80
Editörden Değerli okuyucularımız merhaba, B u yılın son sayısında da yine sizlerle birlikteyiz. Öncelikle 15 Temmuz kanlı kalkışma olayına ayırdığımız özel sayımıza gösterdiğiniz ilgi için teşekkürlerimizi sunuyoruz. Olağanüstü şartlarda ve zaman darlığı nede- niyle sözkonusu sayıda yer alan bazı hatalar için siz okuyucularımızdan ve dergimiz yazarlarından bağışlanma diliyoruz. Sekiz yıldır aralıksız çıkarmayı sürdürdüğümüz dergimizde, derneğimizin kuruluş amaçlarını ilke edinen bir yayın çizgisi takip ettik, bundan sonra da öyle olacaktır. Hayatın her alanına dair konuları usta kalemlerin düşün- celeriyle sizlere aktarmayı da Yeni Ufuklar Derneği’nin amaçları arasında görmekteyiz. Yeni sayımız bu ilke doğrultusunda yine ilginizi çekeceğini umduğumuz bir içeriğe sahip. Derneğimizin geçen dönem İstanbul Şube Başkanlığı görevini yürüten Prof. Dr. Yakup Çelik’in nefis üslubuyla kaleme aldığı edebiyatımızın kö- şetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı olacak diye umuyoruz. Bundan böyle her sayı, bir usta edebiyatçımızın hayatı, sanat anlayışı, eserleri ve toplumdaki etkilerini konu alan yazıları paylaş- mayı kararlaştırdık. İlki, Attilâ İlhan... Prof. Dr. Yakup Çelik’in kaleme aldığı yazıyı okuyunca bize hak vereceğinizi düşünüyor ve Sayın Çelik’e hem dernek yönetimindeki hizmetleri hem de yazısı için bir kez daha teşekkür ediyoruz. Dedik ki hayatın her alanı ve özellik- le de düşünce... Sayfalarımıza konuk ettiğimiz düşünce hayatımızın önemli sîmalarından biri olan Prof. Dr. Şahin Uçar ile Rus edebiyatının unutulmaz kalemi Lev Tolstoy üzerinden bir fikir turuna çıkalım istedik. Uçar, Prof. Dr. Numan Konuk’un gerçekleştirdiği röpor- tajda ‘insan’, ‘varlık’, ‘sistem’, ‘ölüm’ başta olmak üzere, varoluş tarihimizin kadim sorularına ilişkin düşündürücü anlatımı ile bizlere yeni kapılar aralıyor. Türkiye gibi kaderi jeopolitiği ile doğ- rudan bağlantılı ülkelerin en çetrefilli konularından biri de doğal olarak dışpolitika. Nitekim çok ciddi risklerin yaşandığı bölgemizde hararet iyi- den iyiye yükselmiş durumda. Bu minvalde, Jeopolitikçi -Stratejist Aydın Çetiner, Dr. Nejat Tarakçı ve Dr. Aslan Yaman’ın hem bölgemizde hem de dünyada olup bitenlere dair yazı ve çevirileri okurlarımıza farklı bir açıdan gözlem imkânı sunuyor. Naif kalemleriyle, zarif üsluplarıyla bizlere hayata hoş bakmayı, olanla yetinmeyi öğütleyen iki usta kalem H. Neşe Koçak ve Kudret Altun son sayımızın iki önemli ismi. Detaycı bakışları ve özgün anlatımlarıyla Koçak ve Altun’un dergimize renk kattıkları inancındayız. Yurdalgül Konuk’un da yazılarıyla yeniden aramızda olduğunu müjdelerken, kendisine ‘hoşgeldi- niz’ diyoruz. Doç. Dr. Mustafa Aksoy’un kültürümüzün izlerini sürdüğü, geniş bir coğraf- yayı kapsayan gezilerinden tadımlık bir metin ve görselleri de 31. sayımı- zın sayfalarında ağırlıyoruz. “Yok olan meslekler, son ustalar” başlığı altında derlediğimiz nostaljik turda fotoğraf tutkunu dostların katkılarına da değinmeden geçemeye- ceğiz. Değerli çalışmalarıyla dergimize katkı sunma nezaketini gösteren Enver Manço, Deniz Senyeşil, Oğuz Arat, Ali Başarır ve Bilal Akar beylere teşekkürlerimizi sunuyoruz. Esen kalınız... Dr. Zekeriya Kökrek Yıl: 8, Sayı: 31, Ekim - Aralık 2016 Yayın türü: Yerel süreli ( 3 ayda bir yayınlanır ) YENİ UFUKLAR DERNEĞİ adına imtiyaz sahibi: Prof. Dr. Mustafa Argunşah Genel Yayın Müdürü: Dr. Zekeriya Kökrek Yayın Koordinatörü: Doç. Dr. Mustafa Aksoy Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Zekeriya Muhiddin Arık Yayın Kurulu Prof. Dr. Mustafa Argunşah, Prof. Dr. Yakup Çelik, Prof. Dr. Gökhan Antalya, Doç. Dr. Mustafa Aksoy, Dr. Zekeriya Kökrek Tasarım A.Kadir Karataş Reklam Türkiye Yeni Ufuklar Reklam Rezervasyon 0212 230 86 59 Baskı Yek Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. Matbaa Sertifika No: 32287 100. Yıl Mah. Mat.Sit. Matbaacılar Sitesi. 4. Cad. No: 122 34204 Bağcılar/İST. Tel: 0212 430 50 00 Yönetim Yeri Merkez Mah. Abide-i Hürriyet Cad. Yonca Apt. 148 Kat: 3 Daire: 8 Şişli - İstanbul 0212 230 86 59 - 230 94 43 [email protected] Kayseri İletişim Cumhuriyet Mah. Tennuri Sok. (Tennuri Geçidi) Hüsrevoğlu Kardeşler İşhanı No: 20/3 Melikgazi - Kayseri Tel: 0352 221 30 60 (3 hat) [email protected] Türkiye Yeni Ufuklar, T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. İmzalı yazılardaki ifadeler yazarlarına aittir.

Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

  • Upload
    others

  • View
    4

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

Editörden

Değerli okuyucularımız merhaba,

Bu yılın son sayısında da yine sizlerle birlikteyiz. Öncelikle 15 Temmuz kanlı kalkışma olayına ayırdığımız özel sayımıza gösterdiğiniz ilgi için

teşekkürlerimizi sunuyoruz. Olağanüstü şartlarda ve zaman darlığı nede-niyle sözkonusu sayıda yer alan bazı hatalar için siz okuyucularımızdan ve dergimiz yazarlarından bağışlanma diliyoruz.

Sekiz yıldır aralıksız çıkarmayı sürdürdüğümüz dergimizde, derneğimizin kuruluş amaçlarını ilke edinen bir yayın çizgisi takip ettik, bundan sonra da öyle olacaktır. Hayatın her alanına dair konuları usta kalemlerin düşün-celeriyle sizlere aktarmayı da Yeni Ufuklar Derneği’nin amaçları arasında görmekteyiz. Yeni sayımız bu ilke doğrultusunda yine ilginizi çekeceğini umduğumuz bir içeriğe sahip.

Derneğimizin geçen dönem İstanbul Şube Başkanlığı görevini yürüten Prof. Dr. Yakup Çelik’in nefis üslubuyla kaleme aldığı edebiyatımızın kö-şetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı olacak diye umuyoruz. Bundan böyle her sayı, bir usta edebiyatçımızın hayatı, sanat anlayışı, eserleri ve toplumdaki etkilerini konu alan yazıları paylaş-mayı kararlaştırdık. İlki, Attilâ İlhan... Prof. Dr. Yakup Çelik’in kaleme aldığı yazıyı okuyunca bize hak vereceğinizi düşünüyor ve Sayın Çelik’e hem dernek yönetimindeki hizmetleri hem de yazısı için bir kez daha teşekkür

ediyoruz.

Dedik ki hayatın her alanı ve özellik-le de düşünce... Sayfalarımıza konuk ettiğimiz düşünce hayatımızın önemli sîmalarından biri olan Prof. Dr. Şahin Uçar ile Rus edebiyatının unutulmaz kalemi Lev Tolstoy üzerinden bir fikir turuna çıkalım istedik. Uçar, Prof. Dr. Numan Konuk’un gerçekleştirdiği röpor-tajda ‘insan’, ‘varlık’, ‘sistem’, ‘ölüm’ başta olmak üzere, varoluş tarihimizin kadim sorularına ilişkin düşündürücü anlatımı ile bizlere yeni kapılar aralıyor.

Türkiye gibi kaderi jeopolitiği ile doğ-rudan bağlantılı ülkelerin en çetrefilli konularından biri de doğal olarak

dışpolitika. Nitekim çok ciddi risklerin yaşandığı bölgemizde hararet iyi-den iyiye yükselmiş durumda. Bu minvalde, Jeopolitikçi -Stratejist Aydın Çetiner, Dr. Nejat Tarakçı ve Dr. Aslan Yaman’ın hem bölgemizde hem de dünyada olup bitenlere dair yazı ve çevirileri okurlarımıza farklı bir açıdan gözlem imkânı sunuyor.

Naif kalemleriyle, zarif üsluplarıyla bizlere hayata hoş bakmayı, olanla yetinmeyi öğütleyen iki usta kalem H. Neşe Koçak ve Kudret Altun son sayımızın iki önemli ismi. Detaycı bakışları ve özgün anlatımlarıyla Koçak ve Altun’un dergimize renk kattıkları inancındayız. Yurdalgül Konuk’un da yazılarıyla yeniden aramızda olduğunu müjdelerken, kendisine ‘hoşgeldi-niz’ diyoruz.

Doç. Dr. Mustafa Aksoy’un kültürümüzün izlerini sürdüğü, geniş bir coğraf-yayı kapsayan gezilerinden tadımlık bir metin ve görselleri de 31. sayımı-zın sayfalarında ağırlıyoruz.

“Yok olan meslekler, son ustalar” başlığı altında derlediğimiz nostaljik turda fotoğraf tutkunu dostların katkılarına da değinmeden geçemeye-ceğiz. Değerli çalışmalarıyla dergimize katkı sunma nezaketini gösteren Enver Manço, Deniz Senyeşil, Oğuz Arat, Ali Başarır ve Bilal Akar beylere teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Esen kalınız...

Dr. Zekeriya Kökrek

Yıl: 8, Sayı: 31, Ekim - Aralık 2016Yayın türü: Yerel süreli ( 3 ayda bir yayınlanır )

YENİ UFUKLAR DERNEĞİadına imtiyaz sahibi:Prof. Dr. Mustafa Argunşah

Genel Yayın Müdürü:Dr. Zekeriya Kökrek

Yayın Koordinatörü:Doç. Dr. Mustafa Aksoy

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:Zekeriya Muhiddin Arık

Yayın KuruluProf. Dr. Mustafa Argunşah, Prof. Dr. Yakup Çelik, Prof. Dr. Gökhan Antalya, Doç. Dr. Mustafa Aksoy, Dr. Zekeriya KökrekTasarımA.Kadir Karataş

ReklamTürkiye Yeni Ufuklar Reklam Rezervasyon0212 230 86 59

BaskıYek Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. Matbaa Sertifika No: 32287 100. Yıl Mah. Mat.Sit. Matbaacılar Sitesi. 4. Cad. No: 122 34204 Bağcılar/İST.Tel: 0212 430 50 00 Yönetim YeriMerkez Mah. Abide-i Hürriyet Cad.Yonca Apt. 148 Kat: 3 Daire: 8Şişli - İstanbul0212 230 86 59 - 230 94 [email protected]

Kayseri İletişimCumhuriyet Mah. Tennuri Sok.(Tennuri Geçidi) Hüsrevoğlu Kardeşler İşhanı No: 20/3 Melikgazi - Kayseri Tel: 0352 221 30 60 (3 hat)[email protected]

Türkiye Yeni Ufuklar,T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. İmzalı yazılardaki ifadeler yazarlarına aittir.

Page 2: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

KAPAK04 Attilâ İlhan’a Yeniden Bakmak

Prof. Dr. Yakup Çelik

RÖPORTAJ08 Prof. Dr. Şahin Uçar: Hiçbir şeyi olmayan insanlığın

arama arayışı da yok...

Prof. Dr. Numan Konuk

etkinlik20 Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu 2015-2016 Dil

Ödülü Codex Cumanicus’a verildi.

StRAteJi26 Soft Power (Yumuşak Güç)

Aydın Çetiner

30 ABD Ankara’daki Adamını Kaybediyor

Dr. Aslan Yaman

32 İsrail-Türkiye Anlaşmasının Jeopolitik Şifreleri

Dr. Nejat Tarakçı

DeneMe22 Sahafın Eşiğinde

Yurdagül Konuk

36 Derviş Ağa

Kudret Altun

52 Bahçede

H. Neşe Koçak

DÜŞÜnCe40 Küreselleşme ve İslam’ı Yeniden

48

04

kültür

sayfa

içinDekileR

Edebiyat

Gezi

Page 3: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

Düşünmek

Prof. Dr. Hasan Onat

44 Karacaoğlan’ın Torunu: Mehmet Zeki Akdağ

Anuş Gökce

48 Doğu Anadolu, Nahçıvan ve Tebriz’de Saha Araştırmaları

Doç. Dr. Mustafa Aksoy

eneRJi54 Enerji Arz Güvenliği ve Tehdit Altındaki Ağırlık

Merkezlerimiz

Dursun Yıldız

kÜltÜR - SAnAt56 Fotoğraf Tutkunlarının Gözünden Son Meslekler

64 “Kuzeydeki Yavru Vatan Kırım” Okuyucuyla buluştu

Bayram Akcan

70 Kitap Tanıtımı: Tarihsel Bunalım ve İnsan, Ortega y Gasset / Ölümcül Kimlikler, Amin Maalouf

S. Orhun Altıparmak

66 Bir Barış Filmi: İnsanları İnsanlığa Çağıranlar

eğitiM68 Okulun İlk Günleri

Arş. Gör. Hilal İlknur Tunçeli

sPOR72 Bişkek’te Türk Sporları Sempozyumu

Ahmet Tüzün

78 Atın İnsan Ruhuna Dokunuşu

Lale Özen

56

64

sayfa

sayfa

Belgesel

Fotoğraf

ekiM - kASIM - ARAlIk 2016

Page 4: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

4

MAKALE

4

Ölümünün üzerinden 11 yıl geç-ti. Birçok şair ve yazar ölümünden

birkaç yıl sonra unutuluverir. Şiirleri ve romanları okunmaz, tek tük kaleme aldığı düşünce yazıları da geçerliliğini kaybeder. Ancak Attilâ İlhan, öyle sa-nıyorum ki gün geçtikçe değerini artıra-cak bir şair, yazar, eleştirmen, düşünce adamıdır. Gençler şiirlerini, aydınlar ve halk romanlarını ve düşünce yazılarını okumaya, eskisinden çok daha fazla de-vam ediyor.

Attilâ İlhan, İzmir’in Menemen il-çesinde Gürün’lü (Bedri Bey) bir baba ile Menemenli eşraftan aile kızının (Pe-rihan Memnune Hanım) çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Kökeninde Anadolu olan bir baba ile nispeten Batılı diye-bileceğimiz bir annenin çocuğu olarak. Ancak yetişmesinde yalnızca bunlar etkili değildir. Zekiye Nine’nin masal-ları ve Bahri amcasının türküleri, Batılı bir yaşama tarzının içerisine Anadolu serpintileri olarak yerleşir ve ömrü bo-yunca çıkmaz. Bir bakıma, daha sonra elde edeceği modern kültürün kökenine henüz çocukluktan itibaren geleneksel olan yerleşir.

Küçük yaşlardan itibaren inanılmaz okuma faaliyetlerinde bulunur. Bir ta-raftan Necip Fazıl, Faruk Nafiz Çamlı-bel, Mehmet Akif okurken diğer taraftan Jules Verne gibi macera ve bilim kurgu ile dünyaya bakışını farklı ve meraklı bir çocuk ekseninde geliştirir. Bu ne-denle çocukluğundan itibaren hep ast-ronot olma merakı dikkati çeker. Henüz ortaokulda iken kaleme aldığı “Merih’e Seyahat” adlı roman ‘meraklı ve zeki’ çocuğun işaretleridir. Bu farklılığı, hiç eksilmeden, ölümüne kadar devam eder.

Şair Attilâ İlhanAttilâ İlhan’ı ortalama okuyucu-

lar öncelikle şairliği çevresinde tanır ve sever. İlk şiirini 1941’de yayımla-yan Attilâ İlhan’ın şiir serüveni, 50 yılı aşkın süre içerisinde farklı arayışlar

çerçevesinde gelişir. Bu gelişme çiz-gisinin birinci aşaması 1941 ilâ 1954 arasıdır. Yani Duvar’ın oluşumundan Sisler Bulvarı’na kadar olan dönem-dir. İkincisi, Sisler Bulvarı ile Yasak Sevişmek (1955-1968) arasıdır. Yasak Sevişmek’ten ölüm tarihi 2005’e kadar yazdıkları da şiirinin üçüncü aşamasıdır.

Duvar’ı oluşturan şiirlerin kaleme alınmaları ile Sisler Bulvarı’nın yayın-landığı, daha doğrusu sosyal realizm düşüncesinin ortaya konduğu dönemde Attilâ İlhan; toplumsal mesajda heye-canı ön plana çıkaran bir şairdir. Yani estetik tavır heyecanla şekillenmiştir. Duvar’daki Gavurdağları’ndan Riva-yet bölümünde, memleketimizin bir bölgesindeki bağımsızlık mücadelesi, o bölge insanının gerçekliği gözler önü-ne serilerek destanlaştırılmıştır. Yine bir destan denemesi olan Şafak Vakti Dünya’da ise, “ben”in toplumcu kimliği heyecanıyla ve duyumlarıyla birleşerek destanı yapar. Hürriyet Yürüyor, Ka-ranlıkta Kaynak Yapan Adam ve Harb Kaldırımında Aşk bölümlerinde; top-lumcu gerçekçi çizgi «ben”in düşünce-leri çevresinde verilir. Ön planda «ben” değil, “ben”in düşünceleri çevresinde dile getirilen toplumsal mesajlardır. Fa-kat toplumsal mesajların sunulmasında, toplumcu gerçekçi şiir anlayışına uygun olarak şiirsel olandan vazgeçilmemiştir. Halk şiiri kaynaklarından yararlanma ve mesajı bu anlatımla ahenkli kılma arzu-su da bu dönem şiirlerinin ortak özelliği-dir. Duvar’daki şiirlerde, toplumcu dü-şüncelerin estetik süzgeçten geçirilerek sunulmasında bilinçli bir tercihin varlı-ğını iddia etmek oldukça zordur. Deni-lebilir ki Attilâ İlhan, biraz etkisi altında kaldığı şairlerin, biraz da sezgilerinin yardımıyla bu çizgiyi yakalamıştır.

Bu toplumcu çizgi Sisler Bulvarı’nın Yeraltı Ordusu, Bursa’dan Yaylıma-teş, Barakmuslu Mezarlığı; Yağmur Kaçağı’nın Acı Ninni bölümlerine kadar sürer. Adı geçen bölümlerdeki şiirlerde, halk şiiri kaynaklarından yararlanma, köy hayatı, “ben”e ait heyecan ve top-lumsal mesajların ön plana çıkması, bizi bu bağlantıyı kurmaya yöneltmiştir. Ben Sana Mecburum’un Memleket Havası şi-irleri de, Anadolu gerçeğine temas etme-si, halk şiiri kaynaklarına başvurması ve Anadolu’dan insan manzaralarını sun-ması bakımından Gavurdağları’ndan Rivayet bölümüne bağlanabilir.

Attilâ İlhan’a Yeniden Bakmak

YakupÇELİK*

Duvar’ı oluşturan şiirlerin kaleme alınmaları ile Sisler

Bulvarı’nın yayınlandığı, daha doğrusu sosyal realizm düşüncesinin ortaya konduğu

dönemde Attilâ İlhan; toplumsal mesajda heyecanı ön plana çıkaran bir şairdir. Yani estetik tavır heyecanla

şekillenmiştir. Duvar’daki Gavurdağları’ndan Rivayet

bölümünde, memleketimizin bir bölgesindeki bağımsızlık

mücadelesi, o bölge insanının gerçekliği gözler önüne

serilerek destanlaştırılmıştır.

*Prof. Dr. , Yıldız Teknik Üniversitesi

Page 5: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

5

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 31

5

MAKALE

Attilâ İlhan, bu dönemde kaleme aldığı, özellikle halk edebiyatı etkisinin belirginleştiği şiirlerde, anlattığı konu-ya uygun bir anlatım tarzını seçer. Şiire konu seçtiği insanı; dili, zevkleri ve ya-şama tarzları ile birlikte ele alır. Şiirde köy insanı veya köy hayatı anlatıyorsa, o konuya uygun bölge ağzını kullanır. Toplumcu gerçekçi şiir anlayışı, Sisler Bulvarı ile birlikte değişik bir yapıya kavuşur. Attilâ İlhan’ın kendine has şiir çizgisi de böylece ortaya çıkmış olur.

Sisler Bulvarı ile Yasak Sevişmek çizgisinde büyük şehir yaşantısı içerisin-deki ferdin aşkları, isyanları, toplumcu mücadeleden ve büyük şehir hayatının karanlık yaşayışından kaynaklanan ge-rilimleri söz konusudur. Bu dönemdeki şiirlerde, daha doğrusu “ben”in ön plan-da olduğu şiirlerde, toplumcu gerçekçi düşünce, imgeler yumağı içerisinde, fer-din yaşadıklarının arkasında sezdirilir. Yani bu defa estetik süzgeç “ben”dir. Bu safhanın ilk şiirleri Sisler Bulvarı’nın Başka Yerde Olmak ve Kaptan bölümle-rindedir. Yağmur Kaçağı’nda bu çizgiyi Fabrika Durağı ve Bulvardia bölüm-leri devam ettirir. Aynı çizgi, Ben Sana Mecburum’un Askıda Yaşamak ve Ten-sion a Smyrne’de şiir bölümlerinde bü-yük şehir hayatının (İstanbul ve İzmir)

sunduğu gerilim “ben”in yaşadıkları çevresinde estetik süzgeçten geçirilerek yansıtılır. Belâ Çiçeği›nin, Türkiye’nin eğlence merkezi Beyoğlu’nun şiir formu içerisinde bütün gerçekliğiyle dikkatlere sunulduğu Belâ Çiçeği ve Cinnet Çar-şısı bölümlerinde de yine “ben” vardır. XX. yüzyıl insanının büyük şehirde ya-şadıklarıyla birlikte.

1968 sonrasında Attilâ İlhan, şirini form ve söyleyiş çerçevesinde yeni ara-yışlarla kaleme alır. Artık duygu yoğun-luğunun yerini sanat hünerleri, şairlik yetenekleri almaya başlamıştır. Bir ta-rafta hatıraları, geçmişte yaşanan tutuk-lanmaları, gerilimleri gözden geçirme, böylece toplumsal problemleri sezdir-me; bir tarafta insan hayatını ve tabiatı sorgulama, hayatın anlamını araştırma söz konusudur. Yine bu dönem şiirlerin-de cinselliği ‘bireysel diyalektik’in bir parçası sayma ve cinsel çelişkileri konu almak ile tarihin yeniden yorumlanması demek olan tarihsel dönemlerin şiir sen-tezi içerisinde sunma gayretleri dikkati çeker. Ayrıca gazeteciliğin verdiği tec-rübeyle şiire, teleks haberlerinin faklı yapısını (Tutuklunun Günlüğü-Teleks) katmıştır.

Attilâ İlhan Tutuklunun Günlü-

ğü’ndeki Zincirleme Rubailer ile tabiatı ve zamanı yorumlamaya, insanın tabi-at içerisindeki yerini araştırmaya baş-lar. Bu, ölüme yaklaşmış veya ölümü hissetmeye başlamış “ben”in, kendini yeniden tanımlaması ya da metafiziğin “ben”i etkisi altına alması şeklinde yo-rumlanabilir. Aynı şiir damarını Böyle Bir Sevmek’te Gözlüklü Hamdi’nin Notları, Elde Var Hüzün’de Rubaiyat, Korkunun Krallığı’nda Yalnızgezerin Notları, hattâ Ayrılık Sevdâya Dâhil’in Şairin Not Defteri bölümlerinde izlemek mümkündür. Bunlara divan şiiri etkisiy-le yazılmış Elde Var Hüzün, Korkunun Krallığı ve Ayrılık Sevdâya Dâhil’de bu-lunan Serbest Gazeller adlı bölümleri de ekleyebiliriz.

Attilâ İlhan’ın şiirlerindeki önem-li bir farklılık da tarihsel dönemle-rin şiir formu içerisinde yeniden yo-rumlanmasıdır. Bu tarz şiirlerin ilkini Gavurdağları’ndan Rivayet olarak ka-bul edebiliriz. İkinci Dünya Savaşı des-tanı olma gayesiyle kaleme alınmış olan Şafak Vakti Dünya ve onun devamı olan Yeraltı Ordusu’nda; duyumlar çevresin-de, İkinci Dünya Savaşı’nın insanlarda meydana getirdiği çöküntü sezdirilir. Ben Sana Mecburum’un Cehennem Da-iresi bölümünde ise çağrışımlar vasıta-

Yeni Ufuklar, sayı 23

Page 6: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

6

MAKALE

6

sıyla tarihsel gezinti; Yasak Sevişmek’in Şehnâz Faslı bölümündeki Eski Rume-li, Hasköy Bahriye Kahvesi, Bir Özge Muammer Bey serilerinde, Türk mille-tinin Balkan Savaşı yıllarından itibaren yaşadığı acılı dönem işlenmiştir. Yasak Sevişmek’teki Ç Koçaklaması da, Türk tarihinin belirli dönemlerini, o dönemle-re uygun nazım şekilleri içerisinde konu almaktadır. Elde Var Hüzün’ün Drang Nach Osten, Ayrılık Sevdâya Dâhil’in O Hangi Zamandı şiirlerinde de Türk ve Dünya tarihinin (Rusya – Sultan Ga-liyev) çeşitli dönemleri gözden geçirilir ve yeniden yorumlanır.

Attilâ İlhan, Ben Sana Mecburum’un Cehennem Dairesi bölümüyle başlayan, divan şiiri kaynaklarından nazım şekli ve ses açısından yararlanma işini son şiir kitabı Kimi Sevsem Sensin’e dek sürdü-rür. Divan şiirine ait ilk önemli deneme-ler Belâ Çiçeği›nin Mahur Sevişmek adlı bölümündedir. Yasak Sevişmek’le bir-likte şarkı, kaside ve gazel formlarından yararlanmalar dikkati çeker. Bu nazım şekillerinin seçilmesinde, hem konunun tarihin belli bir dönemini ele almasının

hem de şiirde mesajın gizlenmesinin payı vardır. Divan şiiri kaynaklarından yararlanma, Elde Var Hüzün’le birlikte kesik mısralı yapı içerisinde gerçekleş-tirilir. Kesik mısralı şiirlerin şekli üze-rinde yapılacak düzenlemelerle, divan edebiyatına ait formlara ulaşılması da dikkat çekicidir.

Şiirinde çok boyutlu arayışlara yö-nelen Attilâ İlhan; şiirsel zenginliği, hem dil, hem de imge seviyesinde kendi sistemi içerisinde oluşturabilmiş nadir şairlerdendir.

Romancı Attilâ İlhanAttilâ İlhan’ın ilk romanları Sokak-

taki Adam ve Zenciler Birbirine Ben-zemez; Kaptan, Başka Yerde Olmak, Fabrika Durağı, Askıda Yaşamak şiirle-rindeki “ben’in roman kahramanı (Ha-san – Mehmet Ali) olarak düzenlenmiş hâlidir denilebilir. Korku, arayış ve geri-lim içerisindeki insanın İstanbul – Paris ikileminde yaşadığı imkânsız aşkların ve maceraların yansıması.

Cinayet, gazetecilik ve aydın proble-minin Mahmut Ersoy ve Gazeteci Ümit gibi roman kahramanları çevresinde kurgulandığı Kurtlar Sofrası; iktisadî hayatın, eğlence ve düşünce dünyasının karşı karşıya getirildiği bir çerçevedir. Bu roman, Attilâ İlhan ile bütünleşecek Aynanın İçindekiler’e zemin hazırlama-sı bakımından son derece önemlidir.

Aynanın İçindekiler roman dizisin-de Türkiye’nin 20. yüzyıldaki toplumsal-tarihsel macerası sorgulanır. Bu roman dizisindeki kahramanların bir kısmı dizi boyunca varlığını devam ettiririr. De-mir, Ferit, Gazeteci Ümit, Suat gibi. Bu roman dizisini oluşturan altı kitap, yakın tarihimizin 1906–1960 yılları arasında kalan dönemindeki olayları konu edinir.

İlk roman Bıçağın Ucu’nda Demok-rat Parti-Menderes Dönemi; intihar giri-şiminde bulunan Suat-Yüzbaşı Demir ve Miralay Ferit çevresinde anlatılır. Sırtlan Payı’nda, Mütareke ve Kurtuluş Savaşı yılları ile 27 Mayıs Devrimi’nin hemen sonrasındaki dönem vardır. Döneme Miralay Ferit’in anıları hareket noktası alınarak girilir. 1919 Mayıs’ından 1960 Ağustos’una kadar. Bir askerin yaklaşık Türkiye’nin kırk yılına ait sorgulamaları da diyebiliriz romanda anlatılanlara.

İlk roman Bıçağın Ucu’nda Demokrat Parti-Menderes

Dönemi; intihar girişiminde bulunan Suat-Yüzbaşı

Demir ve Miralay Ferit çevresinde anlatılır. Sırtlan

Payı’nda, Mütareke ve Kurtuluş Savaşı yılları ile 27

Mayıs Devrimi’nin hemen sonrasındaki dönem vardır.

Döneme Miralay Ferit’in anıları hareket noktası

alınarak girilir.

Page 7: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

7

Yeni Ufuklar, sayı 31

MAKALE

7

Yaraya Tuz Basmak’ta, Kore savaşı ve Nato’ya girişimiz ile 27 Mayıs 1960 sonrasındaki kadro meselesi işlenmiş-tir. Yassıada duruşmaları, ihtilal sonrası askerî çevrelerde yaşananlar, Binbaşı Demir ekseninde okuyucuya aktarılır. Dersaadet’te Sabah Ezanları romanında ise Münif Sabri – Neveser ve Bacaksız Abdi tipleri çevresinde, İttihat ve Te-rakki öncesi ve sonrasındaki oluşumlar, Anadolu’da filizlenen Milli Mücade-le dönemine kadar gelir. Burada ezan sesinin Milli Mücadeledeki simgesel rolü, inançla şekillenmiş bir kurtuluşun hikâyesini naklettiğinin göstergesidir. O Karanlıkta Biz romanında; II. Dün-ya Savaşı’nın dışında kalmak isteyen Türkiye’nin bu uğurda harcadığı çaba ve izlediği denge politikası anlatılır. Dersaadet’te Sabah Ezanları’ndaki kimi kişilerin (Ahmet Ziya, Mizrahiler) var-lıklarını sürdürdüğü bu romanda “Do-nanma Olayı” ve “Karartma Geceleri” gibi bir döneme damga vuran siyasal ayrıntıların işlendiğini de görmekteyiz. Aynanın İçindekiler serisinin son roma-nı olan Reis Paşa – Allah’ın Süngüleri, “İstanbul’daki ezan sesi”nin Anadolu’ya dalga dalga gelişidir. Roman, Milli Mücadele’de Gazi Mustafa Kemal’in verdiği mücadeleyi konu alır.

Attilâ İlhan’ın diğer iki romanın-dan Fena Halde Leman’da, Leman Korkut’un İzmirli sermaye sahipleriyle ilişkileri ve lezbiyenlik meselesi; Haco Hanım Vay’da ise Şam Defterdarı Feri-dun Hakkı’nın eşi Haco Hanım’ın yine eşcinsel ilişkileri ele alınır. Attilâ İlhan bu iki romanında kurguladığı problemle-ri Hangi Seks ve Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler araştırma kitaplarında ayrıntılı olarak araştırmacı kimliğini de ispatla-yarak dile getirmektedir.

Düşünce Adamı Attilâ İlhan

Attilâ İlhan, kültürün bir milletin varlığındaki önemini ve hassasiyetini 1951 yılında Fransa’da görmüş ve bunu “Türk şiirinin bileşenleri arama” yolun-da çabalarıyla kendisine dert edinmiş bir aydındır.

Kültür tanımını “evrensel” ve “ulu-sal” başlıkları üzerinden yapar. Evrensel kültürü “Yahudi/Hristiyan tabanlı batılı emperyalizmin, dünyaya evrensel diye cebren ve hile ile kabul ettirmeye uğ-

raştığı, Yunan/Latin kökenli batı kültü-rü-kendi kültürü” (Ulusal Kültür Savaşı, İstanbul 1986, s.11) olarak değerlendirir. Kültür emperyalizminin işte bu nokta-dan başladığını belirtir.

Attilâ İlhan Batı toplumlarının me-deniyet adı altında kendi kültürlerini Osmanlı toprağına taşıdığını, böyle-ce etki altına aldıkları milleti, kendine özgü geçmiş değerlerinden uzaklaştırdı-ğını açıklar. Batı’nın, Yahudi/Hristiyan tabanlı kültür dairelerinin etkisi altına girmeyecek toplumların da ulusal kültür bileşimini gerçekleştirmelerini engel-leme politikasından söz eder. Bunu da “ulusal nüfuz politikası” ve “emperya-list yayılma planları” (s.13) için zorunlu gördükleri düşüncesindedir.

Attilâ İlhan, asıl tehlikenin kül-türel aşamadan sonra gerçekleştiğini bildirir. Batılı emperyalizmin ikinci işi bir “işbirlikçi” kesim oluşturmaktır. Emperyalizmin etkisi altına giren ül-kelerde yaptıkları ikinci iş, isteklerinin gerçekleştirilebilmesinde kendilerine yardımcı olabilecek bir “işbirlikçi” kesi-mi oluşturmaktır. Emperyalizmin girdi-ği ülkelerde “işbirlikçi” kesimin iki kat-mandan, burjuva ve aydından oluştuğu düşüncesinde olan İlhan, bu işbirlikçile-rin kültürel bileşimini gerçekleştireme-miş ülkelerde hazır olduğunu da belirtir. (Geniş bilgi için bakınız: Ulusal Kültür Sentezi, İstanbul 1986).

Attilâ İlhan, “Hangi” serisi kitapla-rında muhafakâr düşüncenin, ülkemiz-deki solun, batı algısının ve batı gerçek-lerinin, küreselleşmenin boyutlarında farkındalıklarını, araştırmalarını ve sez-gilerini ortaya koyar. Adı geçen kavram-ların ve düşünce hareketlerinin en ihti-şamlı zamanlarında yapılan eleştiriler ve uyarılar; yıllar sonra “şair”in haklılığını ortaya koymuştur.

O; İnce bir seziş, zekice bir bakış ve dikkatli bir muhakeme ile tarih ile hâl arasında kurulan irtibatlarla yaşadı-ğı zaman dilimine bakmış ve hep haklı çıkmıştır.

Attilâ İlhan’a tekrar tekrar dönüşün temelinde bu ince sezgi yeteneğinin bu-lunduğunu düşünüyorum.

Attilâ İlhan, kültürün bir milletin varlığındaki önemini ve hassasiyetini 1951 yılında Fransa’da görmüş ve bunu “Türk şiirinin bileşenleri arama” yolunda çabalarıyla kendisine dert edinmiş bir aydındır.

Page 8: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

Marx’ın kendi tarih felsefesini hayata tatbik etmesi bakımından diğer felsefi görüşlerden farklılaştığını

ifade etmiştiniz. Bu çerçevede Tolstoy’un görüşlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tolstoy’un tarzı bu şekilde. Herkes kendi ihtiyacını kendi üretsin. Ayakkabısını bile kendi yapsın. O da otu-rup kendi yapıyor ayakkabısını, bilmem köylü kıyafetini… Otursun, bir toprak parçasını eksin, biçsin mujikler gibi… Efendim iyi de, bu birkaç kişinin yapması mümkün olan bir şey de, dünya çapında uygulanması mümkün olan bir şey değil yani. Gençlik ve yabancılaşma diye bir makalem-de de söylemiştim gerçi. Tolstoy böyle şeyler söyler ama alienasyondan (yabancılaşmadan) kurtulmak için emeğin yabancılaşmasını önlemek lazım, başka türlü olmaz. O konuda Marx haklı. Çünkü o zaman medeniyeti de red-detmek zorunda kalırsın. İptidai hayata dönmek mi? Nasıl döneceksin? Hadi diyelim ki kabul ettik. Peki. Tolstoy Abi-nin dediği gibi olsun. Biz bu sanayiden de vazgeçtik. Ziraat şartlarına döneceğiz. Ee tamam, güzel… Yeryüzünde bir gün elektriği kes, hayat durur öyle değil mi? Sanayi dedi-ğin şeyin o kadar içindeyiz ki…

Öyle bakınca Marksizm de başarısızlıkla sonuçlandı… Hayata tatbik edilebilir bir vizyon, insanlığın şimdiki me-

Hiçbir şeyi olmayan

insanlığın arama

arayışı da yok...

İstanbul’un tarihî semti Samatya’da buluyoruz Şahin

Uçar’ı. Konu insanlığın ahvaline geliyor. Bir tasvir istiyoruz Hoca’dan. Tarih,

felsefe, sanat, tarih felsefesi, ilim diye sayıp sıraladığı hikmetin

direklerinden… Hem sanatkâr vasfı hem kendine mahsus tarih

felsefesi ile etkilendiği Tolstoy şimdi yaşasa ne derdi acaba? Söz

kendi akışını belirliyor…

Röportaj: Numan KONUK*

Prof. Dr. Şahin UÇAR:

*Prof. Dr.

8

RÖPORTAJ

Page 9: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

mesela. Bunu Osmanlı da yaptı. Müesseseler kuruyor.

Tolstoy’un Hristiyanlığa karşı çıkışı müesses oluşuna mı, dinin özüne mi idi?

Dinin özüne karşı çıkmıyor. Zaten Tolstoy dindar. Hatta belki bir açıdan aşırı derecede dindar.

“Tanrı insanları yarattı, şeytan da kurumları…” anla-yışından bir itiraz da o zaman sizin devlete karşı duruşu-nuz? Kurumsallaşmış hali ile modern insanın ihtiyaçları-na hitap etmiyor eski kurumlar? Din gibi, devlet gibi…

Sisler içinde bir durumEvet tabi. Bir kere varlığı lüzumsuz? Niye var ki? He

şundan dolayı var; işte ziraat başladı, ziraat başlayınca yerleşik hayat başladı, yerleşik hayat başlayınca da hem mülkiyet problemleri başladı hem büyük çapta organizas-yonlar, sulama kanalları falan gibi şeyler gerekti. İnsanlar yavaş yavaş devleti bir şekilde inşa ettiler. Orası da sisler içinde bir durum. Tam manasıyla doğru değil. Tahminlerini konuşuyor tarihçiler orada. Efendim sonuç olarak büyük çapta topluluklar olarak bir arada yaşayınca bazı mecbu-riyetlerden ister istemez düzen teşkil edecek bir şey lazım oluyor. Bir defa eski insan toplulukları ailesi ile dağda, ba-yırda gezip, avlanıp, yenebilecek nesneleri toplayıp yiyen avcı-toplayıcı bir insan nesli değil mi? Ama şimdi yerleşin-ce toprak benim diyor. “Şu arazi şuradan şuraya kadar…”

Mülkiyet ortaya çıkıyor…

Bazı büyük teşebbüsleri korumak için devlet gerekiyor. İdareciler olacak, vergi gibi bir sürü şey çıkıyor. Zamanla olmuş şeyler… Ee tabi durum böyle olunca sömürgecilik devirleri, ondan sonra da beraber kapitalizm, ardından da sanayi doğuyor. Sanayileşme zaten her şeyi değiştiriyor. Şimdi de sanayiyi falan aştık. Tamamen sanal bir dünyada yaşıyoruz. Artık ne önemi var araba fabrikası yapmanın… Ağır sanayi kurmanın bir önemi kalmadı. Sonuçta sanal bir sermaye, sanal bir dünya var. Bilgisayarlarla, telefonlarla bambaşka bir şeye dönüşüyor dünya şimdi. Dönüşüyor da, bu durum kendi problemlerini beraberinde getiriyor…

‘Alienasyon’un belki had safhası…

Gittikçe de artacak. Bak sanal realite diye bir şey var. Gözlüğü takıyorsun istediğin hayatı yaşıyorsun. İstersen uçuyorsun, istersen Brigitte Bardot ile zaman geçiriyorsun, istersen Hindistan’a gitmene gerek yok, Tac Mahal’i dola-şıyorsun, bilmem ne. İş bu safhaya gelmedi, geldiyse de yaygın değil en azından. Bu dereceye geldiği vakit insanlar birbirleriyle münasebetlerini dahi kesmek isteyecekler. Daha şimdiden kimse kimseye zaman ayırmıyor. Konuşur-ken bile herkes telefonlarına bakıyor değil mi?

‘Suretler’ diye filmi bile yapılmıştı böyle, bir hayatı tasvir eden…

Evet. Kendisi makineye bağlı evinde yatıyor… Yani giderek faaliyetlerimizin neticesinde hayatı imkânsız hale getiren bir faaliyet tarzı içine giriyoruz. Giderek öyle bir

selelerine hitap eden....? Sanayiyi bırakıp tarım toplumu-na dönmek de benzer biçimde sonuçsuz mu kalacak…?

Evet…

Kim kabul edecek? Sen şimdi diyorsun ki devlet kötü bir şeydir. Böyle olur sanıyorsun. Adam diyor ki devletsiz olmaz! Sen şimdi diyorsun ki, yahu arkadaş insanlık yer-yüzünde 250 bin senedir yaşıyor bunun 240 bin senesini hatta 245 bin senesini devletsiz yaşadı. Son 5-6 bin sene-nin eseridir devlet. Medeniyetle birlikte başlamaz. Biraz daha sonra, şehirleşme başlar, arkasından yavaş yavaş devlet çıkar. Ee neyse… Halen de yeryüzünde devletsiz yaşayan sayısız kavim var. Siz incelemiyorsunuz, farkında da değilsiniz. Küçük küçük kavimler var. Uganda’daki or-manlarda yaşayan pigmelerin devleti mi var? Devlet mi tanıyorlar? Devlet diye bir şeyden haberleri mi var hatta? Amazonlar’da, Asya’da böyle yüzlerce iptidai kültür var. Yani insan toplulukları küçük topluluklar olmak kaydıyla pek âlâ devletsiz de yaşıyor. Ezelden beri.

Din mi yoksa devlet mi daha eski bir kurum hocam?

Din daha eski, 50 bin yıllık, Şamanizm diye başlarsan. Dinle devlet kavga ederse devlet kaybediyor. Hep tarihte olan o. Ama devlet dini ehlileştiriyor. Bizans’tan itibaren

9

RÖPORTAJ

Yeni Ufuklar, sayı 31

Page 10: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

KİTAP

faaliyet tarzını seçiyoruz ki bir adamın bir şekilde intihar etmesi gibi. İnsanlık intihar ediyor, farkında da değil. Yapabileceği bir şey de yok. Şimdi sen bu yemeği yedin mi, affedersin çıkarmaya da mecbursun. Yani tükettiğin kadar da kirleteceksin. Bu önemli değildi eskiden. Nüfus azdı. Eski devirler için neler söylemişler… “Çin’in toprağı insan gübresinden yapılma” derlerdi çok kalabalık olduğu için. Böyle bir atasözü var Çinlilerin. Hayvan gübresi, insan gübresi mühim değil. Ama senin ürettiğin sanayi atıkları ona benzemiyor. Toprağa dönüşmüyor. Bir de toprağı ze-hirliyor! İçinde kimyevi atıklar var, plastiği var, petrolü var. Havayı da suyu da zehirliyor. Bir şişe deterjan 40 ton suyu kullanılmaz hale getiriyor. Dünyada su çok, fakat her gün yedi milyar insan da deterjan kullanıyor değil mi? Şimdi hesapla bakalım: 5-10 senede ne kadar deterjan kullanılı-yor? Okyanuslar çok büyük de nihayetsiz değil. Dönüştü-rülememesi neyse de bazıları zehirli. Hatta o kadar zehirli ki kadmiyum gibi, cıva gibi şeyler. “Midyede kadmiyum çoktur” derler. Bunlar yazılalı neredeyse 40 sene oldu. Hatta insanların DNA’larını bozup genetik dejenerasyona sebep olacak kadar kötü atıklar. Genetik mirasını bozuyor yani canlıların. Daha ötesi var mı? Yani öyle sıradan kirli veya mikroplu atık değil.

Ben yine Tolstoy’dan soracağım. Onun insanlığın bu problemleri karşısında durduğu yer…

Yani “Bir toprak al, ek biç” diyor. Yani güzel de, “Ben toprağımı eker biçerim, devlete de asker vermem, vergi de vermem…” İyi güzel de, bugün küçük Tolstoycu cema-atler var. Şimdi de var belki. Fakat küçük, iptidai kültürlere mahsus bir şey yani. Olmaz ki şimdi nasıl döneceksin? Şöyle diyelim: Hadi Türkiye’yi kurtardık bir şekilde. Ve Türkiye’yi cennet yaptık. Hiçbir problem yok Türkiye’de.

İyi de dünya Türkiye’den ibaret değil ki. “Canım dünyadan bize ne” diyebilirsin de dünya seni etkiliyor. Dünyada iklim değişikliği olunca Türkiye de gidecek.

Cemiyetin organizasyonu olmasa hayat durur

Tolstoy’un zamanında yoktu böyle bir problem, tıp bile gelişmemişti. Tıpla dalga geçiyordu adam. Düşün an-tibiyotik yok, bilmem ne yok. İşte Çehov’la dalga geçiyor Tolstoy’un oğlu… “Bana, ‘baban bu zatürreyi atlatamaz, çok da ağır durumu. Yaşlı, artık takati yok. Ölümüne hazır-lıklı olmamız lazım’ diyor. Bunu söyledikten bir sene sonra Çehov öldü, babam 10 sene daha yaşadı.” diyor. Yani şimdi son yüzyılda çok değişiklik oldu. Tolstoy’un çağına gittiğin vakit çok sade bir insanlık var. Adam ata biniyor kardeşim. Ya trenle seyahat ediyor, ya buharlı vapurla ya da at. Uçak yok, otomobil yok. O devrin adamı. O devrin safiyeti içinde Tolstoy’un düşündüğü gibi düşünmek müm-kün. Şimdi ise yani bu sanayi, etrafımızdaki cemiyetin organizasyonu olmasa hayat durur. Mümkün değil. Şimdi sen düşün ki hiçbir motorlu vasıta kullanmayacağız diye karar alalım. Peki yiyecekleri nasıl taşıyacağız? İnsanların yüzde 92’si şehirlerde yaşıyor bugün. Tolstoy’un zamanın-da yüzde 90’ı köylerde yaşıyordu. Babam ticaretten bıktı. “Köye dönüyorum” dedi. “Dön baba” dedim. Üniversitede talebeyken yazları yanına gidiyoruz… Şimdi adam almış 200 tane koyun. Büyük bir ahırı var. Çobana veriyor işte senede 20 tane kuzu. Koyunlar yavrulayacak. Adam pa-rayla alışverişi de kaldırıyor. Köyün şartları öyle. Ziraat. Tolstoy’un devir öyle. Evde de birileri hizmet ediyor. Veri-yor ona da bir şeyler işte. Yani sonuç olarak adam hiçbir

10

RÖPORTAJ

Page 11: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

şey yapmıyor. Koyunları çoban güdüyor dağda bayırda. Koyunun sütü var, yağı var, peyniri var, eti var. Koyun bir sene 100 ise ertesi sene 180, 190 oluyor. O durum bugün-kü şartlarda tasavvur edilebilir mi….?

Tamam efendim şimdi, bu uymuyor. O zaman şunu soramaz mıyız: Tolstoy’u farklı kılan özellikleri ne idi? Günümüz şartlarına onu farklı kılan şey ile nasıl bakabili-riz? Tolstoy’u insan yapan özelliği ne idi?

Tamamen farklı bir hayat onunki. Özel bir şey. Yani adam durmadan ölümle karşılaşıyor. Anası, babası ölüyor küçük yaşta… Sonra gidiyor Kafkasya’da savaşıyor. Genç-ken canı sıkıldığı için ağabeyinin yanına gidiyor. Bir sürü kumar borcu birikmiş falan. Prens olan dedesinden kalan evi satıyor. Bir kere adam aristokrat olarak yaşam sürmüş. El bebek gül bebek. Sonra da kendi hayatında o Allah ver-gisi sanat kabiliyetinden dolayı gelmiş geçmiş en büyük romancı. Herkes de bunu görüyor ve çok büyük başarı kazanıyor. Bir de kitaplarından su gibi para geliyor. Öyle Dostoyevski gibi açlıkla talim eden bir adam değil. Zaten ihtiyacı da yok. Hem çifti çubuğu var hem de kitapları çok satılıyor. Şimdi başarısı var, mutlu bir hayatı var. Çok güzel, her şeyi var fakat devamlı da ölümle karşılaşmış. Harpte, yerine göre bir insan öldürüyor, yanındaki arka-daşı ölüyor… Sadece akrabalarının ölümü değil. Savaşmış bir insandan bahsediyoruz. Kafkasya’da Şeyh Şamil’e karşı savaşan bir adamdan bahsediyoruz. Sonra Sivastopol’da topçu teğmeni olarak Osmanlılarla savaştı. Daha sonra ayrılıyor askerlikten, çiftliğine çekiliyor. Evleniyor falan. Ama bu adam birçok şey yaşamış. Çok geniş bir hayat tecrübesi var bir kere. Yani ölüm fikri ister istemez onu ha-yatın anlamlandırılması, dinî meselelere doğru sürüklüyor, mecbur ediyor yani. Bir de yaşadığı hayat tatmin etmiyor adamı her şeyi var ama anlamı yok.

Tam da şimdi o durumda değil mi insanlık?

Hayır, insanlığın şimdi hem hiçbir şeyi yok hem de anlamıyor. Anlama arayışı falan da yok. Şimdi insanların hepsi köle. Bir kere Tolstoy’un hürriyetine sahip kim var? Tolstoy, Çar’ı da tenkit eder kiliseyi de… Solculardan bir iki kişiyi Çar idam etmiş. Yanlış bir şey diye oturup Çar’a mektup yazıyor. “Şiddeti şiddetle yok edemezsiniz” diyor. Adamın muazzam bir itibarı var. Kimse “Sen kim oluyor-sun?” demiyor, diyemiyor yani. Hem yüksek aristokra-siye mensup hem de aristokrasiyi en ağır şekilde tenkit eden kim var? Herkes ‘Dostoyevski güzel’ diyor. Diyor da, Dostoyevski’nin tasvir ettiği tiplerin içinde bir sürü halk var, bir sürü aristokrasi var ama Aristokrasi hakkında ne söylemiş? Hiçbir şey. Tolstoy ise aristokrasinin bütün re-zilliklerini yazmış. Anna Karenina’sıyla… Ne kadar ahlaksız bir hayatları var, ne kadar mürai, ne kadar sahte… Bunları aristokrasinin en yüksek tabakasından biri olarak yapıyor üstelik. Mesela romanında Anna Karenina evli ve çocuklu olduğu halde Bronski diye bir konta âşık olur, onunla ev-lilik dışı yasak aşk yaşar. Fakat aşırı cesaretli de bir kadın. Saklamaz bunu. Bu sefer toplum onu dışlar. İyi ama yük-sek tabakada herkes zina yapıyor, bunu da herkes biliyor ama söylemiyor falan. Yani bunun cezalandırılışında Anna Karenina’nın durumunu düşündüğünde Anna Karenina as-

lında onlardan daha dürüst. Ötekiler daha sahtekâr. Bunu bütün tafsilatıyla en ince detayına kadar hem de içinde yaşıyormuşçasına size hissettirecek kadar kudretle. Yalan yanlış bir tasvir değil yani adamın sanatı da acayip bir şey. Tam manasıyla gerçek hayatmış gibi tasvir edebilen bir adam. Yazmış yani şimdi, görüyorsun Rus sosyetesinin hayatını orada değil mi?

İstisnai bir insan... Onu o şartlara getiren ölüm duy-gusu…

Orası muhakkak. Bir defa yaradılışı farklı. Allah vergisi, onun gibi yoktur dünya tarihinde roman yazabilecek in-san. Çünkü hiçbiri hayatı olduğu gibi resmetme kudretine sahip değil. Tolstoy gibi değil hiçbiri. İstisnai bir anlayış kabiliyetiyle yaratılmış.

Adam dahi. Hem de o işin en iyisi. Hiçbiri kenarından bile geçemez dünya tarihindeki romancıların.

Devlet mi eski, din mi eski diye konuşmamız bağla-mında Tolstoy’un söylediklerinin ehemmiyeti nedir?

İşte, Walter Kaufmann -Amerikalı bir profesör, Amerika’da felsefe profesörüdür.- yazmış: ‘Religion From Tolstoy to Camus.’ Kitabın zaten üçte birini ona ayırıyor baştan girişte. Sonra da “Kitabın geri kalan kısımlarında da Tolstoy’a sık sık atıf yapmaya devam edeceğim. Buna da mecburum çünkü Tolstoy’un fikirlerini söylemeden din fikirleri hakkında konuşmak insan aklına ihanet gibi bir şey, ne yapabiliriz. Mecburuz Tolstoy’dan bahsetmeye” diyor. Kalan kısmında da sık sık Tolstoy’a atıf yapıyor. Yani zaten kitabın üçte birini ona ayırmış. Orada 20 adamdan bahsediyorsun.

Şiddete şiddetle karşılık vermeyin

Hocam Din şuuru denince Tolstoy’la zenginleştir-diğimiz kavram. Tolstoy’un hayatı, biyografisi, eserleri çok uzayabilir. Kısaca izah edebilir misiniz? Din şuuru Tolstoy’da nasıl anlaşılmıştır? Bu noktada Tolstoy ne yön-den farklılaşıyor?

Bu konu böyle bir röportajla anlatılamaz. Konferans düzenlesek 3-4 saatlik bir konuşma.

Onu da yapalım hocam. Burada söyleyecekleriniz girizgâh olsun.

Yani şimdi adam daima ölümle karşılaşıyor ya. Bir lafı vardır onun biyografisindeki kitaplardan birinden okudum. “Düşünmesini öğrenen insanın ilk düşündüğü şey ölümdür. Bilhassa da kendi ölümüdür.” Tabi ölümle başladığın zaman hayatın anlamı ne? Ölümden sonra ne var?

11

RÖPORTAJ

Yeni Ufuklar, sayı 31

Page 12: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

12

MAKALE

Yani şimdi adam daima ölümle karşılaşıyor ya. Bir lafı vardır onun biyografisindeki kitaplardan birinden oku-dum. “Düşünmesini öğrenen insanın ilk düşündüğü şey ölümdür. Bilhassa da kendi ölümüdür.” Tabi ölümle başla-dığın zaman hayatın anlamı ne? Ölümden sonra ne var? Tanrı var mı, yok mu falan gibi büyük meseleler -Rusların dediği gibi- bütün lanetli sorular sökün edip geliyor.

Şimdi bu adam devamlı ölüm tecrübesi yaşamış bir adam. Sonra gençliğinde bir Avrupa seyahati yapıyor. Ora-da bir adamın kafasını giyotinle ayırdıklarını görüyor. İsyan ediyor. Diyor ki “Bu olmaz! ‘Bir cemiyet ya da devlet böyle insanın kafasını gövdesinden ayıracağım’ diye bir karar vermek hakkına sahip değildir. Benim bunu kalbim kabul etmiyor.” Aslında Hristiyanlık da şiddeti reddediyor. İsa’nın sözlerine eğer itibar edilecekse. Pek itibar etmemiş Hris-tiyanlar, her türlü lanetli savaşı yapmışlar. Haçlı seferleri falan. Halen de yapıyorlar. Ama ‘Harp ve Sulh’u okurken bakıyorsun Tolstoy, dalga geçiyor. İşte Rus ordusunun galip gelmesi için papaz dua ediyor. Sanki karşı taraf Hristiyan değil. Hristiyan iki taraf savaşıyor. Rus Kilisesi Rusların galibiyeti için dua ediyor falan. Bu adam bu sıkıntıları ya-şarken her türlü felsefe metni, her türlü dinî kitapları in-celiyor. Çok dil bilen biri olarak kolay da onun için. Ondan sonra yani Hristiyanlığın aslında İsa’nın dağdaki vaazından etkilenmiştir. Hristiyanlığın aslında şiddeti reddetmek olduğu için “Bir yanağına tokat atıldığında öbür yanağını çevir” diyor. “Şiddete şiddetle karşılık vermeyin” diyor. İyi ama Hristiyan kilisesi böyle yapmıyor… Bir şekilde şiddeti meşrulaştırıyor. Devleti, askerliği, savaşı… Kendisi zaten arayış içinde bir adam. Öyle mürai biri de değil. “Hristiyan kilisesi halt etmiş” diyor. Yani Hristiyanlığın aslı Tolstoy’un tasavvur ettiği gibi de olmayabilir. Onu Allah bilir fakat İn-cillerden aldığı intiba bu. Adamın söylediği “kardeşim ben şiddete karşı çıkarım” diyor. “Şiddete karşı çıkarım, insan öldürmeye karşı çıkarım” diye başladığın zaman askerliği de reddetmek zorunda kalıyorsun, devleti de reddetmek zorunda kalıyorsun… Şiddeti uygulayan unsurlar bunlar çünkü. Yani derken kendi kafasına göre yepyeni bir din tasavvuru yerleştiriyor adam. Tabii bu din tasavvurunun Hristiyanlıkla bir ilgisi yok. Bu adama “Muhammed pey-gamber midir?” diyorsun “Tabii peygamber” diyor. 40 hadisini tercüme etmiş Rusçaya. “İsa Tanrı’nın oğlu mu-dur?” diyorsun, “Ne münasebet, böyle saçmalık mı olur. Kilisenin uydurmasıdır o. İsa peygamberdir en büyükle-rinden” diyor. Adam Yunanca, İbranice öğrenmiş tercüme hatalarını ortaya koymak için. Sonunda Tolstoyizm diye kendi kafasına göre bir şey icad etti işte.

Halkın karar verme yetkisi nereden geliyor?

Bu Tolstoyizm’de ne var? İtikad olarak Müslümanlığa benziyor. İsa sadece peygamberdir. Büyük peygamberler-dendir ama peygamberdir. Muhammed de bir peygam-berdir. Allah vardır. “Ben dinî anlayış olarak insanların kötülükle mücadele ederken şiddet kullanmasını kabul etmiyorum eski Hristiyanlıkta olduğu gibi” diyor. Yani savaş da dahil askerlik de dahil. Veya cemiyetin insan-

ları cezalandırması da dahil. Hepsine karşı çıkıyor. Anna Karenina’nın başında ne yazar: “Vengenance is mine and I will repay...” “İntikam benimdir, onu ben alırım” diyen Tevrat’tan bir ayet… Sen cezalandıramazsın cemiyet ola-rak. Ceza verme hakkı Tanrı’ya aittir. Ama şimdi modern zihniyette öyle değil. Modern zihniyette nasıl? Cemiyet veya devlet cemiyete zararlı gördüğü şeyi cezalandırma hakkına sahiptir. Sen kanun yaparsın, suçtur dersin, sonra da cezalandırırsın.

Aslında “do not judge otherwise you will be judged” (Yargılamayın, nasıl yargılarsan öyle yargılanacaksın)

Öyle oluyor. Ben de soruyorum, sen giyotinle adamın kafasını ayırma hakkını nereden alıyorsun? Sana ne? Biri sana gelir saldırırsa nefsini koruyabilirsin. Yani adam gelip sana yumruk atıyorsa sen de ya sakınacaksın ya mukabele edeceksin değil mi? Ama hiç tanımadığın bir insanı, hiç alakan olmayan bir şeyden dolayı cezalandırıyorsun ku-rumlar marifetiyle... Yani hakim var, savcı var, polis var, bir mahkeme var, cemiyet var, kanunlar var falan. Nereden alıyorsun bu hakkı kardeşim? Kim verdi sana kanun yapma yetkisini? Şimdi mesela modern devlet? Bizim devlet ka-nun yapma yetkisini nereden alıyor? Anayasamız var, halk seçti değil mi? Oradan. Anayasa işte umumun üzerinde

12

RÖPORTAJ

Page 13: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

13

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 31

ittifak ettiği bir şey. İyi de halkın karar verme yetkisi nere-den geliyor? Halk kim oluyor yani? Tanrı mı yani halk de-diğin? Bir kere insanlar kalabalık oldu mu seviyeleri düşer. Yani ne işe yarar çoğunluk olmak. Niçin halkın cezalandır-ma yetkisi olsun? Jeremy Bentham demiştir ki, “En büyük çoğunluğun en büyük mutluluğu. Herkesin ortak menfaati, çoğunluğun mutluluğu!” İyi de menfaat gibi son derece materyalist, son derece süfli bir kavrama dayanarak nasıl bir hukuk inşa ediyorsun yani?

Hak hakikat arayışı karşısında ne önemi var ki mutlu-luğun?

Evet. Tolstoy’unki o işte. Kendi yaşadıklarıyla, tes-pitleriyle, müşahedeleriyle adam çok güzel anlattığı için “Tolstoy olmadan din şuuru olmaz” deyişimin sebebi o. Yani “Tamam Müslüman olabilirsin. Hristiyan olabilirsin” tamam. Ortalama bir Müslüman, ortalama bir Hristiyan. “Ben farklı anlayacağım Müslümanlığı, daha yüksek sevi-yeden anlayacağım” diyorsan Tolstoy’a müracaat etmeden olmaz. “En büyük çoğunluğun mutluluğu, cemiyetin mut-luluğu, halkın sağlığı, neslin korunması” gibi birtakım laflar söylersin değil mi? Bu adam mistik ama…

Tam onu soracaktım. Tolstoy’un mistik tecrübesi?

Mistik ama bizim alıştığımız anlamda mistik değil. Yani böyle din takıntısı, Tanrı takıntısı, ölüm takıntısı falan olan. Bunlar var tamam ama aşırı derecede rasyonel bir adam. Hiç mistik hezeyan yok adamda. Sembollere kendini kap-tırıp saçmaladığı bir tek metni yok. Çok akılcı, aklı başında bir adam. Hem hakikatin kaynağına inecek kadar anlayışı yüksek hem de saçmalamayacak kadar aklı başında. O yüzden severim ben Tolstoy’u. O yüzden özellikle “cons-cious” diyorum yani din şuuru bahsinde. Bakıyorsun din şuuru bahsinde bir müddet sonra mistik hezeyanlar baş-lar, “İki cihan bende, ben bu cihane sığmazam” der bizim Nesimî değil mi? Halbuki garibanın teki işte. Laf olsun diye söylüyor. Tolstoy’da öyle zırvalar göremezsin yani. Asla mistik hezeyan göremezsin. Varsa bile punduna getirip ifade etmiştir. Adam çok iyi bir yazar. İster istemez kabul-lenmek zorunda kalıyorsun yani. Sesini çıkaramıyorsun. Öbür adam bilmiyor bir şey zaten. Anlatır işte. Bilse bile ifade edemiyor kendini. Bu adam onun zaten ustası değil mi? Bunun için yaratılmış. O yüzden etkili yani. Ne kadar dersen. İnsanların anlayışı sınırlı olduğu için çok fazla üze-rine gitmez. Bir romanını okur bırakır. “Güzelmiş” der.

Olur mu hocam? geçen konferansınızda söylemiştiniz takipçileri tüm külliyatını internete koymuşlar diye…

Tabii var. Duhoborlar falan. Tolstoyistler. Ama bu Marx’ın binde biri kadar bile değil.

Marx’tan daha etkili birisiMarx’tan sonra hiç dikkati bile çekmedi Tolstoyizm

hayata tesiri bakımından. Ama yok da değil, bir sürü mü-ridi var. Onun adına kurulmuş şeyler var. Marx gibi değil. Ama ötekilerden daha tesirli… Anarşistler mesela, öyle çıngar çıkarırlar habire. Bu da anarşist ama şiddet taraftarı anarşistler bunun kadar etkili değil mesela. Diğer tarih filozoflarından da etkili.

Marx kadar etkili olmama sebebi nedir hocam?

Marx’ınki siyasete dönüşüyor artık. Sınıf kavgası, pro-leterya bilmem ne… Artık devrim falan bir sürü hayali var Marx’ın. Zaten kasıtlı olarak öyle yapmış. Bu adam zaten oralarda değil, öyle bir siyasi kavga adamı değil. Müdaha-le ediyor, yanlış yapıyorsunuz diyor, ama onun kavgasını veren bir adam değil. Bu zaten devlete bile karşı. Askerlik yapmaz, vergi de vermez. Tolstoyizm etkili olmuştur.

Şimdi diyelim ki, “Sen Tolstoy’u incele, çok faydalı olur” diye tavsiyede bulundum. Sen de incelemeye karar

Oğlum Ertuğrul’la bir kitabevine gitmiştim. O sıra “Tolstoy’un Hayatı” diye küçük bir kitap vardı. Hadi bunu da okuyalım, bu Tolstoy çok büyük adam, hayatı kim bilir ne kadar enteresandır diye… Okuyunca da mest oldum. Çünkü ben ne düşünüyorsam aynısını düşünüyor her konuda...

13

RÖPORTAJ

Yeni Ufuklar, sayı 31

Page 14: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

14

MAKALE

verdin. Hangi birini inceleyeceksin ve nereden bulacaksın o kaynakları fa-lan. Benim kadar uğraşman lazım. O da bir ömür yani. Zor iş yani. İnsanoğ-lu her hâlükârda hüsranda vesselam. Acaba nereye kadar, ne kadar okuya-cak da anlayacak acaba? Benimki de tesadüftür mesela. Lise ikiye kadar romanları okudum. Sonra romanı bıraktım, hep ilmî kitap okudum. Ro-manları toptan devrettim, ilmî kitap-lar aldım. Fakat Tolstoy’dan ne oku-muştum çocukluğumda? ‘Diriliş’ bir de ‘Kroyçer Sonat’. Tamam etkilendik güzel. Elbette etkileyecek en iyi yazar. Ama başka bir şey de okumadım. Hiç merak da etmedim. Herkes gibi ben de Dostoyevski’yi yeniden okudum İngilizcem gelişsin diye. Kitap oku-mam kolay olsun diye. Dostoyevski’yi biraz tanıdıktan sonra tabii…

Hocam, Ordinaryus Profesör Süheyl Ünver’in ‘dikkat namustur’ dediğini aktarmıştınız bir eseriniz-de… böyle bir dikkatle yaşayacaksınız, Tolstoy’u başka tecrübelerinizin yanında tetkik edeceksiniz de sizin Tolstoy anlayışınıza ulaşılsın…

Putlaştırdığım yok adamı

Amerika’dan döndükten sonra oğlum Ertuğrul’la bir kitabevine git-miştim. O sıra “Tolstoy’un Hayatı” diye küçük bir kitap vardı. Hadi bunu da okuyalım, bu Tolstoy çok büyük adam, hayatı kim bilir ne kadar en-teresandır diye… Okuyuverdim tabii kitabı. Küçücük de bir kitap zaten. Okuyunca da mest oldum. Çünkü ben ne düşünüyorsam aynısını dü-şünüyor her konuda. Yani sanki ben yazmışım. Bu kadar fazla fikir birliği olunca tabii çok hoşuma gitti. Ondan sonra da hadi şu ‘Harp ve Sulh’ü de okuyalım… Çünkü anlıyorsun tabii bu adam benim düşündüğüm gibi düşünüyor, diğerlerinden çok daha önemli. Ayrıca insan olarak da büyük bir insan belli. Sadece romancı değil. İşte okudum 10-15 eserini, birkaç biyografiyi filan…

Hangileri?

Canım birkaç biyografi okudum tabii. Çok fazla da değil 4-5 tane.

Romain Rolland’ı okudum. Henry Troyat’ı okudum, Stephan Zweig’ı okudum. Şimdi yani oturup bütün külliyatını da okuyacak halim yok. Okusam okurum da yani niye okuya-caksın. Önemli eserlerinden bazılarını bile okumadım. ‘İtiraflar’ını okuma-dım mesela. Var bende, aldım. Hatta Rusça orijinali bile var. Okumadım. Böyle çok aşırı putlaştırdığım falan yok adamı. Fakat yani adam her yö-

nüyle büyük bir adam. Övmeyip de ne yapalım yani.

Tolstoy’u konuşma sebebimiz de zaten putlaştırmak değil. Şimdi modern insanın problemleri adına bir fayda elde edebilir miyiz üzerine. Ancak bir yandan da herkes kendisi tecrübe edecek. Tecrübe de aktarıla-mıyor…

Şimdi ben sana söylesem ne ola-

14

RÖPORTAJ

Page 15: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

15

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 31

cak sen okuyacaksın da anlayacaksın da…

Bu manada Tolstoy’un da öne sürdüğü fikirler kendi çağına hitap ediyor…

Ben bununla ilgili 1985’te “Gençlik ve yabancılaşma” isimli bir tebliğ sundum. Bu konuda yani emeğin yaban-cılaşması konusunda, en doğru şeyi Tolstoy söylemiştir ama Tolstoy’unki de ‘gayri kabil-i tatbik’tir dedim, bugün-kü dünyanın şartlarında. En çok etkisinde olduğum yeni biyografilerini okuduğum zamanlarda bile öyle demişim yani.

Tolstoy’un benimsediğim tarafları var. Dinî şuur bakı-mından, anlayış bakımından, şiddet aleyhtarlığı bakımın-dan… O da demokrasiden falan hoşlanmaz benim gibi. Neyse yani benimsediğim şeyleri var, benim üzerimde etkileri var elbette. Benim kendi dünya görüşüm var onun üstünde de epeyce yüklüce bir etkisi var adamın. O yüzden konuşmaya değer zaten başka sebep olmasa bile. Dünya görüşümü şekillendiren birçok unsur var Tolstoy’dan. Ben Mülk ve Hilafeti yazarken bile Tolstoy’dan bahsetmişimdir bir şekilde. Din şuuru, başka türlü olmaz. Yani şimdi bu adamı yok sayamazsın, çok büyük ağırlığı var. Ama insanlar bunun farkında değil. Ben farkındayım, söylüyorum. İnsanları da aslında hâlâ en çok etkileyen yazarlardan biri. Ama bu kadar çok yönlü benim kadar dalmamışlardır yani. Herkes derece derece bir şekilde etkilenmiş. Artık herkes kendi anlayışına, kendi nasibine göre ne kadar etkilendiyse. Bizim delikanlı bile etkilen-miş. ‘Halk İçin Hikâyeler’i okudu, ondan sonra başladı namaz kılmaya… Ondan sonra Rusçayı öğrendikten sonra Voskreseniye’yi Rusçadan baştan aşağı dinledi. İnsanla-rın haberi yok yahu! Bu Diriliş ne kadar güzel falan diyor anlatıp duruyor. İster istemez. Oluşuyor bu. Keşke biz de öyle şeyler yazabilseydik. Yazamadık. Ne yapalım öyle bir kabiliyet vermemiş Allah. Ama ben de kendi çapımda iyi şeyler yapmadım değil. “Varlığın Anlamı”na benzer bir kitap da yazılmamıştır yani. Buna benzer bir kitap da yok ne Türkiye’de ne dünyada. Bu tarzda yazmıyor…

Tabii bir de Tolstoy’a tercümeler vasıtası ile ulaşma problemi var…

Dilin bıraktığı intibaTabii. sen Tolstoy’u Türkçeden okuyacaksın da ne anla-

yacaksın... Sadettin Elibol diye bir delikanlı var. Tarih fel-sefesine meraklı. Ahmet Turan Alkan ve Ali Birinci tavsiye etmişler gitmiş, o Tolstoy’un elli sayfalık tarih felsefesi bö-lümü var ya, son söz. Onun fotokopisini yapmış. Dağıtmış-lar. Ben de bunu elinde gördüm. Şöyle bir iki sayfa okuya-yım falan dedim. Ya okuyorum, okuyorum saçma sapan lakırtılar kardeşim. Çok kötü, çok lezzetsiz, tatsız tuzsuz bir şey. Bunu bir karşılaştırayım aslı ile diyorsun. Tercüme doğru mu? Doğru. Yani böyle oluyor maalesef. Şimdi o çocuk onu okudu da ondan ne anladı? Anladığından ne kadar etkilendi? Problem yani. Mesela ben konferansım-da anlatmıştım. Dostoyevski ‘Karamazov’lardaki ‘Büyük Engizisyoncu’yu okuyunca yahu ben daha evvel niye dik-kat etmemişim diyorum. Kimisinde o bölümü tamamen

atlıyorlar kimisinde o kadar berbat ediyorlar ki… İşte Ahmet Turan basmış gazetede Büyük Engizisyoncu’dan birkaç paragraf. Bunlar zırva. Karşılaştırıyorsun. Anlamı veremiyor. Tercüme doğru mu? Doğru.

Dilin bıraktığı intiba. Ama zaten sıradan hem de vasıf-sız bir Osmanlı münevverinin bugünkü Türk münevverleri ile karşılaştırdığın vakit öbürü epey kerli ferli esaslı bir adam intibaı bırakacaktır yani. İnsan kalitesindeki düşüş hâlâ da sürüyor. Türkler şanssız millet yahu. Dil de büyük problem. Adam bozulmuş mozulmuş yazmış. Ama yani ne okuyacaksın bu dille ? Okusan ne anlayacaksın, ne kadar anlayacaksın? Ne kadar etkili olacak? Yani Korzibsky’nin dediği gibi, ha bir bardak zehir içmişsin ha bunların keli-melerini yutmuşsun. Halbuki zararsız değil. Şuuru biçim-lendiriyor.

Bu manada felaketin boyutları daha da büyük. Ga-zete, roman neşriyatı çoktan geçtik. Televizyon, radyo, internet…

Sınırlı bir akletme melekesiBunlar habire insanın süflileşmesi için gereken bütün

zehirli kelimeleri boca ediyorlar insanın zihnine… Böyle bir kastı yok belki ama olan bu. Sonuç bu.

İnsanın tefrik etmesi eskiden de zordu. Bu nispette enformasyon bombardımanında daha da zor…

Tabii canım. Temyiz tefrik kabiliyeti… Zaten ‘Upanis-had’larda bir fasıldır yanlış hatırlamıyorsam, tefrik etme meselesi. Yani şimdi insanlar yanlışı doğruyu, iyiyi kötüyü, güzeli çirkini bunları tefrik edemiyorlar. Çoğu zaman güzel dediği şey çirkin, çirkin dediği şey güzel. Doğru dediği şey yanlış. Hem de çok yanlış. Onun farkında değil. Yani maa-lesef böyle bir şey de var. Neden kaynaklanıyor dersen… Geçen gün derste söyledim. George Orwell’in 1984’ünün sonunda bir dil programı var. Diktatörler insanları ‘hayvan gibi olsunlar, düşünemez hale gelsinler, kolay yönetelim’ diye dili bozuyorlar kasıtlı olarak. Savaşı kastediyor, barış diyor mesela. Ön ek diyor, son ek oluyor mesela. Bizim Türk Dil Kurumu’nun uyguladığı her şeyi yazmış. Harfiyyen uygulamışlar romana. Hatta örnek de verdim. Biz Kıbrıs’a Harekât yaptık. Adına Kıbrıs Barış Harekâtı koyduk. Savaş yaptık adına barış dedik... Aynen ve harfiyen. Savaşa barış diyeceksin diyor mesela. Amerika da demokrasi getiriyor mesela. İnsanlar da demokrasi getiriyor bak diyor. Sava-şarak demokrasi getirecek başka bir ülkeye! Sana ne el âlemin demokrasisinden kardeşim. Ama öyle işte. İnsanlar

George Orwell’in 1984’ünün sonunda bir dil programı var. Diktatörler insanları ‘hayvan gibi olsunlar, düşünemez hale gelsinler, kolay yönetelim’ diye dili bozuyorlar kasıtlı olarak. Savaşı kastediyor, barış diyor mesela. Ön ek diyor, son ek oluyor mesela...

15

RÖPORTAJ

Yeni Ufuklar, sayı 31

Page 16: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

16

Doğum Yeri, Tarihi: Acıyurt, Sivas 1949Doktora Tezi: “640-750 tarihleri arasında Araplar’ın Ana-

dolu Seferleri”(“Anadolu’da İslam-Bizans Mücadelesi” adıyla yayınlanmış-

tır.) 1982Üniversite Mezuniyeti: İstanbul Üniversitesi Edebiyat

Fakültesi, Tarih Bölümü, Umumi Türk Tarihi 1972Özel Eğitim: Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver, Kemal Batanay,

Münir Nureddin Selçuk, Hâmid Aytaç gibi Türkiye’nin tanınmış üstatları nezâretinde Klasik Türk Mûsikisi ve Hat-Tezhib sanatla-rı 1968-1972

Orta Öğretim: Kızılırmak İlkokulu, Atatürk Ortaokulu, 4 Eylül Kongre Lisesi

Öğretim ve Kariyer Tecrübesi: Sofya Yüksek İslam Enstitüsü Rektör Yardımcısı, Bulgaristan

2003

İslâm Araştırmaları Merkezi ve İslam Ansiklopedisi Başkanı, İstanbul 2001

Mütevelli Heyet Başkanı Danışmanı, H. A. Yesevi Türk-Kazak Üniversitesi 1999

Tarih Bölümü Başkanı, H. A. Yesevi Türk-Kazak Üniversitesi, Türkistan 1999

Rektör Yardımcısı, Niğde Üniversitesi 1995Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü, Niğde Üniversitesi 1994Profesör: Eğitim Fakültesi, Niğde Üniversitesi, Nığde 1993Doçent: Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Selçuk Üniversite-

si. Konya 1988Yardımcı Doçent: Selçuk Üniversitesi, Konya 1983Doktora: Edebiyat Fakültesi,Tarih Bölümü, Atatürk Üniver-

sitesi 1977Paleografya ve Epigrafya Uzmanı: Edebiyat Fakültesi, Türk

Dili ve Edebiyatı Bölümü, Atatürk Üniversitesi, Erzurum 1976

Prof. Dr. ŞAHİN UÇAR kimdir

bu dili kullanarak çok fazla manipüle ediliyorlar. İnsanoğlu oldum olası işte Kur’an’da denildiği gibi. “Asra yemin olsun ki insan hüsrandadır…” Yani as-lında insanın bir numaralı problemi, tamam hayvanlara göre çok zeki, çok yüksek dimağının faaliyetleri, akletme melekesi, muhakemesi falan her şeyi hayvandan çok üstün. Ama bu yetmi-yor. Melekiyyet seviyesinde de değil insan sonuçta. Sınırlı bir akletme me-lekesi var, sınırlı bir anlayışı var. İstis-nai insanlar var tarihte. Anlayışı ge-niş, karihası geniş, zekâsı farklı. Ama çoğunluk çok sınırlı yaratıklar. Hiçbir şey anlamıyor. Anladığını vehmediyor bir de işte. Anladığını sanıyor. Ona ne söylerlerse o söylenen saçma sapan fikrin peşine takılıp gidiyor. Hatta ölüme bile gidiyor o saçma sapan sözlerin peşinde. Savaşa bile gidiyor değil mi? Bir tanesi dolduruşa getir-mesin yeter ki. En saçma bahanelerle gerekçelerle.

Deminki anlayış olmazsa bu söylemleriniz de siyasi boyuta çeki-liyor. İnsanı merkeze koyan, insanın hakikat arayışını merkeze koyan bir anlayış olmazsa…

Tasvir kabiliyetiEvet. Seni başka bir şey olmakla

itham edecek. İnsan çok sınırlı bir ya-ratık. Anlayışı çok sınırlı bir varlık. Her söze, her dolduruşa geliyor. Sonuçları da böyle oluyor. Anlamıyor yeteri ka-dar. Emek vermek de istemiyor. Zaten

tembel. Herkes konforunun peşinde. Kim uğraşacak kardeşim, tonlarca kitap okuyacak, düşünecek sıkıntı çekecek, hayatı kolayca yaşamak, gü-zelce yaşamak varken? Adam intihar etmenin eşiğinden dönüyor değil mi? Aynen Krilov gibi. O kadar sıkıntı ya-şamayan adam o sonuçlara varabilir mi? İşte anlatıyor Anna Karenina’daki Levin de. Tamam her şeyi var. Parası, pulu, karısı, sevgilisi. Ama yetmiyor. Üç aile var ya Anna Karenina’da. İşte biri de Levin ve Kitty ailesi. Sevdiği kızla bir sürü maceradan sonra evle-nir. Adam zaten toprak ağası. Orada anlattığı Levin Lev aslında Tolstoy’un kendisi. Her şeyi var, ama her şeyi. Ne eksik? Niye intihar etmek istiyor?

Şimdi anlatırım birkaç cümle ile ama ne anlaşılacak? En detaylı tasvirleri ile okuyup esaslı bir şekilde romanda anlatılmış. Oradan etkilenebilirsin. Benim sözlerimden ne özetliyorsun. Sonuçta her söz eksik kalıyor.

Yani derdi ne yahu? Bu şartlar dahilinde bir adam böyle davranır mı? İyi de adam hem bunu yaşamış hem de sana inandırıcı biçimde anla-tıyor. Sana da kabul ettiriyor değil mi. Problem orada, benim kastettiğim de o. Yani bir şeyi bilmek başka, anlata-bilmek başka. Herkeste yok ki o kadar tasvir kabiliyeti. Adam anlatabiliyor. Anlatmış. O yüzden büyük. Şimdi sana ben diyorum, falan kitabı oku-dum, o kitap çok değerli. Ama adam

16

RÖPORTAJ

Page 17: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

17

Sanat Tarihi Öğretmeni: Öğretmen Okulu, Sivas 1975Müzik Öğretmeni: 4 Eylül Lisesi, Sivas 1974Sosyal Bilgiler Öğretmeni: 4 Eylül Ortaokulu, Sivas 1973Müzik Öğretmeni: Yeni Levent Lisesi, İstanbul 1972Basılmış Kitapları: Şeyda Divanı (Klasik Osmanlı tarzında şiirler) Sivas, 1980,

İkinci Baskı, Niğde,19871980“Patterns and Trends in History” (Tarih Felsefesi hakkında

İngilizce Makale, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Sayı: 3, Sayfa: 157-194), Konya 1986

Anadolu’da İslam–Bizans Mücadelesi, İşaret yy., İstanbul 1990

Tarih Felsefesi Açısından İslamda Mülk ve Hilafet, Konya, 1992.Türkiye Yazarlar Birliği’nden “Yılın Fikir Adamı” ödülü almıştır. İkinci Baskı, İstanbul

Tarih Felsefesi Yazıları, Vadi Yayıncılık, Ankara 1994Varlığın Mâna ve Mazmûnu, İstanbul, Türkiye Yazarlar

Birliği’nden bu eserle ikinci defa “Yılın Fikir Adamı” ödülü almıştır 1995

Malihülya, (Modern Türkçe Şiirler) Ötüken yy., İstanbul1997Tarih Felsefesi Meseleleri, Nehir yy., İstanbul 1997İnsanın Yeryüzü Macerası, Gelenek yy., İstanbul 20031989’da Ankara Valisi himayesinde İl Kültür Sergi salonunda

“hat ve tezyinat” sergisi açmıştır ve Klasik Osmanlı Tarzındaki bazı besteleri de TRT Denetleme Kurulu’ndan geçerek TRT Repertuarı’na girmiştir.

Yabancı Dil: İngilizce, Arapça, Farsça, Latince.

meramını iyi anlatamıyor seni de etki-lemiyor. Ne anladık? Okudun ama bir şey anlamadın.

Tolstoy’u özellikle tavsiye edişimin sebebi dünya tarihinin en seçkin ya-zarı olması ve bu etkisi yüzünden onu okuyup da etkilenmemek mümkün değil. Kim okursa okusun etkileniyor dünya anlayışı bakımından.

İnsanlık intihar ediyor dediniz. Bu manada Krilov’un intiharı ile ben-zer mi?

Krilov’unki mantıklı bir kere, ken-dine göre birtakım gerekçelerle falan. Bizimki şuursuzluktan, cehaletten, ahmaklıktan intihar. İntihar etmek istediğinden değil. Gayri iradi. Anla-dığı da yok ne olup bittiğinden. Kendi aptallığından. Aşırı aptallığın yol açtığı çok zararlı neticeler diye özetlenebilir yani insanlığın durumu. Yoksa intihar etmek istediğinden intihar etmiyor.

Teşekkür ederiz hocam…

Şahin Uçar’ın Voltaire’den naklet-tiği “Tarih beşeriyetin çılgınlıklarının hikayesidir.” ifadesini duyumsaya-rak, biraz buruk, hüsranda insanlar olarak, bu seferki çılgınlığın insanın kendi kendini şuursuzca yok etmekte oluşunu idrak ederek “insanca” ay-rılıyoruz… Kim bilir belki de yine Will Durant’tan nakille kendisinden duy-duğumuz “Tarihin çoğu tahmin, geri kalanı da peşin hükümdür.” sözüyle umutlanarak, peşin hükümlerden vazgeçme zamanı…

17

RÖPORTAJ

Yeni Ufuklar, sayı 31

Page 18: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

18

MAKALE

Page 19: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

19

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 28

Page 20: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

20

ETKİNLİK

Prof. Dr. Necmettin Hacıemi-noğlu adına her iki yılda bir verilen dil ödülleri son sahiplerini buldu. 2015-2016 yılı ödülleri Yeni Ufuk-lar Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Argunşah ve Doç. Dr. Galip Güner tarafından hazırlanan Codex Cumanicus ile Doç. Dr. Figen Güner Dilek tarafından hazırlanan Güney Sibirya Altay Türkçesi Ağızları adlı eserlere verildi. Prof. Dr. Nec-mettin Hacıeminoğlu’nun eşi Meral Hacıeminoğlu’nun himayesinde, Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, Prof. Dr. Kemal Eraslan, Prof. Dr. Hamza Zülfikar, Prof. Dr. Leylâ Karahan ve Prof. Dr. Vahit Türk’ten oluşan jüri tarafından seçilen eserlerin sahip-lerine 27 Ekim 2016 tarihinde Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi 75. Yıl Salonu’nda yapılan bir törenle ödül-leri takdim edildi.

Ödül törenini yöneten Prof. Dr. Ercilasun, Hacıeminoğlu adına verilen ödüllerin tarihçesinden bah-settikten sonra sözü Prof. Dr. Leylâ Karahan’a bıraktı. Karahan, fotoğ-raflar eşliğinde Hacıeminoğlu’nun hayat hikâyesini, fikirlerini ve eserle-

rini tanıtan bir konuşma yaptı. Tören sonunda ödül kazanan üç bilim insanına plaketleri Prof. Dr. Ercilasun, maddi ödüller ise Meral Hacıemi-noğlu tarafından takdim edildi.

Törende bir teşekkür konuşması yapan Argunşah, Hacıeminoğlu’nun büyük bir dil âlimi ve milliyetçi bir fikir adamı olduğunu, onun fikirleri-nin ve hatırasının yaşatılması için her

Türk’ün çalışması gerektiğini belirt-tikten sonra çalışmalarını ödüle layık gören jüri üyelerine teşekkür etti. Törende ödül alan Güner Dilek de bir teşekkür konuşması yaptı.

Törene Hacıeminoğlu’nun eşi Meral Hacıeminoğlu, kızı Oytun Şa-hin ile Ankara’daki üniversitelerden çok sayıda öğretim üyesi ve öğrenci katıldı.

CODEX CUMANİCUSPROF. DR. NECMETTİN HACIEMİNOĞLU 2015-2016 DİL ÖDÜLÜ

‘A

VERİLDİ

Yeni Ufuklar Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Argunşah ve Doç. Dr. Galip Güner tarafından hazırlanan Codex Cumanicus ile Doç. Dr. Figen Güner Dilek tarafından hazırlanan Güney Sibirya Altay Türkçesi Ağızları adlı eserler ödüle layık görüldü

Türk dili uzmanı olan Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu aynı za-manda yazar ve Türk milliyetçiliği hareketinin önemli bir şahsiyetidir. Aslen Darendeli Hacıeminzadeler sülalesinden olan Hacıeminoğlu, 10 Kasım 1932’de Maraş’ta doğmuştur. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakül-tesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ile Yüksek Öğretmen Okulu’nu ta-mamlamış, aynı fakültede Türk Dili alanında doktor, doçent ve profesör olmuştur.

Hacıeminoğlu, 1960’lardan iti-

PROF. DR. NECMETTİN HACIEMİNOĞLU KİMDİR?

10 Kasım 1932’de Maraş’ta doğmuştur. İstanbul

Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ile

Yüksek Öğretmen Okulu’nu tamamlamış, aynı fakültede

Türk Dili alanında doktor, doçent ve profesör olmuştur.

Page 21: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

21

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 31

baren Hergün, Tercüman, Ortadoğu gazeteleriyle Türk Edebiyatı, Töre, Milli Kültür ve Yeni Düşünce dergilerinde dil, edebiyat, kültür, tarih konularıyla siyasi yazılar yazdı. 12 Eylül sonrası yazıları dolayısıyla üniversitedeki işine son verildi. 1985 yılında üni-versiteye dönerek Edirne’de Trakya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü kurdu. 1993 yılında tekrar İstanbul Üniversitesi’ndeki kadrosuna dönen Hacıeminoğlu 26 Haziran 1996’da Ankara’da vefat etti.

Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu’nun bazı eserleri şun-lardır:

• Kutb’un Hüsrev ü Şirin’i ve Dil Hususiyetleri

• Türk Dilinde Edatlar • Karahanlı Türkçesi Grameri• Harezm Türkçesi Grameri• Yapı Bakımından Türk Dilin-

de Fiiller• Türkçenin Karanlık Günleri• Milliyetçi Eğitim Sistemi • Milliyetçilik-Ülkücülük-Ay-

dınlar• Türkiye’nin Çıkmazları• Yeni Bir Dünya (Hikâyeler)• Millet ve Aydınlar

Page 22: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

22

DENEME

Sen içerden dışarı yayıldığında

Çarşamba’nın devamındaki sokağa, biz

gazetelerin iplerini koparttığında

çıkan çatırtıdan biliriyoruz yoksa

Türk Yurdu dergilerinin

yan yana durduklarında giderek artan

nemin hamura karışıp küflü

buğuya dönüşen kokusundan mı

bilemiyorum.

Gidenler duyar. Fatih’li günleri an-latırken seni, seni anlatırken kendimizi, bütün bunları söylerken şehrin tarihini aktarabilmenin yegane imkânlarından bi-rini fısıldarken duy şimdi. Herkes gibi sana Dayı diyen kumral babayla kızını.

Ne garip, hayatımızın boşlukları ken-dilerine minnet besleyeceğimizi peşinen bilemeyeceğimiz varlıklarla kurulan ilişki-lerde örülüp dile geliyor. Şimdi çok yerel olan bu metnin en hakiki kahramanı ola-rak, orada öylece duradurmanı hiç istemi-yor insan. Mevziî ve kişisel acıları da îma ediyor olması umurumda değil de, keşke seninle tek sefer bile olsun konuşma kabul edebileceğim bir cümle hatırlayabilseydim yazıya ses verebilecek olan…Fatihin nohut oda bakla sofa evlerinin kömürlüklerinden birinde açtığın kültür atölyesinin içinden çınlayan…

Darüşşafaka Lisesi’nın yamacına yas-lanan bodrum dükkân. Kahve kumrular girişin sağında solunda , parke taşların aralarını didikliyorlar. Tahta tezgah girişin tam önüne kuruluyor.

Sen içerden dışarı yayıldığında Çarşamba’nın devamındaki sokağa, biz gazetelerin iplerini koparttığında çıkan çatırtıdan biliriyoruz yoksa Türk Yurdu dergilerinin yan yana durduklarında gi-derek artan nemin hamura karışıp küflü buğuya dönüşen kokusundan mı bilemi-yorum. Matbuatı dışarı yayıp, bizi asılı bir vaade bağlayıp içeri girdiğinde, biz, hakikatle karşılaşmak isteyip de onun için gösterilecek her çabayı kutsal bilenler misali bekliyoruz dışarı çıkmanı. İçeri almazsan biz kendiliğimizden giremeyiz. Anlamıyorum. Satmak istemiyor mu

gönlün bu desteleri? İçeriye dair bir bilinç oluşuyor giderek; içeri kıymetli, dışarı gözden çıkarılmış. Fakat bu akşam söyle-meliyim; senin için kesekağıdı, benim için bir kainat olan serdiğin Akbabaların hiç birine doymuş olarak ayrılamıyorum tez-gahtan o yıllarda. Çünkü henüz okul yok hayatımda. Okumam yazmam yok yani. O uzun gagalı akbabanın Demirel’i güldüren Ecevit için ne söylediğini, bir gün muhak-kak sökmeye söz vererek yerine geri bırak-tığımı görüyor musun? Aslında eve almak için çok pahalı, biriktirmek içinse çok ucuz olmasa babam alır onu bana. Fakat biz öyle büyüdük, bilirsin işte, büyüklerine gücünün üstünde isteklerde bulunmamalı-sın, yoksa almaya çalışırlar, çok üzülürsün. Bütün sahaflar gibi, kitaplardan kafanı kaldırmasan da bu gerçeği senden sakla-yamadığımız olurdu. O zaman da yüzüme bakmaksızın ‘ver çocuğa’ işareti yaparken dışarının bilinci miydi seni harekete ge-çiren, yoksa içinin bilmesi mi? Eve getir-diğimde de sökemiyorum ben o mereti, galiba çizgi de yazıdan fazlası var.

Çınarlı yolda...Pazarlıkta iyisin. Yine de her seferinde

sen kazanmıyorsun. Buna seviniyorum. Babam kaybederse de çok üzülmüyorum. Olsun. Biz kitabın sahibiyiz artık. Biz diyorum çünkü biz onunla ortağız bu konuda. Hatta bazı eserleri daha sana gelmeden peyliyoruz. Kitapla eser, eserle, Mushaf, Kitabı Kadim ile Hikâye arasın-da farkları bu çınarlı yolda öğreniyorum. Serisi olmasa da dergilerin başlı başına değerli olabileceklerini, dergilerde yazı yazanlara hürmet edilmesi gerektiğini, bazı gazetelerin dergiler kadar mühim,

‘ın eşiğinde…

Yurdagül KONUK*

Sahaf

Page 23: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

23

DENEME

Yeni Ufuklar, sayı 31

bazı kitaplarınsa paket kağıdı olarak kullanılabileceğini. Bir de güç kuvvet yetirme kısmı var kitaba. Barınmanın hemen ardından gelen zorunlu masraf ortağımın dünyasında. O bana eseri tarif ediyor, ciltli ise ne kadar, içinde süsleme varsa ne kadar eder ondan bahsediyor, fiyatı artırmaman için kitabın nasıl senin karşında değerini hafife alacağını anlatıyor. Çok çelişki-li, ama, mesela diyelim ki Kalem Gü-zeli babamın talebi karşısında senin ne kadar dirençle kalabildiğine bağlı olarak kendi varlık değerini koruyor. Mahmud Bedreddin Yazır Hoca ki-tabın bu mezatta çekişe çekişe bizim sınırlarımıza dahil olduğunu bilirse diye şimdi yazarken biraz mahcup oluyorum. Çünkü bence alıcı da satıcı da, kitabın ne o andaki ne de daha sonraki eklenecek özel kıymetini bil-miyor henüz.

Bazen anlamıyorum, neden Çöm-lek Yapım Sanatı için bu kadar tiyatro yapmak zorundayız? ‘ ‘Belki bir gün lâzım olur’, ‘Bunları bir daha nerede bulacaksın’,’ Şunun hamurunun kalite-sine bak’, ‘Bunun bir de ‘Tavşan Bakım Sanatı’ diye serisi var’, ‘Araştırmacıyız biz’, ‘Binbir Temel Eser de lâzım, bu

da lazım’, ‘Yarın sen de çocuk büyüte-ceksin’, ‘Kültür her şeydir ’diyor babam ciddileşerek. Hiçbir kağıt parçasını istihfafa niyeti yok. Yine de, nasıl olup da ‘Geometrik Desen Kitabı’nı alınca araştırmacı olacağımı kestiremiyorum. Hafsala henüz hacmen yetersiz yani.

Ulama desenler...Raport Desenler kitabını alıyoruz

ve ilk defa desenler ulama olduğunda onları nizamî boyamanın, sağından solundan-üstünden altından- altı cihet üç boyuttan sonsuz kere ayna-lanan durumundaki imkansızlığı ile yüzleşiyorum. Ama motifler varlar, Bir varlık tarzı olarak hareket edi-yorlar. Ve geometri hayatıma kendini dayatan sınırsız imkân bolluğu ile giriyor. Artık Fatih Camiinin Ka-dınlar mahfelini ayıran balkondaki Selçuklu on kollu yıldız geçmeleri ile desen kitabımdaki ulama desenlerin farkını görebiliyorum. Biliyor musun, bu müthiş sapa bilgi, bilginin kıdem hiyerarşisi içerisinde, birinci sıradan lâzım oluyor bana şimdi.

Şöyle ki;(biraz diren şimdi!)

-Böyle bir bilmenin diğer bilme-lere olan geniş ve derin açılımlarına tutunup yaşarken,

- hayat düzenimi böyle zincirleme bozarken,

- hizanın fezadan bizim seçtiğimiz kadarıyla inşa oluşturduğunu aksi takdirde bütün düzgün doğrusal sıra-lamaların yanılgılardan ibaret olduğu-nu keşfederken,

-dokunma tecrübelerimizin çiz-giye değdiğindeki yaşayabileceği mahrumiyetleri peşinen bilemeyece-ğimizin katı hakikati karşısında sı-nırlarımızdan birine daha vardığımızı hissederken,

-çizgilerle gösterilecek hareketin aktarilabilen, şeyleştirilebilen birer malumat olmaktan ziyade anlamı bir adım ötede başka bir anlamaya taşıyan tezahürler olduğunu itiraf ederken,

-kudret içeren bir eyleme mecbur ve mahkum olan desenleri bu mevcudiyetle-rini ‘güzel’ daveti olarak ele alırken,

Page 24: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

24

DENEME

-âlemi gözün gördüğü bir nesne değil, gören görülen karşılıklılığında bir deveran olarak sezmeye başlarken,

-klasik çizim eserlerinin çoğunlukla görülen eserin bütünün yöneldiği eserin desen ve helezon gruplarını aynı harekete tabi tutan bir iradeye eğilir gibi olduklarını fark ederken,

-hattın birbiri üzerine yığılan hareketini sade ama en sade haline getirebilmekte maharetin, insan olma maha-reti ile benzeştiği manalarını işleyişten seçerken,

kimse bana itiraz ede-meyecek; O Batılı Raport Desen Kitabı şüphe yok ki bizim için de lazımdı. Keşke bunun Barok Rokoko Sanatı olanını da saklasaydın bi-zim için. Keşke Karamemi Süslü bir şehzade Elifbâsı’nı buluverseydim yığınların göz korkutan tepeciklerinde. Keşke, Mehemmed Kara Kalemin mürekkep çizimli kopyalarına varabilseydi se-ninle alışverişimiz.

Ev-İş dergilerini kadınlar için olduğundan çok ehemmiyetli gör-mediğinden dışarıda tutarken, Türk Edebiyatı fasiküllerini içeride muha-faza etmen muhakkak ki cinsiyetçi bir ayrım değil de dünyanın kaç pula döndüğü ile ilgili olmalı. Fakat dergi-lerin muhtevasına hiç göz atmış mıy-dın, meraktayım bu akşam. Farkında değilken de böyle şeyler yapabiliyor insan. Bak şimdi ne okuyacağım sana; Ev-iş dergisi ( Kütüphanemin alt rafındalar ve inanmayacaksın ama çok kıymetliler)

Neyse üzülme, beni zaten Kız Meslek Lisesi’ne vermediler. Karar verildi. ‘Adam gibi Fatih Kız Lisesi’ne devam edilecek.’ Hâlbuki kız mesleğe gitse insan, şu antika yapma işini hızla çözer, Dantel Anglez sehpa örtüsünü mutlaka dokur, Vita yağıyla dereotlu

çöreği her seferinde aynı kıvamda yapardı.

Şunu eklemeliyim duyacakla-rına; Boşuna kıyın kıyın kaçırırdın Banarlı’nın Resimli Türk Edebiyatı’nı. Biz, ortağım ve ben, çok talip değildik ona. Zira o, bize eve postayla gelirdi. Her fasikül ayrı bir pastel renkken ilgimi çekmediğini düşünmezsin el-bette. Tahmin et, noldu, ilkokul bit-meden bu ansiklopedi bence okunmuş olduğundan Türkçe’nin Sırları’ da ona eklenmiş olduğundan hızla resimli dergilerden çıkmış oldum. Zaten bir gün postayla ‘Türk Dünyası el Kitabı’ gelince anladım; artık sendeki kitap-lardan fazlası var İstanbul’da.

Yani sonraki yıllarda ben, karika-tür yerine Peyami Sefa’ya geçtiğimde dergileri boşuna sakladın. Hem sonra biz bazen okuyup getirirdik onla-rı geri. Gücendin mi? Affet demiş miydim? Mutlaka demeliyim. Affet, ama kız çocuğu da olsam, tarihin de-rinlikleri beni de cezbetti. Arkandaki Darüşşafaka’ya gidemediğim için üzülmeyi Tanzimat Dönemi’yle ilgili Doktora yaparken bıraktım. Galatasa-ray Mektebi Sultanisi ve Darüşşafaka okulunu attığın yıllıklardan tanıyarak başlayan maceranın, yazıda varacağı sakinliğe ulaşmak az zamanımı al-madı. Ağır payını nereden nasıl ve-reyim, sığındığımız geleneğin müşfik kollarından başkaca hakkaniyetli bir yol yok sanırım. Kapısının tokmağını bizim için çevirdiğin merdiven-altının Fatih’in büyüttüğü bir kadının anlam-larının eşiği olarak görünmesi haklı bir gurur olabilir mi melekût âleminin karşısında?

Dışarıda hiç karşılaşmazdık ve

başkalarıyla olduğumda dükkanını açık bulmazdım. O sayfa katmanla-rının haricinde hiçbir yerinde yoksun Fatih’in. Babam sen ve ben. Kabul et, iyi bir üçlüyüz biz. Hikâyeleri alan-satan ve şimdi anlatan. Hikâye olan-bulan-sanki olmamış olan. Seni çıkartsam bu üçlüden insaniyetimi sürdüregelen bir çok insanlık halini silsileyle çıkarmanın dehşeti ile yüzle-şiyorum şimdi.

Hiç de ürpertmeyen, saçsız ka-falı, az yiyen içen, kısa kollu beyaz gömlekler ve mavi pantolonlar giyen biri olman dışında, hatırladığım tefer-ruatın, hep şahsiyetimize açılmasını, yıllar sonra tabir edilen bir düş gibi, hayra yordum geleneğe uyarak işte; Bir emri bir kereliğine iletmek üzere görevlendirilmiş bir elçinin, mede-niyeti, kendi feleği ile tamamlaması. Emri vâki ile vazifesini itaatkâr bir tavırla yerine getiren efsunlu kişilerin sessizliği. Ya da ne bileyim, işaretçi rüyalardaki, kurtarıcı şahsiyetlerin nutukları kesen nutuksuzluğunun haşmeti. Hikâyeden kalan bu işte. Yeniden dirilişte biri ‘-Mustafa Dayı’ diye isim seslese, sadece sen çıkıp ‘-buradayım’ diyecekmişsin gibi geli-yor bu alacakaranlıkta. O gün konuşur muyuz ki?

Keşke iki kelamedebilseydik...

Belki de sırtının nereye iliştiğini hiç bilmediğimiz o köhne girişin muradıyız biz Fatih’in kızları. Aslında İstanbul hanımefendisi ile İstanbul kızını ayırt ede ede söylerken, şehrin büyüttüklerinden bahsederken biraz da senden bahsediyorum, anla işte!…

Şimdi, mânanın burası için de kıymetli olduğuna dair itikadımı yi-neliyor ve o âlelâde eşiğin, sınırlarımla kendine mahsus bir ilişkisi olduğunu ihbar ediyorum sana. Keşke bir de iki kelam edebilseydik…

Belki de o ‘kocanız için şık bir plover’ kısmını bir daha okumalıyım Ev-iş Dergilerinin…

Hikâyeden kalan bu işte. Yeniden dirilişte biri ‘-Mustafa Dayı’ diye isim seslese, sadece sen çıkıp ‘-buradayım’ diyecekmişsin gibi geliyor bu alacakaranlıkta. O gün konuşur muyuz ki?

Page 25: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

25

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 31

Çocukluğun mutlu çağından uzaklaşan şair, değişen ellerine’ bakarak, yaşamış olduğuna bir türlü inanamadığı anılarını

ve çocukluk özlemini dile getiriyordu,

Dağlarca

Dağlarca, Kuleli Askeri Lisesi ve Harp Okulu’nu bitirdik-ten sonra, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde subay olarak görev yapmıştı. Zorunlu hizmeti doldurarak ordudan ayrıldı. Bir süre Çalışma Bakanlığı’nda müfettiş olarak çalıştı. Kitabevi, dergi yayıncılığı gibi uğraşılarda da bulunan Fazıl Hüsnü, 15 Ekim 2008’de bedenen aramızdan ayrıldı.

Fazıl Hüsnü Dağlarca şiire hece ölçüsüyle başladı. Otu-zun üzerindeki şiir kitabında duygu ve aklın baskın olduğu iki dönemi yaşadı. İlk döneminde; büyük bir hayal gücü, zengin ve yarı karanlık bir imaj örgüsüyle dikkati çekmişti. İkinci döneminde titiz bir Türkçe ve kendine özgü dil yapı-sıyla sanat hayatını sürdürdü.

Dağlarca, başka şairlerin etkisinde kalmadığı gibi ken-dini tekrarlamaktan da kaçındı. Her yeni eserinde bir ön-cekine benzemeyen atılımlar yaptı. Zaman zaman vezinli, kafiyeli yazdı, zaman zaman da şekli hiçe sayarak, açık seçik söylemek istediklerini söyledi. İşte ağlamadan okuyamadı-ğım bir şiiri:

“Yediyordu Elif kağnısını,Kara geceden geceden.Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu,Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar,İnliyordu dağın ardı, yasla,Her bir heceden heceden.Mustafa Kemal’in kağnısı derdi, kağnısınaMermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı.Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifçik,Nam salmıştı asker içinde.Bu kez yine herkesten evvel almıştı yükünü,Doğrulmuştu yola önceden önceden.Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar,Kocabaş, çok ihtiyardı, çok zayıftı,Mahzundu bütün bütün Sarıkız, yanı sıra,Gecenin ulu ağırlığına karşı,Hafifletir, inceden inceden.İriydi Elif, kuvvetliydi kağnı başındaElma elmaydı yanakları üzüm üzümdü gözleri,Kınalı ellerinden rüzgâr geçerdi, daim;Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına.Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti,Niceden, niceden.Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu,Nazar mı değdi göklerden, ne?Dah etti, yok. Dahha dedi, gitmez,Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gacır gucurNasıl dururdu Mustafa Kemal’in kağnısı.Kahroldu Elifçik, düşünceden düşüncedenAman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.Geçer götürür ana, çocuk, mermisini askerciğin,Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım.Bak hele üzerinden ses seda uzaklaşır,Düşerim gerilere, iyceden iyceden.Kocabaş yığıldı çamura,Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar,Örtüldü gözleri örtüldü hep.Kalır mı Mustafa Kemal’in kağnısı, bacım,Kocabaşın yerine koştu kendini Elifçik,Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden.”

Ahmet ÖZDEMİR*

* Gazeteci, yazar

Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde gerçek bir kilometre taşından söz edeceğim. Ama önce bir şiirinden baş ve son iki kıta okuyalım;

“Bu eller miydi masallar arasından Rüyalara uzattığım bu eller miydi? Arzu dolu, yaşamak dolu. Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan? Bilyaların aydınlık dünyacıkları, Bu eller miydi hayatı o dünyaların? ……..Ayrılmış sevgili oyuncaklardan, Kırmış küçük şişelerini. Ve her şeyden ve her şeyden sonra Bu eller miydi Allah’a açılan!

Bu şiir Cumhuriyet döneminin en geniş ufuklu şairle-ünden biri olan Fazıl Hüsnü Dağlarca ‘nın Çocuk ve Allah adlı şiir kitabından alınmıştı. Çocukluğun mutlu çağından uzaklaşan şair, değişen ellerine’ bakarak, yaşamış olduğuna bir türlü inanamadığı anılarını ve çocukluk özlemini dile getiriyordu.

26 Ağustos 1914’de İstanbul’da doğan Fazıl Hüsnü

Page 26: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

26

STRATEJİ

Türkiye’nin bölgesindeki ülkelere nazaran görece

demokratik gelişimi, ekonomik potansiyeli,

büyüme hızı ve görece sosyal refahı komşu

ve yakın ülkelerde ciddi etkileşimler

oluşturabilirdi.

SOFT POWER (YUMUŞAK GÜÇ)

Türk dış politikasının son yıllarına bu kavram damgasını vurdu. Ülkemizin dış politikasını oluşturan siyasi irade iki temel dış politika kavramı üzerinden hareket etmiş, öncelikle ifade edilen ve uygulamaya konulan ‘’komşular ile sıfır sorun’’ politikası iddialı bir şekilde dillendirilmiş ise de ülkemizin komşuları ile sorunları yerli yerinde durmakta, hatta geçen yıllar içerisinde yaşanan geliş-meler nedeni ile ilişkilerimiz ‘’daha sorunlu’’ olarak tanımlanmaktadır. Takiben ifade edilen ‘’soft power’’ (yumuşak güç) politikasının ise kavram ve kuram ola-rak orijinali Amerikalılara aittir. Amerikalı Joseph Nye tarafından 1990 yılında ilk kez ortaya atılan bu kavram dış politikada güç kullanımına yeni bir anlam yüklemekte idi.

Devletlerarası ilişkilerde belirleyici olan güç kullanımının, ordularınızın gücü, kaba güç ve buna dayalı direkt ve dolaylı tehlikeler ile şekillendirilmesin-den ziyade ABD’nin millî varlık ve gücünün sahip olduğu potansiyel argüman-ları devreye sokarak aynı sonuçları elde edebileceği tezidir.

2004 yılında konuyu şekillendiren Joseph Nye ABD’nin dünyaya açıldığı I. Dünya Savaşı ile II. Dünya Savaşları arasında kalan dönemde kendi millî gücü kültürel unsurlarının çekiciliği Hollywood filmlerinden, savaşlar ve yoksulluk-ların ezdiği dünyada onların cazibe merkezi olarak algılanmalarına yol açan ‘’American Dream’’lerine kadar zaten uyguladığı politikaları yeniden dünyaya sunuyordu.

Buna göre Nye Dış politikanın temel argümanı ‘’Hard power’’ (sert güç) yerine işbirliğini öne çıkaran, muhatabınıza kendi cazip şartlarınızı göstererek oluşturulacak politik dil ile hayranlık uyandırılarak politik çıkarların gerçekleş-tirilebileceği yaklaşımını önerir.* Jeopolitikçi ve Stratejist

Aydın ÇETİNER*

Page 27: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

27

Yeni Ufuklar, sayı 31

STRATEJİ

Kısaca ABD’nin sağlamayı iste-diği dış politika çıkarlarına ulaşmak için karşısındaki muhataplarının dü-şünce ve davranışlarına etki edebilme yeteneği değerlendirerek bir strateji önermektedir. Aslında birbirine zıt gibi görünen bu iki kavram söz konu-su alan dış politika ve strateji olunca birbirinden direkt etkilenen birçok özelliğe de sahiptir.

Son yıllarda Türk dış politikasına yön verenler ise Soft Power (yumuşak güç) kavramına yeni bir anlam ve yo-rum getirmek istediler. Onlara ilham kaynağı olan bu Amerikan yorumu Türkiye’nin bölgesindeki durumu ile benzeyen özellikler içeriyordu.

Türkiye’nin bölgesindeki ülkelere nazaran görece demokratik gelişimi, ekonomik potansiyeli, büyüme hızı ve görece sosyal refahı komşu ve yakın ülkelerde ciddi etkileşimler oluştura-bilirdi.

İlk yıllarda uygulamaya konulan ‘’komşular ile sıfır sorun’’ politika-sı Osmanlı İmparatorluğunun her bakımdan mirasçısı olan Türkiye’de uygulanmaya çalışıldı. Üstelik Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan beri Batı ile iyi ilişkiler geliştirerek yüzü batıya dönük, II. Dünya Savaşından sonra tamamen Batı yanlısı politikalar takip etmişti. Sadece yüzyıl önce bugünkü

Türkiye’nin hemen bütün komşuları Osmanlı tebaası idi ve Türkiye’nin komşuları ile isterse Batı yanlısı ülke-ler olsun, ilişkileri soğuk ve gergindi. Ekonomik işbirliği arttırılarak var olan sorunların güvenlikçi politikalar yerine ekonomiyi önceleyen yakla-şımlar ile aşılmasına çalışıldı, ancak dünyanın bu en sıcak bölgesinde gerek yerel çıkarlar gerekse direkt ve dolaylı çıkar sahiplerinin politikaları Türkiye Cumhuriyeti politikalarına galebe çaldı.

Özellikle İran, Irak, Irak’taki Kürt Federe Devleti, Suriye gibi ülkeler ile sıkı ilişkiler geliştirilmeye çalışıldı. Politik meselelerde birlikte hareket edebilmenin yolları arandı. Geçen yılları hatırlayacak olursak İran’ın Batı ile nükleer müzakerelerinde arabu-lucu olmaktan tutun da Irak’ta hem merkezî hükümet hem de Kuzey Irak Kürtleri ile ciddi işbirliğine girişildi. Oğul Esad ülkemizde ağırlanırken iki kardeş ülkenin tam bir ortaklık için-de hareket etmesi konuşuldu. Suudi Arabistan, Katar, Mısır gibi ülkelerle ciddi işbirliği geliştirildi. Bu politi-kaların yansımaları Türk dış politika yapıcılarına cesaret veriyordu.

Bu dönemde Arap sokaklarının kahramanı konumuna yükselen Tür-kiye başbakanı özellikle Filistin me-

selesi ve İsrail’e karşı sert tutumu ile ezgin Arap kitlelerinin gözünde bü-yüyordu. Arap baharı olarak başlayan gelişmeler zamanla kaos ve kargaşaya, iç çatışmaya ve savaşlara, takiben hızla bir sonbahara dönüştü/ dönüştürüldü.

Bu dönemde Türkiye Mısır’da Mursi yönetimini, Suriye’de İhvan-ı Müslim’i, keza Libya’da İhvancı grupları destekliyordu. İlk başlarda ABD ve Batı, Arap baharına temkinli yaklaşırken özellikle Libya’da ABD büyükelçisi Chris Stewenson’un öl-dürülmesi sonrasında direkt ya da dolaylı olarak gelişmelere kendi lehine müdahale etmeye başladı.

Türkiye’nin Libya’daki müdahale-leri yetersiz ve etkisiz kaldı, Mısır’da Mursi’ye karşı darbe yapan Sisi hü-kümetini ABD, İsrail ve Batı açıkça destekledi. Bölgede yaşanan kaos ve kargaşa iç savaşlar ile sürerken Tür-kiye ‘’Hümaniter’’ ve ‘’Realist’’ söylem arasında sıkışan ancak son derece sert bir siyaset söylemi ile ele aldığı bölge meselelerini yüksek tonla seslendir-meye devam etti. Türk dış politika yapıcıları hem Güney Batı Asya coğrafyasında hem Arap yarımadası ve Kuzey Afrika’da ABD, Batılı po-litikalar ve bölgede İsrail’in saldırgan tutumunu kuvvetle eleştirirken Türk dış politikasının yaşanan gelişmeler

Page 28: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

karşısında söylemleri ile eylemlerinin etkinliği ters orantılı idi. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de İsrail ile yaşadığı gerginlik sonrası İsrail; Kıbrıs Rum-ları, Grekler hatta Rusya ve Mısır arasında Doğu Akdeniz’deki stratejik Türk varlığını sıfırlayacak adımlar atmış, buna karşılık Türkiye’nin Mursi dönemi Mısır donanması ile Doğu Akdeniz’de yapmayı planladığı do-nanma tatbikatı Mursi’nin devrilip Sisi’nin işbaşına gelmesi ile suya düş-müş, ancak Türk dış politika yapıcıları Mısır’a dönük yüksek sesli eleştirileri-ni söndürmüşlerdi.

Yemen’de yaşanan iç savaşta Türkiye’nin takındığı tavır Suriye Siyaseti’ne benzer bir yaklaşım ile hem ABD ve Batının pek tasvip etmediği bir siyaset yaklaşımını içer-mekte hem de Sünni olmayan Müs-lüman dünyası tarafından eleştirilen ‘’Sünni Ortadoğulu’’ bir tona sahipti. İran’ın ABD ile sorunlarını çözer-ken Türkiye’siz hareket etmesi, diğer yandan bölge sorunlarında daima mazlumun yanında ve emperyalizmin karşısında yer alan bir politik görüntü oluşturması her ne kadar anti emper-yalist bir siyasal söyleme sahip olsa da ‘’ ‘’ askerler ile törenler yapılması Neo Osmanlıcı bir algıya yol açtı. Arap intelijansiyasına Türk dışı politikasına eleştirileri yükseltmeye başladı. Genel hatları ile Suriye’de sıkıntılı bir siyaset takip eden Türkiye, Işid ve Cephetül-Nusra gibi örgütlere sıcak yaklaşmak-la suçlandı. Türkiye’nin siyasal söyle-mi ile bölgede yaşanan olaylar karşı-sında fiilî etkisizliği bugün Türk dış politikasının temel sorunlarından biri olarak karşımızda durmaktadır. Asıl çarpıcı örnek olan Suriye siyasetinde Türkiye; 4 yıl önceki politikalarından farklı hareket etmek durumunda kalmaktadır. En önemlisi sonunda Türkiye, IŞİD karşıtı çekirdek ABD koalisyonuna katılmış ve ülkesinde-ki İncirlik, Batum, Diyarbakır gibi yerleri çekirdek koalisyona daha doğrusu ABD kullanımına açmışlar. Her bakımdan bu gelişme Türkiye’nin Bağımsız ‘’Soft power’’ politikalarının sonu olmuş. Bölgede siyasal ilişkile-rini domine eden ABD ile arasında uzun yıllardır var olduğu söylenen ‘’stratejik partner’’ ilişkisi pragma-tik ilişkilere dönüşmüştür. Kırım ve Ukrayna karşısında etkisiz kalan

Türkiye Libya’dan Yemen’e, Mısır’dan İran’a İslam dünyasında en azından ciddi tereddütler ile karşılaşmakta, bu durumda Türk dış politikasının yeni dönemde yeni bir yön tayinine ama en önemlisi uzun iradeli stratejik öngörü ile geliştirilmiş, ülkenin millî çıkarları ile uyumlu siyaset yapılarına ‘’consolide opinion’’ (düzenlenmiş açıklamalar) kurallarına özellikle bağlı olduğu yeni bir yaklaşıma ihtiyacı var-dır. Zira ABD’de dış politika ile ilgili uygulamalar bu çerçevede yürütülür. Bir ABD başkanı, dışişleri bakanı veya diğer devlet adına konuşmaya yetkili kişiler ilk bakışta birbirine zıt açıklamalar yapıyormuş gibi görünse de dikkatle analiz edildiğinde tama-men ABD politik çıkarlarına uygun, birbirleri ile koordineli açıklamalar yaptıkları anlaşılmaktadır.

Bu sebeple ülkemiz dış politika-sına yön veren yetkililer de öncelikle devletin çıkarları açısından kısa, orta ve uzun vadeli planlamalar yapmalı, devlet politikasını daima bu politika-ları belirleyenler siyasi yetkililere ser-vis etmelidir. İktidar hatta muhalefet yetkilileri bir koordinasyon içerisinde siyasal beyanatlar vererek politik dek-larasyon yapmalıdır.

Dış politikanızda adını ne ko-yarsanız koyunuz nihayetinde uy-gulanacak politikalar ‘’devletin âli menfaatleri’’ doğrultusunda önceden belirlenmiş, gücünüz ile mütenasip planlamalar olmalıdır.

Ülkemiz Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından beri çok önemli bir ek-sikle iç ve dış siyasetini şekillendir-meye çalışmaktadır. Millet, Meclis, ordu sac ayağı üzerine kurulmuş Cumhuriyet’in başından beri en bü-yük eksiği millet ayağıdır. Belirlene-cek dış politikanın önceden toplumun geniş kesimlerine benimsetilerek uygulamaya konması ve uzun vadeli uygulamalar içermesi son derece önemli bir husustur. Günümüze kadar bu planlama yapılmadığı için Türk dış politikası daima reaksiyoner geliş-meleri yeniden takip eden bir yapı ile hareket etmiş, gelip giden iktidarlar topyekûn millî menfaatler doğrul-tusunda uzun iradeli uygulamalara gidememiştir.

Bu durum Türkiye üzerinde plan-ları olan güçler tarafından güçleri ve etkileri oranında kolaylıkla uygulana-

Türk dış politika yapıcıları hem Güney Batı Asya

coğrafyasında hem Arap yarımadası ve Kuzey Afrika’da ABD, Batılı politikalar ve bölgede

İsrail’in saldırgan tutumunu kuvvetle

eleştirirken Türk dış politikasının yaşanan gelişmeler karşısında

söylemleri ile eylemlerinin etkinliği ters orantılı idi.

STRATEJİ

28

Page 29: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

STRATEJİ

Yeni Ufuklar, sayı 28

bilen dış politika dayatmalarını ya-şamamıza sebep olmuştur. Ülkesinin gerçeklerinden habersiz ‘’monşerlerin’’ yönlendirdiği Türk dış politikasında yerli ve millî olmak adına ‘’gücünün üzerinde sertlikte politik beyanatlar vererek’’ kendi kendisini zora sokan ‘’komşular ile sıfır sorun’’ diyerek sorunlar yumağına dönüşen bir dış

politika ortamından ‘’Soft Power’’ (yumuşak güç) yorumlamalarına gelen Türkiye’nin ufukta bekleyen Suriye meselesinin çözümü, 2018 yılından itibaren Türkiye’yi ciddi şekilde dış politikadaki hak ve menfaatleri bakı-mından zorlamaya hazırlanan ‘’Doğu Akdeniz’’ meselesi gibi uluslararası sorunlara yeni bir bakış açısı geliş-

tirmesi gerekmektedir. Öncelikle TBMM ve TSK ülkedeki demokrasi ve din algısı gibi farklı düşüncelerin ahenkli birlikteliğinin sağlanması gibi sorunlara odaklanıp ekonomik, sosyal ve siyasal alanlarda gücünü geliştiren Türkiye’nin bunu teknolojik potansi-yeli yüksek askerî gücü ile tamamlaya-rak hareketini yeniden başlatmalıdır.

Yeni Ufuklar, sayı 31

STRATEJİ

29

Page 30: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

30303030

Tercüme:

Dr. Aslan YAMAN

AmerikA AnkArA’dAki

leri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Mark Toner Davutoğlunun bu ani harketini “ Türkiye’nin iç politika konusu” olduğu değerlendirmesini yaparak konu hakkında ilave yorumdan kaçınıyor.

Birleşik Devletler, hemen hemen iki yıl boyunca, Türkiye’nin ilgisini Irak ve Suriye’yi hırpalayan Sünni radikallerin oluşturduğu İŞİD’in üstüne çekmeye çalış-mış, fakat, Erdoğan yönetimindeki Ankara Amerika ve Türkiye’nin terörist grup olarak ilan ettiği ayrılıkçı PKK ile mücadeleye daha çok önem vermişti. Birleşik Devletler, İŞİD militanlarının ülke sınırlarından Suriye’ye geçişle-rinin önlenmesi için Türkiye’ye bağımlı olması yanında Türkiye’nin ancak bir yıl kadar önce izin verdiği İncirlik Hava Üssü’nden Irak ve Suriye’ye askerî müdahalede bulunabilme iznini kullanmaya devam edebilmek istiyor. Türkiye ise; İŞİD’in daha fazla yayılmasının önüne geçilme-si ve kendi arka bahçesinden ötelere itilmesinde Birleşik Devletlerin hava harekâtına bel bağlıyor.

Bu karşılıklı bağlılık konumunun varlığına rağmen, her iki başkent Amerika’nın Suriye’deki Kürt savaşçılara olan desteği konusunda keskin bir görüş ayrılığına da sahipler. Sert ve kanlı geçen 4 aylık bir savaştan sonra, YPG’nin (People’s Protection Units) 2015’in başlarında Kobani’nin kontrolünü İŞİD’in elinden almasından sonra, Batı’nın say-gısını kazanmış ve bu tarihten sonra militan gruplara karşı Washington’un en etkili kara gücü olarak kabul edilmişti. Yine de; YPG’nin PKK ile bağlantılı olması Suriyeli Kürtle-rin Türkiye tarafından millî güvenliklerini tehdit eden en önemli grup olarak nitelendirilmelerine yol açmaktadır. Erdoğan’ın Kürt militanlara güvensizliği Ankara’da 37 ki-şinin ölümü ile sonuçlaran intihar saldırıları sonrasında sorumluluğun PKK’ya ait olduğunun ilan edilmesi ile bü-yümüş, en sonunda da bu saldırıların sorumluluğunu PKK hareketinden ayrılan Kürdistan Freedom Falcons (Kürdis-tan Özgürlük Şahinleri) TAK üstlenmişti.

Menbiç konusundaki tartışmalarAnkara ile Washington arasındaki temasların kesilmesi

yabancı savaşçıların Türkiye’den Suriye’ye geçmekte kul-landıkları en önemli geçiş noktası olan Menbiç paketinin oluşturulması sırasında oldu. New America düşünce kuruluşunun uzmanlarından Barak Berfi “…Ankara, Kürt savaşçıların Menbiç’i kontrol etmesini istemiyor… Menbiç bölgesini Kürt kontrolünün dışına çıkararak Şam rejimini devirmek üzere harekât merkezi haline getireceği güvenli bir bölge oluşturmak istiyor….” diyor. Birleşik Devletler ise Menbiç paketini İŞİD’in başkenti olan Rakka’nın geri alın-ması için konuşlanacak en önemli mevzi olarak görüyor.

Kürt savaşçılar üzerindeki görüş ayrılıkları; bu yılın başlangıcında İŞİD’e karşı yürütülen kampanyanın başına atanan Dışişleri yetkilisi Brett McGurk’un Kobani’de YPG yetkilileri ile buluşması sonrasında kamuoyu önünde ağız

ADAMINI KAYBEDİYORBy John HUDSON, Senior Reporter, Foreign Policy, 5 Mayıs 2016

Birleşik Devletlerin Ankara’da Davutoğlu

gibi Kürtlere çok daha ılımlı yaklaşımları olan bir

muhatabı vardı. Davu-toğlu; zayıf bir Başbakan

ve Cumhurbaşkanı’na bağımlı hareket etme-

yi kabul etmiş olmasına rağmen, Birleşik Devlet-lerden pek çok yetkilinin düşünce ve endişelerini iletmek için Ankara’daki

en önemli kanalı idi.

Birleşik Devletlerin İŞİD ile savaşında Türkiye’de sahne gerisindeki müttefiki Başbakan Ahmet Davutoğlu idi. Ba-kalım istifadan sonra neler olacak ?

Perşembe günü sürpriz bir şekilde gerçekleşen Başbakan’ın istifası; mevcut halde, her iki taraf için de endişe verici bir şekilde yürüyen, ancak, işlev görmeye devam eden Ankara-Washington ilişkilerinin tamamen sorunlu bir hale gelmesi riskini de beraberinde getiriyor. Birleşik Devletler ve Türkiye, birbirlerine karşı temkinli adımlar atmakla birlikte; İŞİD’e karşı yürüttükleri mücade-lede birbilerine sıkı sıkıya ihtiyaç duyan müttefiklerdir aynı zamanda.

Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın idaresi altında gittikçe otoriter bir yönetime kayan Türkiye’de, Cumhurbaşkanı’nın etkisi altında kalmayan sağduyulu yaklaşımlarıyla Birleşik Devletlerin itimat ede-bildiği Ankara’daki tek müttefiki gibi görünüyordu. Davu-toğlu; hakkında yapılan değerlendirmelerde, çoğunlukla becerikli bir diplomat olarak görülürken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kıyasla Amerika’nın İŞİD’e karşı kara gücü olarak yetkilendirdiği Kürtlere karşı da oldukça toleranslı bir ki-şilikti. Obama idaresinin İŞİD ile savaşta en önemli adamı olan general John Allen Foreign Policy’ye “ Davutoğlu ile oldukça uyumlu bir şekilde çalışabilmiştik…onun halefi ile çalışma farklı bir zeminde gelişebilir…” diyor. Aynı şekil-de Birleşik Devletler Dışişleri Bakanlığı’nın şu andaki ve eski yetkilileri de “… Davutoğlu’nun gitmesi ile bir Türk Başbakan’ın Birleşik Devletler diplomatları ile yakın çalış-ma ilişkisi içinde olması da kaybedilecek…” diyorlar. Dışiş-

STRATEJİ

30

Page 31: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

31

dalaşına dönüştü. Bu toplantıdan bazı fotoğrafların ya-yımlanmasından sonra Erdoğan Türkiye’nin düşmanlarını koruduğunu söyleyerek Birleşik Devletlere saldırdı. Konuş-masında “…Size nasıl güveneceğiz, sizin ortağınız biz miyiz yoksa Kobani’deki teröristler mi ?...” diye sordu.

Birleşik Devletlerin Ankara’da Davutoğlu gibi Kürtle-re çok daha ılımlı yaklaşımları olan bir muhatabı vardı. Davutoğlu; zayıf bir Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na bağımlı hareket etmeyi kabul etmiş olmasına rağmen, Birleşik Devletlerden pek çok yetkilinin düşünce ve en-dişelerini iletmek için Ankara’daki en önemli kanalı idi. “…Davutoğlu’nun yokluğu Erdoğan’ın pragmatik Kürt yaklaşımına hükümet içinde çok daha az aykırı düşünce iletilmesi anlamına gelecek...” diyor Washington merkezli Türkiye ve Suriye uzmanı Adrew Bowen ve “…iletilse bile bu düşünceleri Erdoğan dinler mi ki…” diye de ekliyor. “…Başbakan’ın bu resmin dışına çıkması ile, muhtemel bir kara harekâtı sırasında Ankara, Suriye’deki Kürt savaş-çılarla işbirliği yapmaya daha fazla direnecektir…” diyor ismini açıklamak istemeyen bir Birleşik Devletler yetkilisi. Aynı yetkili Türkiye’nin daha ileri giderek Türkiye ile Suriye sınırını tümüyle kapatabileceğini de ilave ediyor.

Davutoğlu’nun istifası büyük ölçüde Erdoğan ile eko-nomik konulardaki görüş ayrılıklarından, genişleyen Cum-hurbaşkanlığı gücünden ve muhaliflerin yargılanmaksızın gözatına alınmasından kaynaklanıyordu. 22 Mayıs tari-hinde ofisini boşaltacak olan Başbakan perşembe günü açıkladığı istifası ile bu farklılıkların önemsiz olduğunu göstermek istedi. İstifasını açıkladığı konuşmada “ …Kim-seye karşı bir suçlamam yok, öfke veya kırgınlık hisset-miyorum…. hiç kimse benim Cumhurbaşkanımız aleyhine bir şey söylediğimi iddia edemez ve bundan sonra da bu şekilde bir konuşmamı kimse duymayacak…” dedi. Böyle açıklamakla birlikte, iki politikacının da pek çok konuda cebelleştikleri bilinen bir gerçek. Mesela, ülkenin müzmin problemi olan Kürt azınlığa karşı izlenen tutumdaki fark gibi -bu konuda Davutoğlu çok daha uzlaşmacı bir görüşü benimsemektedir.-

Geçen ay Davutoğlu Türk gazetecilere hükümetin PKK’nın silahları bırakması durumunda, hükümetin ken-dileriyle müzakereleri yeniden başlatmayı göz önünde bulundurduğunu söylemişti. Başbakan’ın bu açıklamaları-nın yayımlanmasından hemen sonra, Erdoğan, Başbakanı

açıkça azarlayarak PKK’nın tümüyle yok edilmesinin ileriye doğru düşünülebilecek tek politika tercihi olabileceğini söyledi. Bunun üzerine Davutoğlu pozisyonunu yeniden ve Erdoğan’ın görüşleri doğrultusunda ayarlayarak, Cum-hurbaşkanının söylediklerini tekrar etmeye başlayıp hükü-metin Kürtlerle müzakere etme konusunda bir düşüncesi olmadığını söyledi.

Kontrol etme arzusuErdoğan’ın açıklaması kendisinin daha evvel barış açılı-

mı konusunda göstermiş olduğu çabaların reddi anlamına geliyor. Fakat uzmanlar uzun süren ateşkesin uzlaşmazlıkla sonuçlanması Cumhurbaşkanının gelecekteki müzakere-ler hakkında olumsuz bir kanaate sahip olmasına neden olduğunu söylüyorlar. Mesela Barfi : “…Erdoğan’ın Kürt konusundaki mevcut bakışı kendi esas inandığı şeylerden daha çok, önceden tecrübe ettiği şiddeti bastıramamanın mahcubiyetinden kaynaklanıyor…” diyor. Adalet ve Kalkın-ma Partisi yapılacak ilk toplantısında Davutoğlu’nun yeri-ne birini seçecek. Erdoğan’ın Anayasanın değiştirilmesine daha az karşı çıkan birini aday göstereceği tahmin ediliyor. –Anaysanın Parlamenter sistem aleyhine olmak üzere, Cumhurbaşkanlığının gücünün artırılmasının istendiğini hatırlayalım- Erdoğan’ın uzun süredir Başbakan’a yönelt-tiği eleştiriler, gelecek Başbakan’ın gözünü korkutarak mevcut Cumhurbaşkanı’na daha bağımlı olmasına sebep olarak serbestçe konuşmaktan vazgeçirecektir.

Eski milletvekili ve Demokrasinin Korunması Vakfı yöneticilerinden Aykan Erdemir “…Erdoğan kendi tercih-lerine sadık kalacak bir başbakan adayı seçtirecektir…” diyor ve “… Onun Türkiye’nin hem ulusal hem de devam eden Birleşik Devletler ve Avrupa Birliği ile Suriye hakkın-da yapılan müzakerler, Türkiye’nin Avrupa Birliğine Üyeliği süreci ve İsrail ile yeniden yakınlaşma gibi uluslararası konuları tümüyle kontrol etmek istediğini kolayca tahmin edebiliriz…” diye ekliyor.

Yine de Birleşik Devletler-Türkiye ilişkilerinde, Davutoğlu’nun görevden uzaklaştırılması ve Erdoğan’ın gücü tümüyle ele alması durumunda da esaslı bir deği-şiklik olmayacaktır. Atlantic Council’in daimi üyelerinden Aaron Stein “…Türk Politikasının Suriye gibi ana konularda esas karar vericisi de, harekete geçiricisi de, el sıkanı da Erdoğan’dır…” diyor.

Yeni Ufuklar, sayı 31

STRATEJİ

Page 32: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

Türkiye, İsrail-Rusya ekseninde ortaya çıkan bu fırsata

İran’ı da katarak PKK ile mücadelede

yeni bir hücum stratejisi geliştirebilir.

Bu stratejide ABD kontrolündeki Irak

hükümeti, eli ayağı bağlı Barzani hükümeti ve

bizzat ABD’nin kendisi olamayacağından

mücadele oldukça güç olacaktır. İsrail ile işbirliğinin daha

da geliştirilerek ABD faktörünün PKK ile

mücadelede Türkiye lehine dönmesi de

sağlanabilir.

İsrail - Türkiye Anlaşmasının Jeopolitik Şifreleri

GirişDavos 2009 sonrası kırılganlaşan ve 2010’daki Mavi Marmara olayı ile dibe

vuran Türkiye- İsrail ilişkileri 7 yıl sonra yapılan bir anlaşma ile normalleşme sürecine girdi. Her iki ülkeyi yeniden yakınlaşmaya zorlayan jeopolitik şartlar enerji ve güvenlik eksenindeki ortak çıkarlardan kaynaklanmaktadır. Bu anlaş-manın, bölgeye ve Türkiye’ye sağlayabileceği potansiyel jeopolitik avantaj ve ka-zançların enerjiden de öte çok önemli sonuçlar doğurması mümkündür.

İsrail’in Yeni Enerji KaynaklarıBulunamayan enerji en pahalı enerji olmakla beraber, pazarlanamayan yani

satılamayan enerji de boşa akan bir su gibidir. Özellikle deniz tabanından çıkarı-lan enerjinin güvenlik risk ve tehlikeleri çok daha fazladır. 2009 yılında İsrail’in karasuları ve Münhasır Ekonomik Bölgesinde (MEB) son derece zengin doğal-gaz ve petrol rezervleri bulundu. Bu keşfi, Kıbrıs’ın etrafı, Lübnan, Suriye, Gazze ve Mısır’ın Nil Deltası1 takip etti. Özetle Doğu Akdeniz potansiyel olarak yeni bir Basra Körfezi haline geldi. Eksik olan limanlar, depolar, boru hatları, iskele-ler, yükleme terminalleri ile bunların güvenliğidir. Katar, İran, Irak, Kuveyt, BAE, Suudi Arabistan petrol ve doğal gazının da boru hatları ile Doğu Akdeniz’e akı-tılması projeleri gerçekleştiği takdirde, bölge dünyanın Enerji Merkezi haline gelecektir. İsrail, beş yıl önce 2016’da doğalgaz ihracına başlayacağını açıklamıştı. Ancak Ortadoğu’daki gelişmeler buna izin vermedi. Türkiye, İsrail ve Mısır hariç bölgedeki ülkelerin hiç birinde siyasi istikrar yoktur ve kısa vadede de olması beklenmemektedir. Bu nedenle Türkiye-İsrail anlaşmasının esas amacı öncelikle İsrail gaz ve petrolünün en uygun coğrafi konumdaki Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına aktarılmasıdır.

Rusya Kilit Ülkeİsrail ile Türkiye yeniden yakınlaşırken, bu sürece Rusya’nın da dâhil ol-

ması kimseyi şaşırtmamalıdır. Çünkü Suriye krizine fiilî müdahalede bulunan Rusya, hem Suriye’nin yeni siyasi yapılanmasında, hem de Doğu Akdeniz’de-ki enerji denkleminde söz sahibi olmuştur. Suriye 2011’de kendi karasuları ve MEB’indeki tüm enerji arama, çıkarma, işletme ve pazarlama yetkisini Rusya’ya vermiştir. Bu durumda İsrail ile Rusya’nın Doğu Akdeniz’de enerji alanında iş-birliği yapması zorunlu hale gelmiştir. Rusya’nın stratejik kazancı, Doğu Akde-niz’deki enerji pazarlamasında söz sahibi olarak, kıta Avrupası’ndaki pazarlarını kaybetme riskini bertaraf etmesidir. Ayrıca Rusya’nın Güney Akım Projesini de Doğu Akdeniz projesi ile destekleme olanağı ortaya çıkabilir. Bazı enerji uz-manları İsrail’in sahip olduğu doğal gaz kaynaklarının Avrupa’yı beslemek için yetersiz olduğunu, asıl amacın fazla gazın Türkiye’ye satılması olduğunu ileri

1 ENI in Egypt! Euregas! The Italian energy giant’s strategy seems to be paying off Sep 5th 2015; http://www.economist.com/news/business/21663249-italian-energy-giants-strategy-seems-be-paying-euregas

Dr. Nejat TARAKÇI*

*Dr., Jeopolitikçi ve Stratejist

STRATEJİ

32

Page 33: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

sürmektedirler. Bu projeye sadece İsrail gazını esas alarak bakmak yetersiz kalacaktır. Proje uzun vadelidir ve bölge-deki tüm mevcut ve potansiyel kaynaklarının Türkiye üze-rinden nakli söz konusudur.

Türkiye Kilit Ülke: Beklentiler – Olası Kazanımlar

Türkiye enerji üretim çemberi ile çevrili bir coğrafyada enerji açlığı çeken bir ülkedir. Buna rağmen Rusya hariç, hiçbir ülke ile kalıcı, güvenilir bir enerji tedarik sistemi kuramamıştır. İsrail gazı bu anlamda bir fırsat sunmakta-dır. Doğu Akdeniz’de nerede petrol ve doğal gaz çıkarılır-sa çıkarılsın, en verimli ve güvenilir dağıtım rotası Türkiye üzerinden geçmek zorundadır. Bu bağlamda Türkiye’nin en önemli avantajı veya kazancı petrol ve doğal gazı daha ucuz almanın dışında İsrail ve Rusya ile stratejik ortaklık statüsüne geçme olasılığıdır. Bu üç ülke bir anlamda gölge bir federal yapıda birleşmiş konumda olacaklardır. Böylece İsrail-Türkiye-Rusya otomatik olarak enerji odaklı ortak bir güvenlik sistemine de geçeceklerdir. İsrail enerji kaynakla-rının öncelikle pazarlanması dikkate alındığında; son beş yıldan bu yana dile getirilen ve enerji koridoru olarak be-timlenen Kürt Koridorunun engellenmesi gerekmektedir. Gerçekte Basra Körfezi petrol ve doğal gazının Akdeniz’e akıtılması için Kürt koridoruna ihtiyaç yoktur. Bu korido-run temel amacı Türkiye’yi Kürtler vasıtasıyla güneyden tamamen kuşatmak ve Türkiye Kürtleri ile birleştirmektir. Çünkü 1950’li yıllara ait boru hattı projeleri Kerkük-Mu-sul-Hayfa boru hattı vasıtasıyla Irak petrolünün İsrail’e akı-tılmasını öngörmekteydi. Ancak o dönemdeki bölgedeki istikrarsızlıklar nedeniyle, Irak petrollerinin Hayfa yerine Türkiye’deki Yumurtalık’a akıtılması sağlanmıştır. Hay-fa hattı Irak-Ürdün üzerinden İsrail’e uzanmaktadır. Bu hat faaliyete geçtiğinde, Arabistan Yarımadası’nı baştan-başa kat eden Trans-Arabistan Boru hattının da bu hat-ta eklemlenmesi mümkündür. Böylece Suudi petrolü de Hayfa’ya akıtılabilir. Bu hat kolayca onarılarak işletmeye alınabilir. Belki de alınmıştır. Güncel durumda Kerkük ve Musul petrollerinin kontrolünü ele geçiren ve bağımsızlık yanlısı Barzani’ye İsrail’in kayıtsız şartsız destek vermesinin temel nedeni bence budur. Ancak Irak merkezî hükümeti

Felluce’den sonra İran’ın da desteği ile Musul’u IŞİD’den geri almaya çalışmaktadır. Özetle Barzani bölgesinin siyasi geleceği tartışmalıdır.

Bu durumda yeniden İsrail gazına dönecek olursak, hayalî Kürt koridoru üzerinden Irak, Katar, BAE ve Suudi Arabistan’ın petrol ve doğal gazının Akdeniz’e akıtılmasının da zaman alacağı görülmektedir. Çünkü Türkiye’nin muha-lefetine rağmen hattın tesisi çok zor, hem de tesis edilse bile alt yapı çalışmaları yönüyle kısa zamanda çalışması beklen-memelidir. Diğer taraftan İsrail ve bölgedeki diğer (Mısır, Suriye, Lübnan vb.) enerji kaynaklarının da pazara girmesi halinde Irak ve Katar gazına ihtiyaç duyulmayabilir. Ön-celikle, İsrail-Rusya-Türkiye’yi içine alan enerji ağının arz-dağıtım ve güvenlik yönüyle istikrarlı bir hale gelmesi ge-rekmektedir. Bu süreden sonra Avrupa ve diğer bölgelerde ihtiyaç duyulacak miktarının Basra Körfezi’nden, Mısır’dan veya Kıbrıs’tan tedariki gündeme gelebilir. Bu noktada Doğu Akdeniz’den kim enerji ihraç ederse etsin kontrol, de-netim ve güvenlik Türkiye-İsrail- Rusya’nın ortak kararına bağlı olacaktır. Kürt koridorunun engellenmesi, en azından Fırat’ın batısındaki bölümün bloke edilmesi Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçları yönüyle tercih edilen bir husustur. Tür-kiye, İsrail-Rusya ekseninde ortaya çıkan bu fırsata İran’ı da katarak PKK ile mücadelede yeni bir hücum stratejisi geliş-tirebilir. Bu stratejide ABD kontrolündeki Irak hükümeti, eli ayağı bağlı Barzani hükümeti ve bizzat ABD’nin kendisi olamayacağından mücadele oldukça güç olacaktır. İsrail ile işbirliğinin daha da geliştirilerek ABD faktörünün PKK ile mücadelede Türkiye lehine dönmesi de sağlanabilir. Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin ekonomik ve enerji alanına ilave olarak, güvenlik eksenli yeni toprak kazanımlarını da içerecek şekilde genişletilmesi mümkündür.

Gazze-İsrail-TürkiyeTürkiye, mezhep ve İslami kimlik üzerinden son 12

yıldan bu yana Gazze’ye destek vermektedir. Türkiye-İsrail Anlaşması, Türkiye’ye Gazze’de belirli inşaatları gerçekleş-tirme ve insani yardım yapma olanağı sağlamıştır. 40 km’lik kıyı şeridi olan Gazze’nin denizdeki enerji kaynakları üze-rindeki hakları çok daha önem arz etmektedir. İsrail’in Gazze’ye özerklik verme gibi bir lüksü olmadığını söyle-yebiliriz. Gazze, İsrail’in karasuları gibi kabul edilmektedir.

RÖPORTAJ

Yeni Ufuklar, sayı 31Yeni Ufuklar, sayı 31

STRATEJİ

33

Page 34: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

34

STRATEJİ

Bu bağlamda, Filistin sorunu çözülse bile Gazze’nin statü-sü İsrail’e bağlı bir eyaletten öteye geçemeyecektir. Filistin’e gelince, İsrail üzerinde güçlü bir dış baskı olmadığı sürece Gazze’siz olsa da tam bağımsız bir statü kazanmaları çok zayıf bir olasılıktır

Rusya-Türkiye İlişkilerinin İyileşmesi

Türkiye Rusya’nın kalbine giden bütün yolları kontrol etmektedir. İlişkilerin eski seviyesine dönmesi ABD ve NATO’nun Karadeniz ve Kafkasya’daki plan ve projelerini menfi yönde etkileyebilir. Türkiye, ABD baskısı ile kabul ettiği Kırım’ın ilhakına karşı çıkma politikasını yumuşata-bilir. Çok önemli bir diğer husus, Rusya’nın Azerbaycan’la Ermenistan arasındaki Karabağ sorununu çözecek tek ülke olmasıdır. NATO üyesi Türkiye ile Rusya arasında kalıcı ve her iki tarafa da çıkar sağlayacak bir ortamın oluşması iki ülke arasındaki güvene bağlıdır. Türkiye, ülkesel ve bölgesel çıkarlarını, içinde bulunduğu ve bugün için ne işe yaradığı ciddi şekilde sorgulanacak ikili ve çok uluslu ittifaklara ter-cih etmelidir. Şu anda içinde bulunulan jeopolitik koşullar, Rusya gibi güçlü bir ortak ile işbirliğini dikte etmektedir. Uçak düşürme krizi Rusya ve Türkiye’nin hem ekonomik olarak, hem de bölgesel stratejik güç dengeleri yönüyle bir-birlerine ne kadar muhtaç ülkeler olduğunu göstermiştir. Uçak krizi ile Türkiye’yi Rusya’dan uzaklaştıran ABD, Ro-manya, Bulgaristan ve Gürcistan üzerinden Karadeniz’de taarruza yönelik bir yığınak başlatmıştır. Rusya-Türkiye iliş-kileri normal seyrini koruduğu sürece ABD ve NATO’nun Karadeniz üzerinden Rusya’ya yapacağı stratejik bir taar-ruzun başarı şansı yoktur. Aynı durum Güney Avrupa ve Baltık için de geçerlidir. Bu durumda geriye sadece Basra Körfezi-İran- Hazar ekseni kalmaktadır. Bunun için İran’ın ABD yanında yer alması zorunludur. Bu nasıl sağlanacak-tır? Yine orta vadede tek bir olasılık söz konusudur. İran’da 1979’da oluşan Amerikan düşmanlığı odaklı rejimin de-ğişmesidir. ABD’nin örtülü (covert), gizli (clandestine) ve unorthodox operasyonlarının temel hedefi bu yöndedir. Sovyetler Birliği’nin yıkılması için yarım asır bekleyen ABD, İran’daki rejimin değişmesi için de sabırla beklemeyi sürdürüyor. Türkiye-Rusya ilişkilerini analiz ederken iki ül-kenin yakın tarihteki ilişkilerini de unutmamak gerekiyor;

• Türkiye, 1853 Kırım Savaşı’nda müttefiklerle beraber Rusya’ya yapılan stratejik taarruzda yer al-mıştır

• Rusya, İstiklal Savaşı’nda maddi-manevi her türlü yardımla savaşın kazanılmasında hayati bir rol oynamıştır

• Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nda Alman çiz-meleri altında ezilen Rusya’ya yardım için Boğazları açmamıştır

Türkiye’nin, Rusya’ya karşı Karadeniz üzerinden yapıl-ması olası bir NATO taarruzunun parçası olmaması için hem tarihsel, hem güncel hem de geleceğe yönelik çok tutarlı neden ve gerekçeleri bulunmaktadır. Buna karşı-lık Rusya’nın da Ermenistan, PKK ve türevleri üzerinden Türkiye’yi sıkıştırma plan ve stratejilerine ivedilikle son ver-mesi gerekmektedir.

İsrail-Rusya-Türkiye’nin Zamansal Yakınlaşması

İsrail-Rusya ve Türkiye’nin aynı zamanda yakınlaşması tesadüf değildir. İsrail ile Rusya’nın işbirliği sadece Doğu Akdeniz’deki enerji işbirliği ile sınırlı kalmayabilir. Çünkü Rusya, Esat yönetimi, İran yönetimi üzerindeki etkin rolü ile bu ülkelerden İsrail’e yönelik kaynaklanabilecek tehdit-leri durdurma şansına sahip olabilir. Rusya da Türkiye’siz Doğu Akdeniz’deki stratejik çıkarlarına ulaşmanın çok zor olacağının farkındadır. Nitekim Putin Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinin normalleşmesinden memnun olacaklarını açık-lamıştır. Rusya bugün ABD karşısındaki tek askerî güç olarak Ortadoğu’daki siyasi etki alanını genişletmiştir. İsrail bu gerçek üzerinden Rusya ile ilişkilerini yeniden düzenle-mektedir. Diğer taraftan Soğuk Savaş dönemi dâhil İsrail, Rusya ile ilişkilerinde her zaman tarihsel dayanışmayı esas almış, ABD ile olan yakın ilişkisinin bu politikayı etkile-mesine hiçbir zaman meydan vermemiştir. Eğer Rusya ile İsrail Doğu Akdeniz’de enerji ilişkisine dayalı stratejik bir ortaklık kurarlarsa bunun Rusya’ya da büyük faydaları ola-caktır. Örneğin, ABD’deki AIPAC ve JStreet gibi etkili Ya-hudi lobileri Rusya üzerindeki ambargonun hafifletilmesi ve ABD–Rusya ilişkilerinin rekabetten ziyade daha barışçı projelere yönelmesini sağlayabilir.

ABD’nin Bölgedeki RolüABD hatalı Suriye politikası ile Rusya’nın Suriye üze-

rinden Doğu Akdeniz’e girmesine neden oldu. Oysa 2009’da İsrail’in karasularında doğal gaz keşfinden sonra, Suriye’yi İran ve Rusya’dan koparabilseydi, bugün Doğu Akdeniz’de-ki enerji denkleminde Rusya olmayacaktı. Aynı zamanda ABD sonrası Irak’ta yaşanan sosyolojik kırılmanın yarattığı IŞİD’in de Suriye’ye yayılması önlenecekti. Bugün gelinen noktada İsrail Rusya ile işbirliğine mecbur edilmiştir. Bir noktada bu durum hem bölge, hem de İsrail ve Türkiye için çok daha iyi olmuştur. ABD’nin on binlerce kilometre öte-den bölgede kalıcı bir istikrarlı düzen kurması yerine, Rusya gibi güçlü bir bölge ülkesinin bunu sağlaması daha kolay olacaktır. Çünkü Rusya; Güney Avrupa, Baltık, Kuzey De-nizi, Kafkasya, Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Hazar, İran ve Orta Asya gibi çok geniş bir coğrafyada etkili siyasi, askerî ve ekonomik mekanizmaları başarıyla kullanan bir ülkedir. Unutmayalım, ABD’nin Kanada ve Meksika olmak üzere sadece iki kara komşusu vardır. Rusya’nın onlarca. ABD ve onun politikasını destekleyen Avrupa ülkeleri bölgede ger-

ABD hatalı Suriye politikası ile Rusya’nın Suriye üzerinden Doğu Akdeniz’e girmesine neden oldu. Oysa 2009’da İsrail’in karasularında doğal gaz keşfinden sonra, Suriye’yi İran ve Rusya’dan koparabilseydi, bugün Doğu Akdeniz’deki enerji denkleminde Rusya olmayacaktı.

Page 35: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

35

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 31

çek ve kalıcı bir barış ortamı istiyorlarsa Rusya ile işbirliği yapmaları şarttır. Rusya’nın, Finans-Kapital Sistemin em-rinde hareket eden ABD’den en önemli farkı, komşularına sömürge mantığı yerine karşılıklı çıkara dayanan bir strateji ile yaklaşmasıdır. Rusya’nın Kafkasya’da, Gürcistan’da ve Ukrayna’daki sert ve kararlı politikalarla yapmak istediği, Finans Kapital Sistemin Rusya’yı sömürülebilir ve kontrol edilebilir bir ülke haline getirilmesini önlemektir. Rusya, 2008’de Güney Osetya ve Abhazya’yı, 2014’de Kırım’ı ilhak ederek küresel ekonomik sistemin Rusya’yı sömürü çarkla-rının içine çekmesinin ne kadar zor olacağını göstermiştir. Rusya uzun zamandan beri farkında olduğu bu düzenin feci sonuçlarını 2011’de Libya’da uçuşa yasak bölge uygulaması-na çekimser oy verdikten sonra daha iyi anlamış, kararı veto etmediğine pişman olmuştur.

ABD-Rusya Bölgede Yeni Bir Düzen Kurabilirler mi?

Suriye-Ürdün-Lübnan-Irak’ı içine alan coğrafyadaki istikrarlı ve sürdürülebilir yeni bir düzen ABD ile Rusya arasında yapılacak bir anlaşma ile sağlanabilir. Her iki ülke-nin birlikte taahhüt edecekleri (garanti verecekleri) ilk şey mezhep ve etnik köken üzerinden yapılan ve yapılacak ça-tışmalara izin vermemeleri olmalıdır. Bu anlaşmada her iki ülkenin kendi stratejik çıkarlarından ziyade bölge ülkeleri-nin kendi gerçeklerine göre şekillenecek adil bir paylaşımın hedef alınması öngörülmelidir. Bölgede çeyrek asırdan bu yana devam eden siyasi, ekonomik ve sosyolojik gerçekler aşağıdaki çözümleri dikte etmektedir:

• Türkiye PKK sorunundan kurtulmalıdır.

• Irak Kürtlerinin bağımsız bir devlet kurmaları sağlanmalıdır.

• Suriye’de eski düzene benzer merkezî hükümet kontrolünde yeni bir sistem kurulmalıdır.

• Gazze, İsrail’e bağlı otonom bir bölge olmalıdır.• Kabul edilebilir sınırlar dâhilinde bağımsız bir

Filistin devleti kurulmalıdır.• Sözde bağımsız devlet statüsündeki Lübnan,

referandum ile kendisine bir manda devleti seçme-lidir.

• KKTC, Türkiye ile bütünleşmeli, Güney Kıbrıs AB üyeliğine devam veya Yunanistan ile bütünleşme seçeneklerinden birine karar vermelidir.

Doğu Akdeniz’de Güvenlik Nasıl Sağlanacak?

Denizdeki petrol ve doğal gaz platformları ve deniz içinden veya dibinden geçen boru hatları güvenlik yönüyle en hassas yapılardır. Bu bağlamda D. Akdeniz’in güvenli-ği tamamen deniz gücüne bağlı olacaktır. Güçlü bir deniz kuvveti bölgedeki enerji üretimini kolayca durdurabilir. Güvenliğin sorumluluğu öncelikle proje ortakları olan Rus-ya-İsrail ve Türkiye’de olacaktır. Alanın büyüklüğü, gerçek zamana dayalı bir gözetleme sistemine, su altı ve su üstü mayın mânialarına ve karada konuşlu roket sistemlerine gereksinim olacağını göstermektedir. Osmanlı ve Venedik döneminde Akdeniz ticaretinin merkezi olan Doğu Ak-deniz yedi asır sonra yeniden enerjinin merkezi olarak öne çıkmaktadır.

Enerji işbirliğinin bölgeye barış getirmesi dileği ile.

Page 36: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

Mahallenin büyükleri emmimiz dayımız, hanımları nenemiz, daha orta yaşlı olanlar halamızdı. Vahidala’nın Hasanüsün Emmi ile Deveci’nin Memet Emmi Hacivat Karagöz gibi önümüzde tarih konusunda yarışırdı. Ondan mı-dır bilmem, hâlâ bir yerlerde Hacivat Karagöz gölgesi görsem, onlardan bir iz arar dururum.

“Biz İzmir’den gâvuru kovarken sen çarığını bağlayamıyordun” derken Hasanüsün Emmi, “Benim çarığımın biri iç denizde, öteki senin kafandaydı, ben bir kere baş zabittim, okuması yazması olmayan birine neyi efem (fehim kelimesinden geldiğini edebiyat okuyunca anladığım kelam ) edem ki” diyerek Deveci’nin Memet Enişteye çıkışırdı. Hasanüsün Dayı buna çok bozulur, şu yeni elifbayı bir anlatmadın yegenim der, bana sitemli gözlerle bakarken biz gülüşürdük. O, bastonuna dayanır, bir komutan edasıyla Tuna Nehri marşını (onun marşı) mırıldanarak uzaklaşırdı. Ben kendimi özel hissederdim, şöyle bir diğer bebelere (!) bakar, rap rap yürüyüp giderdim. Koskoca zabite yeni elifbayı öğretecektim bugüne bugün, akşamı iple ve odunla çekerdik. Karşılaşmanın sonu, akşam nenelerin yanında bitecekti zira. Sonra mahalleyi arşınlayıp yapı-lacak işleri yapar, odunu, tezeği bucağa çeker, akşamı beklerdik. Bütün bunları yaparken herkesin, hamımızın işiydi yapılanlar. Sizin ev, bizim ev, el hakika nâ-mevcud olmalıydı ki en canlı hatıralarım mahallem olduğu halde en silik hatıram odamdır. Mahallemiz gibi evlerimiz de ortaktı ve kapıları asla kilitlen-mezdi.

Komşuluk kavramı bugün saflığını kay-

betmeseydi kelimenin içini boşaltmasaydık, kardeşlik hukuku gibi idi demek isterdim.

janjanlı kelimeler yok-tu, insanlar gönülle-rine geleni konuşur,

kızmaları lazım ge-lince kızarlar, kimse söylenenin arkasın-

da bir şey aramazdı. Her birimiz akşam

olunca komşularımı-zın evinde kalır, kimse

kimseye emanette kusur etmezdi.

KudretALTUN*

*Erciyes Üniversitesi

Derviş Ağa

DENEME

36

Page 37: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

Hikâyenin sonu ne olacak diye sabırla atışmanın galibini beklemeye koyulurken biz de maçımızı yapar, küçücük mahallede Ali Sami Yen Stadı’nın tadını alırdık. Ben ve kar-deşim hep karıştırılırdı, bu bazen be-nim bozulmama sebep olsa da faydası da çoktu hani. Mahalle takımımızın adı Çağlayan Spor’du, öyle uydurma bir takım falan değildik, hatta ileride şehre gidip oynayanlar bile vakidir.

Akşam olur, efeler sigaralarını tütün tablasından yalap yalap sararken biz sedirlere dizilir finali seyretme-yi bekleşirdik. Bu arada “sokaktaydı o laf ebeliği, burada ne arıyorsunuz çocuklar” diyen olmazdı. Biz doğal seyircilerdik. Leylâla ve Vahidâla bi-risi kayısı kurusu dağıtır, diğeri kuru üzüm kıstırır avucumuza, arada bir de fitne verip veriştirirlerdi. “Bir gülleyi kaç gâvura savurdun?” dedirtir, bir de

göz kırpardı Leylâla. Doğrusu Deve-ci Memet, çok laf ustasıydı, arada bir atasözlerini de sıkıştırınca işin içine, hepimiz onun yanına geçer, ağzının içine bakardık, askerlik anılarının galibi belli oluyordu, bazen ben “helal Memet Enişte” diye bağırır, Hasanü-sün Emmiyi cûşa getirirdim.

Velakin, ne zamana dek ?

“Sen gaç yıl eskerlik (askerlik) yaptın, söylen bakıym lan oğlum, ona göre konuşak, bah ben söyleyem mi, tamı tamına 12 sene, on iki sene son-ra bu eksik eteğin kapısına gelince sen kimsin diye beni kovduydu” diyerek göz ucuyla Vahidâla’ya bakıverirdi eski kurt. O bakışta neler neler söylerdi gözleri. Muhabbet bu olmalıydı O sert bakışların arkasındaki şefkat hâlâ yüreğimi ısıtır. Deveci’nin Memet Enişte bu söz üstüne lâl olur, başını

eğer, “Haklısın, hakkın ödenmez” der, final de bu şekilde biterdi. Seyirci-lerini göz ucuyla süzen emmim, bir keyiflenir, cücüğüne kabaran hindi gibi bağırarak, “Kurban olduğum bu kızanlar için değil on iki, yigirmi sene daha yaparım lan Memet, haydi kavurga yapak.” diyerek, bizi tandıra doğru kovalardı. Biz üstümüzü ba-şımızı parçalar, libaslarımızı çıkarır, oynamağa başlarken Memet Enişte hepimizi paylar, “Kork aprılın beşin-den, öküzü ayırır eşinden, uşaklar!” diye bağırır, çıkardığımız yamalı hırkaları tekrar giydirirdi. Öyle mesut idik ki televizyon, face ya da internet mela-neti mahallemize uğrasaydı, bütün yalanlarından utanır, insanların mu-habbetinden erir, makine olmaktan çıkar, etekleri zil çalarak uçup giderdi.

Ramazan davulcumuz Muttaliden (Mustafa abi) bahsetmezsem beni rüyamda davuluyla döver. Hâlâ öyle davul çalan, o ahengi veren, deyişlerle, manilerle sahuru güzelleştiren bir da-vulcu var mıdır? “Lörgüde lörgü, Fik-ret Börkü, kalk elliğe kalk” diye bağrış-ları hâlâ kulağımda. Rahmetli Sabiha Annemin her gece kete verişi ayrı bir güzellik. O ramazan sahurlarını içimizde yaşatmasak, teravih zaman-larında bağırıp çağırarak namazlarını bozdurmasak, bu kadar sever miydik her yaratılanı… Mehmet Efendi-Gü-lanım Hala, “Ceviz oynamaya geldim odana” türküsünün mucidi Mehmet Efendinin kardeşi Adnan Türközlerin evi, çocukluğumda ilk cenazesi yıka-nan, gözümü kırpmadan seyredip bir hafta korkuyla rüyamda gördüğüm tek kişidir. Mehmet Efendinin ağzı-na pamuk tıkamışlardı, heyecanla ve gizlice izlemiştik. O zamanın cenazesi bile başkaydı. Bizi kaçışırken gören Cessur Dayıyı da korkutmuştuk, adı Cesur ama yürüyen her şeyden korkar, diye bir söylenti vardı, biz de her fırsatta önüne çıkar, Hasanüsün Emminin bastonunu görünceye kadar canına okurduk biçarenin.

Komşuluk kavramı bugün saflı-ğını kaybetmeseydi, kelimenin içini boşaltmasaydık, kardeşlik hukuku gibi idi demek isterdim. Janjanlı kelimeler yoktu, insanlar gönüllerine geleni ko-nuşur, kızmaları lazım gelince kızarlar, kimse söylenenin arkasında bir şey

Yeni Ufuklar, sayı 31

DENEME

37

Page 38: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

3838

aramazdı. Her birimiz akşam olunca komşularımızın evinde kalır, kimse kimseye emanette kusur etmezdi. Mahallemiz Orta Anadolu’nun tam ortasında küçük bir kasabadaki “Derviş Ağa” namıyla meşhur olup sakinleri, fakir Anadolu insanıydı. Bir dervişin adı konmuştu besbelli ama o dervişe, ağa namını vermek dervişin vakarından olmalıydı. Şans eseri hâlâ bu mahalle aynı isimle devam etmek-te çok şükür.

Mahalle isimlerinin değişmesi, hele Türkçe olmayan kelimelerle değişmesi hepimizi geçmişimizden koparıyor, tıpkı eski avlulu, cumbalı, balkonlu, bahçeli ferah evlerin lüküs apartımanlarla (!) değiştirilmesi gibi. Bugün ülkemizde hangi torun dede-sinin, atasının evini dünya gözüyle görebiliyor, bu sıralar artık doğduğu-muz evler de yıkılıyor, birkaç daire karşılığında üzüm asmalı yuvalarımız, ufuksuz, ruhsuz, havasız, sevgisiz apartmanlara dönüşüveriyor. Adı da kentsel dönüşüm, ben istiyor muyum dönüşümü, geçmişimle barışığım ben. İnsanın kendi doğduğu evi tanıyama-ması feci bir şey olmalı. Hayallerimiz ölüyor… Yahya Kemal’in Üsküp için sevgisini, özlemini hatta ıstırabını hatırlarım, belli ki Balkanların vatan olmaktan çıkmasıyla yitirdiği güzide şehrini, sokaklarında oynadığı ma-hallesini, cumbalı mektebini hep yad etti, unutmadı ve en güzel İstanbul

şiirleri, bu hasretin neticesinde ortaya çıktı. Üsküp yerine İstanbul’u koydu.

Üsküp ki Şar Dağı’nda devâmıydı Bursa’nın.

Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın.

Üç şanlı harbin arş’a asılmış silâhları

Parlardı yaşlı gözlere bayram sa-bahları.

Bizlerin böyle bir hasreti olmadı çok şükür. Hasanüsün Emmilerin, Memet Dedelerin kazandığı vatanı, şükrederek daha da güzelleştirmek dururken mirasyediler gibi hor, hakir kullanmakla meşgulüz. Şükretmek denince, o güzel günlerde, çocuklu-ğumda hatırladığım şükretmek, hamd etmek kelimelerinin, yaydığı şûleleri an geldi gönlümde hissedemedim, duyamadım. Şükür mutluluktu. Her-kesin maddi sıkıntısı vardı, kimsenin eli para görmezdi, lakin buğum bu-ğum tandır ekmeği kokusu evimizden yayılır, Camici (Bizim mahallede sağ-cı, solcu ve dahi başkaca cı yoktu, bir meslek isimlerine eklenirdi bu ek, bir de camiden çıkanlara) çıkarken onlara dağıtılır, bu da çocukların eliyle olur-du. Vahidâla pişirdiği ekmekleri öğle ve ikindi camisinden çıkan Camicilere dağıttırır, sonra da bize ödül olarak en kızarmışını verirdi. Bütün mahalle şükrederdi, teşekkür ederdi. Dünyanın en zengini bizdik şüphesiz. Katığımız

olmasa da her şey hakiki idi, Tandır ekmeği, tadındaydı sevgiler, konuş-malar hatta sitemler bile… “Kurban olduğumun Vahidâlası, bu ekmek değil lokum” diyen doymazsa bağırır, bidaha isterdi. O hiç üşenmez, aşağıya avluya iner, Hasanüsün Emmi’nin, “ verme sakın, bana kalmadı” diyen bakışlarına aldırmadan “al gadasını aldığım, kur-ban olsun halan sana” derdi. Bugün anlıyorum ki onlar Yesevi torunla-rıydı; erkek kadın ayırımı yapılmaz, kaçma göçme olmazdı, bütün ma-halleli Çalab kuluydu. Her durumda mutlak eşitti her insan. Elbette bizler müstesna idik, değerli, ve özeldik. Bir çocuğun yetişirken kendini bu kadar değerli, bir o kadar da sorumlu ve sosyal hissetmesi ne hoş duygudur. Modern yalnızları oynadığımız bu-gün ise, yaptığımız şükürde bile riya var, tövbede bile sahtelik var sanki. Bu kadar refah, lüks içinde doymak bilmeyen bir dünya, gönül darlığı çeken insan oğlu…

“Bunca varlık içinde gitmez gönül darlığı” diyen Yunusu sevdirmek el-zem belki de.

Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,

Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene. (Yahya Kemal)

Page 39: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

39

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 28

39

DİL / EDEBİYAT

Yeni Ufuklar, sayı 26

Page 40: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

40

MAKALE

a. Küreselleşme ÜzerineKüreselleşme, en basit şekliyle,

insanlar arası etkileşimin küresel bir boyut kazanmasıdır. Belki de insanlık tarihinde ilk defa, bütün insanlığı küresel ölçekte böylesine etkilemek, yönlendirmek, hatta biçimlendirmek mümkün hale gelmiş bulunmaktadır. Demokrasi, laiklik, hukukun üstün-lüğü, insan hakları gibi değerler, tüm insanlık için ortak hale gelmiştir.

Tüketim ve eğlence kültürü, bütün insanlığı birden kucaklamaktadır. Te-rör bile küresel bir nitelik kazanmıştır. Hayatın bütün alanlarında, küresel bir etkileşim söz konusudur. Öyle ki, kar-şı çıkmak ya da taraf olmak, küresel-leşmenin etki çemberine girmek veya bundan çıkmak anlamına gelmemek-tedir; belki etkileşimdeki yoğunluk ve bilinçlilik düzeyi farklılaşmaktadır. Bu sebepten, küreselleşmeye taraf, ya da karşı olmaktan ziyade, küreselleş-menin etkilerini ve sonuçlarını, bütün insanlığın geleceğini de göz önüne alarak tartışmakta fayda vardır. Belki bir adım daha atarak, tüm insanlığın yararına olacak, bir yeni “orta yol” arayışından söz etmek de imkan da-hilinde görünmektedir. Buna ihtiyaç vardır; çünkü insanların üzerinde ya-şayabilecekleri yeni bir dünya henüz keşfedilmemiştir.

Küreselleşme, yer yer modern-leşmenin yeni bir aşaması, yer yer de Amerika eksenli yeni bir kültür dalgasının dünyayı istila etmesi olarak anlaşılabilir ve yorumlanabilir. Her iki halde de, küreselleşmenin, güçlü bir ekonomik ve kültürel yapıya sahip ol-mayan, demokrasiyi içselleştirememiş kültürler için bir tehdit olarak algılan-masının kaçınılmaz olduğu açıkça gö-rülebilmektedir. Küreselleşme önüne çıkan her şeyi çepeçevre kuşatmakta, hiçbir şey onun etkisinden uzak kalamamaktadır. Bu arada, birtakım bastırılmış yerel kültür öğeleri ve değerlerin de yeniden dirilme fırsatı buldukları gözden kaçmamaktadır.

Üst üste bindirilmiş süreçlerin oluşturduğu küreselleşmenin, hızlı

sosyo-kültürel değişmenin beraberin-de gelen yeni bir algı biçimi olduğu da ortadadır. Değişimin hızı, değişimin doğru anlaşılmasını engellemektedir. Bu öylesine ilginç bir hal almıştır ki, değişime direnenler farkında olmadan değişmekte; bir müddet sonra, belki de karşı çıkmak adına karşı oldukları değerleri savunmaya başlamakta; tüm varlıklarıyla değişime açık olduklarını söyleyenler de değişim adına muhafa-zakar bir çizgiye sürüklenebilmekte-dirler. Bu durum, büyük ölçüde, küre-selleşmenin kontrol edilemez boyutu ile ilgili olmalıdır. Kontrol edilebilir boyutta, yeni kültürler, yeni insanlar, yeni toplumlar yaratma hedefi, her ne pahasına olursa olsun gerçekleştiril-mek istenmekte; direnme, bir şekilde kırılmaya çalışılmaktadır. Ancak, görünen o ki, bütün dünyayı etkileyen Amerika eksenli bir küresel kültür vardır ve severek, okşayarak, döve-rek, azarlayarak, bazen de öldürerek kendisini kabul ettirmektedir. Mevcut koşullarda küresel kültür, dünyanın tek kutuplu olarak devam etmesini, daha açık bir ifadeyle hayatın bütün alanlarında Amerika’nın etkin olma-sını sağlamaya yönelik bir işlev gör-mektedir. Bu doğrultuda, küreselleş-menin Amerika’nın ideolojisi haline geldiğini söylemek bile mümkündür. Tarih bize, resmi ideoloji haline gelen anlayış biçimlerinin, bir şekilde kendi kendilerini yok etmeye başladıklarını göstermektedir.

Yeni bir uygarlık ihtiyacı

Bize öyle geliyor ki, küreselleşme, belki de Türkiye’de, ya da Türkiye gibi yeni bir uygarlığın yeşermesi için uygun olan yerlerde, yeni bir uygarlığın mayalanmasına imkan hazırlamaktadır. İnsanlığın yeni bir uygarlığa ihtiyaç duyduğu, artık gizlenemez hale gelmiştir. Uygarlık-ların yaratılması, biraz da birleşik

Küreselleşme, bir yandan “dünya vatandaşlığı”

gibi bir anlamda vatan bilincini kaybetmiş yeni bir

“göçebelik” ve “göçebe” kültür üretirken, diğer

yandan da tarih bilincinin yeniden doğmasına yol

açmaktadır. Özellikle, Türkiye gibi, tarihiyle pek barışık olmayan ülkelerde

tarih bilinci, kökleri geçmişin derinliklerinde yatan sorunların çözümü için tekrar, kendiliğinden

devreye girmektedir.

HasanONAT*

*Prof. Dr. / Ankara Üniversitesi

Düşünmek...Küreselleşme ve İslam’ı Yeniden

Page 41: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

41

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 31

kaplar teorisini çağrıştırmaktadır. Müslümanlar, yaratıcı yeteneklerinin varlığını unutup, kendilerini tekrarla-maya başlayınca, özellikle Endülüs’te gerçekleşen aşılanma, modern Batı uygarlığının mayasını oluşturmuştur. O zamanki Endülüs’ün yerinde bugün Türkiye vardır. Batı uygarlığının meydan okuması, en iyi Türkiye’de hissedilmektedir. Bu meydan oku-manın cevapsız kalacağı herhalde düşünülemez. Küreselleşme, bize tıkanan damarlarımızı açma, kendi varlığımızın farkına varma ve ken-dimizi ifade etme imkanı sağlamak-tadır. Bizim en büyük sorunumuz, birey olduğumuzun bir türlü farkına varmayı başaramayışımızdır. Sağlıklı demokrasi kültürü üretemeyişimizin de geleneğin pençesinde kıvranışımı-zın da yeterince özgür olamayışımızın da temelinde birey bilinci eksikliği yatmaktadır. İşte küreselleşmenin bize sağlayacağı en büyük katkı burada or-taya çıkmaktadır. “...Kültürel küresel-leşmenin değişik kesimleri arasında hem elit hem de halk düzeyinde hem gerilimler hem de yakınlaşmalar var-dır. Hepsinin paylaştığı ortak bir tema varsa o da bireyleşmedir; yükselen küresel kültürün bütün kesimleri, bireyin gelenek ve cemaat karşısında-ki bağımsızlığını artırır. Bireyleşme, kişilerin bu konudaki görüşlerinden bağımsız olarak, davranışlarında ve bilinçlerinde gözlenebilecek biçimde ortaya çıkan toplumsal ve psikolojik bir süreç olarak görülmelidir”

Küreselleşme, birey bilincinin öne çıkmasının yanında, özellikle, gelişmekte olan ülkelerde geleneğin ve toplumun baskısını büyük ölçüde hafifletmektedir. İnsanlar, bir yandan kendi geleneklerini, kültürlerini ve içinde yaşadıkları ortamları sorgu-lama imkanına sahip olabilmekte; diğer yandan da, farklı kültürlerin, geleneklerin ve ortamların farkına va-rabilmektedirler. Bu durum, evrensel ve yerel kültür ve değerler açısından çift yönlü bir etkileşim sürecinin ortaya çıkmasına yol açmaktadır: Küllenmiş yerel kültür ve değerlerin, eski kültlerin su yüzüne çıkma fırsatı bulması, tekrar dirilmesi; başta kültür ve değerler olmak üzere evrensel boyut taşımayan hemen her şeyin, tarihin çöplüğüne doğru hareket etmeye başlaması. Bir başka ifadeyle,

küreselleşme, yerel olan pek çok şeyin önce önünü açıp, biraz dirilmesine imkan sağlamakta; arkasından da onu evrensel boyutlu anaforların içine çekmektedir. Ayakta kalabilecek olan, sadece evrensel boyut taşıyan ya da evrensel nitelik kazanabilenlerdir.

Tarih, bilginin ve paranın, daima özgür ortamları sevdiğini göstermek-tedir. Küreselleşme, hem bilginin hem de paranın önündeki bütün engelleri ortadan kaldırmıştır. Bu, bilginin de paranın da dolaşım imkanının ve etki gücünün tahmin edilebilenden daha ileri düzeyde artması anlamına gelmektedir. İşin ilginç yanı, bilgi de para da biriktiği yere güç kazandır-maktadır. Bu gücü elinde bulundu-ranlar, onun bumerang gibi olduğunu hiç düşünmeden, insanlığın gele-ceğini, kendi istedikleri doğrultuda biçimlendirmeye kalkışmakta, kısmen de başarılı olabilmektedirler. Ancak, bilginin ve paranın, küreselleşme ile birlikte mutlak kontrol alanının dışına çıkması, farklı ve alternatif cazibe alanlarının oluşmasının imkan dahilinde olduğunu da ciddi olarak düşündürmektedir.

Tarih bilinciKüreselleşme, bir yandan “dünya

vatandaşlığı” gibi bir anlamda vatan bilincini kaybetmiş yeni bir “göçebe-lik” ve “göçebe” kültür üretirken, diğer yandan da tarih bilincinin yeniden doğmasına yol açmaktadır. Özellikle, Türkiye gibi, tarihiyle pek barışık olmayan ülkelerde tarih bilinci, kökleri geçmişin derinliklerinde yatan sorunların çözümü için tekrar, ken-diliğinden devreye girmektedir. Bu durumun bize geçmişimizi yeniden keşfetme ve doğru anlama-değerlen-dirme imkanı sağlayacağını düşünü-yoruz. Çünkü, bizde hem tarihi yok farz eden, geçmişe küfrederek tatmin olan insan tipinin hem de geçmişi kutsallaştıran insan tipinin var olduğu görülmektedir. Oysa her iki halde de geçmişin anlaşılma imkanı ortadan kalkmış olmaktadır. Aslında, yok farz etmekle kutsallaştırmak arasında fazla bir farkın olduğu da pek söylenemez.

Öte yandan, küreselleşme, sorunların da küresel ölçekte ortaya çıkmasını ve algılanmasını berabe-rinde getirmektedir. Artık, dünyanın bütününü ilgilendirmeyen, hiçbir

köşe, bucak kalmamıştır. Çevre kirliliği, nükleer tehdit, az ya da çok bütün dünyayı ilgilendirmektedir. AIDS, SARS, SARILIK gibi hastalık-lar, belirli toplumların, ya da yörelerin değil, bütün insanlığın ortak sorunu haline gelmiştir. Bugün, yaşanılabi-lecek başka bir dünyanın olmadığı, bu dünyanın da çok küçük olduğu, iyice anlaşılmış durumdadır. Öyleyse, bu küçücük dünya üzerinde, insanca yaşamayı öğrenmek için, kıyametin kopmasını mı bekleyeceğiz. İnsanlığın bugüne kadar üretmiş olduğu bütün kültür ve uygarlıkların, bütün değer-lerin tüm insanlığın barış ve mutlu-luk içinde yaşatılması için seferber edilmesi çok mu zor?

b. Küreselleşme ve Dinİnsanlık zor, fırtınalı bir zaman

diliminden geçmektedir. “Dünyanın böyle fırtınalı bir döneminde insan-lığın sadece politik programlara ve hareketlere ihtiyacı yoktur. Onun, halkları, etnik ve ahlaki grupları ve dinleri gezegenimiz dünyanın ortak sorumluluğunun bilinciyle barış içinde birlikte yaşatacak bir geniş görüşe (vizyon) de ihtiyacı vardır. Geniş bir görüş ise ümitleri, hedefleri, idealleri ve değerleri gerektirir. Maale-sef dünyanın her yerinde insanların çoğu, bunları kaybetmiş durumda-dırlar. Yine de şundan emin olabiliriz: Dinler, istismar edilmelerine ve tarih içinde zaman zaman görülmüş başarı-sızlıklarına rağmen, ümitleri, hedefle-ri, idealleri ve değerleri canlı tutacak, kuracak ve yaşatacak sorumluluğu iç-lerinde taşımaktadırlar...” . İnsanlığın barış içinde yaşayabilmesi, barışın ka-lıcı olabilmesi, demokrasinin evrensel bir ahlak anlayışının kılavuzluğunda gelişmesine bağlıdır. Hans Küng ve Karl Josef Kuschel’in kaleme aldıkları, farklı dinlere mensup pek çok insan tarafından imzalanan “Dünya Ahlakı Hakkında Açıklama”da yer alan şu tespitleri dikkat çekicidir:

“Kişisel tecrübelerden ve gezege-nimizin sıkıntılarla dolu tarihinden öğrenmiş bulunuyoruz ki;

*Sadece kanunlar, düzenlemeler ve gelenekler yolu ile daha iyi bir dünya düzeni oluşturulamamıştır; zorlama ile de oluşturulamayacaktır;

*Barışın, adaletin ve yeryüzü-nün korunmasının başarılabilmesi, insanların, adaletin sağlanmasında

Page 42: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

42

MAKALE

hemfikir ve işbirliği içinde olmalarına bağlıdır;

*Adaletin ve hürriyetin gerçekleş-mesine katkı, bir sorumluluk ve görev bilincini gerektirir ve bunun için de insanların hem kafalarına hem kalple-rine hitap edilmelidir;

*Ahlâkî davranış olmaksızın hukukun devamını sağlayacak bir dayanak söz konusu olamaz ve bunun içindir ki, bir dünya ahlâkı olmadan yeni bir dünya düzeni olmayacaktır”

İşin gerçeği, küreselleşme, insanlı-ğı bir “Dünya Ahlâkı” arama nok-tasına getirmiştir. “Dünya ahlâkı ile anlatılmak istenen şey, yeni bir dünya ideolojisi değildir; mevcut dinlerin ötesinde yeni ve birleşik bir dünya dini de değildir. Dünya ahlâkından kastımız, halihazırdaki bağlayıcı değerler, değiştirilemez ölçütler ve şahsi tutumlar alanında temel bir uzlaşmadır. Ahlâkta bir temel mu-vafakat olmazsa kaos veya bir çeşit diktatörlük, toplumları er ya da geç tehdit edecektir ve insanlar ümitsizli-ğe düşeceklerdir” . İnsanlığın geleceği, “doğruların”, “iyilerin”, “gerçeklerin” hiç kimsenin veya hiçbir grubun ve

toplumun tekelinde olmadığının, ola-mayacağının anlaşılmasına bağlıdır. Bu durum, kötülerin içinde iyi olmak yerine, iyilerin içinde daha iyi olmak şeklinde yeni bir düşünce kalıbının etkin ve yaygın olmaya başlaması anlamına gelecektir.

İnsanlığın geleceğinde barıştan, güvenlikten, insanlıktan söz edi-lecekse, bilim ve teknolojiye bağlı olarak artan gücün kontrol edilmesini sağlayacak, tüm insanların insan-ca yaşayabilecekleri eşiğin altında kalmayacakları şekilde zenginliğin paylaşımını kolaylaştıracak ve aç-gözlülüğü dizginleyecek bir yüksek evrensel değerler sistemine ihtiyaç olduğu açıkça görülmektedir. Bu, ya insanların benimsemeseler bile hayır diyemeyecekleri, insanî boyutu, amaç-ları, yararları tartışma götürmeyecek kadar açık seçik olan bir evrensel ahlâkla sağlanabilir ya da örgütlenmiş dinlerin küreselleşmenin gereklerine göre yeniden yapılanarak, egemenlik ve üstünlük yarışından çıkıp, sevgi, barış ve hoşgörüde evrensel boyutu ön plana çıkartmaları ile mümkün olabilir. Ancak, her ikisinin de kolay

olmadığını belirtmekte fayda vardır.Yüksek güven kültürüne olan

ihtiyaç, gücün kontrolü, çevre sorun-larının üstesinden gelinmesi, evrensel ölçekte adaletin tesisi, dinin insanlığın sonuna dek varlığını ve etkinliğini sürdüreceğini göstermektedir. İnsanın gelişmişlik düzeyi ve gücü arttıkça dine olan ihtiyaç daha da artmakta-dır. Toynbee’nin şu tespitleri dikkat çekicidir: “Din bana, bilince sahip ve sonuçta kaçınılmaz bir seçim yapma gücü ve buna bağlı olarak seçim yap-ma gerekliliği olan bir varlığın yaşamı için zorunluluk olarak görünüyor. İnsanın gücü ne kadar büyürse dine gereksinimi de o kadar artıyor. Eğer bilimin uygulaması din tarafından ilham ve idare edilmezse, bilim hırsa göre uygulanacak ve hırsa o kadar etkili hizmet edecektir ki yıkıcı ola-caktır”. Küreselleşme, bir yandan dine olan ihtiyacı artırırken, diğer yandan da dinlerin öz ve yapı açısından ken-dilerini yenilemelerini, bir anlamda zorunlu hale getirmektedir.

Küreselleşme, bilimsel anlayışın ve bilimsel bilginin dünya ölçeğinde yay-gınlaşmasını sağlayarak, dinin bilim-

Page 43: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

43

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 31

sel yöntemlerle araştırılmasının, hatta anlaşılmasının kapılarını aralamıştır. Bilimin sadece doğa bilimlerinden ibaret olmadığı, dinle ilgili disiplinle-rin insan bilimlerinin bir alt kümesi olduğu yavaş yavaş bilim çevrelerinde konuşulmaktadır. Dinin, en genel an-lamda bilimin konusu yapılması, din alanına yeni ufuklar açacaktır.

Küreselleşme, “dinler arası diyalog” arayışlarını da hızlandır-mıştır. Farklı dinlere mensup insan-lar, insanlığın küresel çaptaki ortak sorunlarına çözüm bulabilmenin yolunun, “anlama”dan geçtiğini, bunun da ancak diyalogla mümkün olabileceğini anlamaya başlamış-lardır. Ancak, “dinler arası diyalog” çağrılarına ve bu doğrultuda yapılan toplantılara rağmen, “misyonerlik”in, bütün hızıyla devam ettiği de gözden kaçmamaktadır. Küreselleşme, mis-yonerlik faaliyetlerine “küresel” bir boyut kazandırmıştır. Bütün bunlara rağmen, “insanoğlunun geleceğine yönelik bugünkü tehdit, ancak birey olarak insanlarda devrimsel bir ruh değişikliği sağlanarak ortadan kal-dırılabilir. Bu ruh değişikliğinin zor yeni idealleri uygulamaya sokabilecek irade gücünü ortaya koyabilmesi için din tarafından ilham edilmiş olması gerekir

İnsanoğlu, gelişen bilim ve tekno-loji sayesinde, dünyayı, gerçek anlam-da bir bütün olarak görme, kavrama imkanına sahip olmuştur. Geleceği-mizi tehdit eden sorunları ve bunların çözüm yollarını da küresel ölçekte algılamaya, değerlendirmeye başladık. İletişim imkanlarının artması, farklı kültür çevrelerine, farklı dillere, farklı dinlere mensup insanların birbirlerini anlamalarını kolaylaştırdı. Berlin Du-varı ile birlikte, insanların birbirlerini tanımalarını, anlamalarını engelleyen duvarlar da bir bir yıkılmaya başla-dı. Ancak, birey ve toplum planında insanların birbirlerini anlamalarının zannedildiği kadar kolay olmadığını da açıkça görmeye başladık. Yıkılan duvarlar, daha ziyade görülebilen, ekonomik ömrünü doldurmuş olan-lardı. Bunların yanında, görüleme-yen, hissedilmeyen, fakat etkin olan, insanın düşünce, tutum ve davranışla-rını biçimlendiren duvarlar da vardır. Bunların başında da, tarihte örülen, kan, kin ve gözyaşı ile tahkim edilen, gizli duvarlar; ya da Kur’an’ın “ataların

dini” adı altında eleştirdiği düşünce gelenekleri gelmektedir.

İslâm dini, ondört asrı aşkın bir zamandan beri, insanların inanç, dü-şünce ve davranışları üzerinde etkin olmaktadır. Küreselleşme, insanlığın geleceği açısından, Müslümanların da Müslüman olmayanların da İslâm dini hakkındaki bilgilerini yeniden gözden geçirmelerini, bir anlam-da zorunlu hale getirmiştir. İslâm, öncelikle, ondört asırdır insanların temel paradigmalarının oluşmasında etkin bir din olarak, bir bütün halinde yeniden düşünülmeyi beklemekte-dir. İslâm’ı yeniden düşünmek, onu, Hz. Muhammed’in ilk vahyi aldığı zamanki tazeliği, sadeliği ve sıcaklığı ile anlamaya ve yaşamaya çalışmak demektir. Bir başka ifadeyle, İslâm’ın evrenselliğinin gereklerini yerine getirmek demektir.

İslâm, bizden önceki insanlar tarafından, birikimleri ve yetenekleri elverdiğince anlaşılmıştır. Daha ön-ceki anlaşılma biçimleri, bize, İslâm’ı daha iyi anlama konusunda yardımcı olacaktır. İslâm, dinamik bir din-dir; her zaman ve mekanda yeniden anlaşılabilir ve yorumlanabilir. Hz. Muhammed, sağlığında bir “model” ortaya koymuştur. Bize düşen, Hz. Muhammed’i örnek alarak, İslâm’ın çağımıza uygun anlaşılma biçimini ortaya koymaktır. Üzülerek belirtmek gerekir ki, Müslümanlar, “Sanayi Toplumu”na uygun bir din anlayışı üretmekte başarılı olamamışlardır. İnsanlık, bugün “Bilgi Toplumu” aşamasındadır. Müslümanların gele-ceği, çağımıza uygun bir din anlayışı üretmeye bağlıdır.

Müslümanların, laiklik, demok-rasi, din-hukuk, din-siyaset ilişkisi

gibi alanlardaki mevcut sorunları, daha çok din anlayışının “fukaha”ya endeksli olmasından ve geleneğin kutsallaştırılarak din gibi algılanma-sından kaynaklanmaktadır. Bizden önceki Müslümanların din anlayışla-rını, ağırlıklı olarak “Fıkıhçılar” be-lirlemişlerdir. Bu durum, bir yandan Müslümanların üretmiş oldukları “hukuk”un “insan ürünü” olduğu gerçeğinin göz ardı edilerek dinle öz-deş hale getirilmesine yol açtığı gibi, diğer yandan da “hukuk”un değişmez kurallar bütünü halinde algılanmasına sebep olmuş ve hukuk işlevsiz hale gelmiştir. Müslümanlar tarafından tarih içinde üretilmiş olan “hukuk”un din olmadığının anlaşılması, Türki-ye ölçeğinde dinsel sorunlarımızın önemli bir kısmının gerçek anlamda sorun olmadığının farkına varmamızı sağlayacaktır. Çünkü, dini savunur görünerek ya da dine küfrederek din ticareti yapanların malzemeleri elle-rinden alınmış olacaktır.

Bugün gelinen noktada İslâm’ın yeniden anlaşılabilmesi için, önce-likle dine bakış açımızın değişmesi gerekmektedir. Artık, İslâm’ı hayatın bütün alanlarında “ontolojik” olarak aramanın dönemi geçmiştir. İslâm’ın selameti, insanları, insanlığın sonu-na dek mutlu kılabilmesi, İslâm’ın siyasîlerin elinde oyuncak olmama-sı, çarpık din anlayışının insanlara dünyayı “Müslümanlık” adına zehir etmemesi ve toplumu parçalamama-sı için, toplumsal hayatın akışında etkin olan alanların, birbirlerinden ayrılması ve birbirlerinin egemenlik alanlarına tecavüz etmeden, hayatın daha da sağlıklı ve güzel olması için etkin olması gerekmektedir. Din, tıpkı güneş gibi, yukarıda olmalı, ışıtmalı ve ısıtmalıdır.

“İslâm’ı Yeniden Düşünmek”, bir anlamda insanlığın geleceğini yeniden düşünmek demektir. Türkiye, İslâm anlayışında sağlıklı, tutarlı, gerçekçi ve akılcı bir çizgi yakalayabilirse, bu, yeni bir zihniyet değişikliğini berabe-rinde getirebilir. Köklü zihniyet deği-şiklikleri, yeni uygarlıklara aralanan kapılardır. Türk milletinin köklü dev-let geleneği ve uygarlık yaratmadaki birikimi, Türkiye’nin, tüm insanlığın muhtaç olduğu yeni bir uygarlığın beşiği olmasını sağlayacak niteliktedir. (Devamı gelecek sayıda)

“İslâm’ı Yeniden Düşünmek”, bir anlamda insanlığın geleceğini yeniden düşünmek demektir. Türkiye, İslâm anlayışında sağlıklı, tutarlı, gerçekçi ve akılcı bir çizgi yakalayabilirse, bu, yeni bir zihniyet değişikliğini beraberinde getirebilir.

Page 44: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

44

EDEBİYAT

44

Mehmet Zeki Akdağ kimdir?

Torosların Yağız Ozan’ı, hal-kın gözü kulağı, milletinin derdiyle dertlenen, sevinciyle kanatlanan bir şairimiz ve gönül adamıdır Mehmet Zeki Akdağ. O, 1940’ların, 50’lerin kıtlık dönemini görmüş yoksul bir ailenin yetiştirdiği, köyünün umut ışığı bir aydın ve mütefekkirdir. Şiir-leri sadece mahalli olmakla kalmamış, kalemi, kalbi, vatan ve millet sevgisi tüm milleti kucaklamıştır. Millî birlik ve beraberliği, Türkçenin garipliğini, dildeki yozlaşmayı kendine dert edi-nen Akdağ, bu dili geliştirmek için tüm şairleri ve edipleri Türkçeyi en iyi bir şekilde yazmaya davet eden milletin şairidir. Aşk, sevgi, umut, kahramanlık türünde de şiirler yazan Mehmet Zeki Akdağ, bazen Yunus’ça tozmuş, Mevlana’yla sema dönmüş, Ziya Gökalp›a giderek onun harsın-dan kendisine saraylar yapmış. Gönlü bunlarla gezdiğinden beri,

“Ben ulu bir ırkım diyeYok, dünyadan korkum diyeTürküm diye Türküm diyeGezdiğimden beri şenim”1

diyen şair ve yazarımızdır.

HayatıMehmet Zeki, 28 Haziran 1929

yılında Karaman’ın Sarıveliler İlçesi Göktepe (Fariske) beldesinde doğdu. 1943’te Göktepe İlkokulunu, 1948’de Veteriner Sağlık Teknisyeni Okulunu, 1960’ta Ordu dil Okulunu tamamladı. 1968’de emekli olduktan sonra basına merhaba dedi. Milliyet, Akşam, Gü-neş, Yeni İstanbul, Son Posta, Hergün

1 Akdağ, M. Zeki, “Dalga Dalga bayrak Olmuş sevincim”,Dar Saat, s,40, Hisar Yay, 1973/İST

ve Ortadoğu gazetelerinde muhabir, haber müdürü, yazı işleri müdürü, genel yayın müdürü olarak görev yap-tı. Sürekli basın kartı sahibidir.

1945 yılından beri şiirle iştigal eden Mehmet Zeki Akdağ’ın ilk şiiri, 1947’de Erciyes dergisinde yayınlandı. Çınaraltı, Hisar, Türk Edebiyatı, Türk Dili, Milli Kültür, Yeni Ufuklar, Türk Yurdu, Türk Dünyası, Kültür Dünya-sı, Orkun, Ülkü, Doğu, Köye Doğru, İvriz Kültür Dergisi, Yurt, Filiz, Çaba, Çağrı, Tarla, Kızılelma, Türk Sanatı, Petek, Dokuz Eylül ve Sarmaşık Kül-tür gibi çok sayıda dergide kalemiyle, mısralarıyla yer aldı. 1977 yılı Gazete-cilik Araştırma dalında “Yılın Gaze-tecisi” ödülüne layık görüldü.

Ayrıca 75. Yılında Cumhuriyet Şiiri Güldestesi, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Türk Edebiyatı, Resimli Türk Edebiyatı, Türk Kahramanlık Şiirleri Antolojisi, Mevlana Şiirleri, Yeni Şiirler, Hamasî Türk Şiirleri An-tolojisi gibi edebiyat eserleri ve ders kitaplarında geniş şekilde yer aldı.

Otuzu aşkın şiiri bestelendi ve TRT repertuvarına girdi. Bu şiir-lerden bazıları Zeki Müren, Ahmet Özhan, Bilge Pakalınlar tarafından seslendirildi.

Kültür Bakanlığına yaptığı 7500 kitaplık bir bağışla doğup büyüdüğü, ilköğrenimini gördüğü köyünde adına bir kütüphane açtırdı.

Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatkârlar Vakfı kurucu üyeliği, İLESAM İstanbul temsilciliği yaptı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Ga-zeteciler Sendikası üyesidir. Edebiyat dünyasında asrın Karacaoğlan’ı olarak bilinir. 

Eserleri: Kırk İkindi (1967), Dar Saat (1973), Uzun Hava (1991), Yağmura Du-ran Bulut (1999), Önce Şiir Vardı (1999), Boşa Çiğnemedim Yalan Dünyayı (2003), Gecenin Gözleri (2006).2

Edebî kişiliğiAkdağ şiir anlayışını tarif ederken

kendisinin Cumhuriyet Devri Millî Edebiyat Akımı ve Hisar ekolünün içinde gördüğünü söyler. Zaten hece vezniyle yazdığı şiirlerinin büyük bir bölü Hisar dergisinde yayımlanmış,

2 Haz: Ahmet Özdemir, Şiir İkindileri, C:2, s.45 v.d Hoca Ahmet Yesevi Vakfı Yay. 1999/İST

KARACAOĞLAN’IN TORUNU

MEHMETZEKİ AKDAĞ

Anuş GÖKCE*

Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, Akdağ için “Şiiri yakalamıştı.” der şairin “Yağmura Duran Bulut” adlı şiir kitabının ön sözünde. “Benim sevmek zorunda olduğum şairler vardı. Güzel şiiri yakalamıştı çünkü onlar. Belki o güzellikler bana göre idi de başkalarına göre değildi; olabilir. Ben şiirin kurak ikliminde “Yağmur’a Duran Bulut”un şairini sevmek zorundaydım. O bize soluk aldıracak şiirler sunuyordu, o bizi yeni ufuklara çekip götürüyordu çünkü…”

*Gazeteci-Yazar

Page 45: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

45

EDEBİYAT

45

daha sonra yine Hisar Yayınevi tara-fından kitap haline getirilmiştir. Hece veznini başarıyla kullanan Akdağ, serbest tarzda da şiirler yazmıştır. Fa-kat hece vezniyle yazılan şiirleri halk tarafından daha çok tutulmuş, bazıları bestelenmiş ve sanatçılar tarafından sevilerek okunmuştur. Rüştü Erinç şairin bazı şiirlerini bestelerken, Zeki Müren de sevilen şiirlerini seslendir-miştir.

Edebiyat tarihçileri, Akdağ’ın şiirlerine önem vermişler ve onun durduğu yeri tarif etmişlerdir. Kabaklı Türk Edebiyatı’nda, “Şekil ve muhte-vası yeni, ama duyguları, nağmeleri bilinenlere benzeyen türküler yazıyor.” tespitinde bulunmuştur. Kabaklı, Akdağ’ın şiirlerini modern türkü

olarak yorumluyor. Şairin bütün şi-irlerine baktığımız zaman, genellikle türkü tarzında olduğunu, hatta birçok şiirinin başlığının Türkü adını taşıdı-ğını görüyoruz.

Zeki Akdağ’ın şiirlerindeki tema-lara değinen Mehmet Nuri Yardım, onu çok yönlü bir şair olarak kabul ediyor: “Zira Akdağ sadece bir aşk, sevgi şairi değildir. Yeri gelir en hama-si şiirleri yankılanır, bazen de mistik duyguların yoğun olduğu mısralarla yüz yüze gelebiliriz. Tabiat, insan sev-gisi, din, Allah korkusu, vatan sevgisi, Türkçeye bağlılık, Türk dilinin ince-liklerini gözeterek güzel konuşmak ve yazmak gerektiğine dair şiirler onun ne kadar çok yönlü bir şair olduğunun

apaçık bir göstergesidir.3

21 Nisan 2015’te Fatih’teki Ali Emiri Kültür Merkezinde Mehmet Zeki Akdağ adına bir vefa gecesi düzenlendi. Törende konuşan Abdur-rahman Şen, Akdağ’ın edebî kişiliği-ni; “Ömrünü kültürümüze, şiirimize ve sanatımıza adamış biri olarak tanımlıyor.”4

Prof. Dr. Saim Sakaoğlu Akdağ için, “Şiiri yakalamıştı.” der şairin “Yağmura Duran Bulut” adlı şiir ki-tabının ön sözünde. “Benim sevmek zorunda olduğum şairler vardı. Güzel şiiri yakalamıştı çünkü onlar. Belki o güzellikler bana göre idi de başkala-rına göre değildi; olabilir. Ben şiirin kurak ikliminde “Yağmur’a Duran Bulut”un şairini sevmek zorunday-dım. O bize soluk aldıracak şiirler sunuyordu, o bizi yeni ufuklara çekip götürüyordu çünkü…” 5

Türkü’nün Akdağ’ın hayatında önemli bir yer işgal ettiğini söyleyen Sadeddin Kaplan, her sanatçı gibi onun da ahde vefa konusunda çok duyarlı olduğunu, sanatçıya değerinin ölmeden önce verilmesi gerektiğini benimsediğini ifade etmektedir. 6

3 Yardım, M. Nuri, Günümüzün Karacaoğlan’ı MEHMET ZEKİ AKDAĞ, s.17, Akıl Fikir Yay., Nisan 2015/İST

4 sanatalemi.net5 Yardım, a.g.e, s.666 Yardım, a.g.e,s.63

Serbest tarzda yazdığı ve dizler arasında güçlü bir ses ahenginin sağlandığı “Dar Saat” adlı şiirinde Akdağ’ın duruşu millîdir. 1970’li yıllarda Türkiye’nin içine düştüğü iç savaş döneminde halkın sesi, kulağı olur. Onların sıkıntılarını, dertlerini dile getirir, bozulan adalet sisteminin tesisi için uğraşır.

Page 46: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

46

EDEBİYAT

46

Akdağ’ın Şiirlerinde vezin ve şekil ve edebî sanat

Geleneğe bağlı olarak hece vez-niyle dörtlükler halinde şiirlerini ya-zan Akdağ, bazen de serbest vezinde şiirler yazmıştır. Serbest şiirlerinde söz ahengini ve konu bütünlüğünü muhafaza etmiştir. O, Torosların ye-tiştirdiği, coşkun akan bir ırmaktır ve suyunu Türk milletinin hafıza deni-zine akıtmaktadır. Dörtlükler halinde hece vezniyle yazdığı şiirlerinde mah-lası yoktur. Şiirlerinde a-b-a-b, c-c-c-b ve a-b-c-a tarzında sarmal kafiye kullanmıştır.

Bahar ve Sen

“Haz yüklü dallarda gül ışık ışıkGökte kucak kucak huzur döken

kim?Düşüncem saçların kadar karışıkSensiz çıldırtıyor beni bu mevsimHaz yüklü dallarda gül ışık ışık”Şiirlerinde yöresel konuşmaya da

yer veren Akdağ, geçmiş ile gelecek arasına bir köprü vazifesini görerek unutulmaya yüz tutmuş kelimelerin canlı kalmasını sağlamıştır. “Ayrılık” adlı şiirinde “alafladık” kelimesi, alev-lendirmek, ateşi harlatmak anlamına kullanılmaktadır. Dar Saat’te “epil epil”, “kurşun çalımı” gibi ifadeler onun edebiyat dağarcığımıza kazan-dırdığı kelime gruplarıdır. Şiirlerini halkın anlayacağı dilde, sade bir üslupla yazan Akdağ, edebî sanatları pek kullanmamakla birlikte tecahü’l-i arif, istifham, teşbih ve telmih sanat-larını bazı şiirlerinde kullandığını

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü tarafından ESKADER’in katkılarıyla geçen yıl düzenlenen “Günümüzün Karacaoğlan’ı Mehmet Zeki Akdağ’a Saygı Gecesi”ne katılan şair ve yazarlar, Akdağ’ın geleceğe kalacak

sanatkârlar arasında olduğunu belirterek, “Akdağ türkünün şiirini yazdı” dediler.

Akdağ şiirleriyle halkın sesi, kulağı demiştik. Doğup büyüdüğü köyün düzgün bir yolu yoktur. Her seçimde yolunuzu yapacağız, köye elektrik getireceğiz diye söz verirler. Ama ne yol yapılır ne de elektrik getirilir.

Page 47: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

47

EDEBİYAT

Yeni Ufuklar, sayı 28

47

görmekteyiz.

Zeki Akdağ’ın şiirlerinde tema

Zeki Akdağ’ın şiirlerinde ço-ğunlukla engin bir memleket sev-gisi, millî şuurun oluşması, birlik beraberlik, doğa, ayrılık, aşk, elem, umut,karamsarlık vs. konularını işler. Halkın içine düştüğü sıkıntı, fakirlik, köylere hizmet götürülmemesi onun şiirlerinin temelimi oluşturur. O halkın şairidir ve halkının sıkıntıları onun dertleridir.

Serbest tarzda yazdığı ve dizler arasında güçlü bir ses ahenginin sağlandığı “Dar Saat” adlı şiirinde Akdağ’ın duruşu millîdir. 1970’li yıllarda Türkiye’nin içine düştüğü iç savaş döneminde halkın sesi, kulağı olur. Onların sıkıntılarını, dertlerini dile getirir, bozulan adalet sisteminin tesisi için uğraşır. Halkın içine düş-tüğü korku, endişeli bekleyiş, bozulan

toplumsal barış ve güven ortamı kar-şısında şair karamsar olmakla birlikte yine de onlara gelecek aydınlık günle-rin çok yakın olduğunu söylemektedir. Biraz karamsar olmakla birlikte yine de umudunu yitirmemektedir. Onun yüreği, kalbi mutlu bir geleceği bekle-mektedir.

Dar SaatAcı bir şarkı söyleniyor plaktaAkşam’ın gece karanlığınaBir dul oturmuş yönünü geceyeDüşlerine esir, korkuluAğlamakta.Baskının düşünden uyanmış yeşilSavaş sonu hali… köşe bucaktaAğaçlar gölgesini toplamış hırsındanZamancasına ayakta.Sevdiğimizi vurmuşlarHasret topraklarına dökülmüş kanıKimin vurduğunu herkes biliyorGene de bir suçlu aranmakta…Çöl güneşi epil epil mutlulukBir yağmur başlayacakmış gibi sı-

caktaBütün peygamberler birleştiAminsiz dualar boşluktaMeryem bekârlığınca umutÇarmıha gerilmiş İsaKancık bir boşlukta sallanmakta.Zamana kafa tutan kardeşlik anaKopan sevgileri ulamaktaKutsal güneşimiz doğacak mutlakBir kurşun çalımı uzakta. 7

Akdağ şiirleriyle halkın sesi, kula-ğı demiştik. Doğup büyüdüğü köyün düzgün bir yolu yoktur. Her seçimde yolunuzu yapacağız, köye elektrik getireceğiz diye söz verirler. Ama ne yol yapılır ne de elektrik getirilir. Bu durumu Zeki Akdağ şöyle eleştirir:

Dağ Köyünün Türküleri/IIIBayram gelmez köye her gün arefeYapın mezarımı yoldan tarafaHer geçen jeep bir Fatiha sayılsınBir şey gelecekmiş inşallah bu güzİnanırız inanmasak ölürüzŞu tepe çukurda namaz kılsın.Tam otuz yıl sonra hayrolmuş düşümDevran bu ya günü gelip ölmüşümKorna sesi duyuversem çıkarım.Kendimize vuralım ilk sopayıDeli çayı geçirtmeyen tepeyiİzin verin tırnağımla yıkarım.8

Mehmet Zeki Akdağ’ın şiirlerin-de millî birlik ve beraberlik vardır. O

7 Akdağ,a.g.e., s.78 Akdağ,a.g.e.,s.33

şiirlerinde toplumun bölük pörçük oluşuna üzülür. Toplumunu bir arada tutan değerlere saygı duyulmasını, kin, öfke ve nefreti bırakıp birlik ve beraberliğe yönelmesi gerektiğini dizelerinde ilmek ilmek işler:

Oylar GibiBirbirini kovalayanAylar gibi hep ayrıyızBirleşiyor görünsek deRaylar gibi hep ayrıyızArınsın ruh beden bedenYitik çağlara girmedenBirbirini inkâr edenSoylar gibi hep ayrıyızErmiş çağ dışında ermişEskimiş yılları vermişKöprü yüzü görmemişKöyler gibi hep ayrıyız.Ey can evimde oturanAteşlerde gül bitirenBozkırda aklın yitirenÇaylar gibi hep ayrıyız.Gocunduğum bir şey var kiDualara sinmiş korkuGüfteyi yitiren şarkıSöyler gibi hep ayrıyız.9

AyrılıkBir ananın ikiziydikBizi bile ayırdılarDuaya dönen dillerdenSözü bile ayırdılar Yaprağı yitirdi kökenYetiş artık ulu hakanRahlenin dibine çökenDizi bile ayırdılarCümle kine sela verdikDönülmez bir yola verdikSon umudu tele verdikSazı bile ayırdılarKurşunu inkârda fişekGöze geldi bizim kuşakDilsiz mermere döndü uşakNazı bile ayırdılarBüyü öksüz kuzum büyüNinniledik her türküyüAlafladık yolsuz köyüKözü bile ayırdılar.10

Ömrünü memleketine, Türk mil-letine ve kültürüne, Türk halkının refah ve aydınlanmasına adamış ve bir süredir rahatsız olan Mehmet Zeki Akdağ’a sevgi ve saygılarımızı bu sütunlardan gönderiyor ve kendisine de acil şifalar diliyoruz.

9 Akdağ,a.g.e., s.910 Akdağ, antoloji.com

Page 48: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

48

ARAŞTIRMA

Aşağıda ifade edilen bilgiler 30 Ağustos-7 Eylül 2016’da Erzincan, Tercan, Erzurum, Tortum, Varto, Nahçıvan, Tebriz’de yapmış olduğu-muz saha araştırmalarından hareketle kaleme alınmıştır.

Tarih ve sosyoloji âdeta tek yu-murta ikizleri gibidir. Çünkü tarih, tarihî olaylar ve olgular sosyal bir yapı ile fiziki bir coğrafyada meydana gelirler. Diğer yandan sosyolojinin araştırma alanı ile konuları da tarihî ve fiziki bir coğrafyada meydana gelir. Bu bağlamda sosyolojiyi dikkate al-madan tarih, tarihi dikkate almadan da sosyoloji çalışmaları yapmak sağ-lıklı sonuçlar vermez.

Yazılı eserler elbette araştırma-cılara sönmeli bilgiler verir. Ancak bazı halde araştırmacılar için sadece yazılı metinlere bağlı kalmak son dere olumsuz sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu nedenle araştır-macılar özellikle kültür araştırması

yapanlar ile uygulamalı sosyoloji araştırmaları yapanların araştırma alanlarını bizzat görmelerinde önemli faydalar vardır. Mesela bizim araştır-ma konumuzla ilgili bazı çalışmalarda Erzurum müzesinde üzerinde haç işareti olan koç-koyun başlı mezar taşlarının olduğu, Tortum’un bir bel-desinde belediye binasının önünde 13 tane koç-koyun başlı mezar taşı oldu-ğu, Erivan’daki Pir Hüseyin camisinde bir adet koç başlı mezar taşı olduğu yazılmaktadır. Ancak biz yapmış ol-duğumuz saha araştırmalarında bu bilgilerin doğru olmadığını gördük.

Erzincanİlk araştırma alanımız olan

Erzincan’da müze yetkilileriyle yapmış olduğumuz söyleşide koç-koyun başlı mezar taşlarının tarihî anlamlarından haberdar olmadıklarını üzülerek gör-dük. Bu anlayışı bugüne kadar yapmış olduğumuz çeşitli araştırmalarda

Doğu Anadolu, Nahçıvan ve Tebriz’de Saha

Araştırmaları

MustafaAKSOY*

*Doç. Dr., Marmara Üniversitesi

Tarih Sosyoloji Bağlamında

Erzincan-Çayırlı. M. Aksoy arşivi.

Page 49: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

49

ARAŞTIRMA

Yeni Ufuklar, sayı 31

diğer müzelerde de gördük. Mesela Kars müzesinde at başlı mezar taş-larından birinin üzerinde Ermenice yazı olduğu için Ermeni, diğerinde ise yazı olmadığı için Gürcü mezar taşı yazıldığını bir başka araştırmamızdan biliyoruz. Bu tip örneklerle hemen her müzede karşılaştık. Oysa bu tip mezar taşlarını sadece üzerindeki ya-zılara göre tasnif etmek mümkündün değildir. Çünkü tarihî süreç içinde devletler veya halklar farklı alfabeler kullanmışlardır. Mesela Kıpçak Türk-leri biz zamanlar Ermeni alfabesini, Osmanlı Devleti ise Arap alfabesini kullanmıştır.

Erzincan merkezinden sonra Çayırlı ilçesinin bir köyünde iki adet koç başlı mezar taşını görmek için yola koyulduk. Uzun bir uğraşı ve araştırmadan sonra koç başlı mezar taşlarının olduğu köye vardık. Bu köyde yaşayanlar Tunceli’nin Pülümür ilçesinden buraya gelip yerleşmişler. Zazaca konuşuyorlar. 92 yaşındaki bir Alevi Dede, Pülümür’e Horasan’dan geldiklerini ve Türk oldukları söyledi. Ben de madem Türk olduğunuzu söylüyorsunuz neden Zazaca konuşu-yorsunuz diye sorduğumda, onu ben bilemem, siz bilmelisiniz diye soruyu bana yöneltti. Bu sorunun muha-tapları, özellikle dilciler, diğer sosyal bilimciler ve kamuoyunu oluşturanlar olmalıdır. Dolaysıyla sorunun mu-hatlarının bu soruya cevap vermeleri gerekiyor.

Bizim bilgilerimize göre bu mezar taşlarının ilk örnekleri Rus arkeolog-larının yapmış olduğu araştırmalarda 1722’de Altaylar’da bulunmuş ve onlar ile Çin araştırmacılara göre bu tarz mezar taşları Türklere mahsustur.

Çayırlı ilçesindeki köyden sonra Tercan’daki Mama Hatun Türbesine gittik. Buradaki mezarlıktaki mezar taşları, Ayşe Bacı (Zile), Kırgızistan ve Kazakistan’daki bazı mezar taşla-rıyla birebir aynı olup adeta onların Tercan’daki temsilcileridir.

Tercan’daki Mama Hatun Türbesi’nden sonra Tercan’ın dağlık bir köyüne gittim. Bu köy Sayın Baş-bakanımız Binali Yıldırım’ın kayın babasının öğretmenlik yaptığı, rakımı hayli yüksek olan Alevi-Bektaşi inan-cına sahip bir köy. Köy mezarlığında hem tarihî hem de son döneme ait mezar taşları var. Mezar taşları ara-sında koç-koyun başlı olanların yanı sıra, günümüze ait mezar taşları da var. Hatta mezar taşlarından biri Baş-

bakanımızın baldızının mezar taşıdır. Söz konusu mezarlık önceleri son dere bakımsız olduğundan çok sayıda mezar taşı zarar görmüş. Fakat konu bakanlığı zamanında Başbakanımıza aktarılınca mezarlığın demir çitle ko-ruma altına alınmasını sağlamış. Gö-nül ister ki sadece bu mezarlık değil, tarihî öneme sahip diğer mezarlıklar da koruma altına alınsın. Çünkü me-zarlıklar bir milletin veya halkın tarihî sayfalarının sergilendiği alanlardır.

Tercan’dan sonra yolumuz Erzu-rum üzerinden Varto’ya düştü.

VartoVarto’da genel olarak Zazaca

konuşanlar Alevi, Kürtçe konuşanlar Sünni olduğundan Zazaca aynı za-manda Aleviliği, Kürtçe ise Sünniliği temsil ediyor. Mesela Varto’da gezer-ken bu köy Alevi mi diye sorduğu-muzda, şoförümüz yok, onlar Kürt –yani- Sünni diyordu. Bu görüşün doğru olup olmadığını Varto merke-zinde de araştırdığımda şoförümüzün doğru söylediğini kabul etmek zorun-

da kaldım. Araştırma yaptığımız Varto köy-

lerinde hem koç-koyun başlı mezar taşlarını hem de insan üsluplu yani balbal tarzlı mezar taşlarını tespit ettik.

Varto araştırması olur da rahmetli Mehmet Şerif Fırat olmaz mı diyerek onun köyüne gittim. Köyüne gitmem-deki amacım mezarını görüp dua etmekti. Ancak köyde Mehmet Şerif Fırat’ın ailesinden kimlerin olduğunu sorduğumda kızının olduğu cevabını

Mama Hatun Türbesi, Tercan. M. Aksoy arşivi.

Tercan’da dağ köyündeki koç başlı mezar taşı. M. Aksoy arşivi.

Varto’da insan üsluplu mezar taşı. M. Aksoy arşivi.

Page 50: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

50

DÜŞÜNCE

aldığımda çok mutlu oldum ve doğru-dan onun evine gittim.

Eve vardığımda, rahmetli M. Şerif Fırat’ın kızı ile beraber torunları ve yakın akrabalarıyla görüşme imkânım oldu. Bu esnada torunlarından biri-nin hayli tedirgin olduğunu ve geliş amacımı sık sık sorguladığını ve ken-disinin çok rahat olduğunu, her türlü soruyu sorabileceğimi söylediği halde, tedirginliği yüzünden belli oluyordu. Dedesinin kitabının özgün olduğunu, fakat giriş kısmının doğru olmadığını söyleyerek onları tartışmayacağını çünkü devletin dahi o konuları artık kabul ettiğini söyledi. Bu ifadeler karşısında ben tarihî gerçeklere ba-karım, siyasilerin görüşleri beni bağ-lamaz dedim. Arkadaş ise siyasilerin görüşlerinin önemli olduğunu söy-lediği için konuyu tartışmaktan vaz geçtim. Fakat Mehmet Şerif Fırat’ın Türkiye’de önemli bir sözlü ve yerel tarihçi olduğunu ifade ederek, onu ve eserini hiç tanımayan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Genel Türk Tarihi uzmanı arkadaşım Prof. Dr. Osman Yorulmaz’ın “Geçmişten Günümüze Kanglı Türkleri” (İstanbul 2012) adlı eserinden hareketle şu bilgileri anlat-tım:

“Bilindiği gibi M. Şerif Fı-rat “Hormek” aşiretindendir. Hormekler’in ataları ise Çin yıllıkla-rında “Gao-çı” (Kao-ch) olarak geçen Kanglı Türkleri’dir. Kanglılar’ın nasıl Hormek adını aldıkları, Türklerin kadim vatanları olan Moğolistan’dan Anadolu ve Suriye’ye kadar olan göç-leri, kültürleri, yer adları hakkında genel Türk tarihçisi Yorulmaz’ın on yıl çalışarak hazırladığı, kitabında ay-rıntılı bilgi vardır”. Bu ifadelerim kar-şısında Mehmet Şerif Fırat’ın torunu heyecanla bu kitabı görmek istediğini belirterek, söz konusu kitabı edinmek istediğini ve bu konuda benden rica bulundu.

Sohbetten sonra M. Şerif Fırat’ın mezarına giderek dua ettim ve mezar-lıkta bazı fotoğraflar çekerek, tekrar kızının yanına dönüp ellerinden öpe-rek köyden ayrılıp Varto’ya dönerek Muş-Erzurum arasında çalışan bir minibüs ile Erzurum’a göndüm.

Erzurum ve IğdırErzurum’da ilk ziyaret yerim Er-

zurum müzesi oldu. Yazılı eserlerin aksine Erzurum müzesinde göğsünde haç olan koç-koyun mezar taşlarını göremedim. Yetkililer hafta sonları da müzede olması gerekirken, görevle-rinde olmadıkları için gerekli bilgileri alamadım.

Ertesi gün Tortum’un bir belde belediyesinin önünde 13 adet koç-koyun başlı mezar taşının yazılı ol-duğunu okuduğum eserden hareketle söz konusu beldeye gittim. Fakat beldede bir tane koç başlı mezar taşını gördüm, bir diğerinin ise kaybolduğu-nu öğrendim. Yani söz konusu belde

Iğdır ve çevre ilçelerinde koç-koyun

başlı mezar taşları sıkça görülmektedir. Yapılan çalışmalarda

genel olarak Anadolu’daki bu

tip mezar taşları Karakoyunlu

ve Akkoyunlu bağlamında

değerlendirilmiştir.

Igdır’ın Melikli beldeside koç başlı mezar taşları. M. Aksoy arşivi.Varto’da Mehmet Şerif Fırat’ın mezarı. M. Aksoy arşivi.

Tortum’un beldesinde koç başlı mezar taşı. M. Aksoy arşivi.

Varto’dan. M. Aksoy arşivi

Page 51: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

51

ARAŞTIRMA

Yeni Ufuklar, sayı 31

de 13 adet koç-koyun başlı mezar taşı yoktu.

Doğal olarak Erzurum’dan sonra yolumuz Iğdır’a düştü. Iğdır ve Kars Türkistan’daki koç-koyun başlı mezar taşlarının âdete giriş kapısı gibi. An-cak bu coğrafyadaki koç-koyun ve at başlı mezar taşlarının kültür tarih ve sosyoloji bağlamında değerlendirildi-ğini söylemek mümkün değil.

Iğdır ve çevre ilçelerinde koç-koyun başlı mezar taşları sıkça gö-rülmektedir. Yapılan çalışmalarda genel olarak Anadolu’daki bu tip mezar taşları Karakoyunlu ve Ak-koyunlu bağlamında değerlendiril-miştir. Belki bu görüşler doğrudur, fakat Moğolistan’da Altaylar’da, Kazakistan’da, Kırgızistan’da, Türkmenistan’da koç-koyun başlı mezar taşlarının olduğunu hesaba ka-tarsak Karakoyunlu veya Akkoyunlu bağlamındaki çalışmaların tartışılması gerekiyor.

Nahçıvan ve TebrizIğdır’dan hareketle önemli kültür

merkezlerimizden Nahçıvan’a geçtim. Nahçıvan adeta Türkistan ile Anadolu arasında bir köprü vazifesi görmek-tedir.

Hakasya ve Kazakistan’da yapılan çalışmalara göre Nuh peygamberin gemisinin söz konusu yerlerdeki bir

dağda durduğu kabul edilmektedir. Aynı anlayış Nahçıvan’da karşımıza farklı şekilde çıkmaktadır. Nahçı-van’daki insanlara göre Nuh pey-gamberin gemisi önce Ağrı dağında durmuş, fakat bir süre sonra oradan hareket ederek Nahçıvan’daki Haça dağına gelerek burada kalmış. Bundan dolayı olacak ki Nahçıvan’da Nuh peygamberin temsilî mezarı var.

Nahçıvan şehrinin çeşitli yerle-rinde koç-koyun mezar taşları olduğu gibi Nahçıvan’daki Culfa ve Ordubad gibi bazı önemli yerleşim yerlerinde de bu mezar taşlarını görmek müm-kündür. Özellikle Mümine Hatun Türbesi ve çevresinde çok sayıda koç-koyun ve at başlı mezar taşı vardır.

Türkiye’deki koç-koyun başlı mezar taşlarının en yoğun olduğu yer Tunceli’dir. Fakat Nahçıvan’daki sade-ce Mümine Hatun Türbesi etrafınki söz konusu mezar taşları Tunceli ve ilçelerindeki koç-koyun başlı mezar taşlarından çok daha fazladır.

Nahçıvan şehir merkeziden sonra Culfa ve Ordubad’da da koç-koyun mezar taşları ile damgalar hakkında araştırmalar yaparak Culfa sınır kapı-sından Tebriz’e gittim.

Tebriz adeta bilinen kültür teori-lerini yalanlamamaktadır veya o teori-lerin yetersizliğini ortaya koymaktadır. Bilindiği gibi Tebriz’de Türkler ve Farslar beraber yaşamaktadır. Böyle olmakla beraber Tebriz müzesinde ve çevresindeki çok sayıdaki koç-koyun ve at başlı mezar taşlarının hepsi Türklere aittir. Dolayısıyla buradan hareketle, kültür teorilerinde ifade edilen etkileşim veya yayılma anla-yışının geçerli olmadığını söylemek gerekiyor. Bundan dolayı biz yeni bir kültür teorisi ve anlayışı için “sosyal DNA” yani “sosyal genetik teorisi”ni “Tarihin Sesiz Dili Damgalar” adlı eserimizde önermiştik.

Benim için Tebriz’in ayrı bir önemi daha var. Koç başlı bir mezar taşının üzerinde ok ve yay damga-sını burada gördüm. Ayrı damga Moğolistan’da ve Bosna’daki Bogomil mezar taşında da vardır.

Ermenistan’ın Agrak gümrük kapsından Ermenistan’a geçmek için Tebriz’den tekrar Culfa’ya döndüm. Oradan da İran’ın Nordooz gümrük kapısına gittim.

Pasaportum yeşil olduğu için Ermenistan’a girebilmem için nor-malde bir Ermenistan konsolosluğu veya büyükelçiliğinden vize almam

gerekiyordu. Ben bunları yerine getir-memiştim ve Ermenistan’ı çok gör-mek istiyordum. Bu heyecanla Nor-dooz gümrüğüne geldiğimde İranlı gümrük yetkilisi “Sizin pasaportunuz özel, bu günü kadar bu pasaportla bu-radan geçen olmadı, boşuna gitmeyin sizi de geri döndürürler” dedi. Ben ise evet haklısınız, fakat şansımı denemek istiyorum dedim.

Aksi halde Tahran’a gitmem ya da buradan Azerbaycan’a, oradan Gürcistan’a, oradan da Ermenistan girmem gerekiyor. Fakat üniversiteler-de öğretim yılı 19 Eylül’de başladığı için o tarihte İstanbul’da olmalıydım. Bu nedenle vaktim çok sınırlı oldu-ğundan, şansımı denemek için İran sınırdan geçerek Ermenistan gümrü-ğüne vardım. Burada vize alarak bir ilk gerçekleşti, yani yeşil pasaportla Agarak gümrük kapısından geçerek Ermenistan’a girdim.

NOT: Bir sonraki sayıda Erme-nistan ve Gürcistan araştırmalarını okuyabilirsi

Igdır’ın Melikli beldeside koç başlı mezar taşları. M. Aksoy arşivi.

Tebriz’de koç başlı mezar taşı. M. Aksoy arşivi.

Nahçıvan’da bir torba. M. Aksoy arşivi.

Erzurum’da bir kilimden ayrıntı. M. Aksoy arşivi.

Page 52: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

52

MAKALE

H. Neşe KOÇAKYazı ve fotoğraflar:

EN güzel vakitlerinden birinde bahçedeyim. Güller, çiçekler, yapraklar ve böcekler arasında.

Vakit en güzel vakit, mevsim sonbahar.Bu küçük bahçede yüzlerce çeşit bitki, toprağa kavuştuğu günden bu yana

hızla büyüyerek birbirinin içinde hem-hal oldu. Her dal, her yaprak, her çiçek birbirine ait olan bölümleri zapturapt etti. Kol-kanat gerdi.

Ne ki ben, en güzel vakitlerinden birinde, bu halinden zahir olan vahşiliği, karışıklığı, dağınıklığı seviyorum. El değmemiş gibi, göz görmemiş gibi.

Emprestyonist bir ressamın akşam güneşinde, fırçasından dökülmüş bir gün batımını hatırlatıyor bu hali. Belki Henri Matisse’in Le Jardin”i (bahçe). Belki Claude Monet’in kendi bahçesini resmettiği tablolarından biri.

Hangi ressam boyamışsa dalları, çiçekleri, böcekleri, tuval üzerinde resmedilmiş her bir nesneye, derinden şefkat ve merhamet besliyorum. Her birinin rengârenk taç yapraklarına, allı pullu kanatlarına birer öpücük kondurarak en içten sevgimi sunmak istiyorum.

Hafif bir akşam rüzgârı esiyor müstesna kokularını bana getiren ve biz sadece görüntüden ibaret değiliz diyen.

Mesajı alıyorum... Ve hanımeli, petunya, gül kokularını memnuniyetle ciğerlerime

dolduruyorum derin bir nefesle.

Asmalar sessiz sedasız sararmaya başlamışlar şimdiden. İri yaprakları

birer ikişer yere inmedeler her gün. Mis gibi

kokularından, küçük zarif mor çiçeklerinden

vazgeçmeye hazırlanıyor öbek öbek lavantalar.

Bahçede

DENEME

52

Page 53: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

53

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 31

Büyük bir kuş kafesini andıran beyaz demirden kameriyeyi telaşla sarıp sarmalayan asma yaprakları anne şefkatiyle koruklarını büyütüyor. İnce, narin, koyu yeşil korukları.

Eski, paslı demir sandalyelere, pervasızca uzanıp sarılmış mis kokulu hanımelleri. Çözmeye kıyamıyorum.

İri yaban güvercinleri sürüyle geçiyor bahçeden. Aklı karalı teleklerinden birkaç yaz hatırası bırakıyorlar; eğilip alıyorum. Kim bilir belki bir teşekkürdür mermer kurnadaki suya.

Solmuş alman papatyalarının yanında kendiliğinden boy göstermiş uzun, beyaz hatmiler. Susuz, ilgisiz ama yine de çiçeklerle bezeli. Minnetle bakıyorum kar beyazı yüzlerine.

Yapraklarla dalların birbirine karıştığı yerde koyu kırmızı yuvarlak erikler gözüme ilişiyor. Onun tam karşısında dalları üzerindeki şeftalilerin yükünü taşıyamaz hale gelmiş çelimsiz ve genç şeftali ağacı var. Az ilerisinde küçük ekşi karadut ağacı son birkaç lezzetli meyvesini olgunlaştırmakla meşgul.

Asmalar sessiz sedasız sararmaya başlamışlar şimdiden. İri yaprakları birer ikişer yere inmedeler her gün. Mis gibi kokularından, küçük zarif mor çiçeklerinden vazgeçmeye hazırlanıyor öbek öbek lavantalar.

Lavantaların akrabası lavantenler ise açık yeşil bedenlerinde taşıdıkları sarı çiçeklerini çoktan sarartıp kurutmuşlar.

Duvar dibindeki eflatun ve mahcup ortancalar zorlukla görülebiliyor otların bürüdüğü bahçede. Ortancaların hemen üstünde, acemboruları var. Turuncudan kırmızıya çalan huni

biçimli güzel çiçeklerini eski taş duvarın üzerinden gururla sarkıtmışlar.

Toprak saksılarda kendine ancak yer bulan biberiyeler, kaktüsler, pembe petunyalar ve mor sardunyalar, merdivenin basamaklarına bir anfitiyatrodaymış gibi dizilmişler. Biraz hüzünlü, biraz mahcup, teşrinin son sahnelerini seyretmekteler.

Çünkü artık mevsimin son demleri.

“Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa,

Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa” diyor üstad; heyhat!

Yazlar yavaşça bitiyor ve günler kısalıyor. Güneş daha çabuk topluyor üstümüzden elini eteğini.

İşte gün akşama dönmek üzere. Yerlerde gezen gazellerin üzerinde güneşin, feri sönmüş son ışıltıları geziniyor bugünlük.

Akşam, Ahmet Haşim’in şiirindeki akşamın gamını taşıyor

biraz, ama bahçe, o şiirdeki bir acem bahçesi midir?

“Bir acem bahçesi bir seccade, dolduran havzu ateşten bade,

Ne kadar gamlı bu akşam vakti, bakışın benzemiyor mutade.”

Birazdan La Fontain’in haksızlık ettiği, fedakâr anne cırcır böceklerinin sesi duyulmaya başlar inceden inceye. Ama az kaldı. Ne yazık ki yakında bir kabuk kalacaklar, onlar da yakında sus pus olacaklar her şey gibi.

Birazdan serin bir rüzgâr esmeye başlayacak; hissediyorum.

Akşamın karanlığı sardıkça ufku, içim ürperecek. Şimdiden yazı özleyeceğim.

Ve üzüleceğim. Bahçedekiler; bakışlarımdan

anlayacaklar hüznümü. Birazdan; bir şal ve bir bardak

sıcak çay için içeri geçeceğim. Birazdan; kış gelecek...

Biliyorum...

Yeni Ufuklar, sayı 31

DENEME

53

Page 54: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

54

iletilememesi sorunu olduğunu ortaya koyuyor.

Bu yaklaşımımızı elektriğin saatler içinde kentlere yeniden verilmeye başlanması da doğruluyor. Ancak hemen yeni bir soru gündeme geliyor. Bu sorunun nedeni ne?

Bu sorunun nakil hatlarından kay-naklandığı yorumlarını doğru kabul edebilmek şimdilik zor. Çünkü elekt-riğin iletim ve dağıtım sistemlerinde elektrik iletimini toplu halde engelle-yebilecek sorunun sadece iletim hatla-rında oluşmayacağı biliniyor.

Sorunun oluşma şekli elektrik iletiminin “elektronik beyni”nin yani komuta-kontrol sisteminin bir so-run ve/veya saldırı ile karşı karşıya olduğunu ortaya koyuyor. Bu beynin, iletim fonksiyonunu düzenleyeme-mesi şeklinde bir sorunla karşı karşıya geldiği açık.

Bu durum, Türkiye’nin enerji arz güvenliğinde sadece üretim güvenliği-nin yeterli olmadığı, bunun yan ısıra iletim ve dağıtım güvenliğinin de çok önemli olduğunu ortaya koymuştur.

Elektrik iletimi ve dağıtımı için kullanılan stratejik önemi haiz komu-ta-kontrol sisteminin siber/fiziki bir saldırı ya da müdahaleye maruz kal-mış olması kuvvetle muhtemel.

Yeni Yüzyılda Sorunların Çözümü

20’nci yüzyılın son çeyreğinden itibaren devletler veya devlet dışı yapılar arasındaki sorunların çözüm

Dursun YILDIZ*

*Su Politikaları Uzmanı, HPA Başkanı

Enerji Arz Güvenliği ve Tehdit Altındaki

Ağırlık Merkezlerimiz31 Mart 2015’te

saat 10:36 da tüm Türkiye çapında başlayan bu kesinti saatler 12.36 olduğunda TEİAŞ’ın resmî

açıklamasında İstanbul ve Ankara’nın sadece %15’ine elektrik verilebildiği şeklindeydi.

Türkiye’nin tümünde 31 Mart 2015 saat 10.36 itibarıyla başlayan elektrik kesintisi, ülkemizin elektrik sisteminin arz güvenliği konusunda hazırlık seviyesinin yeterli olmadığını ortaya koyması açısından çok önemli bir deneyim yaşattı.

Daha önceki toplu kesinti 2012 yılında 6 ilde gerçekleşmiş ve arz talep dengesizliği nedeniyle oluştuğu açık-lanmıştı. Bu, son dönemde yaşadığı-mız en yoğun elektrik kesintisiydi.

31 Mart 2015’te saat 10.36 da tüm Türkiye çapında başlayan bu kesinti saatler 12.36 olduğunda TEİAŞ’ın resmî açıklamasında İstanbul ve Ankara’nın sadece %15’ine elektrik verilebildiği şeklindeydi. Kentlerdeki yaşamı tüm sektörlerde etkileyen bu kesinti Türkiye sanayisinin enerjisinin %35’ini elektrik enerjisinden sağla-ması nedeniyle bu sektörü de büyük oranda etkiledi.

Elektrik Üretiminde Değil İletimde Sıkıntı Oldu…

Türkiye’nin elektrik üretiminin yaklaşık %26’sı hidroelektrik sistem-lerden, %44’ü doğalgaz santrallerin-den, %25’i linyit santrallerinden,%3’ü rüzgâr, %2’si de diğer santrallerden üretiliyor. Bu santrallerin enerji kaynağı temininde sorun olmadığı biliniyor. Bu durum enerji kesintisi sorununun enerji kaynağı sebepli üre-tim sorunu değil, üretilen elektriğin

Sorunun oluşma şekli elektrik iletiminin “elektronik beyni”nin yani komuta-kontrol sisteminin bir sorun

ve/veya saldırı ile karşı karşıya

olduğunu ortaya koyuyor. Bu beynin, iletim fonksiyonunu düzenleyememesi

şeklinde bir sorunla karşı karşıya geldiği

açık.

ENERJİ

54

Page 55: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

55

TARİH

Yeni Ufuklar, sayı 28

şekli esaslı olarak değişmiş ve değiş-meye devam etmektedir. O halde, tehdidin doğası ve değişen yapısının iyi anlaşılması gerekmektedir. Artık sorunların çözümü için silahlı/ateşli çatışma neredeyse son çare olarak başvurulan ya da diğer harp vasıta-larını destekleyen bir yöntem olarak kullanılmaktadır.

Rusya’nın Ukrayna’da yürüttüğü harekâtı Rusya Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı Birinci Yardım-cısı Orgeneral Gerasimov “Hibrid Harp” veya “Doğrusal Olmayan Harp” kavramıyla açıklamaktadır. Bu harp türünde savaş ve barış arasındaki sı-nırların giderek bulanıklaştığı ifade edilmektedir. Sadece sınırların değil aynı zamanda harp alanının da tüm yerküreyi ve üzerinde yaşayan tüm varlıkları kapsadığı ve bulanıklaştığı bu dönemde devletler stratejik he-deflerinin ele geçirilmesinde sadece askerî vasıtaları değil millî gücün di-ğer unsurlarını da yoğun olarak kul-lanmaktadırlar. Stratejik iletişim yön-temleriyle psikolojik harp/harekât ile düşman kabul edilen devlet ve onun halkının düşünme ve muhakeme yeteneği topyekûn bulanıklaştırılmak-ta, karar verici makamlar üzerinde yoğun etki sağlanmak istenmektedir. Yeni harp dönemi askerî olmayan kaynaklarla bütünleşik askerî gücün kullanımı ile karakterize edilmektedir ve hayatın tüm alanlarını içine almak-tadır.

Ağırlık Merkezleri Tehdit Altında, Doğrusal Olmayan Harp

Çatışmaların seviyesini tanımla-yan düşük, orta ve yüksek yoğunluk seviyeleri içerisinden düşük yoğunluk tercih edilmektedir. Konvansiyonel ve nükleer savaşı da kapsayan orta ve yüksek yoğunluklu çatışmaların insa-ni, siyasi ve ekonomik maliyetini kar-şılamak pek çok devlet için mümkün olamamaktadır. Düşük yoğunluklu çatışmada, siyasi, ekonomik ve psiko-lojik baskıdan istihbarat operasyonları ve terörizme uzanan bir yelpazede tüm araçlar kullanıma sokulmakta-dır. Devletler veya ulus ötesi yapılar

isteklerini karşı tarafa kabul ettirmek ve hedeflerine ulaşabilmek maksadıy-la en az maliyetli ancak karşı tarafa en fazla hasarı verecek yöntemlere başvurmaktadırlar. Bu kısıtlar içinde hedeflerini ele geçirmek için karşı tarafın ağırlık merkezlerine saldırıda bulunmaktadırlar. Ağırlık merkezi, bir ülkenin veya bir teşkilin kapasitesini, yeteneklerini, hayatta kalma beceri-sini aldığı özellikleridir. Etkisiz hale getirilmesi durumunda karşı tarafın dengesini bozacak, zayıflatacak, ha-yatta kalma olasılığını azaltacak fiziki ve manevi tüm kaynak, kapasite ve yetenekleri kapsar. Nedir bu ağırlık merkezleri? Ağırlık merkezleri; bir ulusun ordusu olabileceği gibi strate-jik, ekonomik, politik varlıkları veya değer atfettiği psikolojik etkisi büyük

unsurları da olabilir.Stratejik unsurları içerisinde bilgi

ve karar destek sistemleri, elektrik enerjisi üretim ve dağıtım sistemleri, ticari/bankacılık sistemleri yer alır. Ağırlık merkezine saldırı düşman ola-rak tanımlanan tarafın süratli ve geniş kapsamlı olarak şekillendirilmesine veya felç edilmesine olanak sağlar. Ulusal ve devlet olarak yaşamsal teh-dit anlamına gelen ağırlık merkezleri-mize saldırıların, müdahalelerin ya da benzer sonuçlar doğuracak arızaların önüne geçmek için bu merkezlerimi-zin korunması, gerektiğinde savunul-ması ve eski fonksiyonuna hızla geri dönebilmesine olanak sağlayan önlem ve yeteneklere sahip olunması giderek daha da önem kazanmaktadır.

Yeni Ufuklar, sayı 31

ENERJİ

55

Page 56: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

56

FOTOĞRAF

SONUSTALAR

Fotoğraf tutkunlarının

gözünden

Enver MANÇO

Page 57: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

57

FOTOĞRAF

Yeni Ufuklar, sayı 31

ONLARA kimi zaman izbe bir han odasında, kimi za-man Anadolu’nun ücra bir köşesinde denk gelirsiniz.

“Zanaatkâr” der, geçer çoğumuz. El becerisi, tecrübe ve nesilden nesilen aktarılan birtakım kurallarla ekmeğini kazanmadır bunun anlamı. Yalnız o mu? Elbette değil, bir kültürün maddi unsurlarını onların hünerli ellerin-den çıkan nesnelerle geleceğe taşırız aslında. Eyerden çömleğe, sepetten süpürgeye aklınıza ne gelirse hep o zanaatkârların el emeklerinin, alın terlerinin izi vardır üzerinde. Keçecileri, bakırcıları, dökümcüleri artık aklını-za ne gelirse sayın sayabildiğiniz kadar. Elbette değişen dünya ile birlikte onların da dünyaları değişiyor. Hoş kimileri bu değişime dirense de, birer ikişer sahneden çekiliyor emek ustaları.... Nasıl çekilmesinler ki, artık her-şeyin fabrikasyon üretimi var. Bazı nesnelerin hayatımız-da yeri bile yok artık... Anadolu da olmasa işler hepten kesat. Ne eyerin, ne nalın, ne de mıhın hükmü kalmış...Ömür yolculuğunun neredeyse sonuna gelmiş, elleri nasırlı, gönülleri gökçe aydınlık, yüzleri güleç o isimsiz kahramanlar en çok da belgeselcilerin, fotoğrafçıların

kapılarını çaldıkları kimselerdir. Çoğu zaman kapısı çalındığında bir kenarda demlenen çaydan, sarma bir sigaradan ikram ederek konuğu hoşnut etmenin telaşına girerler. Aksileri mi, elbette var, olmaz mı? “Niye çekiyor-sun, çekme istemem” diye kaş çatanından tutun, eline gerçirdiği sopa ile sizi kapı dışarı edene kadar uğraşanı bile vardır... Biraz direnir, zayıf yanlarını bulursanız aslın-da onların da yufka yürekli, sevecen insanlar olduklarını çabucak anlarsınız...Çok mu uzattık lafı, nedir? Dememiz o ki, bugün birçok zanaatkâr kapısına birer ikişir kilit vurma, mesleği devam ettirecek çırak bulamama hüznü ile karşı karşıya. Kimileri nispeten şanslı, turistik yörelerde, kamu kurumlarının da el uzatmasıyla işlerini sürdürebiliyorlar. Bulundukları yerin önemli birer figürü, birer rengi olarak hayatlarını idame ettiriyorlar. İşte onlardan birkaçını sizler için say-falarımıza taşıdık. Fotoğraf ustaları Enver Manço, Oğuz Arat, Deniz Senyeşil, Ali Başarır ve Bilal Akar’ın objekti-finden ‘son ustalar’ı sizlerle tanıştıralım istedik. Keyifli seyirler diliyoruz...

Kaybolmaya yüztutmuş mesleklerin izinde bir yolculuk

Page 58: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

Deniz SENYEŞİL

FOTOĞRAF

58

Bir ömrü sepet, küfe örerek tamamlayan usta kadar,semer üreterek ekmeğini karşılayan amca da “Bizden sonrabu işleri yürütecek pek az insan kalacak” diye serzenişte bulunuyor...

Page 59: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

Oğuz ARAT

FOTOĞRAF

Yeni Ufuklar, sayı 31

59

Kasnak, elek, oklova, sini... Genç kuşağın isimlerinden bile bihaber oldukları bir dönemin vazgeçilmez eşyalarır değil mi? Şimdilerde bir kısmı dekoratif malzeme

olarak kullanılmaktan başka bir şeye yaramıyor...

Page 60: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

Ali BAŞARIR

FOTOĞRAF

60

Bıçaklarımız lazer ile bilenir olduğundan beri, basit el arabalarıyla sokak sokak dola-şıp hizmet sunan bilyecilerin de devri kapandı dense yeridir. Kalaycılık mı? O da ne dediğinizi duyar gibiyiz. Eskiden bakır kap kacak için onların yolu gözlenirdi.

Page 61: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

Bilal AKAR

FOTOĞRAF

Yeni Ufuklar, sayı 31

61

“Yorgancılar, keçeciler, kepenekçilerden ne haber?” derseniz, onların da pazardaki payları sadece sembolik. İşinin erbabı, yaşı kemale ermiş amcalar ne kadar kararlı

olsa da, bu meslekler de tarih olma tehlikesiyle yüz yüze...

Page 62: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

Bayram AKCAN

Gazeteci-yazar Kemal Çapraz’ın Kuzeydeki Yavru Vatan KIRIM eseri okuyucusuyla buluştu.

Geçirdiği trafik kazasında 44 yaşında hayatını kaybeden Kemal Çapraz’ın ardından gazeteci dostu Bayram Akcan tarafından hazırlanan “Kuzeydeki Yavru Vatan KIRIM” KO-CAV yayınlarından kitapseverlerle buluşturdu.

256 sayfa olan eserde Çapraz’ın Kırım’a yaptığı seyahatler sonrası hazırladığı yazı dizileri ve röportajlar yer alıyor. Kitapta Çapraz’ın “Kırım Tatar Türklerinde Basın” isimli yüksek lisans tezi bulunuyor. İlk kez yayınla-nan resim ve belgelerin olduğu ki-tabın arka kapağında ise Kırım Türk-lerinin lideri Mustafa Cemiloğlu’nun rahmetli Çapraz için yazdığı hariku-lade yazı dikkati çekiyor.

Hayattayken “Sürgünde Yeşeren Vatan KIRIM” isimli kitabını çıkartan Kemal Çapraz’ın vefatının ardından gazeteci dostu Bayram Akcan 417 sayfalık “Kemal Çapraz’ın Kalemin-den TÜRK DÜNYASI” isimli kitabı Bilge Oğuz Yayınlarından çıkartmıştı.

Kemal Çapraz’ın Ufuk Ötesi ve internethaber sitesinde tazeliğini ko-ruyan yazı ve makalelerinden oluşan bir kitabın daha basım aşamasında olduğunu öğrenildi.

Cemiloğlu’ndan tanıtım yazısı

“Rahmetli Kemal kardeşim bir başkaydı. O büyük Türk milletinin sadık evlâdı idi. Bazen canı pahasına, bazen ekmek parasını kaybetmek pahasına Türk’ün yaşadığı her bölge-ye kalemi ile uzanmış, ideallerinden asla taviz vermemiştir.

Cesur yürek Kemal Çapraz, Türk’ün yaşadığı her yerde, kalemi ile onların yanında oldu! Türklerin yaşadığı haksızlıklara korkmadan, çekinmeden kalemi ile destek verdi. Onlarla ağladı, onlarla güldü. Bu kısa sayılacak şerefli ömründe o kadar çok işler yaptı ki, herhâlde, Türk

Dünyası’nda mürekkebi dökülmemiş bölge kalmamıştır.

Kemal Çapraz kardeşim bir başka idi, Kırım Türkleri için. Bir başka idi Kırım, Kemal Çapraz için.”

(Mustafa CEMİLOĞLU)

Kırım denilince akla gelen...

Kırım, Türk’ün yüreğinde onmaz bir sancı, tarifsiz bir hüzündür. Kırım denilince yaşanan işgaller, sürgünler, katliamlar, acılar, gözyaşları gelir akıllara. Kırım demek hasret demek, ayrılık demek, özlem demek, biçare kalmış vatan toprağı ve o topraktan yükselen feryat demektir… Öyle ya,

Kırım’dan gelirim gelirim Adım da Sinan’dır hey yaman Kılıcımın suyu yâr suyu Kandır da dumandır hey yaman sözleri hangi Türk’ün yüreğine

od düşürmez, hangi vatan evladını efkârlandırmaz ki?

Rusya’nın Kırım’ı işgali gösterdi ki, Kırım sadece Türkiye için değil, bü-tün Avrupa için önemli bir yerdir. Bu işgalle birlikte, Kırım’ın varlığını ve önemini bilmeyenler, Kırım’ın varlığı-nı ve önemini bir parça kavradılar.

Kırım, denilince akla gelen bir-kaç isimden biridir Kemal Çapraz. Keza Kemal Çapraz adı zikredilince de kanayan yaramız, acı vatanımız Kırım gelir hatırımıza… Kemal Çap-raz ile Kırım hafızalarda aynileşmiş, birbirini çağrıştırır olmuştur. Hâlbuki Kemal Çapraz aslen Kırımlı değildir ama onun Kırım için yaptığı emsalsiz çalışmalar, birçok insanda böylesine güzel bir düşüncenin oluşmasına sebep olmuştur.

Türk Dünyası aşığı Kemal Çapraz, Kırım Türklüğüne karşı her zaman ayrı bir ilgi göstermiştir. Bunun en büyük nedeni Kırım’ın yıllarca unu-tulmuş olması, yüzyıllardır verdiği hayat-memat kavgasında bir başına kalması, yetim bırakılmasıdır. İşte bu nedenden ötürüdür ki; Çapraz, Kırım için elinden geleni yapmış, bir Kırım

Kuzeydeki Yavru VatanKIRIM

Kırım, denilince akla gelen birkaç isimden

biridir Kemal Çapraz. Keza Kemal Çapraz adı zikredilince de kanayan yaramız, acı vatanımız

Kırım gelir hatırımıza… Kemal Çapraz ile Kırım hafızalarda aynileşmiş,

birbirini çağrıştırır olmuştur.

Okuyucu ile buluştu

YAYIN

62

Page 63: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

Türk’ü gibi çalışarak Kırım Türklerinin haklı dâvâsını başta Türkiye olmak üzere dünyaya duyurmak için yazılar yazmış, araştırmalar yapmıştır.

Kemal Çapraz, kendini Kırım’a ve Kırım Türklüğünün çileli müca-delesine adamış ve bu sayede Kırım dâvâsıyla özdeşleşmiş, Kırım’ın bayrak şahsiyeti olmuştur. Aslında “bayrak şahsiyet” tabirini rahmetli Çapraz da Türk Dünyası’nın önde gelen şahsiyetlerini anlatmak için kullanmıştır. Aşağıdaki satırları her ne kadar kendisi için yazmamış olsa bile, bayrak şahsiyet tanımının Türk Dünyası aşığı Çapraz içinde geçerli olduğunu dost-düşman herkes ka-bul edecektir.

“…büyük önderlerin mücadelele-ri dâvâlarıyla öylesine özdeşleşmiştir ki, artık onlar ülkeleri ve idealleriyle anılır olmuşlardır. Biz ülkesiyle ve milletiyle özdeşleşen bu büyük ön-derlere bayrak şahsiyet diyoruz. On-lar ki, bayrak gibi her gittikleri yerde ülkelerini temsil etmişler, onların ismi söylendiğinde ülkeleri, ülkele-rinin ismi söylendiğinde de onların adı akla gelmektedir. Onlar bayrak gibi lekesiz ve temizdir. Onlar zorluk-lar karşısında yılmamış, yıkılmamış, gerektiğinde dünyanın en güçlü devletleriyle bile tek başlarına müca-dele etmişlerdir. Onlar hiç kimseden makam ve mevki beklemeden yalnız ve yalnız milletlerinin geleceği için hayatlarını ortaya koymuşlardır. Kim-se onlara önderlik sıfatını vermemiş, onlar bu sıfatı hayatlarının her sani-yesinde yaşayarak kazanmışlardır.”

Kemal Çapraz’ın Kırım tarihinde müstesna bir yere sahip olmasının bir diğer nedeni ise; Kırım’a giden ve orada efsanevi lider Mustafa Cemiloğlu ile röportaj yapan ilk Türk gazetecisi olmasıdır. 10 Mayıs 1989’da Türk millî futbol takımı ile SSCB arasında oynanan Dünya Ku-pası grup eleme maçını takip etmek bahanesiyle Kırım’a giden Çapraz, burada Kırım Türklerinin efsane lideri Mustafa Cemiloğlu ile bir araba için-de gizlice buluşarak Türk gazetecilik tarihine geçecek olan röportajı ger-çekleştirdi. Bu röportaj başta Türkiye olmak üzere dünyada geniş bir yankı buldu.

Kemal Çapraz, “Kırım Türk Basını ve İsmail Gaspıralı” konulu yüksek lisans tezi ile birlikte “Sürgünde Yeşe-ren Vatan Kırım” isimli eseriyle Kırım Türklüğünün tarihî hafızasının oluş-

masında da çok büyük pay sahibi olmuştur. Çapraz, katıldığı toplantı-larda Kırım’ın tarihî, siyasî ve kültürel önemini Türk kamuoyuna aktararak, Kırım Türklüğü’nün mücadelesinin zihinlerde canlı kalmasına vesile olmuştur. Kırım’a yaptığı seyahat-lerdeki gözlemlerini çektiği resimler eşliğinde paylaşan Çapraz, Anadolu insanın hafızasında ve yüreğinin derinliklerindeki Kırım hasretini ve mücadelesini yeniden gün yüzüne çıkarmıştır.

Mustafa Cemiloğlu’nun “Ömrüm-de ilk kez soru soran bir gazetecinin ağladığına şahit oldum.” demesi Çapraz’ın ne denli Kırım sevdalısı olduğunun ve Kırım Türklüğünün acısını iliklerinde hissettiğinin en güzel misali olsa gerektir. Aylık ya-yınlanan Ufuk Ötesi gazetesini türlü imkânsızlıklara rağmen tam 78 sayı çıkartmayı başaran Çapraz, gazete-sinde Kırım’la ilgili haberlere de özel-likle yer veriyordu. Türk Dünyası’nın birçok yerine ulaştırmayı başardığı Ufuk Ötesi, Kırımlı büyük dâvâ adamı İsmail Gaspıralı’nın, “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” şiarıyla yayınladığı Ter-cüman gazetesinin tabiî mirasçısı olmuştu. Dünyada Türk’ün yaşadığı birçok ülkeye ve bölgeye ulaşıyor, bu sayede Türk halkları arasında önemli bir bağ oluşturuyordu.

Kemal Çapraz’ın sahibi olduğu Ufuk Ötesi gazetesinin kuruluş yıldönümü kutlamalarına Mustafa Cemiloğlu’nun şeref konuğu olarak 2 kere katılması bile Çapraz’ın haya-tında Kırım’ın, Kırım Türkleri arasında Kemal Çapraz’ın nedenli önemli olduğunun başka bir nişanesi olsa gerek.

Kemal Çapraz ve Kırım’a dair an-latılacak o kadar şey vardır ki, inanın bu bile başlı başlı başına ayrı bir ki-tap konusudur. Değerli dostlar, ömrü Türk Dünyası’na hizmetle geçmiş bir ahlak ve ülkü adamı Kemal Çapraz’ın Türk Dünyası üzerine yaptığı çalış-maları, yazıları, röportajları derle-yerek “Kemal Çapraz’ın Kaleminden Türk Dünyası” ismiyle sizlerle buluş-turmuştuk. Bunu yapmak hem millî, hem insanî bir vazifemizdi. Şimdi de Kemal Çapraz’ın Kırım ile ilgili yayın-lanmamış çalışmalarını bir kitap hali-ne getirerek, özellikle Türk kültürüne ve Kırım basın tarihine eşsiz değerde bir eser kazandırmanın haklı gururu-nu ve bahtiyarlığını yaşıyoruz.

Bu kitabı hazırlamamızda bizden desteğini hiçbir zaman esirgemeyen, rahmetli Kemal Çapraz’ın kadim dostu ve dert ortağı, Ufuk Ötesi gazete sinin görünmeyen abidesi Gül Öztürk’e, Kemal Çapraz’ın rahle-i tedrisinden geçmiş, değerli dostum Av. Uğur Tarhan’a, Kemal Çapraz’ın vefatından sonra ailesine desteği-ni esirgemeyen, çeşitli vesilelerle Kırım’da onun adını yaşatan, onun yaptığı çalışmaları unutmayan aziz Kırım Türklerine sonsuz teşekkürleri-mi arz ederim…

Büyük mutasavvıf Yunus Emre ne diyordu; Ölen hayvanimiş, âşıklar ölmez…

Ölüler eser üretemez, Türklüğün kara sevdalısını Kemal Çapraz, hâlâ eser ürettiğine göre, ölmemiştir. Demek ki, sevgiyle, ülküyle yaşayan Kemal Çaprazlar ölmezmiş…

Bu bayrak yere düşmez, ölmedik-çe son Kemal !

Yeni Ufuklar, sayı 31

YAYIN

63

Page 64: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

64

Antakya’da var olan inançların insancıl iletileri ve bu iletiler üzerine kurulan Antakya’daki barış ve medeniyet atmosferini konu edinen ve Şubat 2016’da Prof. Dr. Sedat Cereci tarafından kurgusu tamamlanan “İnsanları İnsanlığa Çağıranlar” adlı belgesel film, Avrupa, Asya, Afrika ve Amerika kıtalarında 10 festivalde gösterime hazırlanıyor.

Filmde, Antakya’nın çok unsurlu ancak tek vücutlu yapısını oluşturan par-çalardan Ortodoks Cemaati temsilcici, Musevi Cemaati temsilcisi, Alevi Ce-maati temsilcisi, Sünni Cemaati temsilcisinin ve Antakya sakinlerinin görkemli betimlemelerle anlattıkları Antakya’nın medeniyet ortamında, birlik, saygı ve barış içinde yaşama özlemlerini dile getirerek barış çağrısı yaptıkları öğrenildi.

Mustafa Kemal Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sedat Cereci tarafından yönetilen, yapımına 2015 yılının ilk günlerinde başlanan ve 2016 yılının Şubat ayında tamamlanan belgesel filmin yapım sürecinde Antakya’nın ve Anadolu’nun binlerce yıldır yaşayan halklarının Anadolu’daki medeniyetin sahibi ve barışın en güzel örnekleriyle yaşandığı bir kent oldu-ğunun ortaya çıktığı belirtildi. Mezopotamya’dan, Roma İmparatorluğu’ndan, Bizans’tan, Selçuklu’dan, Osmanlı’dan büyük bir miras alan Antakya’nın en eski halkları olan Yahudilerin, Süryanilerin, Ermenilerin, Arapların birlikte yaşam, saygı ve paylaşımla Antakya’da yüksek bir medeniyet oluşturduğu, Antakya’nın son yıllardaki tüm olumsuz gelişemelere rağmen hâlâ bu yüksek medeniyet düzeyinde yaşadığı bildirildi.

Çekimleri Antakya Musevi Havrası, Antakya Ortodoks Kilisesi, Altınözü Kilisesi, Samandağı Ziyareti, Vakıflı Köyü, Habib Neccar Camii gibi mekânlarda yapılan belgesel filmin Musevilik, Katoliklik, Ortodoksluk, Protestanlık, Sün-nilik, Alevilik gibi Antakya’daki tüm inançların insancıl iletilerini ve inançların Antakya’da kurulan medeniyet ortamına katkılarını kapsayacağı öğrenildi. Binlerce yıldır Antakya’da yaşayan Yahudilerin, Süryanilerin, Ermenilerin, Or-todoksların ve diğer sosyal grupların Roma İmparatorluğundan bu yana bir-birlerine saygı duyarak ve yaşamı paylaşarak yaşadıkları ve büyük özverilerle kurdukları medeniyeti 21. yüzyıla kadar taşıdıkları, filmde ortak yaşamın ve barışın örneklerinin en çarpıcı örnekleriyle yer aldığı belirtildi.

İlk gösterimi Mart ayında Kocaeli’nde düzenlenen Uluslararası Barış Sempozyumu’nda yapılan filmin, 2016 yılının son aylarında ve 2017 yılında

Prof. Dr. Sedat Cereci tarafından

kurgusu tamamlanan “İnsanları İnsanlığa

Çağıranlar” adlı belgesel film,

Avrupa, Asya, Afrika ve Amerika

kıtalarında 10 festivalde gösterime

hazırlanıyor.

BİR BARIŞ FİLMİ

İNSANLARI İNSANLIĞA ÇAĞIRANLAR

Türkiye’nin kültürel zenginliklerini yaptığı belgesel filmlerle tüm dünyaya tanıtan Prof. Dr. Sedat Cereci’nin son çalışması,

uluslararası festivallerde yoğun ilgi görüyor.

SANAT

64

Page 65: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

MAKALE

İngiltere, Fransa, İspanya, Çekya, Romanya, Rusya, Hin-distan, Singapur, Amerika Birleşik Devletleri ve Nijerya’da düzenlenen film festivallerine gönderileceği öğrenildi.

Filmin yapımında Prof. Dr. Sedat Cereci’nin yanı sıra Yrd. Doç. Dr. Tülay Atay Avşar, Yrd. Doç Dr. Emel Koç, Öz-gür Koç, Mustafa Duyuler, Nurat Kara, Yusuf Sağlamoğlu, Ömer Sağlamoğlu, Mehmet Açıkgöz, Gülay Günay, Musta-fa Eniç, Fikret Doğruyol, Murat Acar ve yerel koodinatörle-rin görev aldığı dile getirildi.

Önceki yıllarda Van’da yaşayan Azeri kökenli Küresinli-ler adlı topluluğun İran’dan Van’a göçleri; Kürt kültüründe Nevruz kutlamaları, Van Türklerinin geleneksel yemeği Tırşik, Mardin’de yaşayan Süryaniler’in Müslümanlarla ilişkileri, Batman ve Siirt yöresinde yaşayan Kürtlerin gele-neksel tarihleri gibi etnik konuları fimlerine konu edinen Prof. Cereci’nin, tarihin kaydetmediği veya unutulmuş

başka tarihî gerçekleri de filmleri aracılığıyla ortaya çıkar-dığı ve her filminde barışa vurgu yaptığı dile getirildi.

FARkLILIkLAR zeNgİNLİk

kAyNAĞI oLARAk

göRüLMeLİProf. Dr. Sedat Cereci, Türkiye’de hem akademik çalışma yapıp hem de uygulamalı üretimleriyle tanınan ender akademisyenler-den...Doktora çalışmasını belgesel film üzerine yapan Prof. Cereci, bugüne kadar çektiği 15 belgesel filmle 20’nin üzerinde film festivaline katılarak ödüller alan bir yönetmen aynı za-manda. Çoğunlukla tarih ve kültür belgeselleri çe-ken akademisyen, filmlerinin çoğunu 21 yıl görev yaptığı Doğu Anadolu’da çekti ve Türk-çe, İngilizce, Arapça, Kürtçe çektiği filmlerde Doğu’yu bambaşka bir yüzüyle yansıttı. Türkiye’nin binlerce yıldır çok değişik kültürlere ev sahipliği yapmış, çok değişik uygarlıklardan miras almış bir ülke olduğu-nun altını çizen Prof. Cereci, “Türkiye’de 40 civarında değişik dil konuşuluyor. Bu gerçeği bilim adamı veya belgeselci belgelemeyecekse kim belgeleyecek?” diyor.

Sahip olduğumuz kültürel zenginliklerin

değerini bilmek gerektiğine dikkati çeken Prof. Dr. Sedat Cereci görüşlerini şöyle özetliyor: “Bu kocaman varsıl dünyayı göremiyorsak, ya da görüp de görmezden geliyorsak büyük hata yapıyoruz demektir. Bunların hepsi gö-rülmeli ve tanınmalı. Bütünlük, birlik, barış ve uygarlık ancak farklılıkları görmek ve tanı-makla mümkündür.Şu sıralar 22. kitap baskıda. Hep iletişim yazdım. 2 roman, 2 deneme kitabım var. On-larda da tema insan ilişkileri, iletişim. İletişi-min niteliğinden haber ve röportaja, reklam-cılıktan fotoğraf tekniğine hemen her konuya değindim. Belgesel Film, Televizyonda Prog-ram Yapımı, Mağaradan Ekrana Görüntünün Öyküsü, Medya Yapımları ve Yapım Teknik-leri, Film Yapımı son çıkanlar. Televizyon sosyolojisi baskıda. Kitaplar 30’un üzerinde üniversitede ders kitabı olarak okutuluyor. Biz üniversitede okurken fazla kaynak yoktu. Yükseklisansta çok sıkıntı çektim. Sonra ileti-şimin kitaplarını yazmaya başladım.”

Yeni Ufuklar, sayı 31

SANAT

65

Page 66: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

66

EĞİTİM

66

Hilal İlknurTUNÇELİ*

*Araş. Gör., Marmara Üniversitesi

Yaz bitti, mevsim sonbahara döndü… Eylül ayının gelmesiyle birlikte okul-lar başladı. Bu sene itibariyle okula ilk kez başlayan çocuklar ve onların aileleri için zor bir süreç kapıda…

Çocukların aile ortamından, doğduğu günden itibaren güvenli çevre ola-rak bildiği ortamdan tanımadığı bilmediği ve onun için zorlu birçok süreci içeren okula geçişi, bu geçiş sürecinde göstereceği uyum becerileri onlar için çok önemlidir. Okulun ilk günlerinde çocuklar ebeveynlerin kucağından in-mek istemeyebilir, ağlayabilir, sınıfta sessiz kalabilir, anne babasının ne zaman geleceğini, okulun ne zaman biteceğini sorabilir, yemek yemeyerek agresif dav-ranabilirler. Daha önce aile ortamından başka bir sosyal ortamda bulunmamış, sosyal ilişkiler kurmamış çocuklar için aileden ayrılmak ayrı bir travma, yeni bir ortama girmek ayrı bir travma olarak ortaya çıkacaktır. Bu ve benzeri sorunların yaşanmaması için çocuğun okula gelmeden önce psikolojik olarak hazırlanması, okul için heves duymasını sağlayacak yönde destekler sunulması önemlidir.

Okula uyum için...Polat-Unutkan (2003), sosyal ve entelektüel olmak üzere iki tür hazırlığın

okula uyum için tamamlanması gerektiğini belirtmiştir. Sosyal hazırlık; çocuk-ların evden ve tanıdıkları yetişkinlerden uzakta bir grupta bulunma, ailelerinin dışındaki yetişkinlerin otoritesini kabul etme yönünde olumlu tecrübelerini, yaşıtlarıyla ve ilk kez bir arada oldukları çocuklarla nitelikli zaman geçirmeleri-ni içerir. Entelektüel hazırlık; çocukların okulda karşılaştıkları yaşıtları ve yetiş-kinlerin dilini anlayıp kullanabilmelerini, sınıf tartışmalarında ve faaliyetlerinde öğretmen ve diğer çocuklar tarafından belirtilen fikirler ve konularla bağlantı kurabilmelerini, kendi yeteneklerine güvenmelerini içerir.

Çocukların okula uyumlarını etkileyen belli faktörler vardır (Özgenek, 1992):

1. Anneye aşırı bağımlılık,2. Özgüven eksikliği,3. Çocuğun, okul kavramını yeterince öğrenememiş veya yanlış öğrenmiş

olması,4. Ailenin, çocuğun okula başlamasını, çocukluktan yetişkinliğe doğru geçiş

olarak algılaması ve bunu çocuğa hissettirmesi,5. Çocuğun okula ceza olarak gönderilmesi,6. Ana-baba ve öğretmen arasındaki tutum farklılıkları,7. Aile içerisindeki huzursuzluklar8. Ailede yeni bir kardeşin doğması, bir yakının ölümü, hastalığı vb. sorun-

ların olması.Okula uyumda okul, öğretmen değişikliği, arkadaşlık ilişkilerindeki eksiklik

de ortak etmenler arasında yer almaktadır. Bu sonuçlardan da anlaşılacağı gibi okula uyumu sağlıklı bir şekilde yaşamak için öğretmen aile iletişiminin güçlü olması, öğretmenin aileyi hem çok iyi tanıması hem de aileye doğru bilgileri vererek çocuğun hayatındaki bu kritik yaşı iyi değerlendirmeleri için rehberlik etmesi gerekmektedir. Çocuğun okula uyum sağlaması sosyal becerilerini de desteklemektedir. Uyum sağlamakta zorlanan çocuklar ise kendilerini ifade edemedikleri ya da uygun sosyal davranışları sergileyemedikleri için akranları tarafından dışlanmaları devamlılık gösterebilmektedir (Erten, 2012).

Okula başlarken uyum sağlamada sorun yaşayan çocukların yanı sıra bu süreci çok sakince karşılayan neredeyse sıfır problemle okula uyum sağlayan

Bazen çocuğun okula kolay alışma-sına rağmen ebe-veyn çocuğundan ayrılmakta zorlan-

makta ve bu durum çocuklar için bir iki-lem yaratmaktadır. Bu nedenle çocuk

okula alıştıysa anne ve baba okula geliş gidişi abartmamalı, çocukla vedalaşma

uzun tutulmamalıdır.

Okulun ilk günleri...

Page 67: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

67

Yeni Ufuklar, sayı 31

EĞİTİM

67

çocuklarda vardır. Bu çocukların özellikleri incelendiğinde ise daha dışa dönük sosyal çocuklar olduğu, aileden başka kişilerle de kolayca iletişim kurabildikleri, sosyal anlamda daha güçlü çocuklar oldukları görülmektedir.

Yapılması gerekenlerÇocuğun okula başlarken uyum sorunu yaşamaması

için ailelerin dikkat etmesi gereken belli noktalar vardır:1. Çocuk okula başlamadan önce ve gerekirse son-

rasında kafasındaki sorular ve endişeleri hakkında onu rahatlatacak ve doğru bilgiler verilerek çocuğun süreç hak-kında bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. “Okul yeni bilgiler öğrenebileceğin çok güzel bir yer. Orada senin yaşında arkadaşların olacak ve öğretmeniniz size yardımcı olacak” denilebilir.

2. Çocuğun okulda kalacağı süre, onu kimin bırakacağı ve kimin alacağı gibi konularda net bilgiler verilmelidir. Pek çok çocuk, anne ve babasından ayrılacağı endişesini duyar. Onların kendisini bırakıp geri gelmeyeceklerini düşünür. Çocuğa okulda güvende olduğu, çıkışta almaya gelineceği, okulda sürekli kalmayacağı açıklanmalıdır.

3. Ebeveynlerin okula ilişkin kendi kaygılarını çocuğun yanında konuşmamaları önemlidir. Ebeveynlerinin okula ilişkin kaygılı olduğunu gören, hisseden çocuk daha çok kaygı duyacaktır.

4. Çocuklar okula gitmek için ne kadar hevesli olur-larsa olsunlar yine de yeni bir ortama girecekleri için özel-likle okulun ilk günü endişe duymaları normaldir. Çocuk yaşadığı duyguları paylaştığında onu dinlemek gerekir. Çocuğun duyguları küçümsenmemeli ve eleştirilmemelidir. Yaşadığı endişenin normal olduğu, diğer çocukların da bu konuda endişe duydukları söylenmelidir.

5. Bazen çocuğun okula kolay alışmasına rağmen ebe-veyn çocuğundan ayrılmakta zorlanmakta ve bu durum çocuklar için bir ikilem yaratmaktadır. Bu nedenle çocuk okula alıştıysa anne ve baba okula geliş gidişi abartmamalı, çocukla vedalaşma uzun tutulmamalıdır.

6. Çocukları asla okulla ya da öğretmenle korkutma-mak gerekmektedir. Aynı zamanda çocuğun yanlış yorum-layabileceği şakalar, takılmalar olmamalıdır. “Okula gidince sen görürsün gününü” ya da “Seni öğretmenine şikâyet edeceğim” gibi sözler sonraki zamanlarda çocuğu okuldan soğutabilir.

7. Bazı çocuklar ilk hafta ya da ilk ay sorunsuz okula giderken beklenmeyen bir zamanda “Okula gitmek iste-miyorum” diyebilir. Bu durumda öncelikle çocuğun okula gitmek istememe nedeni öğrenilmelidir. Arkadaşlarıyla an-laşamaması, anneden ayrılamaması gibi nedenler öncelikle sınıf öğretmeniyle işbirliği içerisine girilerek çözülmeye çalışılmalıdır.

8. Anne-baba, çocuğun yaş gelişim özelliklerini bil-melidir. Bazı etkinliklerden çabuk sıkılabilecekleri, oyun istekleri, yeme içme ve tuvalet ihtiyaçlarını gidermede sorunlar yaşayabilecekleri unutulmamalıdır.

9. Çocuk sınıfına girmek istemiyorsa asla zorlayarak bırakılıp kaçılmamalıdır. Anne ve baba kararlılığını koru-malı, okula gitmenin görevi olduğunu çocuğa hatırlatmalı-dır. Sınıfa girmek istemiyorsa yavaş yavaş alıştırma yönte-mi denenmelidir. Bu yöntemde ilk birkaç gün teneffüslerde anne-baba rahatlıkla bulabileceği bir yerde beklemeli, sonra aradaki mesafe gün gün artırılmalıdır. Bu uzaklaşma süresi her çocuk için değişebilir.

10. Ailenin çocuğu okula götürmek için verdiği sözleri tutması önemlidir. Çocuğu ikna etmek için olmayacak sözler verilmemelidir.

Page 68: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

68

MAKALE

19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında yaşamış olan Ortega y Gas-set tıpkı çağdaşları gibi içinde bulun-muş olduğu zaman diliminin ve coğ-rafyasının ıstıraplarını çekmiştir. Istırap onun gibiler için yarı işkence yarı keyif-tir. Çünkü her daim üretme/düşünme kaygısı içerisindedir. Daha henüz tanıt-makta olduğumuz kitabının isminden bile bu anlaşılabilir. “İnsan” kelimesine yüklediği manayı her ne kadar bundan önce tanıtmış olduğumuz İnsan ve Herkes adlı eserinde söylemiş olsak da bir kez daha söylemekte fayda var. İnsan dediği “şey” gelmiş geçmiş tüm insanlık kümesini içine alabilmesine rağmen içeriği nadir insanlara nasip oluyor. İnsan, orada ki “insan”dan kapa-bildiği kadarını emekleri ve yetenekleri ölçüsünde gerçekleştirebiliyor.

Gelelim bu insan denilen “şey”in yaşamış olduğu tarihsel bunalıma. Tabii, Gasset tarih denilen şeyi tanım-lama ile işe başlayıp bunalıma kadar götürüyor meseleyi. En nihayetinde asıl derdi ise “Kendini Arayan İnsan” a karşı “Kendini Unutan İnsan”ı bulmak. Yani, bazı bölümlerde de geçtiği gibi konuşma esnasında kendisini ve salon içerisindeki dinleyicileri iki farklı küme-ye koyup hepimiz aynı yerdeyiz ama farklı dünyaların insanlarıyız demeye getiriyor. Biz kelimesini kullanmaktan her ne kadar çekinse de bunu demek zorunda olduğunu da biliyor. Yaşadığı ıstıraplar buradan başlıyor ama bunun da arka planında farklı meseleler var.

Tarihi çağlara ayırarak irdelemek gerektiğine inanan Gasset, düşünsel anlamda tarihi iki temel parçaya ayı-rıyor. İnsanın inanç ile hayatını idame ettirdiği süreç ve Sokrates ile başlayan aklın öne geçmeye başladığı süreç. Yazar, artık ikinci sürecin sonuna ge-lindiği zaman diliminden sesleniyor bize. Onu bu denli önemli kılan da bu olsa gerek. İçinde bulunduğu koşulları sezebilen nadir Batı aydınından bir ta-nesi. Biraz daha açmak gerekirse; inanç ve güven ile kendisini Tanrıya odakla idare eden insan, Sokrates ile başlayan ama en çok da Galilei ve Descartes etkileriyle başlayan akılcılık hareketine yenilmiştir. Tabii bütün bu tartışmalar Batı dünyası üzerinden gitmektedir. Çünkü Gasset Batı ile Doğuyu ayırıp; Doğuyu inanç meselesinde ısrarlı, Batıyı ise akıl odaklı göstermektedir. Bahsetmiş olduğu zaman dilimini dikkate aldığımızda (1600’lü yıllardan günümüze) söylediği şeylerin çok da yanlış olmadığını düşünüyoruz.

“İnanç ve sorgulamama” haline galip gelmiş olan “akl”ın da aslında kendisine “tapıldığı” kadar değerli olmadığını sezinleyen Batı düşünürleri ile yoluna devam ediyor Gasset. Tabii kendisi de bu kümenin içerisinde. Akıl ve sorgulama durumunun doğru olduğu yerler her ne kadar var olsa da “Zenon’un okunu ne yapacağız?!”

diye de sormadan edemiyor. Tabii aklın eksiklerini aktarırken sosyal hayat üzerindeki etkilerini de eklemeden geçemiyor. Yani, her insanın akla sahip olması ile paralel giden demokrasi yönetim biçimi ve tabi iRomantizm akımı. Her şey herkesin olursa hiç bir şey hiç kimsenin olur demeye getiriyor Gasset. Mesela, halk için (tabii biz bili-yoruz ki oradaki kastı “kitle”) “üretilmiş” bir sanat sanat olamaz. Çünkü kitleler üretmez, kovar. Bu da toplumsal haya-tın düzensizliğini getiriyor çünkü her-kesin görev sınırları belirlenmiş değil.

Aklın noksanlığını gösterirken sadece sanat değil hayatın hemen her önemli sahasında (hukuk, kültür, eğitim vb.) ortaya çıkan kargaşaları göstermeye çalışıyor. Tabii burada kurumlar meselesine geliyor. O, ku-rumlardan bahsederken “Allah insanı yarattıysa şeytan da kurumları yarattı.” sözü kulaklarımızı çınlatıyor. Kuralsız ayakta kalamayan ama sadece kurallar üzerinden de pek bir yere varamayan kurumlar da hayatımızı kaplamaya başlıyor. Ama yine de “gelenek ve akıl çakışması” Gasset’in en temel vurgusu. Bir aydının ancak ve ancak gelenek-lerine karşı çıkabildiği kadar yeni bir şeyler ortaya koyabileceğini iddia ederken bu noktada içinde bulunmuş olduğu topraklara da (İspanya) sitem etmeden geç(e)miyor. Bu yüzden de önce Fransa ardından Almanya’da yapmış olduğu çalışmaları gözden kaçırmamak gerekiyor. Herkesin kendi görevini bildiği ve yaptığı Almanya’da, bir sanatçıya/aydına/yaratıcıya gele-neklerine karşı çıkmaktan başka bir görev kalmadığını söylüyor. Okuyucu-nun da aklına Faust’un sahneye giriş sözleri geliyor:

“Heyhat! Ateşli bir gayretle ve çok esaslı bir surette felsefe, hukuk, taba-bet ve hatta, maal’esef, ilâhiyat bile okudum. Böyle olduğu halde gene ben, zavallı deli! eskisinden hiç de daha akıllı değilim.”*

*Recai BİLGİN tercümesi, 1966.

Her şey herkesin olursa hiç bir şey hiç kimsenin olur demeye getiriyor Gasset. Mesela, halk için (tabii biz biliyoruz ki oradaki kastı “kitle”) “üretilmiş” bir sanat sanat olamaz. Çünkü kitleler üretmez, kovar.

Tarihsel Bunalım ve İnsan (Ortega y Gasset)

S. OrhunALTIPARMAK

KİTAP

68

Page 69: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

69

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 31

Amin Maaolouf daha çok romanla-rıyla tanıdığımız bir yazar iken yazmış olduğu iki tane de deneme kitabı mevcut. Bunlardan da özellikle “Çivisi Çıkmış Dünya” daha sonra yazılmış olmasına rağmen daha fazla ilgi gö-rüyor, ancak tanıtmaya çalışacağımız bu denemesi de neredeyse aynı konu etrafında yaptığı tespit ve önerile-rinden oluşuyor; Soğuk Savaş döne-minde daha bir hız kazanan, Soğuk Savaş’ın bitişiyle de son hıza ulaşan küreselleşme ve hayatımıza etkisi. Yani, başlıkta geçen “kimlik” kelimesi, insan olarak sahiplendiğimiz dinsel, etnik, ulusal veya bir başka aidiyet olarak tanımlanıyor.

Kimlikten ve onun ölümcül nite-liğinden bahsediliyorsa önce neden ölümcül yapısı var, hangi şartlar bunu sağlıyor, ölümcül olması ile birlikte kimlik ne gibi sonuçlara yol açıyor ve görünen çözüm yolları neler gibi ko-nular tartışılmalı ki Maalouf da bunları yapıyor. Maalouf’a göre hiçbir kimlik ve bu kimliklere üye hiçbir insan eşit değildir ama her biri farklıdır. Mese-

le, bu farklılığı, dolayısıyla biricikliği korumaktır. Tabii yazar bu noktaya gelene kadar kendi hayat hikâyesini anlatmakla işe başlıyor. Lübnan’da doğmuş ama hayatının büyük bir kıs-mını Fransa’da geçirmiş, büyükannesi bir Türk, ayrıca iç savaş sonrası İngil-tere veya Amerika’ya gitmek varken Fransa’ya gitmesinin sebebi ise Katolik ve Protestan ebeveynlerinin arasında kendisinin ne usulde yetiştirileceğine dair güç mücadelesine dayanıyor. Tüm bunlardan yola çıkarak kendisinin herhangi bir kimlik ile tanımlamasının kendisine hakaret olabileceğine inanı-yor. Bu yüzden mevcut konumundaki tüm kimlikleri benimseye çalışıyor ve aslında bunu kendisine benzer durum-daki milyonlarca insana tavsiye ediyor. Aslında bu tavsiyesi de sadece onlara değil tüm insanlığa. Çünkü en niha-yetinde bu konumdaki insanları kim-liklerinden herhangi birini seçmeye itip ona uygun yaşama zorunluluğunu onlara yükleyen insanlığın tamamı oluyor.

Sahip olduğu birden fazla kim-likten birisini seçen insan ona uygun hareket etmeye başlıyor ve o da tıpkı etkilendiği insanlar gibi kendisinden olmayanları dışlama veyahut küçüm-seme / büyümseme yoluna gidiyor. İçinde bulunmuş olduğumuz zaman diliminde insanlar arası kimliksel fark azaldıkça farklı kimliklere olan tepki-nin kuvveti de artıyor. Bu konularda yazar “karşılıklılık” ilkesini getiriyor ve bu noktada da Doğu-Batı veya Hristiyanlık-Müslümanlık çatışması devreye giriyor. 1500-1600’lü yıllardan beri insanlık tarihindeki değişmelerin büyük çoğunluğuna Batı veya Hristi-yan dünyası öncülük ederken (sadece elit kesim için değil kitlesel manada da bu geçerli), Doğu ve Müslümanlık bu konularda hep daha muhafazakâr, daha sert tepki veren ve kendisi ortaya bir şey koyamayan konumuna geliyor. Eserin bir başka kısmında yazar sanki bu noktaya atıf yapmak istiyormuşça-sına kendisine güvenen toplumların

farklı kimliklere daha fazla açık oldu-ğunu söylüyor. Ama buraya gelmeden Müslümanlıkla ilgili düşüncelerini vermekte fayda var. Müslümanlığın şu anda olduğu halin tarih boyunca hep böyle olduğuna dair iddianın gerçek olmadığını, hatta ve hatta hoş görü açısından da Hristiyanlardan çok daha iyi örnekler sunduklarını ileri sürüyor. Ama gel gör ki hoşgörü tanımı tüm evrende değişmeye başladı ve Müs-lümanlık bu tartışmaların gerisinde kaldı.

Yukarı paragrafta anlatmış olduğu-muz gibi örneklerle savını destekleyen Maalouf, mevcut zaman diliminde Batı dünyasının ve İngilizcenin ağır bastığı-nı, bunun da Doğulular tarafından sert bir şekilde tepkilendiğini düşünüyor. Kendi dilini evrensel bir dil haline ge-tirmeye çalışan Fransızlar İngilizce ve Amerikan kültürünün kendi ülkesine girmesi durumunu korku ile karşılıyor. Ama duygusal olarak verdiğimiz tepki-den çok eylem ile verdiğimiz tepkinin başarıya ulaşma ihtimali daha yüksek ve ona göre bilginin yayılmasının, onun ilerlemesinden daha da hızlı olduğu bu dönemde (Toynbee’ye atıf yapılıyor) aslında her kimliğin üyeleri-nin kendi kimliğini uluslararası arena-da pazarlayabileceğini veyahut tanı-tabileceğini ileri sürüyor. Bunu sadece yapması ihtimal olan değil, yapması gereken olarak anlatıyor.

Sahip olduğu birden fazla kimlikten birisini seçen insan ona uygun hareket etmeye başlıyor ve o da tıpkı etkilendiği insanlar gibi kendisinden olmayanları dışlama veyahut küçümseme / büyümseme yoluna gidiyor. İçinde bulunmuş olduğumuz zaman diliminde insanlar arası kimliksel fark azaldıkça farklı kimliklere olan tepkinin kuvveti de artıyor.

Ölümcül Kimlikler (Amin Maalouf)

Yeni Ufuklar, sayı 31

KİTAP

69

Page 70: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

MAKALE

70

KIRGIZİSTAN-Türkiye Manas Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sabahattin Balcı, açılışta yaptığı konuşmada, geleneksel Türk sporlarının son yıllarda büyük

ivme kazandığını kaydederek, “Kırgızistan, Dünya Göçebe Oyunları’na (World Nomad Games) ikinci defa ev sahipliği yaptı. İlkine 19 ülke katılırken, bu defa 62 ülke iştirak etti. Bu durum, dünyada geleneksel sporlara ilginin ne kadar arttığını gösteriyor. Türk milleti tarihten bugüne geleneksel sporlarda daima önde olmuştur. Biz de üniversite olarak bu gelişmelere destek veriyoruz. Türk Halklarının Geleneksel Spor Oyunları Sempozyumu’nu üniversitemizde ikinci defa yapıyoruz. Ayrıca, geleneksel Türk sporları alanında üniversitemiz bün-yesinde bir enstitü açmak için çalışmalara başlamış bulunuyoruz.” dedi.

“Türk Halklarının Geleneksel

Spor Oyunları 2. Uluslararası Sempozyumu”

Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te yapıldı. 11 ülkeden

çok sayıda bilim insanı ve uzmanın

katıldığı sempozyuma Kırgızistan-Türkiye

Manas Üniversitesi ev sahipliği yaptı.

*Gazeteci

SPOR

AhmetTÜZÜN*

bİşKEK’TEbİRLİK RÜZGÂRI

Türk Sporları Sempozyumu...

Page 71: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 31

71

SPOR

Yeni Ufuklar, sayı 31

Sempozyumun açılış oturumunda konuşan Avrasya Kültür ve Spor İş Birliği Derneği Genel Başkanı Ahmet Tüzün, geleneksel Türk sporlarını tarihî derinlikleri ve kültürel zenginlikleriyle birlikte ele aldıklarını ifade ede-rek şunları söyledi:

“Türk Cumhuriyetlerinin (Kırgızistan, Kazakistan, Öz-bekistan, Türkmenistan, Azerbaycan) bağımsızlıklarına kavuşmalarından sonra, son 25 yılda geleneksel sporla-rımız Türk Dünyasında daha çok gündeme gelmeye ve daha geniş yer edinmeye başladı. Bütün Avrasya coğraf-yasını etkisine alan bu sürecin sonunda Kırgızistan’da 1. ve 2. Dünya Göçebe Oyunları yapıldı. Gelinen noktada, bu alanda romantizmden realizme geçiş dönemine gir-

miş bulunuyoruz. Şartları buna göre değerlendirerek, yapılması gerekenleri ana başlıklar halinde şöyle sırala-yabiliriz:

Tarihî süreçte Türk uygarlığının kültürel unsurların-dan birini teşkil eden geleneksel Türk sporları oyunlarını toplu bir şekilde ortaya koyabilmek… Oyunların tarihî gelişimini takip edebilmek… Spor oyunlarıyla ilgili et-raflı araştırmaların yapılmasını sağlamak… Bu oyunların tarihî, sosyal ve kültürel boyutlarını etraflı bir şekilde incelemek… Geleneksel spor oyunlarının dünyaya doğ-ru şekilde yayılmasını ve gelişmesini sağlamak… Bu spor oyunlarının tarihî miras olarak korunmasını ve tanınma-sını sağlamak… Bu faaliyetlerle, Türk halkları arasında

Page 72: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

72

SPOR

işbirliğini sağlamak ve kardeşliği geliştirmek…

Tarihten geleceğeTürkler, tarih sahnesine çıktıkları

andan itibaren sportmen kimlikleriy-le kendilerini göstermişlerdir. Onlar gibi ok atanı, onlar gibi kılıç kulla-nanı, onlar gibi ata bineni görülme-miştir. Milattan önceki dönemlerde Türkler, kendi geliştirdikleri özel yazı-ları ve anıtlarıyla, uygar geçmişlerini anlatan eserler bırakmışlardır. Aynı dönemlerde Türklerin hayatında atın büyük önemi olduğu, erkeklerin ve kadınların ata hükmeden usta bini-ciler olmalarının yanı sıra, çocukların da çok küçük yaşta at eğitimine başladığı bilinmektedir. Hunlar’da, Göktürkler’de, Uygurlar’da, Avarlar’da spor ileri seviyedeydi. Selçuklular’da, Harzemşahlar’da, Hindistan Türk Devletlerinde, Altınordu’da, Memlükler’de,

Osmanlılar’da güçlü spor teşkilatları ve etkili spor faaliyetleri vardı. Ok-çuluk, güreş, atlı sporlar, cirit ve çev-gen (bugünkü modern adıyla polo) Türklerin yaptığı belli başlı spor dalları arasındaydı. Türk halklarının geleneksel sporları, günümüzde, eski ihtişamına yaraşır bir gelişme içindedir. Türk memleketlerinde bu sporlara ilginin ne kadar yüksek seviyede olduğu ve büyük kitleler ta-rafından ne derece sevildiği, çok açık bir şekilde görülüyor.

Türk ülkelerinin yıllardır kendi içlerinde yaptıkları bu sporların mü-sabaka ve organizasyonlarının artık uluslararası seviyede yapılması ve büyük ilgi görmesi; ne kadar derin ve köklü bir tarihe ve ne derece engin ve zengin bir kültüre sahip olduklarının somut örnekleri olarak karşımıza çıkıyor. Türk dünyasının bu orijinal sporları, batı dünyası için de yeni bir heyecan kaynağı ve farklı bir soluk teşkil edebilir. Bizim

sporlarımıza karşı meraklı seyirci durumunda olan batılılar, çok geç-meden uygulayıcı pozisyonuna geçebilir. Biz Türkler, bütün bu süreci çok iyi değerlendirerek geleneksel sporlarımızın bütün branşlarını birer dünya markası haline getirebiliriz. Bu spor dalları etrafında sektörler oluşturarak, kendi potansiyelimizi ve imkânlarımızı kendimiz yönetebiliriz.

Yeni bir yapılanmaTürk memleketlerinde çok büyük

bir potansiyele sahip olan, büyük kit-leler tarafından merak ve heyecanla takip edilen, her geçen gün büyüme istidadı gösteren geleneksel Türk sporları, ulusal ve uluslararası sevi-yelerde dünya standartlarına uygun bir sisteme kavuşturularak, dünya sahnesine çıkarılmalıdır. Bütün geleneksel Türk sporlarının ulusal seviyelerde federasyonları olmalıdır. Bu federasyonlar, kendi branşlarında

Page 73: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

73

Yeni Ufuklar, sayı 31

SPOR

dünya federasyonlarını kurmalıdır. Bütün dünya federasyonlarının hep-sinin bağlı olacağı bir “Türk Sporları Yüksek Kurulu” oluşturulmalıdır. Bütün geleneksel Türk sporlarını, Asya’da olduğu gibi Avrupa’da, tüm Batıda ve bütün dünyada organizas-yonlar düzenleyerek dünya kamuo-yuna sergilemeliyiz.

Tarih araştırmacılarımız ve bilim adamlarımız, Türk dünyasında ve Türk halklarında sporun, hayatın içinde ne denli önemli bir yere sahip olduğunu ifade etmektedir.

Geleneksel sporlarTürk halklarının geleneksel spor-

ları, günümüzde, eski ihtişamına yaraşır bir gelişme içindedir. Türk memleketlerinde bu sporlara ilginin ne kadar yüksek seviyede olduğu ve büyük kitleler tarafından ne derece sevildiği, çok açık bir şekilde görü-lüyor. Türk ülkelerinin yıllardır kendi içlerinde yaptıkları bu sporların müsabaka ve organizasyonlarının artık uluslararası seviyede yapılması ve büyük ilgi görmesi; ne kadar de-rin ve köklü bir tarihe ve ne derece engin ve zengin bir kültüre sahip olduklarının müşahhas bir tezahürü olarak karşımıza çıkıyor.

Atlı mücadele oyunu gökbörü, başta Kırgızistan ve Kazakistan ol-mak üzere bütün Türk memleketle-rinde çok büyük bir rağbet görüyor, kazananlara büyük ödüller veriliyor ve müsabakalar binlerce seyirci tarafından merakla takip ediliyor. Gökbörüde her ülke kendi millî şam-piyonalarını yaparken, ayrıca Asya şampiyonaları ve Dünya şampiyona-ları düzenleniyor.

Atlı sporlar Türk dünyasında o kadar seviliyor ki, Türkmenistan’da millî at bayramı, her yıl bir hafta bo-yunca kutlanıyor. Güreş çeşitleri de Türk ülkelerinde en heyecanlı şekil-de varlığını idame ettiriyor: Kuraş, Özbekistan’ın sınırlarını aşarak Asya, Avrupa ve bütün dünyaya yayıldı. Son yıllarda dünya şampiyonlukları yapılır hale geldi. Dünya federas-yonu kuruldu. Kazak güreşi de son yıllarda büyük bir gelişme göstere-rek, Kazakistan’da en sevilen sporlar arasında hızla yükseldi. Kazakistan Parsı, Avrasya Parsı ve Dünya şam-piyonaları düzenlendi. Kazananlara büyük ödüller verildi (Kazakistan

Page 74: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

74

MAKALE

Parsı birincisi: 150 bin dolar). Televiz-yonlardan naklen yayınlandı. Kazak güreşinin bazı organizasyonlarının TRT Avaz tarafından canlı olarak yayınlanması, bu sporun Türkiye’de ve Türk dünyasında da tanınması ve sevilmesine büyük katkı sağladı. Biz de, TRT Avaz’ın canlı yayınlarında yo-rumculuk yaparak, Kazak güreşinin tanınmasına ve yayılmasına katkıda bulunma gayreti içinde olduk. Kırgız güreşi ve Alış güreşi de seyir zevki yüksek, heyecan verici ve ilgi ile izle-nen güreşler arasındadır.

Ayrıca, Romanya Köstence’den Kırım’a, Tataristan’dan Yakutistan’a birçok Türk bölgesinde yapılan belbağı-kuşak güreşi de tanınan, sevilen ve yayılan güreş çeşitle-rimiz arasındadır. Moğolistan’da ve Macaristan’da geleneksel Türk sporlarının şölenleri yapılmaktadır. Merkezi Türkiye’nin Hatay ve Gazian-tep şehirleri olan Aba güreşi de, Türk dünyasında tanınan ve yayılan güreş dallarımızdan biridir. Tarihî Kırkpınar Yağlı Güreşleri, Türkiye’nin Edirne şehrinde 655 yıldır yapılan, dünya spor tarihinin en köklü ve en muhte-şem spor organizasyonu olarak var-lığını devam ettirmektedir. Bütün bu

örnekleri çoğaltmamız mümkün.

Göçebe oyunlarıDünya Göçebe Oyunlarının prog-

ramı, katılımı ve çeşitliliği, tarihî ve kültürel bakımdan son derece zen-ginlik arz ediyor. 1. Dünya Göçebe Oyunları Çolpon-Ata kentinde Eylül 2014’te 10 spor dalında 19 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilmişti. Kır-gızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev, “Bu oyunlarla dünyada unutulmakta olan göçmen kültürü, ruhu ve geleneklerini korumaya çalışıyoruz.” ifadesini kullanmıştı. 2. Dünya Göçebe Oyunları, “Birlikte güç, ruhta güç.” sloganıyla düzenlen-di. Dünya Göçebe Oyunları’nın ikin-cisine 62 ülke iştirak etti. Her geçen yıl katılımın ve ilginin daha da arta-cağı anlaşılmaktadır. Dünya Göçebe Oyunları, Türk göçebe halklarının gelenek ve göreneklerini yaşatmak, geçmişe sahip çıkmak anlamına geliyor. 2. Dünya Göçebe Oyunları, sporu ve kültürü buluşturan etkinlik-lere sahne oldu. Uluslararası basının ilgisi, birinci oyunlara göre daha fazlaydı. Dünya çapında 32 kanal oyunlardan yayın yaptı.

Gelecekteki durum Bütün geleneksel Türk sporları-

nı, Asya’da olduğu gibi Avrupa’da, tüm Batıda ve bütün dünyada or-ganizasyonlar düzenleyerek dünya kamuoyuna sergilemeliyiz. Türk memleketlerinin tarihî derinliğine ve kültürel zenginliğine sahip ge-leneksel sporlarını dünya geneline en doğru ve başarılı şekilde sunmak ve uygulanmasını sağlamak, gele-ceğimiz açısından büyük önem arz etmektedir.

Tarihî derinliğe ve kültürel zen-ginliğe sahip geleneksel sporlarımızı en iyi şekilde anlatan kitaplar, der-giler, broşürler, bilimsel çalışmalar, filmler, fotoğraflar, resimler bir araya getirilerek Geleneksel Türk Sporları Kütüphanesi kurulmalıdır. Dijital kütüphane oluşturularak, dünyanın her yerinden araştırmacılara açık hale getirilebilir.

Geçmişten günümüze kesintisiz bir şekilde devam eden geleneksel sporlarımızı en iyi şekilde anlatan spor aletleri, kıyafetler ve eşyaların bir araya getirildiği bir Geleneksel Türk Sporları Müzesi kurulmalıdır.

Page 75: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

75

Yeni Ufuklar, sayı 31

SPOR

VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI

Üyelerimizden Ahmet Alpay’ın kayınvalidesi

MAKBULE ERGİN24.10. 2016 tarihinde vefat etmiş, cenazesi

aynı gün Hunat Camisi’de kılınan cenaze na-mazının ardından defnedilmiştir. Merhumeye Allah’tan rahmet, ailesi, yakınları ve sevenleri-

ne başsağlığı dileriz.

YENİ UFUKLAR DERNEĞİ

VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI

Yönetim Kurulu Üyemiz Özgür Alçı’nın kayınpederi, Makina Yüksek Mühendisi

YILMAZ ÖZBAKAN05.10. 2016 tarihinde vefat etmiş, cenazesi aynı gün Camiîkebir’de kılınan cenaze na-

mazının ardından defnedilmiştir. Merhuma Allah’tan rahmet, ailesi, yakınları ve sevenleri-

ne başsağlığı dileriz.

YENİ UFUKLAR DERNEĞİ

VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI

Üyelerimizden Şahsenem Boz’un babası, Yö-netim Kurulu Üyemiz Selcen Erişen’in dedesi

İZZETTİN ORAL08.10. 2016 tarihinde vefat etmiş, cenaze-si 9 Ekim’de Ankara Cebeci Asri Mezarlığı

Camisi’den kılınan cenaze namazının ardın-dan defnedilmiştir. Merhuma Allah’tan rah-

met, ailesi, yakınları ve sevenlerine başsağlığı dileriz.

YENİ UFUKLAR DERNEĞİ

VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI

Üyelerimizden Mustafa Aksoy’un babası

MEHMET AKSOY 28.09.2016 tarihinde vefat etmiş, cenazesi

Adana Kadirli Yusufizzettin Köyü’nde kılınan cenaze namazının ardından defnedilmiştir.

Merhuma Allah’tan rahmet, ailesi, yakınları ve sevenlerine başsağlığı dileriz.

YENİ UFUKLAR DERNEĞİ

Batı dünyasındaki olimpik spor branşları etrafında çok büyük para-lar dönmekte, binlerce kişi istihdam edilmektedir. Geleneksel Türk spor-larında da bu potansiyel fazlasıyla mevcuttur. Bu münasebetle, gele-neksel spor dallarımız markalaştırıl-malı, marka değerleri oluşturularak pazarlanmalı, yapılacak pazarlama çalışmalarıyla, geleneksel Türk spor-ları tam bir sektör haline getirilme-lidir. Böylece bu sporlarımız bütün dünya tarafından tanınmış olacak, yetişen gençlerimize yeni hareket ve iş alanları açılmış olacak; bu sporları yapan kişiler, kurumlar ve ülkeler kazanacaktır.

Geleneksel sporlarımız gün geç-tikçe yayılmakta ve büyük kitleler ta-rafından kabul görmektedir. Bütün bu sporların malzemelerinin ve yan ürünlerinin sergileneceği uluslarara-sı fuarlar düzenlenmelidir. Bu fuar-lar, dönüşümlü olarak her yıl bir Türk

cumhuriyetinde yapılmalıdır.

Modern olimpiyatların sistemin-de hazırlıklar yıllar öncesinden baş-latılıyor. Olimpiyat meşalesi ülkeden ülkeye taşınıyor. Çeşitli branşlarda elemeler, seçmeler yapılıyor ve en sonunda, olimpiyatların finali muh-teşem bir şekilde gerçekleştiriliyor. Buna benzer bir organizasyon, bizim bünyemize uygun hale getirilerek yapılabilir.

Ata yurdumuz Kırgızistan coğrafi konumu ve tarihî geçmişi itibarıyla, geleneksel Türk sporlarının merkezi olma yolunda ilerlemektedir. Bunu perçinleyecek, destekleyecek bir çalışma da Manas Üniversitesi bün-yesinde bir geleneksel sporlar ensti-tüsü kurulması olacaktır.

Geleneksel sporlarımıza olan ilgi giderek artmakta ve bu alanda ba-şarılı organizasyonlar yapılmaktadır. Fakat henüz işin başında olduğu-

muzu kabul ederek meseleye yak-laşmamızda fayda vardır. Geleneksel sporlarımız; atalarımızdan bize miras kalan çok yönlü bir sahadır. Bu saha içerisinde geleneksel sporları-mızın tarihi, tatbiki ve sosyal boyut-ları ayrı ayrı çok geniş alanlar teşkil etmektedir.

Tüm bu saydığımız hususlarda koordineli bir şekilde hem pratik hem teorik çerçevede meseleye yak-laşacak, tek elden yönetilecek ens-titülere ihtiyacımız vardır. Bu işlerin en güzel şekilde ilerleme sağlanarak yapılması, üniversiteler önderliğin-de mümkündür. Türk Dünyası’nın her bölgesindeki bu enstitülerin; yapacakları yıllık toplantılarda ge-lişmeleri ele alıp, fikir alışverişinde bulunup, yapılacak oyunlar, göste-riler ve diğer faaliyetler için gerekli zemini oluşturmaları, milletimiz açısından her yönüyle muazzam bir fayda sağlayacaktır.”

Page 76: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

76

Atın insan ruhuna dokunuşu...

EĞER hayatta atlarla hiçbir anınız olmadıysa, bazı insanların neden atları bu kadar çok sevdiklerini anlamanız zor olabilir.Atların enerjisinde bir şeyler var ki bende güçlü bir enerji değişimine

sebep oluyor. Ne zaman çok stres yüklü olsam, dengem bozulsa onların yanına gidiyorum ve mucizevi şekilde mutlu oluyorum, güçlü hissediyorum ve enerji doluyorum... Benim tüm stresim yok olana kadar onun kalbi adeta sakince ruhumu okşarcasına atıyor...Bu tür bir deneyim şu an ne kadar evrensellikten uzak görünse de onlarla daha çok vakit geçirmemiz için birçok neden var. Onları seven insanlar için ata binmek, bakımlarını yapmak tamamen doğaldır ve organik etkileşimleri, tatmin edici bir derin duygu ile doludur.Neyse ki onlarla vakit geçirebilmek için bir at sahibi olmak ve onlar için hasat elde etmek gerekmiyor. Bazen bir miktar ücret ile atlarla vakit geçirebilirken

Lale ÖZEN*

*Gazeteci

YAŞAMFo

toğr

af: A

bdul

kadi

r Kar

ataş

Page 77: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

77

YAŞAM

Yeni Ufuklar, sayı 31

Atlarla vakit geçirmenin birçok psikolojik faydalarından biri de içimizdeki huzurlu doğanın ortaya çıkmasını teşvik etmektir. Washington Eyalet Üniversitesi’nin yaptığı bir çalışma, at ile vakit geçiren gençlerin stresten uzaklaşıp daha çok pozitif olduklarını göstermektedir.

Kentucky Üniversitesi’nden bir öncü 2013 çalışmasında şunu keşfetti; atlarla vakit geçiren insanların empati duygularını geliştirmesinin yanı sıra soysal ve liderlik becerilerini geliştirmesine de yardımcı olmaktadır.

bazı alanlarda ücretsiz yani gönüllü binicilik ve iz sürme dersleri verilmektedir. Belirtmeliyim ki bu fırsatlar yalnız-ca kırsal alanlarla sınırlı değil, atlar ile muhteşem bir vakit geçirmek bazen beklenmedik yerlerde de olabilir. :)Atlarla bir gün geçirmeniz için 5 neden önermek istiyo-rum.

•Atlar bizimle ortak bir zemin bulmaya yardımcı olabilirler.Atlarla vakit geçirirken, onların fırçalanmasından ağaçlık yollardan geçişlerine rehberlik edene kadar olan sürede doğal olarak onlara bir yakınlık ve bağlantı duygusu ortaya

çıkıyor, bu bilimin yanı sıra sezgisel de bir oluşumdur.

• Sakinleşmemize yardımcı olabilirler.

Evcil hayvanların sadece o güzel gözleri ile bize ba-karak zen duygumuzu arttırmak için inanılmaz yeteneği vardır ve bu sadece kedi ve köpekler ile sınırlı değildir. Atlarla vakit geçirmenin birçok psikolojik faydalarından biri de içimizdeki huzurlu doğanın ortaya çıkmasına teş-vik etmektir. Washington Eyalet Üniversitesi’nin yaptığı bir çalışma, at ile vakit geçiren gençlerin stresten uzakla-şıp daha çok pozitif olduklarını göstermektedir.

Page 78: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

• Öğrenmemize yardımcı olabilirler. Kentucky Üniversitesi’nden bir öncü 2013 çalışmasın-

da şunu keşfetti; atlarla vakit geçiren insanların empati duygularını geliştirmesinin yanı sıra soysal ve liderlik becerilerini geliştirmesine de yardımcı olmaktadır. UK Chandler Hastanesinde çalışmasına katılan küçük bir hemşire grubu atların ahırlarında kaldıkları süre boyunca öz-farkındalık ve sözsüz iletişimin geliştiğinin önemine dikkat çekti. Atlar kendimizi anlamamıza yardımcı oluyor ve dolayısı ile başkalarını anlamaya da yardımcı oluyor, bu çalışmalardan kesinlikle sağlık sektöründe yararlanıl-malıdır, çünkü yararı muazzamdır.

• Sağlığımızı korumamıza yardımcı olabilirler.

Araştırmalara göre, at terapisi fiziksel ve duygusal gelişimimizi teşvik edebilir. Günümüzde atlar ile ilgili faaliyetler ve çevre ile bazı entegre yöntemler kullanarak

birçok sağlık sorununa çözüm bulunuyor, çeşitli muzda-rip insanların sağlıklarının iyileşmesine yardımcı olunu-yor. 2011 İngiliz At Cemiyeti (British Horse Society) dü-zenli at biniciliği ve aktivitelerine katılmanın hem fiziksel hem ruhsal olarak sağlıklı olduğunu kanıtlamıştır.

• Onlar hepimizin içinde merak uyandırıyor

Atların mitolojide önemli bir rolü vardır, ilham alan sayısız kitap ve hikâyelerde oldular ve dünya genelinde insanların en sevilen aile üyeleri gibi hizmet etmişlerdir. Güç ve centilmenliğin bir arada olduğunu gösteren daha güzel bir örnek olmadığı sayısız kere kanıtlanmıştır. İçin-de yaşadığımız doğayı onların zarafeti, onların hafif ve özgür ruhları ile keşfetmek yaşanması gereken en güzel duygulardan biridir. Bilim bir yana, sahip oldukları bu büyülü ve hareketli yaşamın kalitesinin asla inkârı yoktur. Şimdi zaman kaybetmeden bir gün ayırın ve bu eşsiz duyguyu yaşamak için bir plan yapın.

Page 79: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

79

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 28

Page 80: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayi31.pdfşetaşlarından Attilâ İlhan’a dair yazısı, bir geleneğin de başlangıcı

80

MAKALE