20
ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa Cadı Kazanı Cadı Kazanı Cadı Kazanı Anadolu Speleoloji Grubu (ASPEG) E-bülteni'dir Sayı 4 Ocak-Şubat 2009 Balıkesir Kralı’nın Gelini Ofelya’dan Yazören (Gülşen Küçükali) Sürünmenin Tadı (Erkin Ozan Yıldız) İlk Mağara Deneyimi (Ludmilla Büyüm) Temirözü (Özge Çelikkol)

Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

Embed Size (px)

DESCRIPTION

ASPEG (Anadolu Speleoloji Grubu) e-bülteni

Citation preview

Page 1: Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa

Cadı KazanıCadı KazanıCadı Kazanı Anadolu Speleoloji Grubu (ASPEG) E-bülteni'dir

Sayı 4 Ocak-Şubat 2009

Balıkesir Kralı’nın Gelini Ofelya’dan Yazören (Gülşen Küçükali) Sürünmenin Tadı (Erkin Ozan Yıldız) İlk Mağara Deneyimi (Ludmilla Büyüm) Temirözü (Özge Çelikkol)

Page 2: Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa 2

Bülten ekibinden..... İnsan düşünmeden edemiyor, ait olmadığımız bir ortamda nasıl özgür hissedebiliriz ki? Yazılı olmasa da o ortamın da kuralları var aslında, bizim uymak zorunda olmadığımız.. Bir insan nasıl olur da uymak zorunda olmadığı kurallara uyarak özgür hissedebilir? Belki de buna bizi zorlayan birisi olmadığı için ya da başka bir şey var bizi kendine çeken. Evet... böyle bir şey; yalın, bakir ve sessiz... Aynı zamanda da karanlık, soğuk, ıslak ve çamurlu. Böyle bir ortam bir insana neden çekici gelir? Buna verecek genel bir cevap yoktur aslında benimki özgürlük ya seninki ne? Durmuş Yarımpabuç

Bu sayıda

Gezi ve Etkinliklerden Kısa Kısa ......... 3

Speleokültür ......... 4

Yazören-Türkiye’nin 9. Uzun Mağarası ......... 6

Sürünmenin Tadı ......... 9

Bilgi Kırıntıları ....... 11

Biliyor muydunuz ? ....... 12

Yaşadıklarımız ....... 13

Speleosanat ....... 14

İlk Mağara Deneyimi ....... 15

Temirözü ....... 17

Enteresann ....... 19

Bülten Ekibi Tuçe Arık (Speleokültür, Biliyor muydunuz?) Emine Azak (Yayına hazırlama, Yaşadıklarımız, son okuma) Ludmilla Büyüm (Redaksiyon, son okuma) Ziya Sarper Ekim (Speleokültür, Biliyor muydunuz?) Ender Usuloğlu (Yayına hazırlama, Speleosanat) Cansu Yılmaz (Gezi/Etkinlikler kısa kısa, Yaşadıklarımız) Katkıda Bulunanlar: Ali Yamaç Düzelti: Cadıkazanı 3’te yer alan Zihnisinir Proce yazısı Gül-şen Küçükali’ye, yapım Barbaros Acartürk’e aittir.

ASPEG Anadolu Speleoloji Grubu www.aspeg-tr.org

© Tüm hakları saklıdır. Bülten içeriği kaynak belirtmek suretiyle ticari olmayan amaçlarla kullanılabilir. Ön kapak fotoğraf : Egemen Erkanlı, Temirözü Mağarası girişi Arka kapak fotoğraf : Ender Usuloğlu, Kocakuyu mağarası

Page 3: Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa 3

Cinlikuyu-Aksığın Mağaraları Eğitim Gezisi

9-10 ve 11 Ocak tarihlerinde Cinlikuyu ve Aks ığın Mağaralarına 9 üyemizin katılımı ile yapılan gezide, üyelerimizin döşeme ve TİT eğitimleri eğitmenlerimiz gözetiminde pekiştirildi, eksik eğitimler tamamlandı.

Bursa Ayvaini Gezisi

7-8 Şubat tarihlerinde Ankara ve istanbul üyelerimizin katılımı ile Ayvaini mağarası’na düzenlenen gezi, şiddetli yağış yüzünden su seviyesinin artması ile bol maceralı ancak eğitici ve öğretici bir geziye dönüştü.

Marmara Adası Gezisi

14-15 Şubat tarihleri arasında, 2008 Yaz ayında ön araştırması yapılmış olan mağaraları araştırmak ve haritalamak üzere 2 üyemiz Marmara Adasına doğru yola çıktı. Kötü hava şartları yüzünden mağaralara ulaşılamadı. Sahilde yenilen güzel bir balık ve akşam seyredilen mağara belgeseli avuntumuz oldu...

Senenin ilk eğitimi

Senenin ilk gününü TİT uygulayarak geçirdik. Güneşli hava, yeni TİT takımlarımız, bol çay kahve ve sohbet eşliğinde geçen keyifli bir gündü. Bu eğitim, senenin bol eğitimli geçeceğinin de göstergesi oldu. 18 ve 25 Ocak tarihlerinde TİT eğitimleri Boğaziçi Üniversitesi’nde tekrarlandı.

ASPEG Ankara Toplantısı

16 Ocak’ta Ankaralı Aspeg’liler Ceyhun’un evinde bir araya geldiler. Gece boyunca yeni yılda yapılacak projeler, geziler ve çalışmalar ile ilgili programlar yapıldı, sohbet edildi.

Mağara Oluşumu ve Jeolojisi Eğitimi

29 Ocak tarihinde Ali Yamaç, 4 yeni üyemize daha 1. Düzey eğitimi verdi.

Mağarada Güvenlik ve Harita çizim Eğitimleri

31 Ocak Pazar günü 15 kişinin katılımı ile Metin Albükrek ve Murat Eğrikavuk'tan “Mağarada Güvenlik ve Mağarada Ölçüm” eğitimi aldık. Eğitimin katılımı yüksek, sohbeti boldu. Haritalama eğitimine geçemeden günü bitirdik. En

kısa zamanda eğitimin devamını bekliyoruz.

Merdiven Eğitimi

5 Şubat akşamüstü Ayvaini gezisine hazırlık amacı ile merdiven eğitimi yapıldı. Yeni üyelerimizin çoğu ilk defa aluminyum merdiven ile Boğaziçi Üniversitesi duvarlarında iniş-çıkış yaptılar.

Ankara Ekibi Faaliyet Toplantısı

Ankaralı Aspeg’liler 17 Şubat’ta Truva Cafe’de toplanarak senenin gezi programını belirledi.

Ankara Ekibi Teorik TİT Eğitimi 21 Şubat’ta Ankara ekibimiz, teorik TİT eğitimi aldı.

Gezi ve Etkinliklerden kısa kısa...Gezi ve Etkinliklerden kısa kısa...Gezi ve Etkinliklerden kısa kısa...

Page 4: Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa 4

SpeleokültürSpeleokültürSpeleokültür

ÉDOUARD-ALFRED MARTEL

(01 Temmuz 1859, Pontoise - 03 Haziran

1938, Montbrison)

Fransız bir avukat olan Édouard-Alfred Martel, modern Speleolojinin babası olarak bilinir. Mağara keşiflerinin, çalışmalarının ve belgesellerinin öncülerindendir. Onun zamanında Speleoloji bir bilim dalı olarak

bilinmiyordu ve Martel’in jeolojik bir geçmişi yoktu. Bir avukat olmasına rağmen, Martel’in mesleğini çok da fazla sevdiği söylenemezdi. O, kendisini daha çok, yeraltında yeni bölgeler keşfeden bir coğrafyacı gibi hissediyordu. Martel, ülkesi Fransa’da ve birçok başka ülkede binlerce mağara keşfetmiş, mağara keşif faaliyetlerini yaygınlaştırmış, speleoloji konseptini bir bilim dalı olarak ilan etmiş ve kabul edilmesini sağlamış, hayatı boyunca geniş bir arşiv toplamış ve 1895 yılında, tarihte kendini mağara bilimine adayan ilk sivil toplum örgütü olan Speleoloji Derneği’ni (Société de Spéléologie) kurmuştur. “Başlıca keşifleri arasında; Yeraltı nehri Abîme de Bramabiau’nun keşfi, Fransa (1888), Gouffre de Padirac’ın inişi ve keşfi, Fransa (1889), Marble Arch Caves’in keşfi, İrlanda (1895), Gaping Gill’in tamamlanan ilk inişi, İngiltere (1895), Mammoth Cave’e mağaranın farklı seviyelerinde barometrik saptamaları da içeren 3 günlük bir ziyaret, Kentucky (Ekim, 1912) sayılabilir.” Speleoloji üzerine birçok kitap yazmıştır (bibliyografisinde yaklaşık 1000 başlık bulunmakta-dır); bunlardan en önemlileri Les Cévennes (1888) ve Les Abîmes (1894)’dir. Yüzyılın sonlarına doğru Martel’in kitapları best-seller olmakla kalmayıp, isim yapmış iyi kütüphanelerin vazgeçilmez demirbaş-larından olmuştur. Bu kitaplar günümüzde, koleksi-yoncuların antikacılardan ve sahaflardan nadir olarak ele geçirebildikleri çok değerli yapıtlar olarak karşımıza çıkmaktadırlar.

Martel, 1888 ve 1914 yılları arasında, Avrupa’nın yeraltı dünyasını keşfetmek amacıyla yıllık seferler düzenlemiş, kullandığı karmaşık teçhizatla, zamanının en derin çukurlarına meydan okumuş, 160 metre derine inişler yapmıştır. Bu seferlerden en çok sözü edilenler şunlardır:

• 27 Haziran 1888’de yeralti nehri Abîme de Bramabiau’nun keşfi. (Bu keşifte Martel, asistanları ve arkadaşlarından oluşan bir ekiple, Güney Fransa’daki Camprieu Plato-su’nu Aigoual Dağı’nın eteklerinden, yeraltın-daki Bonheur akıntısını takip ederek, göller ve şelaleler arasından geçen ilk mağaracı olmuş-tur. Martel için Bramabiau geçişi, yüzyılın sonunda en çok şaşkınlık veren bilimsel keşif lerden birisiydi. Bu keşfin tarihi, Speleoloji’nin doğum tarihi olarak da bilinmektedir.)

• 1889’da Martel, Dordogne nehri yakınında bulunan Causse de Gramat Mağarasındaki etkileyici bir baca olan Gouffre de Padriac’ın 100 metre derinliğindeki tabanına ilk inişini yapmıştır. (Martel ve kuzeni Gaupillat, bir yeraltı akıntısı keşfetmişler ve lastik bir botla 2 km. boyunca bu akıntıda ilerlemişlerdir.) Martel, daha sonra, Gouffre de Padirac’ı satın alarak, bu mağarayı bir teşhir mağarasına (show cave) dönüştürmüştür.

• 1895’de Martel’in araştırma alanları genişlemiş ve farklı ülkelerde yeni ekspedisyonlar düzenlemiştir. İrlanda ve İngiltere seyahati esnasında Kuzey İrlanda’daki Marble Arch Cave ve 110 metrelik ilk inişi gerçekleştirilen Yorkshire’daki Gaping Gill’i keşfetmiştir. 110 metrelik bu inişi tarif ettiği Annual Report of the Club Alpin okumaya değerdir.

1896’da Martel ve Louis Armand, Miramar’da yaşayan ve Avusturya İmparatoru Franz Joseph’in kuzeni olan Arşidük Ludwig Salvator’un davetlisi olarak gittikleri Mallorca’da, Cuevas del Drach da dahil olmak üzere, daha önce

bilinmeyen mağaralar keşfetmişlerdir. Porto Christo yakınlarında ise, zamanının bilinen en büyük yeralt ı gölünü keşfetmişlerdir. Coşku ve büyük şaşkınlık hallerini, yazdıkları rapor Annales büyük oranda yansıtmaktadır. • 1897’de Les Causses’in başarısız kampanyası

sonrasında, Louis Armand, Martel’i Aven’e gezi düzenleme konusunda ikna etmiştir. Louis Armand bir bacadan iniş yaparak

Page 5: Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa 5

zemine indiğinde, devasa bir odada, devasa sarkıtlar keşfetmiştir. Ona göre bu oda, adeta bir sarkıt ormanı gibiydi. Bu keşiften sonra, bu mağara Aven Armand olarak adlandırılmıştır. Aven Armand 1927’de halka açılarak, bölgedeki en önemli turistik aktivitelerin başında yer almış, fakat mağara ziyarete açılmadan 5 yıl önce Armand ölmüştür.

• 1905’de Martel, Avrupa’nın en büyük geçidi

olan Grand Canyon du Verdon’u boydan boya geçen ilk geziyi düzenlemiştir. Şimdilerde çok sık ziyaret edilen bir bölge olan bu geçidin varlığı, yüzyılın başlarında neredeyse hiç bilinmiyordu. Bu gezi bir mağara gezisi olmamakla birlikte, sulu mağara keşfi gezileri ile büyük benzerlikler göstermekteydi. Bugün, kanyondaki bir

patikaya O’nun anısına, Martel adı verilmiştir. Kitabı La France Ignoree (1928)’de Martel, bu beyaz su zindanındaki ilk geçiş raporunun detaylarını vermektedir.

Martel, mağara gezilerini Himalaya ekspedisyonlarını andıran seferlerle organize ediyordu. Gezi ekibinde genellikle, ekspedisyonların resimlerini yapan ressam arkadaşı Lucien Rudaux ve malzemenin çoğundan sorumlu olan demirci (nalbant) arkadaşı Louis Armand bulunurdu. Bugünlerde bilinen birçok turistik mağara (Fransa’da Bramabiau, Dargilan, Padriac ve Aven Armand; Mallorca’da Cuevas del Drach; İngiltere’de cehennem çukuru olarak bilinen Gaping Gill ) Martel ve ekibi tarafından keşfedilmiştir. Martel’in raporlarını özel kılan şey ise, bu yayınlardaki sıra dışı ikonografiydi. Arşivleri binlerce fotoğraf ve çizim içermektedir. Arkadaşı Lucien Rudaux’un çizimleri gerçek birer sanat eseridir.

Martel’in yayınlarından bazıları şunlardır: • 1890 Les Cevennes. Delagrave Paris, s.400.

• 1894 Les Abimes. Delagrave Paris, s.580.

• 1895 Le Massif de la Bernina. Orell, Zürich, s.200.

• 1897 Irlande et Cavernes anglaises, Delagrave Paris, s.400

• 1899 Le Trayas et L'Esterel, Delagrave Paris, s.80.

• 1900 La Speleologie, Carre et Naud, Paris, s.125.

• 1901 Le Gouffre de Padirac, Delagrave Paris, s.180.

• 1903 La Photographie Souterraine, Gauthier-Villars Paris, s.70.

• 1905 La Speleologie aux XXe Siecle,Hermann Paris, s.810.

• 1906 L' Eau, Baillere Paris, s.486.

• 1908 L'Evolution Souterraine, Flammarion Paris, s.388.

• 1909 La Cote d'Azur Russe, Delagrave Paris, s.423.

• 1910 Cavernes et Eaux Souterraines de la Belgique (Van den Broeck, Martel et Rahir), Lamertin Bruxelles, s.1800.

• 1921 Nouveau Traite des Eaux Souterraines, Doin Paris, s.840.

• 1926 Causses et Gorges du Tarn, Artieres et Maury, Millau, s.512.

• 1927 L'Aven Armand, Artieres et Maury, Millau, s.48.

• 1928-1930 La France Ignoree (2 vol.), Delagrave Paris, s.600.

• 1936 Les Grands Causses, Artieres et Maury, Millau, s.510.

Çeviri ve derleme: Ceyhun ULUDAĞ

SpeleokültürSpeleokültürSpeleokültür

Page 6: Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa 6

Bilinmeyen kurallarla yönetilen bu ülkeye her girişimde, ürkütülmemesi gereken yaratıkların beklenmeyen davranışlarına saygı gösteririm.

Mağara ağzındaki sinekler, dürtülmüş bir kovandan fırlayan arılar gibi havalandı. İşte birkaç tanesi ağzıma düştü. Kirpiklerim arasında çırpınan bir diğerinin sonu yakın. Bir kaç hızlı adım ve içeri attım kendimi. Karşımda Simge. Şehirde, giyilmeyi bekleyen kıyafet-lerimiz, gidilecek bar-larımız, akşam yemeklerinde boğaz manzarası ve salına salına gezilecek sokaklarımız olmasına rağmen, hafta sonu buradayız. Belimize tutsun diye perlonla bağladığımız sıkı sert kumaştan tulumlarımız, ölçüm aletleri elimizde, allık yerine yüzümüzde çamurla, Yazören Mağara’sının karanlık darallarında, dünya yaratılmadan önceki durgunluğa sahip salonlarında ölçümdeyiz. Yüksekliği 50 cm olan büyük kaya kütlelerinin mengenesinde birbirimizin ancak portresini görebiliyoruz. Bizi durduran tek kuvvet, Ali Ethem’in fotoğraf çalışması. Poz vermiyoruz, bizzat işimizin başındayken fotoğraflanıyoruz. “İş” dedim ya! Kimse bana “bu senin işin” demedi. Demediği için benim oldu. Tüm vücut ve beynimle çalıştığım bu iş maaş karşılığı, bir çift yeni pabuç ya da amirim görsün memurum ders alsın diye değil, kendim istediğim ve geldiğim için benim. Ben bir mağaracıyım. Bir cinsiyetim, milliyetim, tabiyetim ve yaptığım işten bir çıkarım yok. Bu işi yapmak için toplumca geçerli hiçbir sebebim yok.

Mağaracı olduğum için buradayım, o kadar. Olaylara dönüyorum, düz bir doğrultuda anlatacağım, başlıyorum. Sanırım 150 metre kadar ölçümü ilerletmişken aldığımız sigara kokusu “ancak Ali Yamaç'ın işaretçisi olabilir” diyoruz ve de yanılmıyoruz. Mağaranın sifonla kesileceğini umduğumuz yeri, sular çekildiğinden kurumuş. Su yerine yukarıdan ekibin kalan kısmı geliyor. Ne hoş sürpriz! Sizi burada da görmeseydik bilseniz ne üzülürdük. Hasretinizle karpit alevi gibi yanar, düden suyu gibi ağlardık. Gel canım kardeşim Ali Aytan gözlerinden öpeyim. Daralda kıvrılıp benden kaçmana da anlam vermiş değilim. Ali Yamaç, üstüme gelme seni öpmeyeceğim. Ender, Simge, Ayla ve Güliz sizinle de hatıra pozu çektireceğim.

İnsan dostlarıyla her zaman bir arada olamıyor canlarım. Neyse, onurlu işler ve yüksek idealler bizi bekler! Ölçüm devam etmeli… Biz ölçtükçe mağaranın sağ kolu

ilerliyor, tabanla tavan arası artık 40 cm kadar. Kafamızın geçtiği her delikten gireriz. Deliyiz deliyiz hepinizi deleriz.

Kaskı çoktan çıkarıp önden sürümeye başladık bile. Çarptıkça, dizlerde ince bir sızı, yola devam Ali Aytan. Batılıların “rescue” dedikleri bizde “fenayım yetişin” anlamına gelen kurtarma saatine

yaklaştık. Ama isimden de anlaşılacağı gibi ekip

kurtarılma konusuna pek sıcak bakmıyor. Bu sebepten "Kurtarma" diyor. Eğer bizi birinin gelip çıkarmasını bekleseydik “kurtar beni!”

saati verirdik. Biz “kurtarma!” saati verdiğimiz halde dışarıda bizi

bekleyen Ender ve Barbaros’u çıkışa yakın karşımızda buluyoruz. Yalnızca 45 dakika geciktiğimiz için sembolü Sn ve yumuşak bir element olan kalayla karşılanıyoruz. Kalaylanıp parladıktan sonra kurtarmaya gelen ekip çantalarımızın ve bizim yüzümüze bakmadan geri dönüyor. Şimdi içinizden veya yüksek sesle bizi şiddetle kınıyor olabilirsiniz. Haklı da olabilirsiniz. Fakat mağaranın uzayıp giden darallarındaki ölçüm işleminin uzunluğunu da takdir etmenizi isterim.

Kampımıza dönüyoruz. Ali Yamaç’ın yaptığı muhteşem alışverişle doymaya çalışıyoruz. Ekmeğimiz yok ama ekmek kadayıfımız var. Ali Yamaç’a, Marie Antoinette’in ruhu girmiş: “Ekmek bulamasanız ekmek kadayıfı yiyin” zihniyetinde. Bir daha Fransız Devrimi olursa görürsün sen Sn. Bşk. Yamaç. Arnavutköy'deki evinin kapısında olacağım. Evini “Özgür Mağaracılar” adına kamulaştıracağım. Neyse ki Prometheus Barbarossus ateşi yaktı. Ekibin o anda haberi yoktu ama ben şezlongumda oturmuş gizlice düşünmeye başladım (içinden “eyvah düşünmek kimlere kalmış” diye geçirenlere de teessüflerimi bildiriyorum) Budist olacaksın. Ağaç taş toprak derken kaynayıp gideceksin. Binlerce yıllık uğraşla modern medeniyetleri, teknolojiyi icat etmiş tüm değerleri elinin tersiyle iteceksin. İnsanlığa bir ters köşe yapacaksın. “Gittim ben bir daha gelmiyorum” diyeceksin. “Ben de tabiat ananın üvey evladı değilim ya aç koynunu tabiat ana ben geldim.” Sana “Dur bakalım hele derler. Bize mi öğretiyorsun, biz mi bilmiyoruz nasıl yaşanacağını.

YazörenYazörenYazören––– Türkiye’nin 9. uzun mağarası Türkiye’nin 9. uzun mağarası Türkiye’nin 9. uzun mağarası Gülşen KÜÇÜKALİ

Page 7: Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa 7

Dünkü çocuk, akıl mı öğretiyorsun? Başka bir şey yapmak gerekseydi elbette bulurduk, senden önce yapardık sen söyleyene kadar yaşamıyor muyduk, öyle mi diyorsun? Herkesin bir işi gücü var, herkesin bir yolu yöntemi var. Bu kadar adamın düşünemediğini sen mi buldun? Nereden geldin

nereye gidiyorsun? İki satır öğrendin diye herkesi cahil mi sanıyorsun, seni buraya kim soktu kim izin verdi bunları söylemene? Dışarı çıkarın şunu! Yok, ben kimseye bir şey de demedim aslında… Konuşurken gayem de yok aslında… Uzaydan gelmiş de olabilirim.

Her mağarada yeni bir dünya arıyorum kendime. Her seferinde çıkmamız gerekiyor. Ne yeryüzünde ne de yeraltında yaşayamıyorum. Neyse galiba uyumam gerek. Ertesi gün olduğunda Ali Aytan ve Simge,

bıraktığımız yerden ölçümü ilerletmeye giriyor. Ali Yamaç, Ali Ethem ve Güliz fotoğraf çalışmasında. Barbaros, Ender, ben ve Ayla her kaytaran mağaracı gibi saha araştırmasına çıkıyoruz. Hakkımızı yememeliyim. İhbar yerlerine elimizde ölçüm setleriyle gidiyoruz. Bir giriş bulsak dalıp ölçeceğiz ama bulamıyoruz. Saat üç gibi biz köylülerin ikramları ve taze köy ekmeğinin verdiği rehaveti yaşarken ekipler mağaradan çıktı. Pılımızı pırtımızı toplayıp yola koyulduk. Ölçtüğümüz yere kadar Yazören Mağarası 3496 metre olmuş, daha da gider. Ve bu iş de burada bitmez.

Ingghh!!!..Başlarım Türkiye 9.luğuna da mağarasına da....Bizim kızları çağır., ali !!!aghhh!!! (Piovarci 84)

Page 8: Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa 8

Fotoğraflar: Ender Usuloğlu

Page 9: Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa 9

Sürünmenin tadı… Bir hevestir giriştik bir işe, mağaracılık demişler, speleoloji demişler. Annem babam manyaklık diyor, bense sadece işin keyfini çıkarmaya çalışıyorum. İlk mağara deneyimimdi Tuluntaş Mağarası. 16 Kasım’ı 17 Kasım’a bağlayan gece ilk mağara deneyimim tamamlanmıştı… 16 Kasım Pazar günü saat 17.00’da Ankara Üniversitesi önünden harekete geçecektik hepimiz. Nitekim saatin geç olmasından dolayı olayın daha da ertelenmesini istemediğimden acele ediyordum. Saat 15.00 gibi evden çıktım. Mağara öncesi alışveriş yapılacaktı. 15.20 gibi Ankara Üniversitesi önündeydim. Sınavdan çıkmış sevgili ekibimizle buluştuk, karnımızı doyurduk, alınacakları ayarladık. Saat 17.00’ı biraz geçerken buluşma yerinde olmuş sayılırdık. Sevgili eğitmenimiz Çağan abimiz de 17.45 gibi geldikten sonra bir şeyler daha atıştırma ihtiyacı duyduk. Nihayet saat 18.30 sularında yola koyulmaya hazırdık. Yol olayı tam bir kabustu. 7 kişiye güzelinden 2 arabamız vardı ancak mağaranın kaybolmasını (ya da bizim kaybolmamızı) hesaba katmamıştık. İncek sınırlarına gelmeden önce durakladığımız benzinlikte, Çağan-Kemal- Ahmet üçlüsünün biraları depolayıp bize almadıklarını düşünmesi Tuğçe’yi tüm yol boyunca deliye çevirmişti. Bir de üzerine yol uzadıkça, çevre yoluna girilip ç ı k ı ş l a r ı b u l a m a d ı k ç a , h e y e c a n ı m ı z ı a r t ı r a n mağaracılık girişimimiz aslında bizleri daha çok heveslendirdi. Her neyse saat 10.15 gi bi İncek yolundaki tüm s a p a k l a r ı d e n e m e y e koyulmuş tuk . Sevgili Çağan abimizin otoyolda ortalama 55 km/s hızla gidip araziye çıkınca 70–80’leri bulan hızı beni pek memnun etmemişti k i b i rkaç kere arabanın altını sürttüğümü bu a n ı y a e k l e m e d e n edemeyeceğim. Saat 19.40 gibi Tuluntaş Mağarası’nı bulabilmiştik.

Çok mutluyduk fakat mağara girişine dökülmüş olan moloz yığınları biraz üzüntü kattı bizlere. Saat 20.00 idi. Hazırdık, tulumlarımızla baretlerimizle arabaları mağara girişinin çok uzak olmayacak bir yerine park edip mağaraya doğru yola koyulduk. İlk mağara girişimin bu denli daracık (sanki girmesin başkaları dercesine) olmasını hiç beklemiyordum. En azından bir kapısının olmasını beklemekteydim. O süreç içinde bana küçük bir girişin olması garip gelmişti. Dar olan bu girişi geçtikten sonra nihayet mağaranın içine ulaşmıştık. Ana galeriye çıkana kadar baslangıçta gördüğümüz güzel görüntü hevesimizi artırıyordu. Kemal ve Çağan abi bizleri mağarada bir oraya bir buraya gönderirken yeni yeni görüntüler yer ediyordu kafamızda. Örneğin, Tuğçe papillon gördü ve elbette heyecanlandı . Çok çabuk enerji kazandık. Üzerine bir de nescafelerimizi yudumladıktan sonra hayat bizim için güzeldi bu dünyada bunu fark ettik. Mola sırasında videoya çektik. Elimize hala ulaşmasa da güzel kareler dahil oldu bu video ya. Tuğçe’nin poposunu çekti Kemal örneğin, neden yaptı bunu, maksat geyik, ağrıdığını öğrendik oturduğu kısmının…Molamız bittikten sonra mağaranın diğer bir koluna devam ettik. Artık mutlak karanlık yapılacaktı. Daha önce tanıdığım bir iki mağaracı

arkadaşım bahsetmişti nasıl bir şey olduğunu yaşamak bambaşkaymış. Mutlak

karanlık yaptığımız yere gitmeden önce daracık, tepeden sarkıtlar inen, zemini

ıslak bir yerden sürünerek ilerlemiştik. İşte orada koydum

mağaracılığın adını sürünmenin tadı diye…

Süründükten sonra

geniş bir bölüme çıkıverdik. Kemal, Ahmet,

ben, Selin ve Tuğçe biraz

oturduk. Artık yapmalıydık

mutlak karanlığı. Kemal’den de onay

gelince herkes kapadı fenerlerini…

Ne güzel bir görüntüydü diyeceğim

ama ortada görüntü yok. Fakat, insanın kör

olduğunu tanımlayan bir nokta mutlak karanlık.

Nasıl güzel gelebilir bir insana böyle bir duygu

bilemiyorum ama beynin son karesini görüyordu.

Sürünmenin tadı...Sürünmenin tadı...Sürünmenin tadı... Erkin Ozan YILDIZ

Page 10: Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa 10

“Papillon gördüm” dedi ve Kemal’in aklına bir soru düşüverdi. “Papillon nedir Tuğçe?” Kemal, Tuğçe’nin yanına gidince gördüğü sey “papillon” değil “popcorn” idi. Tüm ekibin gülmesini sağlayan arkadaşımız Tuğçe’ye teşekkürlerimizi iletiyoruz. Saat ilerlerken ekibimizin karnı acıkmaya başlamıştı. Mola istiyorduk ama bizi dinleyen yoktu tabii ki. Eğitiliyoruz sonuçta, anlamıştık bunu hak etmemiz lazımdı önce. Yolumuzu bulmalıydık. Ancak sorun şuydu ki bizim kafamız ne kadar karışmış olsa da eğitmenlerimizin de kafası karışmıştı içerde. İnsanız hepimiz sonuçta, olur böyle şeyler. Ana galeriye geri dönebildikten sonra molamızı verdik. Saat yanlış hatırlamıyorsam 23.40 idi. Mola sırasında fark ettik ki arabada kalmıştı poğaçalar. Acıkmıştım, yiyecek tek şey birkaç parça çikolata idi. Garip bir duygu sardı içimi, sanırım açlık duygusu. Ama yine de çikolata hepsinden iyiymiş. Çağan abi, Sarp’ın ufacık bir sakatlığından dolayı onunla beraber kalmıştı ve mutlak karanlıkta onlar yoktu. Geri döndük onların yanına. Çağan abi de mutlak karanlık yapmak istedi ki o böyle şeylerin hep beraberken yapılmasından yana. Biz yapmıştık ama yapmamış görünmek zorundaydık. Aaa ne kadar garip, vay anasını gibi tepkiler geldi bizlerden. N’apalım orada da beraberdik yapmıştık. Mutlak karanlığı “beynin bug’ı” olarak tanımlamıştım Çağan abi’nin yanında. Bu iki sözcük benim bu anıyı yazmama sebep olmuştu. Artık saat 00.10 olmuştu. Çıkmalıydık mağaradan, vakit dolmuştu. Yorulmamıştım hiç bu 4 saatlik süre diliminde. Sadece açlık duygusuna biraz yenik

düşmüştüm, nescafe ve

çikolata durumu kurtarmıştı. Saat 00.30 idi, bizler çıkmıştık ilk mağaramızdan. Çok mutluyduk ve bu işe devam edebilmek için daha da çaba harcamamız gerektiğinin farkına varmıştık. Çıkışta bizleri bir sürpriz bekliyormuş. Kemal bize köpüreceksiniz diyordu çıkarken. Anlamamıştık başta ne demeye çalıştığını, çıkınca gördük. Herkese birer bira çıkmıştı arabaların önünde. Bizim keyifler artık tavan yapmıştı. Hava soğumuştu iyice. Arabaları bıraktık, dört buçuk saat geçti, arabaların yanına gelince bembeyaz olmuştu arabalar, kırağı tutmuştu. Biralarımızı yudumladık, muhabbete devam ettik. Gitmemiz için üzerimizi değiştirmekten başka bir işimiz kalmamıştı. Yolumuzu da biliyorduk bu kez kaybolmak ayıp olurdu bizlere. Saat 2’yi geçerek ilk buluşma noktamıza geri dönmüştük. Biraz daha muhabbet açıldı kısa bir süreliğine ve ondan sonra dağıldık. Grup içinde bizim üzerimizde emeği geçen herkese teşekkürlerimi buradan iletmek istiyorum…

Fotoğraflar: Çağan Çankırılı

Page 11: Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa 11

Pardon siz “gerçek” kuzey mi arıyorsunuz? Elinizdeki mıknatıslı pusula ile “gerçek” kuzeye gidemeyeceğinizi biliyor muydunuz? Mıknatıslı pusulanın gösterdiği manyetik kuzey ile gerçek coğrafi kuzey yönü aynı değildir. Gerçek kuzey, kuzey kutbunda sonlanan coğrafi meridyenlerin belirlediği yöndür. Haritalar bu coğrafi kuzeye göre çizilir. Manyetik kuzey ise dünyanın manyetik etkisiyle yön gösteren pusulaların gösterdiği kuzeydir. Manyetik deklinasyon adı verilen bu fark, dünyanın derinliklerinde magma akışındaki düzensizliklerden ve bazen de kabuktaki maden yataklarının etkisinden kaynaklanabilir. Dolayısıyla değeri gerek bölgeden bölgeye gerekse zaman içinde değişiklik göstermektedir. Peki bu bizi neden ilgilendirsin? Mağara haritalarında yön okunun yanında gördüğünüz “m” işareti manyetik kuzey anlamına gelmektedir. Bir mağara haritasını alıp da coğrafi bir harita üzerine ya da uydu görüntüleri üzerine oturtmak istediğinizde, kuzeyler arasındaki farktan dolayı yanlış sonuç elde edersiniz. Bu hatayı düzeltmek için mağara ölçümlemesini yaptığınız tarihte o bölgedeki manyetik deklinasyon değerine ihtiyacınız olacak. Bölgenin coğrafi haritasında 4°05'E 2005 (1'E) şeklinde bir ifade görürseniz, bundan şu bilgileri çıkarabilirsiniz: 2005 yılında yapılan ölçümde bu bölge için sapma, doğuya doğru 4 derece 5 dakika olarak bulunmuş, ayrıca bu tarihten sonraki her yıl için bu değeri doğuya doğru 1 dakika kayıyor. Örneğin 2009 senesindeki gerçek kuzey ile manyetik kuzey farkı bu bölgede 4 derece 9 dakika olur. Dolayısıyla bu örnekte mağara haritasını coğrafi haritaya ya da uydu görüntüsüne oturtmadan önce 4 derece 9 dakika batıya (saatin tersi yönüne) çevirmemiz gerekiyor. Aslında biz şanslıyız. Örneğin manyetik deklinasyon ABD'de bölgeye göre -20...+10 derece kadar farklılıklar görülebilirken, Türkiye'de bölgesel olarak yaklaşık +3.5...4.5 gibi dar bir aralıkta değişiyor (artı değerler doğu yönüne sapmayı, eksi değerler batı yönüne sapmayı gösterir), senelik kaymalar da önemli miktarda değil. Yani çok hassas çalışma gereksiniminiz yoksa yaklaşık 4 derece sapma

varsayıp çalışabilirsiniz. Ama çok hassas çalışacağım diyorsanız bulunduğunuz bölgenin ilgilendiğiniz tarihteki

manyetik deklinasyonunu öğrenebileceğiniz çeşitli internet siteleri var

Göbekten bağlanma Aşağıdaki düğümün klasik sekizliye göre çeşitli avantajları var. Literatüre göre dayanma gücü sekizliden daha fazla. Çok daha az ip yiyor. Ayrıca karabini sıkı sıkıya boğduğu için karabin serbestçe dönemiyor, elinizi her attığınızda doğru yönde buluyorsunuz

Bilgiyi Paylaşan: Murat EĞRİKAVUK

Bilgi KırıntılarıBilgi KırıntılarıBilgi Kırıntıları

* Bilginin yanlış olduğunu düşünüyorsanız veya bizimle ilginç bir bilgiyi paylaşmak isterseniz; [email protected]

Page 12: Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa 12

Biliyor Biliyor Biliyor muydunuz?muydunuz?muydunuz?

Uzun süreli kullanımdan sonra desandörün makaraları aşınır ve resimde görülen hale gelirler. Her ne kadar bu makaralar tek tek satılıyorsa da, hiçbir firma alınıp değiştirilmelerini tavsiye etmemektedir. Sebebi ise, makaraların takıldıkları somunları bir defa söktükten sonra yeterince kuvvetli sıkamama riskidir. İmalat sırasında yüksek torklu elektrikli anahtarla sıkılan bu somunları sizin aynı kuvvetle sıkmanız mümkün değildir. Desandörün altındaki makaraya somunun açılma yönünde hareket bindiği için, değiştirdiğiniz makarayı bir iniş sırasında sizden uzaklaşmış, havada uçuyor görme olasılığınız vardır. Kıssadan hisse: En pahalı şey yaşamınızdır. Onu hiçbir fiyatla pazarlık konusu haline getirmeyin.

DESANDÖR (İNDİRİCİ) AŞINMASI !!!

Fotoğraf: Ceyhun Uludağ

Page 13: Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa 13

YaşadıklarımızYaşadıklarımızYaşadıklarımız

Burası neresi, bizim burada ne işimiz var?

Nerede yahu bu mağara ?

ASPEG Genel Kurulu tamamlandı

Murat Eğri bot kızartma

Foseptik Şebeke Tespiti

Volkan üstü Cansu

Bir az şekerli Kızım !!

Çayda Çıra

Kampa bahar geldi !!

Haşema üstü Havlu

Sandalye altı Daral

Fotoğraflar: Ender, Emine, Ludmilla

Page 14: Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa 14

Sahibinin Sesinden.... Şarkıyı dinlemek için tıklayın. http://www.facebook.com/video/video.php?v=26917313164&oid=27616913575

SpeleosanatSpeleosanatSpeleosanat

ASPEG’in Bülbülleri: Gülşen Küçükali, Ayla Titiz

KIZLAR ŞARKINIZI SÖYLEYİN DE BİZİ BU AYI’DAN KURTARIN !!! İMDAT !!! PARDON RESCUE !!!

Page 15: Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa 15

Ömer sayesinde aşırı sıcak geçen gecenin ardından s a b a h 8 ' d e uyandık. Sıkı bir kahvaltı... Herkes neşeli, ben biraz gergin; grupta mağara deneyimi olmayan tek kişi benim. İkinci grupta, Ali ve Sinan'la birlikte henüz ölçülmemiş bölüme gireceğiz. B i r i n c i g rup , Emine, Murat ve Engin, bir gezi önce çizilen haritadaki emin olamadıkları bölümleri tekrar gözden geçirecekler. Gülşen ve Cem ise ihbarları araştırmaya gidecekler. 9:15'te üç araba yola çıkıyoruz. Yolda jandarmada durup mağaraya gireceğimizi söylüyor ve kapıya kadar uğurlanıyoruz. Mağaraya vardığımızda, yamacın ortalama 50. metresindeki iki "deliğin" giriş olduğunu öğreniyorum. Tırmanmamız gerekecekmiş! Neyse ki tuluma sığdım, içimde Emine'nin uyarısıyla aldığım termal giysiler olduğu halde, dizlikleri tulumun dışına, kırmızı bulaşık eldivenlerini -kırmızı çizmelerim ve kaskımla uyumlu- elime geçirdim. Hava yumuşacık, manzara şahane... Sanki hazırım... Tırmanıp mağaranın girişine geldiğimizde bende gerginlikten eser kalmıyor. Atla deve bir tırmanış tabii ki değil ama bunu becerdiysem sanki içerde de fazla zorluk çıkarmayacağımı düşünüyorum. Kafa lambalarımızı yakıp içeri dalıyoruz. Birinci gruptan kısa sürede ayrılıp önde ben, arkamda Sinan ve onun arkasında Ali sürünerek, eğilerek, arasıra yürüyerek, arada gördüğümüz yarasaları ürkütmeden, ana galeriye geliyoruz. Darac ık

deliklerden geçebildiğime inanamıyorum. Dizlikler gerçekten çok işe yarıyor, bir de dirseklik olsa diyorum kendi kendime. Pusula ve klino Sinan'da, metre bende, not alma ve direktif verme işi Ali'de. Çalışmaya başlıyoruz. Daracık

alanlarda bir de sarkıtlara dikitlere dikkat etmem gerekiyor... Birçok kol var. Kollarda ilerlerken Ali'nin yön duygusu beni şaşırtıyor. Yanımda olmasalar geri dönmem mümkün değil. Şeker gibi bir ekibiz; Sinan ölçüm al ırken kıpırdamamamı söylüyor ve her defasında teşekkür ediyor, çok şirin. Ali benden memnun gibi hiç azarlamıyor... Zorluk çıkarmıyorum sanırım. Keyfim yerinde. Üşümüyorum. Arada dizlikler aşağı yukarı kayıyor ve dizlerim acıyor ama dert etmiyorum. İki noktaya merdiven döşüyor ve birine Sinan'ı indiriyoruz. Ben 1 saattir içerde olduğumuzu düşünürken 3 saatin geçtiğine inanamıyorum.

Yemek molasında cevizli sucukları mideye indirip 2-2.5 saat daha çalışıyoruz. Bu günlük ölçümü tamamlayıp ana galeriden çıkışa ilerlerken öbür ekibin sesleri duyuluyor. Yanlarına gidiyoruz. Emine ve Engin 7 metrelik çukurun dibinde, Murat yukarda. Emine aşağıdan seslenip çantada kahve olduğunu, kahveyi alıp inmemizi söylüyor. Murat ve Ali, emniyet alınarak merdivenden inebileceğimi düşünüyorlar. Biraz ağır ama inmeyi beceriyorum ve

İlk Mağara Deneyimiİlk Mağara Deneyimiİlk Mağara Deneyimi Ludmilla BÜYÜM

Page 16: Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa 16

Biz 200 metre kadar bir alan ölçtük ve tüm bu süre aslında birbirimizin altında üstünde dolanıp durmuşuz. Gerçekten inanılmaz. Sinan'ı, Murat ve Engin'le bırakıp, Emine ve Ali'yle saat 16:00'da Paşa Konağı'na doğru yollanıyoruz, üstümüzde tatlı bir yorgunluk... Not : "Mutlak Karanlık"ı burada anlatmıyorum, o ayrı bir yazı konusu... Fotoğraflar: Emine Azak, Ludmilla Büyüm, Sinan Poyraz, Engin Selamsız

Page 17: Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa 17

Sabahın beşinde uyanmak kimin hoşuna gider bilmem ama sanırım hepimiz o gün kalktığımızda yapacağımız iş yüzünden oldukça heyecanlıydık. Ondört kişilik bir grup ve çoğumuz daha çömez olma yollarından geçiyoruz. Mağaraya girmeden önce uykumuzun yerinde olmas ı gerekiyor. Ancak şartlar kimimizi tulumda kimimizi (şanslı olanı tabi ki) yatakta yatmak zorunda bırakmıştı.Gece yatmadan önce teorik bilgilerimizi tazelemek gerekiyordu. Sütten ağzı yanıp da yoğurdu üfleyerek yiyenler bizim gibi oluyor sanırım. Beşte kalkmıştık,heyecanlı ve meraklıydık bir de üstüne gitmememiz gereken o kadar yol vardı. Hepimiz arabalara ayrılıp mağaradan sonra yiyeceğimiz sucukların hayalini kurarak yine düştük yollara. Hava durumuna bakmamıştım, nasıl bir havanın bizi beklediğini bilmiyordum ama o kadar yoğun bir sis beklemiyordum. Hayatında ilk kez sis görmüş biri olarak önce çok güzel, büyüleyici bir şey gibi gelmişti bu garip duman. Ama sonra bir korku aldı. Zaten hepimizin uykusunu getiriyordu sis, bir de 100 metre ilerisini görememek. Hele bir de araba yolculuğunda. Şanstan mıdır bilinmez tam göz kapaklarıma yenik düşerken, gözlerimizin önündeki o sis perdesi dağıldı. Her şey açık, berrak oldu. Gökyüzüyse bizimle dalga geçer gibi masmaviydi. Sis yüzünden yolu mu karıştırdık derken Haymana’ya varmıştık bile. İlk kez halkın mağaracılara ne gözle baktığını Haymana’da anladım. İlk izlenim zaten pek güzel değildi. Kızlı erkekli bir grup hoplaya zıplaya bir ilçenin sokaklarında dolaşıyor. Mağaracı olduğumuzu öğrenmelerine bile gerek kalmamıştı. Hepimiz jandarmadaki iş hallolsun da gidelim girelim mağaraya diye bakarken, jandarmada hala neden olduğuna akıl sır erdiremediğim bir problem çıktı. Biz de bu sayede kahvaltı yapma şansı yakaladık. Cansu ve Durmuş kaymakamda iznimizi koparmaya çalışırken biz yurdumun bir pastanesinde poğaçamızı yiyip çay keyfi yaptık. Ama sonunda ve nihayet Temirözü Köyü yolları açılmıştı önümüzde. Üç arabayla seyahat etmenin cilvesinden olacak ufak tefek kaybolmalar yaşadık. Herkes birbirini bulmakla uğraşırken ben boş bir çabayla dağlara tepelere bakıp “acaba burda mıdır ki mağara” diye zaman geçiriyordum. Sonunda tüm kopmalarla aramalar bitti ve hedefimize ulaştık. Ulaştık ulaşmasına ama makus kaderim yakamı bırakacak gibi değildi. Herkesin “anam ne şeker şey” diye baktığı ama benim hayati tehlike olarak gördüğüm bacağım kadar köpecikler yine oradaydı. Yine de ben şanslı olanlardanmışım. Mağaradan çıktıktan sonra öğrendiğime göre bir çoban bizim arkadaşları epey bir korkutmuş. Böyle hikayeleri daha önce

duymuştum ama yaşamak nasip olmamıştı. Bizleri define avcısı gibi gördüklerinden olsa gerek, caydırmak için ağızdan ağıza dolaşan söylentiler bu mağara için de varmış meğerse. Yok efendim içeri giren çıkamıyormuş da falan falan… Yine de bilmediğimiz bir mağaraya girmeden önce bunları duymamış olmamız grubun biz şanslı çömezleri için iyi olmuştu. Biraz offroad dağ tepe taş toprak edasıyla aşarak mağaranın önüne geldik. Kahvaltı yapmış olmamıza rağmen yarım ekmeği afiyetle götürdükten sonra ilk grup içeriye girsin diye bekledik. İkinci mağaramız alıştık biraz da olsa mağaracılık kavramına. Ama benim için pek öyle değilmiş anladım. Yine el ayak titremelerdeydi mağaraya doğru ilerlerken. Hele bir de mağaranın girişine ulaşmak için tırmanmak gerekirken. İnsan bilmediği şeyi çok fazla abartıyor kafasında. O tırmanış için öyle oldu. Korka korka ilerlerken Kemal sayesinde iş daha bir eğlenceli hale geldi. Her nerden aklımıza estiyse (Kemal yüzünden =)) kolay yol yerine epeyce dik olan yolu seçtik Kemal’le ikimiz. Bir de tuttuğun yer sağlam olmayınca epey çaba harcamak gerekiyordu. Sonunda güç bela tepeye ulaştığımızda bende pek güç kuvvet kalmamıştı. Nefes nefese vardım ki tepeye baktım, bizim geri kalanlar oturmuş şanslı Egemen beye karpitini yakmakta yardım ediyorlar (çömezlerden elinde karpit olan bir tek Egemen’di). Dinlendik ettik derken yine bulduk kendimizi bir mağarada. Daha zor düşünmüştüm. Ama içimde hep kolay olsun diye bir umut vardı.T emirözü ise ikisinin tam ortasında bir yerlerdeydi. Tırmanlamalı inmeli, öğrendiğimiz ama uygulama şansı bulamadığımız bir çok tekniği kullanabileceğimiz guano ve çamurdan kaydırak gibi olmuş bir mağara… Başta yaptıklarımız azıcık korkunç geldi gözümüze. Sonuçta hepimiz çömezdik ve bilsek de pratik yapmamıştık. Ama yine de başımızın çaresine baktık. (En azından sıkışan yaralanan düşen kalkan olmadı =)) Temirözü sakinleri bizim hayrımıza yapmamıştı ama izlenecek yolun üstüne ip gererek bize epeyce yardımcı oldular. Liderlerimiz biliyorlar yolu elbette ki, ama bizler de mağaracı adayları olarak yolumuzu bulmak durumundaydık mağarada. Çatlaklar tepeler aşarken böcekler görüyordum etrafta (daha yarasa görmeye nail olamamıştım) ama ne türünü bildiğimden ne de anladığımda sadece gördüm demekle yetiniyordum. Ama böcekler konusunda Erkin’in büyük yardımı oldu. Erkin’in gördüğü böcek Çağan’ı epey bir heyecanlandırmıştı. Sanırım ve umarım ufak bir akrep türü olan bir böcek buldular. Eeee, mağaracılık gezip görmek eğlenmek değil

TemirözüTemirözüTemirözü Özge ÇELİKKOL

Page 18: Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa 18

sadece. İşin bir de bilim yüzü var. Ama böcekler boylarına bakmadan Çağan’a kafa tuttular. Çağan duvara yapışıp haklarından gelmeyi bildi neyse ki. Mağarada ilerlerken bizden önceki grubun seslerini duyuyorduk. Ama ben hala ne kadar uzakl ıkta olduklarını çözememiş karşılaşacağımız zamanı bekliyordum. Ama yarasalar bir anda dikkatimi diğer gruptan içimdeki korkuya çekti.O ana kadar o kadar fazla umursamamıştım onları. Bu rahatlığım bir yerlerde var olduklarını bilmeme rağmen daha görmemiş olmamdandı. Ama ilk gruba yetişmeden o salonda tepe aşağı durmuş karaltıları görünce aklım başımdan gitti. Dişimi sıka sıka da olsa oradan ayrılıp yolumuzun sonuna vardık. Mağaranın sonunda bir iniş vardı.Y ani biz çömezlerin yapamayacağı türden bir iş. Bizden önceki grup da orada oturmuş Durmuş’un aşağıdan gelmesini bekliyordu. Biz de yanlarına oturup biraz yiyip içip gücümüzü toplayarak ve kısık sesle konuşarak (yarasa arkadaşlar uyanmasın diye) Durmuş’u beklemeye başladık. Durmuş’u iple yukarıya çıkarken görünce, mağaracılığı ne kadar sevdiğimi, daha bir mağaradan çıkmadan diğerini nasıl dört gözle beklediğimi daha da iyi anladım. Sanırım orada otururken hepimizin düşündüğü aşağı yukarı böyleydi. Onlar gitti bizse beklemeye devam ettik. Arada iki eleman değişimi yaşamıştık. Ve sonunda gruptaki tek kız olma durumum sona ermişti. Dönüş yolu daha da bir eğlenceliydi. Yorgunduk belki ama nereye gideceğimizi, nasıl geçeceğimizi biliyorduk artık. Orası da bizim mağaramız olmuştu. Dönerken, gidişte rastlamadığımız belki de dikkatimizden kaçan bir şey epeyce bir vaktimizi aldı. Yazıları çok zor okunan bir yazıt. Belki de mağaranın en zevkli anlarından biriydi. Daha önce görülmüş üzerinde tartışma yapılmış da olsa, birşeyi bulmanın heyecanını yaşadık. Oturup bir çok öykü yazdık yazıt üzerine. Belki bilemedik hatta yakınına bile yaklaşamadık ama bilmediğimiz birşeyi öğrenme araştırma heyecanın ilk kez olarak yaşadık. Bir sonraki molamızsa fotoğraf içindi. Yazıtın hemen biraz ilerisinde görece geniş bir

alanda verdik molayı. Bazımız dinlenirken bazımız fotoğrafların çekilmesine ışıklarıyla yardım etti. Böylece bulup da anlayamadığımız yazıtı da bir fotoğraf karesinde de olsa mağara dışına taşımış olduk. Biz fotoğraf çekmekle uğraşırken buldukları her deliğe girdikleri ve araştırdıkları için geride kalan diğer arkadaşlar bizi yakaladı ve o küçücük yerde ondört kişi olduk birden. Tabi ki fotoğraf makinesi çıkmışken birkaç poz verdik =) Dönüş yolu eğlenceli ve daha kolaydı belki ama çok yorulmuştuk hepimiz de. Bense artık yorgunluktan sürekli çevremde dönüp duran, yerlerde (asl ında hiç benzemese de benim öyle olduğunu düşündüğüm) ölü yatan yarasalar görmeye başlamıştım. Çıkmadan önce yine bir fotoğraf çektikten sonra zaman mağaraya veda zamanıydı. Mağaradan çıktığımızda içimizde kalan tek şey o böcekti heralde. Mağaranın çıkışına yakın bir yerde Çağan (daha girerken gördüğü) fotoğraf çekeceği yeri ararken bir böcek gördü. Ben böyle böcek görmedim göremem de. Böyle zeki (zeki demek doğruysa tabi), böyle kıvrak…Yakalayamadık. Belki de böyle olması gerekiyordu. Bize yakalanmamak için yaptığı onca akrobasiden sonra. Çıkış mı zordur iniş mi bilmem ama mağaraya çıkarken izlediğimiz yolu gece karanlığında görmek pek de iç açıcı bir şey değildi. Zifiri karanlık, aşağısı görünmeyen bir tepe… Kendimizi yollara vurmadan önce Cansu’ya uyup şöyle bir tepeye baktık. Yıldızlar... Milyonlarcası... Bu kadar yakın ve bu kadar uzak... Tam da Tuğçe’nin dediği gibi “uzansam tutabileceğim sanki”. Gözümüzü kararttık. Aşağıda bizi bekleyen sucukları düşünüp vurduk kendimizi yollara. En güzel uyku uykuluyken uyunan, en güzel yemek açken yenilendir. Ne o sucuk kadar güzel yemek vardı, ne de döndüğümüzde uyuduğumuz uyku gibi uyku.

Fotoğraflar: Çağan Çankırılı

Page 19: Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa 19

Enteresannn...Enteresannn...Enteresannn...

“İbrahim, şu ipi tut, ben iniyorum” operasyonunun sonucu aşağıda. Dikkat çekici olan öbür nokta ise, gazetecilere açıklama yapan köylülerden birisinin “Buralarda define olsa önce biz buluruz” açıklaması.

Page 20: Cadı Kazanı 4 (Ocak-Subat 2009)

ASPEG Cadı Kazanı Ocak Şubat 2009 Sayfa 20