok doğalmışcasına kolaycakabullendiğimiz bu olayın, "modern spor"untarihsel koşullarını ve toplumsal olasılıklarınısorgulamak gerekmektedir. Doğrudan ya da dolaylıolarak spordan geçinen bir uzmanlar grubu - sportarihçileri ve sosyologları da bunlara dahildir-zaman içinde aşamalı olarak nasıl oluşmuştur? Buetkenler ve kurumlar sistemi ne zaman bulunduklarıkonuma bağlı özel çıkarları olan unsurların çatıştığıbir rekabet alanı olmaya başlamıştır? Benim önesürdüğüm şekilde bu sistem bir alan gibi işliyorsa ohalde sporun tarihi iktisadi ve siyasi tarihin büyükolaylarından etkilendiği zaman bile kendine hastemposu ,evrim yasaları, kendine has bunalımları,kısacası özgül kronolojisi olan, görece özerk bir

* Questions de Sociologie. Bourdieu. Leş Editions deMinuit. 1984, Paris, s. 173-195 (Comment peut-on etresportif?) derleyip türkçeleştiren Nazlı Ökten.** Pierre Bourdieu son önem Fransız ve dünyasosyolojisinin en etkili isimlerinden biri olup maalesefTürkçeye çevrilmiş eseri bulunmamaktadıır.

tarihtir.

[...JSpor uygulamaları alanının özerkleşmesi aynızamanda Weber'in deyişiyle, farklılıkların veyerel l ikler in ötesinde, öngörülebi l i r l ik vehesaplanabilirliği sağlamaya yönelik birrasyonelleşme süreciyle birlikte gelişir. Farklıeğitim kurumları, daha sonra da farklı bölgelerarasında spor "karşılaşmaları" yapılmaya başlarbaşlamaz sabit kuralların ve bunların her yerdeuygulanması zorunlu hale gelmiştir . Sporuygulamaları alanının görece özerkliğinin en açıkçagörüldüğü yer tarihsel bir gelenek üzerine kurulanya da devletin güvencesi altında bulunanyönetmelikler ve özyönetim yetkileri olankuruluşlardır. Bu kuruluşlar düzenledikleriyarışmalara katılımı ilgilendiren kuralları saptamahakkına ve belirledikleri özel kurallara uymayısağlamaya yönelik bir disiplin (ihraç etme,cezalandırma vs.) yetkileri vardır; ayrıca sporlailgili unvanlar ve İngiltere'de olduğu gibi, antrenörunvanı gibi özel unvanlar verirler.

[...]Bir spor uygulamaları alanının oluşması sporunsiyasal felsefesi olan bir spor felsefesininoluşturulmasıyla omuz omuzadır. Aristokratça birfelsefenin boyutu olan amatörlük teorisi, sporusanatsal e tk inl ik tarzında, fakat geleceğinönderlerinin erkeksi erdemlerinin onaylanmasıaçısından sanattan daha uygun olan çıkarsız biruygulama haline getirir. Spor /kişiliği oluşturma"ve gerçek önderlerin alamet-i farikası olan kurallaragöre (fair play, her ne pahasına olursa olsun zafereulaşmanın bayalığının aksine şövalyece bireğilimdir) kazanma iradesini (will to win ) aşılamayeterliliğine sahip bir cesaret ve erkeksilik okuluolarak tasarlanır. (Bu bağlamda sporla ilgilierdemlerle askeri erdemler arasındaki bağdansözetmek gerekir: burada Oxford ya da Etonmezunlarının savaş alanında ya da havadakiçarpışmalardaki başarılarının övülmesini aklımazagetirebiliriz). Aristokratlarca oluşturulan vegüvencede tutulan bu aristokratça ahlak (ilkolimpiyat komitesinde kimbilir hepsi de eskisoylular sınıfına mensup kaç dük, kont ,lord vardı)

16

Page 19: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

kayıp harita

elbette ki zamanın gereklerine uygundu, ve baronPierre de Coubertin'de görüldüğü gibi self helpolarak adlandırılan burjuva özel girişim ahlakınınesas önermelerini içinde barındırıyordu. Yeni birtip öğrenme döneminin boyutu olarak sporunyüceltilmesi tamamıyla yeni bir tip eğitimkurumunu gündeme getiriyordu. Bu, küçük burjuvave buyrukçu bir eğitim tanımına karşı burjuva birtanımını koyuyordu: büyük kışla lisenin vedisiplininin temsil ettiği bilgiye, okuldayumuşakbaşlılığa karşı "cesaret", "enerji", "irade"gibi "önder" erdemleri ve belki de özellikle de(özel) girişim... Öğretime karşı eğitime, zekaya karşıiradeye ya da kişiliğe, kültüre karşı spora değervermek okulun içinde eğitimin kendine hashiyerarşisine indirgenemeyecek bir hiyerarşininvarlığını onaylamaktır. Sporun yüceltilmesi biranti-entellektüalizm vurgusu içermektedir. Sporunve özellikle de rugby gibi "erkeksi" sporlarınyüceltilmesinin yarattığı sonuçları anlamak, ve heruygulama [pratique] gibi sporun da egemen sınıfınfraksiyonları ve aynı zamanda toplumsal sınıflararasındaki mücadelelerle ilgili olduğunu görmekiçin egemen sınıfın baskın kesimlerinin diğerkesimlerine -"entellektüeller"e, "sanatçı"lara,"sevgili hocalar"a- karşı dururken her zaman içineril ile dişil, erkeksi ile kadınsı arasında, dönemleregöre farklı içerikler kazanan karşıtlıklar (örneğingünümüzde kısa/uzun saç, bilimsel ya da"siyasi-iktisadi" kültür/sanatsal-edebi kültür)aracılığıyla muhalefet ettiklerini hatırlamakyeterlidir.

[...ISpor uygulamaları alanının aynı zamanda sportyapmanın meşru tanımı ve spor etkinliğinin meşruişlevi üzerinde dayatılan tekel için mücadelelerin,profesyonelliğe karşı amatörlüğün, seyirlik sporakarşı uygulanan sporun, seçkinlerin sporuna karşıkitlesel sporun mücadelesinin alanıdır. Kuşkusuztarih boyunca vücudun kullanımı üzerindekimücadeleler farklı tezahürler göstermiştir. Örneğinmeşru egzersizin tanımı açısından baktığımızda,bedensel pedagoji profesyonelleriyle (bedeneğitimi öğretmenleri, vs.) doktorlar arasında, yaniiki tür özgül sermayeye bağlı iki özgül otorite("pedagojik'V'bilimsel") biçimi arasındakarşıtlıklar görebiliriz. Ya da yine vücudunkullanımı konusunda iki karşıt felsefe sık sıkkarşımıza çıkar. Bunlardan biri çilecidir: "kültürfizik" deyiminde vurgulanan kültürdür, yanianti-pbysisth, karşı-doğadır, çabadır, ıslahtır,doğruluktur. Öteki daha çok hazcıdır: doğaya,physise öncelik tanır, bedenin kültürünü, kültür fiziğibir tür "laissez-faire"e [bırakınız yapsınlar]

indirger; tıpkı günümüzde, sıradan jimnastiğindayattığı gereksiz çalışma ve disiplini unutmayıöğreten bedensel dışavurum gibi.

[...JErgenlik çağından sonra bir spor yapmayadevam etme olasılığının toplumsal hiyerarşideinildikçe çok kesin bir biçimde düştüğünü (bir sporklübüne katılım için de aynı şey geçerlidir) öteyandan televizyonda en popüler olarak görülenfutbol ve rugby gibi spor karşılaşmalarını seyretmeoranının da toplumsal hiyerarşide yükselindikçeçok kesin bir biçimde düştüğünü biliyoruz. Orta vealt sınıftan ergenlik çağındaki gençler için sporyapmanın -özellikle de futbol gibi kollektif sporlar-önemi ne olursa olsun bisiklet, futbol, rugby gibikitlesel olarak bilinen sporların aynı zamanda veözellikle seyire yönelik oldukları (gerçek biruygulamanın geçmiş deneyimi söz konusuolduğundan daha fazla ilgiyle izlenebilirler) gözdenkaçınlamaz. Kitlesel üretimin kültürel ya da maddiürünlerine,otomobillere,mobilyalara ya da şarkılarauygulandığı anlamıyla kitleseldirler. Kısacasıgerçekten kitlesel [populaire] oyunlardan,yani halktarafından üretilmiş oyunlardan doğmuş olanspor, folk music gibi halk için üretilmişseyirlikler olarak halka geri dönmektedir. Eğer sporyapılmasına verilen kollektif değer (özellikle desporda rekabet ulusların görece güçlerininölçülerinden biri,dolayısıyla siyasi bir koz halinegeldikten sonra) uygulamayla tüketim arasındakiayrılığı ve dolayısıyla basit bir edilgin tüketiminişlevlerini gizlemeye katkıda bulunmasaydı, seyirlikspor çok daha açık bir şekilde bir kitlesel malolarak ve spor karşılaşmalarının düzenlenmesi deshow business in dallarından biri olarak görülürdü.Şun.u da unutmamak gerekir ki müzikte olduğu gibisporda da televizyon ya da disklerle ele geçirilmişyeni kitlelerin her türlü uygulamanın dışındaedinilmiş tamamıyla edilgin uzmanlıkları üretiminevriminin geçirgen bir etkenidir.

Sporun en kesin siyasi etkileri şovenizme vecinsiyetçiliğe verdiği cesaretlendirmeden daha çok,içrek [esoteric] bir tekniğin virtüozları olanprofesyonellerle, basit tüketici konuma indirgenmişacemiler arasında oluşturduğu ve kollektif bilinçtederin bir yapı haline gelme eğiliminde olankopuştadır: sıradan insanların uzmanların sahipolduklarından yoksun oluşlarını hayali bir katılımlatelafi ettiği yanılsamasını yaşayan, militan tipininkarikatürü sınırındaki taraftar [fan;hayran] rolüneindirgenmeleri sadece spor alanıyla sınırlı değildir.Bir spor sahası aynı zamanda ergenlik çağındakigençleri harekete geçirmenin, kontrol ve meşgul

17

Page 20: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

kayıp harita

etmenin son derece ekonomik yolu olarakgörünüyordu. Bu partiler, sendikalar, Tabii ki Kilisefakat aynı zamanda paternalist patronlar için degençliğin sembolik düzeyde ele geçirilmesidemekti. Özellikle bu sonuncu grup işçi nüfusununsürekli ve tam bir kuşatmasını sağlamak kaygısıyladaha en baştan çalışanlarına hastane ve okullardanbaşka, stadlar ve diğer spor kurumlan dasunmuşlardır.

[...lElbette ki sporun "elit" okullardan kitlesel sporklüplerine yayılması spor yapanların uygulamayaatfettikleri işlevlerin değişimini ve aynı şekilde sporuygulamasının kendisinin de dönüşümünüberaberinde getirecektir. Bu dönüşüm artık o sporueskiden yapmış olanlarla s ınır l ı olmayanseyircilerin beklentilerinin ve isteklerinindönüşümüyle aynı yöndedir. İngiltere'deki "publicschool"lardaki ve Fransa'da belle epoquedöneminde varolan benzerlerindeki gençlerinrugbyyle özdeşleştirdikleri takım ruhu kültü veerkeksi kahramanlığın yüceltilmesi, Fransa'nıngüneydoğusundaki memur ve esnaf tarafındanancak köklü bir yeniden yorumlamayladevralınabilirdi. Karşılık gözetmemenin ve fairplayin neden geride kaldığını anlamak için, tenisve golf dışında bir burjuva çocuğu için istenir birgelecek olmaktan çıkan spor kariyerinin, ezilensınıfların çocukları için ender toplumsal yükselmeyollarından biri olduğunu akılda tutmak gerekir.Güzellik yarışmaları ve hosteslik gibi mesleklerkızların fiziksel sermayesi için neyse spor piyasasıda oğlanların fiziksel sermayeleri için odur.

[...JAslında seçkinlik arayışı dışında halk sınıflarıylaayrıcalıklı sınıfları ayırdeden şey, kişinin kendibedeniyle ilişkisidir; bu birbirinden farklı kesimleritüm bir hayat tarzı evreni açısından ayırır. Böylecehalktan sınıfların, nesnesi ya da konusu beden olantüm uygulamalarda -ister beslenme olsun, istervücut bakımı,isterse hastalık ya da sağlık bakımlarıolsun- bedenleriyle yaşadıkları araçsal ilişki, büyükbir çaba, bazen de acı ve sıkıntı çekmeyi gerektiren,bazı durumlarda da motosiklet, paraşüt, akrobasinintüm biçimleri ve bir ölçüde dövüş sporları gibibizzat bedenin ortaya konduğu sporların seçimindede kendini gösterir. Bunun tersine ayrıcalıklısınıfların "hayatı stilize etme" yaklaşımları da,hijyenci bir "form" kültü uyarınca bedenin birorganizma olarak işleyişinin vurgulanmasıyla,algılanabilir şekil olarak bedenin dış görünüşü,"fizik", yani öteki için beden arasında değişebilen,bedene bir amaç olarak davranma eğilimindekendini gösterir.

[..JToplumsal hiyerarşide yükselindikçe hijyenikişlevler, estetik olarak adlandırılabilecek işlevlerlebirleşmekte ve hatta onlardan geride kalmaktadır(bu, özellikle de bedenin yalnızca şekil olarak değilduruş ve yürüyüş açısından da nasıl olmasıgerektiğini tanımlayan normlara uymaları dahaısrarla istenen kadınlar için böyledir). Nihayet,kuşkusuz hijyenik ve estetik işlevleri toplumsalişlevlerle en açıkça örtüştüğü yer serbestmesleklerde ve köklü bir geçmişe sahip bir işçevreleri burjuvazisindedir ; bu noktada spor,sosyetik toplantılar (resepsiyonlar, yemekler vb.)gibi, sosyal sermaye oluşturmaya olanak sağlayan"bedava" ve "çıkarsız" faaliyetler arasına girmiştir.Bunu, spor yapmanın en fazla golf,av ya da poloörneklerinde görüldüğü gibi istenen rastlaşmalariçin basit bir mazeret ya da başka bir deyişle briçve dans gibi bir toplumsallaşabilme tekniği halinegelme eğilimi göstermesinden anlayabiliriz.

Sonuç olarak yalnızca sporla ilgili tüketim veuygulamaların dönüşüm ilkesinin, arzın ve talebind ö n ü ş ü m l e r i n d e a r a n m a s ı g e r e k t i ğ i n isöyleyeceğim. Arzın dönüşümleri (yeni spormalzemelerinin icadı ya da ithali, eski oyun vesporların yeniden yorumlanması vb.) meşru sporu y g u l a m a l a r ı n ı n dayatı lması ve sıradanuygulayıcılar topluluğunun ele geçirilmesi içinrekabete dayalı mücadelelerle, farklı sporlararasındaki ve her sporun kendi içinde farklı okullarve gelenekler arasındaki mücadelelerle, burekabette yer alan farklı unsurlarının (üst düzeysporcular, antrenörler, jimnastik öğretmenleri,malzeme üreticileri vb.) mücadeleleriyle ortayaçıkar. Talebin dönüşümleri hayat tarzlarınındönüşümünün bir boyutudur ve dolayısıyla budönüşümün genel yasalarına uyarlar. Bu ikidönüşüm dizisi arasında gözlenen tutarlık,üreticilerin alanının (yani arzın dönüşümünekatkıda bulunabilecek olan kurum ve unsurların)b ö l ü n m e l e r i n d e t ü k e t i c i l e r i n a l a n ı n ı nbölünmelerini yeniden üretmeye çalışmalarıdır.Başka bir deyişle yeni pratikler ya da eskipratiklerin yeni biçimlerini üretme ya da dayatmakonumunda olan taste-makerlar [tat,zevkyaratıcıları] ve aynı şekilde eski pratiklerisavunanlar, uzmanlann alanında ve aynı zamandatoplumsal zeminde belirlenmiş bir konumun ifadeedildiği bir habitusu oluşturan inançları veeğilimleri işin içine sokarlar; bu nedenle deacemiler güruhunun uygun düşen kesimlerinin azçok b i l i n ç l i b e k l e n t i l e r i n i d ı şavurarakgerçekleştirmeye hazırdırlar.

18

Page 21: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

ölü dalga

İDEALSİZ İDEALİSTLER VEYAHAREKETSİZ YAŞAMLARA DOĞRU...

pınar türen

Aynaya baktığımda umutları kaybolmuş bir çocuğungözlerini gördüm. Oysa artık çocukluğum çekmecelerdeyatan birkaç fotoğrafla aklımın köşesinde kalmış birkaç'an'ın hatıralarından başka birşey değil. Şimdi kendimiyaşamın kenarında ancak ucundan yakalayabildiği şeyleretutunmaya çalışır görürken soruyorum kendi kendime'nerede kaldı ideallerim; nerede ve ne zaman kaybettimonları?'.Biz çocuk gözümüzle mücadele eden abilerimizianlayamadık, ellerinde kızıl bayraklarla okuldan çıkıpcaddelerde yürüyen ahilerimizden ellerimizde beslenmekutularımızı sımsıkı tutarak kaçtık. Evlerimize, sadece bizeait ve güvenli olduğunu sandığımız sokaklara kaçtık ve birdaha hiç çıkamadık...Hayada ilk yüzleşmeye başladığımız dönemde karşımızdaöğretmenlerimizi bulduk. Etimizin öğretmenlerimize,kemiğimizin ailelerimize ait olduğu düşüncesiyle ilksavunma mekanizmalarımızı kurmayı öğrendik: sevilirmişgibi yapılan ama aslında delice korkulan öğretmenlerimiziidolleştirerek çocuk kafamıza göre ilk i d e a l i m i z i debelirledik: 'büyüyünce öğretmen olacağım'. Ateşlihastalıklarımız sırasında bizi iyileştiren ve ızdıraplarımızıdindiren doktor amcalarımıza da takdirlerimizi sunmayı birborç bildik ve idealler listesine doktor olmak ikinci sıradangirdi! Ama yollarda yürüyen ahilerimizden hep kaçtık,çocukluk ideallerimizde devrimci olmak hiç yer almadı,flkokul sıralarında solcu oldukları söylenen genç stajyeröğretmen adaylarını hatırlıyorum. Herkes onlara öcümuamelesi yapıyor, bilinci yeni yeni tohumlanan minikbeyinlerimiz de onlardan nedenini tam da anlayamadançekinirken, bir yandan da teneffüslerde beraber türküsöylerken içimizden 'iyi de insanlara benziyor ama...'diyeçelişik düşünceler geçiriyorduk. Oysa onları kırıp geçen veböylece vatanını en büyük düşmandan koruduğunusananlara minnetimizi göstermek için özellikle erkekçocukların idealler listesine asker veya polis olmayı daekliyorlardı, işte küçük kafalarda geleceğe dair ilk oluşanideallerden kesitler böyle basit bir şekilde sıralanabilir.Fakat idealler sadece bir şey olabilmekle sınırlı kalmaz.Kafaların üstünde kavak yelleri esen ilk gençlik yıllarındaise idealler ileride edinilecek olası meslek seçimindenbirkaç adım ileriye giderek hayat felsefesini oturtmayayardım edecek bir idol arayışına dönüşür: Ailesinden ayrıyaşayan üniversiteli kapı komşusu ağabey, John Lennon,Che...Birilerine benzemek ya da onlar gibi olabilmek ilerdekiolası yaşantılara yön vermenin neredeyse tek yolııymuş gibievrensel bir şekilde çoğu insan aynı yoldan geçer.Annelerine aşık erkek çocuklar onları elde edebilmek içinnefret bile etseler babaları gibi olmak isterler ve bu yüzdenbellerine oyuncak tabancalarını takıp yaramazlıklarıylaannelerine ne kadar erkek olduklarını ispat etmeye

19'

çalışırlarken babalarına aşık kız çocukları da sinir deolsalar annelerine benzeyebilmek ve böylece babalarınındikkatlerini çekebilmek için küçük tırnaklarına kırmızı ojesürüp annelerinin giysilerini özellikle de topuklupabuçlarını giyip evin içinde büyümüşde küçülmüşyaratıklar gibi denenirler. Böylece hayatın akışınıbelirleyecek ilk benzeşmeler için öfke objeleri tercihedilirken ilerleyen yaşların idolleri üstün nitelikli evrenselkişilerden seçilir ama temel hep aynıdır : özenmek üzerineinşa edilen biliçaltında benzeşme mekanizması.Kendini kayıp veya gölgedeki nesil diye adlandıran 80kuşağı yani bizler, bizden öncekilerin ideallerinibenimsesek bile ne yapacağını, kendini nasıl ifadeedeceğini, nasıl biraraya geleceğini bilemeden, kafası fenahalde karışık bir şekilde geçirdi ilk gençliğini. Uğrunaölünecek bir ideal var mıydı acaba? 80 sonrası askerimahkemede yargılanan ülkücü bir gencin hapis cezasınaçarptırılınca ağlayarak'ben sizin için mücadeleverdim'dediğini duyduğum zaman, o kişinin tümyaşadıklarının aynı ekrandaki görüntüler gibisiyah-beyazlaştığını fartettim.'Sizin için yaptım (gizli anlamsizin rızanızla yaptım)", şimdi siz beni özgür yaşamdankoparıyorsunuz. Ne büyük bir acıdır kimbilir ideallerininsanı kendi içinde yok etmesi.20'li yaşların çok başında bağımsız ve eşit bir toplumoluşturacağız diye gözlerini kırpmadan hayatlarım ortayakoyan insanlar acaba yaşasalar idealleri hayatlarını ne halegetirirdi ya da hayatları ideallerini neye çevirirdi? Birbelgeselde Deniz Gezmiş' in avukatının göz yaşlarınıtutamayarak'Yaşasaydı avukat olurdu herhalde, hem deçok iyi bir avukat...'dediğini hatırlıyorum. Peki yayaşayamayan Deniz Gezmiş ne oldu, 20 yıl sonra ondan veonun ideallerinden geriye ne kaldı? İdealler hayatımızınhareket yönünü üstüne oturttuğumuz değer yargılarımızın,isteklerimizin, beklentilerimizin ve hatta hayallerimizin hepbirlikte durdukları noktadır ve her ne yönden hangi yollaolursa olsun hayatlarımızın temellerini oluştururlar.Hayatlara yön veren elbette sadece idealler değildir,ideallerimizin oluşmasını sağlayan istekler ve arzular dahayatlarımızın hareketlerini belirlemekte en az ideallerkadar etkilidir ki bunlar da kişiliğimiz ve toplumsallaşmasürecinde geçirdiklerimizle oluşur. Eğer sizin için önemliolan paraysa istediğiniz iyi bir yaşam, idealiniz demükemmel bir işdir. Sizin için önemli olan aşksa istediğinizsevgiyi bulabileceğiniz heryerde olmak, idealiniz dealabildiğine özgür olmaktır.İdealler, yaşam biçimleri ve tüm yaşananlarla örtüşnıediğizaman umutlar yerlerini hayal kırıklığına, istekler yerlerinibıkkınlığa bırakır ve idealler sonsuza kadar beynimizinkaranlık bir köşesine atılır. Kimse'büyüyünce hiçolacağım'demez. Bir gün gelir ve aniden'hiç'olduğunııanlar.

Page 22: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

kara göründü!

DENGEDE

oliver sacks**

Bir zamanlar çalıştığım, yaşlılar evi, St. Dunstan'skliniğinin nöroloji bölümünde, Bay MacGregor iletanışalı dokuz yıl olmuş. Ama sanki onunla düntanışmışım gibi hatırlıyorum.Bir tarafa doğru kaykılarak içeri girdiğinde 'Sorununnedir?' diye sordum.'Sorun mu? Hiçbir sorunum yok -bildiğimkadarıyla... Ama başkaları bir tarafa doğru eğikdurduğumu söylüyorlar: "Pisa Kulesi gibi eğilmişsinbiraz daha eğilirsen düşeceksin" diyorlar'.'Ama sen hiç eğilmiş gibi hissetmiyorsun?''Ben iyi hissediyorum. Ne demek istediklerinibilmiyorum. Eğik duruyorsam bunu nasıl bilmem?''Bu çok garip bir iş' diye onayladım. 'Hadi şuna birbakalım. Ayağa kalkıp şuradan şuraya ufak bir turatarken seni izlemek istiyorum. Ben görmeyiistiyorum ama senin de kendini görmeni istiyorum.Sen yürürken bunu videoteybe kaydedeceğiz veardından seyredeceğiz.''Bana uyar Doktor.' Birkaç denemeden sonra ayağakalktı. Ne kadar hoş bir yaşlı adam diye düşündüm.Doksanüç yaşında olmasına rağmen yetmişyaşından büyük göstermiyordu. Zeki ve uyanıktı. Yüzyaşına merdiven dayamış biri için çok iyidurumdaydı. Parkinson hastalığı olmasına rağmenbir maden işçisi kadar kuvvetliydi. Şimdi hızla,kendine güvenli bir şekilde ama yere doğru yirmiderece açıyla eğilmiş, yerçekimi noktası sola doğrukaymış, dengesini olabilecek en kısa sınırda tutarakyürüyordu.Yüzünde kendinden hoşnut bir gülümsemeyle 'İştegördün mü hiçbir sorun yok -bir baston kadar dikyürüdüm.''Gerçekten öyle mi Bay MacGregor?' diye sordum.

* The man wbo mistook his wife for a hat and otherclinical tales (1990-Harper Perennial Edition) adlı kitaptanÇiğdem Çalkılıç Türkçeleştirdi."Oliver Sacks, Albert Einstein Tıp Koleji'nde kliniknöroloji profesörü olarak çalışmaktadır. Geçtiğimizyıllarda sinemaya uyarlanmış olan "Uyanışlar"(Awakenings) adlı kitabın da yazarıdır. Klinikhikayelerini birarada topladığı "Karısını şapkasıylakarıştıran adanı" (The man who mistook his wife for ahat) (1990) adlı kitabı Amerika'da 'bestseller' olmuştur.

'Bunu sizin değerlendirmenizi isterim.'Kasedi başa sardım ve göstermeye başladım.Kendini ekranda gördüğünde çok ağır bir şokgeçirdi. Gözleri dışarı uğradı. Çenesi düştü 'Beterolacağım! Haklılar, bir tarafa kaykılmışım. Buradanyeterince açık bir biçimde görüyorum ama bunuhiç farketmedim ve hissetmedim" dedi.'İşte bu da sorununun ta kendisi' dedim.Etkilendiğimiz, farkına vardığımız ve varlığındanmutluluk duyduğumuz beş duyumuz vardır. Buduyular duyumsanacak dünyayı bizim . içinyapılandırırlar. Başka duyular da vardır -gizliduyular, altıncı duyular- en az diğerleri kadaryaşamsal ama söze dökülmemiş ve farkınavarılmamış duyular. Bu duyular, bilincdışı, otomatikve keşfedilmesi gereken duyulardır. Tarihsel olarakta keşfedilmeleri gecikmiştir. Viktorya döneminde'kas duyusu' olarak adlandırılan eklem vetendonlardaki reseptörlerin vasıtasıyla bedenin, elve ayakların yerinin, duruşunun farkına varılması[özduyum = proprioception] 1890'lı yıllarda ciddibir şekilde tanımlanmıştır ve hala konunun pek çokaydınlatılmamış yanları vardır. Belki de uzayçağında, yerçekiminden bağımsız bir hayatınzorluklan ve paradoksal olanakları ile içkulaklarımızı, vestibüllerimizi ve tüm diğerbilinmeyen ve bedenimizin oryantasyonunusağlayan reseptör ve refleksleri takdir edebileceğiz.Normal bir insan için, normal şartlarda bunlarınvarlıkları belirgin değildir.Ama yoklukları oldukça önemli bir etki yaratabilir.Eğer gözardı edilen gizli duyularımızda yanlış (veyasaptırılmış) bir duyum varsa çok garip hemenhemen anlatılamaz, görmeyen veya duymayanbirine benzer şekilde, dile dökülemez bir yaşantıgelişir. Eğer özduyum tamamiyle bozulmuşsa bedenkendine kör ve sağır olur [Özduyum =proprioception'ın, kökü proprius'un belirttiği gibi]kendine sahip olmayı, ve kendini kendi gibihissetmeyi yavaş yavaş bırakır .Yaşlı adam aniden kendine geldi, kaşları çatıldı,dudakları büzüldü. Hareketsiz bir şekilde durdu,derin düşüncelere daldı. Bu durum görmekten çokhoşlandığım bir tabloydu: Kendi durumunufarketme anında olan hasta -yarı hoşnutsuz yarı

20

Page 23: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

kara göründü!

şaşkın- neyin yanlış olduğunu ilk kez görür ve neyinyapılabileceğini de aynı anda farkeder. Bu terapietkisi yaratan bir andır.'Dur biraz düşüneyim1 diye söylendi. Gür beyazkaşlarını gözlerinin üzerine düşürerek, herbirnoktayı güçlü, büyük elleriyle inceledi. 'Birazdüşünelim -bir cevabı olmalı! Bir tarafa doğrueğilmiş durumdayım ama bunu söyleyemiyorumtamam mı? Bunun için bir his, net bir sinyalgerekli ama bu yok öyle değil mi?' Konuşmasınabiraz ara verdi. 'Bir zamanlar marangozdum.' Yüzüaydınlanmıştı' yerin düz olup olmadığını, yataydurumdan sapma olup olmadığını söylemek için suterazisi kullanırdık. Beyinde de bir çeşit su terazisimi var?Başımla onayladım.'Parkinson hastalığı buna sebep olmuş olabilir mi?'Yeniden başımı salladım.'Bana olan bu mu?'Üçüncü kez başımla onayladım ve 'Evet, evet, evet'dedim...Su terazisinden bahsederken, Bay MacGregor temelbir analoji, beynin bu önemli kontrol sistemi içinbir metafor bulmuştu. İç kulağın bazı bölümlerigerçekten de fiziksel olarak aynen su terazilerigibidir; yarı döngüsel kanallardan oluşan labirent,hareketi sürekli olarak takip edilen bir sıvıyı içerir.Ama onun durumunda yanlış çalışan bunlardeğildi. Bedenin kendisine ait olduğu hissinde vebu bedenin dünya içindeki görsel resmiyle birliktedenge organlarını kullanma becerisinde biryanlışlık vardı. Bay MacGregor'un önerdiği busevimli sembol sadece labirente değil bu üç gizliduyunun karmaşık birleşimine de uymaktadır;labirent, öz duyum [proprioception], görme duyusu.Parkinson hastalığının tahrip ettiği bu üçlününsentezidir.Böyle birlikteliklerle (ve bunların Parkinsonhastalığındaki tekil çözülmeleriyle) ilgili ve enönemli (ve en pratik) çalışmaları Purdön Martingerçekleştirmiştir. Bunlar 'Bazal Ganglia ve Postür'(Orijinali 1967 yılında basılmış ama ileriki yıllardasürekli yenilenmiş ve genişletilmiştir. Yakınlardaölmeden evvel, yeni basımı tamamlamak üzereydi).Purdön Martin bu entegrasyondan, beyindeki bubirleştiriciden [integrater], beyinde 'bir merkez,"yüksek düzeyde bir otorite" olmalı... bir çeşit'kontrolör' diye bahseder. Bu kontrolör'ün veyayüksek düzeydeki bu otorite'nin vücudun denge vedengesizlik durumlarından haberdar ediliyorolması gerekirdi.'Ani ve kesintili hareketler'i anlattığı bu bölümdePurdön Martin bedenin dik ve dengede durmasınısürdürmesine, bu mekanizmanın nasıl üç şekilde

katkıda bulunduğunu anlatır. Parkinson hastalığındabu iç dengenin nasıl bozulduğunu, 'labirentelementinin görsel ve bedensel algıdan evvelkaybolmasının ne kadar sık rastlanan bir durumolduğunu' belirtir. Bu üçlü kontrol sistemi, anlattığıüzere, birinin duyumsadığı, birinin kontrol ettiği,diğerinin de ötekileri telafi ettiği (tamamiyleolmasa da önemli derecede telafi ettiği, çünküduyular işlev dereceleri açısından birbirlerindenfarklıdırlar) bir sistemdir. Görsel refleks vekontroller, belki de normalde en az önemli olanişlevlerdir. Vestibüller sistemimiz ve özduyumlailgili sistemimiz iyi bir şekilde çalışıyor durumdaoldukça, gözlerimiz kapalı da olsa dengemizisağlayabiliriz. Gözlerimizi kapadığımız an, düşmeyizveya bir yana yatmayız. Ama güvenilmez birdengesi olan Parkinson hastası için bu geçerlidir.(Parkinson hastalarını sıklıkla eğik pozisyondaotururken görebilirsiniz, bu durumun farkındadeğillerdir. Ama bir ayna ile oturma pozisyonlarınısürdürdüklerinde hemen düzgün otururlar).Özduyum, önemli ölçüde, iç kulaklarla ilgilibozuklukları telafi eder. Bundan dolayı labirentleriameliyatla alınmış hastalar (Meniere hastalığındaki,ciddi ve dayanılmaz yükseklik korkusunu engellemeküzere böyle bir ameliyat yapılmaktadır) ilk başlardaayakta dik duramaz veya tek bir adım atamazkenmükemmel bir şekilde özduyumlarını geliştirerekkullanmayı öğrenirler. Özellikle sırtta latissimusdorsi kaslarındaki duyulan -bedendeki en hareketli,en büyük duyu bölümleri- kullanmayı öğretirler.Bunlar bir çift geniş kanat benzeri özduyum[proprioception] yapay ama yardımcı dengeorganlarıdır.Purdön Martin ciddi boyuttaki bir Parkinsonlununyapay da olsa duruşunda ve yürüyüşünde normaleyaklaşma olması için çok yaratıcı mekanizmalar veyöntemler düşünmüştü -yere düz çizgi çizmek, beleağırlık asmak, yüksek sesle çalışan metronomkullanmak- bütün bunlar yürüyüşün ahenginiayarlamak içindi. Bunları yaparken, her zamanhastalarından pek çok şey öğrendi (kitabını daonlara adamıştır). İnsancıl bir önderdi ve doktorlukpratiğinin temelini, anlamak ve hastayla ortakçalışmak oluştururdu. Ona göre hasta ve doktor ikieşit yandaş insandı. İkisi de birbirinden aynıderecede öğrenir, birbirine yardım edersonucunda da yeni çözümlere ve tedaviyöntemlerine ulaşırlardı. Ama bildiğim kadarıyla,MacGregor'un durumunda olduğu gibi yüksekvestibüler refleksleri ve eğik duruşu düzeltecek birprotez hazırlamamıştı.'Evet, hepsi bu öyle mi?' diye sordu MacGregor.Kafamın içindeki su terazisini kullanamıyorum.

21

Page 24: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

kara göründü!

Kulaklarımı kullanamıyorum ama gözlerimikullanabilirim. Araştırıcı ve deneysel bir şekildekafasını bir tarafa eğdi 'Şimdi de her şey aynıgörünüyor -dünya eğik bir hale gelmedi.' Sonra birayna istedi ve ben de uzun bir tanesini getirdim,'Şimdi eğik durduğumu görüyorum... vedoğrulabiliyorum, belki dik durmayı dasürdürebilirim... ama aynalar arasında yaşayamamveya sürekli bir ayna taşıyamam yanımda.Yoğun bir konsantrasyon içinde kaşlarını çatarak,yine derin derin düşündü. Sonra aniden yüzügülümsemeyle aydınlandı. 'Buldum, evet buldumdoktor. Bir aynaya değil sadece bir su terazisineihtiyacım var. Kafamın içindeki teraziyikullanamıyorsam, niye kafamın dışındaki birteraziyi kullanmıyayım? -gözlerimle izleyerekkullanabileceğim, görebileceğim bir teraziyi.'Gözlüklerini çıkarttı ve düşünceli bir ifadeyle onlarıelinde tutarken gülümsemesi gittikçe bütün yüzüneyayıldı.'İşte, mesela gözlük çerçevemin kenarındadurabilir... böylelikle gözlerime, eğik durumda olupolmadığımı söyler. İlk başta sürekli dikkat etmemgerekir; bu da çok zor olacaktır. Ama daha sonra buotomatik bir hale gelebilir. Tamam mı doktor, senne dersin?1

'Çok parlak bir fikir, Bay MacGregor. Haydideneyelim.' Kural açık ve netti ama işin mekanikkısmı çetrefilliydi. İlk olarak bir çeşit sarkaç -gözlükçerçevesine asılı, ağırlık bağlı ipler- kullanmayıdenedik. Ama bunlar gözlere çok yakında ve çok azg ö r ü n ü y o r l a r d ı . O p t o m e t r i s t ' i m i z i n veçalışmalarımızın yardımıyla gözlüğün kenarkısmına, iki burun mesafesinde her iki tarafa da

tutturulan bir ataçla, yatay minyatür bir suterazisiyerleştirildi. Çok çeşitli tasarımlar üzerinde çalıştıkhepsi Bay MacGregor tarafından sınanarak,değiştirildi. Birkaç hafta içinde bir prototipibitirdik. Bir şekilde Heath Robinson tarzını andıranbir çift terazili gözlük; Bay MacGregor zafer veheyecan dolu bir edayla 'dünyanın ilk teraziligözlüğü' dedi. Biraz kullanışsız ve aptalcagörünüyorlardı ama o zaman piyasaya yeni çıkacakolan duyma aletli gözlüklerden daha fazla değil.Artık yaşlılar evimizde garip bir manzaragörülmekteydi. Tasarladığı ve ürettiği teraziligözlükleriyle Bay MacGregor'ın bakışı, aynıgemisinin dürbününden bakan çarkçı gibi sabitti.Bu bir şekilde işe yaradı en azından eğikdurmuyordu artık. Ama bu sürekli ve yorucu birçalışmaydı. Daha sonraki haftalarda gittikçekolaylaştı. Terazisine göz atmak, aynen kişininarabasının ön panelindeki göstergelere bakarkenbir yandan da konuşabilecek, düşünecek veya başkaşeyler yapacak özgürlükte olması gibi bilinçdışı birhale gelmişti.MacGregor'un gözlükleri St. Dunston'da pek modaoldu. Parkinson hastalığı olan başka hastalarımızvardı ve onlar da eğilme tepkisi ve bedenduruşlarıyla ilgili reflekslerinin bozulmasındansıkıntı duyuyorlardı. Bu sorunlar tehlikeli olmaklakalmayıp büyük ölçüde tedavi edilemez durumlardı.Kısa sürede ikinci, ardından üçüncü hastaMacGregor'un bu terazili gözlüklerini giydi. Şimdionun gibi dik ve dengeli yürüyebiliyorlar.

22

Page 25: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

kirli melekler

ÖLÜ AĞAÇ

gül çetin

"Hüzünlü bir keman konçertosu. Buram buram karanfil kokar ortalık,ne'zaman keman sesi duysa"

Çocukluğundan kalmış anılar içinde en belirginolanı, çok yaşlı ve kurumuş, köklerini denize doğruuzatan bir ağaçtı. Sık sık, uzak bir koyda olan buağacı hatırlar; düşlerinde, onun altında toprağauzandığını görürdü. Bir iyilik sembolü gibiydi ağaç.Göğe doğru uzanan dalları ve denize doğrubüyümüş kökleriyle, neredeyse şefkatle sarıpsarmalayan ince uzun ellere benzerdi.

Yıllar sonra, bir tatil için, çocukluğunun geçtiği buküçük deniz kasabasına döndü. Bahar başlagıcıydıhenüz. Beyaz badanalı evler ve daracık sokaklar,mavi mavi deniz kokuyordu. Yaz aylarındakihuzursuz kalabalık yoktu henüz, ve kasaba bu ıssızhaliyle güvenli bir ev hissi veriyordu.

Bir sabah, henüz güneş doğmadan, gördüğü uzun vekarmaşık düşle uyandı.

Giyindi. Ağacın olduğu koya yürümeye karar verdi.

Çıktı evden. Beyni gün doğmamış bir sabah gibiydi,duru ve sonsuzca aydınlık. Yüzüne çarpan rüzgarınserinliği içinde, her kasını, her hücresiniseçebiliyordu.

Beklenmiş ve hazırlanılmış bir yolculuktu bu."

Adımları toprağı eziyordu ve o, ayağının altındaezilen her toprak parçasını sayabiliyordu. Hergölge, her bitki, her ev, sonsuz bir makinayadönüşen beynine kazındı.

Koya vardı. Ağaç, hatırladığından çok daha yaşlıydı.Gövdesi çatlaklarla doluydu. Denize uzananköklerine dalgalar çarpıyordu.

Uzandı ağacın altında.

Gözlerini kapadı.

Rüzgarın hafi sesi geliyordu kulaklarına, ağacı usulcasarıp kucaklıyor, sonra denize doğru açılıp

gidiyordu.

Kendini, serinlikten ve ıssızlıktan korunmuşduyumsadı.

Birden, kulağına çalınan hafif bir sele irkildi. Çokuzaktan geliyor gibiydi, ve akarsu sesine benziyordu.Dinledi. Yakınlaştı ses. Bir süre sonra iyice duyulurhale geldi.

Açtı gözlerini.

Ağacın, başının üzerinde uzanan dallarında birgariplik sezinledi.

Sanki... hafif bir kırmızılık?

Yavaş yavaş açılıp berraklaşü bu renk. İşte o zamangördü ağacın kuru dallarında birikmiş, kıpkırmızıkan damarlarını.

Bütün dalları dolaşıyorlar ve sonra geldikleri yeregeri dönüyorlardı, ağacın köklerinden denizindibine doğaı...

"Beyni çatladı, mavi aklı, kanayıp parçalarabölündü, ve doyurdular aç algılarını."

Köklerin bitiminden uzayıp denize doğru gidiyordudamarlar. Millerce uzunluktaki solucanlar gibi,hareket ediyor, kan taşıyorlardı. Ve çok uzaklaragittiler, belki de dünyanın merkezinde yaşayanbirinin evine.

23

Page 26: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

kutupyıldızı

BİR HAREKETSİZLİK ÖNERMESİNEDOĞRU

zeynep günsür

Nefes.Doğumdan ölüme kadar vücudu doldurur ve

boşaltır. Sessiz bir hareket. Ve beyin gözlerimizinarkasındaki boşlukta süzülüyor. Görülmeyen bir

hareket hali.

Hareket yolculuktur.

Hareket aradadır.İki farklı boyut / düzlem / nokta.

Hareket hikayedir.

Geçmişle şimdi, şimdiyle gelecek arasını dolduranhareket, biz farkında olmadan yaşamı tanımlıyor.

Ve ölümü de.Hareket önermedir.

Benzerliği ve farklılığı çeşitleyen, değiştiren ya daaynı kılan görsel malzeme harekettir.

Hareket sağıltma yöntemidir.

Sanka Juku topluluğu elemanları Kudüste eski şehrinduvarlarından ayaklarından iplerle bağlanmış olarakiniyorlar, 1984.

Küçük bir yolculuk için, mesela sandalyeyle yerarasında, yüzlerce saniyenin içinden geçerek yukarıdanaşağıya kayıyorum

Burma'da "Nat Pwe" adını verdikleri dans ritüelinde,genellikle kadın olan medyum (şaman) dans ederekruhlar aleminden rehberlik istiyor.

Herhangi bir odaya giriş anından çıkışa kadar yaptığımhareketleri yeniden düzenliyorum. Her bir düzenlemebaşka bir hikayenin parçası oluyor.

Pina Baush'un dansçıları yerleri çiçekle kaplı birsahnede oradan oraya koşuyorlar. Erkekler kadınelbiseleri giymiş. Ayaklan çıplak, "Nelkem", 1983-

Welfare State Topluluğu, insan boyunu üç kat aşankuklaları ile Blackburn, Lancashire'ın sokaklarındaçocuklarla buluşuyorlar. Kuklalar öyle hareket ediyorlarki, bir süre sonra, çocuklarla kuklalar arasında birfarklılık kalmıyor, oyun başlıyor, 1977.

Bali'de "gölge-oyunu" sırasında ruhani dünyaylaaramızda bir rezonans yaratıldığına inanılır. Temiz birzihne sahipsek içimize dolan bu rezonans bizi vakıf kılar."Buana alit" = İçimize girmelerine izin verebilmek."Buana agung" - Başka şeylerin içine girebilmek.

Hareket dildir.

Hareket kültürler arası bir dildir.

Nefes. Doluyor ve boşalıyor. Sessiz bir hareketlilik.Temiz zihin süzülüyor. Görünmeyen rezonanslar.

Bağlantı.Ölüm, hareketsizlik önermesi.

Kullandığı uzamı sözcüklerin kapsadığından daha farklıolarak kapsayan dil. Uzay / hacim ilişkisini yenidenbiçimlendirdiği için farklı bir dildir.

Kazuo Obno, ünlü İspanyol dansçı La Argentina'ya olanhayranlığını yaptığı bir koreografide gösteriyor,"Admiring La Argentina", 1984.

24

Page 27: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

kutupyıldızı

Kasuo Olmo, Admiring La Argentina, 1984Photo Nourit Masson-Sekine

25

Page 28: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

başka bir dünya

BİR HÜSRAN KENTİ: CRESSVILLE

mehmet açar

Cressville sokaklarını yoğun bir turuncu ışığa boğanAy, güneydoğu semalarından yükseldiğinde FalcılarMahallesi'ne sapan ara sokaklardan birindeydim...Az sonra, kuzey dağlarının ardından gelen keskin sisbulutlan kenti ağır ağır sararken, Ay'ın turuncu ışığıgiderek beyaza, sonra griye dönüşecek ve dört saatsürecek bir Cressville gecesi daha başlayacaktı...Falcılar işte tam da bu saatlerde, yani kuzeydağlarının sisi sokakları bastırınca işe koyulur, açıkpencereden içeri giren yoğun bir sis huzmesinetuttukları aynada geçmişi ve geleceği tek bir anıniçinde görürlerdi... Hüsran'da benzerleri yoktuCressville'in falcı kadınlarının, hatta EsrarKütüphanesi'nde yazanlara göre Evren'in enmaharetli falcılarıydılar. Bu tarifsiz kudretiCressville'in çelik renkli sisi veriyordu onlara..

Falcılar Mahallesi'nin kuzey dağlarına doğrukıvrılarak yükselen daracık yokuşlarından hızlaçıkarken, aniden ileride Ay'ın turuncu ışığında yüzüher zamankinden daha sağlıklı görünen Hughes'ügördüm, üstünde beyaz keten takımı ve şapkası,yanında ise Hüsran kırmızısından elbisesiyle afet birhatun vardı... Sokak satıcılarından biriyle pazarlıkeden Hughes'e seslendim, duymadı. Koştum...

Birden kulaklarımda patlayan müzik sesiyle yataktanfırladım ve salona kadar koşturup müzik setinin sesinikıstım... Bob Geldof söylüyordu, "I don't likemondays". Karımın tatlı bir şakasıydı. Çalar saatlerikapayıp yeniden uyumak, çalan telefonlara aldırışetmeyip yataktan çıkmamak gibi yeteneklere sahipkocasının öğlen 11'deki o mühim toplantıyayetişmesini istiyor ve müzik setini tam 10'akuaıyordu... Meyve salatam ve bir sürahi su mutfaktabeni bekliyordu, yanında da küçük bir not:"Biliyorum, pazartesilerden nefret ediyorsun. Amaişte on dakika fazla uyudun, üstelik meyve salatan dabenden"...

Banyoda yüzümü ılık su ve sabunla yıkarkenCressville'de olmak, Maria Dolores ile randevumayetişmek için o mühim toplantıyı bile fedaedebileceğimi düşünüyordum... Giyinirken, meyvesalatamı ağır ağır kaşıklarken rüyayı bütünayrıntılarıyla zihnimde yeniden kurdum. Zaten hiç

zor değildi, Cressville'e dair gördüğüm bütün rüyalarzihnimde su gibi berraktı... Çalışma masasındakidosyaları toplarken, asansördeki boy aynasındabitkin, traşsız ve cansız suratıma bakarken, otoparktaarabamın motorunu ısıtırken ve arabanın ön camınadeğer değmez eriyen kar tanelerini seyrederken hepaynı şeyi düşünüyordum: Acaba bugün Hughes'denbir haber çıkacak mıydı?

Cressville rüyalar serisi başlayalı beri, yani birhaftadır sürekli Hughes'ü arıyordum... Rivayetlermuhtelifti ya da Hughes henüz kimsenin farketmediği gerçek bir çağdaş şehir efsanesiydi. KimisiKaradeniz'deki bir manastırda hademelik yaptığını,kimi Büyükada'da zengin ve geçkin bir kadınlayaşadığını, kimi Kuledibi'nde ispiritizmacı birtarikata girdiğini, kimi güney sahillerinde birpansiyon işlettiğini, kimi Güney Fransa'da tarımlauğraştığını, kimi Marsilya'da bir barda fedailikyaptığını, kimi Londra'da kaçak işçi olarak bulaşıkyıkadığını kimisi ise isim değiştirip Rio de Janeiroborsasında broker'lık yaptığını söylüyordu... Ensoğukkanlı ve gerçeğe en yakın bilgi ise Hisar'daki oesmer, her yaz mavi entariler giyen gözlüklü kızdangelmişti: Bana tuhaf bir yaratığı inceler gibi bakarakHughes'ün İstanbul'da olmadığını ya da yine kafayıbir şeylere taktığını çünkü bir iki aydır onauğramadığını söylemişti. Fakat mavi entarili kızınzaman kavramına itibar etmemek gerektiğini iyibiliyordum, her nevi uyuşturucuya eğilimli bir tabiatıvardı ve onun için Evren'in zamanı, çalıştığımütercimlik bürosundan aldığı çeviri metinleriylesıfırdan başlıyor ve teslim etmesiyle yeniden sıfıradönüyordu. Bir iki ay onun uyuşturucu dumanlarıyladolu zihninde bir haftaya da tekabül edebilirdi, 6 ayada... Ama kesin olan tek şey, Hughes'ün orijinalresimli roman kolleksiyonu onun evinde duruyorduve Hughes o kolleksiyondan üç günden fazla ayrıkalamazdı.

Hughes ile görüşmeyeli dört yıl oluyordu... İngilizEdebiyatı'ndan, TC yasalarının ona sağladığı bütünimkanlardan istifade ederek tam 7 yılda mezunolduktan sonra birkaç yıl aylak aylak orada buradasürttüğünü, gemi tayfalığından aşçı yamaklığına,reklam yazarlığından muhabirliğe, sigortacılıktan bir

26

Page 29: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

başka bir dünya

ithalat-ihracat firmasında müdürlüğe kadar bir sürüişe girip çıktığını ve sonra bir gece Çiçek Pasajı'ndatanıştığı yaşlı bir Venezüellalı kaptandan aldığıistihbarata dayanarak Himalayalar'da 500 yıldırfaaliyette bulunan gizli bir Rüya Tarikatı'na katılmakiçin İstanbul'u terk ettiğini biliyordum. İstanbul'u terketmeden önce benimle son kez görüşmüş ve "BuVenezüellalı dallama doğru söylüyorsa, ki büyükihtimal doğru söylüyor, o Rüya Tarikatı'na mutlakakatılmam gerekiyor. Eğer yalan söylüyorsa damühim değil, gideceğim yer boru değil Hindistan,Çin, Tibet... Gezip, görmüş olurum işte" demişti.

Silahlı Kuvvetler'e dahil olmamdan topu topu bir ikiay sonra geri döndüğünü, İstanbul'un muhtelifsemtlerinde, muhtelif ortak arkadaşlarımızla eskisigibi derin muhabbetlere dalıp gittiğini, RüyaTarikatı'nı bulamadığını ama kendi ifadesiyle UzakDoğu mistik geyiklerinin âlâsına vakfolduğunu heryerde anlattığını ve en nihayet Silahlı Kuvvetler'ekatılma saatinin ufukta belirmesiyle ortadankaybolduğunu biliyordum... Ben terhis olup geridöndüğümde Hughes'ün askerde olduğunusöyleyenler ve yurtdışına kaçtığını iddia edenler yanyarıyaydı... Ama Silahlı Kuvvetler'e bir yedeksubayadayı olarak katıldığını söyleyenleri haklıçıkartabilecek önemli bir veri vardı. Sözünegüvendiğim bazı kaynaklar, 6 ay önce Hisar'daHughes'den saatlerce askerlik anıları dinlemişti.Ama bu tarihten sonra Hughes aniden kayıplarakarışıyor ve efsaneler de başlıyordu...

11 yıl önce üniversitenin ilk sınıfında, yurttatanışmıştım Hughes ile... Gerçek adı Hüseyin'di... Altıay gibi kısa sürede Hüseyin Hüso'ya, Hüso da "ü"nüninceltilip uzatıldığı Hüs'e ve Hüs de Hüüz'edönüşmüştü... Nedense herkes sevmişti bu ismi, amaHüseyin nefret ediyordu. Yurtta kalanların katıldığıbir basketbol turnuvasında Spor Kulübü'ne ismiHughes diye verildikten sonra, Hüseyin'in Hughes'edönüşmesi süreci de tamamlanmış oldu. Güleryüzlü,zeki, sakin, dağınık, dalgın ve soğukkanlı biriydi...Varoluşçuların insan için söylediği "dünyayaatılmışlık" durumu onun kişiliğinde cisimleşmiştisanki. Yeryüzü'nde ne aradığı hakkında hiçbir fikriyoktu... Güney sahillerinde yaşayan kalabalık vezengin bir ailenin en küçük çocuğuydu... 12 yaşındaİstanbul'daki bir devlet lisesinde yatılı okumayabaşlamış ve en ufağı kendinden 10 yaş büyük 3abisiyle 2 ablası, ailenin servetini ikiye üçekatlamaya uğraşırken o varlığını tümüyle unutturup,"İstanbul'daki problemli küçük kardeş" sıfatıyla aileotoritesinden uzakta huzur içinde yaşamıştı...

Hughes ile İngiliz Edebiyatı bölümünün ilk sömestrderslerinden birinde, "Survey of EnglishLiterature"de karşılaşmıştık. Birleşik Devletler'ingöbeğindeki bir eyaletten kalkıp bir yıllığınaülkemize gelen ve Red Kit'te Kasabayı GüzelleştirmeDerneği'nde örgü ören yaşlı kadınlara inanılmazderecede benzeyen Mrs. Cunningham'ın dersiydi.Bizi birbirimize ilk yakınlaştıran belki de Mrs.Cunningham'a karşı duyduğumuz derin kayıtsızlıktı.İkinci haftanın sonunda Mrs. Cunningham, halaBeowolf destanıyla uğraşırken biz ikimiz çoktan dersibırakmış, kantinde sohbetlere dalıp gitmiştik. Bölümsekreterinden aldığımız istihbarata göre Mrs.Cunningham yıl sonunda sevgili vatanına dönüyor,protestan din kardeşlerinin arasına katılıyordu. Bizi,İngiliz edebiyatının topraklarına götürecek bu ilkdersi onun dışında herkesten almaya razıydık. Aksihalde edebiyat sevgimizi kaybedebilirdik.

Bir iki ay sonra Hughes bizim odaya taşındı, yedi yılboyunca da yurtta hep aynı odalarda kaldık. Çizgiromanı, edebiyatı, sinemayı, rock müziği ve futboluseviyorduk. Kafka müptelasıydık, Borges'e tapıyordukve. iflah olmaz derecede bilim-kurgu tutkunuyduk.Bazı temel farklılıklar da vardı hiç şüphesiz. Çehovve Camus'nün yeryüzüne ayak basan nadir dehalarolduğuna ikimiz de inanıyorduk ama o benimJoyce'a olan bağlılığımı anlamıyor ben de onunBaudelaire tutkusunu paylaşmıyordum. Hughesşairlere karşı daha hassastı, Modern İngiliz Şiiridersinin tek bir saatini bile kaçırmamıştı. BenseAdalı romancılara ondan çok daha derin ve büyükbir ilgi duyuyordum. Türk edebiyatında ise, obenden hep birkaç adım öndeydi. "SaatleriAyarlama Enstitüsü"nü okumadığımı duyunca çokşanslı olduğumu ve gelecekteki hayatımın birbölümünde o romanı okuyarak mutlu günlery a ş a y a c a ğ ı m ı s ö y l e m i ş t i . İ k i m i z de"Tutunamayanlar"ı lise çağlarında okuyup, birkaç ayortalıkta sersem sersem dolaşan tal ihsizinsanlardandık. "Huzur"a hayrandık ama bir türlübitirememiştik. Orhan Pamuk ve Umberto Eco ileçağdaş olmanın iyi bir tarafı olduğuna inanırdık: Birsonraki romanları ne zaman çıkacak diye merakettiğimiz çok fazla yazar yoktu çünkü...

Şimdi düşünüyorum da, o sıralar edebiyattan başkai lgimizi çeken çok önemli bir şey yoktuYeryüzü'nde... Buna rağmen ikimiz de tek satır birşey yazmazdık. Hughes de, ben de, yurt odalanndauzayıp giden o kalabalık geyik muhabbetlerinebayılan, sabahlara kadar briç oynayan, kışları okulkantininden hiç çıkmayan, baharları ise Boğaz'dakiçay bahçelerinde geç saatlere kadar sürten aylaklar

27

Page 30: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

başka bir dünya

taifesindendik.

Üniversitenin üçüncü yılında Hughes okulun engüzel kızlarından birine vuruldu, platonik olarakelbette... İkimizin de ilişemeyeceği, yanına bileyaklaşamayacağı bir afetti. Tanışmıyorduk bile...Hughes bir hayal aleminde aşıktı kıza-, tanışmak içinkılını bile kıpırdatmıyor, uzaktan uzağa ancak onayaraşır keyifli bir melankoliyle seviyordu kızı...

Birkaç aydır rüyalarımı işgal eden, beni yenidengeçmişe, Hughes ile iki aylak üniversiteli olduğumyıllara götüren Cressville, Hughes'ün bu efsaneviaşkının hüsranlı ateşleri içinde doğmuştu...Hafızamdan asla silinmeyecek bir kıştı, günlerceyağan kar İstanbul'da hayatı durdurmuş, insanlarevlerine çekilmiş, bir haftalığına okullar tatil edilmişve yurtta kalanlar için hayat her gece bir küçükfestivale dönmüştü... Kafeteryadan yürütülentepsileri kızak yapıyor, bir metreye varan karıniçinde koşturuyor, kartopu oynuyor, ateşler yakıporta avluyu büyük bir açıkhava diskosuna çeviriyor,yüzlerce kişi uçuşan kar tanelerinin altında dansediyorduk. İşte böyle bir gecenin ardından Hughesile köfte yemek için Boğaz'a indiğimiz bir sabahvakti girdi hayatıma Cressville, Hughes'ün o büyükdüşü... İkimiz de muhabbetin tadını kaçırmayacak,tatlı hayallerin içine sığınıp gidecek kadar içmiştikve hiç konuşmadan deniz kenarında yürüyorduk. "Üçgündür rüyalarımda bir kent görüyorum" dedi derinbir nefes alarak ve yüzüme hiç bakmadan, ellericebinde yürümeye devam ederken... "Tamam"dedim içimden "sıkı bir Hughes muhabbeti geliyor,en az yarım saat sürecek ve keyifle dinlenecek birsözlü edebiyat ürünü"... Yaklaşık on dakikadır tekkelime etmediğimiz de düşünüldüğünde,anlatacaklarını zihninin içinde iyice evirip çevirdiği,doğru cümleleri ve doğnı kurguyu arayıp bulduğu dabelliydi... Tahminlerim tek bir istisna hariçdoğruydu, hikayesi yanm saat değil, bir kış sabahınıno kurşuni grisinin kent üzerinde berrak bir hakimiyetkurmasına kadar saatlerce devam etti...

Hughes bir büfeden aldığımız cep konyağınıyudumlarken ve kısa Samsun'unun keskin kokuludumanını derin derin içine çekerek düpedüz biralem yaratıyordu... Hüsran diye bir gezegendiburası... İçinde bine yakın kent vardı, milletlerin,devletlerin olmadığı, nüfusun hiç artmadığı birgezegen. Hayır, bir ütopya değildi bu; sadece birhayaldi... Her kentin bir özelliği vardı ve Hughes'ünrüyalarında gördüğü o kentin özelliği de FalcılarMahallesi'ydi... Yüzlerce kadın falcı, bir tepeye doğaıkıvrılan daracık sokaklardaki küçük evlerinde, Hüsran

kentlerinden gelen ziyaretçilerin falına bakarlardı...

Hüsran'ın iki ayı, iki güneşi vardı... Birinci Güneşyarımkürelerden birinin üzerinden çekilip gittiktensonra iki ay çıkardı ortaya, biri turuncu, diğeri griyeçalan mavi renkte olurdu. Dört saat sonra ise ikincibir güneş çıkardı çok uzaklardan ve pırıl pırıl iki ayınaydınlattığı Hüsran gecesi açık laciverd bir Yeryüzüakşamına dönerdi, ta ki birinci güneş çıkıp ortalığıaydınlatana kadar... Fizik kurallarıyla hiçbir ilgisiyoktu Hughes'ün, bilmezdi de zaten... "Bu birbilim-kurgu değil, bir fantazi" demişti, ikinci güneşlebirinci güneşin Hüsran semalarındaki konumunuçizmesini istediğimde... Fakat üç gün sonraCressville'in kaba bir haritasıyla çıkıp gelecek, KuzeyBatı dağlarından gelen su kanallarından tutun,Falcılar Mahallesi'nin hemen altındaki çarşıya kadarbütün kentin planını çizecekti...

İlk gece anlattığı kent, esrarın ta kendisiydi adeta...Falcılar Mahallesi, su kanalları, kenti bir sınır gibiçevreleyen bataklıklar, bu bataklıklarda yetişen özelbir bitki, bu bitkiden yapılan özel bir çay, bu çayıniçilip hayallere dalındığı tekkeler... İki güneşin deasla pırıl pırıl parlamadığı, buğulu, sisli, loş, karanlıkbir gökyüzü, durduğu yerde cam bardakları dolduranbir rutubet, her sabah yağan ılık bir yağmur... Üçkişinin yanyana yürüyemeyeceği dar sokaklar, küçükevler, yatak odası olarak kullanılan minik teraslar,evlerin içinden akıp giden su kanalları, yüzlercekentten gelen tacirlerin kaldığı oteller, kentinyarısını kaplayan çarşı, çarşıdaki sokaklardanbirinde küçücük bir odada tek başına yaşayan veFalcılar Mahallesi'ndeki bir falcıya aşık olan biryazar... Yine ilk gece kent nüfusuyla ilgili demografikbilgiler de vermişti, benim hayretten bir karış açıkağzımla dinlediğim... Kent ekonomisi iki şey üzerinekumluydu, Hüsran gezegeninde yaşayan herkesi burutubetli, loş ve sefil kente çeken falcılar ve bütünHüsran'da bir tek bu kentte yetişen o bataklıkçayıydı... Dolayısıyla, kentte falcılar, çay üreticilerive üçüncü büyük ekonomik sektör olarak da otelcilervardı... Bir oteller kentiydi Cressville... Şüphesiz birde büyük çarşı ve dördüncü büyük sektör olarak dakent esnafı vardı... Hüsran'da yaşayan herkesinömründe mutlaka bir kez uğramak zorunda olduğubu "yolcular kenti"ndeki çarşıda, Hughes'ündeyimiyle, herşey ama herşey satılırdı... Eski birHüsran efsanesine göre, herkes ömründe mutlaka birkez bu kente gelip fal baktırmak zorundaydı... Havakararıp da kuzey dağlarının sisi Falcılar mahallesininsokaklarını bastırınca dört saat sürecek ve sisli aynafalının açılacağı o kutsal devreye girilirdi...

28

Page 31: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

başka bir dünya

Hughes, buharlı kaloriferin takır takır sesler çıkararaksıcacık yaptığı, altı kişilik ahalisinin tam kadroeksiksiz horul horul uyuduğu yurt odasında öğleyedoğru görüyordu bu rüyaları... Kar yağıyor, sınavlardersler iptal ediliyor ve sabahın altısından önceyatağa girmeyen 6 kişilik oda halkı, öğlen bire, ikiyekadar ranzalardaki yorganlara, yataklara gömülerekuyuyordu. Hughes İstanbul'un karlarla kaplı olduğuve bizim odanın Alaca-Oblomov Kuşağı'na girdiğibir dönemde, rüyasında, rutubetli bir kentinçarşısında buluyordu kendini... Pervanelerindöndüğü, bluzunun düğmeleri açık, elbiseleri terdendiri bedenlerine yapışmış seksi kadınların tekbaşlarına işlettikleri otellerde kalıyor, esmer küçükçocukların koşuşturduğu çarşı sokaklarında dolaşıyorve hep o kızı arıyordu... İlk iki gün, rüyalarında kızıgöremiyor ama kent ile kız arasında esrarlı bir bağolduğunun hissiyle beyaz keten takım elbisesiylesokaklarda hep onu arıyordu... Rüyayı gördüğüüçüncü öğle vaktinde, ılık bir su havuzunun içindeseviştiği otelci kadın ona aradığı kişinin FalcılarMahallesi'nde bulunduğunu söylüyordu... Sonraküçük bir çocuğun rehberliğinde çarşının sokaklarınıgeçip Falcılar Mahallesi'ni kentten ayıran sukanallarının önüne geliyordu. Daha da sonrası,Hughes'ün anlatımıyla gerçek bir şiirdi... Afyonmüptelası Fransız şairlerine hayran olan Hughes, külrengi gri bir loşluğun içinde dinlenen mahallenindar sokaklarından yukarı çıktığını, turuncu ayınHüsran semalarında belirdiğini ve sonra kentinbataklıklarından gelen o keskin sisin her yerikapladığını uzun uzun özene bezene anlatmıştı...Finalde ise olan oluyor ve aradığı falcı kadınla, yaniüniversitede aşık olduğu kızla karşılaşıyordu...

Hughes peş peşe üç kış öğlesinde yurt odasındagördüğü bu rüyaları kısa sürede tam bir takınü halinegetirdi... İlk işi "Troilos ile Cressida" hikayesindenesinlenerek kentin adını Cressville koymak oldu. "Bukent bir kadın" diyordu, "Cressida gibi güzel. Zayıftabiatı nedeniyle de ihanete açık"... Ona sürekliCressville'i bir hikaye ya da uzun bir şiir olarakyazmasını söylüyordum. O ise, kendisinde yazmayeteneğinin olmadığını öne sürerek bu fikri süreklireddediyordu. Ayrıca Cressville, ona göre birhikayenin sınırları içine hapsedilemezdi, yazıkolurdu. Roman olması da abesle iştigaldi çünküCressville asıl olarak bir şiirdi... Birkaç hafta sonraadını Cressville koyduğu bu kenti ne yapacağınakarar verdiğinde çılgınlar gibi mutluydu. Daha öncehiç görmediğim kadar neşeliydi. "Buldum oğlum"diyordu, "buldum. Cresville Atlantis gibi bir resimliroman olacak. Her sayıda ayrı bir macera..."Kahramanları bile tespit etmişti. Hikayeleri

Cressville'in çarşısındaki bir dükkanın üstündekiküçük bir odada yaşayan yazar anlatacaktı. Çarşıdangizli bir geçitle girilen ve dağın içine oyulmuş EsrarKütüphanesi'nde evrende yazılı her şey bulunacaktı.Esrar Kütüphanesi'ndeki yaşlı bekçi evrenin bütünbilgilerine sahip bir bilgeydi aslında... Kısaca;Hüsran gezegeni, bizim dünyamızda yaniYeryüzü'nde yaşayanların henüz bilmediği bir başkaboyuttaydı ve Evren'in bütün sırlarını içindebarındırıyordu... Cressville'deki Esrar Kütüphaneside zamanın tarihinden başka bir şey değildi... Okente tek bir gidiş yolu vardı: O da rüyalardangeçiyordu...

Ama Cressville serüvenleri boyunca asla ve aslaçözülemeyen büyük bir esrar vardı. Cressville mi birYeryüzü düşüydü, yoksa Yeryüzü mü bir Cressvilledüşü... Hughes teknolojinin bütün nimetlerindenvazgeçip, her biri ayrı bir düşün ürünü olan binkadar kentte yaşamaya başlayan bir uygarlığınhayaliyle ağır ağır resimli roman projesine dalıpgitti.. Aylarca ilk bölüm üzerine düşündü ve bir günoturup sabaha kadar ilk bölümü yazıp bitirdi...Hikayeyi resimleyecek birini bulmak için hiçbiracelesi yoktu, en az on tane macerayı yazmadanböyle bir işe kalkışmak da istemiyordu. Fakat ilkbölümden sonra asla ikinci bölümü yazmadı... Yazadoğru ikimiz de çoktan final sınavlarına konsantreolmuş, ikinci kez aldığımız Chaucer dersi yüzündenokuldan atılma endişesiyle Canterbury Hikayeleri'nekendimizi kaptırıp gitmiştik... Finaller bittiğindeHughes, Cressville'i çoktan unutmuştu, arasıraşakayla karışık hatırlattığımda "Vakitten bol ne var?"d i y i p g e ç i ş t i r i r d i . . . Y a z sonundamemleketlerimizden geri dönüp, İstanbul'da okulaçılana kadar sığınacak bir arkadaş evi ararken onaCressville'i bir kez daha sormuştum: "Bençizemedikten sonra bir anlamı yok, belki ileridefilmini çekerim" diyip konuyu hemen kapatmıştı...Hughes yazmaktan garip bir şeki ldekorkuyordu,resimli romanın ilk bölümünü bileelinden geldiğince bir film senaryosu gibi yazmayaçalışmış, edebiyattan kaçabileceği kadar kaçmıştı...İyi bir kalemi olmadığı düşüncesine kapılıp gitmiştive onu bu fikirden vazgeçirmek imkansızdı.Üniversiteden ayr ı l ıp mezun olana kadarCressville'den pek fazla sözetmedik. İkimiz de unutupgitmiştik...

Mezuniyet sonrası yollar da ayrıldı. Hughes aşıkolmaktan, aylaklıktan, iki üç kişinin beraber kaldığıBoğaz'daki rutubetli öğrenci evlerinden bir türlüvazgeçmedi. "Problemli küçük kardeş" sıfatıylaabilerinden, ablalarından sızdırdığı paralarla

29

Page 32: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

başka bir dünya

hayatını ebedi bir öğrenci halet-i ruhiyyesinekilitledi... Sinemayla uğraştı, gazeteciliği, televizyonyazarlığını, reklamcılığı denedi ve hepsinden desüratle sıkılıp bıraktı... Macera olsun diye tayfalıkyaptı, Kafka'yı daha iyi anlamak için ailesine aitsıkıcı bir ofiste ithalat-ihracat müdür muavinliğinibile denedi... Ve en nihayet, bir maceranın peşindenkoşup esrarlı Doğu'ya vurdu kendini...

Yıllar yıllar sonra, rüyamda kendimi Cressville'indar sokaklarında Maria Dolores adlı güzeller güzelibir falcıyı ararken bulduğumda ve daha sonragözlerimi açıp da, dışarda yağan karı gördüğümde,dört yıllık evli bir reklamcıydım ve o tatlı üniversiteyıllarım çoktan kalbime gömmüştüm... Daha dakötüsü Hughes kayıptı... Onu beyaz ketenelbiselerinin içinde Falcılar Mahallesi'ndegördüğüm rüyadan uyanıp hayatın içine karışmayaçalıştığım ama bir türlü karışamadığım gün, ofistekitoplantıda bile zihnim bu hayal kentle doluydu.Cressville bir rüya değil, derin uykunun biryerlerinde aniden su yüzüne çıkıp bütünberraklığıyla yaşanan bir başka alemdi sanki... Benmi Hughes'ün düşündeydim, yoksa Hughes mübenim düşümdeydi... Yoksa, Hughes'ün Cressvilleresimli romanının ilk bölümü için yazdığı hikayedeolduğu gibi, rüyalarda bu kente bir geçiş yolu muvardı?

Havanın kararmasına yakın, pencereden karlıçatıları dalgın dalgın seyrederken sekreterin "Siziarkadaşınız Hüseyin bey arıyormuş, bağlayabilirmiyim?" dediği an, esrarlı gece başlamıştı artık...Hüseyin sakindi, "Hayrola, neden arıyorsun beni.Hisar'daki mavili kıza bile haber bırakmışsın" dedi..."Cressville... Her gece rüyalarımda oradayım... "dedim sadece. Sustu, ben de sustum... Sesi anidenciddileşmişti, "Ne zamandan beri?" diye sordu, birdoktor edasıyla... "Kar başladığından beri, ongündür" dedim bir eroin müptelasının açmasıçaresizliğiyle... Hiçbir şey söylemedi ve Karaköy'debir kahvehanenin tarifini verdi...

İnsanların erkenden evine çekildiği caddelerinboşaldığı karlı bir kış akşamında Karaköy'e inen izbesokaklardan birinde küçücük bir çayevinde buluştuk.Birer çay içip Kuledibi'ne çıkan daracık yokuşlardantırmanmaya başladığımızda, Hüseyin askerdendöneli altı ay olduğunu, Kuledibi'nde birarkadaşının evinde kaldığını, ispiriztimacılarla uzunsohbetler yaptığını, reenkarnasyon, telepati,telekinezi gibi metafizik konularda bir sürü şeyöğrendiğini çoktan anlatmıştı... Şimdi susuyor veölgün san ışıkların oynaştığı küçük pencereli evlerin

arasından karla kaplı sokaklarda yürüyorduk.Gökyüzü a lab i ld iğ ine turuncuydu. . .

İkimiz de yıllar önce, kar yağdığı zaman İstanbulsemalarını turuncuya boğan bu garip ışık üstüne çokdüşünmüş ama bir neden bulamamıştık...Etrafımızda korkak korkak dolaşan sokak köpekleridışında tek bir canlı yoktu yollarda. En az 80 yıllıkeski bir apartmana girdik, aylardır su görmediğianlaşılan, onlarca kedinin düşman bakışlarla bizisüzdüğü karanlık ve hafızamda bir karşılığınıbulamadığım iğrenç bir kokuyla ' dolumerdivenlerden çıkarken Hüseyin, farelerle başedemeyince kedilere özgürlük veren apartmansakinlerinden bahsediyordu. Fakat kedi pisliği birsorundu tabii, koku yapıyordu... Tarihi bir eserigezdiren bir rehber edasıyla apartman sakinlerinide tanıtıyordu bana kısık bir sesle... İlk iki katta ikikardeş Yahudi terzi yaşıyor, birbirleriyle rekabetediyorlardı. Üçüncü katta yaşlı bir kadın, dördüncükatta evine çok az uğrayan ve ömrünü Anadolu'danalburiye mallan pazarlamakla geçiren orta yaşlı biradam oturuyordu. Beşinci ve son katta ise,ispiritizma aleminin derinliklerinde yitip gitmişSelma adındaki o genç ve çekici kadın yaşıyordu...Hüseyin anahtarla kapıyı açıp beni içeri davetettiğinde Selma muhteşem bir manzaraya sahipbüyük pencerenin önünde, turuncu gökyüzüne veİstanbul Boğaz'ına karşı oturmuş yoga yapıyordu...Dışarısı ne kadar sefilse içerisi de o kadarmuhteşemdi. Ev sıcacıktı ve keskin tütsü kokularıylainsanda tarifsiz bir huzur duygusu uyandınyordu...Yoga yapmayı bırakan Selma, o tatlı, şefkat dolugülümsemesiyle daha önce ömrümde tatmadığımbir bitki çayı demleyip, küçük fincanlarda kendielleriyle ikram etti. Kaba bir metal yığınınabenzeyen ama inanılmaz derecede güzel ses verenmüzik setine de Dead Can Dance'ın bir albümünükoydu... Berjer koltuğuna rahatlıkla yaslanan vesarma sigarasından ilk derin nefesini çeken Hüseyingülümseyerek "Evet" dedi, "seni dinliyorum". Onason bir haftadır gördüğüm bütün rüyaları tek tekanlatmaya hazırdım ama kısa bir süre içerisinde ağırbir uykunun bedenimi gelip sardığını, karşı konmazbir biçimde gözlerimin kapandığını hissettim...Gözlerimi açtığımda tam karşımda Selma oturuyorve açık pencereye doğru bakıyordu. Sırılsıklamterlemiştim, rutubeti hissetmemek elde değildi...Konuşmaya, bir şeyler söylemeye çalıştım amaolmadı, dilimi kıpırdatamıyordum... Sonra birdenpencereden gelen ve keskin bir şerit halinde Selmaile aramızdaki boşluğu dolduran bir sis bulutupeydahlandı. İspiritizma prensesi, sehpanınüzerinden aldığı aynayı zarif hareketlerle kaldırıp

30

Page 33: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

başka bir dünya

yüzüme tuttu... Bembeyaz bir ışık patladı ve bir anda,ışık ile yekvücut olduk... Ardından ağır ağır anarahmine dönüşen bir bulutun içinde buldumkendimi... Birbiriyle uyumsuz iki kalp atışı, su vesıcaklık... Bir büyük karanlık hamamdaydım, sıcak sukanallarının köpüre köpüre akıp gittiğ... Gözlerimikapattım ve su kanallarına bıraktım kendimi, tekraraçtığımda birtakım siyah beyaz bulanık görüntülerçıktı karşıma... Dış dünyanın kokular ve seslerdenibaret olduğu bir varoluş halinden, berrakhatıraların ışık hızıyla zihnimin içinde akıp gittiği biraleme geçtim... Bütün hayatım bir rüya olmuştuartık... Gördüğüm bütün rüyalar ise adına gerçekhayat dediğimiz şey... Meğer Hüsran kentlerindedolaşan bir yolcuymuşum da ben, her gece rüyamdaYeryüzü adlı bir gezegende reklamcılık yapan biriolurmuşum... Meğer Cressville'e hacı olmayagelmiş, aynanın sırlı kimyası içinde eriyip gitmişim...

Cressville'li falcı Maria Dolores'in dokıınuşuylauyandım. Evin içinden geçen sı'cak su kanalının içinesokup beni bir güzel yıkadı ve çok çok eski birHüsran masalı anlattı... Hayatı boyunca, yaşadığıalemin içinde bir esrar, o esrarın içinde bir başkaalem olduğuna inanan bir adamın masalı...Hüsran'ın bütün kentlerini gezip aradığı alemibulamayınca adam, Hüsran'ın sıcak ve rutubetlikuşağında hiç kimsenin uğramadığı küçücük bir dağköyüne gelip, bir kadının evine misafir olmuş...Köyün alacakaranlık gecesi çökünce, evsahibi kadınahikayesini anlatmış adam. "Artık" demiş "bir başkaalemin olduğuna inanmıyorum, herşey sıradan vekorkunç derecede can sıkıcı..." Kadın, "Haklısın"demiş ve ondan pencerenin camını sökmesiniistemiş... Sonra adamın söktüğü camı özel birmaddeyle boyamış, boyadıkça adam kendini bütünberraklığıyla görmeye başlamış... "İşte bu maddeyeaynanın sırrı derler" demiş kadın, "Bu köyde bu sırrıbir tek ben yapanm, o yüzden canım hiç sıkılmaz."...Tam o anda, açık pencereden içeri bir sis huzmesigirmiş ve aynadaki bütün görüntüler kaybolupgitmiş... Kadın adama sormuş, "Peki ama sen böylesaçma sapan esrarengiz alenîler aramak dışında neyaparsın?" Adam, "Böyle anlamsız alemlerinolduğuna dair birtakım hikayeler yazmaktan başkabir marifetim yok" demiş gülerek... "Ayrıca benimyazdıklarım siste kaybolup gitmez, sonsuza kadarkitapların içinde kalır"... Kadın hikayeleri okumakistemiş, adam "Okuyacaksın, daha hiçbiriniyazmadım" demiş ve eklemiş: "Can sıkıntısıyla başetmek için ben de bir sır ustası olacağım"

O günden sonra adam bir başka alem olmadığına,hayatın can sıkıntısından ibaret olduğuna inanmayabaşlamış ve o dağ köyüne yerleşip Evren'de yazılıbütün kitapları biriktirmeye ve bir büyük kütüphanekurmaya karar vermiş... Onun hayatın anlamınıbulduğunu zanneden Hüsranlılar bu dağ köyüne akınakın gelmeye ve köyün kadınlarına fal baktırmayabaşlamışlar...

Kuledibi'ndeki çatı katının salonunda gözüme vurangüneşle uyandığımda mis gibi demli bir çay kokusuortalığı kaplamıştı. Hüseyin kahvaltı hazırlamaklameşguldü, Selma ise balkonda o nefis manzarayıseyrediyordu... Hüseyin, masaya beyaz peynirtabağını koyduktan sonra cümlelerini peş peşesıraladı: "Kusura bakma abi, Selma böyledir işte...Bana sormadan yaptı, seni çok mutsuz ve huzursuzgörünce dün gece, formülü kendisinde gizli özel birçay hazırlamış sana... Sen uyuyunca, bu çocuğamuhabbet değil, huzurlu bir uyku lazım dedi. Haksızda değildi hani, dün gece çok gariptin, telefonda dabir ac.aiptin...Beni de alt üst ettin zaten. Nedendersen, neyse kahvaltıdan sonra konuşalım, ben çokacıktım..."

Kahvaltıya resmen saldırdık, Selma ise balkondayoga yapıyordu... "O, sabahın köründe ezanlarlakalkar abi, acaip bir kızdır" diyordu Hüseyinağzındaki lokmaları iştahla çiğnerken... Kahvaltıdansonra ilk sigarayı yaktığımızda "Eee," dedim,"Cressville rüyalarım niye seni de alt üst etti?"Hüseyin kalktı ve içeriki odadan elinde bir dosyayladönüp "İşte bunun yüzünden" dedi. "Şiirlerim.Selma'nın ısrarları ve desteği sayesinde yazabildim...Benim yazmaktan başka hiçbir işe yaramayacağımainanıyor..."

İkimiz de dönüp önce ispiritizma prensesi Selma'yabaktık, sonra da birbirimize... Hüseyin, ellerini ikiyana açıp, "Aklından neler geçtiğini biliyorum.Hayat çok acaip" dedi. Beraber kahkahalarla güldük...Gökyüzünde tek bir bulutun dahi olmadığı güneşli veserin bir kış öğlesiydi ve neden bilmem, kendimiçok iyi hissediyordum... Hüseyin'in önüme koyduğudosyanın ilk sayfasını çevirdim ve başlığı okudum:Bir Hüsran Seyyahının Gezi Notlan...

31

Page 34: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

şişedeki mesaj

ÖLÜLER MEZAR İSTEMEZDELİREN KIRK KENT İÇİN BİR EL KİTABINDAN

KENT 33bayram keten

Bir öykü vardır, belki duymuşsundur... Birgün CumaKızılı Dağı'nın tepesine çıkan biri dağın eteklerindebir şehir görür. Şehrin evlerinin duvarları netaştandır ne tuğladan. Evlerin duvarları sankihalıdandır, kumaştandır. Duvarlarda birçok hayatağacı motifi vardır... 'Rüyalar kenti demek burası'demiş öyküdeki adam. Kumaştan şehri seyretmektenyorulunca da bir kayadan bir kayaya sıçrayan yabankeçilerini seyretmiş...

Gece olup da şehrin ışıkları sönünce adam kayadibinde açmış bir çiğdemin yanına çökmüş.Çiçeğin kokusunun onu tüm kötülüklerdenkoruyacağına inanarak uyumuş. Rüyasında kendisinibir kayaya bağlanmış olarak doğduğu şehirdegörmüş. Ömür boyu aynı yerde güneşin doğuşunuve batışını seyretmesi gerekmiş. Adam kendisineneden böyle bir cezanın verildiğini rüyasındaçözememiş...

Uyandığında yüreğinde bir sıkıntı varmış.Sıkıntısının yersiz olduğuna kendini inandırdıktansonra, o kumaştan şehri bir daha görmek istemiş.Bir gün önce şehri gördüğü yöne bakınca şehrigörememiş... Günlerce dağın çevresinde dönerek oşehri aramış. Bulamayınca da; o şehri gördüğügünden beri gerçeklik duygusunu kaybettiğine vedelirdiğine karar vermiş. (Hangi deli delirdiğinifarketmiş ki...) Ve gidip dibinde uyuduğu çiğdemeölmek istediğini söylemiş.

Birçok kişi sana bir şehir tarif eder. Ayrıntılarıtoplarsan anlatılan sanki tek bir şehirdir. Ama heranlatan o şehri başka bir yerde görmüştür. Eğer çokşehir gezmek zorunda kalmışsan dünyanın birçokşehrinin birbirine benzediğini bilirsin, bu da seniyanıltabileceğinden herkesin farklı bir şehirdenbahsettiğini sanabilirsin... Anlatanlar gördüklerişehrin evlerinin duvarlarının ne taştan ne detuğladan olduğunu söyler. Eğer duymuşsan, hemenCuma Kızılı Dağı'na çıkan o adamın öyküsünühatırlarsın ve içinde bir delirme korkusu gezinmeyebaşlar (Hangi delirme korkusu önce bacaklardanbaşlayarak tüm vücuda yayılır...) Şehri son görenonu bir ırmağın kenarında gördüğünü söylersehemen o ırmağa doğru yola çıkarsın. O ırmağın adı

32

Küleysu olabilir.

Otobüs ırmağın kenarında olduğu için uzun süreyolculuğa otobüste devam edersin. Ne zaman ki yolırmaktan ayrılmaya başlar sen de otobüsten inersin.Hemen ırmağın kıyısına yürürsün. Irmağınkenarındaki otların yatıklığından ve taşların bellibir amaç için toplandığını anladığından oralardabir yere oturup, çevreyi seyredersin. Dikkatli bakarisen mutlaka bir taşın üzerinde unutulmuş ya tek birçorap, ya da bir parça iç çamaşırı, ya da koluyırtılmış bir gömlek, ya da bir ağacın dalındaunutulmuş bir pantolon görürsün.

Eğer yakınından bir çoban geçer ise şu soruyusorarsın 'Küleysu kıyısında kurulu bir şehirarıyorum, şehrin ırmağın ne tarafında olduğunubiliyor musunuz?" Gördüğün çoban kim olursaolsun alacağın cevap aynıdır...'Aradığınız şehir dünburadaydı. Ama şimdi nerede olduğunubilmiyorum.' Çobanların ne dediğini anlayamazsın.Yürümeye devam ederken ordan oraya sıçrayantavşanları görürsün.. Ve bir yılanın yılda kaç kezyuvasına döndüğünü merak edersin.

Bir kayık bulursan ırmağın öbür kıyısına geçersin.Şansın varsa ırmağın kenarında otların yine yatıkdurduğu, taşların belli bir amaç için toplandığı biryere gelebilirsin. Taşlara parmağını sürersen ishemen parmaklarına geçer.

Küleysu Irmağı boyunca şehri aramaktan yoruluncaırmak boyunca gidip gelen gemilerden birinebinersin. Hemen bindiğin o küçük gemininkaptanına gidip Küleysu Irmağının kenarında kuruluolan o şehri sorarsın. Küleysu Irmağı'nda gemisiylegidip gelen kaptanın vereceği cevap aynıdır. 'Oşehri kuranlar sabit şehirlerden kaçıp çadırdan birşehir kurdular kendilerine. Onlar insanhareketliyken şehirlerin sabit olmasının insanımutsuz edeceklerine inanıyorlar. Aradığınız şehirdün...'

Kaptanı dinlemekten vazgeçer güverteden ırmağabakarsın ve kendine 'bir balık yılda kaç sefer evinedöner' diye sorarsın.

Page 35: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

gizli hazine

İL FUTURISMO

zeynep aktüre

Televizyonda, John Huston'un, ünlü Fransız ressam velitograf Henri de Toulouse-Lautrec'in yaşamını konu alan'Moulin Rouge' filmini seyredip, daha çocukken gördüğümbu filmi o zamanlar neden çok beğendiğimi anlamayaçalışırken, filmdeki bir diyaloga takılıp kaldım:"- Ama, Henri, bu resimdeki bana hiç benzemiyor ki! Ben buresimdekinden çok daha güzelim!- Ben senin değil, dansının resmini yaptım."Dansı resmetmek... Hareketin resmini yapmak... Tanıdıksözler, ama nereden?"8 Mayıs 1910'da, Turin'in meşhur Chiarella Tiyatrosu'nda,ilk Manifestomuzu üçbin kişilik bir topluluğa açıkladık-sanatçılar, ilim adamları, öğrenciler ve diğerleri; Manifesto,bizim, akademik ve bilgiçlik taslayan vasatlığa karşıduyduğumuz başkaldırı isteğinin, içimizde derin kök salantiksintinin bir sunumuydu.Biz, orada ve o andan başlayarak, kendimizi, bir yıl önce F.T. Marinetti tarafından Le Figaro'nun sütunlarındabaşlatılan Gelecekçi Şiir akımına eklemledik.Turin savaşı, o günden bugüne kulaktan kulağa yayıldı.İtalyan Sanatı'ııın dehasını ölmekten kurtarmak adına, fikiralışverişinde bulunduğumuz oranda darbeler de attık veyedik.Ve şimdi, bu muhteşem kavgaya geçici bir ara vererek,kalabalıkların arasından, Milano'daki Gelecekçi Salondüzenlememizle göz kamaştırıcı bir biçimde açıklanan,resim sanatının yenilenmesi için hazırladığımız programınteknik ayrıntılarını anlatmak üzere sıyrılıyoruz.Gerçeğe gittikçe artan gereksinimimiz, bugüne kadaranlaşıldığı biçimiyle Biçim ve Renkle artık doyurulamıyor.Bizim tuval üzerinde yeniden üreteceğimiz hareket, artık,evrensel devingenlik içinde sabit bir andan ibaret olamaz.Tek seçenek, (sonsuz kılınmış) devingenlik hissinin takendisi olmasıdır.Gerçekten de, her şey hareket ediyor, her şey koşuyor, herşey büyük bir hızla değişmekte.Bakmakta olduğumuz bir profil asla hareketsiz değildir,sürekli belirir ve kaybolur, imgelerinin retina üzerindekalabilmesi için, hareket halinde nesneler süreklikendilerini çoğaltırlar; çılgın koşuları sırasında, biçimleri,hızlı titreşimler gibi değişir. Dolayısıyla, koşmakta olan biratın, dört değil, yirmi bacağı vardır ve hareketleri de üçgenşeklindedir.Sanatta her şey uzlaşımsaldır. Resimde hiçbir şey mutlakdeğildir. Dünün ressamlarının gerçeği, bugün yalandır. Biz,örneğin, bir portrenin (sanat eseri sayılabilmesi için) pozveren kişi gibi olmaması gerektiğini ve ressamın tuvalinüzerine oturtacağı görüntüleri kendi içinde taşıdığınıaçıklıyoruz.Bir insan f igürü resmedebilmek için onu

resmetmemelisiniz; onu çevreleyen ortamı tümüylegöstermek zorundasınız..Uzam artık yok: elektrikli lambaların parıltısı altındayağmurun ıslattığı kaldırım kaplaması, gayet derinleşir vedünyanın ta merkezine kadar açılır. Bizi güneşten binlercekilometre ayırıyor; buna rağmen, önünde durduğumuz evgüneş ışınlarının değişmesiyle sürekli değişiyor.Keskinleşmiş ve artmış duyarlılığımız çoktan resimortamının belirsiz görünümlerinin içine işlediğine göre,kim hala bedenlerinin şeffaf olmadığına inanabilir? Neden,kendi sanatsal yaratımlarımız sırasında, görmeyeteneğimizin, x-ışınlarınınkine benzer sonuçlar üretmeyeyeterli olan, ikiye katlanmış gücünü unutmak zorundaolalım?Savunduklarımızın doğruluğunu kanıtlamak için,binlercesi arasından seçilmiş bir-iki örnek yeterli olacaktır.Hareket halinde bir otobüste etrafınızda bulunan onaltıkişi, hem üçlü gruplar halinde bulunurlar, hem de bir, on,dört, üç; hareketsizdirler ve yer değiştirirler; sokakla sınırlıbir şekilde gelirler ve giderler; bir anda güneş ışığıtarafından yutuluverirler, sonra geri gelirler ve önünüzdeotururlar, tıpkı evrensel titreşimin kalıcı simgeleri gibi.Sıklıkla, konuşmakta olduğumuz kişinin yanağınınüzerinden, sokağın sonundan geçmekte olan atı görürüz. •Bedenlerimiz, üzerinde oturmakta olduğumuz sedirin,sedir de bedenlerimizin içine işler. Otobüs, önündengeçmekte olduğu evlere saldırır ve, buna karşılık olarak da,evler, kendilerini otobüsün üzerine fırlatırlar ve onunlakarışırlar.Bugüne kadar, resimlerin çatkısı, son derece budalaca birbiçimde, gelenekseldi. Ressamlar, bize, gözlerimizinönünde durmakta olan nesneleri ve kişileri gösteriyorlardı.Biz, bundan sonra, izleyiciyi resmin merkezine oturtacağız.İnsan aklının tüm etkinlik alanlarında olduğu gibi,sağgörülü bireysel araştırma, dogmanın değişmezbelirsizliklerini süpürüp temizlemiştir; canlandırıcı bilimselakım da, çok yakın bir zamanda, resim sanatını akademikgelenekten kurtaracaktır.Ne pahasına olursa olsun, yeniden yaşamın içine gireceğiz.Bugünlerde muzaffer bilim, günümüzün özdekselgereksinimlerini daha iyi karşılayabilmek için, kendigeçmişini reddetmektedir; bizler, sanatın da kendigeçmişini reddederek, içimizdeki düşünsel gereksinmelerikarşılamayı başarıyor olmasını istiyoruz.Yenilenmiş bilincimiz, insana evrensel yaşamın merkezigözüyle bakmamıza izin vermiyor. Bizler için, bir insanınacı çekmesi, kasılımlı kıvılcımlarla rengin en yürekparçalayıcı ifadelerini sunan bir elektrik ampulünün acıçekmesi ile aynı derecede ilgi çekicidir. Çağdaş giysilerinçizgileri ve kıvrımlarının bizlerin duyarlılığı üzerindeki

33

Page 36: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

gizli hazine

etkisi, çıplağın eski ustaların duyarlılığı üzerindekietkisiyle aynı duygusal ve simgesel güçtedir.Gelecekçi resmin yeni güzelliklerini kavrayabilmek veanlayabilmek için, ruhun arındırılması (yeniden arı halegelmesi) gerekmektedir; göz, atacılığın ve kültürünperdesinden kurtarılmalıdır ki, sonunda, bir ve tek ölçütolarak, müzeye değil, Doğa'ya bakabilsin.Sonuç alındığında, derimizin altında kahverengi bir zeminrengi bulunmadığı kolayca kabul edilecektir; etimizinsarının parladığı, kırmızının alevlendiği ve yeşilin, mavininve morun üzerinde bilinmedik bir şehvetli ve okşayıcıçekicilikle dansettiği keşfedilecektir.Gezilerle yeniden ikiye katlanan yaşamlarımız renkçilerolarak bakış açılarımızı böylesine çoğaltmışken, insanyüzünü hala pembe olarak görmek nasıl mümkün olabilir?İnsan yüzü sarıdır, kırmızıdır, yeşildir, mavidir, mordur. Birkuyumcu vitrinine bakmakta olan kadının yanardönerliği,kadım bir cümbüş gibi büyüleyen mücevherlerin prizmatikateşlerinden çok daha yoğundur.Resimdeki sezişlerimizin fısıldandığı zamanlar artıkgeçiyor. Biz gelecekte onların çağlamasını vetuvallerimizden kulakları sağır edici ve muzaffer birzenginlikte geri yankılanmasını istiyonız.Yarı-karanlığa alışık olan gözleriniz, çok yakında, ışığındaha parlak imgelerine açılacak. Bizim resmedeceğimizgölgeler, önüllerimizin en ışıklı ve ayrıntılı resmettiklerikısımlardan daha aydınlık olacak ve bizim resimlerimiz,müzeninkilerin yanında parlayacak, tıpkı günışığının köredici parlaklığının en karanlık geceyle karşılaştırılmasıgibi.Sonuç olarak, günümüzde resim sanatının Parçacılık(Divisionism) olmadan yaralamayacağını söylüyoruz. Bu,istenilirse öğrenilecek ve uygulanacak bir süreç değil.Parçacılık, çağdaş ressam için, bizim yaşamsal ve gerekliolduğunu iddia ettiğimiz DOĞUŞTAN GELEN BİRTÜMLEYİCİLİK olmalı.Sanatımız, büyük olasılıkla, ussal işkence çekmeyle veçürümeyle suçlanacaktır. Buna yanıtımız, bizlerin, tamtersine, yüzlerce kez artmış yeni bir duyarlılığın ilkleriolduğumuz ve sanatımızın da raslantısallık ve güçle sarhoşolduğudur.AÇIKLIYORUZ Kİ:1. Taklidin her biçiminden iğrenmek gerekir. Özgünlüğünher biçimi ululanmalıdır.2. Fazlasıyla esnek ifadeler olan 'UYUM1 ve 'İYİ BEĞENİ'terimlerinin hükümranlığına karşı gelmek elzemdir.Böylelikle, Rembrandt'uı, Goya'nın ve Rodin'in eserleriniyıkmak kolay olacaktır.3. Sanat eleştirmenleri yararsız ve zararlıdırlar.4. İçinde yaşamakta olduğumuz hızla dönen demir, gurur,heyecan ve hız yaşamını ifade edebilmek için, daha öncekullanılmış olan tüm konular bir kenara itilmelidir.5. 'GAG ALLINOVATORS' kastedilerek kullanılan 'DELİ'adı, bir onur sanı olarak kabul edilmelidir.6. Şiirdeki serbest ölçü, müzikteki çokseslilik gibi,doğuştan gelen tümleyicilik de resim alanında mutlak birgerekliliktir.7. Evrensel devingenlik resimdeki karşılığını devingen birseziş olarak bulmalıdır.

8. Doğanın resmedilme biçiminde birinci koşul, içtenlikteve saflıktadır.9- Hareket ve ışık bedenlerin özdekliğini yıkar.BİZLER:1. Çağdaş resimlerin üzerinde zamanın küfünü oluşturmakamacyla kullanılan zift gibi renklere,2. Mısırlılar'ın çizgisel yöntemini taklit ederek resmi-çocukça ve gülünç- güçsüz bir bireşime indirgeyen,yassılaştırma üzerine kurulu yapay ve basit eskiciliğe,3. Daha öncekiler kadar basmakalıp okullar açan vealışılmışlığa öncekiler kadar bağlı olan Ayrılıkçılar1 in vebağımsızların geleceğe ait oldukları yolundaki yalaniddialarına,4. Edebiyattaki zina kadar mide bulandırıcı ve usandırıcıolan resimdeki çıplağa,KARŞI SAVAŞIYORUZ.Bu son noktayı açıklamak isteriz. Bizce hiçbir şey ahlakaaykırı değildir; biz çıplağın tekdüzeliğine karşısavaşıyoruz. Bizlere, konunun önemli olmadığı, her şeyinonun ele almış biçiminde yattığı söyleniyor. Bundaanlaşıyoruz; biz de bunu kabul ediyoruz. Ancak, çıplakkonusunda, bu, bundan elli yıl önceki gibi, aleyhindediyecek olmayan ve mutlak olan doğruluğu kabul edilmişbir önerme değil, çünkü, kafayı metreslerinin bedenlerinisergilmeye takmış sanatçılar Salon'ları bozuk etdüzenlemelerine dönüştürdüler.Resimde, on yıl boyunca, çıplağın sindirilmesini istiyoruz.UMBERTO BOCCIONI, ressam (Milano),CARLO D. CARRA, ressam (Milano),LUIGI RUSSOLO, ressam (Milano),GIACOMO BALLA, ressam (Roma),GINO SEVERİNİ, ressam (Paris)" (1)

Milano'dayız. Takvimler 11 Nisan 1910'u gösteriyor.Akademik geleneği yıkma ve çağdaş yaşamın "kavranabilirmucizeleri"ni ifade etmekte yeterli ulusal bir sanat yaratmayolunda devrimci bir çaba içindeki genç İtalyansanatçıların oluşturduğu Gelecekçiler grubunun ressamüyelerinin yukarıda alıntılanan teknik manifestosunudinliyoruz.Manifestoyu anlamakta anahtar sözcük 'devingenlik'-hergün içinde yaşadığımız dünyanın devingenliği.Gelecekçi resim kuramında iki tür hareket tanımına yerveriliyor: kendi başına hareket eğiliminde olan -nesneninçevresine göre sabit konumda bulunduğu durumda bilebu tür hareketle durmadan değiştiği, bu nedenle denesnenin içinde saklı erkeyi keşfetmek gerektiğinisavunuyorlar- ve uzayın içinde, uzayla karışan ve diğernesnelerin ritmiyle uyumlu olan. Gelecekçi ressamlarınamacı, nesneyi veya hareketini tek başına resmetmek değil,ikisinin bir bireşimine ulaşmak, hareket halinde insan veyanesne manzraları sunmak değil, devinimin heyecanınıyakalamak ve, Manifesto'da belirtildiği gibi, sanatizleyicisini bu devingenliğin merkezine yerleştirereksanatsal ürün ile izleyici arasındaki geleneksel psikolojikmesafeyi yoketmek. Geleneksel biçim ve renk, bu amacaulaşmada yeterli olmayacak; bu nedenle, Parçacılık'ın birbiçimi olan 'doğuştan gelen tümleyicilik'i kendilerineyöntem olarak seçiyorlar. Bu kavram, belli bir resmetme

34

Page 37: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

gizli hazine

tekniği olmanın ötesinde, raslantısal algıya ve duygusaldışavuruma engel olan akademik formülün tümden reddianlamını karşılıyor. Parçacılık'da içerilen, doğuştan gelenoptik ve psikolojik tepküer, çıkış noktaları olarak alınıyor.Gelecekçi ressamların Parçacılık'ın teknik ilkeleriniöğrenmek için fazla uzaklara gitmesi gerekmiyor:Boccioni'nin yayımlanmamış güncesine 1907 yılınınsonlarında düştüğü kayıttan, Gaetano Prevati'nin 1905 ve1906 yıllarında Milano'da yayımladığı resim üzerine ikiciltlik eserindeki optik algıya ilişkin fizik ve kimyabilgilerinden ne kadar etkilendiğini öğreniyoruz. Yukarıdaalıntılanan teknik manifestoda da Prevati'nin etkisi belirginolarak görülüyor.Yine Boccioni, 1914 yılında yayımlanan bir yazısında,"Bizim (teknik) manifestomuz İzlenimcilik üzerinekurulmuştur," diyor "ama, günümüzde, resim veya heykelalanında, Avrupa'da veya dünyada, Fransızİzlenimciliği'nden türetilmemiş bir eğilim yoktur.".Gerçekten de, Gelecekçiler, nesneleri, çevreleriiledevingen bir etkileşim içinde sunmak için,Yeni-İzlenimciler tarafından sanat ortamına sunulan,kırılmış rengin aykırı tekniği ile Kübistler'in kullandığı,nesnenin farklı bakış noktalarından görünümlerininüstüste resmedildiği yöntemi birleştirmeye çalışıyorlar;çünkü, "Kesinlikle inanıyoruz ki," diye açıklıyorlar, "nesne,dramını yalnızca ve yalnızca hareket yoluyla oynuyor.".Kübistler, sabit nesnelerin etrafında dolaşan izleyicilerinfarklı bakış açılarından algıladıkları farklı görüntüleriüstüste resmederlerken, Gelecekçiler'de, Kübistler'denfarklı olarak, izleyici, resmin merkezinde sabit olatakkonumlanmış durumda ve nesne, izleyicinin etrafındavahşi bir hareket içinde dönüyor. Nesnenin buhareketliliğinin temsilinde, Kübistler'in birbirini izleyengörünümlerine ek olarak, 'güç çizgileri' ile 'hareketçizgileri'nin ve nesne ile çevresi arasında 'düzlemlerinbirbirinin içine geçmesi'nin ilk olarak kullanıldığınıgörüyoruz. Düzlemlerin kullanımındaki metal sertliği,resmedilen canlı varlıkları, hareketlerinin enerjisi ileparçalanmış makina benzeri varlıklara dönüştürüyor.Heykel çalışmalarında ise, aynı hedefe, nesneyi uzay içindeyalıtan dış yüzeyinin kapalı sınır çizgisinin yokedilmesiyoluyla ulaşılıyor.Gelecekçi resimle İzlenimci ve Kübist resim arasındakibenzerliklerle daha pek çok örnek verilebilir. Farklılıklarada öyle. Aynı şekilde, yaklaşık aynı dönemlerin diğerönemli akımları arasında bulunan Fauve ve Dada resmi yada Alman Dışavurumculuk veya Sovyet Çatkıcılıkfelsefeleri ile de benzer noktalar, yaklaşımlar sözkonusuolabilir. Bu tür benzerliklerin raslantısal olup olmadığınıanlamak isteyen değerli okuyuculara, her akımın içindençıktığı öznel koşulları araştırmak, farklı ülkelerden çıkanakımların felsefeleri ve yöntemleri ile ülkelerin öznelsosyo-ekonomik, kültürel, politik koşullarını birbirleriylekarşılaştırıp benzerlikleri ve farklılıkları bulmak ve farklıülkelerdeki farklı sanatçı gruplarının diğerlerinden nederece haberdar olduklarını ve etkilendiklerini incelemekve bir sonuca varmaya çalışmak düşüyor. Biz, bu zorluçalışmayı meraklısına bırakıp, Gelecekçilik akımını birazdaha iyi anlamaya yardımcı olabilecek bir-iki noktayı

belirtmekle yetineceğiz.

"Yüzyılların en uç noktasında duruyoruz... Olanaksız'ıngizemli kapılarından girmek üzere iken, neden dönüparkamıza bakalım? Zaman ve Mekan dün öldü. Biz, hızı,ölümsüzü ve hep var olanı yarattığımız için, artık mutlaktayaşıyoruz."(2)Bu satırlar, F. T. Marinetti tarafından hazırlanıp 20 Şubat1909'da Le Figaro'nun ilk sayfasında yayımlanan ilkGelecekçi Manifesto'dan alıntılandı. Peki, ne görecektiMarinetti, eğer dönüp arkasına bakmış olsaydı?Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasından 19. yüzyılınikinci yarısında iç barışın sağlanıp İtalya Krallığı'nınkurulması ile 'yeniden doğuş'a (Risorgimento) kadardüzensizliğe ve politik güçsüzlüğe mahkum olmuştopraklar... 'İtalyan Rönesansı' olarak bildiğimiz atılım ileiki yüzyıl boyunca kültürel alanda Avrupa'nın önderliğikonumunu koruyan, aslında -henüz- tek bir İtalya değil,birbirlerinden sürekli toprak alıp veren kent-devletleri,cumhuriyetler, papalık kentleri, dukalıklar krallıklardı. 14.Yüzyılın ortalarında Rönesans'ı olanaklı kılan, politikkutuplaşma, bireyselcilik, ekonomik refah, sosyalhareketlilik, kültürel özgürlük ve yaratıcılık gibi koşullarınİtalyan toprakları üzerindeki tüm yaygınlığına rağmen, odönemin 'baskın' sayılabilecek güçleri bile beş taneydi:Papalık, Napoli, Floransa, Venedik ve Milano. Bu irili ufaklıözerk birimler, 15. yüzyılın sonunda, bütünleşmiş vetopraklarını genişletmek isteyen Fransa ve İspanyaKrallıkları tarafından istila tehlikesi karşısında dahi, birbirlik oluşturma yerine, birinin ya da diğerinin destekçisiolmayı seçtiler ve, sonunda, Papalık toprakları dışındahepsi yabancı hükümranlığına girdi. Yaklaşık bir yüzyılsüren savaşlardan sonra, Fransa Krallığı işgal ettiği yerleride İspanya Krallığı'na bıraktı. Gerek bu politikdeğişiklikler, gerekse coğrafi keşifler sonrasında dünyaticaret merkezinin Akdeniz'den Atlantik'e kayması,Osmanlı İmparatorluğu'nun güçlenip genişlemesi,Akdeniz'deki Müslüman korsanlar gibi diğer etmenler, 15.yüzyılda İtalyan topraklarında yaşanan benzersizekonomik refah devletinin sonu oldu. Kültürel alanda da,İtalyan Rönesansı'nın etkileri Alplerin ötelerine ulaştıktansonra, batı avrupa'da yeni ulusal kültürel ifadelerbirbirlerinden bağımsız olarak olgunlaşmıştı. İtalyantopraklarının yabancı krallıkların egemenliklerinegirmesiyle birlikte, iki yüzyıl boyunca 'etkileyen' İtalyankültürü, Fransa, İspanya ve İngiltere'den 'etkilenen' kültürkonumuna düştü. İtalyan sanatçılar, 17. yüzyıl sonunakadar, hala yaratıcı oldukları ve etkilerinin diğer ülkelereulaştığı mimarlık ve bilimsel felsefe alanları dışında, ya eskiklasik İtalyan okullarının ya da ülkeye dışarıdan gelenyabancı akımların etkisinde eserler ürettiler. Resimalanında, Venedikle Giambattista Plazetta, Pietro Longhi,Francesco Guardi ve büyük usta Giovanni Battista Tiepolodışında, özgün eser veren sanatçılara pek rastlanmadı.18. Yüzyıl başlarındaki ispanya iç savaşları, İtalyantoprakları üzerindeki İspanyol hakimiyetinin sonu,Avusturya hakimiyetinin başlangıcı oldu. Yüzyılınortalarında, ülke topraklarının büyük bir kısmı Avusturyahakimiyetine girmiş, ayrıca, Napoli ve Sicilya gibi bağımsız

35

Page 38: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

gizli hazine

ve yan-bağımsız krallıklar kurulmuştu. Ancak, 18. yüzyıldaitalyan topraklarında asıl iz bırakan, bu yönetseldeğişiklikler değil, Aydınlanma'nın etkileri oldu.Aydınlanma felsefesinin etkisi altında, kapsamlı yönetselreformlar gerçekleştirildi: feodal düzene son verildi,yönetim ve bürokrasi birleşik ve merkezi bir çerçevedeyeniden düzenlendi, kilisenin ve papanın gücü devletinlehine sınırlandırıldı, dinsel hoşgörü arttı... Tüm bunlarınyanında da, yine Aydınlanma felsefesinin etkisi altında,'yeniden doğuş'un (Risorgimento) ilk adımları olaraknitelenen, bir 'ulus bilinci' yeniden canlandı ve İtalyantopraklarında tüm Avrupa'yı kapsayan geniş Rönesansgeleneğine geri dönüldü. Sanat alanında, Roma, önemli biruluslararası sanat merkezi olma konumunu geni kazandı,ancak bu sefer kentin sanat gündemi, Roma'ya klasikdönem kalıntılarından ilham almak üzere gelen vearalarında Alman arkeolog ve eleştirmen JohannWinckelmann, Alman ressam Anton Mengs, Fransız ressamJacques Louis David ve Danimarkalı heykeltraş BertelThorvaldsen'in de bulunduğu yabancı sanatçılartarafından belirleniyordu. Barok sanat karşı büyük birtiksinti besleyen bu adamlar, antik Yunan ve Roma'nınideallerine geri dönmeyi hedefleyen yenidencanlandırmacı Yeni-Klasik tarzın önde gelen savunucularıarasında yer aldılar. Ancak, 19. yüzyd sonlarına kadarüretimi süren İtalyan Yeni-Klasik sanat eserlerinin büyükbir kısmı, Gelecekçi ressamları iğrendirecek donuk vesoğuk taklitler olmanın ötesine geçemediler.1790'larda, Aydınlanma'nın etkisiyle başlatılan reformların,bireylerin eşitliği, bireysel ve politik özgürlük, anayasalhukuk düzeni, yönetimin kamu tarafından denetimi veyönetime kamu katılımı gibi konular daha hiç gündemegelmeden, Fransız Devrimi'nin etkilerinin yöneticilerdeuyandırdığı korku nedeniyle durdurulduğunu ve, tepkioladak da, yine Fransız Devrimi'nin etkisinde, özgürlük,demokrasi ve bağımsızlık isteğiyle, aydın soyluların ve ortasınıfın başkaldırılarının başladığını görüyoruz. NapoleonBonaparte'ın Avusturya ordularını bozguna uğratarakİtalyan topraklarına ilk girişi ve Fransız ordusununkoruması altında bağımsız İtalyan cumhuriyetlerininkurulması da aynı dönemde gerçekleşti. 1799'daAvusturya-Rusya orduları, başkaldırılara da reformlaraolduğu gibi ilgisiz, hatta soğuk bakan halkın da desteğiyle,Fransız ordularını ülkeden sürüp, devrim yanlılarını idamettirdiyseler de, iki yıl içinde, Fransa'nın birinci konsülüolan Napoleon, yarımadayı tekrar kontrolü altına aldı.Daha önce kurulmuş olan İtalyan cumhuriyetlerindenCisalpine'in adı 1802 yılında İtalya Cumhuriyeti'ne, 1805yılında da İtalya Krallığı'na dönüştürüldü ve böylece, 1804yılında Fransa kralı olan Napoleon, aynı zamanda da italyakralı olarak taç giydi. Napoleon yönetimi, politiközgürlükleri tamamen kısıtlayan aydınlanmış bir baskırejimiydi ve İtalyan topraklarını tamamen Fransa Krallığı'nabağımlı hale getirdi. Öte yandan, yönetim kademelerindegörev alan İtalyanlar, bu dönemde, 18. yüzyılda başlananreformları hayata geçirdiler: feodal ve ekonomik bağlardantümüyle kurtulundu, kilisenin ayrıcalıkları kaldırıldı,sürekli ve merkezi yönetim birimleri oluşturuldu, ölçü vetartı sistemleri tekleştirildi. Ayrıca, kamunun

bilgilendirilmesi ve kamu sağlığı öncelikli olarak ele alındı,gümrük ve vergilendirme ile endüstri ve ticarete yeni bir hızkazandırıldı, yollar, kamu yapıları inşa edildi, kentselalanlar büyüdü, tarım ve endüstride kayda değer birilerleme gözlendi. Yabancılar tarafından oluşturulduğu,yönetildiği ve çoğunlukla yabancıların çıkarı için savaştığıhalde, İtalya Krallığı'nın bir ordusunun olması da 'ulusbilinci'ni besleyen bir etken oldu.Napoleon'un düşüşü sonrasında, Napoleon tarafındandevrilen hükümranlara taçlarının iade edilmesi ile birlikteİtalyan toprakları da eski parçalanmışlığına geri döndü.Ancak bu durum, artık iyice güçlenmiş olan 'ulus bilinci'nekarşı olmasının yanısıra, İtalyan toprakları içindeki ticaretilişkilerini zedeleyeceği için yükselmekte olan kentsoylusınıfın çıkarlarına, kilisenin ve soyluların eskiayrıcalıklarının iadesi anlamına geldiği için de orta sınıfınçıkarlarına aykırıydı. Yeni düzenlemeden bu genelhoşnutsuzluk, 'yeniden doğ\ış' (Risorgimento) olarakadlandırılan ve İtalya'nın birleşmesiyle sonlanan mücadelesürecini başlattı. 1831'de Guiseppe Mazzini tarafındanMarsilya'da kumlan genç İtalya (Giovane Italia) adlı gizliörgüt tarafından 1830larda ve 1840larda gerçekleştirilen ilkeylemler başarısızlıkla sonuçlandı. Bunları, ulusalhareketin ahlaki yönünün papalık tarafından öngörülmesigerektiğine inanan Vincenzo Gioberti adlı bir papazınyürüttüğü bir program izledi. 1846 Yılında Pius IX'unpapalığa seçilmesi Gioberti'nin düşlerinin gerçekleşmesiyolunda bir ümit vaadettiyse de, papanın ilk liberalgirişimlerinin sonuçsuz kalması ile iyimserlik yerini düşkırıklığına bıraktı ve silahlı mücadele tek çözüm olarakkaldı.Bağımsızlık, savaşlarının ilki, 1848 yılında, Fransa veAvusturya'daki benzeri hareketlerle eş zamanlı olarak,Sicilya'da başlatıldı ve devrimcilerin bir yerel hükümetkurması ile sonuçlandı; ayrıca, Napoli, Sardinya, Toskanave papalık kentlerindeki gösteriler sonrasında bubölgelerde anayasal yönetim hakkı elde edildi. Venedik veMilano'daki ayaklanmalar da Avusturya garnizonlarınınİtalyan topraklarından sürülmesiyle sonuçlandı. Bubaşarılar ve Avusturya'da devrim başladığı haberiningelmesi, topraklarını genişletmek isteyen Sardinya kralıCharles Albert'i Avusturya'ya savaş ilan etmeye itti; ancak,müttefiksiz koca Avusturya İmparatorluk ordusuna karşısavaşa giren Albert, savaşı kaybetti. 1849'da açtığı ikincisavaşı da kaybeden Albert, tahtını oğlu Victor EmmanuelH'ye bırakarak Portekiz'e gitti ve kısa bir süre sonra oradaöldü. Aynı yıl çıkan, Mazzini yönetimindeki genel birayaklanma, Papa'yı Roma'dan kaçmaya zorladı vedevrimciler Roma'da bağımsız bir cumhuriyet ilan ettiler.Papalığı destekleyen Katolik güçlerine yarımadanın ortakesiminde kendi egemenliğini benimseterek kuzeydekiAvusturya egemenliğini dengelemek isteyen Fransaordularının gücü eklenince, genç Roma Cumhuriyeti'ninyardımına yurtsever giııseppe Garibaldi koştu, ancak, biraylık bir direnişten sonra Roma kentinden çekilmekzonında kaldı.İtalyanlar, devrim yıllarının bedelini izleyen yıllardakibaskı yönetimi ve binlerce yurtseverin asılması vehapsedilmesiyle ödediler. Öte yandan, yenilmiş olduğu

36

Page 39: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

gizli hazine

halde, Sardinya Krallığı İtalyanlar'ın gözünde yücelmişti.Kral Victor Emmanuel II, Avusturya'yı safdışı bırakmadanİtalya birliğinin sağlanmasının, güçlü müttefikler olmadanda Avusturya'nın safdışı bırakılmasının olanaksız olduğusonucuna varmıştı. Bir dizi diplomatik temas sonrasında,İtalya, eski müttefikleri Avusturya ve Almanya'nınyörüngesinden çıkarak, 1854 Kırım Savaşı'nda Osmanlıİmparatorluğu ile birlikte Rusya'ya karşı bir ittifakoluşturan Fransa ve İngiltere ile müttefik oldu. Fransaİmparatoru Napoleon Il'ün orduları ve yurtseverGaribaldi'nin birlikleri ile desteklenen Sardinya Krallığı,diplomatik bir manevrayla Sardinya'ya savaş ilan etmesisağlanan Avusturya'yı 1859'da bozguna uğrattılar.Napoleon'un, kendi orduları İtayla'da iken bir Prusyaişgaliyle karşılaşmak korkusuyla Avusturya İmparatoruFranz Joseph ile ateşkes imzalaması ile biten bu ikincibağınsızlık savaşı sonunda, kuzeydeki Lombardiya,Sardinya Krallığı egemenliğine girdi; ancak, önemli birkayıp olarak, Savoy ve Nice Fransa'ya bırakıldı. Venedik deAvusturya yönetiminde kaldı. Savaşın sürdüğü yıllarda,Lombardiya ile yarımadanın ortasındaki Papalıkegemenliğindeki bölge arasında kalan, Avusturyayönetimindeki bölgelerde çıkan isyanlar, buralardaAvusturya egemenliğine son verdi ve 1860 yılında, bölgehalkı, Sardinya Krallığı'na eklemlenme kararı aldı. Yine aynıyıl, Sicilya'yı bağımsızlığına kavuşturan Garibaldi, MessinaBoğazı'ndan anakaraya geçerek Napoli'yi de aldı.Böylelikle, papalık yönetimindeki Roma bölgesi veAvusturya'ya ait Venedik bölgesi dışındaki tüm İtalyantoprakları, Sardinya Krallığı egemenliğine geçmiş oldu.Tüm krallık topraklarından gelen temsilcilerinoluşturduğu ilk İtalya Parlamentosu, 1861 yılındatoplanarak İtalya Krallığını ilan etti ve krallığın ilanı ilebirlikte çok sayıda önemli sorunla karşı karşıya kaldı:göreceli olarak gelişmiş ve endüstrileşmiş kuzey ile gerikalmış ve ekonomisi tarıma dayalı gney arasındaki çelişki,çeşitli bölgeler arasındaki hukuk, gelenek ve zihniyetfarklılıkları, yeni devletin bütçe sorunları ve Roma ileVenedik'in devlete katılması. Üçüncü bağımsızlık savaşı,bu sonuncu sorunu çözmek için verildi. Venedik'inbağımsızlığına kavuşması, 1866 yılında, beklenmedik birbiçimde gerçekleşti. Prusya ile İtalya Krallığı, Avusturya'yakarşı bir ittifak oluşturmuşlardı. Avusturya ile savaştadüzensiz ve kötü yönetilen İtalya ordusu ve donanmasınınAvusturya karşısında aldığı yenilgilere rağmen, Prusya'nıngalibiyeti, Venedik'in İtalya Krallığı'na bağlanmasınısağladı. Roma'nın İtalya Birliği'ne katılması da, Fransızbirliklerinin, 1870 yılında, Prusya tarafından bozgunauğratılması ile gerçekleşti. Garibaldi, Roma'yıbağımsızlığına kavuşturmak amacıyla 1862 yılında kendibirlikleriyle Sicilya'ya çıkmış, ancak, bütünleşmiş birİtalya'yı siyasal anlamda bir tehdit olarak gören Fransa'nındesteğini kaybetmemek amacıyla, 1860'da da olduğu gibi,İtalya Krallığı birlikleri Garibaldi'nin yolunu kesmişti. 1870yılında Fransızlar'ın Prusya karşısında geri çekilmesi,İtalyan ordusunun, papalık kuvvetlerinin direnişininkırılmasının ardından, Roma'ya girmesine olanak sağladı.Böylelikle tüm İtalyan toprakları İtalya Krallığı altındabirleşti ve Roma, başkent yapıldı. Papa, 1871 yılında İtalyan

hükümeti tarafından kabul edilen ve papalıkla yenikurulan devlet arasındaki ilişkileri düzenleyen yasayarağmen, yeni durumdan hoşnut değildi; kendisiniVatikan'a hapsedilimş hissediyor, İtalyan katoliklerinulusun politik yaşamı üzerindeki müdahale yetkisiniyitirmekten hoşnutsuzluk duyuyordu. Devlet ile Kilisearasındaki çekişme daha uzun yıllar sürecekti.Peki, bu heyecanlı ve hızlı dönüşüm ortamının sanatalanına etkileri neler oldu? 19. Yüzyılın ilk yarısında, İtalyansanatının, Avrupa'daki çağdaş sanat akımları olanRomantizm, Tarihselcilik ve Gerçekçilik'! uzaktan izleyenhayli durgun bir taşralılık özelliği gösterdiği söylenebilir.Bazı kuramcılar, İtalyan sanatçıların Romantizm'in ilkortaya çıkış aşamasında etkin bir rol üstlenmemelerindenhareketle, Gelecekçilik'in bu akımın gecikmiş son birnöbeti olarak yorumlanabileceğini savunuyorlar. Buyorumun temelinde, Romantizm'in tanımı yatıyor.Gerçekte, İtalya daha 19- yüzyılın başlarında Romantikharekete katıldı. Almanya ve Fransa ile sürekli kültürel ilişkiiçinde bulunan ülke, yeni düşünce akımının içine çekildive, en azından edebiyat alanında, bazı ünlü romantikeserler üretti. İtalyan Romantizmi'nin ayırıcı özelliği,sanatsal enerjinin neredeyse tümüyle ulusal birliğinsağlanması yolunda yürütülen savaşıma adanmasıydı.Plastik sanatlar ise, romantizm'in özgürleştirici çağrısınayanıt vermekte çok daha yavaş davrandı. Bunun bir nedenibaşyapıt düzeyinde eserler üreten yeteneklerinbulunmasına rağmen, yön belirleyecek bir dehanıneksikliğiydi. Böylelikle, plastik sanatlar alanında Romantikhareket ağırlığını pek fazla hissetiremedi ve İtalyan sanatortamında yabancı sanatçıların baskınlığı ve Yeni-klasiktarzın etkisi 19. yüzyılın ilk yarısında da sürdü.19. Yüzyılın ikinci yarısında da, Avrupa sanatında çizilenyeni yöne İtalyanlar'ın katkısı, özellikle etkisindebulundukları Fransız sanatına oranla, pek az oldu. Yine de,toplumsal ve politik dönüşüm süreçleri ile elde edinilenyeni ruh ve bazı sanatçıların ya da sanatçı gruplarınınçalışmaları, İtalya'da yeni bir estetiğin doğmaktaolduğunun habercisiydi. Kapsamlı bir sanatsal yenilenmeamaçlayan girişimlerin en sistemli ve verimli olanı, 19.yüzyılın ikinci yarısında, Floransah bir grup sanatçınınoluşturduğu 'Macchiaioli1 okulu oldu. Okulun kurucuları,tümü 1859, 1860 ve 1866'daki bağımsızlık savaşlarına şu yada bu şekilde katılmış ve devrim arzuları sanat alanına dayansımış bir düzine sanatçıydı. Kendilerini akademiköğretiden kurtardıktan sonra, kendi amaçlarını vekuramlarını savunmaya başladılar. Bunu yaparken de,farklı bir niteliğe ancak yüzyılın tüm özelliklerininkapsamlı araştırmaları ve çözümlemeleri yoluylaulaşabileceklerine inandıkları için, yabancı akımlar vesanatçılarla, özellikle de Fransa'dakilerle sıkı ilişki içindebulundular. Fransız İzlenimcileri gibi, geçmiş tarzların boştaklitlerine karşı çıktılar ve gerçeğin dikkatle incelenmesigerektiğini savundular. Öte yandan, Macchiaioli okulunungeçmişe yaklaşımı, İzlenimciler'inkinden epeyce farklıydı.O dönemde İtalya, geçmişe tüm Avrupa ülkelerinden çokdaha bağımlı bir ülke olarak niteleniyordu. Klasik kültürünvarlığını sürdürmesine, bir anlamda hizmet veren ülkede,bir gelenekselcilik ve kültürel tutuculuk alışkanlığı

37

Page 40: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

gizli hazine

oluşmuştu. Klasik etkilere karşı başkaldırı, bazı yabancıakımları benimsemek yoluyla deneniyordu ve bu daİtalya'yı sanat alanında başka ülkelerin uydusu konumunadüşürüyordu. İtalyan kültürü, klasik ve yabancı etkilerarasında yapılacak bir seçime mahkum olmuşdurumdaydı. Macchiaioli okulunun bu durumkarşısındaki tavrı, gündemdeki yabancı akımları kendiamaçları doğrultusunda kullanmak ve geçmişi gözardıetmek oldu. Akımın önde gelen ressam-şairlerindenCecioni'nin belirttiği gibi, "Macchiaioli ressamı geçmişekarşı sevgi veya sempati duymamalı... Çağdaşla eskininayrılığı mutlak olmalı; tarihe tümüyle ve mutlak olarak itibaredilmemeli"ydi. Macchiaioli okulunun savunduğu bu'geçmişin gözardı edilmesi', Gelecekçilik'in de 'geçmişinsonuna kadar reddi1 ve 'geçmişi yoketmek isteği' gibi bir uçnoktaya ulaşacak düşünce biçiminin ilk aşaması olarakyorumlanabilir. Gelecekçilik'in 'devingenlik' kavramınınkökleri de resim ortamına ilk olarak 'hareket'i getirenMacchiaioli okulundadır. Macchiaioli ressamları, figürleri,tüm ayrıntıların kaybolduğu bir uzaklıktanalgılanıyormuşçasına, renk levhalarından oluşturdular-herhangi bir ton değişikliği olmaksızın, yüz için bir renk,şaş için bir başkası- ve hareketi derenk üzerine büyük birdikkatle uygulanmış bir ışık-gölge oyunu yöntemi ile ifadeettiler. Figürler için genellikle açık renkleri, doğa için ise buaçık renklerle zıtlık oluşturan canlı tonları kullandılar.Macchiaioli sanatçılarının en tanınmışları Giovanni Fattorive Silvestro Lega idi. Macchiaioli de, Gelecekçilik gibi, aynızamanda da oluşturulan yazılı metinler ile tartışmalar açanbir akım olduğu için, Adriano Cecioni, Diego Martelli,Telemaco Signorini gibi yazın adamlarının da hareketingelişmesine büyük katkısı oldu. Romalı Giovanni Costa dabir süre Floransa'da Macchiaioli sanatçılarıyla birlikteçalıştıktan sonra, Roma'ya geri döndü ve 19- yüzyılın sonçeyreğinde Roma'da yaratıcı sanat adına üretilen ne varsa,sanatçı, eleştirmen ve örgütleyici güç olarak, Costasayesinde çıktı. En canlı dönemi 1863-1870 yılları arasınarastlayan macciaioli hareketi, yaklaşık 1855-1875 yıllarıarasında sürdü. Hareketin sonun hazırlayan, santçılarınkendi başlangıç fikirlerini aşamamak, genişletememekti.Bu durum, akımın izleyicilerinin bir kısır döngü içinegirmesine neden oldu. Yine de, Macchiaioli hareketininsanat tarihi bakımından önemi hala yeterince iyianlaşılamamış olmakla birlikte, akımın amaçlarının veruhunun, tüm İtalya'daki sanatçıları doğrudan veya dolylıolarak etkilediği söylenebilir.1870lerde Floransa Macchiaioli hareketi canlılığınıyitirmekte iken, Milano, İtalya'nın sanatsal yaşamındagittikçe daha ağırlıklı bir yer kazanmaya başladı. Aslında,Milano, tüm 19. yüzyıl boyunca, sanatsal anlamda oldukçaetkin bir merkez ve 'II Conciliatore' adlı devrimci yayınsayesinde İtalyan Romantik yazınının beşiğikonumundaydı. Üstelik, Fransa ve Almanya'ya yakınolmasından ve kökleşmiş bir sanatsal geleneğe sahipolmamasından dolayı da avantajlıydı. Gelecekçilik'inMilano'da ortaya çıkmasında da bu son iki etmen önemlirol oynadı. 1860larda bir grup genç yazar, müzisyen vesanatçı, meslektaşları Carlo Righetti'nin 'dağınıklık'anlamına gelen 'La scapigliatura' başlıklı romanının ismi

altında birleşerek, yeni estetik ilkeler oluşturmak yolundakapsamlı bir çabaya giriştiler. Macchiaioli okulunun tamtersine, Scapigliati sanatçıları, tinsel dışavurumun yollarınıaraştıran, Romantik idealistlerdi. Giovanni Carnovali'ninve onu izleyen Tranquillo Cremona ve DanieleRanzoni'nin eserleriyle, "ferah, dağınık fırça hareketleriyle,ortamın titreşimlerinin, öznenin ruhsal durumuna uyumluhale getirildiği, yarı-izlenimci bir tarz' geliştirdiler.Scapigliatura hareketi,' 19. yüzyılın sonuna kadarMilano'daki etkisini hissettirdi. Yüzyıl sonunda yazınalanındaki gücünü büyük ölçüde kaybeden akım, Fransave hollanda'dan gelen yeni fikirlerin de etkisiyle, 1880lerinsonlarında, plastik sanatlar alanında yeni bir ivme kazandıve Ayrılıkçılar olarak bilinen grubun oluşmasına zeminhazırladı.Scapigliatura gibi, Ayrılıkçılık da Milano'da, Vittore veAlberto Grubicy'nin önderliğiyle doğdu. Akımın enyetenkeli sanatçısı tarafından, bir kilise resminde üstüstebindirilmiş renklerle ışık oyunları yaratma içgüdüselyeteneği keşfedilen Giovanni Segantini idi. Grubicy,Segantini'yi doğayı çalışmaya ve daha açık renklerkullanmaya yönlendirdi ve Segantini'nin, kalın ve parlakboyayı paralel fırça darbeleri ile kullanarak elde ettiği,şaşırtıcı canlılıkta renkleri ve dokusal sağlamlığı ile vanGogh'un olgun dönem eserleriyle büyük benzerliklergösteren tekniğinin gelişmesine büyük katkıda bulundu.Paris'in sanat ortamının etkilerinden tamamen yalıtılmışolduğu ve Van Gogh'un yetiştiği koşulların ona sağladığıavantajlara sahip olmadığı halde, Segantini, kendi yaratıortamında, Van Gogh gibi, İzlenimcilik'in bazıyöntemlerini kendi öznel yaklaşımı doğrultusundayorumlayarak kullandı. Segantini de, 19- yüzyılsanatçılarının hemen hepsi gibi, aynı zamanda da yazardı.En ilginç düşüncelerinden biri, sanatçının eğitimini,akademilerde değil, doğada, sokaklarda, tiyatrolarda,cafelerde alması gerektiğiydi. Sosyalistlerin dünyagörüşünü benimsiyor ve bunun yaşama geçirilmesindesanatçıya önderlik görevi yüklüyordu. 1894 yılında, "Eskiidealler çöktü veya çökmek üzere," diye yazıyordu, "yeniidealler ortaya çıktı veya çıkmak üzere. Dolayısıyla, geriyebakmayı ve modası geçmiş fikirlerden tad almayı haklıgöstermenin artık hiç yolu yok. Sanatçının düşüncesi artıkgeçmişe dönmemeli, tasarladığı geleceğe doğru ileriatılmalı." (3) Tümüyle geçmişe öykünen bir uçtan(Yeni-Klasikçilik) geçmişi tümüyle reddedecek olan diğerbir uca (Gelecekçilik) giden süreçte bir ara aşama daha...Gelecekçi ressam Boccioni'nin "Tiepolo'dan bu yanaİtalya'nın sahip olduğu en büyük sanatçı... Dönemimizin,sanatı görsel gerçekliği yalnızca bir başlangıç noktasıolarak alan bir ifade biçimi olarak gören tek büyük İtalyansanatçısı" (4) olarak tanımladığı ve yazdıklarından çoketkilendiğini daha önce belirttiğimiz Gaetano Prevati,Ayrılıkçılık akımının diğer bir önemli ismiydi. Prevati'yegöre, Ayrılıkçılık, çağdaş insanın düşüncelerini veduygularını ifade etmede en iyi yöntemdi. 15, YüzyıldaAlberti gibi, Prevati de kendisini yeni bir sanatsal devrineşiğinde görüyor ve geleceğin sanatçılarını yönlendirecekbir yazılı belge oluşturmak isteği duyuyordu. Prevati'ninGelecekçiler'i gerçekten de son derecede etkileyecek olan

38

Page 41: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

gizli hazine

kitaplarının ussal ve bilimsel yaklaşımı, tutkulu ve gizemliresimleri ile çelişir nitelikteydi. Resmetme tekniğiSegantini'ninkiyle benzerlikler göstermekle birlikte,Prevati,19. yüzyıl sonunda güçlenen gerçekçilik-karşıtıyaklaşıma koşut dışavurumcu bir yaklaşımı benimsedi veresimlerindeki deformasyonlar, davetkar, aydınlık verenkle Gelecekçiler'i derinden etkiledi. İzlenimcilik'inheykel alanına sunduğu olanakları gerçek anlamdakavrayan ve kendi eserleriyle keşfeden heykeltraş MedaroRossd Ayrılıkçılız ile birlikte anılageldi.İtalyan Ayrılıkçıların sanat ortamına svınduğu, aslında biranlamda, Avrupa'da 19- yüzyılın son yirmi yılı boyuncagündemde olan düşüncelerin bir çeşitlemesi idi ve. kısmenbu özellliğinden dolayı, İtalya'da pek tanınmayanAyrılıkçılık, Avrupa'da adından söz edilen bir grup oldu veİtalyanların Ayrılıkçılara karşı ilgisizliği lanıtlamak,Gelecekçiler için önemli bir mücadele konusu haline geldi.Sanata yeni bir yön vermek yolundaki tüm bu cesurgirişimler, büyük ölçüde İtalyan beğenisinin genelkalıplaşmışlığı yüzünden ülkenin bu enyaratıcıbeyinlerinin amaçlarına ve başarılarına kayıtsız kalmasısonucu, sanatsal alanda etkin ve yaygın bir yenilenmegerçekleştirmeyi başaramadı ve İtalyan sanatının genelgörüntüsü, elli ya da yüz yıl öncekinden büyük bir farklılıkgösteremedi.Ancak, artık değişim başlamıştı, hem de her alanda,İtalya'nın birleşmesini izleyen yıllarda ekonominin vedevlet yapısının yeniden düzenlenmesinde etkin olansağcı yönetim, 1876 yılındaki hükümet değişikliği ile, yerinisolculara bıraktı. İki kısa kesinti dışında 1887 yılına kadargörevde kalan Agostino Depretis başkanlığındaki solcuhükümetler, devletin işleyişinin modernleştirilmesini veİtalya'nın uluslararası platformda oynadığı rolü artırmayıhedefleyen 'dönüşümcü1 politikaları ile, parti programlarıyerine daha kapsamlı politik ilgileri temel alan bir yaklaşımuyguladılar. Uluslararası ilişkiler alanında bu dönemin enönemli olayı, Fransa'nın, 1881 yılında, İtalya'nın çıkarlarınıhiçe sayarak Tunus'u işgal etmesi karşısında, İtalya'nınAvusturya ve Almanya ile, daha sonraki yıllarda tekrartekrar yenilenecek olan Üçlü İttifak'ı oluşturmasıydı.1887-1891 ve 1893-1896 yılları arasında başbakanlıkgörevini yürüten Francesco Crispi'nin kilisenin siyasetekarışmasına muhalif, sıkı idare taraftarı ve yayılmacıtutumu, İtalya'nın da katılmış olduğu sömürgeleşmeyarışının hızlanmasına ve ünlü Habeşistan krizinin patlakvermesine neden oldu. Crispi hükümetinin düşmesi ilesonuçlanan Habeşistan krizinin neden olduğu genelhoşnutsuzluk 1880lerin sonlarından beri sürmekte olanekonomik sıkıntılarla daha da arttı. Ülke ekonomisiningelişmesi için benimsenen korumacı politika sonucuİtalyan pazarının yabancı ürünlere kapatılması, aynı tür biruygulama ile yanıtlandı ve İtalya'nın dış ticaretinineredeyse tümüyle öldürdü. Özellikle 1888 yılındaFransa'nın pazarını İtalyan tarım ürünlerine kapatması,ülke için önemli olacak bir darbe oldu. Özellikle ülkeninekonomisi neredeyse tümüyle tarıma dayalı olan güneykesiminde gittikçe ağırlaşan ekonomik koşullar, kitleleriivmesi gittikçe artan bir dış-göçe yöneltti. 1887-1900 Yıllarıarasında, yılda bir milyon kişi ülke dışına göç etti ve çoğu

da Amerika'ya gitti. Yine ağır ekonomik koşullar, ülkedegüçlü bir sosyalist partinin yükselişini hazırladı. Kitlelerhuzursuzdu ve yönetim kademelerinde kökten birdeğişiklik arzuluyorlardı.Aynı dönemlerde İtalyan sanatının durumu ise, ülkeninekonomik alandaki yalıtılmışlığının tam tersi bir yönegelişti. 1895 Yılında ilki düzenlenen Venedik Bienali,İtalyan sanatının Avrupa'daki ana sanatsal akımlardanyalıtılmışlığına resmen son verdi. Bunu ek olarak, bazıyabancı yayınların da etkisiyle, Art Nouveau tarzı İtalya'yatanıtıldı ve 1902 Turin Çağdaş Dekoratif Sanatlar Sergisi ilede bu uluslararası akım, İtalya'da sağlam bir temeledinerek, akımın arkasındaki itici güç olan, biçimselifadede yeni bir dil arayışı genel kabul gördü. İki yeni yayın-Turin'de yayımlanan 'Emporium' ve Floransa'dayayımlanan 'Marzocco' dergileri- 1890ların sonlarınınFransız sanat akımları olan İzlenimcilik, Yeni-İzlenimcilikve Simgecilik'i İtalya'ya tanıttı. Son olarak da İtalyansanatçıların Fransa'ya ve diğer Avrupa ülkelerine gittikçesıklaşan ziyaretlerinin etkileri, uzun süre hissedildi.Marinetti'nin tümüyle reddettiği geçmişe yaptığımızuzunca yolculuktan, geriye, 20. yüzyıl başlarınadönüyoruz. İtalya kralı Humbert'in 29 Haziran 1900'deöldürülmesi ve yerine genç Kral Victor Emmanuel III'üngeçmesi, genel beklentilerin aksine, genel bir ayaklanmaiçin bir işaret ve bir sosyal devrimin ilk adımı olacağı yerde,bir sosyal ve politik pasifleşme döneminin başlangıcıolmuş, sonradan anlaşılacağı biçimiyle, bu 'parlamenteruyuşukluk1 dönemi, Birinci Dünya Savaşı'mn çıkmasınakadar sürecek ve politika üzerindeki denetiminisürdürebilmek için aklına gelecek her şeyi yapacak olanGiovanni Giolitti'nin yaşamıyla ve yaptıklarıyla adetaözdeşleşecek. Kral Humbert'in öldürülmesinden önceparlamento içinde etkin olan kavgacı devrim yanlıları,Giolitti'nin politikaları karşısında, evcilleşip, zararsız halegelmişler. Sanayi üretiminde çalışanlar, korumacıönlemlerle, hükümet yardımlarıyla ve ticaretle sanayideteknik koşulların iyileştirilmesiyle hoşnut tutulmaya,kitleler, yani Papa Pius X tarafından, Kilise aracılığıyla,liberal eksene çekilmeye çalışılıyor.Devlet ve yönetim kademelerinde 'uyuşukluk'ıın sürdüğübu dönemde, tüm İtalya, büyük bir değişim isteği içinde:sosyalist parti tabanında örgütlenen sol, monarşinindemokratikleşmesi, hatta sosyalistleşmesi için kavgaveriyor; kültürel alanda, İtalya sanatının gururluyalıtılmışlığı sona ermiş, tüm İtalya'da Fransa, Almanya,İngiltere ve İskandinav ülkelerinin kültürel yaşantısı iledaha yakın temaslarda bulunma isteği kendisinihissettiriyor ve bu istek, bir ölçüde de olsa karşılanıyor;yeni kralla birlikte, eski müttefikler sistemi neredeysegeçersiz hale gelmiş, İtalya, Avusturya ve Almanya'nınyörüngesinden çıkarak, Fransa ve İngiltere'ninkine girmiş.Üçlü ittifak gittikçe zayıflayacak ve sonunda, Birinci DünyaSavaşı'mn çıkmasıyla birlikte, İtalya ittifakı tümüylebozarak, eski yandaşlarına karşı savaşa girecek. Tüm budeğişimler, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı yapılanTrablusgarp Savaşı'nda ortaya çıktığı gibi, askeri dunundabile gözlenen bir 'yeniden uyanış'a gebe.Sanat alanında yeni yayımlanmaya başlanan Emporium ve

39

Page 42: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

gizli hazine

Marzocco dergilerinin sanatçıların ve genel olarak halkınöfkesini desteklemekten çok yatıştırmayı seçen yayınpolitikası, sabırsız genç kuşağı tatmin etmekten çok uzaktı.Onların istediği, İtalya'nın uyuklayan kültürel yaşamınıyola sokacak şiddetli bir sarsıntıydı. Gelecekçilik, bu amaçdoğrultusundaki çabaların sonlandığı doruk noktasıolarak düşünüldüğünde, 1903 yılından başlayarak gelişen'Floransa Hareketi' de Gelecekçilik1 in en yakın ve canlıhabercisi olarak değerlendirilebilir.Macchiaioli hareketinin neden olduğu kültürelhareketlenmenin ve 1864 yılında İtalya Krallığı'nın başkentiilan edilen Floransa'nın altı yıl gibi çok kısa bir süre sonrabu ayrıcalığı Roma'ya devretmesi ile de bu süre içindekipolitik hareketlenmenin kısa süreli olması. Floransaltolsun, yabancı olsun, kentte yaşayan herkes, kentin soylugeçmişine sığınmış, enstitüler ve akademiler de yabancınüfusun sığınakları haline gelmişti, bu durum karşısında,akıllı genç Floransalılar'ın pek çoğu, doğal olarak,kendilerini fena halde yalıtılmış hissetmeye vehoşnutsuzluklarını çeşitli yayınlar yoluyla dile getirmeyebaşladılar. Bu yayınların en önemlileri, GiuseppePrezzolini ve Giovanni Papini tarafından finanse edilen'Leonardo' ve onun izleyicisi 'La Voce' idi. 'Leonardo',Croce'nin yayımladığı 'La Critica' gibi, Olguculuk veÖzdekçilik okullarının İtalyan sanatı ve felsefesiüzerindeki hakimiyetini kırmak amacıyla, düşünselfelsefenin yeniden gündemi belirler hale getirilmesineadanmıştı. Bu ortak amacın dışında, birbirinden son derecefarklı olan bu iki yayında sürdürülen tartışmalar, İtalya'nınfelsefe alanında, Avrupa kültürünün gerçek önderlerikonumuna gelecek düşün adamları yetiştirmesine ortamsağladı. Yeni düşünsel felsefe, yalnızca Avrupadüşüncesinin gidişini etkilemekle kalmadı, sanat, tarih,ekonomi ve hukuk alanlarına yeni verimli çalışma vearaştırma yöntemleri sundu; böylelikle de zaman içinde,İtalyan öğretisi, dünya ilim dünyasında öncü bir konumayükseldi. Yayınlarda, gelenekselcilik, ulusalcılık,yurtseverlik, tarihselcilik gibi konular da enine boyunatartışıldı, sanata ilişkin tartışma başlıkları ele alındı. Tümbunlar, yalnızca kamuoyunu Gelecekçiler'in sert çıkışınahazırlamakla kalmadı, aynı zamanda da ülkedeki genelgelenek, ulusalcılık, yurtseverlik anlayışlarında ve sanatsaldeğerlerde kökten değişikliklere neden oldu.Kilise de değişim rüzgarlarına tepkisiz kalamazdı.İtalyanlar'da, çağdaş toplumda bir Hristiyan demokrasisiolşııturmanın olasılıkları konusuna bir ilgi uyandı. Bukonudaki çabalar, zengin bir yayınlar dizisi ve HristiyanHalk Partisi'nin kurulmasıyla sonuçlandı. Ancak, tüm bugirişimler, kısa bir zaman sonra, tüm Katolik niyetlerinerağmen, Modernizm'in, Kilise'yi, büyük bir hızla, sonundaİsa gerçeğinin reddine kadar uzanabilecek bir dizi devrimegötürmekte olduğunu hisseden Papa Pius X tarafındandurduruldu.Sosyalizm de değişmiş bir tavır sergiliyordu. GeorgesSorel'in görüşleriyle birlikte, ulusal sosyalizme yönelişbelirgin bir biçimde ortaya çıktı. İtalyan işçi kesimlerindeyeni bir inanç ve son derece etkin bir heyecangözleniyordu. İşçiler başkaldırı ruhuyla canlanmışlar veenerjilerini, kendi çabalarını hep kötüye kullanan sosyalist

yöneticilere yönlendirmişlerdi. Bu adamların bazıları,sonradan, ateşli yurtseverler haline geldiler ve, Mussolinive Corradini gibi, İtalya'nın Dünya Savaşı'na girmesindeetkili oldular.1900-1914 Yılları arasını kapsayan bu kültürel, düşünsel,politik, dinsel ve sosyal huzursuzluk döneminde, sanatsalalanda yeni güçlerin ortaya çıkması son derece doğaldı veGelecekçilik de, bu güçlerin en canlı ve etkileribakımından en uzun ömürlü olanlarından biri oldu."Başkaları gelecek, belki de, bizlerden daha iyileri ve bizimdehamızın ulaşmayı başaramadığı başka dünyalarkeşfedecekler; bırakın gelsinler, bizler, yol göstermiş veonlara doğru ilerleyecek araçları yaratmış olmanınmutluluğu ile ayrılacağız..."Umberto Boccioni'nin bu sözleri, geleceğe nasıl da umutlubaktığının, ilerlemeyi ve kurtuluşu gelecekte gördüğününbir ifadesi...Boccioni ve Gelecekçi mimarlığın dehası AntonioSant'Elia, İtalya'yı karşı oldukları tarihsel yükten,kurtarmanın bir yolu olarak gördükleri Birinci DünyaSavaşı'na gönüllü olarak çarpışmaya gidip, savaştaöldüler...1922 Yılında yönetime gelen faşist Mussolini yönetimi,İtalya sanatının dış dünya ile bağlarını kopartmak için hertürlü önlemi aldı ve sanatsal alanda, Gelecekçiler'inkarşısında savaştığı akademik klasizmi benimseyipuygulattı...İki dünya savaşı arasındaki dönemin ekonomik ve politikgüçlükleri, İtalya'da yeşermekte olan tüm akımların sonuoldu ve bu dönemde, sanatsal alanda bir durgunlukyaşandı...İkinci Dünya savaşı'ndan sonra, İtalyan Sanatı, çağdaşsanatın uluslararası söylemine eklemlendi, Gelecekçilik'intüm sivriliklerinden arınmış olarak...

. Geride, akıllarda/kitaplarda, Gelecekçilik'in HAREKET veHIZ'la ifade edilen DEVİNGENLİK'i, MODERN MAKİNADÜNYASINA TAPINMA'sı, GEÇMİŞE VE GEÇMİŞİN TÜMKURUMLARINA DUYULAN DERİN BİR NEFRET'le 'birlikteGENÇLİĞE İNANÇ'ı, OLGUCULUK-KARŞITLIĞI,YURTSEVER ULUSÇULUK'u kaldı..."Bakın bize. Soluğumuz kesilmedi hala... Kalbimiz en ufakbir yorgunluk bile hissetmiyor. Çünkü, ateşle, nefretle vehızla besleniyor... Bu sizi şaşırtıyor mu? Yaşamışolduğunuzu bile hatırlamadığınız içindir. Bizler dünyanınzirvesinde duruyor ve bir kez daha yıldızlara meydanokuyoruz." (5)F. T. MARINETT1

notlar(1) Joshua Charles TAYLOR, Futurism, New York: Museumof modern Art, 1961. s.!26-127'den Türkçeleştirildi.(2) Joshua Charles TAYLOR, Futurism, New York: Museumof modern Art, 1961. s.!24'den Türkçeleştirildi.(3) Marianne W. Martin, Futurist Art and Theory 1909-1915,Oxford: Oxford Press, 1968, s. 12.(4) Marianne W. Martin, a.g.e., s. 13.(5) Joshua Charles TAYLOR, Futurism, New York: Museumof modern Art, 1961. s. 125'den Türkçeleştirildi.

40

Page 43: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

düşdeğirmeni

ÇIRPINIŞ

orhan cem çetin

Fotoğrafçının notu:Ne kadar çırpınsa da boşunaydı.

O an artık yakalanmıştı.

41

Page 44: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

sirenelerin kâbusu

HİÇ KIPIRDAMADAN

ayşe düzkan

koluna saplanan iğne acemi olacak, acır biraz, iğneden korkar mısın.sonra burnuna bir ecza kokusu gelecek, belki kusarsın da, korkmakusmuğundan iğrenmeyeceksin, sonra bir nefes belki, işte oradaseni müthiş bir macera bekliyor, mesela; içinde olduğun mekan,rahat ve sabırlı gövdenin uyumla dalgalandığı berrak bir su artık.nesneler şeffaf, en ufak bir kırılmaya uğramadan arkalarında ne varne yok gösteriyorlar, herşey senden bir parça yukarıda, herhaldedenizin dibindesin. uzun zamandır suda yaşıyorsun belli ki, nefesalışında hiç bir zorluk yok. sonra deniz yavaş yavaş kuruyor,nesneler şeffaflıklarını kaybediyorlar, gövden, suyun çekildiğikıyıda nadide bir deniz kabuğu gibi sedefli, bundan sonra yaşayacağışu tabiatta, seçilip alınmayı bekliyor, yavaşça yükseliyorsun, yavaş,çok çok yavaş, artık oda, ne deniz ne de denizin çekildiği kıyı.beceriksizce biraraya getirilmiş eşyaların bulunduğu bir oda. tavanayaklaşıyorsun, rahatlıkla tavanın içinden geçebileceğini biliyorsun.varlığın ne gerekiyorsa o hali alır nasılsa, hayır diyorsun, beni alma,oraya geçmeyeyim, varlığım böylece, bir vücuda hapsolmuş haldekalsın. burnun tavana değiyor, sonra, sanki hareketinin yönüdeğişmemiş gibi, hiç bir duraklama, tereddüt olmadan aşağı inmeyebaşlıyorsun, altında deminki deniz, gövden görünmez solungaçlarınıçıkarırken su her yanına mutluluk bulaştırıyor, bu aşina denizdeyüzüyorsun biraz, sen yorulurken su tekrar çekiliyor, çekildiği heryere oda dolarken... kimbilir ne gelecek arkasından, bir başınaçıkamazsın bu yolculuğa, halbuki oda da senin koynunda deniz dekıyıda, korkmayacaksın hiç. korkman gerektiği anda bile. buyolculuk alnına yazılacak kendi kanınla, seni geçirmeye bir tek sengeleceksin, aslında verilmesi gereken bir cevap var, sen mi bu yoluseçtin bu yol mu seni ayırdı kendine?

42

Page 45: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

fenerbekçisi

BÜTÜN EYLEMLERİN İLK ÖRNEĞİOLARAK KENDİNİ RESMETME

ergun kocabıyık

"Gün mü'mine mü'min oldu mir'atMir'atına bah anda gör zât"

N esi mî

Otoportrenin ana teması, bakakalma, hayranlıklakarışık bir şaşkınlıktır. Rembrant'ın, Cezanne'ın, VanGogh'un, aynada yansıyan yüzlerine bakakalmış buressamların ortak konusu, "aynaya yansıyanıyansıtamamak, bir girdap gibi çekip boğan Nergiz'itam uzanmış dokunuyorken ürkütmektir" (1). Gözleriaynadan tuvale, tuvalden aynaya gidip gelenressamın bu davranışını yönlendirebileceknedenler değişik, bir ölçüde de çelişiktir. İnsanadoğal olarak öncelikle Narkissos'u ve benlik aşkınıdüşündürüyor. Aksinde insanı kendine aşık eden,kendinden korkutup şaşırtan bir şeyin varlığı, bedenve ruh ayrımının ortaya çıkmasına neden olmuşkaynaklardan en önemlisi olsa gerektir. Bazıkültürlerde, insan ruhunun kendi gölgesinde veyasudaki ya da aynadaki yansımasında olduğunainanılır. Zulular, içinde yansımalarını alıp götürerekölümlerine sebep olan bir hayvan yaşadığınainandıkları için karanlık su birikintilerine bakmaktankaçınırlar. Melanezya'daki Semer Adası'nda bugölcük vardır, içine bakan ölür. Kötü ruh, sudakiyansımasını yakalayarak yaşamını alıverir insanın.Sudaki suretine aşık olan ve giderek zayıflayıpsonunda ölen güzel Narkissos'un "katilleri" belki debu sudaki ruhlardı.

Sözkonusu kültürlerde gölge ve yansımalar içinsöylenen şeyler, portreler için de geçerlidir.Portrelerin genellikle kişinin ruhunu taşıdığınainanılır. Bu inançta olan kişiler doğal olarakfotoğraf veya resim yoluyla suretlerinin'alınmasından' nefret ederler. Çünkü portre ruhsa yada en azından bir kişinin portresi onun ruhundanbir parça taşıyorsa, bu dolayımla onun canlı birparçasıysa, portreye sahip olan kişi onun bedeniüzerinde öldürücü bir etki yapabilecektir (2). Bugündahi çoğu Ortodoks Museviler, resim çektirmektenkaçınırlar çünkü, fotoğrafları "defnedilmişgörüntüler" olarak adlandırırlar (3). Fakat başka biraçıdan bakıldığında, çağdaşlarından çok, gelecekkuşaklara seslenen Otoportrenin asıl tutkusu ölüme

karşı verilen savaşımı kazanmaktır. Resme, heykele,fotoğrafa dökülmüş bunca yüzün yaşamımızdatuttuğu yeri düşünecek olursak, girişim pek de boşsayılmaz. Her şeyi yok eden zamana, insanimgelerle karşı koymaktadır.

Siyasal ya da dinsel önder ise zamanı yenmeisteğine, bir ülke üzerinde egemenlik kurmakamacıyla, mekanı yenme istemini de ekler. Ne var kihükümdarın imgesinin mekân içinde yayılmasıancak çok yakın bir geçmişte, yeniden çoğaltımtekniklerinin geliştirilmesi gibi teknolojik bulgularlaçözümlenmiş olan kimi maddi güçlükler taşıyordu(4). Ama Tanrı bu soaına daha yaradılışın başındaen yalın ve en ince çözümü bulmuştu: "Ve Allahinsanı kendi suretinde yarattı" (Tekvin, 1: 27) (5).Erkeği ve kadını kendi imgesinde yarattıktan sonra"Verimli olun gelişin, çoğalın, dünyayı doldurun"(Tekvin, 1: 28) demişti. Böylece kendi portresiniyaptıktan sonra, kendi tanıtımını da sağladı (6).Adem ve Havva iyi ile kötüyü bilip, bilgelikkazanarak "Tanrı gibi olmak" (Tekvin, 3: 4-8)amacıyla bilgi ağacının yasak meyvesini yediler vebilmenin bedelini ödemek zorunda kaldılar. Tanrıonlara günah işlediniz demedi; tersine Rab dedi ki:"İşte adam iyiyi ve kötüyü bilmekle bizden biri gibioldu" (Tekvin, 3: 22).

Sufilerin yorumuyla, Tanrı insanı kendi suretindeyaratarak kendini varlık aleminde görmeyi ve kendisırrını kendine açıklamayı istemiştir. Tanrınınkendini gördüğü bu ayna evren, varlıklarınimgeleriyle dolu bir imgelemden yani Ayan-ıSabite (sabit gerçekliklerden yansır. Ayan-ı Sabite,Tanrının sayısız isim ve sıfatlarının suretlerindenoluşmaktadır. Bu suretler, evrendeki tüm varlıklarınyaratılmadan önceki nitelikleri (kendilikleri),tanrının sonsuz bilgisindeki değişmez kaynakbiçimleridir. Arabi'nin ifadesiyle bu suretler aslavücut kokusu almamışlardır yani hiçbir varlıklarıyoktur. Demek ki Tanrı kendini bilmek için kainatamuhtaçtır ve kainat da Allah'ın yansımasındanbaşka bir şey değildir. İşte sufi, Tanrının bu kendinikendinde bilmeye yönelik arzusunu örnek alır.Tasavvufta, bütün varlıklar arasında sadece insan

43

Page 46: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

fenerbekçisi

kendi kaynak biçimini bilmeye muktedirdir vebilinebilecek olan şeyin tümü de budur, ötesisessizliktir. O'na bakıp da, O'nu görmek mümkünolmadığı için Sufi, O'nun imgelemindeki kendisuretini görür. Bu durum görülebilir alemde, ayan-ısabiteyi simgeleyen aynalara bakmaya benzer.Aynaya baktığımızda kendi suretimizi görürüz amaaynayı göremeyiz ve kendimizi görmek için aynayamuhtacızdır. Evren bir aynalar ve yansımalartoplamıdır. Bu aynalar değişik derecelerdeTanrının görünümlerini yansıtır. Aslında yüz birtanedir ama aynalar görülen yüzün sayısını artırır.İnsan, O'nu yaratan en mükemmel aynadır;başlangıçta donuk ve cilâsız bir ayna olan evreninsanın yaratılmasıyla cilalanmış ve böylecetamamlanmıştır. Bu yüzden insan Tanrı katında,bakmakta olan bir gözbebeği gibidir; biz O'nugördüğümüz zaman, kendi nefsimizi görürüz ve Obizi gördüğü zaman kendi nefsini görür (7).

Bakanın celâli (ululuğu) cemalinde (yüzündekigüzellikte) gizlidir. İnsan aşık, Yaratan ise tekmaşıktır. Aşık, O'nun zahiri; maşuk batınıdır. Aşıkkendini görebilmek için maşuka; maşuk kendinigörebilmek için aşıka, aşk aracılığıyla ayna olur.Arabi'nin "seven de benim sevilen de" demesininsebebi budur. Çünkü insan Hakk'ın sureti, Hakk dainsanın ruhudur. Kendi zatını (özünü) kavramakisteyen Tanrı bu yüzdendir ki insanın içini kozmikbir aşkla (bilme isteğiyle) doldurmuştur. Aslındanuzak kalan kişinin gene buluşma zamanı aramasıbundandır. Tanrı doğal olarak kendisindenkaynaklanan varlığı sever, kendisini ona göstermekister. O'nun en büyük arzusu tezahürünün ötekitarafından algılanmasıdır. Bu algılamayı en iyiortaya koyanlar O'na en çok benzeyenlerdir (8).İnsan aklını, bedenini ve ruhunu ne kadar çokarındırırsa, Tanrı'ya o kadar çok benzer. İnsan,Tanrının bir yansıması oluşundan dolayı kendini"parlattıkça" Tanrı'yı daha iyi yansıtacaktır. Mutlakvarlıkla birleşme, benzerin benzeri çekmesidir (9).Bu çekim gücü, yani aşk, yaratanın yarattığınaduyduğu aşk ile yaratılanın yaratıcısına duyduğu aşkolmaksızın yetkinleşemez.

Ermiş, içinde bulunduğu dünyanın bütünündenTanrının varlığını damıtan kişidir. Dolayısıylainsan Tanrı'nın, yani yaratmakta olan biryaratıcının ya da kendini imgeleyen bir Tanrı'nınimgesidir. Bu anlamda bütün tecelli alemi veyakendimiz, bir gerçekliğin suretiyizdir; biz Allah'ınAd'larını tefekkür ettiği bir ayna-imgeyiz. Aslındabir varoluşumuz yok, zaman mekâna yansıtılmış birimgelemeyiz. Burada otoportrenin özüne

ulaşıyoruz. Bir yaratıcıyı tam yaratma anındayansıtan tek portredir bu. Ressam modeline kendinisıkmamasını, doğal olmasını başka bir şeydüşünmemesini söyler. Ama kendi portresiniyaparken aynı öğütleri kendisine veremez. Resminiyaptığı yüz ister istemez gergin, dikkatli, yaratmaçabası içinde olan bir insanın yüzüdür (10). İnsanıkendi suretinde yaratan Tanrı, ötekince daha iyiokunacağını düşünen; bir yüzü betimlerken, birsuretin suretini çıkarmaya çalışırken, kendi yüzüneait bir ipucunu kavramaya yönelen insana ne çokbenziyor. Bu durumda tanrının resmini yapmayakalkışmış ressam yoktur düşüncesi son dereceyanlıştır. Evren, içindeki sonsuz yaratma gücüyleboyuna çoğalan, kendine duyduğu aşkla sarhoş birTanrının otoportresidir. Çizen de odur, çizilen de.

Yaratan ve yaratılan birbirleri için ötekidirler.Ötekilik karşıtlar arasındaki aşk ile ortaya çıkar.Tıpkı karşıt cinsler arasında olduğu gibi, yaratan veyaratılan arasındaki ilahî aşk ilişkisinde dearzuladığımız aslında başkasının bizim içinduyacağı arzudur. "Evrensel anlamda arzu duyulanşey kalıcı bir sevilme duygusudur" (11). Blake'inşirine şöyle bir şerh düşebiliriz öyleyse:Nedir Tanrının insanda aradığıBilindiğini okumak yüzündeİnsanın Tannda nedir aradığıBilindiğini okumak yüzünde (12)

Yaratan ve yaratılanı birbirine bağlayan bilmearzusu, bilincin dışa vurduğu eksiklik duygusunun birözelliğidir. "Ancak arzu, bir istekten daha fazla birşeydir. Temelde arzu, istediğimiz şeyin ne olduğunuadlandıramadığımızı ve istediğimizle i l i şk imizaçısından kim olduğumuzu bilmediğimizi yansıtır"(13). Arzu duyarak, adlandıramadığımız ve aynızamanda benliğin bir parçası olan Ötekiliğiharekete geçiririz. Sufî sadece Tanrıyı bilmeyiistemekle kalmaz, O'nun arzusunu da arzular yaniO'nun kendisini arzulamasını ister. Sufî,aydınlanmaya gerçekleştirmek için varlığınkendisini de ortadan kaldırmayı hiçleşmeyi (fena)ister. Sufî'nin bu arzusu temelde onun Tanrıdanayrılmışlığından duyduğu hoşnutsuzluğun ifadesidir."Bu anlamda, akılsal-olmayanın barınma yeri olanarzu, bütün varlıkların birbirine bağlı olduğuyolundaki evren yasasını ve insanın kendini yoketmeye gönüllü olduğunu ifade eder. Sanki bir türvarlığın korunumu yasası vardır; ve arzu, varlıkkendini sınırın ötesine iterken bu yasanın işleyişinitemsil eder" (14). Sufî, kendini arzulayan Öteki'dir;yani hiçbir zaman kendisiyle basit bir özdeşlikiçinde değildir. Yunus, "Bir ben var, benden içerû"

44

Page 47: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

fenerbekçisi

derken bunu dile getiriyor, bizim, olduğumuzusandığımız şey olmadığımızı söylüyordu.Ötekilik, Octavio Paz'ın ifadesiyle "gündelikeyleyişlerimizin örgüsünde yaşadığımız deneyimolarak, her şeyden önce bizim neysek o olmaktançıkmaksızın başkaları olduğumuz ve neredebulunuyorsak orada bulunmaktan ayrılmaksızın,gerçek varlığımızın başka yerde olması olgusununsürekli algılanışıdır. Biz, bir ötedeyiz. Şu demektirötede: Burada, hatta şimdi, bir yandan şunu veyabunu yaparken (...) Ve de şu demektir: Ben yalnızımve ben seninleyim, her zaman burada olan birne-bileyim-nerede'de. Seninle ve bura'da: Senkimsin, ben kimim, nerelerdeyiz biz, buradayken?"(15)

Ressam kendini çizerken aynadaki suretiyle içsel birdiyalog halindedir, "Bu gördüğüm sen misin?Yoksa ben miyim?" sorusuna, aynadaki: "Ben aslaben değilim, ama benim kendi kendime sorduğumsoruyu dinleyen kişiyim, bir başkasıyım" diye yanıtverir. Ressam ötekiyle konuşurken aslında kendikendisiyle konuşmaktadır. O, kendi kendisiylesürekli diyalog halinde yalnız ve çoğuldur. Biryandan "ben, sen değilim" derken öte yandan "senbenim ben'imsin" der. Ressam için aynadakiöteki'ni kopya edivermek olanaksızdır. Çünkübenzetmek var olanı yeniden üretmektir ve sadecetek bir gerçek vardır; tüm benzetilenler gerçeğinhayaletleridir; daha az gerçek, daha az hakikidirler.Yansıyan gerçek, gerçeğin kendisinden eksiktir. PirSultan'ın deyişiyle, "insan doğarak eksilir" çünkü.Dolayısıyla ressamın tek yapabileceği, gördüğünükendi tekniğinin yarattığı koşullara çevirmektir.Ayna aracılığıyla oluşturulan resim, asıl'ın tam birkopyası olamayacaktır. Modelin aynadaki yansısıbir sanat eseri değildir ama bir sanat eseri olarakotoportre, modelin aynadaki sureti ile aynı gizemlibüyüyü paylaşır. Oysa aynadaki suretin, otopoıtreyedönüşümünün gizemini sözcüklerle vermek sonderece zordur. Gördüğümüz şeyleri istediğimizkadar anlatalım ve söylenmekte olan şey imgeler,eğretilemeler, kıyaslamalar aracılığıyla istendiğikadar gösterilmeye çalışılsın görünen şey hiçbirzaman söylenen şeyin içine sığmayacaktır.Hurufilik, yazı ile resmi birbirine karıştırarakgeliştirdiği kaligrafik tasvirlerle bu güçlüğü aşmayaçalışmıştı.

Yabanıl YüzYüz birçok yaban toplulukta özel bir önem taşır.Brezilya'daki Kaduveo'lar toplumsal mevkilerini yüzve vücutlarına çizdikleri resimler ve dövmelerlegösterirler. Yüzleri, kimi zaman da bütün vücutları

incelikli bir geometrinin eseri olan motiflerlekaplıdır. Bunları ilk kez tespit edip betimleyen,1760'tan 1770'e kadar aralarında yaşayan cizvitmisyoner Sanchez Labrador olmuştur (16). Yüzeçizilen her motif tıpkı çizili olduğu yüz gibi hembirbirine benzer hem de birbirinden farklıdır;temel özellikleri aynı olmakla birlikte, özgün birnitelik taşır. Levi-Strauss'un aralarında bulunduğu1935'lerde Kaduveo'lar sadece süslenmek içinboyanıyorlardıysa da geçmişte- bu göreneğin dahaderin bir anlamı vardı. Kaduveo'lar, beyaz adamıkendisi gibi boyanmadığı için aptal sanmaktadırlar.İnsan olmak için mutlaka boyanmak gerekir; doğalhaliyle kalanın hayvandan farkı kalmaz. Bunun tekbir istisnası vardır: Yaşlılar, sadece onlar buresimlerle vakit kaybetmezler; geçen yıllarınyüzlerinde bıraktığı kalıcı motiflerle yetinirler (17).Pek çok yaban toplumda yaş ve bilgi birbirlerinebağlıdır. Kişi yaşlandıkça bilgeleşir, bilgeleştikçebilgiyi içselleştirir. Bilgi giderek bir söz olmaktançok ben'e yazılı bir kayda dönüşür. Söz yerinisessizliğe bırakır, bu kez beden konuşmaya başlar.Yabanıl, yüzünü resimle "süsleyerek" kendini birküçük kozmos haritası olarak göstermektedir.Böylece kendindeki ilahî imgeyi ortaya çıkarmaktave bu onu biricik kılmaktadır. Herkesteki bu'başkalık1 aynı zamanda bir 'ayrılık'tır. Yüze çizgiliresim yabanıla önce onun toplumsal hiyerarşidekiyerini belirlemekte ve sonra ona insan olmanınözsaygısını kazandırmakta, böylece akı ls ızhayvandan insana geçiş sağlanmaktadır.

Levi-Strauss, yüz resimlerinin, bir mikro kozmosolan köyün, kozmosun temel yapısını örnekleyenyerleşim düzenini simgesel olarak yansıttığınıgöstermiştir. Demek ki kozmosun mimarisi ileköyün ve insanın mimarisi birbirine benzer. Bumimari düzen, toplumsal örgütlenmenin demimarisini oluştuaır. Örneğin Bororolar için, insanbir birey değil bir kişidir; Sosyolojik bir evreninunsurudur. Kendisi de göksel varlıklar, meteorolojikolaylar gibi başka canlı varlıklardan oluşan fizikselevrenle birarada varolagelen köyün bir unsurudur.Köyü oluşturan şey ne toprağı ne de kulübeleridir.Onu oluşturan, her köyde yinelenen belli biryapıdır (18). Bilgeler geleneği sürdürmek için birkozmoloji geliştirmişler ve bunu köyün planınaişlemişlerdir. Geleneksel toplumlarda Beden/Yüz,ev ve evren özdeştir. Bu yüzdendir ki misyonerler,Yabanılları Hristiyanlaştırmanın tek yolunun köyünyapısını bozmaktan geçtiğini anlamışlardır. Yapısıbozulmuş bir köyde yaşayan yabanıllar gelenek (19)düşüncesini veya başka bir ifadeyle yüzlerini çokçabuk yitirmektedirler (20). Modern toplumların

45

Page 48: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

fenerbekçisi

insanından farklı olarak arkaik toplumların insanı,mitlerle aktarılan bu temel yapıyı yinelediği ölçüdevarolabilmektedir. Bu örnek yapı evrenin heryerinde tekrarlanır. Bu temel yapıyı bilmek demek 'şeylerin kökenindeki sırrı da öğrenmek demektir.Bu sır, onlara nasıl yaşamaları gerektiğini öğretir.Bu yüzden dinsel ve toplumsal hayat içicegeçmiştir. Dünyadaki her eylem, ancak bir arketipitaklit veya tekrar ettiği ölçüde gerçek olur. Buanlamda gerçek yalnızca tekerrür veya katılmayoluyla kazanılır. Örnek modeli olmayan her şeybir gerçeklikten yoksundur.

Birçok yaban toplumda görüldüğü gibi bir ev inşaaetmek, temelde dünyanın yaradılışını tekraretmektir ve bir inşaa ayiniyle yerine getirilir. Ev,inşaa edilmeden önce yere çakılan kazık, başınıoynatarak dünyayı kaosa dönüştüren yılanı veyabalığı hareketsiz hale getirir ve evin temelinidünyanın temeline yerleştirir (21). Kaduveo'nunyüzüne çizdiği resim bir imago Mundi'dir, yaniDünyanın imgesi'dir; başka bir değişle minyatür birkozmostur. Sözkonusu resmin yüze çizilmesiylekozmogoni yinelenmiş olur. Böylece Dünyanınyaratılışıyla simgesel olarak zamandaş kılınan kişi, oen eski bütünlük içine dalar; başlangıç zamanındaYaradılışı olanaklı kılan o akıl almaz güçlerinbenliğini sarmasına izin verir; böylece tarih denendindışı zamandan çıkıp kurtulur, bizzat kendi olur.

Yüzün İhtişamıRitüellerde kullanılan maskeler birer suret; temsilettiği mitolojik varlığın gerçek görünüşü olaraksaygı görür ve algılanır. Herkes maskeyi bir insanınyaptığını ve taktığını bilir ama maskeyi takan,maskenin rol aldığı ritüel boyunca Tanrıylaözdeşleştirilir. Tanrıyı sadece temsil etmez, otanrıdır. Görüntünün maskeden, mitolojik varlığaait olmasından ve insandan oluştuğu gerçeğiunutulur ve hiçbir uyarı olmaksızın olayın hemizleyicilerin hem oyuncunun duygularına tam etkietmesi sağlanır. Yani normal dünyevi evreninmantığından, her şeyin 'inandırma1 ve 'sanki'mantığıyla varoluşunun yaşandığı kabul edilen birevrene geçilir. Bu yolla dünya sıradanlıktan biranda mucizeye dönüşür. İnsan kutsal bir yeregirmekle veya ayine katılmakla 'kendinden başkası1

olur, büyülenir; kendine sahip çıkma mantığındansıyrılır ve bütünleşme mantığının gücüne kapılır.İnanç, metafizik yanıy la yaşamın bütünyasalarından önce gelen ve onları yaratan genelyaşam isteğini ifade eden şenliğe daha derindenkatılma yolunda atılmış bir adım; benlikduygusunun olabildiğince bastırılması ve katılım

duygusunun geliştirilmesidir (22). Bütün mistikçabalarda esas hedef, benlik damgasının Bütün'ünokyanusunda erimesidir; nefsinden sıyrılmak veYüz'e kapılmaktır. Bu yüzden kutsal mask bir nesnedeğil gerçek bir varlık olarak düşünülür, sankicanlıymış gibi değerlendirilir ve bazı saflaştırmatörenleri gerçekleştirilene kadar takılmaz. Aynışekilde kutsal mask yapımcısı da belli bir çilecidisiplin almak zorundadır.

Hefta'lı Aziz Germide (1256-1302) "ve sen ne zamanmutluluk bağışlayan ve arzu uyandıran yüzünle benhakire yaklaşsan, senin kutsal gözlerindenbenimkine yansıyan ışığı, söze gelmez,canlandırıcıyı hissederim" diye yazmıştı. "Benimiçime tamamıyla nüfuz eden bu ışık her uzvumda etve kemiğimi iliklerime kadar eriten muhteşem biretki yaratır; bütün özümün kendis iyleanlatılamayacak kadar neşeli bir biçimde oyunoynayan kutsal bir nurdan başka bir şey olmadığını;ruhuma eşsiz bir huzur, neşe saçıldığını hissederim"(23). "Yüzünü benden hiç saklama. Ölmemekamacıyla seni görmek için öleyim" demişti AureliusAugustinus (354-430) (24). Cusa'lı Nicholas,"Tanrım, yüzün ne kadar muhteşem" diye yazmıştı.Ona göre, Tanrının yüzünü, genç bir adam genç,yaşlı bir adam yaşlı bir yüz olarak görüyordu. Amabu tek tek yüzlerin gerçek biçimini kim hayaledebilirdi; hepsi gibiyken herbiri gibi, hiçbirideğilmiş gibiyken mükemmel biçimde her biri olano yüzü kim tasarlayabilirdi? Tanrının yüzünügörmek isteyen bir kişi, olası bütün yüz formlarınınötesine geçmek zorundaydı. Peki, bütün yüzlerinötesine geçince o yüz nasıl hayal edilebilirdi?İnsan Tanrının yüzüne ulaşmak için belirli birkavram oluşturmaya başladıkça O'nun yüzündenuzaklaşıyordu çünkü bütün yüz kavranılan O'nunyüzünün yanında yetersiz kalıyordu. Öyleyse heryüzde örtünmüş olarak duran Yüzler Yüzü'nügörebilmek için Tanrının yüzüne ait belli birkavram ve bilgi içermeyen gizli ve mistik birsessizliğe girmek gerekiyordu (25). Çakıp yitiverenbir şimşek süresinde aydınlanan bu sessiz karanlık,Tanrının yüzünün, bütün örtülerin ötesinde oradaolduğunu belli edecekti. Tanrıya ulaşmak için O'nusezme sevgisine kendini bırakmak gerekir. Tanrınınyüzüyle karşı karşıya gelme, O'nunla, o'nusezebilenler arasında sözkonusu olan bir etkinlik(esrime) a rac ı l ı ğ ıy la olmaktadır . Çünküanlaşı lamayanın, dile getirilemeyenin eldeedilmesi ancak, anlaşılmayan ve dile getirilemeyenbir durumla olanaklıdır. Bu esrime anında zamanzaman O'nu görebiliriz; daha doğrusu O, kendinizaman zaman bize gösterir.

46

Page 49: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

fenerbekçisi

Tanrıyı aramak üzere kendi labirentinde dolaşandervişi çeşitli tehlikeler beklemektedir. Butehlikeleri açıklamak için Talmud ustaları, dörtbüyük bilgenin: Ben Azai, Ben Zoma, Ben Abuyahve Rabbi (26) Akiva'nm öyküsünü anlatırlar. Dördüde Tanrının yüzünü görmeyi başarmıştır. İçlerindenen yaşlı ve en hazırlıklı olan Rabbi Akiva, bilinçüstü düzeye ilk ulaşan kişi olmuştur. Diğerlerini,uyanıklık bilincine dönüş yolunda bekleyentehlikelere karşı uyarmış, zihinlerinin yaratacağıhayali görüntülere yenilmemelerini öğütlemişti.Rabbi Ben Azai Tanrının yüzüne baktı ve o an öldü,çünkü ruhu kaynağına ulaşmayı o kadar çokistiyordu ki, ışığı görür görmez hemen fizikselbedenini üzerinden sıyırıp attı. Bilgi karmaşasındantam olarak sıyrılamamış Ben Abuyah, Tanrınınyüzüne baktı ve bir yerine iki yüz görerek anındakafir oldu. Ben Zoma baktı ve aklını kaçırdı çünküolağan yaşamla ruhani deneyimi uzlaştıramadı.Yalnızca mükemmel uyuma sahip Rabbi AkivaTanrının yüzünü gördü ve geri döndü (27).

Mutluluğun asıl yaşandığı an, esrime anıdır. Buyüce mutluluğun kaynağı ise Tanrıdır. Öyleysebilgelik Tanrıya kavuşmadır. Ama önce Tanrıyıaramak gerekir; Tanrıyı aramak ise insanınkendisini aramasıdır. Tanrı, hakikatin kendisidir ve"Deus in homine"dir yani Tanrı insandadır ve"Homo in Deo"dur, insanın kendisi de Tanrı'dadır(28).

Hurufilikte de yüz, kalbin aynasıdır. Kalpteki iyiveya kötü nitelikler gizlinimiz bir biçimde yüzeyansır. Derinden görünüş alanına çıkar. Kalp, Varlıkile özdeşleşme noktası olduğu gibi keşfin deorganıdır. Bir hadise göre Allah şöyle buyurur:"Beni yer ve gökler taşıyamaz, ama mümin kulumunkalbi taşır". Klabin en derin merkezine "sır" denir.Burası yaratılanın yaratıcısıyla karşılaştığı birnoktadır. Öte yandan kalp, ruh (dikey unsur) ilenefsin (yatay unsur) kesişmi noktasıdır. Kalpkendisine hayat veren bu iki unsurun savaşımındımgalip çıkanın karakterine bürünür. Duruma nefs(ben, psişe) egemen oldukça kalp nefs ile örtülür.Nefs, " dünyanın suç ortağıdır. Çünkü o, biçiminkozmik koşulunu edilgin bir biçimde kabul eder.Biçim böler ve bağlar, oysa biçim-üstü olan ruhherbir şeyin nitel birliğini doğrulayarak birleştirir.Eğer nefs değil de kavgada ruh üstün çıkarsa kalp,onun mahiyetine dönüşecek ve aynı zamandaiçinde yayılacak olan nur'la nefsi de değiştirecektir.İşte o zaman kalp, asıl mahiyetiyle kendini belliedecektir. Asıl mahiyeti ile, yani, insandaki ilahî

sırr'ın mişkatı [kandili] olarak" (29). Hurûfîkaligrafik resim-yazıların bakışımlı iki yarısı, kalpleyüz arasındaki yansıma yansıtma ilişkisini gösterirgibidir. Yüz ya yüreğin iyi nitelikleri ile parlayacakya da kötülüğü yüzünden kararacaktır (Kur'an, 10: 26,3: 106, 80: 38, 75: 22-23). Aydınlık yüz parıltısınıRabden alıp kalbe aktaran ve kalpten alıp Rabbeyansıtan reflex bir aynadır. Yüz insan ile yaratıcısıarasında iletişimi olanaklı kılan bir araç dahası birevrendir. Bu yüzden yüz bedenin de en önemliuzvudur. Sırra erdikçe mümin, sırlı bir ayna gibidaha iyi yansıtır Rabbini; tersine ondan uzak kaldığısürece kalbi de O'nun nurundan uzak kalacak veyüzü kararacaktır. Bu karanlık yüz Tanrı'dan 'alan'ama O'na Vermeyen' bir insanı yansıttığı içindir kiTanrı'nın ışığını soğurur, O'na geri yansıtmaz çünküyansıtmayı sağlayacak sırrı yoktur veya eksiktir.

Budizm'de olduğu gibi bir aynanın doğasındaparıldamak olduğu gibi, bütün varlıklar dakökenlerinde manevî bir ışığa sahiptirler. Ancaktutkular aynayı kararttığı zaman, üzeri sanki tuzlakaplanır. Mürşidin örgütleriyle yanlış düşüncelerinüstesinden gelindiğine ve bu düşünceler yokedildiğinde, tutkular da geri plana çekilir. O zamankalp doğası gereği aydınlanır ve bilinmedik bir şeykalmaz. Bu tıpkı bir aynayı parlatmaya (sırlamaya)benzer. Tannyla her zamankinden daha yakın birhale gelinen ibadet anında da O'nun ışığını,parıltısını daha iyi alabilmek için doğru yöneyönelmek gerekir. Bakara suresinde (144. ayet)nerede olunursa olunsun artık yüzlerin Mescid-iHaram'a çevrilmesi istenerek yeni Kıble bildirilir.Mescid-i Haram, peygamberin Göğe doğru yaptığıyolculuğun başlangıç noktası, Tanrı'yla iletişiminmükemmel olduğu bir merkez'dir. Öyleyse ibadethalinde bu merkeze yönelmek, manevi olarak oradabulunmak; Tanrı'nın ışığını, o yansıtan noktanınaracılığıyla yüzüne, yüzünün aynasıyla kendi içineakıtmaktır. İçsel ayna (gönül), yüz (dışsal ayna) vemerkezi nokta arasında, O'na yönelik olduğu sürece,Tanrısal ışığın sürekli yansıması sözkonusudur.Kutsal dünyanın merkezi olan Kabe, her yerdeki vehiçbir yerdeki kutsal nokta olarak her yeredönülürse dönülsün Allah'ın yüzünün göründüğübir yerdir, yani insanın yüreğidir. Şebüsterhi,Gülşen-i Raz (Sır Bahçesi) isimli eserinde "Karşınabir ayna al da bak! Oradaki aksi gör! Hele bir dahabak! O akis nedir ki" demişti. Bu soruyu ilk kezkimin sorduğunu bilmediğimiz gibi, ilk yüzü detanımıyoruz.

Yaşamımızın bir döneminde kendi yüzümüzünbiricikliğini farkeder ve onun gerçekliği karşısında

47

Page 50: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

fenerbekçisi

şaşkınlığa uğrarız. Bu duygu bizi bilinçli olaraksorduğumuz bazı sorulara yanıt aramaya doğrusürükler. Aynada yansılanan o yüz nedir? Bu,insanın karşısına çözmesi gereken bir varlık sorunuolarak dikilir. O, taş üzerine bilinmeyen bir dildeyazılmış okunaksız bir metin gibidir; O, durmadaniçine, derinliklerine döndüğümüz bir sırdır. Bu sırrıçözmek için Yüz'ü okumak gerek.

notlar(1) Enis Batur, Başkalaşımlar, sf.223, YKY, 1992(2) James G. Frazer, Altın Dal, cilt l, sf.143-145,Payel 1991,(3) Perle Epstein, Kabala, Yahudi MistiklerininYolu, sf.172, Darma 1993.(4) Burada modernizm karşıtı düşüncede, dünyanınimgesiyle teknik arasındaki ters ilişkiyi hatırlatmaktafayda var. Octavio Paz'ın dediği gibi bizimle dünyaarasına yerleşen teknik, görünüşümüzü engeller.Tekniğin çağı, bir yönüyle, eski uygarlıklarınevrensel ritmlerinden kopuştur. Teknik, dünyanınimge halindeki yadsınışı üzerinde temellenir ve obu yadsınma yüzünden tekniktir. Dünyanınçehresinin yitirilişi tekniği mümkün kılar. Bkz.Octavio Paz, Modern İnsan ve Edebiyat, sf.48,Remzi, 1993,(5) Aynı ibare İslamî gelenekte hadis olarak yeralır.(6) Michel Tournier, Kısa Düz Yazılar, sf. 110, YKY,1993.(7) Muhiddin-i Arabî, Füsus Ül-Hikem, sf.30,MEB,1992. Ayrıca burada göz, ayna ve görmeilişkisinin eski tıpta da karşımıza çıktığını belirtmekilginç olabilir. M.Ö. 6.yy Grek tıp adamlarındanAlkmaion, gözün saydam kısmının, dış dünyadakinesneleri yansıtan ve bunların görüntülerini 'ışıkgetiren yoldan1 (görme sinirlerinden) beyineaktaran bir çeşit ayna olarak kabul etmişti .Hippokrates'in aktardığına göre, gözün kendisi gibisaydam olan bu ince tabakalarının sayısı pekçoktur. Bu saydam-olanla ışığı ve tüm nesneleriyansıtır. Ve görme bu yansıtılmış olan vasıtasıylamümkündür. Bkz. Wilhelm Capelle, Sokrates'tenÖnce Felsefe, cilt l, sf.95, Kabala, 1994.(8) Seyyid Hüseyin Nasr, İslam KozmolojiÖğretilerine Giriş, sf.239, İnsan, 1985.(9) Büyük Albert ve Akino'lu Thomas'nın bağlıoldukları içrekçi bir okulun simgeciliğinde, düzüçgen Tanrısallığı, ters üçgen (Suların aynasındakiters yansısı olarak Tanrı'nın görüntüsündenyaratılmış) insan doğasını temsil eder. Bu ikidoğanın (Lâhüt ve nâsüt) birliğinin simgesidir. LeSymbolisme de la Croix'dan aktaran Michel

Valsan, İslam Maneviyatı ve Batı, sf.77, İnsan, 1995.(10) M. Tournier, a.g.e., sf.95.(11) Joel Kovel, Tarih ve tin, sf.67, Ayrıntı, 1994.(12) Orijinali şöyle,Nedir erkeğin kadında aradığıDoyrulmuş arzuyu okumak yüzündeKadının erkekte nedir aradığıDoyrulmuş arzuyu okumak yüzündeaktaran, J. Kovel, Tarih ve Tin, sf.67, Çeviren, HakanPekinel.(13) J. Kovel, a.g.e., sf.149.(14) J. a.g.e., sf.152(15) O. Paz. a.g.e, sf.53(16) Claude Levi-Strauss, Hüzünlü Dönenceler, sf.186, YKY, 1995(17) a.g.e., sf.194(18) a.g.e,. sf.243(19) Bu yazının bağlamında kullanılan gelenekkavramı, ilahî kaynaklı bir hikmetin aktarılması veuygulanması anlamındadır. Bu ilkesel bilgininkökleri, kutsal olandadır. Çünkü o, Kutsalı oluşturanGerçeklikten kaynaklanmaktadır. Bu bilgi, bilen vebilinen ikil iğini ortadan kaldıran tevhidi birbilgidir. Bu Birlik hem kutsalın kaynağı hem dekutsalı hissedenleri Birliğe, yani kendisine götürenşeydir. Bu sebeple gelenek zaman içinde kutsalkaynağıyla bağlantısı kopmaksızın devam eder.Özünde değişmez ama bu değişmeyen temelüzerinde farklı kültürel ortamlarda kendi kendiniyenileyebilir. Geleneğin içindeki her yenilenmedeğişmez temelin yinelenmesidir.(20.) C. Levi-Strauss, a.g.e, sf.243(21) Mircea Eliade, Ebedî Dönüş Mitosu, sf.3'1,İmge, 1994.(22) Joseph Campbell, İlkel Mitoloji, sf.31, İmge,1992.(23) a.g.e, sf.95(24) Betül Çotuksöken, Saffet Babür; OrtaçağdaFelsefe, sf.57, Kabala, 1993.(25) Joseph Campbell, a.g.e, sf.62.(26) Rabbi: Üstad. Bütün Yahudi din bilginleri içinbu unvan kullanıldığı gibi günümüzde BatıdakiHahamlara da Rabbi denmektedir. Haham veçoğulu olan Hahamun yalnızca doğuda kullanılanbir deyimdir.(27) Perle Epstein, a.g.e, sf.24.(28) B. Çotuksöken, S. Babür; a.g.e, sf.52(29) Titus Burckhardt, İslam Tasavvuf DoktrinineGiriş, sf.29-30, Ribat, 1982

48

Page 51: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,

HAYALET GEMİİki Aylık Dergi

Sayı 25 Temmuz/Ağustos 199560000 TL KDV Dahil

Sahibi

TEKNOFİLTeknoloji Tasarım Limited Şirketi adına

Adnan KURT

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Sedef ERKMAN

Yazı Kurulu

Sedef ERKMANMurat GÜLSOY

Nazlı ÖKTENPınar TÜREN

Halide VELİOĞLU

Katkıda Bulunanlar

Nejat AKSOYZeynep AKTÜRE

Coşan BORAÇiğdem ÇALKILIÇ

Gül ÇETİNOrhan Cem ÇETİN

Ayşe DÜZKANZeynep GÜNSÜRBayram KETEN

Ergun KOCABIYIK

Kapak Tasarımı

Yalçın KARACA

Baskı

NET Matbaacılık

Eğer Hayalet Gemi ileilişki kurmakistiyorsanız...

Herhangi bir evin loşodalarından birindegözlerinizi kapatın.

Ve karanlıkta bir koltuğakendinizi bırakıp,geçmişi ve geleceği

veen önemlisi bugünü

düşünüp sorular sorun.Sonra

yaklaşmakta olanHayalet Gemi ' yi

düşleyin.

Ya dabize yazın.

49

Page 52: Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz · Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğiniz o açık denizlerin gecesinden çıkıp gelen hayalet geminin sisli şehir caddelerinde,