6
100 Hukuk Gündemi | 2014/2 K imi insanlar vardır farklıdır. Bambaşkadır. Ya hamurları farklıdır ezelden, ya da yaşa- dıklar farklı yapar onları diğerlerinden ama başkalık faslı değişmez neticede. Başka bakar bak- tığına; haliyle gördüğü de anladığı da farklı olur alelade bir nazarınkinden. Sabahattin Ali… “baş- kalık” vasfı onun için biçilmiş kaftandır adeta. Onu farklılaştıran bakış açısı, algıları… Belki de sadece gördüğünü anlatabilmesi, insanın yüreğine doku- nacak çizgiyi iyi seçmesidir. Yoksa kahramanları ve onlara söylettiği sözler bu kadar sarmalamazdı okuyucusunu. Sabahattin Ali kendi zamanında ve bizim zamanımızda daha doğrusu hayatlarımızın odak noktasının değiştiği, maddi değerlerin her şeye tercih edildiği yüzyılımızda insani değerleri ara- yan “insan” kelimesinde insanı bulmaya çalışan biri ki, bu da onu çok değerli kılıyor. Etrafındaki insanlar hep güzel sözcüklerle anıyor Sabahattin Ali’yi. Sempatik, kabına sığamayan, güler yüzlü... Dostlarından Niyazi Berkes, “Sabahattin ak saçlı, altın gözlüklü, iyi giyimli bir efendi kılığına girmiş bir çocuk insandı.” şeklinde ifade ediyor onu. Sabahat- tin Ali’yi bir kalıba oturtmak zordur hele de zihin- sel anlamda. “Palyaço” benzetmesi yapar kendisi için, dışarıdan bakıldığında mutlu zannedilen ama içinde fırtınalar kopan bir adamdır o. “Sonra kafa- mın kuruluşu pek acayip. Düşüncelerim ve tasavvur- larım hakikatten o kadar uzak fakat bu tasavvur ve düşüncelerim bence o kadar hakiki ki, tabii hayatla aramda doğru dürüst bir rabıta tesisine asla imkân yok” şeklinde ifade ediyor dostu Ayşe Sıtkı İlhan’a zihninin karmaşıklığını. Yine Ayşe Sıtkı’ya yazdığı şu satırlar onun karmaşık ve bir o kadar da has- sas ruhunun derinliklerini önümüze sermektedir: Ben Almanların dediği gibi ‘Eine unruhige sele’ yani karsız bir ruh olmaktan asla kurtulamayacağım. Bana hiçbir yerde rahat ve sükûn yok, bana kafamı dinlendirebileceğim bir yer göstermeye kimse kadir değil. Gönlümün aradığı huzur ve sükûnu bulabil- mek için ömrümü en karmaşık ömürlerden birisi yaptım. Hiçbir yerden memnun değildim ve yerimi her değiştirişimde memnuniyetsizliğim birkaç misli oldu. Bu sonuna kadar böyle devam edecek. Ve ben Stj. Av. Fadime GÜNGÖR BEN KENDİM İYİ İNSAN OLMAK İSTERİM

BEN KENDİM İYİ İNSAN OLMAK İSTERİM...gün naturalist olan hayat ve insan. Muharrir yalnız görüşünde değil yazışında da hayat gibi olmalı, yani her şeyden evvel bir

  • Upload
    others

  • View
    6

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: BEN KENDİM İYİ İNSAN OLMAK İSTERİM...gün naturalist olan hayat ve insan. Muharrir yalnız görüşünde değil yazışında da hayat gibi olmalı, yani her şeyden evvel bir

100 Hukuk Gündemi | 2014/2

Kimi insanlar vardır farklıdır. Bambaşkadır. Ya hamurları farklıdır ezelden, ya da yaşa-dıklar farklı yapar onları diğerlerinden ama

başkalık faslı değişmez neticede. Başka bakar bak-tığına; haliyle gördüğü de anladığı da farklı olur alelade bir nazarınkinden. Sabahattin Ali… “baş-kalık” vasfı onun için biçilmiş kaftandır adeta. Onu farklılaştıran bakış açısı, algıları… Belki de sadece gördüğünü anlatabilmesi, insanın yüreğine doku-nacak çizgiyi iyi seçmesidir. Yoksa kahramanları ve onlara söylettiği sözler bu kadar sarmalamazdı okuyucusunu.

Sabahattin Ali kendi zamanında ve bizim zamanımızda daha doğrusu hayatlarımızın odak noktasının değiştiği, maddi değerlerin her şeye tercih edildiği yüzyılımızda insani değerleri ara-yan “insan” kelimesinde insanı bulmaya çalışan biri ki, bu da onu çok değerli kılıyor. Etrafındaki insanlar hep güzel sözcüklerle anıyor Sabahattin Ali’yi. Sempatik, kabına sığamayan, güler yüzlü... Dostlarından Niyazi Berkes, “Sabahattin ak saçlı, altın gözlüklü, iyi giyimli bir efendi kılığına girmiş bir

çocuk insandı.” şeklinde ifade ediyor onu. Sabahat-tin Ali’yi bir kalıba oturtmak zordur hele de zihin-sel anlamda. “Palyaço” benzetmesi yapar kendisi için, dışarıdan bakıldığında mutlu zannedilen ama içinde fırtınalar kopan bir adamdır o. “Sonra kafa-mın kuruluşu pek acayip. Düşüncelerim ve tasavvur-larım hakikatten o kadar uzak fakat bu tasavvur ve düşüncelerim bence o kadar hakiki ki, tabii hayatla aramda doğru dürüst bir rabıta tesisine asla imkân yok” şeklinde ifade ediyor dostu Ayşe Sıtkı İlhan’a zihninin karmaşıklığını. Yine Ayşe Sıtkı’ya yazdığı şu satırlar onun karmaşık ve bir o kadar da has-sas ruhunun derinliklerini önümüze sermektedir: “Ben Almanların dediği gibi ‘Eine unruhige sele’ yani karsız bir ruh olmaktan asla kurtulamayacağım. Bana hiçbir yerde rahat ve sükûn yok, bana kafamı dinlendirebileceğim bir yer göstermeye kimse kadir değil. Gönlümün aradığı huzur ve sükûnu bulabil-mek için ömrümü en karmaşık ömürlerden birisi yaptım. Hiçbir yerden memnun değildim ve yerimi her değiştirişimde memnuniyetsizliğim birkaç misli oldu. Bu sonuna kadar böyle devam edecek. Ve ben

Stj. Av. Fadime GÜNGÖR

BEN KENDİM İYİ İNSAN OLMAK İSTERİM

Page 2: BEN KENDİM İYİ İNSAN OLMAK İSTERİM...gün naturalist olan hayat ve insan. Muharrir yalnız görüşünde değil yazışında da hayat gibi olmalı, yani her şeyden evvel bir

2014/2 | Hukuk Gündemi 101

ruhumu dinlendirecek bir köşe aramak için dört tarafa koşup çırpınırken, günün birinde herkesten daha yorgun, herkesten daha perişan bir kenara yıkılıp kalacağım. Yaptığım bu cehennemi koşuda her karşılaştım ile gülerek konuşacağım, şimdiye kadar benim kaşımı çattığımı gören yoktur, beni gözü yaşlı gören yoktur, bundan sonra da olma-yacaktır. Beni kim hatırlasa gülümseyecektir. Şim-diye kadar olduğu gibi bundan sonra da sevdikle-rim arasında hayattan korkan, yeis içinde olanlar bulunursa onlara elimden geldiği kadar teselli ve cesaret vereceğim, onları felaketime karşı gülmeye sevk edeceğim ve hiç kimse benim dünyada en çok gözyaşı dökenlerden, cesaret ve neşesi en az olan-lardan biri olduğumu tahmin edemeyecektir.” Bu iç döküş o kadar insanca ve o kadar Sabahattin Ali kokmaktadır ki… Dostları, yakın çevresi, geriye kalan fotoğraflar bize palyaço yani mütemadiyen gülümseyen Sabahattin Ali’yi anlatmaktadır.

Esas Sabahattin Ali ise yeşil mürekkebinden dökülen satırlarda ele verir kendini. Mesela Kürk Mantolu Madonna’nın Raif Efendisi’nde ortaya çıkar yalnız ve kendi içinde yaşayan ruhu. Raif Efendi’nin “Tamamen yalnızım… Ama Berlin’de değil… Bütün dünyada yalnızım… Küçüklükten beri” sözlerinde mesela.

Bir arayışın insanıdır Sabahattin Ali, aradığı huzura götürecek, onu gönlünün ıssızlığından kurtaracak bir arayış… Ama heyhat ki kendisi de bilmektedir o huzurlu dünya kararsız ruhuna bir hayli uzaktır. Ve bir kabulleniş dökülür dudakla-rından: “Doğrusu bu dünyada rahat yaşamak için aptal olmak lazım. Fakat aptal olmaktansa biraz daha rahatsız yaşamak daha iyidir.”

Sabahattin Ali; yüreği ile yaşayanlardan. Ayrıntı-larda dolaşanlardan. Çoğu gözün ilişmediği, merak etmediği, bakmaya tenezzül bile etmediği, nok-talarda gezinenlerden. Aleladeliğin içinde elmas değerinde olanı fark edenlerden. Kürk Mantolu Madonna’nın Raif Efendi’sini anlatırken diyor ya, her gün yüzlercesini görüp de bakmadan geçti-ğimiz insanlardan biriydi, diye ama anlattıkça bu alelade insana hayran bıraktırır bizleri. Devamı sözlerinde ekler “…en basit bir beşer tecessüsü ile bu meçhul âlemi merak etsek, belki hiç ummadığı-mız şeyler görmemiz, beklemediğimiz zenginliklerle karşılaşmamız mümkün olur. Sabahattin Ali’de bu alelade olana eğilebilme mütevazılığı vardır işte.

Ayrıntıya eğilebilmek, görmek için bakmak, en önemlisi sevgiyle bakmak. Sabahattin Ali bunları başarmıştır diyemiyorum çünkü zaten onun yaşamı bu teferruatların üzerine kuruludur. Niyazi Berkes de bu halinden bahseder Sabahattin Ali’nin: “Geceleri yalnızlığa çekilip çoğumuzun öğrenmeye bile tenez-zül etmediği dikkatle okuduğunu çok gördüm.”

Aslında Sabahattin Ali’de hayatı içine çekme, hiçbir şeyi atlamadan iliklerinde hissederek yaşama arzusu vardır. Öylesine olmayan bir yaşamadır onun istediği. İçimizdeki Şeytan’da Ömer’in nazarından dile getirir bu arzusunu “Böyle bir geceyi bütün varlığımızla içemeyişimi-zin sebebi kafamızı birçok saçma şeylerin doldur-muş olmasıdır. On bin, yirmi bin yıl önceki insanlar gibi olabilsek, tabiatı onların gözüyle görebilsek muhakkak şimdi burada böyle sükunetle otura-mazdık.(…) Minimini kafalarımızı ukalaca kitaplar, birbirinde çürük bilgiler,neticesi olmayan hesaplar, Allah kahretsin, karmakarışık menfaat düşünceleri dolduruyor.”

Sabahattin Ali iliklerine kadar sevgi insanıdır aynı zamanda. Aliye Hanım’a yazdığı bir mek-tubunda der ki “Dünyada hayatın tek manası varsa oda sevmektir. Hatta mukabele edilmesini beklemeden sevmek.” Bu sevginin içine her çeşit sevgi katılabilir ama biz aşklarından bahsedelim onun çünkü Sabahattin Ali aşka âşık bir insandır ki hikâyeleri romanları aşk teması üzerine kurulu-dur çoğunlukla. Hatta Nazım Hikmet çok romantik olmakla eleştirir onu. “15-16 yaşımdan beri şöyle bir haftacık olsun aşık olmadan durduğumu hatırlamı-yorum” der aşk bahsinde. Aşkını da şahsileştirerek kendine has haline getirir ve kendinde hasıl olan aşkı “zannetme ki öyle üstünkörü şeylere aşk ismini veriyorum, benimkilerin her biri ateşlilikte Verter’i, bakirlikte Romeo’yu geri bırakacak şeyler(…) evvela söylemiştim, ben de aşk mıknatıs gibi bir şey, daima mevcut, yalnız mıknatısa yapışan şeyler değişiyor.” sözleriyle ifade ederken oldukça iddialıdır da. Aşka aşıktır Sabahattin Ali ama eşi Aliye Ali’ye kadar aşktan yüzünün güldüğü de pek söylenemez. Yaşadığı gönül kırgınlıklarını ise şu dizelerleri yaz-masına neden olur:

Sevip sevip yari ele kaptırmakKara bahtın bana eski işidirÖmrümdeki yıllar kadar yar sevdimHer biri başkasının eşidir.

Page 3: BEN KENDİM İYİ İNSAN OLMAK İSTERİM...gün naturalist olan hayat ve insan. Muharrir yalnız görüşünde değil yazışında da hayat gibi olmalı, yani her şeyden evvel bir

102 Hukuk Gündemi | 2014/2

Page 4: BEN KENDİM İYİ İNSAN OLMAK İSTERİM...gün naturalist olan hayat ve insan. Muharrir yalnız görüşünde değil yazışında da hayat gibi olmalı, yani her şeyden evvel bir

2014/2 | Hukuk Gündemi 103

En karmaşık ömürlerden birisi yaptım dediği ömrüne bakarsak :

Sabahattin Ali 1907 Gümilcine doğumlu olup asker bir babanın ve ruhen zayıf karakterli bir annenin üç çocuğundan birisidir. İstanbul’da baş-layan çocukluğu Çanakkale ve Edremit’te sıkıntılı bir biçimde devam eder. Babasının cephe görevi, özellikle Çanakkale savaşı sırasında ailecek savaşın tesirinde kalmaları nedeniyle annesinin bozulan ruh hali, yaşanan maddi zorluklar çocuk ruhuna fazlasıyla etki eder. Okul hayatında çalışkan bir öğrenci olarak anılan Sabahattin Ali Edremit İptidaisini bitirir ve ilk yazarlık deneyimlerini de yaptığı Balıkesir Öğretmen okuluna kayıt yaptırır. Burada okul gazetesi çıkarır ve çeşitli dergilere yazılar gönderir. Bazı sıkıntılar nedeniyle buradan ayrılır ve İstanbul Muallim Mektebinde tamam-lar okulu. 1927’de Yozgat Cumhuriyet İlkokuluna atanır, 1928’de ise Maarif Vekâletinin açtığı sınavı kazanarak Almanya’ya öğrenci olarak gönderilir. Dört yıl olarak planlanan bu seyahat çeşitli vesile-lerle yarıda kalmış ve Sabahattin Ali 1930’da geri dönmüştür. Almanya’da geçen zamanını, talebelik yıllarının en güzel zamanları olarak ifade eden Sabahattin Ali burada sonradan hikâyelerine mal-zeme olacak pek çok gözlem yapar. Asıl önemlisi daha sonraki hayatını yönlendirecek olan fikir dünyasında değişiklikler yaşamış ve giderken eği-limli olduğu milliyetçiliğin yerini dönüşte sosya-lizm almıştır. Nazım Hikmet ise fikren beslemiştir sonrasında onu. Sabahattin Ali ve Nazım Hikmetin tanışmaları dönemin demokrat yazarlarının yazı-larının yayımlandığı Resimli Ay dergisine dayanır. Nazım tanışmalarını şöyle anlatır: “Bir gün dergi idarehanesine kısa boylu, gözlüklü bir genç geldi. Almanca bildiğini, hikâyeler yazdığını ve ismin Sabahattin Ali olduğunu söyledi, hikâyelerinden birini bıraktı. Çıktı.” Bu sıralar Sabahattin Ali henüz fikren tam olarak olgunlaşmamıştır çünkü hem Resimli Ay’da hem de sonradan can hasmı olacak-ları milliyetçiliği ile bilinen Nihal Atsız’ın çıkardığı Atsız Mecmua’da yazmaktadır. O sıralar daha çok şiirle uğraşan Sabahattin Ali’nin sanatsal rotasında Nazım Hikmet’in etkisi çok fazladır. Nazım onu hikayeler yazmaya özellikle de realist hikayeler yazmaya aynı zamanda realist sanata ve sosya-lizme çekmeye çalışmış nitekim başarılı da olmuş-tur. Bu noktada onun çizgisini şöyle tarif ediyor

Nazım: “Tenkitçi-gerçekçilikle sosyalist gerçekçilik arasında ve sosyalist-gerçekçiliğe yakın bir mer-hale olan inkılâpçı, halkçı gerçekçiliğin Türkiye’de ilk hikâye ve romancısı Sabahattin’dir.” Nazım onu zaman zaman tenkit ederek destekler. Sabahattin Ali ilk öykü kitabı olan “Değirmen”i yayımladığında şu yorumu yapar Nazım Hikmet “Sabahattin biz-deki yazı dünyasına dört beş yıl önce küçük hikâyeleri ile girdi. Bence onun en kuvvetli kendine benzerliği, temiz ve metotlu bir edebiyat kültürüne dayanarak, en yaratıcı anlamında realist oluşudur. Bu realizm-den uzaklaştığı vakit inanılmayacak kadar çocuk-laşan genç hikâyeci, kendi sahasında kaldığı vakit, bizde o kuvvette başka örneklerine rastlamadığımız verimler vermektedir. Sabahattin köyü, kasabayı, köylüyü, kasabalıyı çok iyi biliyor, duyuyor ve yaşatı-yor. Dili pürüzsüzdür.” Sabahattin Ali çok güçlü bir gözlemcidir ve bu gözlemleri kendi hayatı ile har-manlayarak yapıtlarına ustaca yerleştirmektedir.

Bakıldığında her karakterde bir parça Saba-hattin Ali sezilir. Ona göre sanatın tek ve sarih bir maksadı vardır; insanları daha doğuya, daha güzele yükseltmek; insanlarda bu yükselme arzu-sunu uyandırmaktır. Sabahattin Ali yazılarında gözlemlediği sorunları dile getirmiş başlarda romantik çizgide eserler verse de sonraları tenkitçi bir çizgi benimsemiştir. Dönemin yozlaşmış, ide-allerini yitirmiş, halkla kopuk cumhuriyet aydını, ezen-ezilen ilişkileri, devletin baskı aygıtları onun eleştiri noktaları olmuştur. Halk muharriri demek dışarıdan izlenimlerini yazmak değildir ona göre, kitleyle beraber ıstırap çekmeyen, halkın sevinci ile yüzü gülüp onun isyanı ile şaha kalkmayan bir yazarın halk yazarlığı ile bir ilişkisi yoktur. Bu ikisi bütün olmalıdır. “Benim için sadece hayat ve insan vardır. Bin türlü tezahürleriyle bugün realist, öbür gün naturalist olan hayat ve insan. Muharrir yalnız görüşünde değil yazışında da hayat gibi olmalı, yani her şeyden evvel bir insan olmalı. Muhtelif tarafla-rıyla herkes gibi bir insan. Hakiki realizm samimi olmak, yalan söylememektir.” Görüldüğü gibi onun realistliği de “insan” a indirgenmiş bir realistliktir. Onun için tek ölçüt hayat ve insandır.

Gerek dönemin şartları, gerek ideolojik görüşü nedeniyle Sabahattin Ali 1940’tan sonra muhalif kimliği ile ön plana çıkmaktadır. 1940’ta çıkan İçi-mizdeki Şeytan romanında ırkçı-milliyetçi kesimi yerdiği gerekçesiyle Nihal Atsız ve arkadaşlarının

Page 5: BEN KENDİM İYİ İNSAN OLMAK İSTERİM...gün naturalist olan hayat ve insan. Muharrir yalnız görüşünde değil yazışında da hayat gibi olmalı, yani her şeyden evvel bir

104 Hukuk Gündemi | 2014/2

hedefi haline gelir ve aralarında bir mücadele başlar. 1944’te Nihal Atsız’a açtığı hakaret davasını izleyen Irkçılık-Turancılık davası bu mücadelenin sonucudur. 1944 sonrasında ise Sabahattin Ali hızla siyasallaşmaktadır. Muhalif kimliği ile döne-min yönetimini amansızca eleştirdiği masallar yayımlamıştır. Özellikle “Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa onun yıkılmaz, devredilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.” sözle-riyle bitirdiği Sırça Köşk masalı ile tepkileri üzerine çekmiş ve bundan sonra üzerindeki baskılar da artmıştır. 1946 ise Aziz Nesin’le birlikte Türk basın tarihinin en yüksek tirajlı yayınlarından biri olan Marko Paşa’yı çıkartır. “Toplatılmadığı zaman çıkar”, “yazarlarının hapishanede olmadığı zaman çıkar” ibareleriyle çıkan Marko Paşa da etkin bir muha-lefet odağı olmuştur.

1944’teki Irkçılık-Turancılık davasının rövanşı olarak değerlendirilen ve 1947’de görülmeye başlanan ve Hasan Ali-Kenan Öner davası olarak basında geniş yer kaplayan davanın hedef kişi-lerinden biri haline gelir Sabahattin Ali. Sokak

gösterilerine sahne olan dava süresince satıcılar-dan toplanan Marko Paşalar ile Sabahattin Ali’nin yapıtlarının yakılması da gösterilerin olmazsa olmaz parçası haline gelmiştir.

Tüm bu süreç Sabahattin Ali için oldukça san-cılıdır. Denilebilir ki kısa örünün yarısı aleyhine açılan ya da kendisinin açtığı davalar sebebiyle mahkemelerde geçmiştir. Mayıs 1931’de Aydın’da komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle açı-lan dava ile Sabahattin Ali’yi ölüme sürükleyen davalar faslı da başlamış olur. 22 Aralık 1932’ de bir arkadaş toplantısında Atatürk’e hakaret eden bir şiir okuduğu iddiasıyla yargılanmış, Konya Hapis-hanesine konmuştur. 12 Mayıs 1933’te ise zamanın sürgün yerlerinden biri olan Sinop Kalesine gön-derilir. “…Fakat benim kaldığım hapishanede her şey, her ses, hürriyeti gözler önüne getirmek, sonrada birden bire çekip götürmek için yapılmış gibiydi.” sözleriyle tarif ettiği Sinop Cezaevinde kaldığı süreçteki gözlemleri, Sabahattin Ali’yi derinden etkilemiş ve bu durum hikâyelerinde gün yüzüne çıkmıştır. “Duvar”, “Çaydanlık”, “Kazlar” öyküleri hapishane gözlemlerinin ürünüdür. Fakat Sinop ile Sabahattin Ali’yi bütünleştiren “Aldırma gönül

Page 6: BEN KENDİM İYİ İNSAN OLMAK İSTERİM...gün naturalist olan hayat ve insan. Muharrir yalnız görüşünde değil yazışında da hayat gibi olmalı, yani her şeyden evvel bir

2014/2 | Hukuk Gündemi 105

aldırma” dizeleridir elbette? “Başın öne eğilmesin” diyerek başladığı dizelerde ondan hürriyeti çekip alan “zindan”daki tesellisini buluruz.

Dışarıda deli dalgalarGelir duvarları yalarSeni bu sesler oyalarAldırma gönül aldırma1947’de Marko Paşa’nın yayınlanmaya başla-

masından sonra ise yazdığı her yazı dava edilmiş, çıkardığı dergiler kapatılmış, Sabahattin Ali nefes alamaz duruma gelmiştir. Baskılardan kurtulmak için matbaa makinelerini satmış ve o dönemin gözde işlerinden olan “kamyonculuğa” başlamış ve bir süre devam etmiştir. Böylece Anadolu’yu yakından tanıma imkânı bulmuştur. Sabahattin Ali bu sırada yurtdışına gitme fikrini olgunlaştırır. Hatta nakliyeciliğin kaçış için bir paravan olduğu da söylenmektedir. Kaçma fikrini 1947’de Paşa-kapısı Hapishanesindeyken edinen Sabahattin Ali, burada eski bir asker olan Ali Ertekin isimli şahısla yurtdışına adam kaçıran Berber Hasan Tural ile ahbaplık kurar. Sabahattin Ali bu şahıs aracılığı ile Bulgaristan sınırından yurtdışına çıka-caktır. 29 Mart 1948 günü başlayan yolculuğun akıbetini 12 Ocak 1949 tarihli gazete manşetleri şu şekilde verecektir: “Sabahattin Ali Bulgar sını-rında öldürüldü.” Hikâyeye göre Sabahattin Ali yolculuk sırasında planlarından bahsetmiş, yurt dışındaki Türkleri örgütleyip Türkiye’ye dönerek yönetimi devirecektir. Bunları duyduğunda mil-liyetçilik duyguları kabaran Ali Ertekin galeyana gelerek Sabahattin Ali’yi öldürmüştür. Hikâye

böyledir bu kadar basittir. Bu basitliği sorguladı-ğımızda ise bir ”MUAMMA” ile karşılaşıyoruz. Ali Ertekin’in çelişkili ifadeleri, değişik zamanlarda, değişik kişilerin; ölümün yeri, zamanı açısından farklı açıklamaları ve maalesef suskun kalanlar bu ölümü muamma haline getirmiştir. Bugün hala Sabahattin Ali ismi faili meçhuller arasında. Nitekim Sabahattin Ali’den bu yana değişmeyen tek şey bir insanı harcayabilmenin bu kadar kolay olması. Harcanan insanlarımızı düşündüğümüzde “yazık” oluyor canım ülkemize ve insanlarımıza hem de çok yazık. Sabahattin Ali bunlardan sadece bir tanesi belki de ilki… İnsanlığı ile bakış açısı ile çok yönlü entelektüel kişiliği ile nokta atışı yaptığı insana dair anlatılarıyla bu âşık adamdan geriye bize bir “Sabahattin Ali” kalıyor. Yeşil mürekkebin-den dökülen bir açık mektup edasıyla ses veriyor bu zamanlara:

Bir gün kadrim bilirseİsmim ağza alınırsaYerim soran bulunursaBenim meskenim dağlardır.

KAYNAKÇAA’DAN Z’YE SABAHATTİN ALİ-Sevengül SÖNMEZ-YKYSABAHATTİN ALİ OLAYI – Kemal Bayram – Tanyeri KitapSABAHATTİN ALİ OLAYI – 2 Alev Çukurkavaklı – Tanyeri Kitapyeniedebiyat.blogcu.com/nazim-hikmet-ile-sabahattin-ali...ergun/55843