16
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com 1 Gerçek lider kitleleri alet gibi kullanır. Woodrow Wilson Kitleleri harekete geçirebilmek için mitlere ihtiyaç vardır. George Sorel, Mussolini’nin hocası Hoparlör olmasaydı, Almanya‟yı kazanamazdık. Adolf Hitler BEŞİ BİR YERDE : FAŞİZM, LİBERALİZM , SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ 1 Kazıklı Voyvoda mantığıyla düşünen haddini bilmez, rating şoparı bir adam, 19 Mayıs törenlerinin kaldırılması üzerine, “Türk faşizmi sona erdi”, demiş. Faşizm‟i kaldırmak amma da kolaymış. Bakalım zaman ne gösterecek, kalkıyor mu, konuyor mu? Bu densiz sözler, öteden beri felsefe düzleminde izlemekte olduğumuz bir konunun dosyasını raftan indirmemize neden oldu. Uzun yıllardan beri okumuş insanların, kendini entelektüel olarak görenlerin zihinlerinin çeşitli propaganda mitleri aracılığıyla nasıl işlemez duruma getirildiğini gözlemlerim. Marksizm miti, faşizm miti, liberal demokrasi miti, sosyalizm miti, ilericilik miti, örnek olarak burada hemen andığımız en revaçta olan zihin çarpıtma, dumura uğratma aletleridir. Nazizm de aynı durumdadır ama faşizm o kadar çok kullanılıyor ki, Nazizm deyimi rafa kaldırılmış görünüyor. Siyasi doktrinlerin arasında faşizm kadar, önüne ya da arkasına yapılan bir takım eklerle alabildiğine çeşitlendirilmiş bir başka doktrin yoktur. Politik içerikli yazılarda kenar süsü gibi yer verilen beylik sözlerin arasında en sık kullanılanı faşizmdir. İnternette yaptığımız taramada sadece on dakika içinde faşizmin sayısız türüyle karşılaştık. Söz konusu bulgularımızı burada tek tek sıralayarak faşizmin nerelere kadar uzandığını, kalemşorların hayal gücünden ne kadar yararlandığını gözler önüne sermek istiyoruz: Ak faşizm, f inans faşizmi, 36 model faşizm, yeşil faşizm, neo faşizm, uniseks faşizm, sömürge tipi faşizm, anti faşizm, post modern faşizm, özgürlükçü faşizm, küresel faşizm, i leri faşizm, mikro faşizm, eko faşizm, seçici faşizm, İslami faşizm, takkeli faşizm, takunyalı faşizm, açık faşizm, profesyonel faşizm, profesyonel faşizm, Amerikan faşizmi, endirekt faşizm, örtülü faşizm, sanal faşizm, mükemmel faşizm, erotize edilmiş faşizm, sendikal faşizm, şeytan faşizmi, demokrasi görünümünde faşizm. Bunlara bir de CİA yöneticisi Graham E. Fuller‟in İslamsız Dünya adlı kitabından yeni bir terim ekleyelim: İslamofaşizm Bunların yanında, içinde faşizm sözcüğü geçen, internette karşılaştığımız bazı makale başlıklarını da sıralayalım: “Faşizm şeytanın dizaynıdır”; “faşizm putperestliğin geri dönüşüdür”; “yeni tehlike: prezantabl faşizm”; “faşizm kapitalizmin cankurtaranıdır”, “Ankaragücü‟nde faşizm”; “Van‟ı önce deprem, sonra faşizm vurdu”; “Küresel faşizm sarmalındayız”; “çözümsüzlüğün temel nedeni faşizm kardeşliğidir”; “irtica kalmadı, faşizm verelim”, “statükocu cephenin sivil faşizm demagojisi”; “faşizm sözün bittiği yerdir”; “faşizme inat, kardeşimsin Hrant”; “faşizm türban takmış”; “demokrasi faşizm içerir ve tersi, faşizm de demokrasi içerir”; “sol alternatif olmazsa faşizm kaçınılmazdır” Görüldüğü gibi, faşizm deyimi, bütün siyasi gurupların repertuarında yer bulabilen kullanışlı bir suçlama aletidir. Bu uygunsuz durumun önüne geçebilmek için zaman zaman çeşitli bilimsel tartışma ortamlarında faşizme genel geçer bir tanım

BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

1 1

Gerçek lider kitleleri alet gibi kullanır.

Woodrow Wilson

Kitleleri harekete geçirebilmek için mitlere ihtiyaç vardır.

George Sorel, Mussolini’nin hocası

Hoparlör olmasaydı, Almanya‟yı kazanamazdık.

Adolf Hitler

BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ

1

Kazıklı Voyvoda mantığıyla düşünen haddini bilmez, rating şoparı bir adam, 19

Mayıs törenlerinin kaldırılması üzerine, “Türk faşizmi sona erdi”, demiş. Faşizm‟i kaldırmak

amma da kolaymış. Bakalım zaman ne gösterecek, kalkıyor mu, konuyor mu? Bu densiz

sözler, öteden beri felsefe düzleminde izlemekte olduğumuz bir konunun dosyasını raftan

indirmemize neden oldu. Uzun yıllardan beri okumuş insanların, kendini entelektüel olarak

görenlerin zihinlerinin çeşitli propaganda mitleri aracılığıyla nasıl işlemez duruma

getirildiğini gözlemlerim. Marksizm miti, faşizm miti, liberal demokrasi miti, sosyalizm miti,

ilericilik miti, örnek olarak burada hemen andığımız en revaçta olan zihin çarpıtma, dumura

uğratma aletleridir. Nazizm de aynı durumdadır ama faşizm o kadar çok kullanılıyor ki,

Nazizm deyimi rafa kaldırılmış görünüyor. Siyasi doktrinlerin arasında faşizm kadar, önüne

ya da arkasına yapılan bir takım eklerle alabildiğine çeşitlendirilmiş bir başka doktrin yoktur.

Politik içerikli yazılarda kenar süsü gibi yer verilen beylik sözlerin arasında en sık

kullanılanı faşizmdir. İnternette yaptığımız taramada sadece on dakika içinde faşizmin sayısız

türüyle karşılaştık. Söz konusu bulgularımızı burada tek tek sıralayarak faşizmin nerelere

kadar uzandığını, kalemşorların hayal gücünden ne kadar yararlandığını gözler önüne

sermek istiyoruz: Ak faşizm, finans faşizmi, 36 model faşizm, yeşil faşizm, neo faşizm, uniseks

faşizm, sömürge tipi faşizm, anti faşizm, post modern faşizm, özgürlükçü faşizm, küresel faşizm,

ileri faşizm, mikro faşizm, eko faşizm, seçici faşizm, İslami faşizm, takkeli faşizm, takunyalı

faşizm, açık faşizm, profesyonel faşizm, profesyonel faşizm, Amerikan faşizmi, endirekt faşizm,

örtülü faşizm, sanal faşizm, mükemmel faşizm, erotize edilmiş faşizm, sendikal faşizm, şeytan

faşizmi, demokrasi görünümünde faşizm. Bunlara bir de CİA yöneticisi Graham E. Fuller‟in

İslamsız Dünya adlı kitabından yeni bir terim ekleyelim: İslamofaşizm

Bunların yanında, içinde faşizm sözcüğü geçen, internette karşılaştığımız bazı makale

başlıklarını da sıralayalım: “Faşizm şeytanın dizaynıdır”; “faşizm putperestliğin geri

dönüşüdür”; “yeni tehlike: prezantabl faşizm”; “faşizm kapitalizmin cankurtaranıdır”,

“Ankaragücü‟nde faşizm”; “Van‟ı önce deprem, sonra faşizm vurdu”; “Küresel faşizm

sarmalındayız”; “çözümsüzlüğün temel nedeni faşizm kardeşliğidir”; “irtica kalmadı, faşizm

verelim”, “statükocu cephenin sivil faşizm demagojisi”; “faşizm sözün bittiği yerdir”; “faşizme

inat, kardeşimsin Hrant”; “faşizm türban takmış”; “demokrasi faşizm içerir ve tersi, faşizm de

demokrasi içerir”; “sol alternatif olmazsa faşizm kaçınılmazdır”

Görüldüğü gibi, faşizm deyimi, bütün siyasi gurupların repertuarında yer

bulabilen kullanışlı bir suçlama aletidir. Bu uygunsuz durumun önüne geçebilmek için

zaman zaman çeşitli bilimsel tartışma ortamlarında faşizme genel geçer bir tanım

Page 2: BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

2 2

getirilmeye çalışılmış ama bir sonuca ulaşmak mümkün olmamıştır. Böyle tartışmalardan

birinde, varılan sonucu açıklamak isteyen bir bilim insanı şöyle diyor1: “Bu sözcüğün

tanımlanması konusunda fikir birliğine varamadık ama onu kullanma konusunda

hemfikiriz.” 1984 adlı politik romanıyla üne kavuşan George Orwell2 de 1946‟da faşizmi şöyle

tanımlamış3: “Faşizm, „istenmeyen bir şey‟ anlamından başka bir anlam taşımıyor.” Demek ki

yukarıda sıraladığımız, sayısı ve mahiyeti belirsiz faşizm sıfatlarına, söz konusu bulanıklık

sayesinde itirazla karşılaşmadan iş gördürülebiliyor. Stalin‟e göre, faşist olanlar, Moskova‟ya

karşı olanlardı mesela. Onların ne söylediğine ve ne yaptığına baktığı yoktu. Sovyet İhtilali‟nin

iki numarası sayılan Troçki‟yi4 kendine rakip gören Stalin, onu “faşist darbe” planlamakla

suçlamıştı. Oysa Troçki‟ye göre de faşizm kötüydü ve “kapitalizmin son nefesiydi.”

Pratik olarak ifade edecek olursak, birine faşist diyen bir kimse, kendine rakip

gördüğü kimselerin düşüncesini saçmaya indirgemeye çalışan biridir. Bu amaçla, faşizmin

kötü imajından yararlanmaya çalışmaktadır. Faşizmin iki ünlü önderinden biri intihar

etmiş(Hitler), diğeri de linç edilerek ölüsü Milano‟da Loreto meydanına bacağından

asılmıştır (Mussolini). Bunlar ortadan kalktığı için bütün suç üzerlerine yıkılmış ve galip

taraftaki faşist liderler ve onlara gaz veren entelektüeller ve bürokrat kadrolar işin içinden

sıyrılmıştır. Oysa faşizmin ve bütün türevlerinin birbirini izleyen hikâyesi, bizi Yeni Dünya

Düzeni söylemine kadar getirir.

Aşağıdaki metinde, faşizmi ve beraberinde ilgili diğer bir takım “izm”

kalıbındaki siyasi doktrinleri, yaşayan ya da eceliyle ölen liderlerine de tartışmanın

içinde yer vererek inceleyeceğiz. Bu yaklaşım, 21. yüzyılda küreselleşme ortamında

liberal demokrasinin ve faşizmin neresinde, ne kadar yakınında ya da uzağında

olduğumuzu anlamamıza yarayacaktır. Nereye doğru yol almakta olduğumuzun cevabını

arayacağız.

Konuya girmeden önce, daha önce yayınladığımız iki kitabımızdan söz edeceğiz.

İkinci Binyılın Muhasebesi adlı iki ciltlik kitabımızda, Avrupa‟nın bunalımlarını ve söz

konusu bunalımlardan doğan çeşitli siyasi doktrinleri karşılıklı nedensellik ilişkisi

çerçevesinde inceledik. Daha önce incelediğimizden dolayı burada Hobbes‟den, Hegel‟

den, Clausewich‟den, Darwin‟den, Nietzsche‟den, Malthus‟tan, August Comte‟dan, Karl

Marks‟dan, Plekhanov‟dan, Bakunin‟den ve bunlar arasındaki karşılıklı etkileşimlerden söz

etmeyeceğiz5. Diğeri, Soğuk Savaş ortamında ABD‟nin küresel nüfuzunu artırmaya yönelik

yürüttüğü faaliyetleri finans, üniversite, medya, sinema, edebiyat ve sanat düzleminde ele

aldığımız Kurtla Yiyip Çobanla Ağlaşanlar adlı kitabımızdır. Burada sunduğumuz tebliğ söz

konusu kitabımıza bir ön bölüm olarak eklenebilecek mahiyette bir metindir. İkinci Binyılın

Muhasebesi adlı kitabımızda yer verdiğimiz konular ise bu tebliğimizin daha kapsamlı olarak

kavranmasına yarayacak bilgiler içermektedir.

2 Çağdaş liberalizm, faşist momentle bütünleşmiş

faraziyeler ve fikirler temeline dayanır.

Jonah Goldberg, Liberal Faşizm adlı eserinden

Önce şunu açıklıkla ifade etmeliyiz: Faşizm, en sık olarak, olur olmaz yerde sol çevreler

tarafından kullanılan bir sözcüktür. “Sol alternatif olmazsa faşizm kaçınılmazdır”, şeklinde yukarıda

yer verdiğimiz söz doğruyu ifade etmiyor. Çünkü faşizm, solun içinden, onun yeşerdiği ortamdan

sivrilmiş bir alternatiftir. Önce sosyalizm, sosyal demokrasi, Bolşevik, Menşevik, anarşizm gibi akımlar

veya guruplaşmalar ortaya çıkmış ve bunların yerel şartlardaki karşılıklı etkileşiminden, faşizm

Page 3: BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

3 3

sahneye fırlamıştır. Faşizmin ve Nazizm’in önderleri soldan gelmişler, sosyalizm ve anarşizm 6

cereyanını kendilerince, kendi ülkelerinin özgün şartlarına göre yorumlayarak yerelleştirmişlerdir. Bu

durum, ikinci ve üçüncü adamlar için de, hatta daha genel olarak lider etrafındaki ilk çemberi

oluşturanların neredeyse tamamı için de geçerlidir. Öfkeli bir tavır sergilemeyi haklılıklarının kanıtı

olarak göstermeyi bir alışkanlık halinde sürdüren sol çevreler ne yana baksalar faşizm görürler ama

bir eserdeki ifadeyle, bir türlü aynaya bakmazlar.

Eğer faşizmin doğuşu ve gelişip serpilmesi sürecini doğru kavrayamazsak, o takdirde, faşist

unsurlar çeşit çeşit kılığa girerek her geçen gün yeni suçlar işler ve her zaman da parmak izlerini

kolayca kaybettirir. Ayrıca, 21. yüzyılda küreselleşme söylemlerinin perde arkasını anlayabilmek için

de faşizmi iyi anlamış olmak gerekiyor. Dünyanın hangi doğrultuda yol almakta olduğunu anlamak için

başlıkta yer verdiğimiz dört deyimin içyüzünü bilmek gerekir. Ancak bu sayede, pek çoğunu iyi niyetli

gördüğümüz fakat kavgacı bir üslup kullanan entelektüeller arasındaki gereksiz görüş ayrılıklarını

gidermek mümkün olabilir. Dikkat edilirse, her gün küreselleşmeye övgüler düzen, toplumsal

evriminin kaçınılmaz bir aşaması olarak tanıtan köşe yazıları yazan ve sık sık eskiye ait olanı faşizm

söylemiyle anan “gündelikçi yazarlar” vardır. Bunlar şimdiki durumda hükümete yakın çevrelerdir;

küreselleşme üzerinde her gün övgüler düzerler ve aynı zamanda, her fırsatta “Karl Marks, çağımızın

aşılamayan ufkudur”, derler.

Önce görsel bir kanıt öne sürelim: Aşağıdaki resimlerde üç ayrı kartal simgesi görülüyor. Her

üç kartal da pençelerinde bir şeyler tutuyor. Sol baştaki ABD’nin simgesi olan mavi kartal, ikincisi

Almanya’nın üçüncüsü ise İtalya’nın simgesi olan kartaldır. Birincisi Wilson ve Roosevelt Amerika’

sının, ikincisi Hitler Almanya’sının, üçüncüsü ise Mussolini İtalya’sının simgeleridir. Neden simgeler

neredeyse aynıdır? Çünkü her üç ülke de aynı zihniyetle yönetiyordu ve her üçünün de entelektüel

ilham kaynakları aynı kişilerdi. İşte size faşist yayılmanın açık görsel kanıtı!

Söze önce faşizmle en çok anılan Mussolini’den başlayalım.

ABD’de bir gazeteci, 1923’de, New York Times gazetesinde yer alan bir yazısında Mussolini’yi

şöyle övüyordu7: “Mussolini önce istediğini yapan ve bunun yasal olup olmadığını sonradan soran bir

Latin Roosevelt’tir. İtalya’ya büyük hizmetler yapmıştır.” 1926’da Mussolini ile röportaj yapan

Amerikalı bir gazeteci yazısında şöyle diyordu: “Diktatörle yönetilen hükümet şekli en güzel ve en

güçlü yönetim şekli, ama tabii doğru diktatörü bulursanız.” Yüksek tirajlı bir Amerikan dergisinde

1927 yılında düzenlenen bir ankette, dünyanın en büyük devlet adamı olarak birinci sıraya Mussolini

yerleşti. İkinci sırada ise Lenin vardı. Bu anket sayesinde, iki lider arasında fark görülmediği ve daha da

önemlisi, Amerikalı sol çevrelerin en itibarlı sosyalist liderinin Mussolini olduğu anlaşılmıştı.

İngiltere’de Churchill, Mussolini’nin yaşayan devlet adamları arasında en büyük yasa koyucusu

olduğunu söylemişti. Sigmund Freud ve Albert Einstein birlikte bir kitap yazmışlar ve Freud bir

Page 4: BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

4 4

nüshasını Mussolini’ye göndermişti. Üzerinde Freud imzasıyla şöyle yazıyordu8: “Yönetici ve Kültür

Kahramanını selamlayan bir yaşlı adamdan Benito Mussolini’ye.” Bir başka gazeteci, “Tanrı

Mussolini’yi İtalya’nın kaburgasından yaratmış”, diye yazmıştı. Lenin, Mussolini’yi İtalya’nın tek

gerçek devrimcisi olarak nitelerdi. Onu Rusya dışında yaşayan en radikal sosyalist olarak görürlerdi.

Dünya liderleri 1930’lu yıllarda modern bir devlet adamı görünümü kazanmak için Mussolini’yi taklit

etmeye çalışırlardı. Kısacası, dünyada Mussolini modası ortaya çıkmıştı.

Mussolini, 19. yüzyıla liberalizmin hükmettiğini, fakat 20. yüzyıla faşizmin hükmedeceğini

iddia ediyordu. Kendisi linç edilerek öldü ama itiraf etmek gerekir ki kehaneti doğrulandı. Onun için

faşizmin duçesi9 denir. Oysa o bu unvanı almadan önce sosyalist arkadaşları ona sosyalizmin duçesi

unvanı vermişlerdi. Cezaevinden çıktığında onun için bir hoş geldin partisi düzenlemişler ve orada

kendisini sosyalizmin duçesi ilan etmişlerdi. Daha sonra, Sovyetler Birliği ile yollarını ayırdıklarında

faşizmin sağcı bir hareket olduğu söylenir oldu. Mussolini buna şiddetle itiraz etmiştir. Kendisine

ilham veren ve ruhuna hitap eden hareketin sosyalizm olduğunu hep söylemiştir. Ona akşamları Das

Capital’den bölümler okuyan babası, anarşist eğilimli bir sosyalistti. Hatta daha da ötesi, Marks ve

Engels gibi Birinci Enternasyonal üyesiydi. Oğluna koyduğu bir karışlık isim de onun ideolojik yanını

olduğu gibi yansıtır: Benito Amilcare Andrea Mussolini. Benito, İtalyancada Benedetto’nun

İspanyolcadaki karşılığıydı ve kralı öldürüp yerine oturan Meksikalı bir devrimcinin adıdır. Amilcare

Cipriani ise anarşist sosyalistlerin önde gidenlerinden biriydi. Andrea Costa da öyleydi.

Adolf Hitler’in arka planına da kısaca bakalım:

Bir İngiliz genci Hitler’in iktidara geldiği yıl, Almanya’ya gider. Meyhanede tanıştığı bir işçi onu

evinde misafir eder. İngiliz genci evde gördüklerini ve işittiklerini şöyle anlatır10: “Duvarlarda

bayraklar, flamalar, fotoğraflar, posterler, sloganlar ve amblemler asılıydı. Ev sahibi adamın SA

üniforması tertemiz ve ütülü olarak bir askıda duruyordu… Ben her yanı dolu olan bu odada

klostrofobi11 duygusuna kapılacağımı söyleyince adam gülerek yatağın kenarına oturdu ve ‘dostum,

sen burayı bir de geçen sene görecektin!’, dedi. ‘Burası o zaman kızıl bayraklar, yıldızlar, orak çekiçler,

Lenin, Stalin ve Dünya Birliği İşçilerinin resimleriyle doluydu… Ama Hitler iktidara gelince onların

hepsinin yalan ve saçma olduğunu ve Hitler’in bizim adamımız olduğunu anladım. Evet, birden

anladım bunu!’ Adam parmaklarını şaklattı. ‘Şimdi de burası gördüğün gibi işte! Milyonlarca insan da

benim gibi yaptı tabii! Ama insanların bu kadar hızlı taraf değiştirmesi de şaşırttı beni!’ “

Oysa şaşıracak pek bir şey yok. Çünkü sosyalizmi, komünizmi, anarşizmi, liberalizmi hazırlayan,

kökende yer alan entelektüeller aynı kişilerdir. Bu yüzden birinden diğerine geçiş sırasında zorlukla pek

karşılaşılmamıştır. Başlangıçta Hitler’in rakibi olan Nazi ideologu Gregor Strasser düşüncelerini gayet güzel

özetlemiştir. Şöyle der12 : “Biz sosyalistiz. Ekonomik olarak zayıfları kullanan, haksız ücret sistemi

uygulayan, insanları ahlaksızca, sorumluluk ve performansları yerine zenginliklerine göre değerlendiren

günümüz kapitalist ekonomik sisteminin düşmanıyız ve ne olursa olsun, bu sistemi yıkmaya kararlıyız.”

Hitler’in Almanya’da denetim altına almaya çalıştığı sosyal alan soldaydı. Hem solu hem sağı yıkmak ve

Üçüncü Yolu iktidar yapmak istiyordu ki söz konusu yol sol söylemlerle bezenmişti. Gerçekten de Naziler

antikapitalist söylemler seslendirerek iktidara geldiler. Burjuvaziden, gelenekçilerden, aristokratlardan,

monarşistlerden ve kurulu düzene inanan herkesten nefret ederlerdi.

Hitler faşizmi icat edenin Mussolini olduğunu kabul ederdi. Günün birinde karşılaştılar. Hitler

ona Mainkampf’ı13 satır satır ezberinden okumaya başladı. Daha sonra Mussolini bu görüşmeyle ilgili

olarak şöyle demiştir: “Adam yedi nota çalan gramafon, parça bitince yeniden başlıyor.” Aslında

Hitler’in Mussolini’den örnek aldığı esas konu, kitleleri harekete geçirecek bir fikri savunmanın

önemiydi. Ama yanlış anlaşılmasın, onun için fikrin içeriği ikinci dereceden önemliydi; fikirlerin yararlı

olmasının nedeni, içinde barındırdığı gerçekler değil, istenen eylemi mümkün kılmasıydı. Biraz sonra

Page 5: BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

5 5

sıra ona da gelecek ama yeri gelmişken burada söyleyiverelim, ABD’de başkan Wilson da böyle

düşünürdü. Ona göre, neden bir araçtır, hiçbir zaman kalabalıklar için bir isteklendirme gücü olamaz…

Dağları yerinden oynatan neden değil, inançtır. Faşist çevrelerde, öncüllerinde ve bütün türevlerinde,

“sorun, sorun değildir”. Solun pratiğinde, sonuca gideceği umulan en kısa yolu izlemek ilkesi

önemlidir. Bu yüzden, yalan söylemek gayri ahlaki sayılmaz, savaş ortamında bir kurnazlık sayılır.

Savaşta meşru bir hile olarak değerlendirilir sadece.

Önce Hitler’i destekleyen ve sonra onu erken terk eden Nazilerden biri, Hitler hareketine,

“nihilizm14 devrimi” adını vermişti. Bu adama göre Hitler tam bir fırsatçıdır, sadakatten yoksundur,

güç sahibi olmak için her şeyi söyler ve yapar. Şöyle yazmış15: “Bu hareket ideallerden ve bir program

benzerliğinden bile yoksun. İçeriğinde sadece hareket var… liderler soğuk, hesaplı ve kandırıcı sözlerle

eylem planlıyor. Nasyonal sosyalistlerin anlık emirlerle yapmayacakları hiçbir şey yok, onların tek

kıstasları hareketi güçlendirmek.”

Bunların yanında, Hitlerin savunduğu fikirlerle Mussolini’nin fikirleri arasında bazı alanlarda

taban tabana zıt görüş ayrılıkları da vardı. Mussolini 1934’de şöyle yazmış: “Nazizm yüzde yüz ırkçı bir

hareket, her şeye ve herkese karşı. Dün Hıristiyan uygarlığına karşıydı, bugün Latin uygarlığına karşı,

yarın belki de bütün dünya uygarlığına karşı olacak.” Mussolini’nin derdi, aslında Germen ırkının

üstünlüğü iddiasını dillendiren Hitler’in haliyle Latin uygarlığını daha aşağı görmesiydi. Mussolini bunu

cevaplarken, iki bin yıl önce Sezar, Virgil ve Augustus yaşarken, Germenlerin okuma yazma bile

bilmediğini, kendi yaşantıları hakkında geride bir belge bile bırakamadıklarını hatırlatıyordu. Nazilerle

faşistler arasında Yahudilere bakış açısı bakımından da fark vardır. Mussolini Yahudi düşmanlığını

saçma görürdü. Partisinin üyelerinin çoğunluğu da Yahudi idi zaten. Söz konusu ilginin esas nedeni

sosyalizmin entelektüel kaynaklarının çoğunun Yahudi kökenli olmasıdır. Bunun yanında, İtalya’da bir

Yahudi soykırımı yaşanmadı. Yahudiler çok sonra, Almanlar İtalya’ya girince toplandı. Bir diğer fark da

şöyledir: Naziler, temel yapı taşı olarak ırk kavramını esas alırdı. Faşistler ise “ulus” kavramını esas

alırlardı ki komünistlere göre temel yapı taşı “sınıf”tır.

Şimdi de Amerika’da olan bitenlere bakalım.

Faşizmin özünde halkı askerleştirmek ve siyaset kurumlarını askerileştirmek düşüncesi yatar. Bu

temel özelliğinden yola çıkıldığında, 20. yüzyılın ilk faşist diktatörünün, 1913’de seçilen ABD başkanı

Woodrow Wilson (1856-1924) olduğunu kabul etmek gerekir. Mussolini ise 1922’de, Wilson’dan 9 yıl

sonra iktidara gelmiştir. Yani Mussolini’nin önünde Wilson’un 9 yıllık tecrübeleri vardı ve önünde duran

örnekten tam anlamıyla yararlandı.

Jonah Goldberg’in, Liberal Faşizm adlı kitabında faşizm olarak kabul edilebilecek bir yapının

ilk önce Amerika’da kurulduğu anlatılır. Ne var ki ona faşist denmez. İlerici denir. Daha doğrusu

faşizm tanımına giren bütün düşünce ve uygulamalarına rağmen Wilsoncular kendilerine ilerici

diyorlardı. Wilson, Hitler ve Mussolini tarafından daha sonra yapılan uygulamaların kat kat fazlasını

yapmış ama buna ilericilik denmiştir. Yüz binlerce gence rozet ve ellerine yetki belgesi vermiş ve

hepsini, insanları sindirmeleri için halkın üstüne salmıştır. Onun döneminde Amerika’da tutuklanan

muhalif sayısı Mussolini’nin tutukladığı muhaliflerden daha çoktur. Kendi halkını manipüle etmek

üzere propaganda bakanlığı kuran ilk devlet adamı da Wilson’dur. Onun başlattığı uygulama bir daha

hiç durmamıştır ve halen küresel çapta en ince ayarlı olarak yürütülmektedir.

Yirminci yüzyılın siyasi yapılanmasında önemli rol oynamış olan bu adam, aslında geri zekâlı

sayılması gereken bir kişiydi. Okula gittiği halde 10 yaşına kadar okuma yazma öğrenemediği bilinir16.

Amerika’nın gizli sahiplerinin –bu konuyu Kurtla Yiyip Çobanla Ağlaşanlar adlı kitabımızda inceledik- böyle bir tipe

ihtiyacı olduğu için politikada yükselebilmiştir. Wilson, ülkenin çok az sayıdaki süper zenginlerine yaslanarak

yükselmiştir. Onun güce tapma idealizmi o kadar güçlüydü ki, gücün, Tanrının dünyaya gönderdiği bir alet

olduğunu ve ona saygı gösterilmesi gerektiğini söylerdi. Ona göre Tanrının yanında olanların gücü artardı.

Page 6: BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

6 6

Wilson, “Tanrı evrensel olarak yapmak istediklerini devlet eliyle yapar”, derdi. Ona göre

devlet, Tanrı krallığına hizmet ederdi, Tanrının kutsal kılıcıydı, insan hiçbir zaman onun gücünden

kaçamazdı. Ona göre Amerika devleti Tanrının elinde bir araçtı. Tanrının planını gerçekleştirmek için

de Hıristiyanlığın iktidarını güçlendirmek gerekirdi. Sosyalist Mussolini, 1919 yılında yayınlanmış olan

bir yazısında onu şöyle göklere çıkartıyor17: “Wilson imparatorluğunun sınırları yok, çünkü o,

toprakları ya da bölgeleri yönetmiyor. O daha ziyade küresel ya da dünyevi sınırları olmayan insan

ruhunun ihtiyaçlarını, umutlarını ve inancını yönetiyor.” Bertrand Russell, dinle iktidar arasındaki

ilişkiyi şöyle ifade etmiştir18: “Din, pek çok biçimiyle, tanrıların iktidarın tarafında oldukları inancı

şeklinde tanımlanabilir.” Yirmi birinci yüzyılda bile, politikayı buna göre yürütmeye çalışanların

güçlenmekte olduğunu görüyoruz.

Wilson’un temsil ettiği ilericiler sosyal Darwinciydi19. Irk ıslahına inanıyorlardı20. Devletin, iyi

bir planlama yaparak saf ırka dayalı bir toplum inşa etmesini istiyorlardı. Bilindiği gibi, bunlar Hitler’in

savunduğu fikirler olarak bilinir. Oysa Hitler bunları Amerikan ilericilerinden öğrenmiştir. Irk ıslahı

konusunda Amerika’da yapılan çalışmaları, Amerikan Kalıtımla Islah Derneği başkanına bir mektup

yazarak istemiş ve gelen raporlar doğrultusunda kendi programını biçimlendirmiştir. Hitler, Yahudileri

kamplara toplamadan önce yüz binden fazla insanı kısırlaştırmıştı ve Amerikalılardan da yoğun alkış

almıştı. Üstelik bu pek yüksek bir sayı değildir; çünkü Amerika’da 10 milyona varan sayıda insanın

kısırlaştırılmasıyla ilgili bir program yürütülüyordu. (Bu konuları Arsızlık ve Kültür/Batının Kültürü Dış

Politikasını Nasıl Yönlendiriyor? adlı kitabımızda kapsamlı olarak inceledik.)

Almanya’da yürütülen sözde bilim olan ırkçılık, Amerikan tecrübeleri ve kuramları üzerine

temellendirilmişti. Sözde bilimsel anlayışa göre, eğer nüfusa bilim insanları müdahale etmezlerse, bu

takdirde toplum yanlış insanların egemenliğine düşebilirdi. Oysa ne yapıp etmeli ve üstün ırk olan

Arilerin topluma egemen olmasının önündeki engeller kaldırılmalıydı. Bu anlayış, ilericiliğin en önemli

argümanıdır ve bundan, çok fazla sayıda mazlum insan zarar görmüştür. Yukarıda sözünü ettiğimiz

Liberal Faşizm adlı eserinde Jonah Goldberg, 20. yüzyılın başında ortaya çıkan faşist hareketin,

“okyanus ötesinde” gelişen bir olgu olduğunu örnekleri ve belgeleriyle kanıtlamaktadır.

İlerici entelektüellere göre, uluslar, yenilikçi bilim insanları ve sosyal planlamacılar tarafından

yönetilmesi ve yönlendirilmesi gereken varlıklardı. İlericilerin önde gideni olan Bernard Shaw, “tek

temel ve mümkün olan sosyalizm, seçkin insan türünün sosyalleşmesidir”, derdi. Genetiği güçlü ve

soylu erkek yetiştirecek bir haraya ihtiyaç olduğu fikrini ortaya atan da Bernard Shaw’dır.

Wilson’a göre, “İlerici Irklar” gelişmiş hükümet sistemleriyle yönetilmeyi hak ediyordu; buna

karşılık gelişmemiş uluslar, geçerli ilerici ruha sahip olmadıkları için otoriter bir hükümete ihtiyaç

duyarlar. Bunlar Filipinler’in 21 ve Porto Rico’nun22 sömürgeleştirilmesi için aklama aracı olarak

kullanılan sözlerdir ki, günümüzde liberal demokrasiden söz ederken monarşilerin ve diktatörlerin el

üstünde tutulması, semirtilip desteklenmesinde aklama aracı olarak kullanılır. Çelişik görüntünün

aslında kendi içinde tutarlı olduğunu bu argümanla açıklarlar.

Özetlersek, 20. yüzyıla damga vuran Lenin, Mussolini, Stalin, Hitler ve Wilson hepsi birbirinden

etkilenmiş olan ve aynı zamanda birbirlerine örnek olan, faşizmin yollarını döşeyen siyasi çılgınlardı. Hepsinin

ilham kaynağı aynı entelektüellerdi. Bunların biri yukarıda sözünü ettiğimiz Darwin’di. Diğer ilham kaynakları

olan Nietzsche, özellikle geçmişten gelen kültür değerlerini küçük görmelerinde ve ırk ıslahı uygulamalarında

ortak referanslarıdır. Henüz 1880’de şöyle yazmış Nietzsche23: “Eğitim kötülerin, kusurluların, yozlaşmışların

yok edilmeleri yönünde olmalıdır.” Ona göre, ırkın bozulmaması için üreme iradesi bireylerin elinden alınmak

zorundaydı. Bunun yanında, “bazı insan türlerinin yok edilmesi” fikrini açıkça ifade eden de kendisidir. Bu

düşünceler önce Amerika’da uygulanmaya konmuş, “yaşaması gereksiz olan insanlar”dan sanki bilimsel bir

gerçekmiş gibi söz edilebilmiştir. Aslında İngiltere’de ve Almanya’da ortaya çıkan söz konusu yoz fikirler

Amerika’nın politik ortamında katalizör işlevi gördükten sonra Hitler tarafından Almanya’ya ithal edilmiştir.

Page 7: BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

7 7

“Zorunlu kısırlaştırma” uygulaması başlatılmış ve ardından da bazı ırkları yok etmek için harekete geçilmiştir.

Bu uygulamanın mağduru Çingeneler ve Yahudilerdir. Yahudilerin, faşizmin iktidarına hem İtalya’da hem de

Wilson Amerika’sında önemli katkılar yaptığı biliniyor. Ama Çingeneler tamamen masumdular, kendi

hayatlarını yaşıyorlardı, neler döndüğünden bile haberli değildiler belki. Günümüzde Yahudilerin soykırımdan

söz ederken Çingeneleri anmamasında ırkçı bir kültürden gelmiş olmaları gerçeği yatar.

Dünyanın gerçekte nasıl bir politik doktrine göre yönetilmekte olduğuna ışık tutabilecek gerçekler

kamuoyu tarafından bilinmez. Her şey gibi eğitim de ABD güdümlü olarak ayarlı görünmektedir. Mesela

Almanların SS’lerinden söz edilir ama Amerika’nın CCC’leri ve KKK örgütünden hiç söz edilmez. İşte

bu, propaganda megafonunun kimin elinde olduğunun belirlediği tipten bir “bile bile yanlış

bilgilendirme”, yani manipülasyondur. Nitekim ABD’nin demokrasi havarisi küresel işbirlikçileri SS’lere

veryansın ederler ama CCC’leri ve KKK’ları ağızlarına bile almazlar. Öyle yanlı bir eğitim almışlardır ki

bunların ne olduğunu bilmezler bile.

Üçüncü olarak ortak ilham kaynağı olan Hegel’e değineceğiz. Hegel, Tanrı-devletten söz

ederdi. Ona göre, tarih zaman içinde bir açılım sürecidir ve bu sürecin motoru da devlettir. Tarih

Felsefesi adlı kitabında şöyle yazmıştır: “Devlet gerçek anlamda var olan, idrak edilmiş olan moral

hayattır… dünyada var olan şekliyle kutsal fikirdir. İnsanoğlunun sahip olduğu her şeye değer; insan

tüm ruhsal gerçekliğe devlet kanalıyla sahip olur… devletin zaman içindeki hareketi Tanrının dünya

üzerindeki yürüyüşüdür”24.

Dikkat edilirse, Hegel’in kutsadığı devlet, 21. yüzyılda George W. Bush’un Evangelish+ projeleri

içinde yaşatılmakta olan devlet anlayışıdır. Öyle geçmişte kalan, şimdi terk edilmiş bir anlayış değildir. Bu

dala konan kimseler için zamanla aydınlanmış, eski fikirlerinden arınmış falan denemez. Bu fikirler, küresel

güçlerin beslenme biçimidir. Aynı şey, bunların rahle-i tedrisinden geçen herkes için geçerlidir. Siz

bakmayın ulus-devlet çöktü diyenlerin yaydığı fesada. Öldürülmek istenen “geçerli ilerici ruha sahip

olmayan ulusların” devletidir. Arilerin devletleri güçlendirilmesi gereken Tanrı-devletlerdir. Tanrının

yeryüzündeki egemenliğini korumak için Arileri güçlendirmek ve onlar aracılığıyla diğerlerinin devletlerini

bir bir ortadan kaldırmak, diğer halkları Tanrı-devletin yedeğine almak gerekir. Çevremize dikkatle

bakarsak, bu amaçla kimleri kullanmakta olduklarını hemen görmek mümkün olur.

Çarpık fikirlerin derinliğini göstermesi bakımından şu hususun da altını çizmek gerekir:

Küresel egemenlere göre, “her terörist, terörist değildir”, bazı teröristler yok edilmesi gereken

teröristlerdir ama bazıları özgürlük savaşçısıdır25.

George W. Bush, 40 yaşına kadar alkol bağımlısı bir kişiydi. Genel kültürü de buna bağlı olarak

neredeyse sıfır düzeyindeydi. Hayatında kitapla pek işi olmamıştı. Babasının sırtından geçinen tam bir

eyyam adamıydı. Bu adam başkan olunca, “Allah’ın kelamını” getirdiğini söyledi, “kutsal bir görev

aldığından” söz ederek işe başladı26. Bu söylemlerinde yalnız da değildir. Ona tembihlenmiş olan sözleri

konuşmaktadır. Nitekim Pentagon’daki bazı generaller onun bu hezeyanlarını destekleyen demeçler

vermekten çekinmemişlerdir.

Çok değil, 2009 yılına kadar, kendilerini dünyayı yönetmekle görevli sayan Evangelish’lerin söz

konusu sahte peygamberi dünyaya kendi anlayışına göre biçim vermeye çalışıyordu. Bu adam, “Haçlı

Seferleri başlıyor”, diyen son ABD başkanıdır. Ondan sonra Yahudi-Hıristiyan-Müslüman kırması olarak

sunulan Barack Hüseyin Obama başa geçti. Son başkan “İbrahimi dinler”in neredeyse hepsine birden

mensup bir örnek olarak sunuluyor. Ondan önceki söylemler de böyle değil miydi? Yahudiler ve Protestanlar,

+ Evangelishler, İncil ve Tevrat karışımından yola çıkarlar. Onlara göre, Tanrı tüm insanları aynı şekilde yaratmamıştır. İnsanları iki kategoriye ayırır; Yahudiler ve Yahudi olmayanlar. Tanrının bir dünyevi bir de dünyevi olmayan planı vardır. Dünyevi olan Yahudiler içindir. Uhrevi olan ise yeniden doğmuş (Evangelish) Protestanlar içindir. Öteki insanlar, mesela Budistler, Müslümanlar ve Evangelish olmayan Hıristiyanlar, Tanrı için önem taşımazlar.

Page 8: BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

8 8

zaten Evangelish mezhep çerçevesinde birlikte hareket ediyorlar, ortak uluslararası siyasi projeler peşinde

koşuyorlar, dekoru tamamlamak için işbirlikçiliğe yatkın buldukları Müslümanların da yanlarına gelmesine

itiraz etmiyorlar. “Ilımlı İslam” diyerek diğerlerinden ayırmaya çalıştıkları bunlar. İslam ülkeleri soyuluyor. Ne

kadar şiddetle soyulduklarını, Batılı bankalara yatırılan hırsızlama servetleri bir bir öğreniyoruz. Haksızlığa baş

kaldıranları ise “radikal İslam” diyerek namluların, güdümlü füzelerin, fosfor bombalarının hedefine

yerleştiriyorlar. Dünyayı yöneten “faşist” güçlerin, İslamofaşist dediği, işte bu, haksızlıklara başkaldıran

insanlar. Propagandalarını Taliban’ı, Usame bin Laden’i örnek göstererek aklamaya çalışıyorlar. Oysa her ikisi

de kendi yetiştirmeleri değil miydi? Üstelik bu konuda şüpheye yer yok. Bir zamanlar onları terörist

saymıyorlar, onlarla birlikte çalışıyorlardı. Şimdi onları terk ettiler ve ılımlı İslam söylemiyle iş görmeye

çalışıyorlar. Dün dündür, bugün bugündür, oldu.

3 Amerika‟da FDR [Franklin Delano Roosevelt]

adında bir diktatör var… Roosevelt, Senato ya da Kongre

kararlarından bağımsız emirler veriyor, hareket ediyor.

Artık onunla ulus arasında bir aracı yok. Parlamento,

partiler yok; bir tek parti, bir tek güç var. Tek bir ses

aykırı sesleri susturacak.

Benito Mussolini

Şimdi bir adım daha ilerleyelim ve günümüze doğru yol alırken, ABD’de Franklin Roosevelt

döneminin politika anlayışını ve uygulamalarını gözler önüne serelim:

Mussolini’den bir yıl önce dünyaya gelen Roosevelt de Hitler de aynı yılda, 1933’de iktidara

geldiler. Jonah Goldberg, adı geçen eserinde bunun rastlantı olmadığını söylüyor. Gerçekten de

rastlantı değil, çünkü her ikisi de kendilerinden önceki dönemin yıpranmış politikalarının hazırladığı

kaygan zeminde benzer yöntemler kullanarak iktidara ulaştılar. Her ikisi de “1929 Büyük Bunalım”

döneminin türevlerinden. Roosevelt radyoyu kullanarak iktidarı yakaladı. Hitler de bunu gördü ve

hemen onu taklit etti. Hem Alman hem de İtalyan gazeteleri Roosevelt’i göklere çıkarıyordu.

Öğrencilik yılları hakkında yazan hocalarına göre Roosevelt’in “kültürü pek derin değildi”. Bir

Alman gazetesi, 1934’de onu şöyle övüyordu27: “Roosevelt, Yeni Düzen programı sayesinde ekonomik

ve sosyal politikalarında Nasyonal Sosyalist fikirlere yer vererek, daha önce önlenemeyen çılgın piyasa

spekülasyonlarına son verdi.” Görüldüğü gibi, Naziler de Faşistler de ilerici Roosevelt’i kendileri gibi

düşünen biri olarak görüyordu.

Roosevelt, politikaya “ilerici” bir eyalet senatörü olarak atıldı. Hani şu sözünü ettiğimiz iddialı

ilericilerden biriydi. Politikadaki hamisi, ırkçı kafada olan donanma bakanıydı. Wilson yönetiminde

görev yapan bu adam, savaş yanlısıydı, savaşta keramet olduğunu iddia edenlerdendi. Roosevelt’i

bakan yardımcısı yapmıştı. Wilson’dan sonra Roosevelt politikanın dışında kaldı. İki dönem sonra

seçilen Başkan Hoover onun için “bukelamun gibi adam” diyordu. Roosevelt bunu belki bir zekâ

göstergesi olarak algılamış olabilir. Çünkü arkadaşına yazdığı mektupta, bir konuşması hakkında

“sanırım sağa meyilli olduğum hakkındaki sözleri engellemek için yeterince solda kaldığım konusunda

sen de bana hak vereceksin”28, diye yazmıştı.

Jonah Goldberg, söz konusu eserinde onun hakkında şöyle bir değerlendirme yapmış: “İki

insan ya da kuruma aynı görevi verip onları birbirine karşı kışkırtmak hoşuna giderdi.” Birbirine zıt

politik önerilerle karşılaştığında kendince doğru olanı seçmeye çalışmazdı. Önündeki iki öneriyi

uzlaştıran bir üçüncü yol bulmaya çalışırdı. Tutumu aynen faşistlerin ve Nazilerin kapitalistlerle

sosyalistleri uzlaştıracak bir üçüncü yol peşinde koşmalarına benziyordu. Onun anlayışına göre,

“politikalar tavizle yürütülür”dü ve bir fikrin değerini getirdiği sonuca göre ölçerdi. Bu, bir işi doğru ya

Page 9: BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

9 9

da yanlış yapmaktan çok farklı bir anlayıştır.

İşte böyle bir adam olan Roosevelt, hiç de entelektüel biri olmadığı halde bir kitap yayınladı. Söz

konusu kitabında Roosevelt, “Yeni Düzen”den söz ediyor ve geleceğe dair bir çerçeve program ortaya

koyuyor. Kitabın adı da “New Deal” zaten. Kitabı kimin yazdığı da pek anlaşılamadı. Ama okuyanlar

nasyonal sosyalistlerin yazdığı kitaplardan birçok paragrafın bu kitabın içine girdiğini söylüyor. Bir

eleştirmen kitabın birçok paragrafının bir nasyonal sosyalistin kaleminden çıktığını yazmış. Hitler,

iktidarının ikinci yılında ona bir mektup yazarak, Amerikan halkını düşündüğü için onu kutlamıştır.

Yeni Düzen yıllar geçtikçe gündemden düşmedi ya da düşürülmedi. Ağızlarda sakız oldu. Şimdi

ona “Yeni Dünya Düzeni” deniyor. Hitler’in ve Mussolini’nin derin bir hayranı olan “Liberal Faşizm”in

ateşli taraftarı İngiliz sosyalisti Herbert G. Wells, yazılarında “Yeni dünya düzeninin muhtemelen en

etkili iletişim aleti”29, diyerek Roosevelt’i yere göğe koyamazdı.

Uzun zamandan beri Amerika’da güçlü bir dindar sol oluşum ortaya çıkmıştı. Bir takım

papazların bazı radyo kanallarında milyonlarca dinleyeni olmuştu. Amerika dindar solunun önderi

sayılan ve 40 milyon dinleyeni olduğu iddia edilen bir rahip, radyo konuşmalarında, “Başkan

Roosevelt’i Tanrı yönetiyor, dualarımızın cevabıdır o”30, diyordu. Söz konusu radyo, Roosevelt’in Yeni

Düzen’i tanıttığı en etkili propaganda aracı haline gelmişti. Radyolarda anlatılan Yeni Düzen’in esas

argümanları düpedüz faşizmin argümanlarıydı. Hatta bu konuşmaları hazırlayanların, Mussolini’nin ve

Nazilerin yazılı metinlerinden alabildiğine faydalanıyorlardı. Mesela Almanya’da Naziler, İtalya’da

faşistler ve ABD’de Yeni Düzenciler savaşa aynı biçimde hararetli övgüler düzerlerdi. Jonah Goldberg,

her üç ülkede de paylaşılan savaşa dair ortak değeri şöyle ifade etmiştir31: “Sosyal planlayıcılar için

savaşın çağrışım yaptığı kavram zafer ya da ölüm değil, aslında seferberliktir. Özgür toplumlar

dağınıktır, organize değillerdir. İnsanlar rahatça istediklerini yaparlar ve ekonominin bir merkezden

yönetimi söz konusu olduğunda bu durum olumsuzluklar yaratır. Savaş uygunluk ve amaç birliği

sağlar. Normal davranış kuralları askıya alınır. Bu sayede yollar, hastaneler, binalar inşa edilir. Yerel

halktan ve kurumlardan üzerlerine düşen görevleri yapmaları beklenir.”

Roosevelt yönetiminin bürokratları Wilson döneminin, ne gibi işler yaptıklarını daha önce

söylediğimiz eski bürokratlarıydı. Yeni Düzen’in en önce belirtilmesi gereken özelliği hızla

silahlanmasıdır. Savaş ekonomisi, krizden çıkışın çaresi olarak halka pazarlanmıştır. Oysa o zamanlar

Hitler aynı politikaları gütmüyordu, yoksul düşen halkının refahını artırmaya odaklanmıştı. Yeni Düzen’in

ikinci önemli özelliği, halkın askerleştirilmesi, daha doğru ifadeyle sivil görünümlü bir askeri mekanizma

aracılığıyla baskı altına alınmasıdır. Üçüncü özelliği ise devlet örgütünün askeri ilkelere göre yürür hale

getirilmesidir. İşte Nazilerin SS örgütü paralelinde CCC (Sivil Korunma Teşkilatı) örgütünün kurulmasının

amacı da budur. CCC’ye 2,5 milyon genç çağrıldı ve onlara “paramiliter” eğitim verildi. Yani askeri eğitim

verildi ama orduya bağlı değildiler, doğrudan doğruya hükümete bağlıydılar. Ordu gücü yanında polis

gücü gibi. Bunlar Birinci Dünya Savaşı’nın askeri malzemeleri giydirilmiş birliklerdi. Çadırlarda yatıp

kalkıyorlar, kışlada işler nasıl yürüyorsa bunlarda da öyle yürüyordu.

Roosevelt’in yönetim anlayışının önemli özelliklerinden biri de durmadan yalan söylemesidir.

Siyasi eylemlerin insanlığın geleceğine ağır hasar veren bu çarpıklığına daha önce değinmiştik. Yalancılık

sistematik bir uygulamaydı. Yalancılığı, halkı yönetmeyi kolaylaştıran bir imkân olarak görüyorlardı.

Nitekim Roosevelt durmadan savaş çığırtkanlığı yaparak askeri harcamaları aklamaya çalışıyordu. Bu hal,

doğal olarak, başka ülkeleri de teyakkuz durumuna sevk ediyordu. Roosevelt’in tutumu, Avrupa’da askeri

harcamaların hızla tırmandırılması sürecini başlatanın ABD olduğu konusunda kuşkuya yer bırakmaz. Bir

başka deyişle, İkinci Dünya Savaşı’nın hazırlıklarını tetikleyenin ABD ve onun başkanı Roosevelt olduğunu

kabul etmeleri gerekir. Bu süreçte Hitler ikinci derece bir etkendir. Silahlanma yarışında öteki rakiplerinin

hepsini birden geçmiş olması onu birincilik katına çıkarmaz.

Roosevelt’in icraatları arasında bir de başında bir general bulunan NRA (Milli İyileştirme İdaresi) örgütü var.

Page 10: BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

10 10

Baştaki general bir demecinde şöyle diyor32: “Yeni Düzen’e uymayan Amerikalılar burunlarına bir yumruk

yiyeceklerdir.” NRA’nın simgesi olan Mavi Kartal, tüm şirketler tarafından kapılarına asılıyordu ve afişte “görevimizi

yapıyoruz” (we do our part) yazıyordu (bakınız: sayfa 3). Bu afiş vatanseverlik simgesiydi ama sıkıysalar asmasınlar,

demek daha doğrudur. Gamalı haç da Almanya’da aynı işi görüyordu. Mavi Kartal, bir pençesiyle şimşeği

yakalamış, diğer pençesinde dişli çark taşıyan bir simgedir. Nazi Kartalı ise pençelerinde gamalı haç taşımaktadır ki

gamalı haç da “görevini” istendiği gibi yapan iş yerlerinde ve kapılarda asılan bir simgedir.

Günümüzde ne zaman faşizmden söz edilse gamalı haç da hatırlatılır. Ama kimse çıkıp NRA

afişinden ve Mavi Kartal’dan söz etmez. Oysa gamalı haç artık yoktur ama “Yeni Dünya Düzeni”

söylemiyle Mavi Kartal ile simgelenen zihniyet halen küresel çapta iktidardadır. SS birlikleri 66 yıl önce

tarumar edilmiştir ama CCC’lerin her tarafa heykelleri dikilmiştir33. Üstelik bu örgütün fedailiğini

yaptığı zihniyet, ABD halkının kanını emenleri, aynı yöntemlerle küresel egemenliğe taşımaya çalışıyor.

Amerikan halkı, bu tür baskı politikalarıyla Amerikan tröstlerinin egemenliği altına sokuldu ki

söz konusu tröstler daha ince ayardan geçirilmiş aynı yöntemlerle günümüzde küresel egemenliği de ele

geçirmeye çalışıyor. Sosyo-kültürel ortamı tam tasvir etmiş olmak için şunu da eklemeyi unutmamalıyız:

CCC ve NRA Ari ırkın iktidarını kalıcılaştırmayı görev edinmişlerdi ve “yaşaması pek de gerekli

görülmeyenlerin” üstüne salınıyorlardı. Soğuk Savaş’tan sonra aynı zihniyet, bu kez, “geçerli ilerici

ruha sahip olmayan ulusların” üzerine yönlendirildi.

Soğuk Savaş döneminde ve ardından gelen yıllarda petrol ihraç eden Arap ülkelerinin hepsi bu tür

işbirlikçi diktatörlere yönettirildi. Irak, Suriye, Ürdün, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir onlarca yıl böyle

yönetildiler. Sonunda halk isyan etti. Bazı diktatörler kaçtı, diğerleri ise hala direniyor. Başında durduğu

ülkenin çapına göre, kimi diktatörün 5 milyar, kiminin de 50 milyar dolar çaldığı ve bu paraları yıllardan

beri Batılı bankalardaki kişisel hesaplara aktara geldiği ortaya çıktı. Bu uçuk soygunları yapabilmek için alt

kademelerde de hırsızları barındırmak gerektiğini hesap edersek, soygunun boyutları kat kat artar. Mesela

yoksul Mısır halkının, gerçekte 50 değil, 500 milyar dolarının çalındığını tahmin ediliyor. Bu paraların

hepsinin gün be gün sessiz sessiz Batıya taşındığı da işin çarpıcı diğer cephesi. Şimdi halk isyanlarda. ABD

ve orada üstlenen küresel güçler, isyancıları kendi yanına çekmek için, daha doğrusu yeni diktatörler bulup

desteklemek için her yolu deniyor. Onlar için önemli olan sorunun çözülmesi değil, zaman kazanmak.

Bu konular Kurtla Yiyip Çobanla Ağlaşanlar adlı kitabımızda daha geniş olarak yer verdiğimiz

konulardır. Burada sadece CİA yöneticisi Graham E. Fuller’in İslamsız Dünya adlı kitabından bir bölüm

aktarmakla yetinelim. Şöyle diyor Fuller34:

“ ’Emperyalizm’ terimi çok da yanlış sayılmaz aslında: Resmî Batı emperyalizmi tarihinin sona

ermesinden sonra bile modern çağda yeni emperyalizm biçimleri doğmuştur. Özellikle Orta Doğu’da

İngilizler, ‘bağımsızlığını’ yeni elde etmiş devletlerin çoğunun yönetimini elinde tutmak için buralara

göreve itaatkâr kişileri getiriyorlardı. Bu kişilerden ise, kendi halklarından destek görmeseler bile,

Batının ihtiyaçlarına ve önceliklerine karşılık vermeleri bekleniyordu. İran, Irak, Mısır ve Suriye’de Batı

yanlısı yöneticiler ile onların halkları arasındaki gerilimler kırılma noktasına ulaşıp bu kişilere askerî

darbelerin gerçekleştirilmesiyle devrimler yaşanmıştı. Benzer süreçler Cezayir, Libya, Tunus, Ürdün ve

Yemen’de de yaşanmıştı. O dönemden beri Arap dünyasının ve diğer bölgelerdeki liderlerin büyük

çoğunluğu Batı tarafından desteklenmekte, göreve seçimle gelmeyen bu kişiler, halkın destek

vermediği Batı yanlısı politikalar izlemekteydiler.”

Bu satırlar, tebliğimizin kaleme alındığı günlerde sürmekte olan ve “Arap Baharı” olarak

adlandırılan süreci hazırlayan gerçeklerin en yetkili ağızdan itirafı değil de nedir? Fuller’in adını andığı

ülkelerdeki Batılı efendilerine hizmet ederek iktidarda kalan liderleri ayakta tutan yasal güç, tek adam

yönetimini meşru gibi gösteren yasal düzenlemelerdir. Mesela Mısır anayasasını internet ortamında

incelemek mümkündür. Orada görülecektir ki, bu ülke, anayasa mahkemesi başkanı başta olmak

üzere bütün üst düzey yargıçları atama yetkisini elinde tutan Hüsnü Mübarek tarafından

Page 11: BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

11 11

yönetilmiştir. Hüsnü Mübarek, aynı şekilde, ordu komutanlarından üniversite rektörlerine, meclis

başkanından parti başkanına kadar bütün üst makamların iplerini elinde tutmaktaydı. Ama Mısır halkı

onun yönetiminden istifade edemedi. Bütün yetkisini Mısır’ı soymak için kullandığı anlaşılıyor; çünkü

Batılı bankalarda, biraz önce sözünü ettiğimiz gibi, 50 milyar dolar parası olduğu ortaya çıktı. Açıkça

anlaşıldığı gibi, Batılı ülkeler, onların çıkarlarına göre hareket eden liderlerin halkını soymasına ön

ayak olarak, açıkçası soygunu örgütleyerek iş görmektedir. Bunu sağlayan mekanizma da tek adam

yönetimini mümkün kılacak şekilde düzenlenmiş anayasadır.

Günümüzle ilgili bu kısa değerlendirmeden sonra tekrar kaldığımız yere, Roosevelt Amerika’

sına dönelim:

Yeni Düzen’in devlet memurları politikalarını benimsetebilmek için halka yoğun baskı

uygulamıştır. Mesela FBI’ın o zamanki görevi muhalif “görülenleri” derdest edip götürmekti.

Roosevelt’in militan örgütü NRA İdaresi yayınladığı bir kitapta, açık açık, Avrupa’daki oluşumlarla olan

paralelliğe vurgu yapmış ve “faşist prensipler Amerika’da gelişenlerle büyük benzerlik gösteriyor”,

diye yazmıştı. Hayrettir ki, bu kadar açık sözlülüğe rağmen, Amerika’nın yönetim anlayışının

Nazilerinki kadar acımasız bir baskıya dayandığının çok az insan farkında. Amerika’nın demokratik bir

örnek ülke olduğundan söz ediliyor. Ama halkının yarısı durumu çok iyi bildiği için sandık başına bile

gitmiyor. Hayatını bir elinde kredi kartı diğer elinde patates cipsi ile “tüketici” kalıbında sürdürüyor.

Roosevelt Yeni Düzen’i yerleştirmek adına dört kez üst üste başkan seçilmiştir. Eğer İkinci Dünya

Savaşı’nın sonlarında ölmeseydi (Nisan 1945), kendi kurduğu, aldatmaya ve yalana dayalı sistem sayesinde

belki defalarca seçilecekti. Ama gelen gideni arattı, demek durumundayız. Çünkü o ölünce yerine Truman

geçti. Bu adam KKK örgütünün üyesiydi. Yani Ku Klux Klan örgütünün35. Yeryüzünde atom bombası atarak

kitle imha çağını açan bu adamın kimliği üzerinde de durmak gerekir:

Truman Soğuk Savaşı başlatan, İsrail devletinin kurulmasını devlet protokol geleneklerine

uymadan tek başına, de facto olarak tanıyan, insanların üzerine atom bombası atılmasına ilk onay veren

(ve tek onay veren) kişidir. Soğuk Savaş döneminin bütün kötülüklerinin arkasında bu adam vardır.

Truman ABD senatosuna ilk kez 1935 yılında girdi. O zamanlar onu, “bir sahtekârın kuklası”

olarak görüyorlardı. Tom Pendergast adlı şaibeli bir kişinin desteğiyle seçilmişti. Bu kişinin adamları

belediye seçimleri sırasında sandık başında dört kişiyi öldürmüş, daha sonra siyaset kulislerinde ismi

dolaşan hiç kimse bu adamın desteğini kabul etmeye yanaşmamıştı. İşte Truman, bu kişinin böylesine

sıkıntılar yaşarken sahneye çıkardığı politikacıdır. Truman, 1926’da, aynı kişinin desteğiyle Jackson il

mahkemesine baş yargıç seçilmişti. Pendergast, bu süre zarfında eyalet çapında güç kazanmış ve

diktatörce bir egemenlik kurmuştu36. Böyle bir maziye rağmen Truman, senatoya girebilmiş ve hatta

Ulusal Savunma Araştırmaları Komitesi başkanlığına kadar yükselmiştir. Demek ki Roosevelt’in

silahlanma programında onun gözüne girmiş veya girmek için ne gerekirse yapmış görünmektedir.

Nitekim bir sonraki adımda Roosevelt’in yardımcılığına getirilmiştir.

Truman’ın başkan yardımcılığı görevi sadece 82 gün sürdü. Bu sırada Roosevelt ile yalnız iki

kez görüşebildi. Olacak bu ya! Roosevelt 12 Nisan 1945’de öldü ve başkanlık Truman’a kaldı.

Roosevelt’in hayatının son üç ayında nasıl sağlık sorunları yaşadığı hakkında herhangi bir bilgiye

ulaşmamız mümkün olmadı. Ancak yanılma payını da hesap ederek, sağlık durumunun hızla

bozulması üzerine, onu iktidara getiren güçlerin, kendi emelleri açısından başkanlık makamını Truman

gibi biriyle yedeklediklerini düşünüyoruz. Ayrıca Truman’ın milyonlarca etkili üyesi olan Ku Klux Klan

(KKK) örgütü ile olan yakınlığı da biliniyor. Söz konusu örgütün önde gelenlerinin Altın Çember

Şövalyeleri adlı mason locasının üyeleri olduğu da biliniyor. Yani Truman’ın, “yaşaması pek de gerekli

olmayanlar”a ne yapılması gerektiği hakkında önceden edindiği bir görüşü, yüklendiği bir misyonu

vardı. Nitekim atom bombası da Ari ırkın değil, sarı ırkın yani Amerika’nın Pasifik kıyılarındaki nüfus

bünyesinde ağırlıkları hızla artmakta olan sarı ırkın topraklarına atılmıştır.

Page 12: BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

12 12

Japonlar Pasifik’te Amerika’nın en güçlü rakibiydiler37. Eğer tam anlamıyla teslim alınamazlarsa

Amerika, doğusuyla batısı arasında büyük gelişme farkları olan bir yana sarı ırkın, diğer yana Ari ırkın

–ama siyahların yoğun nüfus baskısı altında bir Ari ırkın- egemenliği altında kalacaktı. Bu yüzden

Amerika’da Katılım Islah ideologlarının, Ari ırkın üstünlüğünün kaçınılmazlığına inananların, yaşaması

gerekmeyenlerin öldürülebileceğine aklı yatan ahlaksızların ağır basması yüzünden iki atom bombası

Japonların üzerine atıldı. Atom bombasının atılışıyla ilgili olarak yayınlanan eserlerde durumun doğru

değerlendirilmediğini düşünüyoruz.

Truman, Roosevelt’in ölümünün ardından başkanlık makamına kurulduktan sonra yapılan ilk

seçimi kazandı. Dünyanın bugünkü siyasi yapılanması bakımından taşıdığı büyük önem dolayısıyla bu

nokta üzerinde de durmak istiyoruz.

Seçimler yaklaşırken, Demokrat Parti yönetimi, Truman gibi düşük profil çizen bir adayla seçim

kazanılamayacağını düşünüyordu. Bunun için ondan seçimlerden çekilmesini istemişlerdi. Buna rağmen ne

dolap döndüyse partisinden aday gösterildi. Demokrat Parti’den adaylığı kesinleştikten sonraki ilk önemli

icraatı İsrail’in adeta gecekondu gibi ortaya çıkan kuruluşunu tanımasıdır. Bu olay, Truman’ın Ku Klux Klan

masonları ve Roosevelt’in Yeni Düzen ideologları yanında Musevi bağlantılarının da araştırılmasını gerektirir.

Truman’ın 1920’lerde bir tuhafiye mağazası vardı. Ortağı olan Ed Jakopson, güçlü Siyonist

görüşleri olan bir Yahudi idi. Bunun yanında, Amerikan Yahudi lobisinin Truman’ın seçim kampanyasına

seçimi kaybetmesinin neredeyse kesin sayıldığı bir sırada katıldığı da biliniyor. Truman, Yahudilerden önce

200 bin dolar istemiştir. Yahudiler “düdüklü tren kampanyası” düzenleyerek onun seçim kampanyasına

katıldılar. Tren her durduğu yerde yerel Yahudi önderleri tarafından karşılanıyor ve “mali ikmal”

yapıyorlardı. O sıralarda Amerikan iş çevrelerinde Truman’ın kazanacağına inanan kimse yoktu. Mesela bir

radyo konuşması için kendisinden istenen 60 bin doları bulamadığı, durumu öğrenen lobinin parayı

hemen gönderdiği biliniyor. Bugün Truman’ın seçim zaferinin tamamen Yahudilerin eseri olduğu

konusunda görüş birliği vardır. İsrail’i tanımış ve Yahudi lobisi varını yoğunu ortaya koyarak seçimi

kazanmasını sağlamıştır. Truman’ın seçimi kıl payı kazandığını da bu arada belirtmiş olalım.

Söz konusu başkanın tam adı Harry S. Truman’dır. Orta adı yerine konulan S’nin ne anlama

geldiği tartışmalıdır. 1995 Dünya Almanac’ında bu adın Shippe ya da Solomon olduğu ifade

edilmiştir38. Eğer Solomon ise anlamını herkes bilir. Ailesi bu adın Shippe olduğunu savunuyor.

Solomon olamayacağından söz eden kimse yok. Konunun üzerine gidilmemiş olmasına bakılırsa

soyunda Musevi bağlantılar olduğu gibi bir ihtimal de beliriyor.

İsrail’in tanınmasının ve Truman yeniden seçilmesinin ardından Soğuk Savaş başlatıldı.

Silahlanma yarışı giderek hızlandı. Yeni dönemin politikaları dört kez üst üste seçim kazanan

Roosevelt’in Yeni Düzen ideolojisi çerçevesinde oluşturulan ve uygulamaya sokulan, zaten ülkeye

iyice yerleştirilmiş olan politikalardı. Yeni dönemde eskiye göre fazladan olarak Yahudi lobisinin ön

almasını da burada dikkate almak gerekir. Bütün bu sıraladığımız nedenler sonucunda Orta Doğu kan

gölüne döndü. Olayların bu cephesini, Soğuk Savaşı Gözetlerken adlı kitabımızda inceledik. Söz

konusu kitapta Soğuk Savaş’ın 2000 yılına kadar olan seyrini görmek mümkündür.

4 Amerikan refah devleti, başından itibaren büyük ölçüde kalıtımla

ıslah projesine bağlıydı. Refah devleti sosyalizminin ilerici mimarları, modern

liberallerin yapacağı gibi, zayıfları kapitalizmin vahşetinden korumakla değil,

zayıfları ve uygun olmayanları ayıklayarak, Amerikan toplumunun Anglo-

Sakson karakterini muhafaza etmek ve güçlendirmekle ilgiliydi.

Jonah Goldberg, Liberal Faşizm adlı eserinden39

Tebliğimizin bu bölümüne birkaç sayfa önce bahsi geçen ilericilik deyimi ile başlayalım.

Page 13: BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

13 13

Felsefe Ansiklopedisi, ilericiliği, “toplumun gelişimsel evrimine ve ileriye doğru yenileşmesine

katkıda bulunma” olarak tanımlıyor ve “ilerlemeden yanalığı” dile getirdiğini söylüyor. Aynı kaynakta,

“belli bir anlamında” solculuk deyiminin anlamdaşı olduğu da belirtiliyor40. Jonah Goldberg de söz

konusu kitabında faşizmin hem liberaller hem de solcular tarafından ilerici bir hareket olarak

görüldüğünü söylüyor41. Eğer Yahudi katliamı olmasaydı, savaştan sonra ilericiliğin ideolojisi olarak

faşizm belki siyasi doktrinlerin merkezine kurulurdu. Faşist-Nazist ülkeler savaşı kaybedince, Batılı

entelektüeller faşizm deyimini kendi gündemlerinden düşürdüler. Peki, içeriği ne oldu? Yanlışlığı

anlaşılıp terk edilmedi. İmajı bozulduğu için sadece adı terk edildi ve içeriği piyasaya yeni sürülen cilalı

söylemlerin satır aralarına serpiştirildi ve yoluna devam etti. Daha önce “devlet düzeni için Nazi

diktatörlüğü gereklidir”, diyenler kendilerini aynı zamanda ilerici olarak tanımlayan kimselerdi. Faşizm

deyimini kendilerine yakıştırdıkları deyim olarak terk ettiler ama ilericilik yoluna devam etti. O kadar

tozpembe imajı vardı ki kimse onu da rafa kaldırmaya razı olmadı.

Bizim dikkat çekmek istediğimiz önemli bir husus da şudur: İlericilik, Türkiye’de de etrafa yaydığı

hoş kokular sayesinde tutunmuş bir söylemdir. Yukarıda yer verdiğimiz felsefe ansiklopedisinde yer alan

tanımlama bizim entelektüelimize pek cazip gelmiş ve sırf bu yüzden dillerden düşmez olmuştur. Kimse

sözcüğün Batıdaki içeriği üzerinde düşünmemiş, hatta işin bu yönü pek merak dahi edilmemiştir.

Batıdan tercüme edilen kitaplarda geçen, aslında çirkin bir geçmişi, insanlık namına kabul edilemez

plan ve programları olan bu deyim, Türkçeye çevrilirken, sanki bizim kendi kendimize yüklediğimiz

olumlu anlamı ifade ediyormuş sanılarak, “progressivizm” görülen yere “ilericilik” yazılarak bize

aktarılmıştır. Böylece bizim entelektüelimiz, Batılıların propaganda lokomotifine arka vagon olarak

eklenmekten başka bir şey olamamış, bir değer ifade edememiştir.

Elbette ki, biz de ilericilik deyimini kullanabilirdik ve ona esaslı bir de tanım getirebilirdik.

Buna hakkımız da vardı. Ama aynı deyimin Batıdaki karşılığı olduğunu sandığımız şeyin içyüzünü

merak edip araştırmalıydık. Böyle yapmadık. Çünkü neyin doğru ve neyin yanlış olduğu bizzat bizim

entelektüelimiz tarafından araştırılmadı. Batılı propagandacılar tarafından hazırlanmış propaganda

paketçikleri halinde bizim entelektüelimizin önüne, beslenme çantası gibi kondu. Yüzeyselliğimiz

burada da bize çok büyük kötülük yaptı. Kolaycı entelektüellerimiz metal hurufatla önlerine konmuş

metinlerin yanlış, hatta kötü niyetli olabileceğini aklına getiremedi. “İşbirlikçi tedariki peşinde koşan”

Batılı örgütlerin oyunlarına geldiler. İşte böyle böyle, kendi arasında görüş birliği oluşturamayan,

durmadan geçmişi tartışan yırtık bir kültürel ortam inşa ettik. Yirmi birinci yüzyıla bu ortamda

boğulmuş vaziyette girdik.

Yeni Dünya Düzeni deyimi de böyledir.

5 Kalıtımla ıslah yöntemi, sosyolojinin en

önemli, belirgin ve de gerçekçi dalıdır.

Liberal ekonominin duayeni sayılan John M. Keynes

Yeni Dünya Düzeni’ne başlangıç aşamalarında ilham veren güç, Birinci Dünya Savaşı

ortamında Wilson yönetiminin düşünce, söylem ve uygulamalarıydı. Faşist ve Nazist düşünce ve

uygulamalar, Amerika’nın Yeni Düzen anlayışına yandan kanıt olarak gösterilen ikinci derece

örneklerdi. Diğer yandan Hitler, iktidara gelmek için verdiği mücadelede Wilson’lu yılların Amerika’

sındaki “savaş sosyalizmi”ni Almanya’da hayata geçireceklerini vaat ediyordu. Almanya’dan bu sesler

yükseldikçe Amerikalı liberaller gururlanıyor ve Almanları “kalpten” alkışlıyordu. Amerikan halkına

dönerek Hitlerin yaptığı çıkışları anlatıyor, Almanya’da taklit edilmelerini, ne kadar haklı, ne kadar

doğru yolda olduklarının yeni kanıtları olarak sunuyordu.

O günlerin politika ikliminde göklere çıkarılan totalitarizm idi. Bu deyimin ilk dillendirildiği yer

Page 14: BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

14 14

ABD idi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İtalya ve Almanya da bu tecrübeyi örnek aldı ve bu yolda

cesaretlendi. Halkı da yanına çekti; çünkü halk Amerika’daki hızlı kalkınma ortamına imreniyordu.

Mussolini, bir totaliter devlet tanımı yaptı. Buna göre, totaliter devlet, herkesin ait olduğu, kabul

gördüğü, dışlanmadığı, korunduğu, bakıldığı, her şeyin devlet içinde olduğu bir sistemdi. Dikkat

edilirse, tanımın içinde demokrasi veya ifade özgürlüğü olarak nitelenebilecek bir söze yer yoktur.

Çünkü totalitarizmle birlikte diktatörlük de ortaya çıkar. Diktatörlük demek, tüm yörütme gücünü tek

elde toplamak demektir42. Bu haliyle de demokrasiye karşı olarak ileri sürülmüş bir deyimdir.

Bu siyasi sistemin işlemesinde, her şey, her türlü plan ve program “uzmanlar” tarafından

yapılacaktı. 1930’lu yılların başlarına kadar diktatör dendiğinde pek de iyi şeyler akla gelmiyordu. Ama

Roosevelt başkanlık seçimlerini kazanınca diktatörlük ilan etmesini isteyen gazeteciler ve sözde bilim

insanları ortaya çıkmıştı. Bunlar, Eski Roma’da olağanüstü hallerde tüm yönetim yetkilerinin altı ay süreyle

bir kişiye verilerek krizlerin aşıldığını söylüyorlardı. Onlara göre, Yeni Düzen’i oturtmak için diktatörlere

ihtiyaç vardı ve halk katındaki gelişmeler sıkı denetim altına alınmalıydı. Ne var ki, teklif edilen diktatörlük

öyle altı aylık falan değildi, sınırsızdı. Nitekim 16 yıl boyunca da örtük biçimde uygulandı.

Entelektüel taifesinin bu gibi telkinleriyle sağlanan aklamacı fikirlerle, Wilson devrinde de

Roosevelt devrinde de muhalif fikirlerini serbestçe ifade etmeye “yeltenen” entelektüeller ve politikacılar

gözetlendi, telefonları dinlendi, sıkıştırıldılar, rahatsız edildiler, ürkütüldüler, korkutuldular ve içlerinden

pek çoğu çeşitli bahanelerle hapse atıldı. Fikirlerin serbestçe yeşermesi için kurulduğu sanılan

üniversiteler iktidarın tam denetimi altına alındı. Bilim insanlarından meslektaşlarının “aykırı”

faaliyetlerini ihbar etmeleri istendi. Wilson, bu gibi amaçlarla halkın arasına 100 bin ajan salmıştı.

Roosevelt döneminde bunlar yeni iktidar saflarına da sızdılar ve üstelik sayıları 2,5 milyona ulaştı.

Rejim karşıtı olarak görülenleri korkutmak ve gerektiğinde dövmek için yetkilendirildiler. Basın, yalaka

gazetecilerin kazanç cenneti haline getirildi. Sanatçılar, yazarlar, bilim insanları Yeni Düzen

propagandalarına destek olmaları için zorladılar. Pek çoğu da fırsatı değerlendirmek amacıyla, bu işte

kişisel çıkar umarak gönüllü oldu.

Güncel değeri dolayısıyla şu telefon dinlemeleri üzerinde de birkaç cümleyle duralım: Muhalif

politikacılar ve halk üzerinde baskı rejimi kuran Wilson’dur ve Demokrat Partilidir. Onun

yöntemlerinden biri, yukarıda da belirtildiği gibi, halkın arasına saldığı 100 bin kişiyle muhalifleri

ezmekti. Daha sonra üç dönem Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayları seçimleri kazandı ve ardından

Roosevelt 1933’de Demokrat Parti adayı olarak seçildi. On iki yıl sonra Demokratlar tekrar başa

geçince demokrat bir düzen kurulmadı. Tersine halkı baskı altına alan ve denetleyen paramiliter

güçlerin sayısı 25 kat artırıldı. Telefon dinleme konusunda teknoloji epey ilerlemişti, bu fırsatla konu

yeniden gündeme geldi ve üstelik yaygınlaştırıldı. Salgın hastalık gibi, daha sonra gelen başkanlar da

bu yolu takip ettiler. Sonunda işin foyası çıktı. Cumhuriyetçi Parti’den seçilen Nikson’un adamları

Demokrat Parti’nin seçim bürosuna gizlice mikrofon yerleştirirken yakalandılar (1972). Watergate

Skandalı olarak tarihe geçen bu olayın tartışmaları 2 yıl sürdü. Tartışmalar bir türlü sona erdirilemeyince

Nikson istifa eden ilk başkan olma unvanını kazandı ama ABD girdiği bu yoldan yine vazgeçmedi. Uzaya

son derece gelişmiş bir uydu göndererek yeryüzünde yapılan bütün telefon konuşmalarını dinlemeye

başladı. Yirmi birinci yüzyılda çeşitli medya kuruluşlarında ve internette yayınlanan çeşitli telefon

konuşmalarının kaydını tutan gizli failler, aslında herkesin gözü önünde duran kimselerdir. Böyle bir yola

girecekleri yıllar önce Bilim ve Teknik Dergisi’nde manşet olmuş bir konudur.

ABD’de başlayan faşizmin, ilericiliğin, liberalizmin, Tanrı devletin, Yeni Düzen’in ve Büyük

Toplum idealinin geçmişini, kökenlerini, ilham kaynaklarını ve çeşitli siyaset okullarının birbiriyle olan

akrabalığının derecesini bu tebliğimizde kısaca özetledik. Daha önce yayınladığımız Kurtla Yiyip

Çobanla Ağlaşanlar adlı kitabımızda da Yeni Dünya Düzeni’nin küresel yapısını, örgütlenmesini, arka

Page 15: BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

15 15

planda hiçbir zaman halktan oy istememiş olan gerçek lider kadrosunu ele almış, sinema, üniversite,

medya, edebiyat, resim ve plastik sanatlar alanında işbirlikçi devşirme yol ve yöntemlerini, Soğuk

Savaş döneminin küreselleşme uygulamalarını anlatmıştık. Bu bakımdan bu tebliğimizi daha fazla

uzatmadan, söz konusu kitabımıza yeni bir ön yazı ilavesi olarak değerlendiriyoruz.

Tebliğimiz, esas itibariyle, İkinci Dünya Savaşı öncesinde ortaya çıkan egemen zihniyeti tanıtmak

için kaleme alınmıştır. Bir anlamda söz konusu kitabımızın eksiğini tamamladığımızı umuyoruz.

Son olarak şunu da ifade etmek istiyoruz:

Bu tebliğ, Türk entelektüellerinin Batıdan gelen propaganda broşürlerinden edinilmiş

izlenimlerle oluşmuş mitler aracılığıyla kamplara ayrılmasının ne kadar yersiz ve tutarsız olduğunu da

göstermektedir. Batı dünyasının kendine özgü sosyo-kültürel gerçekleri çerçevesinde bir anlamı, bir

temeli olan bir takım tartışmalar tercüme kitaplar aracılığıyla bizim gündemimize de taşındı. Oysa

Batıda bir anlamı olan söz konusu fikir cereyanlarının bizim ülkemizin gerçeğiyle ne kadar

örtüştüğünün değerlendirilmesini çoktan yapmamız gerekirdi.

Geçmişi bir kenara koyarak, gelecek adına da bir şey söylemek gerekiyor:

Türk entelektüelleri, bizi fikir kısırlığına düşüren nedenleri ortadan kaldırmak, düşünce

önündeki sanal engelleri aşmak zorundadır. Hem Türkiye hem de dünya, mazlum milletlerin davasına

kafa yoracak entelektüel çabalara ihtiyaç göstermektedir. Bunun Batı dünyasının içinden çıkacağını

ummak beyhudedir. Türk aydını fikir adına oraya buraya saçılan her şeyi yeniden gözden geçirip,

düşünme sanatının olmazsa olmaz inceliklerine riayet ederek, bu onurlu göreve talip olmalıdır.

NOTLAR 1 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 9

2 İngiliz edebiyatçısı George Orwell (1903-1950), 1949 yılında yayınladığı, asıl adı “Avrupa’da Son Adam” olan ve yayıncı şirket tarafından ilginç olsun diye 1984 adıyla piyasaya sürülen romanında tek parti yönetimindeki bir ülkede halkın propaganda ve beyin yıkama yöntemleriyle manipüle edilmesini anlatmaktadır.

3 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 10

4 Önemli Marksist teorisyenlerden biri olan Lev Troçki (1879-1940), Kızılordu’nun kurucusu ve komutanıydı. Bir anlamda Bolşevik İhtilali’ni sonuca götüren kişidir. Buna rağmen faşistlik suçlamasıyla damgalanmıştır.

5 İbrahim Okur, İkinci Binyılın Muhasebesi, 2. Cilt, 34, 35 ve 36. bölümler

6 Anarşizm, bir kurum olarak devlete düşman olan ve devletin görüldüğü yerde derhal yıkılması gerektiğini öne süren öğretinin genel adıdır. İkinci Binyılın Muhasebesi adlı kitabımızın 34. Bölümünde incelenmiştir.

7 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 33

8 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 33

9 Duçe, eskiden Venedik ve Ceneviz cumhurbaşkanlarına verilen isimdi. Sözlüklerde, lider, şef, komutan ve diktatör anlamlarını dile getirdiği de belirtilmektedir.

10 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 78

11 Klostrofobi, kişinin küçük ve kapalı yerlerde boğuluyormuş veya kapana kısılmış hissine kapılması anlamına gelir.

12 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 77

13 Mainkampf (Mein Kampf), Hitler’in Nasyonal sosyalist fikirlerini açıkladığı kitaptır. Cezaevinde yakın arkadaşı ve daha sonra partide Hitler’den sonra gelen ikinci adam olan Rudolf Hess tarafından kaleme alınmıştır.

14 Nihlizm, Latincede hiçlik anlamını dile getirir. Her türlü kültür değerinin toptan reddini esas alır. Konu, İkinci Binyılın Muhasebesi adlı kitabımızın 18. Bölümünde ortaya çıkış nedenleriyle birlikte incelenmiştir.

15 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 66

16 Jonah Goldberg, a. g. e. , sayfa 89

17 Jonah Goldberg, a. g. e., sayfa 226

18 Graham E. Fuller, İslamsız Dünya, Profil Yayınları, 2010, sayfa 53

19 Sosyal Darwinizm konusu, İkinci Binyılın Muhasebesi adlı kitabımızın 27. bölümünde incelenmiştir.

Page 16: BEŞİ BİR YERDE: FAŞİZM, LİBERALİZM, SOSYALİZM, İLERİCİLİK ve YENİ DÜNYA DÜZENİ

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

16 16

20

Irk ıslahı konusu, İkinci Binyılın Muhasebesi adlı kitabımızın 26. bölümünde incelenmiştir. 21

Filipinler İspanyol sömürgesiyken, kararlı biçimde bağımsızlık mücadelesi vermiş ve ABD desteğiyle İspanyolları kovmuş, buna karşılık, bağımsızlık ilan edince ABD bağımsızlığını tanımamıştır. Oysa Filipinliler tam bağımsızlıktan başka bir idare şekline razı değildi. Bunun üzerine ABD, ülkedeki konumunu aklamak için, metinde sözünü ettiğimiz ırkçı-ilerici politikalarına sarıldı ve “tam bağımsızlığı ve kendi kendine yönetmeyi gerçekleştirebilecek düzeye gelinceye kadar Filipinlileri eğitmek” üzere sömürgeleştirdiğini ilan etti. İlk iş olarak Federal Parti adıyla kendi güdümlerinde bir parti kurdular. Ama seçimleri Milliyetçi Parti kazandı (1907). Federal Parti adını değiştirdi ve İlerlemeci Parti adını aldı. Daha sonra da ismini bir kez saha değiştirerek Demokrat Parti adını aldı. Wilson yönetimi, Filipinli milliyetçilere karşı sözünü ettiğimiz söylemlerini aklama aracı olarak kullanarak yoğun biçimde işbirlikçilerini cesaretlendirerek mücadele etti.

22 Porto Rico, Florida açıklarında ABD’ye bağlı özerk bir ada devletidir. İspanyol sömürgesiyken, İspanya-ABD Savaşı’ndan sonra ABD’ye bırakılmıştır.

23 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 273

24 Jonah Goldberg, a. g. e. , sayfa 224

25 Kemal Akmaral, Ben Bush Evangelish Bush, Şimdi Kitap Kültür Sanat, 2005, sayfa 74

26 Kemal Akmaral, Ben Bush Evangelish Bush, Şimdi Kitap Kültür Sanat, 2005, sayfa 13/41

27 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 152

28 Jonah Goldberg, a. g. e. , sayfa 134

29 Jonah Goldberg, a. g. e. , sayfa 141

30 Jonah Goldberg, a. g. e. , sayfa 146

31 Jonah Goldberg, a. g. e. , sayfa 154

32 Jonah Goldberg, a. g. e. , sayfa 158

33 http://en.wikipedia.org/wiki/File:CCCWorkerStatueSantaFeNM.JPG

34 Graham E. Fuller, İslamsız Dünya, Profil yayınları, 2. Baskı, 2010, sayfa 271

35 Ku Klux Klan örgütü, Amerikan İç Savaşı’ndan sonra siyahlara karşı kurulmuş bir cinayet örgütüdür. Ari ırkın üstünlüğünü savunan ve diğer insanlara insanca yaşama hakkını çok gören ırkçı zihniyet tarafından bir “sivil toplum kuruluşu” (onlar sosyal kulüp diyor) olarak kurulmuş, Ari ırkın saflığı korumak ve karışmaları önlemek iddiasıyla her türlü vahşeti uygulamıştır (kırbaçlayarak öldürmek ve adam yakmak gibi). Örgüt ilk vahşi eylemlerini 1921 yılında, yani Wilson’un başkan olduğu dönemde yapmıştır. Wilson döneminde örgüt gücünün doruğuna erişmiş ve üyelerinin sayısı 4 milyonun üzerine çıkmıştır.

36 AnaBritannica Ansiklopedisi, 1994, 30. Cilt, sayfa 227

37 Bu konuyu, Japonya, Bir yükselişin Kısa Hikâyesi adlı kitabımızda inceledik.

38 The World Almanac and Book of Facts, 1995, sayfa 477

39 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 270

40 Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, 3. Cilt, sayfa 48

41 Jonah Goldberg, Liberal Faşizm, sayfa 14

42 Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, 1. Cilt, sayfa 318