21

Kıymetli Okuyucularımız! · 2017. 1. 5. · Kıymetli Okuyucularımız! Yıl 1400… Asr-ı Saadet’ten sekiz asır sonra… Gül kokulu Peygamberimiz, Allah’ın izniyle manevî

  • Upload
    others

  • View
    5

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • Kıymetli Okuyucularımız!

    Yıl 1400… Asr-ı Saadet’ten sekiz asır sonra…

    Gül kokulu Peygamberimiz, Allah’ın izniyle manevî eliyle bir gül fi-danı diker Darende’ye. İman suyuyla beslenen, güzel yapraklarla süslenen bir gül ağacı olur zamanla… Adına Somuncu Baba denir. Bir diğer ismi Şeyh Hamid-i Veli. O bir gül, nesl-i Peygamber, evlad-ı Ali…

    Güller etrafa güzel kokular saçar, yeni yeni yapraklar ve dallar açar. Olur bir irem bahçesi. Her seher o nadide mekânı inletir bülbül sesi. Zaviye, hayatın en serin barınağı, gül kokulu eyvanı...

    Asırlar asırları devirdikçe, gül kokuları daha da çoğalır, dallar çiçeklerle renklenir. Kuşaktan kuşağa devredilir güzellikler. Bu kutlu mekânda sevgilinin aşkına kabul olur dilekler.

    Kimin yolu buraya düşerse, gülün kokusunu alır, aradığını bulur, tüm zorlu yolları aşar. Tüm karanlık geceler, burada bir yıldız şölenine dönüşür. Buranın efsunlu kokusu ölgün yürekleri di-riltir. Somuncu Baba’dan sonra gül kokulu evlatları onun adını yaşatır. Darende öyle bir sevdanın adıdır ki, seven bütün yürekleri kuşatır.

    Somuncu Baba’nın evlatları kalbin hüznüne derman olur. Yağmur olur dökülür rahmet dam-laları gibi yanık bağırlara. Hizmet olup yağar bu topraklara.

    Yıl 1914 olunca, kutlu vakit gelince, bu gül ağacından bir gül açar. Adına Osman Hulûsi Efendi denilir. İsmiyle hayat bulur dağlar, taşlar. Bahçeler, emeğiyle yeniden can bulmaya başlar. Her geçen yıl onun kokusu sarar etrafı. Güzel mi güzel, özel mi özel... Nice ürkek ve çekingen kuşlar gelir konar dallarına, çiçeklerine. Artık öyle olmuştur ki hangi iş yapılacaksa önder olarak onun ismi söylenir. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin asildir soyu. Sırmadan hizmet ipliği do-kur geceler boyu. Çünkü Âlemlerin Efendisi’nin renginden almış rengini. Kur’an’dır onun huyu. Yetiştirir evlatlarını erbab-ı hizmet olarak; asildir, neciptir onun soyu. Hacı Naciye Hanım’la izdivacından gül yaprakları açılır âdetâ. O bir gül gibiydi. Gül neslindendi, gül hanesine ge-lin gelmişti. Gül gibi yaşadı, gül kokulu yapraklar açtı. Etrafına gül güzellikleri saçtı; gönül güzelliği güllere eşti.

    Adı Hacı Naciye Ateş’ti. Gül hanesinde doğ-muştu. Gül gibi büyüdü, gül rayihalı gülücüklerle dostlarına moral kaynağı oldu. Hayatını gül gibi yaşadı, gül bahçesine girercesine, Hakk’a vâsıl oldu.

    Editör’den...

  • www.somuncubaba.net [email protected]

    Somuncu Baba Dergisi’nin Ücretsiz Ekidir.

    İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın YönetmeniKemal DEMİR

    Sorumlu Yazı İşleri MüdürüM. Hulusi ERDEMİR

    Yayın EditörüMusa TEKTAŞ

    Yayın KuruluProf. Dr. Nihat ÖZTOPRAK, Prof. Dr. Ali YILMAZ

    Prof. Dr. Sebahat DENİZ, Prof. Dr. Bilal KEMİKLİProf. Dr. Abdullah KAHRAMAN,

    Prof. Dr. Ali AKPINAR

    Grafik Tasarım ve UygulamaZehra IŞIK

    Yapım

    www.grafiturk.com.tr

    BaskıSalmat Basım Yay. Ambalaj San. Ltd. Şti.

    Tel: (0312) 341 10 24 • Faks: (0312) 341 30 50

    Basım-Yayım-Dağıtım-PazarlamaVİSAN İktisadi İşletmesi

    Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad.No: 71 (44700) Darende / MALATYA

    Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79

    NİSAN 2015 / YIL: 21 - SAYI: 174

    grafitürkDesing Media

    Hacı Ayşe Ateş Hanımefendiile Röportaj

    Hacı Valide Sevgisi

    Allah ve Rasûlü İçin Yolculuk

    Evlatlarını Rabb’ine Adayan Analar

    Hacı Validem İle Umre Ziyareti

    Hz. Cüveyriye Binti Haris (r.ah.)

    Akıl Tutulması Ya da Gönül Yangını: Aşk

    Aile İçindeki HuzurunSırrını Keşfedebilmek

    Naciye Dilruba TEKTAŞ

    Raziye SAĞLAM

    Rukiye AYDOĞDU

    Büşra Sümeyye YILDIZ

    Hatice KÜBRA

    Asuman Kolsuz SEYYAR

    Emine Büşra YÜKSEL

    M. Emin KARABACAK

    4

    20

    10

    22

    14

    26

    18

    30

    Aile EkiYıl: 1 Sayı:4

  • Hacı Validemiz; bizim için örnek bir hanımefendiydi. İslâm’ın vakarını ciddi bir şekilde üzerinde taşıyan bir mürşid-i kâmilin zevcesi, bir mürşid-i kâmilin annesi, binlerce

    gönül dostunu kendi evladı gibi şefkatle kucaklayan bir anne idi.

    Hacı Ayşe Ateş Hanımefendi

    ile Röportaj

    Naciye Dilruba TEKTAŞ

    Okuyucularımız için, Hacı Validemiz; Hacı Naciye Ateş Hanımefendi’nin hayat hikâyesinden kısaca bahseder misiniz?

    Hacı Naciye Validemiz: 1919 yılında Darende’nin İbrahim Paşa Mahallesi (De-ğirmenönü mevki)’inde Yenicelioğulla-rı’nın konağında dünyaya gelir. Babası, Ye-nicelioğulları’ndan Mehmet Ali Efendi’dir. Annesi Zeynep Hanım’dır. Zeynep Hanım, Hafız Mehmet Efendi’nin kerimesi, Hacı Esat Efendi’nin yeğenidir.

    Naciye Hanım, ailesi ile beraber İbra-him Paşa Mahallesi’ndeki evlerinden Zey-nep Hanım’ın babasının evine yani Hacı Derviş Mahallesi’ne taşınırlar. Akrabası Hacı Esat Efendi’nin hanımı, Müftü Hacı Mahmut Efendi’nin kızı (veya torunu) Ra-ziye Hanım’dan dinî ilimleri tahsil eder. Her konuda kendini yetiştirir. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi ile 19.02.1938 tarihinde ev-lenirler. Pirimiz İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi (k.s.) Hazretleri Darende’yi teşriflerinde mutlaka misafirleri olurlarmış, Pir Efendimiz’e de çok hizmetleri olmuştur.

    İhramcızâde Hazretleri (k.s.) Hacı Vali-de’ye çok değer verir. Hatta bir hac dönü-şünde:

    “Oğlumuz Hulûsi, Hacı Naciye Hanım kızımızı hacca getirdi diye çok memnun olduk, Hulûsi’den Allah razı olsun. Onun (Hacı Naciye Hanım’ın) hizmeti ona burayı nasip etti.” diye buyurur.

    Hacı Naciye Hanım’la evlenen Es-Sey-yid Osman Hulûsi Efendi’nin, 10 tane ev-latları dünyaya gelir. Bunlardan beş tanesi erkek, beş tanesi de kızdır. Evlatlarını gü-zel ahlak üzere yetiştirir. Allah’ın takdirine boyun eğer, kimisinin vefat acısını görür, sabırla, metanetle Allah’a dayanır. Bütün bu halleriyle işte Validemiz örnek bir iman abidesiydi.

    Hacı Naciye Hanım Validemiz, 86 yıl-lık ömrünü hizmetle geçirmiş ve 22 Nisan 2005 tarihinde vefat etmiştir. Aynı gün Cuma namazını müteakiben Darende Şeyh Hamid-i Veli Camii’nde cenaze na-mazı kılınmıştır. Cenaze namazını (Hem oğlumuz hem şeyhimiz dediği) muhterem evlatları oğlu H. Hamidettin Ateş Efendi kıldırmıştır. Cenazeye beş bine yakın ce-maat iştirak etmiştir. Kendi evimizin bah-çesindeki Taceddin Veli Haziresi’ne def-nedilmiştir.

    Siz, Hacı Naciye Hanım’ı ilk defa ne zaman gördünüz?

    Babam Hacı Mehmet Palakoğlu, Hulû-si Efendi Hazretleri’ne candan bağlı bir gönül dostuydu. Hulûsi Efendi Hazretleri Hacı Validemiz’le birlikte, Kahramanma-raş tarafına geçtiklerinde mutlaka evimizi şereflendirir, misafirimiz olurlardı. Biz de severek gönülden hizmet ederdik. Babam çok sık aralıklarla Darende’ye ziyarete ge-lirdi. En önemli özelliği, ailemiz geniş ol-masına rağmen, bütün aile fertlerini, kun-daktaki en küçük kardeşimizi bile ziyarete getirirdi. Her defasında böyle yapardı. Yani çocukluk yıllarımdan itibaren Hacı Valide-miz’i, Hulûsi Efendi Hazretleri’ni tanırız. Zaman zaman annemlerle birlikte mutfak-ta Hacı Validemiz’in yanında hizmet ettiği-miz olurdu.

    H. Hamidettin Ateş Efendi Hazretle-ri’yle evliliğiniz ve çocukların ismi konu-sunda neler söylemek istersiniz?

    Yukarıda anlattığım gibi babam Hacı Mehmet Palakoğlu, Hulûsi Efendi Hazret-leri’ne çok muhabbet duyan bir ihvandı. Daha sonda Naime Yenge’mden dinledi-ğim bir hatırayla bu sorunun birinci kısmı olarak cevaplandırayım.

    4 5

  • 1986 yılında Hulûsi Efendi Hazretle-ri, Hacı Valide ve Hacı Kemal Ağabey bir arada otururlarken, H. Hamidettin Efen-di’nin evlendirilmesinden mevzu açılır. Hulûsi Efendi Hazretleri Hacı Valide’ye; “Afşin’den Palakoğlu’nun Kur’an Kursu’na giden Ayşe Hanım adında bir kızı var, onu Hamid’imize alalım.” buyurur. Hacı Valide ve Kemal Efendi de Efendi Hazretleri’nin kararını uygun görürler. Hulûsi Efendi Hazretleri Hacı Kemal Efendi’ye dönerek, “Oğul, git Hamid’imi çağır konuyu ona açalım.” der. Kemal Efendi Hamidettin Efendi’yi babasının emrettiğini, önemli bir konuyu söyleyeceğini bildirerek çağırır. Hamidettin Efendi huzura girince, Hulû-si Efendi Hazretleri; “Evladım, Hamid’im, seni Afşin’den Palakoğlu’nun kızı Ayşe Ha-nım’la evlendireceğiz. Çok hayırlı olacak bu iş.” buyurur. Hamidettin Efendi sükût eder. Neyse, bu mesele için bizim evi teşrif ettiler. Babam da: “Şeref duyarım.” diyerek kabul etti. Nişandı, düğündü derken, Ce-nab-ı Allah’ın takdiri, büyüklerin rızası ve himmetiyle; 04.04.1987 tarihinde izdivaç

    gerçekleşti. Hulûsi Efendi Hazretleri’ne ve Hacı Valide’ye, dolayısıyla, Somuncu Baba Hazretleri’ne, Peygamberimiz (s.a.v)’in te-miz nesline gelin olma şerefini Rabbim ih-san etti, her zaman hamd ettim.

    Çocukların ismine gelince; 1989 yılında ilk erkek evladımız dünyaya geldi. Pirimiz Hulûsi Efendi Hazretleri, hasta yatağında yatarken “Torunumuzu getirsinler de seve-lim, ismini koyalım.” buyurmuşlar, huzura kabul buyurdular. Yatağında kucağına ala-rak: “Bu yavrumuz yolumuza hizmet ede-cek inşallah.” buyurdu ve kendi isimlerini koyup, sağ kulağına ezan, sol kulağına ka-met okudu. Sonra da şöyle devam etti: “Bu çocuğa iyi bakın, iyi yetiştirin, yolumuza, ceddimize hizmet etsin, dedesi gibi olsun. İsmimizi de maneviyatımızı da bir ileriki nesillere taşıyacak. Vakıfımızı dünyaya ta-nıtacak. Ayrıca bütün evlerde Hulûsi ismi var ama bu Hulûsi başka Hulûsi olacak.” buyurmuş ve çok mutlu olmuştu. O anda ailemizden herkes gözyaşlarına boğul-muştu.

    14.06.1990 tarihinde Hulûsi Efendi Hazretleri ahirete irtihal etti. Kendilerine 4 yıla yakın hizmet etmek nasip oldu.

    1994 yılında bir kızımız dünyaya gel-di. Hacı Validem kendi ismini müsaade buyurdu. Onun da isimi Naciye oldu. 1997 yılında bir kızımız daha dünyaya geldi. O zaman Hacı Validem; “Somuncu Baba Hazretleri’nin hanımı, Abdurrah-man Erzincanî Hazretleri’nin kızının ismi Necmiye Sultan imiş. Bu torunumuza inşallah Necmiye Sultan adını vuralım.” buyurdu. 2002 yılında üçüncü kızımız dünyaya geldi. Hacı Validem bu defa, “Hulûsi Efendi Hazretleri’nin vefatından sonra, özümüz tutmadığından torunu-muz Osman Hulûsi’ye ‘Seyyid Baba’ di-

    yorduk. Bu torunumuza da Peygamberi-miz (s.a.v.)’in kızı ve validemin ismi Zeynep Hanım’ın adını koyalım.” buyurdu.

    Hacı Naciye Ateş Hanımefendi’yi en özlü cümlelerle tarif edecek olsanız neler söylemek isterdiniz?

    Hacı Validemiz; bizim için örnek bir ha-nımefendiydi. İslâm’ın vakarını ciddi bir şe-kilde üzerinde taşıyan bir mürşid-i kâmilin zevcesi, bir mürşid-i kâmilin annesi, binler-ce gönül dostunu kendi evladı gibi şefkatle kucaklayan bir anne idi. İbadetlerine dik-katli, hatta evdeki gelinlerinin, torunlarının namazlarını ihmal etmemesi için her vakit tembihte bulunan, Allah’ın saliha bir kulu, bütün zerreleriyle Rabb’ine teslim olmuş, her hali, her davranışı Kur’an ve sünnete uyan bir gönül sahibiydi. Ev içinde Hulûsi Efendi Hazretleri’ne karşı çok bağlı, saygılı, hizmetlerini yapan, yaptıran, gelen misafir-lerin en güzel bir biçimde ağırlanması için dikkat gösteren, titiz davranan bizleri de bu şekilde yönlendiren lider bir kişilik ta-şıyordu.

    Örnek ahlâkından biraz bahseder mi-siniz?

    Peygamberimiz’in mübarek eşleri Hz. Aişe (r.a) Validemiz, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ahlâkını “Kur’an ahlâkıydı.” diye cevaplıyor. Aslında bu cümle, bizim Hulû-si Efendi Hazretleri’yle onunla bir olmuş, onda fani olmuş, onun zevcesi olma şe-refine nail olmuş Hacı Naciye Hanım Va-lidemiz’i anlatan mükemmel bir tasvirdir. Hacı Valide, Pirimiz Hulûsi Efendi Hazret-leri’nin yaşantısındaki hâl ve hareketlerini bizzat gördüğü için, onun yaptıklarını, uy-gun gördüğü davranışları soranlara lisan-ı münasiple anlatır, nakleder, ihvanların ha-yatlarına güzel ahlak numunesi olan işleri

    1989 yılında ilk erkek evladımız dünyaya geldi. Pirimiz Hulûsi Efendi Hazretleri, hasta yatağında yatarken “Torunumuzu getirsinler de sevelim,

    ismini koyalım.” buyurmuşlar, huzura kabul buyurdular. Yatağında

    kucağına alarak: “Bu yavrumuz yolumuza hizmet edecek inşallah.” buyurdu ve kendi isimlerini koyup,

    sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okudu. Sonra da şöyle

    devam etti: “Bu çocuğa iyi bakın, iyi yetiştirin, yolumuza, ceddimize

    hizmet etsin, dedesi gibi olsun. İsmimizi de maneviyatımızı da bir

    ileriki nesillere taşıyacak. Vakıfımızı dünyaya tanıtacak. Ayrıca bütün evlerde Hulûsi ismi var ama bu

    Hulûsi başka Hulûsi olacak.”

    6 7

  • yapmalarını öğütlerdi. Hz. Aişe (r.anh.), kendisine gelen hanım sahabilerin mese-lelerini nasıl Rasûlullah Efendimiz’e sorup, cevaplarını alıp, meselelerine çözüm üreti-yorsa, Hacı Validemiz de ihvanların sıkın-tılarını, çözmek için büyük bir çaba sarfe-diyor, mutlaka konuyla ilgileniyor, Pirimiz’e meseleyi nakledip, sonuca erdiriyordu. Bir defasında âcizane şahsıma şu öğütte bulundu: “Kızım, bu kapı Hak kapısıdır. Geleni gideni, derdi sıkıntısı eksik olmaz. Kıyamete kadar açık kalacaktır. Bu manevî hizmet bu haneden devam edip gidecektir. Bizim vazifemiz, ümmet-i Muhammmed’e

    hizmettir. Cenab-ı Allah Hamid’imle bir-likte size de böyle bir ihsanı, hizmeti lüt-fetti. Gün gelecek, Hamid’imin en büyük destekçisi sen olacaksın. Hanım ihvanların Efendi’ye arz edemedikleri konuları, çö-züme kavuşturacaksın. İnsanlara yardım-cı olacaksın. Allah’ın verdiği bu vazifeyi, Allah için yapacaksın, kendine yük kabul etmeyeceksin. Hz. Aişe (r.anh.) Validemiz ne yapmışsa biz de öyle yapmaya çalıştık, inşallah sen de ileride bu vazifeyi hakkıyla yerine getireceksin.” buyurdu.

    Kelimeler, cümleler aslında onun güzel ahlakını anlatmaktan âcizdir. Çünkü Hacı Validemiz, edebiyle, üslubuyla, çocuk ye-tiştirmedeki ahlak prensipleriyle öyle bir ahlak numunesi olmuştur ki, kâmil bir in-sana zevce, yine H. Hamidettin Ateş Efen-di gibi kâmil bir insana da anne olmuştur. O bütün evlatlarını, torunlarını, yakınlarını, yetiştirirken ayrı bir gayret ve titizlik gös-termiştir.

    Tevazuunu size sorsak nasıl cevap ve-rirsiniz?

    Öylesine mütevazı idi ki, tevazuu onu yüceltirdi. Onu gördüğünüz zaman, aza-metinden bazen yüreğiniz titrer, bazen sevgiyle karışık bir haşyet duygusu kalbini-zi sarardı. Onda Allah’ın vakarını görürdü-nüz. Söyledikleri ile yaptıkları her zaman birbirine uygun, düzenli, yapıcı, gönülleri incitmeden en güzelin ortaya çıkması için gayret gösterirdi. Yabancı misafirlerin, aile halkının, komşuların, beraber oturup, soh-bet etmekten hoşlandığı, sohbetlerinde in-sanı eğiten, manen bir şeyler öğrenmesini sağlayan bir muallime özelliği vardı. Sevdi-ği kimseyi Allah için sever, kızdığı zaman Allah için kızardı. Hizmet edenleri, maha-retli hanımları, irfan sahibi kimseleri çok severdi. Aile fertlerinden veya misafirler-

    den bir yanlış kelime kullanan veya yanlış bir iş yapan olursa, onun yanlışını düzelt-mesi gerektiğini güzel bir üslupla söylerdi. Sonsuz bir hoşgörü sahibiydi, ufak tefek hataları görmezden gelir, kimsenin yaptığı kötü bir davranışı toplum içinde asla yüzü-ne vurmazdı.

    İnsanlarla konuşmasında, öğütlerinde nasıl bir yol izlerdi?

    Konuşması da kendisi gibi zarif, çok na-zik ve etkiliydi. Gerek genel kültür konuları gerekse tasavvufî konular açısından olsun her konuya hâkimdi, az ve öz konuşurdu. Huzuruna girenler, sohbetine katılanlar; ilminden, halinden, bakışından, her şeyin-den bir şey öğrenirdi mutlaka. Etrafında oturanlar sanki bir cennet bahçesinde otu-ruyormuşçasına mutlu ve huzurlu olurdu. O kadar cana yakın bir insandı ki, bütün ihvan hanımlar onu, sadık bir dostu, annesi gibi sever, validesi kabul ederdi.

    Son olarak neler söylemek istersiniz?

    1987 yılından, 22 Nisan 2005 tarihine kadar 18 yıl Hacı Validem’e hizmet etme-yi Rabbim nasip etti. Layıkıyla yapmaya gayret ettim. 14 Haziran 1990 tarihinde Hulûsi Efendi Hazretleri’nin ahirete irti-halinden sonra, Hacı Naciye Validemiz bütün evlatlarını, torunlarını yakınlarını etrafına topladı ve şöyle buyurdu: “Hami-dettin Efendi benim hem oğlum, şimden geri hem de şeyhim, mürşidimdir. Sizlerin de mürşididir. Böyle bilip böyle davranıl-masını istiyorum.” Bu cümleler hâlâ kula-ğımda çınlamaktadır. Allah razı olsun aile fertleri hep öyle davandılar, özellikle Ah-met Şemsettin Ateş Ağabey’in Hamidettin Efendi’ye karşı, kendisi yaş itibariyle büyük olmasına rağmen, göstermiş olduğu say-gıyı, onu manevî büyüğü olarak görmesini

    onun şahsiyetindeki yücelikle birlikte Vali-dem’in bu öğüdüne bağlarım.

    Büyüklerin kelamı inci taneleri gibidir. Hiçbir zaman değerinden bir şey kaybet-mez. Önemli olan o inci tanelerinin değeri-ni bizlerin bilmesidir. Bu vesileyle, hizmeti, mutfak kültürünü, insana saygıyı her şeyi öğrenmeyi kendine borçlu olduğumuz Hacı Naciye Validemiz’i rahmet, minnet ve şükranla anıyor, öğütlerine uyarak izini takip etmeye çalışıyoruz. Aile Dergimiz vasıtasıyla da bütün hanım okuyucuları-mızı ve hanım kardeşlerimizi muhabbetle selamlıyorum.

    “Kızım, bu kapı Hak kapısıdır. Geleni gideni, derdi sıkıntısı eksik olmaz. Kıyamete kadar açık kalacaktır. Bu manevî hizmet bu haneden devam

    edip gidecektir. Bizim vazifemiz, ümmet-i Muhammmed’e hizmettir. Cenab-ı Allah Hamid’imle birlikte size de böyle bir ihsanı, hizmeti

    lütfetti. Gün gelecek, Hamid’imin en büyük destekçisi sen olacaksın.

    Hanım ihvanların Efendi’ye arz edemedikleri konuları, çözüme

    kavuşturacaksın. İnsanlara yardımcı olacaksın. Allah’ın verdiği bu

    vazifeyi, Allah için yapacaksın, kendine yük kabul etmeyeceksin.

    Hz. Aişe (r.anh.) Validemiz ne yapmışsa biz de öyle yapmaya

    çalıştık, inşallah sen de ileride bu vazifeyi hakkıyla yerine getireceksin.”

    8 9

  • Allah ve Rasûlü

    İçin Yolculuk Riyadan, kibirden, ikiyüzlülükten uzaklaşıp samimiyetin kapısını ne zaman çalacağız?

    Kulluk gösterilerinden, gösteriş bağımlılığından, iyilikleri pazarlarda satmaktan uzaklaşıp ihlas ve takvanın gönlünü ne zaman alacağız? Sahi yolculuğumuz nereye,

    bizler kimin muhaciriyiz?

    Rukiye AYDOĞDU

    Kalbimizde taşıdığımız niyete göre yol-culuğumuz kutlu bir göç, bir destan, ihla-sın, sadakatin, kulluğun bir ifadesi olabilir. Çünkü bütün davranışlara anlam katan, onları Allah katında değerli kılan niyetler-dir. Niyetler, amellerin ruhudur.

    Her şeylerini arkalarında bırakıp yollara düştüler. Varlıklarını terk edip yokluğa ta-lip oldular. Kendi memleketlerinin sakin-leri iken başka bir diyarda muhacir olmayı tercih ettiler. Onlar artık, Allah ve Rasûlü (s.a.v.) uğruna çıkılan kutlu bir göçün kah-ramanlarıydılar. Ancak, şüphesiz, onlar için vatanlarından, ailelerinden, evlatların-dan ayrılmak kolay değildi. Öyleyken va-tanlarını terk edip en sevdiklerinden ayrıl-mayı göze almalarının sebebi neydi? Neydi Allah Rasûlü (s.a.v.)’nün dudaklarından çok sevdiği Mekke’si için “Eğer (kavmim tarafından) çıkarılmamış olsaydım, senden ayrılmazdım.”1 sözlerinin dökülmesine se-bep olan? Hz. Ebu Bekir (r.a.)’i mağarada Süraka ile Hz. Ali (r.a.)’yi ise Rasûlullah (s.a.v.)’ın yatağında en azılı düşmanları ile karşılaştıran sebep neydi? Yiğitlerin cesa-retini sınayan, en cesur olanların kalplerine korku düşüren, Rahman’ın muhacirlerinin ise ancak imanını arttıran hicret, kimin içindi?

    Allah ve Rasûlü (s.a.v.) uğruna yola dü-şenler için hicret, bir milat, zamana düşü-len bir işaretti. Artık onlar için zaman, hic-retten önce ve sonra olarak ikiye ayrılmıştı. Hicret ile İslâm’ın muhacirleri, Rasûlullah (s.a.v.)’ın ayak izlerini takip ederek Yesrib’i medeniyetin merkezi Medine eylemişler-di. Peki, Mekke’den Medine’ye yol alan herkes, hicrete bu anlamı yüklemiş miydi? Rahman’ın muhacirlerinin gözünde bir peygamber ibadeti olan hicret, aralarından

    bir kişi için sadece bir göçten ibaretti. O, Mekke’den Medine’ye sevdiği bir kadına kavuşmak, onunla evlenebilmek için göç etmişti. İlk Müslümanlardan ve ilk mu-hacirlerden olan Ümmü Kays b. Mihsan2 Medine’ye hicret edince, onunla evlenmek amacını taşıyan bir sahabi de onun ardın-dan Medine’ye gitmişti. Hicretinin gayesi Ümmü Kays olduğundan bundan böyle ona “Ümmü Kays’ın muhaciri” denilmişti.3

    Rivayete göre, bu olay üzerine Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Ameller ni-yete göredir. Herkes sadece niyetinin kar-şılığını alır. Kim Allah ve Rasûlü için hicret ederse, hicreti Allah ve Rasûlü’nedir. Kim de erişeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadından dolayı hicret ederse, onun hicreti de hicretine sebep olan şeydir.”4

    Sevgili Peygamberimiz’in bu mübarek sözleri, bugün muhataplarına şu soruları hatırlatıyor: “Kimlerin, nelerin muhaciriyiz bugün? Hicretimiz kimin için? Adımla-rımız kimin izini takip ediyor? Kimin için gece gündüz demeden yollara düşüyor, yolculuğun zahmetine katlanıyor, cefasını çekiyoruz? Yolculukta döktüğümüz ter-ler kimin uğruna? Para mı, güç mü, itibar mı, aşk mı, şöhret mi yoksa Rızaullah mı menzilimiz? Hakk’a mı batıla mı, kesrete mi vahdete mi dönük yüzümüz? Yolculu-ğumuz nereye, nereye gidiyoruz? Daha da önemlisi hicretimiz esnasında niyetimiz ne, kalbimizde ne taşıyoruz?”

    Kalbimizde taşıdığımız niyete göre yol-culuğumuz kutlu bir göç, bir destan, ihla-sın, sadakatin, kulluğun bir ifadesi olabilir. Çünkü bütün davranışlara anlam katan, onları Allah katında değerli kılan niyetler-dir.

    10 11

  • Niyetler, amellerin ruhudur. İnsanın bu ruhu hissetmesi ise ancak kendisine yaklaşmasıyla, içine, özüne, gönlüne bak-masıyla mümkündür. Eğer kişi kendisine yabancılaşmamışsa, aynadaki suretini hâlâ tanıyabiliyorsa, gözleri kalbindekileri göre-meyecek kadar körleşmemişse, kalbindeki niyetlerini idrak edebilir. Kalbin niyetlerin mahalli olmasından dolayı Rasûl-i Ekrem, “Allah sizin dış görünüşlerinize ve malları-nıza bakmaz, kalplerinize ve amellerinize bakar.”5 buyurarak onun nazargâh-ı ilahî oluşuna dikkat çekmiştir.

    Niyetler, amellere açılan kapılardır ve ancak niyet hayır olduğunda akıbet hayır olabilir. Niyetlerin temizliği, arınmışlığı ve halis oluşu kadar amellerimiz ihlaslı sayıla-bilir. Bu yüzden Rabb’imiz, ancak samimi bir şekilde ve kendi rızası gözetilerek yapı-lan amelleri kabul eder.6 Dini yalnız Allah’a has kıldığımızda,7 Rabb’imize karşı samimi bir kulluk sergilediğimizde davranışlarımız O’nun için bir değer arz eder.

    Niyetlerimizde Rıza-yı Hakk’ı gözet-mediğimizde, niyetimizi salih kılamadığı-mızda salih amellerden de söz edemeyiz.

    Bu durumda, ruhumuzun miracına sebep olması gereken namazlarımız, bizleri kö-tülüklerden alıkoyamaz. Oruçlarımız, artık bizim için bir kalkan değildir, sadece açlık ve susuzluktan ibarettir. Kurbanlarımız Rabb’imize kurbiyete vesile olamaz, eli-mizde kalan sadece onların etleri ve kanla-rıdır. İhlasın yerini gösteriş, samimiyetin ye-rini riya almışsa, sağ elimizin verdiğini sol elimizin bilmemesi gereken fedakârlıkları-mızı herkes biliyorsa, o vakit sadakalarımız Rabb’imize sadakatimizi ifade etmekten çok uzakta demektir.

    Gösteriş malzemesi yapılan sadakalar ömrümüze bereket getirmekten ziyade bizi çoraklaştırır. Riya ile safiyetini kaybeden ameller, Rabb’imizin katında, üzerinde az bir toprak bulunan ve şiddetli yağmura maruz kalınca çıplak hâle gelen kayaya benzer.8

    Halis ameller, riya ile gösteriş arzusu ile “desinler diye” yapılarak kirletildiğinde anlamını kaybeder, samimiyet olmadan değerler değerini yitirir. Cömert desinler diye infakta bulunan, âlim desinler diye ilim tahsil eden, kahraman desinler diye savaşan kimsenin çabasının hiçbir kıymeti yoktur. Hatta bu kimseler, sahte niyetlerle yapılan sahte amellerinden ötürü ahirette hüsrana uğrayacaklardır.9 Çünkü ihlası, samimiyeti bilmeyene insanlar “âlim” dese de hakiki cahil odur. Gönlünü Rabb’inin rızasıyla zenginleştirmeyenin adı “zengin” olsa da hakikatte o, insanların en yoksulu-dur. Samimiyetsiz secdelerle âbit, dünyaya gönül bağlayarak zahit, Ümmü Kays’lara hicret ederek muhacir olunmaz. Gerçek muhacir, her şeyden önce dünyaya ve dünyalıklara dair her şeyi terk ederek “ih-las”a hicret edendir. Uzaklarda bir yerlerde boynu bükük bir hâlde ihlas bizi bekliyor.

    Riyadan, kibirden, ikiyüzlülükten uzak-laşıp samimiyetin kapısını ne zaman ça-lacağız? Kulluk gösterilerinden, gösteriş bağımlılığından, iyilikleri pazarlarda sat-maktan uzaklaşıp ihlas ve takvanın gönlü-nü ne zaman alacağız? Sahi yolculuğumuz nereye, bizler kimin muhaciriyiz?

    Dipnot

    1. Tirmizi, Menakıb, 68.2. İbnü’l-Esir, Üsdü’l-Ğabe, VII, 368.3. Taberani, el-Mu’cemü’l-Kebir, IX, 103; İbn Hacer, Fet-

    hu’l-Bari, I, 10.4. Buhari, Bedü’l-Vahy, 1.5. Müslim, Birr, 34.6. Nesai, Cihad, 24.7. 7/A’râf, 29.8. 2/Bakara, 264.9. Müslim, İmare, 152.

    12 13

  • Hacı Validem İle

    Umre ZiyaretiHatice KÜBRA

    Şüphesiz Hacı Valide ile yaşanan her an, geçirilen tüm zamanlar özel ve de-ğerlidir. Hele bir de onunla yaşanan anılar mübarek topraklarda olunca çok daha kıy-metli oluyor şüphesiz.

    21 Aralık 1995 tarihinde Hamided-din Efendi Hazretleri ve Hacı Valide’m ile Rabb’im bizlere umre nasip etti, Mekke ve Medine’yi görme şerefine bizler de nail ol-duk.

    Daha yola çıkmadan, Hacı Valide’m bize oraların ne kadar güzel, huzurlu ve mübarek yerler olduğunu, oraya giden insanların dünyalık her şeyi unuttuklarını, büyük bir huzur ile kalplerinin dolup taş-tığını anlatırdı ve “Şimdi her şey çok kolay, imkânlar fazla. Bizler eskiden otobüslerle yolculuk yapardık, imkânlar kısıtlıydı, yol-larda günler geçerdi, çeşitli imtihanlardan geçerdik yol boyunca.” derdi. “Abdest al-mak için yanımızda ibrikler bulundurur-duk. Yol boyunca namazlarımızı ibrikler-deki sularla aldığımız abdestlerle kılardık.” diye buyururdu.

    “Kutsal topraklara gitmek sadece ibadet etmek için değil, nefsin terbiyesi ve sabrı öğrenmek için de gerekli.” derdi. “Şeytanlar insanlara böylesi mekânlarda daha fazla yaklaşır, onun işlediği sevaptan ziyade işle-yeceği günahları arttırıp yanlışa düşmesini ister ve vesveseyi fazla yaptırır. İşleyeceği-niz sevap da günah da misli misli oluyor. Onun için çok ama çok dikkatli, temkinli davranın.” diye bize nasihatte bulunurdu.

    Yolculuğumuzun ilk durağı Medine-i Münevvere oldu. Orayı görünce aklıma ilk gelen Darende oldu. Bu kutsal mekân Da-rende’yi yansıtıyordu adeta. Hele geceleri

    çok daha etkileyiciydi. Somuncu Baba’nın türbesi civarında da bu hissi daha önce ya-şamış gibi hissediyordum kendimi.

    Sabah olunca Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’i ziyarete gidecektik.

    İlk ziyaretimi Hacı Valide’m yaptıracaktı. Ziyaret saati gelince herkes kapının önüne dizilip kapının açılmasını bekliyordu. Tam o esnada Hacı Valide’m bana; “Aman yav-rum, çok dikkatli ol. Kapı açılınca bir izdi-

    “Kutsal topraklara gitmek sadece ibadet etmek için değil, nefsin terbiyesi ve sabrı öğrenmek için de gerekli.” derdi. “Şeytanlar insanlara böylesi mekânlarda daha fazla yaklaşır, onun işlediği sevaptan ziyade işleyeceği günahları arttırıp yanlışa düşmesini

    ister ve vesveseyi fazla yaptırır. İşleyeceğiniz sevap da günah da misli misli oluyor. Onun için çok ama çok dikkatli, temkinli davranın.” diye bize nasihatte bulunurdu.

    14 15

  • Efendi Hazretleri’nden müsaade alıp Hacı Valide’me ben de tavaf yaptırmak istedim. Efendi’m ve Hacı Valide’m müsa-ade edince ben çok mutlu oldum. Hemen Valide’mi alıp tavafa başladım. Hem dua-mızı okuyor hem de Valide’mle tavafımızı yapıyorduk. O an ben kendimi öylesine kaptırmışım ki, arabayı hızlandırmış, in-sanların ayaklarına çarpıp rahatsızlık ver-mişim. İnsanların ikazını bile fark etmemi-şim. Sonra Valide’m beni kenara çekti ve “Bak yavrum, farkında olmayarak bir ha-taya düşüyorsun. Arabayı hızlı kullanın-ca insanların ayaklarına çarpıyorsun ve onları incitiyorsun. Onların hakları sana geçer. Alacağın sevaptan ziyade günah işliyorsun.” diyerek beni güzel dille uyardı. Kenardan ve yavaş sür, kimseyi incitme, dedi. Ve aynen Hacı Valide’min buyur-duğu gibi tamamladık tavafımızı. Daha sonra namaz vakti gelene kadar Valide’m-le biraz sohbet ettik. Dedemin (Hulûsi Efendi’min) ihvanlara ettiği bir sohbeti dile getirdi.

    Deden buyururdu ki; “İnsanları ezerek, sıkıntı oluşturarak tavaf yapmak, Kâbe’yi zi-yaret edip Haceru’l-Esvet taşını öpmektense uzaktan ziyaret edin çok daha efdaldir oğul. Yakından bir sevap, uzaktan yüz sevaptır.”

    O anda aklıma gelen ilk ve tek şey şu oldu:

    Nefsine yan çıkıp da Kâbe’yi yıksan dahi

    İncitme gönül, yıkma gel, uslu gel, deli ol

    Demek ki dedim, Kâbe kul yapımı lakin insan Rabb’imin yarattığı en yüce varlık. Onu incitmek bizleri nereye sürüklerdi kim bilir?

    Yıllar sonra, 2005 yılında, Rabb’im biz-lere yine umreyi nasip eyledi. Fakat yanı-mızda bana o derin bilgileriyle eşlik edecek canım anneannem yoktu. Ama kalbimin en derinliklerine yazdığım o altın değerindeki sözleri hep yanımdaydı şüphesiz.

    İnşallah Cenab-ı Allah yaptığımız um-releri, ziyaretleri büyüklerin yüzü suyu hürmetine kabul eylesin. Rabb’im daima onlardan razı olsun.

    ham olur, arada kalıp ezilirsin. Ama sabırlı olursan, hoşgörülü olursan Rabb’im ziya-retini kolaylaştırır. Rahatça ziyarette bulu-nursun.” dedi. Valide’m, güler yüzlülüğüy-le, hoş tavırlarıyla ön tarafta olan insanların hemen dikkatini üzerine çekti. Etrafındaki insanlar Hacı Valide’ye sevgiyle bakıyor, onu sanki yıllardır tanıdıkları bir insan gibi seyrediyorlardı. Adeta ellerini tutarak onlara sevgi ve muhabbet gönderiyordu. Bunun üzerine kadınlar bize yol açıp zi-yaretimizi çok kolay yapmamızı sağladılar. Eğer biz de o hengâmeye girseydik belki de ezilip ziyaret bile yapamayacaktık.

    Yine Hacı Valide’min sevgi ve hoşgörü-sü bizlere kolaylık kapılarını açtı hamdol-sun. Ziyaretimizi yaptırdı. Hemen akabin-

    de, cennet bahçesi olan yeşil direkler ara-sında yoğunluk olmasına rağmen namaz kılmama vesile oldu. Namazım bitene dek başımda ezilmeyeyim diye durdu Canım Valide’m. Sekiz gün boyunca Mescid-i Sa-adet’e beraber gidip beraber geldik. Pey-gamberimiz’in huzurunda beraber bulun-duk. Bizlere o mutluluğu da yaşattılar.

    Sırada Mekke’yi ziyaretimiz vardı. Mü-barek topraklarda geçen her gün bizleri daha fazla huzura götürüyordu. Kâbe’yi göreceğim diye çok heyecanlıydım. Yine bir ilk ziyaretti. Hamdolsun Hacı Valide’m ve Hamideddin Efendi Hazretleri bize ön-derlik edecekti. Bu durum benim sevin-cimi arttırıyordu. Buralar insanların çok daha fazla şükretmesini sağlıyordu. Hacı Valide’m yorulmasın diye tavafları teker-lekli sandalye ile yaptırılıyordu.

    16 17

  • Bana göre aşk; sevenin bir sevilen üzerinde yoğunlaşması sebebiyle ona kuvvetle bağlanması ve güçlü bir arzuyla onu istemesi duygusudur. Âşık, maşuka sahip

    olmak, bunun mümkün olmayacağını görünce de ona ait olmak ister.

    Akıl Tutulması Ya da

    Gönül Yangını:

    AşkEmine Büşra YÜKSEL

    Sâde ve anlaşılır bir ifade ile aşk; sevginin yüksek tansiyona dönüşmüş hâlidir. Anlatıl-maz, yaşanır, her insanda farklı etkilere yol açar, önemli sonuçlar doğurur. Her insan farklı bir etki ile çarpıldığından aşkın tanımı üzerinde bir ittifak yapılamaz. Bu sebeple de herkes kendi aşkının tanımını yapar.

    Bana göre aşk; sevenin bir sevilen üze-rinde yoğunlaşması sebebiyle ona kuvvetle bağlanması ve güçlü bir arzuyla onu istemesi duygusudur. Âşık, maşuka sahip olmak, bu-nun mümkün olmayacağını görünce de ona ait olmak ister. Geniş anlamda aşk, bir kadın ile bir erkek arasında meydana gelen duygu-sal iletişimden ziyade, bir şeyi güçlü bir ira-deyle istemektir. Başarıya olan tutku, azim ve hırs da aşktan sayılır. Bunun için olmalı, eski-ler, “Aşk olmayınca meşk olmaz.” demişlerdir.

    Acı ya da tatlı nesnelerin tanımını yapa-bilsek bile, acı ya da tatlıyı dimağımızda his-setmediğimiz müddetçe bu ikisi hakkında sadece terimsel bir bilgiye sahip oluruz. Bu durum, eskilerin deyişi ile ilme’l-yakîn bir bil-gidir. Duygusal yoğunluğun sevgi mi, aşk mı, yoksa tutku mu olduğu onun hakka’l-yakîn (bizzat yaşayarak bilme ve anlama) bilinme-sine bağlıdır. Aşk da böyledir ve “Ateş düştü-ğü yeri yakar.” atasözünde ifade edildiği gibi, bütün boyutlarıyla onu ancak yaşayan bilir. Aşk, Yavuz unvanlı Padişah Sultan Selim’e,

    Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan

    Bir gözleri ahuya zebun etti beni felek.

    dedirtmiştir.

    Bu çarpıcı ruh hâli, hiç şüphesiz en fazla, bekâr olan gençlerimizin zihinlerini meşgul eder. Başlangıçta saf ve samimi bir kalp ha-reketi olarak başlayan aşk, âşığı mutlu sona götürebileceği gibi, felaketlere de sürükle-yebilir. Aşkı uğruna cinayet işleyen, intihar eden ve çeşitli olaylar çıkaranların trajik

    öyküleri, haberlere, filmlere ve destanlara konu olmaktadır.

    Bir düşünür şöyle diyor: “Aşktan başka batıla benzeyen hak, hakka benzeyen batıl görmedim. Onun ciddisi şaka, şakası ciddi-dir. Başlangıcı oyun, sonu ise ölümdür.”

    Bu paradoks, âşığın duygularında daha net ortaya çıkıyor. Âşıkta, yeis ile ümit, kor-ku ile cesaret, acı ile neşe, zulüm ile adalet, açlık ile tokluk, üşüme ile yanma, gülme ile ağlama duyguları bir arada bulunur. Bu bir-birine zıt duyguların çatışması esnasında âşık çok ezilir ama gün geçtikçe olgunlaşır da. Bailey de “Aşk dünyanın en tatlı mut-luluğu ile en derin acısından yaratılmıştır.” sözü ile aşktaki paradoksa dikkat çekmek-tedir. Âşık vuslata ermese de aşkın eğittiği “olgun kişilik”, önemli bir kazanım olarak âşığın yanına kâr kalır. Dostoyevski ise, “Acı ve üzüntü, engin bir bilinç ve derin bir yürek için her zaman gereklidir.” sözü ile aşk acısı-nın eğitici yönünü öne çıkarır.

    Aşk şairlerinden Fuzûli’ye göre ise aşk her şeydir:

    İlm-i kısmi ile paye-i rif’at

    Arzu-yı muhal imiş ancak

    Aşk imiş her ne var âlemde

    Gerisi kîl ü kal imiş ancak

    Fuzûli aşkı her şey saysa da yaşayanlarca da tecrübe edildiği gibi aşk, bir insanın ha-yatında aldığı en büyük risktir. Aşk, insanın sadece aklına, sağlığına ve iş hayatına zarar vermekle kalmaz, kişiyi şirke de götürebilir. Maşuktan başka bir şey düşünmeyen, ma-şuku yücelten, her yerde onu gören, gör-mek isteyen, onu düşünen, adeta maşukun zikri ile hemhâl olan âşıkın inanç yönünden durumu tehlikeli bir noktadadır. Zira dünya hayatında hiç kimse Allah ve Rasûlü’nden daha fazla sevilmeye layık değildir.

    18 19

  • Bir Nisan günü, kırkikindi yağmurlarıyla uğurladığımız Hacı Valide’mizle ne çok anımız olduğunu sonradan anladım. Hayattayken belki çok önemli olmayan en ufak

    bir hareketi bile hep tek tek geçiyor gözlerimin önünden. Bunlar benim için paha biçilmez anılar olarak kalacak hep.

    Raziye SAĞLAM

    Hacı Valide

    Sevgisi

    “Bütün sıcaklığını hâlâ yüreğimde his-settiğim bir sevgi kuşatmasının adıydı o. Çünkü bağrına basınca, damarlarıma ka-dar anne şefkatini hissettiğim bir halet-i ruhiye kaplardı içimi.”

    “Hulûsi Efendi’nin zevcesi, binlerce gö-nül dostunun “Hacı Valide”si Hacı Naciye Ateş Hanımefendi öyle bir anne idi ki, şef-kat ve merhamet timsaliydi. Örnek hayatını Allah’ın emirlerine, Peygamberimiz’in sün-netine ve tasavvufî ahlak ilkelerine candan bağlı bir hanım olarak yaşadı.”

    Seyyid Hamid Hamideddin Efendi, “Gülname” adlı eserde, annesini bu cümle-lerle anlatıyor. Bu satırları okurken, insanın içi sımsıcak bir sevgi ve tarifi yapılamayan bir hasretle doluyor. Hacı Naciye Ateş Ha-nımefendi ya da cümlenin dediği gibi Hacı Valide’mizi anlatırken bu hasreti hissedi-yor olsak da, onunla yeniden yaşıyor olmak değiyor her şeye.

    Hacı Valide, o devirlerde âdet olduğu üzere, eşinin ailesinin yanına gelin geldi. Hulûsi Efendi Hazretleri’nin annesi Fatıma Hanım, gelininin güler yüzle ve hiç aksat-madan hem eş hem gelin hem de anne olarak en güzel şekilde hizmet ettiğini gör-dükçe gülümser ve kendi kendine “Ne de olsa Keyveni Hanım’ın kızı...” derdi. Keyve-ni Hanım, mahallede çok saygı duyulan ve her işte akıl danışılıp örnek alınan hanım anlamına geliyordu ki, Zeynep Hanım’a mahalleli “Keyveni Hanım” derdi.

    Nitekim Osman Hulûsi Efendi Hazret-leri yıllar sonra bir sohbette:

    - Hacı Hanım’ın babasının serveti öyle çoktu ki, “Yeniceli Mehmet Ağa’nın malını akarsuyun önüne koysanız, suyu keser.” derlerdi. Öyleyken Hacı Hanım geldi, bi-zim çilemizi çekti, demiştir.

    Yine bir gün:

    - Hacı Valide’niz sayesinde biz böy-leyiz. Hacı Hanım bize çok sabretmiştir. Hacı Hanım evin direğidir, der.

    Allah’ın bir lütfu olarak, Es-Seyyid Os-man Hulûsi Efendi Hazretleri’ni ve Hacı Va-lide’mizi görme, özellikle Hacı Validemiz’le birlikte çok zaman geçirme fırsatımız oldu. Oğulların en hası Hamideddin Efendi Haz-retleri’nin dediği gibi, gerçekten de “Gönül tahtının incisi, Validelerin Has Sultanı”ydı o. Yanına vardığınızda, Hulûsi Efendi Hazret-leri’nin “Onulmaz dertlerin çaresi yarda var.” dizesindeki gibi, sanki derdinizin dermanını bulmaya gelmiş gibi hissederdiniz kendinizi.

    Bir Nisan günü, kırkikindi yağmurlarıyla uğurladığımız Hacı Valide’mizle ne çok anı-mız olduğunu sonradan anladım. Hayattay-ken belki çok önemli olmayan en ufak bir hareketi bile hep tek tek geçiyor gözlerimin önünden. Bunlar benim için paha biçilmez anılar olarak kalacak hep. Çocukluğumda Hacı Valide’yi, ya Devlethane’nin mutfağın-da yemek yaparken ya da ziyaretine gelen hanımların dertlerini dinlerken hatırlarım. Bir de çok acılı zamanlarında bile ışıltıyla bakan ela gözlerini...

    İnsan sevdiklerini kaybedince, hayat-tayken olduğundan daha çok düşünüp hatırladığını anlar. Her vesileyle, birlikte geçirdiği zamanları hatırlar. O zamanlar bazen güzel bir anı olarak gözümüzü ya-şartır, bazen de zor zamanlarımızda bize güç verir, yol gösterir. En çok da yüreğimiz-de ona olan özlemi arttırır. İşte o zaman bununla baş edebilmenin güç olduğunu düşünürüz. O anda, “Kişi sevdiği ile bera-berdir.” hadis-i şerifine güvenerek “Ebedî hayat var. İnşallah orada buluşuruz.” diye bir dua dökülür dilimizden.

    20 21

  • Ana odur ki, evladını ahirete bağlasın, dünyaya değil… Anne Hanne olursa evlat Meryem olur. Ana odur ki, evladına ilk kelime olarak “Allah”, ilk cümle

    olarak da “La ilahe illallah” dedirtir.

    Büşra Sümeyye YILDIZ

    Evlatlarını Rabb’ine Adayan

    Analar

    İşte gerçek ana: Hanne Valide gibi ev-ladını Rabb’e adayan ana. Hani Meryem Valide’mizin anası Hanne senelerce evlat sahibi olamadı. En nihayet hamile kaldığını anlayınca Kur’an-ı Kerim’in Âl-i İmran Su-resi 35. ayetinde geçen şu duayı yaptı: “Ya Rabbi! Karnımdakini sana adadım, kabul et. Şüphesiz ki sen işiten ve bilensin.”

    Ana odur ki, evladını ahirete bağlasın, dünyaya değil… Anne Hanne olursa evlat Meryem olur. Ana odur ki, evladına ilk ke-lime olarak “Allah”, ilk cümle olarak da “La ilahe illallah” dedirtir. Çünkü o yavruyu o anaya veren, Allah azze celledir. Bu o ana-nın Rabb’e vefasıdır. Ana odur ki, daha evla-dı karnındayken yavrusunu Rabb’e adasın.

    Ey müstakbel analar, toplumun gözbe-beği genç kızlar, kadınlık fıtratına dönme-den, ne hayırlı bir ana ne de hayırlı bir eş olabiliriz.

    Tevfik Fikret’in dediği gibi;

    ‘Yükselirse kadın beşer yükselir,

    Alçalırsa kadın beşer alçalır.

    Ana vardır, çağ kapatıp çağ açan Fatih doğurur.

    Ana vardır, şer saçan evlat doğurur.

    Bayrak şairi Arif Nihat Asya, Fetih Mar-şı’nda ne diyordu:

    Yürü hâlâ, ne diye oyunda oynaştasın

    Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.

    Kızım sen de Fatihler doğuracak yaştasın.

    Sevgili kızlarım, analık, zevcelik gibi şeref-li bir vazifeye aday cennet güllerim! İslâm’ın tadına vardığınız zaman gerçek değerinizi fark edeceksiniz. Sakın ola bu değeri geçici dünyanın sahte iltifatlarında aramayın.

    Çünkü dünyada verilen değer, sıfatla-rınız gidince yani gençliğiniz, güzelliğiniz gidince biter. Ama El-Vafi olan Allah, onun yolunda sarf edilen hiçbir şeyi zayi etmez. Allah yolunda giden gençliğe ebedî, solma-yan bir gençlik verilir.

    İlk şehide Hz. Sümeyye Ana’mız gibi. Esmer, zayıf bir hanımdı Sümeyye Ana’mız. Ama gözü ahirete açık olan arifler, Sümey-ye Ana’mız şehit olduktan sonra cennetin kapısından gencecik ve çok güzel bir şekil-de içeriye girdiğini müşahede ettiler.

    Kim kazandı, kim kaybetti cennet gül-lerim? Üç günlük dünyanın geçici hevesle-ri için gençliğini kullanan mı, yoksa ebedî gençlik için sabredip edebiyle, örtüsüyle gençliğini muhafaza eden mi?

    Rabb’im hayat yolculuğunda en önemli süreç olan gençliği, kendi yolunda yaşatsın ve hepinizi cennetin âşıkları, her gün Mev-lâ’ya “Beni o gence kavuştur.” diyen Peygam-ber âşığı gençlerden eylesin. Âmin…

    Amaç; kadını ve aileyi ifsat ederek top-lumu yok etmektir. Allah düşmanları, İslâm toplumlarını içten çökertmede ilk önce annelik vasfıyla toplumun eğiticisi olan ka-dınları hedef almış, onu ifsat etmek için el-lerinden geleni yapmışlardır. Çünkü kadının ifsadını toplumun ifsadı takip edecektir. Bu uğurda birçok sahte fikirler ortaya atmış, ka-dını gerçek özgürlüğünü bulduğu dininden koparmaya çalışmış ve her şeyini seferber ederek bu nadide varlığı kişiliksiz bir metâ haline getirmek için komplolar kurmuştur.

    Bilinçli bir Müslüman hanım, elbet-te bunların farkındadır; çevresindekileri Kur’an ve sünnet yoluna davet etmede ve onları düşmanların komplolarına karşı uyar-mada hırslıdır. Allah’tan bizi, sevdiği ve hoş-nut olduğu her şeyde muvaffak kılmasını di-

    22 23

  • ler, sözlerimiz sebebiyle bizi kınamamasını niyaz ederiz.

    Sevgili gençler! Şu nasihatlerime iyi ku-lak vermenizi istiyorum:

    Değerli gençler! İslâmî kavramları sakın hafife almayın! Namazı sakın terk etmeyin! Sakın açılıp saçılmayın ve örtünmenize çok dikkat edin! Üçüncü şahısların yuvanın dir-liğini olumsuz etkileyecek sözlerine aldır-mayın. Evinizin ve eşinizin mahremiyetini ifşa etmeyin. Mütedeyyin kızlarla arkadaş-lık kurun, gıybet ve koğuculuk yapmayın, laf taşımayın! İster Batılı, ister yerli hiçbir kâfiri taklit etmeyin, özellikle dinî bilginizi arttırmada gayretli olun. Rabb’inizden sabır ve sebat niyaz edin. Ahiret hayatını sakın unutmayın! Allah (c.c.)’a ve Rasûlü (s.a.v.)’e isyana çağırmadıkları sürece; eşinize, anne ve babanıza karşı gelmeyin! Nefsinizi yol-

    dan çıkaran moda dergilerinden, müsteh-cen şarkılardan ve müzikten uzak durun! Kur’ân okumaya, öğrenmeye ve biliyorsanız öğretmeye gayret edin. İster telefon, ister sosyal medya yoluyla, ister başka bir yolla olsun, flört denilen şeyin her türünden son derece uzak durun.

    Şunları da asla ihmal etmeyin: Allah (c.c.)’a gerçek bir şekilde iman edin ve imanın gerektirdiği esaslara bağlı kalın. Rasûlullah (s.a.v.)’in hayat tarzına dikkat etmeyi ihmal etmeyin. Allah (c.c.)’a her zaman duâ edip O’na yönelmeyi, O’ndan bağışlanma dile-meyi ve âhiret için de hazırlıklarda bulun-mayı asla ihmal etmeyin.

    Değerli gençler! Bu nasihatleri kendiniz, anneniz, babanız için ve en önemlisi dininiz ve şerefiniz için tutun! Allah yâr ve yardım-cınız olsun.

    Hacı Naciye Valide

    Göçtün ebedî dünyayaHacı Naciye ValideKavuştun Yüce Mevla’yaHacı Naciye Valide

    Yattığın yerler nur olsunMakberine huzur dolsunFatma Ana komşun olsunHacı Naciye Valide

    Rabb’im mükâfatın vereFirdevs bahçesine gireYoldaş olan hurilereHacı Naciye Valide

    Yürüdün cennet mekânaKevser’den iç kana kanaBehrami duacı sanaHacı Naciye Valide

    Âşık Behram AKTEMUR

    24 25

  • Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Cüveyriye’yi zevceliğe kabul etmek üzere babası Hz. Haris bin Ebu Dırar’dan istedi. Baba Haris buna muvafakat gösterdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Berre’yi eş olarak aldığını duyan Müstalikoğullarından birçok kimse, bunun

    üzerine Medine’ye gelerek Müslüman oldu.

    Hz. Cüveyriye Binti Haris (r.ah.)

    Rüyasında Peygamberimiz (s.a.v.) İleEvleneceğini Gören

    Asıl adı Berre (hayırlı kadın) olan Hz. Cü-veyriye (küçük hanım), Benî Müstalik Kabi-lesi’nin müşrik reisi Hâris b. Ebu Dırar’ın kızı olarak dünyaya geldi. Berre, amcasının oğlu Müsafi’ bin Safvan ile evliydi. Benî Müsta-lik Kabilesi’nin önderliğinde müşrik Arap boyları, Medine’de yaşayan Müslümanla-rın üzerine saldırıya hazırlandı. Hicret’in beşinci yılında Peygamberimiz (s.a.v.) bu saldırıya karşı bir ordu hazırladı ve düşman ordusunu ansızın yakalayıp onları mağlup etti. Esirlerin arasında, dul kalan Berre de bulunmaktaydı. Fidye ödemesi şartıyla hür-riyetine kavuşacaktı ancak bu miktarda bir parası olmadığı için, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e müracaat etti. Rasûl-i Ekrem Efen-dimiz (s.a.v.), ona, “Sana, bundan daha ha-yırlı olan yok mudur?” diye sordu. Berre, “Ya Rasûlallah! Hakkımda yapacağınız bundan daha hayırlı şey ne olabilir ki?” dedi. Pey-gamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle cevap verdi: “Senin kurtuluş fidyeni ödeyerek seni zev-celiğe kabul etmemdir.”1

    İşte bu sürpriz teklifin karşısında Berre, birkaç gün önce görmüş olduğu ve herkes-ten gizlediği rüyayı zihninde ve kalbinde canlandırdı ve büyük bir mutluluk içinde tereddütsüz olarak Peygamber eşi olmaya razı oldu. Rüyada gördüklerinin Rahmanî olduğuna inanan Berre, ruhunda Peygam-berimiz (s.a.v.)’e karşı çok hususî bir sevgi-nin doğduğunu hissetti ve tebessüm ede-rek şöyle cevap verdi: “Ya Rasûlallah! Eğer, beni bu şerefe nail ederseniz, şüphesiz, benim için bundan daha hayırlı bir devlet ve saadet olamaz.”2

    Öyle ise şimdi bu rüyanın içeriğini ve so-nuçlarını bizzat Hz. Cüveyriye (r.anh)’den dinleyelim:

    “Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yurdumuza gelişinden üç gün önce bir rüya gördüm. Sanki dolunay Yesrip’ten (Medine’den)

    kalkıp kucağıma konmuş gibiydi. Bunu in-sanlardan hiç kimseye anlatmak isteme-dim. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.) geldi. Esir düştüğümüzde rüyamın gerçek olacağını umdum. Sonra Peygamber (s.a.v.) beni azat edip benimle evlendiğinde, vallahi ben hiç kimseye bir şey söylemeden, Müslümanlar kendiliklerinden, kavmimden olan esirleri serbest bıraktılar. Amcakızlarımdan biri ge-lip durumu bana bildirinceye kadar da bun-dan haberim olmadı. Olayı işitince Yüce Allah’a hamd ettim.”3

    Hakikaten Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in, Berre’yi zevceliğe alacağını gören ashab-ı kiram, “Rasûlullah’ın zevcesinin ak-rabaları artık esir kalmamalıdır.” diyerek, el-lerindeki bütün esirleri serbest bıraktılar. İd-det müddeti geçtikten sonra Hz. Peygam-ber (s.a.v.), Hz. Cüveyriye’yi zevceliğe kabul etmek üzere babası Hz. Haris bin Ebu Dı-rar’dan istedi. Baba Haris buna muvafakat gösterdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Berre’yi eş olarak aldığını duyan Müstali-koğullarından birçok kimse, bunun üzerine Medine’ye gelerek Müslüman oldu.

    Hz. Muhammed (s.a.v.), “hayırlı kadın” anlamındaki “Berre” isminde kendi kendini temize çıkarma gibi bir iddianın olduğuna işaret etmiş ve bunun yerine yeni eşine “kü-çük hanım” veya “küçük kız” anlamına gelen Cüveyriye ismini vermiştir. İslâm’a girdikten sonra manevî hayatını takva ile süsleyen, sosyal hayatta ise yoksullara son derece cömert ve şefkatli olan Hz. Cüveyriye Va-lide’miz, Hicret’in 56. yılında Medine’de vefat etti. Cennetü’l-Bakî Mezarlığı’na def-nedilmiş olan Hz. Cüveyriye (r. anh)’nin ce-nazesini Medine Valisi Mervan bin Hakem kıldırmıştır.4

    Asuman Kolsuz SEYYAR

    Dipnot

    1. Tabakât, 8: 116; 117; 177.2. Tabakât, 8: 116;117; 177.3. Ali el-Kevrânî el-Amilî; II: 359360.4. Tabakât, 8: 116;117.

    26 27

  • Balkonda, evde ya da bahçede saksılarınızın güzelliğiyle fark yarat-mak istiyorsanız sizin için güzel ve uygulanabilir bir fikir keşfettik. Man-dallar yardımıyla yapılan bu saksı, tah-min ettiğimizden daha şık görünüyor. Görünümünü sevdiyseniz kolları sıvayın, nasıl yapılacağını anlatıyoruz:

    Malzemeler: 21 adet ahşap mandal, bronz sprey boya, ahşap kalemi ve 5 kutu teneke ton balığı konserve kutusu.

    Mandallarınızın sıralama şekillerine göre yerlerini belirleyin. Konserve kutularının içindeki ton balıklarını ayırdıktan son-ra, kokularının iyice çıkmasını sağlayın. Ton balığı kokan saksılarınız olsun iste-mezsiniz değil mi? Geriye kalan işlem mandalları sıralamak. Bronz sprey boyayla da ahşabın ham görüntüsünü ortadan kaldırdıktan sonra çok şık ve kullanışlı saksılara sahip olacaksınız.

    Dekoratif Saksılar

    Her ne kadar “doğal” kelimesi ürünlerin tamamen doğal yollardan, hiçbir kimyasal ilaç ve gübre kullanılmadan elde edilmesini çağrıştırıyor olsa da “doğal’ kavramının ka-nun ve yönetmeliklerde yerinin olmaması nedeniyle bu noktada tam bir garanti sağ-layamaz.

    Piyasada ‘doğal’ ürün adı altında satılan ürünler tüketicide ‘organik’ ürün izlenimi oluşturmaktadır. Ancak bu sadece tüketi-ciyi etkilemek -hatta kandırmak da diyebi-liriz- için uygulanan bir pazarlama yönte-midir.

    Doğal ve organik gıdalar arasındaki en bü-yük fark, organik gıdaların kontrol altında yapılmasıdır. Organik gıdalar için; organik, biyolojik, ekolojik terimlerini kullanabiliriz fakat doğal gıdalarda bu gibi terimlerin ga-rantisi yoktur.

    Doğal gıdalarda da herhangi bir tarım ila-cı, kimyasal gübre kullanılmaz fakat bunun herhangi bir resmî kontrol süreci ve bel-gelendirilmesi yoktur. Bu sebepten dola-yı, doğal gıda adı altında satılan ürünlerin herhangi bir garantisi yoktur. Oysa organik

    gıda üreticilerinin Tarım Ba-kanlığı tarafından onaylan-mış belgeleri vardır.

    Bir Ürünün Organik Olduğunun Anlaşılması

    Ürünlerin organik olup olmadığının anlaşılmasındaki ilk kriter, organik ürün sertifikasına sahip olup olmadığıdır. Bu sertifikasyon her aşamasında kontrollü bir şekilde yapılır. Bu yüzden organik ürün üretimi ve organik tarım faaliyetine girmiş her firma ilk olarak kontrol ve sertifikasyon sürecine başvurur.

    Bu başvuruyu takiben, başvuru yapan fir-manın arazisinin ve arazi çevresinin özel-likleri göz önüne alınarak, organik tarım yapan firmanın üretim yapıp yapamayaca-ğına karar verilir. Bu aşamadan sonra firma ile kuruluş arasında bir sözleşme yapılır. Bu kontrol ve sertifikasyonlar, Bakanlık tarafın-dan yetkilendirilmiş kuruluşlar tarafından yapılır. Bu kuruluşlar finansal ve yönetim olarak bağımsızdırlar.

    Doğal Gıdalar Arasındaki FarkOrganik Gıdalar ile

    28 29

  • Eskiden hanımlar eşlerini işe gönderirken, “Aman bey, bize haram para getirme, biz açlığa dayanırız; fakat cehennem ateşine dayanamayız.” derlerdi.

    M. Emin KARABACAK

    Aile İçindeki Huzurun Sırrını Keşfedebilmek

    Cenab-ı Hak tarafından “En güzel bi-çimde yaratılan”1 insanoğlu, evlilik haya-tında kendisinden beklenen güzelliği gös-terememektedir. Evlilikte de kendisinden sadece kul olunması istenen insanoğlu, hayat şartlarını ve zamanının olmadığını bahane ederek, sorumluluklarını yerine getirmemektedir.

    Cenab-ı Hakk’ın; “Ben cinleri ve insan-ları, ancak bana kulluk etsinler diye yarat-tım.”2 buyurduğu ve görevi sadece Allah’a kulluk olan insanoğlu, çoğu zaman yaratı-lış gayesi dışına çıkmaktadır.

    Söylem olarak en iyi şekilde kul olmak istediğini söyleyen insanoğlu, davranış olarak söylemlerinin tersini yapmaktadır. Allah’a kul olma konusunda söylemleriyle davranışları arasında tutarsızlık içinde olan insanoğlu, bu hâliyle hem bu dünyasını hem de öbür dünyasını sıkıntıya sokmak-tadır.

    Gönderiliş gayesi olan Rabb’ine kulluk bilincini unutan insanoğlu, mutlu olmak

    için farklı alanlara yönelmektedir. Evlilikte mutluluğu Rabb’ine kul olmakta aramak yerine dışarıda arayan insanlara, Cenab-ı Hak tarafından kendilerinin de tarif ede-medikleri sıkıntılar verilmektedir. Adını kendilerinin de koyamadıkları bu sıkıntılar-dan kurtulmak için de eşler, huzur ve mut-luluğu değişik şeylerde ve farklı yerlerde aramaktadırlar.

    Aile içindeki huzursuzluğun nedeni için seleflerden biri şöyle der: “Ben Allah’a karşı isyan ettiğimi eşimin ve atımın huy-suzlanmasından anlarım.”3

    Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Kişi, evlendiği zaman dininin yarısını ko-rumuş olur. Geriye kalan yarısı için de Al-lah’a karşı gelmekten sakınsın.”4

    Eskiden hanımlar eşlerini işe gönderir-ken, “Aman bey, bize haram para getirme, biz açlığa dayanırız; fakat cehennem ateşi-ne dayanamayız.” derlerdi. Gelinlik kız ara-nırken de “helal süt emmiş” biri olmasına

    30 31

  • dikkat edilmesinin temelinde bu yatmak-tadır.

    Oysa günümüzde öyle mi? Gelsin de nereden gelirse gelsin anlayışı ile gelin ya da damat adayı için sorulan ilk soru; nere-de çalışır ya da babası ne iş yapar sorusu-dur. Gelin ya da damat adayının ahlakı sor-gulanmadan ve sadece maddiyata dayalı yapılan evliliklerde aile içi kavgalar eksik olmayacaktır.

    Behlül-i Dânâ Hazretleri bir gün Harun Reşid’den bir vazife ister. Harun Reşid de ona çarşı pazar denetimini verir.

    Behlül-i Dânâ Hazretleri hemen işe koyulur. İlk olarak bir fırına gider. Birkaç ekmek tartar, hepsi normal gramajından noksan gelir. Dönüp fırıncıya sorar:

    - Hayatından memnun musun, geçine-biliyor musun, çoluk-çocuğunla ağzının tadı var mı?

    Adam da her soruya olumsuz cevap ve-rir. Memnun olduğu hiçbir şey yoktur.

    Behlül-i Dânâ Hazretleri bir şey deme-den ayrılır ve bir başka fırına geçer. Orada da birkaç ekmek tartar ve görür ki bütün ekmekler gramajından fazla geliyor, eksik gelmiyor. Aynı soruları bu fırının sahibine de sorar ve her soruya olumlu cevap alır.

    Bundan sonra başka bir yere uğrama-dan, doğru Harun Reşid’in huzuruna çıkar ve yeni bir vazife ister. Harun Reşid; “Beh-lül, daha demin vazife verdik sana, ne ça-buk bıktın?” der.

    Behlül-i Dânâ Hazretleri: “Efendimiz çarşı pazarın ağası varmış. Benden önce ekmekleri tartmış, vicdanları tartmış, buna göre herkes hesabını ödemiş, bana ihtiyaç kalmamış.” der.5

    Dipnot

    1. 93/Tin, 4.2. 51/Zâriyât,56.3. Evliyalar Ansiklopedisi, İhlâs Gazetecilik (Türkiye

    Gazetesi) İstanbul 1992.4. Heysemi, Mecmeu’z-Zevaid, No: 7310.5. Bilinçaltı Aptaldır Şakadan Anlamaz, M. Emin Kara-

    bacak, Tebeşir Yayınları, Konya 2012.

    32