36

Bilim, gerçeğe giden yolları aydınlatan ışıktır. Hacı Bektaş VELİturkboylarikonfederasyonu.org/yonet/dosyalar/34.pdf · 2020-01-02 · Dilde, Fikirde, İşte Birlik! Türk

  • Upload
    others

  • View
    14

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Di lde , F ik i rde , İ ş te B i r l i k !

Türk Boyları Konfederasyonu Kültür Dergisi Sayı : 34 KASIM 2019

"Bilim, gerçeğe giden yolları aydınlatan ışıktır." Hacı Bektaş VELİ

ISSN: 1306-4533

Dilde , F ik i rde , İ ş t e B i r l ik !

RK

B

OYLARI KONFEDERASYON

U

TÜRKB OY - 20 05

Yay

ın K

uru

lu

Türk Boyları Konfederasyonu Kültür Dergisi

“Ne Mutlu Türküm!..”Diyebilenlerin Sesi

Yayın Türü: Dört Aylık Yaygın, Süreli Yayın Konfederasyon üyelerine ücretsiz dağıtılır

Yayın Sahibi:Türk Boyları Konfederasyonu Adına

Durhasan KOCA

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:Arzu ÖZTÜRK

Editör:Nesrin GÜNEL İÇAY

Düzeltmen:Yusuf ŞAHİN

Av. Ahmet ÇELİKHukuk Danışmanı:

İrtibat:Mustafa TEKİN

Tel / Belgegeçer: 0312 4171275 E-Posta: [email protected]

Web: www.facebook.com/turkboylarıdergisi

Yönetim Yeri:Şehit Adem Yavuz Sokak No: 9/7

Kızılay / ANKARAISSN: 1306-4533

Türk Boyları, Basın Ahlak Yasası’na uyar. Dergide yer alan yazıların sorumluluğu

Yazarlarına aittir.

Tasarım ve Basım:

Baskı Tarihi:

Prof. Dr. Ata ATABEYSelahattin BAYSALFeyzullah BUDAKVedat ÇINAROĞLUProf. Dr. Necati DEMİRYavuz Selim DEMİRAĞProf. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUNProf. Dr. Baki ERDOĞANDr. Bahattin ERGEZER Prof. Dr. Ethem Ruhi FIĞLALIProf. Dr. Reşat GENÇDr. Ali GÜLER Prof. Dr. Abdurrahman GÜZELProf. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU Prof. Dr. Mustafa KAFALI Turgut ÖZBAYProf. Dr. Selahattin SARIProf. Dr. Cemalettin TAŞKIRAN Kadir TOSUNProf. Dr. Fikret TÜRKMEN Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ Ali YÜRÜK

Sayı: 34 (Kasım 2019)

15 Kasım 2019

Dostumuzla beraber, yaralanır kanarız,Her nefeste aşk ile yaratanı anarız.Erenler meydanına, vahdet ile gir de gör,Kırk budaklı şamdanda kırkımız bir yanarız.

Edep, erkâna bağlıdır, ayağımız başımız,Güllerden koku almıştır, toprağımız taşımız.Soframızda bulunan, lokmalar hep helâldir,Yiyenlere nur olur, ekmeğimiz aşımız.

HACI BEKTAŞ-I VELİ

MİKİ MATBAACILIK SAN. TİC. LTD. ŞTİ.İvedik Matbaacılar San. Sit. 1516/1 Cd.

No:27 Yenimahalle / ANKARATel: 0 312 395 21 28 ¬ www.miki.com.tr

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU34. SAYI2019

3

İÇİNDEKİLERTÜRKÜN TÜRKTEN

BAŞKA DOSTU YOKTUR

Durhasan KOCATürk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı

4 20

22

26

29

30

5

10

15

19

HACI BEKTAŞ VEL NİN D Ş NCE SİSTEMİNİ

OLUŞTURAN TARİHSEL S REÇ

Prof. Dr.Gıyasettin AYTAŞ

HAZAR İMPARATORLUĞU TARİHİ

Umut Berhan ŞENAraştırmacı, Yazar

NURSULTAN NA ARBAYEV İN

GÖREVİ BIRAKMASI (Sebepleri ve Sonuçları)

SADABAD PAKTI TEMMU

Diş Hekimi Nesrin GÜNEL İÇAYAnkara Yörükler Türkmenler Kültür

Derneği BaşkanıOğuz Boyu Kültür Dernekleri Federasyonu

Başkanı

GA İ MUSTAFA KEMAL ATAT RK N BALIKESİR AĞNOS

PAŞA CAMİİNDE OKUMUŞ OLDUĞU

HUTBE

Feyzullah BUDAKAraştırmacı, Yazar

ÖNCE KENDİMİ İ BİLECEĞİ

Rifat SERDAROĞLUSAĞLIK (E) BAKANI

IRK VE DİL ALLAH IN AYETİDİR

Salahattin BAYSALTürkiye Türkmenistan Dost-luk Derneği Kurucu Başkanı

YESEVİ DEN HACI BAYRAM A

İleti

Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL

CAHİL AYDIN OSMANLI OSMANLICA

Turgut ÖZBAYAraştırmacı, Yazar

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 34. SAYI2019

4

Durhasan KOCATürk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı

TÜRKÜN TÜRKTEN BAŞKA DOSTU YOKTUR

Başkandan

Biz ezelden beridir söylüyoruz. Türkün Türkten baş-ka dostu yoktur. Son Türk devleti Türkiye Cumhuriyeti-nin yıkılması, parçalanması için emperyalistlerin 40 yıldır destekledikleri PKK, PYD, YPG, İŞİD gibi terörist ör-gütlere karşı mücadele eden göz bebeğimiz Türk Silahlı Kuvvetlerinin başlattığı Barış Pınarı Harekatında bir daha görüldü.

ABD, Rusya, AB, Arap Birliği sözleşmişçesine üze-rimize geliyorlar. Bunların bir kısmı ile NATO müttefiki-yiz. Birilerine yandaş olabilmek için S-400 füzeleri aldık, nükleer santral yaptırıyor, milyarlar ödüyoruz. Birilerine din kardeşi diyoruz. Kendilerine yapılan saldırılara, zu-lümlere canımız pahasına göğüs geriyoruz. Ama hepsi nafile.

Şunu bilmeliyiz ki; Lavrens gibi İngiliz ajanları Müs-lüman dediğimiz Arapları her gün bize karşı kışkırtıyor-lar. Sayıları da her geçen gün artıyor.

Bize bağımsız bir ülke bırakan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında o zamanın çoban ateşleri olarak mücadele veren Kuvay-i Milliye’ye saldırılar düzenleyen Anzavur Ahmet gibi İngiliz uşakları, hainleri ülkemiz içinde faali-yetlerini sürdürmektedirler.

Bu kadar olumsuzluklara rağmen Türk Konseyi, “Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatı’nın terörizmle müca-deleye, Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanmasına, Suriyelilerin teröristlerin zulmünden kurtarılmasına ve yerlerinden edilmiş Suriyelilerin ana vatanlarına güven-li ve gönüllü geri dönüşleri için şartların oluşturulması-na katkıda bulunacağına olan umut ve inançla” Türkiye Cumhuriyeti’nin yanında olduklarını belirtmişlerdir.

Türk Konseyi Toplantısında ayrıca Türk dün-yasının aksakalı, Birliğin onursal başkanı Nursultan Nazarbayev’den gelen öneri ile Birliğin adı “TÜRK DEVLETLER BİRLİĞİ” olmuştur.

Konfederasyonumuzun ilkeleri ve amaçları arasında olan Türk dünyasının ortak alfabeye geçmesi ve Türk Ekonomi Birliği’nin kurulmasını sabırsızlıkla bekliyoruz.

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Türk’ün ebedi pa-rolasını şöyle anlatıyor.

Bu dünyadan göçerek Türk milletine veda edecek-lerin çocuklarına, kendisinden sonra yaşayacakları, son sözü şu olmalıdır.

Benim Türk Milletine, Türk Cumhuriyetine, Türk-lüğün geleceğine ait görevlerim bitmemiştir. Siz onları tamamlayacaksınız.

Sizde sizden sonrakilere benim sözümü tekrar ediniz; bu sözler, bir kişinin değil, türk ulusunun duygusunun ifadesidir. Bunu her Türk bir parola gibi kendinden son-rakilere devamlı tekrar etmekle son nefesini verecektir.

Yine Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Mc Carthy şöyle di-yor;

“Türkler Atatürk’e çok şey borçlu, eğer Atatürk ol-masaydı bir Türk Devleti hiçbir zaman olmazdı. Make-donya ve Bulgaristan’daki Türklere bakın, aynı kader

Anadolu’daki Türklerinde başına gelirdi.

Türk belki Özbekistan’da olurdu ama Trakya ve

Anadolu’da kalmazdı. 100 yılda tüm civar büyük coğ-

rafyadan sürülmüş ve katledilmiş Türklerin Konya

ovası’ndan sürülmeleri ve atılmaları ne kadar sürerdi sa-

nıyorsunuz.!

Ne Türk ne de Türkiye kalırdı, Mustafa Kemal sade-

ce ülkeyi kurtarmadı, Türk Milletini de kurtardı.

Bunun temellerini atan ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü minnetle, şükranla anarken,

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE! Diyoruz.

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU34. SAYI2019

5

Hacı Bektaş Velî, bir gönül eri olmasının yanında, Ahmed Yesevî gibi büyük bir muta-savvıfın manevi ocağında İslamın hayat düs-turlarını özümsemiş ve bu ocaktan aldığı ışığı etrafına yaymış ulu bir erendir. O, kişiliği ile Anadolu’nun inanç ve kültürel hayatına dam-gasını vurduğu gibi, onun adına izafeten za-manla teşekkül etmiş bulunan Bektaşîlik tari-katı ve teşkilatı da onun fikirlerinin ve manevi önderliğinin devam ettiricisi olmuştur. Bugün bile toplum hayatımızda hâlâ etkisini devam ettiren Hacı Bektaş Velî’de Allah aşkı ile in-san sevgisi en yüksek noktaya ulaşmıştır. XIII. yüzyılda, insanların birbirinin kanını akıttığı bir dönemde, onun oluşturduğu bu düşünce sistemi uzlaşma ve barış ortamını sağlamıştır.

Hacı Bektaş Velî’nin düşünce sistemini oluşturan tarihsel süreci gözden geçirmeden, onu bütünüyle anlamak mümkün değildir. Hz. Muhammed’in vefatından sonra ortaya çıkan gelişmeler, iki farklı görüşün doğmasına neden olmuştur. Hz. Ali’nin halifeliğini isteyenlerle, onun karşısında olanlar arasındaki ikilik İslam tarihinin en önemli meselelerinden biri olmuş-tur. Sürekli olarak muhalefette kalan Ehl-i Beyt ve taraftarları, Dört Halife Döneminden sonra iktidarı ele geçiren Emevi hanedanları-nın baskı, zulüm ve kıyımına uğramışlardır.

Emevi hanedanlığının oluşturduğu Arap asabiyeti, Türkler tarafından hoş karşılanma-mış, Türklerin İslamiyete girişleri önündeki en büyük engellerden biri olmuştur. Emevi Döne-minde Horasan valiliğine atanan İbn. Kuteybe, Türkistan halkını çoluk çocuk demeden kılıçtan geçirmiş olması da Türk halkında Emevilere karşı derin bir kinin olmasına neden olmuştur.

Hz. Hüseyin’in ve Ehl-i Beyt taraftar-

larının M. 681’de Kerbela’da katliama uğramaları üzerine, bu katliamdan kur-tulanlardan büyük bir kısmı Türkistan’a göç ederler. Emeviler tarafından mağ-dur edilen Ehl-i Beyt taraftarları ile Türk-ler arasında büyük bir yakınlaşma olmuştur.

Emevi saltanatının sona ermesinden son-ra başlayan Abbasi Döneminde İsfahanlı bir Türk köle iken satın alınıp yetiştirilen Ebu (Eba) Müslim Horasan’a gönderilir. Ebu (Eba) Müslim’in babası Horasanlı Esed, Ehl-i Beyt taraftarı olduğu için Haccac şehit etmiştir. Bu sırada üç yaşlarında olan Ebu Müslim’i ise Haccac tarafından gözlerine mil çekilen an-nesi Kelime büyütmüştür. Abbasoğullarından İbrahim’in hizmetine giren Müslim, verdiği mücadele neticesinde babasını katleden Eme-vi hanedanını ortadan kaldırmayı başarmıştır.

Ebu Müslim, Horasan ve civarındaki bölge-leri iki kez dolaşarak Abbasoğullarının fazilet-lerini Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt’e yakın-lıklarını asıl hilafet sahibi olduklarını, ayrıca Emevilerin yaptığı zulümleri işledikleri cina-yetleri ateşli konuşmalarıyla anlatarak Abba-soğullarından İbrahim’e halktan destek ister.

Abbasiler Döneminde Arap ordusunun safları arasına katılan Türkler arasında İs-lamiyet hızla yayılmaya başlar. Aynı yıl-larda Türkistan’a giden tüccarlar, Ehl-i Beyt’ten bahsederek İslamiyetin Türkler ara-sında yayılmasına katkıda bulunmuşlardır.

Türklerin Müslümanlığı kabul etmeleri bel-li bir zaman dilimine bağlı olarak gerçekleş-memiştir. Uzun bir zaman dilimine yayılan bu süreci doğru değerlendirmek gerekmektedir. Şehir merkezlerinde bütün şartlarıyla benim-

DEĞERLERİMİZ

HACI BEKTAŞ VEL NİN D Ş NCE SİSTEMİNİ OLUŞTURAN TARİHSEL S REÇ

Prof. Dr.Gıyasettin AYTAŞ

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 34. SAYI2019

6

DEĞERLERİMİZ

senip yerine getirilen İslami yaşayış biçimi, göçebe toplulukları arasında ise gelenek ve göreneklerle özdeşleştirilerek benimsenmiş-tir. İslamiyetin Türkler arasında benimsen-me tarihi olarak genellikle M. 960 gösterilir. Türk Hakanı Satuk Buğra Han’ın himayesin-de 200 çadırlık bir Türkmen topluluğunun bu tarihte Müslüman olduğu bilinmektedir.

X. yüzyıldan itibaren Türkler arasın-da hızla yayılan İslam dini, Türk milleti-nin hayatında daha önce benimsedikleri inançlardan çok farklı bir etkiye neden ol-muştur. Bu yayılmada ilmî ve ticari faali-yetler önemli rol oynamıştır. Medreselerde yetişen ilim ve tasavvuf erbabı dervişler, ti-caret kervanları ile birlikte gezerek İslami-yetin esaslarını geniş kitlelere anlatmışlardır.

Türklerin İslamiyeti kabulünden önce “bil-ge, lider” gibi sıfatlara sahip olan inanç önder-leri, İslamiyetle birlikte “eren” adını aldılar. Bu erenlerin başında yer alan Hoca Ahmed Yesevî, XII. yüzyılda Türkistan’da kurduğu Yesevîlik tarikatı ile başta Türkistan olmak üzere, Asya, Avrupa ve Afrika’ya kadar bir-çok bölgede etkili olmuştur. Sekizinci İmam Ali ibn-i Musa el-Rıza’dan icazet alan Yesevî, Yesi şehrinde birçok öğrenci yetiştirmiştir.

Hoca Ahmed Yesevî’nin etkisinde gelişi-mini sürdüren Türk tasavvuf geleneği, batıya doğru yönelerek Anadolu coğrafyasında mey-velerini vermeye başlamıştır. 1071 Malazgirt Zaferi, Türkmenlerin Anadolu’ya yönelişle-rinde temel kırılma noktası olarak kabul edilir. Bu tarihten itibaren Anadolu’yu kesin olarak yurt edinen Türkler, aynı zamanda erenle-riyle de gönül fethini gerçekleştirmişlerdir.

Türkmen dervişleri Anadolu’ya dört grup hâlinde gelmişlerdir. Bunlar,

1. Anadolu gazileri,

2. Anadolu ahileri,

3. Anadolu abdalları,

4. Anadolu bacılarıdır.

Bu dervişler, dinî önder olmanın yanın-da Türkmen topluluklarının iskân ve yerleşi-minde de önemli rol oynamışlardır. Boy, oba, aşiret ve oymak şeklinde örgütlenen Türk-men erenleri, bir yönü ile sosyal, bir yönü ile de dinî lider konumunda olmuşlardır. Türk erenleri Anadolu’da dinî-sosyal hayatın be-lirleyicisi olmanın yanında, Türk nüfuzunun korunmasında ve Türk hâkimiyetinin temin edilmesinde de stratejik görevler üstlenmiş-lerdir. Anadolu’daki Türk siyasi ve askerî temsilcileri üzerinde güçlü nüfuz oluşturan Türkmen dede ve babaları, Türk idarecileri-nin sevgi ve saygılarını da kazanmışlardır.

İnsana en yüce değeri veren Horasan eren-leri, insancıl davranışları ve barış dolu, hoş-görülü, üstün kişilikli dünyaları ile sadece Türkler arasında değil, Müslüman olmayanlar üzerinde de etkili olmuşlardır. İnsanı sevmek; ona sevgiyle yaklaşmak, yaratanı sevmek ve ona muhabbetle yaklaşmak demektir. Gönül kırmayı, “iki cihanda bedbaht olmak”la eş tutan bu anlayışa bağlı olan Horasan eren-leri, hoşgörü iklimini Anadolu’ya yayarak engin bir gönül deryası oluşturmuşlardır.

Anadolu topraklarında gelişen hoşgörü-nün kaynağını bulmak için, tarihin derin-liklerine uzanmak, İslamın Orta Asya’da yayılışına, oradan XI. yüzyıla, Ahmed Yesevî’ye, Ahmed Yesevî’den Hacı Bek-taş Veli’ye uzanan çizgide olgunlaşan öğ-retinin temellerini bilmek gerekmektedir.

Tarihleri boyunca farklı dinlere önyargıy-la bakmamış olan Türkler, İslamla tanıştıktan sonra da bu anlayışlarını terk etmemişlerdir. Türklerin İslamiyetle tanışmadan önce sahip oldukları inanç sistemine ait bütün bu ögeler, İslam inancının benzer özellikleriyle kayna-şarak farklılıkların çatışma değil, kaynaşma aracı olarak kullanılabileceğini ortaya koyar.

Ahmed Yesevî ve onun öğrencileri, düşün-celerini ve inançlarını yayarken herkesin an-layabilecekleri bir dil ve anlatımı kullanarak

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU34. SAYI2019

7

DEĞERLERİMİZ

büyük başarı elde etmişlerdir. Yüzyıllardır var olmaları ve bu varlıklarını sürdürmelerinin al-tında bu anlayış yatmaktadır. Hacı Bektaş Velî, bu anlayışın başta Anadolu olmak üzere, dünya-nın birçok bölgesinde yayılmasını sağlamıştır.

Hacı Bektaş Velî’yi doğru anlamak için onun yaşadığı yüzyılın genel özelliklerine kı-saca bakmak yararlı olacaktır. XIII. yüzyıldan itibaren Türkler akın akın batıya doğru yönel-mişler ve bu yönelişin ilk öncüleri de dönemin alperenleri olmuşlardır. Eski Türklerde kahra-man, bahadır, yiğit anlamına gelen alplik sıfa-tı, İslamiyetin kabul edilmesi ile birlikte ermiş, erişmiş, iyi yetişmiş, vasıl olmuş anlamına ge-len erenlikle birleşerek yeni bir anlam kazan-mıştır. Alperenler, bu özellikleri ile hem temsil ettikleri toplumun lideri hem de inanç önderi ol-muşlardır. Alperenler madde ve manada, cenk ve cesaretle, sevgi ve merhametle, insanlığa hizmeti ön planda tutarak destanlaşmışlardır.

IX. yüzyıldan itibaren İslamiyetin Türk-ler arasında benimsenmesinde alperen kim-liği taşıyan önderlerin rolü olduğu bilin-mektedir. Buhâra ve Semerkand’da yetişten bu dervişler, İslamiyeti yeni tanıyan göçe-be Türk topluluklarına sevdirmede, onla-rın dilini ve kültürünü kullanarak etkili ol-muşlardır. Böylelikle de İslamiyet, Türkler arasında daha hızlı bir şekilde yayılmıştır.

Horasan alperenlerinin piri olarak kabul edilen Hoca Ahmed Yesevî, Türk kimliğini İs-lam kültürü ile harmanlayarak özel bir düşünce sisteminin öncüsü olmuştur. Düşüncelerini ge-niş kitlelerin anlayacağı Türkçe şiirler ile an-latan Yesevî, yetiştirdiği yüzlerce talebesiyle başta Anadolu olmak üzere, çok geniş bir coğ-rafyada ocaklar uyandırmıştır. Moğol istilası sırasında Anadolu’ya gelen Ahmed Yesevî’nin öğrencileri, büyük bir karmaşa ve korku içinde yaşayan insanlara umut olmuşlardır.

Bu dönemde, Türklerin bir güç olarak Hris-tiyan âleminin karşısına çıkması, onları korku ve telaşa sevk etmiş, kendi aralarında Haçlı

birliğini oluşturarak Türklere karşı savaş aç-mışlardır. Haçlı Seferleri olarak adlandırılan bu savaşlar, Anadolu’da büyük siyasi ve sosyal çalkantılara neden olmuştur. XIII. yüzyıla ge-lindiğinde Anadolu, bir yandan siyasi çalkantı-larla boğuşurken diğer yandan kültür faaliyet-lerine devam etmiştir. Bu dönemde, bir taraftan klâsik medrese anlayışına tabi bir anlayışı be-nimseyenler Arap ve Fars kültürünü yayma-ya veya bu anlayışı hâkim kılmaya çalışırken diğer taraftan Türk dervişlerinin Horasan’dan getirdikleri samimi İslam anlayışını yaydıkları görülmektedir. Türklerin ikinci grubu daha çok benimsedikleri ve onların düşüncelerinden etki-lendikleri görülmüştür. Türk dervişlerinin dile getirdikleri halk inanç ve kültürünün özünü or-taya koyan söyleyişleri, Türkler arasında daha büyük bir dinamizm kazandırmıştır. Hacı Bek-taş Velî bu dinamizmin kazanılmasında önemli bir rol üstlenmiş, Türk kimliğinin ve düşünce sisteminin önderlerinin başında yer almıştır.

Hayatı ve yetiştiği dönemle ilgili bilgilerin kimi zaman birbiriyle çeliştiği Hacı Bektaş Velî hakkında kaleme alınan eserlerin hemen tama-mında iki ana başlığın yer aldığı görülmek-tedir. Bunlardan birincisi, onun söylencelere dayalı hayatı, diğeri de tarihsel kayıtlara bağlı olarak ele alınan geçmişidir. Her iki kaydın da tartışmasız olarak ortaya koyduğu husus, onun Horasan’dan Anadolu’ya gelmiş olmasıdır.

Hacı Bektaş Velî ile ilgili bizi aydınlatan kitaplar arasında Velâyetnâme gelmektedir. Bu eserin bize bildirdiğine göre, kendisi Ho-rasan hükümdarı İbrâhimü’s-Sânî Seyyid Muhammed’in oğludur. Kendisi Hoca Ah-med Yesevî’nin öğrencilerinden olan Lok-man Perende’nin yanında eğitim görür. Eği-timini tamamladıktan sonra Lokman Perende tarafından Anadolu’ya gönderilir. Lokman Perende’nin “Müjde olsun ki Kutb’ül-aktâblık senindir; kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye dek bizimdi, bundan sonra senindir. Biz bu yok-luk yurdunda çok eğlenmeyiz, âhirete gideriz. Var, seni Rûm’a saldık, Sulucakarahöyük’ü

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 34. SAYI2019

8

DEĞERLERİMİZ

sana yurt verdik, Rûm abdâllarına seni baş tâyin ettik.” demesiyle, Hacı Bek-taş, Anadolu’ya gelmek için yola çıkar.

Hacı Bektaş Velî, söylenceye göre Anadolu’ya barış ve hoşgörünün sembolü ola-rak güvercin donunda, Lokman Perende’nin attığı yanan dal parçasını takip ederek ge-lir. Kendisinden önce gelen Horasan erenle-ri, onu kıskanırlar ve engellemek için çeşitli tedbirler alırlar; ancak başarılı olamazlar. Çok kısa bir sürede halk tarafından tanınan Hacı Bektaş, etkisini her geçen gün artırır.

Hacı Bektaş Velî, Sulucakarahöyük’e yer-leştikten sonra, eğitim faaliyetlerine de hız vermiştir. Söylenceye göre Hacı Bektaş, otuz altı bin halife yetiştirmiştir. Kendisi ahirete göçünce öğrencilerinden her biri, Hacı Bektaş Velî tarafından görevlendirildiği yere gittiler. Bunlardan bazıları şunlardır: Cemâl Seyyid, Sarı İsmail, Hacım Sultan, Baba Resûl, Pîr-âb Sultan, Recep Seydi, Sultan Bahâeddin, Yah-ya Paşa, Barak Baba, Ali Baba, Saru Kadı, Atlas-puş Sultan, Dust-ı Hudâ ve Hızır Sâmit.

Hacı Bektaş Velî’nin yaşamı gibi Hakk’a yürümesi de şöyle rivayet edilmektedir. Sarı İsmail’i çağırarak ona: “Sen benim has hali-femsin, bugün perşembe, ben bugün ahirete göçeceğim. Göçünce kapıyı ört, dışarı çık. Çi-ledağı tarafını gözle, ordan bir boz atlı gelecek, yüzünde yeşil örtü olacak. Bu zat atını kapıda bırakıp içeri girecek, bana Yasin okuyacak. Attan inip selam verince selamını al, onu ağır-la. Hülle donundan kefenimi getir, o beni yı-kar. Beni yıkarken su dök, ona yardım et. Ce-viz ağacından tabut yapar, beni tabuta koyun, ondan sonra beni gömün. Sakın onunla söyleş-meyin. Dünya hâli budur, gelen gider. Sen de hizmet et, sofra yay. Himmet dilersen cömert-likte bulun. Benden kisvet giyen her mürit konuk istesin, konuğa hizmet etsin. Kimsenin yatan itini kaldırmasın, kimseye karşı ululan-masın, hased etmesin. Ölümümden sonra bin koyunla, yüz sığır kurban et, bütün halkı çağır. Hizmet et, onları doyur. Yedinci ve kırkıncı

günü helva dağıt. Korkma, erin harcı eksil-mez. Ne kadar muhib ve mürit varsa davet et, onları topla. Öğüt ver, sakın ağlamasınlar. Bir halifem de Barak Baba’dır. Gerçek bir erdir, ona da söyleyin Karasi’ye varsın, Balıkesri’ye gidip orayı yurt etsin.” der. Hacı Bektaş Velî bunları söyledikten sonra, Tanrı’ya niyazda bulundu. Peygamber’e salavat getirdi. Kendisi için Yasin okudu ve Hakk’a yürüdü. Sarı İs-mail, vasiyet gereği Hünkâr’ın yüzünü hırka-sıyla örttü. Halvetin kapısını çekip dışarı çıktı. Hünkâr’ın muhipleri ve müritleri, dört bir yan-dan gelerek ağlaştılar. Derken bir de baktılar ki, Çiledağı tarafından bir tozdur koptu. Bir anda yaklaştı, Hünkâr’ın dediği gibi bu zatın elinde bir mızrak vardı. Yüzüne yeşil örtü ört-müştü. Altında da tarife uygun olarak boz bir at vardı. Erenlere, mürit ve muhiplere selam verdi. Selamını aldılar. Mızrağını yere dikti. Atından inerek doğruca halvete girdi. Kendi-siyle beraber içeriye yalnız Sarı İsmail girdi. Kara Ahmed kapıda durdu. Kimseyi içeriye sokmadı. Sarı İsmail, su döktü, yüzü örtülü er yıkadı. Yanındaki hülle donlarını kefen yaptı. Tabuta koyup doğruca musallaya götürdüler. Boz atlı er imamlık etti, erenler de saf olup ona uydular. Cenaze namazı kılındı, götürüp me-zara koydular. Boz atlı, erenlerle vedalaştık-tan sonra atına atlayarak yürüdü. Sarı İsmail, “Acaba bu kim?” diye merak etti. Eğer Hızır ise görüştüğüm için tanımam lazımdır deyip ardından koştu, yüzü örtülü ere: “Namazını kıl-dığın, yüzünü gördüğün er hakkı için; kimsin, bildir bana.” dedi. Boz atlı er, Sarı İsmail’in yalvarmalarına dayanamadı ve örtüsünü açtı. Sarı İsmail’in karşısında duran, Hacı Bektaş Velî’nin kendisinden başkası değildi. Sarı İs-mail atının ayağına düşüp yalvardı: “Lütfen erenler şahı! Otuz üç yıldır hizmetindeyim, kusurum var seni bilememişim, suçumu ba-ğışla, dedi.” Hünkâr: “Er odur ki, ölmeden ölür, kendi cenazesini kendi yıkar. Sen de var buna gayret et.” dedikten sonra Çiledağı’na yönelip gözden kayboldu. Rivayete göre, Hacı Bektaş Velî vefat ettiğinde 63 yaşındaydı.

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU34. SAYI2019

9

DEĞERLERİMİZ

Hacı Bektaş Velî’nin söylenceler dışında tarihsel kimliği ile ilgili elde bulunan bilgi-lerin de yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Ondan bahseden eserlerin başında Eflâkî Dede’nin “Menâkıbu’l-Arifîn” adlı eseri gelmektedir. Eflâkî, eserinde Hacı Bek-taş Velî’nin Baba İshak’ın halîfesi olduğu-nu söyler. Taşköprülüzâde Ahmed ise onu I. Murad (1362-1389) devri bilginleri arasın-da sayar. Gelibolulu Âlî Bey ise, onun Or-han Bey (1326-1362) zamanında yaşadığını söyler. Tarihi kayıtlar genel olarak incelen-diğinde Hacı Bektaş Velî’nin XIII. yüzyı-lın ikinci yarısında yaşadığı anlaşılmaktadır.

Hacı Bektaş Velî’nin kendisine ait oldu-ğu kabul edilen eserler sırasıyla şunlardır:

1-Kitâbü’l-Fevâ’id

2-Fâtiha Sûresi Tefsiri

3-Besmele Şerhi

4- Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniy-ye

5-Makalât

Bu eserlerle ilgili olarak her bir bö-lümde ayrı ayrı bilgi verileceğinden, bu-rada eserlerin içerikleri ile ilgili ayrın-tıya girmeyi gerekli görmemekteyiz.

Hacı Bektaş Velî’nin eserlerine genel ola-rak bakıldığında İslamın özünü esas alan bir anlayış ve algılayışa sahip olduğu görül-mektedir. Bu eserler, dilimiz ve kültürümüz açısından oldukça önemlidir. Hem Türk dü-şünce hayatının sistemleşmesinde hem de Anadolu’nun manevi dünyasında etkili olan bu eserler, etkisini günümüzde de göstermektedir.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

Ahmet, Eflâkî (1963): Menâkıb-ı Arifin (çev. Tahsin Yazıcı), C:I, İstanbul.

Âşıkpaşa-Zâde, (1985): (Haz. Nihal At-sız), Âşıkpaşaoğlu Tarihi, Ankara.

Claude Cahen, (2001): İslamiyet, Bilgi Yayınevi, İstanbul.

Ebülgazi Bahadır Han, (Secere-i Teraki-me) Türklerin Soy Kütüğü, (Haz. Muharrem

Ergin), Tercüman 1001 Temel Eser.

Hacı Bektâş-ı Velî (1986): Makâlât(Haz. Esad Coşan), Ankara.

Hacı Bektâş-ı Velî (1958): Velâyetnâme, Menâkıb-ı Hacı Bektâş-ı Velî (Haz. Abdulba-ki Gölpınarlı), İstanbul.

Hüseyin Hüsnü Radu, El Kitabı Eba Müs-lim, s. 5-6

Köprülü, Fuat (1081): “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar”, Ankara.

Taşköprülüzâde (1985): Eş-Şaka’iku’n-Numaniyye fi, Ulemâ-i Devleti’l-Osmaniyye (Neşr. Subhi Furat), İstanbul.

HİKMET ARAR İSENÖZÜNE BİR BAK

Hikmet arar isen özüne bir bakArap’ta Acem’de Rum’da aramaHakikat nurunun aslı hakikatAynada yansıyan nurda arama

Özünü bilenler özrü silendirTuraplık rızayı teslim edendirGerçek Abdal Hakk’a hayran olandırKibir ile gurur horda arama

Aslolan göze nur gönülden gelirSevgi muhabbette asuman erirEbedi sevgiyi bu toprak verirKudüs, Arafat’ta, Tur’da arama

Varlık ummanında göz ol da bakVahdet ateşinde benliğini yakAyağa kalkarsan hizmet için kalkZulmedenden olup zorda arama

HACI BEKTAŞ-I VELİ

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 34. SAYI2019

10

dosya

Tarihte sisler arasında kaybolan ya da gerek-

li önem ve değerin verilmediği pek çok olgu, olay,

kurum, teşkilat ve medeniyetler bulunmaktadır. Bu

değerlendirmemde bunlar içerisinde yeterli önem ve

ilginin verilmediğini düşündüğüm büyük bir Türk

topluluğuna değinmek istiyorum; Hazarlar.

Konuyla ilgili girizgaha en eski ve temel kay-

naklardan biriyle başlayalım:

9. yüzyılın başlarında yaşamış Bizanslı tarih-

çi Theophanes, Chronographia başlıklı kitabında

Hazarlar’dan bahsederken “Doğu Türkleri” tanımını

kullanmıştır. Genel olarak kabul edildiği üzere Bi-

zanslı yazarlar bu tip terimleri çift olarak (doğu ile

batı, kuzey ile güney gibi) kullanmıştır; dolayısıyla

“Doğu Türkleri”ne karşılık “Batı Türkleri” vardır;

sonuncusu erken devir Macarlarını belirtmek üzere

kullanılmıştır. Bizanslı vakanüvislerin 9. yüzyılın

başında Macarları Türk olarak adlandırmaları da bu

yüzdendir. Theophanes, Hazarları “Doğu Türkleri”

olarak zikretmiş; üzerine bilgisi varmış gibi Hazar-

ların batısında yaşayan bir halkı ayrıca Türk olarak

belirtmiştir.

Doğu’da Hazar Denizinden batıda Tuna nehrine

kadar uzanan, Altay bozkırlarının bir nevi devamı ni-

teliğindeki Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlar (Gü-

ney Rusya Bozkırları) tarih öncesi ve tarihi devirler-

de birçok kültüre ve kavme ev sahipliği yapmıştır.

Bu bozkırın Orta Çağdaki ev sahipleri ise hiç kuş-

kusuz tarihin her devrinde kendini gösteren ve bü-

yük siyasi organizmalar ve teşkilatlar kuran HAZAR

TÜRKLERİ’dir. Azerbaycan Türklüğü ve Azer-

baycan Türkçesinin şekillenmesinde Hazarların çok

önemli rolü olmuştur. 8.-9. Yüzyıllarda Hazar-Arap

savaşlarının çoğu Azerbaycan topraklarında vuku

bulmuştur. Sonuçta Hazarların bir kısmı mecburen

Azerbaycan’da yerleşmiştir. Bugün Azerbaycan’da

Hazardağ (Füzuli), Hazaryurd (Ordubad), yer isim-

leri Hazarlardan kalmadır. Mesela, Azerbaycan’ın

milli kahramanlarından, büyük devlet ve fikir adamı

Ebülfez Elçibey ‘İbn El-Esir Hazarlar Hakkında’ adlı

çalışmasında Hazarların geçmişini ele almıştır. Elçi-

bey, bu önemli ve pek bilinmeyen çalışmasında Ha-

zarlar hakkında oldukça önemli ve özgün tespitlerde

bulunmaktadır.[1]

Hazarlar’ın etnik kökeni hakkında kesin bir ka-

nıt olmamakla beraber bu konuda araştırma yapmış

bazı SSCB’li tarihçilere göre, Kuzey Kafkasya’nın

yerli halklarından biridir. D. M. Dunlop ve P. B.

Golden adlı araştırmacılarsa Hazarların, Uygur so-

yundan geldiğini kabul etmektedirler. Fransız araş-

tırmacı tarihçi René Grousset ise, Hazarlar’ın Rouran

Kağanlığı’nın iktidarlarının Göktürkler tarafından ele

geçirilmesi sonucunda batıya göç eden Türki halk-

lardan biri olduğunu öne sürmektedir. El-Mesûdî’ye

göre, Hazarlar, Sabar Türkleri’nin devamıdır ve

“Hazar” adıyla Bizanslı ile İranlılar tarafından tanın-

mışlardır, fakat aynı zamanda “Türk” olarak da anıl-

mışlardır. D. M. Dunlop, Çin kaynaklarında “T’uküe

Ho-sa-K’o-sa” adı ile zikredildiğini ortaya çıkarmış-

sa da Peter Golden, Hazarlar ile Uygurlar arasında

bir bağlantı kurmanın mümkün olmadığını ve gerçek

bağlantının Ogurlar arasında var olduğunu belirterek

Dunlop’a karşı çıkmıştır. Bazı bilim adamlarına göre

“Hazar” adı “gezgin” anlamına gelen-kaz kökü ve

“adam” anlamına gelen er ekinden türetilmiştir. Eski

HA AR İMPARATORLUĞU TARİHİ

Umut Berhan ŞENAraştırmacı,Yazar

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU34. SAYI2019

11

Yunan tarihçi Theophanes kayıtlarında, Ha-zarları “doğudan gelen Türkler” olarak ifade eder. Hazarca’nın, eski Türk dili ve Uygurca’nın etkisinde kalmış, Hunca ve Bugarca gibi Türk lehçelerinin Oğur öbeğine bağlı bir lehçe oldu-ğu görüşünde birleşen araştırmacılar da vardır. Hazarların çağdaşı olan Arap seyyah ve coğraf-yacı İbn Havkal ve İstahrî, Hazar ismini; ne bir milletin, ne de bir halkın ismi olduğunu belirtip sadece başkenti İtil olan ülkeye verilen isim ola-rak nitelemişlerdir.[2]

Hazar Hakanlığı’nın teşekkülünden sonra Hazar coğrafyasında barışın sağlanması, ulaşımı artırmış, dolayısıyla çeşitli etnik unsurların da kaynaştığı bir ülke haline gelmişti. Dolayısıyla oluşan bu yeni sosyal ortamda çeşitli inançların bir arada görülmesi de olağan bir durumdur.

Hazar Dili hakkında : Türkçe’nin Oghur gru-buna mensup Hazarca’nın gruptaki diğer diller olan Eski Bulgarca ve halen yaşayan tek örneği olan, iki milyon insanın konuştuğu Çuvaşça’ya benzediği düşünülüyor. Önceleri runik Türk harfleri kullanan Hazarlar Museviliği kabul ettik-ten sonra İbrani alfabesini kullanmaya başladı-lar. Bulunabilen orijinal Hazar belgeleri İbranice yazılmıştır. (Schechter Mektubu, Kral Joseph’in Cevabı ve Kiev Mektubu) Kiev Mektubu’nda İbranice yazıların altındaki tek Hazarca sözcük runik harflerle yazılmıştır: ‘Okurüm’ yani oku-dum anlamına gelir. [3] İbranice hem Kırım’da yerleşik eski Yahudiler’den hem de göçlerle yeni gelenlerden öğrenilmişti. Ayrıca İbranice öğre-nen Hıristiyanlar da vardı ve bu sayede ş harfi İbranice’den Rusça’ya geçmişti. [4]

Son Hazaryalı adlı tarihi romanın yazarı Cahit Ülkü, Arthur Koestler’ın “Kayıp Ka-bile” ya da “13. Kabile” adlı eserinde ortaya attığı tezden yola çıkarak, bu romanı kaleme almıştır. Koestler’in, Batı’dan ve Kuzey’den Hristiyanlar’ın ve Doğu’dan, Güney’den Müs-lüman Araplar’ın hücumlarının ve baskılarının arasına sıkışan Türk Hazar İmparatorluğu’nun Museviliği kabul edişini ve daha sonra yıkı-lışını, dağılışını, Hazar Türkleri’nin Avrupa başta olmak üzere dünyaya dağılışını ve “Ka-yıp 13. Kabile’nin Hazarya’lılar olduğunu”

anlatan tezi, Batı ve özellikle musevi dünya-sında fırtınalar koparırken, Türk dünyasında “sanki ortaya atılmamış” gibi, görmezden, duymazdan gelinmişti. İşte Cahit Ülkü,”Son Hazaryalı’da’’, tezi, Koestler’in bıraktığı yer-den alıyor ve Hazarya-Polonya-Portekiz-İs-tanbul dörtgeninde sağlam bir kurgu ile “Ha-zaryalıların ne olduğunu” ifad ediyor. Cahit Ülkü’nün romanında Koestler’in tezinin ışığı altında Yahudilikle Museviliğin, Seferad’larla ve Eşkinaz’ların arasındaki farklılığı okuyor ve sağlıklı bir mukayese yapabiliyoruz. Cahit Ülkü, kitabının son sözünde, ne demiş bir ba-kalım:

“…Elinizdeki eserin akıbetini merak et-mekten kendimi alamıyorum. O da yıllar bo-yunca bir köşede unutulacak mı; yoksa on-daki tezleri destekleyen, akıl ve mantık dışı olduğunu kanıtlayan, eksiklerini gösterip ta-mamlayan düzeyli eleştirileri, araştırmaları, spekülasyonları tetikleyecek mi? Hep birlikte göreceğiz.”

Son Hazaryalı romanı, hem tarihi bam-başka bir açıdan okuyup, değerlendirme yap-mamıza neden oluyor; hem de farklı zihin jimnastikleri ve tarih tartışmaları yapılmasına olanak sağlıyor. Romandaki tarihsel serüven şu şekilde ilerliyor:

‘Son Hazaryalı’ bir nevi tarih tezi gibi bir roman. Romanın baş kahramanlarından olan Hürrem (Roksalana) Hazarya kalıntıla-rında doğmuş bir Musevi Türk kızıdır. Ha-zarlar darmadağın olunca, Roksalana’nın da sevgilisi İspanya’ya kaçar. Roksalana da esir olarak İstanbul’a satılır. Saraya sızmayı ve Kanuni’nin gözüne girmeyi başarır. Artık sıra Osmanlı’nın başına bir Hazaryalı kanı taşıyan birini geçirmeye gelmiştir. Nihayetinde tarihe 2. Selim (ya da Sarı Selim) olarak geçen geçen şehzade doğar. 2. Selim’in tahta geçmesi için, önündeki engellerin kalkması gerekir. Hürrem Kanuni’nin önceki karısından olma, halkın ve askerin çok sevdiği Şehzade Mustafa’nın idam fermanını Kanuni’den almayı başarır.

DOSYA dosya

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 34. SAYI2019

12

DOSYA Zaten Hürrem’in en büyük oğlu Mehmed çok genç yaşta

vefat etmiştir. Selim’e olan düşkünlüğü nedeniyle, kendi

doğurduğu Şehzade Beyazıt’ın bile idamına seyirci kalır.

Sonunda 2. Selim tahta çıkar.

Bu romanda işlenen Hazaryalılaştırma tezi kapsamında;

Hürrem Sultan’dan başlayarak, Tiberya’nın[5] Sultan Sü-

leyman tarafından Museviler’e cüzi bir rakam karşılığında

kiralanması; Sultan 2. Selim’in annesinin misyonunu yürüt-

mek amacıyla Kıbrıs’ı bir Hazar krallığına dönüştürmek

amacıyla fethetmeye karar vermesi gibi tarihi olaylar

da, merkezdeki tezi destekleyici bir yorumla aktarılıyor.

Romanda sadece 2. Selim değil; annesi Hürrem Sultan,

babası Sultan Süleyman, kız kardeşi Mihrimah Sultan,

onun kocası ve Hürrem Sultan’ın en büyük maşası olan

Rüstem Paşa, Hürrem’in kendi elleriyle yetiştirip oğluna

sunduğu yine Hazaryalı bir Musevi Türk kızı olan Nurbanu

Sultan, Selim’in veziri Sokollu Mehmet Paşa ile özellikle

şehzadeler Mustafa ve Bayezid de bu tarihi romanda hiç bil-

inmeyen özellikleriyle tasvir ediliyor. Klasik Çağ Osmanlı

tarihinde şairliği ve şaraba olan ilgisiyle tanıtılan ve tari-

hteki sefere hiç çıkmayıp İstanbul’da kalan ilk padişah

olma özelliğini de taşıyan 2. Selim’in ise aslında önemi geç

kavranan bir strateji dehası olduğu, denizlerin gelecekteki

önemini İngilizler’den 250 yıl önce anladığı ve bu nedenle

Süveyş Kanalı’nın açılmasına ilk olarak onun teşebbüs

ettiği tezi de yine Cahit Ülkü tarafından öne sürülmektedir.

Yine Cahit Ülkü’den bu konuda bir anekdot aktarıyorum:

“Son Hazaryalı, Arthur Koestler’in tezine katkı ötesinde

güç kazandırmıştır. Örneğin, Aşkenazların kökeni, Ya-

hudi-Musevî kavramları arasındaki fark, Aşkenazlardaki

Şamanist izler, Son Hazaryalı’ya özgü kanıtlardır.”[6]

Hazar Medeniyetinin Kökeni

Konuyla ilgili muhtelif kaynaklara göre Göktürk, bazı

kaynaklara göre Rus veya İbranî yazısı kullandıkları

söylenen Hazarlardan günümüze kadar, ancak iki adet

yazılı belge kaldı. Bunlardan birisi, Hazar hakanı Yusuf

bin Harun tarafından, Endülüslü Musevî devlet ve bilim

adamı Hasday bin İshak bin Şaprût’a gönderilen mektuptur

(960). Öteki ise bilinmeyen Hazarlı bir Musevî tarafından,

hakan Yusuf zamanında (931-965) yazılan bir mektubun,

Mısır’da Keniset-el-Şâmi’de bulunan parçalarıdır. Birinci

mektupta, hakan Yusuf, şeceresini saymakta, Musevî di-

nine girmekle ilgili bilgiler vermektedir. Mektupta ayrıca,

Hazar ülkesinde yaşayan boyları, bunların yaşayış tarzını

anlatan cümleler vardır. Mektuptan anlaşıldığına göre Haz-

arlar, yarı göçebe, yarı şehir hayatı yaşarlardı. Ayrıca, bu

bilgileri bazı Arap kaynakları da doğrular. Genellikle yazın

çadırlarda, kışın şehirlerde oturuyorlardı. En ünlü şehirleri,

Etil, Saksın, Belencer, Sarkil ve Semender’di. Başkent

Etil’in, İdil ırmağı kıyısında kurulduğu sanılır. Şehrin batı

kesimine Etil (Sarığşın da denir), doğu kısmına Hazarân

(Hanbalığ da denir) deniliyordu. Irmağın ortasında, şehrin

iki yakasına dubalı köprülerle bağlı bir ada vardı.

Şehrin batı bölümü, doğu bölümüne göre daha genişti.

Burada hakanın tuğladan yapılmış sarayı vardı. Şehrin

uzunluğu 25 km idi ve dört kapılı bir surla çevrilmişti. Şehir,

dağınıktı. Evler, Türklerin derme evleri (hargâh, büyük

çadır da denir) denen, ağaçtan yapılmış ve üstleri keçe ile

örtülü türdendi. Onlar, bu evlere odâde adını veriyorlardı.

Pek azı kerpiçten yapılırdı. Hakandan başka hiç kimse

tuğla ev yapamazdı. Şehirde ayrıca çarşı ve hamamlar

vardı. Sarkil şehrinde yapılan son kazılardan, şehrin dik-

dörtgen biçimli; ev yapımında kullanılan tuğlaların, Asya

kaynaklı olduğu anlaşıldı.

Hazar hakanları, savaşlarda, odâde denilen, çadırlı bir

arabaya binerlerdi. Arabanın her tarafı halılarla döşenir,

üzerinde sırmalarla örtülü bir kubbe yükselirdi. Kubbenin

üstünde, altından yapılmış bir armut bulunurdu. Gelinlerin

çeyiz arabaları da, hakanın savaş arabasını andırırdı. Bu

arabaların on tanesinin kapıları altın ve gümüş levhalarla

kaplı olurdu. Arkadan gelen 20 araba ile her türlü çeyiz

eşyası, altın ve gümüş kaplar taşınırdı. Hazarlar, ölülerini

suya atarlardı.

dosya

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU34. SAYI2019

13

dosya

Rus kayıtlarında Hazarlar “Beyaz Ugriler”, Macarlar

da “Kara Ugriler” olarak anılmaktaydı. Bazı söylen-

tilere göre sonraları, ölüleri yakmağa başladılar. Bir

hakan öldüğünde her birinde birer kabir bulunan 20

odalı bir ev yapılırdı. Kabirler, ufalanmış taş tozu ile

döşenir, içine kireç veya mine konulurdu. Gömme işi

bittikten sonra, hakanı gömenler de öldürülerek, öte-

ki odalara gömülürlerdi. Bu iş, hakanın hangi odaya

gömüldüğünün bilinmemesi için yapılırdı. Bu gele-

neğin, Hunlarda da sürdürüldüğünü gösteren belge-

ler vardır. Hakanın kabir odası, baştan başa, altınla

işlenmiş kumaşla örtülür; bütün işler bittikten sonra

suyun altında kalacak şekilde, nehrin suyu kabir eve

boşaltılır ve yapı iyice su altında kalır; böylelikle ar-

tık, hakanın cesedine insan, şeytan, kurt ve böceklerin

zarar veremeyeceğine inanılırdı. Hazar hakanlarından

hiçbirinin mezarının bulunamayışı, kendilerinin bu

gömme geleneği yüzündendir.

Hazar İmparatorluğu ile müttefiklik ilişkisi en

uzun olan devlet, Doğu Roma İmparatorluğudur. İyi

ilişkiler, II. Justinianos dönemi hariç 9. yüzyılın so-

nuna kadar devam etmiş; bu yüzyılın sonunda yerini

düşmanlığa bırakmıştır. Doğu Roma İmparatorluğu,

Kerson Kentine ulaşan yolları Peçenek ve Rus sal-

dırılarından koruyamayan Hazar Hakanlığına arşı

düşmanca bir hal almıştır. Artık Doğu Roma Hazar-

ların yıkılmasını amaçlayarak, Ruslar ve Peçeneklerle

müttefiklik ilişkileri kurmaya başlamıştır. Hazar Ha-

kanlığı yıkıldıktan sonra Doğu Roma, bölgeyle ilgili

isteklerine ulaşamamıştır. Bugün şu gerçeği rahatlıkla

söyleyebiliriz ki; Hazar İmparatorluğu’nun yıkılma-

sıyla, (M.S. 985) bölgede siyasi, iktisadi, ticari istik-

rar kaybolmuştur.

İki devletin ilişkilerinin bu kadar zaman iyi olma-

sının temel nedeni; Hazar Hakanlığının Doğu Roma

İmparatorluğunun Kuzey sınırlarını Araplar ve diğer

akınlara karşı korumuş olmasıdır. İki devlet arasında-

ki müttefiklik ilişkisi 9. yüzyılın ikinci yarısında bo-

zulmaya başlamıştır. İlişkilerin bozulmasının nedeni

9. yüzyılda ortaya çıkan Rus ve Peçenek akınlarıyla

Doğu Roma’nın Kırım’daki kentlerinin kalbi olan

Kerson Kentinin güvenliğinin tehlike altına girmesi-

dir. Hazarların askeri teşkilatlanmasının bozulması,

ticarete önem vermeleri ve Arap Abbasi Halifeliği ile

savaşa son verip, ticari ilişkilerini geliştirmesi ilişki-

lerin bozulmasının sebeplerindendir. Kısaca Hazarlar

ve Doğu Roma arasında gelgitli olan ama yine de uzun

süreli müttefiklik ilişkilerine dayanan siyasi ilişkiler,

siyasi çıkarlar bitince düşmanca bir hâl almıştır. Doğu

Roma Hazarlarını yıkmak amacıyla Alanlar, Ruslar

ve Peçeneklerle müttefiklik ilişkisi kurmuştur. Böy-

lece 965 yılında Svylatoslav adındaki bir Rus Kinez’i

Hazarların başkenti İtil’i almış ve Hazar İmparatorlu-

ğunu sona erdirmiştir. Bundan sonra Hazar Hakanlığı

küçülerek varlığını devam ettirmiştir.

1016 yılında Doğu Roma-Rus ortak saldırısıyla

kalan Hazar Devletinin toprakları olan Hazarya iş-

gal edilerek yönetimleri altına alınmıştır. Hazar Ha-

kanlığı yıkıldıktan sonra Doğu Roma İmparatorluğu,

bölgeyle ilgili olan isteklerine ulaşamamıştır. Hazar-

lardan sonra Türk boylarının ve ardından Kıpçakların

gelmesi ve en sonda Moğol İstilası ile bölgede siyasi,

iktisadi, ticari istikrar tamamen yok olmuştur.

Şüphesiz, Hazarlar Dünya tarihinde önemli bir yer

edinmişlerdir. Onların Kafkasya’dan Doğu Avrupa’ya

kadar olan bölgede kurmuş oldukları İmparatorluk,

bir yandan sert kanlı mücadeleler verirken; diğer yan-

dan dini hoşgörüsü ve huzurlu ticareti ile tam bir barış

dönemi yaşatmıştır. Hazarlar’ın kültürel aktarımları

da fevkalade önem arz etmektedir. Bu da ayrı bir ça-

lışmanın konusudur.

Dipnotlar

[1] Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü Dergisi Sayı 18, 2014, Sayfa 57-76

[2] A.N. Kurat, Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk

Kavimleri ve Devletleri, s. 30

[3] Sağdan sola yazılan sözcükteki o harfi İbra-

nicedeki alef’e oldukça benzemektedir.

[4] Kiril alfabesindeki Şa harfiyle İbranice’deki

Şin benzerdir.

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 34. SAYI2019

14

[5] Tiberya günümüz İsrail’inde kuzeyde

yer alan bir kent, göl ve eskiçağlardan günü-

müze kadar gelen bir coğrafi bölgedir. Kanuni

döneminde Osmanlı sarayı ile yakın ilişkileri

olan Yasef Nassi’ nin Yahudiler’i yerleşme-

sini sağlamak istemektedir. Nihayet bu iste-

ğine ulaşmış ve kanuni sultan süleyman’dan

tiberya’da bir yahudi yerleşim bölgesi kurma

izni almıştır. Kanuni Sultan Süleyman, büyük-

lüğünün ve gücünün göstergesi olarak Yasef

Nassi’ye Filistin’de Tiberya şehrini çevresiy-

le birlikte zulme uğrayan milletine bir sığınak

yeri olarak geliştirmesi için izin verdi. Yasef

Nassi, bütün Yahudiler’i imtiyazını aldığı

Tiberya’ya göçe çağırmıştır. Dolayısıyla Yasef

Nassi’nin Siyonizm’in öncüsü olduğu üzerinde

durulmaktadır.

[6] Cahit Ülkü, Hür ve Kabul Edilmiş Ma-

sonlar Derneği’nin web sitesinde yayımlanan

söyleşisinde bu ifdeleri kullanmıştır. İlgili bağ-

lantı linki: https://masonlar.org/masonlar_fo-

rum/index.php?topic=13.0

Kaynakça

-ARTAMONOV, M.İ., Hazar Tarihi: Türk-

ler, Yahudiler, Ruslar’, L. N. Gumilëv’in Tas-

hih ve Notlarıyla, (Rusçadan Çeviren: D. A.

Batur), İstanbul: Selenge Yayınları, 2004.

-KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Milli Kültü-

rü, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2015.

-KOESTLER, Arthur, 13. Kabile (THE

THIRTEENTH TRIBE), Çeviren: Belkıs DİŞ-

BUDAK, Plato Film Yayınları, İstanbul, 2007.

-TAŞAĞIL, Ahmet, Çin Kaynaklarına Göre

Eski Türk Boyları (M.Ö. III – M.S. X. asır),

AKDTYK, TTK Yayınları, Ankara: TTK Ba-

sımevi, 2004

-ÜLKÜ, Cahit, Son Hazaryalı, İnkılap Ya-

yınevi, İstanbul, 2003.

CENGE GİDERKEN

Ben bir Türk’üm; dinim, cinsim uludur;

Sinem, özüm ateş ile doludur.

İnsan olan vatanının kuludur.

Türk evladı evde durmaz giderim.

Muhammed’in kitabını kaldırtmam;

Osmancık’ın bayrağını aldırtmam;

Düşmanımı vatanıma saldırtmam.

Tanrı evi viran olmaz, giderim.

Bu topraklar ecdadımın ocağı;

Evim, köyüm hep bu yerin bucağı;

İşte vatan, işte Tanrı kucağı.

Ata yurdun, evlat bozmaz, giderim.

Tanrım şahit, duracağım sözümde;

Milletimin sevgileri özümde;

Vatanımdan başka şey yok gözümde.

Yâr yatağın düşman almaz, giderim.

Ak gömlekle gözyaşımı silerim;

Kara taşla bıçağımı bilerim;

Vatanım için yücelikler dilerim.

Bu dünyada kimse kalmaz, giderim.

Mehmet Emin Yurdakul

dosya

CENGE GİDERKEN

Ben bir Türk’üm; dinim, cinsim uludur;

Sinem, özüm ateş ile doludur.

İnsan olan vatanının kuludur.

Türk evladı evde durmaz giderim.

Bu topraklar ecdadımın ocağı;

Evim, köyüm hep bu yerin bucağı;

İşte vatan, işte Tanrı kucağı.

Ata yurdun, evlat bulmaz, giderim.

Yaradanın kitabını kaldırtmam;

Osmancığın bayrağını aldırtmam;

Düşmanımı vatanıma saldırtmam.

Tanrı evi viran olmaz, giderim.

Tanrım şahit, duracağım sözümde;

Milletimin sevgileri özümde;

Vatanımdan başka şey yok gözümde.

Yâr yatağın düşman almaz, giderim.

Ak gömlekle gözyaşımı silerim;

Kara taşla bıçağımı bilerim;

Vatanım için yücelikler dilerim.

Bu dünyada kimse kalmaz, giderim.

Mehmet Emin Yurdakul

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU34. SAYI2019

15

GÜNCEL

NURSULTAN NA ARBAYEV İN GÖREVİ BIRAKMASI (Sebepleri ve Sonuçları)

Feyzullah BUDAKAraştırmacı, Yazar

Kuruluşundan beri Kazakistan’ın Cum-

hurbaşkanı olan Nursultan NAZARBAYEV

19 Mart 2019 günü saat 19:19’da başlayan

Ulusa Sesleniş konuşmasında Cumhurbaş-

kanlığı görevinden çekildiğini ve Anayasa

gereği olarak yerine Senato Başkanı Kasım

Comart TOKAYEV’in geçeceğini açıkladı.

Kazakistan’ın Türkiye’deki Büyükelçisi Ab-

zal Saparbekoğlu bu kararı Türkiye’ye du-

yururken, Nazarbayev’in görevi bırakma ve

Kazakistan’da yeni bir dönem başlatma kararı-

nı ulusa açıklamasında özenle ve bilhassa öne

çıkardığı “19” lar ile Mustafa Kemal’in Kur-

tuluş Savaşını başlatmak için Samsun’a ayak

bastığı zaman öne çıkan “19”lar arasında zarif

bir bağlantı kurmayı ihmal etmedi.

Elbette önemli bir devletin Cumhurbaşkan-

lığı makamında bulunan bir kişinin, görev sü-

resinin tamamlanmasına bir yıldan fazla süre

varken ve o sürenin sonunda yapılacak seçim-

lerde de yeniden seçilmesi garanti iken, kendi

iradesi ve kararı ile görevi bırakması ne sıra-

dan bir iştir ve ne de dünyada örneğine fazla

rastlanan bir iştir. Dolayısıyla, bu işi sıradan

yaklaşımlarla doğru anlamak ve anlamlandır-

mak da mümkün değildir.

Nursultan Nazarbayev’in bu sıra dışı istifa kararını doğru anlayabilme konusunda onun daha önceki sıra dışı işlerine kısaca bir göz atmanın çok yardımcı olacağı kanısındayım. Ama ondan da önce bir hissiyatımı paylaşmak istiyorum. Çünkü ben, hasbelkader Nursultan Nazarbayev ile bir arada bulunmuş, görüşmüş, konuşmuş, birlikte iş yapmış sınırlı sayıdaki insanlardan birisiyim ve doğal olarak bu im-

kanlardan kaynaklanan bir hissiyatım var.

Okuma merakı olanların çoğunluğu bili-yor ki; Atatürk’le ilgili ciddi çalışmalarım var ve bu çalışmalardan bir kısmının sonuçları-nı “Atatürk Gücünü Nereden Alıyordu?” adlı kitabımda topladım. Gençlik yıllarımdan beri Atatürk’ün sınırları zorlayan kişilik ve liderlik özelliklerine vakıf oldukça zaman zaman şöyle bir soru zihnime takılıp dururdu; Acaba şu za-man engeli olmasaydı ve Atatürk ile yüz yüze görüşme imkanım olsaydı, bu benim için nasıl bir duygu olurdu? Tabii ki yaşadığımız zaman-lar arasındaki farklılık sebebiyle bu sorunun cevabını bulmaya imkan yoktu. Ama diyebi-lirim ki; bu süreçte Nursultan Nazarbayev ile karşılaşmalarım, bunun nasıl bir his olabilece-ğini bana hissettirdi. İşte böylesine karizmatik bir liderden bahsediyoruz.

Şimdi gelelim Nursultan Nazarbayev’in daha önceki sıra dışı işlerinden kısa başlıklar sunmaya;

1) İlk Sorumluluk Üstlenme: Genellikle ve yanlışlıkla ifade edildiği gibi Nazarbayev’in, Kazak Eli ve Kazak halkı ile ilgili ilk sorumlu-luk üstlenmesi, Sovyetler Birliği’nin sorunsuz şekilde dağıldığı bir süreçte (1991’de) olmadı. Sovyetler Birliği dağılmadan ve Kazakistan bağımsızlığına kavuşmadan tam 5 yıl önce, 1986 yılının Aralık (Jeltoksan) ayında, Sov-yetler Birliği Merkezi Yönetimi Kazakistan’ı yönetmek için, Kazakistan’la hiç alakası ol-mayan ve Kazakça dahi bilmeyen Moskova’lı Gennadiy Golbin’i tayin etmişti.

Bu atamaya karşı 16 Jeltoksan (Aralık) 1986 günü Kazak gençlerinin Devlet Üniversi-tesinde başlattığı ayaklanma Almatı Caddeleri-ne taşarak bir isyana dönüştü. Yerel güçler bu isyanı bastıramayınca o gecenin sabahına ka-dar Moskova’dan havalanan 70’den fazla uçak

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 34. SAYI2019

16

Almatı Havaalanı’na binlerce asker indirdi ve bu askerlerin açtığı ateşlerle resmi açıkla-malara göre 22 Kazak genci öldürüldü. Bu olayların sonucunda Sovyetler Birliği Merkezi Yönetimi Kazakistan’ın başına Rus Gennadiy Golbin’i atamakta ısrar edemedi ve Nursultan Nazarbayev’in Kazak Eli ve Kazak halkının kaderiyle alakalı ilk sorumluluk üstlenişi böy-le bir ortamda gerçekleşti. Dolayısıyla Nazar-bayev, halkının ve ülkesinin sorumluluğunu sorunsuz ve her şeyin süt-liman olduğu bir ortamda değil, kan ve barut kokuları arasında ve Kazak gençlerinin kanlarıyla sulanmış bir vatan toprağı üzerinde üstlenmiş, o günden bu yana da tam 33 yıl geçmiştir.

2) Ahmet Yesevi Üniversitesi’nin Kurulu-şu ve Türkiye ile Ortaklık: Henüz Sovyetler Birliği’nin yaşamakta olduğu bir dönemde 6 Haziran 1990 tarihli ve 329 sayılı Cumhurbaş-kanlığı Kararını bizzat hazırlayıp imzalayan Nazarbayev’in bu kararnamedeki ilk ifadeleri şöyleydi; “… Orta Asya’nın kadim ilim ve kül-tür merkezi olan Türkistan şehrinin kalkınması amacıyla 1991 yılında Türkistan Devlet Üni-versitesi açılsın. Türkistan Devlet Üniversite-sine ulu şair ve aydınlatıcı Ahmet Yesevi’nin adı verilsin.”

Büyük lider bu icraatı ile, Türkistan şehri-ni yeniden ayağa kaldırarak, Çarlık ve Sovyet yönetimi süresince Ruslar tarafından ısrarla uygulanan Türkistan Şehrini viran etme pla-nını bozmak istiyordu. Nitekim öyle de oldu. Ahmet Yesevi Üniversite’sinin açılmasından iki yıl sonra imzalanan bir anlaşma ile Ahmet Yesevi Üniversitesi, Türkiye ile Kazakistan’ın ortak devlet üniversitesi haline geldi ve bu an-laşmanın 1. Maddesinde Üniversite’nin Amacı başlığı altında “Ahmet Yesevi Üniversitesinin amacı, Türkiye Cumhuriyeti, Kazakistan Cum-huriyeti ve diğer Türk Cumhuriyetleri ile Türk Topluluklarındaki üniversite çağında bulunan gençlerin bir çatı altında, Türklük bilinci ve uluslar arası eğitim ve çağdaş bilimin gerek-lerine göre eğitimlerini sağlamaktır ” ifadeleri yer aldı.

Üniversite’nin kurulmasından sonra Türkis-

tan şehri hızla kalkındı ve nihayet Eyalet Mec-lisinin oy birliği ile aldığı kararın 19 Haziran 2018 tarihinde Nazarbayev tarafından onay-lanması ile de Türkistan Şehri, bölgenin eyalet merkezi oldu. Türkistan şehrini eyalet merkezi yapan kararnameyi imzaladıktan sonra basına verdiği beyanatta “Türkistan eyaletinin mer-kezi, yüzyıllardır Kazak Hanlığının ve bütün Türk dünyasının siyasi ve manevi hayatının kalbi olan Türkistan kenti olacak.” diyen Nur-sultan Nazarbayev’in sadece bir kentsel kal-kınmayı amaçlamadığı, aynı zamanda onun, Türk tarihinin derinliklerine yönelme bilinci sergilediği çok açık değil mi?

3) Başkentin Değiştirilmesi: Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Türk Cumhuriyetleri-nin bağımsızlığını kazanmasından sonraki ilk yıllarda Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olarak Kırgızistan’da görev yaptım. Dolayısıyla yö-netim ve üretim zincirlerinin ani bir şekilde kopması sonucunda bölgenin o dönemde ne sıkıntılar yaşadığını yakinen bilenlerdenim. Yaşanan maddi ve demografik sıkıntılar sebe-biyle bölgede rutin işlerin yürütülmesinde bile bin bir zorluk çekiliyordu.

İşte böyle bir ortamda Nursultan Nazarba-yev, bağımsızlığın ilan edilmesinden sonra ani bir karar ile Başkentin Almatı’dan Akmola’ya taşınacağını açıkladı ve kısa sürede bu kararı gerçekleştirerek 1998 yılında Devlet yöneti-mini Akmola’ya taşımakla kalmayıp, olayın mümkün olan tüm vurgusu ile hükmünü ifa et-mesi için Akmola şehrinin adını da Kazakça’da “Başkent” anlamına gelen “Astana” şeklinde değiştirdi. Kurucu büyük lider bu icraatıyla da; Kazakistan’ın kuzey bölgesindeki Rus nüfu-sunun yoğunluğu sebebiyle bu kesimlerde hak iddia etme eğilimleri gösteren Rusya’ya karşı, vatanın her karış toprağını savunma ve sahip-lenme iradesi sergiliyordu.

) 2030 Stratejileri: Yıl 1997, aylardan Ekim. Kazakistan Cumhuriyetinin bağımsızlığını ilan etmesi üzerinden henüz 6 yıl bile geçmemiş. Bu altı yıla yakın süreyi Kazakistan baş dön-dürücü bir tempo ve büyük zorlular içerisinde önemli bir dönüşümün temellerini örerek

GÜNCEL

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU34. SAYI2019

17

geçirmiş. İşte bu sürecin başlangıcından beri Kazakistan’ın yönetimini elinde tutan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev Parla-mento kürsüsünde, ülkesinin bundan sonraki uzun dönemi için belirlediği ana stratejileri “2030 Stratejileri” adı altında açıklıyor. Prob-lemli alanları, çözüm yollarını, bu yoldaki avantaj ve dezavantajları ortaya koyarak ülke-sinin 2030 vizyonunu belirliyor.

Nursultan Nazarbayev’in gösterdiği bu id-rak düzeyini ve bu cevvaliyeti, asırlık devlet geleneğine sahip birçok ülkenin devlet baş-kanında göremiyoruz. Dolayısıyla, Cumhur-başkanı Nazarbayev’in sergilediği bu dirayet Kazakistan’ın parlak geleceği konusundaki umutlarımızı pekiştiriyor.

5) Orta Asya Devletler Birliği: 18 Şubat 2005 günü Kazakistan’dayım. Akşam haberle-rinin “Ulusa Sesleniş” bölümünde Nazabayev konuşuyor; “Orta Asya Devletler Birliği’ni kurmayı teklif ediyorum… Bizim ekonomik çıkarlarımız, tarihi-kültürel köklerimiz, dili-miz, dinimiz, ekolojik sorunlarımız, dış tehdit-lerimiz ortaktır. AB mimarları böylesine ortak noktaları ancak hayal edebilirdi. Biz sıkı eko-nomik entegrasyonu başlatmalıyız, ortak Pa-zar ve ortak para birimine doğru ilerlemeliyiz. Ancak bu durumda biz, hepimizi tek vücut ola-rak gören ulu atalarımıza layık olabiliriz.”

Dünyanın arka tarafından bir gücün, tabir caiz ise bütün dünyayı arkadan dolanarak, bi-zim coğrafyamızda, bizim hayat alanımızda, bizim bugünümüzü ve geleceğimizi tehdit eden eylemlere giriştiği bir dönemde Kazakis-tan lideri Nazarbayev’in böyle bir teklifle or-taya çıkmasının arka planında büyük bir milli bilinç ve derin bir tarih şuuru yatıyor. Ben o milli bilinç ve tarih şuurunun canlı tanığı oldu-ğum için, tarih önünde bu tanıklığın gereğini yapmalı ve onun ne olduğunu aşağıda ayrı bir başlık altında anlatmalıyım.

6) Dünya Kazakları Birliği Büyük Kurulta-yı: Dünya Kazakları Birliği’nin İkinci Büyük Kurultayı 2002 yılında Kazakistan’ın Türkis-tan Şehrinde Ahmet Yesevi Üniversitesi’nde yapıldı. Birliğin Başkanı Nazarbayev bu Ku-

rultayda bir konuşma yaparak, bu konuşmasın-da bağımsızlığın geride kalan on yıllık süreci içerisinde yapılan işleri sistematik bir şekilde anlattı. Nazarbayev bu anlatımının bir yerinde öyle bir söz söyledi ki, adeta yerimde koltu-ğumla birlikte sarsıldım. Büyük liderin sözü şöyleydi; “Bu on yıllık kısa süre içerisinde biz, Çin ile aramızdaki 1500 yıllık sınır problemini çözdük.”

Üç gün süren bu toplantının sonunda benim bir değerlendirme konuşmam vardı ve bu söz üzerine ben, değerlendirme konuşması için al-dığım tüm notları bir kenara koyarak, yapaca-ğım değerlendirme konuşmasını sadece bu söz üzerine kurdum. Çünkü bu tarihi sözün araya giderek, gereği gibi anlaşılmamasına gönlüm razı değildi. Çünkü bu söz, “Orta Asya Dev-letler Birliği” teklifinin temelinde yatan büyük milli şuuru ve tarih bilincini ortaya koyuyordu.

Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Na-zarbayev elbette sadece on yıllık bir devletin lideri olduğunu biliyordu. Kazakistan coğraf-yası uzun yıllar boyunca Sovyet Yönetiminin ve Çarlık Rusya’nın idaresi altında kalmış ol-masına rağmen, bu topraklarda daha öncele-ri bir Kazak Hanlığı vardı. Ancak, bu Kazak Hanlığının tarih sahnesine çıkış zamanı ise 1456, yani günümüzden 550 yıl öncedir ve bu tarihten öncesinde de başka bir Kazak Devleti olmamıştır. O halde, sadece on yıllık bir devle-tin başkanı olan ve tarihteki ilk Kazak Hanlığı-nın da bundan 550 yıl önce kurulmuş olduğu-nu iyi bilen Nazarbayev bu sözü ile ne demek istemişti?

Günümüzden 1500 yıl geriye gidince bu so-runun cevabı çok açık bir şekilde anlaşılıyor-du. Bilge Devlet Başkanı bu topraklarda bun-dan 1500 yıl önce kurulup, Çin ile büyük sınır problemleri yaşamış olan, bizim Türkiye’de Göktürk İmparatorluğu adıyla bildiğimiz ve bu coğrafyada “TÜRK KAĞANATI” adıyla anılan büyük Türk Devletinin tarihi mirasçısı olduğunu söylüyordu. Nazarbayev’in “Orta Asya Devletler Birliği” teklifinin temelinde işte böylesine derin bir tarih şuuru ve işte böy-lesine büyük bir milli bilinç yatıyor.

GÜNCEL

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 34. SAYI2019

18

7) Nazarbayev’in Cumhurbaşkanlığını bı-rakması: Şimdi tüm dünya bu düzeyde bir milli bilince, tarih şuuruna ve millet sevgisine sahip Nazarbayev’in 19 Mart 2019 günü Cumhur-başkanlığı görevini kendi iradesi ve kararıyla bırakmış olmasını şaşkınlıkla izliyor. Halbuki bunda şaşılacak hiç bir şey yok. Tarihi, bugünü, bölgesini ve dünyayı iyi okuyan 78 yaşındaki bir akıllı lider, ömrünün geri kalan kısmında taçdan ve tahttan vazgeçmek pahasına, ulusu-nun geleceğini teminat altına alıyor.

Son 33 yıldan beri halkının ve ülkesinin ka-derine hükmetmiş milli bilinç sahibi bir lider, önce uhdesindeki bir çok yetkiyi hükümete ve meclise devrediyor ve ardından da gören gözle-rinin, tutan ellerinin ve yürüyen ayaklarının reh-berliği altında ulusunun geleceğini, her hangi bir riske yer vermeksizin sağlam bir şekilde inşa etmek istiyor. Kendisinden sonra bir karmaşa veya risk yaşanmaması için sağlam bir zemin üzerinde uyumlu bir geçişle devlet yönetimini yeni nesillere devretmek istiyor.

Bunun için, Cumhurbaşkanlığı görevini bı-rakmasına rağmen, “Elbaşı (Ulusun Önderi) / Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı / Dünya Ka-zaklar Birliği Başkanı / Anayasa Kurulu Üyesi / Nur-Otan Partisi Başkanı” gibi sıfatlarını saklı tutuyor. Üzerindeki bu sıfatların sağlam ve sağ-lıklı bir geçiş için yararlı olacağını düşünüyor. Çünkü taşımakta olduğu bu sıfatlar gerçekten ona ülkedeki siyasi ve ekonomik gelişmeleri yönlendirme ve denetleme imkanı veriyor.

Zaten Nazarbayev’in görevi bırakmasını açıklayan konuşmasındaki şu sözleri de yukarı-daki değerlendirmelerimizle bire bir örtüşüyor; “Sizlerle kalıyorum. Ülkemin ve halkımın endi-şeleri benim endişelerim olmaya devam edecek. Bağımsız Kazakistan’ın kurucusu olarak gele-cek hedefimi; iktidara, ülkede yapılan değişik-likleri devam ettirecek yeni nesil bir yöneticinin gelmesini sağlamak olarak görüyorum.”

Görklü Tanrı sana sağlıklı uzun ömürler ver-sin Ulusun Elbaşı, Büyük Lider…

GÜNCEL

HAKTAN EMROLUNDU GELDİMHaktan emrolundu geldim cihanaGözüm açtım mail oldum ol burcaArif oldum, hak kelamın söyledimElif kaddim,dal yazmışam ol burca

Konaktan bezirgan çıka göçünceNe gündüzüm gündüz, ne gecem geceBir burç vardır cümle burçlardan yüceMuhammed Mirac’a çıkar ol burca

Anlımıza yazılıptur yazılarMürid olan mürşidini arzularYeryüzünde yer kalmadı gazilerArş yüzünden bir yol gider ol burca

Gökten uçan Cebrail’dir huridirBir gül vardır Muhammed’in nurudurBir kapusu Şah-ı Merdan Ali’dirElvan elvan nurlar çıkar ol burca Hacı Bektaş Veli arayıp bulmuşamErenler deminden bir pay almışamBir hakikat deryasına dalmışamHer gönülden bir yol gider ol burca

HACI BEKTAŞ VELİ

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU34. SAYI2019

19

DOSYA

SADABAD PAKTI TEMMU

Diş Hekimi Nesrin GÜNEL İÇAYAnkara Yörükler Türkmenler Kültür Derneği Başkanı

Oğuz Boyu Kültür Dernekleri Federasyonu Başkanı

Sadabad Paktı; Türkiye, Irak, İran ve Afganis-tan arasında imzalanmış bir antlaşmadır. Bununla taraflar birbirlerine saldırıdan kaçınmayı ve bölge-de barışı korumak üzere iş birliği yapmayı hedefle-miştir. Bu bir saldırmazlık ve iyi ilişkiler paktıdır.

Irak’ın bağımsızlığını İngiltere 1930 yılında bazı çekincelerle tanıyıp onunla bir ittifak ant-laşması imzalayınca, Irak Hükümeti İngiltere’ye olan bağımlılığını dengelemek için, Türkiye ile görüşmeler yaptı. Kral Faysal 1931 Haziranında Türkiye’yi ziyaret etti, Başbakan Nuri Said Paşa da Ankara’ya görüşmelerde bulunmak için geliyordu. Bu dönemde Irak ile İran arasında sorunlar vardı.

Türkiye Cumhuriyeti farklı saldırmazlık paktla-rı yerine, Balkan Paktı örneğindeki gibi, bir böl-gesel pakt kurulmasının yararlarını Irak ve İran’a bildirmişti. Üç bölge devletinin onaylayacağı bir metin hazırlandı. 2 Ekim 1935’te Cenevre’de onay-landı. Fakat Afganistan’ın, ve Suudi Arabistan’ın Pakta alınıp alınmaması üzerindeki, görüşmeler ve Irak ile İran arasındaki sorunlar paktın onaylanma-sını geciktirdi. Görüşmeler sonunda Afganistan’ın girmesi kabul edilmiş ve Pakt 8 Temmuz 1937 günü dört devlet arasında Tahran’da Şah’ın yazlık Sadabad Sarayı’nda imzalanmıştır.

Türkiye açısından Pakt,Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün barışçı dış politikasını ve vatanımızın etrafını dostluk çemberi ile kuşatma isteğini yansı-tıyordu. Sadabad Paktı Türkiye’nin Batı ile Doğu arasında bir barış köprüsü olmak isteğinin de ilk göstergesiydi. Pakt, Batı’da ve İslam Dünyası’nda olumlu karşılandı. Pakt, 1939’da 2. Dünya Savaşı boyunca ve sonraki dönemlerde, ülkeler arası çal-kantılara rağmen varlığını devam ettirdi. 1980’de Irak-İran savaşı çıkıncaya kadar da tarihteki yerini sürdürmüştür. Bu antlaşma o kadar önemli ve de-ğerlidir ki;

• Türkiye doğu sınırlarını güvence altına al-mıştır.

• Batı Asya’da, saldırgan politikalara (özel-likle İtalya) karşı güç birliği oluşturulmuştur.

• Dünya barışına (özellikle bölgesel barışa) katkı sağlanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerinin örnek al-ması dileklerimle

Ve bu fetih olacak bizim şaheserimiz...

ATATÜRK’Ü DİNLERKENYay yine gerilmede, fırlayacak yine ok;Yine vatanımızın yeryüzünde eşi yok;Bozkurt, Ergenekon’u yeni delmiş gibidir:Her biri ihtiraını seyre gelmiş gibidir.Kalpler ellerde çarpar gibi alkış kopuyor;Her ruh bir tutam ışık ve her göz bir damla kor:En büyük, en sevgili, en genç, en mert geliyor;Dünya imtihanını veren tek fert geliyor;Kürsüye her çıkışta, Türk daha yükselecek...Dinle: Her cümlesinde doğuyor bir “gelecek”;Aslan, insan ve Tanrı bir arada bu başta...Kıvılcımlar doğuyor bastığımız her taşta,Önümüzde mesafe ve zaman çökmekte diz;Bir İnönü azmiyle ardındayız hepimiz...Yerine getirmeye yeni dileklerini,Koymuş on yedi milyon, yola yüreklerini,“Marş! Marş! “ Öz yurdu fethe! “ Şimdi manen, yeniden:Deliyor dağı taşı öncümüz gibi tren,Fabrikalar kalemiz, kanallar siperimizVe bu fetih olacak bizim şaheserimiz...

BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 34. SAYI2019

20

Napoleon Bonaparte;

“İnsanları yücelten iki büyük meziyet var-dır. Erkeğin cesur, kadının namuslu olması! Bu iki meziyetin yanında hem erkeği hem kadını şereflendiren bir meziyet vardır. İca-bında tereddütsüz canını feda edebilecek kadar vatanına bağlı olmak. İşte Türkler bu meziyetlere ve faziletlere sahip kahraman-lardır. Bundan dolayıdır ki, Türkler öldürü-lebilir lakin mağlup edilemezler…”

Alman İktisatçı Fritz Neumark;

“Türkler pek farkında değil ama, Avrupa-lılar şu gerçeğin farkındadır.

Tarihten Türkler çıkarılırsa, ortada tarih diye bir şey kalmaz…”

Türk Devletinin kurucusu Büyük Atatürk ne diyor?

“Hayattaki yegane üstünlüğüm, Türk doğmaktır. Muhterem milletime şunu tavsi-ye ederim ki; Sinesinde yetiştirerek, başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanında-ki, vicdanındaki cevher-i asliyi (kökünü-as-lını) çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin…”

Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Türk halkına Türk Milleti denir, diyen Atatürk’ü dinlemez de, rastgele birini mil-letin başına getirirsek ne olur?

Bizim en değerli hazinemiz olan “Atatürk Milliyetçiliği” ya darbecilerin, ya ruhsal bozukluğu olanların, ya da milliyetçiliği si-yasi ranta dönüştürmekten başka bir amacı olmayan cahil ve çapsızların elinde, ayrım-cılığın en kötüsü olan

“kafatası milliyetçiliğine” dönüşür ve ül-

keye çok zarar verir.

Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler-dervişler-müritler-meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarika-tıdır”, diyen Atatürk’ü dinlemez de İslam Devleti-İhvan savunucusu birini milletin ba-şına getirirsek ne olur?

Önce, ülke insanını boğazına kadar borca sokar. Üretmeyi, sanayileşmeyi durdurur. İnsanları geçim derdinden başka bir şeyi düşünemez hale getirir, sadaka kültürünü uygularlar ve Türk olmadığını söyler. Sonra çalarlar, soyarlar, ülkenin tüm stratejik tesis-lerini satarlar. Sülalece, milletin üstüne çö-kerler ve milletin kanını emerler.

Peki, başarılı olabilirler mi? Asla olamaz-lar. Tarihimiz bu örneklerle doludur.

Atatürk, gerçek Türk Tarihini bildiği için bizi bir asır önceden uyarıyor.

Niçin muvaffak olamazlar biliyor musu-nuz?

Biz Türkler, en az 15.000 (on beş bin) yıl önce Anadolu’ya gelmişiz.

Tüm medeniyetlere bizler kucak açmışız ve dünyaya armağan etmişiz.

Anadolu 15 bin yıllık Türk Yurdudur. Bu-gün yaşadığımız sıkıntıların çok daha bü-yüklerini yaşamışız, yıkılmamışız. Gün gel-miş, küllerimizden yine doğmuşuz.

Türkler, Ergenekon’dan-Estergon’a kadar olan coğrafyayı defalarca dolaşmışlar ve bu büyük coğrafyada tarihe derin izler bırak-mışlardır. Bu denli büyük coğrafyada yaşa-yan başka bir millet yoktur. Peygamberimiz Aleyhisselâm Efendimizin ilgili hadisleri

ÖNCE KENDİMİ İ BİLECEĞİ

Rifat SERDAROĞLUSAĞLIK (E) BAKANI

dEĞERLERİMİZ

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU34. SAYI2019

21

Türkler at üstünde ülkeleri fethederken, bugün bize dayatılmaya çalışılan Arap kültürü-nün sahipleri, kız çocuklarını diri-diri toprağa gömüyorlardı!

Bu meczupların günümüzdeki temsilcileri-ne mi geçit vereceğiz?

1071 tarihi Türklerin Anadolu’ya ilk geliş-leri değil, son gelişleridir.

Bu tarih uydurmadır, batı emperyalizminin ve Vatikan’ın dayatmasıdır.

Atatürk, 1907’de Rumların baskısıyla durdurulan Alacahöyük kazılarını, 1935 yı-lında tekrar başlattı. Çok değerli eserler bu-lundu. Bunlar Anadolu Medeniyetleri Müze-sinde sergilenmektedir. Bulunan tarihi eserler, Anadolu’nun binlerce yıl öncesinden Türk Yurdu olduğunu ispatlamaktadır.

Atatürk, gerçek tarihimizi yeniden yazdır-mak için çalışmalar başlattı, fakat ömrü yetme-di. Ondan sonra, her şey eskisi gibi devam etti.

27 Aralık 1949 yılında İnönü Cumhurbaş-kanı, Şemsettin Günaltay Başbakan, Tahsin Banguoğlu M. Eğitim Bakanı iken ABD ile bir eğitim anlaşması imzalandı. Eğitimimiz ABD denetimine bırakıldı. 70 yıldır bu sıkıntıyı dü-zeltemedik.

Değerli Okurlar; Bu konuda daha fazla bil-gilenmek için,

Kazım Mirşan- Servet Somuncuoğlu-Ha-luk Tarcan-Akif Poroy-Veli Sevin-Selahi Di-ker-Osman Nedim Tuna-Prof. Arkeolog Fahri Işık-William Mitcheel Ramsay- James Noel Adams-Sümerolog Samual Noah Kramer gibi bilim insanlarının eserlerinden yararlanabilir-siniz.

Ve tabii ki Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ.

Ömrünü, Sümerlerin Türk olduğunu ispat-lamak için feda eden, dünyanın itibar ettiği Sümerolog! Onun bu konudaki eserleri muh-teşem.

Rus bilim adamı Nikosky, “Anov ve Ur kentlerinde bulunan cesetler üzerinde yap-tığı DNA incelemelerinde, Sümerlerin Orta Asya’dan gelen Türkler olduğunu kanıtlamış-tır.

Bu bilimsel tespit üzerine Muazzez İlmiye Çığ şöyle demiştir;

“Bugüne kadar, Tarih Sümerlerle başlar de-niyordu. Bundan böyle,

Tarih Türklerle başlar” denecektir.”

Değerli Okurlar;

Bu yazılanlar, kesinlikle ırkçılık, ayrımcılık olarak algılanmamalıdır.

Yapılmak istenen, kasten çarpıtılan tarihi-mizi ve geçmişimizi net olarak ortaya çıkar-maktır.

Önce kendimizi bileceğiz, ama doğru kay-naklardan öğreneceğiz.

Sonra diyeceğiz ki; Eyy Emperyalist Dev-letler! 250-300 yıllık tarihlerinizle bizi esir alamazsınız. Türklerle dost olun. Bu derin ta-rihten siz de yararlanın.

Yakında, Türk Milleti kendine gelecek ve kendi öz çocuklarının elinde tekrar dünya me-deniyetine yeni armağanlar verecektir…

dEĞERLERİMİZ

HAKİKAT NEREDE?

Gafil, hangi üç asır, hangi asır,

Tuna ezelden Türk diyarıdır.

Bilinen tarih söylememiş bunu,

Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,

Dinleyin sesini doğan tarihin,

Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak.

Yaşanan tarihi gömüp doğru tarihe gidin.

Asya’nın ortasında Oğuz oğulları,

Avrupa’ nın Alpler’ inde Oğuz torunları,

Doğudan çıkan biz, batıda yine biz;

Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz.

Hep insanlar kendini bilseler,

Bilinir o zaman ki hep biriz.

Türk sadece bir milletin adı değil

Türk bütün adamların birliğidir.

Ey birbirine diş bileyen yığınlar,

Ey yığın yığın insan gafletleri

Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,

Hakikat nerede?

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 34. SAYI2019

22

Türküm demek vatanını sevmek imanın ge-reğidir.

KİMSE “Türk bir ırkın adı değildir” diye-mez. Çünkü ırk Allah’ın ayetidir. Allah’ın aye-tini de inkâr eden dinsiz ve imansızdır.

İslama göre bir millet, Allah tarafından ken-disine verilen dil, örf, adet, kültür gibi özellik-lere sahip çıkmayarak bunları bozması ve baş-ka milletlere benzemeye çalışması Allah’a ve Allah’ın ayetlerine isyan etmek demektir.

(Allah’ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin di-liyle gönderdik. Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir. /İBRAHİM Suresi 4.

Göklerin ve yerin yaratılmasıyla dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun ayet-lerindendir. Bunda, ilim sahipleri için elbette ibretler vardır. /RUM Suresi 22.

Ey inananlar! Bir kavim başka bir kavimle alay etmesin! Olabilir ki, alay ettikleri toplu-luk kendilerinden hayırlıdır. Kadınlar da baş-ka kadınlarla alay etmesinler. Alay ettikleri, kendilerinden hayırlı olabilir. Öz benliklerinizi ayıplamayın/kendi nefislerinizde ayıplar ara-mayın; birbinize lakaplar yakıştırmayın. İman-dan sonra sapıklıkla adlanmak ne kötü şeydir! Kim ki tövbe etmez, işte böyleleri zalimlerdir. /HUCURAT Suresi 11.

Andolsun ki, biz senden önce de elçileri kavimlerine gönderdik, onlar belgeler getir-diler; dinleyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştur. /RUM Suresi 47.

Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak

ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır. /HUCURAT Suresi 13.

Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir üm-met yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imti-han etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyi-liklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şey-leri size bildirecektir. /MAİDE Suresi 48.

Bir millet kendi durumlarını değiştirme-dikçe Allâh onların durumlarını değiştirmez. Allâh da bir kavme kötülük istedi mi artık onu geri çevirecek yoktur. Zaten onların, O’ndan başka koruyucuları da yoktur. /RAD Suresi 11.

“Zamana yemin olsun ki! Elbette insanoğlu (milleti, kökeni ne olursa olsun) tarifsiz bir ka-yıptadır. Ancak Allah’a inananlar, erdemli ve sorumlu davrananlar (sahip oldukları, meziyet-leri, maddi ve manevi değerleri iyilik yolunda ve sorumlu şekilde kullananlar), birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler bundan müstesnadır” /Asr 1-3 “…Bir topluluk, kendilerinde bulunan (güzel ahlâk)ı değiştir-medikçe Allah onlara verdiği bir nimeti/güzel bir durumu değiştirmez. Allah, şüphesiz hak-kıyla işitendir, bilendir.” Enfal 8/ 53.

Allah diyor ki ben sizi kavim kavim yarat-tım. Bizim dinci gruplar ise ırk, soy, kavim yoktur diyor. Bu şu demektir. Allah’ın ayetleri de olsa biz yinede Türk kavmini, Türk soyunu inkâr edeceğiz. Çünkü islamcılığı savunanların ırk problemi var.

dEĞERLERİMİZ

IRK VE DİL ALLAH IN AYETİDİR

Salahattin BAYSALTürkiye Türkmenistan Dostluk Derneği Kurucu Başkanı

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU34. SAYI2019

23

Peygamberimiz Aleyhisselâm Efendimizin ilgili hadisleri ; “Kişi ırkını sevmesinden do-layı ayıplanmaz. Vatan sevgisi imandandır. Size birlik halinde bulunmanızı tavsiye eder; ayrılıp dağılmaktan şiddetle kaçınmanızı is-terim. Zira şeytan, yalnız başına yaşayan in-sana yakın olup, beraber bulunan iki kişiden uzaktır. Kim Cennet’in ta ortasında yaşamak isterse, toplu halde bulunmaya baksın. İman etmedikçe Cennete giremezsiniz. Birbirinizi Sevmedikçe de hakkıyla iman etmiş olamaz-sınız.’’

“Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz. Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir. Vatan sevgisi imandandır’’

“Sizin en hayırlınız kavminin zulüm ve haksızlıklarını destekleme gibi bir günah işlemeden kendi soyunu müdafaa eden kim-sedir”. Hadis Peygamber Efendimiz “”Bir millete benzemeye çalışan kimse, o millet-ten sayılır.” (Ebu Dâvud, Libas; 4) İslamiyet dîni tebliğ etmek, iyiliği emretmek, kötülük-lerden sakındırmak, yardımlaşmak gibi dini görevlere de önce yakınlarımızdan başlamayı emretmektedir. Bu amaçla Sevgili Peygam-berimize Şuara suresi 114. ayette “Ve enzir aşiretekel agrabine Önce en yakın akrabala-rını uyar!” emri verilmiş, zekat, fitre ve sa-daka gibi mâli ibadetleri yerine getirirken de önce akrabalarımızdan ve komşularımızdan başlanması emredilmiştir. “Muhakkak ki Al-lah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder..,” (Nahl, 90) Kur’an-ı kerim’de ve hadisi şeriflerde akrabalarla yakın ilişki içerisinde olmak ve sılai rahimde bulunmak emir ve tavsiye edilmiştir.”Allah’tan korkun ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının” (Nisâ ,, 1) Peygamber Efendimiz: “Sıla-ı Ra-him ömrü uzatır. “Akraba ile ilgi ve alakayı kesen kavim üzerine melaike inmez.” bu-yurmuştur. Kurtubi tefsirinde “Sıla-ı Rahim vacip olduğu ve akraba ile alakayı kesmenin haram olduğu hususunda Ümmetin icmaı bulunduğunu nakledilmiştir.

İslam her şartta yakınlarımıza yardımı em-reder. Enes bin Malik (r.a.)’dan Rasulullah

(s.a.v.) buyurdu ki:

“Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et.” dendi ki:

“Ey Allah’ın Rasulu, şu mazluma zaten yardım ediyoruz. Peki, zalim olunca nasıl yardım ederiz?” Buyurdu ki:

“Tutar ve zulümden alıkorsun. İşte bu da senin ona yardımın olur.”(Müslim İlim: 47, 16. Hadis) “Sizin en hayırlınız, günaha gir-memek şartıyla milletinin, aşiretini müda-faa edeninizdir.” (Ebu Davud, Edep; 113) İnsanların dillerinin, renklerinin, ırklarının ayrı ayrı olması da Allah’ın varlığını, gücü-nü, kudretini gösteren ayetlerinden-delille-rindendir. Bu duruma Şura suresi 8, Casiye suresi 4 ve Rum suresi 22. Maide suresi 48. ayetlerde dikkat çekilir ve düşünen insanla-rın bunlardan ibret çıkarmaları istenir İşte bu farklı özellikler, renklerin, dillerin ayrılığı insanlığa renk getiren, kültür ve medeniyet-lere kendine has bir özellik ve nitelik kazan-dıran orijinal değerlerdir. Her çiçeğe farklı renk ve koku veren, aynı meyveyi çeşitli renk ve tatlarda yaratan ve “Kitab-ı Ekber” (En büyük kitap) denen kâinatı yaratarak ve kâinattaki yaratıklara ayetlerim diyen, bizi kainatı ve kainattaki Allah’ın varlığının ve birliğinin delilleri olan ayetleri okumak ve anlamakla yükümlü kılan ve buradan ken-di varlığına, gücüne, kudretine ulaşmamızı isteyen hiç şüphesiz Yüce Allah’tır. Bu ba-kımdan biz diğer milletleri de sever ve sayar ve Cenab-ı Hakk’ın ayetleri olarak görür ve kabul ederiz. Milliyetçiliği de insani mede-niyetin oluşmasında ve hayırda yarışmak için bir vesile olarak kabul ederiz.

Kardeşlik duyguları içerisinde bütün mil-letlerle iyi ilişkiler kurmak dini bir emir ve tavsiye olmaktan öte aynı zamanda bir sos-yal gereklilik ve gerçekliktir.

“Sizin en hayırlınız, günaha girmemek şartıyla milletinin, aşiretini müdafaa edeni-nizdir.” (Ebu Davud, Edep; 113) “Bir mil-lete benzemeye çalışan kimse, o milletten sayılır.” (Ebu Dâvud, Libas; 4) Bir milletin milli kültürünü ve istiklalini kaybetmesi

DEĞERLERİMİZ

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 34. SAYI2019

24

Orta Kıyamet şeklinde anlatılır. Orta Kıya-met, Bir milletin, hürriyet ve istiklalini, bu-günkü deyimiyle özgürlük ve bağımsızlığını kaybetmesi, dünya haritasından silinmesi-dir. (s:272) Bir millet sadece bağımsızlığı-nı kaybetmekle tarih sahnesinden silinmez, aynı zamanda bir millet kendisine Allah ta-rafından verilen milli kimliğini, adını, dil ve kültürünü kaybederse de tarih sahnesinden silinmiş olur. Nitekim Kur’an’da Rad sure-sinde bu duruma şöyle dikkat çekilir:

“Bir kavim, özlerindeki (özlerini, güzel hal ve ahlâk ) ını değiştirip bozuncaya kadar Al-lah şüphesiz ki onun (halini) değişdirip boz-maz..” (Rad suresi 11) İslam âlimleri kıya-meti üçe ayırırlar: 1.Küçük Kıyamet (insanın ölümü) 2. Orta kıyamet (milletlerin ve dev-letlerin tarih sahnesinden silinmesi) 3. Bü-yük kıyamet. (Asıl kıyamet) Orta kıyamet bir milletin milli kültüründen uzaklaşarak başka milletlere benzemesi, millet ve milliyetçilik şuurundan yoksun kalarak devletinin elden gitmesi sonucu tarih sahnesinde kaybolma-sıdır. Bu gerçeğe Kur’an şöyle dikkat çeker:

“Her ümmetin bir eceli vardır” (A’raf 34) şeklinde söz edilmektedir.

Maturidi’ye göre Bakara suresi 213. Ayet-te belirtildiği gibi insanlar tek bir ümmetti. Nebiler gönderilmeden evvel insanlar tek bir sınıftı. Ona göre “ümmet”, “sınıf” anlamın-dadır. Nebi gönderilmesi tek sınıflı yapının değişmesi anlamına gelmektedir. Maturidi, bütün peygamberlerin tek din üzerine gön-derildiğini fakat şeriatların farklı olduğunu da ifade etmektedir. Buna göre nebilerin var-lığı aslında farklı hayat tarzlarının, farklı örf ve adetlerin, adeta farklı kültürlerin bir tür onanması anlamına gelmektedir.

İnsanların “birbirleri ile tanışmaları için farklı şube ve kabilelere, farklı insan toplu-

luklarına yani kavimlere ayrılması”, insan-ların “dillerin ve renklerin farklı olması” yüce yaratıcının takdiri, “göklerin ve yerin yaratılması gibi O’nun bir delili” olduğuna göre, bunda bir beis bulunamazdı ve bu işte “bilenler için ibretler vardı”. Hatta “Bizi im-tihan için bazımızın derecelerini bazılarımı-zın üstüne yükselten Allah… (En‘âm, 165)” idi ve dolayısıyla kavimlerden herhangi biri-nin diğerleri üzerinde hâkim, yönetici veya idareci olması da bir imtihan vesilesi olması münasebetiyle normal ve muhakkaktı. İmti-hana tâbi tutulan şey; hâkim, yönetici veya idareci konumuna gelen kavmin, bu konu-ma gelmek için izlediği yol ve arzu ettiği konuma ulaştıktan sonra uyguladığı yöntem ve tekniklerin niteliği idi. “Bir kavme kar-şı kininiz, sizi adaletsizliğe sürüklemesin (Mâide, 5)” diyen yüce yaratıcı, çok net ve kesin bir esas, sebebi ve gerekçesi ne olur-sa olsun uyulması gereken temel bir prensip belirlemişti: Adalet…Dolayısıyla mesele, ne kavimlerin mevcut olması, ne de bunlar-dan birinin diğerlerine göre “üstün”, güçlü, hâkim, yönetici ve idareci olması değil; bunu adaletle yapıp yapmaması idi. Şu veya bu şe-kilde diğerlerine “üstün” bir konuma, hâkim, yönetici veya idareci konumuna gelmiş olan bir kavim, gerek bu konuma gelirken, gerek-se bu konumda iken izlediği yol, uyguladı-ğı yöntem ve tekniklerde adalet karînesine uymuş ise imtihandan kazançlı çıkacağında ve yaratıcı tarafından müjdelenen mükâfata kavuşacağında; adaletsizlik ve zulüm yolu-nu tercih etmiş ise de “azabı tadacağında” bir şüphe yoktu. Kavmiyetçilik, işte tam bu noktada anlam kazanıyordu. Zira İslam’ın yasakladığı kavmiyetçilik, mana ve mahiyet itibarıyla, bir kavme yani topluluğa duyulan mensubiyet duygusunun, başka gruplara kar-şı “üstünlük iddiası”na, başka grupların hak ve hukukuna karşı saygısızlığa, adaletsizlik, zulüm ve sömürgeye dönüşmesi durumuydu.

“Kavim” kelimesinin anlamı, esas itiba-rıyla “insan topluluğu” olduğuna göre, bu durum, yerine göre bir Arap kabilesinin,

dEĞERLERİMİZ

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU34. SAYI2019

25

sözgelimi Beni Ümeyye’nin (Emevîler) ya da Hâşimîlerin diğer Arap kabileleri karşı-sında üstünlüğünü iddia etmesi ve onlara karşı haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik yapmasıyla ortaya çıkabileceği gibi; Arap-ların Acemlere, Mekkelilerin Medînelilere, Beyaz’ın Siyah’a, bir mezhebin diğer bir mezhebe, bir tarikatın diğer bir tarikata, bir cemaatin diğer bir cemaate, bir meslek gru-bunun diğer bir meslek grubuna vs üstünlü-ğünü iddia etmesi ve haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik yapmasıyla da meydana gele-bilirdi. “İslamcı” düşüncenin “kavm”i “mil-let”, “kavmiyetçilik”i ise “milliyetçilik”e indirgemesi, millet mefhumu dışında oluşan kavimlerin ve bu kavimler tarafından yapı-lan kavmiyetçiliğin farkına varılmasını en-gelledi. Bu, belki de kasıtlı olarak yapıldı. Zira zaman içerisinde görüldü ki, milliyet-çileri kavmiyetçi olarak nitelendiren birçok “İslamcı” grup, bizatihi birer kavim idiler ve düpedüz kavmiyetçilik yapıyorlardı. O halde neden İslam’ın yasakladığı kavmi-yetçilik, sadece millet ve milliyetçilik mef-humlarına indirgenerek mana ve mahiyet itibarıyla kavmiyetçilik yapan sair gruplara/kavimlere dikkat çekilmedi? İslam’da kav-miyetçiliğin yasaklanmasına sebep olan şey, insanlara muamelede, ticarî, siyasî, idarî ve hatta ilmî meselelerde liyakat ve hakkaniyet karînelerini değil de mensup olduğu gru-bun çıkarlarını ön planda tutmak, bu uğur-da gerekirse başka grupların hak ve huku-kuna tecavüz etmek, kendi grubu dışındaki insanları küçümseyip görmezden gelmek, üstelik bunu bir hak gibi görerek bu suretle zulüm ve sömürüye sebep olacak bir üstün-lük kurmak ise, neden bu cürmü işleyen sair kavimler kavmiyetçilikle itham edilmedi? Yaşanan son hadiseler, bunu en açık şekilde ortaya koydu. İsimleri farklı olmakla birlikte “İslamcı” kimlikle, İslamî öğelerin bolca yer aldığı argümanlarla kendilerini takdim eden bu “kavim”lerin büyük kısmı, görünürde sa-dece ve sadece dînî gayeye matuf çalışma-larını, dînen uygun görmedikleri şirketler yerine kendi şirketlerini, medya grupları ye-rine kendi medya gruplarını, bankalar yerine

kendi finans kurumlarını, sendikalar yerine kendi sendikalarını, okullar yerine kendi eği-tim kurumlarını, üniversiteler yerine kendi üniversitelerini vs. kurarak devam ettirdiler.

dEĞERLERİMİZ

HACI BEKTAŞ VELİ’NİN

Sadetlü hünkarın nazar kıldığıİlleri var Hacı Bektaş Veli’ninHorasan’dan sökün edip geldiğiYolları var Hacı Bektaş Veli’nin

Kulları var atlas giyer al giyerDüldül atları var altın çul giyerDervişleri hırka giyer şal giyerŞalları var Hacı Bektaş Veli’nin

Bin bir ayet yazılıdır postundaYedi kıral yedi şah var destindeAltın hilye örtüleri üstündeLa’lleri var Hacı Bektaş Veli’nin

Dahi böyle sultan nerede olurOn sekiz bin alem hem mevcut bilirKırk konaklık yerden kurbanı gelirMalları var Hacı Bektaş Veli’nin

Veli’m eyder cünbüş verir cüş verirYine ay gün resiminde taş verirOn’ki imam yollanna baş verirKulları var Hacı Bektaş Veli’nin

Hacı Bektaş Veli

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 34. SAYI2019

26

Yesevi’den, Horasan erenlerin-den, Yunus’tan, Hacı Bektaş’tan, Hacı Bayram’dan… Sonra bedevi bir zihniyet çe-kilmiyor be kardeşim.

Türkün bünyesine, Türkün dünyasına uy-gun değil çünkü.

Bize karşı atom bombası kadar güçlü, ga-vura karşı ise sinek kadar güçsüz, bu sahte olağan üstü güçlü bedevilerden bıktık artık.

Arada dağlar kadar arılık duruluk, arada dağlar kadar ilim irfan, arada dağlar kadar soy sop, gelenek görenek, kültür ve aidiyet farkı var.

Din sosuna batırılmış habis bir ur gibi iç-ten içe çürüten, içten içe kuşatan, ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Afyonun nerede ne zaman patlayacağı, haşhaşilerin sinsi bir yılan gibi nerede ne zaman sokacağı, nerede ne zaman bir Şerif Hüseyin, nerede ne za-man bir Şeyh Said, nerede ne zaman bir Ha-san Sabbah, nerede ne zaman yeni bir Feto çıkacağı belli değil.

İstediğiniz kadar İslam olun, aynı zamanda Türk olmadığınız sürece, bu milletin manevi dünyasında size asla yer yok.

Rahmetli Erol Güngör’ün azınlıklar için söylediği söz tıpa tıp size de uyuyor vesse-lam.

Belki kafamızı karıştıracak, belki bizi bi-raz uğraştıracaksınız, ama eninde sonunda bu bünyeden muhakkak atılacaksınız.

Herkes kafasına şunu iyice soksun! İste-dikleri kadar şeyh, istedikleri kadar gavs, istedikleri kadar kutup olsunlar. İstedikle-ri kadar takla atıp, istedikleri kadar allayıp pullasınlar. İstedikleri kadar uçup, istedikle-ri kadar ALLAH DOSTU (!) palavralarıy-

la milleti kandırsınlar İçinde Türk olmayan, Türkün ruhu olmayan, her şey bu millet için, bu coğrafya için, bu devlet için bir BEKA meselesidir.

Bunu kafamıza küçük harflerle değil, bü-yük ve kalın harflerle muhakkak kazımak zorundayız.

Kazımadığımız müddetçe Feto ve türevleri ne ilk ne de son olarak bu milleti can evinden vurmaya devam edeceklerdir. Bataklık varsa sinek, sinek varsa sıtma muhakkak vardır.

Bu batağın çaresi, temiz suyun gürül gürül çağlayacağı Türklük gurur ve şuuru, İslam ahlak ve faziletidir.

Tarikatçı değilim, çünkü aklımı kim olursa olsun kimseye ipotek edemem, ama çağdaş demokrasi, insan hak ve hürriyeti ve Türk milliyetçiliğindeki inançlara saygı prensibi gereği, tercihlerini böyle belirleyen bütün ar-kadaşlara saygılıyım. Umarım onlar da bana saygılı olurlar.

İlim için lazım olan aklın, din için de lazım olduğuna inananlardanım. Çünkü akla değer vermeyen ümmetlerin sonu cennet değil ce-hennemdir. Esarettir, uşaklıktır, rezilliktir, pisliktir.

Bunu görmek için illa alim olmaya gerek yok. Ağzına kadar hacı, hoca, seyyit, gavs, kutup, şeyh, şıh dolu islam dünyasına bak-mak yeter de artar bile.

Biliyorsunuz Türk milliyetçiliği çok sor-gulandı. Özellikle de tarikatlar tarafından, ama Allah’a şükür milliyetçilik her sorgu-nun altından alnının akıyla çıktı. Fakat aynı şeyi tarikat ve cemaatler için söyleyemeyiz. Rezaletin biri bitmeden diğeri başlıyor. Pa-ralellik, ihanet, ticaret, sapıklık, sahtekarlık, yobazlık, ajanlık, rüşvet, iltimas, sahtecilik..

dosya

YESEVİ DEN HACI BAYRAM AİLETİ

Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU34. SAYI2019

27

Skandalın haramın günahın ardı arkası ke-silmiyor.

Tevazu insanlık erdem ve güzel ahlakın yaşanması gereken yerlerde insan bu rezil-likleri saymaya utanıyor.

Şimdi hepsi bunları, kendilerinin değil, başka tarikat ve cemaatlerin yaptığını, za-ten onların gerçek tarikat ve cemaat olmayıp gerçek tarikat ve cemaatin kendileri olduğu-nu ispatlamanın telaşındalar.

Yani anlayacağınız sorgulayacak başka şey bulamayıp Türkün hayat damarı Türk milliyetçiliğini sorgulayanlar şimdi Çalap’ın tokadıyla çetin bir imtihanda.

Oysa daha Mehdiliğe, ceza evinde ülkü-cülere yaşattıklarına, bir birinden mübarek mübareklere, aklın aklını oynattığı ritüelle-re, şarlatanlara, istila için ülkenin dört bir ya-nında mantar gibi biten, her biri bir birinden karanlık odağın oyuncağı tapınak şövalyele-rine daha sıra gelmedi.

Düşüne biliyor musunuz bu ülkenin in-sanları yıllarca kadının saçının bir tek teli görülsün mü, görülmesin mi diye bir birine düşman edilirken televizyonlarda çatır çatır, çırıl çıplak kadın mürit oynatan pezevenkler yıllarca tarikatçılık cemaatçilik cakası sattı bu ülkeye.

Ne yalan söyleyeyim Çağın en aydın hare-ketinin, çağın en cahil insanlarıyla, çağın en temiz hareketinin, çağın en rezil insanlarıyla sorguya çekilmesi ağrıma gidiyor. Yaptıkla-rına bakacak olursanız demek ki boşa hedef seçmemişler milliyetçiliği.

Tarikatçı arkadaşlarıma milli ve manevi dünyamızın teminatı milliyetçiliği bir kez daha düşünmelerini öneriyorum. 15 Tem-muzdan sonra efendim biz zaten milliyet-çiyiz gibi komik takiyyelere hiç gerek yok. Milliyetçi olsanız ağzına kadar ermiş, derviş, pir, dede, Alperen, veli dolu Anadulu’da üç kıtada İslamın bayraktarlığını yapan Türk ulularını bırakıp Arap bedevizminin meçhul ulularının (!) peşine düşmezsiniz.

Tarikatçı olacaksanız Ahmet Yesevi gibi, Yunus gibi, Hacı Bektaş gibi, Tapduk Emre gibi, Ahi Evran gibi Hacı Bayram gibi yerli ve milli olacaksınız yabancı değil.

“Gelin canlar bir olalım” Diyeceksiniz ki sözünüz Adriyatik’ten Çin Seddine bütün bir Türk dünyasında yankılanacak.

“Bir kez gönül yıktın ise kıldığınız namaz namaz değildir” Diyemiyorsanız susacaksı-nız.

Halep ordaysa arşın burada. Bu iş öyle yanmaz kefen, sırattan geçiren terlik, deve sidiği, cezbe, rüya, papağan gibi eski alim-lerinin sözlerini nakletmek hele hele de fü-tursuz ve hadsizce Allah ve Resulünü bu işe alet etmekle olmuyor. ‘’Dervişlik olsaydı taç ile hırka, biz dahi alırdık otuza kırka”

Şeyhleriniz, tarikatlarınız varsa bir kera-meti bizden olan kurtulur diye zümrecilikle değil, Türk tarikat ve ulularında ki gibi, mil-let için, insanlık için çıkacak ortaya.

“Gel gör beni aşk neyledi” Diyemeyen aş-kın, “Yaradılanı hoş gördük yaratandan ötü-rü” Diyemeyen sevginin postuna oturmaya-cak. Arkadaş.

“Dinine dizlerinle değil, kalbinle bağlan” Diyebilen bir şeyh olmadıktan sonra o tari-katın ne önemi var.

Bu asil millet için “Bir olalım iri olalım diri olalım”, “Eline beline diline sahip ol” , “Bölüşerek tok, bölünerek yok oluruz” diyen milli şuura sahip Türk ulularını ne zaman keşfedeceksiniz acaba? “İlim beşikte başlar mezarda biter”

“En büyük keramet çalışmaktır” Diyen mutasavvıflardan sonra kusura bakmayın da çalışmadan saltanat süren şeyhler pek akılcı gelmiyor insana.

“Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde, hakkın yarattığı her şey yerli yerinde, bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok. Noksan-lık, eksiklik, senin görüşlerinde” Diyebil-seydi şeyhleriniz, tarikatlarınız yobazlık ve sapıklık suçlamalarına bu kadar maruz kalır

DOSYA

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 34. SAYI2019

28

Öyle görünüyor ki biz ne dersek diyelim tarikat ve cemaatler Mesele ister küresel güçler, ister gizli ve açık yürütülen Arap milliyetçiliği, ister cahillik, ister Vahabi selefiyeciliği ve ister yobazlıktan geçinen din tüccarları olsun Türkün ilelebet süren varlık mücadelesinde Türkün en hayati varlık sorunları olmaya devam edecekler.

mıydı acaba?

“İlim beşikte başlar mezarda biter”

“En büyük keramet çalışmaktır” Diyen mutasavvıflardan sonra kusura bakmayın da çalışmadan saltanat süren şeyhler pek akılcı gelmiyor insana.

“İncinsen de incitme”

“Kadınlarınızı okutunuz, kadınları okumayan millet yükselemez” Sözünü kim niye söylemiş acaba?

“İslam’ın temeli güzel ahlak; ahlâkın özü bilgi; bilginin özü akıldır” Diyen pirlerden sonra acaba aklı ipotek etmek niye nasıl ve nerden çöreklendi bu coğrafyaya?

“Kuvvetini mazluma değil zalime kullan” Sözü yerine fırıl fırıl iktidar peşinde koşmak tarikatçılık cemaatçilik Allah dostluğu mu oluyor şimdi?

“Hararet nardadır sacda değil, Keramet baştadır, taç da değil. Her ne ararsan kendinde ara, Kudüs de Mekke de hac da değil”

“Çalışmadan geçinenler bizden değildir” Sözünden ders almayan şeyh şeyh olabilir mi?

“Eşine işine aşına özen göster”

“Hak ile sabır dileyip, bize gelen bizdendir. Akıl ve ahlak ile çalışıp, bizi geçen bizdendir” Sözlerini hiç duydunuz mu acaba?

“İslami hükümleri tam bilmeyen, tatbik etmeyen bir kimse, evliyalık yolunda bulunmaya kalkarsa, bunun imanını şeytan çalar” Diyen yesevi demek ki boşa dememiş bu sözleri.

Anlayacağınız bütün tarikat ve cemaatler iktidar sofrasında nimet yarışına girip bizi Ortadoğu batağına çekerken, Türkistan uluları “Padişah huzurunda dahi olsanız hakkı ve hakikati söylemekten çekinmeyiniz” Diyerek hala aydınlatmaya devam ediyorlar bizleri.

DOSYA

BİLMEK İSTERSEN SENİ

Bilmek istersen seniCan içre ara canıGeç canından bul anıSen seni bil sen seni

Kim bildi ef’aliniOl bildi sıfatınıAnda gördü zatınıSen seni bil sen seni

Görünen sıfatındırAnı gören zatındırGayri ne hacetindirSen seni bil sen seni

Kim ki hayrete vardıNura müstağrak olduTevhid-i zatı bulduSen seni bil sen seni

Bayram sözünü bildiBileni anda bulduBulan ol kendi olduSen seni bil sen seni

HACI BAYRAM VELİ

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU34. SAYI2019

29

Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanan Türkçe Sözlük’te:

Öğrenim görmemiş, okumamış kimseler cahil , bilgi edinememek, bilgisi olmamak durumu cahil kalmak , okumuş, kültürlü, ileri düşünceli kimseler de aydın (münevver) olarak tanımlanmaktadır.

Cahil kalanları bir yana bırakalım. Aydınların görevi gerçekleri bütün çıplaklığı ile sergilemek, toplumu bilgilendirmektir. Aydınların mensubu oldukları milleti aydınlatmak sorumluluğu vardır.

Son birkaç yıldır bir kısım siyasetçimizde, bir kısım aydınımızda Osmanlı olmak, Osmanlıca öğrenmek/öğretmek sevdasının başladığı ve bu konularda propaganda yapıldığı müşahede edilmektedir.

Peki; Osmanlı ne demektir? Osmanlı diye bir millet var mıdır? Osmanlıca diye bir dil var mıdır? Sorularının cevaplarını arayalım ve bulalım.

Bu soruların cevaplarını dünyanın en büyük ve bir Türk İmparatorluğu olan Osmanlı İmparatorluğu’nun 23 Aralık 1876’da kabul ve ilan edilen Kanuniesasi’sinde, temel yasasında, ilk Anayasası’nda buluyoruz. 23 Aralık 1876 tarihli Kanuniesasi’nin:

8. maddesi “Devlet-i Osmaniye (Osmanlı Devleti) tabiyetinde (uyruğunda) bulunan efradın (fertlerin) cümlesine herhangi din ve mezhepten olur ise olsun bila istisna (istisnasız) Osmanlı tabir olunur ve Osmanlı sıfatı kanuen muayyen (kanunla belirlenmiş) olan ahvale (şartlara) göre istihsal (elde edilir) ve izae (kayıp) edilir.

hükmünü,

18. maddesi “Tebaa-i, Osmaniye’nin (Osmanlı uyruğunda olanların) hidemat-ı devlette (devlet hizmetinde) istihdam olunmak (çalıştırılabilmesi) için, devletin lisan-ı resmisi (resmi dili) olan Türkçe’yi bilmeleri gerekir.

hükmünü taşımaktadır. Bu hükümlerde; dünyanın en büyük ve bir Türk İmparatorluğu olan Osmanlı İmparatorluğu’nun 23 Aralık 1876 tarihli Anayasası’nın 8. maddesinde Osmanlı tanımının sadece bir sıfat olduğu, 18. maddesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda devletin resmi dilinin Türkçe olduğu kayıtlıdır. Söz konusu 23 Aralık 1876 tarihli Anayasa’nın 8 Ağustos 1909, 15 Ağustos 1914, 29 Aralık 1914, 25 Şubat 1916, 7 Mart 1916 ve 21 Mart 1918 tarihlerinde yapılan madde değişikliklerinde 8. ve 18. maddelerde herhangi bir değişiklik yapılmamıştır.

Tarihi ve sosyolojik gerçekler şunlardır.

Osmanlı Devleti, Kayı Türkleri tarafından kurulmuş bir devlettir. Devletin adı, kurucusu Osman beyden gelmektedir. Osmanlı tabiri sadece bir sıfattır. Osmanlı diye bir millet yoktur. Devletin İmparatorluk olması özelliğinden dolayı çok soylu, çok dilli, çok dinli, çok mezhepli bir yapıya sahipti.

Hatırlayalım, 11. yy’dan Türk milletinin idam kararnamesi olan Sevr Antlaşması’nın imzalanmasına, 10 Ağustos 1920’ye kadar, batıda Müslüman demek, Türk demekti, Osmanlı demek değildi.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde resmi dil Türkçe olduğu gibi Osmanlı Devleti’nin de resmi dili Türkçe idi.

DOSYA

CAHİL AYDIN OSMANLI OSMANLICA

Turgut ÖZBAYAraştırmacı, Yazar

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 34. SAYI2019

30

DOSYA

Osmanlı Devleti’nde resmi dil Türk-çe Arap alfabesiyle yazılıyordu. Tür-kiye Cumhuriyeti’nde resmi dil Türk-çe Latin alfabesiyle yazılıyor. Osmanlı Devleti’nde saray ve çevresinde, bürok-raside kullanılan Türkçe daha fazla Arap-ça ve Farsça etkisinde kalan bir Türkçe idi.

Peki; bir kısım siyasetçimiz, bir kı-sım okumuş; kültürlü, ileri düşünceli kimseler olan aydınlarımız bu konuları bilmiyor mu?

Pek tabii ki biliyorlar. Dikkat çekici olan husus, Osmanlı olmak, Osmanlıca öğ-renmek/öğretmek isteyenlerin, son beş on se-nedir Türkiye Cumhuriyeti Devleti yerine “bu devlet”, Türk milleti yerine “bu millet”, Türk bayrağı yerine “bu bayrak” demeleridir(!)

Sonuç:

M. Kemal Atatürk 02/11/1922’de bir Fransız gazetecisine “Osmanlı Hükümeti tari-he geçmiştir. Şimdi yeni bir Türkiye doğmuş-tur. Gerçi millet değişmemiştir. Aynı Türk un-suru bu milleti teşkil ediyor. Ancak; tarz-ı idare (idare şekli) değişmiştir. Ankara’da hükümet-i milliye (milli hükümet) teessüs etmeden ev-vel (kurulmadan önce) İstanbul’da bir sultan ve bunun bir hükümeti vardı ” açıklamasını yapmıştı. Son yıllarda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Anayasası’nda, Anayasanın değiş-tirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddeleri-nin değiştirilmesi, Anayasanın 66. maddesinin değiştirilmesi, milli kimliğimiz olan Türk kim-liğinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndan çıkarılarak yerine “Türkiyelilik” kavramı-nın konulması talep edilmektedir. Lakin:

Kurucu idarenin kurmuş olduğu devlet devam etmektedir. Devam edecektir. Devleti-miz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesi, kurucu iradesi tartışmaya açılamaz. Bir kısım siyasetçimiz, bir kısım aydınımız dev-letimizin iradesine saygılı olmak zorundadır.

ATATÜRK’ÜN 7 ŞUBAT 1923 ÇARŞAMBA GÜNÜ ZAĞNOS PAŞA CAMİİ’NDE

OKUDUĞU HUTBE

“ Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah’ın selâmeti, sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Pey-gamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara dinî hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur. Temel nizamı, hepimizin bildiği Kur’ân-ı Azimüşşan’daki açık ve kesin hü-kümlerdir.

İnsanlara maneví mutluluk vermiş olan dinimiz, son dindir, mükemmel dindir. Çünkü dinimiz; akla,mantığa ve gerçeklere tamamen uymakta ve uygun gelmektedir. Eğer akla, mantığa ve gerçeklereuymamış olsa idi bununla diğer ilâhî tabiat kanun-ları arasında birbirine zıtlık olması gerekirdi. Çün-kü bütün tabiat kanunlarını yapan Cenab-ı Hak’tır.Arkadaşlar! Cenab-ı Peygamber çalışmalarında iki yere, iki eve sahipti. Biri kendi evi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini Allah’ın evinde yapardı. Hazret-i peygamber’in mübarek yollarını takip ederek bu dakikada milletimize ve milletimizin şimdiki ve geleceğine ait konuları görüşmek mak-sadıyla bu kutsal yerde, Allah’ın huzurunda bulu-nuyoruz. Beni bu şerefe kavuşturan Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.

Efendiler! Camiler birbirimizin yüzüne bakmak-sızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler, söylenenleri dinleme ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılması lazım geldiğini dü-şünmek, yani birbirimizin görüş ve düşüncelerini almak için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihninin başlı başına faaliyette bulunması lâzımdır. İşte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz için her şeyden önce hakimiyetimiz için neler dü-şündüğümüzü meydana koyalım.

Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyo-rum. Hepinizin düşüncelerini anlamak istiyorum. Millî emeller, millî irade yalnız bir şahsın dü-şünmesinden değil, millet fertlerinin tamamının arzularının, emellerinin birleşmesinden ibarettir. Bundan dolayı benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU34. SAYI2019

31

FEDERASYONLARDAN HABERLER

Antalya’da yapılan Çoban Ateşi Hareketi toplantısına Yörükler Türkmenler olarak kalabalık bir grupla destek verdik. Toplantıda Türk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı Durhasan KOCA Yörüklerin, Türkmenlerin Adalet anlayışını, Dünya görüşümüzü anlattı. Ayrıca Sayın Rıfat SERDAROĞLU, Muhittin BÖCEK’e ve Ümit UYSAL’a Atatürk resmi takdim ettiler.

Süleyman SARIKAYA

Batı Akdeniz Yörük Türkmen Ocağı Derneği Başkanı

Derneğimizce ilk defa Bodrum’da düzenlenen gecede Nevruz kutlamaları yapıldı. Gecemiz çok görkemli geçti

Perihan TİRİÇ

Bodrum Yörük Obası Spor Kulübü Derneği Başkanı

Federasyonumuz Sivil Toplum örgütlerini, gençleri, Yörükleri , Türkmenleri, Eskişehirli hemşehrilerimizi iftar yemeğinde buluşturdu.

Fadime UZUN

Eskişehir Ertuğrulgazi Yörük Türkmen Dernekleri Federasyonu Genel Sekreteri

12.Yörük Türkmen Toyumuz, gerek yurt içinden, gerekse Türk dünyasından katılan Yörük Türkmen ilim adamları, sivil toplum örgütlerimiz ve Muğlalı yurttaşlarımızca coşku ile kutlandı.

Orhan AKCAN

Muğla Yörük Obaları Derneği Başkanı

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 34. SAYI2019

32

FEDERASYON-LARDAN HABERLER

Vezirköprünün Uluyörük köyünde, Samsun ve civar illerden gelen Yörüklerimiz, Türkmenlerimiz yöresel kıyafetleri,yemekleri,Halk oyunları ile gençlerimizin okçuluk faaliyetleri ile gelen misafirlere geçmişimizi, örf, adet, geleneklerimiz ile büyüledik.

Ertuğrul TOYGAR

Vezirköprü Yörükler Türkmenler Derneği Başkanı

Oğuzboyu Kültür Dernekleri Federasyonumuza bağlı Burdur Yörük Türkmen Obaları Derneğimizce Teke yöresi ekonomik, kültür, sosyal yapısı ile ilgili çalıştayımız verimli geçti.

Osman ERÇİN

Burdur Yörük Obaları Derneği Başkanı

Türk Boyları Konfederasyonu yönetim kurulu olarak Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Mansur YAVAŞ’a hayırlı olsun ziyaretinde bulunduk.Mansur YAVAŞ Beyde Konfederasyonumuza destekleri ve ziyaretlerimiz için teşekkür etti.

Serdar Murat CAN

Türk Boyları Konfederasyonu Genel Teşkilatlanma Sekreteri

Derneğimizin düzenlediği 1.Yörük Türkmen Toyu, ülkemizin dört bir yanından gelen Yörük Türkmen sivil toplum örgütleri ile Çivril Halkımızın büyük ve coşkulu ilgisi ile kutlandı.

Uğur DEMİR Çivril Yörükler Türkmenler Derneği Başkanı

TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU34. SAYI2019

33

FEDERASYON-LARDAN HABERLER

Geleneksel Yörük Türkmen Toyumuz, Halkımızın büyük katkısıyla çok görkemli geçti.

Hasan Hüseyin NAMAZ

Kütahya Yörükler Derneği Başkanı

Ertuğrulgaziyi anma ve Yörük bayramının 738.cisi coşkuyla kutlandı.

Duran YILMAZ

Oğuzboyu Kültür Dernekleri Federasyonu Yönetm Kurulu Üyesi

Karakeçili Belediyesince düzenlenen 25.Karakeçili Uluslararası Ertuğrulgazi’yi Anma ve Kültür Şenliği muhteşem geçti.

Satılmış UYANIK

Kırıkkale Oğuz Boyu Dernekleri Federasyonu Başkanı

8.Geleneksel Yörük Türkmen şöleni coşku ile kutlandı.

Mehmet GÜLCAN

İzmir Yörükler Derneği Başkanı