52
1989 TÜRK PSİKOLOJİK DANIŞMA ve REHBERLİK BÜLTENİ TURKISH PSYCHOLOGICAL COUNSELING and GUIDANCE BULLETIN Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz / July 2016 ISSN 1304 - 5008 Dernekten Haberler Bu Sayının Teması: Korku ve Kaygılarımız Yadigar hocamızın anısına

Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

  • Upload
    vutruc

  • View
    237

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

1989

TÜRK PSİKOLOJİK DANIŞMAve REHBERLİK BÜLTENİTURKISH PSYCHOLOGICALCOUNSELING andGUIDANCE BULLETINCilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz / July 2016ISSN 1304 - 5008

Dernekten HaberlerBu Sayının Teması: Korku ve Kaygılarımız

Yadigar hocamızın anısına

Page 2: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

TÜRK PSİKOLOJİK DANIŞMA ve REHBERLİK BÜLTENİTURKISH PSYCHOLOGICAL COUNSELING and GUIDANCE BULLETIN

CİLT 4, SAYI 28, TEMMUZ 2016Volume 4, No 28, July 2016

TÜRK PSİKOLOJİK DANIŞMA ve REHBERLİK DERNEĞİ YAYINIDIRPublication of Turkish Psychological Counseling and Guidance Association

SahibiTürk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği Adına

Prof. Dr. Filiz BİLGE

Genel Basın Yayın SekreteriSümeyye DERİN

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüNurten KARACAN ÖZDEMİR

Yayın KomisyonuAyşegül ARACI İYİAYDIN

Ümre KAYACIGökhan KABACAOĞLU

Semih KAYNAK

Sayfa-Kapak Tasarımıİbrahim SAĞLAM

Dernek Adresi:Öncebeci Mah. Umut Sokak No: 50/4 Kolej/Ankara

Tel - Faks:0312 430 36 74

İnternet Adresi:www.pdr.org.tr

[email protected]

Basım Tarihi ve Yeri:2016 / Ankara

Atalay Matbaacılık Ltd. Şti. Tel: 0312 384 41 82

Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bülteni Türk PDR-DER

Üyelerine Ücretsiz Olarak Gönderilir.Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bülteni

Yılda İki defa Yayınlanır.Bültende Yer Alan Yazıların

Sorumluluğu Yazarlarına Aittir.

1989

Page 3: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

İÇİNDEKİLER

1989

Yayın Yönetmeni Yrd. Doç. Dr. Nurten KARACAN ÖZDEMİR’den ......................................... 2

Genel Başkan Prof. Dr. Filiz BİLGE’den ................................................................................. 3

Genel Basın Yayın Sekreteri Sümeyye DERİN’den ................................................................ 4

Dernekten HaberlerDerneğimizin Olağan Genel Kurul Toplantısını Gerçekleştirdik .......................................... 5

Genel Merkez Yönetim Kurulu Devir Teslim Toplantısı Yapıldı ............................................ 7

Okul Psikolojik Danışmanlığı Sempozyumu İstanbul Aydın Üniversitesi’nde

Gerçekleştirildi ......................................................................................................................... 8

Özel Eğitim Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürü İle Görüştük .......................................... 10

Bireysel ve Grupla Danışma Teknikleri ................................................................................ 10

TÜRK PDR-DER Yönetim Kurulu Olarak 25. Ulusal Eğitim Bilimleri

Kongresi’ne Katıldık .............................................................................................................. 11

TÜRK PDR Derneği Olarak Meslek Tanıtım Gününe Katıldık ............................................. 12

Meb Müsteşar Yardımcısı Doç. Dr. Hilmi Çolakoğlu’nu Ziyaret Ettik ............................... 12

Ankara Üniversitesi Öğrencileriyle Bir Aradaydık… ............................................................ 13

Derneğimiz ve Bal Arıları Mühendis Oluyor Projesi ............................................................ 14

Ankara PDR Günleri: Bir Meslek Elemanı Olarak Psikolojik Danışman ........................... 15

TÜRK PDR Derneği Merkez Yönetim Kurulu ve Travma Birimi Üyeleri

Norveç’e Gidiyor ..................................................................................................................... 16

ULED Platformu 26. Uluslararası Eğitim Bilimleri Kongresi İçin Bir Arada.. ................... 16

PDR Öğrencileri Muğla’da Buluşacak…. .............................................................................. 17

VI. PDR Uygulamaları Kongresi Gaziantep’te Yapılacak ..................................................... 17

Acı Kaybımız Prof. Dr. Yadigar Kılıçcı ................................................................................... 18

Bu Sayının Teması: Korku ve KaygılarımızBizi Esir Eden Korku ve Kaygılarımız ................................................................................... 19

Korku Üzerine Bir Yaşar Kemal Romanı İncelemesi: “Tek Kanatlı Bir Kuş” .................... 23

“Korku Avcısı Çalışma Kitabı” ve “Korku Avcısı Anksiyete Bozukluğu Olan Çocuklar

İçin Bilişsel Davranışçı Terapi Rehberi” Tanıtımı ................................................................ 26

Başarı Korkusu: Kendini Sabote Etme Davranışına Psikanalitik Açıdan Bakış ................ 28

Korkuyu Arzulamak: Korku Filmleri, Oyunları ve Romanları Üzerine Kısa Bir Analiz ..... 30

“Korkulacak Ne Var?” Demeden Korkuları Anlamak ......................................................... 32

Fobiler ..................................................................................................................................... 34

Korkum Buraya -da- Sığar mı? ............................................................................................ 36

Sessiz Çığlıklara Ses Olabilmek ........................................................................................... 37

Okul Korkusunun Bilişsel-Davranışçı Terapi Yöntemi İle Çözümlenmesi ........................ 40

‘Beyaz Yaka’ Çalışanlar Arasında Yaygın Korkular .............................................................. 42

Yaşamın Farklı Dönemlerinde Korkuların Görünümleri ..................................................... 43

Korkuları Umuda Çevirmek .................................................................................................. 44

Kocasinan Rehberlik ve Araştırma Merkezi ........................................................................ 46

Dernek Yayınları ..................................................................................................................... 48

Page 4: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

Yeni yayın komisyonu olarak yeni bir sayıda, yeni bir konuyu sizlerle buluşturmanın heyecanı ve mutluluğuyla sizleri selamlıyorum.

Öncelikle başta eski yayın yönetmeni Uzm. Psi. Dan. Fatma Arıcı-Şahin olmak üzere, Büşra AKÇABOZAN, Feyza DİNÇEL, Gökçen AYDIN, Mine MUYAN, Pınar ÇAĞ, ve Zeynep ERKAN ATİK’e özverili çalışmaları, emekleri ve yolumuza ışık tutan örnekler bıraktıkları için çok teşekkür ediyorum.

Bundan sonraki sayılarda birlikte çalışacağım ekip arkadaşlarım Uzm. Psi. Dan. Ayşegül ARACI İYİAYDIN, Ümre KAYACI, Gökhan KABACAOĞLU ve Semih KAYNAK’a hem bu sayıdaki etkin çalışmaları, çabaları ve bitmeyen enerjileri için hem de gösterdikleri işbirliği ile ekip ruhunu besledikleri için çok teşekkür ediyorum. Ayrıca, bu sayıya yazıları ile katkı sağlayan tüm yazarlara ve Türk PDR Derneği Yönetim Kurulu’na teşekkür ederim.

Acı tatlı gündemler, deneyimler ve kazanımlarla bir akademik yılı daha geride bıraktık. Bu sayının gündemini belirlerken bütün bunların bizlerde bıraktığı izleri ve etkileri göz ardı etmedik ve konumuzu “korku ve kaygılar” olarak belirledik. Korku, insanlık tarihi kadar eski ve evrensel bir duygu! İlk insanlar hayatta kalabilmek için doğaya karşı giriştikleri mücadelede korkularıyla yüzleşirken, günümüzde ne yazık ki insan eliyle yaratılmış korkularla mücadele ediyoruz. Gündemden düşmeyen şiddet, cinayetler, terör… İnsanların insanlardan korktuğu dönemlerden geçiyoruz! Ancak çaresiz ve umutsuz değiliz! Korkuların, kaygıların ağına takılmayı, yılgınlığın esaretinde yaşamayı kabul etmiyoruz!

Bizler psikolojik danışmanlar olarak bütün bunlarla mücadelede iç kaynaklarımız olduğunu biliyoruz ve bu kaynakları danışanlarımızda da harekete geçirebilme gücümüze inanıyoruz! Bu dönemlerde diğer insanlara karşı toplumsal sorumluluğumuz olduğunun da farkındayız! Burada içsel ve dışsal kaynaklarımız konusuna girmeden çoğumuzun bildiği Yunan mitolojinden bir hikâyeyi kısaca paylaşmak istiyorum. Efsaneye göre Epimetheus eşsiz bir güzelliğe sahip Pandora’ya aşık olur. Pandora, yanında açıldığında insanlara ızdırap veren tüm kötülüklerin içinde bulunduğu bir kutu taşımaktadır. Merakına yenik düşen Epimetheus kutuyu açar ve bütün kötülükler dünyaya yayılır. Geriye sadece “umut” kalır! O gün bu gündür insanlar içlerinde taşıdıkları bu umut ile yaşama tutunurlar ve mücadelesini sürdürürler.

Son olarak, belki de başta söylenmesi gereken bir noktaya dikkat çekerek bitirmek istiyorum. Korku kelimesinin kökenine bakıldığında Latince’de “to try” (denemek); Yunanca’da (Greek) “trial, attempt, experience” (deneme, çaba, deneyim) gibi anlamlar taşıdığını görmek mümkün. O halde, Mark Twain’in “Cesaret korkuya direnmek ve korkuyu alt etmektir, korkusuzluk değildir.” sözünü aklımızda tutarak korkularımıza karşı harekete geçmeyi öneriyorum. Keza, Dale Carneige’nin de vurguladığı gibi “Hareketsizlik şüpheyi ve korkuyu besler. Hareket ise, özgüveni ve cesareti besler.”

Keyifle ve umutla okuyacağınız bir sayı olması dileklerimle…

YAYIN

Sevgili Meslektaşlarımve Okurlarımız,

YÖNETMENİNDENYrd. Doç. Dr. Nurten KARACAN ÖZDEMİR

Psikolojik Danış[email protected]

2

Page 5: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

Yeni bir sayı, yeni bir Bülten Yayın Komisyonu ve yeni bir içerikle karşınızdayız sevgili meslektaşlarım. Daha önceki 27. sayımızda değişen komisyonumuzdan söz etmiştik. Bu sayı bu komisyonumuzun ürünü oldu. Temayı “Korku ve Kaygı” olarak seçen ve sizlerin eline geçecek aşamaya getiren başta yayın Yönetmenimiz Yrd. Doç. Dr. Nurten KARACAN ÖZDEMİR olmak üzere Uzman Psikolojik Danışman Ümre KAYACI, Uzman Psikolojik Danışman Gökhan KABACAOĞLU, Uzm. Psikolojik Danışman Ayşegül ARACI İYİAYDIN ve Uzman Psikolojik Danışman Semih KAYNAK’a emekleri, katkıları ve çabaları için teşekkür ediyorum.

Sizlerle üzüntümü paylaşmak isterim. Benim için çok önemli bir rol model olan ve mesleki gelişimimi borçlu olduğum hocamı Prof. Dr. Yadigar KILIÇCI’yı kaybettim. Acım sonsuz. Kendisine Allahtan rahmet, benim gibi onun elinden yetişmiş akademisyenler ve uygulamacılarla tüm sevenlerine, ailesine sabır diliyorum.

Sevgili meslektaşlarımız ve öğrencilerimiz 28. sayının sponsorluğunu PEGEM Akademi yaptı. Kendilerine alanımıza sundukları pek çok değerli katkının yanı sıra Bültenin bu sayısının basımını da üstlendikleri için teşekkürlerimi sunuyorum.

Derneğimiz yeni Yönetim Kurulu üyelerinden Uzman Psikolojik Danışman Sümeyye DERİN Genel Basın Yayın Sekreteri görevini üstlendi ve Bülten çalışmalarına hemen başladı. Süreçte daha önce bu görevi titizlikle yerine getiren meslektaşımız Hayal DEMİRCİ de 28. sayının basılmasında katkılarını sundu. Her ikisine de teşekkür ediyor, başarılar diliyorum.

Bültenin bu sayısında yer alan yazarlarımıza teşekkür ediyor, katkılarının sürmesini tüm meslektaşlarım adına diliyorum. Emeğinize sağlık.

Derneğimizin çalışmalarına ilişkin olarak verilen haberlerin giderek zenginleşmesi ve daha fazla sayıda meslektaşımızı kucaklayarak etkinlikler yapıp bunları sizlerle paylaşmak dileğimiz.

Sevgili meslektaşlarımız bültenle ilgili çalışmalar devam ederken 15 Temmuz 2016 tarihinde ülke olarak hepimizi çok korkutan, kaygılandıran ve çok üzen bir darbe girişimiyle karşı karşıya geldik. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği mensupları olarak ülkemize ve milletimize karşı tüm darbe girişimlerini kınıyor, bu süreçte yaşamını yitiren vatandaşlarımıza Allahtan rahmet, ailelerine baş sağlığı, yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz. Bu hain saldırılardan etkilenen ve gönüllü olarak psiko-sosyal destek almak isteyen tüm vatandaşlarımız için elimizden geleni yapacağımızı okurlarımızın bilgisine sunmak isteriz.

GENEL

Sevgili Psikolojik Danışmanlar,

BAŞKANDANProf. Dr. Filiz BİLGETürk PDR DER Genel Başkanı[email protected]

3

Page 6: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

4

Türk PDR Derneği Bülten çalışması aracılığıyla alanımızda gerçekleşen gelişmeler, etkinlikler, derneğimizde yapılan çalışmalar hakkında sizleri bilgilendirmeye ve haberdar etmeye çalışıyoruz. Tahmin edileceği üzere bunu gerçekleştirmek bir ekip işidir. Bu ekip zaman zaman gerçekleşen görev değişimi ile işe kalınan yerden devam eder. Biz de bültenimizin bu sayısında görevi arkadaşlarımızdan devralarak yeni merkez yönetim kurulu ile karşınızdayız. Bu bültende Genel Basın Yayın Sekreteri olarak karşınızda olmanın heyecanını yaşıyorum. Daha önceki sayılarda büyük bir özveri ile bülten yayınlarını gerçekleştiren eski yönetim kurulu üyelerimizden Psikolojik Danışman Hayal DEMİRCİ’ye teşekkür ediyoruz.

Bu sayıda ayrıca yayın komisyonumuzda da bir devir teslim gerçekleşti. Önceki yayın komisyonunda yer alan Fatma ARICI ŞAHİN, Büşra AKÇABOZAN, E. Feyza DİNÇEL, Mine MUYAN, Pınar ÇAĞ ve Zeynep ERKAN ATİK’e de çalışmalarından ötürü teşekkür ediyoruz. Her ne kadar görevlerini başarıyla tamamlasalar da bundan sonraki çalışmalarda desteklerini yanımızda hissedeceğimize inanıyoruz. Yeni yayın komisyonunda yer alan Yrd. Doç. Dr. Nurten KARACAN ÖZDEMİR, Uzm. Psikolojik Danışman Ayşegül ARACI İYİAYDIN, Arş. Gör. Ümre KAYACI, Arş. Gör. Gökhan KABACAOĞLU, Arş. Gör. Semih KAYNAK ‘a çalışmalarında başarılar diliyoruz.

Sevgili Meslektaşlarım,

Sümeyye DERİNGenel Basın Yayın Sekreteri

[email protected]

YÖNETİMKURULUNDAN

Page 7: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

5

DERNEKTEN HABERLER

DERNEĞİMİZİN OLAĞAN GENEL KURUL TOPLANTISINI GERÇEKLEŞTİRDİK

Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneğinin Olağan Genel Kurulu 20 Mart 2016 Pazar günü 09.30-18.30 saatleri arasında Ankara Bera Otel’de yapıldı. Genel Kurul 165 üye, sekiz öğrenci üye, 15 misafir olmak üzere toplam 188 katılımcı ile gerçekleştirildi.

Genel Kurul; Divan Kurulunun oluşumundan sonra, Üyemiz, MHP Aydın Milletvekili Sayın Deniz DEPBOYLU’nun konuşması ile devam etti. Sayın Deniz DEPBOYLU’ya Genel Kurulumuza katılımları ve konuşmaları için çok teşekkür ederiz.

Dernek Genel Başkanı Prof. Dr. Filiz BİLGE, Yönetim Kurulu ve Denetleme Kurulu’nda iki yıl boyunca özveriyle görev yapan meslektaşlarına ve Genel kurula gelen psikolojik danışmanlara teşekkür ederek konuşmasına başladı. Daha sonra Prof. Dr. Filiz BİLGE 2014-2016 dönemi faaliyet raporunu genel kurula sundu. Katılımcılar Prof. Dr. Filiz BİLGE tarafından yapılan sunumun yanı sıra faaliyet raporuyla şube yönetimleri, Soma destek grubu, ödüller, dönem içindeki asli ve fahri üyeliklere ilişkin artış, kongreler, toplantılar, yayınlar, projeler, protokoller konusunda bilgilendirildi.

Page 8: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

6

DERNEKTEN HABERLER

Ardından Genel Başkan Yardımcısı Hakkı EKEN, 2014-2016 dönemi mali raporu genel kurulun bilgisine sundu. Dernek yönetiminin devraldıkları ve dönem içinde yaşanan mali duruma ilişkin gelişmeler ayrıntılarıyla Genel Başkan Yardımcısı Hakkı EKEN tarafından sunuldu. Bağışlar ve sponsorluklar için teşekkür edildi.

Genel Kurul faaliyet raporu üzerine sırası ile söz alan; Esin TÜRKOĞLU, Özden BİLGİN, Hüseyin ŞEN, Prof. Dr. Tuncay ERGENE, Doç. Dr. Birol ALVER, İsmail SAV ve Prof. Dr. Ragıp ÖZYÜREK; faaliyet raporu ile ilgili olarak görüş, öneri ve eleştirilerini sundular.

Genel Başkan Prof. Dr. Filiz BİLGE raporla ilgili eleştirilere yanıt verdi. Prof. Dr. Filiz BİLGE Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi konusunda gelen eleştirinin yanıtlanması için dergi editörlerinden Yrd. Doç. Dr. Mehmet PALANCI’yı davet etti. Yrd. Doç. Dr. Mehmet PALANCI dergi süreci hakkında bilgiler vererek katılımcıları aydınlattı.

Genel Kurul raporunun ibrasına geçildi. Rapor oybirliği ile ibra edildi.

Denetleme Kurulu Raporu, Denetleme Kurulu üyesi Melike DOĞAN tarafından sunuldu. Denetleme Kurulu raporunun ibrasına geçildi, Denetleme Kurulu

faaliyet raporu oybirliği ile ibra edildi.

İl Dernekler Müdürlüğü tarafından zorunlu olarak değiştirilmesi gereken tüzük maddeleri değiştirildi. Değiştirilen maddelerin yeni hali Genel Kurulun onayına sunularak oybirliği ile kabul edildi.

2016-2018 Dönemi için Dernek Yönetim Kurulu ve Denetleme Kurulu için yapılan seçimde;

Yönetim Kurulu’naProf. Dr. Filiz BİLGEPsi. Dan. Ali ERDOĞAN Yard. Doç. Dr. Mehmet PALANCIDr. İdil AKSÖZ EFEPsi. Danışman Şenol DEMİRHANPsi. Dan. Ali AYDINUzm. Psi. Dan. Sümeyye DERİN

Denetleme Kurulu’na;Psi. Dan. Zehra DOĞRUOĞLUPsi. Dan. Yüksel BAYRAKTARPsi. Dan. Ferhat YILMAZseçildi.

Yeni seçilen Yönetim Kurulu ve Denetleme Kurulunu tebrik eder, çalışmalarında başarılar dileriz.

Genel Kurula katılan, katkı sunan, aday olan tüm üyelerimize katılım ve katkılarından dolayı çok teşekkür ederiz.

Genel Kurula katılarak bizi onurlandıran, Milletvekilimiz Sayın Deniz DEPBOYLU ve tüm misafirlerimize şükranlarımızı sunarız.

Prof. Dr. Filiz BİLGEYönetim Kurulu Adına

Page 9: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

7

DERNEKTEN HABERLER

20 Mart 2016 tarihinde yapılan Olağan Genel Kurul Toplantısı sonucu bir önceki genel merkez yönetim kurulunun görev süresinin dolması nedeniyle eski ve yeni yönetim kurulu üyeleri 28 Mart 2016 tarihinde devir teslimi gerçekleştirmek için bir araya geldi. Bu toplantıda hem yeni yönetim kurulu üyelerinin görev dağılımı yapıldı hem de eski yönetim kurulu üyelerine şimdiye kadar olan emek ve desteklerinden dolayı plaket takdim edildi. Eski yönetim kurulu üyelerimiz, resmi olarak bu görevlerinden ayrılsalar da derneğimize her zaman desteklerini sunacaklarını belirttiler. Üyelerimize şimdiye kadar sundukları ve bundan sonra sunacakları destekler için tekrar teşekkür ederiz.

GENEL MERKEZ YÖNETİM KURULU DEVİR TESLİM TOPLANTISI YAPILDI

Toplantıda alınan karara göre yeni yönetim kurulundaki görev dağılımı şöyledir:

Prof. Dr. Filiz BİLGE Genel Başkan

Yrd. Doç. Dr. Mehmet PALANCI Genel Başkan Yardımcısı

Psikolojik Danışman Ali ERDOĞAN Genel Sekreter

Psikolojik Danışman Şenol DEMİRHAN Genel Mali Sekreter

Dr. İdil AKSÖZ EFE Genel Eğitim Sekreteri

Psikolojik Danışman Ali AYDIN Genel Örgütlenme Sekreteri

Uzm. Psikolojik Danışman Sümeyye DERİN Genel Basın Yayın Sekreteri

Page 10: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

8

DERNEKTEN HABERLER

Okul Psikolojik Danışmanlığı Sempozyumu İstanbul Aydın Üniversitesi (İAÜ) ve Türk PDR-Derneği işbirliğiyle yapıldı. Yaklaşık 350 kişinin katıldığı sempozyum 08.04.2016 tarihinde saat 9.30’da İAÜ Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ragıp ÖZYÜREK, Türk PDR-Der Genel Başkanı Prof. Dr. Filiz BİLGE ve İAÜ Rektörü Prof. Dr. Yadigar İZMİRLİ’nin açılış konuşmalarıyla başladı. Ardından Türk PDR-DER Genel Sekreteri Ali ERDOĞAN, MEB Temel Eğitim Genel Müdürü Yrd. Doç. Dr. Cem GENÇOĞLU, MEB Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürü Celil GÜNGÖR bilgilendirici sunumlar yaptılar.

MEB Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürü Celil Güngör: “Sempozyumla beraber okullardaki öğretmenlerin görev alanlarıyla ilgili ne tür sorunlar yaşadığını birbirimizden birincil ağızdan dinleme fırsatımız oldu ve bu sayede de karşılıklı olarak ortak sorunlarımızı paylaştık. Aynı zamanda okul danışmanlığı, okullardaki rehberlik hizmetlerinin daha nitelikli hale getirebilmesi

için neler yapılmalı diye bu sempozyumla birlikte konuşup tartışma imkânı bulduk. Yapılan akademik ve bilimsel yaklaşımlar okullarda ve eğitim ortamlarındaki işimizi daha nitelikli yapmamıza ışık tutacak.” sözleriyle sempozyumun önemine ve katkısına dikkat çekti.

Prof. Dr. Ragıp ÖZYÜREK “Önleyici ve Çözüm Bulucu Yaklaşımlar” başlıklı ilk panelin moderatörlüğünü yürüttü. Prof. Dr. Ragıp ÖZYÜREK konuşmalarına “Sempozyumla birlikte okullarımızdaki psikoloji danışmanlık ve rehberlik hizmetlerinin kalitesini yükseltmeyi, öğrencilerimize ve öğretmenlerimize daha etkili bir hizmet sunabilmeyi amaçladık. Bunların yanısıra ilerleyen zamanlarda da hem Milli Eğitim Bakanlığı hem de üniversitelerle böyle bir ortak işbirliğine girmeyi ümit ediyoruz.” diyerek başladı. Bu oturumda Yrd. Doç. Dr. Ezgi ÖZEKE KOCABAŞ, Yrd. Doç. Dr. Yıldız KURTYILMAZ ile Yrd. Doç. Dr. Bircan ERGÜN BAŞAK sunumlarını gerçekleştirdiler ve ardından sorulara yanıt verdiler.

OKUL PSİKOLOJİK DANIŞMANLIĞI SEMPOZYUMU İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ’NDE GERÇEKLEŞTİRİLDİ

Page 11: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

9

DERNEKTEN HABERLER

Öğleden sonra ise Prof. Dr. Filiz BİLGE’nin moderatörlüğünü yaptığı “Okul Psikolojik Danışmanlarının Gelişimi” başlıklı ikinci panel gerçekleştirildi. Sempozyum hakkında değerlendirmelerde bulunan Bilge, PDR mesleğinin geliştirilmesi ve mesleki yeterlilikler konusunda bazı noktalara dikkat çekti. Bilge: “Bir mesleğin gelişmesi için standartların oluşturulması, akreditasyonunun sağlanmasıyla birlikte programlarla uygulama alanının bütünleştirilmesi gerekiyor. Bunun için de programlarının geliştirilmesi ve farklılaştırılması için uygulamacıların bir araya gelmesi lazım. Programların geliştirilmesinde üniversiteler, bakanlık ve meslektaşlarımızın tek mesleki örgütü olan ve akademisyeni ve uygulayıcıyı buluşturan derneğimizin bir arada çalışmalar yapması bekleniyor. Tabi bizden beklenen şu, standartların oluşturulmasından sonra akreditasyon ve yeterlikler, yetkinliklerle ilgili çalışmalarımızın bir düzleme oturtulması, bunun başarılı bir şekilde sonuçlandırılması en büyük temennimiz. Dolayısıyla tek taraflı iyileştirildiği sanılan programlar değil her şeyden önce bütün paydaşların işin içine katıldığı, görüşlerinin alındığı, çalıştayların panellerin yapıldığı bir şekilde mesleklerin ele alınması gerekiyor” sözleriyle gerekli birimlere işbirliği çağrısı yaptı. Panelde Uzman Psikolojik Danışman Meltem ASLAN GÖRDESLİ, Prof. Dr. Zeynep HAMAMCI, Yrd. Doç. Dr. Nevin DÖLEK ile Prof. Dr. Şermin KÜLAHOĞLU sunumlarını yapıp yöneltilen sorulara yanıt verdiler.

Sempozyumun kapanış toplantısında okul psikolojik danışmanlarının verdikleri hizmetlerin kalitesinin artırılması için Milli Eğitim Bakanlığı’nın, Yüksek

Öğretim Kurulu’nun, PDR Anabilim Dallarının, akademisyenlerle uygulamacıları birleştiren Türk PDR-Der’in işbirliğinin sağlanmasının önemi üzerinde duruldu. Eğitim Fakültelerinin sadece öğretmen yetiştirmediği, aynı zamanda PDR gibi uzmanlık alanlarını içinde barındırdığının unutulmaması gerekliliği vurgulandı.

Page 12: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

10

DERNEKTEN HABERLER

Türk PDR-DER yeni yönetim kurulu üyeleri Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürü Sayın Celil GÜNGÖR ile görüştü.

Türk PDR-DER Genel Başkanımız Prof. Dr. Filiz BİLGE, Genel Sekreterimiz Ali ERDOĞAN, Genel Eğitim Sekreterimiz Dr. İdil AKSÖZ EFE ve Genel Mali Sekreterimiz Şenol DEMİRHAN Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürü Sayın Celil GÜNGÖR’ü makamında 15 Nisan 2016 Cuma günü saat 15.00’de ziyaret etti. Görüşmede değerli hocalarımız Prof. Dr. Ragıp ÖZYÜREK ve Prof. Dr. Mehmet GÜVEN de hazır bulundu.

Görüşmede ağırlıklı olarak Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim ve Rehberlik Genel Müdürlüğü’nün gereksinimleri ve meslektaşlarımızdan beklentileri üzerinde duruldu. Genel Başkan Prof. Dr. Filiz BİLGE resmin bütününün görülebilmesi için öğretmenlerin, velilerin, öğrencilerin, yöneticilerin algıları ile gereksinimlerini içine alacak şekilde araştırmalar yapılması gerekliliğini ifade etti ve yapılacak araştırmaların bulgularından yola çıkılarak yeni düzenlemelere gidilebileceğini sözlerine ekledi. Değerli hocalarımız da yapılacak

ÖZEL EĞİTİM REHBERLİK HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRÜ İLE GÖRÜŞTÜK

çalışmaların içinde derneğimizle birlikte yer alabileceklerini ifade ettiler.

Sayın Celil GÜNGÖR Genel Müdürlük olarak bu çalışmaları destekleyeceklerini bildirdi. Görüşme karşılıklı iyi niyet ve dileklerle sona erdi. Bu görüşmenin ardından Rehberlik Hizmetleri Daire Başkanı Sayın Veysel ÖZTÜRK ziyaret edildi. Sayın Veysel ÖZTÜRK ile meslektaşlarımızın çalışmaları, iyi uygulamalar ve karşılaşılan sorunlar üzerinde duruldu. Daire Başkanlığından yapılacak çalışmalarla ilgili işbirliği ve destek beklendiği ifade edildi. Genel Müdür ve Daire Başkanımıza misafirperverlikleri, değerli hocalarımıza destekleri için teşekkür ederiz.

BİREYSEL VE GRUPLADANIŞMA TEKNİKLERİ

15-19 Şubat 2016 tarihleri arasında Derneğimiz ve MEB Özel Eğitim ve Rehberlik Genel Müdürlüğü Çankaya Rehberlik ve Araştırma Merkezi işbirliğiyle “Bireysel ve Grupla Danışma Teknikleri” eğitimi gerçekleştirildi. Eğitim, alanda çalışan rehber öğretmenlere yönelik olarak Prof. Dr. Mehmet GÜVEN ve Yrd. Doç. Dr. Özlem HASKAN AVCI tarafından yapılandırıldı.

Çankaya Rehberlik ve Araştırma Merkezi’nde yapılan eğitim Genel Başkanımız Prof. Dr. Filiz BİLGE’nin açılış konuşmasıyla başladı. Yukarıda adı geçen hocalarımız tarafından verilen ve beş gün süen hizmet içi eğitim sonunda kursiyerlere katılım belgesi takdim edildi. Eğitimi veren hocalarımıza teşekkür ederiz.

Page 13: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

11

DERNEKTEN HABERLER

“Eğitim Bilimlerinde Yenilikler ve Nitelik Arayışı” temalı 25. Ulusal Eğitim Bilimleri Kongresi 21-24 Nisan 2016 tarihleri arasında İstanbul Kültür Üniversitesi, Derneğimizin de içinde yer aldığı Ulusal Eğitim Dernekleri (ULED) Platformu ve PEGEM Akademi işbirliğiyle Antalya’da gerçekleştirilmiştir. Genel Başkanımız Prof. Dr. Filiz BİLGE, Genel Başkan Yardımcımız Yrd. Doç. Dr. Mehmet PALANCI, Genel Sekreterimiz Ali ERDOĞAN ve Genel Eğitim Sekreterimiz Dr. İdil AKSÖZ EFE standımızı açarak kongreye katılmışlardır.

Eğitim bilimleri alanında çalışan 800 kişinin katıldığı kongrede üç panel ve iki çalıştay düzenlenmiştir. Panellerde “Eğitim Bilimlerinde Araştırma ve Yayın Sorunu”, “Akademik Etik” ve “Göç ve Eğitim” konuları ele alınmıştır. “Akademik Etik” temalı olan panelin moderatörlüğü Prof. Dr. Binnur YEŞİLYAPRAK tarafından yapılmıştır. Meslektaşlarımız Psikolojik Danışma ve Rehberlik için düzenlenen 11 oturumda 46 sözlü bildiri ve iki poster bildiri sunumu yapmışlardır.

Kongrede ikinci panel öncesinde 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlanmıştır. Kutlamalar Beldibi İlkokulu ve Ortaokulu öğrencileri ve öğretmenleriyle yapılmıştır.

Kongrenin sonuç bildirgesi kapanış oturumunda katılımcılara sunulmak üzere Düzenleme Kurulu tarafından hazırlanmıştır. Kongrenin üçüncü günü

TÜRK PDR-DER YÖNETİM KURULU OLARAK 25. ULUSAL EĞİTİM BİLİMLERİ

KONGRESİ’NE KATILDIK

yapılan Kapanış ve değerlendirme oturumunda ULED Platformu Sözcüsü Prof. Dr. Özcan DEMİREL, İstanbul Kültür Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hasan ŞİMŞEK, Prof. Dr. Binnur YEŞİLYAPRAK ve Prof. Dr. Filiz BİLGE yer almışlardır. Değerlendirmeler ve sonuç bildirgesinin oylanması ile kongre sona ermiştir.

Kongrenin düzenlenmesinde önemli rol oynayan İstanbul Kültür Üniversitesi, ULED Platformu ve aylar öncesinden başlayarak son derece titiz bir şekilde hazırlıkları gerçekleştiren PEGEM Akademi’ye çok teşekkür ederiz. Ayrıca Akdeniz Üniversitesi öğrenci grubunun da emeği unutulamaz, onların da ellerine sağlık.

Page 14: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

12

DERNEKTEN HABERLER

TÜRK PDR DERNEĞİ OLARAK MESLEK TANITIM GÜNÜNE KATILDIK

MEB MÜSTEŞAR YARDIMCISI DOÇ. DR. HİLMİ ÇOLAKOĞLU’NU ZİYARET ETTİK

MEB Müsteşar Yardımcısı Sayın Doç. Dr. Hilmi ÇOLAKOĞLU’nu 29 Nisan 2016 tarihinde saat 16.30’da makamında ziyaret ettik. Randevuya derneğimiz merkez yönetim kurulundan Genel Başkanımız Prof. Dr. Filiz BİLGE, Genel Sekreterimiz Ali ERDOĞAN, Genel Mali Sekreterimiz Şenol DEMİRHAN, Denetleme Kurulu’ndan Zehra DOĞRUOĞLU ve Türk PDR Derneği Eski Genel Başkan Yardımcımız Hakkı EKEN katıldı.

Ziyarette Doç. Dr. Hilmi ÇOLAKOĞLU’na derneğimiz ve yapılan çalışmalar hakkında bilgi verildi. Ayrıca MEB ve Türk PDR Derneği işbirliği ile yapılabilecek çalışmalar hakkında görüş alışverişinde bulunuldu.

Bu yıl üçüncüsü düzenlenen “Özde-Bir Üniversite ve Meslek Tanıtım Günü”ne Türk PDR Derneği olarak stant açarak katıldık. Program 30 Nisan 2016 Cuma günü Congresium Ankara ATO Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleştirildi.

Etkinliğe Derneğimiz Merkez Yönetim Kurulu Başkanı Sn. Prof. Dr. Filiz BİLGE, Genel Sekreterimiz Ali ERDOĞAN, Eğitim Sekreterimiz Dr. İdil AKSÖZ EFE, Örgütlenme Sekreterimiz Ali AYDIN, bir önceki yönetim kurulu üyelerimizden

Hakkı EKEN ve Şakir CANÖZ katılmışlardır. Etkinlik kapsamında üniversiteye hazırlık yapan öğrencilere psikolojik danışma ve rehberlik mesleğini tanıtan broşür dağıtılmış ve ayrıca mesleğimiz hakkında da bilgilendirmeler yapılmıştır. Bu etkinliğe katılımımızı sağlayan değerli meslektaşımız Hakkı EKEN’e teşekkür ederiz.

Page 15: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

13

DERNEKTEN HABERLER

ANKARA ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİLERİYLE BİR ARADAYDIK…

Ankara Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Topluluğu tarafından 30 Nisan 2016 tarihinde organize edilen Sinir Bilim Çalışmalarının Psikolojik Danışma ve Rehberlik Alanına Yansımaları” konulu çalışmasına Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği Genel Başkanımız Prof. Dr. Filiz BİLGE ve Genel Eğitim Sekreterimiz İdil AKSÖZ EFE katıldılar. Etkinlikte Genel Başkanımız Prof. Dr. Filiz BİLGE açılış konuşmasını gerçekleştirdi. Çalışmada ayrıca Prof. Dr. Müge Artar “Ergen beyni neden riskleri sever?”, Uzman Psikolojik Danışman Öykü MANÇE ÇALIŞIR “Nöropsikoloji ve Danışmanlık”, Doç. Dr. Bora BASKAK “Karmaşık İnsan Davranışlarının Nörobiyolojisi”, Yrd. Doç. Dr. Murat BOYSAN ise

“Psikolojik Danışma uygulamalarının nörobilimi: Bütünleşme ve Dönüşüm yolları” konulu konferansları gerçekleştirdiler. Daha sonra çalışma katılım belgelerinin takdim edilmesiyle sonlandırıldı.

Page 16: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

14

DERNEKTEN HABERLER

DERNEĞİMİZ VE BAL ARILARI MÜHENDİS OLUYOR PROJESİ

Ford Otosan tarafından Koç Holding’in Ülkem İçin projesi kapsamında, Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği, Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği ve T.C. Milli Eğitim Bakanlığı işbirliğiyle 81 ilde ve en az 81 okulda uygulanacak olan “Bal Arıları Mühendis Oluyor” kurumsal sosyal sorumluluk projesi devam ediyor. Projede görevli olan Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği’nin uzmanları (Psikolojik Danışmanlar), Uçan Süpürge toplumsal cinsiyet uzmanları ve Ford Otosan’ın gönüllü mühendisleri il il gezerek mühendislik alanında toplumsal cinsiyet eşitliğine dikkat çekiyor. Gönüllü Ford Otosan mühendisleri rol model olarak mühendislik mesleğini, çalışma

koşullarını ve kendi tecrübelerini öğrencilere ve ailelerine aktarıyor.

24 ay sürecek olan proje ile 81 ildeki en az 81 lisede, 8.100 kız ve 8.100 erkek lise öğrencisi, velileri ve öğretmenlerine ulaşılması hedefleniyor. Projedeki hedef, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda kamuoyunda farkındalık yaratmak, iş kültüründe ve sosyal hayatta daha eşitlikçi bir yaklaşım geliştirmek. Bu kapsamda gerçekleştirilen toplantılarda kız ve erkek öğrencilerin yanı sıra, öğretmenlere de meslek seçiminde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin olumsuz sonuçları anlatılıyor. Eğitime katılan öğrencilere mühendislik mesleğinin tanıtılmasının yanı sıra, projenin sonunda üniversitelerin mühendislik bölümlerini tercih eden kız öğrencilere, Ford Otosan’da staj imkânı sunulacağına ilişkin bilgi veriliyor. Proje kapsamında şimdiye kadar bir çok şehre gidildi. Bu şehirlerden bazıları; Şanlıurfa, Kars, Bilecik, Bursa, Çanakkale, Eskişehir, Kırşehir, Kütahya, Sakarya, Tekirdağ, Kocaeli, Yalova, Kırklareli’dir.

Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği’nin bu projeye verdiği destek konusunda Genel Başkanımız Prof. Dr. Filiz BİLGE şunları ifade etmiştir: “Bal Arıları Mühendis Oluyor projesinin de diğer çalışmalar gibi toplumsal cinsiyet eşitliğinin desteklenmesi sürecine çok önemli katkılar sağlayacağını düşünüyor, ağırlıkla kız çocuklarımız aslında tüm öğrencilerimiz ve ülkemiz için böylesine önemli bir çalışmayı başlatmalarından dolayı Ford Otosan ve Uçan Süpürge’ye teşekkür ediyoruz.”

Derneğimizle irtibata geçen ve projede gönüllü olarak görev yapan psikolojik danışmanlara çok teşekkür ederiz.

Page 17: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

15

DERNEKTEN HABERLER

ANKARA PDR GÜNLERİ: BİR MESLEK ELEMANI OLARAK PSİKOLOJİK DANIŞMAN

Hacettepe Üniversitesi Psikolojik Danışma Topluluğu (HÜPDAT) tarafından 16 Mayıs 2016 tarihinde düzenlenen “Ankara PDR Günleri: Bir Meslek Elemanı Olarak Psikolojik Danışman” programı ile hem Ankara’daki PDR öğrencileri hem de akademisyenler bir araya geldi.

Sabah 9.30’da başlayan programın açılış konuşmaları HÜPDAT Başkanı PDR 3.sınıf öğrencisi Büşra BAYRAM, HÜPDAT Akademik Danışmanı Doç. Dr. Arif ÖZER ve Türk PDR Derneği Genel Başkanımız Prof. Dr. Filiz BİLGE tarafından yapıldı. Toplantıya Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Celal BAYRAK katılarak onur verdi. Programda Prof. Dr. Binnur YEŞİLYAPRAK, Prof. Dr. Tuncay ERGENE, Mobbing Derneği Başkanı Hüseyin GÜN ve Gaye ÖNSEL konuşmalar yaptılar. Öğrenciler tarafından ilgiyle izlenen programda; “Erasmus Hakkında Bilinmesi Gerekenler”, “Mezuniyet ve Mezuniyet Sonrası Kariyer”, “CV Hazırlama”, “Mobbingle Mücadele” ve “Meslek Etiği” konuları ele alındı. Program saat 15.00’da katılım belgesi takdimi ile sona erdi.

Page 18: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

16

DERNEKTEN HABERLER

TÜRK PDR DERNEĞİ MERKEZ YÖNETİM KURULU VE TRAVMA BİRİMİ ÜYELERİ NORVEÇ’E GİDİYOR

Türk PDR Derneği olarak Öğretim Görevlisi Seval APAYDIN’ın çabası ve emeğiyle derneğimiz adına almış olduğumuz Erasmus+ Yetişkin Eğitimi Personel Hareketliliği kapsamında derneğimiz yönetim kurulundan üç kişi ve travma birimi üyelerinden oluşan on beş kişilik ekip 11-18 Eylül tarihleri arasında Norveç’te olacak. Proje çerçevesinde gidecek olan ekip Norveç’te “Center for Crisis Psychology” tarafından organize edilen yapılandırılmış kursa katılacaklardır. Bu kursta bireysel travma müdahaleleri, kendi kendine yardım yöntemleri, afetler, savaş ve bireysel travmadan etkilenen çocuklar için grup müdahale yöntemleri gibi değişik

konu başlık altında eğitim verilecektir. Eğitimlere katılan kişiler de Norveç dönüşünde projenin materyallerinin oluşturulmasını ve kurslarda edindikleri bilgileri meslektaşlarımıza yaygınlaştırılmasını sağlayacaklardır. Birçok travmanın yaşanabildiği ülkemizde bu alanda çalışanlara gerekli bilgi ve kaynak temini, travmaya maruz kalanlara da daha etkili yardım ulaştırılması konusunda bu projenin önemli çıktılarının olacağı düşünülmektedir.

Projenin hazırlanması konusunda emekleri bulunan değerli Öğretim Görevlisi Seval APAYDIN’a ve Yrd. Doç. Dr. Gülfem ÇAKIR’a çok teşekkür ederiz.

Ulusal Eğitim Dernekleri (ULED) Platformu’nda yer alan Dernek temsilcileri, Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) ve Pegem Akademi 20-23 Nisan 2017 tarihleri arasında Antalya’da yapılacak olan 26. Uluslararası Eğitim Bilimleri Kongresi hazırlıkları için 4 Haziran 2016 Cumartesi günü saat 13.30’da bir araya geldi. Toplantıya KTÜ Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Rıza AKDENİZ, KTÜ Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Hasan KARAL, ULED Platform Başkanı Prof. Dr. Özcan

DEMİREL, ULED Platformu Yürütme Kurulu üyesi Genel Başkanımız Prof. Dr. Filiz BİLGE, Dernekler ve Pegem Akademi temsilcileri katıldılar. Ana temanın “Küreselleşen Dünyada Eğitim” olarak belirlendiği kongrenin düzenlenmesine ilişkin esaslar ele alınıp tartışılarak protokol imzalandı. Toplantıya ULED Platformu ile ilgili görüşülmesi gereken bazı konularla ilgili olarak devam edildi. İyi niyet ve dileklerle toplantı sona erdi.

ULEDPLATFORMU 26. ULUSLARARASI EĞİTİM BİLİMLERİ KONGRESİ İÇİN BİR ARADA..

Page 19: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

17

DERNEKTEN HABERLER

Türk PDR Derneği ve Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi işbirliği ile 13. Ulusal PDR Öğrencileri Kongresi 1-2-3 Ağustos 2016 tarihlerinde mavinin ve yeşilin bir arada olduğu bir şehirde, Muğla’da gerçekleştirilecek.

Farklı nesillerin iş yaşamına, teknolojiye ve hatta hayata uyum sağlamaları değişiklik göstermektedir. Bu değişim nesiller arasında önemli bir farklılığa işaret etmekte ve bir matematik denklemini anımsatan X, Y, Z neslinin ortaya çıkışına neden olmaktadır. Bu kuşakların duyguları birbirinden farklılık göstermektedir. X kuşağının zemin duygusu “yokluk, zorluk” iken Y kuşağında, “talep, acele

Gaziantep Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Anabilim Dalı ve Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği’nin işbirliği ile gerçekleştirilecek olan VI. Psikolojik Danışma ve Rehberlik Uygulamaları Kongresi’nin yapılacağı adres görüşmeler sonucunda belirlendi. Kongre, 1-3 Aralık tarihleri arasında Gaziantep Divan Otel’de gerçekleştirilecek.

Kongrenin ana teması son yıllarda gündemde olan “göç” olarak belirlendi. Göç’ün psikolojik danışma boyutuyla ele alınacağı kongrede bilimsel çalışmalar, paneller, konferanslar ve tartışmalar yoluyla katılımcılara ışık tutulacağı beklenmektedir.

Sözel veya poster bildiri ile katılmak isteyenlerin kongre sayfasında yer alan bildiri kriterlerine

PDR ÖĞRENCİLERİ MUĞLA’DA BULUŞACAK….

VI. PDR UYGULAMALARI KONGRESİ GAZİANTEP’TE YAPILACAK

ve sosyalleşme”, Z kuşağında ise “dönüşüm ve koşulsuz sevgi” olarak görülüyor.

13. Ulusal PDR Kongresi’nde de doğan bu farklılığın bireylere, topluma ve doğal olarak PDR alanına nasıl yansıdığı ele alınacak. Bu kapsamda yeni nesil PDR öğrencilerinin ufkunu genişletmek ve günümüzden geleceğe bir vizyon öngörüsünde bulunmak amacıyla kongrenin teması “PDR’nin Z Kuşağı” olarak belirlenmiştir.

Şimdiden emeği geçen hocalarımıza, uygulamacılarımıza ve öğrencilerimize teşekkür ederiz.

uygun olarak hazırladıkları çalışmalarını 17 Ekim 2016 tarihine kadar kongre web sayfası (http://pdruygulamalari2016.com) üzerinden göndermeleri gerekmektedir. Şimdiden kongrede emeği geçen herkese teşekkür ederiz.

Page 20: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

18

DERNEKTEN HABERLER

ACI KAYBIMIZ

Hacettepe Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi sevgili hocamız Prof. Dr. Yadigar KILIÇCI’yı 29

Haziran 2016 Çarşamba günü kaybettik ve 30 Haziran Perşembe günü sonsuzluğa uğurladık.

Prof. Dr. Yadigar KILIÇCI hocamızın PDR alanına çok önemli katkıları bulunmaktadır. Bunlardan bazıları; birçok öğrenci yetiştirerek

onları alanımıza değerli akademisyenler ve uygulamacılar olarak kazandırması, kitapları ve bilimsel çalışmalarıyla PDR programının gelişimine katkı sunması, Türk PDR Derneğinin kurucuları arasında

yer alması ve derneğimizin ilk genel başkan yardımcılığını yürütmesi, üç dönem üs üste merkez yönetim kurulunda yer alarak özverili

çalışmalarda bulunmasıdır.

Psikolojik Danışma ve Rehberlik ailesinin başı sağ olsun. Hocamızın anısı önünde saygı ile eğiliyor, ailesine, öğrencilerine, tüm

sevenlerine sabırlar diliyoruz.

Page 21: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

19

BİZİ ESİR EDEN KORKU VE KAYGILARIMIZ

Yrd. Doç. Dr. Nurten KARACAN ÖZDEMİRHasan Kalyoncu Üniversitesi

Korku, kişinin bütünlüğünü tehdit edeceğini düşündüğü bir durum karşısında yaşadığı duygudur. Dolayısıyla korku, içinde bulunduğumuz duruma değil, bu durum için geliştirdiğimiz düşüncelerimize verdiğimiz bir reaksiyondur. Örneğin; köpek ısırır, yılan sokar, deprem öldürür gibi.

Kaygı ise, kaynağı net bir şekilde bilinemeyen, kişinin kendi atıflarına bağlı gelişen bir tepkidir. Çoğu zaman, net bir ayrım yapılamadığı için korku ve kaygı birbirinin yerine veya bir arada kullanılır. Her ikisi de tehlike düşüncesinden kaynaklı bir duygudur.

NEDEN KAYNAKLANIR?Korku tepkileri olayın kendisinden değil, olayla ilgili düşüncelerden kaynaklanmaktadır. Geçmiş deneyimlerimiz, işittiklerimiz, ailemiz ve çevremizin yaklaşımları, medya vb. birçok unsur korkularımızın gelişmesine kaynaklık edebilirler.

Bir diğer kaynak yukarıda da değinildiği üzere olayları değerlendirme biçimi yani yanlış ve çarpık zihinsel şemalardır (Aktaran: Gençöz, t.y.). Bu durum kendini gerçekleştiren kehanet olarak işlev görebilir, yani kişinin korktuğunun başına gelmesine yol açabilir. Örneğin, sürekli olarak bir takım bedensel yakınmalarla hasta olduğundan korkan bir kişi sonunda panik atak krizi geçirebilir.

Psikoanalitik açıdan ise korkunun kaynağı id ile ego arasındaki uyumsuzluktur. Diğer bir deyişle, doyurulmayı bekleyen cinsellik ya da saldırganlık dürtüleri ego üzerinde baskı yapar ve bastırma savunma mekanizması yetersiz kaldığında anksiyete ortaya çıkar.

Adler, korkuları organik açıdan tüm canlıların yaşadığı “ilk korku”nun devamı olarak değerlendirirken bu durumu sürdüren etkenleri “bilgi eksikliği” ve “yetersizlik duygusu” olarak belirtir. Çocuklukta dış dünyanın tehlikelerinin farkına varılması ve bunlarla mücadelede yetersiz olunduğunun hissedilmesi ile güvensizlik, çaresizlik ve kötümser bir dünya görüşü egemen olur ve kişi çevresindekilere bağımlı hale gelmeye başlar. Sürekli ihtiyatlı davranma, yaşama anlam ve amaç katan ödevlerin farkında olmama ve bunlardan uzaklaşma ve sürekli kendine odaklılık ile toplumsallık duygusunun azalması sonucu kişi hayatla bağlantı kuramayan, bağımsızlığını yitirmiş bir hale gelir. Diğer yandan da çevresini egemenlik altına almış, yaşamın zorunluluklarından sıyrılmış ve başkalarını kendi emrine amade etmiş bir tablo çizer.

Varoluşçu yaklaşımın penceresinden kaygı, yaşamın anlamsızlığına ilişkin farkındalık sonrası yaşanılan hiçlik duygusudur. Bu boşluk kişide ölüm korkusundan daha güçlü bir kaygıya neden olmakta ve yaygın anksiyete bozukluğunun ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Eric Fromm (1993) bu durumu evrimleşmiş insan aklının kendi yalnızlığını fark etmesinin bir sonucu olarak açıklamaktadır. İnsan, aklını kullanarak doğayı okur, doğadaki döngüselliği görür, yaşam süresinin kısalığını fark eder, ayrılığı, çaresizliği, utanma ve suçluluğu yaşar. Bunları yönetmeyi başaramayan insan kendi hapishanesinde dayanılmaz bir acı çeker.

Korkuların kaynağı olarak çevresel ve psikolojik açıklamaların yanı sıra organik nedenlerden de bahsedilebilir. New Scientist Eylül sayısında Gregory Quirk (2003) anksiyete bozukluklarının oluşumunu, amigdalanın filtreleme işlevini etkin bir şekilde

Page 22: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

20

yapamamasına bağlar. Amigdala, uyaranları tehdit yaratan ya da zararsız olarak filtreler ve verilen tepkiler buna göre belirlenir. Bazı kişilerde ise amigdala filtreleme işlevini etkin yapamaz ve her durum bir tehdit olarak görülür ve korku günlük hayatın bir parçası haline gelir. Böylece anksiyete bozuklukları oluşmaya başlar (Aktaran: Bozkurt, 2015).

Biyolojik açıklamalardan bir diğeri de genetiğin etkisi üzerine odaklanır. Herhangi bir anksiyete bozukluğu olan bireylerin ailelerinde de bu bozukluğun yaygın olarak görüldüğü araştırmalarla ortaya konulmuştur.

NASIL ETKİLER?Clark, Beck ve Brown (1989) kaygı bozukluğu olan kişilerin yaşamlarını sürekli bir tehlike beklentisi içinde sürdürdüklerini belirtmişlerdir. Bu durum kişilerin çaresizlik duyguları içinde yaşamasına, hayattan keyif alma duygusunun azalmasına, kendilerine duydukları güven ve yeterlilik hislerinin zedelenmesine, hayattan geri çekilmelerine, kısıtlanmalarına, kendilerini geri çektikleri için yalnızlaşmalarına ve depresif duygu durumlarının artmasına neden olabilmektedir. Bu şekilde bir yaşam ise umutsuz, anlamsız, değersiz, kısır ve zevksiz olacaktır. Diğer boyutunda ise başkalarına bağlanma, bir kişiye yanaşma, kendini destekleyecek birinin emirlerine hazır olmasını isteme şeklinde bir koruyucu mekanizma geliştirmeye çalışır ki bu durum yakındakilerin bunalmasına ve kişinin daha çok itilmesine yol açabilir.

BİZİ ESİR EDEN KORKU VE KAYGILARIMIZPanik Atak ve Bozukluğu: Algılanan tehlikeye karşı terleme, titreme, çarpıntı gibi bedensel duyumlar ile kontrolü kaybetmekten, delirmekten, ölmekten korkmak gibi düşüncelerin eşlik ettiği yoğun korku ve rahatsızlık durumudur. Bunların tekrarlanacağı düşüncesi kişide yoğun kaygı yaratır; kişi kendini sosyal etkinliklerden kısıtlamaya başlar, kaçınır, kendine olan güvenini kaybeder. Bu durum bir yandan yalnızlaşmaya diğer yandan da yakınlarına sıkı sıkı yapışmaya neden olur. Panik bozukluğu ise panik atakların beklenmedik yer ve zamanlarda görünür bir neden veya tetikleyici olmaksızın yaşanmaya başlaması durumudur.

Agorafobi: Sanıldığının aksine açık alanlarda bulunma veya evden çıkma korkusu değil, panik atak yaşayan kişilerin atak yaşadığı sırada kendisine

yardımın ulaşamayacağı veya kendisinin yardım almak için kaçamayacağını düşündüğü tünel, metro gibi kalabalık ve kapalı ortamlarda olmaktan ya da araba kullanma, tek başına olma gibi durumlardan korkma olarak tanımlanabilir.

Genel Kaygı Bozukluğu: Hayatın çeşitli alanlarına yayılmış, birçok olay ya da etkinlik hakkında aşırı ve gerçekçi olmayan bir kaygı hali ve kuruntu duymadır. Yorgunluk, huzursuzluk, sinirlilik, odaklanmada zorluk, kaslarda gerginlik ve uyku bozuklukları yaşanabilir. Günlük sıradan olaylara veya gelecekte ortaya çıkacağı düşünülen durumlara dair sürekli bir üzüntü ve endişe hali görülür. Herhangi bir durum ya da olay kaygı için tetikleyici olabilir, örneğin çalışırken bilgisayarınızın birden bozulacağından ve bütün dosyalarınızın yok olacağından kaygılanmak, havaya bakarken yağmur yağacağını ve yeni silinen camların kirleneceğinden endişe duymak, çiçeklerinize bakarken yeterince büyümediklerinden endişelenmek gibi… Burada tetikleyicinin kendisinden ziyade ona ilişkin negatif ve işlevsel olmayan düşünceler kaygıya yol açmaktadır. Bu düşüncelere genellikle, ortaya çıkabilecek bu durumlardan korunmaya veya kaçınmaya yönelik zihinsel hazırlıklar ve tasarılar eşlik eder. Zihin bir ondan bir ötekine zıplar durur ve bu durum kişi için çok yorucu hale gelir. Beden de peşi sıra tepkilerini gösterir; çarpıntılar, titremeler, ateş basması, ağrılar, sızılar ile. Bedensel belirtileri izleyen kişi ya bu durumlardan korunmak için aşırı bir çaba ve kontrol içine girer ya da kaçma, kaçınma ya da donakalma gibi tepkiler verir.

Page 23: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

21

Obsesif-Kompülsif Bozukluk: Kişide kaygı uyandırmasına rağmen kendini yapmaktan alamadığı ısrarcı ve rahatsız edici düşünce, dürtü, imgelem ya da imajların olması durumuna takıntı bozukluğu (obsesif bozukluk) denir. Kişinin bu takıntılı düşüncelerin yarattığı kaygı ve rahatsızlığı gidermek için yaptığı tekrarlanan törensel davranışlar ise zorlantı (kompülsif) bozukluğudur. Bu rahatsızlığın görünümleri sürekli bir şeyleri yıkama ya da yıkanma, başlarına kötü bir şey geleceği endişesi ile kapı, pencere vb. kapalı olup olmadığını denetleme, eşyaları kendine uygun bir şekilde düzene koyma, yineleyici düşünceleri taşıma, ya da önemsiz nesneleri biriktirip saklama şeklinde olabilir. Kişi yaptığı davranışın uygunsuzluğunu bilmesine rağmen içindeki kaygıdan kurtulmak için bunları yapmak zorunda olduğunu düşünür.

Fobiler: Özgül fobi belli bir canlı, nesne ya da duruma karşı aşırı ve mantık dışı korku ve bunlardan kaçınma (örn., asansör, örümcek, uçak vb.) durumudur. Böyle bir durumun fobi olarak adlandırılabilmesi için kişinin işlevselliğini ve sosyal yaşamını olumsuz etkiliyor olması gerekir. Örneğin, uçak korkusu nedeniyle önemli bir toplantıyı iptal etme gibi. Fobilerin oluşumu çocukluk döneminde yaşanılan olumsuz bir yaşantı sonrası koşullanma aracılığıyla olabileceği gibi ergenlik veya yetişkinlikte birden bire de başlayabilir. Görünümleri; hayvan fobileri, yükseklik, asansör, uçak, doktor ya da diş hekimi, kan-yara, doğa olayları (yıldırım, ateş vb.), hastalık ve durumsal (kapana kısılmış hissettiren durumlar, örneğin metroya binme gibi) fobiler olabilmektedir.

Sosyal Fobi: Başkalarının önünde küçük düşeceği, utanç duyacağı endişesiyle başkalarıyla girilecek etkileşimlere karşı duyulan aşırı, belirgin ve sürekli korkudur. Örneğin, başkalarının önünde yemek yeme, topluluk önünde konuşma, toplantıya katılma vb. durumlardan kaçınma gibi. Bu duruma terleme, yüz kızarması, panik atak gibi fiziksel yakınmalar eşlik eder. Kişinin işlevselliğini bozduğu durumlarda patoloji kabul edilir.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu: Kişinin yaşadığı ya da şahit olduğu travmatik olay sonrasındaki yoğun korku, çaresizlik ve dehşet hissidir. Travmalar ani ve beklenmedik bir biçimde gerçekleşir ve kişinin güvenlik duygusunun kaybolmasına ve bütünlük algısının darmadağın olmasına

neden olabilir. Travma esnasında nasıl tepki verileceği, bu durumla nasıl başa çıkılacağına dair zihinsel bir hazırlık yapılamaz. Bu nedenle kişi bu durumlarda en hızlı ve en iyi şekilde başa çıkmak zorundadır. İdareyi bedenimizin hayatta kalma sistemi ele alır. Bu nedenle kişi travmatik yaşantıdan sonra yaşadıklarına anlam vermeye, deneyimi kopuk olmaktan ziyade yaşantı bütünün içine yerleştirmeye ve yeniden uyum sağlamaya çalışır. Eğer kişi bunları yapamazsa iyileşme gerçekleşemez ve bazı tepki ve belirtiler ortaya çıkar. Bunlar; rahatsız edici yaşantının tekrar tekrar hatırlanması, travma sırasında farklı davransaydım neler olurdu şeklindeki düşünceler ve bunların yarattığı rahatsızlık, rahatsız edici rüyalar ve kabuslar, travma anına geri-dönüşler, donuklaşma ve duyguların yitirilmiş gibi olması, kaçınma veya kişinin kendisi ve yakınları için artan endişe durumu, uykuya dalmada güçlük, huzursuzluk ve öfke patlamaları, konsantre olmada güçlük gibi artmış uyarılmışlık tepkileri görülebilir.

NE YAPILABİLİR?Lazarus (1993) baş etmede problem-çözme odaklı ve duygusal rahatlama odaklı problem çözme yöntemlerinden bahsetmiştir. Problem çözme odaklı hareket eden kişiler korku ve kaygı yaratan durumlarla yüzleşme, bunları yeniden değerlendirme, çözüm için planlar yapma ve uygulama yollarını kullanırlar. Duygusal rahatlama odaklı problem çözücüler ise korku ve kaygıları yaratan durum ve olayların neden olduğu rahatsız edici duygulardan kurtulmak için kaçma ve kaçınma yollarını seçerler. Kişilerin olay ya da durumların kendi kontrolleri dışında olduğunu düşündüklerinde duygusal rahatlamaya ulaşmaya çalıştıkları görülmüştür (Folkman ve Lazarus, 1980). Bu nedenle daha etkin bir yöntem olan problem çözme odaklı yaklaşımın benimsenmesi için düşünce kontrolünün önemi bir kez daha öne çıkmaktadır.

Psikolojik danışma sürecinde kullanılan belli başlı yaklaşımlar ise aşağıda kısaca aktarılmıştır.

Bilişsel Terapiler: Anksiyete yaşayan kişilerin çevresindeki her şeyi tehdit edici olarak algılaması, abartması, genelleştirmesi, kişiselleştirmesi, olaylara ya siyah ya da beyaz şeklinde kategorik yaklaşması, tehdit içermeyen unsurlar da bulunmasına rağmen dikkatini tehdit içeren unsurlara odaklaması ve seçici algılaması gibi

Page 24: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

22

zihinsel şemalarıyla çalışılır. Bu bağlamda, öncelikle iyi bir danışman-danışan ilişkisi kurularak başlanır ve psiko-eğitim ve bilişsel yeniden yapılandırma gibi yöntemler kullanılarak işlevsel olmayan düşünce kalıpları değiştirilmeye çalışılır.

Davranışçı Yöntemler: Genellikle bilişsel terapilerle birlikte kullanılır. Gevşeme ve nefes kontrolü tekniklerinin öğretilmesi, maruz bırakma, taşırma, sistematik duyarsızlaştırma ve yüzleşme gibi teknik ve yöntemlerle süreç desteklenir.

Destekleyici Terapiler: Çoğu kez bilişsel davranışçı yaklaşımlarla anılan Destekleyici Terapide amaç, çevresel etkenleri ortadan kaldırmaktır. Anksiyete bozukluklarında uygulanma biçimi, stres yaratan çevresel unsurların azaltılması, aile rehberliği, kaygı ve korkuya yol açan sıkıntılı durumların düzeltilmesi şeklinde olmaktadır.

Gevşeme ve Nefes Teknikleri: Çoğunlukla diğer yaklaşımlarla birlikte kullanılır. Bazı kaygı yaratan durumlarda kişi kendi kendisine bu yöntemleri uygulayarak hızlı gevşeme sağlayabilir. Bu nedenle gevşeme ve nefes tekniklerinin yardım sürecinde kullanılması kadar danışana öğretilmesi de tedavinin bir parçasıdır. Gevşeme egzersizleri, kas gruplarının aşamalı olarak gerilip gevşetilmesini içerirken bu sürece doğru nefes alma teknikleri de eklenir.

Medikal çözümler: Özellikle kansızlık, kalsiyum eksikliği, şeker hastalığı, tiroit rahatsızlıkları gibi bazı fizyolojik hastalıkların da kaygı ve korku tepkilerine neden olması, madde ve alkol kullanımı, uyku bozuklukları gibi eşlik eden başka problemlerin olması medikal tedaviyi gerekli kılabilmektedir.

Kendi kendine yardım teknikleri: Günlük tutma, konuyla ilgili kitaplar okuma, düzenli spor yapma, sağlıklı beslenme gibi yöntemlerle kişi kendi kendine yardım sürecini gerçekleştirebilir.

SONUÇ OLARAK KAYGI HANGİ ŞEKLİYLE YAŞANIYOR OLURSA OLSUN ÇÖZÜMSÜZ DEĞİLDİR! Korkuların köpek gibi olduğu söylenir. Siz ondan korkup geriledikçe o sizin üzerinize gelir. Siz onun üzerine doğru gittiğinizde ise o geri adım atar. Bu nedenle korkularla baş etmek için onlarla “yüzleşmek” önemlidir. Yüzleşme, korku yaratan düşüncelerin ve zihinsel kalıpların kabul edilmesi,

gözden geçirilmesi ve yeniden yapılandırılması ile başlar. Yeni beceriler kazanılması ve bunların kararlılıkla uygulanması ile devam eder. Bu “sürekli bir mücadeledir ve cesaretle atılan ilk adımlarla başlar!” der Guzman (2005).

Geçtan (2004) kaygıdan kurtuluşun insanın kendi varoluş sorumluluğunu alabilmesi ile mümkün olacağını belirtiyor. Bunun için kişinin, gerektiğinde yardım ve destek alabilmeyi bilmesi gerektiği gibi yeri geldiğinde de başkalarına verebilmeyi bilmesi gerekir. Bu, ne tamamen başkalarına yaslanmayı gerektirir ne de çaresizlik içinde insanlardan uzaklaşmayı. Bu, yaşam karşısında “kendi sorumluluğunu üstlenme” demektir!

Adler’in de vurguladığı gibi “toplumsallık duygusu” iyileştirebilir! Acı çekenlere yardım etmek, insanları ayrıştırmak yerine birleştirmek, sevginin bütünleştirici ve iyileştirici gücünü fark etmek…

Son olarak, Guzman’ın sözü ile bitirmek istiyorum: “Bilinç durumları bulaşıcıdır!” (2005). Hoşgörü ve saygı bulaşıcıdır ve ilk seninle başlar!

KAYNAKLARAdler, A. (2001). İnsanı Tanıma Sanatı (K. Şipal, Çev.)

İstanbul:SayBozkurt, R. (2015). “İnsanları Güç Değil, Korku Yozlaştırır”.

Erişim Tarihi: 10 Haziran 2016, http://www.gunlukkoseyazilari.com/

Clark, D. A., Beck, T. A, Brown, G. (1989) Cognitive mediation in general psychiatric outpatients: A test of the content specificity hypothesis. Journal of Personality and Social Pschology, 56, 958-964.

Folkman, S., ve Lazarus, R. S. (1980). An analysis of coping in a middleaged community sample. Journal of Health and Social Behavior, 21, 219-239.

Fromm, E. (1993). Sevme Sanatı (E. Özkan, Edt.). İstanbul: Ekol Basım Yayın

Geçtan, E. (2004). İnsan Olmak. İstanbul: Metis Gençöz, T. (t.y.) Korku: Sebepleri, Sonuçları ve Baş etme

Yolları. Kriz Dergisi, 6(2), 9-16Guzman, D. S. (2005). Özgürlüğe Uçuş (Z. Elkırmış, F. Örücü,

Çev.). Ankara: Yeni Yüksektepe YayınlarıHerbert, C. (2016 ). Travma Sonrası Ortaya Çıkan Psikolojik

Tepkileri Anlamak (M. Z. Sungur, E. Cömert, Çev.) İstanbul: Psikonet Yayınları

Köroğlu, E. (2012). Kaygılarımız Korkularımız. Nedir? Nasıl Baş Edilir? Ankara: Hekimler Yayın Birliği

Lazarus, R. (1993). Coping Theory and Research: Past, Present, and Future, Psychosomatic Medicine 55, 234-247.

Özakkaş, T. (Ed.). (2014). Anksiyete Bozuklukları ve Tedavisi. İstanbul: Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları

Tural, Ü. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Dönem 5 Ders Notları. Erişim Tarihi: 2 Mayıs 2016, http://tip.kocaeli.edu.tr/docs/ders_notlari/u_tural/anksiyete.pdf

Page 25: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

23

Yaşar Kemal’in ölümünden önce son yayımlanan bu kitabında temel nokta yine Anadolu insanı. Yaşar Kemal bu romanında odak noktası olan korku duygusuna ilişkin şöyle diyor:

“Ben hep korkudan korktum. Korkudan çok korktum. Roman yazdığım zaman içimde bir korku istemezdim. O yüzden bu kitapta da korkuyu anlattım. Kayseri’de askerlik yaptığım kasabanın üzerinde büyük bir taş vardı ve bütün kasaba bu taşın üzerlerine düşeceğinden korkuyor, taşı üzerlerine düşmesin diye demir zincirlerle bağlıyorlardı. Madem korkuyorsunuz o zaman çekin gidin diyordum. Seneler senesi bu korkuyu yazmak istedim.”

Romanda posta müdürü olarak Trabzon’un ıssız, sessiz, terk edilmiş Yokuşlu kasabasına atanan Remzi Tavdemir ve eşi Melek Hanım başkarakterler. Bu ikilinin atandıkları kasabaya doğru çıktıkları tren yolculuğuyla başlayan roman, kasabaya giremeyip bir ceviz ağacının altında korkuyu bekledikleri sonsuz anların içinde sonlanmaktadır. Roman, durmadan, hızlıca, nedeni bilinmez bir şekilde, koşullanılmış bir hal gibi bireylerin içinde büyüyen, gelişen ve önü alınamayıp kişileri hareketsiz bırakan korkuyu ve yayılımını anlatıyor.

“Dağ düşüyor Yokuşlu’nun üstüne. Kimse yaklaşamıyor oraya. Dağ evleri, kayaları ezip

geçiyor her gün her gün. Kimse yaklaşamıyor o kasabaya” (ss.22).“Şimdi iyice merak ediyordu bu kasabayı. Korkuya benzer, yılgınlığı, yarı uyku haline benzer bir duyguda bunalarak” (ss.30).

Remzi Bey ve Melek Hanım, Remzi Bey’in atandığı kasabaya varmak için uzun bir tren yolculuğundan geçerler, ardından kasabaya ulaşıncaya kadar bin bir insandan oraya gitmemeleri, orada “bir şey” olduğu, bu şeyin korkulası “bir şey” olduğu, oradan uzak durmaları gerektiği ve hatta geldikleri yere; Ankara’ya, dönmeleri gerektiği söylenip durur. “Bir şey olmuş ki kasabaya, kimse bilmiyor, söylemiyor” (ss.71). Öyle ki bütün insanları kasabaya girmekten, yakınından geçmekten, kasabanın ufkuna dahi bakmaktan alıkoyan bir tür kronik korku hali. Ancak Remzi Bey dirayetli biridir ve kasabayı gidip gözleriyle görmeden bu yoldan vazgeçebilecek gibi değildir. Remzi Bey ısrarcıdır ancak minibüs şoförü de en az onun kadar ısrarcı olunca eşiyle onu kasabanın girişindeki bir ceviz ağacından bir milim öteye götürmeyi kabul etmez. Remzi Bey ve Melek Hanım diğerlerine ait korkuyu kendi bünyelerine hızlıca çektiklerinden artık onlar da kasabaya gitmekten ürperir ve o ceviz ağacının altında, birilerinin gelmesini beklerler ya da kasabaya giden birilerinin geçmesini. Çok geçmeden bir minibüs daha gelir ve dört kişi iner içinden. Şoför yine kasabaya girmeyi reddedip onları da Remzi

KORKU ÜZERİNE BİR YAŞAR KEMAL ROMANI İNCELEMESİ:“TEK KANATLI BİR KUŞ”

Uzm. Psi. Dan. Pınar ÇAĞOrta Doğu Teknik Üniversitesi

Öğrenme ve Öğrenci Gelişim Birimi

“...çünkü derdi korku değil, korkuyu beklemekti. Ve korkuyu beklemek, korkudan beterdi. Bir zamanlar birinin yazdığı gibi.” Hakan Günday

“...ne zamandı bilmiyorum. Yaşadıklarından sana kalan tortu, seni olduğun yere çakan, olduğun yerde fırtına koparan korku.” Birhan Keskin

Page 26: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

24

Bey ve eşinin yanına bırakır. Bu son yolcuların dördü de Almanya’dan ailelerini ziyaret etmek için gelmişlerdir. Bunların içerisinde bu kasabada yaşayan annesini ziyaret etmeye gelen Zeliha ve eşi Hüsam da vardır.

“Tanışmadan, konuşup görüşmeden bir insan korkuludur, başka bir şeydir. Yani herhangi bir şeydir. Konuşup görüşüncedir ki işte o zaman insan insan olur.” (ss.12)

Korkuyla var olan insan, nicedir insan olmaktan çıkıyor. Toplumların afyonlarından bahsedilirken gerilerde kalan ve aslında çok da öne alınmayan ögelerden biri de “korku”. Büyüdükçe önü alınamayan, efsaneleşen, destansı bir hale gelen korku; kişiyi insani becerilerinden ve diğer anlamlı tüm duygularından bir çırpıda, tek seferde koparabilmektedir. Bu korku halinin uzun sürmesi, devamlı olması ise bireyin hem ruhsal hem de fizyolojik gelişimini ziyadesiyle sekteye uğratabilmektedir. Oysa birey çocukluğundan ve hatta bebekliğinden itibaren korkularını yenerek gelişir, büyür.

“Remzi Bey yorulmuştu. Dizleri sızlıyordu. İçinde bir karamsarlık vardı, elini ayağını kesen. Korkuya, umutsuzluğa benzer.” (ss.11)

Korku, doğası gereği akıl ya da zihin kontrolü ile baş edilemeyen ve kişinin iç huzursuzluğuna neden olan, aslında beklendik ve olağan bir duygudur. Tüm insanların deneyimlediği evrensel bir duygu olan korku; aniden ortaya çıkan bir durum karşısında, tehdit olarak algıladığımız anlar silsilesine verdiğimiz reaktif bir tepkiyi içermektedir. Dozunda hissedildiğinde bireyi tehlikelerden koruma gibi temel bir işlevi olsa da, artan boyuta vardığında psikolojik anlamda kişinin zihninin alev almasına neden olabilir. Bu nedenle aşırıya varanı, kişiyi ruhsal açıdan zinde ve doyumlu bir hayatın içerisinde var etmekten git gide uzaklaştırmaktadır.

“Her gün giriyorum kasabaya, bomboş. Boşluk korkutuyor adamı. Boş bir kasaba, aman Allah kardaş, düşman başına. Bu kasabanın insanları boşluktan korkup kaçmışlar, başlarını alıp gitmişler. Ben de başımı aldım kaçtım” (ss.39).

Kitapta da benzer biçimde yayılan ve toplumsal anlamda giderek salgın haline gelen bir korkudan bahsedilmektedir. Kitabın kahramanları –özellikle

Remzi Bey ve eşi Melek Hanım- korkuyu ve onu yaratan kasabanın o uzak, ıssız ve kimsenin gitmediği halini düşünmeden duramazlar. Ceviz ağacı altı halkı olarak durmadan bu korkuyu konuşurlar. Aslında korkuyu durmadan mevzu bahis ediyor olmak da unutma veya kabul etmeyi engellediğinden, korkuyu düşünerek, seslendirerek ve durmadan konuşarak aslında daha büyük ve “korkunç” bir hale getirmişlerdir.

“Hava kararıyor, iri yıldızlar gökyüzüne dökülüyor, uzaklardan çakal pavkırmaları geliyordu. Korkmamak, kendini kavi tutmak için Zeliha var gücünü harcıyordu.” (ss.51)

Oysa bu kadar söz edilen bir şeyi normalleştirmek, üstelik bu olumsuz bir duygu ise, epey güçleşebiliyor zaman içinde. Zeliha tüm söylenenlere rağmen, cesaretini toplayarak kasabaya gitmek için bir girişimde bulunur; ancak bunun neticesinde fenalık geçirerek ceviz ağacının altına geri döner. Ertesi gün de ne olduğunu bilmediği, neden korktuğuna dair

Page 27: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

25

en ufak bir fikri olmadığı halde, kasabaya girmenin mümkün olmayacağına dair keskin ve net bir inançla eşini de yanına alarak geri döner. Korku, hareket kabiliyetini azaltan, hatta zaman zaman sıfırlayan ve birey olmanın sınırlılığı konusunda bize ültimatomlar verebilen bir duygudur! Zeliha’nın da, Remzi Bey’in de, Melek Hanım’ın da hareketsizliğinin nedeni herkesin tek gerçek olduğuna inandığı “korkulması gereken bir şey var” düşüncesidir.

“Hiçbir şey duymuyor, düşünmüyordu. Korkunun ötesinde bir korku, ürküntünün ötesinde bir ürküntüdeydi”(ss.51). /“Korkuyorum, içime değiyor, başımıza bir iş gelecek... Korkuyorum” (ss.62).

Kitapta aktarımı sağlanan duygu, temelde korku gibi görünse de, yer yer sözcüklerin ve cümlelerin gelişinden kaygı ya da anksiyetenin içerisine de girebilmektedir. Korku daha çok kişinin içinde bulunduğu anda iken, kaygının daha çok geleceğe ilişkin algılarımızdan kaynaklı olabileceği ve kaynağının bilinmesinin genellikle güç olduğu söylenebilir. Kitapta da korku ögesinin belirsiz olması bir yandan kaygıyı andırırken, bir yandan da içinde bulunulan anın içinde cereyan etmesi onu korku odağında tutmaktadır. Yaşar Kemal bu anlatımlarıyla kişinin zihninde yarattığı korku zincirinin somut bir tehlikeden ya da durumdan; bir timsahtan ya da bir depremden daha beter olabileceğini göstermeye çalışmıştır. Bu aşamada işin içine bilinçdışı süreçlerin de dâhil olduğunu, kitaptaki kahramanların aslında farkında olmadan bu korku sarmalına nasıl girdiklerini görebilmek de mümkün.

“Üstümde kuşların ağırlığı, kanatları bir hoş, bir deli. Bir kokuyorlar deli deli. Bir öylesine yanıma yönüme doldular ki soluk alamıyorum. Soluksuz kaldım. Birden aklıma tıp etti. Aklıma tıp edince aklım başıma geldi, her şeyi anladım, hiç insan yok. Bu kasabanın insanları bu kuşlar. Hiç insan yok” (ss.60).

Korku yüksek düzeylerde hissedildiğinde gerçeği çarpıtma riski de giderek çoğalmaktadır. Daha doğru bir ifadeyle; aslında bireyler kafalarında korkuya dair şemaları katı sınırlar içinde ve gerçekdışı bir düzeyde şekillendirdiklerinde, yani korkunun somut anlamda ortada oluşuna dair sağlıksız düşünceleri çoğaldığında bu duygu daha güçlü ve yıkıcı bir şekilde hissedilebilmekte ve yaşanabilmektedir. Romanda

da benzer şekilde bir güruh insanın gerçekliğine dair en ufak bir fikirleri olmadığı bir konuda sağlıksız düşünceler ve inançların etkisiyle nasıl bir korku selinde yüzdüklerini görebiliyoruz. İçlerinden biri dahi çıkıp “Bu kasabada aslında ne olduğuna dair hiçbir fikrimiz yok, sadece varsayımlarımızdan yola çıkıp korkudan tir tir titriyoruz. Bir durup düşünelim.” demiyor, diyemiyor. Çünkü korkunun esaretinde ilk akıllarına gelene inanmayı tercih ederek, tek bir alternatif düşünce dahi bulmadan ya da bulamadan, kaskatı zihinsel sınırlar içerisinde, sorgulamaksızın bir hayale inanıyorlar.

Çok sonralar kulağımıza ne çalınıyor biliyor musunuz? Bir kanadı olmayan bir kuş olduğumuz! İki kanadımız olmasına rağmen ya biz inanıyoruz ya da inandırılıyoruz; velhasıl diyoruz ki: “Benim bir kanadım yok. Olsaydı korkmazdım, uçardım. Ancak şimdi uçamam çünkü bir kanatla uçulduğu nerede, hangi zamanda görülmüş Allah’ını seversen? Hem ben uçmayı denesem bile; düşeceksem, düşeceğimden bunca eminsem neden böyle bir yola sevdalanayım ki? Hem ben uçmak da istemiyorum, yürüsem de olur...”

Bizler bir bir uzaklaşıyoruz içimizden; korktukça, ürperdikçe uzaklaşıyoruz kendimizden, yapabileceklerimizden; aslında yaratabileceğimiz belki de bir ihtimal dahi olsa mucizelerimizden, olumlu olan kalp ritmimizden, nefesimizdeki çiçek kokusundan, bacağımızdaki koşma isteğinden, kolumuzdaki yazma kabiliyetinden, dilimizdeki yeşilli sözcüklerden… Biz çok korktukça çok uzaklaşıyoruz, yapamayız zannediyoruz her şeyi, olmaz diyoruz, mümkün değil! Oysa korkunun olmadığı diyarlarda, masallara olan inancımızı çocuklukta bırakmaktan vazgeçebilirsek eğer, yaşamın da toplumun da bireyin de yeniden kendini evrimleştirebileceği bir ütopya olamaz! Bu deli bir gerçektir! Saf bir gerçek! Sonunu beylik laflarla bitirmeyeceğim bu yazının. Mesela korkmayınız, korkularınızın üstüne gidiniz filan da demeyeceğim, hatta mümkünse korkunuz. Bir tek şey fısıldayacağım; korkularınızdan korkmayınız, onlara gülünüz! Hep böyle sesler gelip duruyor bir süredir kulağıma: Gülmenin ziyadesiyle devrimci bir eylem olup, kaotik bütün duygularımızı, elbette buna korku da dâhil, tahtından ettiğini... Biliyorum korku bir cehennemdir, inancımızı sarsıp sorgularsak tatlı bir yola dönebilir... Belki!

“Ceviz ağacı çok değerlidir, ama altında uyumayacaksın gölgesi ağırdır”(ss.25).

Page 28: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

26

Korku Avcısı terapi programı çocuklarda, yaygın anksiyete, ayrılma anksiyetesi, basit fobiler ve sosyal fobi gibi anksiyete bozukluklarını ya da bu alanlarda bozukluk düzeyine varmamış belirtileri Bilişsel Davranışçı Terapi yaklaşımıyla tedavi etmeyi amaçlayan bir programdır. Ancak Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) ya da Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) gibi anksiyete bozukluklarının tedavisini kapsamamaktadır. Çünkü ortak noktaları olsa da OKB ve TSSB’nin tedavisinin farklı bileşenleri vardır. Korku Avcısı programı çocuklar ile çalışan psikoterapistlerin kullanması amacıyla hazırlanmış olup iki kitaptan oluşmaktadır.

Kitaplardan biri “Korku Avcısı Çalışma Kitabı”dır. Bu kitap anksiyetenin ne olduğunu, düşüncelerden nasıl etkilendiğini ve bilişsel-davranışçı tekniklerle nasıl baş edilebileceğini çocuğa anlatan çeşitli etkinlik ve görevleri içermektedir. Çocuklarla çalışan pek çok uzmanın bildiği gibi çocuklarla etkin bir şekilde çalışmanın anahtarlardan biri çalışmanın eğlenceli ve heyecan verici olmasıdır. Korku Avcısı Çalışma Kitabının hazırlanma amacı da budur. Kitapta pek çok teknik “Korki” adını verdiğimiz bir çizgi kahramanın ağzından anlatılarak terapistin öğretici rolü azaltılmaya ve terapi süreci daha çekici hale getirilmeye çalışılmıştır. Ayrıca çocuğun terapi süresince kazanması beklenen becerileri desteklemek için bu kitapta bulmaca, hikaye ve resimlerin kullanıldığı pek çok eğlenceli aktivite ve oyuna yer verilmiştir.

Korku Avcısı Programının ikinci kitabı, “Korku Avcısı Anksiyete Bozukluğu Olan Çocuklar için Bilişsel Davranışçı Terapi Rehberi”dir. Kısaca ‘Terapi Rehberi’ diyebileceğimiz kitap terapi süresince terapiste yardımcı olmak üzere hazırlanmıştır. Her

seansın gündem maddelerini, bu maddelerin ve kullanılacak tekniklerin rasyonelini ve uygulama biçimini anlatmaktadır. Yani çalışma kitabındaki etkinliklerin nasıl uygulanacağı ve uygulamalarda karşılaşılabilecek güçlükler için nasıl önlemler alınacağı, başka bir deyişle tüm terapi süreci bu kitapta anlatılmaktadır. Anlaşılacağı üzere bu iki kitap birbirini tamamlamakta ve terapi süresince birlikte kullanılmaktadır.

Korku Avcısı terapi programı çocuklarla yürütülen 13 seans ve anne-babalarla yapılan 3 görüşmeden oluşmaktadır. 13 seanslık terapi programı temel olarak psikoeğitim, gevşeme eğitimi, bilişsel yeniden yapılandırma, problem çözme ve yüzleştirme (exposure) tekniklerini içermektedir. Anne babalarla çalışmak çocuklarla yürütülen psikoterapilerin vazgeçilmez bir parçasıdır. Anne babaların terapi süresince çocuğu terapiye düzenli getirmeleri, terapiye katılım ve görevleri yerine getirmeleri için çocuğu desteklemeleri, terapide öğrenilen becerileri terapi dışındaki ortamlara genellemelerine yardımcı olmaları gibi pek çok konuda terapiye katkıları olabilir. Ancak bunun için anne babaların uygun biçimde bilgilendirilmeleri gerekmektedir. Korku Avcısı programındaki anne baba seanslarında anksiyetenin ne olduğu, ne zaman sorun oluşturduğu, hangi anne baba tutumlarının anksiyeteyi artırdığı, bilişsel davranışçı terapinin nasıl bir tedavi olduğu, anksiyeteyle daha iyi baş edebilmeleri için çocuklarına neler öğretildiği, terapi süresince anne babalara ne gibi görevler düştüğü gibi konularda bilgi verilmektedir.

Program 8-14 yaş aralığındaki çocuklara uygulanmak üzere hazırlanmıştır. Çalışma kitabındaki çizgi karakterli anlatımlar ve eğlenceli

“KORKU AVCISI ÇALIŞMA KİTABI” VE “KORKU AVCISI ANKSİYETE BOZUKLUĞU OLAN ÇOCUKLAR İÇİN BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİ REHBERİ” TANITIMI Doç. Dr. Serap TEKİNSAV SÜTCÜ

Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümü

Page 29: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

27

aktiviteler genellikle çocukların çok hoşuna gitse de 12-14 yaşlarındaki daha büyük çocuklar bazen bunu çocuksu bulabilmektedirler. Bu durumda programdaki çizgi kahramanlar kullanılmadan da programının genel mantığı ve tekniklerine sadık kalınarak program uygulanabilir.

El kitabı olan yapılandırılmış terapi programları

özellikle ABD’de ve genel olarak pek çok ülkede son yıllarda artarak kullanılmaktadır. Bu tip programlar terapistin danışana terapi programını nasıl tanıtacağından, hangi seansta hangi tekniklerin kullanılacağı ve bu tekniklerin nasıl uygulanacağı gibi pek çok konuda rehberlik yapmaktadır. Bu açıdan özellikle çok deneyimli olmayan terapistler için terapiyi kolaylaştırdığı düşünülmektedir. Korku Avcısı programının hazırlanma nedenlerinden biri de budur. Deneyimlerimiz programın genel olarak Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) uygulama deneyimi sınırlı ya da özel olarak anksiyete bozukluğu olan çocuklarla BDT uygulama deneyimi sınırlı olan terapistlerin terapi uygulamasını kolaylaştırdığını göstermiştir. Bununla birlikte program, Bilişsel Davranışçı Terapi konusunda hiç eğitim almamış ve terapi deneyimi olmayan kişilerin uygulaması için uygun değildir. BDT eğitimi ve terapi yürütme deneyimi olmayan kişilerin BDT’nin rasyoneline uygun bir terapi süreci yönetme, çocukla uygun terapötik ilişkiyi kurma, teknikleri ya da görevleri çocuğun özelliklerine (tanı, eş tanı, gelişim düzeyi vb) uyarlama, karşılaşılacak güçlüklerde yeni yollar geliştirme gibi konularda sorun yaşayacakları aşikardır. Bununla birlikte deneyimli terapistler hem programa sadık kalıp hem de programı çocuğun gereksinimlerini en iyi karşılayacak şekilde esnetebilirler.

Korku Avcısı programının etkililiği üzerine yaptığımız çalışmalar programın anksiyete belirtilerini ve eşlik eden bilişsel hataları azaltmada etkili olduğunu göstermiştir (Tekinsav Sütcü ve ark., 2010; Sevi-Tok ve ark., basımda). Bu çalışmalarda program BDT eğitimi ve hatta Korku Avcısı programı için süpervizyon almış terapistler tarafından uygulanmıştır. Sonuçları terapi eğitimi olmayan kişilerin yaptığı uygulamalara genellemek mümkün değildir. Bu nedenle yapılandırılmış programları etkin biçimde uygulamak için bile terapi eğitiminin çok önemli olduğunu hatırlatmakta fayda görüyorum.

KAYNAKLARSevi-Tok, S., Arkar, H. & Bildik, T. (basımda) . Çocukluk

çağı kaygı bozukluklarında bilişsel davranışçı terapi, ilaç tedavisi ve kombine tedavinin etkililiğinin karşılaştırılması. Türk Psikiyatri Dergisi.

Tekinsav-Sütcü S, Aydın A, Sorias O ve ark. (2010) Evaluating the fearhunter program: an individual cognitive behaviora therapy program for children with anxiety. XL Congress of European Association for Behavioral and Cognitive Therapies, Milan-Italy.

Page 30: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

28

BAŞARI KORKUSU:KENDİNİ SABOTE ETME DAVRANIŞINA PSİKANALİTİK AÇIDAN BAKIŞ

Ayşegül ARACI İYİAYDINUzm. Psikolojik Danışman

ODTÜ Geliştirme Vakfı Özel Lisesi

Başarı korkusu, kişinin başarı motivasyonunu olumsuz yönde etkileyen bir ketlenme durumu olarak tanımlanabilir. Psikanalitik açıdan etiyolojisine bakıldığında, başarı korkusunun ortaya çıkışında kişinin ödipal dönem deneyimlerinin rolü oldukça aşikârdır. Elbette ki başka birçok faktör kişinin başarı korkusuna zemin hazırlamış olabilir. Ödipal öncesi dönem, kardeş rekabeti ve kültüre özgü tutumlar bunlardan bazılarıdır. Bu yazı kapsamında, daha çok ödipal dönemin etkilerinden söz etmek amaçlanmıştır.

Kazanma, kaybetme, başarma ve rekabet gibi kavramların kökeni ödipal döneme dayanır. Çocuk bu dönemde karşı cins ebeveynin sonsuz onayını, sevgisini ve hayranlığını kazanmak amacıyla aynı cins ebeveyni ile rekabet etme ihtiyacı duyar. Ancak burada bir çelişki de yaşar. Karşı cins ebeveynin sevgisini kazanma, aynı cins ebeveynin ona yönelik yıkıcılığını, zarar verme ihtimalini de beraberinde getirebilir. Dolayısıyla bu tehditten kurtulmanın en garanti yolu aynı cins ebeveynle özdeşleşmek ve rekabeti sonlandırmaktır. Ancak ödipal dönem her zaman böyle bir seyir izlemeyebilir. Çocuk aynı cins ebeveynle girdiği rekabetten dolayı zarar görmüş de olabilir. Bu durumda çocuk için kazanmak, tehlikeye sebep olan bir deneyim olarak kodlanabilir. Böyle bir mental kategori, çocuğun gelecekte kendi cinsinden kişilerle gireceği rekabet ilişkilerinde başarıyı kazanmakla, kazanmayı da tehlike ile bilinçdışı bir şekilde özdeşleştirmesine yol açabilir. Aynı cins ebeveynle ilişkide rekabetçi ve atılgan bir tutum sergilemek hadım edilme (kastrasyon) riskini taşır. Dolayısıyla da rekabeti kazanma fantazisi ya da düşüncesi çocukta yoğun suçluluk duygularına sebebiyet verebilir. Kaçınılmaz olarak, kişinin ileriki

yaşamda karşılaştığı rekabet ve başarı durumları, çocuklukta bitirilmemiş ödipal meselenin aktarım nesneleri olarak karşısına çıkacaktır. Bu durumun yaratacağı kaygıyı engellemenin en ekonomik yolu da savunma amaçlı ketlenme (inhibisyon) olacaktır. Kimi zaman da ortada bir rakip ya da tehlike olmasa bile, ödipal dönemin bilinçdışı aktarımı olan ketlenme aracılığı ile kendini sabote edici davranışlarda bulunabilecektir. Kişinin kendini sabote edici davranışlarından en çok etkilenmeye meyilli yaşam alanları; romantik ilişkileri, akademik ya da iş hayatı ve rekabete dayalı uğraşlarıdır (spor, oyun vb.). Bu alanlardaki ketlenmeler, başarı korkusunun temel göstergeleridir. Ketlenmelerin yol açtığı ikincil sonuçlar (semptomlar) da söz konusu olabilir. İkincil semptomlar; kişinin başına gelen bu duruma bir açıklama getirmesi ve bu durumla başa çıkabilmesine hizmet eden çabalarıdır. Depresyon, madde kullanımı, yansıtma ve inkâr mekanizmalarına başvurma, kendini değersiz hissetme, düşük özsaygı, ketlenmelerin ortaya çıkardığı ikincil sonuçlara örnek olabilir.

Romantik ilişkiler ödipal olguyu hatırlatan, canlandıran bir nitelik taşır. Bu sebepten dolayı, kendini sabote etme davranışı bu alanda daha sık görülür. Örneğin romantik ilişkilerde ulaşılması mümkün olmayan yüksek standartlar koyarak, kendini daha önemli gördüğü işlerle meşgul ederek, uygunsuz bir şekilde davranarak terkedilmeye davetiye çıkararak ya da karşı tarafta sürekli kusur bulmaya meyilli olarak tatmin edici olabilecek yakın bir ilişkiyi sabote edebilir. Ancak kişi bunları bilinçdışı düzeyde yaptığı için farkında değildir ve gelecekte ideal romantik ilişkiyi bulacağına inanmakla yetinebilir.

Page 31: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

29

İş yaşamında ve rekabete dayalı alanlarda da başarı korkusuna karşı geliştirilen kendini sabote etme davranışlarına rastlanabilir. Örneğin bir kişinin akademik ya da iş hayatında tam potansiyelini kullanamaması onun ketlenme yaşadığının bir göstergesi olabilir. Örneği daha da somutlaştırmak gerekirse, kişi bazı durumlarda iş hayatında iyi bir performans gösterebilir. Fakat terfi alabileceği bir fırsatı farkında olmadan geçiştirebilir. Bu fırsattan kaçınmak için çok meşgul olduğunu, başvurmak için geç kaldığını, daha fazla paraya ihtiyacı olmadığını düşünebilir. Burada işleyen savunma mekanizması mantığa bürümedir (rasyonalizasyon). Kişi bilinç düzeyinde terfinin getireceği kaygının farkındadır ancak sebebini anlamlandıramamaktadır. Tam tersi durumda da başarıyı yakaladığında huzursuzluk, kaygı, depresyon, baş ağrıları gibi ruhsal ve fiziksel semptomlar geliştirebilir. İş ya da okul arkadaşlarını kendisine karşı kıskanç, gücenmiş ve öfke dolu algılamaya başlayabilir ve bu durumu bertaraf etmek için başarısını küçümsemeye, onlara aşırı itaatkâr davranmaya başlayabilir. Böylesine savunmacı davranışlar kişinin verimliliğini tehlikeye atabilir ve kapasitesinin altında performans göstermesine sebep olabilir.

Ödipal misilleme korkusu dışında başka bilinçdışı güçler de başarı ketlenmesine neden olabilir. Pek çok kişi kendi başarısını muhtemel ya da hayali bir rakip tarafından mağlup edilme ya da zarar görme ile eşdeğer algılayabilir. Böyle bir inancın yol açtığı suçluluk duygusu bu kişilerin ketlenme ve kendini sabote edici davranışlara yönelmesi için yeterli olabilir. Bunun yanı sıra ebeveyn ve

kardeşlerin açık ve örtük mesajları ile onlardan daha başarılı olmanın yanlış ya da nezaketsiz bir davranış olacağını öğrenmiş, başarılı olmaları ve yükselmelerinin onlara zarar verebileceğine inandırılmış olabilirler. Freud’a göre suçluluk duygusu, başarıya tolerans gösteremeyen bireylerin temel problemidir. Bu kişiler bilinçdışı olarak cinsel ödipal başarıyı deneyimler ve ensest tabusunun ihlalinin yarattığı suçluluktan dolayı da hasta olurlar. Melanie Klein’e göre bebek, ödipal dönem öncesinde annesinin memesiyle iyi bir ilişki kurabildiyse, bu durum daha sonrasında çocuğun kendi içindeki ve başkalarındaki iyiliğin varlığına inanmasına olanak sağlayacaktır. Ancak, anne-bebek arasındaki erken dönem ilişki kötü deneyimlerden oluşmuşsa, o zaman çocuk kendini değersizleştirecek, hayatındaki iyi şeyleri bozmaya meyilli olacaktır. Melani Klein, başarı korkusunun kökenini ödipal dönem öncesindeki deneyimlere dayandırarak bu noktada pek çok psikanalistten farklı düşünmektedir.

Sonuç olarak, “başarı” her ne kadar arzulanan, bireysel ve toplumsal boyutta yüceltilen bir değer olarak görülse de, insan ruhsallığının karmaşık yapısı içerisinde kimi zaman korkulan, kaçınılan bir olgu olarak da karşımıza çıkabilir.

KAYNAKLARBryan, C. M. (1986). Fear of success: The impact of

ambivalance in the early mother/daughter relationship (Doctoral dissertation, The Wright Institute, Berkeley).

Klein, M. (1957). Envy & gratitude: A study of unconscious sources. Basic Books, N. Y.

Mallinger, A. E. (1978). Fear of success and oedipal experience. The Journal of Psychology, 100, 91-106.

Page 32: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

30

KORKUYU ARZULAMAK: KORKU FİLMLERİ, OYUNLARI VE ROMANLARI ÜZERİNE KISA BİR ANALİZ

Arş. Gör. Gökhan KABACAOĞLUHacettepe Üniversitesi

Psikolojik Danışma ve Rehberlik Anabilim Dalı

Marion yağmurlu bir gecede arabasıyla ilerliyordu. Patronundan çaldığı 40 bin dolarla hayatında yeni bir başlangıç yapıp yapamayacağı belirsizdi. Hem uzun süren yolculuk hem de son birkaç gündür yaşadığı heyecan onu yorgun düşürmüştü. Kafasında bin bir türlü soru işareti dolanırken kendini bir anda Bates Motel’in kapısında buldu. Bu küçük ve izbe mekân yorgunluğunu gidermesi için iyi bir fırsat olabilirdi. İçeri girdi, motelin sahibi Norman’la tanıştı. Norman “tuhaf” biriydi ama aynı zamanda yardımsever olması nedeniyle Marion ona güvenmekte herhangi bir sakınca görmedi. Kısa sohbetlerinin ardından Marion odasına geçti, kıyafetlerini çıkardı ve duşa girdi. Musluğu çevirdiğinde birkaç gündür yaşadığı korkuların suyla birlikte akıp gittiğini hissetti. Ancak bu huzurlu an çok kısa sürecekti. Gözleri kapalı duşun keyfini çıkarırken birden banyonun kapısı aralandı, katil içeri sızdı ve elindeki bıçağı havaya kaldırdı. Marion perdenin ardındaki silüeti fark ettiğinde artık her şey için çok geçti…

1960 yapımı Psycho (Sapık) filminde geçen bu sahne, sinema tarihinin en bilindik ve kült sahnelerinden biri. Filmin yönetmeni Alfred Hitchcock, günümüzde sinema tarihinin en önemli yönetmenlerinden biri olarak kabul edilmekte. Korku-gerilim türündeki filmleriyle sinemaya damgasını vuran Hitchocock’un bu başarısı, insanların korku filmlerine olan ilgisini de açık biçimde ortaya koyuyor. Günümüze kadar The Exorcist’ten (Şeytan) The Blair Witch Project’e (Blair Cadısı), A Nightmare On Elm Street’ten (Elm Sokağında Kâbus) The Shining’e (Cinnet) sayısız korku filmi kitlelerin ilgilisini çekmeyi ve isimlerini sinema tarihine altın harflerle kazımayı başardı. Bu tür filmlerin her yıl yenileri çekilmeye de devam ediyor. 2015 yılında korku filmleri sadece ABD’de 46 milyon izleyiciye ve yaklaşık 400 milyon dolar

hasılata ulaştı (www.the-numbers.com, 2016). Bu miktar sinema sektörünün geneli düşünüldüğünde ufak görünse de, korku filmlerinin ciddi bir izleyici kitlesine sahip olduğuna dair önemli bir gösterge. Türkiye’de de benzer bir kitlenin varlığından bahsetmek mümkün. Korku türü çok eskilerden beri Türk sinemasının içinde varlığını sürdürmekle birlikte, özellikle 2000’li yılların başından itibaren dini ve paranormal motifler içeren korku filmleri oldukça popüler hale geldi. Muska, Musallat, Şeytan-ı Racim gibi yapımlar korku severlerden olumlu yorumlar aldı. Genellikle kalitesiz bir film olmasıyla adından söz ettiren 2006 yapımı Dabbe dahi, 2015 yılında altıncı filmiyle vizyona girdi. Bu durum Türkiye’de korku filmlerine olan talebe dair önemli bir ipucu sunmakta.

Eğlence sektöründe korkunun yeri yalnızca sinema ile sınırlı değil. Edebiyatta da korku türü önemli bir yer tutmakta. Yazının başında bahsettiğimiz Psycho (Sapık) da dâhil olmak üzere pek çok önemli korku filmi aslında birer kitap uyarlaması. Korku ve edebiyat deyince akla ilk gelen isim hiç kuşkusuz Stephan King. 1974 yılından bu yana 50’nin üzerinde roman yazan King, oldukça üretken ve korku edebiyatına yön veren bir isim. Edgar Allan Poe, H. P. Lovecraft, Bram Stoker, Ray Bradbury de korku türünde eserler veren önemli yazarlar arasında.

Edebiyatın yanı sıra son yıllarda teknolojinin ilerlemesiyle popülerliği artan video oyun sektöründe de korku teması fazlasıyla ele alınmakta. Video oyunları etkileşimli bir içerik sunması sayesinde, korku dâhil pek çok duyguyu filmlere göre daha etkili biçimde kişiye yansıtabilme avantajına sahip. Bu nedenle her yıl daha fazla sayıda insan, eğlenceye ayırdığı

Page 33: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

31

zamanı video oyunlarıyla geçiriyor. 90’lı yıllarda ortaya çıkan Silent Hill ve Resident Evil gibi oyun serileri, günümüzde artık video oyun klasikleri arasına girmiş durumda. 2013 yılında yayınlanan Outlast ve 2015 yılında yayınlanan SOMA ise son yıllarda eğlenmek için korkuyu tercih edenlerin gözdelerinden.

İnsanların bilinçli korku arayışlarını sinema, edebiyat ve video oyunları ile sınırlı görmemek gerek. Ekstrem sporlardan tutun da Ouija (ruh çağırma) tahtasına, kulaktan kulağa anlatılan cin, hayalet hikâyelerinden tutun da eğlence parklarında yer alan korku tünellerine sayısız öğe, insanlığın sosyal ve kültürel alanının ayrılmaz bir parçası haline gelmiş durumda. Dahası insanlar her geçen gün daha fazla bu korku öğelerini talep ediyor. Eğer siz de bu satırların yazarı gibi “İnsan eğlenmek için korku filmi izler mi ya? Ne kadar saçma!” diyenlerdenseniz, yazının kalan bölümünü de okumanızı tavsiye ederim.

Konuyla ilgili araştırmalar, “İnsanlar neden korkuyu sever?” sorusunun tek bir cevabı olmadığını gösteriyor. Sosyal psikolog Jeffrey Goldstein’ın editörlüğünü üstlendiği Why We Watch: The Attractions of Violent Entertainment (Neden İzleriz: Şiddet İçerikli Eğlencenin Cazibesi) isimli çalışmada insanları korku filmleri, şiddet içeren video oyunları ve sporlar gibi eğlence öğelerine yönelten motivasyon kaynaklarının neler olduğuna dair ayrıntılı bir analiz mevcut. Buna göre şiddet içerikli imgelere yönelmemizin temel nedenlerinden biri içinde yaşadığımız uygarlık. Modern toplum yapısının bizlere planlı, önceden kestirilebilir ve heyecan duygusundan uzak bireysel yaşantılar sunduğunu söylemek mümkün. Bu durum birey için heyecan

arayışını beraberinde getirmekte. Korku içeren eğlence araçlarına yönelme ise bireyin heyecan arayışının bir sonucu olarak görülmekte (Goldstein, 1998). Elbette dünyanın dört bir yanında insanlar, terör gibi nedenlerle kendilerini her geçen gün daha az güvende hissederken, heyecan arayışının ne kadar geçerli bir argüman olduğu tartışılabilir. Ancak bir korku filminden övgüyle bahsedenlerin, çoğunlukla “filmin ne kadar heyecanlı olduğuna” vurgu yaptığını unutmamak gerek.

Goldstein’ın (1998) üzerinde durduğu noktalardan bir diğeri, şiddet içeren eğlence öğelerinin bireyin duygularını açık bir biçimde sergilemesine yardımcı olması. Korku filmi izlerken korkmak ve bu korkuyu titreyerek, çığlık atarak dışa vurmak elbette doğal bir tepki olarak görülecektir. Bu sayede korku filmini izleyen kişinin sadece korku duygusunu değil, aynı zamanda korkusunu açıkça ifade ederek rahatlama duygusunu da yaşadığı söylenebilir. Bireyin sadece film esnasında değil, film bittikten sonra yaşadıkları da oldukça önemli. Sparks (1991) korku filmi izleyen kişinin kalp atış hızının ve kan basıncının arttığını; bu durumun yaşanan duyguların yoğunluğunun da artmasına sebep olduğunu belirtiyor. Ancak kişi film bittikten sonra filmdeki korkutucu sahnelere değil, eğlenceli sahnelere ya da arkadaşlarla iyi zaman geçirmek gibi olumlu yaşantılara odaklandığından, aynı yoğun ve olumlu duyguları tekrar yaşamak için korku filmleri izlemeye devam edebiliyor.

Eğlence amacıyla maruz kalınan korkunun, kontrollü bir korku olduğunu unutmamak gerek. Başka bir deyişle, korku filmi izlerken ya da korku oyunu oynarken bu korkuyu istediğimiz zaman sonlandırabilme imkânına sahibiz. Aynı zamanda hikâyenin nasıl sonuçlandığının da korku filmlerine bakışımızı etkilediği söylenebilir. Zillmann ve Weaver’a (1996) göre film boyunca ana karakterin başına gelen korkunç ve üzücü olayların olumlu bir şekilde çözümlenmesi, filmden aldığımız keyfi arttırıyor. Eğer hikaye olumlu noktalanmazsa bu, izleyen kişide rahatsızlık duygusu uyandırıyor. Ama bu hipotez sonu kötü biten korku filmlerinin varlığını açıklamak için yetersiz. Yüksek empati düzeyine sahip kişilerin korku filmlerinden pek hoşlanmadığı bilinen bir durum. Zira başkalarının acı çektiğini görmek bu kişilerde olumsuz duygular uyandırıyor (Tamborini, 1996). Bu, elbette korku filmi izleyen kişilerin empati becerisinden yoksun olduğu anlamına gelmiyor. Ancak filmdeki karakterlerle

Page 34: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

32

empati kurmak yerine kendini onlardan ayrıştırabilen kişiler için, sonu kötü bitse dahi, filmin eğlenceli bir içeriğe sahip olduğu söylenebilir.

Korku, zaman zaman bir sosyalleşme ve sosyal kimlik edinme aracı olarak da işlev görebilir. Özellikle ergenlik dönemindeki bireyler için korku ve şiddet içerikli filmlerle ya da oyunlarla ilgilenmek bir “yetişkinlik” göstergesi (Goldstein, 1998). Bir diğer ifadeyle bu film ya da oyunlar ergen birey için korku ve şiddete maruz kalabilme ve dayanabilme cesaretine sahip olduğunu ispatlamanın bir aracı. Bu noktada ergenlik dönemindeki erkeklerin kızlara göre korku içerikli film ve oyunlarla daha fazla haşır neşir olduğunu eklemek gerek (Zillmann ve Weaver, 1996). Cinsiyetler arasındaki bu farklılık, kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rolleriyle yakından ilişkili.

Korkuyu neden sevdiğimize dair açıklamalar elbette yukarıdakilerle sınırlı değil. Korku öğelerinin gerçekçiliğinden içinde yaşadığımız tarihsel döneme ve kültüre, o anki duygu durumumuzdan geçmiş yaşantılarımıza kadar pek çok etken bir korku filmini, romanını ya da oyununu sevip sevmeyeceğimizi etkilemekte. Bunun yanında meselenin bir de sanatsal kısmı var. Örneğin özünde ürkütücü bir hikâyeye sahip olsa da kötü kurgulanmış bir korku filmi, izleyicinin belleğinde kötü bir film olarak kalacaktır. Tam aksine, her açıdan iyi hazırlanmış bir korku filmi ise türü sevmeyenlerin dahi ilgisini çekebilir. Sözün özü, insan psikolojisiyle ilgili pek çok konuda olduğu gibi, bazı insanların neden korkuyu sevdiğinin şimdilik kesin bir yanıtı yok. Kesin olan şey, korkunun eğlenceyle birlikteliğinin hayatın her alanında devam edeceği.

Tüm korkularınızın istendik olması dileğiyle.

KAYNAKLAR

Goldstein, J. (Ed.). (1998). Why we watch: The attractions of violent entertainment. London: Oxford University Press.

Sparks, G. G. (1991). The relationship between distress and delight in males’ and females’ reactions to frightening films. Human Communication Research,17(4), 625-637.

Tamborini, R. (1996). A model of empathy and emotional reactions to horror. J. B. Weaver & R. Tamborini (Ed.), Horror films: Current research on audience preferences and reactions içinde, (103-123). New York: Routledge.

Zillmann, D., & Weaver, J. B. (1996). Gender-socialization theory of reactions to horror. J. B. Weaver & R. Tamborini (Ed.), Horror films: Current research on audience preferences and reactions içinde, (81-101). New York: Routledge.

http://www.the-numbers.com/market/2015/genre/Horror adresinden 28.06.2016 tarihinde erişilmiştir.

İlkokul öğrencileri ile çalışırken korkular ele alınması gereken bir durum olarak sıklıkla karşımıza çıkar. Bu durumlarla karşılaşıldığında çocuğa “Bunda korkacak ne var?” demek durumu geçiştirmeye işaret ederken, gerçekte çocukların bunlarla baş edebilmesine yardımcı olmak gerekir. Duygulanımı sözcüklere dökmek öğretilirse duygulanım somutlaşır ve baş edilebilir hale gelir. Çocuklar korkularının kabul edilebileceğinden emin olursa paylaşırlar. Bu nedenle, çocuklar, yaşadıkları tüm korkuları dile getirmeleri için yüreklendirilmelidir. “Acaba seni korkutan ne olabilir?”, “Nasıl bir şey, anlatır mısın?” gibi açık uçlu sorular korkulan nesne ya da olaya ilişkin kapıları aralar. Çocuğu dinlerken sık tekrar edilen kelime ve temaları yakalamak ise anlamlandırma sürecini başlatır.

PDR Servisi olarak korkularla çalışırken izlediğimiz ve başarılı sonuçlar aldığımız yol ve yöntemleri aşağıda paylaştık.

Korkular üzerine çalışırken aile ile işbirliği çok önemlidir. Zarar görmeye dair endişeleri yoğun olan bir çocuğun babasının tehditkâr ve yaklaşılması zor bir baba olması çocuğun hayatındaki bu korkuyu sürekli canlı

Uzm. Psi. Dan. Pınar KESKİNERÖzel Üsküdar SEV Okulları

“KORKULACAK NE VAR?” DEMEDEN KORKULARI ANLAMAK

Page 35: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

33

Resimler korkuyu somutlaştırmak için etkili yöntemlerdendir. Biz bu yöntemi, çocuktan önce korktuğu nesneyi çizmesini isteyerek ve ardından bu resmi giderek küçük boyutlarda çizmesini sağlayarak kullanıyoruz.

Masallar ve mitolojik hikâyelerden faydalanıyoruz. Korkan çocuk kendini yalnız ve çaresiz hisseder, oysa masallar ve mitoloji kitaplarında bunlar “bir varmış bir yokmuş” şeklinde başlar. Masallar da çocuğun korkuyla yüzleşmesini sağlar. Masalı okuyup hislerimiz üzerinde konuşuruz. Masalların içinde en ilkel korkular ve bu korkuların üstesinden gelen güçlü kahramanlar vardır. Bu kahramanlar çocuğun yaşadığı korkuları açığa vurması için bir araç olabilir.

Son olarak, korkuyu ve anlamını çocuğa ve aileye anlatmak gerekiyor. Çocuk bu korkusunun neye tekabül ettiğini bilmelidir. “Anladığım kadarıyla senin yalnız kalmakla ilgili bir endişen var.” gibi. İlkokul döneminde her çocuğun korkuyla ilgili deneyimlerinin gelişimlerinin bir parçası olduğunu aileler anlatmak gerekiyor. Bu noktada, gelişim süreçleri içinde bazı korkuların doğal şekilde kaybolacağını akılda tutmak ve herhangi bir müdahale gerekip gerekmediğine korkuların şiddetine ve hayatın normal akışına olan etkisine göre karar vermek önemlidir.

tutacaktır. Anne-babanın kapsayan, sakinleştirebilen yapısı ise tüm korkuları azaltabilir. Aile bunu çocuğun şımarıklığı, korkaklığı olarak yorumlarsa çocukta kaygı ve suçluluk hissi artar. Bu nedenle korkunun aile sistemindeki yerini incelemek önemlidir. Örneğin; yalnız yatmaktan korktuğu söylenen bir çocuğun anne-babasının çift olarak ilişkisi nasıldır?

Bu nedenle aile ile yapılan görüşmede ailenin bu korku ile ilgili düşünceleri nedir, ailede bu korkunun benzerini yaşayan aile bireyleri var mı, gerçek bir geçmişi var mı (yaşanan bir olay, travma, medyada maruz kalınan bir örnek vb.), korku ebeveynden kaynaklanan bir korku mu? (başarısızlık korkusu vb.) sorularının üstünde dururuz.

Sonrasında “Çocuk Çizim Testleri” kullanarak çocuğun iç dünyasını anlamaya çalışıyoruz. Bu test, çocuğun korkularını, iyi ve kötü olduğunu düşündüğü yanlarını kendinden uzakta bir resim üzerinden anlatmasını sağlamaktadır.

İlkokul çocuklarıyla çalışırken etkili yöntemlerden biri olan oyun terapisi tekniklerini kullanıyoruz. Canavarlarla ilgili ya da zarar görme konusunda endişeleri artan çocuklar oyunlar aracılığıyla bu korkuları daha kolay açığa çıkarabilmektedir. Ayrıca oyunun içinde kendini güçlü görüp, korktuğu nesneleri kendi kontrolündeki rollerle yeniden canlandırmak çocuklara iyi gelmektedir.

Page 36: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

34

Zaman zaman korkabilir ya da kaygı duyabiliriz. Ancak korku ya da kaygı yoğun bir biçimde yaşandığında yahut açık bir tehdit ya da uyaran olmadan ortaya çıktığı durumlarda fobilerin varlığından söz edilebilir.

Bir tür kaygı bozukluğu türü olan fobi, kişinin belirli bir durum, canlı-cansız varlık veya mekâna yönelik olarak hissettiği ileri düzeydeki korku hali olarak tanımlanmaktadır. Fobisi olan kişiler belirli tehlikeleri gerçekte duyulması gerekenden daha fazla tehdit edici olarak algılar ve bu durumlardan önemli ölçüde kaçınırlar. Bireylerin kendileri için fobi oluşturan durumlarla karşı karşıya kalmaları ise onlarda yoğun panik hali ve dehşet hissi yaratabilir.

Freud’a göre fobiler, cinsel itilimlerin önce bastırıldığı, sonra kaygıya dönüştürüldüğü ve en sonunda bazı dış nesnelere bağlandığı özel bir tür histeridir. Fobik kişi, bu sayede korkulan libidoyu temsil eden, karşılaşmaktan kaçınılan nesneyi uzakta tutacak bir ortam yaratmış olur. Davranışçı kuramlara göre ise fobiler, kökleri klasik koşullanmaya dayanır. Kaçınma koşullaması modeline göre korkular, nötr uyarıcıların korku ya da acı veren bir uyarıcıyla eşleşmesi sonucunda öğrenilir (edimsel koşullanma). Model alma yaklaşımı korkuların oluşumunu başkalarının davranışlarının taklit edilerek öğrenilmesi ile açıklanmaktadır. Son olarak, bilişsel kuramlara göre fobiler negatif uyaranlara daha fazla dikkat etmeyle ve negatif olayların gelecekte daha fazla yaşanacağına ilişkin inançla ortaya çıkmaktadır.

Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı (DSM) 5’te fobiler kaygı (anksiyete) bozuklukları çatısı altında yer almakta ve özgül fobi, sosyal fobi ve agorafobi olarak kendi içinde ayrılmaktadır. Tanı ölçüleri4 bu üç kategori için ayrı ayrı belirlenmiştir:

Özgül fobi, özgül ve belirli nitelikteki canlı-cansız cisim, mekân veya aktiviteye yönelik olarak aşırı korkulu olma durumudur. Tanı ölçütleri şu şekildedir:

A. Özgül bir nesne ya da durumlu ilgili olarak belirgin bir korku ya da kaygı duyma (örn. uçağa binme, yükseklikler, hayvanlar, iğne yapılması, kan görme).

B. Fobi kaynağı nesne veya durum, neredeyse her zaman, doğrudan kaygı ve korku doğurur.

Toplumsal Kaygı Bozukluğu (Sosyal Fobi) ise kişinin belirli sosyal şartlarda ileri düzeyde kaygılı olması durumu olarak tanımlanır. Tanı ölçütlerine şu şekilde ifade edilebilir:

A. Kişinin başkalarınca değerlendirilebilecek olduğu bir ya da birden çok toplumsal durumda belirgin bir korku ya da kaygı duyması. Örnekleri arasında toplumsal etkileşmeler (örn. karşılıklı konuşma,

FOBİLERAraş. Gör. Semih KAYNAK

Gazi Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü

Page 37: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

35

tanımadık insanlarla karşılaşma), gözlenme (örn. yemek yerken ya da içerken) ve başkalarının önünde bir eylemi gerçekleştirme (örn. bir konuşma yapma) vardır.

B. Kişi, olumsuz olarak değerlendirilecek bir biçimde davranmaktan ya da kaygı duyduğuna ilişkin belirtiler göstermekten korkar (küçük düşeceği ya da utanç duyacağı bir biçimde; başkalarınca dışlanacağı ya da başkalarının kırılmasına yol açacak biçimde).

C. Söz konusu toplumsal durumlar, neredeyse her zaman, korku ya da kaygı doğurur.

D. Korku, kaygı ya da kaçınma, bir maddenin (örn. kötüye kullanılabilen bir madde, bir ilaç) ya da başka bir sağlık durumunun fizyolojiyle ilgili bir etkilerine bağlanamaz.

Agorafobi kişinin kolayca kaçıp kurtulamayacağını düşündüğü mekânlarda bulunmaktan kaçınması ve bu mekânlarda bulunduğunda ileri düzeyde korku yaşaması olarak tanımlanabilir. Tanı ölçütleri şu şekilde ifade edilebilir:

A. Aşağıdaki beş durumdan ikisi (ya da daha çoğu) ile ilgili olarak belirgin korku ya da kaygı duyma.1. Toplu taşıma araçlarını kullanma2. Açık yerlerde bulunma3. Kapalı yerlerde bulunma4. Sırada bekleme ya da kalabalık bir yerde

bulunma.5. Tek başına evin dışında olma.

B. Kişi, kaçmanın güç olabileceği ya da panik benzeri ya da yetersizleştiren ya da utanç veren (örn. yaşlılarda düşme korkusu; altına kaçırma korkusu) diğer belirtilerin olması durumunda yardım alamayabileceğini düşündüğü için bu tür durumlardan korkar ya da kaçınır.

C. Sağlığı ilgilendiren başka bir durum varsa (örn. inflamatuvar bağırsak hastalığı, Parkinson hastalığı), korku, kaygı ya da kaçınma açıkça aşırı bir düzeydedir.

Üç fobi kategorisi için ortak tanı ölçütleri ise şu şekilde ifade sıralanabilir:

1. Özgül fobi için fobi kaynağı nesne ya da

durumdan, sosyal fobi için söz konusu toplumsal durumlardan ve agorafobi için ise agorafobi kaynağı durumlardan etkin biçimde kaçınılır ya da yoğun bir korku ya da kaygı ile buna katlanılır.

2. Duyulan korku ya da kaygı, özgül fobi için özgül nesne ya da durumun yarattığı gerçek tehlikeye, sosyal fobi için söz konusu toplumsal ortamda çekinilecek duruma ve agorafobi için ise agorafobi kaynağı durumların yarattığı gerçek tehlikeye göre toplumsal-kültürel anlamda orantısızdır.

3. Korku, kaygı ya da kaçınma sürekli bir durumdur, altı ay ya da daha uzun sürer.

4. Korku, kaygı ya da kaçınma, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında işlevsellikte düşmeye neden olur.

İLGİNÇ FOBİLERBilinen 400’ün üzerinde fobi olmakla birlikte en ilginç olanları şunlardır:

Dekatriaparaskevifobi (ayın 13’nün Cuma’ya gelme korkusu), fobofobi (korkmaktan korkmak), deipnofobi (akşam yemeğinde sohbet etme korkusu), arakibutirofob (fıstık ezmesinin damağa yapışma korkusu), anatidaefobi (ördekler tarafından izleniyor olma korkusu), teratofobi (hamile bir kadının, şekilsiz, çirkin bir çocuk doğurmaktan korkması), venüstrafobi (güzel kadınlardan korkma), hexakosıoıhexekontahexafobi (666 sayısından korkma), chirofobi (kendi vücudundan korkma), pentherafobi (kaynana fobisi).

KAYNAKLAR

Amerikan Psikiyatri Birliği, (2013) Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı (DSM-5) Tanı Ölçütleri Başvuru Kitabı, Ertuğrul Köroğlu (Çev.). Ankara: Hekimler Yayın Birliği.

Davison, G. C., Neale, J. M., & Dağ, İ. (2004). Anormal psikolojisi:(Abnormal psychology). Ankara: Türk Psikologlar Derneği.

LeBeau, R. T., Glenn, D., Liao, B., Wittchen, H. U., Beesdo-Baum, K., Ollendick, T., & Craske, M. G. (2010). Specific phobia: A review of DSM-IV specific phobia and preliminary recommendations for DSM-V. Depression and anxiety, 27(2), 148-167.

Marks, I. M. (2013). Fears and phobias. London: Academic.http://www.nursingdegreeguide.org/2010/100-weird-

phobias-that-really-exist/ Erişim Tarihi: 05.07.2016 http://phobialist.com/ Erişim Tarihi: 15.06.2016

Page 38: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

36

KORKUM BURAYA -DA- SIĞAR MI?

Uzm. Psi. Dan. Seçil AKAYGÜN CÜNTAYGünce Psikolojik Danışma Merkezi

Büyümenin alametidir okul. Büyüyünce “okullu” olursunuz. “Okul”a gider, “okul”da kalır, 24 saatlik dilimin üçte birini “okul”da yaşarsınız. Sizinle olan her şey de okulun kapısından giriverir; bazen coşku ile bazen sessizce. Duygular da okulun olmazsa olmaz misafirleridir. Nasıl her duygu doğalsa, bu duygulara okul koridorlarında rastlamak da o kadar doğaldır. Duyguların içinden, koridorun köşesinden bakıveren “korku” ise adeta seslenir: “Bana burada yer var mı?” veya “Beni burada kim taşır?”

İster okula başlarken duyulan hıçkırıklar olsun, ister tatil sonrası bırakılamayan anne kolları, ya da sınav dönemi esiveren rüzgârlarda bulsun kendini korku; duymamız, görmemiz fark etmemiz gerekir. Peki, kimdir bu korku dolu çocuk?

- Güvende hissetmeyen,

- Kendini yatıştırmakta zorlanan,

- Sosyal-duygusal gelişiminde zorluk yaşayan,

- Dönemsel özellikler veya travmatik deneyimler nedeni ile okulda “kalmakta” zorlanan,

- Öğrenme, dikkat, algı farklılıkları nedeni ile anlaşılamamaktan korkan,

- Kaygı düzeyi, zihninin ve kalbinin idare edebileceğinden daha yükseğe çıkmış çocuklardır.

Sebebi ne olursa olsun korkan, korkmuş, korktuğunu belli eden/etmeyen tüm çocuklar için rehberlik biriminin en temel rolü kapsayıcı olmaktır. Korkunun nedeni, zamanı, tetiklendiği etmeni, çocuğun bağlanma süreçleri, aile özellikleri çoğu zaman

bizim gündemimize takılabilir. Nedenini bulursak çözebileceğimize dair iyi niyetli ancak telaşlı bir tavır çocuğun yaşadığını kaçırmamıza ve en temel rolümüz olan kapsayıcılığı atlamamıza neden olabilir.

Çocuğu kapsamanın yolu ise onunla terapötik ilişki kurmak olabileceği gibi (kimi okul ortamları artık bu tür klinik müdahalelere göre ayarlanabiliyor) çocuğun -sadece rehberlik biriminin yer minderleri ve oyun hamurları ile değil- okulun canlı-cansız tüm yapıları ile kucaklanabilmesidir. Bu da;

- Korkunun nedenini önemsemekle birlikte, esas odağa çocuğun hislerini koymak,

- Eğitimciler tarafından yatıştırılmak,

- Duyguyu yok saymamak, “geçmesi-bitmesi” için acele etmemek ile mümkündür.

Olumlu ve kapsayan ilişkisi, güvende hissettiren varlığı, şartsız kabulü ile psikolojik danışman, çocuğun zihninde korkusuna eşlik edebilecek bir forma sahip olur ve çocuk korkusunu ve bununla ilgili her türlü deneyimini açmaya, paylaşmaya yanaşabilir. Böylece korkunun atlatıldığı bir zeminde değil, korkunun eşlikle geçildiği bir zeminde buluşulabilir.

Masallar, öyküler, resimler, kuklalar, oyuncaklar, nefes alıştırmaları, canlandırmalar, provalar hepsi bu sağlam zemini oluştururken eşlik edebilir size. Birlikte taşıma sürecinde tüm bu malzemelere başvurabileceğiniz gibi, olumlu okul iklimine yapacağınız katkı, öğrenci ile bire bir temasta olan öğretmenleri bu kapsayıcı halkaya dâhil etmek ve okulun tüm düzenli-kaotik yapısını çocuk için tahmin edilebilir/anlaşılabilir bir yapıya getirmek de yardımcı olabilir.

Page 39: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

37

SESSİZ ÇIĞLIKLARA SES OLABİLMEK

Uzm. Psi. Dan. Cennet ERDOĞMUŞ ZORVERKemal Yurtbilir Özel Eğitim Meslek Lisesi

2010 yılı Ağustos ayı.... Heyecanla baktığım bilgisayar ekranı ve yeni görev yeriniz: Kemal Yurtbilir Özel Eğitim Meslek Lisesi- Altındağ-Ankara... Nasıl bir mutluluk ve rahatlama... Ardından hafif bir korku “Burada nasıl çalışacağım?” Tabi ki hemen ardından yükselen diğer iç seslerim “Ne var canım, 2 yıl RAM’da özel eğitim bölümünde çalıştın. Engellileri biliyorsun, tanıyorsun. Lisansta ders aldın... İşitme engellilerle çalışırken niye zorlanasın ki... Alırsın odana bir yazı tahtası, yazarak anlaşırsın...” ve tekrar bir rahatlama...

Mezuniyetin ardından işe koyulduğumuz ilk yıllarda yaşadığımız çok normal karşılanabilecek gel-gitler bunlar. Ancak baş etme konusunda neler yapılabilir, nasıl hazırlıklı olunabilir, “Başarabilecek miyim?” kaygı-korkusuyla nasıl mücadele edilebilir gibi sorulara da hazırlıklı olmakta fayda var diye düşünmekteyim.

Ve okulda ilk günüm.. Heyecanlıyım ama göstermemeye çalışıyorum. Sanki yurtdışındayım ve dilini bilmediğim bir ülkede göreve başlamışım. Ama onlar, benim onları anladığımı düşünmekte... Ben de öyleymişim gibi görünüyorum. Tabi ki ilk iletişim denemelerinin ardından her şey netleşmişti... Evet, korkulan başa gelmişti; ne ben onları anlamaktaydım ne de onlar beni...

İşte iyi bir üniversite eğitiminin getirilerinden birisi: “İşitme engelliler ile nasıl çalışılır?”ı öğretmemiş olsa da, “İşitme engelliler ile çalışmayı nasıl öğrenirsin?”i öğretmişti... En büyük şansım 11 yıldır orada çalışan ve oldukça deneyimli bir psikolojik danışmanın varlığı idi; işe başlandığında görev yaptığın yerdeki meslektaşın ile eşgüdümlü çalışabilmek de ayrıca önemli bir konu! Hem

onun yardım ve deneyimleriyle hem de okuyup araştırarak işitme engellilerle nasıl çalışılabileceğim konusunda etkili adımlar atabilmiştim. İlk iş olarak işaret dili öğrenmeye başlamış ve öğrencilerin de yardımıyla hızla iletişim kurmaya başlamıştım. Hatta anladığımdan o kadar hızlı emin olmuştum ki, yatılı kız öğrencilerin “Eğer hafta sonu izinlerimizi uzatmazsanız biz Ulus’taki İşitme Engelliler Derneğine gidip şikâyet edeceğiz!” dediklerini anlamayıp “Tamam, sorun değil, konuşuruz…” dememle öğrencilerin okuldan kaçması bir olmuştu! Neyse ki başlarına olumsuz bir durum gelmeden okula geri dönmüşlerdi. Peki neydi bu olumsuz durumlar?

İŞİTME ENGELLİ OLMAK...Tam da bu noktadan yola çıkarak işitme engellilerin en büyük sorununun “iletişim” olduğunu söyleyebiliriz. Ancak altını çizmemiz gereken bazı noktalar var! İşaret dilini biliyor olmak onlarla iletişim kurabilmeyi sağlayacaktır diyemeyiz. Yani iyi derecede İngilizce biliyorsak herhangi bir engeli olmayan bir İngiliz’le ya da iyi derecede İngilizce bilen biriyle rahat anlaşabiliriz. İşitme engellilerin engelinin de bunun gibi bir dil ve anlaşma problemi olduğunu sanmaktan vazgeçmeliyiz. İnsan yavrusu doğduğu andan itibaren duyduğu sesleri defalarca duya duya ve görseller ile eşleyerek anlamlandırmaya, dili öğrenmeye, ardından da konuşmaya başlar.

Tüm bunları yapamayan işitme engelliler öğrenmede yaşadıkları gecikmeler, yetersizlikler göz önünde bulundurulduğunda işiten diğer insanlardan oldukça farklı olarak çok sınırlı bir kavram haritasına sahiptirler. Sınırlı sayıda kelime ile anlaşırlar. Soyut kavramları anlamaları, anlamlandırmaları oldukça güçtür. Onlar için düşünceyi ve duyguyu ayırt etmek üst düzey bir beceridir. Duygulardan belli başlı duygu durumlarının ne olduğunu bilebilirler. İşaret dilinde duygu ifadeleri yer alsa da, pek çok işitme engelli o duygu ifadelerinin ne anlama geldiğini, ne olduğunda o duygunun hissedilebileceğini bilmemektedir. 6 yıllık deneyimlerimden yola çıkarak hemen hemen tüm işitme engellilerin bildiği başlıca duygu ifadeleri; olumlu duygu olarak sevmek, hoşlanmak, mutlu olmak, olumsuz duygu olarak ise korkmak, üzülmek, kırılmak ve kızmakla sınırlıdır. Psikolojik danışma servisinde yaptığımız görüşmelerin içerik analizini yapsak belli başlı duygu ifadeleri olarak bunları duyabiliriz.

Page 40: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

38

İşitme engellilere ilişkin bu temel birkaç bilginin ardından bu sayının teması olan “korku” kavramını hem öğrenci hem veli hem de işitme engellilerle çalışan profesyoneller (psikolojik danışman, öğretmen, yönetici) açısından ele alacağım.

engellilerle aşama kaydedebilmek için mümkün olduğunca somut örnekler ve yaşantılar üzerinden gitmek iyi bir yoldur. Soyut kavramları, korku gibi duyguları somut örneklerle anlatmak, canlandırmak, “okulda bir yangın çıksa ne hissedersin?- Evet hissettiğin duygunun adı ‘korku’dur.” gibi anlatımlarla sunmak işlevsel olabilir.

SİZE ANNE-BABA DİYE SESLENEMEYEN BİR ÇOCUĞUN EBEVEYNİ OLMAK....Sadece işitme engellilerde değil diğer engel gruplarıyla da çalışırken, öğrencilerle çalışmanın güçlüğü kadar velilerle çalışmak da güçtür. Çocuklarının işitme engelli olduğunu öğrendikleri andan itibaren ailelerin yaşadıkları başat duygunun “korku” olduğu söylenebilir. “Peki, şimdi ne olacak?” bilinmezinin getirdiği içlerine sığmayan bir korku... Aileler çocukları ergenliğe ulaşana kadar genelde; “Nasıl bir tıbbi tedavi olacak, duyabilme şansı var mı, tamam, duyamayacaksa iletişim kurmak için neleri öğrenmemiz gerekiyor, çocuğum diğer çocuklar gibi duyamasa da konuşabilecek mi, kendini koruyabilecek mi, çevremizdekiler bizim bu farklılığımızı kabul etmeyip bizi dışlar mı, çocuğum okumayı öğrenebilecek mi, normal okula gidebilecek mi?” gibi soruların cevaplarını arayarak korkularıyla baş etmeye çalışırlar.

Ancak işitme engelli çocuk büyüdükçe pek çok aile, çocuklarının bireysel hareket etmeye başladığında başına bir şey gelip gelmeyeceğinden korkar. Çocuklarının tek başına dışarıda kaybolması, derdini anlatamaması ve başına kötü bir şey gelmesi korkusu taşırlar. Bu korkularından dolayı çocuğunu bireysel hareket etmesi için yüreklendirmek

AYNI DİLİ KONUŞANLAR DEĞİL AYNI DUYGULARI PAYLAŞANLAR ANLAŞABİLİRLER! Hemen hemen her yıl engelliler haftasında toplumun dikkatini çekmesi için kamu spotları hazırlanır, empati yapmamız istenir. “Ya görmeseydiniz, yürüyemeseydiniz, duymasaydınız”... Belki çoğumuz gündemden etkilenip bir an hayal etmişizdir görmediğimizi, duymadığımızı veya yürüyemediğimizi... Peki gerçekten duymayan birinden birebir dinlediniz mi? Aslında soyut düşünme ve neden sonuç ilişkisi kurabilme gibi yetileri tam gelişmediği için işiten yaşıtlarına göre daha korkusuzdurlar. Takvim yaşına göre yaşıtlarının riskli durumlarda ortaya koydukları korku ya da kaygı tepkilerini işitme engellilerde görmemiz güçtür. Örneğin, gece tekin olmayan bir sokakta tek başına yürüyen herhangi bir genç olası risklerin ve sonuçlarının farkında olduğundan korku hisseder ya da korkacağını bilerek geç bir saatte tekin olmayan bir sokakta yürüme davranışından kaçınır. İşitme engelli genç ise durumu muhakeme etme yetisine yaşıtları kadar sahip olmadığı için korkusuzca tek başına dolaşabilir. Gerçeklik algıları farklıdır. Daha çok soyut (dini, felsefi vb.) konuları anlamlandırmakta zorlandıkları durumlarda korkarlar ve bu korku tepkileri duygusal gelişimleri yine yaşıtlarına göre geride olduğu için bu korku tepkilerinin yaşıtlarına göre daha çocuksu olduğu söylenebilir. Örneğin 16 yaşındaki işitme engelli bir lise öğrencisi bir filmde gördüğü canavar karakterinden ya da kendisine anlatılan bir hikâyeden 5 yaşındaki anaokulu öğrencisinin korktuğu gibi korkabilir, ağlayarak tepki verebilir veya gece kabuslar görebilir. İşitme

Page 41: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

39

yerine sınırlar. Ancak ergenlik döneminde bu sınırlamaları reddeden işitme engelli bir çocukla baş etmek oldukça güçtür ve ailelerin çoğu çaresizce “Hocam ne yapabiliriz, bize yardım edin!” diye PDR servislerine gelir. Çocuklarını özellikle internet üzerinden görüntülü görüşmeyi kullanan kötü niyetli insanlardan koruma konusunda kaygı duyarlar. Bir önceki kısımda söz ettiğimiz gibi işitme engelli bireyler muhakeme yetilerindeki yetersizlik nedeniyle internet üzerinden başlarına gelebilecek herhangi bir tehdit ya da tehlikeyi öngörememektedirler. Örneğin; tanımadıkları kişilerle buluşarak göze aldığı risklerin farkında değildirler. Aileler bu tip sorunlarla ve korkularla uğraşmalarının yanı sıra en büyük korkularını ise şu şekilde ifade ederler: “Biz öldükten sonra çocuğumuzla kim ilgilenecek, çocuğumuzu kim koruyacak?” Tüm bu süreçte psikolojik danışman olarak aileleri desteklemek, onlara bağımsız yaşam becerilerinin işitme engelli öğrencilere kazandırılmasının önemini vurgulamak, işitme engellilere özgü gereksinimlerin karşılanmasına yönelik aile eğitimleri vermek yerinde ve işlevsel çalışmalar olabilmektedir.

İŞİTME ENGELLİLERLE ÇALIŞMAK...MEB atama ve yer değiştirme mevzuatına göre engelli okullarında çalışmak için (özel eğitim öğretmeni dışında) herhangi bir ön koşul (sertifika, eğitim ve deneyim gibi) bulunmamaktadır. Bu bağlamda bir psikolojik danışman ya da coğrafya öğretmeni tayin döneminde açık görülen herhangi bir özel eğitim okuluna tayin isteyebilir ve atanabilir; ben ve okulumdaki tüm diğer branş öğretmenleri ve yöneticiler gibi. İşitme engelli okuluna başvurmak için işaret dilini, işitme engellilere dönük öğretme yöntem ve tekniklerini, işitme engellilerin kişisel ve sosyal özelliklerini veya işitme engellilerle iletişim becerilerini bilmeniz şart değil. Ancak bu kazanımların tümünü eğer istekli ve öğrenmeye açık bir eğitimciyseniz göreve başlamadan önce öğrenmeniz ve göreve başladıktan sonra geliştirmeniz önemli!

Eğer değilseniz, yazının başında aktardığım, sudan çıkmış balık misali yaşantımın benzerini pek çok eğitimci arkadaşımızın yaşayabileceğini söyleyebilirim. Pek çok yetersizlikle bu tip okullarda çalışmaya başlayan eğitimciler neyi nasıl yapacağını bilememekte, başarısız ve mutsuz olacağından korkmaktadır.

Bu korkuları ile baş edebilmek için ya kendilerini tamamen geri çekmekte (öğrencilere bilgi aktarımının ve iletişimin olmadığı bir yaklaşım ki bu istenmeyen bir durumdur), ya kendi branşları dışında uzman olmadıkları alanlara kayabilmekte (ki çoğunlukla bu, PDR alanıdır!) ya da işlevsel olan bir yaklaşımla faydalı olma ve işini başarılı bir şekilde yapabilme amacıyla canla başla kendini geliştirme çabasına girmektedirler. Tüm bunlarla bireysel olarak baş etmeye çalışırken eş zamanlı olarak öğrenci ve velilerle iletişim kurması gerekmektedir. Süreç böyle devam ederken iş doyumu azalabilmektedir. İşitme engellilerin eğitiminde aynı bilgilerin tekrar ve tekrar aktarılması gerekmekte, lise düzeyinde olsalar da bilgi dağarcıklarının geriden gelmesi nedeniyle basit düzeyde farklı ve görsel anlatımların gerçekleştirilmesi gerekmedir. Bu süreç özel eğitim gereksinimi olan öğrencilerle daha önce hiç çalışmamış, yeterli donanıma sahip olmayan eğitimciler için yıpratıcı olabilmekte ve tükenmişlik düzeylerinin artmasına neden olabilmektedir. Bu sıkıntı ile baş edebilmek için bu tip okullarda göreve başlayan eğitimcilerin, eğitim öğretim dönemi başlamadan önce okulun niteliği ve gereksinimlerine göre bir hizmet içi eğitimden geçirilmeleri faydalı olacaktır. Böylece eğitimcinin yeni işine ilişkin yaşadığı korku ve kaygısı azalacak, hem özel eğitim gereksinimli engelli bireyler hem de eğitim verecek profesyoneller açısından olumlu sonuçlar doğuracaktır.

Sonuç olarak PDR alanından pek çok beceri ve yeterlilik ile mezun olsak da, ülkemizdeki çalışma alanları ve karşılaşacağımız zorluklar açısından her an öğrenmeye açık olmak bizlerin en önemli özelliği olmalı diye düşünüyorum. Ne kadar çok bilgi ve deneyim, o kadar az korku ve kaygı!

Page 42: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

40

OKUL KORKUSUNUN BİLİŞSEL-DAVRANIŞÇI TERAPİ YÖNTEMİ İLE ÇÖZÜMLENMESİ

Uzm. Psi. Dan. Recep ÖZERRize Rehberlik ve Araştırma Merkezi

Bu yazıda, Rize Rehberlik ve Araştırma Merkezine okul fobisi problemi ile başvuran 10 yaşındaki danışan ile bilişsel-davranışçı terapi teknikleri kullanarak 6 seans olarak yürüttüğüm psikolojik danışma süreci, kullanılan teknik ve yöntemler paylaşılmıştır.

Psikolojik danışma sürecinin birinci oturumuna çocukla ilişki (rapport) kurularak başlandı. Aile ve çocuk oyun terapi odasına alındı, karşılandı, hitap edildi, iletişim başlatıldı, güven sağlayıcı konuşmalar yapıldı. Danışan (çocuk) başka bir etkinlik verilerek (resim yapması istenebilir) bekleme salonuna alındı. Bu sırada aileden problem hakkında bilgi alındı ve aileye rehberlik yapıldı.

Aileye verilen rehberlik hizmetine problem hakkında bilgi verilerek başlandı. Korkunun nasıl oluştuğu, koruyucu tutumların etkisi, anneye bağlanma ve bu bağlanmanın ayrılık anksiyetesi ile ilişkisi, bu korkunun aile içinde de olası yaşanma şekilleri anlatıldı. Aileden koruyucu tutumları terk etmesi ve çocuğun bağımsız hareket etmesinin teşvik edilmesi istendi. Ayrıca tutarlı ve kararlı yaklaşımlar göstermeleri, beden dilinin de bu yaklaşımı desteklemesi belirtildi. Okula gitmesi gerektiği konusunda asla taviz verilmeyeceğinin çocuğa gösterilmesi ve ertesi gün çocuğun okula götürülmesi istendi. Çocuğun direnci fazla ise bunu aşama aşama yapabilecekleri anlatıldı. Aileye çocuğun durumu hakkında okula bilgi vermeleri, onlarla işbirliği yapmaları ve okul idaresinden

yardım talep etmeleri söylendi.

Danışma sürecinin her seansında aile ile görüşülüp yapmaları gerekenler konusundaki bilgiler tekrarlandı. Her defasında, çocuğu mutlaka okula götürmeleri kararlılıkla paylaşıldı.

Sonraki aşamada aile dışarı alındı, çocuk davet edildi ve destekleyici terapi uygulandı. Çocuktan okulda yaptıklarını anlatması istendi, okulu, arkadaşları, öğretmenleri soruldu. Bu paylaşımlarda korkunun kaynağı araştırıldı. Burada açığa çıkan unsurlar; okul ortamının yabancı ve tehdit edici gelmesi, arkadaş edinemeyeceğine dair düşünceler, annenin koruyucu tutumu ve ondan ayrılmak istememe oldu. Tespit edilen noktalara ilişkin içgörü kazandırılmaya çalışıldı. Ardından üstüne gitme-maruz bırakma-korkuyu davet etme yöntemi kullanıldı. Danışanın bunaltı duyduğu durumları zihninde canlandırması için danışanda korku yaratan evden okula gidiş süreci aşama aşama yaşatıldı. Sonra rahat bir şekilde sandalyesinde oturması istendi ve nefes egzersizi yaptırıldı. Birinci oturum danışanın “aferin başarıyorsun” şeklinde sözel destek verilerek cesaretlendirilmesi ile sonlandırıldı.

İlk oturumda olduğu gibi bundan sonrakilere de destekleyici terapi uygulanarak başlandı. İkinci oturuma bilişsel yapılandırma yapılarak devam edildi. Danışman tarafından, danışanın okulla ilgili yanlış bilişleri (düşünceleri) anlatıldı ve düzeltildi. “Okulda kalacağını, hiç ayrılamayacağını

Page 43: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

41

düşünüyorsun, oysaki izin alarak çok rahatlıkla okuldan ayrılabilirsin. Dersleri başaramayacağın düşüncesi seni korkutuyor; çalışırsan başarırsın, daha önce yaptığın gibi. Bazı öğretmenlerin tutumları seni korkutuyor, öğretmenler çocukları teşvik etmek için bazen sert konuşurlar.” şeklinde yanlış bilişler anlatıldı ve düzeltme yapıldı.

Süreç sistematik duyarsızlaştırma uygulanması ile devam etti. Danışana bir günlük okul yaşantısı, danışman tarafından anlatıldı, danışanın olayı yaşaması, olay içinde olması istendi. “Şimdi sana, senin yaşadığın bir gününü anlatacağım, gözlerini kapa ve olayı yaşa, olayın içinde ol!” denildi ve aşağıdaki belirtildiği şekilde sürdürüldü.

“Sabah kalktın, kendini iyi hissetmiyorsun, karnın da ağrıyor, canın hiç okula gitmek istemiyor! Babanın kararlı tutumundan dolayı okula gitmek zorunda olduğunu düşünerek mutsuz bir şekilde yola koyuldun. Yolda giderken “okulda az kalır, ayrılırım” diye düşündün. Okula gittin, bahçeye yaklaştın, canın okula hiç girmek istemediği halde içeri girdin. Bahçede oynayan çocukları gördün, sınıfın en yaramazı Ahmet de oradaydı. Bir an bu çocukla nasıl uğraşacağım diye düşündün. Sınıfa doğru yürüdün, sınıfa girdin. İlk ders matematik, “ya öğretmen bana bir soru sorar, bilemezsem” diye düşündün, korktun. Öğretmen geldi ders başladı, çok sıkıldın. Korktuğun başına geldi öğretmen sana bir soru sordu. Terlemeye başladın, soruyu bilemedin üzüldün. Bu arada annen aklına geldi, ya annem evde hasta olursa diye düşündün, korkun daha da arttı, terledin. Okuldan ayrılıp eve gitsem diye düşündün, okuldan ayrılmanın mümkün olmayacağını fark ettin. Teneffüs oldu dışarı çıktın, okulun bahçesinin bir köşesinde oturdun, çok tedirgin oldun. Zil çaldı derse girmek üzere sınıfa yöneldin. Tüm gün bu duyguları yaşadın ve nihayet dersler bitti ve eve gitmek üzere yola koyuldun.”

Bir dakika sonra “Sandalyene rahat otur, üç kez derin nefes alıp ver.” denilerek gevşeme egzersizi uygulandı. Danışan cesaretlendirildi, randevu verilerek ikinci oturum sonlandırıldı.

Üçüncü oturuma aile rehberlik hizmeti verilerek başlandı, sonra çocuk danışma ortamına alındı, destekleyici terapi, içgörü kazandırma, üstüne gitme-maruz bırakma-korkuyu davet etme çalışmaları uygulandı. Ayrıca resimle ifade-resimle

anlatım çalışması yapıldı. Bu tekniğin kullanılması ile ev - okul ilişkisi kuruldu. Evden okula gidişi; ev, yol, servis, okul, okul bahçesi, kendisi ve diğer çocukların resimleri yaptırıldı. Önce çocuğun bu yaşantılarla ilgili yaşadığı duygular danışman tarafından çocuğa resim üzerinden anlatıldı ve sonra danışana (çocuğa) anlattırıldı ve yazdırılırdı. Çalışmanın devamında destekleyici sağaltım amacıyla çocuğa aynı resim üzerinde okul ortamında yapabildiği olumlu becerileri ifade ettirildi ve yazdırıldı. Üçüncü oturum bilişsel yapılandırma çalışması ve karşılıklı ketleme yönteminin uygulanması ile sürdürüldü. Okula gitmeme davranışının olumsuz sonuçları gösterilerek davranış önlenmeye çalışıldı. “Okula gittin, okuldasın ve anne-babanın seni bırakıp gittiğini düşünüyorsun, dersi bırakıp gitmek istiyorsun, fakat bırakıp gidersen bir daha hiç okula dönme şansının olmadığı daha önce sana söylendiği için, okulda kalıyorsun. Okula devam hakkını kaybetmen seni çok üzer değil mi? Bir düşün.” ifadeleri kullanıldı. Cesaretlendirme ve aile rehberliği ile üçüncü oturum sonlandırıldı.

Dördüncü oturum aynı yöntem ve içeriğin uygulanması ile tekrarlandı.

Beşinci oturuma da destekleyici terapi uygulanarak başlandı. Sonra yüzleştirme yapıldı. Danışman tarafından, danışanın korkusunun asıl kaynağı ile yüzleşmesi sağlandı: “Aslında okuldan korktuğun için değil annenden ayrılamadığından okula gitmek istemiyorsun. Annenin hastalanacağı veya onu evde bulamayacağını düşünüyorsun. Okula gitmeyerek bebek gibi davranıyorsun, oysa sen bebek değilsin!” şeklinde uygulandı. Oturum, üstüne gitme-maruz bırakma-korkuyu davet etme, resimle ifade-resimle anlatım, sistematik duyarsızlaştırma, bilişsel yapılandırma, cesaretlendirme, aile rehberliği teknikleri uygulanarak sonlandırıldı.

Altıncı oturum aynı yöntem ve içeriğin uygulanması ile tekrarlandı.

Çocuğun tek başına okula gitmeye başlaması nedeniyle danışma (terapi) ilişkisi altıncı oturum sonunda sonlandırılmıştır. Danışanın yaşı ve yaşadığı korkunun düzeyine göre oturum sayısının değişebileceği dikkate alınmalıdır. Bu örnekte, okul, idaresi ve sınıf öğretmeni ile de aileyle birlikte hareket etmeleri ve destekleyici yaklaşımlar kullanmaları konularında işbirliği sağlanmıştır.

Page 44: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

42

Günümüzde ‘beyaz yaka’ kavramı, iş hayatında, zihinsel gücüyle masa başı görevlerde çalışan profesyonel kesimi ifade etmek için kullanılan bir tanım olmaktan öteye geçerek, özellikle sosyal medyada ve kitap raflarında sık sık karşımıza çıkan popüler bir tema haline geldi. Profesyonel kesimin ortak yaşam tarzını, gündemlerini, hayallerini ve mücadelelerini konu alan bu içeriklerin özüne inildiğinde, çalışanlar arasındaki yaygın korku ve endişelere dair mutlak izler bulmak mümkün.

Performans kaygısı, terfi edememe veya işini ve beraberinde kurmuş olduğu hayat standartlarını kaybetme korkusu gibi ‘fonksiyonel’ korkulara, iş hayatının yoğun temposu ile kendini gösteren ‘hayatı ıskalama’ kaygısı, kişinin neredeyse birincil sosyal çevresi haline gelen işyerindeki ‘başkaları’ tarafından beğenilmeme ve yargılanma endişesi ile mevcut işine muhtaç olduğu ve istenildiğinde alternatif bir hedefe doğru yola çıkılamayacağı inancı gibi daha derin korkular eşlik eder.

Derindeki bu korkular ele alınmadığı takdirde kişide aşırı ve anlık tüketim eğilimleri gibi davranışsal problemlerin yanı sıra, uyku problemleri, yaygın anksiyete bozukluğu, depresyon gibi duygu durumu bozukluklarına yol açabilir, kişinin ailesi ve sosyal çevresiyle olan ilişkilerine zarar verebilir, işi ile olan anlam ilişkisini etkileyerek performansında olumsuzluklara yol açabilir.

NASIL MÜCADELE EDİLEBİLİR?Öncelikli olarak bireyin özkimliklerinin ve iç referanslarının gelişmesi, iç pusulalarının net olarak

belirlenmesi elzemdir. Kişi,‘kültür robotluğu’ndan çıkarak, yaşamını bir ‘şahsiyet’ olma yolculuğuna dönüştürmelidir*. Dış etkenler tarafından belirlenmiş göstermelik hedefler doğrultusunda yaşamını sürdürmek yerine, kişi kendi içi dünyasına yönelmeli ve yalnızca kendi iradesinden yola çıkarak, kendisi için yaşamının temelini oluşturacak yaşam vizyonunu oluşturmalıdır.

Korku ve endişelerle baş etmede bilişsel-davranışçı psikoterapi sürecinin yanı sıra, günlük hayata entegre edilecek fiziksel aktivite ve rahatlama egzersizleri, sosyal destek kanallarının güçlendirilmesi, iş yaşamı dışında çeşitli ilgi alanlarının geliştirilmesi, yaşamı zenginleştirecek deneyimler ve hobiler için kaliteli zaman yaratılması gibi bütüncül yaklaşımlar da önem taşır.

Günümüzde bazı işyerleri, çalışanlarına yönelik sağlıklı beslenme danışmanlığı, nefes egzersizleri, meditasyon eğitimleri gibi ‘iyi yaşam’ hakkında farkındalık ve alışkanlık kazandırmaya yönelik olanaklar sağlamaktadır. Bu programlar ile çalışanlarda zihinsel, bedensel ve duygusal dayanıklılığın güçlendirilmesi hedeflenir. Yoğun ve talepkâr iş hayatının beraberinde getirdiği kaygı ve korkularla mücadele etme ihtiyacı, çalışanlara yönelik bütünsel sağlık programları sunan uzmanlara yönelik giderek artan bir talep doğurmaya devam etmektedir.

KAYNAKLAR* Cüceloğlu, D. (2014). Gerçek Özgürlük. İstanbul: Remzi

Kitabevi.

‘BEYAZ YAKA’ ÇALIŞANLAR ARASINDA YAYGIN KORKULAR

Yasemin ÇETİNGÖZPsikolojik Danışman / Pazarlama Müdürü

Page 45: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

43

Bana göre korku, en ilkel duygudur. Her canlının korku hafızası olduğuna inanırım. Bebeği annesinden uzaklaşınca ağlatan, ceylanı tehlikeden koruyan korkudur. Korkuyu bir şehrin mimarisinde bulabilirsiniz. Kaleler, surlar, şehir merkezinin konumu korkudan temelini almıştır. Nesillerin korku hikâyeleri vardır, göçmen bir ailenin yerleşik yaşama tutkusu, sevgiden yoksun bir aile bireyinin sevgiye özlemi korkudan nemalanır. Korku yaşatır insanı. Varlığını tehdit eden şeyleri bulmasına, onu var eden amaçları keşfetmesine imkân tanır. Korku hem harekete geçirir hem de durdurur. Kişi kendini korktuğundan uzaklaştıracak tercihler yapar. Bebekliğinde güvenli bir bağlanma geliştiremeyen

BIR ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİSİ GÖZÜNDEN: “BANA GÖRE KORKU”Selma TEKİN / 4.Sınıf Öğrencisi / Gazi Üniversitesi, Psikolojik Danışma ve Rehberlik Anabilim Dalı

BİR ERGEN GÖZÜNDENGörkem, 18

birey, bütün yaşamını varoluşunu tehdit eden bu korku duygusundan uzaklaştırarak, kendini bu duygudan koruyarak geçirir. Korku aynı zamanda bir sinyaldir. Bireyin kırılma noktalarının nerede, ne zaman, nasıl oluştuğunun sinyalini verir. Bu sinyaller doğru tespit edilir, korkunun temelindeki durumlar keşfedilirse bireyin bilinçli davranışları artacak, birey korku duygusuna teslim olmayacaktır. İnsanların korkusunu diğer canlılardan ayıran da budur. İnsan isterse korkusunu şekillendirebilir, korkusunun nasıl ortaya çıkacağını belirleyebilir. Ben düşündüğümü olduğu gibi aktaramama korkusu taşıyorum. Yanlış anlaşılmış olduğumu fark etmek onun doğrusunu anlatabilmek için bir fırsattır

“En güzel yaşlarındasın, tadını çıkar. Büyüyünce bu zamanları çok özleyeceksin.”

Büyüklerimiz tarafından bana ve benim yaşlarımdakilere sıkça tekrarlanan sözler bunlar. Amaç masumane bir öğüt vermek olsa da ben, benim ve benim yaşımdakilerin büyük bir korkusunu işaret ettiğini düşünüyorum. Gençken çok çalışmış anneannelerimizin dedelerimizin dediği gibi “gençliğini yaşayamamak” olarak nitelendirebiliriz bu korkuyu. Bizler doğar doğmaz sahip olduğumuz aileyle şekilleniyoruz. Hepimizin hedefleri gerek kendi ilgisi gerek aile ve çevrenin etkisiyle oluşuyor. Daha sonra bu hedeflere ulaşmak için günlerce hatta aylarca çalışıyoruz. Hem fiziksel olarak hem de ruhsal olarak yoruluyoruz. Bunu en çok da lisede, kendimizi bulmaya en çok yaklaştığımız bu dönemlerde fark ediyoruz. Hepimizi bir kimlik korkusu sarıyor ve aynı zamanda merak ediyoruz: Acaba küçükken hayalini kurduğumuz o insan mı olacağız? Yoksa hayatın telaşı ve birtakım

YAŞAMIN FARKLI DÖNEMLERİNDE KORKULARIN GÖRÜNÜMLERİ

yönlendirmeler sebebiyle bambaşka biri olup çıkacak mıyız? Kişinin içine bu korku bir kez düştü mü attığı her adımda tereddüt ediyor. Vazgeçmek düşüncesi biraz daha aklına giriyor ama çok geç olduğunu düşünmekten de kendini alamıyor. İşte bu durum benim ve bence birçok yaşıtımın da bazen kendine bile itiraf edemediği korkulu rüyası. Küçükken hayal ettiğimiz insanlar olamamak, hayatın hiç de düşlediğimiz gibi bir seyri olmadığını görmek bizi korkutuyor. Çocukluktan kalma o pembe gözlükler rafa kaldırılıyor ve tercihlere yoğunlaşılıyor. Haliyle insanı insan yapan düşünme, eğlenme, sevme gibi aksiyonlar da geri plana atılıyor. Tam bu noktada da geleceği düşünürken içinde bulunduğumuz anı kaçırıyoruz. İleride mutlu olabilmek için şu an kendimizi kapatıyoruz. Sistemin döngüsünün bu şekilde olduğunu fark edince ister istemez boyun eğiyoruz. Oysa gençlik boyun eğmek değil başkaldırmaktır. Bu şekilde harcanmış üç dört yıl bana göre ortalama altmış yıllık bir insan hayatında büyük kayıptır.

Page 46: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

44

elbette ama bunu fark etmeden, başkalarının zihninde istediğimden farklı olarak kalma düşüncesi beni korkutuyor. Aslında yaşadığım bu korku, gerçek olmayan sebeplerden bazı ilişkilerin sona ermesi, insanların olmayan sebeplerden üzülmesi, benim varoluşumu oluşturan düşüncelerimi olduğu gibi aktaramamış olmam gibi ihtimallerden kaynaklanıyor.

Yaşamımın içine işlemiş bu korku dışında, anlık korkularım da oluyor elbette. Bir patlama sesi duyduğumda, ölümün nefesini yakınımda hissettiğimde, doğrudan yaşamımı tehdit eden unsurlarla karşılaştığımda korku dolu anlar

yaşıyorum. Ancak son zamanlarda bu unsurlar arttığı için korku duygusu yerini üzüntü, kabul ediş ve çaresizliğe bırakıyor. Bunu fark ettiğimde korkumu canlı tutmaya çalışıyorum. Çünkü korku insanı güçlendirir, hatta cesaretlendirir. Hala korkacak bir şeyler olduğunun ve onları korumanın gerekliliğini hatırlatır bana. Kaybedecek bir şeyi olmayan insan korkmaz, korkmak iyi bir şeydir. Korku yeterince kabul edilir ve anlaşılırsa yerini çaresizlik değil cesaret duygularına bırakır. Bütün bunlar şunu gösteriyor: Korkuyu bir şeylerin yolunda gitmediğinin habercisi olarak düşünüp önce güvenle karşılamalı; sonra gerçek bir merakla, beraberinde neleri getirdiğini araştırmalı…

İnsan hayatta birçok zorluklarla karşılaşıyor ve bir şekilde bunların üstesinden gelerek yaşamına devam ediyor. Bu nedenle çözümü olan sorunlardan ya da risklerden korkmuyorum. Örneğin parasız kalmaktan korkmuyorum çünkü disiplin ve gayret göstererek para kazanabilirsiniz. Kariyerinizi kaybedebilirsiniz bu da tekrar elde edebileceğiniz bir kayıp. Ancak birçoklarının farkında bile olmadığı zenginliğinizi yani sağlığınızı kaybettiğinizde dönüşü olmayan bir yola girmiş oluyorsunuz. Bunu babam kanser hastalığına yakalandığında öğrendim. Bu süreçte sizi sevenlerin çabası hiçbir şeyi değiştirmiyor ve çaresiz acı sonu bekliyorsunuz. Sağlığımı kaybetmek korkularımın başında geliyor.

BİR YETİŞKİN GÖZÜNDENBarış, 32

İkinci ve son dönemlerde artan bir başka korkum ise geleceğe dair endişelerimden kaynaklanıyor. Hızla tüketilen bir dünyayı izliyorum. Belki dünya gündemini çok fazla izlediğim için korkularım artıyor ama doğal kaynakların hesapsızca tüketildiğini ve acımasızca bir çevre katliamı olduğunu görmemek mümkün değil. Dünyada savaşların, açlığın, hastalığın her gün daha fazla artarak devam ettiğini görüyorum. Dünya küresel bir köy haline gelirken insanlar birbirinden hızla uzaklaşıyor. Kültürler yok oluyor, değerlerimizi yitiriyoruz. Teknoloji geliştikçe daha da ilkelleşiyoruz gibi hissediyorum. Bütün bunlar çocuklarımıza kötü bir dünyayı miras bırakacağımız hissini artırıyor. Çocuklarımızın geleceği için korkularım olduğunu söyleyebilirim.

Korku çok güçlü, çok normal, hayatta kalmayı ve yaşamı sürdürmeyi sağlayan yararlı bir duygudur… Gelecekten beklentisi olan, hayatı seven, yaşayan her insan korkar!

Psikiyatr Kemal Arıkan kendisine sorulan “Ruh-beden ilişkisinden tutun her türlü psikiyatrik durumu açıklayan bir denklem kursan ne olur?” sorusuna, “Ruh sağlığı eşittir umut bölü korku.” diyerek cevaplandırır. Benzer şekilde Mevlana, “Bir

Ve güneş doğarken hiç umut yok mu? Umut... Umut... Umut... Umut insanda!Nazım HikmetKORKULARI

UMUDA ÇEVİRMEK

Araş. Gör. Ümre KAYACI Gazi Üniversitesi

Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü

Page 47: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

45

DERNEKTEN HABERLER

yandan korkun, bir yandan umudun varsa iki kanatlı olursun; tek kanatla uçulmaz zaten.” diyerek umut ve korkunun hep iç içe, hep birarada yer aldığını vurgular. Yani korku her zaman, her yerde vardır, olmalıdır da... Umutla beslendiği sürece... Korkunun olduğu yerde umut yoksa hayat biter!

Spinoza “Umut, akıbeti hakkında kuşku duyduğumuz gelecek ya da geçmiş bir olayın imgesinden doğan istikrarsız bir sevinçten başka bir şey değildir.” derken korkuyu da “kuşkulu bir olayın imgesinden doğan istikrarsız bir keder” olarak tanımlamaktadır. Her iki tanıma da bakacak olursak kuşku ortak noktadır. Ama umuttan kuşkuyu kaldırdığımızda güven, sevinç açığa çıkarken; korkudan kuşkuyu kaldırdığımızda çaresizlik açığa çıkar.

İnsan bilmediğinden korkar, korktuğunda ise ya korkusunu bastırıp kabullenir ya da risk alır ve bilmediğini araştırır. Öğrendiğinde ise artık korkmaz. Peki, içimizi kemiren, bazen tüm diğer duyguları bastırabilen bu korkunun üstesinden nasıl gelinir? Korku kadar hatta daha da güçlü olan başka bir duyguyu, “umudu” kullanarak korkunun üstesinden gelinebilir. Çünkü umut, korkudan güçlüdür. Umut ederek, cesaret göstererek ve severek korkularımızı yenebiliriz. Sevgi umudu besler, umut ise cesaret verir.

Nobel Barış Ödülü sahibi çok önemli bir kadın siyasetçi olan Aung San Suu Kyi, “korkudan kurtulmak” adlı konuşmasına şöyle başlar: “Kaybedecek şeyleri olmayan insanlar, hiç denemedikleri şeyleri korkusuzca deneyebilirler. Korkuyla bütünleşmiş, yaşam özgürlükleri ellerinden alınmış insanlar pekâlâ her şeye sıfırdan başlayabilirler, hatta bunu tercih ederler. Yeter ki umutları olsun!”

Korkuyu umuda çevirmek için ilk önce korkumuzu bilmemiz, tanımlamamız gerekir. Çünkü kökenini bilmediğimiz korkunun panzehrini de bulamayız. Korku bir enerji yayar, bizler umutla bu enerjiyi kendi lehimize çevirebiliriz. Bilgi ve bilinç ile bu enerjiyi korkularımızı yenmek için kullanabiliriz. Kararlı olmak gereklidir. Korkularımızın hayatımızı yönlendirmesine izin mi vereceğiz, korkularımızla mı yaşayacağız yoksa korkularımızı yönetecek miyiz? Buna karar vermek ve verdiğimiz kararı istikrarla uygulamak gerekir. Korkularımızdan dolayı hareketsiz kalmaktansa eylem halinde olmak

gerekir. Eylem halinde olmak için anahtar kelimeler “cesaret” ve “umut”tur.

Umut konusunda yapılan çalışmalar, umut düzeyi yüksek insanların akademik ve spor başarısının fazla, fiziksel ve ruh sağlığının daha iyi, sorunları önleme ve psikolojik dayanıklılık ve iyimserlik düzeylerinin daha fazla, benlik algılarının daha olumlu olduğunu göstermiştir (Örn., Snyder, Hoza, Pelham, Rapoff, Ware, Danovsky, 1997; Snyder, Feldman, Taylor, Schroeder ve Adams 2000; Snyder, Shorey, Cheavens, Pulvers, Adams III ve Wiklund, 2002;Vilaythong, Arnau, Rosen ve Mascaro, 2003).

Snyder (2002), umut kuramında üç boyuta vurgu yapmaktadır: Amaca yönelik olma, amaca güdülenme ve amaca ulaşma yollarını düşünme. Buradan da anladığımız üzere korkularımızı umuda çevirmek için amacımıza odaklanmak, korkularımızı yenmek için yapmamız gerekenleri düşünmek ve eyleme geçmek gerekmektedir.

Yazımı burada bitirirken son olarak hepimiz Şair Tagore’nin dizelerini hatırlayalım: “Korkular içinde kurtarılmayı beklemektense özgürlüğümü kazanma umudunu taşıyayım…”

KAYNAKLAR

Rabindranath Tagore. (2010). Meyve Zamanı. Snyder, C.R. (2002). Hope theory: rainbows of the mind.

Pscychological Inquiry, 13, 249-275.Snyder, C. R. (2004). Hope and the other strengths: Lesson’s

from animal farm. Journal of Clinical and Social Psychology, 23(5), 624-627.

Snyder, C. R., Hoza, B., Pelham, W. E., Rapoff, M. Ware, L., Danovsky, M., & et al. (1997). The development and validation of the Children’s Hope Scale. Journal of Pediatric Psychology, 22(3), 399-421.

Snyder, C. R., Feldman, D. B., Taylor, J. D., Schroeder, L. L., & Adams, V. (2000). The roles of hopeful thinking in preventing problems and enhancing strengths. Applied and Preventive Psychology, 15, 262-295.

Snyder, C. R., Shorey, H. S., Cheavens, J., Pulvers, K. M., Adams III, V. H., & Wiklund, C. (2002). Hope and academic success in college. Journal of Educational Psychology, 94, 820-826.

Spinoza, B D. (2011). Ethica (1. Baskı). (Çev: Çiğdem Dürüşken). İstanbul: Kabalcı Yayınları.

Page 48: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

46

BİZ KİMİZ?Kocasinan Rehberlik ve Araştırma Merkezi ISO 9001 Kalite Yönetim Sistemleri ve ISO 10002 Müşteri (Hizmet Alan) Memnuniyeti Yönetim Sistemleri belgelerine sahip Kayseri ilinin ilk Rehberlik ve Araştırma Merkezi’dir.

Takım ruhuyla çalışan ekibimiz; bir müdür, bir müdür yardımcısı, 13 rehberlik uzmanı, 10 özel eğitim uzmanı, bir bilişim teknolojileri uzmanı, bir çocuk gelişim uzmanı, bir V.H.K.İ, iki yardımcı hizmetliden oluşmaktadır.

Misyonumuz; toplumumuzda kendini gerçekleştirme çabasında olan insan profilini oluşturmak için, rehberlik ve psikolojik danışma hizmetleri ile özel eğitim hizmetlerinin, eğitim sistemleri içerisinde etkinliğini artırmak ve öğrencilerin, öğretmenlerin ve bölge halkının bu hizmetlerden en üst seviyede faydalanmasını sağlamaktır.

Vizyonumuz; rehberlik ve psikolojik danışma hizmetleri ile özel eğitim hizmetlerinde kalite yolculuğuna ara vermeden alıcı/danışan memnuniyetini en üst seviyede sağlamak, ülkemizin yenilikçi, üreten ve öncü Rehberlik ve Araştırma Merkezlerinden biri olmaktır.

KOLAY ERİŞİLEBİLİRLİK, HIZLI İLETİŞİM, ETKİN HİZMET AĞI(RAMBİS) : Merkezimizin istatiksel veri takibi, dosya arşivleme ve öğrenci yönlendirme işleyişinde Rehberlik Araştırma Merkezi Bilgi İşlem Sistemi (RAMBİS) Kullanılmaktadır.

(RESBİS) : Alanda çalışan meslektaşlarımız için rehberlik servisi bilgi işletim sistemi (RESBİS) hazırlanmış, Ortaöğretim Kurumları Problem Tarama Envanteri Uygulama Sonucu ve Çözüm Önerileri Raporu/2015-2016, ortaöğretim kurumları

Kocasinan Rehberlik ve Araştırma Merkezi

Psi. Dan. Rahmi DANİŞMENT

tanıtım kılavuzu yayımlanmış ve TEOG Tercih Robotu kullanıma sunulmuştur.

RAMVTS: Merkezimizde kullanmakta olduğumuz Veri Takip Sistemine tüm kurumlar kendilerine ait kullanıcı adı ve şifreleriyle giriş yaparak kendilerini ilgilendiren resmi yazı, döküman ve belgelere erişebilmektedir. Veri takip sistemi ile Özel Eğitim Kurul raporları elektronik ortamda doğrudan okula ulaşmaktadır. Her okul kendine ait dökümanları görmektedir. Ayrıca istatistiksel bilgilerin toplanması, önemli duyuruların gönderilmesi, eğitime katılacak öğretmenlerin çevrimiçi başvurularının alınması gibi çalışmalarda da kullanılmaktadır.

RAMBİS- RESBİS ve RAMVTS programlarının yazılımları merkezimiz uzmanlarınca yapılmıştır.

PROJELERİMİZSizin için Sizlerle Projesi: Başta sınavlara girecek olan (8. ve 12. sınıf) öğrenciler ve özel eğitim öğrencileri olmak üzere; öğrenci başarılarına etki edecek tüm unsurları (veli, öğretmen, okul yöneticisi vb.) yetkin kılabilmek adına yapılan çalışmaları (toplantı/seminer, ziyaret, afiş, broşür, TV programı vb.) kapsamaktadır. Proje kapsamında velilere mektup dağıtımı yapılmış, çeşitli konularda afiş ve broşürler uzman personellerimizce özgün olarak hazırlanarak sitemizde yayımlanmıştır.

Kaygısızlar: Öğrencilerin yaşadığı sınav kaygısı sorununu en aza indirmek amacıyla yapılmış olan projemizde tüm öğrencilerimize yönelik bir dizi etkinlik ve profesyonel yardım sağlanmıştır.

Eğitim Liderleri Akademisi (ELA): Proje ile öğretmenlerin ve eğitim yöneticilerinin bilgi, beceri ve farkındalık düzeylerini artırmak amaçlanmaktadır. Proje faaliyetlerinde Prof. Dr.

Page 49: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

47

Kemal SAYAR, Doç. Dr. Didem Behice ÖZTOP, Yar. Doç. Dr. Sevgi ÖZMEN, Protokol Yönetimi Eğitimcisi İhsan ATAÖV gibi alanında uzman eğitimciler konuşmacı olarak yer almıştır.

Sağlıklı Gençlik Mutlu Gelecektir: Bu projede hedefimiz; risk grubunda yer alan örgün ve yaygın eğitim kapsamındaki 12-18 yaş arasındaki ergenlerin uyuşturucu kullanmalarını ve madde bağımlısı olmalarını önlemek, öğretmen ve yöneticileri önleyici önlemler konularında bilgilendirmek, bireylerin bilinçli, sağlıklı ve mutlu olmalarını sağlamaktır. Yapılan risk analizi değerlendirmelerine göre belirlenen farklı okullarda öğrenciler için ‘Madde Bağımlılığı ve Korunma Yolları’ ile ‘Öfke Kontrolü’ konusunda çalışmalar yapılmıştır. Madde kullanımını önlemeye yönelik farkındalık yaratmak için öğrencilere yönelik 4 dakikalık ve velilere yönelik 11 dakikalık 2 spot film hazırlanarak ilimiz yerel televizyon kanallarında, sinemalarda ve okullarda izletilmesi sağlanmıştır.

Rehberlik Atölyesi (PDR-A): Okullardaki psikolojik danışman ve rehber öğretmenlerin karşılaştıkları problemlere (vaka, rehberlik servisi önleyici hizmetleri, eğitim paydaşlarının tutum ve davranışları vb. konularında) farklı bakış açısı ve deneyimlerle çözümler üretmek amacıyla gerçekleştirilmiş ve önemli çıktılar sunmuş olan etkili bir projedir. Proje kapsamında Prof. Dr. Ceylan DAŞ, Prof. Dr. Bengi SEMERCİ, Psikodrama Eğitimcisi ve Uzman Psikolojik Danışman Deniz ALTINAY konuşmacı olarak faaliyetlerimize katılmıştır.

Okula Hazır mıyım? Proje kapsamında okul öncesi öğrencilerine Okul Olgunluğu Testi ve Gelişimsel Görsel Algı Testi uygulanmıştır.

Sosyal Entegrasyon Projesi: Özel gereksinimi olan

bireylerin; toplum içindeki rollerini gerçekleştiren, başkaları ile iyi ilişkiler kuran, iş birliği içinde çalışabilen, çevresine uyum sağlayabilen bireyler olması amacıyla gerçekleştirilmiştir.

Not: Bahsi gecen projelerimizin uygulama kılavuzları; projelerde adı geçen dokümanlar ve faaliyet değerlendirmeleri sitemizde yer almaktadır.

ÖZEL EĞİTİM HİZMETLERİÖzel eğitim gerektiren çocukların tanılanması sürecinde gerekli her türlü hizmeti verebilen kurumumuz, özel eğitim gerektiren bireylerin tespiti amacıyla yapılacak taramalarda da yer almaktadır. Özel eğitim alanında hizmet alan öğrencilerimize ilgili faaliyetleri en iyi şekilde gerçekleştirebilmek amacıyla kurumumuz ve ilimizdeki diğer rehberlik araştırma merkezi personelinin kişisel gelişimini destekleyici kurslar, formatörlüğe sahip kurum uzmanlarımız tarafından verilmiştir. Bu kapsamda 5 uzman Uluslarararası Leither Uluslararası Performans Testi uygulayıcısı, 5 uzman WNV Testi uygulayıcısı olmuştur.

Kurumumuz vizyonuna katkı sunması amacıyla AB Projeleri kapsamında, uzmanlarımız yurtdışı incelemelerde bulunmuştur. Son olarak gelişimsel engelli gençlerin serbest zamanlarında yapabilecekleri etkinlikleri izlemek amacıyla Polonya’da gerçekleştirilen projeye katılan kurumumuz uzmanları, düzenlenen etkinlikler çerçevesinde faaliyetlerini yürütmüşlerdir.

EĞİTİMLERİMİZ (2015-2016 DÖNEMİ)

Kurumuz Uzmanları Tarafından Düzenlenen Eğitimler1- Çözüm Odaklı Terapi Tekniklerinin Psikolojik

Danışmada Kullanımı2- Çözüm Odaklı İletişim 3- Psikodrama Yaşantı Grubu4- 0-18 Yaş Aile Eğitimi Programı5- Danışmanlık Tedbiri Kararları Uygulayıcı Eğitimi

ORAN Kalkınma Ajansı Teknik Destek Programı Kapsamındaki Eğitimler1- Çocuk Değerlendirme Testleri2- Proaktif Liderlik3- Kariyer Danışmanlığı Eğitimi4- 4-6 Yaş Çocuklarını Anlama ve Sorunlarına

Çözüm Üretebilme Eğitimi

Page 50: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

48

DERNEK YAYINLARI

1989

Bu

sayf

ada

derg

imiz

yay

ınla

rı v

e ge

liri d

erne

ğim

ize

kalm

ak ü

zere

sat

ışı y

apıla

n ya

yınl

ar y

er a

lmak

tadı

r.

Psikolojik Danışma ve Rehberlik, Psikoloji ve Sosyal Hizmetler Yüksek Lisans ve Doktora Tez Bibliyografyası. Yrd.Doç.Dr. Filiz BİLGE Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği, Nobel Yayın Dağıtım, 2001.

Psikolojik Danışma ve Rehberlik Alanında Çalışanlar İçin Etik Kurallar. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği, Nobel Yayın Dağıtım, 2006. (Geliştirilmiş 10.Baskı).

İlköğretimde Rehberlik. Editör: Prof.Dr. Yıldız KUZGUN, Nobel Yayın Dağıtım, 2006. (Yenilenmiş 5.Baskı).

Eğitimde Rehberlik Hizmetler - Gelişimsel Yaklaşım. Prof.Dr. Binnur YEŞİLYAPRAK. Nobel Yayın Dağıtım, 2012. (Yenilenmiş 20.Baskı).

Çalışan Anne ve Çocuk “Siz Başrolü Seçtiniz” (4.Baskı). Prof.Dr. Binnur YEŞİLYAPRAK. Morpa Kültür Yayınları, 2007.

VI. Ulusal Psikolojik Danışma ve Rehberlik Kongresi Bildiri Özetleri. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği. Nobel Yayın Dağıtım.

VII. Ulusal Psikolojik Danışma ve Rehberlik Kongresi Bildiri Özetleri. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği. Pegem A Yayıncılık, 2003.

I. Ulusal Psikolojik Danışma ve Rehberlik Uygulamaları Kongresi Bildiri Özetleri. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği. Pegem A Yayıncılık, 2006.

III. Ulusal Psikolojik Danışma ve Rehberlik Öğrencileri Kongresi Bildiri Özetleri. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği. Nobel Yayın Dağıtım, 2006.

İlköğretimde Gelişimsel Rehberlik. Rehberlik. Prof.Dr. Binnur YEŞİLYAPRAK. Morpa Kültür Yayınları, 2006.

Sosyal Kaygı ile Başa Çıkma, Yrd. Doç. Dr. Aynur GÜMÜŞ EREN, Editör: Prof.Dr. Uğur ÖNER. Nobel Yayın Dağıtım, 2006.

Öfke ile Başa Çıkma, Dr. Ahmet ÖZMEN, Editör: Prof.Dr. Uğur ÖNER. Nobel Yayın Dağıtım, 2006.

Stresle Başa Çıkma, Dr. Kamile Bahar AYDIN, Editör: Prof.Dr. Uğur ÖNER. Nobel Yayın Dağıtım, 2006.

Çatışma Çözme Eğitimi ve Akran Arabuluculuğu, Dr. Nuray TAŞTAN, Editör: Prof.Dr. Uğur ÖNER, Nobel Yayın Dağıtım, 2006.

Duyguları Fark Etme ve İfade Etme Psiko-Eğitim Programı. Dr. Yaşar KUZUCU, Editör: Prof.Dr. Binnur YEŞİLYAPRAK, Nobel Yayın Dağıtım, 2006.

Aile Terapisi: Tarihi, Kuram ve Uygulamaları, Çeviri Editörleri: Prof. Dr. İbrahim YILDIRIM, Doç. Dr. İbrahim KEKLİK, Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği, 2013 (2. Baskı)

Gelişimsel Psikolojik Danışma ve Terapi: Yaşamboyunca İyilik Halini Arttırmak, Prof.Dr. Fidan KORKUT-OWEN, Prof.Dr.Dean OWEN, Nobel Yayın Dağıtım,2007.

Gelişen Psikolojik Danışma ve Rehberlik Cilt-1, Prof.Dr. Ragıp ÖZYÜREK, Prof.Dr. Fidan KORKUT-OWEN, Prof.Dr. Dean OWEN, Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği, 2013.

Gelişen Psikolojik Danışma ve Rehberlik Cilt-2, Prof.Dr. Ragıp ÖZYÜREK, Prof.Dr. Fidan KORKUT-OWEN, Prof.Dr. Dean OWEN, Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği, 2013.

Psikolojik İlk Yardım: Saha Çalışanları için Rehber, Editör: Doç.Dr. Özgür ERDUR BAKER, Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği, 2013.

Afetler, Krizler, Travmalar ve Psikolojik Yardım. Editör: Özgür ERDUR-BAKER, Türkan DOĞAN. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği, 2014.

Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi (44 sayı)

Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bülteni (28 sayı)

Okul Psikolojik Danışmanı e-Bülteni (6 sayı)

Page 51: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

C

M

Y

CM

MY

CY

CMY

K

TURK_PDR_DERGISI_ADVERTORIAL.pdf 1 27.05.2016 16:12

Page 52: Bülten Cilt / Volume: 4 Sayı / No: 28 Temmuz

1987'den bugüne eğitim bizim işimiz...

KPSS-ALES-DGS-YDS HAZIRLIK KURSLARI

YAYINEVİ / DAĞITIM / DERSHANE

meşrutiyet cad. karanfil 2 sok.no: 45 kızılay / ankaratel: +90 312 430 67 50-51 (pbx)belgeç: +90 312 435 44 60e-posta: [email protected]: pegem.net