7
ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ ANKARA ÖĞRENCİ KOMİSYONU FANZİNİ SAYI:3 1 2014 Sonrası Türkiye: Başkanlı Parlâmenter Sistem Mehmet Refik Atalay Türkiye’de 2007 Anayasa değişikliği sonrasında kabul edilen ve 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimiyle fiilen uygulanmaya başlanacak hükûmet sistemini, aksi yönde görüşler de bulunmasına karşın, başkanlı parlâmenter sistem içinde değerlendirmek mümkündür. Bu sistemde, halk tarafından seçilmiş bir parlâmento, bu parlâmentoya karşı sorumlu bir bakanlar kurulu ve doğrudan halk tarafından seçilmiş sorumsuz bir devlet başkanı (Cumhurbaşkanı) bulunmaktadır. 1 1980 sonrasında dünyada ve Türkiye’de neoliberal politikaların ağırlık kazanması sonucu, özellikle bu politikaların uygulayıcıları ve destekçileri tarafından, etkin ve istikrarlı bir yürütmenin sistemin işleyişi açısından bir zorunluluk olduğu ileri sürülmüş ve başkanlık/ yarı başkanlık sistemlerine geçiş kadar Cumhurbaşkanı’nın doğrudan halk tarafından seçilmesi de bu gerekçeyle güçlü bir şekilde savunulmuştur. 2 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında yaşanan “367 krizi” sonrasındaysa hükûmet tarafından Cumhurbaşkanı’nın doğrudan halk tarafından seçilmesini de öngören bir Anayasa değişiklik paketi hazırlanmış ve Cumhurbaşkanı Sezer tarafından referanduma sunulmuştur. 21 Ekim 2007 tarihindeki referandumda geçerli oyların %68 ile kabul edilen Anayasa değişikliği hakkındaki bu kanunla ise(5678 Sayılı), Ay.101 ve Ay.102 yeniden düzenlenmiş; Ay.101’de “Cumhurbaşkanı, (…)halk tarafından seçilir.hükmüne yer verilmiş, bunun yanı sıra, Cumhurbaşkanının 7 yıl olan görev süresi 5 yıla indirilmiş ve bir kişinin iki defa Cumhurbaşkanı olabilmesine olanak tanınmıştır. Cumhurbaşkanın seçimini düzenleyen Ay.102’nin ikinci fıkrası ise şu şekildedir: “Genel oyla yapılacak seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur. İlk oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamayı izleyen ikinci pazar günü ikinci oylama yapılır. Bu oylamaya, ilk oylamada en çok oyu almış bulunan iki aday katılır ve geçerli oyların çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur.” 2007 değişikliği sırasında yukarıdaki düzenlemeler yapılırken, Ay.104’te hiçbir değişikliğe gidilmemiştir. Ay.104, sadece 2007 değişikliğinde değil, 1982 Anayasasında bugüne kadar yapılan on altı değişikliğin hiçbirinde değiştirilmemiştir. Ne var ki, Cumhurbaşkanının “görev ve yetkileri”ni düzenleyen bu madde, Cumhurbaşkanına sembolik olarak nitelendirilemeyecek pek çok işlemi (tartışmalı sayıdaki bir kısmını da tek başına) yapma yetkisi tanımaktadır. Bu yetkilerin parlâmenter sistemin sınırlarını aştığı ise Ahmet Necdet Sezer tarafından dahi dile getirilmiştir. 3 Bu maddeye göre Cumhurbaşkanının, kanunlarda ve Anayasa değişikliklerinde geciktirici veto; kanunların, KHK’lerin, TBMM İçtüzüğünün Anayasaya aykırılığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne şekil ve esas yönünden iptal davası açma; gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kuruluna başkanlık etme veya Bakanlar Kurulunu başkanlığı altında toplantıya çağırma; “MGK(Milli Güvenlik Kurulu)’yi toplantıya çağırma ve MGK’ye başkanlık etme”; “başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim veya olağanüstü hal ilân etme ve KHK çıkarma” gibi çok önemli yetkileri bulunmaktadır. Yine, Ay.104 başta olmak üzere anayasanın muhtelif maddelerinde ve bazı kanunlarda, Cumhurbaşkanına üst düzey atamaların pek çoğunu tek başına yapma yetkisi tanınmaktadır. YÖK üyeleri, üniversite rektörleri, DDK (Devlet Denetleme Kurulu) üyeleri, TRT Kanununda, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Kanununda, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda belirtilen atamalar tek başına yapabileceği atamalardandır. Ayrıca, yüksek yargı mensuplarının bir kısmının ataması da Cumhurbaşkanınca yapılmaktadır. Üstelik Cumhurbaşkanının yargıdaki atamalara ilişkin yetkileri 2010 Anayasa değişikliğiyle artırılmıştır. Bunların yanı sıra, hükûmet kararnâmelerinde

chd sayı 3

Embed Size (px)

DESCRIPTION

“Adaletsiz rejimi, adaletle yıkınız.”

Citation preview

Page 1: chd sayı 3

ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ ANKARA ÖĞRENCİ KOMİSYONU FANZİNİ SAYI:3

1

2014 Sonrası Türkiye: Başkanlı Parlâmenter Sistem

Mehmet Refik Atalay Türkiye’de 2007 Anayasa değişikliği sonrasında kabul edilen ve 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimiyle fiilen uygulanmaya başlanacak hükûmet sistemini, aksi yönde görüşler de bulunmasına karşın, başkanlı parlâmenter sistem içinde değerlendirmek mümkündür. Bu sistemde, halk tarafından seçilmiş bir parlâmento, bu parlâmentoya karşı sorumlu bir bakanlar kurulu ve doğrudan halk tarafından seçilmiş sorumsuz bir devlet başkanı (Cumhurbaşkanı) bulunmaktadır.1

1980 sonrasında dünyada ve Türkiye’de neoliberal politikaların ağırlık kazanması sonucu, özellikle bu politikaların uygulayıcıları ve destekçileri tarafından, etkin ve istikrarlı bir yürütmenin sistemin işleyişi açısından bir zorunluluk olduğu ileri sürülmüş ve başkanlık/ yarı başkanlık sistemlerine geçiş kadar Cumhurbaşkanı’nın doğrudan halk tarafından seçilmesi de bu gerekçeyle güçlü bir şekilde savunulmuştur.2 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında yaşanan “367 krizi” sonrasındaysa hükûmet tarafından Cumhurbaşkanı’nın doğrudan halk tarafından seçilmesini de öngören bir Anayasa değişiklik paketi hazırlanmış ve Cumhurbaşkanı Sezer tarafından referanduma sunulmuştur. 21 Ekim 2007 tarihindeki referandumda geçerli oyların %68 ile kabul edilen Anayasa değişikliği hakkındaki bu kanunla ise(5678 Sayılı), Ay.101 ve Ay.102 yeniden düzenlenmiş; Ay.101’de “Cumhurbaşkanı, (…)halk tarafından seçilir.” hükmüne yer verilmiş, bunun yanı sıra, Cumhurbaşkanının 7 yıl olan görev süresi 5 yıla indirilmiş ve bir kişinin iki defa Cumhurbaşkanı olabilmesine olanak tanınmıştır.

Cumhurbaşkanın seçimini düzenleyen Ay.102’nin ikinci fıkrası ise şu şekildedir: “Genel oyla yapılacak seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur. İlk oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamayı izleyen ikinci pazar günü ikinci oylama yapılır. Bu oylamaya, ilk oylamada en çok oyu almış bulunan iki aday katılır ve geçerli oyların çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur.”

2007 değişikliği sırasında yukarıdaki düzenlemeler yapılırken, Ay.104’te hiçbir değişikliğe gidilmemiştir. Ay.104, sadece 2007 değişikliğinde değil, 1982 Anayasasında bugüne kadar yapılan on altı değişikliğin hiçbirinde değiştirilmemiştir. Ne var ki, Cumhurbaşkanının “görev ve yetkileri”ni düzenleyen bu madde, Cumhurbaşkanına sembolik olarak nitelendirilemeyecek pek çok işlemi (tartışmalı sayıdaki bir kısmını da tek başına) yapma yetkisi tanımaktadır. Bu yetkilerin parlâmenter sistemin sınırlarını aştığı ise Ahmet Necdet Sezer tarafından dahi dile getirilmiştir.3 Bu maddeye göre Cumhurbaşkanının, kanunlarda ve Anayasa değişikliklerinde geciktirici veto; kanunların, KHK’lerin, TBMM İçtüzüğünün Anayasaya aykırılığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne şekil ve esas yönünden iptal davası açma; “gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kuruluna başkanlık etme veya Bakanlar Kurulunu başkanlığı altında toplantıya çağırma; “MGK(Milli Güvenlik Kurulu)’yi toplantıya çağırma ve MGK’ye başkanlık etme”; “başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim veya olağanüstü hal ilân etme ve KHK çıkarma” gibi çok önemli yetkileri bulunmaktadır.

Yine, Ay.104 başta olmak üzere anayasanın muhtelif maddelerinde ve bazı kanunlarda, Cumhurbaşkanına üst düzey atamaların pek çoğunu tek başına yapma yetkisi tanınmaktadır. YÖK üyeleri, üniversite rektörleri, DDK (Devlet Denetleme Kurulu) üyeleri, TRT Kanununda, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Kanununda, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda belirtilen atamalar tek başına yapabileceği atamalardandır. Ayrıca, yüksek yargı mensuplarının bir kısmının ataması da Cumhurbaşkanınca yapılmaktadır. Üstelik Cumhurbaşkanının yargıdaki atamalara ilişkin yetkileri 2010 Anayasa değişikliğiyle artırılmıştır. Bunların yanı sıra, hükûmet kararnâmelerinde

Page 2: chd sayı 3

ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ ANKARA ÖĞRENCİ KOMİSYONU FANZİNİ SAYI:3

2

Cumhurbaşkanının imzası gereklidir ve Cumhurbaşkanının hükûmet kararnâmelerini imzalamayı reddedip reddedemeyeceği konusu tartışmalıdır. Saydığımız bütün bu yetkilerse, Cumhurbaşkanlığı makamını sembolik olmaktan çıkarıp siyasal sistemin önemli bir unsuru durumuna getirmiştir.

Cumhurbaşkanının siyasi ve göreviyle ilgili olarak cezaî sorumsuzluğunu düzenleyen Ay.105’te ise, Cumhurbaşkanının tek başına yapmaya yetkili olduğu işlemler dışındaki bütün kararlarının Başbakan ve ilgili bakanlarca imzalanması gerektiği; bu kararlardansa, Başbakan ve ilgili bakanın sorumlu olacağı belirtilmektedir.(Karşı-imza kuralı) Aynı maddenin ikinci fıkrasındaysa, “Cumhurbaşkanının resen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi dahil, yargı mercilerine başvurulamaz.” denilerek, Cumhurbaşkanı göreviyle ilgili olarak yargı denetiminin dışında bırakılmaktadır. Niteliği tartışmalı olan aynı maddenin son fıkrasındaysa, Cumhurbaşkanının yalnızca vatana ihanetten dolayı, TBMM üye tamsayısının 1/3’ünün teklifi ve 3/4’ünün kabulüyle suçlandırılabileceği düzenlenmiştir.

Bu yeni sistemin sakıncaları belirttiğimiz noktalarda saklıdır; çünkü tek dereceli bir seçimde bireysel olarak seçmenlerin karşısına çıkacak ve ancak %50’den fazla oy aldığı takdirde köşke çıkabilecek sorumsuz bir Cumhurbaşkanının aynı zamanda pek çok yetkiyle donatılmış olmasının, önümüzdeki süreçte, Cumhurbaşkanının parlâmento ve hükûmet üzerinde ciddi bir siyasi ağırlık oluşturmasına imkan vereceğini düşünüyoruz. Böylesi bir durumdaysa, hem yasama-yürütme arasında, hem de yürütme içinde ciddi meşruiyet krizleri baş gösterebilecektir. Seçmenine karşı kendini sorumlu hisseden bir Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığı ise tartışmalı duruma gelebilecektir. Özellikle, yüksek yargı üyelerinin önemli bir kısmının Cumhurbaşkanı tarafından seçiliyor olması yargı bağımsızlığı ve yargı tarafsızlığı tartışmalarının daha da alevlenmesine yol açabilecektir. Ayrıca, ikinci kez Cumhurbaşkanı seçilmek isteyen bir kişi, doğal olarak birtakım siyasi hesaplar içine girebilecektir. Türkiye’deki siyasal çizgiler arasındaki derin uçurum ve siyasal etik değerlere bağlılığın istenen düzeyde olmayışı ise, bütün bu endişelerimizi artırmaktadır. Bu sistemin uygulandığı ülkelerden İrlanda Cumhuriyeti’nde ve Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin çok sınırlı olduğunu da bu noktada belirtelim.

Yeni Anayasa’nın yazımı sürüyor. Bu sistemin değişip değişmeyeceğini ise önümüzdeki süreçte göreceğiz. Ancak 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine mevcut Anayasa ile girilecekse, Ay.104’te düzenlenen yetkilerin seçim öncesinde bir Anayasa değişikliğiyle azaltılmasının ve tartışmalı noktalarının bir netliğe kavuşturulmasının doğru olacağına inanıyoruz.

1)Başkanlı parlâmenter sistem, Matthew Shugart’ın beşli tasniflendirmesinde yer alan bir hükümet sistemidir. Cumhurbaşkanının meclis tarafından seçildiği saf (klâsik) parlâmenter sistemden en büyük farkı Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesidir. Başkanlı parlâmenter sistem için bkz. Şule ÖZSOY, Başkanlı Parlâmenter Sistem-Cumhurbaşkanının Halk Tarafından Seçildiği Parlâmenter Hükûmet Modeli ve Türkiye İçin Tavsiye Edilebilirliği, XII Levha Yayınları, İstanbul 2009 2)Bu konudaki tartışmalar için bkz. Bertil Emrah ODER, Başkanlık Sistemi adlı kitapta “Türkiye’de Başkanlık ve Yarı-Başkanlık Rejimi Tartışmaları: 1991-2005 Yılları Arasında Basına Yansıyan Öneri ve Tepkilerden Kesitler”(s.31-69), TBB Yayınları, Ankara 2005; Erdal ONAR, Başkanlık Sistemi adlı çalışmada “Türkiye’nin Başkanlık veya Yarı-Başkanlık Sistemine Geçmesi Düşünülmeli Midir?”(s.71-104), TBB Yayınları, Ankara 2005

3) Sezer’in 25 Nisan 2000 tarihinde Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşunun 38. yılı sebebiyle düzenlenen törendeki konuşmasından: “Anayasanın 104. maddesinde Cumhurbaşkanı’na verilen yetkiler, parlâmenter demokrasinin sınırlarını aşmaktadır. Oysa, demokratik devlet düzeninde, ulusal iradeyi temsil eden parlâmento dışında sorumsuz bir Cumhurbaşkanı’nın yönetimi paylaşması ve tek başına önemli yetkiler kullanması kabul edilemez.”(Anayasa Yargısı, 17, Anayasa Mahkemesi Yayınları, no:42, s.15, Ankara 2000)

Page 3: chd sayı 3

ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ ANKARA ÖĞRENCİ KOMİSYONU FANZİNİ SAYI:3

3

NEFRET SUÇLARI Dünya’da ve Türkiye’de ırkçılığın, hoşgörüsüzlüğün, milliyetçiliğin hayatımıza hızla hakim olduğunu görmekteyiz. Bu hakimiyetin sebepleri konusunda birçok siyasi analiz yapılabilir; ancak ben burada hızla artan milliyetçiliğin, ırkçılığın ve hoşgörüsüzlüğün sonucunda meydana gelen nefret suçları ve nefret söylemi üzerinde duracağım. Nefret suçu tanımı yasalarımızda ya da anayasamızda yer almamaktadır. Ancak son yıllarda bununla ilgili ‘Nefret Suçları Yasa Kampanyası’ yürütülmektedir.

Nefret suçu tanımıyla başlarsak, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı(AGİT) nefret suçunu şöyle tanımlamaktadır:

Mağdurun, mülkün ya da işlenen bir suçun hedefinin, gerçek veya hissedilen ırk, ulusal yada etnik köken, dil, renk, din, cinsiyet, yaş, zihinsel ya da fiziksel engellilik, cinsel yönelim veya diğer benzer faktörlere dayalı olarak benzer özellikler taşıyan bir grupla gerçek ya da öyle algılanan bağı, bağlılığı, aidiyeti, desteği ya da üyeliği nedeniyle seçildiği, kişilere veya mala karşı suçları da kapsayacak şekilde işlenen her türlü suçtur.1

Daha genel ifadeyle nefret suçu; ötekinin gerçek ya da varsayılan nitelikleri nedeniyle uğramış olduğu her türlü zarardır . Yani, mağdurun şahsının değil, temsil ettiği varsayılan niteliklerinin cezalandırıldığı durumdur. Bir olayı nefret suçu sayabilmemiz için ceza hukukuna göre bir suçun işlenmiş olması gerekmektedir ve yine bu eylemin önyargıyla, nefret saikiyle gerçekleştirilmiş olması gerekmektedir.2 Bu tanımı biraz incelersek bu kapsamın

içine 'namus saikiyle işlenen cinayetleri','ırkçı saikle işlenen suçları' ve yine 'halkı bir gruba karşı düşmanlığa sevk eden eylemleri' nefret suçu olarak değerlendirebiliriz; ancak namus saikiyle işlenen bu suçun da nefretle veya önyargıyla işlenmesi gerekmektedir.

Peki nefret suçu tanımı bizim için neden önemli, neyi değiştirecek ve nefret suçunun diğer suçlardan farkı ne? Öncelikle nefret suçunun diğer suçlardan farkı vardır. Yani basit bir cinayet ile nefret ve önyargı saikiyle işlenen cinayet farklıdır. Çünkü nefret suçu sadece bir bireye karşı işlenmez. Yani bir eşcinselin eşcinsel olduğu için öldürülmesi tüm eşcinselleri tehdit eder. Bu aslında sadece bir eşcinsele karşı gerçekleştirilen şiddetin yanında tüm eşcinsellere karşı gerçekleştirilen

1 Combating Hate Crimes in the OSCE Region, An Overview of Statistics, Legislation and

National Initiatives, OSCE - ODIHR, 2005, syf.12 2 Ayrıntılı bilgi için bknz. Ulusal Basında Nefret Suçları,10 Yılda 10 Örnek,Sosyal Değişim Derneği,Nisan 2010

Page 4: chd sayı 3

ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ ANKARA ÖĞRENCİ KOMİSYONU FANZİNİ SAYI:3

4

psikolojik şiddet demektir. O gruba, o cemaate mensup kişilerde bulunduğu mekanı değiştirme, depresyon, stres, tedirginlik gibi tepkiler oluşmaktadır. Bu olayın nefret suçu kapsamında kovuşturulmaması ve sıradan bir cinayet olarak değerlendirilmesi, bu cinayetin arkasındaki nefretin yok sayılması bu suçun cezasız kaldığı inancını da beraberinde getirmektedir. Bu yüzden ayrı bir düzenlemeye ya da tanımlamaya ihtiyaç duyulmaktadır. Türkiye de önyargıyla işlenen ve belli bir etnik gruba, belli bir dine mensup kişilere, belli cinsiyetlere ve belirli cinsel yönelimdeki kişilere karşı işlenen nefret suçları var mıdır diye baktığımızda karşımıza (2006’dan bu yana bu suçlarda artışın söz konusu olduğu) kabarık bir tablo çıkmaktadır. Birkaçına bakacak olursak, farklı etnik gruplara ilişkin nefret suçları kapsamında 14 Haziran 2008 tarihinde Gebze’de Kürt işçiler komşularını rahatsız ettikleri gerekçesiyle saldırıya uğradı. Bir işçi yaralandı. Yine azınlıklara yönelik olarak 19 Ocak 2007’de meydana gelen Hrant Dink cinayetini, farklı dinlere ilişkin olarak Zirve Yayınevi Katliamını ele alabiliriz. Bunun dışında cinsel yönelime ilişkin meydana gelen nefret suçu olaylarına baktığımızda 4 Haziran 2008’de Sisi isimli trans birey, Kuşadası’nda markete alışverişe gittiği sırada arkasından yaklaşan kişi tarafından 4 kez sırtından bıçaklanıp ve hastanede yaşamını yitirmiş ve fail, elindeki bıçakla yakalanırken etrafındakilere ve polislere “Nasıl, iyi etmişim değil mi?”demiştir ve bu cümle olayın nefret saikiyle işlendiğinin açık göstergesidir. Bunun yanında yabancı düşmanlığı ve ırkçılığın belirtisi olan Festus Okey cinayeti de bir nefret suçudur.3Bu olaylar 2006’dan bu yana meydana gelen olayların sadece birkaçıdır. Festus Okey cinayetine bakacak olursak, Nijerya vatandaşı Festus OKEY Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde gözaltındayken boynundan silahla vurularak öldürüldü. Yine Hrant Dink sadece muhalif olduğu için öldürülmedi. Hrant Dink’in Ermeni olması ve bunu açıkça ifade etmesiydi onun ölümüne sebep olan şey. Aslında Hrant Dink’in öldürülmesi Ermeniler’e karşı bir tehditti. Tabiki ülkemizdeki nefret suçları ve nefret söylemleri bunlardan ibaret değil, bunlar sadece bir kısmıdır.

Peki yasalarımızda nefret suçlarını kapsayıcı bir kanun maddesi yok mu, yani bu olaylar meydana geldiği sırada bizlerin uygulayabileceği bir madde var mıydı? Yine eğer bu kampanya sonucunda nefret suçu yasası oluşursa bu tek başına yeterli olur mu ve bunun olumsuz bir sonucu meydana gelebilir mi?

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 76. maddesi soykırım suçunu yasaklamakta, 122. maddesi ayrımcılığı, 216. maddesi ise halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılamayı suç saymaktadır.

Şüphesiz bunlardan "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama" başlığıyla düzenlenen 216. madde aslında nefret suçları hakkında uygulanması gereken bir maddedir. "Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı bakımından farklı özelliklere sahip bir kısmını diğer bir kesim aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimsenin" bu davranışı kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlike oluşturması halinde eylem 1 yıl - 3 yıl arası olmak üzere cezalandırılmaktadır. Bu düzenleme önceki TCK'nun meşhur 312.maddesinin 2. fıkrasına tekabül etmektedir. Ancak nefret suçları hakkında oldukça efektif kullanılabilecek bu madde ya hiç uygulanmamakta ya da çoğunlukla nefret söyleminde bulunanlara değil, İbrahim Kaboğlu ve Baskın Oran aleyhine açılan davalarda görüldüğü gibi daha çok nefret söylemine karşı çıkanlara karşı kullanılmaktadır. Maddenin yerinde uygulandığı örnekler çok azdır. İzmir'de bulunan ve

3 Ayrıntılı bilgi için bknz. Türkiye’de Nefret Suçları,Hakan Ataman-Orhan Kemal Cengiz,İnsan Hakları Gündemi Derneği,Ankara

Page 5: chd sayı 3

ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ ANKARA ÖĞRENCİ KOMİSYONU FANZİNİ SAYI:3

5

basın açıklamalarında "yol açtığı sorunlar nedeniyle" Kürt halkının kısırlaştırılması gerektiğini savunan Türkçü Toplumcu Budun Derneği'ne karşı Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyelerinin yaptığı suç duyurusu doğrultusunda açılan dava şüphesiz, 216. maddenin doğru uygulanışının istisnai örneklerindendir. Keza, geçtiğimiz mart ayında Denizli-Çivril'de bir Kürt aile için "Bunlar PKK'lı. Biz kovmazsak Kürtler köyü ele geçirecek" şeklinde propaganda yaparak ailenin ilçeden kaçmasına neden olan 16 kişi hakkında -ailenin şikayetçi olmamasına rağmen- bu madde kapsamında dava açılması yine olumlu ama ender örneklerdendir

Bunun dışında "millete ve devlete karşı suçları" düzenleyen 4. kısmın "devletin egemenlik alametlerine ve organlarının saygınlığına karşı suçları" düzenleyen 3. bölümü kapsamındaki "Türk milletini, Cumhuriyetini, devletin kurum ve organlarını aşağılama" suçunu düzenleyen 301. maddenin uygulanma şeklini ise artık dünyadaki sağır sultan bile duymuştur.4

Yani aslında bu zamana kadar gerçekleşen olaylarda mad.216 uygulanabilirdi; ancak yukarıda belirtilen istisnalar dışında uygulanmadı. Bu durumda nefret suçu yasasının oluşturulması tek başına yeterli değildir. Çünkü biliyoruz ki nefret saikinin oluşumunda tüm eğitim hayatımızın, devlet ideolojisinin ve din anlayışlarının büyük etkisi var. Devletin bu noktadaki duruşunu gözden kaçırmamalıyız. Eğer bir çocuğu ‘Ermeniler düşmandır, topraklarımızda gözü var’ diye söyleyen kitaplarla yetiştiriyorsanız, Kürtler için teröristtir algısı yaratıyorsanız bu apaçık devletin bilinçli olarak yürüttüğü bir devlet ideolojisidir. Bu durumun zihniyet problemi olduğunu da es geçemeyiz. Eğer karşınızdaki zenci bir insana her an suç işleyecekmiş tedirginliğiyle yaklaşıyorsanız bu bir problemdir. Polis uyuşturucu operasyonlarında ilk siyahi vatandaşların suçlu olduğu önyargısıyla yaklaşıyorsa bu aslında yeni Festus Okey davalarının bu yasadan sonra da olmayacağı anlamına gelmeyeceğini gösterir. Her gün nefret söyleminin çeşitli medya araçlarıyla insanlara ulaştırıldığı bir ülkedeyiz ve yine bizler ‘Biz Yezidi de olsa teröre bulaşmadığı sürece, insana insan olduğu için yine değer veririz" diyen bir kişinin başbakanlık yaptığı ülkedeyiz.’Hepiniz Ermenisiniz hepiniz piçsiniz’ pankartının bulunduğu ve buram buram düşmanlık, milliyetçilik kokan bir mitingte konuşma yapan yine ‘ayrık otları’ diyerek terör konusunda aydınları, akademisyenleri hedef gösteren bir içişleri bakanıyla aynı ülkede yaşıyoruz.Yine aylardır çeşitli nefret söylemleriyle birçok akademisyeni,aydını hedef gösteren Yeni Akit gazetesi hala bayilerde satılabiliyor.Bu durumda sırf Avrupa Birliği’ne bir adım daha yaklaşmak için yapılacak her türlü yasa taslağı çalışmasının benim nazarımda hiçbir anlamı yoktur.Bizler bu yasayla birlikte aslında bir zihniyetle hesaplaşma amacındayız,eğer bu yasa bizlere karşı susturucu olarak kullanılacaksa aslında bu yasa hiçbir amacına ulaşamayacaktır

Bu yasayla ilgili bir de son zamanlardaki tartışmalara bakarsak nefret suçları, nefret söylemi-ifade özgürlüğü çelişkisine de değinmiş oluruz. En son Amerikalı bir yönetmen tarafından yapılan film sonucu İslam dünyasından tepki yükseldi.(fiziksel, sözlü)Bununla birlikte başbakan islamofobiye değinerek islamofobinin nefret suçu kapsamına sokulacağını ve bununla ilgili çalışmaların başlatıldığını duyurdu yine bizler bu çalışmayla tüm dünyaya örnek olmayı hedefledik! Açıkçası bununla birlikte ifade özgürlüğü kısıtlanacak mı diye akıllara bir soru işareti düşüyor. Öncelikle nefret söylemine ilişkin bir ifade özgürlüğü olmaz. Geçen sene Samsun’da Statüko gazetesinde Okan Baş açıkça hem Ogün Samast’ı övmüştür

4 http://www.guvenhukuk.org/tr/duyurular/94-nefret-sucu.html Son Erişim Tarihi:26.10.12

Page 6: chd sayı 3

ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ ANKARA ÖĞRENCİ KOMİSYONU FANZİNİ SAYI:3

6

hem de bu suçu övücü cümleler kullanmıştır.5Burada biz yazar ifade özgürlüğünü kullanmıştır diyemeyiz. Açık bir nefret söylemi olduğu gibi bunun dışında suçu ve suçluyu övücü cümleler vardır. Bu da aslında Ermeniler’i yine aynı düşüncedeki insanları tehdit edici bir nefret söylemidir. Çokça yaşadığımız bir sorundur peygambere hakaret mi etti, islamiyete karşı hakaret mi etti ikilemleri.İnsanların dinleri eleştirme hakkı vardır,yok sayma hakkı da vardır bu noktada kişilere karşı nefret suçu,nefret söylemi ibaresinde bulunma hakkımız yok;ama eğer siz 11 Eylül olaylarından sonra sırf Müslüman’sınız diye Amerika’da takip ediliyorsanız ve aslında size potansiyel suçluymuşsunuz gibi davranılıyor ve bununla birlikte eylemsel olarak da tepki veriliyorsa,sizin özel hayatınız sırf bu yüzden devletçe deşifre edilebiliyorsa, o zaman bu problemlidir.İşte bu yüzden bu ayrımı iyice yapmak gerekir.Yani burada sizler bir dini reddebilirsiniz, eleştirebilirsiniz ;ancak ona inanan insanları tehdit edemezsiniz ya da onları ötekileştiremezsiniz.Bu yasa insanların kendini yaşadıkları alanda kendileri gibi ifadesini kolaylaştırmak içindir,ifade özgürlüğünü kısıtlamak için değildir.Bu yüzden ‘kadın mıdır kız mıdır belli değil’,’onlar zerdüşt’,diye her seferinde birilerini ötekileştiren ve bunun üzerinden nemalanmaya çalışan tek lider,tek din ve tek millet anlayışıyla ilerleyen başbakanımızın çalışmasının ne kadar özgürlük içereceği pek meçhuldür.Meçhul de değildir aslında açıktır.

Tüm bu incelemeleri yaptığımızda ulaştığımız sonuca göre bu bir zihniyet problemidir. Elbette kanunlar toplumları değiştirebilir ancak bunun için kanun uygulayıcılarının ve yine bu süreçte rolü olan kolluk kuvvetlerinin bundan nasiplenmesi gerekir.Mad.216’nın işlevli olmasına rağmen uygulanmadığını unutmamalıyız. Bu yüzden bu yasa tek başına yetmez ve eğer bir yasa olacaksa da bu yasa ile ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına izin verilmemelidir. Ötekileştirmenin, nefret söyleminin ve düşman algısının olmadığı dünyayı hep birlikte yaratacağımız inancıyla…

5 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1078083&CategoryID=77 Son erişim tarihi:26.10.12

Page 7: chd sayı 3

ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ ANKARA ÖĞRENCİ KOMİSYONU FANZİNİ SAYI:3

7

Merhaba Arkadaşlar, Bizler Çağdaş Hukukçular Derneği’nin(ÇHD) alt komisyonlarından olan ÇHD Ankara Öğrenci Komisyonu olarak geçen sene faaliyet göstermeye

başladık. Bu komisyonun amacı; hukuk fakültesi öğrencisi olarak hukuksuzluklara karşı boyun eğmemek, hukuksuzlukları teşhir edebilmek,

bizlere dayatılan hukukçu profilinin dışına çıkabilmektir. Bizler 21.yy işkencesinin hukukla yapıldığı bir dönemde yaşıyoruz ve bunun karşısında

hukuk fakültesi öğrencileri olarak birlikte bir şeyler yapabileceğimizi, adaletsizliklere karşı muhalif bir duruş sergileyebileceğimizi biliyoruz ve bu inançla faaliyetlerimizi sürdürmekteyiz. Bir yıldır faaliyet yürütmekte olan komisyonumuz, sadece Ankara Üni. Hukuk Fakültesi öğrencilerinin değil aynı zamanda Ankara'daki diğer hukuk fakültelerindeki (Başkent

Üni.,Gazi Üni.) öğrenci arkadaşlarımızın da bulunduğu bir komisyondur. Bu bir sene içerisinde kendi içimizde çeşitli konular ve davalar üzerine

tartışmalar yürüttük. Aynı zamanda Ankara Üni. Hukuk Fakültesi'nde ÇHD başkanı Av. Selçuk Kozağaçlı'nın katılımıyla Ceza Muhakemeleri Kanunu

Eğitimi üzerine pratik çalışması yapıldı. Yine Kentsel Dönüşüm Davaları ve Barınma Hakkı üzerine ÇHD avukatlarından Özgür Yılmaz, yazar Metin

Yeğin, Mamak ilçesinde ikamet eden kentsel dönüşüm tanığının ve mimar arkadaşımızın katılımıyla panel gerçekleştirdik. Bunların dışında

hapishane yapısı üzerine F Tipi Cezaevlerini incelediğimiz F Tipi Cezaevleri Fanzini'ni ve yine çevre sorunlarını, hukuki uygulamalarını aktarmaya

çalıştığımız Çevre Fanzini'ni çıkardık. Bu fanzinlerimizde amacımız güncel sorunları hukukla ilişkili olarak incelemekti ve bu seneki çalışmalarımızda

böyle olmaya devam edecek. Bu faaliyetlerin benzerlerini bu sene de sürdüreceğiz.Dava takipleri,dava dosyası okumaları yapmak bu sene

gerçekleştirmek istediğimiz planlarımızdan.Bu planları, hedefleri sizlerle birlikte

gerçekleştirmek ve hep birlikte yeni üretimler ortaya koymak güzel olacaktır. Eğer bugün gazetelerde okuduğunuz dava haberlerinde bir yanlış

olduğunu düşünüyorsanız, vicdanınız tatmin olmuyorsa ve siz hukukçuluğun bu olmadığını düşünüyorsanız hep birlikte bu gidişe dur

diyebiliriz. Adaleti bizler sağlayabiliriz.

“Adaletsiz rejimi, adaletle yıkınız.”