24
Sayı 23 MART 2012 YIL:4 NİSAN Mağaraya dair

Cadı kazanı sayı 23

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Cadı Kazanı ASPEG derneğinin 2 ayda bir çıkan elektronik bültenidir.

Citation preview

Page 1: Cadı kazanı sayı 23

Sayı 23MART

2012YIL:4

NİSAN

Mağaraya dair

Page 2: Cadı kazanı sayı 23

2

Yayın KuruluBülent Demir

İlker Gürbüz

Mesut Şen

Ender Usuloğlu

Katkıda BulunanlarMetin Albukrek

Hakan Eğilmez

Gülhun Gürbüz

Merve Karakılıç

Mesut Şen

Selin Tez

Ender Usuloğlu

Fotoğraflar

Ön Kapak: Bülent Demir

Arka Kapak: İlker Gürbüz

Bu dergide yer alan yazılar ve fotoğraflar, kaynak belirtilmeden kullanılamaz.

Websitelerimiz: www.aspeg-medya.com www.aspeg-tr.orgBize ulaşmak ve(ya) mağaracı olmak istiyorsanız: [email protected]

Mağaraya Dair...

Uzunca bir aradan sonra sizlerle tekrar birlikte olmanın mutluluğunu yaşıyoruz.

Geçtiğimiz iki ayda oldukça güzel gelişmeler yaşadık. Bunların başında Akseki Kaymakamlığı ve Akseki Akseki Eğitim Hayratı Derneği ile imzalamış olduğumuz “Akseki Mağaraları Keşif Projesi” geliyor. İki yıla yakın bir süre içinde tamamlanacak olan proje ile bir çok mağaranın Türkiye’ye kazandırılması hedefleniyor. Daha fazla bilgi için: www.akseki.aspeg-tr.org

Bu ay ki diğer konularımız arasında; Hakan Eğilmez ‘in sınırları zorlayan 130metre Kaş dalışı, Van Depreminde bölgeye intikal ederek ekip olarak yaşadıklarını yine Hakan Eğilmez’in gözünden sizlere aktarıyoruz. Dağ Filmleri festivaline ise bu yıl ilgi oldukça fazlaydı. Hem ekip olarak hem de doğayı seven bireyler olarak bu yıl dolu dolu festivalin keyfine vardık. Ender Usuloğlu mağaralardaki belgesel çekimine ışık tutuyor.

Gülhün Gürbüz Buz Altında Dalış ile bizleri yine yerin altına götürüyor ama bu sefer ortam oldukça sulu, Mesut Şen malzeme değerlendirme köşemizde “Mağara Tulumu” nedir ne değildir yazısı ile bizleri mağara tulumu konusunda aydınlatıyor. Selin Tez ‘in Dupnisa Mağarasındaki iki günlük kampımıza ilişkin yazısı ise sizleri başka bir dünyaya sürükleyerek yaşadığımız her anın zihinlerinizde canlanmasını sağlayacak.

İleri ki günler bizlere daha da sevindirici haberlerin müjdecisi olacak. Bu gelişmeleri de sizlerle bir sonraki yazımızda paylaşmayı hedefliyor, baharın gelişinin hepinizi mutluluk sağlık ve huzur getirmesini diliyoruz.

Page 3: Cadı kazanı sayı 23

3

MART-NİSANİçindekiler

VARLIĞA İLİŞKİN BİR ÖYKÜSayfa: 12

BUZ ALTI DALIŞI: SİVAS TÖGÜRGE Sayfa: 18

Foto

ğraf

: Bül

ent D

emir

MAĞARA TULUMLARI Sayfa:4

YEDİUYURLAR Sayfa: 11

SENİ UNUTMADIK ! VANSayfa: 8

DFFSayfa: 20

Akseki Projesi Sayfa: 21

-130 m ! : Suyun altındaSayfa: 23

Page 4: Cadı kazanı sayı 23

4

Mağara TulumlarıYazan: Mesut Şen

Foto

ğraf

: End

er U

sulo

ğlu

Page 5: Cadı kazanı sayı 23

5

Mağaraya normal bir kıyafetle girilir mi?

Bu sorunun cevabı ufak yerler için evet olsa da büyük çoğunluk için hayır.

Mağaralar soğuk ve çoğunlukla ıslak yerler. Normal bir kıyafetle girdiğiniz zaman bir sürü problemle karşılaşabilirsiniz. Bunların başında ciddi şekilde üşümek geliyor, hareket ederken farketmeseniz de durduğunuzda titreyecek kadar üşüyebilirsiniz. İki parça yani alt ve üst şeklinde giyindiğinizde, darallarda içinize çamur ve taş girme ihtimalinin yanında sıkıştığınızda bir de takılan kıyafeti kurtarmak zorunda kalabilirsiniz. Tüm bu ve bunun gibi problemleri yaşamamak için mağara mağara tulumu dediğimiz, bu iş için üretilmiş kıyafetler kullanıyoruz.

Mağara tulumu neye benziyor? Tüm vücudu saran, kolları ve bacaklarıyla tek parça belden ayrılmayan önden fermuarlı bir kıyafet. Hareket kabiliyetini azaltmamak için sırt kısmı bolluk, dirseklerde, dizlerde ve kalça da çift kat kumaşla koruma oluyor. Mağara tulumlarında bu iş için uygun, kolay kolay yıpranmayan ve yırtılmayan kumaşlar kullanılıyor. Mağaralar yüksek nemli ortamlar olduğu için genellikle su geçirmeyen ya da su geçirmez malzemeli kaplamalı kumaşlar kullanılıyor. Su geçirmez tulum malzemelerinin başında pvc gelse de soğukta donduğu, uzun süre kullanımda çatladığı ve sert olduğu için artık mağara tulumlarında kullanılmıyor. Bunun yerine poliüretan kaplamalı polyamid kumaşlar tercih ediliyor. Bazı tulumların tamamında, büyük bir kısmının da koruma bölgelerinde kordura yada kordura benzeri aşınmayan sert bir kumaş kullanılıyor.

Mağarada giyilebilecek bulunması en kolay ve fiyat olarak en uygun tulumlar, boyacıların kullandığı ya da endüstride kullanılan normal kumaştan üretilmiş tam vücut tulumları. Piyasada 30 lira civarında böyle bir tulum bulmak mümkün. Tulumun içine bir içlik ya da eşofman giydiğinizde, sizi uzun süre idare edebilecek bir tulum. Çabuk yırtılması, hemen ıslanması ve yeteri kadar sıcak tutmaması ise dezavantajları.

Pilotların kullandığı tulumlar az önce bahsettiğim tulumlardan rahatlık ve dayanıklılık açısından daha kullanışlı. Satılan bir şey olmadığı için fiyat vermem mümkün değil, tanıdıklarınızdan ya da ikinci el eşya satanlardan bulabilirsiniz.

Foto

ğraf

: İlk

er G

ürbü

z

Page 6: Cadı kazanı sayı 23

6

Çok cepli olması ve sırtının bol olması iyi bir avantaj fakat aynı şekilde çabuk ıslanıyor ve yırtılmalara karşı yeteri kadar dayanıklı değil.

Ülkemizde mağaracılık için özel tulum diken yerler de var. İstanbul, Ankara ve İzmir’de bu tip yerler bulmak mümkün. Ben size bildiğimiz ve kullandığımız bir tulumdan bahsedeceğim.

Üreticisi Amfibi Tekstil, firma sahibi de mağaracı olduğu için ürettikleri tulumlar mağara için özel. Tamamı kordura benzeri kumaştan üretilmiş tulumları olduğu gibi, çoğunlukla poliüretan kaplamalı polyamid kumaştan üretilen tulumları kullanılıyor. Polyamid kumaşlı olan tulumları kesinlikle çok dayanıklı, diğer tulumlara göre daha sıcak tutuyor, sırt kısmında aynı şekilde bolluk var. Kullanılmayan bir şey olsa da yakasının içinde katlanabilir kapşonu var.

Dirsek, diz ve kalça kısmında kordura benzeri kumaştan koruma, diz korumalarının içinde de yaklaşık 3mm kalınlığında pad var. Diz korumaları gerçekten çok işe yarıyor. Tulumun fiyatı kargo dahil 125 lira. Dezavantajları; tulumun kumaşı çok sert kesinlikle yırtılmıyor fakat kendinizi robot gibi hissedebiliyorsunuz, sert olması bazen hareketi kısıtlayabiliyor. Tulum kumaştan yırtılmasa da çok zorlandığında dikişlerinden yırtılabiliyor. Uzun süre kullanımdan sonra poliüretan kaplaması dökülmeye başlıyor.

Yurtdışından daha orijinal tulumlar bulmanız mümkün. Mağaracılıkta çok aktif oldukları için Balkan ülkelerinde yerel üretim mağara tulumları bulabilirsiniz. Marka ve fiyat vermem mümkün değil, yerinden alabilir ya da tanıdık aracılığı ile getirtebilirsiniz. Petzl’ın da çok güzel bir mağara tulumu var fakat artık üretilmiyor.

Piyada üretimde olan temin edebileceğiniz en iyi tulum Fransız firma Aventure Verticale’nin üretimi, model ismi Holloch. Poliüretan kaplamalı poliamid

kumaştan üretilmiş bir tulum, çok yüksek seviyede su geçirmez özelliğe sahip. Tabi bu içinize asla su girmeyeceği anlamına gelmiyor, paçalardan ve bileklerden kapalı bir tulum değil oralardan mecburen su alıyorsunuz fakat sulu yüzeylerde sürünürken ıslanmıyorsunuz. Kalın bir poliüretan kaplaması, diz ve kalçada kordura kumaştan korumaları, yakasında kapşonu var. Tulum fermuar yerine 4cm kalınlığında cırt band ile kapanıyor bu sayede fermuarın bozulup tulumun önünün açık kalması riskinden kurtulmuş oluyorsunuz. Kesinlikle dayanıklı ve ince kumaşlı bir tulum hareketi engellemiyor. Maalesef ülkemizde distribütörü olmayan bir firma, tulumu yurtdışından almak ya da tanıdık vasıtasıyla getirtmek mümkün. Tulumun fiyatı yaklaşık olarak 250 lira. Aventure Verticale getirtmek isteyenlere ürün temininde yardımcı olabilirim.

Sadece mağara tulumu uzun süreli ıslak mağara aktiviteleri için ısı konusunda yeterli olmuyor. Bunun için genellikle iç tulum adını verdiğimiz bir tulum daha kullanıyoruz. Polar kumaştan üretilen iç tulum şekil olarak mağara tulumuna benziyor fakat ısı kaybını engellemesi için bol değil vücuda tam oturması gerekiyor. Bu tulumları terziye diktirtebileceğiniz gibi Amfibi Tekstil ve Aventure Verticale’nin de iç tulumları mevcut.

Suya girmek zorunda kalındığında ise mağara tulumu ve polar iç tulum da ısı kaybını engelleyemiyor. Bu durumlarda dalgıçların kullandığı neopren elbiseler kullanılıyor. Kısa kollu ve kısa paçalı olabileceği gibi tam vücut da olabilir. Eğer dalış yapılmayacaksa hareketi kısıtlamaması için en fazla 3mm kalınlığında olması gerekiyor. Sudan hiç çıkmadığınız mağaralarda mağara tulumu kullanmadan 5mm ya da 7mm kalınlığında neopren elbise kullanmak da mümkün fakat elbisenin yırtılmamasına ayrı bir özen göstermeniz gerekte. Dizlik ve dirseklik takıp, yırtılmayacak bir şort giymeniz gerekiyor.

Page 7: Cadı kazanı sayı 23

7

Foto

ğraf

: İlk

er G

ürbü

z

Page 8: Cadı kazanı sayı 23

8

Van Depremi Unutmadık !

Yazan: Hakan EğilmezFotoğraflar: Hakan Eğilmez

Page 9: Cadı kazanı sayı 23

9

Hepimizin bildiği üzere, deprem kuşağında yaşayan bu çoğrafya’nın insanları, sıklıkla meydana gelen depremler ve sonrasında yapılacak kurtarma faaliyetlerinde neler yapılacağını ya da deprem sonrasında oluşan hasar tablosu içerisinde nasıl hareket edileceği konusunda yetersiz bilgiye sahiptir. Yaşanan acılardan ders çıkarma yerine, yaşanmışları kadercilik anlayışı içerisinde olağan karşılamak, önümüze benzer acı tabloların gelmesine olanak sağlamaktadır.

Özellikle ulaşımın normalde zor, kış aylarında ise çok kısıtlı olabilen Anadolu yarımadasında, olası bir büyük depremde, gönderilmesi gereken yardım ekiplerinin, zamana karşı yarış verdiği ortadır. Bazı major depremleri, bölge özelliklerine göre değerlendirmek, olası yardımın daha sağlıklı ulaşmasına olanak tanımaktadır. İlk 72 saat’in önem kazandığı kurtarma çalışmalarında, yeterli eğitim almış ekiplerin, insan+çalışma saati süreleri göz önüne alındığında, çalışma konsantrasyonu ve pozitif kararları alabilmede her zaman dinlenmiş ekip ve kurtarıcılara ihtiyaç vardır.

Türkiye genelinde Akut, Sivil Savunma, Umke, Jandarma, Gea, Çayeli Bakır ve başka profesyonel deprem kurtarma ekiplerinin toplam insan kaynağı muhtemelen 1000 civarındadır. Bunların içinde spesifik arama kurtarma elemanlarının sayısı en iyi ihtimalle 400 civarıdır. Şöyle ki, bir Sivil savunma birimi, bir araç ve 5 personelle görev yapmaktadır. Kesici, delici, kırıcı, kazma kürek ve atel atabilme işgücü açısından 5 kişiyi aşar, her zaman yedek dinlenmiş insanlara ihtiyaç vardır. Daha önce deprem kurtarma çalışmalarını sivil inisiyatif olarak katılan ya da doğa sporlarında amatörce uğraşan insanlar, deprem kurtarma çalışmalarında yeterli sayıda ekibin yer aldığını, basından takip ettikleri kadarı ile zannederek, yardıma gitmemektedirler. Tabi ki münferit gidişlerin pek bir faydası yoktur. Ancak doğa sporlarında uzmanlaşmış

ekipler (dağcılar, mağaracılar, dalgıçlar) belli ekiplere katılarak çok faydalı çalışmalar yapabilir. Kurtarma ekiplerinin her zaman yedek kuvvete ihtiyacı vardır. Özellikle devletin mevcut deprem kurtarma mantığı, kriz masası endeksinde sonlanmaktadır, ilk 72 saat kriz masası, gerçek anlamda ‘kriz masasına’ dönüşmektedir. Kurtarma ekiplerinin eşgüdümü sağlanamamakta, yabancı ekiplerle iletişimde sorunlar olmakta, gece hava karardıktan sonra çalışılmamakta (Akut hariç), daha önce çalışılmış ve bırakılmış binada sanki hiç çalışılmamış gibi tekrar çalışılmaktadır. Çalışılan binada hangi işlerin yapıldığı, diğer ekiplerce bilinmemektedir. Sonuçta boş yere zaman ve işgücü kaybı oluşmaktadır. Karayolu ile ulaşılması zaten 20 saat alan bir bölge için, örneğin Bursa Umke ekibi 8 saat bölge direktörünün iznini beklemiştir. Sonuçta 3 ya da 4 gün içinde, kurtarma ekipleri çalışmaları sonuçlandırmıştır. Bizim gözlemimiz, Belediyelerin yapı iskan planlarının bir veri tabanı şeklinde oluşturulması, bu veri tabanına bütün kurtarma ekiplerinin ulaşması, hangi binalarda çalışıyorlarsa o binanın dosyasını olay yerinde açıp, güncellemeleri ve bu bilgileri diğer ekip ve kriz masası ile paylaşmalarıdır. Bu fikri ilettiğimizde bu fikrin olduğu ama hiç uygulanmadığı söylenmiştir.

Aspeg olarak, bu depreme gitmek ve yardımcı olma fikri, zaten üzerimizde olan bir sosyal sorumluluktur. Sonuçta mağaracılıkta uyguladığımız teknikler, dar alanda uzun süre iş yapabilme konsantrasyonu, bizleri deprem alanında hazır yardımcı ekip statüsüne sokuyor. Deprem alanında çalışmak için, kriz masasına başvurup, çalışmaya başlamak gerekiyor. Bu şekilde bir vakit kaybı olmaması için, ayrıca sayıca 4 kişi ve yeterli ekipmanımız olmadığından, bölgeye ilk giden ekiplerden (Rize ekibi, Rize akut, Rize sivil savunma, Umke, Çayeli bakır Karadeniz dalgıçları) ekiplerinden, Sayın Rıza Birkan ile iletişime geçerek, hem bölge

hakkında sağlıklı bilgi, hem de beraber çalışmak için bölge ekibini tespit etmiş olduk. Akut’tan üyemiz olan Sayın Didem Döşer’den de bazı bilgileri aldıktan sonra, Pegasus havayollarından Sayın Ceyda Şems yardımı ile aldığımız ek hat biletleri ile Van’a ulaştık. Bir arkadaşımız ise (Sait Taylan) Ankara’dan Van’a ulaştı. Erciş’ten gelen bir araba ile gayet sıkışık bir şekilde Erçiş’e ulaşarak çalışmalara katıldık. Bizim görev aldığımız süre içerisinde bağlı olduğumuz ekipler 3 canlı, 10 cansız bedene ulaştı. 5 gün sonra, bizle ilgili bir iş kalmadığından, yine konulan ek sefer ile İstanbul’a döndük. Olayı haber aldıktan, aramızda yaptığımız haberleşme, malzemelerin toplanması, ip kask, matkap, çadır, tulumlar, yiyecekler, ısıtma torbaları, fenerler, ofiste toplanıp, Erciş’e gelene kadar ki süre 48 saat idi. Aspeg adına, 4 kişi Cem Yürek (doktor), Hakan Eğilmez (ilkyardım eğitmeni), Sait Taylan (Tercüman, yerel dil), Engin Selamsız’dan oluştu. İlk varıştan sonra duruma göre gelmek üzere, yedek ekip olarak, Ali Aytan, Ender Usuloğlu, Gülşen Küçükali hazır beklediler. Hem Akut, hem de ASPEG’ te üye olan Didem Döşer ve Ahmet Somuncu ise AKUT bünyesinde görev yaptılar.Olası bir Istanbul depreminde, olay mahallinin çok büyük olması nedeni ile kurtarma ekipleri yetersiz kalacaktır. Bu bilgiler ışığında deprem gerçeğine karşı hazırlıklı olmalıyız. Bizim temennimiz Türkiye genelinde bulunan mağaracılık ekiplerin, deprem kurtarma ekiplerine, kendi bölgeleri genelinde dahil olmasıdır. Bu çalışmaları Türkiye Mağaracılık Federasyonu koordine edebilir. Unutmayalım ki, ‘bir hayat kurtarmak dünyayı kurtarmaktır’.

Page 10: Cadı kazanı sayı 23

10

Page 11: Cadı kazanı sayı 23

11

ASPEG YEDİUYURLAR MAĞARASINDAKİ BİNLERCE YILLIK SIRRI ÇÖZDÜ !

Mağarada yapılan araştırmalar sonucunda, bu mağaraya özgü olan ve dünyada sadece bu mağarda yaşayan trypanasoma gambianse adlı mikroorganizmaların bir alt türünün uyku getirdiği tespit edildi.

3 yıl süren araştırmaları sürdüren ve dünya çapında adını duyurmuş olan çekirge uzmanı Prof. Dr. Mehmet Sait Taylan: “Çalışmalarımız sırasında çok zorlandık, uyuya kalmamak için sürekli kahve içmek zorunda kaldık” dedi.

Bu sırada, Lavassa kahveleri ile en iyi sonuçları aldıklarını belirten Prof Taylan, “bu bakteriler sayesinde uykusuzluk sorunu çeken hastalarımıza şifa getireceğiz.” Dedi. Bu haber üzerine, bölge belediye başkanı Sayın Mehmet Uyanık, “Bu mağaraya beton döküp, dozerle büyütüp turizme kazandıracağız, içinde uyuya kalmış olan binlerce yarasayı kahve kokusu ile uyandırıp, mağaradan çıkartacağız” dedi. Bu arada kahve firmalarının, mağara önünde dükkan açma girişiminde bulunduğu alınan haberler arasında.

Ahmet Çokbilmiş - İzmir. (Nam-ı diğer Metin Albukrek)

Atlatm

a Habe

r

Foto

: Bül

ent D

emir

Page 12: Cadı kazanı sayı 23

12

Bir hafta öncesinden başlayan bir organizasyon süreci sonunda 17 Mart 2012 sabahı tüm mağara ekibi yola koyulmak üzere son hazırlıklarını yapıyordu. Güneş, bulutları aralayarak dünyaya ilkbaharı müjdeleyen bir bakış atıyordu. Nefes aldığında, hava ciğerlerine gitmeden genzini ferah bir serinlikle okşuyordu.İlker Gürbüz, Gülhun Gürbüz ve Metin Albükrek bir araçta; Bülent Demir, Sibel Demir, Doğa Demir, Cem Yürek ve naçizane şahsiyetim ile birlikte ben bir araçta olmak üzere ASPEG olarak iki araç ile harekete geçildi. Kırklareli Sarpdere Köyü yakınlarında bulunan belli bir kısmı turizme açık Dupnisa Mağarası içerisinde kamp atmak hedefindeydiler. Şevk düzeyi kişilere göre değişiklik gösteren sekiz kişilik bu ekip için ortalama bir şevk sıfatı kesin olarak tanımlanamamaktaydı.Her biri kafatasında farklı beklentiler, heyecanlar, istekler barındıran bu sekiz kişi zamanın akışına paralel yaşadıkları etkileşimsel ve rastlantısal deneyimlerle, hayatın kendilerine temas etmesine izin veriyordu. Kişiler yaşamaya hevesli olunca ise geriye sadece yaşamak kalıyor, bağdaşık duygular bir araya gelince ise güzel bir ekip oluşuyordu.

“Marmara Üniversitesi BESYO Mağaracılık Dersi” alan 12 kişilik bir grup öğrenci de bir üçüncü araç olarak yolun yarısında bize katılmışlardı. Kampçılık ve mağaracılık konularında değerli ASPEG üyelerinden de yardım alacak olan bu şanslı gençleri de peşimize takarak yolumuza devam ettik.

Yol ilerledikçe yeryüzünün kıvrım hareketleriyle oluşan yumuşak dönüşlü geniş arazileri görüyoruz. Yükseltileri arasında pek fark bulunmayan bu alanlar sanki yeşil çimenlik kaplı gibi. Tarımcılık göze çarpmamakla birlikte, ormanlık bölgelerine girdikçe daha çok odunculuk yapıldığına şahit oluyoruz. Çoğunlukla küçükbaş hayvanlık olmakla birlikte hayvancılık da yapılmaktadır. Kış, gövdesi uzun ve dik olan ağaçları yaprak yaprak soyarak çıplak bırakmış. Kahverengi, beyaz,

turuncu tonlarındaki yapraklar toprağın üstünü öylesine kaplamış ki yamacın ortasına yapılmış bir yolda başımızı yukarıya doğru kaldırınca yapraklardan bir yeryüzü, yeryüzüne belli aralıklarla dikilmiş sopalar (ağaç demek için fazla cılızlar), sopaların üstünde de mavi bir gökyüzüyle evreni gözümüzün gördüğü kadarıyla üç basit form halinde algılıyoruz. Ağaçların daha besili olduğu kısımlarda da ağaç köklerinin topraktan taşarcasına kendilerini dışarıya attıklarını görüyoruz.

Sarpdere Köyü’nü geçip araziye ulaşmamız öğle saatlerini bulmuştu. Araçları park ettikten sonra TİT (Tek İp Tekniği) çalışmak üzere bizden evvel gelip, dışarıda kamp kuran arkadaşlarımızın yanına uğradık. Kısa bir sohbet sonrasında mağaraya taşıyacak olduğumuz çantaları ve kendimizi mağaraya hazırlamak üzere araçların yanına gittik. Herkes tamam olduktan sonra vakit kaybetmeden mağara ağzına doğru yürümeye başladık. Yapraklardan bir örtünün üstünde yürürken, turuncu yaprakların arasından kendilerini ilkbahara açmış mor renkli dağ menekşelerini görüyoruz. Mağara ağzına varmadan doğal bir köprünün altından geçiyoruz, sanki mağara bize hoş geldin töreni hazırlamış. Mağaranın turistik kısmına girmeden sağ koldan devam ediyoruz yolumuza. Aşağı yukarı iki metre yüksekliği ve dört beş metre eninde bir geçit suyun hareketlerini üstüne işlemiş. İnsanı hayran bırakan bir eser; yontma değil, suyun devamlı hareketi sadece, doğal…

Akan suya karşı gidiyoruz… Neyse ki su seviyesi genellikle diz veya diz altı boyunda. Yürümesi rahat; fakat bir iki yerde daral geliyor önümüze. Tekil kişiler açısından bir sorun yok; ama sevgili Doğa’yı omuzlarında taşıyan Bülent mükemmel bir performans gösteriyor. Sırtında kocaman bir sırt çantası ve omuzlarında Doğa. Sibel de yük taşıma görevini üstlenerek aile içi iş bölümü yapıyorlar. Takdire şayan bir aile saadeti gözlere gelmeli. Mağara içinde olduğumuz sürece

hayranlıkla izliyorum onları. Her biri farklı duygular içerisinde olsa da ikisinin de kızlarına olan ilgileri ve iletişimleri özellikle Sibel’in Doğa’ya bir yetişkin gibi davranması ve Bülent’in de kızına emniyetli olduğu müddetçe güvenmesi ve desteklemesi beni uzun soluklu düşüncelere sokmadı değil. Doğa çok harika bir çocuk ve onun için her şeyin güzel olacağına inanıyorum; çünkü harika bir ailesi var.

Yol boyunca suyun alabileceği en yüksek seviye kısa süreli olarak en fazla bir metre oluyor. Bu yerlerde suyun tulumun üzerinden gövdeme yaptığı bası alışık olmadığım için garip geliyor. Harika oluşumlara bakarak ilerliyoruz. Yürürken kimse bana nerden gideceğimi söylemiyor. Basacağım taşa ben karar veriyorum. Kimsenin baskısı yok üstümde. Sadece kendimden sorumluyum. Hiçbir maske taşımıyorum yüzümde, hiçbir rol oynamıyorum, olduğum gibi benim sadece ve kendim gibi hissediyorum. İçimden gelen uzuvlarımdan çıkıyor. Sevgili Metin abi ile hoş sohbetler ederken eğlenerek geçiyoruz yolu doğa eseri oluşumlara bakarken. Eldiven giymemişim, üşümüyor da ellerim. Dokunduğum her yerde gerçekliği tümüyle hissetmemi sağlıyor bu. Üç boyutlu gerçek dünyayı… suyun akışkanlığıyla sıvıyı, kayaların sertliğiyle katıyı ve bedenimden çıkan su buharı ile gazı… Girişteki sağ kolda ilerledikten ve bir daral daha geçtikten sonra yol iki kola ayrılıyor, sol taraftaki hafif yükselen. Sol koldan devam ederek büyük salona ulaşıyoruz. Burası gerçekten geniş bir yer. Burada kamp atacak bir alan aramaya başlıyoruz. Salona girdiğimiz yerin karşısında yükselen kumluk alan ve sola doğru giden bir yer var. Mağaranın içerisinde ne kadar düzlük bir yer arıyorsak da, ilkin sol tarafta baktığımız yerleri olmaz diye değerlendirip -burada kalınmaz çıkalım- psikolojisine girecekken, yüksek olan kumluk yerlerin daha kötü olduğu görülünce ilk baktığımız dere kenarına üç kişilik bir grup ve dört kişilik bir grup

Page 13: Cadı kazanı sayı 23

13

Varlığa İlişkin Egzantirik Bir Öykü

Yazan: Selin Tez

Foto

: End

er U

sulo

ğlu

Page 14: Cadı kazanı sayı 23

14

Foto

lar:

İlke

r Gür

büz

Page 15: Cadı kazanı sayı 23

15

olarak dağıldık. Cem, Metin ve ben eğimli kumluk bir alana sığarız diyerek başladık inşaat çalışmalarına. Olur mu olmaz mı diye tereddütte kaldığımız yer, yarım saatlik bir çalışmadan sonra dere kenarında, önünde basamağı olan hayalimizde şirin bir yuva oldu. Aynı zamanda Demir ailesi ve Gürbüz çifti de karşılıklı olarak kayaların üstüne iki ayrı çadır kurmakla meşguldüler. Kalacağımız yeri düzenledikten sonra kuru giysilerimizi giyiniyoruz. Metin abi ilkel benliğine söz dinletemiyor (ki söz dinletmesini gerektirecek bir durum da yok zaten) ve en ilkel dürtüleriyle “Kaptan Mağara Adamı” olarak başlıyor derede yıkanmaya, gayet sakin ve halinden memnun olarak sürdürdüğü keyfine hayran kalıyorum. Kuru giysilerimizi giydikten sonra yemeklerimizi yemeye başlıyoruz, hepimiz ayrı coşkunluk ve mutluluklardayız. Yemeğimizin ardından çay bahanesiyle diğer grubun kamp alanına geçiş yapıyoruz. Çizmelerle bodoslama daldığımız suların üstünden seke seke atlıyoruz şimdi.

Misafirliğe gitmiş gibi bize ayrılan yere oturup müziğimiz ve çekirdeğimizle başlıyoruz mağara içi aktivitemize, çitlemek… Metin son teknoloji ürünü(!) makinasını kullanarak fotoğraf çekme meşguliyetinde. Bülent modellik işini öyle bir ciddiye almış ki konuşurken kafasını bile çevirmiyor, yan gözle bakıyor bize. İlker de arada bir el atıyor makinasına anları kaçırmamak için, sonra gelip çekirdek çitlemeye devam ediyor. Geri kalan ekip mağaranın sefasını sürüyor. Herkesin keyfi yerinde, dış dünya dışarıda biz yerin dibinde… biz dışarı çıkınca tüm insanlığın yok olduğunu görüyormuşuz gibi fantastik muhabbetlere bile giriliyor akışın içerisinde.

Herkes tulumlarına girmiş şimdi. Dış dünyadan izole edilmiş bu yerde yatan birkaç kişilik bu grup içerisinde olmak ile yalnız olmak arasındaki fark nasıl olurdu acaba diye düşünüyorum. Buraya gelmek için bir sürü aşamadan

geçtik, farklı durumlarda farklı bağdaşımlar kurduk. Çeşitli konulardan bahsettik, kimi zaman bulunduğumuz yerle hiç alakası olmayan konular geldi dile. Bağdaşım kurduğumuz şeyler aslında çok alakasız şeylermiş gibi geliyor şimdi; çünkü hiçbir anlam ya da hiçbir tasarı bu kendiliğinden oluş ile asla kıyaslanamaz. Konuşulan onca şey bu suskunluk ve oluşun şaşası içinde anlamını yitiriyor. Varlık ortaya çıkıyor, varız… sadece varız. Bütünlüğümüz ve hacmimizle, organizmalarımızın elektriksel ve mekanik işleyişiyle, davranışlarımızla, sözlerimizle, enerjimizle… ve şimdi bu varlığın gereksinimi dinlenme. Dere kenarında su sesiyle uyuyoruz. Saat yok, bilmiyorum saat kaç uyanıyorum bir ara uykumdan. Sanki çadırların olduğu yerden sesler geliyor gibi hissediyorum. Anlayamıyorum, çadırlara bakıyorum ışık yanmıyor. Oysa birileri bir duygu yoğunluğuyla, bir şeyleri açıklığa kavuşturmaya çalışıyor sanki, iki kişi… ama bu suyun sesi. Anlayamadığınız bir konuşma sanki, kulak kabartıyorsunuz; ama çözemeyince uyumaya devam ediyorsunuz. Ertesi gün olduğunu saati olan bir arkadaşınızdan öğrenince, günaydın kelimesinin ağızda abes durduğunu fark ediyorsunuz o an. Kahvaltımızı yapıp hazırlandıktan sonra çıkışa geçiyoruz. Gezegene tekrar dönüş yapıyoruz ve rutin hayatlarımıza, süper ego ile ilkel benlik arasındaki çatışmalara, toplum içerisindeki rollerimize geri dönüyoruz. Geçiş pek istekli olmuyor; ama gerçek bu, modern dünyanın betonarme yapılarında yaşıyoruz… Dışarı çıktığımızda ardımızda bıraktığımız kimse yoktu. En sona biz kalmıştık, biz de yola çıktık.Değinmek istediğim bir noktadır ki mağarada dehidre olmak ve sonucunda bilinç bulanıklığı yaşamak. Bunlar kişinin farkında olmadan geldiği noktalardır ve kişi bilincini toparlayamadığı durumda dikkat eksikliği görülmektedir. Bu durumu bu mağarada tecrübe eden biri olarak şanslı olduğumu düşünüyorum ve hiçbir zaman

asla ipte kişinin bu duruma gelmemesi gerektiğinin altını çiziyorum ki bilindiği üzere bu tür sporlarda dikkat, hayati bir öneme sahiptir. Benim yaşadığım hafifti; fakat kişi bilincinin dağıldığını fark etmez. Mağaralar karanlık yerlerdir, bu yüzden hata riski bu tip bir durumda çok fazladır. Sonuç olarak kişi su tüketimini düzenli olarak yapmaya özen göstermemeli, düzenli olarak yapmalıdır.

Bir başka konu da elektrolit dengesine yönelik tuzlu fıstık yedeklemektir. Mağaradan çıkınca bedenim ‘tuzlu fısıııtık… TUZLU FIISTIIIIIIK…’ diye bağırıyordu.

Page 16: Cadı kazanı sayı 23

16

SİVAS TÖGÜRGE GÖLÜ BUZALTI DALIŞI

Yazan: Gülhun GürbüzFotoğraflar: İlker Gürbüz

Page 17: Cadı kazanı sayı 23

17

Her hafta sonu bir mağara planlıyoruz. Fakat gidemiyoruz çünkü kış ve hatta kar bir türlü bitmiyor. İklim ile doğa buluştu ve bizi şehirde esir tutuyor.

Mart’ın ilk günü de işte böyle bir kış günüydü. İlker Gürbüz’ü “Bu hafta sonu buz altı dalışı için Sivas’a gider miyiz?” diye arayan arkadaşımıza fazla soru sormadan “evet” dedik. O güne kadar benim için buz altı dalışı Luc Besson’un “The Deep Blue” filmindeki o kutsanmış sahneden ibaretti. Jacques kutuplarda bir kulübeden yürüyerek çıkar. Bakışları kimsenin göremeyeceği kadar uzak bir yerlere odaklanmış ilerler. İlahi bir güçle sonsuza doğru bakan Jacques buz gölünün kenarına oturur ve kendini suyun derinliklerine bırakır. O sahnede soğuğu iliklerinizde hisseder ve onun insanüstü olduğuna karar verirsiniz. Fakat kutuplar lojistik ve teknik açıdan kolay olmayacağı için biz elimizdeki imkanları değerlendirmek zorundayız.

Sivas’ta okulların kardan dolayı tatil edildiği günün akşamında 4 kişi arabayla yola çıktık. Aramızda kuru elbisesi mevcut tek şanslı kişi olan İlker Gürbüz dışındaki 3 kişi Sivas’ta sadece “Madımak Çorbası” içip gelmeyi göze almış durumda. Fakat herkes herhangi hafta sonundan biri yerine akılda kalacak bir hafta sonu yaşamanın en doğru olduğunda hemfikir. 11 saat boyunca ne Düzce’nin meşhur pidesi, ne Bolu’nun meşhur eti. Bir çorba için verilen kısa molanın dışında aralıksız fakat sırayla kullandık arabayı.

Son 150 kilometresinin 3 saatte alındığı yoğun kar yağışlı yolun sonunda, Sivas’tayız… Sivas kongresinin yapıldığı ve şu anda Atatürk ve Etnografya Müzesi olarak kullanılan bina, Selçuklu camileri ve taş yapıları hayranlık uyandırıyor. Bu taş binalar şehre sonradan eklenmiş yüksek beton yapıların yanında kendini yine de fazlasıyla belli ediyor.. Selçuklu mimarisinin yakınlarında bir yerlerde uzun bir kahvaltıya oturduk. İstanbul’dan yola çıkan ikinci araba ve bize bu ortamı yaratan Hakan Uludağ

ile arkadaşları da kahvaltıya geldi. Kahvaltıda Hakan ve daha önce bu dalışı yapmış olan Salim Ocak her ne kadar hiç üşünmüyor diyorsa da söylediği şey kimyaya aykırı geliyor. Son dakikaya kadar birileri benim dalmam için bir engel bulsa itiraz etmeyebilirim. Sivas’ın merkezinden Doğu yönünde 55 km kadar ilerledik. Zara’ya 10 km kala arabayı sağa çektik. Ben bu sapa yerde bir sebeple ara verdiğimizi düşünürken Tögürge Gölü tabelasını görünce artık geldiğimize ve dalacağımızı inandım.

Bütün malzemeler yolun kenarına indirildi. Yoğun kardan dolayı gezici durumda olan kar küreyici araçlar ve geçen az sayıda araç ne yaptığımızı anlayabilmek için yanımızdan geçerken duracak kadar yavaşlıyordu. Uzaktan bir süredir insan görmemiş Kangal ve benzeri köpekler çevremize geldi. Onlar da bir süre ekipmanları kokladı ve ne yapacağımızı onlar da kestiremedi. Kuru elbisesi olmasına rağmen bizden farklı olmamak için bunu giymeyen İlker dahil hepimiz neopren elbiselerimizi giydik. Tüplerimizi ve tüm diğer ekipmanları kontrol ettik ve hazırladık. Yol kenarında gerçekleşen yaklaşık 30 dakikalık bir hazırlık süresinden sonra tüpleri kızağa yerleştirdik, köpekler önümüzde, gölün pek de iyi göremediğimiz bir noktasına doğru yürümeye başladık.

Neoprenin koruyuculuğundan mı, adrenalinden mi yoksa donmuş göl üzerinde birikmiş 20 cm kar üzerinde yapılan 1,5km’lik yürüyüşün eforundan mı bilmiyorum ama üşümenin hiç de beklediğim kadar rahatsız edici olmadığını fark ettim. Yaklaşık 1,5 kilometreyi 20 dakika kadar yürüdükten sonra Hakan elindeki baltayı bir noktaya sapladı ve çevresinde bir üçgen çizdi. Sırayla hepimiz testere ve balta yardımıyla bu üçgeni derinleştirdik ve 35 ila 40 cm derinliğindeki suya ulaştık. Fakat zorluk bu aşamadan sonra başladı. Üçgeni öyle iyi kesmek gerekiyordu ki buzun sudan ayrılma esnasında hiçbir duvara dayanmadan suyun altına doğru

gönderilebilsin. Aksi taktirde bu üçgen kalıp duvara sıkışacak ve işimizi daha da zorlaştıracaktı. Bu işin tahmin edildiği kadar kolay olmadığını fark ettiğimiz 30uncu dakikada gölün açık mavi suyuna ulaştık.

Dalış grubumuzu belirledik, kuşanmaya başladık. Önce Salim karabin yardımıyla ipe bağlandı ve suya indi. Arkasından İlker onun ipinin devamına yine farklı bir karabin ile bağlandı ve o da suda kayboldu. Sonuncu kişi olan ben ise başka bir ip ile İlker’e bağlandım. Üçgenin kenarına oturdum, regülatörü aldım ve soğuk havadan dolayı donmaması için nefesimi tutup suya girdim.

Serin sularda yapılan her dalışta olduğu gibi su boyun kısmından ve fermuar aralarından kendine yol buldu ve bana 1C’de yüzdüğümü hatırlatan o ürpertiyi hissettirdi. Fakat bu ürpertinin de beklediğim kadar rahatsız edici olmadığını fark ettim. Belki de önemli olanın o değil de buzun altının hayranlık verici görüntüsü olmasından dolayı bunu önemsemedim. Suyun altı sanki içinde yaşadığımız atmosfer. Bizim açtığımız üçgenden yansıyan ışık ise bulutları delip geçen parlak ilahi bir ışıktı. Donmuş suyun içinde hapsolmuş kabarcıklar, bu kabarcıkların içinde boşluklarda dolaşan su birikintileri sanki suyun içinde olan biz değil de o hava kabarcıklarıymış hissi veriyordu. Buzun içindeki boşluklarda birikmiş akışkan suyu serbest bırakmak ister hissiyle bu kabarcıklara dokunuyor fakat aramızdaki buz tabakasının olduğunu fark ediyordum.

Yaklaşık 3-5 metre derinlikte 15 dakika kadar dolaştıktan sonra arkada dalmayı bekleyen ikinci grubu daha fazla bekletmemek için dalışı bitirdik ve aynı üçgenden yüzeye çıktık . Gölden çıkınca, suyun daha sıcak olduğunu fark ettim. Fakat ıslak elbiselere gölün yüzeyinde de hala rahatsızlık verecek kadar üşümüyorduk. Ekipmanı ikinci gruba teslim ettik, malzemelerimizi toparladık ve yola çıktık. 1,5 kilometrelik yolu neoprenimizden sular akarak

Page 18: Cadı kazanı sayı 23

18

yağan karın altında 20 ila 25 dakika içinde tamamladık ve arabaya ulaştık. Aynı köpekler arabaya kadar bize eşlik etti bir kısmı sudan çıkacak olan ikinci grubu karşılamak için tekrar göle döndü.

Yolun kenarına geldiğimizde arabadaki eşyalarımıza ulaşıp neoprenleri günlük giysiler ile değiştirmeye başladık. Yine yoldan geçen arabaların ve otobüslerin içinden hayretle bakan meraklı gözlerin eşliğinde giyindik. Diğer ekip de gelince hakkettiğimizi düşündüğümüz Sivas’ın ünlü köftecisinin yolunu tuttuk. Güzel bir sofranın ardından mola vermeden tekrar İstanbul’a doğru yola çıktık.

Bu arada tüm Sivas uçakların iptal edildiği radyo anonsunu duyduktan sonra önümüzde ve arkamızda giden iki kar küreyici aracın arasında yola çıktık. Neredeyse bütün yol boyunca tipi altında, kimi yerde yolda olduğumuzu hatırlatan tek şeyin uçları görünen kar direkleri olduğu rotalarda yol yaptık.

Pazar sabah saat 7 gibi yine İstanbul’daydık. Bütün aksiyon 36 saat içinde tamamlanmıştı.Birkaç saat sonra İlker’in telefonu çaldı.

Oğlum evdesiniz değil mi?Evdeyiz anne malzemeleri yıkıyoruz. Televizyonda gördüm. Her yer buz. İyi ki de evde oturmuşsunuz. Evet anneciğim.

Page 19: Cadı kazanı sayı 23

19

Cuma günü sabah 10:00’da film festivalinin tek mağara ile ilgili belgeseli için işi 2 saat kırıp, soğuk havada soluğu Fransız Kültür Merkezi’nde aldım. Son zamanlarda (3-4 yıldır) video çekmeye merak salmıştım ve derneğimizde olabildiğince kısa kısa anı videoları çekiyorduk. Bir yanımda, Türkiye’de çok ama çok az mağaralar ve mağaracılıkla ilgili çekilmiş belgesel olduğundan, bu sporu ve bilimi insanlara yaymak için belgesel çekmek istiyor. Bu amaçla, Yönetmenliği John Walker’a ait “Into Darkness” filminden bir şeyler kapmak ve mağara gibi karanlık bir ortamda nasıl video çekilir, merakımı gidermek için seyretmeye başladım.

15 dk’lık bu belgeselde bir mağaracı açısından oldukça bilinen kurgu vardı: Mağaraya giriş, mağarada ilerleyiş, mağaradan çıkış. Bu kurgu’da varolan metin, konuşmalar ve röportajlarda söylenenler de oldukça klişe; “her mağaraya girerken biraz ürkerim, mağara içinde oluşumlara zarar vermemek lazım, narin bir ortam vardır, darallar da insanların temel korkuları su üstüne çıkar, buna izin vermemelisin” vb metinler. Bizim için sıkıcı olabilir ama bilmeyenler için oldukça öğretici ve içten geldi bana. Mesela; bir yerde arkadan gelen mağaracı daralda acayip sıkıştı ve çıkamadı delikten, videoyu çekenden yardım istedi, o da haliyle yardım etti. Çıktıktan sonraki röportaj bana oldukça

tanıdık ama samimi geldi. Mağara içindeki aydınlatma oldukça iyiydi, yani bizim mağara içinde çektiğimiz videolardan çok daha iyi bir aydınlatma vardı. İzledikten sonra ışıklandırma konusunda bir iki şeyin farkına vardım; Çekilen 15 dakikalık filmin (tahminen) en az 2-3 dakikası mağara ağzında veya yakınlarında (günışığı ek olarak), dar galerilerde ve geçitlerde (dolayısıyla ışık kaybolmuyor ve dar alanda olduğun için aydınlatma yeterli oluyor) çekilmiş. Bir de filmin sonunda çektiği kamerayı yazmış: Kameraman bu filmin tamamını Canon fotoğraf kamerası ile çekmiş. Yani çok düşük ışıkta çekebilecek bir video çekme opsiyonu kullanma şansı var. Bunu bazı videolardaki “night vision” gece yeşil çeken opsiyonla karıştırmayalım. Bu özelliği olan çekimi yaklaşık 1 hafta evvel Cinlikuyu’ya yaptığımız bir eğitim gezimizde yeni üyelerimizden birindeki video kamerasında da gördüm. Mağarada ilerlerken çok az ışıkla video çekiyordu, bende “içimden” karanlık çıkacak diyordum. Gezi dönüşü kamera üzerinde bir seyrettik ki benim karanlık çıkacak dediğim sahneler baya baya güzel çekilmişti. Sonradan “çok düşük ışıkta” çekme özelliğini anlayınca, bende jeton düştü. Bu filmde de perçinleşti. “düşük ışıkta” çeken bir kamera ve yeterince (2-3 ışık kaynağı) oldukça düzgün çekimler verebilir sanırım.

Şimdi gelelim Dağ Film Festivali’ne...

Bu yılki açılışa dernek’ten 4 arkadaş katıldık. Daha baştan geçen yılki DFF organizasyonlarından çok daha iyisine imza atılmış hissi uyandırdı. Açıkçası sadece bir “izleyici” olarak, böyle güzel ve profesyonelliğe yakın ama o içinde “doğa ve doğaseverlerin” havasını kaybetmemiş çok güzel bir festival olduğunu söyleyebilirim. Açılışta gösterilen “Rampa: Karda Uçmak” belgeseli kesinlikle Türkiye’de eskiden nelerin başarıldığını bize göstermesi açısından çok ama çok güzeldi. İnsanların “Vatanperver”

duygularını okşayan bir belgeselle başlamak bence çok doğruydu. Kendi adıma, iş güç olduğu için cuma öğlen ve cumartesi gösterimlerini kaçırdım ama pazar günü kızımı da sürükleyerek sabah 10:00’dan akşamüstü 17:00’ye kadar arka arkasına belgeselleri seyrettik. Dernekten yine 4-5 kişi kadar vardık ve bir sürü doğa sever insanlarla tanışmak, paylaşmak benim çok hoşuma gitti.

Moğolistan’da bütün zorluklara rağmen hedefinden bir milim şaşmayan bir çocuğun at’a binme hikayesi, bir grup insan’ın kuzey kutbunda buzların altını belgelemek için 40 günü aşan bir zamanda -20-40 derece’de kamp yapmaları ve kızaklarını çekmeleri, Dünya’nın en zor kanyonu’na iniş yapan ekibin 100 m’lik çağlayan’ın yanında “kılıfı sıyrılmış” ipten inmesi ile heyecanımızın doruklara vardığı bu belgeseller ufkumuzu açtı. Kendi içimizde yaptığımız güvenlikle ilgili tartışmaları, yoğun! kar yağışından dolayı iptal edilen “kış kampı !” gezimizi, belgeselleri seyrederken tatlı tatlı gülümsedim.

Bir taraftan “ya biz niye yokuz” diye sıkılırken, Antartika’daki en yüksek dağdan “Base Jump” yapan ekipte Türklerin olması, daha 2010 yılının son aylarında, eşimin dayısının kızının Derya Akkaynak Yellin’in, Antartika’da bilimsel araştırmalar yapan bir ekibin içinde yer alması, yavaş yavaş olsa da “biz varız” demeye başlamamız çok sevindirici.

Film Festivalinde emeği geçen herkese teşekkürler. Emeğinize değdi. Tebrikler.

Merak edenlere: Derya Akkaynak blogu için: http://deryaakkaynak.com/

Yazan: Ender Usuloğlu

Page 20: Cadı kazanı sayı 23

20

Eveeet... Bir yıl bir hafta sonra yine beyaz ferrarimizle yine tüm ekip bir Akseki gezisi için daha çıktık yola. Bu sefer aracımızın sola çekmesinin sebebi büyük başkan Ali Aytan’ın ve çantasının bizimle olmamasıydı. O olmayınca da aklımıza gelmesine rağmen arabesk fantezi müzikleri neşe içinde söyleyemesek de yokluğunu aratmayacak hocalarımızla birlikte olmanın heyecanı vardı içimizde.

Havanın güzelliği ile birleşen neşemiz sayesinde göz açıp kapayıncaya kadar varmıştık Akseki’ye. Hiç vakit kaybetmeden katıldık ekibe ve başladı haftasonunu en etkin nasıl geçirebiliriz diye yapılan planlar konuşulmaya. Aynı gün saat 14:00’te çok güzel ve coşkulu bir katılımın olduğu Akseki’nin Mağaraları Keşif ve Araştırma Projesi’nin, ASPEG’in ve Mağaraların Akseki’ye tanıtılması ile Akseki Kaymakamlığı, Akseki Eğitim Hayratı Derneği ve ASPEG arasında protokol imza töreni vardı. Katılım mükemmeldi özellikle genç nüfusun ve öğrencilerin ilgisi heyecanımızı bir kat daha arttırdı. Ekipte tüm sunumları ve konuşmaları erkek üyelerin yapmasının bu işi bir erkek işi gibi göstermesini istemeyen Ender Hocamız mikrofonu eline alır almaz tüm salonu ayağa kaldırıp

uyandırdıktan sonra Ekibin tüm üyelerinin konuklara kendilerini göstermelerini istedi ve bizde ASPEG’in çiçekleri olarak boy gösterdik sunumda . Sunumun en dikkat çekici kısmı kuşkusuz Orkun Abimizin değerli vaktini harcayarak hazırladığı muhteşem ASPEG tanıtım videosuydu. Sunumların bitmesinden sonra bir grup öğrenci (hepsi bayan) biz ASPEG’in çiçeklerinden bilgi almak için etrafımızı kuşattı. Gözlerindeki heyecanı kelimelere aktarmak mümkün değil fakat sordukları sorular ve ilgileri mükemmeldi. Elimizden geldiğince kendilerine ASPEG, mağaralar ve proje hakkındaki bilgileri aktardık. Bununla kalmadı kendilerine KOCAİN mağarasına bir gezi düzenleme sözü bile vermek zorunda kaldık.

Bu güzel sunumun ardından yemeklerimizi yedik ve konakladığımız DURUK OTEL’de Ender Hocamızdan mağara haritalama ve haritalardaki semboller hakkında eğitim aldıktan sonra başladık oteli haritalamaya. İlk önce Cem YÜREK’in önderliğinde ben,Leyla, Ayşegül ve Emre , daha sonra Ender Abi’nin önderliğinde Nezihi,Özge ve Sait hoca haritalamaya başladık oteli. Ben şahsen oldukça eğlendim ve ertesi gün yapacağımız ilk

mağara haritalama eğitimimiz için gerçekten iyi bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Çok komik ve eğlenceliydi, ertesi gün mağarada otelin mermerlerini ve sütunlarını çok aradık.

Ertesi gün sabah 07:30 da kahvaltı masasına oturup, kahvaltıdan sonra vakit kaybetmeden mağaranın yolunu tuttuk. Ender abiler kendi arabalarında biz Aspeg Antalya grubu kendi ferrarimizde düştük yollara. İlk önce sağolsun Cem abi büyük bir sabır ve belinden olma pahasıyla bize oldukça stresli bir stres hazırladı. Öyle ki stresi geçmeye çalışan arkadaşlar arasından hocasına küfredenler bile oldu. Ama biz azimli genç mağara tutkunları dahalarını dileyerek tüm eğitmenlerimize gönülden teşekkür ediyoruz. Cem, Hakan ve İlker abi biz mağaraya girerken ihbarları değerlendirmek için yanımızdan ayrıldılar.

Mağaraya giriş çıkışlar biraz adrenalinli başladı. Özellikle ilk grubun elemanları ilk olmalarının verdiği heyacanla bir hışım giyinmeye başladılar. Biz bu konuda şanslı sayıyoruz kendimizi çünkü hem onları izleyip heyecanımızı yendik hem de eksiklerimizi tamamlama fırsatımız oldu, öyle ki bir sene sonra mağaraya ilk inişimizdi.

Akseki Projesi

Nisan 2012

Merve Karakılıç

Page 21: Cadı kazanı sayı 23

21

Mağaraya iniş stresi geçtikten sonra oldukça zevkliydi. İki grup halinde aşağıya inildi. Ender abi ilk önce Leyla’yı, Emre’yi ve Özge’yi indirip sonra kendi indi aşağı, biz de onları izledik ve sonra yukarı çıkıp bayağı vakit geçirdik, sanırım aşağıda oldukça eğlendiler. Yukarıya çıktıklarında ne yazık ki hiçbirinin mecali kalmamıştı,demek ki çıkışlar inişler kadar eğlenceli olmayacaktı. En son Ender abi de çıktı ki o da çok yorulmuştu. Bir daha bizimle inemeyeceğinden korkuyorduk ki nitekim öyle de oldu ama Sait hoca imdadımıza yetişerek bize öncülük yaptı. Ayşegül , Nezihi, Sait hoca ve ben de ikinci grup olarak mağaraya inişlerimizi gerçekleştirdik. Ama hakkını yememek lazım sevgili Ender abimiz stresi geçene kadar yine bize yardımcı oldu. Haritalama için ben aşağıda istasyon oldum Ayşegül de ölçüm almaya çalıştı ama Nezihiyle olan mücadeleleri gerçekten izlenmeye değerdi. Ölçümlerimizi aldıktan sonra sırayla yukarıya çıktık ve o stresi aşağıdan yukarıya geçmek ayrı bir meziyetmiş bunu gördük. Yukarıya çıktıktan sonra herkesin “bir an için orda kalıcam sandım” tümcesinde hemfikir olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Herkes çıktıktan sonra nezihi de döşemeleri söke söke tırmandı yukarıya. Hepimiz kendimize gelecek kadar dinlendikten sonra malzemelerimiz topladık ferrarimize yükledik ve koyulduk dönüş yoluna. Nezihi ve ben hariç herkes yürümekten yana kullandı tercihlerini ve biz binip arabamıza gittik, dondurmalar aldık ve dönüş yolunda onları biraz serinletelim istedik. Merkeze geldiğimizde herkes açlıktan ölmek üzereydi, meşhur pidecimizde buluşup son porsiyon pidelerimizi yedik. Diğerlerinin yolda lastiği patladığı için onlar bundan mahrum kaldılar.

Yemekler yendikten sonra Ender abi ve Sait hoca hiç vakit kaybetmeden kaymakamlık tarafından kendilerine sunulan araca binip, gitmek üzere yola koyuldular. Biz de onların ardından kalkıp Antalya‘ya dönmek üzere minik ferrarimize sıkıştık.

Bir Aspeg macerasının daha sonuna gelmiştik.. Diğer Aspeg etkinliklerimizi iple çekiyor ve bir çok macerayı daha da canla başla beklediğimizi sevgilerimizle sunuyoruz.

Teşekkürler: Akseki Kaymakamı Mekan Bey’e, Akseki Eğitim Hayratı Derneği Başkanı Mürşit bey’e, Muhtarlarımıza, Duruk Otel’in sahibine ve personeline çok teşekkür ederiz.

Page 22: Cadı kazanı sayı 23

22

04. Temmuz 2010 tarihinde, Kaş/Antalya bölgesinde, detaylarını belirtiğimiz dalışımızı gerçekleştirdik. Dalış ekibimizi, Ali Hakan EĞİLMEZ, Alper Burak KÜÇÜKKARAMIKLI ve yüzey destek ekibini İlker ECİR’den oluşturduk. Bu dalışı yapmamızdaki hedefimiz, aslında birkaç tane idi. Birinci hedefimiz, gaz dolumlarından dalış kısmına kadar ki her evreyi kendimizin planlayıp, bu süreçteki doğruları ve hataları test etmekti. İkinci hedefimiz, eğitimi verdiğimiz teknik dalış kurslarının, pratik bir uygulamasını gerçekleştirmek. Üçüncü hedefimiz, ileride yapmak istediğimiz daha derin dalışlara, teknik bir altyapı oluşturmaktı. Dolaylı hedefler olarak bahsedebileceğimiz, zorlu ortamlar, batık, mağara, bilimsel araştırma gibi çalışmalarda, teknik altyapı desteği vermek, birebir dalarak, bu ortamlardaki bilgi eksikliklerini gidermekti. Hedeflerimizi alt alta topladığımızda varmak istediğimiz sonuç, dalışın bu zor disiplininde, dalış camiasına toplam bir fayda üretebilmektir. İndiğimiz metreden ziyade, o metrelerde geçirdiğimiz zaman birinci önceliğimiz olarak belirlenmiştir.

Dalışın planlanması: 150 metre olarak kararlaştırılan dalışımızın ana dip zamanını 10 dakika, toplam dalış süresini 138 dakika olarak belirledik. Bu bağlamda seçilen gaz oranları, bu metrelerde karşımıza çıkabilecek, oksijen zehirlenmesini ve nitrojen narkozunu pasifize edebilecek oranlarda tutuldu. İstanbul İkitelli’de yaptığımız gaz karışımlarında zaman olarak 8 saatlik bir çalışmayı gerektirdi. Toplamda iki dalgıç 10 tüp kullandı, kişi başına üstümüzde taşıyacağımız ekipmanın toplam ağırlığı 100 kg’yu geçmekteydi. Bu bağlamda gerek dip zamanının kısalığı, gerek metrenin fazla oluşu, apiko dalış tabir ettiğimiz (dikey referansız iniş) tarzını benimsedik. Tabiî ki bu derinliği hemen bulabilecek profil Kaş’ın Kanyon bölgesi açıkları ya da Sarıot adasının güney duvarında olabilirdi. Ana kriterlerimizi bu şekilde belirledikten sonra, gaz dolumları ve ölçümlerini yaptık. Çok ufak farklarla ikimizin dalış profilleri ortaya çıktı. 150 metre dalışının olabilmesi için, 10 dakika içinde bu metreye inip yükselmemiz ve yükseliş esnasında, beklemelerimiz yaparken değişik gaz opsiyonlarımızı kullanmamız gerekiyordu. Sonuçta ana dalış planın yanında 5 adet yedek dalış planımızı, kısa sürede dönme, daha uzun kalma, deko gazlarının çalışmaması durumunda dalışı eldeki gazlarla nasıl bitirebiliriz, planlarını gaz kullanım optimasyonu ile hesaplayıp (burada 1/3 yani eldeki gazın sadece 3’te birini kullanacak, diğer 2 oranını acil durum için kullanmak üzere) hesabımızı yaptık. Tabii ki kullandığımız 2x15 litre tüplerin manifold sistemi ile birbirine bağlanmış olması, herhangi bir regülatörün serbest akışa geçmesi durumunda, eldeki kalan gazı tutabilme imkanı yaratıyordu. Ana dalış planlarımızı ve yedek planlarımızı, yazı tahtalarımıza ve tüplerimizin üstüne yazdıktan sonra, bunları kaybetmemiz durumunda dalışı yönetebilecek bilgisayarlarımızda üstümüzde bulundurduk. Artan derinliklerdeki ışık kaybolmasını engellemek için, uzun süre yanabilen bu derinlikteki basınca dayanabilen (600 metre testli 12 saat yanabilen Solus 2500 marka 50 wat led) fenerlerimizi kullandık. Regülatör seçiminde uzun zamandır kullandığımız, Poseidon, Apeks ve Aqualung marka birinci kademeleri tercih ettik. Bc olarak Oms marka 60 libre çift power inflatörlü teknik dalış bc’si tercihimiz oldu. Gaz analizlerinde Teledyne marka mixcheck yapabilen (helium oksijen oranlarını) analizör. Tüp dolumlarında, Riks yağsız kompresör, Haskel booster kullanıldı. Bütün malzemenin Istanbul’dan Kaş’a taşınması, tekneye transferi tarafımızdan gerçekleştirildi.

-130 m TRİMİX DALIŞ

Yazan: Hakan Eğilmez

Page 23: Cadı kazanı sayı 23

23

Dalış: Temmuz ayı, Kaş dalış merkezlerinin en yoğun dalış yaptığı, suyun en sıcak olduğu zamandır. Özellikle su ısısının yüzeyde 30 derece olması, dipte (18 derece ölçülmüştür), yapılacak uzun dekolarda, hipotermi riskini en aza indirmiştir. Dalış bölgesine vardığımızda, gerek dalacağımız dalış merkezinin yoğun olması, ayrıca 3 gün sürmesi planlanan, serbest dalış rekorunun organizasyonunda bu dalış merkezinde yapılacak olmasından dolayı, 4 gün dinlenerek zaman geçirdik. Bu zaman zarfında planlarımızı tekrar kontrol ederek, şartları değerlendirdik. Serbest dalış organizasyonun uzaması bize sadece 1 gün bıraktı. O gün gitmeyi planlanan yer olan Kanyon bölgesi, teknedeki dalıcıların bu bölgede dalma zorluğu çekebileceği endişesi ile kıyıya daha yakın olan, nispeten derinliği daha az en derin yeri 40 metre olan Çoban burnu mevki olarak değiştirildi. Tabii elde olmayan sebeblerden bu noktada dalış yapılacak olması, bizim tüm planlarımızı sekteye uğrattı. Şöyle ki, kıyıdan bizim 150 metreyi bulmamız için yüzeyden, bütün malzemeleri kuşandıktan sonra açığa 600 metre kadar yüzmemizi gerektiriyordu. Ancak derinlik konusunda tam emin olamadığımızdan derinliği revize ederek 130 metre olarak planladık. Bütün dalış ekipmanlarını üstümüze aldıktan sonra, teknenin bize göre güney kısmına doğru açıktan ve yüzeyden, yavaş yavaş yüzmeye başladık. Teknik dalışla uğraşanlar bilirler, bu kadar ekipmanla 600 metre açığa yüzüp, sonra dalışı gerçekleştirmek çok kolay birşey değildir. Ama içimizdeki zoru başarma arzusu, kondisyonumuz ve kendimize güvenimizin tam oluşu, bu yüzüşü bir detay olarak algılamamızı sağladı. Yaklaşık 600 metreyi 45 dakika yüzdükten sonra, 5 dakika dinlenerek, dalışımıza başladık. İlk inişte geldiğimiz metre hayal kırıcıydı. Çünkü 80 metrelik düz dip platoya gelmiştik, hemen haritalarda derinlik sınırını 130 metre veren Güney yamacına doğru hızlıca palet vurarak ilerlemeye başladık, ilk inişi 2 dakika içinde yaptığımızdan 5.ci dakika da 95 metreyi seçerken, profilin düşey dikey olarak derinleştiğini fark ettik. Bu noktada biraz daha hızlı palet vurarak 8.’ci dakikada 115 metre 10.’cu dakikada 130 metreyi bulduk. Tabii bu esnada etraftaki büyük ahtapot yuvaları, iri böcekler, su ısısının 18 derece olması itibariyle, kendilerine yaşam olanı bulan mercanlar dikkatimizi çekmekteydi. Dönüş yolunda ilk durağımız 89 metredeki deep stop olan 2 dakikayı yaparken, bu dalıştaki hissedilen boyutu tarif etmek zor, sonrasında tekneye dönene kadar, ilgili deko beklemelerini yaparak, gaz değişimleri ve tüplerimizi değiştirerek, yüzeyden yüzerek yüzdüğümüz bölümü dipten yüzerek geri gelerek teknenin dibinde bitirdik. Hızlı yüzme hesapladığımızdan daha çok hava tüketmemize neden olmuştu, birazda dalış bilgisayarımız normal plandan 10 dakika daha fazla bizi son dekoda tutmuştu. Dalışın bitiminde, bilgimizin ve tecrübemizin bütün faydalarını hissettik. Sonuç olarak hedeflerimize ulaştık. Eksiklerimiz ve artılarımızı tecrübe hanemize yazdık. Dalışın planını ve krokisini ek olarak inceleyebilirsiniz.

DERİNLİK DİP ZAMANI GERÇEK ZAMAN 130M (TRIMIX 1) 10D 10D89M 2D 16D68M 2D 20D58M 2D 23D48M (TRIMIX 2) 1D 25D42M 1D 26D39M 1D 27D36M 1D 29D33M 1D 30D30M 1D 31D27M 1D 33D24M 3D 36D21M 4D 41D18M (%58O2) 4D 45D15M 5D 50D12M (%74O2) 8D 58D9M 11D 70D6M 19D/58D(BAIL OUT) 89D/128D(BAIL OUT)3M 39D 138D

GAZLAR: TRIMIX 1 11/62 TRIMIX 2 18/35 NITROX 58 NITROX 74

MALZEMELER 2X15 ÇELİK(TRIMIX1) 80CFTALU (TRIMIX 2), 80CFTALU(NITROX58), 80CFT ALU(NITROX74), OMS DOUBLE INFLATOR BC(60LİBRE), APEXTKS40 LONG HOUSE), POSEİDON EXTREME DEEP, AQULUNG COUSTOU 2 ADET, 1 ADET SOLUS 50WAT LED KANASTERLİ FENER, 1 ADET SUUNTO VYPER(DERİNLİK ÖLÇER), 1 ADET VR3, HANDERSON 7MM HYPERSTRECH ELBİSE, MARES AVANTİ QUATRO PALET, TECHNISUB LOOK MASKE, OMS MAKARA, SEEMAN PARAŞÜT.

Page 24: Cadı kazanı sayı 23

24