68

Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizRASTLANTI MADDE VE ÖZGÜRLÜK paul veyne 20 uçan hollandalı GÖLGE DEVLET VE KORKU FİLMLERİ murat gülsoy 26 üstü çizilmiş

  • Upload
    others

  • View
    8

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Başka bir dünya olduğuna yemin edebileceğinizo açık denizlerin gecesindençıkıp gelen hayalet geminin

sisli şehir caddelerinde,köy mezarlıklarının tarlalarla kesiştiği boşluklarda,

çocuk parklarında ve kurgusu boşalmışluna-parklarda, sandalyeleri ters çevrilmiş

meyhanelerde, okuyucuları çoktan yokolmuşkütüphanelerin ıssız koridorlarında gezindiğinimutlaka birileri fısıldamıştır kulağınıza. Hatta

geceleyin birdenbire havlayan köpeklerin nedenürktüklerini o zaman hissetmişsinizdir.

Ya da tüm bunlar uyku ile uyanıklık arasındayaşanan türden bir hayal...

seyir defteri

Belirsizliklerin ve rastlantıların masal ülkesi gittikçe daha çokkuşatıyor zihnimizi. Akrep ve yelkovan bizi sona doğru kovalarken tekbeklentimiz netlik. Oysa rastlantıların dehşet verici uzayından kaçan

görüntümüz belirsizleşiyor.Bir an için bile olsa, kendimizi bulabilecek miyiz?

içindekiler

kapak tasarımıyalçın karaca

4kılavuz kaptan

RASTLANTININ KAYBOLAN T'SİÜSTÜNE FELSEFİ İKİLEME

zeynep direk

6ölüdalga

TRAMVAY VARKEN OTOBÜSEBİNEREK YAŞAMAK

faruk ulay

8med-cezir

MENDEL KİTAPLIĞIdantel c. dennet

11başka bir dünya

GAİP CİNAYETLERİmehmet açar

18çıkmaz sokak

RASTLANTI MADDE VE ÖZGÜRLÜKpaul veyne

20uçan hollandalı

GÖLGE DEVLET VE KORKUFİLMLERİ

murat gülsoy

26üstü çizilmiş kişiler

TUĞCU, O. HENRY, ROBINSONCRUSOE, ALTHUSSER VE BEN

nazlı ökten

27düşdeğirmeni

HERŞEY BİR ANDA OLDUorhan cem çetin

28kara göründü!

SCHRÖDINGER'İN KEDİSİheinz r. pagels

31zehiradasıAMBER

faruk ulay

36yanlış pusula

KADERİN ŞU ANA DENK DÜŞTÜĞÜNOKTA

pınar türen

39sisdüşleriKONTES

ahmet ortaçdağ

42mezartaşı

İNSANSONRASIUnda s. kauffman

44gizli hazine

ZAMAN VE ANLATIpaul ricoeur

46bodoslama

BENDEN HABERSİZ BENANLATILIYORUM

derya erkenci

48yakın gölgeler

SANAL YANILSAMA YA DADÜNYANIN OTOMATİK YAZISI

jean baudrillard

51dejâ vu

DİŞLERergun kocabıyık

52denizkızlarının şarkısı

BAHÇEYİ ÖLDÜRMEKnil kıvılcım erdoğan

54kimsesiz çığlık

YAŞLI KİRACIrecep demir

56deligömleği

ODİSEM SANAsedef dicle yaşatılan

61yalnızlığın oyuncakları

SIRADAN BİR MUTSUZUN İÇİNDEKİSES

ayşe yaldız

63şeytanminaresi

ŞEYTANLA SAVAŞMAK BİRTESADÜF DEĞİLDİ

mustafa toker

HAYALET GEMİİki Ayda Bir Yayınlanır

Sayı 29 Mart / Nisan 1996100 000 TL KDV Dahil

Sahibi

TEKNOFİLTeknoloji Tasarım Limited Şirketi adına

Adnan KURT

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Sedef ERKMAN

Yazı Kurulu

Sedef ERKMAN Murat GÜLSOYNazlı ÖKTEN Pınar TÜREN

Halide VELÎOĞLU

Baskı

NET Matbaacılık

Yazışma Adresi

Teşekkür

Ankara, Eskişehir, Bursa ve İzmirDağıtımında Emeği Geçen

Batur ŞEHİRLİOĞLU'na,Oya DEMİR'e

Şerif İZGÖREN'eMürşid SERTAL'ateşekkür ederiz.

kılavuz kaptan

RASTLANTININ KAYBOLAN T'SI ÜSTÜNEFELSEFİ İKİLEME

zeynep direk

A. Rastlantınınmetafizik içinde bir yeri

yoktur, ama metafizikrastlantının yendir.

Bunu bir metaforyardımıyla

gösterebilirim.Rastlantıyı bir ev sahibi

olarak düşün, bütünmisafirlerini oturtup

kendisi ayakta kalmış.Misafiri karşısında

evsabibi gibidavranmamaya,

mülkiyet hakkını,bireyinin temelini,

silmeye çalışsın. Amabunu yapabilmesininasgari şanı da evin

kendisinin olmasıdır.Rastlantı metafiziğin evsahibidir. Ama kendisinimisafir karşısında silen

evsahibi misafirinmisafiri haline gelir.

A. Baktım ki rastlantının 't'sini söylemiyor ve hatta kimi zamanyazmıyorum. İçime bir kurt düştü; 't'yi unuttum da, geriye bir tereddüt mükaldı? Belleğimde 't'nin bir izi olduğunu farketmem rastlantı mı yoksasistemli dilsel mezar kazıcılığının beklenebilecek bir sonucu mu? Bir harfinkaybı üstüne mezarlıkta başlayan biraz felsefi bir dedektiflik hikayesikurulabilir mi dersin? Kayıp hikayeleri hiçbir zaman tam olarak anlaşılır biranlatı haline getirilemez. Kayıpların bilinçaltında ve kabuslarında ağır birşekilde bünyene ulanmış olan tarafları, birşeyin işareti de olabilir... Gizliceöldürülüp, merasimsiz gömülenler artarken, şu soruyu soralım istersen:Neden tarih boyunca insanlar için usulü ve yordamıyla gömülme bu kadarönemli olmuş? Hegel'in acılı tarihimizi devletin Antigone'ye erkek kardeşiniusulüyle gömme iznini vermemesiyle başlatması bir rastlantı mı? Hayaletedönüşebilenler, belli bir yeri olmayanlar, ve dolayısıyla da başıboş vedenetlenemez bir şekilde rastlayabilenler, usulsüz gömülenler olabilir mi?Herşeyi, 'hayatı' güvence altına alabilmek için ölülerimizin yerini aklımızdatutmalıyız, tutabilmeliyiz. Cenaze rituelleri hafızamızda bu unutulmazhatırayı inşa ederek, ölülerin bize geri dönmemesini sağlar. Ritüelsizgömülenler, bilincin her hangi bir düzeyini, herhangi bir zamanda işgaletmek için geri dönebilirler. Bu da kurulu düzenin felaketi olabilir...

B. İlk olarak farkettiğim şey rastlantının metafizikte bir yeri olmadığıydı.Ama rastlantı olmasaydı metafizik de olmazdı. Rastlantı metafiziğin yersiztemeli mi yoksa? İşte, 't' ile başlayan bir kelime bulduk: temel... Metafizik hepbir temel sorusudur. Rastlantı yersizdir demiştim, yani temelsizdir. Kendisitemelsiz olan birşeyin temelliğini düşünmek sana zor ama zorunlu geliyor.Haklısın.

A. Rastlantının metafizik içinde bir yeri yoktur, ama metafizik rastlantınınyeridir. Bunu bir metafor yardımıyla gösterebilirim. Rastlantıyı bir ev sahibiolarak düşün, bütün misafirlerini oturtup kendisi ayakta kalmış. Misafirikarşısında evsahibi gibi davranmamaya, mülkiyet hakkını, bireyinin temelini,silmeye çalışsın. Ama bunu yapabilmesinin asgari şartı da evin kendisininolmasıdır. Rastlantı metafiziğin ev sahibidir. Ama kendisini misafirkarşısında silen evsahibi misafirin misafiri haline gelir.

B. Rastlantı, beklenmedik anda gelen ve hayat döngümüzü aksatıp bölen birmisafirdir.. İnsanın başına gelen bazı şeyler ve belki de gerçekten başınagelenler, geliyorum demezler. Gelenin gerçekten kim ya da ne olduğuna vebu gelişin hayatımızı nasıl etkilediğine ancak o çoktan gittiğinde kararveririz. Yoksa bu rastlantı, bu gelen, geleceğin ta kendisi olmasın? Rastlantıolmasa geleceğin kapıları bize açılabilir miydi?

A. Rastlantı'nın bir kaynak olması onun bize gelecek boyutunu açmasındayatar. Hem misafir hem de evsahibi, hem alan hem veren...

4

kılavuz kaptan

B. Misafirperver sefere çıkana özen gösteren demekmiş. Seferde ya daserüvende olanın işinin rastgelmesine yardım eden, onu kabul eden.

A. Metafiziğin serüveni rastlantı olmadan rast gidemese de, metafiziğiniçinde rastlantıyı düşünmek hemen hemen imkansız. Peki ya dışında? Yaötesinde? Sakın rastlantı metafizikten de öte olmasın, sakın etiğin temelsiztemeli rastlaşma olmasın?

A,B. Birbirimize baktık, sanki rastladık...Rastlantı, kendisini bilinecek birenformasyon parçası gibi sunmayan. Bilmediğimiz, anlayamayacağımızhalde rastlantıya, birbirimize, saygı duyduk. Söylemek bile güzel.

A. Rastlantıya misafirperver olan hayata misafirperver olur. Başkasınarastlayamayan kendisine de rastlayamaz. Rastlantı zapt-ı raptaalmamayansa, dış mihraklı olsa gerekir. Dışsallığın ta kendisi. Ama hiçbirkomplo teorisini doğrulamak için kullanılamayan bir dışsallık... İşte 't' ilebaşlayan bir kelime daha: teori... Rastlantının bilinmezliği olgusal değil,temel, yapıya içkin bir bilinmezliktir. Rastlantı teorisi yapılamayandır.

B. Hafızayı yaratan rastlantıdır, ama çözümleyici bellek rastlantıyı unutur.Gerçek rastlantıyı unutursun, unuttuğunu da unutursun. En büyük felaket vekurtuluş bir arada.

A. Rastlantı ortaya çıkışın kendinden habersiz kaynağı... Sophokles'intragedyasında İlahi Yasa ile İnsani Yasa'nın çarpışmasını bir rastlantıbaşlatır. Hegel kaynağı düşünmeye çalıştığında bu rastlantıyı düşünmekzorunda kalmadı mı? İşte, 'tarih','tabiat'... 't' ile başlayan kelimeler. Bunlardarastlantı yok, rastlantı bunların kesintiye uğraması. Rastlantı bunlarınkendileri değil, başlangıçları ve sonları. Yasayıcı olamayan, öncesidüşünülemeyen, hesabı kitabı tutulamayan... Rastlantı matematiğin karşıtanlamı mı?

B. Felsefi olarak rastlantıyı düşünmek deliliğin felsefeyle sınırında kendinebir yer aramak. Deli, felsefeciyle barıştığında düşünce rastlantıyamisafirperver davranabilir. Deli rastlayansa, kafasını rastlantıyla bozmuşolansa, rastlantıyı düşünebilen, bekleyebilense, biraz daha delirerek usulsüzgömülmüşlerle barışabilir miyiz? Yoksa tarihin sonunda usulsüz gömülenlerve biz birbirimizi bekleyecek miyiz?

A. Rastlantıyamisafirperver olanhayata misafirperverolur. Başkasınarastlayamayankendisine derastlayamaz. Rastlantızapt-ı raptaalmamayansa, dışmihraklı olsa gerekir.Dışsallığın ta kendisi.Ama hiçbir komploteorisini doğrulamakiçin kullanılamayan birdışsallık... İşte 't' ilebaşlayan bir kelimedaha: teori...Rastlantının bilinmezliğiolgusal değil, temel,yapıya içkin birbilinmezliktir. Rastlantıteorisi yapılamayandır.

B. Hafızayı yaratanrastlantıdır, amaçözümleyici bellekrastlantıyı unutur.Gerçek rastlantıyıunutursun, unuttuğunuda unutursun. En büyükfelaket ve kurtuluş birarada.

ölüdalga

TRAMVAY VARKEN OTOBÜSE BİNEREKYAŞAMAK

faruk ulay

Yaşınız on sekiz.Okuldan çıkıyorsunuz,sizi evinize götürecekotobüse biniyorsunuz.

Ama eveulaşamıyorsunuz.

O pek sevdiğiniztramvaylardan biri

otobüsünüzüaltına alıyor.Omurganız,

köprücük kemiğiniz,kaburgalarınız,leğen kemiğiniz

kırılıyor.Bacaklarınız yok gibi.

Demin asıldığınızborulardan biri

sırtınızdan girmiş,vajinanızdan çıkmış.

1920'de biten ve bir milyon Meksikalının canını alan devrim savaşlarındançıkalı beş yıl olmuş. Mexico City neredeyse boşalmış. Gül renkli binaları,birkaç yüzyıllık kiliseleri, dövme demirden örülü çift kanatlı kapıların ardınasaklanmış villaları, saçları dağınık bırakılmış parkları, tek kişilik sokakları vegeniş caddeleri, tramvayları ve kirlenmenin ne olduğunu henüzöğrenmemiş havasıyla göz kırpıyor size kent. Ara sokaklarda, çıkmazlardadolaşarak kuruyorsunuz yaşamınızı bu kentte. Dubonnet ve cognac yerinetequila ve mescal içiyorsunuz, şişenin dibindeki kurdu da yiyorsunuz. Fransızkültürüne gülüp geçme yaşlarındasınız, Amerika Birleşik Devletleriyönünden esen rüzgarları daha tanımamışsınız. Pekiyi Meksika'dan,devrimci estetikten başka neyi, kimleri seviyorsunuz? Gerçeküstücülüğüörneğin ama Andre Breton'unkini değil Meksika'nın mayasında bulunan,Luis Bunuel'in kulağından tutup çıkardığı gerçeküstücülüğü. Bosch'u,Brueghel'i, Jose Guadalupe Posada'yı, fotoğrafı, Laurel ve Hardy'i, Chaplin'i,Marx Kardeşleri seviyorsunuz. 1922'de devletçe uyandırılan duvar resimlerigeleneğine ilgi duyuyorsunuz ve Diego Rivera ile ilk kez o zamankarşılaşıyorsunuz. Bu arada 17 Eylül 1925 tarihi gelip çatıyor. Yaşınız onsekiz. Okuldan çıkıyorsunuz, sizi evinize götürecek otobüse biniyorsunuz.Ama eve ulaşamıyorsunuz. O pek sevdiğiniz tramvaylardan biri otobüsünüzüaltına alıyor. Omurganız, köprücük kemiğiniz, kaburgalarınız, leğen kemiğinizkırılıyor. Bacaklarınız yok gibi. Demin asıldığınız borulardan biri sırtınızdangirmiş, vajinanızdan çıkmış. Çarpışmanın şiddetinden giysileriniz üstünüzdedeğil artık. Kan içindesiniz.Yanıbaşınızda dikilen bir yolcunun kucağındakipaketten boşalan altın tozuyla kaplanmışsınız. Böyle buluyorlar sizi. Kana vealtına bulanmış olarak. O güne değin yaşadığı kente tapan bir Meksikalıkızdınız, o günden sonra Frida Kahlo oluyorsunuz. Yarı yatalak ama hızlı,hastalıklı ama doğru bildiğiniz bir yaşam sürüyorsunuz. 1927 yılındaKomünist Parti'nin gençlik koluna yazılıyorsunuz, 1934'de bir çocukaldırıyorsunuz, 1935'de yontucu Isamu Noguchi ile bir aşk macerasıyaşıyorsunuz, 1936'da İspanya iç savaşının başlamasıyla Troçkistlerekatılıyorsunuz, 1937'de Meksika'ya kaçan Troçki'yi evinizde ağırlıyorsunuz,1938'de yirmi beş tablonuz New York'ta sergileniyor. Kataloga önsözü yazan:Andre Breton. 1939'da Fransa'ya, Bretonlarda kalmaya gidiyorsunuz,böbrekleriniz sizi rahat bırakmıyor, sayısız hastahane ziyaretlerinizdenbirini yaptıktan sonra Duchamp'ın arkadaşı Mary Reynolds'un evinetaşınıyorsunuz, burada gerçeküstücü sanatçılarla tanışıyorsunuz. Paris'teki ilkserginizi açmanıza Duchamp ön ayak oluyor. Aynı yıl Diego Rivera'danayrılıyorsunuz. 1940 yılında "ressam" olarak ünleniyorsunuz. Guggenheimbursuna baş vurmak üzere New York'a geliyorsunuz, bu arada Troçkiöldürülüyor ve Amerikan polisince iki gün boyunca sorguya çekiliyorsunuz.1944 yılı ameliyatlarla geçiyor. Aynı yıl ölümünüze değin yanınızdanayırmayacağınız günlüğünüzü tutmaya başlıyorsunuz. 1949'da KomünistParti'ye resmen üye oluyorsunuz. 1950 yılında altı ameliyat dahageçiriyorsunuz. Ölüm parça parça taşıyor sizi mezara; 1953te sağ ayağınızkesiliyor.

6

ölüdalga

Ölümünüz 1954 yılma rastlıyor. Doktor raporunuz akciğerinizdekitıkanmadan söz ediyor. Acılı bir ölüm. Doktor dışında herkes intiharettiğinizden kuşkulanıyor. Çünkü herhangi biri değilsiniz siz; FridaKahlo'sunuz. Sevdikleriniz arasına katmaya çekindiğiniz ama sevmedenyapamadığınız Diego Rivera sizden üç yıl sonra ölüyor. Onun neden öldüğübelli: kalp yetmezliği.

Sanatınızı tanımlamaya kalkanların çoğu gerçeküstücü akımdan uzayançizginin çok çatallı uçlarından birine yerleştiriyor sizi. Fransızgerçeküstücüleri güne egemen gerçeğin üstündeki gerçeği gerçek sayarken sizCervantes ve Velâzquez'in yapıtlarında somutlaşan İspanyol ruhununPosada ile uyanan, Borges ve Garcia Mârquez'in yapıtlarında sürekli altıçizilen söylence ve gerçek, düşsel durum ve uyanıklık, us ve imgeleminbirbirlerinden koparılamayacak kertede birleşmesiyle oluşmuş LatinAmerika kökenli bir çatalın üstüne oturtuluyorsunuz. Andre Breton iseyaptıklarınızı açıklarken Lautreamont'un klasik sanat tanımını yineliyor:"Dikiş makinasıyla şemsiyenin ameliyat masasındaki şans karşılaşması"

Şans karşılaşması... Rastlantı mı?... Hayır, herhangi bir rastlantıdan öte birkarşılaşma bu. Bir Troçkistle komünistin, duvarları maviye boyanmış birevde (yaşadığınız evleri maviye boyamak gibi bir takıntınız olduğunuanımsıyoruz elbette), kırmızı bir tramvayla aynı renkte bir otobüsünMeksika'nın temiz havalı başkentinde buluşması gibi. Borges'letanıştığımızdan beri biliyoruz ki gerçeğin üstünde seyreden böylebuluşmalar olağanın az üstü yaşamlara gebedir ve bu yaşamların tuhaflığınıbize - bazan - en iyi o yaşamı yaşamışlar anlatabilir. Hem de çoğun,anlatmak istenmeden gerçekleştirilir bu anlatışlar. Örnekse şu günlerde,İngilizce konuşan ülkelerdeki kitapçı vitrinlerini süsleyen ağır bir kitap. Adi:"Frida Kahlo'nun Günlüğü" ki gerçeğin kendisine gerçeğin ne olmasıgerektiğini öğreten, parlak renkli yazılarla resimlerden oluşmuş bir günlük.Carlos Fuentes'in soyadınızı başlatan "k" harfini uzatıp Kafka'ya .bağlayan,hazır Kafka'yı işin içine sokmuşken Prag'ı da Meksika'ya taşımadanedemeyen ağdalı önsözü ve sizin 1944-54 yılları arasında yazıp boyadığınız,kırk yıl kilit, altında tutulmuş yüz yetmiş sayfa, tıpkıbasımlarıyla karşımızda.Dikiş makinasmm şemsiyeye baktığı gibi bakıyoruz kitaba; yaşamınızınnedense bizden bunca yıl saklanmış olan en özel anlarınıza. Bıraktığınızkitaba rastlamamız kör şansımız. Kitabı bulmamız şanssızlığınız.Yazdıklarınıza göz attıkça tasarlanmış yaşamların düzmeceliğine inansak daotobüslere binmeden yapamayacağız. Kitabınıza bakmayı bitirdiğimizde, bukentte tramvayların olmadığını çoktan unutmuş olacağız. Sizi tanıdığımızısanacak, bizi siz yapacak bir çarpışma takınacağız. Rastlantılarabırakılmadıkça gerçekleşmeyecek kazaların peşinde koştukça belediyeotobüsünden inip halk otobüsüne binmekten başka birşey yapamayacağız.Tekerlek üstünde oturularak alınan yaşamların bizi bir yere çıkarmadığını nezaman, okunması güç kitaplara kaçıncı bakışımızda anlayacağız?

Şans karşılaşması...Rastlantı mı?... Hayır,herhangi birrastlantıdan öte birkarşılaşma bu. BirTroçkistle komünistin,duvarları maviyeboyanmış bir evde(yaşadığınız evlerimaviye boyamak gibibir takıntınız olduğunuanımsıyoruz elbette),kırmızı bir tramvaylaaynı renkle birotobüsün Meksika'nıntemiz havalıbaşkentinde buluşmasıgibi. Borges'letanıştığımızdan beribiliyoruz ki gerçeğinüstünde seyreden böylebuluşmalar olağanın azüstü yaşamlara gebedirve bu yaşamlarıntuhaflığını bize - bazan- en iyi o yaşamıyaşamışlar anlatabilir.Hem de çoğun,anlatmak istenmedengerçekleştirilir buanlatışlar.

7

med-cezir

MENDEL KİTAPLIĞI

Bizim için BabilKitaplığı dirimbilimsel(biyolojik) olasılıklarkonusunda çok zor

sorulan yanıtlamaktakullanacağı mız

demirleme noktasıolacağından, biraz

uzunla masına keşif içinara vereceğiz. Borgesümitsiz keşiflerden, ve

raflarla donanmışbalkonlarla çevrili,balpeteği şeklinde

yapılanmış binlerce (yada milyonlarca,

milyarlarca) altıgenhava boşluklarından

oluşan çok büyük birkitap ambarında

yaşayan insanlarınderin düşüncelerinden

sözediyor.Parmaklıklarda durup

aşağıya ya dayukarıya bakan birisi

bu direklerin ne başınıne de sonunu göremez.

Üstelik hiçkimse, altıkomşu direkle

çevrilmemiş bir direkgörmemiştir. Şunumerak ederler: bu

ambar sonsuz mudur?

daniel c. dennet

Arjantinli şair Jorge Luis Borges tipik bir felsefeci olarak sınıflandırılmaz. Ama kısaöykülerinde felsefeye en değerli düşünce deneylerinin bir kısmını kazandırmıştır.Bunların çoğunluğu Labirentler (1962) adlı koleksiyonda toplanmıştır. Enmükemmellerinden birisi Babil Kitaplığını anlattığı fantazisidir (aslında bu, öyküdendaha çok, düşünsel bir yansımadır). Bizim için Babil Kitaplığı dirimbilimsel(biyolojik) olasılıklar konusunda çok zor soruları yanıtlamakta kullanacağımızdemirleme noktası olacağından, biraz uzunlamasına keşif için ara vereceğiz. Borgesümitsiz keşiflerden, ve raflarla donanmış balkonlarla çevrili, balpeteği şeklindeyapılanmış binlerce (ya da milyonlarca, milyarlarca) altıgen hava boşluklarındanoluşan çok büyük bir kitap ambarında yaşayan insanların derin düşüncelerindensözediyor. Parmaklıklarda durup aşağıya ya da yukarıya bakan birisi bu direklerinne başını ne de sonunu göremez. Üstelik hiçkimse, altı komşu direkle çevrilmemişbir direk görmemiştir. Şunu merak ederler: bu ambar sonsuz mudur? Bir ihtimal,olmadığını ama aslında olabileceğini de düşünmüşlerdir. Çünkü raflarda, ne yazıkki düzensiz, ama tüm olası kitaplar dizilidir.

Her kitabın 500 sayfa, her sayfanın 50 harflik 40 satırı olduğunu varsayarsak, hersayfada ikibin harf hücresi olduğunu buluruz. Her hücreye ya boş, ya da yüz harflikbir kümeden (Avrupa dillerinin tüm büyük, küçük harfleri ve noktalama işaretleri)seçilmiş bir harf basılmıştır [Borges değişik bir seçimle gider: 80 harflik 40 satırdanoluşan 410 sayfalık bir kitap. Ama her kitaptaki toplam harf sayısı (1,312,000).burada yapılan hesaptan (1,000,000) çok da farklı değildir. Harf kümesi olarak,İspanyolca büyük harfler için yeterli olan 25 üyeli bir küme (harfler ve boşluk,virgül, nokta) kullanır. Bu hesaptaki 100 harf ise, Latin abecesi kullanan tüm dilleriçin geçerli olabilsin diye seçilmiştir] Babil Kitaplığı'nda öyle kitaplar vardır ki, biriyalnızca boş sayfalardan, birisi yalnızca soru işaretlerinden oluşurken, geri kalançoğunluk yalnızca tipografik anlamsızlıklardan oluşur. Bir cildi oluşturmak içinhiçbir heceleme ya da dilbilgisi kuralı, daha doğrusu hiçbir ön koşul aranmamıştır.Her sayfada 2000, her kitapta 1,000,000 harf olduğuna göre, Babil Kitaplığı'nda 100üzeri 1,000,000 kitap olmalıdır. Bilindiği kadarıyla, gözlemleyebildiğimiz evrende,toplam 100 üzeri 40 tane (üç aşağı, beş yukarı) temel parçacık (nötron, elektron,proton) vardır [Stephen Haıvking 10 üzeri 80 (yani l ve 80 tane sıfır) taneparçacıktan sözederken, Denton 10 üzeri 70 parçacık bulunduğunu, Eigen deevrenin oylumunun 10 üzeri 84 santimetreküp olduğunu ileri sürmektedir]. Demekki Babil Kitaplığı, fiziksel olasılığı olmayan bir nesnedir. Neyse ki, Borges'inimgelediği kesin kurallar bize açık bir düşünme yolu sağlıyor.

Bu gerçekten de tüm olası kitaplar kümesi midir? Elbette değil. Bunlar, Rusça,Japonca, Grekçe, Çince, Arapça gibi dillerin abeceleri dışlanarak yalnızca 100değişik harfle basılmıştır. Diğerlerini kullanmayıp, birçok gerçek önemli kitabıgözardı etmiş oluyoruz. Doğal olarak kitaplık, tüm bu gerçek kitapların her birininİngilizce, Almanca, İtalyanca'ya mükemmel çevirilerini ve sayılamayacak, belki detrilyonlarca uyduruk çevirilerini de içermektedir. 500 sayfadan uzun kitaplar orada,ara vermeksizin başka ciltlerde sürmektedir.

Babil Kitaplığı'ndaki birtakım kitaplar üzerine kafa yormak eğlencelidir. En

* Bu yazı, D.C. Dennet'in Darwin's Dangerous Idea adındaki özgün yapıtının Babil Kitaplığı'ndaki hapasasayıdaki kopyalarının herhangi birinden alınmıştır. Adnan Kurt tarafından Türkçeleştirilmiştir.

8

med-cezir

güzellerinden birisi, doğumunuzdan ölümünüze kadar tüm yaşam öykünüzüanlatan 500 sayfalık yapıt olmalıdır. Ama bunu bulmak, neredeyse-hatta kesinlikleolanak dışıdır. (Belki de o kitap, sizin 60 yıl boyunca Babil Kitaplığı'nda, yaşamöykünüzü ararken ölüp gittiğinizi anlatan bir kitaptır ç.n.). Çünkü kitaplıktatrilyonlarca başka cilt, sizin korkunç bir ayrıntıyla on, yirmi, otuz... yıllarınızıanlatmaktadır. Ve trilyonlarca başka kitap, sizin yaşamınıza ilişkin tamamıyla saçmave gerçek dışı olaylar anlatmaktadır. Ama bu korkunç kitaplıkta, okunabilir (yaniyazım kurallarına uyan ve anlamsal içeriği olan ç.n.) bir tek kitaba erişmek bileneredeyse olanaksızdır.

Kullanılan nicelikler için birtakım terimler bulmakta yarar var. Babil Kitaplığı sonsuzolmadığından, ilginç birşeyler bulma olasılığı tanım gereği sonsuz küçük(infiniteşimal) değildir. [Babil Kitaplığı sonlu olmakla birlikte, duvarları arasında,İngilizce'nin tüm dilbilgisel tümcelerini barındırmaktadır. Ama bu sonsuz birkümeyken, kitaplık sonludur! Yine de, İngilizce'deki herhangi bir tümce, uzunluğune olursa olsun, kitaplıkta bir yerlerde duran 500 sayfalık parçalardayerleştirilmiştir. Bu nasıl olabilir? Bazı kitaplar birden fazla kullanılarak. En basitörnek, en çabuk kavranılan olacaktır: birtakım kitaplar bir tek harf ve gerisi boşlukolarak dizilmiştir. Ardarda kullanılacak olan bu yüz cilt kitap, her uzunluktaki tümyazıyı üretebilecektir. Quine'in eğlenceli ve eğitici makalesi "Universal Library"(Evrensel Kütüphane)'de (1987) belirttiği gibi, kitapları tekrar kullanma stratejisiile, eğer herşeyi sözcük işlemcinizin kullandığı ASCII koduna çevirirseniz, BabilKitaplığını iki ince cilt kitaba dönüştürebilirsiniz: birinde O, diğerinde l basılı iki ciltkitaba! (Quine. aynı zamanda, psikolog Theodor Fechner'in Borges'ten çok öncelerievrensel kitaplık fantazisini önerdiğinden sözediyor)] Ne yazık ki, "astronomikbüyüklükler", "samanlıkta bir iğne", "okyamısta bir damla" gibi alışılagelmişeğretilemeler komik kalmaktadır. Hiçbir gerçek astronomik büyüklük (evrendekitemel parçacıklar, Büyük Patlamadan bu yana nanosaniye cinsinden geçen zamangibi) bu çok büyük ama sonlu sayılar arasında dikkat çekemez. Eğer Kitaplıktakiokunabilir bir kitabı bulmak, okyanustaki su damlası gibi bir olasılıkla ifadeedilebilse sorun yoktu. Ama, Kitaplığa rastgele bırakılsanız, dilbilimsel doğruluktabir kitaba rastlama olasılığınız o denli küçük olurdu ki, bunu yokolan küçüklüktediye tanımlayıp, "Hapasa" yani "Astronomik ölçülerden bile çok daha fazla" diyeterimleştirebilirdik \Quine aynı amaçla, "hiperastronomik" terimini öneriyor],

Moby Dick Babil Kitaplığında vardır tabii, ama kanonik Moby Dick'ten bir tektipografik hata ile ayrışan 100,000,000 başka mutant sahtekar da oradadır. Bu henüzhapasa bir sayı değildir, ama hataları 2, 10 ya da 1,000'e çıkardığımızda, toplam hızlayükselir. 1,000 hata içeren bir cilt, ortalama olarak sayfada iki hata ile, kolaylıklaMoby Dick sanılabilir. Bunlardan Kitaplıkta hapasa sayıda vardır. Eğer bu ciltlerdenherhangi birini bulabilirseniz, hemen herbiri aynı tadda ve anlaşılamayacakayrımlarla aynı öyküyü anlatacaktır. Ama hepsi değil. Bazen, birtek hata, son dereceönemli bir yerde öldürücü etki yaratabilir, yazıyı ya da yazarı zehirleyebilir. Birvirgül, bir boşluk, bir yalmş harf; Kuş Uykusu yerine Kış Uykusu; Hezarfen yerineHazerfan gibi.

Borges'in öyküsünde, kitaplar raflarda herhangi bir sıralama izlemezler. Ama öylebile olsa, titizlikle harf sırasına konsa da, aradığımız kitabı bulabilmenin çözümsüzproblemi bizimledir. Moby Dick'in "asıl" olanını aradığımızı, Babil Kitaplığı'nda,Moby Dick Gökadası'nda uzay gemimizle dolandığımızı düşünsenize. Bu gökadasıbile kendi başına fiziksel evrenin kendisinden hapasa büyüktür. Hangi yöne gitsek,yüzyıllarca ışık hızında yolculuk etsek bile, birbirinden ayrıştıramayacağımız MobyDick kopyaları dışında başka birşeye benzeyen hiçbirşey göremeyiz. Bu uzaydaDavid Copperfield düşlenemez bir uzaklıktadır. Bir yol, diğer milyarlarca yoldışında, büyük kitaplar arasında birtek kısa yol olduğunu bilsek ve kitaplarınkarşılaştırabileceğimiz kopyaları elimizde olsa bile hangi yöne gitmemiz gerektiğiniyine de bulamayız.

Moby Dick BabilKitaplığında vardırtabii, ama kanonikMoby Dick'ten bir tektipografik hata ileayrışan 100,000,000başka mutant sahtekarda oradadır. Bu henüzhapasa bir sayı değildir,ama hatalan 2, 10 yada 1,000'eçıkardığımızda, toplamhızla yükselir. 1,000hata içeren bir cilt,ortalama olaraksayfada iki hata ile,kolaylıkla Moby Dicksanılabilir. BunlardanKitaplıkta hapasasayıda vardır. Eğer buciltlerden herhangibirini bulabilirseniz,hemen herbiri aynıtadda veanlaşılamayacakayrımlarla aynı öyküyüanlatacaktır. Amahepsi değil. Bazen,binek hata, son dereceönemli bir yerdeöldürücü etkiyaratabilir, yazıyı yada yazanzehirleyebilir. Bir virgül,bir boşluk,bir yanlış harf;Kuş Uykusu yerineKış Uykusu;Hezarfen yerineHazerfan gibi.

Başka bir deyişle, bu mantık uzayı öylesine hapasadır ki, yerleşim, yön arama,

9

med-cezir

DNA'nın bir önemliözelliği, A, C, G, ve T

sıralamalarının tümpermutasyonlannın

kimyasal olarakkararlı olmasıdır. İlke

olarak hepsikalıtımbilim

laboratuvanndaoluşturulabilir, ve

birkez yapıldığında,aynı kitaplıktaki bir

kitap gibi sonsuz rafömrüne (varsayımsal

olarak ç.n.) sahip olur.Ama Mendel

Kitaplığındaki her diziyaşayabilir bir

organizmaya karşılıkgelmez. Birçok DNA

dizisi -h apaşaçoğunluğu- mutlaka,yaşayan hiçbirşeye

karşılık gelmeyenabuksabukluktur. İşte

bu Dawkins'in ölüolmanın yaşamaya

göre çok daha fazlayolu vardır dediğindeanlatmak istediğidir.

Ama bu ne tür birrastlantıdır ve neden

böyle olmalıydı?

gezinti gibi kılgın etkinliklerimizin hiçbir uygulaması ya da anlamı yoktur. Borges,kitapları raflara rastgele yerleştirmişti. Bu, birçok heyecanlı derin düşünce çıkaran birseçim olsa da, petek duruşlu raflarını abecesel bir dizine sokmaya çalıştığındakarşılaşacağı problemleri bir düşünün bakalım. Varsayımımıza göre, 100 harfimizolduğundan bunların bir sıralamasını abecesel dizin diye kabullenebiliriz ( a, A, b,B, c, C,...z, Z, ?, ;, „ ., !, ), (, %, ...ç, ğ, ü, , gibi). Aynı harfle,başlayan tüm kitapları aynıkata yerleştirirsek 100 katlı bir kitaplığımız olur. Her katı 100 koridora bölerek, ikinciharfi aynı olan kitapları yerleştirebiliriz. Her koridora 100 raf yerleştirerek, üçüncüharf için sıralama yapabiliriz. Böylece "Baayatın Anlamı" adlı kimbilir kaç tane kitapikinci katta birinci koridorda, birinci rafta yeralacaktır. Ama bu öyle uzun bir raftırki, belki de en iyisi her rafa 100 çekmece yaparak, dördüncü harfe göre sıralamayapmalıyız. Ama, harfleri ardışık olarak bu şekilde yerleştireceksek, bu çekmecelerdizisi birbirinin içine geçen sonsuz büyüklükte, birbirine dik yön tanımlarındanoluşan bir uzay oluştururuz. Hiperuzay denilen böylesi uzayları görsel olarakkavramamız olası olmasa bile, bilimciler çoğu zaman kuramlarını böyle uzaylardaoluştururlar. Bu uzayların geometrileri oldukça iyi araştırılmış ve anlaşılmıştır.Böylece gönül rahatlığıyla hiperuzaylardaki konumlardan, yörüngelerden,uzaklıklardan, oylumlardan ve yönlerden sözedebiliriz.

Artık Borges'in teması üzerine bir çeşitlemeyi, "Mendel Kitaplığı'nı" inceleme^hazırız. Bu kitaplık "tüm olası soybilgilerini (genome)" (DNA dizilerini) içermektedir.Richard Dawkins "The Blind Watchmaker" (Kör Saatyapımcısı) (1986) adlı yapıtındabenzer bir uzaydan "Dirimbiçim (biomorph) Toprakları" diye sözediyor. Burada,onun anlattıklarına uyumlu, ama biraz daha değişik noktalara değinmeye çalışalı.

Eğer Mendel Kitaplığı'nın soybilgi tanımlarından oluştuğunu düşünürsek, buKitaplık, Babil Kitaplığı'nın bir alt kümesi olmak zorundadır. DNA tanımlamasınınstandart kodları, A (Adenine), C (Cytosine), G (Guanine), ve T (Thymine)harflerinden, DNA zincirini oluşturan dört çeşit çekirdekten oluşmaktadır. Bu dörtharfin 500 sayfalık permutasyonları Babil Kitaplığı'nda bulunmaktadır. Soybilgiler.sıradan bir kitaptan çok daha uzundur. Örneğin şimdiki varsayımlara göre 3 milyarçekirdekten oluşan insan soybilgisi, yaklaşık olarak 500 sayfalık 3000 cilt kitaptanoluşmaktadır. [İnsan soybilgisi ve Moby Dick Gökadasmdaki ciltlerkarşılaştırıldığında, insan Soybilgisi Projesinde şaşırtıcı şeyler hakkında ipuçlarıedinilebilir. Eğer her insan soybilgisi birdiğerinden yalnızca bir değil yüzlerce,binlerce değişik noktada değişiklik gösteriyorsa (kalıtımbilim dilinde toci), nasıloluyor da bilimciler DNA kopyalamaktan sözediyorlar? Çok bilinen kar taneleri,parmak izleri örneğinde olduğu gibi, hiçbir insanın ve hatta özdeş ikizin bilesoybilgileri aynı değildir. İnsan DNA'sı, tüm diğer türlerin hepsinden, yüzde doksanıaynı olan şempanzeden bile çok kolayca ayırdedilebilir. Her geninizin iki bileşenivardır, birisi annenizden diğeri babanızdan gelen. Herbiri, tamamıyla rastgeleseçilmiş olarak, kendi anababalarından gelen genlerinden yarısını size aktarmıştır.Ataların tümü Homo Sapiens'in üyesi olduğuna göre genler çoğunlukla yerlerindesorun çıkarmasa da, memelilerde değişmeler (mutasyonlar) oranı her kuşak içinsoybilgi başına 100 kadardır. "Yani, çocuklarınızın genleri, sizin ve eşinizingenlerinden farklı 100 değişiklik içerecektir. Bunlar rastlantısal olarak ya enzimlertarafından kopyalama hatalarıyla, ya da kozmik ışınların yumurtalıklarınızdaoluşturduğu değişimlerle (mutasyonlar) onaya çıkmaktadır" (Matt Ridley 1993)}.

DNA'nın bir önemli özelliği, A, C, G, ve T sıralamalarının tüm permutasyonlarınınkimyasal olarak kararlı olmasıdır. İlke olarak hepsi kalıtımbilim laboratuvanndaoluşturulabilir, ve birkez yapıldığında, aynı kitaplıktaki bir kitap gibi sonsuz rafömrüne (varsayımsal olarak ç.n.) sahip olur. Ama Mendel Kitaplığındaki her diziyaşayabilir bir organizmaya karşılık gelmez. Birçok DNA dizisi -hapasa çoğunluğu-mutlaka, yaşayan hiçbirşeye karşılık gelmeyen abuksabukluktur. İşte bu Dawkins'inölü olmanın yaşamaya göre çok daha fazla yolu vardır dediğinde anlatmakistediğidir. Ama bu ne tür bir rastlantıdır ve neden böyle olmalıydı?

10

başka bir dünya

GAİP CİNAYETLERİ

mehmet açar

Çünkü Ana Bilgisayar, Gaip'te olup biten herşeyi bilir ve görürdü. Bu da, son on yıldıruygulanan bir yöntemle sağlanmıştı. Kentte yaşayan herkes, bütün faaliyetleri düzenleyen tek

bir manyetik kan kullanırdı. Bu kart olmadan hiçbir şey yapmak mümkün değildi. Alışverişedilemez, trafiğe çıkılamaz, toplu taşıma araçları kullanılamazdı. Kart olmadan hiç kimse

çalıştığı şirkete, hatta özel evine bile giremez, bir kahve dahi içemezdi. Gaip'teki bütünkapılan bu kan açardı. Kanını kaybetmiş bir kent sakininin Gaip Bilgi Merkezi'ni arayıp özelşifresini söylemeden ve parmak izi kaydını kontrol ettirmeden evinden çıkması bile mümkün

değildi... Ana Bilgisayar herşeyi bilen ve herşeyi görendi. Ama yine de sadece polisin vedevletin açabildiği özel kayıtlar vardı. Bir insanın özel hayatına dair bilgilere ancak çok özel

durumlarda, sadece devlet girebilirdi..

"Bay Bernard neden beni buldu? Bunun bir rastlantıolduğuna inanmıyorum"

James Stewart(Alfred Hitehcock'un "The Man Who Knew Too Much

/ Çok Şey Bilen Adam" filminden bir diyalog)

Dedektif, sabaha karşı huzursuz bir rüyanın endayanılmaz yerinde gözlerini açtı. Saat 03.27'yigösteriyordu... Telefon tam da rüyasını hatırlamayaçalışırken çaldı. Yataktan kalkıp salona doğru giderken,az önce gördüğü o huzursuz rüyanın bütün anları artıkhafızasının derinliklerinde bir yere çoktangömülmüştü...

"El Tekno binasını biliyorsun değil mi, yirmi dakikaiçiride seni orada bekliyorum" diyordu telefondaki ses,ve hal hatır sormadan ekliyordu: "Uyumuyordun ya?"."Yoo" dedi, uzun açıklamalara girmek istemeyen birinsanın basit yalanları tercih etmesinin huzuruiçinde... Sahi bu gece nasıl o kadar erken uyuyabilmiştiki? Hatırladı, gazete okurken birden gözleri ağırlaşmışve başucu lambasını kapatmıştı... Sonra bütün budüşünceleri kafasından kovup "Mesele nedir?" diyesordu. "Her zamanki gibi" dedi Amir, "pis işler... Senialmak için birini gönderiyorum".

Dedektif, 15 dakika sonra ıssız bir Gaip gecesinde,caddelerde hızla giden bir arabanın içindeydi...Hemen bir sigara yaktı ve hayatın aslında o kadar daanlamsız olmadığını düşündü... Yatağında yalnızuyuyan bir insan, bir gece tuhaf rüyaların içindeuyanabilir, hemen ardından telefonu çalabilir ve "pis"

bir işe çağırılabilirdi... Bu, nedense hoşuna gitmişti...

Gaip'in en büyük binalarından biri olan, görkemli ElTekno'nun önünde tek bir polis arabası dahigöremedi. Tuhaftı. Ama aldırmadı. Kapıdaki güvenlikgörevlisi, kimliğine baktı ve 32. katta beklendiğinisöyledi... Asansöre bindi. İçerde müzik çalmıyordu.Aynadaki bitkin görüntüsünü sevdi... Hayatındanmemnundu. O kabusun ardından uyuyamayacağını veevin içinde sabaha kadar dolaşacağını biliyordu.Oysa şimdi mesaideydi artık. Sahi ne rüya görmüştüde uyanmıştı? Kötü bir rüyaydı... Aynada kendisuretini incelerken hafızasını zorlamaya niyetlendiama tam o sırada kapı açıldı ve genç sevimli birmeslektaşının gülen gözleriyle karşılaştı... İkisi debirbirini Merkez'den tanıyordu. Selamlaştılar.Beraberce, hiç konuşmadan uzun ve dar bir koridorukatettiler. Kır saçlı amir ikisini de 3217 numaralıodada bekliyordu. İçeriye şarap esanslı bir tütünkokusu sinmişti.

"Filmlerdeki gibi işte, dedektifin telefonu çalar vesonra ona bir ceset gösterilir". "Evet" dedi dedektifsigarasını yakarken, "Ceset nerede?". Cevapgecikmedi: "Ceset falan yok. Ayrıca burada, bu binadasigara içmek de yasak. Baksana lanet olası yerde, birtane bile küllük yok." Haklıydı, masadaki plastikfincanların içi sigara izmaritiyle dolmuştu...

Dedektif rahat bir koltuğa çöktü... Amir, odanınkapısında ne yapacağını bilemeden bekleyenyeniyetmeyi göstererek, "Tanıştırayım. Akademiden

11

başka bir dünya

yeni mezun, heveskar bir dedektif. Seni ve beninedense çok seviyor. Bizim yanımızda çalışabilmekiçin babasına torpil bile yaptırtmış. İki aydır onuGaip'te ne kadar iğrenç cinayet varsa hepsinegönderdim. Doğru dürüst bir uyku bile uyutmadım.Ama bu çaylağın gıkı çıkmadı. Sonunda cinayetisevdiğini anladım.." Çaylak bir şey diyecek oldu amaamir tek bir işaretiyle susturdu onu: "Zeka oyunlarınameraklı, polisiye filmlerle büyümüş bir çaylak seninanlayacağın... Ama cinayete karşı bir zaafı var işte..."

Dedektif, sorusunu tekrarladı: "Ceset nerede?". Cevapyine gecikmedi: "Bir ceset var aslında ama o da şimdişehir morgunda. Biz de şu anda onun odasındayız."Tekrar suskunluk. Dedektif ısrar ederse amirin konuyagirmeyip, lafı uzatacağını biliyordu. Keyfiyerindeymiş gibi sustu... Amir, o sinik enerjisinikaybetmişcesine koltuğa çöküp, başını ellerininarasına aldı. Odadaki üç adam da susuyordu. Dedektif,"Bir yerden başlamayı deneyin" dedi. Amir, halaayakta bekleyen çaylağa dönüp, hikayeyi anlatmasınısöyledi...

"Bir hafta önce otobanda bir kaza olmuştu hatırlıyormusunuz?" diye heyecanla başladı heveskar dedektifve bir ustaya bilgi vermek gibi önemli bir işibeklenmedik anda üstlenen birinin titizliğiyle ağır ağırkonuşmaya devam etti. "Ölenlerden biri de El Teknoşirketinde çalışan bir bilgisayar programcısıydı.Ölümünden sonra El Tekno Yönetim Kurulu, şifrelidosyalarını açtı ve bir sürü garip şey buldu. Birbilgisayar programcısının şifreleri bu kadar kolaynasıl çözülüyor diye sorabilirsiniz. Bu, YönetimKurulu'nun bizden de saklamak istediği bir sır. Amabenim tahminim Yönetim Kurulu, hiçbir çalışanınbilmediği çok özel bir şifreyle bütün gizli dosyalaragirme şansına sahip."

"Her neyse," diye konuya devam etmesini istedidedektif. "Ne çıkmış dosyalarda?" "Birçok şey. Çoğuönemsiz. Ama bir tanesi çok ilginç. Bu dosyadaGaip'te yaşayan on beş kişinin adı var. Bunlardan sekiztanesi öldürülmüş. Dört kadın dört erkek. Bir kadınlabir erkeğin katili bulunmuş, bu katillerin de ortak birözelliği var. Her iki katil de eşini öldürmüş."

"Bunları nereden biliyorsun?" dedi dedektif,sigarasını plastik kahve fincanının içinde kalan birkaçdamla sıvıya batırıp söndürürken. Çaylak, hevesledevam etti ve bir çırpıda herşeyi özetledi. YönetimKurulu, programcının özel kayıtlara girmesindenşüphelenip, dosyalan polise göstermişti. Çaylak,dosyaları inceledikten sonra on beş kişilik bir listeninolduğu dosyaya rastlamış ve "saatler sürse de"

incelemişti: "Ortak Bilgi Ağı'na girerek bu kişilerin kimolduğunu araştırdım. Hepsi de birbiriyle ilgisiz tamon beş kişi. Sekizinin ortak bir özelliği var, son bir yıliçinde öldürülmüş olmaları... Sonra on beşinin topluhalde bir başka özelliği daha var. Hepsi son bir yıliçinde evlenmişler."

"Eee?" dedi dedektif, alaycı bir merakla... El Tekno'nunpenceresinden Gaip gecesini seyretmeye dalıp gitmişamir, dedektife ters ters bakarak bu "Eee?"nin cevabımhep beraber bulacaklarını söyledi. Sonra nedense oda birkaç cümle etme gereği duydu. Yönetim Kurulu,dün akşamüstü onu aramış ve o da "zeka oyunlarınameraklıdır, bilgisayardan anlar diye, bu çaylağı daalıp gelmişti"... Hikayeyi dinlemiş ve herşey inanılmazderecede saçma görünmüştü yılların Cinayet Masasıamirine. "Hiçbir anlam veremedim." diye devam ettibezginlik içinde. "Sonra çaylağı burada bırakıp evimegittim. Gece birde beni aradı ve yatağımdan kaldırıpherşeyi çözdüğünü söyledi." "Herşeyi değil efendim"diye atıldı çaylak, "Sadece bir kısmını." Amir bıkkınlıkiçinde, "Lütfen kısa kes, bir daha dinlemekistemiyorum. Özetin özetini anlat" dedi ve tekrar koyukaranlık Gaip gecesini seyretmeye başladı...

Akşamın saat yedisinden beri çalışan çaylak, aynıheveskar tutumla anlatmaya devam etti. İşlenen sekizcinayeti de Ortak Bilgi Ağı (OBA) üzerinden polisdosyalarına girip incelemişti. Cinayetlerden sadeceikisi çözülmüştü. İlk cinayeti çözen de odada bulunandedektifti. Geçen baharda, süpermarkette kasiyerlikyapan bir kadın, elektrik teknisyenliği yapan kocasınıbanyoda bir kaza süsü verip öldürmüştü. Kadın,cinayeti bir hırsızın ya da bir başkasının yaptığınıkanıtlamak için her tür planı yapmış ama çok temel birhatadan yola çıkarak mesele çözülmüştü. Talihsizteknisyenin kafatasındaki çatlak, ne yazık ki banyoküvetinin düz zemininden kaynaklanamayacak kadarderindi. İkinci cinayeti ise bir başka dedektif çözmüştü.Bir çevirmen, karısına bir geceyarısı parkta tecavüzetmiş, ardından da hırsızlık süsü vererek öldürmüştü.Polisin önünde önce sıkı bir oyunculuk gösterisisergileyen çevirmenin katil olduğunun anlaşılmasıiçin birkaç basit tetkik yetmişti. Fakat yargıçlar her ikicinayet davasında da delilleri yeterli görmüyorlardı.Geri kalan altı cinayette ise polis zorlanıyor ve hiçbiripucu bulamıyordu.

Bütün bunları yorum yapmadan dinleyen dedektif,"iyi, hoş ama ben hala sabahın saat dördünde burayaneden geldiğimi bilmiyorum." dedi. Çaylak, birkaç kezyutkunduktan sonra bütün bu cinayetleri bilgisayarprogramcısının işlemiş olabileceğini söyledi.

12

başka bir dünya

Odada önce uzun bir suskunluk oldu. Sonra dedektif,çaylağın teorisini destekleyip desteklemediğinianlamak için dikkatle amire baktı. Ama b halapencereden dışarıyı seyrediyordu.

Dedektif çaylağa döndü. Artık mantıklı bir şeylersöylemenin zamanı gelmişti ona göre. "Seri cinayetlerişleyen bir katilin amacı insanların dikkatiniçekmektir. Oysa bu programcı, senin dediğindoğruysa, kimsenin ruhu bile duymadan sadece zevkiçin alakasız insanları öldürüyordu. Öyle mi?" Çaylakaz önceki hevesini yitirmişti artık. "Şu an bilmiyorumefendim ama araştıracağım." diyebildi imtihandangeçememiş bir öğrencinin utancıyla... Dedektif,amirine döndü, "Hala sabahın dördünde burayaneden çağırıldığımı anlayabilmiş değilim." dedi.Pencereden ağır hareketlerle dönen amir dedektifeters bir bakış attı ve suskunluğunu bozdu. "Yeter artık,kes şu küstahlığı. Geceleri dörtten önce uyumadığınıbiliyorum, ayrıca uyusan ne farkeder ki? Ortada on beşkişilik bir liste var. Bunların hepsi son bir yıl içindeevlenmiş insanlar ve bunların sekizi görünürde bir tekmantıklı neden olmadan öldürülmüş. Geride yediinsan daha var." Dedektif, hala boş boş bakıyorduamirine... Amir ise öfkeli bir tonda devam etti. "Söylermisin bana, bu lanet olası listenin bir programcınınelinde ne işi olabilir?"

"Belki de inanılmaz derecede aptal bir tesadüf" dedidedektif. Amir bu kez sesini epey yükseltti."Tesadüfmüş... Sen dünyanın neresinde böyle saçmasapan bir tesadüf gördün ki..."

Dedektif, alaycı bir tavırla sesini, inadına alçaltarakkonuştu: "Niye sinirleniyorsun ki, çaylak olayı çözmüşişte. Adam bir katil. Ayrıca telaşlanmaya da gerek yok.Katil öldüyse cinayet de işlenmeyecek demektir..."Amir bu kez gürledi. "Bu sadece incelenmesi gerekenbir ihtimal. Evet, kabul ediyorum böyle bir seri cinayetkatili olamaz, sekiz ayrı yöntem, sekiz ayrı insan vearalarında sadece iki bağlantı var."

Dedektif bir sigara daha yakarak aynı sakin ses tonuylakonuştu: "Belki de çok basit bir şey bu... Çaylak, eğerfantastik düşüncelerini bir yana bırakırsa, bilgisayarınbaşında bu ortak noktalan çözebilir. Ne bileyim,mesela bizim programcının yeni evlilerin alışverişettiği bir dükkanla bir bağlantısı vardır ya dabambaşka bir şey..."Amir bu kez bağırmadı. Sakindi. "Rastlantı ya da başkabir şey. Bana bu listenin anlamını en kısa sürede bulun.En geç yarın öğleye kadar da listede yer alan sağinsanlara ne diyeceğimi bana söyleyin." Şapkasınıgiydi ve "iyi sabahlar" diyip odayı terk etti.

Bundan sonraki yarım saat boyunca dedektif , birkaçsigara daha içerek genellikle çaylağı dinledi. Sonra, 10dakika kadar yeniyetme dedektife programcıdan birseri cinayetler katili elde etmesi için neler yapmasıgerektiğini anlattı. Dedektif, El Tekno binasını terkedip gittiğinde, morgda yatan birinin katil olduğunukanıtlamak için sekiz ayn cinayeti tek tek incelemekçaylağa gerçekten çok sıkıcı geldi. Üstelik ustasınınkılını bile kıpırdatmaya niyeti yoktu. Ama herşeyerağmen bu listede onu büyüleyen bir şey vardı...

Aynı üçlü, ertesi sabah saat 9.30'da amirin odasındabuluştular. Dedektifin teklifi basitti. Gaip'in en çoksatan gazetelerinden birine, karşılığı daha sonraalınabilecek bir "kıyak" çekilecek ve habersızdırılacaktı... Böylece yedi kişiyi Merkez'e çağırıpteşkilat komik duruma da düşürülmeyecekti... Ayrıcabir sürü muhabir, onların yerine çalışıp bir sürü bilgitoplayacak, yorumcular olmadık ihtimaller üstündeduracak, kısaca bütün Gaip onlar için çalışan amatördedektiflerle dolup taşacaktı... Amir, önce dedektifiuzun uzun fırçaladı. Onu sorumsuzluk, kayıtsızlık,oportünizm ve ahlaksızlıkla suçladı. Sonra da GaipZamanı gazetesinin yazıişlerini arayıp durumu kısacaanlattı ve bir muhabir göndermelerini istedi...

Bundan sonraki bir hafta boyunca Gaip, EsrarengizListe olayıyla çalkalandı ve dedektif, olayların tahminettiği gibi yürüdüğünü görerek liste vakasını tümüyleçaylağın üzerine yıktı . Kaldı ki, araştırmakolaylaşmıştı. Kentin bütün gazeteleri, televizyonlarıve dergileri soruşturmaya farkında bile olmadanyardımcı oluyorlar, bir polisin günlerini alabilecekbilgileri bulup çıkarıyorlardı. Dedektif, herşeyin aklasığmaz küçük ama önemsiz bir rastlantı olduğundanemindi ve Gaip'te hiç kimsenin bu rastlantının neolduğunu bulacağına inanmıyordu... Arasıra takipettiği olayda, medyanın üç ana görüş etrafındatoplandığını gördü. Birinci görüş, ki ona göre aptalcabir fantaziden ibaretti, katilin bilgisayar programcısıolduğunu savunuyordu. Programcı hakkındayazılanları okudukça onun gerçekten de kitaplardaokutulan tipik bir seri cinayet katiline çok benzediğinifark etmiyor değildi. Anne ve babasını küçük yaştaykenkaybetmiş, devlet kurumlarında yetiştirilmişti. Yalnızyaşayan ve çevresinde pek sevilmeyen biriydi. Hiçarkadaşı yoktu ve henüz ilişki kurduğu tek bir kadın bileçıkmamıştı ortaya... Buraya kadar teorinin ayaklanyere basıyordu ama sonrası onu sadece güldürüyordu.Programcı, güya, bütün kenti birbirine bağlayanbilgisayar şebekesi OBA aracılığıyla, yalnız yaşarkenbirden hayâtlarının fırsatını bulup evlenen insanlarınizini buluyor ve sonra, gidip onları öldürüyordu... Bu

13

başka bir dünya

teoriye göre, programcı otobandaki kazaya kurbangitmese, kentteki bütün yeni evli çiftleri tek tektemizleyecekti. İkinci görüşün ise, dedektife göreciddiye alınacak bir tarafı yoktu. Programcının,şeytani güçlerle ilişkili bir medyum olduğunu iddiaeden ve daha çok tabloid gazeteler tarafındansavunulan bu görüş, ne yazık ki Gaip halkı arasındayaygın bir kabul görüyordu.

Ama, çok şükür, dedektifin "aptalca" bulmadığı birgörüş daha vardı. Kimileri listenin tümüyle birrastlantı eseri yazıldığını iddia ediyordu. Onun daseyrettiği bir sohbet programında, esprili bir sosyalbilimci, "Size sadece şu an on beş tane olasılıksıralayabilirim" diyip listenin nasıl oluşabileceğinedair birkaç olasılığı peşpeşe sıralamıştı.... Sosyalbilimciye göre, programcı -kimbilir hangi kişiselnedenden ötürü?- yeni evlenen insanların listesiniyapmak için bir gece Ortak Bilgi Ağı'na girmiş ve onbeş tane çift bulduktan sonra uykusu geldiği için yatıpuyumuştu. Ertesi gün bir kaza sonucu ölmüş ve geridebıraktığı o anlamsız liste, bir rastlantı nedeniyle bütünşehiri meşgul etmeye başlamıştı. "Yaşasaydı vebunları görseydi herhalde çok eğlenirdi" demiştisosyal bilimci bütün Gaip'i küçümser bir edayla.Günler geçtikçe, cinayetlerin programcı tarafındanişlendiği fikri herkes tarafından aptalca bulunmayabaşlamıştı. Üstelik, programcının El Tekno'da çalıştığısaatlerde işlendiği kesinleşen üç tane cinayet vardı.

Birkaç hafta sonra Gaip, Esrarengiz Liste olayınıtümüyle unutmuştu... Hatta altı ay sonra, Gaip'in zenginbatı mahallelerinde kocasını av tüfeğiyle öldürenkadının hikayesini yazan gazeteler, kurbanın on beşkişilik listede yeraldığını hatırlayamadılar. Olayüçüncü sayfa cinayetleri arasında kayboldu...Bağlantının ilk farkında varanlardan biri, belki de ilki,çaylaktı.

O akşam dedektif, Esrarengiz Liste olayı için amirinodasına çağırıldığı zaman yine ilgisiz davrandı. Amir,ertesi gün medyanın durumun farkına varacağınısöylüyor ve ne yapacaklarını soruyordu. Çaylak bu kezsuskundu ve pek konuşmuyordu. Dedektif, liste ilecinayetler arasındaki bağlantıyı alt ay önce koca birşehrin tam bir ay uğraşıp çözemediğini bir kez dahahatırlattı. Üçlü o akşam hiçbir karar alamadan dağıldı.Zaten ortada bir ceset ve katil vardı. Onların da budurumda yapacağı hiçbir şey yoktu...

Medya durumun farkına varmakta gecikmedi. Amahaber, amirin düşündüğünün aksine,- bir gün içindeunutulup gitti... Esrarengiz Liste artık kimsenin ilgisiniçekmiyordu. Düşük izlenme oranlarına sahip birkaç

haber programı olayla ilgilendi. Hatta listede hayattakalan diğer altı kişinin üçünün boşandığı bile ortayaçıkarıldı ama ertesi gün, serinkanlı ve entellektüel birtelevizyon yorumcusunun akşam haberlerinde yaptığıyorum, yine herşeyi bıçak gibi kesti: "Son beş yıl içindebirbirini öldüren 18 tane evli çift var... EsrarengizListeyle uğraşacağımıza bu cinayetlerin tümüyleilgilenme vakti gelmiştir artık."

Gaip listeyi bir kez daha tümüyle unutmuştu...

Bu son cinayetten yaklaşık bir ay sonra soğuk bir kışgecesinde, dedektif, saat tam 3.27'de kötü bir kabustanuyandı... Ama o gece telefon çalmadı ve dedektifgördüğü rüyayı düşünme fırsatı buldu... Hiçbir şeyhaürlayamadı. Kalkıp bir sigara yaktı ve yaklaşık yediay önce yine sabahın 3.27'sinde uyandığı o geceyihatırladı..."Garip bir tesadüf" diye düşündü ve yüzünüburuşturdu. O gece, El Tekno binasından çıktıktansonra, kişiliğindeki sapkın bir tarafı ilk kez o kadarberrak bir kesinlikle keşfettiğini hatırladı. Arabaylaevine dönerken, bir yandan Gaip'in tenha caddeleriniseyrediyor, bir yandan da Esrarengiz Liste'nin ondabir hayalkırıklığı yarattığını düşünüyordu. Neydi buhayalkırıklığı? İşte o an, parlak bir yaz güneşi Gaip'inüstüne doğru ağır ağır yükselirken dedektif, cesetlereolan o garip bağlılığını fark etmişti... El Tekno'da birceset olsaydı herşey daha farklı olacak, en azından birhayalkırıklığı yaşamayacaktı... Bunu yüksek seslesöylemenin ne kadar ürpertici olacağını düşünmüştüo an... Sonra bir daha bu garip bağlılık üzerinde hiçdüşünmemiş, daha doğrusu düşünmeye korkmuştu.

Ama yedi ay sonra, yine sabah saat 3.27'de kötü birkabustan uyanıyor ve bir tesadüf eseri aklına takılan osağlıksız saplantısı, bir kez daha karşısına çıkıyordu...Yirmi ikinci kattaki dairesinden Gaip'in karanlığınıseyrederken cesetleri tartışılmaz bir kesinliklesevdiğini düşündü. Cesetler, onun varoluş nedeniydi.Hayata garip bir şekilde sadece ve sadece cesetlerlebağlıydı. O cesetler sayesinde Gaip'in en iyi dedektifiolmuş, o cesetler sayesinde mutsuzluğundan,yalnızlığından sıyrılabilmiş ve varoluşunun biranlamı olduğunu düşünmüştü.. Ve o gece, cesetgöremediği ya da aranacak bir ceset olmadığı için onbeş kişilik listeyle hiç ama hiç ilgilenmemişti... Hiçcinayet işlenmeyen ve hiçbir cesetin olmadığı birkentte mutsuz olacağını düşündü.

Uykusu kaçmıştı. Bu kötü düşüncelerle ne kitapokuyabilir, ne müzik dinleyebilir ne de yeniden yatağagirmeyi deneyebilirdi. En iyisi yazmak diye düşündü...Yıllardır hatıralarım, özellikle de Gaip'te çözdüğü

14

başka bir dünya

bütün cinayetleri yazıyordu... Kahve hazırlarken,Esrarengiz Liste olayını da hatıralarına dahil etmesigerektiğini düşündü... En azından olayı basınasızdırma fikrinin kendisinden geldiğinisöyleyebilirdi...

Sabahın saat dördünde taze kahvesinden ilkyudumunu aldı ve sekiz buçuğa kadar yazar bitiririmdüşüncesiyle PC'sinin başına oturdu... Esrarengiz Listeolayını yazacaktı. Kısa bir süre sonra, hatırlamadığı,bilmediği bir sürü ayrıntının olduğunu fark etti. OrtakBilgi Ağı'na girdi ve Polisiye Vakalar bölümününindeksinde istediklerini bulmakta hiç zorlanmadı...Karşısına üç şık çıkmıştı: Resmi Polis Kayıtları, Basınve Diğerleri... Resmi Polis Kayıtları'nı hızla okuyupbitirdi... İşine yarayan notların birer kopyasınıaldıktan sonra, Basın dosyasını açtı... Yine üç şık vardıkarşısında: Yazılı, görsel ve diğerleri...

Kabarık bir fatura ödememek için ertesi sabahıbekleyebilirdi. Ama daha sabaha çok vardı ve hiçuykusu yoktu. Eğlenceli olacağı düşüncesiyle öncegörsel bölüme girdi ve uzun bir listeyle karşılaştı.Haber bültenlerindeki kısa bölümlere hiç ilişmeden,Özel Haber Programlan şıkkını seçti ve olayı amatörbir dedektiflik hevesiyle inceleyen muhabirlerinhaber bantlarını seyretmeye başladı... İlk dört beştanesinden çok çabuk sıkılıp bıraktı. Şansını son bir kezdenemek için "Listedeki 15 İnsan Kim?" adlı birdosyayı seçti... Altı ay önce TV17'de yayınlananhaberi hazırlayan muhabir, dedektifin ilgisini pekçekmeyen heyecanlı bir tarzda olayları anlatıyordu.Bir ara dedektifin ilgisini çeken bir bölüm başladı.Genç TV muhabiri hepsine aynı soruyu (Nasıltanıştınız?) soruyor ve hepsinden de benzer yanıtlaralıyordu (tesadüf, rastlantı, şans)... TV muhabiri "Evet,sayın seyirciler" diyordu, "ne tuhaf değil mi? Hepsi debirbirleriyle son bir yıl içinde tanışmışlar, hem deinanılmaz garip tesadüflerin yardımıyla. Örnek miistiyorsunuz işte size birkaç örnek." Ekrana ilk gelen kırkyaşlarında bir kadın, kocasıyla evinde verdiği birpartide karşılaştığını söylüyordu... Daha sonra eşiolacak kişi, evinde verdiği özel bir partiye OBA'dangelen yanlış bir davetiyeyle katılmıştı. O akşamtanışmışlar ve kısa bir süre sonra da evlenmişlerdi.Kadının bu açıklamalarının ardından, haberprogramın yayınlanmasından dört ay önce pis birbatakhanede kimliği belirsiz kişilerce feci şekildeöldürülen adamın sağlıklı günlerinde video bandaçekilmiş görüntüleri geldi ekrana... Dedektif, gençadamın şaşırtıcı derecede yakışıklı olduğunu fark etti...

İkinci örnekte, elli yaşlarında kır saçlı bir adam ŞehirKütüphanesi'nden almadığı bir kitap için kütüphane

müdürlüğünden kendisine bir uyarı mektubu geldiğinianlatıyordu. Önceleri umursamamıştı ama kütüphanememuresinin İsrarı sonucu, sinirlenmiş vekütüphaneye kadar gidip yanlışı ortaya çıkartmıştı... Ogün tanıştığı memureyle aralarında hoş bir ilişkikurulmuş, sonra da evlenmişlerdi. Birkaç ay sonra,adam başka bir şehirdeyken kadın, eve giren bir hırsıztarafından öldürülecekti... Dedektif, PC'sindekigörüntülerden kızın en fazla 19-20 yaşlarındaolduğunu fark etti... TV muhabiri bundan sonra iki olaydaha örnekliyor ve diğer çiftlerin aynnülara girmekistemediklerini belirtip, programını şu sözlerlekapatıyordu: "Hepsi de tesadüfen tanışmış tam on beşçift. Peki sizce tek ortak nokta bu mu?"

Dedektif, OBA üzerinden hemen bir kopyasınıçıkardığı bandı iki kez daha izledi... Hemen ardındanPolis Dosyaları bölümüne geri dönüp çaylağın, dahaönce okumaya gerek görmediği araştırma dosyalarınagirdi. Çaylağın raporunda, listedeki on beş çiftin deuzun bir arkadaşlık devresinden geçmeden, uzun süreflört etmeden evlendikleri belirtiliyordu. Çiftler aynıarkadaş çevrelerinden gelmiyor, aynı toplumsalstatüyü paylaşmıyorlardı . Raporun resmicümlelerinin satır arasından çıkan tek bir şey vardı:Hepsi de yıldırım aşkına ya da yıldırım aşkıyanılsamasına dayanan yanlış evliliklerdi...

OBA'ya ilk girdiğinde, amacı Esrarengiz Liste olayınahatıralarında zeki, ironik ve tutarlı bir yorum getirmek,yani herşeyin aptal bir tesadüf olduğu fikrinisavunmaktı. Ama genç muhabirin video bandınsonunda sorduğu soruyla (Peki sizce tek ortak nokta bumu?) bir anda herşey değişmiş ve cinayetlerintümünün ardında yatan bir gizin kokusunu almıştı.Meslek yaşamında ilk kez oluyordu bu... Her zamancesetten yola çıkmayı tercih etmiş ve ceseti koklayanbir köpek gibi cinayetin kokusunu almaya çalışmıştı.Oysa şimdi bambaşka, daha önce hiç tanımadığı bircinayet kokusuyla karşı karşıyaydı...

O sabah Merkez' e çok erken geldi. Masasına otururoturmaz, Gaip'in en düşük izlenme oranlarına sahiptelevizyonlarından TV17'yi aradı ve genç muhabirlegörüşmek istediğini söyledi... Sekreter kız "Bizde öylebiri çalışmıyor" diyip kibarca ekranını kapattı... OrtakBilgi Ağı'na girdi ve aranan isim şıkkını seçip TVmuhabirinin adını yazdı. Ekranda beş saniye sonra birtelefon numarası belirdi... OBA üzerinden hemennumarayı çevirdi ve karşısına kentin en büyük üçtelevizyon kuruluşundan birisinin logosu çıktı...Anlaşılan genç muhabir, iyi bir transfer yapmıştı.Ekranda karşısına çıkan sekreter kız, muhabirin"Görevde" olduğunu söylüyor ve not bırakmasını

15

başka bir dünya

istiyordu. Kısa bir not bıraktı.

Muhabirin onu araması saatler sürebilirdi. Kimse birpolisi hemen aramazdı. Dahili iletişim moduna geçipçaylağı aradı, karşısında kahvesini yudumlayan uykulubir surat buldu ve ondan terastaki kafeye gelmesiniistedi. Beş dakika sonra sigara içenler dışındakimsenin kullanmadığı terasta buluştular. Dedektif,dün gece OBA üzerinden seyrettiği video banttanbahsetti... Çaylak hemen hatırladı. "Evet o herif,programcının listedeki on beş çifti bilgisayar yoluylatanıştırdığı gibi bir aptalca bir teze sahipti..."

Dedektif "bilgisayar yoluyla tanıştırma" ifadesiniduyar duymaz büyülenmiş gibi çaylağa baktı.Saatlerdir zihninin içinde dönüp duran soru da buyduzaten. Ona bu fikri neden aptalca bulduğunu sordu."Biraz inceledim, hatta galiba epeyce inceledim."dedi çaylak ve devam etti: "Ama sonra saçmaladığımıanlayıp bıraktım. Çünkü bundan daha aptalca bir şeyolamaz... Bir insan bilgisayarın karşısına geçip tuşlarabasarak bir tesadüf hazırlayamaz. OBA çağında dahiböyle bir şey imkansız..." Dedektif, her zamankiserinkanlılığıyla "Nasıl imkansız?" diye sordu.

Çaylak, bocalar gibi oldu önce, sonra doğru kelimeleriararmış gibi ellerini başına götürdü. "Çılgınca bir şeybu... Ama galiba mümkün... Evet, teknik olarak mümkünolduğunu o muhabir bana kanıtladı... Bir bilgisayardehası, eğer OBA'nın şifreli kodlarını biliyorsa bunuyapabilir... Özellikle de El Tekno'da çalışan çok zekibiri için bu, imkansız değil."

Çaylağın anlattıkları, dedektifin ilgisini giderek dahaçok çekiyordu. Ona göre, biri bilgisayarının başınageçip Gaip'te yüzlerce tesadüf planlayabilirdi. Partidavetiyeleri yollayabilir, kütüphane kayıtlarınıdeğiştirebilir, filmlere, oyunlara yan yana yerlerayarlayabilir, iki saatlik tren yolculuklarında aynımasalarda yemek yemelerini sağlayabilirdi... İşi gücüolmayan biri haftalarını, aylarını, günlerini bu işevakfedebilir ve bunları yapabilirdi... İnsanlarıninançlarına göre kader ya da tesadüf olarakisimlendirecekleri bu karşılaşmaları planlamakimkansız değildi. "Ama hiç kimse" dedi çaylak, "Tanrıdışında, birbirini hiç tanımayan iki insanınbirbirlerine görür görmez aşık olacaklarını bilemez.Hadi bunu bildi, ama bir müddet sonra içlerindenbirinin ötekini öldüreceğini ya da öldürteceğinibilemez. Bunu hesaplayamaz. Bu çılgınlık, delilikpatron... Bunu o zaman, ne size ne de amire söyledim.Beni hayali kuvvetli bir manyak sanırsınız diye..."

Dedektif, on beş vakanın tümünü taşıdıkları ortak

özellikler itibarıyla dikkatle inceleyip incelemediğinisordu. İncelemişti... Ustasının dalga geçmediğini veteoriyle ciddi olarak ilgilendiğini de artık iyiceanlamıştı. "On beşini de bağlayan ortak bir özellikyoktu ama... Ama modern matematikteki kümelerihatırlatan bir şey vardı sanki... Örneğin bazı vakalardayaşlı - genç evliliği sözkonusuydu, bazılarında zengin -yaşlı. Bazılarında ise başarı - başarısızlık yanyanagelmişti. Bir kısmında da taraflardan birinin fizikselçekiciliği ötekine göre çok baskındı... Yani, hep birkarşıtlık sözkonusuydu temelde.. Bazı vakalardagörünürde tek bir karşıtlık bile yoktu... Fakat buvakalardan birisinin biraz içine girince diğervakalardan daha büyük karşıtlıklar ortaya çıkıyordu.Örneğin ailesiz büyümüş ve psikolojik tedavi gören birerkek, nemfomanyak bir kadınla evlenmişti."

Dedektif, programcının Gaip'te yaşayan insanlarınözel durumlar ını , geçmişler ini neredenbulabileceğini sordu. Onun bildiği kadarıyla, OBA'dabile henüz bu kadar bilgiye ulaşmak mümkün değildi.Eğer Gaip Bilgi Merkezi'ndeki Ana Bilgisayar'ınkayıtlarına girmediyse tabii... Çünkü Ana Bilgisayar,Gaip'te olup biten herşeyi bilir ve görürdü. Bu da, sonon yıldır uygulanan bir yöntemle sağlanmıştı. Kentteyaşayan herkes, bütün faaliyetleri düzenleyen tek birmanyetik kart kullanırdı. Bu kart olmadan hiçbir şeyyapmak mümkün değildi. Alışveriş edilemez, trafiğeçıkılamaz, toplu taşıma araçları kullanılamazdı. Kartolmadan hiç kimse çalıştığı şirkete, hatta özel evinebile giremez, bir kahve dahi içemezdi. Gaip'teki bütünkapıları bu kart açardı. Kartını kaybetmiş bir kentsakininin Gaip Bilgi Merkezi'ni arayıp özel şifresinisöylemeden ve parmak izi kaydını kontrol ettirmedenevinden çıkması bile mümkün değildi... AnaBilgisayar herşeyi bilen ve herşeyi görendi. Ama yinede sadece polisin ve devletin açabildiği özel kayıtlarvardı. Bir insanın özel hayatına dair bilgilere ancakçok özel durumlarda, sadece devlet girebilirdi...

Çaylak programcının bu özel kayıtlara dahi girmeyegerek görmeden, sadece OBA üzerinden herhangi birGaiplinin temel kişilik özellikleri üzerine fikir sahibiolabileceğini iddia etti. Şehirdeki bütün alışveriş veeğlence merkezlerinin, barların, kafelerin, sağlıkkuruluşlarının giriş çıkış dosyalarına, birkaç şifreylegirmek zaten mümkün olan bir şeydi. Tüm bu bilgikırıntılarına ulaşmak da az bir şey değildi ona göre.Programcı, istediği insanın kart kullanımını takipederek bütün alışkanlıklarını, sosyal statüsünü, kültürelözelliklerini, sevgili ve arkadaş seçimlerini ortayaçıkartabilirdi. Biraz kafası çalışan biri, kartkullanımındaki ayrıntılardan bir insanın kişiliğiüzerine küçümsenemeyecek bir fikir sahibi olabilirdi.

16

başka bir dünya

Ayrıca bu bilgileri sağlayan dosyaların şifrelerinibulmak da, programcı için pek zor değildi... Çaylağagöre, programcı kişilikler hakkında daha sağlambilgiler sağlayacak gizli, özel dosyalara da (psikologgörüşmeleri, okul kayıtları, küçük suçlar vb) girebilirdi.Çünkü El Tekno, Gaip Bilgi Merkezi'ni kuran üç büyükbilgisayar kuruluşundan biriydi ve bir bilgisayardehası için ulaşılması imkansız tek bir şifre olabilirdiancak. O da, Ana Bilgisayar'ın programına giriş şifresi.Bunu da sadece Gaip Belediye Başkanı bilirdi... Amaprogramcı bu şifreyi bilmeden de, Ana Bilgisayar'ınhafızası içinde dilediğince at koşturabilirdi.

"Evet, El Tekno'da çalışan dahiyane bir bilgisayarprogramcısı için herşey mümkün. Bunu kabulediyorum" dedi epeyce etkilenmiş görünen dedektif,"ama asıl soru bütün bu bilgilere sahip bir insanınbaşka insanların kaderini elinde tutacak kadar güçsahibi olup olamayacağı... Tanıştırıyor, evlendiriyorve sonra da içlerinden birine diğerini öldürtüyor. "

"Tıpkı alınyazısı gibi" dedi çaylak...

"Ama cinayet ya da -birçoğunun kiralık katil tuttuğunudüşünürsek- öldürme duygusu karmakarışık bir içgüdü,çözülmesi güç psikolojik bir süreçtir. Herkes katilolabilir ama ancak çok özel durumlarda.." dedidedektif. Çaylak hemen atıldı. "Ama her insanı katilhaline getirebilecek biri mutlaka vardır. Hatta bir kişideğil belki binlerce kişi vardır. Hele bir deevlendiklerini düşünürseniz. Kaldı ki, programcıkurbanlarını evlendirdikten sonra bilgisayarınınbaşında başka tesadüfler de planlamış olabilir.Örneğin korkunç bir ihaneti örgütlemiş ve yine birbaşka plan yapıp, bu ihanetin ortaya çıkmasınısağlamış olabilir."

Dedektif susup kaldı. Programcı, bir çılgın bir dahiyseAna Bilgisayar'a bağlı bir PC'nin başında gerçekten debütün bunları yapabilirdi... Bir an iliklerine kadarürperdi... Ana Bilgisayarın sahip olduğu bilgininsınırsızlığı başına döndürmüştü. Bir an, PC'sininbaşında onun cesetlere karşı duyduğu o garipsaplantının farkında olan bir adam gözlerinin önünegetirdi. Ama nasıl? Nasıl bilebilirdi ki? Hangiayrıntıdan, hangi bilgi kırıntısından yola çıkıp bunubulabilirdi?

Dedektifi etkilemenin keyfini yaşamaktan çok, bundansonra ne olacağının merakıyla yanıp tutuşan çaylak,ona ne düşündüğünü sordu. Usta, fazla düşünmeden veiçindeki tedirginliği bastırarak soğukkanlılıklacevapladı: "Bir polis olarak elimizden bir şey gelmezartık. Geride kalan 6 çiftin boşandığını düşünürsek

programcının tasarladığı kader çizgisinin kırıldığınıdüşünebiliriz. Bir de, bu konuştuklarımızı hiç kimseyeanlatmamak galiba en iyisi. Çünkü, bütün bunlarınmümkün olduğunu kabul etsek bile, herşey aptalca birtesadüf de olabilir, bunu unutmamak gerekli".Çaylağın hevesi kırılmıştı. İkisi de tek kelime etmedenterastan çıkıp ofislerine döndüler.

Dedektif, masasına gitmeden önce kahve makinesininmanyetik okuyucu gözüne kartını dokundurdu ve "Sadeşekerli" tuşuna bastı... O an, neler olduğunu şöyle biraklından geçirdi. Makineden sade şekerli bir kahvealdığı bilgisi, Polis Merkezi'nin bilgisayar kayıtlarınagirmiş, kahvenin bedeli maaşından düşülmüş ve tümbunlar Ana Bilgisayar'ın hafızasına kaydolmuştu.

Ana Bilgisayar bu aynntıyı dahi biliyordu. Evvelsigeceyi, bir bekar barında tanıştığı bir sarışınlageçirdiğinin de farkındaydı. Bütün misafirler, yabancıevlere ev sahibinin özel şifresini kullanarak girer vemanyetik kartlarını ancak böyle geçerli halegetirebilirlerdi...

Masasına oturduğunda, Ana Bilgisayar'ın insanlarınkafasının içinden geçenleri bilemediğini düşünerekrahatladı. Bir gün ciplerin beyinlerin içine dahitakılabileceğini ve o zaman Ana Bilgisayar' in yerel birGaip Tanrısına dönüşüp Kader' i belirleyebileceği gibigarip düşüncelere dalıp gitmişken, ekranda birdençaylağın siması belirdi.

"Herşeyi bilmek ve görmek herşeyi belirleme gücünüde verebilir." diyordu heyecanlı bir ses tonuyla..."Bence bir rapor hazırlayıp, Ana Bilgisayarın özel vegizli dosyalarına girişleri çok zor hale getirebiliriz."

"Haklısın" dedi gülümseyerek, "bunu yapabiliriz."Çaylağı giderek daha çok sevmeye başladığınıdüşündü... "Sizce o bir katil mi efendim? Yani,yaşasaydı ve bunları ispatlayabilseydik onuyargılayabilir miydik?" diye sordu çaylak, huzursuz biryüz ifadesiyle.

Dedektif, bir müddet düşündü. "Ana Bilgisayar, birgün, doğumumuzdan ölümümüze kadar herşeyibelirleyebilirle gücüne bile sahip olsa, eylemlerimizintek sorumlusu yine de biz oluruz" demek istedi amavazgeçti. Belki bir başka zaman söylerdi, yüz yüzekonuşurken...

17

çıkmaz sokak

RASTLANTI MADDE VE ÖZGÜRLÜK'

paul veyne*

"[.. J Birgün kendikendime şöyle bir soru

sordum:eğer benimyerimde Napolyonolsaydı ve mesleki

tırmanışına başlamakiçin önünde ne Totilon,

ne Mısır, neMont-Biane'dan geçiş

gibi güzel ve anıtsalşeyler değil de, gülünç,

zavallı bir kocakarı,üstelik te sandığındaki

paralan çalmak için(mesleki tırmanış için,

anlıyorsun ya?)öldürülmesi gereken bir

tefeci kocakarıbulunsaydı ve başkaca

da hiçbir çıkış yoluolmasaydı, acaba ne

yapardı? Böylesineanıtsal olmaktan uzak,üstelik de... günah olanbir şey yaptığı için acı

duyar mıydı?

*PAUL VEYNE, Comment onecrit l'histoire , Paris, Seuil,1978. s.72-78'den Nazlı Öktenderleyip türkçeleştirdi.College de France'ta dersveren Fransız tarihçi Veyne1 inFoucault'un yöntemiyle ilgiliFoucault revolutionnel'histoire adlı çalışması yankıuyandırmıştır. Georges Duby,Veyne için birinci sınıf birtarihçi diyor

Tarihsel açıklama, etkenlerin açığa çıkarılmasını az çok erteler; öte yandan.ayın altındaki bu dünyada etkenler üç türlüdür. Biri aynı zamanda önemsiznedenler, kaza, deha ya da fırsat adı da verilen rastlantıdır. Diğeri nesnelveriler, ya da koşullar ya da nedenlerdir; biz buna maddi nedenlerdiyeceğiz. Sonuncusu, nihai sonuçlar adını vereceğimiz özgürlük, karardır.Eğer insani ise, en ufak tarihsel "olgu" bile bu üç unsuru taşır; her insandoğduğunda dünyayı olduğu gibi kılan ve onu bir proleter ya da birkapitalist yapan nesnel veriler bulur; bu insan amaçları için bu verilerimaddi nedenler olarak kullanır, sendikalanır ya da grev kırar, sermayesiniyatırır ya da yer, tıpkı heykeltraşın mermer bir bloku bir tanrı, bir masa yada bir küvet yapmak için kullanması gibi. ; son olarak rastlantı,Kleopatra'nın burnu ya da büyük adam vardır. Rastlantı üzerinde ısraredilirse Talihin planlarımızı altüst ederek eğlendiği klasik, bir tiyatro gibitarih anlayışı çıkar karşımıza; nihai neden üzerinde durulursa idealist denentarih anlayışına varılırL.]

Rastlantı ve derin nedenler

Yüzeysel olabilecek nedenlerle derin olabilecek nedenler adasındayaptığımız ayrım en azından üç anlamda ele alınabilir. Bir neden,farkedilmesi daha zorsa, bir açığa çıkarma çabası sonunda ortaya çıkıyorsaderin diye adlandırılabilir; o halde derinlik bilgi açısından derinliktir. Amaikinci bir anlamda , derinlik gerçekten varlıkta olabilir: bir kelimede tüm birentrikayı özetleyen nedene derin denecektir; Fransız devrimi temelde birburjuvazinin yükselişiyle açıklanır. 1914 savaşının kökenleri incelenirse,entrika bir kez kurulduktan sonra keskin bir bakış atılıp şu sonuca varılabilir:aslında bu savaş, marsistlerin düşündüğü ekonomik nedenlerden değil,tamamıyla diplomatik nedenlerden ve güçler siyasetiyle ya da kitlepsikolojisiyle ilgili nedenlerden ileri gelmiştir. Küresel olan derindir.Son olarak derin neden düşüncesinin üçüncü bir anlamı vardır: en etkili,sonucuyla bedeli arasındaki oransızlığın en büyük olduğu nedenlere yüzeyseldenir; söz konusu olan, verili bir eylem yapısının çözümlemesini içeren veanlamı stratejik olan çok zengin bir düşüncedir: "Bu olay fitili ateşlemeyeyetti", "bu rastlantı herşeyi engellemeye yetti", ya da "böylesi basit bir polistedbiri karmaşaya tamamen son verdi" diyebilmek için tekil bir durumutanımak ve bir strateji uzmanı gözüyle yorumlamak gerekir. O halde,Seignobos(l) gibi tüm nedenlerin geçerli olduğunu çünkü tek bir tanesininyokluğunun veto anlamına geleceğini öne sürmek kurmacadır. Bütünnedenlerin sıralanacağı nesnel ve soyut bir süreçte hepsinin önemi aynıolurdu: ama o zaman nedenden söz edilemezdi, sadece sorunun verileriolan parametreler ve bilinmeyenlerin bağlı olacağı değişkenler, yasalar vedenklemleri ortaya konurdu. Capucines Bulvarı'ndaki kurşunlama olayınınLouis-Phillipe'in düşüşü(2) için sadece bir vesile olduğunu söylerken bu olayolmasaydı illa ki tahtta kalacağı ya da genel hoşnutsuzluk yüzünden zatendüşeceği öne sürülmemektedir: Sadece bu hoşnutsuzluğun bir ortaya çıkışyolu aradığı ve kararlı olunduğunda bir vesile bulmanın hiç te zor olmadığı

18

çıkmaz sokak

doğrulanmaktadır; tarihin cini için bir kazaya, yol açmak tüm bir halkıöfkelendirmekten daha hesaplıdır ve aynı derecede kaçınılmaz olan bu ikiolayın bedellleri aynı değildir. Derin neden en az ekonomik olanıdır;1900'lü yıllarda pek moda olan, toplumsal çalkantıların sorumlusu"elebaşıların rolü üzerindeki tartışmalar bundan kaynaklanmıştır. Bir avuçelebaşı mı, toplumsal kendiliğindenlik mi? Bir emniyet müdürünün yüzeyselama etkili bakış açısıyla, elebaşlarıdır, çünkü grevi durdurmak için onlarıhapse atmak yeterlidir; aksine, bir proleteri devrimci yapmak için burjuvatoplumunun olanca ağırlığı gereklidir. Tarih, rakibin kimi zaman bir insan,kimi zaman doğa olduğu bir strateji oyunu olduğundan emniyet müdürününyerini rastlantı da doldurabilir: Kleopatra'ya burnunu, Cromwell'in kesesinekum tanesini konduran odur; kum ve bir burun pahalıya gelmez veekonomik nedenler kadar etkili nedenlerinin adı yüzeysele çıkacaktır!...]Bulvardaki kurşunlama olmasa da ufacık bir olayın bile yurttaş-kralmdüşüşüne neden olacağı öne sürülebilir, ama elbette ki bu olayın mutlakaolacağı kesin olarak ileri sürülemez: rastlantı ve emniyet müdürü bazen zayıfnoktaya saldırma fırsatlarım kaçırırlar, ve fırsatlar her zaman ele geçmez;Lenin 1917'de bunu kendine söylemiş olmalı, çünkü Plekhanov'dan çokdaha akıllıydı ve büyük adam denilen, rastlantının tecessümü [cisimleşmesi]konusunda daha doğru fikirleri vardıt...]

Fırsatlar ve derin nedenler ayrımı müdahale fikrine dayanır. Trotsky deböyle fikir yürütüyordu: gözüpek polis müdürleri olsaydı Şubat 1917 devrimiolmazdı; Lenin olmasaydı Ekim Devrimi olmazdı; tarihin olgunlaşması içinStalin'e güvenilebilirdi ve bugün Rusya Güney Amerika tipi bir toplumolurdu. Hiçbir harekette bulunmadığı 1905-1917 yılları arasında Lenin,nedensel olgunlaşma düşüncesinden stratejik "kapitalist zincirin zayıfhalkası" düşüncesine geçti ve bu zayıf halka nedensel olarak en az olgunülkede kırılıyordu. Tarih yüzeysel, yani etkili nedenler taşıdığına görestratejiktir, çok farklı aygıtlar içeren ve tekil konjonktürler halinde bir diziçarpışmadır; bu yüzden Trotsky'nin Rus Devrimi, büyük bir tarihiçarpımanın bu ustaca çözümlemesi, inanç açıklamaları dışında marxist birkitap değildir.

Tarihte rastlantı Poincare'nin rastlantısal olaylar tanımına tekabül eder.Bunlar, sonuçları başlangıç koşullarında algılanamaz çeşitlemelerletamamen tamamen alt üst edilebilen mekanizmalardır. Söz konusumekanizma bir tarafta (adı ister Ancien regime ister Antoine, ister çarlıkolsun) bulununca ve algılanamaz çeşitlemenin yaratıcısı (güzel burunları,Lenin'in dehasını yaratan rastlantı, doğa ya da eksiklik) karşı taraftabulununca birinci tarafın maruz kaldığıyla ikinci tarafın gücü arasındakioransızlık öyledir ki, ikincinin birincinin zırhındaki zayıf noktayadokunduğunu söyleriz!...]

Şunu hemen söyleyeyimki, bu 'sorun'üzerineçok, ama çok kafayordum, öyle kiNapolyon'un bu iştenacı duymak şöyledursun, bu işin anıtsalbir iş olup olmadığı gibibir konunun aklınınköşesinden bilegeçmeyeceğini, hatta...bu işin insana acıverebileceğinin farkındabile olmayacağınıanladım (nasılsabirdenbire anladımbunu) ve böyledüşündüğüm için müthişutanç duydum... Önündebaşka bir yol yoksa hiçduraksamadan kadınınişini bitiriverirdiNapolyon!. .Ben dedüşünmekten vazgeçipbu otoritenin örneğineuygun olarak ...cinayeti işledim..."

Suç ve CezaDostoyevski

(1) 1854-1942 Alman tarih okulundan çok etkilenen Fransız tarihçi. Yalnızcamaddi olayı saptamak amacını güden eleştirel yöntemi Annales okulutarafından sert bir biçimde eleştirildi. Ç. N.(2) Şubat 1848'de, eşit ve genel oy hakkına karşı olan başbakan Guizot'nungörevden alınması için Paris'te düzenlenen gösteride halka ateş açılmasıylabaşlayan 1848 devrimi, Lous-Philippe'in tahttan çekilmesiyle vecumhuriyetin ilanıyla sonuçlandı. Ç.N.

19

uçan hollandalı

GÖLGE DEVLET VE KORKU FİLMLERİ

murat gülsoy

Hitler'in propaganda bakanı Goebbels'in -Avrupa'daki nadir yasakkitaplardan biri olan- propaganda teknikleri üzerine yazmış olduğu kitabı

okumam gerekiyordu. Bu kitabı okumak için gizli merkezlerden birinegitmem gerekiyordu. Holywood sinemasının kalıplarını özümsemeliydim.

Korku filmleri başlangıçtı.Polisiyeler, dramlar, komediler, hatta aşk filmleri yapılacaktı. Toplumun

iskeleti, deformasyonlar bu filmlerin itici gücüyle kendiliğindenonarılacaktı. Basit değerler yüceltilecekti. Yedi ana gühahı, on kutsal emriişleyecektik adeta: zina yapma, israf etme, çalma, öldürme, aileni koru,

dürüst ol, vergini öde... Böylece gecelen rahat uyuyabilirsin, kapını ne cinçalar ne sapık!

Bütün pencereler buğulanmış, akşam alelacelecaddelerin üzerine çökmüş, insanlarda sıradan birtelaş, her zamanki cumartesi akşamlarından biriydi.Eve dönmek istemiyordum. Nereye gideceğime dekarar vermemiştim. Sinemadan çıkmış caddeboyunca amaçsızca yürüyordum. Kısa bir süre önceaşık olmuştum. Filmdeki kadına hem de. Kendikendime gülüyordum. Dışarıdan bakan birininoldukça ciddi bulacağı bir çehrem, şemsiyem veuzun siyah bir pardösüm vardı. Fakat içimdetutuşmuştu bir kez aşk. İmkansızlığı güldürüyordubeni. Birilerine rastlasam da bu durumumu anlatıpdalga geçsem, dalga geçsem de kurtulsam diye sağasola bakınarak yürüyordum. Bu caddede, bu akşaminsan mutlaka birilerine rastlar. Zaten bu türrastlantılar rastlantıdan çok bir randevuya benzer.Bildik bir köşebaşından sapılır, bir yere girilir,içecek bir şeyler ısmarlanır, birbirinin aynısohbetlerden biri yapılır; o gece, yalnızlığın kemikliellerinden kurtarılır.

Birden tanıdık bir sesle irkildim. Seslenen eskisevgilimdi. Dört yıl önce küçük bir kız olarakterkettiğim eski sevgilim şimdi karşımda duruyordu.Sıkıntıyla geçiştirecek gibi oldum fakat şaşırtıcı birbeceriyle beni ancak çok iyi tanıyanlarınhissedebilecekleri haleti ruhiyyemi bir anda çözüpmızıldanmama meydan vermeden kararlan çabucak

aldı ve o bildik yerlerden birine girip kahvelerimizisöyledi bile.

Saygılı bir tonda konuşuyorduk birbirimizle. Sankihiç birlikte olmamışız gibi, sanki yeni tanışmışızgibi özenli. Biraz da tehlike kokusu alıyorduk bugörüşmeden. Ufak ufak birbirimizi yokluyorduk. İlkadımda öğrenilmesi gereken, şu anda birileriylebirlikte olup olmadığımızdı. İki tarafın da ciddi birilişkisi olmadığı anlaşıldığında geçmişe doğru küçükve bağışlayıcı bir muhasebe bölümüne geçildi.Sonra yapılan işler ve bu günkü durum. Bir kaç saatgeçmiş olmalıydı ve ikimiz de kararsızdık. Enazından ben ne yapacağımı kestiremiyordum. Biryandan şaşkındım çünkü o bıraktığım küçük kızgitmiş yerine bir işkadını gelip oturmuştu.Masumiyet gitmiş, kışkırtıcı, davetkar bakışlargelmişti. Benim cephem ise darmadağındı. Ondansonraki dört yıl boyunca ciddi bir i l işkimolmamıştı. Yani aşık olmamıştım. Aşık olmak içinkendimi zorlamış fakat her seferinde onun doğrukişi olmadığını anlamıştım. Hep o özel ve çılgıninsana rastlayacağım günü beklemiştim. Fakat bumüthiş bir paradokstu zaten. Kendisini özelhisseden bir insan doğal olarak çok mükemmel birsevgiliyi hayal ediyor, ve hayalgücü ne kadarincelirse böyle bir insana rastlamama olasılığı da oderece artıyor. Aradan zaman geçince, insan

20

uçan hollandalı

Hep o özel ve çılgın insana rastlayacağım günü beklemiştim. Fakat bumüthiş bir paradokstu zaten. Kendisini özel hisseden bir insan doğal

olarak çok mükemmel bir sevgiliyi hayal ediyor, ve hayalgücü ne kadarincelirse böyle bir insana rastlamama olasılığı da o derece artıyor. Aradan

zaman geçince, insan kaybettiği yılların acısını karşısına çıkanlardançıkarmaya çalışıyor ve durum gittikçe kötüleşiyor. Belki de bu gerilimden

sıyrılmak için o akşam demin de dediğim gibi garip bir şekilde JulietteBinoche'a aşık olmuştum.

21

uçan hollandalı

kaybettiği yılların acısını karşısına çıkanlardançıkarmaya çalışıyor ve durum gittikçe kötüleşiyor.Belki de bu gerilimden sıyrılmak için o akşamdemin de dediğim gibi garip bir şekilde JulietteBinoche'a aşık olmuştum. Acaba ona bundanbahsedip havayı yumuşatıp geceyi onunla birliktemi geçirseydim? Bu tür ayıp düşünceler aklımdangeçmedi değil, ama olayları akışına bıraktım.

Evinin kapısını açarken içimde bir tedirginlik vardı.Herşey bu kadar hızlı mı olmak zorundaydı? İçerigirdiğimizde birdenbire kapının arkasına saklanmışolan iki adam üzerime atıldı ve biri ağzımı kapattıdiğeri ise ellerimi ve ağzımı bağladı. Gözüm eskisevgilime iliştiğinde küçük dilimi yutacak gibioldum. Çünkü adamlar onunla ilgilenmiyorlardıbile. Bu da tuzağa düştüğümün en açık deliliydi.Fakat neden? Ne önemim vardı ki. Kendi halindebir adamdım. Arada sırada yazdığım garip öykülerdışında hiç bir özelliğim yoktu. Sevgilimin de buderece düşman olacağı kadar kötü bir ayrılıkdeğildi, diye hatırlıyorum. Sonra şimşek hızıyla tümbunların bir şaka, bir kamera şakası veya sonradangülünecek bir sürpriz falan olabileceği aklıma geldi.Fakat olaylar hiç de te lehime gelişmiyordu.

Tam bunları düşünüyordum ki sevgilim sandığımkadın kulağıma eğilip bir yılan gibi tıslayarak: "Dörtyıldır bu günü bekliyordum. Öcümü almak içinbekledim. Nedenini bilmiyorsun değil mi?Bilmezsin tabii. Hatırlıyor musun sana en son nedediğimi?... Hatırlayamazsın, çünkü hiç bir şeysöylememiştim. Sen abuk sabuk bir terketmekonuşması yaparken, ne kadar da kötü hazırlanmışbir konuşmaydı yarabbim, neyine aşık olmuştum kisenin, her neyse, sen öylece bir şeyler gevelerkenben tek kelime etmeden yüzüne bakıyordum.Sevdiğim adamı arıyordum gözlerinde. Neaptalmışım. Anlamanı bekliyordum..." Ağzım sıkıcabağlı olduğu için hiç kımıldamadan onudinliyordum. O ise büyük ve keskin bir bıçaklapantolonumun önünde büyük bir delik açıyordu. İkiadam ise büyük siyah bir çantadan bıçaklar,makaslar, bisturiler, iğneler, gazlıbezler çıkarıpyemek masasıın üzerine özenle yerleştirilorlardı. Birkâbusun içine düşmüş olduğumu anlıyordum. Aşkınne kadar tehl ikel i bir duygu olduğunudüşünüyordum ki: "Sana olan aşkımdan çıldırdığımısanma! O kadar da uzun boylu değil. Fakat sendenayrıldıktan sonra hamile olduğumu öğrendim. Onyedi yaşındaydım ve içimde beni terk etmiş, benihiç sevmemiş bir adamın çocuğunu taşıyordum.Onu dünyaya getiremezdim. Aldırdım. Ve onunlabirlikte her şeyimi, kadınlığımı da almak zorunda

kalmıştı doktorum. Bir daha çocuğum olmayacakanlıyor musun! Şimdi intikam değil istediğim,adalet! Kısasa kısas." Yüzüm ne hale gelmiştik i m b i l i r . Hayatımda böylesine dehşetekapılmamıştım. Dizlerim titremeye başlamıştı bile.O ise bir yandan yumurtalıklarımı avuçlarındasıkıyor bir yandan da ıslıklı bir fısıltıyla: "Buamcalar niye buradalar biliyor musun, kadınlığımınkatili? Küçük bir operasyon için. Bir ikinci sünnetmeselesi. Birazdan senin o çok değerli cinselorganını kesecek olan bu amcalar onu bir güzelpişirip sana yedirecekler anladın mı?" son sözleriile birlikte yumurtalıklarımı öyle bir sıktı ki artıkdayanacak gücüm kalmamıştı. Kendimdengeçmişim. Küvette soğuk suyla beni yıkarlarkenkendime geldim. Sanırım -Tanrım çok utanç verici-altıma kaçırmışım. Gayri ihtiyari organlarımınyerinde olup olmadığını kontrol ettim. Herbirparçası ayrı ayrı ağrıyordu. Beni giyindirdiktensonra salona taşıdılar ve rahat bir koltuğa bıraktılar.Artık ellerimi ve ağzımı bağlamaya gerekduymuyorlardı. Ve salonda daha önce olmayan biradam vardı. Bir ileri bir geri yürüyüp sinirlerimigeriyordu. Gerginliğini odadaki her şeyebulaştırıyordu. Eski -katil ruhlu- sevgilim ve ikicellatı ortadan yok olmuşlardı.

"Çok güzel korku hikayeleri yazabileceğindeneminim. Fakat istediğimiz film senaryolarınıyazabileceğine inanmıyorum. Bunun için uzun bireğitimden geçmen gerekli. Ne yazık ki hiç vaktimkalmadı. Benim de hesap vermem gereken mercilervar. Bak delikanlı, bu bizim için çok ciddi bir iş.Sandığından çok daha ciddi. Öykülerini inceledikve elimizde senden daha iyi bir seçenekolmadığına karar verdik."

Aklımı bir türlü toparlıyamıyordum. Ne korkuöyküsü, ne senaryosu, ne mercisi?... Büyük birihtimalle şu anda bir türlü uyanamadığım biruykunun içinde kâbuslar serisi yaşıyordum.Anlaşılan deminki bölümden bir zayiat vermedenkurtulmuştum. Sesim bir çığlık gibi çıktı:"Anlayamadım?!"

Adam bütün emekleri boşa gitmiş bir öğretmengibi bunalarak: "Sana maddeler halindeaçıklayacağım, bak iyi dinle, bir daha tekraretmeyeceğim. 1. Bize korku filmi senaryoları lazım,hem de çok acele. 2. Senin bu senaryoları yazmanakarar verdik. 3. Eski sevgilinle başın belada ve eğerişbirliği yapmazsan seni onun ellerine bırakıpburadan hemen uzaklaşacağım."

22

uçan hollandalı

Adamın şaka yapar gibi bir hali yoktu. Eskisevgilimin de. Ama benim gibi etliye sütlüyebulaşmayan bir adam nasıl oluyor da böyle birmaceranın ortasında buluveriyordu kendini. Üsteliksevgilimin başına gelen de milyonda bir olacak birtalihsizlikti. Bir kaçıklar şebekesinin elinedüşmüştüm ve hemen onaylamak dışında yapacakbir şey düşünemedim açıkçası.

"Güzeeel! Şimdi bana siyasi düşüncelerini, hayatgörüşünü, ahlak anlayışını anlat.." Nedense bu soruilgimi çekmişti. Genelde hiç kimse bunları meraketmez, etse de böyle açıkça sormazdı. Hem de buşartlar altında. Anlatmaya giriştim. Kafamınkarışıklığını olduğu gibi masaya döktüm. Fakat osıkıntıyla saatine bakıyor beni doğru düzgündinlemiyor gibiydi.

"Çok güzel. Şimdi tüm bu söylediklerini unutmanıistiyorum. Hepsini! Sana yaşadığın ülkenin hiçbilmediğin gerçeklerini anlatacağım. Bunların herkelimesini aklında tut..."

Ve yüzyıl başındaki devrimden, imparatorluğunyıkılışından alarak anlatmaya girişti. Ademdenbaşlamadığına şükrederek dinlemeye başladım.Hatta belki de odanın dışında fenni sünnetaletlerini temizleyen adamların varlığını bileunutmuştum.

"Devrimin gerekliliğinin farkında olmana sevindim.Gerekliydi ve yapıldı. İmparatorluğun tasfiyesigerçekten de zorlu fakat kaçınılmaz bir süreçti. Hatayapmamak gerekiyordu. Yeni ve tutarlı bir sistemkurulmalıydı. Kötü unsurların yok edilip iyiunsurların şekil değiştirerek devamlı l ığ ıarzulanıyordu. Fakat bu nasıl yapılacaktı. Olaylarıkendi akışlarına bırakırsan ne olur? Hep kötüyegider. Doğanın kanunudur. İşlerini rastlantıyabırakmak kumar oynamaktan beterdir. Kumarda hiçolmazsa elindeki kadar kaybedersin. Her ankazanma ihtimalin vardır. Fakat bir savaş aslatesadüfen kazanılmaz. İnsanların ve toplumlarınyaşamında raslantıya izin verilmemeli. İşler şansabırakıldığı ölçüde batağa saplanır. Her şeyinolabildiğince belirlenmesi gerekir. Örneğin insanyaşamını ne kadar iyi planlarsa o kadar zamanınahakim olur ve zamana hakim olan özgür olur.Gündelik yaşayan bir insan sürekli zaman kaybeder.Daha önceden hesaplayabileceği durumlarkarşısına çıkınca hazırlıksız olduğu için şaşalar,sıkıntıya düşer, yıpranır. Oysa herşeyi öncedenplanlayan bir insan olasılıkları daha onlar gerçekolmadan tanıdığı için kolayca başa çıkar.

Toplumların hayatı da böyledir. Kendini raslantılardenizine bırakmış bir ülke kısa zamanda boğulupgider. O yüzden işi şansa bırakmamak gerekliydi. Vedevrim kurmayları kararlarını verdiler: iki devletkuracaklardı!"

"İki devlet mi?" Kendimi bu akıldışı dialogakaptırmıştım artık.

"Sözümü kesme delikanlı, sabırlı ol... Her neyse ikidevlet diyordum değil mi... Evet iki devlet kurdular.Biri herkesin gözü önünde duran, bir başkentteikamet eden, hantal, bürokratik ve akıldışı devlet."

"Diğeri de görünmeyen, gizli, belli bir merkeziolmayan dinamik ve akıllı devlet mi?"

"Üstüne bastın. Aynen öyle. Gölge devlet. Aynengörünen devlet gibi belli bir hiyerarşisi olan,olayları gerçekten denetleyip ülkenin kaderinielinde bulunduran devlet." Büyük bir sırrı ifşaettikten sonraki rahatlamaya gömülen bu kır saçlıasker emeklisine benzeyen adam dostça kolumututarak: "Yoksa sen bu televizyonda şaklabanlıkyapan adamların, koskaca ülkeyi gerçekten idareettiklerine inanıyor musun? Bu kadar aptalolamazsın. Çoktan yıkılıp giderdi."

Artık hikayeyi kabullenmiştim: "Şimdi de durum pekparlak gözükmüyor..." Hiç bir şeyin göründüğü gibiolmadığını söyleyeceğini düşünüyordum. Bu seferyanılttı. "Haklısın. Bir sürü şey kötüye gidiyor. Fakatbu olası durumların en iyisi, bana inan. Çok dahakorkunç olabilirdi. Gizli Devlet elinden geleniyapmaya çalışıyor. Tüm değişkenleri denetlemeyeve değiştirmeye uğraşıyor. Fakat insan denilenmahluk ne yazık ki bir iradeye sahip. Üstelik gizlidevletin farkında olan ya da en azından varlığındankuşkulanan diğer devletlerin eylemleri de var.Bunların ayrıntılarını açıklayama yetkim yok."

Yapılacak bir şey yoktu. Yumurtalıklarımdaki ağrı vemidemdeki yanma bir kâbusun içinde olmadığınısöylüyordu. O halde bu durumun iki açıklamasıolabilirdi. Ya bu delirmiş ve gözü dönmüşinsanlardan oluşmuş bir örgüttü ya da anlattıklarıgerçekti. O anda, o olağanüstü koşullar altında heriki durum da gerçek olabilirmiş geldi bana: "Yanisiz?"

"Evet ben Gölge Devlet'in memurlarından biriyim.Fakat bunun şimdi bir önemi yok. Önemli olansenin insanlar hakkında ne düşündüğün?"

23

uçan hollandalı

"İnsanlar mı? Çoğu sıradan, otomat gibi onlarıetkilemek çok kolay gözüküyor. Fakat yine deyapacaklarını önceden kestirmek güç. Bazı özelinsanlar ise gerçekten de diğerlerinin atacaklarıadamı çok iyi tahmin edebiliyorlar. Her halde butür insanlar Gölge Devlet'e hizmet veriyorlardır."

"Dediğin doğru onların davranışlarını öncedenkestirmek güç. Gölge Devlet içinde insan psikolojisive propaganda üzerine özelleşmiş bir birim vardır.Buradaki uzmanlar şuna inanırlar: Çevre herşeydir.Doğuştan gelen özellikler yüzde doksandokuzaynıdır. Fakat çevre her şeyi belirler. Hiç bir şeyrastlantısal değildir! Kimini katil kimini doktorkimini yargıç kimini orospu yapar. Koşullarıdeğiştirdiğin zaman bir beyefendi azılı bir sapığadönüşebilir. Bu ülkeyi ülke yapan da üzerindeyaşayan insanlar olduğuna göre Gölge Devlet'in buinsanların psikolojileriyle yakından ilgilenmesikadar doğal bir şey olamaz değil mi!"

Yorulmuştum. Tüm bunların neden ve nasıl korkuf i lmler ine bağlanacağını s ık ınt ıy la merakediyordum. Korku! Tabii ya korku. En önemlidürtülerden biri. "Niyetiniz insanları korkutaraksindirmek mi! Bana yaptığınız gibi..."

"Sen daha akıllı bir delikanlıya benziyorsun. Dahaşık bir şekilde söyleyebilirsin. Bak şimdi sorun şu:İnsanlar artık eskisi gibi değil. Hiç bir şey eskisi gibideğil. Ne yapacaklarını önceden kestirmek pek kolayolmuyor. Oysa biz biliyoruz ki plan yoksa, insanlarrastlantılar denizinde boğulurlar. Plan olmazsadenetim ve önceden tahmin mümkün olmaz. Oysaiyi bir devletin her şeye hazırlıklı olması gerekir.Masumları koruması gerekir. Suç oranları gittikçeartıyor. Diğer ülkelerdekinden daha yavaş ama yinede bir artış var, Suçluları yakalayıp cezalandırmakGörünen Devlet'in işi; Gölge Devlet suçunişlenmesini önlemek zorunda."

"Siz de çareyi korku filmlerinde buldunuz öyle mi?"

"O kadar basit değil delikanlı. Bu büyük bir proje.Bu gece gerektiği kadarı sana anlatılıyor. Evetmedya bu projenin belkemiği fakat tek başına değil.Her neyse basit, adi suçlan ele alalım. İnsanlarzaman zaman son derece saldırganlaşıyorlar. Gerekfiziksel olarak gerek başka biçimlerde. Kötüdavranmak, rencide etmek de bu saldırganlaşmanınbir parçası. Bir güvenlik sorunu gibi gözükse deaslında psikolojik bir sorun. Özellikle kadınlara karşıişlenen suçlarda büyük bir artış var. Yaptığımızaraştırmalar gösterdi ki erkekler kendi sınıflarından

veya aşağı sınıflardan kadınlara daha fazlasaldırgan tutum içine giriyorlar. Çok daha kışkırtıcıve güzel bir kadına nedense pek fazla ilişmekistemiyorlar. Üst sınıfa duydukları korku ket vuruyordavranışlarına. Oysa aşağı sınıftan bir kadın iki katkorunmasızdır. Onları engelleyen ne: korku! Şimdikafayı çalıştır evlat... Bir dizi korku filmi üretilecek.Sen de bu filmlerin senaryolarını yazacaksın."

Belki de hayatta aldığım en iyi teklifti. Ne yazık kiücreti soracak konumda değildim: "Siz ciddimisiniz?"

Adamın basbas bağırıp üstüme atılacağını sanırkeno sadece sabırla gülümsedi: "Sizler, bazen ne kadardar görüşlü olabiliyorsunuz şaşıyorum. Hiç yabancıkorku f i lmi seyretmedin mi? Mutlakaseyretmişsindir. Seyrederken iki satır düşünmedinmi hiç? Senaryoların basitliği de mi gözünebatmadı? Örneğin, korku filmlerinin ilk yarısındakimler ölür?"

Bir dolu film geldi aklıma ama mantıklı bir cevapüretemedim. Adamın cevapları hazırdı zaten:"Toplum kurallarını ihlal eden gençler, ahlaksızlık,zina yapanlar, sıradışı insanlar... Peki, tüm belalarınüstesinden gelen kahramanın özellikleri nelerdir?İdeal insandır o. Ahlaki açıdan olunmasıgerekendir. Kullandığı araç nedir? Sağlam bir inançve ahlak. Gözünün önüne geliyor mu bu filmlerşimdi?" Başımı sağladım. "Güzel, hiç bir şeyintesadüfi olmadığını anlamışsındır umarım. Herbaşarının ardında iyi bir plan vardır."

Pes etmiştim: "Ne zaman başlamamı istiyorsunuz?""Hemen! Başından beri söylüyorum, hiç vaktimizyok. Amirlerim yarın sabah masalarında en az onadet iyi sinopsis görmek istiyorlar. Ve sen çeneçalarak vakit geçiriyorsun." Çantasından küçük birbilgisayar çıkardı ve masanın üzerine kurdu.

O gece sabaha kadar neler yazmadım ki... Birliktegünün ilk ışıklarını görene dek çalıştık. Artıkburadan nasıl kurtulacağımı değil sadeceinsanlarımızın bilinçaltlarında ne gibi korkular,hangi arketipler olduğunu düşünüyordum.Cinlerden, büyülerden, gizli güçlerden, yatırlardan,tehlikeli elyazması kitaplardan, falcılardanbahseden bu fi lmlerin ortak özelliği saldırgantarafın -ki genellikle bu halkın gerici ve ahlaki olarakyozlaşmış kesimi olarak gösteriliyordu- korkunç birşekilde cezalandırılması ile nihayetleniyordu.Bildiğimiz "kasaba çıldırdı" veya "kasabaya gelenyabancının yarattığı dehşet" temalarının ters yüz

24

uçan hollandalı

edilmiş halleriydi. Mağdurların saldırgan kitleyibizzat cezalandırdıkları kurgular. Öyle ki bu filmleriseyrettikten sonra geceleyin sokakta yalnız bir kadıngören saldırgan ruhlu vatandaşımız kaçacak delikarayacaktı.

Sabah olduğunda adamın yüzünde keyifli bir ifadevardı. Bunların onaylanmasının ardındanyenilerine başlamam gerektiğini söyledi. Ayrıcabaşka konularda da filmler yaptıracaklarını fakat bukonuları işleyebilmem için biraz eğitilmemgerekeceğini söyledi. Örneğin Hitler'in propagandabakanı Goebbels'in -Avrupa'daki nadir yasakkitaplardan biri olan- propaganda teknikleri üzerineyazmış olduğu kitabı okumam gerekiyordu. Bu kitabıokumak için gizli merkezlerden birine gitmemgerekiyordu. Holywood sinemasının kalıplarınıözümsemeliydim. Korku fi lmleri başlangıçtı.Polisiyeler, dramlar, komediler, hatta aşk filmleriyapılacaktı. Toplumun iskeleti, deformasyonlar bufilmlerin itici gücüyle kendiliğinden onarılacaktı.Basit değerler yüceltilecekti. Yedi ana gühahı, onkutsal emri işleyecektik adeta: zina yapma, israfetme, çalma, öldürme, aileni koru, dürüst ol, verginiöde... Böylece geceleri rahat uyuyabilirsin, kapını necin çalar ne sapık!

Yıllarca sürecek bir planın başında olduğumuzuanlamıştım. Eski sevgilimin tehditlerinde ciddi olupolmadığını sorduğumda ilk defa kahkahalarla güldü.Tabii ki herşey bir senaryoydu. Korku filmleriyazacak bir yazarın dehşeti önce kendisinin tadmasıgerektiğini söylerken hala gülüyor ve altımakaçırdığım sahneyi hatırlatarak benimle dalgageçiyordu. Evet eski sevgilim bana kızgındı amaanlattıkları gerçek değildi. Zaten şu anda evli ve birbebeği olduğunu söyledi.

Oradan ayrıldıktan sonra bütün günü uyuyarakgeçirmiştim. Uzun bir uykunun ardından herşeyibirer birer düşünüp durumu değerlendirmeye kararvermiştim. Aklım allak bullaktı. Dün geceyaşadıklarım bir kâbus değildi çünkü oram hâlâağrıyordu ve o adamlar bir grup kaçık değilse bende bu sabahtan itibaren Gölge Devlet dedikleriyapının bir çarkıydım. Görevim neydi? Senaryoyazmak! Ya da toplumu denetleyecek,yönlendirecek yani kültürün doğal akışınıengelleyecek gizli setlerin ve barajların yapımındateknisyen olacaktım. Düşündükçe aklım karışıyor,düşündüklerim inandırıcıl ıklarını yitiriyorlardı.Belki de o caddede sinemadan çıktıktan sonraaniden delirmiştim. Bu bile çok daha mantıklıgörünüyordu. En güzeli tüm bunları yazarak

düşünmekti. Kağıt aramaya başlamıştım kikapağında Juliet Binoche'un bir fotoğrafı bulunanbir dergi kayıp geldi kitapların ve gazetelerinarasından. O buğulu bakış beni bambaşka yerleresürükledi bir an için. Fakat belki Gizli Devlet'iniçinde yükselebilir hatta onların sayesinde önemlibir sinemacı olur ve hatta onunla tanışabilirdim...Kendi kendime güldüm.

Sonra insanlar geldi gözümün önüne... Yorgunargın koltuklarına kurulup, kendilerini oyalayacak,rastlantıların ve hoş sürprizlerin yer almadığıhayatlarını bir kaç saat olsun unutturacak filmlerdedüşlere dalıp giden, esas kızlara ve esas oğlanlaraaşık olup kanal değiştirince unutan ve belki derüyalarında masum kaçamak aşkları farkındaolmaksızın yaşayan sıradan mutsuzlar... Yani benimgibiler...

Ve karanını verdim. Aptalca da olsa, hiç bir anlamıolmasa da insanlara karşı kurulan bir komplonunparçası olmamalıydım. O garip adamın dediklerigerçek bile olsalar insanları birer otomat gibiprogramlamaya çalışmak, onlara rağmen veonların haberi olmaksızın onlar için bir şeyleryapmak yanlış bir şeydi. Hayatı yaşanılası kılan şeybiraz da hoş tesadüfler ve akıldışı davranışlarımızdeğil miydi? Aşk insanın başına gelebilecek engüzel rastlantı değil miydi?

Herşeyi açıklayıp aramızdaki anlaşmayı bozmaküzere kağıda kaleme sarıldım. O sırada bir dahaherhalde karşılaşmayacağım adamla aramızdageçen son dialog geldi aklıma:

"Peki şimdi bu kapıdan çıkıp size ihanet edersem,sırlarınızı açıklarsammüsünüz?"

ne yaparsınız? Öldürür

"Ne münasebet! Sen bizim yerimizde olsan neyaparsın? Böyle bir hareket yapıp açıklamalarınıhaklı çıkarır mısın? Hayır tabii ki... Üstelikanlatacaklarına kim inanır?"

Kimse inanmasa da ben anlatıp kendimirahatlatmak istedim. İnanıp inanmamak size kalıyor.

25

üstü çizilmiş kişiler

TUĞCU, O.HENRY, ROBINSON CRUSOE,ALTHUSSER VE BEN!

nazlı ökten

"Evet, çünkü benim dekendime özgü

arzularım, ya da iyicesadeleştirirsek, bir

arzum vardı: o zamanolanaksız bir şey.

Kendi hesabımayaşamak, boş arsada

top oynayanafacanlara katılmak,

ilkokuldaki Fransız veArap çocukların

arasına karışmak,karşıma çıkan erkek

ve kız akranlarımlaparklarda ve

korularda oyunoynamak arzusu.

Annem bunu her zamanyasaklıyordu, çünkü,iki adım ötede, hattaaynı sırada oturuyor

olsalar bile, 'onlarınana-babalannı

tanımıyorduk1: gidip deonlarla konuşulurmuydu hiç! Nasıl

insanlar olduklarınıbilemezdik ki!.. İçimden

karşı çıksam da herzaman annemin dediği

oluyordu. Yalnızcaonun isteklerinde

vardım, aslakendiminkilerde değil;

benimkiler ulaşılmaz biryerdeydi."

Gelecek Uzun SürerLouis Althusser

Çocukluk yıllarımda O. Henry'nin kısa öyküleri ve Kemalettin Tuğcu'nunromanları başka hayatların o tuhaf hüzünlü kokusunu benimkine taşırdı. .O.Henry'nin bitmek bilmez sürprizleri yaşamı iyi ya da kötü farketmez, amaen azından ilginç kılardı. Benimki gibi görece rahat ve sakin -muhallebiden-bir yaşantısı olan bir çocuk için kader ve kötü ya da nadiren iyi tesadüflerinaltüst ettiği yaşamlar büyüleyiciydi. Talihsiz bir kaza, mutlu tesadüfler,olmadık karşılaşmalar insanları beklenmedik durumlarla mücadele etmekzorunda bırakır, böylece bir tür irade sınavından geçenler mutlu sonları,haketmişlerin iç huzuruyla karşılarlardı. Tuğcu'nun bir romanında yenibulduğu iş sayesinde, bakmakla yükümlü olduğu kardeşlerine yakacak odun,ekmek ve helvadan oluşan sade bir akşam yemeği götürmeyi başaran 13-14yaşlarındaki kahramanın -çünkü Tuğcu'nun romanlarında kimsenin ciddiyealmadığı bir çocuk değil bir kahramansınızdır- içine sığmayan mutluluğunukıskançlıkla defalarca okuduğumu hatırlıyorum.

Defalarca okuduğum romanlardan biri de Robinson Crusoe idi. Tüminsanlardan uzakta, tek başına hayatta kalmaya mahkum bu adamın bu amaçiçin attığı her adım, kulübesini kurmak, elinde kalan bir kaç parça malzemeve doğadan topladıklarıyla alet üretmek için yaptığı her hareketi tekrartekrar okurken sanki birgün böylesi bir durumun başıma gelmesi halindeyapacaklarımı hesaplamaya çalışıyordum. Aslında tüm bu, yaşamın insanıçekeceği sınavlara göğüs gerebilmek düşüncesi bir birey olmak ve kendikaderini kendi elinde tutmak arzusuyla çakışıyordu sanırım. Onyaşındaysanız ne yapıp ne yapmayacağı tamamıyla başkalarınınkontrolünde olan (şimdi kontrol sanki bizde mi dediğinizi duyar gibiyim)bir varlıksınızdır ve iradeniz kereviz yememe konusunda yaptığınızinatlaşmalarla sınırlanır.

İşte bu noktada tüm yaşantınızı, okula gitmeyi, erken yatmayı, süt içmeyialtüst edecek şeyler olsun istersiniz, işte bu yüzden karı bırakın, bombaihbarlarının bile okulu tatil etmesi her çocuk için en büyük sevinç kaynağı,en derin özgürlük nefesidir. Bu anlamda hiç büyümeyiz: bir piyango biletiherşeyi altüst edecek ve gündelik esaretimize son verecektir. Çarklarıntıkırtısını takip etmekten yorgun ayaklarımız uçan bir balonun peşinetakıldığında kentin kalorifer dumanları arasından sıyrılıp asırlık ağaçların enüst yapraklarına küçük hışırtılarla değerek uzaklaşıp bilmedik renktebalıkların kaynaştığı uzak bir sahilin yumuşak dalgalarıyla kumların birleştiğio kutsal noktaya değecektir. Oturduğumuz yerde başımıza birşeyler gelerekyaşantımızın değişmesi düşüncesi ürkütücü olduğu kadar büyüleyicidir de.Başka bir insan olma hakkı verilmiştir bize, gündelik hayatın kendi içinedönüp duran bir sarmalda bizi ve irademizi yutan güvenli tıkırtısı, yineirademiz dışında bir güçle sarsılmıştır. Kimimiz için böylesi bir sarsıntıözlem ve sesizlikle beklenirken kimimiz güvenle sallanan beşiğimizden hiçinmek istemeyiz. Ve yalanlar beşiğimizi dikkatle sallar. İyiler iyiliği vekötüler kötülüğü haketmiştir ve dünya mümkün olan dünyaların en iyisidir.

26

düşdeğirmeni

HERŞEY BİR ANDA OLDUorhan cem çetin

Fotoğrafçının Notu:Herşey bir anda oldu. İlk şaşkınlığımı üzerimden attığımda, fotoğraf makinemi otomatik bir hareketle gözüme dayamış

olduğumu farkettim. Sonrasını vizörden izledim. Ayar yapmaya fırsatım yoktu. Peş peşe üç kez deklanşöre bastım vefilm bitti. Heyecan içinde atölyeme dönüp karanlıkodaya daldım. Ve üç kareden yalnızca birinde işte bu görüntüyü bu-labildim. O ana kadar koruduğum coşkum sönüvermişti. Kendimi bir salak gibi hissediyordum. Böyle hissetmekte haklı

mıydım, haksız mıydım hâlâ kestiremiyorum.

27

kara göründü!

SCHRÖDINGER'İN KEDİSİ

heinz r. pagels*

Bu küçük hatalaraneden olan şey nedir?

Bilgisayar anahtarları okadar küçüktürler ki

yüksek enerjili birkuantum parçacığı,üzerlerinden geçip

yanlış çatışmalarınasebep olur. Bu kuantum

parçacıklarınınkaynağı, yonganın

yapılmış olduğumaddenin doğal

radyoaktivitesi veyadünyaya yağmakta olan

kozmik ışınlardır.Küçük hatalar belirsizevrenin bir parçasıdır;

nerede ortayaçıkacakları ve ne etkidebulunacakları tamamen

rastlantısaldır. Zaratmayı seven tann,

askeri bir bilgisayardarastlantısal bir hata

oluşturup nükleer birfelakete yol açabilir mi?

* The World Treasury of Physics,Astronomy, and Mathematics,(Ed. Timothy Ferris) adlı kitaptakiaynı adlı makalesinden CüneytA. Genç Türkçeleştirdi.

Yakında yüksek hızlı yeni nesil bilgisayarlar ortaya çıkacak. Bunların elektronikparçaları üzerindeki anahtarlama cihazları o kadar küçük olacak ki molekülermikrodünya boyutlarına yaklaşacaklar. Eski bilgisayarlar 'büyük hatalarla karşıkarşıyaydılar. Bir devrenin yanması ya da bir kablonun kopması sonucu işlemezhale gelen makinanın yeniden çalışabilmesi için bu parçaların değiştirilmesigerekiyordu. Ama yeni bilgisayarlar niteliksel olarak farklı bir 'küçük hata' ilekarşı karşıyalar. Minik bir anahtar sadece bir kereliğine aksayıp daha sonraçalışmaya devam edebiliyor. Mühendisler böyle bir makinayı tamiredemiyorlar çünkü aslında bozulan hiçbir şey yok.

Bu küçük hatalara neden olan şey nedir? Bilgisayar anahtarları o kadarküçüktürler ki yüksek enerjili bir kuantum parçacığı, üzerlerinden geçip yanlışçalışmalarına sebep olur. Bu kuantum parçacıklarının kaynağı, yonganınyapılmış olduğu maddenin doğal radyoaktivitesi veya dünyaya yağmakta olankozmik ışınlardır. Küçük hatalar belirsiz evrenin bir parçasıdır; nerede ortayaçıkacakları ve ne etkide bulunacakları tamamen rastlantısaldır. Zar atmayı seventanrı, askeri bir bilgisayarda rastlantısal bir hata oluşturup nükleer bir felaketeyol açabilir mi? Yeni bilgisayarları kozmik ışınlara karşı koruyup doğalradyoaktivitelerini de azaltarak böyle bir olayın gerçekleşme olasılığı iyicedüşürülebilir. Ancak bu örnek, mikrodünyadaki kuantum tuhaflığın, bizimmakrodünyamıza erişip erişemiyeceği dolayısıyla bizi etkileyipetkileyemeyeceği sorusuna yol açar. Kuantum belirsizliği yaşamımızıetkileyebilir mi?

Yanıt, bilgisayardaki küçük hata örneğinin de gösterdiği gibi evettir. Başka birörnek, bebeğin oluşumu aşamasında DNA moleküllerinin rastlantısal olarakbirleşmesidir ki bunda kimyasal bağların kuantum özellikleri rol oynar.Önceden kesinlikle bilinemeyen atomik olaylar yaşamlarımızı derinden etkiler.Bir başka deyişle zar atan bir tanrının ellerindeyiz.

Quantum belirsizliği yaşamlarımızı etkiler. Ancak çift-delik deneyininsonuçlarını düşündüğümüzde bir sorunla karşılaşırız. Bu deneyin standartKopenhag yorumuna göre belirlenemezlik -Born'un olasılık dalgaları-dünyanın nesnelliğinin, gözlemciden bağımsız bir dünya olduğu fikrinin reddianlamına gelir. Örneğin, bir elektron, boşlukta herhangi bir noktada, ancak bizdoğrudan gözlemlersek vardır. Sorun şudur ki eğer belirlenemezlik nesnelliğinyok olmasına yol açıyorsa ve eğer makroskopik insan dünyası belirlenemezolaylardan etkileniyorsa bu, insan boyutlu (insanın algıladığı) olaylarınnesnellikten yoksun olduğu anlamına gelir mi? Onlar, yalnızca, biz onlarıdoğrudan gözlemleyince mi var olurlar?

Kuantum kuramının Kopenhag yorumuna sıkıca bağlı kalırsak kuantumdünyasının tuhaflığı günlük gerçekliğe kadar erişir ve yalnızca atom dünyasıdeğil bütün dünya nesnelliğini yitirir. Kopenhag yorumunun ne kadar çılgıncaolduğunu ve bütün dünyanın kuantum tuhaflığını içermesi gerektiği sonucunavaracağını göstermek amacıyla, Ervin Schrödinger, 'Kutudaki Kedi1 adını

28

kara göründü!

verdiği zekice bir düşünce deneyi tasarladı. Maalesef, Kopenhag yorumunueleştirmek olan asıl niyeti genelde hep yanlış anlaşıldı.

Tuhaf kuantum gerçekliğini günlük hayata taşımak isteyen bazılarıSchrödinger'in deneyini kullandılar. Ama yanılıyorlar. Matematiksel fizikçiler'Kutudaki Kedi1 deneyini, özellikle gözlemin fiziksel doğasını dikkatleirdelediler ve makrodünyanın belirlenemezliğinin, mikrodünyanın aksine,nesnelliğin yok olmasını gerektirmediğine karar verdiler. Bunun nasılgerçekleştiğini anlamak için önce Schrödinger'in 'Kutudaki Kedi' deneyinin birversiyonunu tanımlayıp bunun gerçekten de nasıl sıradan dünyanınnesnelliğinin yok olmasına yol açıyormuş gibi gözüktüğünü göreceğiz. Sonrafiziksel bir edim olarak gözlemi yakından irdeleyip Kopenhag yorumunumakrodünyaya uygulamak durumunda olmadığımız, yani kuantum tuhaflığınsadece mikrodünyada var olduğu sonucuna ulaşacağız.

Schrödinger, içinde zayıf bir radyoaktivite kaynağı ve radyoaktif parçacıkdetektörü bulunan bir kutuya kapatılmış bir kedi hayal etmemizi ister. Detektörsadece bir dakika açılacaktır. Radyoaktif kaynağın bu bir dakika boyuncasaptanabilir bir parçacık yayma olasılığının 1/2 olduğunu varsayalım.Kuantum kuramı bu radyoaktif olayın saptanıp saptanamayacağını öncedensöyleyemez; yalnızca olasılığı 1/2 olarak verir. Eğer bir parçacık saptanırsakutuya zehirli bir gaz verilecek ve kedi ölecektir. Kapalı kutu bizden çok uzaktabir uydunun içindedir. Sonuç olarak biz kedinin canlı mı ölü mü olduğunubilemeyiz.

Kopenhag yorumuna göre, o kritik dakika geçtikten sonra bile kedinin belirli birdurumda -ölü ya da diri- olmasından söz edilemez. Çünkü biz dünyadakiinsanlar kedinin ölü ya da diri olduğunu gözlemlememişizdir. Durumuaçıklamanın bir yolu, ölü kedi fiziksel durumuna bir olasılık dalgası, canlı kedifiziksel durumuna bir başka olasılık dalgası atamaktan geçer. Kutudaki kedi, eşitmiktarda canlı kedi ve ölü kedi dalgalarının girişiminden oluşan yeni birdurumla doğru olarak tanımlanabilir. Kutudaki kedinin bu yeni girişim durumugerçek verilere değil olasılıklara dayanmaktadır. Böylece makroskopik kuantumtuhaflığına ulaşılır. Nasıl çift delik deneyinde elektronun hangi deliktengeçtiğinin tartışılması anlamsızsa kedinin de ölü ya da diri olduğununtartışılması anlamsızdır. 'Elektron birinci ya da ikinci delikten geçer' önermesianlamsızdır. Hangi delikten geçtiğini gözlemlemediyseniz elektron, birincidelikten geçme ve ikinci delikten geçme olasılık dalgalarının eşit ölçüdegirişiminden oluşan bir girişim durumundadır. Elektronlar için bu tuhaflığıkabul edebilirsiniz ama elimizde bir kedi için çok benzer bir cümle var: 'Kedi yaölüdür ya canlıdır'. Kediler elektronlar gibi masalsı kuantum ülkesindeolabilirler.

Şimdi, içinde bir grup bilim adamı olan bir uzay mekiğinin yörüngedeki kutuyuincelemeye gittiğini düşünelim. Kutuyu açarlar ve güçlü bir miyavlama ilekarşılaşırlar. Kedi yaşamaktadır. Bu olayın Kopenhag yorumuna göre bilimadamları kutuyu açıp gözlem yaparak kediyi belli bir kuantum durumuna -canlıkedi- yerleştirmişlerdir. Bu, ışık huzmeleri yoluyla birinci ya da ikinci deliktekielektronu gözlemlemeye benzer. Uzay mekiğindeki bilim adamları için kedinindurumu artık canlı ve ölü kedi dalgalarının girişim durumu değildir. Amatelekomünikasyon sistemindeki bir arıza yüzünden dünyadaki bilim adamlarıhala kedinin ölü mü canlı mı olduğunu bilmemektedirler. Dünyadaki bilimadamları için kutudaki kedi artı uzay mekiğinde, arük kedinin canlı olduğunubilen bilim adamları hala ölü kedi ve canlı kedi olasılık dalgalarının girişimdurumunda bulunmaktadırlar. Girişim durumunun masalsı kuantum dünyası

Kopenhag yorumunagöre, o kritik dakikageçtikten sonra bilekedinin belirli birdurumda -ölü ya da diri-olmasından sözedilemez. Çünkü bizdünyadaki insanlarkedinin ölü ya da diriolduğunugözlemlememişizdir.Durumu açıklamanın biryolu, ölü kedi fizikseldurumuna bir olasılıkdalgası, canlı kedifiziksel durumuna birbaşka olasılık dalgasıatamaktan geçer.Kutudaki kedi, eşitmiktarda canlı kedi veölü kedi dalgalarınıngirişiminden oluşan yenibir durumla doğruolarak tanımlanabilir.Kutudaki kedinin bu yenigirişim durumu gerçekverilere değilolasılıklaradayanmaktadır.Böylece makroskopikkuantum tuhaflığınaulaşılır. Nasıl çift delikdeneyinde elektronunhangi delikten geçtiğinintartışılması anlamsızsakedinin de ölü ya da diriolduğunun tartışılmasıanlamsızdır.

29

kara göründü!

Bir şeyigözlemlediğimizde

gözlerimiz o nesnedenenerji alırlar. Ancak

gözlemin önemli yambilgi edinmemizi

sağlamasıdır. Dünyahakkında önceden

bilmediğimiz bir şeyigözlem sonrasında

öğrenmiş oluruz.İstatistiksel mekanik

çalışmalarımızsırasında entropiyi-fiziksel sistemlerindüzensizlik ölçüsü-

yükseltmeden bilgi eldeetmenin mümkün

olmadığını öğrendik.Bilgi elde etmemizin

karşılığında başka biryerde dünyayı

ka rmaşıklaştırırızdolayısıyla entropiyi

yükseltiriz. Bu datermodinamiğin ikinciyasasının kaçınılmaz

sonucudur. Entropidekibu artış zamanın bir

yönü olduğu -zamansalgeri dönüşsüzlük- vebilgi toplayan fizikselsüreçlerin var olduğuanlamına gelir; bellek

mümkündür. Vardığımızsonuç gözlemin temelözettiğinin bilinç değil

zamanda geridönüşsüzlük olduğudur.

Tabii ki bu geridönüşsüzlüğün sebebide bellek içermesidir.

giderek genişlemektedir.

Sonunda, mekikteki'bilim adamları dünyadaki bir bilgisayarla bağlantı kurarlar.Kedinin canlı olduğu bilgisini bilgisayara yollarlar. Bu bilgi de bilgisayarınmanyetik belleğine kaydedilir. Dünyadaki bilim adamları bellekteki bilgileriokumadan önce, bilgisayar da girişim durumunun bir parçası haline gelir.Sonuç olarak bilgisayar çıktısını alan bilim adamları girişim durumunu tek birbelirli duruma indirgerler. Sonra yan odadaki arkadaşlarına söylerler ve buböylece devam eder. Gerçeklik ancak biz onu gözlemlersek varlığa dönüşür.Başka türlü, deliklerden geçen elektron gibi bir girişim durumunda kalır. Busenaryoya göre makrodünyanın gerçekliği bile biz gözlemleyene kadar nesneldeğildir.

Bu, tüm tuhaflığıyla gerçekliğin Kopenhag yorumudur. Gözlemleyen ilegözlemlenen -nesne ile zihin- arasında belirli bir çizgiye gereksinim duyduğunugörüyoruz. Başlangıçta bu çizgi kutudaki kedi ile uzay mekiğindeki bilimadamları arasında. Kutuyu açtıklarında çizgi, mekikteki bilim adamlarıyladünyadaki bilgisayar arasına taşınıyor ve böylece devam ediyor. Kedinindurumu hakkındaki bilgi ile birlikte canlı kedinin nesnel gerçekliği de bir yerdenbir başka yere doğru ilerliyor. Kopenhag yorumu gözlemciyle gözlemlenenarasına bir çizgi konmasını isterken bu çizginin nereye konacağını söylemiyor.

Bu 'Kutudaki Kedi' deneyinde bizi rahatsız eden bir şey var. Atomlarınmikrodünyasının nesnellikten yoksun olduğunu bir biçimde kabul edebiliriz.Ancak bu tuhaflık masaların, sandalyelerin ve kedilerin sıradan dünyasınasıçramalı mıdır? Kopenhag yorumunun öngördüğü gibi yalnızca biz onlarıgözlemlediğimizde mi belirli bir durumda olabilirler? Kutudaki kedi deneyininirdelenmesi, akla gözlemin bilinç gerektirdiği fikrini getiriyor. Bazı fizikçiler,Kopenhag görüşünün, bilincin varlığını bir gereklilik olarak gördüğüfikrindeler. Buna göre bilinç olmadan maddi gerçeklik fikri düşünülemez. Ancakgözlemin ne olduğunu yakından incelediğimizde gerçekliğin bu uç yorumuna-masa, sandalye ve kedilerin bir bilinç tarafından gözlemlenmedikçe belirli birvarlıktan yoksun olacağı- bağlı kalmak gerekmediğini göreceğiz. Atomikdünyada gerekli olsa da Kopenhag görüşü, sıradan nesneler dünyasınauygulanmak zorunda değil. Onu makrodünyaya uygulayanlar gerçektengerekmediği halde yapıyorlar. Şimdi gözlem yaptığımızda aslında nelerolduğunu inceleyelim.

Bir şeyi gözlemlediğimizde gözlerimiz o nesneden enerji alırlar. Ancakgözlemin önemli yanı bilgi edinmemizi sağlamasıdır. Dünya hakkındaönceden bilmediğimiz bir şeyi gözlem sonrasında öğrenmiş oluruz. İstatistikselmekanik çalışmalarımız sırasında entropiyi -fiziksel sistemlerin düzensizlikölçüsü- yükseltmeden bilgi elde etmenin mümkün olmadığını öğrendik. Bilgielde etmemizin karşılığında başka bir yerde dünyayı karmaşıklaştırırızdolayısıyla entropiyi yükseltiriz. Bu da termodinamiğin ikinci yasasınınkaçınılmaz sonucudur. Entropideki bu artış zamanın bir yönü olduğu -zamansalgeri dönüşsüzlük- ve bilgi toplayan fiziksel süreçlerin var olduğu anlamına gelir;bellek mümkündür. Vardığımız sonuç gözlemin temel özelliğinin bilinç değilzamanda geri dönüşsüzlük olduğudur. Tabii ki bu geri dönüşsüzlüğün sebebi debellek içermesidir. İlkel bellek depolarına sahip olmaları kaydıyla dilsizmakinalar veya bilgisayarlarla da gözlem yapılabilir. Bu gözlem incelemesindetemel nokta şudur. Kuantum dünya hakkındaki bilgi bir kez geri dönüşsüz olarakmakrodünyaya ulaştıktan sonra ona güvenle nesnel gerçeklik verebiliriz. Artıkmasalsı kuantum dünyasına geri dönemez.

30

zehir adası

AMBER

faruk ulay

Kaleden koşarak uzaklaşanların saklanacak bir delikararken ebeye dikkat etmeye zaman bulamadıklarınıgözlemlediğinden beri tek gözü açık sayacağı günübekledi Şen. Tane tane ve duyulur bir sesle sayarkenkimin nereye saklandığım görmeye, ebeyi altetmeyeh a z ı r l a n a n l a r ı n tümünü oyunun tadınıçıkarmalarına fırsat bırakmadan sobelemeyehazırlandı. Kaçıp kaleye sobelemeden dönmekyerine kalede kalıp kalesini elinden almayasaklananları ortaya çıkarmayı, sobelediklerinikarşısına sıralayıp kendi denli becerikli bir ebeseçmeyi, çarçabuk sobelenip ebeliğe yeniden adayolmayı tasarladı. Ama sobelemek ebe olmayabaktığından ve ebe olmanın yolu da sobelenmektengeçtiğinden, hemen her oyunda kendinisaklananların safında bulan Şen, ebeyi atlatıp kaleyeelini ilk vuranlar arasında yer aldı. Sobelemelerarasındaki farkı tek o anladı ve doyurmayansobelemelerin tartışılmaz ustası oldu. Ebe olmayahazırlanırken saklanılabilecek bütün delikleri keşfettive buraları yalnızca kendine sakladı. Birliktesaklanmak isteyenleri yanına almaya yanaşmamasıarkadaşlarıyla arasını açtı. Zamanla iyi oynamanınbaşarılı saklanışlarla olmadığını, oyunlarakatılamadıkça ebe olarak sobeleme arzusunu dagerçekleştiremeyeceğini anladı, günün okulsonrasına denk düşen saatleri çekiciliğini yitirdi,ortaokul, lise dereken iyiden iyiye sıkmaya başlayanilkgençlik çağı da öğrenimiyle birlikte sona erdi.Şen, umduğunca gelişmeyen saklambaç oyunlarınıilk kez altı yıl önce, annesinin gömüldüğü gününakşamı kendini yatağa atıp yorganı başınaçektiğinde dişine çarpan çengelliiğneyi bulmayaçalışırken anımsadı. Çengelliiğne ile saklambaçarasında o güne değin gözünden kaçmışolabileceğini sandığı bir bağ ararken yorganınkaranlığında çarşafın kaç iğneyle tutturulduğunusaymaya girişti, sonunu getiremeden çocukluğununoyunlarıyla dolu düşlerle süslenmiş bir uykuyadaldı. O günden beri Şen'i en çok yoran,çocukluktan geriye ne kaldığını düşünmek ve ozaman gerçekleştiremediği "ebe olarak sobelemearzusu"nu şimdi gerçekleştirebilecek bir fırsatyaratmak. Böyle bir f ı r sat ın da olduğunuanlayamayacak denli meşgul çünkü dekorasyon

dergilerinde görüp gıptayla iç geçirdiği çatıkatlarının benzerini annesinden kalan daireninsatışından eline geçen paranın üçte biriyle aldı,salonu tam ortasına yerleştirdiği bir paravanaylaikiye ayırarak sokak kapısına bakan bölümü işliğedönüştürüp hayatını okuma çağına gelmiş kızlarabiçki dikiş dersleri vererek kazanmaya başladı.Şen'in yeni oyunu, bir türlü sobeleyemediğiçocukluk arkadaşlarını andıran yüzlerlekarşılaştığında onları bulunamayacak yerleresakladığı dikiş kutusunun peşinden koşturmak vekutuyu bulanın hep kendisi olmasına özengöstermek.

Western filmlerine tutkun babasının Amerikanpazarında bulduğu bir çift plastik Colt 4 on birinciyaşına girdiği gün eline tutuşturulduğundaçocukluğunu kovboy olarak geçireceğini anladıCem. Ertesi gün blucunini giydi, babasının hamderi kemerlerinden en kalınını seçip beline doladı,tabancalarını kalçasının iki yanına, kemerlepantalonunun arasına sokuşturdu, büyük yatakodasındaki boy aynasının karşısında silahlarınıherkesten hızlı çekebildiğine emin oluncaya değinalıştırma yaptıktan sonra kahverengiye boyadığıcimnastik ayakkabılarını ayağına geçirip sokağaçıktı. Arkadaşları Cem'i bir saat içinde şerif yapıncao bu onuru tabancalarına borçlu olmadığınıkanıtlamak için kızılderili olmayı seçmiş ya dazorlanmış arkadaşlarının izini herkesten iyi sürdü,teslim aldıklarını beyaz ev eşyalarından kalmamukavva kutuların içine sokup semtin sırtınıyasladığı tepeden aşağıya yuvarlayarak cezalandırdı.Cem'in şerifliğiyle başlatılan yeni ceza sisteminiönceleri sert bulan çoğu kızılderilinin zamanlayalnızca bu cezayı çekmek için oyuna katılıpyakalanmakta birbirleriyle yarışması bir ara Cem'inşerifliğine gölge düşürdüyse de onurlarını eldenbırakmayan birkaç kızılderili sayesinde oyun yıllarboyunca sürdü. Ortaokulu bitirdiği yaz babası başkabir kentte iş tutma kararını aileye açıkladığındaCem de gazoz kapağından yaptığı şeriflik yıldızınıtabancalarıyla birlikte kutuya istemeden sokulmuşkızılderililerden birinin kapısına bırakıp kimselereadres bırakmadan kasabadan ayrıldı. Yüksek

31

zehir adası

öğrenim yıllarını öğrenci birliklerinde, bazan üye,bazan başkan olarak geçirdi, üniversiteyi bitirdiği yılyeniden kovboyluğa döndü. Askere gitti,üstteğmenliğe yükseldi, haftasonu iznini aldığındauğradığı randevuevlerinden birinde kıdemliyüzbaşısıyla yumruklaşınca disiplin cezasınaçarptırıldı ve ordudan ayrılmak zorunda bırakıldı.Cem şimdi ülkenin sıcak bölgelerine gönderilenvurucu timleri gidecekleri bölgelere varmadanetkisiz hale getirmeyi amaçlayan militan bir örgütünhücrelerini kurup eğitiyor. Eğitimden arta kalanzamanını eski filmler gösteren sinema salonlarındasaklanarak, otobüs terminallerinden ettiğitelefonlarda gazetelere ve hücre başlarınaplanlarını açıklayarak, pusuda beklerken melodikaçalarak geçiriyor. Silah arkadaşlarının saldınöncesinin dingin sessizliğinde kaydettiği bantlarınçoğaltılıp el altından satılmasına ses çıkarmıyor.Günlerinin sayılı olduğunun ayırdında, sayının hızlaazalmamasınıysa hesaplı umuşlar olarak nitelediğirastlantılara borçlu. Yine de bu rastlantılardanbirinin hayatına mal olacağını düşünmedenedemiyor ve çifte su verilmiş bu korkuyuunutabilmek için belinden eksik etmediğitabancasını okşuyor kimselere sezdirmeden.

Çelimsiz gövdesi, az konuşması, yaz kış tokyolarladolaşması, hayvanlara sevgisi yüzünden başta Cemolmak üzere hiçbir arkadaşı kovboyluğu Banu'yayakıştıramadı. Yakalanmak istemeyen sayılıkızılderililerden olmasına karşın her seferinde ilkyakalanan ve bayırdan aşağıya en çok yuvarlanançocuktu. Cezalar yakalanma sırasına göreverildiğinden tepeden itilen hep o oldu. Tepenindüzlüğe birleştiği bölgeye dek sağlamlıklarınıkoruyan kutular, içlerine tıkılanların yarıyoldadışarıya fırlayarak cezayı yarım bırakmalarına birkez ollsun izin vermediler. Banu'nun tepeye uzananpatikada çekelenirken savurduğu küsme tehditleri işeyaramadı, kutunun çeperlerini delip geçen kayalarküçük gövdesinde yıllarca taşıyacağı izler bıraktı.Kutunun kapağı aralandığında gördüğü yüzleri birdaha unutmamaya yemin ederken içine çöreklenenkinin tutsağı oldu, tutsaklığını unutmamak için birkenarda konuşmadan oturup kendinden sonrayuvarlanan kızılderililerin tepeyi panayır yerinedöndüren neşeli çığlıklarını dinledi. Arkadaşlarınınbu vahşi oyundan sıkılacağı günün gelmesinibeklerken Cem'inkiler gibi tabanca edinse bilekininin onu kızılderililikten kurtaramayacağını,sonunda gerçek bir kızılderili olduğunu anladı. Sonyuvarlanışında omuril iğinin zedelenmesiylebacakları tutmaz oldu. Değil koşmak, yürümeyi bilebeceremediğini gören kovboylar onu kızılderilikten

azat ettiklerinde özgürlüğüne kavuştu.-Ortaokulutekerlekli iskemlesinin kollukları üstüne uzatılmışformika kaplı bir sunta parçasında dirsek çürüterektamamladı, lise ikiden ayrıldı, tekerlekli iskemlesinieskiciye satıp yerine bir çift koltuk değneği edindi.Banu on sekiz yıldır evden çıkmıyor. Değneklerikoltuğunun altında görmediğinde kendini çıplakhissettiğini söyleyerek annesini üzmeyi seviyorsa dabu sözleri çoğu zaman düşüncede bırakıyor. Terziannesinin elbise kalıpları çıkarmakta kullandığımoda dergilerinin sayfalarını karıştırırken gözüneçarpan şapkalardan aklında kalan tasarımlarıkararak yarattıkları, annesine provaya gelenhanımların başını süslemeye başladığından beribacaklarını sim işlemeli bir şalla örterek çektirdiğifotoğrafları dergilerin sosyete sayfalarıylagazetelerden edilen telefonlar sırasında Banu'nunisteksizce yaptığı söyleşilerle zenginleştiriliyor. Buarada annesinin sürekli müşterilerinden biriprovaya kucağında altı aylık siyah bir labradorlageliyor, adının Cemo olduğunu söylediği köpeğiBanu'ya armağan ediyor. Banu, bu beklenmedikmisafirin koltuk değneklerini kemirmesini sesçıkarmadan izlerken unutmamaya yemin ettiğiyüzlerin yavaş yavaş silindiğini, neye kin duyduğunuartık çıkaramadığını hayretle ayrımsıyor. Banuşimdilerde, geniş kenarlı şapkalarla başladığımodacılık serüvenini National Geographicdergilerinde gördüğü egzotik yerlerden esinlenerektasarladığı on iki parçalık safari koleksiyonuylasürdürüyor ve annesinin günde üç kez dolaştırmayaçıkardığı Cemo'nun dönmesini pencerenin önündesabırsızlıkla bekliyor.

Grup oyunlar ından zevk a lmadığındanapartmanların arka bahçelerini, bodrum katlarını,balkon altlarını vekalorifer dairelerini geç tanıdıBerk. İlkokul üçüncü sınıfı bitirdiği yıl alınanbisikletinin sırtında, yaşadığı semtten başlayarakkentini oluşturan semtleri birbirine bağlayan arasokakları, dükkan vitrinlerini, esnaf ve kapıcılarınyüzlerini ezberledi, ardından atılan taşlardanbisikletinden inmeden sakınmayı öğrendi, pedalçevirmekten yorulduğunda semtine dönüp elindedondurma külahı, çocukların bir numaralı oyun yeriolan tepenin yamacında oturup kızılderililerinaşağıya atılmasını izledi. Semt çocuklarıylaortaokula başladığı yıl kaynaştı. Onlarla sabahçıöğrencileri kapı kapı toplayan serviste tanıştı, yolboyunca cikletleriyle cep harçlığını tümüne eşitolarak bölüştürdü, adı hafta bitmeden altın yürekliBerk'e çıktı. Dayak yemek pahasına aralarına dalıpkavga edenleri ayıran, onları barıştıran, dönemsonunda karnelerine zayıf get irmişler in

32

zehiradası

ebeveynlerini yumuşatmak için en masum yüzünütakınıp arkadaşları adına türlü çeşitli yalanlarsöyleyen, bisikleti bozulmuşların bisikletini tamireden, olmayanlara bisikletini ödünç veren, patlayanlastikleri, topları yamayan, teklikleri ikilikmisketleriyle değiştiren, ortaokula geldiğinde kızlarıerkeklerin pandiklerinden koruyan, utangaç kızlarıerkeklere tanıştıran hep oydu. Geç alıştığısemtinden kopamayıp çocukluk anılarını kendisiylepaylaşmak zorunda kalan da yine o oldu. Ailesidoktor olmasını beklerken muhtarlığa adaylığınıkoyan Berk ödün verme ve uzlaşma sanatınıherkesten iyi bildiğini kanıtladı ve on sekiz yıldırmakamını kimseye kaptırmadı. Berk her sabahaltıda uyanıyor, saçlarını ortadan ayırıp arkayayatırıyor, dirseklerine deri geçirilmiş fitilli kadifeceketini, rengi ağarmış ama ütülü pantalonunu,yumuşak deriden botlarını giyiniyor, oturduğu yereyüz adım uzaklaktaki ofisin ortasına yerleştirilmişdevasa masanın ardına geçip semtlinin sorunlarınıçözmeye koyuluyor. Belediye başkanlığınaadaylığını koymasını isteyenleri eskilerde söylediğibeyaz yalanlan anımsatan, çocukça bahanelerlesusturuyor. Evlilikten söz edenlere masasındakievrak yığınını göstererek nedeni kendinde saklıkalacağı belli, derin bir iç geçiriyor, omuzbaşındaneksik olmayan odacı çocuğa başıyla imleyipdamgalayacağı kağıdı önüne sürmesini bekliyor.Evlilik konusu açıldığında ister istemez çocukluğunudüşünüyor altın kalpli Berk. Kutudan asık suratıylaçıkması beklenen Banu'nun devinimsiz gövdesiniseçtiğinde dondurma külahını toprağa saplayıpbisikletiyle yuvarlanırcasına tepeden aşağıya inişini,kendinden geçmiş Banu'yu incecik ayakbileklerinden tutarken göz göze geldiği Cem'inbakışlarını, semtin şerifinin iz sürmektekibeceriksizliğini ona güvenmiş arkadaşlarındansaklamak için kızılderili olmakta büyük becerikazanan Banu'yu bisikletiyle izleyip gizlendiği yeriCem'e fitnelemeden duramayışını, evlerininkapısında gözünü aralayan felçli kızılderilininherşeyin ayırdında olduğunu haber verensuskunluğunu anımsıyor. Ortaokulun ikinci yılınınyazında oluyor bunlar. Olanları anımsadıkçaBanu'ya beslediği sevgi daha da artıyor. Semtindendeğil bu sevgiden kopamadığından muhtarlığıbırakamıyor Berk. Buraları çoktan terketmişBanu'nun da bir zamanlar kendini sevmiş olduğunuise hala bilmiyor.

Misket ve masa başı oyunları dendi mi Burak'ınüstüne yoktu. Berk'in arkadaşlarına cömertçedağıttığı ikilikler kısa sürede Burak'ın yatağınınaltında, gözlerden ırak duran cam kavanozda

toplandı. Bir zamanlar akvaryum olarak kullanılankavanozdan boşaltılan kumun arasından çıkanverniklenmiş üç siyah çakıl taşının şans getirdiğineinanan Burak kızılderililerin izini sürerken verilenmolalarda bu taşları üçtaş oynamakta kullandı. Birgün sözlüye kaldırıldığında tahtaya yürürkencebinde şıkırdayan taşlara zil çalana değin el koyansosyal bilgiler öğretmenini okul çıkışında damaoynamaya davet edip çevrelerine toplananöğretmenli öğrencili kalabalığın şaşkın bakışlarıarasında ardı ardına beş kez yendikten • sonrataşlarını minibüs durağındaki mazgal deliğine atü,misketlerini bir süredir ayaktopuna merak sarmışerkekler arasında bölüştürdü ve top oynarkenkovboyluğu unutan grubu sıkıntıyla izleyen kızlarasatranç öğretmeye başladı. Liseyi birincilikle bitirdi,özel bir şirketin verdiği bursla yurt dışına güneşfiziği okumaya gitti, altı yıl sonra yurda döndüğündeburs aldığı şirkette muhabsebeci olarak işe başladı.Burak simde Eski Eserler Müzesi'nin sikkelerarşivinden sorumlu. Kazıları denetlemeyeyollandığı köylerden getirdiği parlak renkliminerallerden satranç taşları oyuyor, müzeninmarangozhanesinde emrine ayrılmış bir tezgahtasatranç tahtaları, nümizmatik kolleksiyonlarınsaklanmasında kullanılan kutular ve depoda bulduğugüneş saatlerinin kopyalarını yapıyor. Önce müzeyeuğrayan turistlerin ilgisini çeken ve turizmlenümizmatizmi konu alan dergilerde görülen, kısasüre içinde de bu dergilere abone olmuş yerlisosyete mensupları arasında söz konusu olansatranç takımları ve saatler, Burak'ın titiz işçiliğiyleeskiyi yanlışsız kopya etmekte gösterdiği başarınınsomut örnekleri. Müzenin kısa zamanda popüler birbuluşma yerine dönüşmesi de Burak ve oyuncaklarısayesinde. Bu gelişmeden Burak'ın payına düşen iseBanu'nun şapkalarını başlarına geçirmiş hanımlartarafından öpülürken çekilmiş fotoğraflarının yineBanu'nun fotoğraflarının basıldığı sayfalarda yeralması. Ne ki Burak sosyetenin gözbebeği olmuşçocukluk arkadaşının bir zamanlar iki kapı ötesindeyaşadığını, satrançta onu yenebilmiş tek kızılderiliolduğunu anımsayamayacak denli yakın geçmiştenuzakta, çok daha eskilerde, paralan, kutuları, taşlarıve saatleri arasında yaşıyor.

Mete'nin çocukluğu, yaramazlığını hoşgördürenhaz ı rcevapl ığ ın ı peki ş t i rmekle ceza lar ınuygulanmasında kullanılan mukavva kutuları, kıymetbilmez kızılderililerin oyundan oyuna yenilenmesigereken ok ve yaylarının yapımında kullanılanbudaksız dalları aramakla geçti. Askerliğini levazımbirliğinde yapmasını tuhaf bir rastlantı olarakniteleyenleri, aradığını bulabilme ve bulduğuna

33

zehiradası

sahip çıkabilme yetisini geliştirmiş kimseleringeleceğinin çoktan belirlenmiş olduğunu, bununadına da yazgı dendiğini söyleyerek susturdu, Askeregidene değin gölgesi gibi izlediği, on sekiz yıldırmektuplaştığı Burak'ın sadık dostu ve tavlaöğrenmeye yanaşmadığından ona hala kırgın.Semtte irili ufaklı yarım düzine apartmanın sahibibir mühendisin tek çocuğu. Doğum odasında canvermiş 'annesini yalnızca fotoğraflarından tanıdı.Çoğunun rengi atmış bu suretlere ne zaman baksaannesinin birkaç kadının karanlık odada üstüstegetirilmesinden yaratılmış olduğunu düşündü. Birinsanın kişiliğinin görüntüden görüntüye böylesinedeğişebileceğini kabul edemediğinden üç albümeyayılmış fotoğrafları babasına verip bankakasasında tutmasını istedi. Babasının ekonomikbağımsızlığını olabildiğince erken kazanmasınıöğütleyen sözlerinden etkilenerek gazetecilik okudu,öğrenimi boyunca not defterlerinin marjinlerinidoldurduğu aforizmaları yayınladığında adıduyuldu, çatık kaşlarına yabancı kalan güleç yüzüBanu'yla Burak'ın fotoğrafları arasında görünmeyebaşladı. Yaşı ilerledikçe annesinin fotomontaj birkadın olduğunu kurmasıyla uyanan kuşkularıyabancılık duyduğu herşeye yansıdı. Kuşkularınıaçığa vurmamak için karşısındakine düşünme fırsatıtanımayacak denli hızlı söz söyleme sanatınıöğrendi, temelini hazırcevaplığa dayandırdığıkonuşmasını kendini dinleyenlerin başını döndürenmantık oyunlarıyla sonlandırmaktan zevk duyaroldu. Çıkmazlara kuşbakışı çözümler öneren eleştirelyazılarını haftalık politika dergilerinde yayımladı.Beş ayrı gazetede birer yıldan beş yıl köşe yazarlığıyaptıktan sonra altıncı gazetenin kadrosunadoğrudan yazı işleri müdürü olarak katıldı.Dedikoducuları mahcup edercesine, altı yıldırgazete değiştirmeyen Mete, yıllık iznini gazetesincedüzenlenen tavla turnuvasının yapıldığı haftalararastlatıyor ve karşılaşmaları en ön sıradan,yargıcılar kurulu başkanına ayrılmış koltuktan izliyor.Bu yıl on ikincisi yapılacak olan turnuvaya gazeteçalışanlarının katılamaması, kendine saklamasıgereken sorunlarını da okuyucularıyla paylaşmayıseven Mete'nin bir türlü açık edemediği büyüküzüntüsü. Ne ki üzüntüsünü turnuvanın açılışoyunuyla birlikte unutuyor. Tavlanın başına geçmişoyuncuları şöyle bir tartıyor ve yenginin sahibinizarlar tavlaya düşmeden kestiriyor. Yenileceğinedeğgin ufacık bir kuşku taşımadan, kendim yengiyielde edecek oyuncunun yerine koyup mektuplardasıkışıp kalmış biricik dostu Burak'ı turnuva boyuncayüzlerce kez yeniyor.

Bugün Haziran'ın altısı. Cem otobüs terminaline

girerken naylon torbalara doldurulmuş kirli iççamaşırlarının şişirdiği yumuşak kabuklu elçantasına sokmaya çalışırken ağızlığını kırdığımelodikasını nerede tamir ettirebileceğinidüşünüyor. Tabancasını banyoda, lavabonun altınayapıştırdığı yerde bıraktığının ayırdında olmadığıgibi özenle topladığı yatağın üstüne yaydığı saldırıplanlarını hala cüzdanında sanıyor. Yeni kurulanhücreye ilk talimatları vermek üzere telefonkulübesine yürüyecekken jetonlu telefonu ilk kezkullanmaya hazırlanan Nermin'e rastlıyor, onuBanu sanarak kucaklıyor, yürüyebildiğine şaşırıyor,seviniyor ve onca duygu kargaşalığı arasında notlarıotelde bıraktığını anımsıyor, terminalden hemenuzaklaşmayı, notların bulunmasıyla peşine düşecekgüvenlik güçlerinin heyecanı yatışana değin biryerde saklanmayı, bu boşluktan yararlanarakmelodikasının ağızlığını da tamir edebileceğinidüşünerek rahatlıyor.

Siyam ikizlerinin yaşayan teki, üç aylıkken onuikizinden ayıran ameliyatın ardından girdiğikomadan ancak bir yıl önce çıkabilen Nerminbugün otuz altıncı yaşını kutluyor. Dinlenmeye veyatmaya alışmışken konuşmayı ve yürümeyiböylesine çabuk öğrenebildiğine şaşırmaktankendini hala alamıyor, komanın insanı yalnızlığaalıştırmadığını hastahanede bıraktıklarına vekendine kanıtlayacak bir yaşamın eşiğinden adımınıaşırmak üzereyken Cem'in kolları arasında kısılıpkalıyor. Cem, çocukluk arkadaşının kendisinitanımamazlığa gelmesini, kollarından kurtulmakiçin çırpınmasını doğal buluyorsa da attığıçığlıkların terminali ayağa kaldırmasındankorktuğundan eliyle Nermin'in ağzını kapamayaçalışıyor. Nermin otuz beş yıldır serumlabeslenmesinin acısını ağzına kapanan eldençıkarıyor; dişlerini olanca gücüyle dudaklarını yakantuzlu deriye kenetliyor. Cem'in yardımına birkongreden dönmekte olan Berk yetişiyor. Kanayanavucunu koltuğunun altına sıkıştırmış, Banu'nunadını sayıklayan Cem'i kolundan tuttuğu gibi telefonkulübesinin başına toplanmakta olan kalabalıktansıyırıp ana kapının önüne dizilmiş taksilerdenbirine atıyor. İkisi de birbirlerine hiçdeğişmediklerini söyleyip yol boyunca susuyorlar.Berk, Cem'e demin kucakladığı kızın Banuolmadığını açıklamayı sonraya bırakıyor.Gömleğini beline sokarken tabancasını yitirdiğinianlayan Cem cüzdanını çıkarıp ancak on iki kezsinemaya gidebilecek parası olduğunu hesaplıyor,taksi Mete'nin evi önünde durduğunda arkadaşınagüç durumda olduğunu açıklıyor. Arkadaşınınarandığını çoktandır bilen Merk uzun süredir

34

zehir adası

hazırlandığı bu rastlantıyı tasarladığı sonabağlayacak kapının zilini çalıyor. Kapıyı Şen açıyor,Berk'le Cem'i gördüğü gibi bir sevinç çığlığı atıpelindeki zarları fırlatarak tavlanın başında bekleyenMete'ye haber vermeye koşuyor.

Müzede tanıştığı bir turist grubunu geçirmeyegelmiş Burak, telefona ilk kez görüyormuş gibi bakanNermin'e yardım etmek üzere gruptan ayrılıyor,cebindeki bozuk paralarla çakıl taşları arasında birjeton bulmayı umarak kulübeye doğru yürürkençocukluk arkadaşı Banu'nun adı kulağına çalınıyor.Telefonun başındaki kızı kucaklayan erkeğe dikkatlebaktığında Cem'i tanıyor, bir sütunun ardınagizlenip neler olageldiğini anlamaya çalışıyor.Banu'nun yürüyebildiğine o da şaşırıyor, Cem'ekızmasına hak veriyor. Bu arada Berk ortaya çıkıyor,Cem'i Banu'dan ayırıp kalabalıktan kaçırıyor. Banuda terminalden ayrılıncaya değin Burak saklandığıyerden kıpırdamıyor. Sobelemeyi bir türlübeceremediğinden mutlu, kendine el eden turistgrubuna dönüyor, hep birlikte gülümseyerekçevrelerinde dönenen birkaç fotoğrafçıya pozveriyorlar.

Çok değil bir hafta sonra bu fotoğraflardan biri

dergilerdeki yerini alacak, kuşe kağıtlara basılansuretlerini yüzünü buruşturarak incelemeye alışmışBanu'nun -gerçek Banu'nun- karışısına çıkacak.Banu, allanmış yanaklarıyla ona gülümseyen buyüzün kaldırım kenarlarında başlatılıp bahçeduvarları üstünde sürdürülen satranç oyunlarınınbitiminde nasıl gölgelendiğini anımsayacak ve EskiEserler Müzesi'nde bir akşamüstü çayı içmek üzereCemo'yu mutfağa kapayıp annesiyle birlikte yolakoyulacak. Sessizliği sevmeyen Cemo o gün evde ilkkez tek başına kalacak, Banu alüminyumdan yapılandeğnekleri kullanmaya başladıktan sonra mutfakkapısının ardına atılmış tahta koltuk değneklerinikemirme görevini devralan tahtakurularına kulakvererek yalnızlığını unutmaya çalışacak. Onunçocukluk yıllan da Banu'yu evden çıkaran burastlantılar örgüsünün son ilmeği atılırken geride .kalacak, değneksiz yürüyebilen bir Banu, onu süsköpekliğinden kurtaracak bir sahip düşlerken sokağaadımını attığı ilk gün saldırıya uğradığından berionu koruyacak keskin dişli bir can yoldaşı arayanNermin'in usuna düşecek.

35

yanlış pusula

KADERİN ŞU ANA DENK DÜŞTÜĞÜNOKTA

pınar türen

Ama lütfen bir an düşünün, kendi hayatınızı elinize alın: şu anda uğraştığınız işi ve sizenasıl bir hayat sunduğuna bakın, yanınızdaki (eğer varsa) eşinize veya sevgilinize bakın

ve onunla nasıl, nerede, ne zaman tanıştığınızı ve o'nun hayatınıza neler kattığınıdüşünün, oturduğunuz evi, etrafınızdaki komşuları, çoğu zamanınızı birlikte geçirdiğiniz

arkadaşlarınızı, çok özel dostlarınızı, kısaca hayatınız belirleyen her şeyi,onları nasıl elde ettiğinizi ve onlarla birlikte neler elde ettiğinizi

ve şu anda nerede durduğunuzu gözden geçirin.Yanılgıya yer bırakmayacak kadar rastlantısal değil mi?

Olasılık hesaplarıyla ilk karşılaştığımda lisesıralarında kendi halinde olmaya çalışan, geleceğeumutla ve istekle bakan bir öğrenciydim. Gelecektebeni nelerin beklediği henüz beynimin kıvrımlarınızorlamaya başlamamıştı. Muhtemelen başarıylaokulumu bitirecektim, iyi bir işim olacaktı, bir ailekuracak ve aynı dönemlerden çocuğumungeçmesini izleyecektim, bir sürü hobimleilgilenmeyi emeklilik günlerime saklayacak veölecektim. Ancak beynimle birlikte gelişmeyebaşlayan yaşantım, hayatın denkleminin bu kadarda basit olmadığını yavaş yavaş çarpmaya başladısuratıma. Tek bir günün yüzlerce olasılık varken vebunların çoğunun kontrolü benim çok dışımdagelişirken koskoca bir hayatın denklemini iki satırdakurmanın oldukça iyimser bir yaklaşım olduğunuanlamakta fazla geç kalmadım. Tarifi mümkünolmayan aşklara tutulmaya, tanımaya başladığımher insanda garip hikayeler yakalayıp onlarınhikayelerinin benim hayatımı nasıl etkilediğinisezinlemeye ve en garibi de her gün kendimin nasılbir şekilden başka bir şekle geçiş yaptığımı farkettiğimde, soru işaretleri arasında kaybolmaya hazırbir üniversite öğrencisiydim. Gereksiz yere uzayanbir ilişkinin içindeydim ve tüm çabalamamamarağmen bir türlü kurtulamıyordum. En sonundabunun kaderim olduğuna ve bununla yaşamamgerektiğine inandım. Oysa hem tek tanrılı dinlerinortak kavramı kadere inancım yoktu. Hayatımbenim kontrolüm altında gelişiyordu, kendi kişiselhayatımdaki tek hükümdar varlık bendim, diğerinsanlar da kendi hayatlarının hükümdarlarıydı,dünya çeşitli gazların tesadüfen birleşmesiyleoluşmuştu, canlı dediğimiz varlıklar da sudantüremişti zaten.,.

Bu dönemlerde bir yıl boyunca aldığım istatistikdersleri kader ile tesadüf arasındaki ilişkiye iyicekafamı takmama neden oldu. İstatistik satırlarcasüren karmaşık formüller, hesaplar ve bir o kadarkarmaşık problemler yanında temelde tek birkavram üzerine kurulmuştu: RASTLANTI. Ve benhayatlarımızda her şeyi belirleyenin sadecerastlantı olduğuna artık tamamiyle inanmıştım.Kader diye bir şey yoktu. Kader hayat karşısındazayıf olan insanları zaten isteseniz de elinizdenbaşka birşey gelmez çünkü kaderiniz bu sizin, onarazı olmalısınız" diyerek kandırmaya yönelikaşağılık bir komplodan başka bir şey değildi.Böylece kaderi inkar ederek ve onun yerinerastlantıyı yerleştirip son derece akılcı olduğumuzannederek hayatıma devam ettim.

Yıllardır rafa kaldırdığım ve pek de üstelemediğimbu konuya tekrar geri dönüşüm son zamanlardaokuduğum bir hayat hikayesiyle oldu. Birazdansizlere kısaca aktarmaya çalışacağım bu hayathikayesi ancak filmlerde rastlanacak kadar dramatikve bir o kadar da gerçek.

Ingo Hasselbach. Ingo'nun hayatı o daha bebekkenanne babasının ayrılmasıyla başlar. Babasıalışılagelmişin tersine Batı Almanya'dan DoğuAlmanya'ya kaçmış ve hayatını sosyalizminyücelmesine adamış bir gazetecidir ve Ingo'nunhayatında öfke objesi olmaktan ileri gidememişkenözellikle radyoda yaptığı gençlere yönelikpropaganda programlarıyla yurttaşlık kariyerindefazlasıyla ilerlemiştir. Annesi yalnızlığa fazladayanamamış ve Ingo'nun sevgiye en çok ihtiyacıolduğu dönemde önce üvey babasıyla tanıştırmıştır.

36

yanlış pusula

Belki de tüm hayatının en kötü karakteri onudevamlı döverek eğitmeye çalışan bu üvey babadır.Ailenin yaşadığı mekan Doğu Berlin'in devlete enyakın bürokratlarının yaşadığı ve herkesin birbirinepotansiyel fitneci/casus olarak yaklaştığı bir semttir.Ingo'nun huzur bulabildiği tek yer büyükanne vebüyükbabasının şehrin kenar mahallelerindenbirindeki içine ideoloji bulaşmamış, sevgi doluapartman daireleridir. "Belki de hayatımdarastladığım ideolojiden uzak yaşayan biricik insanolduklarından dolayı benim için bu kadar özeller"diyor Ingo. Ancak ne tesadüftür ki tüm hayatınınideolojiye bulaşması da bu evde başlamış. Alt kattayaşayan hippilerle birlikte geçirmeye başladığızaman içinde aykırı yaşamayı ve nefret ettiğitopluma çalarak çırparak karşı koymayı öğrenmiş.Çoğu yaşıtı okula gidip, okul sonrası ödevleriyle vebir spor dalıyla uğraşırken o kenarda yaşamayı vepotansiyel casus olmaktansa dışlanmış olmayıtercih etmeyi öğrenmiş. Hipilerin koloni yaşamınınetkisiyle iyice uzaklaştığı anne evi artık sadecekaçılması, uzak durulması gereken bir yerdir.

80'lerin başında punklar belirginleşmeye başlarlar.Ingo hem hipilerle hem de punklarla birliktedirartık. Sokakta veya diskoda anlamsız yere çıkartılançete kavgaları ve "kendi gibi giyinmeyen herkesidövmek" hayatının bir parçasıdır. Hipilerin kendiiçlerinde bir hayat tarzları vardır, punklar manyakgibi çalarlar, dazlaklar (skinhead) daha vahşi, şiddetdolu hatta sadisttirler. Fakat tüm grupların ortaktarafı devlet tarafından aynı şekilde bastırılmayabaşlarlar ve Ingo artık "fazla iyi" geldikleri içinhipilefden ayrılarak punklarla yoluna devam eder.Punklarla birlikte sadece dışarıda kalmayı değildiğerlerine karşı kin ve öfke geliştirmeyi öğrenir.

Ve tabii yaşı henüz 20'li sayılara ulaşmadan yargısistemiyle adi hırsız olarak tanışır. Bu sıradahayatına ilk defa babası karışır ve Ingo'ya ikiseçenek sunulur: ya babası ile o'nun kurallarına göreyaşayacak ya da hapishaneye gidecektir. Ingoseçimini hapishaneye girmemekten yanakullanırken aslında seçtiği babasının yanında olmakdeğildir. Nitekim babasının yanında geçirdiği çeşitlibeyin yıkayıcı günlerle dolu sıkıcı yaşantısı onusokaklardan koparacağına dönüşü olmayan birşekilde sokaklara bağlar ve Ingo babasını bir dahagörmemek üzere kendini sokakların karanlık yüzünebırakır, arkadaşları onu beklemektedir.

Devletin sponsorluğunu yaptığı, Sovyet bloklarıonuruna düzenlenen Dostluk Festivalinde hayatınınen aptalca ve cesurca olarak nitelediği hareketini

yapar ve kendisini ortaya atarak polisler gelipgötürene kadar "Duvar yıkılmalı" diye bağırır.Anti-faşizm koruyucusu duvara hakaret ederektoplum huzurunu bozmaktan bir yıla mahkum edilir.Yine tesadüflerden beslenen kader ağınıörmektedir. Hapishanede anti-faşist beyinyıkamaların, işkence ve zor koşullann doğal tepkisiolarak faşizme daha da yaklaşırken savaş suçlusueski nazilerle tanışır, bu insanlardan hapishanedeolmalarının şerefli sebebini, gemişteki muhteşemgünleri dinleyip bu 90'lı yaşlarına yaklaşmış ihtiyorNazilerin geçmişleriyle ilgili duydukları gururdan,hele hele Hitler'in doğumgününü kutlarken yedikleritüm dayağa, rağmen tekerlekli iskemlelerindeinançları için gösterdikleri dirençden Ingo da onungibi diğer genç punk ve dazlaklar da "aynı şeye karşıdireniyoruz" düşüncesiyle çok etkilenirler. ArtıkNazizm Ingo'nun çok yakınındadır.

Hapisten çıktığında Ingo protest kültünün solakayan punklar ve sağa kayan dazlaklar olarak ikiyeayrıldığını görür. Ingo her zaman karşı geldiğikomünizm ve anti-faşist devlete karşı gerçek birfaşist olarak kavga ederek karşı gelmeye kararlıdır veo'nun için karşı çıkmak yasaklanın Nazi geçmişiyledaha da ilintili hale gelir. Bu sırada kader o'nunFrank Lutz'la karşılaşmasını ister. Lutz sağır-dilsizbirini dövmekten 10 ay hapis yatmıştır. 3. Reich'inöne sürdüğü gibi sakat insanlar sadece var olmakladevlete ekonomik zarar vermekten blaşka bir işeyaramadıkları için Lutz onlara katlanamamakta vedövmekte hiçbir sakınca görmemektedir. Lutz ileilerleyen arkadaşlığı Ingo'nun Nazilerle olanarkadaşlığının da ilerlemesine yol açar. 1989'daduvarın yıkılmasından sonra ise Nazizmi dahaciddiye almaya başlar. Genlerinin Ingo'ya armağanıolan uzun ince yapısı, san saçları ve mavi gözleriyleneo-Naziler için ideal biyolojik tiptir ve geleceğininpotansiyel Fuhrer f igürüdür. Artık hayatıneo-Nazilerle birlikte geçmektedir ve nihayetneo-Nazilerin en önemli fikir liderlerinden Kuhnenile tanıştığı gece yaptıkları uzun konuşmalarınsonunda Doğu Almanya'nın ilk yasal neo-nazipartisini kurarlar: National Alternative Berlin ya dakısaca N.A.

Artık Ingo 30'lu yaşlarının çok başında politik birpartinin liderlerindendir ve tüm hayatını partisineadar. Günleri sokaktan gelen gençleri eğiterek neüstün bir ırk olduklarına ikna ederek, sağcı zenginişadamlarından para toplayarak, hatta eski Nazilerinihtiyar dul eşleriyle yaptığı çaylı sohbetlerde klasikmüzik eşliğinde bu yaşlı kadınlardan beklenmeyenyoğun bir nefret ve kinle "Oh çok iyi yaptık", "Ne

37

yanlış pusula

güzel temizledik", türünden laflarıyla birlikte yenineo-Nazi parti için para yardımlarını kabul ederekgeçmektedir. Herşeye rağmen Ingo için partisininkabullenip o'nun kabullenmediği şeyler de olur.Duvarlara "Yabancılar Dışarı" yazmak ona göreyeterliyken molotof kokteylleriyle savunmasızçingene ve göçmen evlerini yakmak hareketlerinezarar verebilir diye düşünmesine rağmen alevlerarasında "Bizden ne istiyorsunuz pis domuzlar"çığlıklarını duymamazlıktan gelir. Kendi deyişiyle oanda sadece arkadaşları, kendisi bir de davaları vepartileri vardır, sanki o evlerde yaşayan insanlar vardeğillerdir. Ancak 1992 sabahı Köln'de orta sınıf birTürk evine saldırıldığını ve bir kadınla iki çocuğunyanarak öldüğünü öğrendiğinde arkadaşlarınamasum kadın ve çocukların öldürülmesininhareketlerine hiç bir faydası olamayacağını söyler.Yine kendi deyişiyle bu hareket o'nu gerçekten hastaeder.

Bu sırada kader ona yeni bir oyun oynar vekarşısına Winfriend isimli neo-nazilerle ilgili filmyapmak isteyen Alman asıllı Fransız bir yönetmençıkarır. Winfriend dava arkadaşları dışındaedinebildiği ve güvendiği tek kişi olur, o kadar kikendisini filme çekmesine ve tüm gerçeklerikameraya almasına izin verir.

Winfriend ona dışarıda da bir hayat olduğunu,kendi ırkından başka ırkların da insan olduklarını,ve Berlin'in sokaklarından başka milyonlarcasokakda milyonlarca hayatın yaşandığını gösterir,Paris'de Winfriend'in yanında geçirdiği bir haftadahayatında ilk defa etrafında her renk ve ırkdaninsanla birlikte yaşar. İnsanlar ona dostça yaklaşır,onların Doğu Almanya'da bir zenciye baktıkları gibibakmazlar Ingo'ya, bu karışık bir dünyadır ve heryerden insan görmeye alışıklardır. Ingo hayatındailk defa yabancı olur ve üstünden bir ağırlığınkalktığını hisseder. Hayatında ilk defa bir geleceğiolduğunu düşünür. Sabahları bir baget alır ve Arapbir garsonun çalıştığı kafede kahvesini içer. Birkaçgün sonra parmak işaretleriyle anlaşabildiği garsonona bedava kahve ikram etmeye başlar. Paris'degeçirdiği kısa süre tüm hayatını değiştirecek kararını

almasının başlangıcıdır. Kısa bir süre sonra Ingopartisini, davasını, arkadaşlarını ve neo-Nazilerigeçmişine gömerek yeni bir hayata başlar.

Ingo'nun başına gelenler size çok tanıdık veya bildikgelebilir; mutsuz aile ortamıyla başlayan oradanhipilere, hipilerden dazlaklara ve nihayetneo-Nazilere kadar uzanan ve aniden kesilenideolojik hayatının geçirdiği evreler çok tipikgelebilir. Ama lütfen bir an düşünün, kendihayatınızı elinize alın: şu anda uğraştığınız işi vesize nasıl bir hayat sunduğuna bakın, yanınızdaki(eğer varsa) eşinize veya sevgilinize bakın veonunla nasıl, nerede, ne zaman tanıştığınızı veo'nun hayatınıza neler kattığını düşünün,oturduğunuz evi, etrafınızdaki komşuları, çoğuzamanınızı birlikte geçirdiğiniz arkadaşlarınızı, çoközel dostlarınızı, kısaca hayatınız belirleyen herşeyi, onları nasıl elde ettiğinizi ve onlarla birlikteneler elde ettiğinizi ve şu anda nerede durduğunuzugözden geçirin.

Yanılgıya yer bırakmayacak kadar rastlantısal değilm i ?

Bir arkadaşım kaderin tanrıyla insanın kesiştiğinokta olduğunu söylüyor. Rastlantı ise kaderin şuana denk düştüğü nokta. Tüm zaman içinde raslantıtek bir noktayken keder hepsinin bir arayagelmesiyle oluşan sonsuzluktur. Dünyanın oluşmasıbir anlık tesadüf sonucu olabilir ama dünyanınkaderi öncesini ve sonrasını içine alan sonsuz birzamana yayılmıştır. Tıpkı Dünya gibi biz insanlarında kader adını verdiğimiz bir zaman çizgisi var vebu çizgi noktalardaki raslantılarla belirleniyor.

Artık kader ve raslantıyı tamamıyle birbirindenayırabiliyorum. Kader hayatımızın ta kendisiraslantı ise hayatımızda bizim isteğimiz vekontrolümüz dışında gelişen her. şey. Kaderimizideğiştirebiliriz ama raslantılarla başa çıkmanın hiçbir yolu yok.

38

sis düşleri

KONTES

ahmet ortaçdağ

Yoksa öznesi hayat, nesnesi mi ölüm?İşte bu yalınlık içinde bir anlam aramak ve boşluğa asılacağını sanmak

bir zaaftı.

Aynanın karşısına oturdu. Gözlerim gözlerine dikti.Yıllarca bıkıp usanmadan seyrettiği bu yüz yarımmetre ötede durmasına rağmen artık onuseçemiyordu. Deforme olmuş izin içindeseçebildiği iki pırıltı. Okumanın dışında hiçbirzaman takmadı gözlüğünü. Çevresine küçülmüşgözlerle bakamazdı ya. Ne garip. Karşısında duranbu görüntü inatla görmemezlikten gelmeye çalıştığıve asla değiştiremediği değişimin yürek parçalayıcıyansıması değil miydi? Yine de ona göründüğü gibibakmak, hayal gücünün izin verdiğince zihnindekiimge kalıntılarıyla şekil vermeye çalışmak işinegeliyordu. Elli yıl öncesinin duru pembeliği o kadardiriydi. Karşısındaki soyut resim ise o kadar gerçek.O kadar yalın. Görmüyordu ama biliyordu.

Sayısını bilmediği lekeler, kırışıklar ortaya çıkmadanönce bakmaya doyamadığı, tek bir sivilceninhesabını tuttuğu zamanlan biliyordu. Kamburuçıkmış bedeninin dağılan yüzüyle birlikte yüklendiğigerçek bu muydu? Eğilip daha yakından bakmakistedi. Ama artık oynatamadığı boynu ve aynaylaarasında onu sıkıştıran masa buna izin vermedi.Yerden güç alarak aynaya doğruldu. Gerçeğe birazdaha yaklaştı. Renkler biraz daha canlandı. Resimbiraz daha netleşti. Biraz önceki görüntü değildiartık bu. Peki hangisi gerçekti. Biraz önce gördüğüde gerçek değilse neydi. Titreyen dizleri onusandalyenin üzerine bıraktığında eski gerçekbıraktığı yerdeydi. Küçüklüğünden beri aklınıkurcalar duaırdu mutlak gerçeğin görüntüsü. Gözlüktaktığı ilk gün anlamıştı her rengin göreceliolduğunu. Kırmızı eski kırmızı değildi, yeşil eskiyeşil. Ona öğretilen göğün mavi olduğu idi. Güneşinsarı. Kanın kırmızı ve algıladığı renk ne olursaolsun ona kırmızı denmesi gerektiği. Belki de ogüneşi kırmızı görüyordu, denizi sarı. Belki herkesinalgıladığı toprak, kum, ağaç farklıydı ve sadece adısarıydı güneşin. Peki rüyalar ne renkti? Artık hiçgörmediği ve rengini hatırlamadığı. Niçin rüyagörmüyordu artık? Yiten aşklar, sevgililer gibi

terketmişlerdi onu. Tüketilmiş koca bir hayatbelleğinde, içinde hiç mi açık bir kapı bırakmamışona? Şuuraltını, onu diriltmeye zorlayacak hiç miyürek sızısı yok artık? Her şey bu kadar mı bilindikonun için? Bu kadar unutulmuş. Evet, zayıflayanhafızası hatırlamasına imkan vermiyor rüyalarınıbüyük ihtimalle. Öyleyse belleğinden kazıyamadığıilk anılar onu yaşatan, yaşamını hatırlayabildikleriyle sınırlı tutan. İlk ev, ilk arkadaş, ilksevgili, ilk aşkAndre

İlk gençlik çelişkilerinin kabusuyla onu uykusundanuyandıran. Eksiksiz her gün gözünü onun varlığınaaçtığı ve artık rüyalarında hiç rastlamadığı. Evet,aynadaki siluetine yaklaştıkça netleşen görüntü gibitüketilmiş heyecanların arkasından çıplak gerçeğebiraz daha yaklaşıyordu her gün. Bu çıplaklıkkarşısında ağlamak istedi. Ama içindeki katılığıboşaltacak göz yaşı yoktu. En son ne zamanağladığını hatırlamaya çalıştı. Sessiz bir çığlığıandıran iç çekişlerini hıçkırığa boğabilecek anlaranılarında canlanıyordu yine. Ve bu anılarda içiniburan ayrıntılardı aslında o anı tüm sıradanlığıylayaşamışken yaşamadığı, yaşayamayacak olduğu. Birannenin olağan karşılanan fedakarlığı, bir sevgilininolağan karşılanan öpüşü gibi. O anları, hafızasındançekebildiği o anları derinlemesine yaşamayaçalışırken, kaybettiği ve bir daha bulamayacağıheyecanları tadabilirdi ancak. Ama o kadar uzaktılarki ve bu anın o kadar dışında. Titreyen elini yavaşçamasanın sağ çekmecesine götürdü. Aynadan üzerinedoğru gelen dağınık görüntülerin karmaşasından tekve mutlak bir gerçeğe dönme zamanı gelmişti. Elyordamıyla çekmeceden gözlüğünü çıkardı. Kesinve düz hatlarıyla bütün odaya hakimdi şimdi. Onutüm bu düşüncelere sürükleyenin tek sorumlusudayanılması zor olan bu sessizlikti. Artık duyamazolduğu sesler yarı yarıya işiten kulaklarına yalnızlığıhatırlatıyordu durmadan. Kalktı. Derin sessizliğiniçinden komodinin üzerinde duran gramafona

39

sisdüşleri

doğru ilerledi. Babasının başucundan eksiketmediği ve ona asla elletmediği. Bu gramafoniçinde ona karşı dinmeyecek sevgisizliğin öç almanesnesine dönüşmüştü. O zamandan bilmişti ona elsürebileceği günün babasının hayatından tümüyleçıktığı o gün geleceğini. Yine de dokunamamıştı ilkzamanlar, üzerine sinmiş ağır kokuya alışması uzunsürmüştü. Niye ve nasıl bir tutku olarak edinmiştimüziği. Her notasını ezbere bildiği taş plaklar buduvarlarda kaç defa, kaç gün, kaç gece çınlamışdurmuştu acaba. Bu saplantı içindeki yaşama tutkusuolmamış mıydı? Her notanın arkasından hanginota geleceğini, nerede es alacağını, nefesini esiralan sesin onu tepelere nasıl sürükleyeceğini ezberebilmemiş miydi?Anlamıyordu. Hala anlamveremiyor bir dizgenin arkasına takılıp kendiniunu tuşuna, ses oyunlarıyla bir temanın etrafındakayboluşuna. Tek bir temanın içinde dönüp duranyaşamının akıp gidişine izin verişine. Hiçhuzursuzluk duymadan. Kesin huzuru buluyorduçünkü düşünmüyordu. Nefsini efendisine teslimetmiş bir kölenin rahatlığını yaşıyordu. Hiç birkaygı ve endişe duymadan. Taş plaklara baktı.Efendisine hiç dokunmamış bir elin ilk dokunuşuyladokundu onlara ve eski bir sevgiliyi kucaklar gibiiçlerinden birini aldı. Sesi sonuna kadar açtı. İyiduymuyordu ama titreşimleri ve vücudundatoklayan ses dalgalarını hissediyordu. Yaptığı anıdondurmaktı. Onu terkeden tutkuların arasındaki anboşluklarını doldurarak. Geriye dönüp baktığında,onu ölümün soğukluğuyla burun buruna getirmişateşli tutkuları düşündüğünde, aslında kendi dışındabir tutkuya sapkınlanmışlara tutulmuş olduğunufarkediyordu. Tutku tutkunu tutkusu. Ve bir tutkununtutku nesnesi olamadığını, olamayacağınıgördüğünde.

Peki kendisi niçin asla bir tutku tutkunu olamamıştı.Aklına gelen en mantıklı cevap, ergenlik çağına yenigirdiği yıllarda ölümle arasında geliştirdiği o çoköznel bağ idi. İlk dost olmuştu ona. Günlük hayatiçinde onu yıldıran, ve devam etme zorunluluğunataş koyan neyle karşılaşsa yardımına o koşmuştu.Anlam aramanın anlamsızlığını o vurmuştu yüzüne.Hiç kimsenin olmadığı kadar açıkyüreklilikle. Buyüzden hiçbir şeye, hiç kimseye güvenmediği kadargüveniyordu ve hiç bir zaman da yalnız bırakmadıonu. Onun açıklığı ve yalınlığı karşısında hiç birtutku duramıyordu ki. Kendini yaşamın akışına çekiponu asla yalnız bırakmayacak eski dostu unutturacakbir neden olamazdı kiAndre

Böylece ölümün gerçekliği yaşamın yapaylığına

tercih edilir oluyordu her zaman. Aynanın karşısınaoturdu. Bu yüzü tanıyordu. Çünkü göz hafızası çokkuvvetliydi. En ufak ayrıntı onu tümevardırabiliyordu bir görüntüde. Şimdi olduğu gibi.En iyi ipucu yine gözlerdeydi. Biraz küçülmüşolsalar da gözlüğün arkasında içinde kalan sonenerjiyi yaymak için yetiyorlardı. Solgun bir pırıltıaktarabiliyordu geçmişten, soylu ailesinden veunvanının getirdiği asaletten arta kalan büyüyü.Onların dışında, mıncıklanmış bir deri, sarkmış birburun, büzülmüş dudaklar, dökülmüş kaşlar, kirpiklerve bir tutam saç. Zorlu bir iş bekliyordu onu. Herdefasında biraz daha uzun süren. Alışkanlığıngetirdiği hızın güçşüzleşen elleri ve değişimin kattığıyeni unsurlar arasında kaybolması. Nasılbahsedebilir insan değişimin kaçınılmazlığından vegerekli olduğundan bu tablo karşısında. Gereklideğildi zaten bir zorunluluktu bu. Garip olan yaşilerledikçe durağanlaşan ve rutine bağlanan içdünyanın bedenin bu gittikçe hızlanan çöküşüyletezat oluşturmasıydı. Öyle miydi gerçekten? Nasılaçıklanırdı o zaman gün geçtikçe daha eli sıkıolduğu, düzen ve tertip titizliğine düştüğü. Sankisahip olduğu bu eve, her şeye tırnaklarını birazdaha sıkı geçirerek artık üzerinde hiç bir hükmükalmadığı bedeninin diyetini ödetiyordu onlara.Durağanlaşmak mıydı bu yoksa bir isyan mı?Solgun cildini pudralayarak başlayacaktı işe. Amaönce maske kremiyle sayısız izi örtmesi gerekecekti.Gittikçe daha fazla tükettiği kutu canını sıkacaktı.Kremi fazlasıyla kullanması edindiği alışkanlığatersti. Kasılan parmağına rağmen kremi sürmeyekoyuldu. Alnından başladı. Annesini gördü bualında. Dışa doğru çıkıntılı ve yukarı doğru uzananeskisinden daha geniş alnında. Bir heykeltıraşustalığıyla çizgileri kapatmaya çalıştı. Sonraşakaklarından aşağı babasını gördü. Daha bir inatlakapamaya çalıştı göz kenarlarında kurumuş birırmağın çatlaklarını andıran izleri. Kurumuş elmayanaklarından çıkıntılanan kemikleri yumuşatmayaçalıştı. Dudağının üstündeki çatalları doldurdu. Pulpul dudaklar. Bugüne kadar çok öpüldülerdi.Dolgun, cılız, geniş, dudaksız dudaklar tarafından.Ama sadece tek bir dudağı öpmediler mi? Şimdinasıl kızıyor kendine. İnsanoğlu toyluğuyla kendinikorkuyla kastığı ve içindeki tomuru kendinesaklaması gerekiyormuş hissine kapıldığı için. Amabu kendiliğinden gelmişti. Hastalandığında, biryeri tutmadığında insanın kapıldığı o ümitsizlik gibi.Oysa içinde öylesine açılıyordu ki tek yüzü olan birkürenin sarmal sonsuzluğuna kapılıp unutuyordukendini. Ve bu unutuş sadece unutulmaz olmaduygusuyla varolabiliyordu.

40

sis düşleri

Kendisi yerine hatırlayacak, unutuşunu vekayboluşunu ona yaşatacak onun dışında birininvarlığıyla. Ancak içteki bu sarmal girdap insanıöylesine kendine akıtıyordu ki gördüğü, duyduğu,konuştuğu her şey kendi oluyordu. Ve onu tutacak,varlığından zerre şüphe etmeyeceği eli bile görmezoluveriyordu. İplerini bırakmış benliğin uçuşkorkusuydu bu. Olur ya tutmak istediğinde oradaolmazsa korkusu belki uzlaştığı ölüm korkusuylaarasına giriyor, bastırılmış zayıflığı tüm şiddetiyleyüzüne vuruyordu. İşkencelerin en olgunlaştıranıydıbu. Tutulacak elle birlikte ölümün artık arzulanırolması. Olgunlaşmak. Bir avuç taşın arasındanseçilip suyun üzerinden kaydırılan taşlar gibifırlatılan sözcükler hiç bir iz bırakmadan nasıl yitipkayboluyor. Hiç bir iz bırakmadan. Herdüşüncenin nesnesi sözcük, her sözcüğün öznesidüşünce, kurduğu cümlelerle anlamı bitiriyor.

Öznesi ölüm, nesnesi hayat olan kurgular gibi.Yoksa öznesi hayat, nesnesi mi ölüm? İşte buyalınlık içinde bir anlam aramak ve boşluğaasılacağını sanmak bir zaaftı.Öznesi ölüm, nesnesihayat olan kurgular gibi. O zaman cevaplanacak tekbir soru kalıyordu geriye? Bu zayıflığı sonuna kadaryaşamış olsaydı, onu tüketmiş olacak mıydı?Tüketilmiş zayıflık ona nasıl bir güç sağlayacaktı?Kabarmış denizde dalgakıranın hangi yüzü onakavuşacaktı? Yüzünde donan kremin üzerinipudralamaya başladı. Beyaz hiç bu kadar sıcakgelmemişti ona. Altındaki satıhta hiç bir çelişkiyemeydan vermeden süpürüyordu onu. Beyazın zayıf,kırılgan tutukluğu yüzün yarıklarından taşan morungücünü nasıl kırıyordu. Kırabiliyordu. O angecenin koyu karanlığını kırabilen yıldızları gördü.Dipsizliğin içinden süzülüp boşluğun kuruluğunuağzına getiren, o an anlıyordu kıramadığıyörüngesinden, tarihle alnına kazınmış yazındankurtarması gerektiğini düşüncelerini, hiç bir akışınbu kadar düzsel olamayacağını. Uzamı olduğuboşluğun zarını yırtıp parçalaması gerektiğini.Nasıl? Ama nasıl? Bu yalınlık içinde bir anlamaramak ve boşluğa asılacağını sanmak.

Bir yı ldız. Bir yıldızdı o. Okyanusun derinyüzeyinden yansıyan ışığı dibe doğru hızını alan, budayanılmaz çekime kendinden geçtikçe dahayaklaşan, biliyordu , onu bütünleyecek varlık öbürparçasında özüyle buluşturacaktı onu. Ani son bircılız parlayıştan sonra beyaz pusun, yürek sökenboşluğun içinden çekirdeğine çekilecek. Ardındakara bir leke olundurarak. Olunmaz aydınlığa, ışınyığınlarına aç tek bir leke. Saydam bir tomur. İçinigörüyor bu deliğin. Arkasında uçsuz bucaksız bir

ıssız bırakırken önünde açılan yutuk evrenleribuluyor, her çekilmeyle özüne kavuşan buevrenlerin birbirine açılan sarmalında kendinigörüyor. Saçından, elinden , yüzünden bir parça.Kontrol edemediği bir hızla ve zamanlabirbirlerinin içinden kayan, hücrelerinde,atomlarında engellenemez kıpırtının büyüyerektaştığı, taştığı, içindeki tek yüzeyli sarmal küredenakarak sonsuz devinim içinde sınırsız dönüşümeulaştığı. Bunları gördü karşısında, çekilmiş etteniskelette. Bitiyordu. Sona yaklaşmıştı. Birazdanrenge boğacağı tualde güneşi görmek istedi ilkin,sonra günbatımında denizi, sonra gelincikleri.Kalemi aldı. Gözlüğü biraz indirip olmayankaşlarını yerine çizdi. Birkaç kez üstünden geçti.Sonra gözlerinin üstünden, yanaklarından,dudaklarından. Hayranlıkla, büyük itinayla.Büyüleyici kontes. Çekici. MağrurAndre

Aradıkları evrenlerde kaybolmuşlardı, birbirlerineaçıldığından habersiz. Bir ömür tüketerek, çekimingetireceği bitişten korkarak. Kendini bırakmanın,mutlak düşüşün gerçek son olduğunu sanarak.Terkedemedikleri yörüngelerinde, bir düş, birhayal, bir kurgu imgelem peşinde başlangıçnoktasını sayarak terketmeyi yaşadılar. Vardıklarıne son ilkti, ne de ilk son.

Makyaj bittiğinde karlarla örtülmüş dingin birşehrin huzurunu hissetti yüzünde. Yumuşaktabakanın altına saklanmış pislik, çamur, pürüzsüzarılığın içinde hiçbir ayrıma rastlanmayankaybedilmiş yollar insana tatlı bir güven duygusuveriyor. Bilmiyor mu er geç yüzünü gösterecekgüneş zaptedilmez ısısıyla damla damla çözecek, butatlı rüya sarhoşluğu karın altından sırıtan kirle sonaerecek. Olsun, ufak da olsa zamana, karşı kazanılanbir zaferdir bu. Kendi iradesiyle mutlak değişimemeydan okuyabildiği kurtarılmış anlar. Kısa zamankırıntıları. Giyindiği bu beyaz pelerinle tüm şehirkanatlarının altındadır şimdi. Gücünü tekrarbulmuştur. Ona dikilecek gözleri tek tek dizegetirecek, boyun eğdirecektir.

Aynada kendine baktı. Karşısında duran kontesti.Onu dış dünyadan daha sık koparan zamanınunutturduğu unvan. Geriye bu asaletitamamlayacak, onu gururla taçlandıracak tek birşey kalmıştı. Çekmeceden peruğunu çıkardı.

41

mezartaşı

İNSANSONRASI

linda s. kauffman

"Sonrası" [post], ardından gelecek olana dair kaydadeğer bir belirsizlik taşır. Şimdiki dönemin"sonrası-çağı" -sanayisonrası, marxizmsonrası,feminizmsonrası,yapısalcılıksonrası,modernliksonrası- olarak tanımlandığını duymaya alıştık. Ya"İnsansonrası" [posthuman]? Terim 1992 yılındaAvrupa'yı dolaşan bir sanat sergisinde ortaya çıktı,fakat düşünce çok daha önce Bladerunner,T e r m i n a t o r . Making Mr. Right. R o b o c o p .Videodrome. Alien üçlemesi gibi cyborg filmlerde veWilliam Burroughs'un Naked Lunch, WilliamGibson'un Neuromancer. ve Philip K. Dick'in TheSimulacra gibi romanlarında vardı. "İnsansonrası".teknolojinin insan bedeninde nasıl devrim yaptığınıgösterir. Kalp pilleri, protezler, plastik cerrahi, veProzac "İnsansonrası"nın belirtileridir; elbette genterapisi ve in vitro [bedendışı] dölleme de var.Yeniden cinsiyet tayin etme cerrahisi toplu olarak SonCinsiyet ya da Üçüncü Cinsiyet (1) adı verilen tüm birötecinsiyetli [transgendered\ insan nüfusu yarattı. Butür cerrahi işlemler, anatominin kader olduğu gibi pekkıymetli bir mitin tabutuna çakılan çivilerdir de.(Ancak, cinsiyetin "birey"in özü olduğu mitiniyoketmek daha güçtür, çünkü bazı erkekten kadınadönmüş transseksüeller ameliyat olmalarınınnedenini kadınsı "öz'lerinin erkek bedeni içindehapsolmasıyla açıklamaktadırlar.)İnsani beş duyumuzun ebedi, değişmez, evrenselolduğu mitini yok etmek te eşit derecede güçtür.Çağdaş eleştirel kuramcıların beden konusunuvurgulamalarına rağmen insan duyularının yirminciyüzyılın sonunda nasıl tamamen dönüştüğününfarkına varamadık hâlâ. Bu kuramcılar bunun yerinegeriye dönüp, belli bir bedene (Hotanto Venüsü gibi)ya da bir döneme (onsekizinci yüzyıl gibi) ya da birkuruma (hapisane gibi) bakmaktadırlar. Eğerduyuların nasıl tamamen yemden düzenlendiğini vebunun sanatsal uygulamaları nasıl derindendönüştürdüğünü eksiksiz anlamak istiyorsak,edebi/sanatsal alanlarda çalışan akademisyenler bilenörobiyoloji, genetik, optik işleme ve hatta yapay .zekâöğrenmek zorunda kalacaklardır. 1970lerinenformasyon devriminin ardından birbirini takipeden bilgisayar görüntülendirmeleri 1990lardabedeni ve duyulan algılayışımızı derinden değiştirdi:bilgisayar teknolojisi, tıp ve eczacılıktaki keşifler,

genetik mühendisliği ve araştırmaları, MR, CAT vePET taramaları bedenin dokunulmazlığı ve bizzatkimliği konusundaki en değerli mitlerimizi geridönüşsüz bir biçimde değiştirdi (2).Foucault'nun "farklı bir bedenler ve zevklerekonomisinin şafağı" kehaneti avukatların,gazetecilerin ufkunda görünmese de bir çok deneyselsanatçı, film yapımcısı ve yazar için ağarmıştır bile.İnsan organizmasının doğmuş değil yapılmışolduğunu kabul etmeye hazır olmayabiliriz amaJeffrey Deitch'nin 1992'deki İnsansonrası sergisi buradikal önermenin içermelerini çözümlemektedir.Deitch yeni teknolojilerdeki imgelerden ve tüketimkültüründen oluşturulan yeni bir İnsansonrası kişimodelinin doğup doğmadığını cesurca sormaktadır.Plastik cerrahi ve genetik canlandırım[reconstruction] Darwinci insan evrimine yeni biraşama eklemektedir, diyor Deitch; "çocuklarımızınkuşağı pekâlâ son "saf' insan kuşağı olabilir(3). Yeni"kendi" yapılanması doğal olmaktan çok,kavramsaldır.Bu çağdaş sanatçılar aykırılık alanlarını cinsellktenbaşka bedensel işlevlere kaydırmışlardır. Uygarlığındeğerlerini alışılır olmaktan çıkarmaktadırlar. Alanı,bedene gelen ve giden dışkıya, idrara, kana veyiyeceğe yönlendirerek insanın yapıçözümüsürecinde aynı zamanda müzeyi de yapıçözümüneuğratmaktadırlar. Çağdaş toplumda gerçektenseyredilemez, rahatsız edici olan cinsellikten çokbunlardır [...]

obscenitydivinity/two girls review vol.l No.2, 1995/96,s. 112-113ten Nazlı Ökten türkçeleştirdi.. Uzunluğunedeniyle tamamını yayınlayamadığımız yazının devamıAmerikalı Bob Flanagan adlı ünlü bir mazoşistingösterilerinden yola çıkarak insan bedeni/Up/cinsellikİlişkilerini sorgulamaktadır. Yazar MarylandÜniversitesinde ders vermektedir. obscenitydivinity/twogirls review A.B.D ve İngiltere'de altı ayda bir çıkmaktadır.

(V)The Last Sexe: Feminism and Outlaw Bodies,KrokerA.M(New YorkSt.Martin's Press, 1993); The Third Sex,ed. HerdtG. (Cambridge, MArMIT Press, 1994)(2.)Body Criticism: Imaging the Unseen in EnlightenmentArt andMedicine, Stafford B. (Cambridge, MA:MIT Press)(3)Posthuman, Deitch J. (New York: Distributed ArtPublishers, 1992)

42

mezartaşı

Bu çağdaş sanatçılar aykırılık alanlarını cinsellkten başka bedensel işlevlerekaydırmışlardır. Uygarlığın değerlerini alışılır olmaktan çıkarmaktadırlar. Alanı, bedene

gelen ve giden dışkıya, idrara, kana ve yiyeceğe yönlendirerek insanın yapıçözümü sürecindeaynı zamanda müzeyi de yapıçözümüne uğratmaktadırlar. Çağdaş toplumda gerçekten

seyredilemez, rahatsız edici olan cinsellikten çok bunlardır

43

gizli hazine

ZAMAN VE ANLATI'

paul ricoeur

"Kamil Bey, birdenbire,tarih, destan, trajedi

yapan insanlarlaberaber bulunmanın tarifedilmez gururunu duydu.

Zaferden sonra'Anadolu'ya taraftar

olduğundantutuklananlar' diye bir

cins adam yaşayacaktıelbette... Bu adamlarharp sakatlarına bilebenzemeyeceklerdi.

'TutuklandığımızıAnkara'ya çoktan

bildirmişlerdir' diyekeyifle düşündü,'Mustafa Kemal

Paşa 'ya...' MustafaKemal Paşa: 'Bu Kâmil

de kimdir?' diye belkisormuştur. Birkaç

dakika olsun, 'Ankara'kendisiyle ilgilendi...

'Ankara'yani, bizzat'Kurtuluş', öpülesi alnınıkırıştırarak, Kâmil Bey

üzerinde biran olsundüşündü.

* Paul Ricoeur'ün Le Temps et LeRecit (Seuil 1983) adlı kitabının

1. cildinden Türkçeleştiren NazlıÖkten. 1913 yılında doğan,

Fransız üniversitelerinden sonraçalışmalarını Chicago

üniversitesinde sürdürenRicoeur'ü yorumsamacı

(hermeneutique) okuldan birtarih felsefecisi diye

tanımlayabilirizMetindeki alıntılar Aristo'nun

Poetika'sından.

"Bir bütün, denilmiştir, bir başı, bir ortası ve bir sonu olandır"(50 b 26).Oysa ki, bir şeyin başlangıç, orda ya da son olması yalnızca şiirselkompozisyonun gereğidir: Başlangıcı tanımlayan, öncelin olmaması değil,art arda gelişteki zorunluluğun yokluğudur. Sona gelince elbette ki bir şeydensonra gelendir, ama "ya zorunluluk ya olasılık gereğince"(50 b 30). Sadeceorta, basit art arda gelişle tanımlanır gibi görünmektedir: "başka şeydensonra gelir ve ondan sonra başka şey gelir"(50 b 31). Fakat trajik modeldeortanın kendine has bir mantığı vardır; o da talihin talihsizlik olacakşekilde "tersine çevri\mesidir"(metabole, metaballein, 51 a 14; metabasis,52 a 16). "Karmaşık" entrika kuramı, özellikle trajik etkide bir tersine çevirmetipolojisi oluşturacaktır. Bu "bütün" düşüncesinin çözümlenmesindevurgulanan yer, rastlantının yokluğu ve art arda gelişi düzenleyen, olasılık yada zorunluluğun gereklerine uymadır. Oysa ki, eğer art arda geliş, bazımantık bağlantılarına tabi kılmıyorsa bunun nedeni başlangıç, orta ve sondüşüncelerinin deneyimden çıkartılmamış olmasıdır: bunlar etkin eylemözellikleri değil, şiirin düzenlenmesinin sonuçlarıdır.

Yayılma alanı için de aynı şey geçerlidir. Eylemin sadece entrikada birsının, bir haddi (horos, 51 a 6) ve dolayısıyla bir yayılma alanı vardırt...]"Zorunluluğa ya da olabilirliğe göre zincirlenen bir dizi olay, mutsuzluğunmutluluğa ya da mutluluğun mutsuzluğa çevrilmesine bir sınırlama getirir(uzunluğun tatmin edici horosu)". Kuşkusuz bu yayılma alanı ancak zamansalolabilir: tersine çevirme zaman alır. Ama bu, dünyanın olaylarının zamanıdeğil, eserin zamanıdır: zorunluluk niteliği ancak entrikanın yakınlaştırdığıolaylara uygulanır(ephexes). Boş zamanlar hesaba katılmaz. Hayattabirbirinden ayrı olan iki olay arasında kahramanın ne yaptığı sorulmaz-.Else, Kral Oidipus'ta habercinin tam da entrikanın onun varlığınıgerektirdiği anda geri geldiğine dikkat çeker: "Ne daha erken, ne daha geç"(no sooner and no later, G.F. Else, Aristotle Poetics: The Argument,Harvard, 1957, p.293). Destan, kompozisyonla ilgili nedenlerle de dahageniş bir yayılma alanı benimser; ikinci derecede olaylar karşısında dahamüsamahalı olduğundan daha genişlik ister ama sınır gereğini de ihmaletmez.

Zaman gözönünde tutulmadığı gibi dışlanmıştır da. Böylece Aristo,trajedinin mükemmelen sergilediği tamlık ve bütünlüğün gereklerine tabiolan destan hakkında iki tür birliği karşı karşıya getirir: bir yanda "kendisüresinde gelişen, bir ya da birçok insanı etkileyen ve birbirleriyle olumsal[contingent, zorunlu olmayan] ilişkiler sürdüren bütün olayların geçtiğibiricik dönem"i(59 a 23-24) ayırteden zamansal birlik, öte yanda (bir bütünoluşturan ve bir başlangıç, bir orta ve bir sonla bitimine ulaşan "bir bireylem"i ayırteden dramatik birlik (59 a 22). O halde tek bir zamandöneminde olagelen birçok eylem bir eylemi bir hale getirmez. İşte bunedenle Homeros Truva savaşının tarihinden -her ne kadar bir başlangıcıve bir sonu zaten varsa da- sadece kendi sanatının başlangıcını ve sonunubelirlediği "biricik bir bölüm"ü seçtiği için övülür

44

gizli hazine

[...} Aristo soruyor: neden bizzat tiksindirici şeylerin, iğrenç hayvanların yada cesetlerin resimlerine bakmaktan zevk duyarız? "Nedeni, öğrenmeninsadece filozoflar için değil, tüm diğer insanlar için de bir zevk olmasıdır";aslında eğer resimler görmekten hoşlanılıyorsa bunun nedeni tanımanınöğrenilmesi ve herşeyin söylendiği gibi olduğu sonucuna varılmasıdır: bu,odur"(48 b 12-17). Öğrenmek, sonuca varmak, biçimini tanımak: işte taklit(ya da temsil) etme zevkinin akıl alır iskeleti. Fakat söz konusu olanfilozofların tümelleri [universel] değilse "şiirsel" tümeller hangileri olabilir?Olabilirin gerçeğe ve genelin tikele çifte karşıtlığıyla ayırtedildiklerine görebunlann tümeller olması kuşkulu değildir. Bilindiği gibi ilk çift Heredot'unşiir ve tarih arasındaki ünlü karşıtlığıdır: "vakanüvisle şair arasındaki farkbirinin kafiyeyle diğerinin düzyazıyla anlatması değil, birinin olmuş olanı,diğerininse olabilecek olanı söylemesidir; işte bu nedenle şiir tarihyazımından daha felsefi ve daha soyludur. Şiir daha çok geneli, tarihyazımıysa tikeli ele alır"(51 b 4-51 b 7).

[...] "Genel, bazı tipteki insanların mutlaka ya da büyük olasılıkla yaptıkları yada söyledikleri şeydir"(51 b 9). Başka bir deyişle, olabilir, genel, olgularındüzenlenişinden başka yerde aranmamalıdır, çünkü zorunlu ya da olasıolması gereken bu zincirlemedir. Kısacası entrika tipik olmak zorundadır.Eylemin kişiliklerden önce gelmesinin nedenini bir kez daha anlıyoruz: özelisimlerini korusalar bile kişi l ikleri evrenselleştiren, entrikanınevrenselliğidir. Temel kural buradan gelir: önce entrikayı tasarlamak, sonraisimler vermek.

[...] Entrika oluşturmak rastlantısal olanın akıl alırlığım, tekil olanınevrenselliğini, ikinci dereceden olanın zorunluluğunu ve olabilirliğini ortayaçıkarmaktır zaten. Aristo'nun söylediği de bu değil mi zaten (51 b 29-32):"Bütün bunlardan açıkça ortaya çıkmaktadır ki, şair vezin şairi değil hikayeşairi olmalıdır, çünkü onu şair yapan temsildir ve temsil ettiği eylemlerdir.Gerçekten olmuş olaylar üzerine bir şiir yazması da onu daha az şairyapmaz çünkü bazı gerçek olayların , şairi şair yapan olabilir ve olasıolanlar dahilinde olmaması için hiçbir sebep yoktur"(51 b 27-32).Denklemin iki tarafı eşitlenir: entrika yapıcısı ve eylem taklitçisi: işte şair.

Kurtuluş hiç tanımadığıbir insanı, her şeyini fedaedecek surette kendineçekebildiği için belkimutluluk duymuştur.Haklı olduğuna bir dahainanarakkuvvetlenmiştir.

Kâmil Bey, günlükemirde adı yazılan birgenç subay gibisevinçten taştı.İntihar eden binşair:'Ölmek, biliyorum,orijinal bir şey değil,ama yaşamak daorijinal bir şey sayılmaz'gibi bir lâf etmiş... Hataetmiş... Bazen ölmek de,yaşamak da pekâlâ'orijinal' olur."

Kemal TahirEsir Şehrin İnsanları

merdiven limanında buluşalım.

45

bodoslama

BENDEN HABERSİZBEN ANLATILIYORUM

derya erkenci

ORTASON:Ev ekonomisi dersi bana yasak. Ben de ekonomieğitimi almak istiyorum. Müfredatı düşünüyorum,bütün zihinyolları İttihat ve Terakki'ye çıkıyor. Hangiölü adamın sağlık fotoğrafı engelleyebilir kidüşüncemi? Hizmetliler hizmetlerini layığıyla yerinegetirmiyorlar bu katta, camlar hep tozlu. Birisi yine,birilerinin birilerim sevdiğini camın tozuna yazmış.Parmak izleri arasından dersliğe bakıyorum. Beşiktaş'aGürün Pasajına gidip, makreme iplerinin fiyatlarınısoruyorum.

Bu kadın, bu ortaokulöğrencisi etiyle yaşayan kadın,neden her öğrencisinin yüzünde bir yalan arıyor?Hem ondördümdeyim, O'na kızmaktan başka şansımyok. Yine geldi, herkes ayağa kalktı. Yağmuruemmişlikleri tükensin diye, kalorifere astığımızçoraplarımızın kokusu, dersliği sardı. Türkçe üç, SaitFaik Abasıyanık, Sayfa kırkiki. "Oğlum, yedinci soruneden hazır değil ve neden saygısızsın bu kadar banakarşı?" Ah öğretmenim; ah patlıcan burunlu, yercücesive de Zembla'nın Yeye'si kılık öğretmenim. Bir saatiniz,bir de askeri polis miğferiniz eksik öğretmenim.Bırakın şu boktan yedinci soruyu. Bakın ben,dersimizin bilinmeyen kelimeler kuşağında yineharikalar yarattım öğretmenim. Siz, bulgur nedir bilirmisiniz öğretmenim? Bahse g i rer im ki,bilmiyorsunuz. Ama haliyle bahse giremiyoruzöğretmenim. Bahis, Türk yasalarına göre suç ve bulgurtek başına bağımsız bir hububat değil öğretmenim.Serbest kompozisyon saatlerinden korkuyor musunuzöğretmenim? Önemli günler ve haftalar kısırdöngüsünün cenderesindeyiz öğretmenim. O zaman;ne diye Sait Faik, ne diye adaçamıreçinesi,öğretmenim? Omuzlarınıza ulaşamayan kütsaçlarınızın, bakımsızlığını dizginlediğiniz ucuzperşembepazarı tacınızı. Uzaktan düzrenk kırmızıgörünen, ama yaklaşıldığında yurttan seslerkorosunun, Antalya-İstanbul radyolarınınbilmemkaçbininci ortak yayınında söylediği tek seslitürküleri anımsatan, sıkıntılı motiflerle karşılaşılankazağınızı. Her zaman geciktirdiğiniz ağdaseanslarınız, sizi elevermesin diye sıska bacaklarınızagiydiğiniz karanlıkanneanne çoraplarınızı. Henüzgenç olduğunuz halde, belden aşağınızındoğurganlığını yitirdiğini düşünmeme neden olan,

kahverengi eteğinizi. O kahverengi eteğinizin,kapatmayı hep unuttuğunuz yan fermuarını. Sürekliiçerisine su alan ve ayakparmaklannız üzerindeyürümeye zorlayan, nasıl bir beğeniyle satınaldığınızıbir türlü kestiremediğim, Profesör Oklitüsayakkabılarınızı. Ender gülme vakitlerinizde, bununbirbuçukiskender yedikten sonra bir Jipin arkakoltuğunda uyuyakalmakla oluşabilecek bir kabusolabileceğini düşündüğüm, ortasındaki yersiz ve morses deliğinden tiz çığlıklar çıkarttığınız, çiçekbozuğuyüzünüzü. Unutmak istiyorum öğretmenim. Ortaokulbitiyor ve televizyonun siyah-beyaz tanıtımları "Biraşk, dans ve tutku fırtınasından bahsediyor. Özenfilm, Flaşdans'i iftiharla sunuyor, öğretmenim. Sizmüzikal sever misiniz? Ben de dün bir çift Çinkesaldım, öğretmenim. Yaz geliyor, öğretmenim. Simitve ayran, öğretmenim. Hem Konan, hem Daniken,hem de Sait Faik öğretmenim. Evet, ben de EvEkonomisi öğrenmek istiyorum, öğretmenim.

ŞİMDİKİ ZAMAN:Bir ahşap bina yangınının, istenmeyen bakaçgörüntülerinin arasından çıktım. Kendi kendime icatettiğim bir takım pasaport ve geçiş hakkı işlemlerimvar. Kaçış için hazırlanan Jip oldukça hızlı gidiyor,maydanoz toplayan kadınların fotoğraflarınıçekemiyorum. Ayaklarımın dibinde, makinanınsıcağıyla birleşen Eftelaputu sisinin ezginliğindebayılan kedi, gözlerini açmakta zorluk çekiyor. Rummenşeli racon ağızları Eftelaputu dediydi; biz ise puf.İhmal edilmiş bir beynin sanrılarıydı bunlar vekartvizitsızıntısı ilk zıvana kırıntısı düşerken otobana,ruhum İpraş rafinerisinin ateşli peribacaları arasındaSüperkahramanlar dolaştırıyordu. Kadın "Yüksekyüksek tepelere, ev kurmasınlar" türküsününzorunluluğuyla ülkenin öbür ucunu yeğlemiş, adamsayirmidörtyıl önce bir ada seçmişti. Peter Parker'inısıdan dolayı ağ fırlatıcıları erimişti; biri yinebiryerlerden birkırık Kriptonit ayarlamış Klark Kent'ihaklamak üzereydi; Bruce Barner'in bol gölgeli ve terliyüzü, bir Hulk bir insan olmaktan sıkılmış gibiydi; vebacaların dibinden yukarıyı izleyen Martin Mister,bilgisayarlı bir vakkanüvisti andırıyordu. Beniharitalardan soğutan uzaklığı düşledikçe, teker karelikanlar ruhumu düzüyordu. Sahlep içilen arabalıvapurlara bindik; umut dolu tazebellek tarlalarının

46

bodoslama

arasından geçtik. Süperkahramanlar'ın sorunlu insanhallerinde ki isimlerinin ve soyadlarının başharfbenzeşmesinin bir rastlantıdan ibaret olamayacağınıdüşündüm. Fellini'nin de, bir süperkahraman olduğutezinde uyudum, saat bir di.

AĞIRLIKBASTI:Uyku komasına çekildikçe, dört zamanlı motorsesininüçüncü zamanından ve firenlere koşut, maddenineylemsizlik özelliğinden kurtuldu. Bilinçsizce sarkangöbeği, kendi tarihinin cahiliyye dönemlerininutanmaz bir mirasyedisi gibiydi. Sarsıntıyla sürekliyer değiştiren bavullara yaslanmış yüzü, boşken bileağırlığı yedi kilo gelen ellisekiz model birSamsonayt'ın kilitdarbeleriyle sarsılıyordu. İlk gözeçarpan salyasızıntılı altdudağının ardında, babasınınboş bavuluyla yola çıkan bir adamın tanımsız yüzüseçiliyordu. Kaba ve ayakkorunağından öte bir şeyifade edemeyen ayakkabıları, birer köstebek gibiyapışmış kentçamuru parçacıklarının zifti rengiylesıvanmıştı. Rüyaya yatmış belleği, uyanmaya meyillidüzensiz soluk alıp verişlerini ezdi. Yolculuk öncesigecesinin heyecan uykusuzluğu, maydonoz toplayankadın görüntülerini yendi. Ağırlıkbasti: "Rüyadaolduğumu anlayalı çok olmadı. Ama ilk bağırıpkendisesiyle uyanma denemesinde bulundum.Peynir tenekesi suyuyla karagöze yemlik hazırlamarüyası, birden bire nasıl döndü kabusa? Orada, ileridebir kaç adım ötede duruyor. Plak cızırtılı bir azartekrarını yineliyor mor ağzıyla. Rüyada olmanın benigörünmezadam yapacağı düşüncesiyle rahatlıyorum.Öğretmen masasının hemen önünde oturan prenssaçlı sivilceli suratlı, tek yumurta İblislerinin gözlerinebakmamaya çalaşarak, masadaki kompozisyonödevleri arasında kendi kağıdımı arıyorum. Sol üstköşeleri dolduran isimleri ve numaraları hızlatarıyorum, iblisler, çorapsız ayaklarının topuklarınıayakkabılarından çıkarıp, birbirlerine gösteripsırıtıyorlar. Son sırada karşılaştığım kağıdımın, boşzemini üzerindeki dev soru işaretine anlamlaryüklemeye çalışarak, Türkçe öğretmeniminanımsadığım bütündeki parçalarını kontrolediyorum. Herşey yerli yerinde. Umutsuz bir forsayıandıran ondört yaşıma bakıyorum. Komak ve gravattakmışım. Çağla yeşili çoraplarım bahane edilerekdışarı atılıyorum. Geçmişimin kapadığı kapınıniçinden geçerek, Ev Ekonomisi sınıfına yöneliyorum."Birkaç kısa iniltiden sonra kendisesiyle uyanmayıbaşardı. Güneş gözlüklerine önyargılı gözleri, birikalın bir yaraizi çukurunu andıran dörder adetçizgiden oluşuyordu. Motorun kaybolan üçüncüzamanı geri döndü. Doğrulup, önde oturan adamlakadına "Ağırlık bastı" dedi. Rüyayı özetledi. Kızçocuğubabası genç ve kıvırcık bir adam, Toriçelli deneyiniayrıntılarıyla anlattı. Jip, bir koyunsürüsünün

geçişnoktası erkinden korkarak durdu. Yekpareçarşaflarla örtülü bedeni, maddenin eylemsizliközelliğine uydu.

LİSEBİRDEKİOĞLAN:Koşturmaca oynanıyor. Muhtemelen bir kızdırmaseansı. Kızdıran haince kaçıyor ve o an hemen verdiğikararlarla belirlediği parkurda ustaca ilerliyor.Kovalayan, hırsının yarattığı dikkatsizlikle, kaçanınbelirlediği parkuru umutsuzca takip ediyor. Sonrakaçan, açılırkapanır bir kapıdan hızla geçince,geridönen kapı kovalayanın kafasına çarpmış. Kafayarılmış tabi. Lisebirdeki oğlan kazadan habersiz, tostkuyruğuna girmiş. Müdür Muavini annemi aramış.Sonra çocuğun annesini de aramış. Kovalayan çocuk,evde kafası sarılı vaziyette yatıyormuş. Müdür muavinianneme; bunun ilk olmadığını, lisebirdekioğlanınokulda bir takım sadist davranışlarda bulunduğunusöylemiş. Annem telefonda ağlıyor. Bu çocuk kimeçekmiş? diyor. Lisebirdekioğlanı, yazın dizindeki biryaranın kabuklarını yerken yakaladığındanbahsediyor. Vakti zamanında, bokum hariç bütündışkılarımı ve salgılarımı tatma cesareti gösterdiğimianlatarak, anneni rahatlatmaya çalışıyorum. Buyaşlarda olur, diyorum. Annem daha beter çıldırıyor,iki erkek evladı olduğunu ve ikisinin de manyakolduğunu söylüyor.

Ailecek kovalayan çocuğun evine geçmiş olsunagidiliyor. Çocuk salona hazırlanan hastayatağında,Trablusgarpgazisi sitili sanlı kafasıyla yatıyor. Dedeemekli asker, pek efendi adammış. Anne İzzet ikramyapıyor. Ailecek özürler dileniyor, lisebirdekioğlanınhaytalığından ve Anadolu ihtilalinden bahsediliyor.Ortam yumuşatılıyor. Laf lafı açıyor, anne başka çocukvar mı? diye soruyor. Benden habersiz benanlatılıyorum. Ben, ben anlatılırken, dört zamanlıbenzin motorunun üçüncü zamanını yitiriyorum.

RASTLANTI:Annem, çocuğun annesi kim çıktı tahminet bakalım?diye sorar sormaz; benim ortaokul Türkçe hocam mı?dedim. Ağırlıkbasti, dedim. Rüyayı özetledim. BasıkYeye burnundan, kırmızı kazaktan, kahverengi etekten,koyurenk naylon çoraptan, küt bakımsız saçlarıtoparlayan pazar tacından bahsettim. Kıyafetiaynıymış. Sanki on yıldır hiç çıkarmamış. Bana,malum olmuş. Beni anımsamış. Görüşmek istermiş.

Rastlantıya karşı kayıtsızlığım annemi çileden çıkardı.Uzaklardan telefon beklediğimi, artık kapamasıgerektiğini söyledim. Telefon kapanır kapanmaz,ortaokul Türkçe öğretmenimiyeniden görme fikrini,geridönmemek üzere reddettim. Bir saat kadar sonratelefon yine çaldı. Annem hububat falı bakan bir

47 kadın tanıyormuş, bu olayı O'na anlatacakmış.

yakın gölgeler

SANAL YANILSAMA YA DA DÜNYANINOTOMATİK YAZISI*

jean baudrillard

(1) Durumcu hareketiçin bkz. Hayalet Gemi20. sayı, Mücadele ve

Temsil s.30. AyrıcaMetis Def ter'in

4.sayısı, 1988.Ç.N.(2) Fransız sinema

oyuncusu. İngilizyönetmen Peter

Greenaıuay'in Aşçı,Hırsız, Karısı ve

Uşağı'nı seyretmişolanlar o etkileyici

aşçıyıhatırlayacaklardır;

Eşlikçi Kız'ı seyretmişolanlar ise işbirlikçi

patronu.Ç.N.(3) Klon: Tek bir

bireyden eşeysiz üremeyoluyla üretilmiş,

genetik yapısı birbirinintıpatıp aynı canlı

topluluğu. Ç.N.

*"The Virtual Illusion: Or TheAutomatic Writing of theWorld", Theory Culture &Society, Vol. 12(1995), 97-100sayfalarından çeviren NazlıÖkten. Görünüşe bakılırsametnin aslı İngil izcedir.Baudrillard'm iki eseri, SessizYığınların Gölgesinde (1991) veKötülüğün Şeffalığı (1995)Ayrıntı Yayınlarından çıkmıştır.

Bir yerlerde her zaman bir gizli kamera var. Gerçek bir tane olabilir;bilmeden filme alınıyor olabiliriz. Kendi hayatımızı herhangi bir televizyonkanalında tekrar oynamaya da çağrılabiliriz. Her durumda sanal kamerakafamızın içindedir, ve tüm hayatımız bir video boyutu almıştır. Özgün[original] olarak varolduğumuzu zannedebiliriz, ama bugün bu özgün kopya,mutlu azınlık için istisnai bir versiyon haline gelmiştir. Kendi gerçekliğimizartık varolmamaktadır. Herhangi bir kanalda başımıza gelenlerin vedavranış biçimlerimizin anında yayımlanmasına maruz kalmaktayız. Eskidenbunu polis kontrolü şeklinde tecrübe etmiştik. Bugün bu sadece bir reklamspotudur.

O halde talk showya da reality showlar karşısında alt üst olmak ya daonları bu açıdan eleştirmek yerinde değildir. Çünkü onlar, bizzat hayatın,günlük hayatın sanal gerçekliğe dönüşmesinin gösteri biçimindeki,dolayısıyla masum bir versiyonudurlar. Sorunlarımızı gerçek zamandayansıtmak için medyaya ihtiyacımız yoktur; her varoluş kendindetelepresenttır (tele-mevcut; kendinden uzakta varolan). TV ve medya,'gerçek' hayatı içeriden kuşatmak ve tıpkı bir virüsün normal bir hücreyeyaptığı gibi onun yerine geçmek üzere kendi eklenmiş/araya girmiş[mediatized] uzamlarını bırakmışlardır.

Dijital eldivenlere ya da dijital bir elbiseye ihtiyacımız yok. Bu halimizledünyada sentetize edilmiş [terkip edilmiş] bir imgedeymiş gibi dolaşıyoruz.Mikrofonlarımızı ve kulaklıklarımızı yuttuk; hayatın kısa devre yapmasına veteknik yayınımına [diffusion] bağlı olarak yoğun parazitler üretiyoruz. Kendiprotez imgemizi içselleştirdik ve kendi hayatımızın profesyonel şovmenlerihaline geldik. Bununla karşılaştırıldığında reality showlar yalnızca yanetkilerdir ve üstelik yanıltıcıdırlar, çünkü eleştirmenler onları suistimallesuçlarken bir yerlerde özgün bir yaşam biçimi olduğunu ve realityshowların bunun sadece parodisi ve benzetimi [simulation] olacaklarını(Disneyland) öne sürmektedirler.

'Gösteri' ve 'gösteri' kavramının durumcu [situationistic] (1) eleştirisindenyola çıkan tüm sanat türleri ve aynı zamanda özünde, tüm 'yabancılaşma'eleştirileri gibi bu eleştiri de bitmiştir. Maalesef diyesim geliyor. Çünkügösterinin insani soyutlaması hiçbir zaman umutsuz değildi, her zaman biryabancılaşmadan çıkış şansı vardı. Radikallik değişti, ve ayakta kalan tümolumsuz eleştiriler günümüzde nesnesinin hayatta kalmasına yardımcıoluyor. Örneğin, dinin ve resmi tezahürlerinin eleştirisi, uygulamada dinin,din olarak tanınamayacak olduğu yerlerde; din dışı, dünyevi , siyasi vekültürel biçimlerde daha çok gerçekleştiği olgusunu gözardı etmektedir. Yeniteknikler, yeni imgeler konusundaki eleştiriler, din kavramının gerçekhayatın her yerinden, farkedilemeyecek kadar dengeli dozlarda damıtıldığıolgusunu örtmektedir. Ve eğer gerçeklik oranı günden güne azalıyorsaaracının [medium] kendisi hayata geçmiş ve olağan bir şeffaflık ayini halini

48

yakın gölgeler

almıştır. Sanallık için de aynı şey geçerlidir: Tüm bu dijital, sayısal veelektronik donanım insanların kendi içlerinde sanallaşmalarının bir yanetkisidir. Eğer sanallık insanların hayal güçlerini bu derece işgaledebiliyorsa nedeni başka bir dünyada değil, tam da bu hayatta birfotosentez halinde yaşamamızdır. Eğer bugün onun yerine sahneyeçıkarmak üzere Richard Bohringer'nin (2) sanal bir klonunu (3)üretebilirsek o zaten kendi kendini kopyalamış olduğundan klonlanmadanönce kendi klonunu üretttiğindendir.

Fakat her durumda reality show tüm sanal gerçekliğin çözümlenmesi içinbir mikro-model olarak kullanılabilir. İster tüm ekranlardaki haberlerinanındalığı olsun, ister tele-mevcudiyet, ister televizyondaki varlık olsun tümtelevizüel davranış ve oluşumlarda sözkonusu olan "gerçek zaman" ya dagerçeğin ve onun benzerinin çökmesi sorunudur. Hayatını gerçek zamandayaşa (televizyonda naklen yaşa ve öl). Gerçek zamanda düşün (düşüncenderhal yazıcıya aktarılır). Devrimini gerçek zamanda yap (sokakta değilyayın stüdyosunda). Aşkı ve tutkuyu gerçek zamanda yaşa (bir diğerinivideoya kaydederek). Aracıyla yapılanın [mediatized] aracısız[immediatized\ hale yani ekranın, gerçeği hızlandırılmış bir çözülmeyemaruz bıraktığı aracısız işleme çevrilmesi , bu aracısız devrim daha önce,tüm sonuçlarıyla çözümlenmemiş olan , McLuhan'ın "Aracı mesajdır"[Medium is the message] formülünde içerilmektedir. McLuhan aracının vemesajın çöküşünün kahin kuramcısıdır, ve dolayısıyla bir şekilde yok olanhaber alma ve iletişim sürecinin kahinidir. "Aracı mesajdır" iletişimçağının Mene Tekel Epharsimi (4), parolası ve sonunun işaretidir.Fakat tüm Sanal teknolojilerinin başka bir önceli vardır: hazır yapıt\ready-made\(5). Örneğin yine reality show. TV ekranında AIDSliolmalarını, evlilik psikodramalarını oynamak üzere gerçek hayatlarındansökülüp alınmış tüm o insanların prototipi Duchamp'm şişetutacağıdır(6).Sanatçı şişetutacağını gerçek dünyadan aynı şekilde çekmiş, onatanımlanamaz bir aşırıgerçeklik [hyperreality] vermek üzere başka birdüzeye aktarmıştır. Hem gerçek bir nesne olarak şişetutacağına hem debaşka bir sahnenin icadı olarak sanata ve başka bir dünyanın kahramanıolarak sanatçıya son veren paradoksal bir temsil. Duchamp her türlü estetikyüceltmenin karşısına sanat ve gerçeğin arasında yarattığı kısa devreyleikisini de şiddetle aşağılayarak çıkar. İki biçim aşırıya götürülmektedir:Bağlamından, düşüncesinden, işlevinden koparılan şişetutacağı gerçektendaha gerçek (aşırıgerçek) ve sanattan daha sanat hale gelir. Bugün hernesne, her birey, her durum, sanal bir hazır yapıt olabilir; aynı şekilde,Duchamp'm kendi hazır nesnesi için örtük bir biçimde söylediği şeylerbunlar için de geçerli olabilir: "O var, Onunla karşılaştım!". Varoluş için tekyafta budur. Duvar yazısı [graffiti] için de -hazır yapıtın başka bir biçimi-başka bir şey söylenemez: " ben varım, buradayım, adım şu". Kimliğin safve minimal biçimi: Ben varım, kendimle karşılaştım. Hazır yapıt her zamanşu içi doldurulmuş hayvanlar gibidir, canlıymışlar gibi sırlanmış, safgörünüm biçiminde hipnotize edilmiş, "alıştırılmış"(7). Fakat günümüzsanatının da genelde yeni iklimlere alıştırılmış türler gibi, saf biçimselözünde sırlanmış gibi göründüğünü söylemek isterdim.

Duchamp'm başarılı hareketi o zamandan bu yana, sadece sanat alanındadeğil tüm bireysel ve toplumsal işlevlerde, özellikle de medyakürede[mediasphere] defalarca tekrarlanmıştır. En son aşama, tıpkı hazırnesnelerin müze ekranında aşırıgerçekçi rollerini oynadıkları gibi, herkesinkendisini olduğu gibi sunmaya ve kendi canlı gösterisini (müstehcen

49

(4) Mene, mene, tekel,ufarsin; babası KralNaubaid'in yokluğundaBabil'i yöneten naipBelşazar'ın (Balthazar)verdiği şölen sırasındapeygamber Daniel'induvardaki el yazısınıyorumlayarak Babilkentinin çöküşünüönceden haberverdiğine inanılır. KitabıMukaddes'e göreDaniel'in yorumuşöyledir: mene(sayılmış)"Allah seninkrallığım saydı ve onusona erdirdi", tekel(tartılmış) "terazidetartıldın ve eksikbulundun ", ufarsin (vebölükler) "ülkenbölündü, Medlere veParslara verildi". Ç.N.(5) Günlük kullanımdabulunan nesnelerarasından seçilip"sanat yapıtı" olaraknitelenen nesne. Terimiilk kez kullananMarcel Duchamp sanatyapıtlarına verilen aşınöneme karşı çıkıyordu.Duchamp, fabrikalardaüretilmiş sıradannesneleri seçerek hemsanat nesnelerinin tekve benzersiz olduğudüşüncesine ve"beğeni"ye karşı, hemde nesnenin doğalortamındansoyutlandığında yenianlamlar kazandığınısavunarak müzeyekarşı koyuyordu.Ç.N.

yakın gölgeler

(6) Bazı kaynaklaragöre ilk hazır-yapıt

örneği. MarcelDuchamp'ın New

York'ta ilk kezsergilediği yapıt şişe

kurutmaya yönelikgündelik bir nesnedir.Maalesef bir resminibulamadık, Duchamp

söz konusu olunca ençok karşılaşılan ikihazır-yapıt Çeşme

(Pisuar) ya da BisikletTekerleği (Hayalet

Gemi 21.sayı, s.5tebulabilirsiniz). Ç.N.

(7)Kullanılannaturalized, İngilizcedehem "bir hayvan ya da

bitkinin yeni iklimlereahştırılması" hem de

"bir ülkeninyurttaşlığına geçme,

kabul edilme" anlamınagelen pek düşündürücü

bir sözcük Ç.N.

anlamıyla) ekranda oynamaya davet edildiği reality showdur.

Tüm bu medyatik olaylar haber alma ve iletişim dünyasının -öncedenbilinen sanat, siyaset ve üretimi aşama aşama bitiren- bu can alıcı evresinebağlıdır. Medyatik sınıfın draması ekranın öte yanında, kayıtsız bir tüketicikitlenin önünde, kitlelerin teleabsencelarının [tele-yokluk; uzağa aktarılmışyokluk] önünde açlıktan ölmesidir. Tele-mevcudiyetin her türü butele-yokluğun kötü ruhlarını kovmaya yarar. Nasıl kapitalist ekonomide,sermaye için etkin tüketicilere ve hatta doğrudan hissedarlara dönüşmüşişçiler ve üreticiler (bu iş dünyasında birşeyi değiştirmez çünkü stratejimasanın düzenini bozmadan örtüyü değiştirmektir) hayati bir ihtiyaçsa,televizyon izleyicisi de zaten yurttaş olarak sorumluluklarından edilgin birbiçimde kaçarak durduğu ekranın önüne değil, ekranın içine, öbür tarafınageçirilmelidir- kısacası Duchamp'ın şişetutacağıyla, onu sanatın öbürtarafındaymış gibi aktararak ve böylece sanat ile gerçek dünya arasındakesin bir belirsizlik yaratarak yaptığı çevirmeyi gerçekleştirmek için. Bugünsanat ikisi arasındaki bu paradoksal karışıklıktan başka bir şey değildir. Vehaber de olay ve aracı arasında tüm sarhoş etme ve aldatma biçimlerini deiçeren paradoksal karışıklıktan başka bir şey değildir.O halde hepimiz hazır nesne haline geldik. Ekranın öbür yanına geçirilen,aracı haline getirilen (artık o eski edilgen seyirci konumundan bilehoşlanmıyoruz), medyatik ya da estetik kararla biçim ve görünümlerianında, yerinde değiştirilen, özgül alışkanlıkları ce yaşam tarzlarıyla yaşayanmüze parçalarına çevrilen insanlar gibi. Yüksek çözünürlükle [highdefinition] kendi imgemize klonlanmış; ve hazır eşyanın estetiksersemlemeye adandığı gibi, kendi imgemizin içine dönerek medyatiksersemlemeye adanmış. Ve tam Duchamp'ın oynayışının, herhangi bir çöpparçasının sanat eseri mertebesine çıkarıldığı ve aynı şekilde tüm sanateserlerinin de bir çöp parçası düzeyine indirildiği toptan bir estetizasyonaaçıldığı gibi, bu aracısız dönüşüm de gerçeğe , onu gerçek zamanda temsilederek kökten ulaşmak, anlamına gelen evrensel bir sanallığa açılır!...]

50

dejâ vu

DİŞLER

ergun kocabıyık

Kiraz ağaçlarıyla çevrili yolda yürüyordum. Dişlerimin ağzımın içinde sallandığını hissettim. Dilimleyokladım. İyice gevşemiş bir diş yerinden çıkıverdi. Ardından bütün dişlerim, sanki o dişin yerindençıkmasını beklerlermiş gibi ağzımın için dökülüverdiler; az daha boğulacaktım. Hemen avucumatukurdum dişleri. Baktım, hepsi kiraz bunların. Aralarında tek tük kendi dişlerim var, ama çoğu kiraz.

Koşarak dişçiye gittim. Yeni geliştirilen bir teknikle, sökülen dişleri kısa bir süre içinde tedavi edip tekraryerine taktıklarını duymuştum. Merdivenleri çıktım. Hızla içeri daldım. Karanlık salonu geçip diptekimuayene odasına ilerliyordum ki ayağım takıldı, düştüm. Avucumdaki kirazlar yere saçıldı. Şimdi de birerküçük lastik top kesilmişlerdi; zıplayarak benden uzaklaştılar. Telaş içinde onları yakalamaya çalışıyordum.Muayene odasının önünde sıra bekleyen hasta kadınlara bağırmayı da ihmal etmedim; ne diye öylebakıp duruyorlardı ki, koşup bana yardım etmeliydiler. Birisi de hemen topladığımız dişleri içineatacağımız antiseptik bir su hazırlamalıydı. Ama kimse kılını bile kıpırdatmadı. Muhakkak kisaçmaladığımı düşünüyorlardı. Nasıl kızdım! Dişlerim kaybolmuştu. Çaresizdim. Öfkeyle klinikten çıktım.İnsanlara karşı bütün güvenimi yitirmiştim. Ağzımdaki boşluğun giderek içime yayıldığını hissediyordum.Koşar adım yürümeye başladım. Yürüdükçe hafifliyordum. Aşağıda, kiraz ağaçlarıyla çevrili yoldayürüyen bir adam görülüyordu. °

51

denizkızlannın şarkısı

BAHÇEYİ ÖLDÜRMEK

nü kıvılcım erdoğan

" Ölüler ağladıkları zaman iyileşmeye başlamışlardemektir " dedi Karga ciddi cidi.

"Ünlü dostum ve meslektaşımla aynı görüşte olmadığımiçin üzgünüm" dedi Baykuş "ama kanımca, ölüler

ağladığında bu onların ölmek istemediğini gösterir."Collodi - Pinokyo'nun Serüvenleri

Bahçe kalabalık; sıkışıp kaldıkları sınırın ötesindentatminsiz ağaç dalları, önceleri, havası inmiş plastik birtopun, güvercin pisliklerinin, kullanılmayacağıdüşünülerek evden ayıklanmış eşyaların durduğubalkonu işgal ettiğinde, her şeyi oluruna bırakmıştık.Şimdi evin içinde kök salıyorlar. Yatağıma uzanıpgözlerimi kapadığımda tohumlarını bırakıyorlar her yere.Ayna karşısında yüzümün yansımasından kuru yapraklartopluyorum.

İlk senle mi bilmiyorum ama daha çok senle denenmişti,nasıl da uyum sağlamıştı damarımıza; tül perdeninhücreleri arasından seyrederken düşlenenlerle,dışındayken kirlenenlerin, bir gün, diğerlerinin soruişaretlerinden arınmasını sağlayan o çok önemli şeyi,birden unuturvermiş olmanın, yedisinde sarı kanatlarasahip olabilmek için tanrıya anlamadığı bir dilde rüşvetöneren, onsekizinde çıplak kalan çocukların toy öfkesibütün boyutları kapladığında, anlamsız bir sakinliğingözlerini kanatıyordum oturduğum yerden. Sabaha doğruzaman tekrar normal akışına döndüğünde bezbebeğinbir bacağının koptuğunu, boşlukta kesiştiği yerden kanlıpamuk parçalarının sarktığını gördüm. Seniuyandırmamaya dikkat ederek, kesik acemi hereketlerlebahçeye fırlattım onu. Bu oyunun tek suçlusu sendeğilim. Başka başka şeyleri birbirine benzetip tekraruyuyabilirdim, başka şeylerden biri de ben olabilirdim ..korkarsam?

/İşgal altında olmasına rağmen, odamı gittikçe daha çokseviyor. Dışarıda senin devrimin diğerlerinin tanrılarıylaanlaşamıyor. Ben ikisine de alışamadım. Bunu hiçanlamayacaksın. Hepimizin, yüzlerimizdeki kuytularda,sayısız çıkmazsokak sakladığ ımızı , kendikurmacalarımızın gönüllü mahkumları olduğumuzukabul etmeyeceksin. Binlerce sözcük arasındanmutluluğu seçip, yaşanabilir olduğunu sanarak dışarıdaolur olmaz kavgalara vuracaksın kendini. Birgün odamınyenik düşeceğini, bahçenin sınırları içine dahilolacağımızı ve senin buna da uyum sağlayacağınıbildiğim halde, ben burada, bahçe-oda arası savaşınküçük askeri olarak kalmak istiyorum./

Ev ahşaptı, her tıkırtı öykünün tamamlanmamış bir yerinetıpatıp uyardı ya, bahçe de öyle ortaya çıkmıştı. Seslerdenbunca korkmanın bedeliydi benim için. Senin cephendedeğişen birşey yoktu, kesintisiz uykuların vardı nasıl olsa.Ben geç kalmıştım... Hala zamirimin ellerindeydim; kendiyazdıklarımda figüran bile alamazken, seçilmiş oyunlardabaşrol oynamayı kabul edemiyordum.

/Geceleri, özellikle üst kattan gelen sesler birer ikişerkesilip sadece bizim soluğumuz kaldığında bahçe birazdaha genişliyor. Herşeyi yerliyerine koyabilirsem busaldırı bitecek ama bahçeyi öldüremem - sen orada yabandüşler besliyorsun. Şimdi olanlara ne demeli dost, hemsen neredensin., gel hafakanımı okşa biraz... bendeğilsem, uyku konaklarım olmazsa, içinde karnıbaharkızartmazsam, üstüne yoğurt dökemezsem, yanmış yağkokusu sarmazsa odaları, pencereleri açamazsamnerelere sığınırım? Sen hep buna kızmadın mı? Erkendengelip bekleyenler, tam vaktinde yetişenler ordusuarasında sıkışıp kalmış ucu ucuna kaçıranların sontemsilcilerinden değil miydim ben, öykülerim yeterincegüldürmüyor muydu seni? Kendi yaptırımlarım değilmiydi son avuntumu vazgeçilmez yapan. Bilmiyorum,belki söylediğin gibi olur; dörtduvar sarmaşığı olmaktanyorulurum bir gün./

Geçen gün beni erkeğe benzettiler... unutmuşum.Çocukken olsaydı sevinirdim oysa, daha fazla ağaçtepelerinde dolaşmazdım, karabela çeteleri kurmazdım.Rengarenk kurdelalarla süslediği saçlarımı, karşıkomşunun oğlununki gibi kestirmesi için yalvarmazdımanneme. Hüzünyüzlü kızlara korkak seviler beslemezdim;bir benzetiş yeterdi uysallaşmama ... ne çok eskimiş...Saçlarım?! Evet, hala uzun... hem artık önemi yok.

İtiraflarmın yetersizliğini, çokça içilmiş bir geceyarısı,sigara saran parmaklarındaki titreyiş bedenindengözlerine, oradan tüm odaya sıçradığında, sonugelmeyecek gibi duran bulanık bir boşlukta hiçbir şeyetutunmak istemeden usulca periyotlandığımızdaanlamıştım. Bütün gece ağaç daüarı altında savaşmaktanyorgun, yıpranmış ellerini ısıtmaya çalışırken, ertesi günüherşeyi yoklayan, kirleten bir unutuşa teslim olupyeniden yollara düşeceğini biliyordum. Bir oda dolusunefes, sözümona bir bahçe ne kadar oyalayabilirdi kiseni, diğerleri zaferlerle biten kurgularına davet ederken.Belki ben, .. ya şimdi?

Söylenmemiş, hatırladıkça öznesinin (zamirinin?)kendisine yeni yalanlar umduğu tek bir şey kalmış, Onu

52

denizkızlarının şarkısı

artık sana vermeliyim:

Nasıl barındırdığına akıl erdiremediğim heyecanınla beniseninle gelmeye ikna ettiğin o gece, garip bir yıkımıkutsarcasına, bira bardaklarını tokuştururken birbirimizle,insanların ve müziğin ritminde, geçmişin hiç anılmamışbir parçasını unutmaya çalışırken kendimizle çatışıyoruzdurmaksızın. Hırçın bir mavinin sarmaladığı bedenimdençoksesli bir ayin çıkarmaya çalışıyorsun /yüzlerce isimsizbeni aynı anda taşıyamam ... oysa yalnızken üstesindengelebiliyorum. Senin yanıda rol yapamam/. Yan masadaağlayan esmer çocuktan gözlerini ısrarla kaçırırken,kabullenmiş olmanın yenilmişliğni taşımaktansa hiç farketmemiş, unutmuş olmayı yeğlediklerin bileanlayamayacak olan o gürültülü kalabalığa daha fazladayanamayıp dışarı çıkıyoruz. Şehrin diğer öyküleriyleolan sınırlarımın çizildiği, senin öykülerininse bu sınırındışında başladığı kaldırımların üzerinde ilerliyoruz. Buerken? dönüş hüznünü, yüzler, sesler küçük oyunlaroyuncular arasında bastıramamanın endişesinifarkediyorum sende.

/Hep kaçak korkularının gölgelerini görmezden gelmedinmi? Birilerinin senin öykülerine de gülüp geçmesigerekirken, o birilerini daha uzak plandayken ayrımsayıp,yok saymadın mı? Öyleyse,kimin tanrısı bu, bizi burada,kepenkleri çekilmiş dükkanların önünde yanyanayürütmeye cesaret eden?/

Yol boyunca gergin insanları istiflemiş araçlarönümüzden geçip gidiyor. Peşpeşe sigara içiyoruz.Arasıra çocukluktan kalma bir alışkanlıkla şansgetireceğine inandığımız kırık midye kabuklarını, küçüktaşları, cebimizin bir köşesinde unutmak, sonra bir günelimizle temas ettiklerinde, oraya sihirli bir güç tarafındanyerleştirildiklerini düşünüp bu sırrı kimseye söylemedentaşımak üzere, topluyoruz yerden.

/Takip edildiğimi seziyorum... karşı koyamayacağımı;yağmur yağacak. Gözlerimin anlık kapanışında, ölü ve buyüzden sakin, bu yüzden akılda kalacak olan bir nehirgeçiyor üstümden. Ellerimde ıslak sedefli şakacı nehirtaşlan. Onları daha önce de görmüştüm. Bahçedenatlayıp, yatağımın ayakucuna düşmüşlerdi. Ardındanbahçe ilk defa konuşmuştu benimle. Kurbanın cellata,celladın kurbana duyduğu aşkla, şimdi, bir kez dahabenimle konuşmak istediğini anlıyorum. Gittikçeyaklaştığım, bu, bir yıldızı yörüngesinden koparacakkadar güçlü şeyin ne olduğunu soruyorum ona: "Bukorku değil" diyor. "Korku daha karanlık. Renksiz biryanılsama hissettiğin; ertesi güneşlerle unutacağın asırlıkbir iz. Ve dikkat et küçüğüm, sen ona inanmaküzeresin."/

Yüksek bir köprünün altına geldiğimizde eşzamanlıduruyoruz. Şehrin karşı kıyılarını seyrediyonız bir süre.Duvarda arsızca bitmiş bir tutam otu gösterip baharıngelişini müjdeliyorsun. Hiçbir mevsimi çocuklukgünlerinin coşkusuyla içime alamamanın sancısıylayüzüne bakamadığım ama yine de gecenin ürpertisi ve

yıldızlarından bizim için inançsız dilekler tutmayayeltendiğim anda, ansız otlar gibi çimde bitiveren beyazşarkıyı susturamıyorum bir türlü. Şehrin tenhalarındabahçenin son sözleri yankılanıyor.

"Buralarda bir yerde eski masal olacaktı" diyorsunceplerini karıştırırken. Çıkardığın uzunca ipin iki ucunubirbirine düğümleyip ellerine geçiriyorsun. İp, birbiriiçinden geçen hızlı hareketlerle masaçocukyıldızoluveriyor. Gülümsüyorum" yollar., ipin oyunlarıüstünde."

/Bizi, birbirimizin öykülerini, ölü bir ayırım dışında,birbirine bu kadar benzettikten sonra, ipin ortayaçıkardığı şekillerde senin kuş, benim kedi görmemisağlayan şey, üstünde fazla durulmaması gereken biroluş hali, sıradan bir rastlantı olabilir mi?

Küçük kıpırdanmalar var içimde bir yerlerde,yükseliyorlar, çoğalıyorlar. Kaplayacaklarını düşünüp,oyunu bırakmak istiyorum. Tekerleme bile söylenmemişoysa. Korktuğuma değil, sıkıldığıma inandırıyorum seni.

- Dönelim artık- bunu yaptıkça azaltıyorsun- bitemiyorum ama- bu defa belki...- dönelim.

Dönüş yolu boyunca, önünden geçtiğimiz evler birazdaha yaşlanıyor. Birkaç çocuk -sadece onlarınduyabildiği seslerle- gözleri kapalı rüyalarındabedenlerimizi okşuyor, sonra neden ellerinin kanadığınısoruyorlar birbirlerine.

Gelen günlerde, huysuz, tedirgin bir sessizlikle, evdeyanımda kaldığında, kendi yaratığım yazgıya ikinci biroyuncu bulmuş olmak bencil bir haz almamı sağlıyor./Artık sana bahçeden bahsedebileceğim.Neden-nasıllarla, sebep-sonuçlarla çözümleyemeyeceğinbir şey vereceğim sana. Aramızdaki ölü ayrım böyleceyokolacak/ Ama bu ucuz cinayet planında tasarladğımgibi gelişmiyor hiç bir şey.

Görüntün gittikçe karanlık bir gölgeye, heyecanımsasuçluluğa bırakıyor yerini. Odamın son nefesleri bunlar;Bahçe, daha büyük kurbanlar istiyor artık köklerinisulayabilmek için. Neden burada bu kadar yalnızbırakıldım, zorunlu bir tercihin eşiğindeyken? Bana, tümseçimlerin ardından, bırakılmış, terkedilmiş olanların,ömrümüz boyunca dilsiz kız çocuklarının bakışlarındanrüyalarımıza sızacağını söyleyen o sesi bir seferlikduymamazlıktan gelebilir miyim? Artık sabahıbekleyemem:

sevgili bahçe, sanırım artık seni öldürmeliyim.

53

kimsesiz çığlık

YAŞLI KİRACI

recep demir

Yenimahalle, eski Ankara'nın en yeni, en modern,betondan yapılmış, değişik renklerde, genelde iki katlıevlerin küçük bahçelerinde hemen her türlü meyveağacının bulunduğu, bir mahalleydi. Birçok evin ikinci veçatı katına ulaşan merdivenin dışarıdan olması da buevlere ayrı bir görünüm kazandırıyordu. Gecekondusemtlerinin yer aldığı tepelerin hemen öncesinde şehreyüksekçe bakan bir yerde bulunmaktaydı.

Üç yıllık yatılı okul ve dört yıllık yurt hayatından iyicesıkılmıştım. Ani bir kararla Yenimahallede küçücük birodası ve bir salonu olan teras katına taşındım.Bulunduğum terastan tüm şehri görebiliyordum. Sınırsızbir görme alanı vardı. Solda Ankara Kalesi'nden karşıdaÇankaya'nın modern binaları ve Atakule'ye sağdaBatıkent gibi yeni banliyölere kadar uçsuz bucaksız birgörme özgürlüğü. Özellikle bahar akşamları elimde ucuzTekel Birasını yudumlayarak şehri seyretmekten büyükzevk alırdım. Özenle aydınlatılmış bir anıt mezar ve birkaç cami hemen hemen tamamı karanlık içinde olanşehirde faunusun içinde yer alan birer oyuncak gibiduruyorlardı.

Mahallede yaşayanların büyük bir kısmı emekli maaşı ilegeçinen yaşlı insanlar ve öğrencilerdi. Bizim sokakta evsahibim gibi yedi tane daha emekli vardı. Kocasıkanserden ölen Hamide Hanım annesinin Bağ-Kur'danaldığı maaşla ve kocasına bağlanan gelirle iki çocukbüyütmeye çalışıyordu. Hamide hanımın bitişiğindeoturan ve hemen her gün öğleye doğru çizgili pijamasıüzerinde bastonunun yardımı ile dışarı çıkıp güneşinönünde öylece oturup uyuklayan PTT emeklisi Rıza BeyAmca çocukların hayırsızl ığından kendileriniaramamalarından şikayet ederdi. "Şu küçücük evin kirageliri de olmasa emekli maaşıyla hiç geçinemiyoruz valla"derdi. Ev, gerçekten de kapısı derme çatma, kaldırımseviyesinin altında, sarı boyaları solup dökülmeye yüztutmuş, doğrudan bahçeye açılaln küçük, güneşgörmeyen, basık ve havasız bir evdi. Bu evde bırakın birailenin yaşamasını iki kişinin oturabilmesi bile imkansızgörünüyordu. Zaten ilk bakışta bir evden çok kömürlükizlenimi uyandırıyordu insanda.Dostoyevski'nin veya Gorki'nin kitaplarında anlattığı gibiözel ders vererek öğrenimini sürdürmeye çalışan fakiröğrencilerin kaldığı, içinde eski bir şilte ile bir masadanbaşka bir şeyin olmadığı evler geliyordu aklıma hep.

Mahallenin tüm sakinleri günün değişik anlarındasokakta, evlerinin önünde toplanıp dedikodu yaparken,bakkaldan, pazardan ya da iki minaresinden ancak

birisinin tamamlanıp diğerinin yarım kaldığı köşedekicamiden dönerken şöyle ya da böyle görmek mümkünoluyordu. Taşınalı kısa bir süre geçmiş olmasına rağmensokaktaki tüm yüzleri tanıyordum ama Rıza Bey'inkiracısını bir türlü göremiyordum. O evde yaşamakzorunda olan acaba nasıl bir insandı? Öğrenci mi?Öğrenci ise hangi okulun hangi bölümünde okuyor,memleketi nere gibi bir sürü soru kafamı meşgul etmeyebaşlamıştı. İyin kötüsü mahallede yeni olduğum içinsoracak kimse de bulamıyordum. Doğrudan Rıza Amcayasormaya da cesaret edemiyordum.

Bu güzel bahar mevsiminde geceleri bile ders çalışmakoldukça zor geliyordu. Zaten bölümü sevememiştim birtürlü. Mezun olmam gerekirken daha üçüncü sınıfadevam ediyordum. Bir süre sonra geceleri terasa çıkıpsürekli o evin kapısına baktığımı farkettim. Gecenin busaatinde bir benim evin bir de o evin lambalarıyanıyordu. Bu durum aynı okuldan bir öğrenci olmasıihtimalini kuvvetlendiriyordu. Ama o zaman niçin hiçsabahları yolda ya da serviste karşılaşmıyorduk? Niçin hiçbahçede görünmüyordu? Merakım giderek artıyordu. Nemeraklı biri olmuştum. Kendimi bir an kendisinimahallenin namusundan sorumlu tutan " delikanlılara "benzettim. Biraz utandım ve mahcup mahcup kafamı birsağa bir sola sallayıp gülümsedim.

Bir süre sonra merakım sürekli artarak dayanılmaz bir halalmıştı. Bir ikindi vakti güneş henüz yüksek ve çirkinbinaların arkasından kaybolmamışken sokakta ikisi debenden en az 6 yaş küçük olan ev sahibinin üvey oğluHüseyin ve Hamide Teyzenin çocuk felci geçirmiş sakatoğlu Keremle top oynarken nihayet merakıma mazharolan kiracıyla karşılaştım. Hüseyin'in attığı top yanımdansallana sallana geçmekte olan yaşlı bayana değinceişittiğim küfür nedeniyle donakalmıştım. "Puuşşştt".Kulaklarımdan yüzüme doğru bir alev dalgasınınyayıldığını hissediyordum. Ağzım açık öylece yaşlıkadının gözlerine bakakalmıştım. Gözlerinden okunankin ve nefrete bir anlam veremedim önce. Kendimin bilezor duyabildiği anlamsız sözler mırıldanarak özürdilemeye çalışırken o, arkasını dönüp ayaklarınısürüyerek yavaş yavaş yoluna devam etti. Üzerinde eski,rengi solmuş, dirseklerinden yırtılmak üzere olan yeşil birhırka ile siyah bir eteklik vardı. Kurumuş ve boyasızayakkabıları ayağına büyük geliyordu. Başörtüsününrengi kirden fark edilemiyordu. Alnındaki kırışıklıklar nekadar acı çektiğinin bir işaretiydi sanki. Gözleri çukurakaçmış derinden ve acı dolu bakıyorlardı. Ağzındasadece iki kanin (köpek) dişi kaldığı için dudakları

54

kimsesiz çığlık

ağzının içine doğru büzülmüştü. Yanakları içine çökmüşelmacık kemikleri dışarı çıkmıştı. Ettiği küfür henüzkulaklarımda çınlarken kadının yüzü çoktan beyniminderinliklerine kazınmıştı.

Kadının arkasından öylece bakakalmıştım. Kerem'in topuistemek için bağırmasıyla kendime geldiğimde kadın daevinin kapısına gelmişti. Evet, merak edilen kiracı ilesonunda büyük bir tesadüf sonucu karşılaşmıştım.

O günden sonra merakım daha da artmıştı. Kimdi bukadın, nereden gelmişti? Kimi kimsesi yok muydu? Ne işyapar, nasıl geçinirdi? Bazen derslerde bile bu sorularkafamı meşgul ediyordu.

Güzel bir bahar gecesi oldukça sıkıcı olan bir dersinsınavına hazırlanırken o zamanlar bana komik gelenşimdi ise oldukça yerinde gördüğüm bir uyarıya katılakatıla gülüyordum. Yazar iki ülke arasındaki ticareti veteorisini anlatıyordu. Konu başlıklarından birisi Engeleğrileri anlamına gelen "Engel's Curves" idi. Yazar adıgeçen Engel beyin K. Marks'ın arkadaşı F.Engels ilekesinlikle karıştırılmaması gerekir diye bir dipnotdüşmüştü. Hem ismin yazılışından hem de ilgi alanlarınedeniyle bu iki farklı yazarın karıştırılabilmesi ihtimalibeni güldürmüştü. Fakat şimdi hem Amerikan hem deTürk öğrenciler için böyle bir uyarının gerekli olduğunuüzülerek yazıyorum. Çoğu öğrenci böyle bir karışıklığıyapacak kadar bile bilgili değildi. İkincisinin adını bileduyan çok azdı. Tek başıma sesli sesli gülerken dışarıdanferyat figan etrafa küfürler yağdıran birinin sesi duydum.Terasa çıktığımda yaşlı kiracıyı ellerini havaya kaldırmışhesap sorar gibi bir sağa bir sola sallayarak küfürleryağdırırken gördüm. Hayretle kiracıyı izlemeye koyuldum.Bulunduğum yerden sanki bir locadan trajikomik biroyun seyrediyormuşum gibi hissettim. Sokak lambasınınaltında görüntü ve renkler çok çarpıcı, ses düzenigecenin o sessizliğinde mükemmeldi. Sesler dalga dalgayankılanarak tüm mahalleyi sarıyordu. Kadın, rahatyataklarında uyumakta olan mahalleliye sesiniduyarabilmek için bir o evin bir diğerinin önüne doğrukoşuyor var gücüyle bağırıyordu. "İppneleeeer,ippneleeer, benim de oğlum var, oğluuuum,duyuyor musunuz, orrospulaaar". Nereye saldıracağınısesini kimlere duyuracağını bilmez bir halde büyük birhiddetle bağırarak açık bıraktığı evin kapısına yöneldi biran sonra vazgeçti. Kollarım sağa sola sallayarak camiyedoğru yöneldi ve aynı küfürleri tekrarlayarak köşeyidönüp gözden kayboldu. Sesler giderek uzaklaşmayabaşladı. İçeri dönüp masamın başına oturdum. Sıkıcıkitaba konsantre olmaya çalıştım, başaramadım. Kadını ve

oğlunu düşünüyordum. Acaba oğlu neredeydi, oğluna-ne olmuştu, kadın niçin herkese küfrederken bir oğlunun

olduğunun, iddia eder konumdaydı? Kafamda bu sorularayanıt ararken kadının yorulmuş, hafif çatallaşmış sesiuzaktan duyulmaya başladı. Hemen terasa çıktım veseslerin geldiği yöne doğru bakmaya başladım. Sesleryakınlaştı ve kadın caminin avlusunda göründü. Birazyorgun ama aynı hiddetle küfürlere devam edip evinedoğrvı geliyordu. Bahçe kapısına geldiğinde birden

durdu ve sesini kesti. Endişeli bir şekilde açık kalankapıdan evinin içine bakıyordu. Sanki özellikle görmekistediği bir şey vardı. Bir süre her açıdan evin içinebaktıktan sonra tekar bağırmaya başladı. "Hırsızlaaaar,hırsımız. Evime girmişleeeer, hırsınız" Bulunduğumyerden kadının panik haline bakıp gülmeye başlamıştım.Kapıyı açık bıraktığını unutmuştu. Gözden kaybolanakadar arkasından bakıp, dudaklarımdaki tebessüm ilemasanın başına tekrar oturdum. Bir süre sonra telsizsesleri gelmeye başladı. Bu polis telsizi idi. Evarkadaşımın siyasi geçmişi nedeniyle biraz tedirginolmuştum. Hemen kalkıp arkadaşımın odasını vekitaplarını kontrol ettim. Şüpheli bir şeye rastlamayıncabiraz rahatlamış biraz da tedbirli bir şekilde terasa çıktım.Ekip otosu yavaş yavaş bizim eve doğru ilerliyordu. Tambizim evin önünde durdu. İçinden kiracı kadın çıkıncaiçimden gelen bir kahkahamın çıkışına engel olamadım.Elinde silahıyla ön kapıdan inen memur bey kadını önedoğru itip eve ilk onun girmesini istiyordu. "Hadi girbakalım, bul hırsızı ayyaş karı" diyordu. Kadın korkudangirmek istemiyor geri geri çekiliyordu. Sonunda poliskorkusu hırsız korkusundan daha ağır basmış olmalı kikadın önde polis arkada içeri girdiler. Kapı açık olduğuiçin sesler olduğu gibi duyuluyordu. Gayriihtiyari saatebaktığımı hatırlıyorum. Saat 03-56 idi Polis sürekli kadınıazarlıyor, küfürler yağdırıyordu. "Ayyaş karı, bu koca şişerakıyı tek başına mı içtin. Seni alkolik seni. Hani hırsızhani ha? Sen devletin memuru ile dalga mı geçiyorsun?Yaşından da mı utanmıyorsun? Kimin kimsen yok musenin?" Kadın son soruya birden yüksek sesle vegururlanarak "Var. Bir oğlum var. Askerde." diyerekyanıtladı. Polis sarhoş kadını evde bırakıp otosunadöndü. Arkadaşına "Sabahtan akşama kadar ipsiz, sapsız,ayyaşlarla uğraşıyoruz anasını satayım. Bıktım valla"deyip otosuna bindi ve uzaklaştılar.

Polisin zaten korktuğu için eve giremeyen kadını eve ilkgirmeye zorlamasına kızarak ama daha kötü şeylerinolmamasına da sevinerek masamın başına geri döndüm.

Olaydan bir süre sonra bir akşam üzeri terasta biramıyudumlarken kiracı kadın ve yanında uzun, ince, saçlarıasker traşlı birini gördüm. Eve yaklaşınca kadın çocuğunbeline iyice sarıldı. Çocuğu ve kadını daha yakındangörebilmek için hemen sokağa indim. İkisinin de yüzügülüyordu. Kadının mutluluklar çukura kaçmış gözleriparlıyordu. Çocuk kadına daha yakın olabilmek içinkambur yürüyordu. Oldukça esmer ve sivilceliydi.Önümden geçip evin bahçe kapısına geldiklerinde onlarabaktığımı fark eden Hüseyin yanıma yaklaşıp yavaşça"Biliyor musun abi, o kadın eskiden orospuymuş.Genelevde çalışıyormuş. Mahallede öyle diyorlar" dedi.

Kadın kimseyi umursamaz bir tavırla oğluyla birlikteherkesin arasından geçip evine girmişti.

O gece yine aynı saatlerde dışarıdan kadının seslerigelmeye başladı. Bu sefer sevinçten bağırıyordu. " Oğlumgeldi, duydunuz mu oğlum geldiiii. Benim de oğlum var,oğluum. Umuduuumm."

55

deligömleği

ODISEM SANA

sedef dicle yaşatılan

Sene '91. Melun bir güz akşamı. Karanlık... çökmeküzere. Caddede araba bekliyorsun. Duraktan buramburam sidik kokusu geliyor. Havanın bilumum is, külve dumanını ciğerlerine havale ediyorsun. (Onlarıngörevi soluğunu arıtmak, senin görevin kendini...)Cebinde bozuk para bile yok. Mecburen oto-stopçekeceksin. Miden -sen ona 'KUKİ1 diyorsun-bağımsızca gurulduyor. Montun yakasını kaldırıpetrafına kaçamak bir bakış fırlatıyorsun. (Duyanoldu mu diye.) Riski göze alacak mısın? Bir"yabancı"nın arabasına binecek misin?Olasılıkları gözden geçiriyorsun:1. Sof örün ön ayakları henüz elleşmediyse elleşebilirsana.2. Trafik senin de cellâdın olabilir.3. Ötmeyen horozlar kümesi. (Yani bilincine -şimdive hep- kapalı olasılıklar kümesi.)Hangisi daha iç açıcı? (Gönlümüzle donumuzun birtutulduğu bir dünya bu.) İlk tehlikeyi kolaycasavuşturabilirsin. Ne de olsa kendini korumasınıbiliyorsun artık. "Hop, n'oluyor şoför bey lan!"deyip aşağı atlarsın. Ya adamcağız emekçiyse? Olura! Hani alanlarda omuz omuza. Yürüyüşlerde yanyana. Şimdi de diz dize vs. Haklarına saygıgöstermelisin. Bir kere asla sinirlenmeyecek, ağzınıbozmayacaksın. Niye? Çünkü ağzını bozarsan yapıcıve dönüştürücü olamazsın. Aklın altın ipinianımsatacaksın ona. (Erkekliğinin iplerinikesemeyeceğine göre...) Ağırbaşlı bir edayla şöylesöyleyeceksin: (Dölce dölce) "Beyefendi, insanıinsan yapan nedir hiç düşündünüz mü?"

Seni anlamazsa? Hiç önemli değil. Bu sorununaltından bazı çok sayın profesörler bile kalkamıyor.(Bozkurt soyadlı olanlar mesela.) Peki ya birdenkitap gibi konuşmaya başlarsa? Malum çağmalumat çağı. (Sanı çağı da denebilir.) TV'siyle,gastesiyle, dergisiyle, poşeüyle... Kim nerde nezaman ne yapmış? Kimin neresi nasılmış? Hepsinide biliyordur belki. Konuyu engin tecrübeleriylelakırdıya boğabilir. Hele bir de her tümcesininsonuna içi boş tenekelerin genişliğiyle -dir, -dır ekigetirirse? Gel de kendini dinlet bakalım.Dönüştürmek bir yana, artık katlanmak bile çok güç.İnsan saygı duymadığı, hatta tiksindiği bir adamınasıl dönüştürür. Yüzlerce çıplak kadın görüntüsü

yüklü bir hafızayla başa çıkmak kolay değil. Her anpornografi sağnağı altındaki bir beyne nasılulaşılır? Görmüş geçirmişliğiyle, algısındakitıpalarla övünen birinden doğruların ipoteği nasılkurtarılır? Epeyce donanımlıdır her erkek. (Direk vehalatlarıyla her an limana girmeye hazırdır.) Butoplumda yaşıyorsa şayet. Yaşamıyorsa? Ama çokvitalse? Raf raf kitaplık devirmiş, cilt cilt kitapyazmışsa? O zaman da hayıflanır durur, "pozeritibile bilmiyormuşum" diye. Çünkü böyle bir birikimyaşıyor olmanın göstergeleri arasında en ön sırayagider kurulur.

Sense henüz bir ceninsin. Pozeritin ne olduğunubırak, nasıl, bir şeye takıldığını bile bilmiyorsun.Kadın sen de! Şu dizeyi yazabilmek için birondokuz yıl daha yaşayabilirsin o şeysiz:

"Neden yolcusun bu kadarGideceksen..."

Varsa yoksa dürtüler/iniz. (Umarım o kadarbeklemek gerekmez!) İşte kadınla erkeğin farkı:İçtepiler içgüdülere karşı. Bu da ne demek şimdi?Seni kimse anlamayacak. Dilde -nedense- birkavram anarşisi var. Dürtü, güdü, itki, içgüdü, içtepi...Sözlükleri aynı frekansta akortlamak gerekmiyormu? (Pozeritsizlere duyurulur!)

Gelelim ikinci rizikoya. Trafikte her gün onbinlerceinsan ölüyor. Bir o kadar da yaralanıyor. Binlercesisakat kalıyor. Ama kimin umrunda? Ne de olsamodern bir Hades bu. Kanıksanmış. Tepesindebaşlığı durmadan kan istiyor. Sanayi devrimlerininbir kazanımı. Öyle ya; kargıyla böğrün deşilerek deölebilirdin. (Karnına direksiyon saplanmasınıyeğlersin.) iki öküz değerinde bir esir de olabilirdin,ölmekten de feci. Unutmadan. Suçun: Kadın olmak.Binlerce yıldan beri. İyi ki geride kaldı o vahşetçağları. Artık kıyımlar daha çağdaş, daha teknik.Hem TV'den sıcağı sıcağına izleme imkanın bilevar. Ne güzel! (Tabii her coğrafyadakini değil.)

Belki bir gün sen de çıkarsın TV'ye. Şöyle fiyakalıbir yakın çekim olsun lütfen.

56

deligömleği

Hazır mısınız? Kamera..Zum! O da ne? Üstün başınkan içinde. (Olsun zararı yok.) Boğazın boydanboya kesik. (Olabilir.) Gözünün biri çıkmış gitmiş.(Nereye?) Göğsünden parça parça etler sarkıyor.(İnsanlık hali.) Artık senden ayıramazlar gözlerini.Ne zevk! Kimisi yemek masasında, kimisi yatakta,kimisi oturakta... Birden başını kameraya çevirip-kanlı dişlerini göstererek- sırıtıyorsun. YüzündeGorgoca bir ifade? (Agitato) "Bizi izlemeye devamedin!" Tam o sıra, bir genç kız sofradakikardeşlerine çıkışıyor. Annesi lafa maydanoz oluyor:"Ne söylenip duruyorsun? Alt tarafı televizyonseyrediyoruz, ağzımızın tadını bozma gene.Duygusal kötürüm mü? Ne diyorsun sen yaa! Kaniçme törenine mi katılmışız? Töğbe töğbeee! Çağapati çağı mı? O ne o?"

Baba suratım kart bir hıyar gibi büzüştürerek: "Ukalasen de! Ulan kimsin sen daha! Ben senin gibi otuztanesini cebimden çıkarırım serseri. Kimsin ulansen kimsin! ( ... )" diyor.

"Çocuğum! Televizyonu kapattırabilmek için duyarlıo lmak y e t m i y o r g ö r ü y o r s u n . O n l a r ıbilinçlendirmen zor. Ama farkındalığını bilincedönüştürebi l i r s in kendin. Şimdilik kanalıdeğiştermekle yetin. Bir bataktan diğerine gire çıkaölüp gidecekler nasılsa. Sen kendini koru bu arada.Ailenle yaşadığın sürece yani... Yuf borusuçalanlarla aynı bandoya girilmez. En iyisi mionlardan biri olmamaya bak. İçinin yangınına ihataduvarı çek; gece gündüz uğraş bahçenle. Çırağansızbu karanlık bitmez."

Bu son repliği hangi kurtarıcıya söyleteceksin?(Öyle bir can simidin yoktu, hiç olmadı.) En iyisiparanteze almak.

Hâlâ yolun kıyısındasın. 48 dakika oldu. Dahabekleyecek misin? Keşke bir araban olsaydı. Şöyleiki öküzün çektiği bir kağnı. Hayır hayır istemez. BirA/mazon olsaydın keşke. Daha güvenli olurduat-stop çekmek. Kendini çok daha uygar bir yerdehisseder, biraz gevşerdin.

Göz hapisleri, sulanmalar, sarkıntılık etmeler, kadınabeslenen nice hayvansı hisler... Daha ne kadarsürecek? Dünya hep bir deliğin etrafında mıdönecek? Etik dersleri veren ir kadın profesörolamadıkça rahat yüzü yok sana. Dersini ver 45dakikada dönüştür, bilinçlendir, eğit insanları... Vesaatin dolunca çık git. Büyük laflar et, önemli insanol. "Bak ben sana zamanımı ayırıyorum..." deyipbaşından sav öğrencileri. Görüşme saatlerini kapına

as, o saatlerde odana uğrama. Teorik bilgilerinsağlam olsun, kendi yaşam pratiğine boşver.Boyuna hayal kurmaktan da vazgeç. Amazonu mukaldı artık. Şimdikinden daha uygar olunabilir mihiç. Çağ uzay çağı değil mi? Gözünü aç da baketrafına. Atlar gitti otolar geldi. Niye bu kadargerginsin ki!..

Atlar gitti otolar geldi sayın bayan. Artık herkesotomatikman megaloman bir otomat oldu.Güdümlü füzelerle güdenlerin çağındayız. Uydusuzyapamayanların. Bunlar sizi büyülemiyor mu sayınbayan? Lütfen artık teslim olun. Siz kadınsınız.Teslimiyet sizin doğanız (!) Bakınız, iletişim sorunuortadan kalktı sayılır. Yoksa sizin hala bir uyduanteniniz yok mu! Ulaşım sorunu da çözüldü bittiçoktan. Siz niye ulaşamayasınız?.. Duran otolardanbirine atlayın işte. İstanbul'un bir ucuna yürüyecekmisiniz? Boğaz'ı -atsineğinin kovaladığı inek gibi-yüzerek mi geçeceksiniz? Gideceğiniz yer öyle yakınmı sanırsınız. Üstelik pusulanız da yok.

Aslında var bayım, ama bozuk. Çünkü hep aynıyönü gösteriyor. Gün gelecek pusulanın iğnesi fıldırfıldır dönecek. Dönecek bayım. O gün tümpencerelerden ışık girecek. O gün yorgun birırmakla gelip kendimi denize bırakacağım.

Niçin böyle bitkinsiniz? Sanki çok uzak bir yoldangelmiş gibisiniz. Oysa dün de buradaydınız, öncekigün de. Ve ben hep olduğunuz yerde buluyorumsizi.

Bulamazsınız. Bilemezsiniz. Sularla boğuşa boğuşageceler günler boyu yüzdünüz mü siz? İzlerinigöremezsiniz. Kim görebilir beni, olduğum gibi!

Demek odiseler hâlâ var. Kimse diğerininkine tanıkolmasa bile...

Bir zamanlar doğa koşulları epeyce zorlarmışinsanı. Ulaşmak ne kadar güçse, o kadar büyük birçekim yaratırmış... Ulaşılmazlığın ardındaki gizemgözleri bağlar, zincire vururmuş aklı. Merak ve tutkumeydan okurmuş ölüme...

İnsançocuğu bugün uzayda fink atıyor. Herşeyi birkenara bırakıp başımızı kaldıralım: Teknoloji dengebozuyor. (Baş döndürüyor.) Herşeyi bir kenarabırakıp yükselenlere bakalım. Ve bu olağanüstüvarlıktan kendimize pay çıkaralım. Aramızdakiengeller teknikle aşılıyor bir bir. Uçak, telefon,bilgisayar, kamera... Adım adım keşfedildidünyamız. Herşey çok yakınımızda artık. Ve herkes

57

deligömleği

hâlâ... çok uzak.

Saatine bakıyorsun. 59 dak. 56 sn. olmuş. Beklemeyedevam. Neyi?.. Karanlığın içinde bir çift gözparlıyor birden. Aaaa! Seni bir yerden ısırıyorumama nerden? Haydi konuş; ben muhabbetibölmeyeyim. Ne münasebet! Söyleşi soğuk, sohbetılık, muhabbet sıcak olur. Kanı iyice fokurdayaninsanlarsa hemhal olurlar. Ben yalnızcasöyleşiyordum. Buyur sen de katıl. Sormam sanakimsin, nerden geldin buraya. İyi olur. Aklımekonomiye paralel bir doğru çekiyor zaten. Peki,söyle bakalım, tekniğin olumsuz yanları var mı? Vartabii. Örneğin ulaşım araçları ne kadar hızlı isekazalar da o kadar feci olur. Ağzı burnu dağılmış biryığın araç. Hurdaları bir şekilde değerlendirselerdi'bari. Ya insanlara ne mi oluyor? Ne bileyim ben.Aç TV'yi ya da al bir gaste. Renk ayrımlarıyla öğren.Yüzü ölür, bini doğar bilmez misin? Ne önemi var.Yine de değerli mi? Tek tek herkes mi? Alay etme!Benimle ancak ebeler alay edebilir, usulünce. Senhiç gözaltına alınmadın galiba. Gözlerini debağlamamışlar belli. "Genel insanlık sevgisi" diyebir şey tutturmuş gidiyorsun. Ne yani seniokşayanları da mı sevilmeye layık görüyorsun? Ya,demek onlar da insan ha? İyi öyleyse ben sukategoriden çıkıyorum arkadaş. İstifa ediyorum.Ölümden korkuyor musun? Nerden çıktı şimdi, niyekorkayım. Ölümü görmeyeceğim ki. Ben varken yok.Geldiğinde de birşeycikten haberim olmayacak.Ölümü kendim gömmeyeceğime göre... Daha ne?"Atik" bir problem. Çok mu atik? Değişmeyen birşeyler de var demek. Değişen ne o zaman? Evet,yanıtlar! İşte sana yanıtım. İnsanlığın anlamındandaha atik bir problem değil ölüm. Sen beyinenerjini yaşama ver. Kendinle uğraş. Paganini'ninkaprislerine nasıl katlanıyorsun... Kendine dekatlanarak yaşamasını öğren.

"Öğrenci misin?" dedi kadın. 25-30 yaşlarında,nüanssız biri. Gevşemiştim. Kadınların yanın(d)aoturmak rahatlatıyor. Direksiyona bakıp derin biriç., çekerek., tam yanıt... Birden hıçkırık tuttu. "Evetöğrenciyim ne yapayım. Hıçk! Böyle yazılmış. Hıçk!Okul kimliğime yani"."Hangi bölüm?""Hıçk işletme!"

Nefesimi tutup dört dörtlük bir es vuruyorum. Asabideğil, adagio assai. Bakalım gerisi gelecek misoruların? Aslında bu sorgularda tepemin tasıatıverir. Kaşlarımı çatar en nevrotik halimitakınırım. Yanıtlarım tek sözcükten ibarettir. Ya daayağımla es vururum. "Öğrenci misin? Nerde?

Nerelisin? Ailenle mi kalıyorsun? Ailen burda mı?Niye onların yanında değilsin? Yurtta mıkalıyorsun? Nerde oturuyorsun? Yalnız mıkalıyorsun?..." Neyse ki bir bayanın otosuna denkgeldik. Yırttık yani. Hem şu an kimseyi tersleyemem-gizilgücüm var ama enerjim yok- hem de yorgunve uykusuzken iki çenem birden açılır benim: "Bakınsiz perakende perakende sormadan ben toptanaçıklayayım. Buralarda kirada oturuyorum. Tekbaşıma. Ailem yok, familyam var: Hominidae yaniinsangillerden var iki baş. Aile sözcüğünden nefretederim. Kiramı dişi baş ödüyor. Harçlık almıyorumdenebilir. Öteki büyükbaşla alakayı kestim zaten.O'na karşı içim dışım antikor dolu. Kalbimdekicerahati daha yeni yeni akıtabil iyorum.Otoantikorlarıma gelince. Eh, bu konuda dahaüretken sayılırım. Kendi ağırlığımı kaldırmayımutlaka öğreneceğim bir gün. M/Bir uzayistasyonunan gidince."

Başım çevirip tuhaf tuhaf süzdü beni. İşletiyorummu sandı ne! "Ben biyoloji okudum. Şimdiöğretmenlik yapıyorum.""Sahi mi? Arkanızdan 'karı1 diye konuşan çokturdesenize. Nerden mezunsunuz?""İÜ'den.""Ciddi mi? Benim bir arkadaşım da ordan mezun.Hem de okulu 4 yılda bitirmiş iyi mi. O daöğretmen. Bir dersanede. Ve O da etek giyiyor.Belki tanırsınız?.. Galiba saçmaladım. İyi ki toplulukiçinde değiliz yoksa yüzüm maymun kıçına dönerdi.Ne yani insan saçmalayamaz mı? Ben kimseninboyama kitabı değilim. Kim ne düşünürse düşünsünbana ne! Yok, gene de olmuyor, toplulukta oluncan'olamıyor işte. Özgüven meselesi. Bugünler degeçecek. Aslında gereksiz konuşma alışkanlığımyoktur. Ama şu an uykusuzum. Ve de yorgun. Dijitalbağlamda l sa. 12 dk. 43 saniyedir bekliyorum.Demek ki sizi bekliyormuşum! Piyango size vurdu.Hem kukim de boş, elaleme rezil ediyor beni. Siz sizolun, sakın elalem kategorisine girmeyin e mi! Biryandan gurultu bir yandan hıçkırık... Üstelik biraz da-afedersiniz- yelliyimdir ben. Hayır bu gidişle yasosyopat olacağım ya da şancı. Bir şancı, heryerinden ustalıkla ses çıkarabilir biliyorsunuz. Helesiz beni helada bir dinleseniz. Ya öyle bir şiir vardıhani yelli bir şiir. Nasıldı bakayım:

"Rüzgarını alnında taşıyan dostÖlü bir deniz düştü ya içineKıyısında kaçtır durmadan ölüyorum...Bir an bıraktın ki bizeGittin, oluverdi küçücük yürek.Ayrılık nice acılardan süzülüp gelir

58

deligömleği

Özlemini nasıl bastırmak gerek..."

Biliyor musunuz, bazan beynime öyle girift bağlardolanıyor ki... Onları bir şekilde döküp çözmemgerekiyor. O zaman da çoğunun istinat ayağıolmadığı ortaya çıkıyor. Bazan da burnumundibinde olup biteni algılayamıyorum. Mesela birbinanın 5. katını askıya almışlar diyelim. İşçilerçalışıyor. Ve birden na ra na raaamm 3.7, 4.8, 5.9şiddetinde üst üste depremler oluyor. Temelçatlıyor. Benimse aklım beş karış havada. Çatlaklarıgöremiyorum. Görmesen ne olur diyeceksiniz. Olurmu! Binanın akibetine dair tahmin yürütemem.Sarsılmak tek başına bir anlam taşımıyor ki. O anbilincin açık olması lazım. Nedenleri, niçinleribilmek lazım. Biliyor musunuz, bazı yeni evli çiftlerpanik içinde doktora koşturuyorlarmış. "Garıyabişiyler oldu dohtor bey! Gece bir acayip titremesarsıntısı geldi, ahlım yuvasından çıhtı." Benimaymazlığım da bu cins. Bilgin, birikimin olacak kiyaşadıklarını değerlendirebilesin di mi yani? Onagöre ne önlem gerekiyorsa alırsın. Ne demişler:Baktın kar havası, eve gel kör olası! Yani sonuçtabina çökebilir. Her şey olacağına varır diyeceksiniz.

- Ya altında kalırsam? Neyse, bu sizi ilgilendirmeztabii. Demem o ki; insan ancak hazır olduğu şeylerialgılıyor.

Galiba çok konuştum. Bugün egotistliğim üstümde.Egoistle egotistin farkını biliyor musunuz siz? Bunulisedeyken bir hocaya sormuştum. Tavuk gibikafasını sallayıp, "aynı aynı" demişti. Hiç unutamamo kadını. Sınıfta hep yellenirdi. Adı Nermin. BenO'na Nermük diyordum. Ha, yanlış anlaşılmasın,yelpazesi elinden düşmezdi demek istedim. Sürekliterlerdi. Deodorantsız bir telaşe müdiresi. Biliyormusunuz, bir tanesi de saçlarını cart yeşileboyatmış. O'na da Suna diyordum ister istemez.Divan ebebiyatım fena değildi. NermüklerdenSunalardan çok çektim çok. Ne diyeyim, hepsi bircinsti. Bu arada beni büyüleyenler de olmadı değilhani. İşte bu büyücülerden biri bir gün şöyledemişti bana: "At ve eşek terbiye edilirken,gözündeki pırıltıyı söndürmemeye dikkat edilir."İşittiğimde koltuklarım kabardı, duygulandım.Yapmadığımı bırakmamıştım O'na çünkü aşıktım.Ne yaman bir çelişki değil mi? O'nunsa hiçkimseyiaşağıladığını, ezdiğini, kimseye hakaret ettiğinigörmedim, duymadım. Çok kızdırdığım da olmuşturkendisini. Ama düzeyini hep korurdu. Yaşamımdadeğerlerden bahseden ilk insandı. Her zaman asil,her zaman onurlu ve saygıdeğer... İronik takıldığımısanmayın. Ne olmuş yani bana 'at' dediyse? Hemben atları çok severim. Ya siz?"

"Arkadaşının adı ne?""Hoppalaaa! Siz daha orda mısınız? Böög, bu lafhep geğirtir beni, geri aldım. Pardon.Bir gün arkadaşlara "kopya çekmeyin niyeçekiyorsunuz" diye çıkışacak oldum lisede. Feciküçümseyerek bakıp aynen öyle dedi biri! Sen dahaorda mısın? Dirseğimi kapı kulpuna vurmuş gibioldum. Neden o kadar içime oturdu bilmiyorum.Ama bir gariptim ben, bunu biliyorum. Ne kopyaçekmek gelirdi elimden ne de kimseyi aldatmak.Kendimi hariç tabii. İçimde açıklayamadığım birgüdü var ta ne zamandır. Yalan söylememe güdüsü.Hele sevdiklerime. Hemen hemen hiç. Tabii burdayalanı nasıl tanımladığımız da önemli. Bazı şeylervar ki, insan sorulunca hemen açıklayamıyor. Bazışeyleri zamanından önce anlatamıyor. Zaman nepeki? Başkalarının belirlediği bir kavram. Bensekendi iç zamanımızdan bahsediyorum. Bu yüzdenbaşıma olmadık dertler açtım. Herşeyi kendine,kendi birimlerine göre algılıyor insan. Masumolsan ne yazar? Bir türlü temize çıkaramamıştımkendimi. Belki de masum değiliz hiç birimiz? Amaben öyle hissediyorum?... Her neyse, gene kimlikkrizim tuttu. Diğerleri nasıl başı çıkıyorlar? Yanionların içine iğne atsam yere düşmez mi? Düşerdüşer. Herkesin kaldırdığı belli bir ağırlık var. Limitiaştınmıydı, bozuluyor ayarın. Ayarı bozuk olmayıkim ister. Ben ister miydim öyle olmayı!""Nasıl yani?""Yani öyle müziç olmayı. Ayarım bozuktudiyemeyeceğim çünkü saftım. Ve hala da safolduğuma inanıyorum. Ne ağır laftır o bilir misiniz?Müziç. Müziç.. Gene delirium mu ne!""Delirme delirme, sakin ol.""Deliriyorum demedim, delirium dedim. Yanihezeyan. Yani sabuklama. Siz buralara yabancısınızgaliba. Hani öyle derler ya. Adresi şaşırdın mıydı,pis pis s ı r ı t ıp aşağ ı lay ıver i r ler adamı.Aşağılanmaktan, suçlanmaktan, yargılanmaktannefret ediyorum. Hele işlemediğim bir suçunbedelini ödemek... İşte en ağrıma giden de bu.Yapmadığınız bir şey için kimse suçladı mı sizi?Yapmadığınız bu şey yüzünden sevdiğinizinsanlarla aranız açıldı mı? Dinmek bilmeyenfırtınalar yaşadınız mı? Ordan oraya savrulup'parçalandığınız oldu mu hiç? Görülmez bir ilmekboynunuzda. Beyninizde Çin nüfusuna eşit sayıdasoru... Sizce hangisine inanayım? Sevdikleriminayna tuttuğu pis ve yapışkan kendime mi, yoksabendeki bana mı. Çelişkiler, çatışkılar kaçınılmaz.Neden derseniz, aynadan yansıyanlarla bendekiben birbirini tutmuyor. Siz hiç onurunuzuçiğnettiniz mi birilerine? Üst üste, defalarca...Bundan böyle kimsenin büyüsüne kapılmam kolay

59

deligömleği

kolay. Tutkulanmak, teslim olmak yok kimseye. Biribeni reddetti mi üstüne üstene gitmek yok. Burası iyianlaşıldı mı? Bakın ne diyorum? Üstüne üstünegitmeyin! Aaa, böyle racon olmaz ki canım. Yagitmesen ne yapacaksın? Boynunu büküp oturacakmısın? Süt dökmüş kedi gibi ha? Görüyorsunuz değilmi? Ya Hercules olup içinizdeki çığıdurduracaksınız ya da bir sülük olacaksınız, Sizhangisini seçerdiniz? Kısacası, aşağı tükürsem sakal,yukarı tükürsem bıyık. Çözüm ne biliyorum aslındada aldırmıyorum.""Ne?""Epilasyon. Hayır anlayamadığım şu: Yaşadıkların,okudukların, gözemlediklerin, kurdukların... Vegirdiğin bir yığın ilişki, bir yığın etkileşim, bir yığınuyaran... Ordan burdan ağzına kadar dolarken. Veseni sen kılarken. Beyin bunların hepsini tutarlı birbütün haline nasıl soksun? Bu olsa olsa kalınbarsağının işi. Neymiş, insan ille de tutarlıolmalıymış! Ben değilim var mı diyeceğiniz.Rasgele eklentiler yığınıyım ben. Hani şu orasıburası mıncıklanan fil hikayesi gibi. Biri birparçamı elliyor, diğeri başka parçamı. Herkesalgıladığının. BEN oluduğumu sanıyor. Peki gerçektekimim ben? Beni tutarsız yapan ne? Ya tutarlıinsanı devindiren? İnsanın iç yasaları var mıdırsizce? İçsel zorunlulukları? Varsa nerden çıktılar?Nasıl kurtulacağım onlardan? Arkalarında saltaklımın gücü olmasa gerek. O zaman değişmek dahakolay olurdu. Değişmek? Niçin ve ne yönde?Kimdim ki ne olmak istiyorum? Hadi buyurun,burdan yakın bakalım. Gün gelecek öyle bir ampulyapacaklar k i . . . Onu ameliyatla beyineyerleştirecekler. Bir de fiş takacaklar kıçına. Prizesoktun muydu, bızzzt nirvana! Şimdi mesele şu:Başkalar ının bende ve benini kendimdealgıladıklarımın kesiştiği kümedeysem eğer. Kesişeniki kümenin o kesişmediği alan var ya. İşte o nerdennasıl niye çıkıyor? Sonracığıma bu dairelerin yeraldığı evrensel küme var ya hani. O da benim, o daben. Ama o benimle aynı kişi değil? Bendünyadayım, O ise bir uzay gemisinde. Aşağıyabakıyor. Yani bana. Ve herşeyi biliyor benimhakkımda. Bense onu yalnızca seziyorum. Varlığınıta içimde bir yerde hissediyorum. Sanki sürekligözetliyor beni. Hiçbir şey gözünden kaçmıyor.Dünümü, bugünümü, hatta belki de yarınımı bile.Herşeyi herşeyi biliyor. Kimdir O, neyin nesidir,gücü nerden geliyor anlayamıyorum. Yoksa ben...Yani O... Yoksa içimde derinden derine bir tanrıyımı barındırıyorum? Yoksa, yoksa ben Tanrımıyım?.. Arkadaşımın adı Işık bu arada. Işık Akarsu."

Kafasını çevirip şaşkın şaşkın bakıyor. Niye

bakmasın? Ben -aynı zamanda- bir ilgi kabartmatozuyum. "Işık mı? Sen O'nu tanıyor musun? Benimarkadaşımdı. 4 yıl birlikte okuduk."Demek ilgisi bana değilmiş. Fena bozuldum. Bellietmemek için aşırı bir tonlamayla: "Yaa! Öylemiii!" Birden kendimi yapmacık hissedip buz gibibir sesle ekliyorum: "Görüşüyor musunuz peki?""Aslında... Pek görüşemiyoruz, hayır. Benim işlerimçok yoğun.""Adınız ne sizin? Selamınızı başım üstünde,bitlerimle beraber iletirim Işık'a". "Leyla. Şey. İlettabii..." Leyla mı? Nasıl olur? Bu kez de ben şaşkınördek bakışlarımı fırlatıyorum O'na. Ama yine III.şahıs var işin içinde. (İki kişilik sade bir ilişki nerdegörülmüş ki zaten?) Işık bana bahsetmişti Leyla'dan.Araba aldığını söylemişti. Vay canına. Demek buarabaymış!... İyi de bana ne? Konu o değildi tabii.Konu şu: Şimdiye dek en az 30 kişiyle alakamıkesmişimdir ben. Işık, yaşamında bitirdiği tekarkadaşlığının Leyla ile olduğunu söylemişti. Niyeacaba? Görünüşüne bakılırsa son derece sakin veyumuşak biri. Üstelik arabasından da atmadı beni.Yoksa kimliğinde 'Düttürü Leyla' diye mi yazıyor?..

* * *

Sene '95. Kendime dayanarak yaşamasını öğrendim.Asıl korkutucu olağan trafik değil iletişim kazalarıolduğunu da... Yolculuğun en zorlusu, kendineyöneleniymiş meğer.

4 yıl önce yolladığı bir mektupta şöyle diyor Işık.(Yazdığı tek mektup. Bense en az 20 tane yazdım.Sonra da hepsini geri istedim. " Fol yok yumurtayok, niye istiyorsun?" dedi. Getirip verdi.Duygulanımlarımın hesabını istesem de veremem.Peki O hangi duyguyla?...) "Ben ilişkilerimi süreçolarak yaşamayı istemişimdir hep. Kişiliğimdekiuyumlu öğeler yardımıyla 5-10 yıldır süren pek çokdostuklarım, pek çok arkadaşlıklarım oldu..."

İki insanın yolu nerde kesişir, niye kesişir? Nerdeayrılır, niye ayrılır? Anlamak çoğu zaman güç.Rastlantı ve sürprizlerle mi örülüyor hayatımız,çapraşık bağıntılarla mı? Keşfetmemiz gerekendaha neler... neler var?

Işık'la 4 yıl boyunca dokuduğumuz kumaşı, biryandan da söküyormuşuz kazara. Ne tuhaf! İstencekarşı koyan güç nerden geliyor?

(Soruların arkası kesilmeyecek. Yanıtlar tepeden-tepeme- indiği sürece...)

Yaşamında bitirdiği ikinci dostluk: BİZİMKİ oldu.

60

yalnızlığın oyuncakları

SIRADAN BİR MUTSUZUN İÇİNDEKİ SES

ayşe yaldız

Yıllar sonra yeniden bu kente döndüğümde, hiç bir şeyeskisi gibi değildi artık. Yatılı okul öğrencisi olduğum yıllargeride kalmıştı. Bir işim vardı. Çok nüfuslu bir yatakhaneninüst üste yatan insan yığınlarından sıyrılıp bir başımakalmıştım işte. Yaşama dair bütün kararlarımı tek başımaalacak, evime dostlarımı davet edebilecek ve istediğim gibidöşeyecektim. Aynaya bakarken aklımdan bunlarıgeçirdim ve sonra odaya şöyle bir göz attım. Kir pas içindekül atmamı bekleyen mavi beyaz küllüğüm, bir tarafı hafifyamuk çekyatım, ikide bir duran çalar saatim, ses ayarıbozuk telefonum, emaktar masam, sürekli kirlenen halım,yanık çaydanlığım, evet hepsi hepsi öylesine tesadüfen biraraya gelmişlerdi ki dokuz çocuklu bir aileyi andırıyorlardı.Bu şehre geldiğimde hiç düşünmediğim bu garip eşyaların,hepsinin ruhu vardı sanki. Kırılsalar bile onlarıatamıyordum. Onları seviyordum.

Bu şehre gelirken sevindiğim başka bir şey daha vardı. Heran bir tamdık yüze rastlayabilirdim. Tanıdık birinerastlamanın hayal olduğu o Anadolu kasabalarındankurtulmuştum, harikaydı bu. Bir gün otogarda yıllardırgörmediğim bir arkadaşıma rastladım. Ayak üstü üç beşsatır lafladık ve telefonlar alındı. Arayacaktık birbirimizi,bağlantıyı koparmamalıydık, kesinlikle görüşmeliydik.Arkamızı döner dönmez hepsi uçup gitti. Ben yine de ogünden sonra sıkıldığımda, çay bahçesine gider gibiotogara gidip boş boş dolanmaya başladım belki birinerastlarım diye. O yolcu valizlerine yapışmaya kodlananadamlar öyle alışmışlardık! bana, dokunmuyorladı bile.Uzun bir süre buna devam ettim. Kendime sürpriz yapmasanısını elde ediyordum sanki. İlk başlarda oldukça zevklibir oyundu. Bir sürü insanla karşılaşıyordum. Askere gidençocukluk arkadaşlarım, eski komşularımız, evlenen,çocukları olan okul arkadaşlarım, halalarım. Bir defa da ilkaşkıma rastladım, rastlantıyı doğal hale getirmek için ailemigörmeye gitmiştim. Öyle olmadık bir zamanda gitmiştim kikötü bir şey olduğunu zannetti herkes.

Tüm bu bir daha hiç aramadığım eski arkadaşlarımlakarşılaşmak beni mutlu etmiyordu artık. Onlarla ayak üstükonuşacak dünya kadar şey vardı. "Kim kiminle nerede neyaptı kim gördü ne dedi?"oyunu oynar gibiydik.Zamanımızın bol olduğu anlarda ise hiç bir şey."Görüşmeyeli yaşama ne kattın?" dediğimde: "Aman senzaten hep böyle tuhaftın. Abuk sabuk kitaplar okurdun."diyorlardı. Onlarsa fırsatsızdı, çok işleri vardı, öylelüzumsuz şeylerle uğraşmıyorlardı.

Zaten buna pek gerekte yoktu. Neyi düzelteceklerdi? Benneyi yoluna koymuştum? Acılarımızı, sevinçlerimizikonuşamıyorduk. Onlar artık birer iş kadını ya da iş

61

adamıydılar. Ya ben, benim elimde ne vardı? Ürettiğimhayallerimden, okuduklarımdan, bana artakalanlardanbaşka? Ne bir yatırımım, ne mutlu bir evliliğim ne lüksüm,ne iyi bir unvanım. Ben sıradan bir mutsuzdum işte. Ya da oeski hatırladıkları, öğretmenlerin taklidini yapan taklitçi kız.Hani falanca hocanın taklidim yapardım da bütün okulgülmekten kırılır geçerdi hatırlıyor muydum? Ben birazmahcup biraz sıkılgan bir tavırla geçiştirmeye çalıştıkçabaşka hocaların başka taklitleri çıkıyordu ortaya. Meğerben ozamanlar ne neşeli, ne fırlama, ne komik bir kızmışım.Karşımda bunlar konuşulurken benim aklıma gülemeyenpalyaço hikayesi takılıyordu. Nereden nereye şimdi sıradanbir dairede basit bir memurdum. İşte hepsi bu. Minibüsebinip asfaltın kum saati gibi akışını izlemeyekoyulduğumda; Neden başka bir şey yapmadım diyesorarken bulurdum kendimi. İyi ama ne? Ne olabilirdimben? Ve ne için. Kendime ne vaad edebilirdim. Başka türlüolsaydı her şey, beni benden kurtarabilir miydi? Hangihüznü geride bırakır hangi mutsuzluğu mutlulukkılabilirdim. Para mı unvan mı şöhret mi bana ütopya vaadedebilirdi. Takılıp giderdim bin bir sorunun ardına veminübüsün durdurulması gerekirdi; "telefonda kalabilirmiyim?" diyen otomatik bant kaydım devreye giriverdi.Rutubet kokulu tekel bayiinden bir sigara alınıpdüşünmeye kalındığı yerden devam edilirdi. Ve herseferinde varılan ya da kaçılan tek bir son vardı. Bendüşünüyorum ve böyle mutluyum. Tek kazancını kendimedönmek olurdu her seferinde. Çok sıkılsam da kendimleyaşayabiliyordum. Evimin, oturmadığım köşelerine sığınıporadan olayları nasıl algıladığıma bakıyordum. Sıkılıncaaynanın karşısında konuşmaya devam ediyordum.

Bir gece yine o sıradan mutsuzu canlandırırken, uyuşanı mıuyumasam mı diye kıvrandığım bir sırada bir andaelektrikler kesildi. Hah dedim ben karar veremezken biribunu yaptı. Bana da yatağa girmek kalıyor. Uyumadanönce yatakta sigara keyfimi yaptım. Artık gözlerimikapatmak için bir engelim kalmamıştı. İzmariti küllüğebastırırken bir ses duydum:

"Konuşmalıyız" dedi ses. Korksam mı kalkıp baksam mıtereddüdü yaşadım. Ses bunu farketmiş gibi, kalkmanagerek yok, dedi. Hanidir seninle konuşacağım, bir türlüfırsat bulamıyorum, habire kendi kendinle konuşur gibiyapıp birilerine bir şeyler anlatıyorsun o aynanınkarşısında. Ben de mecburen şarteli kapattım, dedi.

Gerçek bir ses miydi bu yoksa düşünüyor muydumayırdedemedim. Saçmalama; dedi ses hayal değilim ben,gerçeğim. İçinden geçenlerin farkındayım, ne olduğumumerak ediyorsun. Bunun önemi yok. Sadece seninle

yalnızlığın oyuncakları

konuşmak istiyorum hepsi bu. Ama önce sakinleşmengerek. Cevap versem komik mi olur acaba diye geçirdimiçimden. Bir yandan da diğer odalarda biri gizlendi de banaoyun mu oynuyor acaba diyordum. En iyisi kalkmak,mumu bulup bir göz atmak. Karanlıkta hiç bir şeygörünmüyor ateş nerde diye söylene söylene kalktım.Cesaret toplamaya çalışıyordum sesli konuşarak. Odalardakimse yoktu. İnanılır gibi değildi. Düşle gerçek arasındaki osınırda başka bir boyut varmış ta bende oradayaşıyormuşum gibiydi. Yanılsama mı bu ne diyordum.

Şu haline bakar mısın dedi; birilerine rastlarım umuduylagaraja gidiyorsun, ayak üstü yerlerde yemek yiyorsun.Birilerine rastlıyorsun, ama evinin kapısından içeriyegirerken yüzün hep asık. Gelip o çekyatın kıyısınailişiyorsun. Her an bir yere gidecek ya da biri gelecekmişgibi orada rahatsız rahatsız oturuyorsun. Arkanayaslanmıyorsun, uzanmıyorsun. Aaa... evet sen nerdenbiliyorsun diyen sözler ağzımdan gayri ihtiyaridökülüverdi. Ben • seninleyim sürekli dedi ses. Seninyaptığın her şeyin farkındayım. Gölgen gibiyim ama sendeğilim.

Rastlantıların seni mutlu edeceğine inanmanın aptallıkolduğunu hiç düşünmedin mi? Hiç bir şey tesadüf değildir.İlişkilerine bir bak sağlam olanlara ve olmayanlara. Sağlamolanlara ayırdığın vakte ve diğerlerine. İyi ama aynı tınıdadeğilsen vakit ayırmazsın dedim. Vakit ayırmadan bunuanlayamazsın, dedi. Hissedersin dedim. Hissetmektesadüfen mi olur dedi. Neyse konu bu değil zaten deyipkonuşmaya devam etti.

Senin ciddi anlamda kendine dönmen gerek. Dışarıda çokvakit harcadın. Birine bir şey yaptırmak istiyorsan kendinidene. Ne yaptığını anlamak istiyorsan dünyaya bak. O tellipullu bir kıyafet giymiş, dansöz edasıyla kıvırtıyor. İnsanlarkıyafetin ucundaki boncuklar gibi bir o yana bir bu yanasallanıp birbirlerine çarpıyor. Sahte parlatıcılar var her şeyşeffaf görünüyor. O şeffaflığın altında çelikten bir zırh varfarkedilmeyen. Onu farkedersen her şeyi algılamak içinçeliği kaldırmanın yolunu ararsın. Farkedemezsen, herşeyigördüğünü zannederek yaşarsın ve o aldatıcı pırıltınınharicinde gözün başka hiç bir yere ilişmez.

Öteleri, arka tarafı merak bile etmezsin. O çelik zırh oradatesadüfen durmaz. Bir işlevi vardır. Seni ve diğerleriniayrıştırır. Anlaşana dedi; Aşmanın tek yolu görmek vedüşünmektir. Hiç bir şeyi hiç kimseyi farklılaştıramazsınkendin haricinde dedi. Nesin sen ak sakallı dede mi, dedim.Kim olduğumla değil ne dediğimle ilgilen, dedi.

İçindeki birbirine açılan dehlizleri düşle, girmekten korka,orada sen varsın, insanlar, denizler, gökyüzü ve yaşam var.Onları gördüğün zaman terk edemezsin. Yeni bir sürprizçıkar bir öncekinden daha renkli. Girdikçe girersin ve ensonunda kendini çözersin. Eğer onu yapabilirsen diğerinsanları, canlıları çözersin. Kötüyü ve iyiyi algılarsın.Okyanusu bir kenara bırakıp, evindeki akvaryumla yetinenadamı anlarsın. Kutup yıldızını neden sevdiğiini anlarsınen çok. Çiçeklerin koparılırken canlarının yanıp

yanmadığmı anlarsın. Tütün kokulu saçlarınıkokladığında kardeşinin, içinde çırpınan martıyı anlarsın.Sevdiğin adamın gözlerine niye bakamadığını anlarsın. Veneden başka hayatların seninki gibi olmadığını anlarsın.

Neden bunları söylemek için beni seçtin dedim? Çünkü senbizim seçtiğimiz bir görevlisin. Bu gizi aralayabildiğinkadar aralayacaksın dedi. Bunun bir hayalden başka bir şeyolmadığını düşünüyorum hâlâ dedim. Öyle olduğunuvarsay. Ben sana çok yoğun şeyler söylemedim ki her günucundan kıyısından düşündüğün şeyler bunlar dedi.

Rüzgarda yürümek istediğin o geceyi hatırlıyorum. İçindedelice bir arzu vardı, rüzgara karşı şarkı söyleyerek yürümeisteği, ama yapamamıştın. Gecenin bir vakti seni sokaktagörenler fahişe sanabilirlerdi. Kadına susamış erkekleringözleriyle seni nasıl soyduğunu gördüm ben. Bakamadımonlara. Korkudan ya da tiksintiden. Baksaydın davet olarakkabul edebilirlerdi bunu. Anlıyorsun beni değil mi dedi.Başkalarını anlasan bile çaresizsin, değiştiremezsin. Buyaşam böylesine aç. Bu topraklar kendini farkedemeyenleriyutmak için ağzı açık bekliyor.

Sense hâlâ rastlantıları düşünmektesin. Ölüm öldürmearzusu öyle kudurtulmuş ki bu rastlantı olamaz.

Kadınlarımız alt geçit merdivenlerinde bebekleriyledilenirken, üstlerinden lüks arabalarıyla geçen kanemicilerin aynı kentte yaşıyor olması rastlantı olamaz.Aşkların naylonlaşması, şiirlerin içindeki umudun şairlertarafından yok edilmesi, konuşmayı bilmeyenlerinkonuşmacılıktan para kazanması, orada doğmuş olmanınharicinde bu yaşama hiç bir şey katmayan insanların, budurumdan gurur duymaları. Bunlar rastlantı olamaz. Ancaköyle olduğuna innadırılmaya çalışılır. Eğer sendüşünmezsen, eğer kendini çözemezsen, kodlanmış birrobot gibi hep kaynı rutinlerine devam edersen, rastlantılarhep olur hayatında. Elini çabuk tut dedi ve ses artık işitilmezolmuştu.

Ben bunun bir fantazi ya da kendi kendine oynadığım biroyun olduğunu düşünmeye çalışmıştım. Gün ağarmaküzereydi. Bodrum kata henüz ışık gelmemişti. Perdeyiaraladım, sokaktan bir adam geçiyordu. Acaba o muydubenimle konuşan diye düşündüm. Ama o hiç öyledavranmıyordu. Neydi bunlar bir ceza mı birine kötü bir şeymi yaptım ben.

O gün de sıradan bir gün olmaya adaydı. İşte her günkikaldırımdan her sabah söylediğim şarkıları söyleyerek işegidiyordum. Minübüste işyerinden biriyle karşılaştım.Günaydın dedi. İşe mi? Sabahın sekizinde işe gitmeninharicinde bineceği en son minübüse binen birinesorulacak daha komik bir soru olamazdı.

Şimdi o sesi yine duyuyorum. Kendimden uzaklaştığımda,kendime yabancılaştığımda. Birilerinin seçtiği görevli falanolmadığımı biliyorum. Artık korkmuyorum. O sesiniçimden geldiğine inanıyorum.

62

şeytanminaresi

ŞEYTANLA SAVAŞMAK BİR TESADÜFDEĞİLDİ

mustafa toker

Tanrı kan dökmeyibilmez, tanrı kumar

oynayamaz, çünkü heroyunda kaybedeceğini

düşünür, tanrı zaratamaz, gelecek her

sayının onuyıpratacağını hisseder.

Eğer algılarımızınalgılayabildiği ya da

dişleyebildiğimiz kadarbir evren tasavvuru

varsa kafamızda ve herşey çok yerinde gibiyse

bunun bir rastlantıolamayacağın ı

söyleyemeyiz, butedirgin birsöylemdir,

kendi kudretini vebilgisini görme kaygısını

taşıyan birisisavaşmanın ve

yardımlaşmanın birrastlantı olmadığını

söyleyerek en güçsoruyu cevaplar, evren

sınırlı birsonluluk içindebirbirine kenetlenmiş bir

harikalar diyarıdır, budiyarın sakinleri filozof

iseler ilk eylemindüşünce kıvılcımının

başka bir yeri yangınaçevireceğini bilirler,

nedenselliğin var olduğuher yerde kan

dökmeyen bir tanrı.vardır.

"En ücra ayrıntıları birbirine örebilecek ve tek bir noktanın kendini açığa vurmasındakigiz'i belirleyecek, varoluşu birbirine uyduran ve bu uyumla belirsiz bir karmaşayı

durgun bir halmiş gibi düşleten,sonunda onları ayıran birbirinden ve bize söylemeyen,evrenin içinde ve evrenden kopuk, bir cüzzamlı labirent İlk nedensellik!!!!"

Yaşlı büyücü, Sahtekar Ozan, Oynak fahişe, hiç bir şeyin rastlantı olmadığınısöyledi. Yorgun asker, kralı ve halkı Onları bir rastlantının öldürdüğünüsöylediler....

Tanrı kan dökmeyi bilmez, tanrı kumar oynayamaz, çünkü her oyundakaybedeceğini düşünür, tanrı zar atamaz, gelecek her sayının onu yıpratacağınıhisseder. Eğer algılarımızın algılayabildiği ya da düşleyebildiğimiz kadar birevren tasavvuru varsa kafamızda ve her şey çok yerinde gibiyse bunun birrastlantı olamayacağını söyleyemeyiz, bu tedirgin birsöylemdir, kendikudretini ve bilgisini görme kaygısını taşıyan birisi savaşmanın veyardımlaşmanın bir rastlantı olmadığını söyleyerek en güç soruyu cevaplar,evren sınırlı bir sonluluk içinde birbirine kenetlenmiş bir harikalar diyarıdır,bu diyarın sakinleri filozof iseler ilk eylemin düşünce kıvılcımının başka bir yeriyangına çevireceğini bilirler, nedenselliğin var olduğu her yerde kandökmeyen bir tanrı vardır. Varoluşun alnında yazan yazgı, eylemdekinesnelliğin birbirlerini mikro düzeyde etkileyerek, bitmez bir süreklilikte oluşanmistik bir ekosistemin varoştaki daireselliğini gösterir, bu anlaşılmazsenaryonun bütün sonları ve başlan tanrı tarafından bilinir ve ilk nedensellikkesinlikle onun bir gizi değildir.

Ademoğlunun tüm yüzlerini kopyalayıp, onlara ayıplarını gösteren, insanlarınrastlantılar dediği ve ezip geçtiği bir mizansenler silsilesi ya da sessiz filmleriniçgüdüsüdur.

Uzun bir süre önce yazdığım "Epik Serenadlar" adlı yazımdan bir alıntıyıyazmak istiyorum. "Cüzzamlı bir tek başmalığı yaşayan bir filozofun duyduğudört serenad, mizantropik bir hakimiyeti bize ikiz mizansenlerle yaşatangökküre'den gelir." Sayısız oluşumlar birbirlerini bir kesişim noktası ile birdenbütünleyip, yeni ayırımlara açabiliyorsa kendilerini, bu bir nedendir. Hiç birrastlantı aynı bir türün kopyası olamaz, hiç birisi bütün düğümleri eşleştiremez.yeryüzünü düşürmeyen bir nedensellikler zinciri rastlantılara yer vermez, heletanrı rastlantılarla büyüyen bir bebeği asla yaşatmaz, bir şeyler düşlenmişse,düşleyecek olanlar için bu bir nedendir, başı ve sonu görülemeyecek kadar uzunolan bir yılanın derisindeki motiflerin hangisinin kum'a değdiğini bilmek biruzun inzivayı gerektirir, hangisinin kuma değeceğini bilmemek te bir uzuninzivayı ve bilgeliği gerektirir ama yılanın sürekli sürünen derisinin bir günkuma değeceğinin rastlantı olması, cehaletimizi gerektirebilir, yoksa yılanaskıda mıdır? Bir paradoks daha vardır ki o da tüm motiflerin birbirinebenzediğidir, takip edebildiğimiz motifler göz kaymasıyla izini kaybettirebilir...Bu kadar şeffaf ve ağır bir varoluşun altında ezilirken rastlantısal olabilecekolanı görebilir miyiz. O çok gizlidir, bu yüzden her kum tanesi deriye dokunur,

63

şeytan mina resi

aranan işte budur, sürüngen sürünmeyi bıraksa bile. Rastlantısal olabilene dair,bizim sürekli zenginleşen öngörümüz, birden ve kesintisiz olan ile, etkileyen vedeğiştireni nasıl ayırır, ayırırsa bundaki hikmeti nasıl unutur, bu bir çıkmazsokaktır, ama nedenselliği unutmak gerçekten dipsiz bir kuyudur,en azındangörebileceğimiz yere kadar nedenselliğe rastlamak ve bunu da bu cümleyiyazmanın nedeni olarak görmek, sonu ve başı olmayan bir yılanın nedeninianlamak için yeterlidir. Kuklaların efendisi sonsuz bir düzlükte ne yapacağınıbilen ve bunları söyleyen bir bilgelik taşır, entellektüel bir söylem ya da felsefibir takım yapılanmalarla efendinin kafasından geçenleri anlayamayız, kuklayızve bunu iyi bilmeliyiz.

İsa'ya can veren Meryem bir seçim miydi, bıçağı çeken İbrahime inen koç birseçim miydi? Bir çok uyduruk yazarın rastlantılarla süslediği dram yazılan,insanlarla, yaşamın yüzlerini iskambil kağıtlarına çeviren duyumlarıyla,okuttuğu oyunları ademoğulllarını kopyaladı.

Bundan uzun bir süre önce, takriben on yıl kadar evvel, arkadaşlarımla bir avpartisine katılmıştım, gittiğimiz kalabalık ormanda, inanılmaz bir nehrin aktığıve kendisini boşalttığı bir tuz gölü vardı, kendi kendime bir ilkelliği yaşayıp, hiçgörmediğim yerleri keşfetmek bana hep huzur vermiştir, bu yüzden onlarınyanından uzaklaşıp giderken, birden iki el ateş sesi duydum, ne yapacaklarınıçok iyi bilen avcı köpekleri avlarına koşarlarken arkalarından baktım, bir süresonra ağızlarında getirdikleri o iri şeyin anaç bir orman tavşanı olduğunufarkettim, çocukluğum yaptığım ok ve yaylarla oynamakla geçcerdi, ilkelliğe vesavaşa büyük ilgi duyardım, Ihlara vadisinin derin uzantılarında bir o kaya, birbu ağaç zıplar, ok atardım ve iyi bir atıcıydım ve ilk defa bir varoluşçununbunalımıyla yüz yüze gelmiştim. Yaşça diğerlerinden büyük bir avcı köpeği,nehrin doğduğu vadi'nin düzlüğünde yere uzanmış, anneleri öldürülen tavşanyavrularını emziriyordu ....... Gülünesi rastlantı, şiir ve şairleri, o hep bahsettiğimboşluğun tanrısının şakasıyla karşılaşıp ölmüşlerdi. "Soylu yaradılışlarınheyecanı ancak zorluklar ile uyandırılır"

Çağımızın yoksun olduğu şein düşünmemek değil "tutku" olduğunu söyleyen S.Kierkegaard imanın, acı, ıstırab, keder gibi kavramlarla sınanarak yaşatılmasıgerektiğini söylemiştir, şimdi yaşananlar bunlar değildir, günümüzün tutkuları,sadece inancın provaları olmaktadır.

Hem günahkar, hem inanan, hem ölen hem öldüren, hem yoksul, hem zengin,hem gerçek, hem düş ........ bunlar ayrılmalı, düğüm çözülmeliydi, nedenselliğinmarifetli tüm yolları adaletten hakkıyla, geçmeliydi. Ve yağmur sadece iyi olanayağmalı, ve Güneşi sadece iyi olan görmeli, ve ekmeği sadece iyi olan yemeli,sadece çalışan, yorulan, teriyle kokan dinginlik bulmalı, soylu bir ruha sahipolan yardımına yetişmeli güçsüzlerin ..... Varoluşsal ayıklanma bitirmeliydirastlantıyı, inanan v görmeyi bilen, kudret meşalesini elinde tutarak koşabilenhuzuru bulmalıydı, bu böyleyse eğer, yeryüzünde tesadüf diye bir şey olamazdı,yoksa her şey yaratılışın yanmış kemik parçalarına dönerdi.

Yeryüzü hiç bir zaman saplantıya dönüşen bir rastlaşmalar zincirine tabiiolmamıştır, herşeyin varlığım tasavvur edebilen bir bilinç, muhakeme gücünüsonsuza serebilir. Yoksa varoluşçuluk tam bir teslimiyet midir nedenselliğ?Sebepsiz bir hastalık gibi, zamanın tasarladığı bir bekleyiş, zamanı içinebükerek sarmalayan ve sabrı hayattan daha mukaddes kılan, paha biçilmez ilknedensellik ...... [...]

Hem günahkar, heminanan, hem ölen hemöldüren, hem yoksul,hem zengin, hem gerçek,hem düş bunlarayrılmalı, düğümçözülmeliydi,nedenselliğin marifetlitüm yolları adalettenhakkıyla geçmeliydi. Veyağmur sadece iyi olanayağmalı, ve Güneşisadece iyi olan görmeli,ve ekmeği sadece iyiolan yemeli, sadeceçalışan, yorulan, teriylekokan dinginlik bulmalı,soylu bir ruha sahip olanyardımına yetişmeligüçsüzlerinVaroluşsal ayıklanmabitirmeliydi rastlantıyı,inanan v görmeyi bilen,kudret meşalesini elindetutarak koşabilenhuzuru bulmalıydı, buböyleyse eğer,yeryüzünde tesadüf diyebir şey olamazdı, yoksaher şey yaratılışınyanmış kemikparçalarına dönerdi.

64

BIS RECORDS AUDIONOTE

ALLIGATOR

Blind pig

AudioQuest

Rounder TDL

DORIAN

Munich Records

DCC WATERLILLY

CARDAS

Cymekob

MUSE Records

Landmark

TRIX

Mama Foundation

Jazz, Blues, Classic CD&LP

REGA

QUAD

Magnum Dynalab

OCM

STAX

Dinamik,Elektrostatik hoparlörler;

Pikaplar,FM Radyolar;CD Player'lar;

GFümüş, Bakır bağlantı veHoparlör kabloları;

Single-ended ve OTL Lambalı,Transistorlu anfiler

"iyi müzikleri iyi cihazlarla dinleyin II

audio&musicGezegen sok. 1/11 B.esat ANKARA Tel:(312) 436 43 16 Fax: 437 70 83

Kuruluşumuz yukarıda sayılan şirketlerin Türkiye distribütörüdür.

ODEON ürünleri Türkiye'nin seçkin müzikevlerinde:ANKARA: ODEON, Gezegen sok. 1/11 B.Esat; ADA MÜZİK, Selanik C. 28/23 Kızılay;

SHADES, Tunalıhilmi C. 95/37 K.Dere;İSTANBUL: UZELLİ (Şaşkınbakkal), Kazım Özalp C. 15/2 Kadıköy, Şaşkınbakkal; UZELLİ,(Akmerkez) Nispetiye C.

Akmerkez 125 Etiler; UZELLİ (Levent), Nispetiye C. 30/5 Levent; PICCATURA(Galeria), Sahilyolu no: 325 Ataköy;PICCATURA(Şişli), Tayyareci M.Ali bey sk. no: 6 Şişli; ÇALINTI, Atlas Sineması psj. Beyoğlu;

İZMİR: UZELLİ (Alsancak), 1441 sk. no:2/B Alsancak; UZELLİ (Çankaya), 1363 sk. no:7/B Çankaya

Taşyerinde ağırdır!

dostlarınıza bir

Bilim Taşı*armağan edin.

istanbul Bilim Merkezi

bu taşlarla atacağımız

anlamlı temel üzerinde yükselecek

* istanbul Bilim Merkezi,bilimin temel değer olduğunu bilen ve

bu değerin gelecek kuşaklara taşınması gerektiğine inananlarıngeniş katılımı ile gerçekleştirilecek.

Merkez'in girişinde, Bilim Taşlan'ndan oluşturulacak Anıt Duvardaadının yer almasını dilediğiniz dost ve yakınlarınıza

bu değerli taşı armağan etmek için lütfen Vakfımızı arayın.

BİLİM M E R K E Z Î V A K F I

Barbaros Bulvarı, Hasfırm Cd. 67 Sinan Paşa iş Merkezi Kat: 5 80690 Beşiktaş istanbulTel: (o212) 227 66 90-91-92 Faks: (0212) 258 00 58