Upload
others
View
8
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (DİN SOSYOLOJİSİ)
ANABİLİMDALI
TÜRKİYE’DE SOSYOLOJİ ÇALIŞMALARINDA
DİN OLGUSUNUN YERİ
(HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ÖRNEĞİ)
Yüksek Lisans Tezi
Mehmet Latif Çevik
Ankara 2015
T.C
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (DİN SOSYOLOJİSİ)
ANABİLİMDALI
TÜRKİYE’DE SOSYOLOJİ ÇALIŞMALARINDA
DİN OLGUSUNUN YERİ
(HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ÖRNEĞİ)
Yüksek Lisans Tezi
Mehmet Latif Çevik
Tez Danışmanı
Doç. Dr. İhsan Çapcıoğlu
Ankara 2015
T.C
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (DİN SOSYOLOJİSİ)
ANABİLİMDALI
TÜRKİYE’DE SOSYOLOJİ ÇALIŞMALARINDA
DİN OLGUSUNUN YERİ
(HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ÖRNEĞİ)
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı: Doç. Dr. İhsan Çapcıoğlu
Tez Jüri Üyeleri:
Adı ve Soyadı İmzası
Doç. Dr. İhsan Çapcıoğlu (Danışman) ………………
…………….. ………………
……………. ………………
Tez Sınav Tarihi:………………
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun
olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana
ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan
ederim. (…./…./2015)
Tezi Hazırlayan Öğrencinin
Adı ve Soyadı
Mehmet Latif Çevik
İmzası
I
ÖNSÖZ
Bu araştırma, Hacettepe Üniversitesi örneğinde Türkiye’deki sosyoloji
çalışmalarında din olgusunun yerini belirmeye yöneliktir. Araştırma giriş ve sonuç
dışında iki bölümden oluşmaktadır. Araştırmanın birinci kısmında din, kültür ve
modernleşme kavramları açıklanmıştır. Kavramlar açıklanırken din-kültür ve
modernleşme ilişkisi de belirtilmeye çalışılmıştır.
Araştırmanın ikinci kısmında Hacettepe Üniversitesi’nde 1990-2015 yılları
arasında yapılmış ve din olgusunu içeren yüksek lisans ve doktora tezleri
değerlendirmeye alınmıştır. Değerlendirme, birince bölümde tanımlamaları yapılan
din, kültür ve modernleşme kavram üçlüsü çerçevesinde yapılmıştır. Toplum ve din,
toplumsal bütünleşmede dinin rolü, kültür, modernleşme ile din ilişkisi analizlerin
temel karakterini oluşturmaktadır. Çalışmalar incelendiğinde, dinin toplumla olan
ilişkisi karşılıklı bir tarzda ele alınmış, özellikle dinin toplumsal dayanışmadaki rolü
önemle vurgulanmıştır. Kültür ve din ilişkisi çerçevesi daha çok Türkiye’nin
modernleşme sürecinde karşı karşıya kaldığı gerginlik ortamı belirtilerek bu beyan
edilmiş fikirlere yer verilmiştir. Dolayısıyla modernleşme ve din ilişkisi de yine aynı
temelden yola çıkılarak betimlenmeye çalışılmıştır.
Yüksek lisans dönemi ve çalışmam süresince yardımları ile yanımda olan
çok değerli hocalarıma teşekkür etmem gerekir. Tezi belirlememde bana yardım eden
ve sürekli güven veren hocam Prof. Dr. Niyazi Akyüz hocama teşekkürlerimi
sunuyorum. Yine tez çalışmam süresince fikirleriyle yardımını esirgemeyen
danışmanım sayın Doç. Dr. İhsan ÇAPCIOĞLU’na, aynı şekilde dostane yaklaşımı ve
çalışmam ile ilgili yardımlarından dolayı Doç. Dr. İhsan TOKER’e teşekkürlerimi
II
sunuyorum. Son olarak her zaman yanımda olan ve destekleyen sevgili eşim Handan
ÇEVİK’e teşekkür ediyorum.
III
KISALTMALAR
A.Ü. : Ankara Üniversitesi
B.Ü. : Boğaziçi Üniversitesi
C.Ü. : Cumhuriyet Üniversitesi
çev. : Çeviri
s. : Sayfa
ss. : Sayfalar
S.Ü. : Selçuk Üniversitesi
T.D.V. : Türkiye Diyanet Vakfı
yay. : Yayınevi
YÖK : Yükseköğretim Kurumu
YLT. : Yüksek Lisan Tezi
vb. : Ve benzeri
vd. : Ve diğerleri
vs. : Vesaire
IV
İÇİNDEKİLER
Önsöz………………………………………………………………………………..I
Kısaltmalar………………………………………………………………………….III
İçindekiler…..……………………………………………………………………….IV
GİRİŞ
I- Araştırmanın Problemi.. ………………………………………………………….1
II – Araştırmanın Amacı ve Önemi…...…………………………………………….15
III – Araştırmanın Yöntemi…………………………………………………………16
IV – Araştırmanın Kapsam ve Sınırlılıkları………………………………………...16
I. BÖLÜM
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
1 – Din…..…………………………………………………………………………..18
2 – Kültür…..……………………………………………………………………….30
3 – Modernleşme…….…………………………………………………………….,41
V
II. BÖLÜM
KURAMSAL ÇERÇEVE
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ’NDE YAPILMIŞ OLAN LİSANSÜSTÜ
ÇALIŞMALARDA DİN OLGUSU
I. LİSANS ÜSTÜ TEZLER VE ÖZETLERİ…………………………………..54
II. LİSANSÜSTÜ TEZLERDE DİN OLGUSU.……. ………………………...62
1-Sosyoloji ve Din………………………………………………………...............62
2-Toplum ve Din………………………………………………………………….67
3- Kültür ve Din…………………………………………………………………..75
4- Modernleşme ve Din…………………………………………………………..82
DEĞERLENDİRME, SONUÇ VE ÖNERİLER……………………………..107
KAYNAKÇA…..………………………………………………………………..117
ÖZET…..………………………………………………………………………..122
ABSTRACT..….………………………………………………………………...124
GİRİŞ
1. Araştırmanın Problemi
İnsan toplumu söz konusu olunca, onun evrensel özelliklerinden biri olan
dini inanç ve uygulamaları akla gelmektedir. İnsanlar bu uygulamaları yerine
getirirken aynı zamanda bunlar üzerinde düşünme eylemini de gerçekleştirmişlerdir.
Böylece ilahiyat, felsefe ve karşılaştırmalı din gibi bilimler ortaya çıkmıştır. Sosyoloji
bilimi de ortaya çıktığı andan itibaren din ile ilgili olarak yeni bir inceleme alanı
olduğunu ifade etmiştir.1 Sosyoloji biliminin kurucusu kabul edilen Comte ve
ardılları, bu yeni bilimin inceleme tarzı ile din hakkında fikirlerini dile getirmişlerdir.
Bu anlamda Comte, Durkheim, Marx ve Weber’in sosyolojinin ilk öncüleri olmaları
hasebiyle, din hakkındaki fikirlerinin burada ele alınması araştırmanın problematiğini
açıklamak açısından faydalı olacaktır.
Comte, sosyoloji biliminin adını koyup, ona hız ve yön verirken onu
pozitivist felsefe anlayışıyla şekillendirmiştir. Pozitivist düşünceye sahip olanlar da
sosyal olguların eşya gibi ele alınabileceğine, bu olguları araştıranların ise bir
tarafsızlık tutumu içinde olabileceklerini ve bu şekilde oluşturulmuş araştırmalardan
genel toplumsal kanunların çıkarılabileceği bir deneysel genellemeler bütününü
aşamalı bir şekilde geliştirebileceklerine inanmışlardır. Elde edilen bu kanunlar iki
çeşitti: Biri sosyal statiğin kanunları, diğeri ise sosyal dinamiğin kanunları.2
1 Betty R. Sharf, “Dine Sosyolojik Yaklaşım: Öncüler”, Din Sosyolojisi Klasik ve Çağdaş Yaklaşımlar,
Çizgi Yayınevi, Ed. Bünyamin Solmaz; İhsan Çapcıoğlu, Konya 2006, s. 43. 2 Sharf, Dine Sosyolojik Yaklaşım: Öncüler, s. 48.
2
Auguste Comte’a göre teolojik ve askeri nitelikleriyle belirginleşen bir
toplum ortadan kalkmaktadır. Bu toplum tipini belirleyen temel olgular, din ve askeri
etkinliğin üstünlüğü inancıdır. Ortadan kalkan teolojik toplumun yerine, bilim ve
sanayi toplumu doğmaktadır. Teolojik toplumun aksine bu toplum bilimseldir. Geçmiş
dönemdeki toplumların düşünme yapısı teologların ya da din adamlarının düşünme
biçimi iken yeni toplumun düşünce yapısını, bilim adamlarının düşünme biçimi
şekillendirmektedir. Bilim adamları toplumsal düzenin ahlaki ve entelektüel temelini
tesis eden toplumsal kategori olarak din adamlarının ya da teologların yerini
almaktadır. Yeni doğan toplumla birlikte bilimsel düşünme safhasının başlaması
toplumların ana etkinliğini, insanlar arası savaş olmaktan çıkarıp insanların doğa ile
savaşına ya da doğal kaynakların daha akılcı kullanmaları haline dönüştürür.3 Dolayısı
ile sosyoloji de doğa bilimleri gibi din ve metafizikle alakasını kestiğinde
ilerleyebilecektir.4
Görüldüğü üzere pozitivist yaklaşımda, din ve metafizikten kurtulmuş bir
düşünce tarzından bahsedilmektedir. Ancak bu şekilde bir tavır alma düşüncede bir
boşluk oluşturmaktadır. Dolayısıyla Comte, bu boşluğu gidermek için pozitivist din
anlayışını geliştirmiştir. Pozitivist düşüncenin hâkim olduğu toplumlarda, mutlaka
dinin de olması gerektiğini belirtmiştir. Çünkü tarih boyunca insanlığın evirilmesinde
ya da ilerlemesinde en önemli faktör dindir. Tarih boyunca her devirde din insanları
birleştiren bir argüman olmuştur. Dolayısıyla insanları içinde bulundukları krizden
kurtarmak istiyorsak onlara bir din bulmamız gerekir. Tabi bu din, geçerliliğini
yitirmiş olan, geçmişin dini olamaz. Çünkü bilimsel düşünceye sahip olan insanın
3 Raymond Aron, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, Çev. Korkmaz Alemdar, Kırmızı Yay., İstanbul
2007, s.76. 4 Sharf, Dine Sosyolojik Yaklaşım: Öncüler, s. 48.
3
kilise dinine inanması beklenemez. Ayrıca yeni din, sadece kabul edilmekle geçerli
olacak bir din değildir. Bu dinin pozitivist gerçeklere de dayanması gerekmektedir. Bu
özellikleri taşıyan din; sevgiyi, düzeni ve ilerlemeyi kabul eden insanlık dinidir.
Tanrısı da geçmiş ve gelecekteki bütün insanlıktır.5
Yukarıda belirtilen pozitivist tutum ayrıca, Spencer, Tylor, Frazer ve
Durkheim gibi düşünürlerden oluşan bir pozitivist gelenek meydana getirmiştir. Bu
pozitivist düşünürler insanların, kendileri herhangi bir dışında bir gerçeği
kavrayamayacaklarını ve insani varoluşun belli esrarengiz yönleri sebebiyle, dinleri
içerisinde ruhlar, tanrılar ve tabiatüstü güçler tahayyül etmeye başladıkları
varsayımından hareket ederler. İnsanların düşünceleri olgunlaşmamış, kontrol
edilmemiş ve belki de güçlü heyecanların etkisi altında yanlış işlemiştir.6
Emile Durkheim ise biçimde meydana gelen sonraki değişikliklerin dinin
doğasını kökten değiştirmeyeceğine inanmıştır. Böylece o, en ilkel olduğu düşünülen
toplumun dinini analiz ederek dinin kökenlerini bulmaya çalışmıştır. Durkheim
evrimci ekol anlayışıyla, toplumların basitten karmaşığa doğru bir sıraya
konulmasının, sosyal evrimin yönünü ortaya koyacağına inanmıştır. Aynı şekilde o,
sosyologların dini, sosyal bir gerçeklik olarak, bir nesne gibi, inceleyebileceğine
inanır. Durkheim, bütün insan toplumlarını sürekli olarak etkilemesi ve evrensel bir
güce sahip olması nedeniyle dinin, duygusal gerginliklerin bir sonucu ve bir hayal
ürünü olarak ortaya çıktığı düşüncesini kabul etmemiştir. Ona göre bu şekilde bir
sosyal etkiye sahip olan din, gerçek olmak zorundadır.7
5 İzzet Er, Din Sosyolojisi Makaleler, Akçağ Yay., Ankara 1998, s. 26. 6 Sharf, Dine Sosyolojik Yaklaşım: Öncüler, s. 48. 7 Sharf, Dine Sosyolojik Yaklaşım: Öncüler, s. 58.
4
“Durkheim, dini belli bir sosyal yapıyı güçlü bir şekilde takviye eden, grubun
mevcut kurallarına ve değerlerine mutlak ve kutsal bir hâkimiyet vermek suretiyle
sapmaları engelleyen ve değişmeyi engelleyen bir unsur olarak görür. Bu yüzden din,
hem sosyal dayanışmadan doğuyor, hem de gerektiğinde sosyal dayanışmayı
güçlendiriyor. Din grup bağlılıklarını hem ifade ediyor, hem de onları sürdürüyor.
Ancak dinin değişmeye engel olma ihtimaline rağmen, buna tamamen mani olamaz.
Bir grubun varlığının şartları değişince, buna bağlı olarak yapısı da değişir. Değişmeyi
destekleyen güçlere karşı sürekli bir mücadele içinde olmasına rağmen, ister açıkça ya
da üstü örtülü bir biçimde, isterse birdenbire ya da tedrici bir biçimde olsun, dini sistem
değişir. Dinlerin değişmelerine ve gelişmelerine rağmen, kendi üyelerinin gözünde
kutsal olan bazı gruplar her zaman mevcut olduğu için, hiçbir toplum bir din
doğurmada ve hiçbir din kendi özel toplumunu desteklemede başarısız olamaz.”8
Durkheim, toplumun gelişmesi için, düşünsel bir gelişme yapısı ortaya koyar.
Bu düşünsel gelişme, bilim ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte, klan totemlerinden,
ata ruhlarından ve kabile veya şehir tanrılarından bütün kâinatı yaratan tek tanrı
kavramına doğru olan gelişmedir.9 “Fakat dini düşünceyi besleyen tecrübe, yine de
kendi özel gelenekleri, kuralları ve değerleri ile belli bir grup içinde yaşama tecrübesi
olacaktır. Bu yüzden monoteist dinler, belli grupların savunulması ve takviye edilmesi
için, teorik bir evrenselciliği pratik bir taahhütle birleştirme eğilimine girecektir: bütün
insanlığın tanrısına, belli bir halkın özel durumunu haklı çıkarması için müracaat (dua)
edilecektir ya da monoteisttik tanrı, Arunta’nın yüce tanrısınınkine benzer bir durumda
olabilirdi: İnanılan fakat etkili “kutsal şey” milli bir bayrak ya da siyasi bir lider olduğu
8 Sharf, Dine Sosyolojik Yaklaşım: Öncüler, ss. 61-62. 9 Sharf, Dine Sosyolojik Yaklaşım: Öncüler, ss. 61-62.
5
için, ibadet edilmeyen bir tanrı. Durkheim’in öne sürdüğü gibi, dinin hakikati ve
gerçekliği, belli bir grubun üyeleri arasında güven ve uygunluğu geliştirmedeki fayda
ve etkisine bağlıydı. Sosyolojik açıklama, belli sosyal yapıların belli dini sistemlerin
ortaya çıkmasına nasıl yol açtığı ve belli sosyal yapıların belli sistemler içinde nasıl
yansıtıldığına ilişkin ayrıntılı analizlerle sağlanır.”10
Sosyolojinin diğer bir öncüsü olan Karl Marx’ın düşüncelerinde din ile ilgili
sistematik bir yaklaşım görmesek te onun genel toplumsal yaklaşımı ve yabancılaşma
kavramına bakıldığında din ile ilgili görüşü anlaşılabilmektedir.11
Ekonomik ve Felsefi El Yazmalar’ındaki yabancılaşma analizinde Marx,
kapitalist toplumlarda işçiye bir mal ya da obje gibi davranıldığına işaret eder. Marx,
işgücü ve üretimi insanın bir parçası olarak görmektedir. Bu yüzden ikisi arasındaki
ilişkiyi bozan her şeyin yabancılaşmaya neden olacağını belirtir. İşçiler üretim
araçlarına sahip olmadıklarında ürünlerini kontrol edemezler. İşte bu yüzden ilişkileri
bir metaya dönüşür. Ayrıca modern toplumda işçiler makinelerin mekanikleştirici
etkisi fiziksel kontrolü altındadırlar. Bu şekilde yabancılaşma insan gelişimiyle ilgili
olan toplumsal şartlardaki kontrol eksikliği ile ilişkilendirilir. Böylece yabancılaşan
insan gerçek kimliğini kaybeder. Bu sebeple o, dünyayı anlamak için dine dönecektir
ve bu dünyada ya da öteki dünyada daha iyi bir varoluş ümidi bulacaktır. Yine
Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı adlı eserinde Marx, din ile ilgili bazı
düşünceler ortaya koymaktadır. Bu esrinde din ile ilgili olarak, onun gerçeğin yanlış
bir resmini yansıttığını ve böylece birey ya da grupların sahip oldukları koşulları
10Sharf, Dine Sosyolojik Yaklaşım: Öncüler, ss. 61-62. 11Inger Furseth- Pal Repstad, Din Sosyolojisine Giriş: Klasik ve Çağdaş Kuramlar, çev. İhsan
Çapcıoğlu-Halil Aydınalp, Birleşik Yay., Ankara 2006, s. 66.
6
kontrol edemediğini söyler. Bu şekilde Marx, din ile birlikte bu koşulların yanlış
yorumlanan veya anlaşılamayan güçlere tabi kılınan birer yanılsama olduğunu iddia
eder.12
Marx hakkında yapılan incelemeler, onun bir üstyapı ve ideoloji olarak dine
ilişkin farklı iki kuram oluşturduğu şeklinde bir fikir ortaya koymaktadırlar. Marx,
dine bir üstyapı olarak baktığı kuramında, toplumun temel yapısını, üretici güçlerin ve
üretim ilişkilerinin meydana getirdiğini ve böylece siyasi yapıların, yasaların, ahlakın,
metafiziğin ve dinin bu ana temel üzerine dayandığını belirtmektedir. Üstyapı,
bahsedilen bu kurumlara bağlıdır ve onlar tarafından etkilenir. Din ise üretim
biçimindeki değişimlere uyum sağlayan bu üstyapının sadece bir görünümüdür.
Kapital adlı eserinde de dinin, insan gelişiminin erken dönemlerindeki ilkel insanın,
doğanın güçleri karşısındaki çaresizliğinin bir sonucu olduğunu iddia etmektedir.13
Marx dini bir ideoloji olarak gördüğü kuramında ise insan bilincinin sosyal
praksise dayandığını savunmuştur. Bu fikre göre, tarihin herhangi bir dönemindeki
yönelimlerin yöneten sınıfın görüşleri doğrultusunda gerçekleşmektedir. Bu şekilde
bağımlı sınıfın baskı altına alınması ve yönetilmesi için bir araç olacak fikirler
sağlanmış olur. Din gibi herhangi bir dönemde yaygın olan fikirler, egemen sınıfın
meşrulaştırılmasını sağlamıştır. Burada, yönetici sınıfın da bu süreçten etkilendiği de
belirtilmektedir. Çünkü yönetici sınıf da işçi sınıfı gibi aynı yanılsamanın kurbanı olur.
Bu yanılsama ise yabancılaşma sonucu sosyal ve tarihi güçlerin, aşkın bir şeyin ifadesi
olduğu şeklinde yorumlanmasıdır.14
12 Furseth, Din Sosyolojisine Giriş: Klasik ve Çağdaş Kuramlar, s. 67. 13 Furseth, Din Sosyolojisine Giriş: Klasik ve Çağdaş Kuramlar, s. 67. 14 Furseth, Din Sosyolojisine Giriş: Klasik ve Çağdaş Kuramlar, s. 68.
7
“Özetle Marx’a göre, “din, baskıya tabi yaratıkların iç çekmesi, kalpsiz bir
dünyanın kalbi, ruhsuz olayların ruhu ve halkın afyonu” dur. Din, insanların güç
yetiremediği, anlam veremediği ve açıklayamadığı olaylar karşısında kendilerini
kurtarmak için sarıldıkları bir araçtır. Marx’a göre bu din anlayışı, bir dünya anlayışını
da beraberinde getirir. İnsan dindeki aldatmacayı fark edince, kendini esir ettiği
şartların ortadan kaldırılması gerektiğini düşünür. Proleterya, yabancılaşmanın yani
gerçeklerden uzaklaşmanın sadece din alanında değil, sosyal, ekonomik ve siyasi
alanda da gerçekleştiği sınıftır. Ona göre ideoloji ile din arasında bu şekilde çok güçlü
bir bağ vardır. Ancak dinin baskın özelliği, bir hükmetme aracı olmaktan çok, insanın
sarıldığı bir kurtuluş aracı olmasıdır.”15
Max Weber de düşüncelerinde dine önemli bir biçimde yer veren, sosyoloji
biliminin öncülerindendir. Weber’in benimsediği ekol tarihselcilik ekolüdür. Ve bu
ekole göre, insan eylemleri, doğa bilimleri tarafından kullanılan yöntemlerle
incelenemez. Ayrıca sezginin nedensel inceleme ve nesenelliğin yerini alamayacağını
belirten Weber, daha ziyade rasyonel ve öngörülebilir insan eylemlerini anlamayı
amaçlamaktadır.16
“Weber özel bir sosyal eylem türü olarak dini eylemi ele almaktadır. Sosyal
eyleme ilişkin bir anlayış elde etmek için Weber, sosyal eyleme eylemin taşıdığı anlam
açısından bakar. Weber sıradan insanların dinden etkilenmesinin sebebinin bu
insanların dünyevi beklentileri, yani bu dünyada daha iyi bir hayat sürme umutları
olduğunu savunmaktadır. Dolayısıyla, dini eylem, anlamlı bir şekilde sıradan
15 Niyazi Akyüz ve Diğerleri, “Din Sosyolojisinin Tarihçesi ve Çağdaş Perspektifler”, Ana
Başlıklarıyla Din Sosyolojisi, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ed. Niyazi Akyüz-İhsan Çapcığlu,
Ankara 2008, s. 92. 16 Fursth, Din Sosyolojisine Giriş: Klasik ve Çağdaş Kuramlar, s. 75.
8
sonuçlara odaklanmaktadır. Ayrıca, dini olarak güdülenmiş olan eylem görece
rasyoneldir.”17
Din Sosyolojisi adlı eserinde Weber, inançlar ve bunların farklı toplumlarda
insanları nasıl etkilediği üzerine karşılaştırmalı bir inceleme yapmaktadır. O, dini
kararların tıpkı günlük davranışlar gibi insanların çevrelerine uyum sağlamaları ve
yaşam tarzlarının değişimiyle bu dini kararların sonuçlarının kümülatif bir şekilde
değiştiğini söyler. Ayrıca o, belirli bir inancın, bir ahlak anlayışının insan davranışını
nasıl etkilediğini de araştırır. Ona göre, farklı inanç anlayışları farklı getiriler ve
sonuçlar doğurur. Bu şekilde ahlak ile davranış arasında bir ilişki oluşur ve bu ilişki
toplumsal olarak düzenlenir. Weber’in düşüncelerinin temelinde bir takım inançlar ile
toplumda bunların taşıyıcısı olan tabakalar arasındaki karmaşık bir ilişki yer alır.
Sosyoloğun görevi, tarihin o anındaki toplumsal yapıyı belirlemektir. Bu da ancak
kültürlerarası bir çözümleme ile mümkün olabilir.”18
Protestan Ahlak adlı kitabında ise, Batı medeniyetinin özelliklerini
açıklamaya çalışmaktadır. Bu eserde o, dini davranış ile ekonomik davranış arasındaki
ilişkileri ortaya çıkarır. Ona göre, püriten düşünceler kapitalizmin gelişimini etkiler.
O, ekonomik davranışların kendilerine özgü bir ahlaki içeriği olduğunu savunur.
“Kapitalizmin ruhu” kavramını içsel bir ödül olan çok çalışma ideali olarak açıklar.
Reform döneminde bu kavramın kökenini araştıran Weber, reformcuların öğretilerinin
özellikle de Kalvinist kader anlayışının, bu yönde bir teşvik içerdiğini belirtir. Aslında
Tanrı’nın her şeye karar verdiği kader anlayışının bir kayıtsızlığa sebep olacağı
düşünülebilir. Ancak Kalvinist inancın bazı çeşitlerinde, birey için işaretler arasında
17 Fursth, Din Sosyolojisine Giriş: Klasik ve Çağdaş Kuramlar, s. 75. 18 Akyüz ve Diğerleri, Din Sosyolojisinin Tarihçesi ve Çağdaş Perspektifler, s. 93.
9
olan seçilmiş işareti bulma çağrısı yer almaktadır. Buralardaki başarılar ise ekonomik
olmalıdır.19
“Dinin içeriği ile ilgili olarak Weber, dini sitemleri insani değerlerin ve
tarihsel süreçlerin sonuçları olarak belirtir. Weber, bir yandan fikirlerin maddi çıkarları
doğrudan ifade ettiği örnekleri gösterirken, diğer yandan ideolojinin sosyal değişimi
etkilediği veya başlattığı durumları tanımlar. Marx’ın meteryalizmini düzeltmeye
çalışsa da, Weber’in amacı tek taraflı manevi bir açıklama sunmak değildir. Din, dışsal
etmenlerin basit bir ürününe indirgenmemiştir; ancak o, belirli amaçları olan, amaçlı
şekilde güdülenmiş bireyler ve bu bireylerin içinde yaşamakta oldukları maddi ve ideal
koşullarla ilgilidir. Bu nedenle, dinin içeriği ve inananların kendi inançları ve
uygulamaları hakkındaki algılamaları önemlidir.”20
Dini çeşitlilikle ilgili olarak Weber, ortak dini düşünceler temelinde grup
oluşumunu incelemektedir. Weber dini, bütün toplumun bilincinin bir ifadesi olarak
değil; düşüncelerin bir grup için bütünleştirme işlevine sahip olabileceğine inanır.
Bununla birlikte Weber, bir ideolojinin içeriği ile o ideolojinin taşıyıcısı olarak işlev
gören grubun sosyal konumu arasında ilişki olduğunu ileri sürerek Marx’ın düşüncesine
benzer bir görüşü dile getirmektedir. Ancak bu ilişki deterministik değildir. Marx’ın
aksine Weber, genel olarak bir ideolojinin sadece toplumun belli bir katmanındaki
üyelerle sınırlı olmadığını düşünmektedir. Ayrıca bir toplumsal katmana üye kişilerin
tümü aynı dine bağlı olmayacaktır.21
19 Furseth, Din Sosyolojisine Giriş: Klasik ve Çağdaş Kuramlar, ss. 76-77. 20 Furseth, Din Sosyolojisine Giriş: Klasik ve Çağdaş Kuramlar, s. 78. 21 Furseth, Din Sosyolojisine Giriş: Klasik ve Çağdaş Kuramlar, s. 78.
10
Dini değişimle ilgili olarak ise Weber’in kuramında mantıksal bir tarihsel
gelişme veya evrim yer almaz. Weber’in sosyolojisindeki ana konu, rasyonelleşme
sürecinin, Batı medeniyetindeki büyük bir değişim gücü olduğuna yönelik vurgu
olmakla birlikte, o, rasyonelleşmeyi, yeni bir sosyal düzene yönelik çizgisel olmayan
bir gelişme olarak görmez. Bunun yerine rasyonelleşme, “amaçlanmamış sonuçların
bir paradoksu” nu temsil eder. Weber’in kuramında dini yenilik ile ilgili bir anlayış da
yer almaktadır. Aslında onun Yahudilik konusundaki çalışması, örneğin, eski
peygamberlerin var olan gelenekleri nasıl ortadan kaldırdığını ve bir bütün olarak
toplumda egemen olan ideolojiyi nasıl kurduklarını göstermektedir.22
Din hem dünya ölçeğinde hem de Türkiye’de önemli bir yer tutmaktadır.
Sosyoloji bu anlamda dinden bağımsız değildir. Dinin hem tarihsel hem de spesifik
konumu bunda önemli rol oynamaktadır. Başka bir anlamda Osmanlı’dan günümüze
Türkiye’de sosyoloji ile ilgili konuşmak dinden bağımsız değildir.23
Sosyolojinin Avrupa’da ortaya çıkış dönemi ile ülkemize gelişi, toplumsal
sorunların yoğun olarak yaşandığı bir döneme denk gelmektedir. Bu yüzden, sosyal
bilimler o dönemde toplumsal sorunlara bir çare olarak görülmeye başlanmıştır. Hatta
19. yy.’ın sonunda Osmanlı Devleti’nde Batı düşüncesinin hâkimiyeti ile birlikte
sosyal bilimlere bir kurtarıcı gözüyle bakılmaya başlanmıştır.24
Prens Sabahattin’in bir söyleminde bunu açıkça görebiliriz. “… Cemiyet
hayatında yükselmenin hangi teşekkül tarzından doğduğunu ve hangi teşekküle doğru
22 Furseth, Din Sosyolojisine Giriş: Klasik ve Çağdaş Kuramlar, s. 79. 23 Mustafa Tekin, “Türkiye’de Sosyolojinin Dine Bakışı ve Yeni Bir Perspektifin İnşası”, Türk Din
Sosyolojisinin Temel Sorunları Sempozyumu, Çorum 2004, s. 43. 24 Niyazi Akyüz - Çapcıoğlu İhsan, “Din Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi”, Din Sosyolojisi El
Kitabı, Grafiker Yay., Ed. Niyazi Akyüz-İhsan Çapcıoğlu, Ankara 2012, s. 103.
11
yürümek lazım geldiğini açıkça tayin edebilmeliyiz. Kudret ve istikbalimiz, ancak bu
hakikatlere vukufumuz ve ameli hayatta bu vukuftan istifademiz nisbetinde olacaktır!
Korkunç ve tehlikeli uçurumlarla dolu bir gece yolculuğunu kuvvetli bir projektörle
emniyet altına almak nasıl mümkünse ilm-i içtima sayesinde de ictimai hayatın en
karışık, en karanlık meselelerini izah ederek istikbal yolculuğumuzu öylece emniyet
altına almak mümkündür! Temenni ederim ki vatanımız bu kuvvetli yol gösterici
ışıktan müstefit olsun!”25
Burada şunu da ifade etmek gerekir ki; bu dönemde toplumbilimlerin
gelişiminde özellikle Kıta Avrupası’nın etkisi görülmektedir. Osmanlı Devleti’nin
Batılılaşma seçimiyle birlikte egemenlik ilişkilerinde ortaya çıkan değişimler
toplumbilimleri üzerinde etkisini göstermiştir. Tanzimat’tan Cumhuriyet ile başlayan
tek partili siyasete kadarki döneme büyük ölçüde Kıta Avrupası etkili olmuştur.26
Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet, Türk toplum tarihinde kısa sürede
gerçekleştirilen büyük toplumsal dönüşümün önemli aşamalarıdır. Bu dönüşümün
merkezinde ise din yer almaktadır. İslam’ın temsilcisi olan Osmanlı, Batı karşısında
düştüğü durumu, İslam’ın mağlubiyeti olarak görmeye başlamıştır. Bu yüzden
Osmanlı aydınları da bu mağlubiyet karşısında İslam ile ilgili neyin ters gittiğini
anlamaya çalışmışlardır. Dini düşünceyi toplumsal evrimin geri basamağı olarak kabul
eden evrimci sosyolojik düşünceyi kabul etmek zor olsa da, sorunların çözümü için
çaresiz ve zorunlu olarak kabul etmek zorunda kalmışlardır. 27
25 Mert, Türkiye’de Sosyal Bilimlerin Dine Bakışı, s. 199. 26 Ertan Eğribel-Özcan Ufuk, “Türkiye’de Toplumbilimlerinin Gelişimi Üzerine Bir Bilançonun
Gerekliliği”, Türkiye’de Toplum Bilimlerinin Gelişimi: Kıta Avrupası Etkisi, Kitapevi Yay., Ed, Ertan
Eğribel-Ufuk Özcan, İstanbul 2009, s. 8. (kaynakçaya ekle) 27 Akyüz, Din Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi, s. 103.
12
“Sosyolojinin dini bilimsel biçimde tanımlama iddiası, Türkiye’de
Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki gelişmelerle de tam bir uyumluluk arz etmektedir.
Cumhuriyet döneminde, üniversite öğrencileri ve toplumsal meselelerle ilgilenen
okura yönelik olduğu ifadesiyle yayımlanan ve ilk sosyoloji kitaplarından biri olan
İctimaiyyat’ın yazarı Necmeddin Sadak, kitabında bu noktanın altını çiziyor ve şöyle
diyor: “İctimaiyat ilmine en ziyade muhtaç memleketler hiç şüphesiz bizim gibi
inkılaplar geçiren, eski müesseseleri yıkan genç demokrasilerdir.” 28
Laiklik ilkesi ile birlikte din, kamusal alandan uzaklaştırılarak toplum
üzerindeki etkisi sınırlandırılmıştır. Burada dinin tamamen yok edilmesi ya da reddi
düşünülmemiş, bunun yerine sıkı bir kontrol altına alınması planlanmıştır.29
Laiklik ve milliyetçilik ilkeleri aydınların düşünce biçimine etkide bulunmuş
ve dine yaklaşım da bu şekilde değerlendirilmiştir. Toplumlar kentleşip
modernleştikçe, eğitim düzeyi yükseldikçe dine ihtiyacın kalmayacağı, talep
görmeyeceği ve giderek sosyal hayatın her alanından çekileceği, etkisiz hale geleceği,
ortadan kalkacağı ve dindışı bir yaşamın egemen olacağı anlayışı bu dönemin
aydınlarının kabul ettiği bir anlayıştır.30
Türkiye’de yaşanan toplumsal dönüşümün bir ürünü olarak görebileceğimiz
yukarıdaki durum, yeni düzenin korunması ve bu düzenin toplum yaşamına
yerleştirilme çabası şeklinde yorumlanabilir. Dolayısıyla dönemin sosyologlarının
dine bakışı da bu çabanın sonucu olarak değişiklik göstermiştir. Dine karşı olanların
yanında, dinin toplumsal yapı içindeki yerini savunan ya da yaşanan toplumsal
28 Mert, Türkiye’de Sosyal Bilimlerin Dine Bakışı, s. 200. 29 H. Bayram Kaçmazoğlu, Türk Sosyoloji Tarihi, 3. Cilt, Kitabevi Yay., İstanbul 2011, s.195 30Kaçmazoğlu, Türk Sosyoloji Tarihi, s. 197.
13
dönüşüm sürecinde dinin farklı şekillerde toplum üzerinde etkide bulunmaya devam
edeceğini savunan aydınlar da mevcuttur.
Yukarıda saydıklarımızın sosyal bilimler açısından önemi düşünüldüğünde
Nuray Mert’in çıkarımları daha dikkat çekici hale gelmektedir.
Mert’e göre, sosyal bilimin din karşısındaki sınırlı tutumunun sonuçları din
konusuyla sınırlı olmamıştır. Toplumsal sorunların nedenini din olarak gören bir
toplumda ve bu toplum yaşam savaşı verirken bir kurtarıcı payesi kazanmış olan sosyal
bilim, sosyal bilimlerin Batı’dan ithal edildiği o dönemin perspektifi olan pozitivizme
körü körüne bağlanmış, bu etkiden halen kurtulamamıştır. … Ayrıca bu atmosfer
içinde tüm düşünsel mirasımız dinsel düşünce çerçevesi içinde olduğu için
reddedilmiş, sosyal bilimler de, genel olarak düşünce dünyamız da bu fakirliğe
mahkûm edilmiştir.31
Türkiye’de 1980’lere gelindiğinde sosyal bilimlerde daha farklı
perspektiflerin oluştuğu görülür. Bu dönemde pozitivist-ilerlemeci anlayış eleştirilerle
karşılaşmış ve onun yerine kültürselci bir yaklaşım benimsenmiştir. Bu durumda bile
bazı olumsuz algılayışlar oluştuğu görülmektedir. Bu yaklaşım tarzı da tıpkı pozitivist
düşünce gibi benimsenmiştir. Kültürselci yaklaşım dini düşünceye sahip olanlar
tarafından dinsel düşünceyi önemseyen bir yaklaşım olarak görülmeye başlanmıştır.
Bunun yanında daha başka düşünceleri olanlar tarafından ise din, kültürün bir
kategorisi sayılmış ve kültürselci yaklaşım onlar için bir nimet olmuştur.32
31 Mert, Türkiye’de Sosyal Bilimlerin Dine Bakışı, ss. 202-203. 32 Mert, Türkiye’de Sosyal Bilimlerin Dine Bakışı, s. 203.
14
Ayrıca sosyolojinin Türkiye’ye geldiği dönemde, sosyal bilimler ile din
arasında kurulan ilişkinin gerilimli bir biçimde ilerlediği ve bunun yanında bir
kavramsal karışıklığa da sebep olduğu görülmektedir.33
Yukarıda betimlenmeye çalışılan durumla bağlantılı olmak üzere, bu
çalışmanın temel problemi, Hacettepe Üniversitesi’nde yapılan çalışmaların analizi ile
Türkiye’deki sosyoloji çalışmalarında din olgusu için nasıl bir konum oluşturulmaya
çalışıldığını görmektir. Bu anlamda elimizdeki çalışma, ülkemizde sosyoloji ve din
ilişkisinin son tahlilde nasıl bir görünümde olduğuna dair örnek olma niteliğinde bir
çalışma olacaktır. Bu problemle birlikte şu sorulara cevap aranacaktır.
-Çalışmalarda din ve toplum ilişkisi nasıl açıklanmıştır?
-Toplumsal değişmede dinin rolü var mıdır, var ise nasıl betimlenmiştir.
-Kültür ve din ilişkisi için nasıl bir çerçeve oluşturulmuştur. Özellikle Türk kültür
yapısının ana dinamikleri belirtilmiş midir, belirtilmiş ise din bu dinamikler arasında
var mıdır?
-Modernleşme ile birlikte dinin varlık alanı nasıl şekillenmiştir? Yine Türk
toplumunun modernleşme ile tanıştığı andan itibaren dine yaklaşımlar nasıl olmuştur
ve bu yaklaşımları belirleyen düşünsel arka plan nelerdir?
-Özellikle 1990 ve sonrası dönemde meydana gelen küresel değişimler sonucu, dinin
gelinen noktada varlığı ne kadardır ve etkinliği ne derecededir?
33 Mert, Türkiye’de Sosyal Bilimlerin Dine Bakışı, s. 203.
15
-Yine son dönemler göz önüne alınarak sosyoloji biliminin din olgusunu ele alış biçimi
nasıl olmalıdır? Türkiye’de bu ne kadar yapılabilmektedir? Hacettepe Üniversitesi bu
noktadaki çalışmalarıyla, sosyoloji ve din ilişkisi konusuna nasıl bir örnek teşkil
etmektedir?
2. Araştırmanın Amacı ve Önemi
“Bir araştırma, aranan bilginin türüne göre üç amaca yönelik olabilir.
Araştırma, bir durum saptama (betimleme), bir ilişkiyi arama (açıklama), ya da bir
varsayımı sınama (genelleme) amacıyla yapılabilir.”34
Din sosyolojisi araştırmalarında amaç ise, bir sosyal olay olarak dini ele almak
ve bu yönde toplumun dini hayatını karşılaştırmak ve açıklamaktır. Dinin toplum
hayatındaki önemini ortaya çıkarmak yani sosyolojik yönünü tespit etmeye
çalışmaktır.35
“Türkiye’de Sosyoloji çalışmalarında Din Olgusunun Yeri (Hacettepe
Üniversitesi Örneği)” çalışmamızda yukarıda belirtilen amaçlar doğrultusunda,
Hacettepe Üniversitesi’nde yapılmış yüksek lisans ve doktora tezlerinde, din olgusuna
yaklaşım biçimini açıklamak ve tasvir etmek amaçlanmıştır. Bu anlamda, yapılan
çalışmalarda, din-toplum ilişkisi, dinin toplumsal bütünleşme ve değişmedeki rolünü,
din, kültür ve modernleşme ile ilişkilerinin hangi düzeyde ele alınmış olduğunu
anlamak araştırmamızın amacıdır. Ayrıca, bu çalışma ile Türkiye’de genel
sosyolojinin din ile ilişkisi çerçevesinde, Hacettepe Üniversitesi sosyoloji bölümünde
34 Muzaffer Sencer-Irmak Yakup, Toplumbilimlerinde Yöntem, Say Yay., İstanbul 1984, s. 25. 35 Ünver Günay, Din Sosyolojisi, İnsan Yay., İstanbul 2005, s. 70-71.
16
yapılan lisansüstü çalışmaları konu edinerek, Türkiye’de sosyoloji ve din konusunda
somut bir örnek olması düşüncesi ulaşılmak istenen diğer bir amaçtır.
3. Araştırmanın Yöntemi
Bu araştırmada yöntem olarak, ilgili belgelerin incelenmesi ve
çözümlenmesini ifade eden dökümantasyon tekniği kullanılmıştır.
Araştırma iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm din, kültür ve modernleşme
kavramlarının çözümlenmesi ile ilgilidir. Bu doğrultuda temel eserler ve makaleler
literatür taramasından sonra toplanmış ve birinci bölüm bu kaynaklara dayanılarak
oluşturulmuştur.
Araştırmanın ikinci bölümü ise Hacettepe Üniversitesi’nde yapılmış
lisansüstü çalışmalarının değerlendirilmesi ile ilgilidir. Bu bölümün oluşması için
Hacettepe Üniversitesi Kütüphanesi, kaynaklara ulaşmak ve onları elde etmek için
başvuru yeri olmuştur. Kütüphanenin tez kataloglarını okuma ve inceleme şartlarına
göre lisansüstü çalışmaları taranmış, araştırmamızın konusu ile alakalı olanlar elde
edildikten sonra değerlendirmeler yapılmıştır.
4. Araştırmanın Kapsam ve Sınırlılıkları
Din olgusu, birçok bilime konu olacak kadar kapsamlı bir olgudur. Bu
çalışma, dinin, sosyoloji bilimine konusu olan yönüyle alakalıdır. Çalışma, konusu
17
gereği Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji bölümü çalışmalarını değerlendirmeye tabi
tutmuştur. Bu doğrultuda bazı kapsam ve sınırlılıkların oluşması kaçınılmaz olmuştur.
İlk olarak, Hacettepe Üniversitesi’nde yapılmış çalışmaları
değerlendirebilmek için, yıl sınırlamasına gidilmiştir. Çünkü belli bir geçmişe sahip
üniversitenin Sosyoloji Bölümü tez çalışmalarının tümünün incelenebilmesi olanaklı
değildir. Bu doğrultuda 1990-2015 yılları arasında yapılan çalışmalar incelemeye tabi
tutulmuştur. Bu dönem Türkiye’nin de içinde bulunduğu, küresel bir değişimin
yaşandığı dönemdir. Bu anlamda araştırmamızda belirlenen 1990-2015 yılları
önemlidir. Bu şekilde Hacettepe Üniversitesi’nde yapılmış olan lisansüstü çalışmaların
son dönemlerdeki değişim ve oluşumu ortaya koyma biçimleriyle de araştırmamıza
konu olduğunu belirtmek gerekir.
İkinci olarak, kavramsal bir sınırlılığın oluştuğu da belirtilmelidir. Çünkü
sosyoloji bilimi doğuşundan bu yana kavramlar üretmekte ve bunu da yapması
gerekmektedir. Din olgusu da değişik yönlerden bu kavramlar ile ilişki içindedir. Bu
doğrultuda çalışmada ele alınan kavramlar; din, kültür ve modernleşme kavramları ve
bunların birbirleri ile olan ilişkileridir. Hacettepe Üniversitesi’nde yapılan çalışmalar,
bu anahtar kavramlar çerçevesinde taranıp incelenmiştir. Bu şekilde bir sınırlamaya
rağmen, üniversitede yaklaşık olarak 80 tane çalışma incelenmiştir. Bu durum da
sınırlamanın gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Ayrıca din, kültür ve modernleşme konuları ile ilgili farklı dillerde kaleme
alınan çok sayıda eser olmasına karşın, Türkçe eserlerden yararlanılmıştır.
Araştırmacının bilmediği dillerde yazılan eserlerden yararlanması mümkün
olmamıştır.
18
1. BÖLÜM
1.1. Din
Birçok kavram gibi din kelimesini de tanımlamak çok kolay bir iş değildir.
Zaten bu alanda çalışma yapanlarda bu konu üzerinde hemfikir olunmadığını
göreceklerdir. “Kelimenin anlamını araştırmak istediğimizde, onun kökenine bakmak
da çok yardımcı olmamaktadır. “Din (religion)” kelimesi Latince kökenden
gelmektedir ancak klasik Roma’da bile bu kelime çeşitli biçimlerde kullanılmıştır. O,
kimi zaman “yeniden okumak” kimi zaman ise “bir araya gelmek” anlamında
kullanılmıştır. Elbette dinin ritüeller biçiminde tekrar edilen veya tanrıları ve
insanoğlunu bir araya getiren bir şey olduğu düşünülebilir. Ancak bunlar kelimeyi
tanımlamamızda bize pek de katkı sağlamaz. Danimarkalı din sosyoloğu Ole Riis şöyle
söylediğinde haklıdır: “Latince öğretmenlerinin çabalarına rağmen, bu kelime
günümüz okuyucularında başka fikirler uyandırmaktadır.”36 Dolayısıyla bizim de
burada yazdığımız her tanım okuyucuda farklı fikirler oluşturabilirse de bu kavramı
tanımlamamız gerekmektedir. Tolstoy’a göre din, insanın kendini parçası hissettiği ve
davranışları için yol gösterici ilkeler çıkardığı o bütünle kurduğu ilişkidir. Din
günümüze kadar, akıl sahibi insanlığın temel bir şartı olmuştur ve olmaya devam
edecektir.37 Başka bir tanımda şöyledir, “din, insanlar ( ben-biz) için sınırsız değerde
olan ve uygun bir şekilde kendisine cevap verdikleri varlığın değişen sembolik
ifadesidir.”38
36 Furseth, Din Sosyolojisine Giriş: Klasik ve Çağdaş Kuramlar, s. 43. 37 Tolstoy, Din Nedir, çev. Yeşim Ilgın, Metropol Yay., İstanbul 2005, s.15. 38 James L. Cox, Kutsalı İfade Etmek, çev. Fuat Aydın, İz Yay., İstanbul 2004, s. 36.
19
Din sosyolojisinde dinin tanımlanması daha çok özsel ve işlevsel din tanımları
arasındaki bir tartışma şeklinde gerçekleşmiştir. Özsel tanımlar dinin içeriği ile ilgili
tanımlardır. Bu içerikte genel olarak insanların duyuları ve zihinleri ile
kavrayamadıkları olağanüstü konulara yönelik inançlarla ilgilidir. İşlevsel tanımlar
ise, dinin, kişiler ya da toplum için sahip olduğu düşünülen faydası veya etkisini
betimleyen tanımlarıdır. Dini, hayata anlam veren tüm insani etkinlikler olarak
tanımlamak işlevsel tanımlamaların örneklerinden bir tanesidir. Başka bir ifadeyle
dinin ne olduğu ile ilgili tanımlar özsel; ne işe yaradığı ile ilgili tanımlar ise işlevsel
tanımlardır.39
Her iki tanım şekline de örnek vermek mümkündür. “R. Otto, dini kutsalın
tecrübesi olarak tanımlamıştır. Otto’ya göre din, insanın kutsalla ilişkisidir. Kutsal
olarak bilinen veya kabul edilen şey, öncelikle sadece dini alanda kendini gösteren bir
değerlendirmedir. Kutsallık noktası, dinin bütünüyle kendine özgülüğünü ifade eder
ve aynı zamanda bütün dinlerde ortaktır.40 Din kavramını işlevsel olarak ele alan ve
tanımlayan Emile Durkheim’a göre “ Bir din, kutsal şeyler yani ayrı tutulan ve
yasaklanan şeylerden oluşan birleşik bir sistemedir. Bu inanç ve pratikler, onları kabul
eden kimseleri kilise denen manevi bir topluluk halinde bir yere toplar. Tanımımızda
yer alan ikinci unsur, birincisinden daha az önemli değildir. Çünkü din fikri, kilise
fikrinden ayrı olduğunu hissettirir.”41 Örnek verilen tanımlarda görüldüğü gibi özsel
tanım daha çok dinin özünü keşfetmeyle alakalı iken, işlevsel tanıma örnek verdiğimiz
Durkheim’in tanımı ise kilise kurumunu ön plana çıkararak dinin, bireyler ya da
toplum için gördüğü işleve vurgu yapmaktadır.
39 Furseth, Din Sosyolojisine Giriş: Klasik ve Çağdaş Kuramlar, ss. 45-46. 40 Ejder Okumuş, Toplumsal Değişme ve Din, İnsanYay., İstanbul 2003, s. 57. 41 Okumuş, Toplumsal Değişme ve Din, s. 59.
20
Aslında dinin tanımlanması için seçilen yol dinin boyutlarının ifade
edilmesidir. Bu, kişilere daha kapsamlı düşünme olanağı tanıyıp dinin ne olduğunu
anlamalarını sağlar. Din sosyoloji ve diğer ilgili bilim dallarındaki bilim insanları dinin
farklı boyutlarını birbirinden ayırmaktadır. Az önce dediğimiz gibi bu çaba, din
tanımlarını geliştirme ya da çeşitlendirme girişimleri olarak görülebilir. Ninian Smart,
Rodney Stark ve Charles Glock gibi araştırmacılar dinin çeşitli boyutlarından
bahsetmişlerdir. Fakat biz onları tekrar etmek yerine şu alıntıyı yaptığımızda bu
konudaki düşüncelerin ortak noktalarını vurgulamış oluruz. “Dinin en sıkı ve
kaynaştırıcı boyutları dini inanç, dini uygulama ve dini tecrübedir. Bu durumunda
açıklanması gerekir. İnanç boyutu özellikle insanın kendisiyle ilgili bir anlama
sahiptir. Öyle ki insan istediği varlığa istediği şekilde inanabilir. Bu boyut özellikle
kişi ile inandığı varlık arasındaki ilişkisinin en temel boyutudur. Diğer boyutlar
buradan ilham almaktadırlar. Bir başka ifadeyle din, insandan başlamakta oradan
açılmakta ve sosyal hayata yansımaktadır.”42 Mesela sadece Kuzey Avrupa’da değil
çeşitli yerlerdeki bireyler, düzenli olarak dini faaliyetlere katılmaksızın Hristiyan
geleneğinin unsurlarına inanmaktadır. Bu kişilere İngiliz din sosyoloğu Grace Davie
tarafından “ait olmadan inanma” olarak adlandırılan ilkeyi uygulayan “kişisel
Hristiyanlar” adı verilmektedir.43 Dini bireycilik durumunda dini yaşantının, kurumsal
inanç ve uygulamaların farklılaştığı doğrudur. Aynı zamanda bireyselleşme ölçüsü de
abartılmamalıdır. Nispeten seküler toplumlarda bireyler, kurumsallaşmış dini
geleneklerle iletişimde bulunarak dini anlam evrenlerini geliştirmektedir.44 Dinin
42Ali Akdoğan, “Kültür ve Din”, Din Sosyolojisi El Kitabı, Grafiker Yay., Ed. Niyazi Akyüz-İhsan
Çapcıoğlu Ankara 2012, s. 444. 43Malcolm Hamilton, “Sekülerleşme Var mı Yok mu?”, Sosyoloji Başlangıç Okumaları, çev. Günseli
Altaylar, Say Yay., Ed. Anthony Giddens, İstanbul 2009, s. 461. 44Akdoğan, Kültür ve Din, s. 444.
21
uygulama boyutu ibadetlerle ilgili alandır ve her dinin kendine göre bir ibadet şekli
vardır. İbadet, bir anlamda, insanın inandığı dinin kurallarına bağlı olması ve onları
uygulama alanına geçirmesidir. Ancak bunların ne zaman, nasıl ve nerede
yapılacakları dinlerin öğretilerine göre değişmektedir. Kısacası ibadetler dinlerin
öğretileriyle hayat bulmuş ve kalıplaşmış hayat biçimleridir. Dinin tecrübi boyutu ise
toplumsal boyuttur. Dinin inanç ve ibadet boyutu daha çok insanın kendisiyle ilgili
iken, toplumsal boyutu diğer insanlarla alakalıdır. Öyle ki din insanlara bazı
tavsiyelerde bulunur ve bunlara göre tutum ve davranışlarda bulunulmasını öğütler.
İnsanlar da sosyal hayatta diğer insanlarla etkileşimde bulunurken bu öğretileri göz
önünde bulundurur. Böylece dini değerler sosyal hayata açılır ve görünür bir hal alır.
Belki bu görünürlük doğrudan doğruya olmayabilir. Bu tamamen insanın tutumuyla
veya dini öğretinin anlamıyla ilgili bir durumdur.45 Dolayısıyla bu üç boyut, bireysel
boyutta farklı şekillerde görünse bile, mesela dini tecrübeye katılmayıp ait olmadan
inanma özeliğinde olduğu gibi, genel olarak bütün dinlerde görülmektedir. Toplumsal
temelde baktığımızda da bu saydığımız üç boyutun tıpkı bireylerde olduğu gibi
farklılık gösterdiğini görürüz. Din, bu yönüyle dini toplulukların ayırt edici özelliğini
ortaya koyar. Mesela İslam, daha çok ritüellerin ve yaşam tarzının üzerinde duran bir
din olarak tanımlanır.
Din-toplum ilişkisi de üzerinde durulması gereken bir konudur. Zira dine iç
dinamizmini kazandıran toplumla olan ilişkisidir. Mesela Smart şöyle der: “Özel bir
mitin şekli, kısmen onun anlatıldığı toplumdaki akrabalık sisteminin icapları
tarafından belirlenebilir. Daha geniş bir şekilde dinin belli aşamalarında ana tanrıçanın
hâkim oluşu en azından kısmen ziraatın ortaya çıkışına yorulabilir. Öte yandan bir
45Akdoğan, Kültür ve Din, ss. 444-445.
22
toplumun bazı özellikleri ağırlıklı olarak bizzat din tarafından ve bu durumda
açıklamanın başka bir tarafa kayar.”46 Bu gibi örnekler Smart’a göre, din ve toplumun
birbirlerine yardım ettiği ya da şekil verdiği bir diyalektiğin sürekli devamının bir
göstergesidir.47 Dinler hiçbir zaman sübjektif bir deneyim olarak kalamaz; tersine
somut bir şekil haline dönüşerek objektifleşir. İşte bu durumda toplum ve din arasında
karşılıklı bir etkileşim başlar. Dini açıdan toplumda bir etki oluşabilmesi için dini
düşüncenin, duygusunun ifade edilmesi gerekir. Çünkü bir ve aynı tecrübenin, iki kişi
arasında etkileşim oluşturabilmesi için, bu tecrübenin söz ve fiil şeklinde
nesnelleşmesi gerekmektedir.48
Din ile toplum arasındaki karşılıklı ilişkiye dinin topluma etkisi olarak
bakılabilir. Her dinde toplumsal yapıyla ilişkili olma özelliği mevcuttur. Bu özelliği
sayesinde din, toplumları etkiler. Toplumsal örgütlenme ve davranışların şekil ve
içeriği dinin etkisine açıktır.49
“Gordon W. Allport’un da ifade ettiği gibi her ne kadar insanlar çeşitli
sebeplerden ötürü hayatlarını tam olarak dine göre tanzim etmeseler de bütün dinler,
inananlarına yalın ve kapsayıcı bir dünya kavramı sunmaktadırlar. İşte bu, bireysel ve
sosyal kimlik tanımlamalarından tutun da dünyadaki her türlü hareket ve hedefleri
yönlendirebilecek güçlü bir tesir potansiyeline sahiptir.”50 Dinin toplum üzerindeki
etkisi ilkel toplumlardan başlayarak analiz edilebilir. İlkel dönemlerde din, aile, boy,
millet gibi doğal birliklerle yakın ilişkidedir. Bunun sebebi, yine bu dönemlerde dinin,
46 Walter H. Capps, “Toplum ve Din”, Din, Toplum ve Kültür, Çev. Ali Coşkun, İz Yay., İstanbul
2005, s. 40. 47Capps, Toplum ve Din, s. 41. 48Niyazi Akyüz- Çapcıoğlu İhsan, “Din ve Toplum İlişkileri”, Din Sosyolojisi El Kitabı, Grafiker
Yay., Ankara 2012, s. 43. 49 Akyüz, Din ve Toplum İlişkileri, s. 43. 50 Selim Eren, “İnanç ve Sosyo-Kültürel Çevre Etkileşimi”, C.Ü İlahiyat Fakültesi Dergisi, 11/1-2007,
s. 132
23
tabii birliklerle kaynaşmış durumda olmasıdır. Din bu birlikleri hem zihniyet hem de
örgütlenme açısından etkiler. Din, zihniyette, aile hayatında, kadın-erkek ilişkisinde
vs. yönlendirici konumundadır. Örgütlenme açısından ise yine bu tür ilişkilerde din
bütünleştirici bir görev üstlenir.51
Yukarıda geçtiği gibi her din, kendisine inananlara yeni bir zihniyet de
kazandırır. Bu yönüyle din, kazandırdığı bu yeni zihniyet ile toplum hayatında din
dışında kalan bölümleri de etkiler. Bu nedenle dine ait olan bu zihniyet, sadece tabiata
karşı değil, aynı zamanda aile, eğitim, ekonomi ve devlet gibi toplumsal kurumlara ve
olgulara karşı da bir tavır almayı gerektirir. Weber’e göre dinler bu yönüyle toplumda
yeni bir ekonomik ve toplumsal ahlak yaratır ve onu geliştirirler. Bu ekonomik ve
toplumsal ahlakın temelleri, söz konusu din tarafından belirlenir. Bu durumda,
dinlerde bulunan ekonomik ve toplumsal ahlak ilkeleri, insanların davranışlarını
doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemektedir.52 “Ünlü Fransız tarihçi Füstel de
Goulanges de İlkçağ Devleti adlı eserindeki incelemelerinin sonucunda bu durumla
ilgili açıklamalar yapmıştır. Ona göre fikirler, toplumsal değişmenin nedenidir ve
toplumsal olayların hâkim faktörüdür… Grek ve Roma’nın tarihi buna bir örnektir…
Eskilerin kanunlarına onların inançlarını düşünmeksizin bakarsanız, siz onlarda
belirsizlikler, acayiplikler ve açıklanamazlıklar bulursunuz. Fakat bu kurum ve
kanunlara bakılınca, inançları koyunuz vakıalar derhal çok açık olacaktır. Böylece
onlar kendiliğinden anlaşılacaktır… İnançlarla kanunlar arasındaki karşılaştırma
gösterir ki; ilkel bir din Grek ve Roma ailesini kurdu, evlenmeyi ve ataerkil aileyi
kurdu, akrabalık sırasını tespit etti, mülkiyet hakkını ve veraset hakkını belirtti. Bu
51 Akyüz, Din ve Toplum İlişkileri, s. 44. 52 Akyüz, Din ve Toplum İlişkileri, s. 44.
24
aynı din aileyi genişlettikten sonra ve yaydıktan sonra büyük bir cemiyete, keza kente
şekil verdi, onda ailedeki gibi hüküm sürdü. Bu kurumlar eskilerin bütün güzel hukuku
gibi… Ondan gelmişlerdir.”53
Din yukarıda belirtildiği gibi toplumu değişik açılardan etkiler. Buna karşın
din, farklı bazı durumlarda toplumsal faktörlerin etkisi altında kalır. İlkel toplumlarda
toplumsal yapı, hem tanrı düşüncesinde hem de dini bayramlar ve ayinler üzerinde
etkili olur. İlkel dinler tabii gruplar içinde varlık gösterdikleri için toplumsal yapı
onları doğrudan etkiler. Her dinin başlangıçta içinde doğduğu toplumsal çevrenin
etkisi altında olduğu bilinmektedir. Henüz değişimin söz konusu olmadığı toplumlarda
inançlar ve ibadetler açıkça toplumsal yapının etkisi altındadır. Başka bir ifade ile
dinler, belli toplumsal şartlarda ortaya çıkar ve belli toplumsal zümreler tarafından
yaşatılır. Bu yüzden belli zümre veya düşünceye ait dünya dinlerinde farklılaşma
olgusu, bazen din kimliği üzerinde değişiklikler yapabilir. Bu yüzden dindeki bazı
nitelikler, diğerleriyle yer değiştirebilir.54
Evrensel dinlerde ise durum farklıdır. İlk olarak bu dinlerin mensupları
başlangıçta belirli toplumsal tabakalardan gelmektedir. Fakat bir dinin vasıf ve içeriği,
onun temsilcisi olan tabakaların ekonomik ve toplumsal çıkarlarına göre şekillenmez.
Çünkü bu dinler ilkel dinlerin tersine yayılma eğiliminde olduklarından, bütün
insanlığa hitap ederler. Bu yüzden insanları mesleklerine ve toplumsal tabakalarına
göre sınıflandırmazlar. Ayrıca bu dinler belirli kavim ve ırklara da mahsus
değillerdir.55
53 Bünyamin Solmaz, “Dinin toplum ve Kültür Üzerinde Etkileri”, S. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi,
1996-6, s. 144. 54 Akyüz, Din ve Toplum İlişkileri, s. 46, 55 Akyüz, Din ve Toplum İlişkileri, s. 47.
25
Din ile toplum etkileşimini, toplumsal bütünleşme, değişme gibi konularda
daha net görmekteyiz. H. Desroche, pratikte dinin, durum ve şartlara göre sosyal
bütünleşmeyi sağlayıcı rolünün yanında ihtilafa sebep olan ve hatta toplumda protesto
rolü oynayıcı fonksiyonlarının da olduğunu ifade etmektedir. Aynı şekilde J. Wach da
dinin toplum üzerindeki yapıcı ve birleştirici fonksiyonunun ihtilaf yaratıcı ve
parçalayıcı fonksiyonunu aşmakta olduğunu belirtmektedir. O, bununla birlikte dinin
asıl gayesinin toplumdaki birlik ve bütünleşmeyi temin etmek olmamasına rağmen,
sonuçta sosyal bütünleşmeyi gerçekleştirmeye yöneldiğini de belirtmektedir. Çünkü
bir din, bir toplumda yerleşip kökleştiği andan itibaren, orada çeşitli inançlar, değerler
vs. ile kaynaşır ve toplum fertleri için dini ve sosyo-kültürel bütünleştirici bir
fonksiyon üstlenir.56
Fakat dinin sosyal bütünleşme sürecindeki fonksiyonu sürekli olumlu ya da
yukarıya doğru bir ivmede olmayabilir. Bu, şartlara ve yorum durumuna göre, olumlu
ya da olumsuz olabilmektedir. Aslında sosyal bütünleşme söz konusu olduğunda
bizzat toplumun sosyal bütünleşme durumunun da çeşitli durum ve şartlar da farklılık
arz ettiğini görebiliyoruz. Çünkü toplumun yapısı ve kültürel seviyesi, sosyal
bütünleşmeyi sağlayıcı faktörlerin etkinlik dercesine katkıda bulunmaktadır ve bu
durum sosyal bütünleşmede katkısı olan dini faktörlerin etkinliğinin devamı açısından
da geçerli olmaktadır. Mesela Ortaçağ cemiyetleri ile günümüzün modern
toplumlarında sosyal bütünleşme durumu birbirinden farklıdır.57
Toplumsal bir olay olan sosyal değişmeye gelince, dinin burada da belirleyici
rol oynadığını belirtebiliriz. Din ile sosyal değişme arasındaki ilişki yukarıda
56 Ünver Günay, Din Sosyolojisi, s. 347. 57 Günay, Din Sosyolojisi, s. 354.
26
belirttiğimiz sosyal bütünleşme ve din arasındaki ilişkiden farklı olarak ele
alınmaktadır. Buna göre, din ve sosyal değişme ilişkilerinde din, bir taraftan sosyal
değişmeye engel olan bir olgu diğer taraftan da sosyal değişmenin temel faktörü olarak
kendini gösterir. Bu nedenle sosyolojik bir yaklaşımla, dini değişme sosyal
değişmenin bir sonucu olarak ele alınabilir veya sosyal değişmenin din üzerindeki
etkilerinden söz edilebilir.58
Dinin sosyal değişmeye engel olduğu durum, onun müesseseleşmiş olmasının
sonucu olarak, sembollere, kutsal metinlere, geleneğe bağlılık şeklinde eşyanın
mevcut düzenini korumaya meyilli olmasıdır. Bu durum dinin, genelde yeni değerlere
karşı, eski değerleri koruyan bir yapı olarak görülmesini sağlamıştır. Din, bu durumda
mevcut sosyal düzen ve düzenlemeleri koruyan bir istikrar unsuru olur. İstikrarı
koruma rolüyle din, devlet ve toplum hayatında dengeli bir devamlılık sağlayabilir. Bu
konuda Durkheim de dinin sosyal yapı unsurlarının sabit kalması veya korunmasında
işlevsel olduğunu vurgulamıştır. Mesela atalara tapmanın, toplumun ihtiyarlarının
yerlerini korumak gayesini içerdiği ya da buna benzer olayların toplumun diğer
katmanlarında benzer sonuçlar ortaya çıkardığı açık bir şekilde gösterilmiştir.59
“Bu bakımdan da, hemen her dini sistemin, değişmeye karşı oldukça dayanıklı
temel bir takım inançlara, menseklere ve bunları ihtiva eden bir takım kutsal metinlere
dayanmakta olduğunu ve dinin ayırt edici niteliğinin kökü mukaddes âleme uzanan “
kutsal” kategorisine dayandığını belirmek gerekir. Bu durumda karşımıza dinin
muhafazakâr yapısı çıkmaktadır. Özellikle dinin gelenekleştiği ve istikrar kazandığı
her toplumda bu böyledir. Mesela Max Weber, Antik Yunan dünyasında yaşanan
58 Günay, Din Sosyolojisi, s. 368. 59 Okumuş, Toplumsal Değişme ve Din, s. 106-107.
27
büyük kültürel yaratıcılığın, o dönemde orada buna engel olacak güçlü bir ruhban
sınıfının kaynaklandığını öne sürmektedir.”60
Din, sosyal değişme faktörü olarak da işlev görmektedir. Geçmişe
baktığımızda dinin etkili olduğu birçok değişimi görebilmekteyiz. Mesela dinin
geçmişte birçok savaş ve ihtilale yol açtığı bilinmektedir. İbn Haldun da toplumların
gelişmesinde dinin önemi üzerinde durmuştur. O, birleştirici bir unsur olarak gördüğü
dini asabiyeti de üzerine koyarak dine bağlanan hanedan ve toplumların dini zayıf
olanlara galip geleceğini ve dini bozulan toplumun çok kötü değişimlere sahne
olacağını belirtmiştir. Gustave Le Bon’a göre de inançlar, insanlık tarihinin en güçlü
faktörlerinden biridir. Bundan dolayı toplumun inançlarında meydana gelen her
değişmeyi büyük toplumsal değişimin izlediğini söylemektedir.61 “Bu konu üzerinde
geniş çalışmalar yapan sosyologlardan biri de Weber’dir. Ona göre, değerler ve
özellikle de dini ve ahlaki değerler, sosyal ve ekonomik değişme olgusu içerisinde rol
alabilirler hatta değişmenin ana faktörü olabilirler. Batıda modern Kapitalizmin
doğuşunda oynadığı rolde görüldüğü üzere din, sosyal ve ekonomik değişmenin ve
dolayısıyla da yeni değerlerin yaratılmasının hâkim faktörü olabilir. Çünkü toplumsal
bir olay olarak kapitalizm, basit bir şekilde kazanç, zenginlik veya konfor elde etme
gayretinden ibaret değildir. Kapitalizmin modern Batı’da gerçekleştiğini biliyoruz.
Çünkü orada, Kapitalizmin gelişmesini temin eden rasyonalizasyon tam olarak
devreye girmiştir. Ve bu da orada modern zamanlarda Kalvinist, Pietist, Baptist ve
Metodist Protestan çevrelerin yaşayışında beliren Püritanizm şeklindeki bir zahitlik
anlayışı sayesinde mümkün olmuştur. Böylece insanlar, rasyonel ekonomik davranışa
60 Günay, Din Sosyolojisi, s. 370. 61 Okumuş, Toplumsal Değişme ve Din, s. 125.
28
uygun bir dünya görüşü ve bir zihniyetle canlandırılmış olduklarından, bu zihniyet
köklü sosyal ve ekonomik değişimlerin hâkim faktörünü oluşturmuştur”62
Biz Weber’de dinin sosyal değişmedeki olumlu ya da olumsuz rollerini, ortaya
koyduğu ‘peygamber’ ve ‘rahip’ tipolojisinde görebilmekteyiz. Rahip, yerleşik
sistemin parçası olarak onun üzerinde yaratıcı bir işlev göstermeksizin yalnızca
geleneksel düzenin korunmasını sağlamasına karşın, peygamber, bir değişim çabasını
ortaya koyar. Peygamber, bu anlamda yerleşik kalıplara meydan okur ve başarılı
olduğu zaman da yeni mesajının yaratıcılığı sayesinde taraftarlarının sosyal hayatında
köklü değişiklikler meydana getirir. Weber’in sosyolojik terminolojisinde tam bir
karizma yüklü fert demek olan peygamber, karizmatik liderliğin bir tezahürü olarak
varlık sahnesindeki yerini alır. Karizmatik lider olarak karşımıza çıkan peygamber, bu
yönüyle sıradan insanlar üzerinde icra ettiği cazibe gücünü ortaya koyar. Bu gücü
sayesinde dini lider, insanlar üzerinde etkili olup yaratıcı bir zihniyeti ortaya çıkarır.
Böylece geleneksel sosyal çevrede, dini liderin karizmatik etkisi devrimci bir değişimi
gerçekleştiren güç halini alır.63
Her ne kadar, din, geleneksel toplumda yaratıcı bir hamle olarak ortaya çıksa
da, Bergson’un da ifade ettiği gibi bu ancak, böyle bir değişmeye açık, dinamik
toplumda mümkün olmaktadır. Kapalı ve statik toplumlar böyle yaratıcı bir değişimi
kabule uygun değildirler. Bu ifade çerçevesinde bakıldığında tarihin yaratıcı dini
gelişme dönemlerinde dinlerin karışıklıklarla karakterize edildiğini görmekteyiz.
Ayrıca yine bu dönemlerde toplumla ilgili çok önemli fikirlerin ortaya çıktığını da
62 Okumuş, Toplumsal Değişme ve Din, s. 125. 63 Günay, Din Sosyolojisi, ss. 371-372.
29
görürüz. Mesela Çin’de Konfüçyanizm ortaya çıktıp ve yerleştiğinde hızlı bir sosyal
değişme, düzensizlik ve prenslikler arasında çatışmalar meydana gelmiştir.64
Şunu söylemek gerekir ki; din, ne kadar muhafazakâr bir özellik taşırsa taşısın,
yine de zaman içerisinde toplumda ortaya çıkan ve gerçekleşen köklü değişikliklerden
etkilenmektedir. Bütün dinler, insan topluluklarını değişimin her aşamasında
etkilenmiştir. Toplulukların yaşam içerisinde geçirdiği bu aşamalar göçebelikten
yerleşikliğe, sitelerden imparatorluklara, kırsal kültürler ve medeniyetlerden sanayi
toplumlarına doğrudur ve dinler bu büyük ve köklü değişikliklerden etkilenmişlerdir.65
Din ve değişme arasındaki ilişkiler sadece dini yapılar, kurumlar veya kültür
üzerindeki uyum ve uyumsuzluk ya da bunlarla ilgili çelişkiler şeklinde olmamaktadır.
Bununla birlikte din, cemaat ve grupların ya da oluşumların kendi aralarında
çekişmeler de meydana getirebilmektedir. Değişim sürecinde tek biçimliliğini yitiren
toplumda, aynı dinin grupları veya cemaatleri arasında ya da farklı dinin grup ve
mezhepleri arasında çıkabilen çatışmaları dinler tarihi bize göstermektedir. Aynı
durumun günümüz toplumunda da oluştuğunu görebilmekteyiz.66
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, “dinler insana kendisi ve içinde yaşadığı
kâinat hakkında bir fikir verir. İnsan dinlerde kendi neliği/mahiyeti ve kâinattaki yeri
hususunda bilgiler bulur; en önemlisi de kendi başlangıç ve sonunu görür. Dolayısıyla
din, insanoğlunun temel problemlerini belli bir açıdan açıklayan bir sistemdir. Din
insanın maddi ve manevi bütün ihtiyaçlarına anlamlı cevaplar verir. Bu noktada o,
insan zihnini meşgul eden en soyut metafizik problemlerden tutunda yaşadığı hayata
64 Günay, Din Sosyolojisi, s. 374. 65 Günay, Din Sosyolojisi, s. 374. 66 Günay, Din Sosyolojisi, s. 377.
30
dair pratik pratik davranış kurallarına kadar her konuda bireyi aydınlatmayı, ona yol
göstermeyi amaç edinmektedir.”67
1.2. Kültür
Kültür kavramının İngilizce’deki ilk kullanımlarında hayvanların ve ekinlerin
yetiştirilmesi ve dinsel tapınma ile ilişkili olarak kullanılmıştır. On altıncı yüzyıldan
sonra on dokuzuncu yüzyıla kadar kavram, çoğunlukla öğrenmeyle bireysel insan
aklının ve kişisel görgünün geliştirilmesi anlamlarında kullanıldı. Bu, toprak ve ziraat
pratiklerini geliştirme fikrinin bir açıklamasıydı. Bundan dolayı birilerinin kültürlü ya
da kültürsüz olduklarından bahsedebiliyoruz. Daha sonra kavram anlam genişlemesine
uğrayarak uygarlık sözcüğünün değer yüklü eşanlamlısı olarak kullanılmış ve bir
toplum gelişmesini de ifade etmeye başlamıştır.68 Bu şekilde kültür kavramının anlam
genişlemesi devam etmiştir. Sanayi Devrimi’nde Romantizmin yükselişiyle ruhani
gelişimi anlatmak ve bunu maddi değişim ile karşılaştırmak anlamında kullanılmıştır.
Yine 19. yüzyılda bu defa romantik milliyetçiliğin etkisiyle günlük yaşamı ve geleneği
ifade eden vurgular eklenmiştir. Mesela halk kültürü ya da ulusal kültür düşünceleri
bu dönemde oluşmuştur.69
“Williams’a göre yukarıda bahsettiğimiz tarihsel kaymalar kültür kuramının
bugünkü kullanımına belli belirsiz yansıtılır. Bu kullanımların ilki, bir birey, grup ya
da toplumun ruhsal ve estetik gelişimini ifade etmektir. İkincisi, bir dizi entelektüel ve
sanatsal faaliyeti ve bunların ürünlerini saptamak için kullanılır. Son olarak da, bir
67 Selim Özarslan, “ Küreselleşme Sürecinde Dinin (İslam) Sosyal Bütünlüğün Sağlanmasına Katkısı”,
Kelam Araştırmaları, 3:2-2005, s. 54. 68 Smith, Kültürel Kuram, s. 13. 69 Smith, Kültürel Kuram, s. 14.
31
insanın, grubun ya da toplumun yaşam biçiminin tümünü, faaliyetlerini, inançlarını ve
göreneklerini belirtmek için kültür kuramı kullanılmaktadır.”70
Aynı şekilde kültür, antropoloji çalışmalarında, bazı temel kavramlar
karşılığında kullanılan soyut bir kavram olarak da karşımıza çıkar. Örneğin bir
toplumun ya da bütün toplumların birikimli uygarlığı ya da bir toplumun kendisi olarak
kullanılmıştır. Kültür bir dizi sosyal süreçlerin bileşkesidir. Ayrıca kültür, bir insan ve
toplum teorisidir.71
“Kültürü belli ayrıştırmalardan sonra birkaç tema etrafında yoğunlaştırabiliriz.
İlk olarak, kültür, maddi, teknolojik ve sosyal yapısal olana karşı olana eğilimlidir.
Bunların arasında karmaşık ampirik ilişkilerin olabileceği kabul edilirken, kültürü bir
bütün olarak yaşam tarzındaki farklı ve ondan daha soyut bir şey olarak da kavramaya
ihtiyacımız olduğu iddia edilir. İkinci olarak, kültür, ideal olanın, ruhani olanın ve
maddi olmayanın gerçekliği olarak görülür. İnanışların, değerlerin, sembollerin
biçimlenmiş bir alanı olarak kavranır. Üçüncü olarak kültürün özerkliğine önem
verilir. Bu, kültürün, altta yatan güçlerin, güç dağılımların ya da toplumsal yapısal
ihtiyaçların basit bir yansıması olarak açıklanamayacağı gerçeğidir. Son olarak çabalar
değer-tarafsızlığını sürdürmek içindir. Kültür incelemesi Güzel Sanatlar ile
sınırlanamaz, aksine toplumsal yaşamın tüm yönlerine ve düzeylerine yayılmış olarak
kavranır. Kültürel üstünlük ya da aşağılık fikirleri çağdaş akademik çalışmada hemen
hemen hiç yer almaz.”72
70 Smith, Kültürel Kuram, s. 14. 71 Bozkurt Güvenç, İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, İstanbul 1979, s. 95. 72 Smith, Kültürel Kuram, s. 16-17.
32
Yukarıda bahsedilen ifadelerden sonra bazı kültür tanımları verilebilir. Bu
doğrultuda ilk olarak daha genel ve kısa olduğu için Marx’ın tanımı yer vereceğiz. Ona
göre kültür, doğanın yarattıklarına karşılık, insanın yarattığı her şeydir.73
Yine Hilmi Ziya Ülken, Sosyoloji Sözlüğü’nde daha kapsamlı bir tanım
vermektedir. O’na göre kültür, belirli bir toplumun karakterini meydana getiren
fikirler, bilgiler, inançlar, teknik ürünleri, davranış ve tavır tipleri sistemidir. Buradan
kültürün saklanması ve kazanılmasının biyolojik olmadığını, tersine sosyal bir süreç
olduğunu anlamaktayız. Bazen kültüre toplumun mirası denmesinin sebebi de budur.74
Kluckhohn ise kültürün farklı unsurlardan meydana geldiğini dinamik ve
yapılandırılmış olduğunu söylemiştir. Ayrıca bireylerin toplumsal yaşama uyum
sağlamalarının ve kendilerini yaratıcı şekilde ifade etmeyi öğrenmelerinin aracı
olduğunu da belirtmiştir.75
“Kültür, bir canlı organizma gibidir ve üstelik onun saklanması ve korunması
toplumsal bir süreçtir. Bu anlamda kültür, yaşayan kuşakların kendi zekâ, yetenek
ihtisas ve eğilimlerine göre geçmiş nesillerden devraldıkları bir sosyal mirastır. Kültür
onu oluşturan unsurlar ve bunlar arasındaki denge, şartlara ve zamana göre gelişir ve
değişir.”76
Kültür, insan türüne özeldir. Diğer canlılar da iletişim kurmalarına rağmen
sadece insan iletişim için sembolleri kullanır. İnsanların kullandığı bu semboller içinde
dil en önemli sembol sistemini oluşturmaktadır. Bu tür düşünceler bazı tartışmalar
ortaya çıkarmaktadır. Bu doğrultuda sosyologlar ve antropologlar, insan eyleminin
73 Güvenç, İnsan ve Kültür, s. 97. 74 Ali Bulaç, Tarih,Toplum ve Gelenek, Yeni Akademi Yay., İstanbul 2007, s. 148. 75 Rosmund Billington ve Diğerleri, “Kültür’ü Tanımlamak”, Sosyoloji Başlangıç Okumaları, Say
Yay., Ed. Anthony Giddens, Çev. Günseli Altaylar, İstanbul 2009, s. 35. 76 Günay, Din Sosyolojisi, s. 414.
33
belirleyicisi olarak toplumsal ve kültürel olguların rolü üzerinde hemfikirdirler.
İnsanlar, bu sembolleri kullanarak nesnelere, fikirlere ve ilişkilere değer ve anlam
yükler.77 “Semboller gerçeğin ifade edilmesi için araçtır. Semboller iki türlüdür. Biri
doğrudan işaret ettiği varlığın soyutlanmış bir kalıpla ( ses, yazı ) ifadesidir. Bunlara
kavram da diyoruz. Ağaç, tree, eş-şecere, I’arbre dendiği vakit dört farklı sembolle,
ama aynı gerçeği ifade ederiz. Burada sembol, doğrudan bir gerçeğin sembolüdür.
İkincisi mecaz şeklindeki semboldür ki yine bir gerçeği ifade eder, fakat mecazla
yapılmıştır. Diğer bir deyişle ifade etmek gerekirse aracı semboller kullanılmıştır.
Bayrak veya sancak dediğimiz vakit bir toplumu, o toplumun kimliğini, kültürünü,
vatanını kastetmiş oluruz.”78
Her kültürün, bir amacı vardır. Uygarlığın amacı doğayı keşfederek doğanın
zenginliklerini kullanmaktır. Toplumların amacı ise, doğadan yararlanarak, diğer
toplumlardan geri kalmamaktır. Buradan hareketle her kültürün bir ideolojisi, aynı
zamanda da her kültürün bir görevi olduğu da belirtilmektedir.79
Kültür kavramının çok farklı şekillerde tanımlanmış olduğu görülmektedir. Bu
açıdan kültür, “bir millete ait ortak özellikler” olarak belirmektedir. Bu anlamıyla
düşünüldüğünde kültür, bir millete ait olan hemen her şey olarak anlaşılabilir. Bu
boyutuyla kültür, bir milleti diğerlerinden ayıran ve farklılaştıran unsurdur. Yaşam
biçimi olarak ortaya çıkan kültür, insanların zaman, mekân ve şartlara göre hayatlarını
yaşamaları ve bu hayata göre dünya görüşlerini belirlemektedir. Yani ortaya çıkan
yaşam alanı, toplumun kültürel dokusu olarak tanımlanmaktadır.80
77 Billington ve Diğerleri, Kültür’ü Tanımlamak, s. 34. 78 Yumni Sezen, İslam’ın Sosyolojik Yorumu, İz Yay., İstanbul 2004, s. 151. 79 Güvenç, İnsan ve Kültür, s. 101. 80Akdoğan, Kültür ve Din, s. 438.
34
Kültür, geçmişten alınan bilgi ve tecrübeler olarak yeni döneme aktarılmakta
ve uygulamalarla canlılık kazanmaktadır. Böylece de geçmişe ait olan bazı öğeleri
içinde barındırmaktadır. Yine kültür akıcı bir özelliğe sahiptir. Öyle ki çocuklar anne
ve babalarının dilini konuşmakta, onların davranışlarını taklit ederek yaşamlarına
uygulamaktadırlar. Bu şekilde kültür nesilden nesile geçer ve dinamik bir özellik
gösterir. Bu süreç içinde kültür, kendini yenileyebilir ve diğer kültürlerden bazı öğeler
alıp kendine mal edebilir.81
Kültürün üç özelliği vardır. İlki, kültür tek çeşit değildir. İkincisi kültür,
genişleme özelliğine sahiptir. Üçüncüsü de içinde değişen unsurlar ihtiva eder.
Sorokin’e göre iki çeşit kültür vardır birincisi, az değişen, kendisi olarak kalan hissi
kültür. İkincisi ise, medeniyete doğru ilerleyen fikri kültürdür.82
Kültür kavramı ile ilgili olarak kültürel süreçlerden bahsedilebilir. Bunun ilk
şekli kültürlemedir. Bu süreç doğumdan ölüme kadar bir bireyin, toplumun istek ve
beklentilerine uyacak şekilde etkilenmesi ve değiştirilmesidir. Kültürleşme, bu süreç
kültürel yayılma süreciyle meydana gelir. Yayılma ile gelen maddi ve manevi öğeler,
diğer kültürden birey ya da grupların, belli bir kültüre gitmesi ve bunların karşılıklı
etkileşimi sonucunda her ikisinin de değişmesidir. Kültürlenme; bu süreçte herhangi
bir toplumdan kopup gelen birey veya grupların buluşması ve önceki kültürlerinde
bulunmayan yepyeni bir bileşim oluşturmalarıdır. Kültür değişmesi süreci ise bazı
süreçler ve diğer kültürlerin etkisiyle, toplumun tamamen ya da bazı kurumlarıyla
değişmesidir.83
81 Akdoğan, Kültür ve Din, s. 438. 82 Sezen, İslam’ın Sosyolojik Yorumu, s. 157. 83 Güvenç, İnsan ve Kültür, s. 131.
35
Toplumsal yapının bir modeli olan toplum kültürünün maddi ve manevi
unsurları bulunmaktadır. Maddi kültür toplumun üretim araçlarını ve aletlerini
oluştururken manevi kültürü, toplumun inançlarını, düşüncelerini, gelenek ve
göreneklerini, duygularını ve davranışlarını oluşturmaktadır. Bu anlamda toplum
kültürünün içinde yer alan bilim, sanat, hukuk, iktisat, ahlak vs. dinde de çok önemli
yer tutmaktadır.84
Din ile kültür, toplum ve insanla yakın ilişki içinde olduklarından, her ikisi
arasında yakın bir ilişki vardır. Dolayısıyla her toplumun kendine özgü bir dini ve
kültürü vardır. Daha önce denildiği gibi kültür toplumların yaşam biçimi olarak
düşünülmektedir. Buna karşılık din de toplumların inançlarına karşılık gelmektedir.85
Daha önce de bahsettiğimiz gibi, Durkheim, Dinsel Yaşamın Temel Biçimleri
adlı eserindeki din incelemesinde dinin sosyal bütünleşme sürecindeki işlevinden
bahsetmiştir. O, dini kendi kavramları ile açıklanması gereken bir olgu olarak görür.
Dolayısıyla, örgütlenmeye ve uyuma yönelik toplumsal gereksinimlere verilen basitçe
bir yanıttan çok, toplum içinde dinamik ve itici güç olan bir kültür resmi sunar.86
“Durkheim, bütün dinlerin kutsal olan ile kutsal olmayan arasındaki bir ayrım
etrafında döndüğünü iddia etmiştir. Kutsal olan, korkuyla karışık saygı ve korku
duygularını gerektirir ve günlük olandan ya da kutsal olmayandan ayrılır. Kutsal olan,
gücü özel dinsel törenler (örneğin, ayinle ilgili, dua, kurban etme) ile düzenlenirken,
faydalı olduğu kadar tehlikeli de olabilir ve çoğu kez özel tabular aracılığıyla kutsal
olmayandan ayrılır. Durkheim, “bir toplum, aynı zamanda bir ideal yaratmadan
kendini ne yaratabildiğini ne de yeniden yaratabilir” der. Burada söylenen, dinsel
84 Günay, Din Sosyolojisi, s. 414. 85 Günay, Din Sosyolojisi, s. 446. 86 Smith, Kültürel Kuram, s. 25.
36
sistemler içindeki sembol ve inanç dizelerinin, toplumlara dağılmış ahlaki duygular ve
kimlik hisleri hakkında düşünme ve yoğunlaşma yolu sağladığıdır.”87
Aynı şekilde Weber de dini kültürün bir parçası olarak görür ve rasyonel
eylemin taşıyıcılarından birinin din olduğunu belirtir. O, bunu şöyle ifade eder; “değer
rasyonel eylem (wertrational), dinsel kurtuluş arayışı gibi kültürel inanışlar ve amaçlar
ile yürütülür.”88
Ali Bulaç, Tarih, Toplum ve Gelenek adlı eserinde, dini, kültürü anlamada ve
oluşturmada birinci derecede kaynak olarak belirtmektedir. “Kültür olayına, din
kültürü ( İslam veya Hristiyan kültürü) diyemeyiz.” demektedir. “Çünkü kültürü
meydana getiren insani çabalar ve eylemlerin arkasında seküler kaynaklar
yatmaktadır. Dini referansa dayanan irfan şekillerini de din ile özdeşleştirmek
mümkün değildir. Din, bu çaba ve eylemlerde birinci derecede kaynak durumundadır.
İnsan ilahi ve beşeri herhangi bir dinden yola çıkarak edindiği birtakım bilgileri, tabii
çevresinin gerekli kıldığı şartlara, geçmiş kuşaklardan devraldığı miraslara ve kendi
öznel eğilimlerine göre yeniden üretmiş, yani şu veya bu, doğru veya yanlış bir şekle,
bir yönteme sokmuştur.”89 Ona göre, kültür, din adını verdiğimiz genel bilgi
kaynaklarından hareketle insanın çaba ve eylemleriyle bilginin yeniden
adlandırılmasıdır. Yani beşeri etkinliğin temeli hak veya batıl nitelikte olan dindir.90
Biz yukarda kültür ve onu oluşturan unsurlar arasındaki dengenin zamana,
şartlara göre değişip geliştiğini belirtmiştik. Bu doğrultuda sosyal yapı içerisinde
kültürün bir unsuru olan dinin fonksiyonları değişebilmektedir. Bunun için toplumu,
geleneksel toplum ve modern toplum şeklinde bir ayırımla inceleyebiliriz. Geleneksel
87 Smith, Kültürel Kuram, s. 25. 88 Smith, Kültürel Kuram, s. 58. 89 Bulaç, Tarih, Toplum ve Gelenek, s. 157. 90 Bulaç, Tarih, Toplum ve Gelenek, s. 160.
37
toplumda din, kültürün bütüncül yapısına hâkimdir. Bu bakımdan, bu tür toplumlarda
din kurumu, kültürel normların özünü teşkil eden ve toplumun psiko-sosyolojik
yönünü oluşturan inanç ve faaliyet biçimlerinden ibarettir. Buna karşılık modern
toplumlarda yükselen ayrımlaşma sonucu toplum, kültürünü oluşturan çeşitli alanları
birbirinden ve dinin etkilerinden uzaklaştırmıştır. Böylece dinin de kendi öz alanına
çekilip orada kurumsallaşıp derinleştiği ve inanların salt dini hayatını düzenler bir
durum aldığı görülmektedir. Bu nedenle, günümüz modern toplumlarının karmaşık
sosyo-kültürel organizasyonu içerisinde dinin yeri eskinin geleneksel toplumların
yapısına oranla esaslı bir değişikliğe uğramıştır.91
“Toplumların kültür seviyesi yükseldikçe, kültür sahalarının kendi aralarındaki
bağda gevşer, bu sahalar birbirlerinden ayrılamaya ve uzaklaşmaya başlar. Bu olaya
kültür unsurlarındaki uzmanlaşmayı da beraberinde getirir. Sonuçta bu unsurlar kültür
bütününden uzaklaştığı gibi, dinden de uzaklaşır. Bu olaya dünyevileşme denir. Yani
dinin kültür bütünü içindeki yeri önemli ölçüde değişmiştir. Fakat din fertlere nüfuz
etme ve onları hâkimiyeti altına alma gücünü kaybetmedikçe kültür bütününün
merkezi olmaya devam edecektir. Zira bütün kültür kolları, sonuçta insanlar tarafından
meydana getirilir ve devam ettirilir. Fert, diğer kültür sahalarına, şahsiyetinin belirli
bir kısmı ile katılırken, bir dine iman etmekle ona, şahsiyetinin tamamıyla
katılmaktadır. Bu yönüyle din, fertleri, şahsiyetlerinin parçalanmasına karşı korur.
Yani dinler, özellikle yüksek dinler, insan şahsiyetinin en derin tabakasına kadar nüfuz
eder. Böylece insan, din yoluyla farklı sahalarda şahsiyetini ortaya koyma ve dini
tutumunu ifade etme imkânına her zaman sahip olmuştur.”92
91 Günay, Din Sosyolojisi, s. 414. 92 Niyazi Akyüz, “Dinin Mesajının Sosyo-kültürel Muhtevası ve İslam”, A. Ü. İlahiyat Fakültesi
Dergisi, Cilt 38, s. 298.
38
Burada din filozofu D.M. Edwars’ın “kutsal” ile ilgili düşüncesini aktarmak
yerinde olacaktır. O, kutsalın, iyi, gerçek ve güzel gibi değerlere eklenen bir dördüncü
değer olmak yerine, bu değerlerin kendisinden doğduğu “ana rahmi” ve dinin “kültür
ağacının bir dalı değil, gövdesi” olduğunu belirtir.93
Aslında din, kültürel bir evrenselliğe sahiptir. Kültürler ne kadar ayrımlaşmış
ve farklılaşmış olsalar da yine bazı şekiller altında dini özellikler gösterirler.94
Hangi insan ya da toplum olursa olsun, yeni dini öğretilerle karşılaştığında
etkileşim kaçınılmazdır. Yani din bir kültürle karşılaştığında ya da kültüre girdiğinde,
onu kendi temel değerleri doğrultusunda değiştirmek ve kendi öğretilerine göre
yeniden düzenlemek ister. Bu hemen hemen beşeri ya da ilahi her dinin temel
özelliğidir. Çünkü din, her şeyden önce mensuplarına bir takım şeylerin (inanç, ibadet
ve toplumsal boyuta yansıyan ahlaki öğretiler) uygulanmasını ister.95
“Din, öncelikle fertlere, fertler aracılığıyla da mevcut toplumsal olgu ve
kurumlara öylesine nüfuz eder ki, bu anlamda din, kültürün, kendisinden ayrılması
mümkün olmayan bir unsuru haline gelir. Belki o, insanlara sunduğu dünya görüşü ve
evrensel mesajlar yoluyla fertlere nüfuz edebilme kabiliyeti sayesinde bütün kültür
sahalarına hâkim durumdadır. Din fertlere, dolayısıyla insanın kendi içinde yaşadığı
mevcut toplumsal ve kültürel sistemlere öylesine nüfuz eder ki sırf dünyevi
davranışlarından bile bir kimsenin dindar olup olmadığını, hatta hangi dine bağlı
olduğunu anlamak mümkün olabilir.”96 Elbette her toplum ve kültürde bu şekillenme
farklı farklıdır. Aslında bu etkileşim sürecini biraz daha uzatabiliriz. “Dinin kültürle
buluşmasının toplumdan topluma farklılık göstermesi, aynı zamanda anlama, algılama
93 Günay, Din Sosyolojisi, s. 415. 94Günay, Din Sosyolojisi, s. 415. 95Akdoğan, Kültür ve Din, s. 448. 96 Akyüz, Dinin Mesajının Sosyo-kültürel Muhtevası ve İslam, s. 298.
39
ve onunla bütünleşmeyle ilgili bir durumdur. Çünkü her insan veya toplum kendi
kültür düzeyi doğrultusunda dini anlamaya ve uygulamaya çalışır. Bu noktada dinin
anlam ve önemini kabul etme de ona bağlılığı etkilemektedir. Dolayısıyla burada bir
etkileşim yaşanmaktadır ki bu etkileşim, tek boyutlu olmaktan ziyade dinin öğretileri
ile kültürel yapının özellikleri çerçevesinde değişen bir etkileşimdir. O nedenle her
toplumun dini hayatı hem kendi içinde hem de diğer toplumlara göre farklılık
göstermektedir.”97
Bir kültür din ile karşılaştığında onu kendi yapısı doğrultusunda anlamaya
çalışır ve bu süreçte din, şekilsel bir değişikliğe uğramaktadır. Bir toplumun dini hayatı
ile başka toplumun dini hayatının farklılık göstermesinin sebebi budur. Burada şu da
belirtilmelidir ki; toplumsal olarak farklılık gösteren din, insan davranışlarına
yansıdığı biçimiyle farklıdır, yoksa öz itibariyle bir farklılık göstermez. Çünkü dinin
özünde meydana gelecek bir değişiklik, dini din olmaktan çıkarır.98
Burada dinin, yerleşik kültürle sıkı sıkıya bağlı olduğuna dair bir örnek vermek
yerinde olacaktır. Bertrand Russell’ın, sinelog Profesör Giles’in tespitlerinden
aktardığına göre, “Hristiyan misyonerleri, Çin’deki misyonerlik faaliyetlerinde
başarılı olamamışlardır. Bu başarısızlığın en önemli nedeni, Hristiyanlığın temel
öğretileri arasında yer alan, herkesin günahkâr olarak doğmuş olmasının, Çinlilerce
makul bulunmamasındandır. Çinlilere, kendi ana-babalarının ve atalarının söz konusu
inanca bağlı olarak günahkâr kabul edilmesi ve onların şu anda cehennemde
olduklarını kabul etmek mantıklı gelmemiştir. Çünkü onlar, Konfüçyüs’ün potansiyel
olarak insanların iyi doğduğu, onların sonradan günahkâr olmalarının, ancak
97 Akdoğan, Kültür ve Din, s. 448. 98 Akdoğan, Kültür ve Din, s. 449.
40
çevrelerindeki kötü örnekler veya maruz kaldıkları eğitim sonucunda gerçekleştiği
geleneksel düşüncesiyle yetişmişlerdir.”99 Bu örnekten de anlaşılacağı üzere din ile
yerleşik kültür arasında sıkı bir bağ vardır ve bireyin sahip olduğu kültürün güçlü
olması, onun dininden vazgeçip değiştirmesini belirleyen bir özelliktir.
Yukarıda da belirtildiği üzere din ve kültür, insan ve toplum hayatıyla yakından
ilişkili iki kavramdır. Tarihsel süreçte de bu iki kavramın bir bütünlük içinde insan
toplumlarının hayatlarında yer aldığı görülmektedir. Kültür yaşam biçimine karşılık
gelirken, din insanın inanma ihtiyacı ile ilgilidir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, “Sosyal hayatta, insanların gündelik yaşamlarında
din ile kültür bir bütünlük oluşturarak hayata yansır. Bu yansıma insandan insana,
toplumdan topluma farklılık gösterir. Bu aynı zamanda dinlerin ve kültürlerin
yapılarıyla da yakından ilişkili bir durumdur. Bir dinin bir kültürü etkilemesi, bir
kültürün din üzerindeki etkisi karşılıklı bir husustur. Ancak tarih boyunca ortaya çıkan
sosyal gerçeklik, dini kendine özgü bir inanç ibadet ve ahlak boyutunun olması ve bu
insan ve toplumların hayatlarında görülmesini istemesi baskın bir öğreti olarak hayata
yansımış ve kültürel hayatın şekillenmesinde etkili olmuştur. Benzer şekilde kültür de
dinin gündelik hayata girişi üzerinde belli bir etki meydana getirmiştir. Böylece
kültürel yapılara bağlı farklı dindarlık tipolojileri ortaya çıkmıştır. Bu da zaman,
mekân ve şartlara bağlı olarak toplumların değişen ve farklılaşan bir dini hayatları
olduğunu göstermektedir.”100
99 Eren, İnanç ve Sosyo-Kültürel Çevre Etkileşimi, s. 151. 100 Akdoğan, Kültür ve Din, s. 450-451.
41
1.3. Modernleşme
“Eski Türkçe ’de ‘asri’ ve ‘muasır’ gibi iki ayrı kelime halinde, bugün
Türkçede ‘çağdaş’ kelimesi karşılığı olarak kullanılan modern kelimesinin Batı
dillerindeki karşılıkları arasında ‘modern’, ‘contemporary’, Fransızcadaki ‘mondaine’
ve İngilizcedeki ‘mundane’ sayılabilir. Çeşitli anlamlar atfedilse de bu kavramın
yaygın olarak, şimdiki zamana ait ve uygun olan, yeni ve toplumlar arasında en fazla
gelişmiş olanların temsil ettiği bilgi, teknik ve zihniyet düzeyini ifade etmek üzere
kullanıldığı bilinmektedir. Bu kavram ile ilişkili ya da onun karşılığı olarak kullanılan
asri, muasır, çağdaş, çağcıl, çağdaşlaşma, muasırlaşma, modern, modernite,
modernleşme gibi kavramlar, birbirinin yerine kullanılmaktadır. Hocaoğlu’na göre
çağdaşlaşma, düşük gelişme düzeyindeki toplumların, yüksek gelişme düzeyine
erişmesi; modernleşme ise başkaları tarafından erişilmek veya ulaşılmak istenen
yüksek bir düzeye yükselebilme anlamına gelmektedir.”101
Çağdaşlaşma ve modernleşme birbirleri yerine kullanılsa da aralarında ufak
bazı farklılıklar gören düşünürler vardır. Aynı şekilde modernite/modernlik ile
modernizasyon/modernleşme arasında da farklılıklar görenler olmuştur. Çiğdem bu
farklılığın, sadece Batılı toplumların değil, Batılı olmayan toplumların da tarihsel
evriminde rol oynadığını belirtmektedir. Ona göre modernlik, bir projeye, bir
refleksiyona, modernleşme ise bu projeyi mümkün kılan kurumsal-yapısal evrime
işaret eder ve bu anlamda Batı dışı toplumlar modernleşirler, ancak modern olmazlar,
sadece modernliğin kurumsal altyapısıyla eklemlenebilirler.102Burada modernleşme
101 Niyazi Akyüz-Gürsoy Şahin, “Modernleşme, Sekülerleşme ve Din”, Ana Başlıklarıyla Din
Sosyolojisi, Ed. Niyazi Akyüz-İhsan Çapcıoğlu, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ankara 2008, s. 393. 102 Akyüz, Modernleşme, Sekülerleşme ve Din, s. 393.
42
Batı dışı toplumların, batılı toplumların gelişmişlik seviyesine gelmek için ortaya
koydukları çabayı betimlemek için kullanılmaktadır. Ancak modernleşme bu boyuta
değil, hem Batılı toplumların geldikleri düzey hem de Batılı olmayan toplumların
gelişme çabaları olarak ele alınacaktır.
“Basitçe dile getirilecek olursa modern toplumların ve modern projelerin beş
temel fikrin egemenliği altında olduğu söylenebilir.
- Hakikate ve yönteme inanılması
- Nihai örneklere inanılması
- Açıklamaya ilişkin stratejilere inanılması
- İlerlemeye inanılması
- Özgürlüğe inanılması”103
“Latince bir terim olan ‘modernus’ sözcüğünün geçmişi, eski putperest dönem
ile yeni Hristiyan dönem arasında bir ayırım yapmak için kullanıldığı M.S. 5. Yüzyıla
kadar uzanmaktadır. Bunun sonucu olarak dilbilimsel açıdan ‘modern’ terimi eski
dönemin zıddı olan yeni dönem anlamına gelmektedir. O halde modernite bir dönem
olarak ne zaman başlamıştır? Bazıları modernitenin doğuşunu 1800’lerin sonlarındaki
entelektüellerle tarihlendirmektedir. Bazı araştırmacılar ise daha geriye gitmekte ve
hatta Agustin’in bireyciliği ve ilerleme felsefesini modernitenin doğuşu olarak
görmektedirler. Birçok araştırmacı, bu konuda Arnol Toynbee’yi izliyor
görülmektedirler. O batı tarihinde modern çağın başlangıcını on beşinci yüzyılda
Atlantik okyanusunun Avrupa kıyılarında yaşayan toplumlar olarak görmektedir. On
103 Furseth, Din Sosyolojisine Giriş: Klasik ve Çağdaş Kuramlar, s. 144.
43
beşinci yüzyılda bu toplumlar, yedi denizlerin teknolojik fethini başlatmıştır. Max
Weber, Protestanlık ve Protestanlığın disiplinli bir araçsal tavrın ortaya çıkışı
üzerindeki etkisi konularındaki araştırmaları yoluyla, modernitenin başlangıcını 16.
Yüzyıla dayandırmaktadır.”104 Görüldüğü üzere modernitenin ne zaman başladığına
ilişkin soruya kesin bir cevap vermek imkânsızdır. Zaten bu sorunun çok fazla önem
arz ettiği de söylenemez. Çünkü düşüncelerin dağılımı ve sosyal roller sosyolojinin
ilgi alanına girmektedir.
“Modern” olan, radikal bir değişim sonucu ortaya çıkıp ve insan ile onun
çevresine uygulanan bir olgunun adıdır. Modern dünya tarımsal dünyanın yerini almış
ve öncekilerle bağdaştırılamayan bir dünya görüşü belirmiştir. Modern olan önce
insanı sonra da onun dünyasını etkiler. Bu anlamda modernite sözcüğü için daha belirli
bir anlam mümkündür. Söz konusu olan geçmişin bilinmeyen semantik alanını
yapılaştıran yeni bir mantık, yeni bir dünya görüşüdür. Yani modern olmak demek,
düne ait olmayan ve başka yöntemlerle ele alınması gereken yeni bir dünyada yaşamak
demektir.105
“Modernleşme kavramı, R. Bendix’in işaret ettiği üzere aslında belirsizdir ama
işlevseldir. Çünkü genel olarak benzer çağrışımlar yapmaktadır. İnsanlar bununla
muhtemelen önce en çok en modern teknik kazanımları, jet uçakları, astronomluğu,
atom enerjisini düşünüyorlar. Fakat aslında modern kelimesi, toplumların
sanayileşmesinin ilk teknik temellerini oluşturan buhar makinesi ve dokuma makinesi
gibi buluşların olduğu 18. yüzyılda başlayan süreci ifade eder. İngiliz toplumunun
ekonomik değişimi, Amerika toplumunun bağımsızlık hareketi ve Fransız devrimiyle
104 Furseth, Din Sosyolojisine Giriş: Klasik ve Çağdaş Kuramlar, s. 145. 105 Mehmet Küçük, Modernite Versus Postmodernite, Vadi Yayınları, Ankara 1994, s. 16.
44
ortaya çıkan ulus-devleti ile aynı zamana rastlamıştır. Bu anlamda modernleşme
kavramı, toplumların demokratikleşme sürecini de ifade eder: Bilhassa geleneksel
ayrıcalıkların parçalanması ve aynı yurttaşlık haklarının herkes için geçerli olduğunun
açıklanmasını. Dolayısıyla modernleşmenin vuku bulduğu her yerde modernleşme,
akrabalık bağlarına dayalı eşitsizlikler, bunların miras bıraktığı ayrıcalıklar ve
geleneksel egemenliğe dayalı farklı istikrar şekillerine dayanan sosyal yapılarda
değişime yol açar.”106
Temel bazı gerçeklerin var olduğuna dair düşünce moderniteden önce var
olmakla birlikte, modern dönemi karakterize eden yönüyle gerçeklere ulaşmak için
bilimsel yöntemin kullanılmasıdır. Bilimsel metodoloji ile nihai hakikate ulaşmak
istenmektedir ki bu şekilde hakikatin bazı unsurlarının varlığı belirtilmektedir. Modern
öncesi toplumlarda hakikat, aşkın unsurlara ilişkin nihai örneklere dayanmaktaydı ve
dini alana yerleştirilmekteydi. Modern dönem ile hakikatin temelinin insan aklının
deneyimi olduğu savunulmuştur. Bu anlamda hakikat insana daha yakın bir yere
yerleştirilmiştir.107
Giddens, modernitenin, yayılmacılık ve niyetlilik yani küreselleştirici etkiler
ile kişisel ihtiyaç-eğilim şeklindeki iki karşıt özellik arasındaki karşılıklı bağlantı
olduğunu belirtir.108
Lerner de kitle iletişim araçlarının kullanımı konusunda belirttiği düşünceler
ile modern toplumun farklı özelliklerini vurgulayan başka bir düşünürdür. O’na göre,
kitle iletişim araçlarıyla birlikte değişim süreci sözel olandan aracılı olan iletişim
106M. Emin Köktaş, “Türkiye’nin Çağdaşlaşma Problemi ve İslam”, TDV Yayınları, Ankara 2000, s.
142. 107 Furseth, Din Sosyolojisine Giriş: Klasik ve Çağdaş Kuramlar, s. 144. 108 Anthony Giddens, Modernite ve Bireysel Kimlik, Çev. Ümit Tatlıcan, Say Yay., İstanbul 2010, s.
11.
45
sistemine geçmiştir. Ayrıca değişimin aracılı sistem yönünde olması sosyal sitemin
anahtar sektörlerdeki değişimi ile korelasyon gösterir.109
“Weber’den ilham alan sosyolog Brayn S. Turner modern toplumun bir
tanımını yapmıştır. Ona göre aşağıdaki özellikler modern toplumu karakterize eder:
- Asketik disiplin
- Sekülerleşme
- Araçsal ve odaklanmış aklın evrensel geçerliliğine inanılması
- Yaşam dünyasına ilişkin çeşitli alanların farklılaşması
- Ekonomik, siyasi ve askeri uygulamaların bürokratikleşmesi
- Değerlerin parasallaşmasının artması”110
Yine Giddens, moderniteyi ya da modern düzeni, gelenek-ötesi ancak gelenek
ve alışkanlığın sağladığı kesinliklerin yerini rasyonel bilginin kesinliğinin aldığı bir
düzen olarak tarif etmektedir. Ona göre, modern eleştirel aklın yaygın bir özelliği olan
kuşku felsefesi, bilinç kadar gündelik hayata nüfuz eder ve çağdaş toplumsal dünyanın
genel varoluşsal boyutunu oluşturur. Bu şekilde modernite radikal kuşku ilkesini
kurumsallaştırır ve tüm bilginin hipotezler biçimini alacağını vurgular: Yani iddialar
doğru olsa bile prensip olarak gözden geçirilmeye açıktır ve bazı noktalar terk
edilebilir.111
Modernleşme konusunda önemli sonuçlara ulaşan Eisenstadt’a göre ise
modernleşmenin iki genel niteliği vardır:
“1-Toplumların sosyo-ekonomik değişimleri: bu değişmeler üç alanda ortaya
çıkar. Ekonomik alanda değişme, sanayi ve ticaretin, tarım ve madenciliğin önüne
109Köktaş, Türkiye’nin Çağdaşlaşma Problemi ve İslam, s. 142. 110 Furseth, Din Sosyolojisine Giriş: Klasik ve Çağdaş Kuramlar, s. 146. 111 Anthony Giddens, Modernite ve Bireysel Kimlik: Geç Modern Çağda Benlik ve Toplum, Çev. Ümit
Tatlıcan, Say Yay., İstanbul 2010, s. 13.
46
geçmesidir. Siyasal alanda değişme, siyasal gücün kapsamının genişlemesi ve merkezi
otoritenin elinde yoğunlaşması; gücün toplum içinde daha büyük gruplara doğru
yaygınlaşması ve bütün vatandaşları kapsamasına alması; siyasal rejimin
demokratikleşmesi ya da halka dayanmasıdır. Kültürel alanda değişme; kültürel
konular ve değerler arasında farklılaşma; din, felsefe ve bilimin birbirinden
bağımsızlaşması; okuryazarlığın artması ve eğitimin gelişmesidir.
2-Toplumsal örgütlenmenin yapısal değişmeleri: bu değişmeler de üç alanda
görülür. İlk olarak siyasal alanda örgütlenme; küçük ve parlamenter klikler geniş çıkar
gruplarına dönüşür ve bürokrasi genişler. Ekonomik alanda, küçük ölçekli aile
şirketleri, sınırlı üretim yapan atölyeler, yerel ticaret şirketleri ve bankalar,
merkezileşmiş bürokratikleşmiş ve büyük üretim ticaret örgütlenmeleri haline
dönüşür. Meslek sistemleri alanında, yeni meslekler çıkar, bilimsel ve teknik
araştırma, sosyal çalışma, iş idaresi böyle sonradan ortaya çıkan mesleklerdir.”112
Modernleşmenin bir başka göstergesi ilerlemedir. Geleneklerin hakim olduğu
modern öncesi toplumlarda farklılaşmaya şüpheyle bakılırdı. Modern toplumlarda ise
gelenekler şüphe ile karşılanmamakla birlikte farklılaşma teşvik edilmekte ve ilerleme
de bu düşüncenin temeline oturtulmaktadır. Tabii modern toplumlarda ilerleme
konusunun anlaşılabilmesi için değişim kavramına ihtiyaç duyulmaktadır. Modern
toplumda değişim, üretim araçlarından siyasal katılımın yaygınlaşmasına kadar
toplumsal ilişkilerin hepsinde görülen değişimdir. Modern öncesi toplumlarda görülen
birincil ilişkilerin yerini modern toplumlarda ikincil ilişkiler almıştır. Bu gelişmenin
iki faktörü vardır. Birincisi devlet kurumlarındaki bürokrasinin gelişmesi, diğeri ise
112 Akyüz, Modernleşme, Sekülerleşme ve Din, s. 395.
47
kentleşmenin yaygınlaşmasıdır. Burada değişim ve değişim zorunluluğu bireylerin
birincil ilişkilerini karşılama noktasında sıkıntı yaşamalarına sebep olmaktadır.113
“Modernleşme sürecinde değişen bilgi ve bilme etkinliğiyle insanın akıl ve
deney aracılığıyla kendi çevresini bütün karmaşıklığıyla anlayıp denetleme gücünün
gelişmesi, metafizik inanç ve sır alanlarının daralması modernleşmenin ana mihverini
oluşturmaktadır. Geleneksel bilgi anlayışının aksine modern zamanlarda insanın
bilgisi ve kontrolü dışında çok az şeyin değiştiği söylenebilir. Çünkü geleneksel
kozmolojik anlayışta fizik ve toplumsal dünyada değişimin insanüstü güç ve
otoritenin, tanrının iradesi ve bilgisi dâhilinde gerçekleştiği düşünülür ve öyle
olduğuna inanılırdı. İnsanın etrafını saran fizik ve toplumsal çevrenin, insanın bilgi
etkinliğini kullanarak yeni bir bakışla ele alması, değiştirilmesi modern bir bakış açısı
ve tavrı yansıtmaktadır. Modern zihniyetle, insanın evreni ve yaşadığı fizik-sosyal
dünyayı bilgi aracılığı ile kontrol etmesi, değiştirmesi mümkün olmuştur. Ayrıca
bilimin teknolojiye dönüşerek insanın maddi hayatın çehresinin neredeyse tamamının
değişmesi ve yeniden kurulması insanlığı optimistik bir havaya sokmuştur.”114
Modernleşmenin diğer bir göstergesi ise rasyonalitenin toplum yaşamına
hâkim olmasıdır. Rasyonalitenin hâkim olması, toplumsal yaşamın eğitim, hukuk
siyaset, ekonomi, sağlık gibi temel kurumlarının birbirinden bağımsızlaşması ve
kendilerine has yasalara tabi olmalarıyla görünür hale gelir. Bu anlamda Morris,
modern toplumlarda, rasyonalitenin toplumsal yaşamın tamamına hâkim olduğunu ve
hesaplanabilen kural ve düzenlemelerin sistematize edilmesi anlamındaki
113 Akyüz, Modernleşme, Sekülerleşme ve Din, s. 396. 114Mehmet Akgül, “Modernlik-Modernleşme, Postmodernlik, Sekülerleşme ve Din”, Din Sosyolojisi
El Kitabı, Grafiker yay., Ed. N,yazi Akyüz-İhsan Çapcıoğlu, Ankara 2012, s. 186.
48
rasyonalitenin, duygusallık ve gelenekselliğin yerine geçen bir süreç olduğunu
belirtmektedir.115
Modernleşen toplumlarda insana özgü doğa ve ilişkilerin temel boyutları
değişmemiştir. Buna karşın, insani değerler değişik bir çevrede yer aldığı için
geleneksel döneme ait durağanlık modernleşme süreciyle yok olmaktadır. Toplumsal
şartların değişmesinin sonucu olarak insanların davranış modelleri de sürekli
değişmektedir. Özellikle yetişkinlik dönemindeki bireylerin davranışlarında bu etki
görülmektedir. Aynı şekilde köylerden kentlere kitle halinde göç edilmesi, ayrıcalıklı
olanların önceki dönemde ayrıcalıklı olmayanlar ile yarışmak zorunda olması, modern
dönemde başarı için gerekli olan nitelikleri değiştirmiştir. Bu nitelikler, eğitim, empati,
girişim ve uygulanabilirliktir. Dikey hareketlilik fırsatları, yeni toplumda konut sahibi
olmayı dahi düşünemeyen bireylere açık hale gelmiştir. İnsanlar modern toplumla
birlikte geleneksel toplumda bireyciliğe engel olan kurallardan kurtulmuştur.116
Modernleşme ve din arasındaki ilişki konusuna geldiğimizde ilk olarak şunu
belirtmek gerekmektedir: Din ile modernlik arasındaki ilişki karışık bir mahiyettedir
ve daha çok sekülerleşme olayıyla bağlantılı bir şekilde yorumlanmaya
çalışılmaktadır. Modernleşme ve din arasındaki ilişkiyi anlatmak için sekülerleşme
kavramının tanımını vermek gerekmektedir. Seküler kelimesi Latince, çağ, devir,
nesil, asır dünya anlamına gelen “saeculum”dan türemiş, sonra dünyaya ait anlamında
“seacularis” kelimesi türetilmiş bu kelime Fransızcaya “seculaireé, İngilizceye ise
“secular” şeklinde geçmiştir.”117 “Sekülerleşme, insanın, aklı ve dili üzerinde önce
115 Akyüz, Modernleşme, Sekülerleşme ve Din, ss. 396-397. 116Akgül, Modernlik-Modernleşme, Postmodernlik, Sekülerleşme ve Din, s. 188. 117 Akyüz, Modernleşme, Sekülerleşme ve Din, s. 397.
49
dini, sonra metafizik denetimden kurtarılması olarak tanımlanmaktadır. Dünya
görüşlerinin atılması, tüm doğaüstü mitlerin ve kutsal sembollerin parçalanmasıdır.”118
Diğer bir ifadeyle sekülerleşme ile dinin toplumsal dünyayı açıklama görevi sona
ermiştir. Artık bu görevi bilim üstlenmiştir. Mesela yaratılış konusunda doğaüstü
açıklamalardan uzaklaşılmıştır. Bunun yerine varlığın oluşması ve hayatın bilimsel
açıklanması bilimsel evrim ilkelerine göre yapılmıştır. Giddens’ın ifadesiyle din
toplumsal hayatın çeşitli alanlarından çekilmiştir. “Değişen toplumda geleneksel dinin
karşılamayı önerdiği temel insani ihtiyaç olan ontolojik güvenliği sağlamada yetersiz
kalması, geleneksel toplumsal hayatın kendisine bağlı olduğu klasik dini dünya
görüşünün yaşanmakta olan toplumsal durumları doğrulama ve onaylama imkânından
gittikçe uzaklaşması ve akıl ile bilginin gölgesinde kalması insanı yeni bilgi ve
doğrulama yolları arayışına sevk etmiştir.” Modernlikle birlikte geleneksel hayat tarzı
içinde yer alan din ve dünya kurma eylemi, yaşanan ontolojik güvensizlikler ya da
geleneksel dini dünya görüşü içinde şekillenen zihinsel, yaşantısal ve kuramsal değer
ve yapıları öncelikle tartışılır duruma getirmiş sonra da değişmeye zorlamıştır.119
Sekülerleşme kavramını sosyoloji literatürüne Weber kazandırmıştır. O’na
göre rasyonelleşme süreci içinde dindeki rasyonelleşme, hem gözün açılması hem de
büyüden ya da gizemden uzaklaşmadır. Gizem, içine girilip araştırılacak bir şey değil
aksine akıl, yaratıcılık ve teknoloji ile fethedilecek bir şeydir. Weber bu rasyonelleşme
sürecine sekülerleşme adını vermiştir. İşte bu süreçte dünyevi problemlerin çözümü
118 Ahmet Zeki Ünsal, “Dinselliğin Dönüşümü ve Sekülerlik Tartışmaları”, İslamiyat, Cilt 5, Sayı 4,
Ekim-Aralık 2002, s. 68. 119Akgül, Modernlik-Modernleşme, Postmodernlik, Sekülerleşme ve Din, s. 196.
50
için insanlar papazlara ya da rahiplere değil, ekonomistlere, fizikçilere veya sosyal
danışmanlara müracaat edeceklerdir.120
“Sekülerleşme olgusuna ilişkin tanımlarda; 1. Bilincin gelişmesiyle doğaüstü
varlıklara inancın ortadan kalkması, 2. Toplumun değişmesiyle toplumsal kurumlara
nüfuz etmiş olan dinin nüfuzunun azalması, 3. Modernleşmeyle birlikte insanların
klişe ve din ile ilişkilerinin azalması, 4. İnsanlar arası ilişkilerdeki dinin hâkim rolünün
zayıflaması, 5. Dinin toplumsal hayatın çeşitli alanlarından uzaklaşması, 6. Dini
otoritenin yerinin kamusal alandan insan hayatının özel alanına sıkışması ve 7. Dinin
siyasal güç alanlarından elini çekmesi gibi hususları görüyoruz.”121
Bilindiği üzere, modernleşme süreciyle birlikte dinlerin, insanın hayatından
çekileceği düşüncesi klasik sosyolojide bir varsayım olarak yer alıyordu. Nitekim
hemen yukarıda verilmiş olan Weber’e ait düşüncelerde bunu görmekteyiz. Fakat bu
düşüncenin yerini, dinlerin yeniden canlandığı fikri almıştır. M. Eliade gibi
düşünürler, dinin insan için varoluşsal anlamdaki vazgeçilmezliğinin modern
toplumsal hayatta da devam ettiğini belirtmektedirler. Bunu, inanan insanların
davranışlarındaki izleri, kendilerini dinden soyutlamış olduklarını belirten insanların
davranışlarında taşımaları şeklinde görmekteyiz. Klasik sosyolojinin tersine dinin,
modern ve laik toplumlarda insanların kültürel hayatındaki yerini koruduğuna ve
varlığını hissettirdiğine dikkat çekilmiştir. Fakat şunu belirtmek gerekir ki, dinin
günümüzdeki varoluş biçimi ile geleneksel dönemdeki varoluş biçimi arasında farklar
120 Akyüz, Modernleşme, Sekülerleşme ve Din, s. 398. 121Akgül, Modernlik-Modernleşme, Postmodernlik, Sekülerleşme ve Din, s. 398.
51
vardır. Sekülerleşme olgusu, dinin hem toplumsal hem de bireysel düzeydeki etkisini
kısıtlamış ve yeni dindarlık biçimlerini ortaya çıkarmıştır.122
Daha önce sekülerleşme tezini savunan, daha sonra bu olgunun etkisini
yitirdiğini belirten düşünürlerden biri olan P. Berger’e göre, zaman sekülerleşme
fikrinin yanlış olduğunu göstermiştir. O’na göre, modernleşme bazı noktalardan
sekülerleşmeye sebep olmaktadır ama modernleşme sekülerleşme karşıtı birçok güçlü
hareketi de doğurmuştur. Ayrıca Berger, modernliğin dini, bireylerin vicdanına
sıkıştırdığı düşüncesine de karşıdır. O’na göre, toplumsal düzeyde gerçekleşen
sekülerleşmenin mutlaka bireysel düzeyde de gerçekleşmesi gerekmez. Birçok
toplumda bazı dini kurumlar güçlerini kaybetmişlerdir ama eski ve yeni inanç şekilleri,
yeni kurumsal şekillere ya da aşırı dini ifadelere dönüşerek insan hayatında yerini
korumuştur. Ayrıca dini kurumlar sosyal ve politik olarak etkin olmaya devam
etmektedirler. Kısacası Berger, burada din ve modernite arasındaki ilişkinin karmaşık
bir durumda olduğunu belirtir.123
Berger’e göre “sekülerleşmenin çıkış yeri ekonomi alanında, özellikle de
ekonominin kapitalist ve sınai süreçler tarafından oluşturulmuş sektörlerindeydi.
Dolayısıyla, modern toplumun farklı katmanları, sekülerleşmeden, bu süreçlere olan
yakınlıklarına veya uzaklıklarına göre farklı düzeyde etkilenmiştir. Başka bir deyişle,
modern sanayi toplumu, din karşısında bir tür ‘kurtarılmış toprak’ olarak görülebilecek
merkezi ‘yerleşimli’ bir kesim üretti. Sekülerleşme bu merkezden dışarıya, toplumun
diğer alanlarına doğru hareket etti. Bunun ilginç sonuçlarından biri, dinin, kurumsal
düzenin en kamusal ve en özel alanları arasında, özellikle de aile ve devlet kurumları
122 Hüseyin Yılmaz, “Türk Müslümanlığı, Dindarlık ve Modernlik”, İslamiyat, Cilt 5, Sayı 4, Ekim-
Aralık 2002, s. 62. 123 Ünsal, Dinselliğin Dönüşümü ve Sekülerlik Tartışmaları, s. 77.
52
arasında kutuplaşması olmuştur. Geniş kapsamlı sekülerleşmenin görüldüğü iş
hayatında ve iş hayatını çevreleyen ilişkilerin yaşandığı gündelik hayat noktasında
bile, devlet ve aile kurumlarına bağlı dini simgelerle karşılaşmak hala mümkündür.
Örneğin herkesin dini “fabrika kapısından giremeyeceğini” sorgulamadan kabul ettiği
bir noktada, ne savaşın ne de evliliğin geleneksel dini simgelere başvurmaksızın
başlamadığı da aynı şekilde sorgulamadan kabul edilir.”124
Yukarıdaki ifadelere bakıldığında modern dönemde dinin öneminin azaldığını
söylemek mümkün görünmüyor. Dinin modern dönemde öneminin azaldığı fikrine
karşı olanlar geleneksel kilise dininde zayıflama olabilse de daha geniş bir anlam ifade
eden dinin aynı kaderi paylaşmadığını belirtirler. Geleneksel kilise dini çerçevesinde
düşünüldüğünde dinde bir zayıflama fikri kabul edilebilir. Ancak, eğer din geleneksel
kilise dininden daha geniş bir şey ise, mesela kişinin ülkesine derinden bağlılığı,
kendini bir rock müzik ya da bir futbol takımına adaması gibi şeyleri de kapsıyorsa o
zaman bu haliyle çağdaş yaşamın çok canlı bir parçası olmayı devam ettiriyor
demektir.125
“Gerçekte, dini tecrübenin insan toplumlarında belli bir dinamiği mevcuttur.
Onun dâhili dinamiği onu dış şartlara karşı bir ölçüde bağımsız değişken kılmaktadır.
Ancak, toplumsal şartlar, farklılıklar ve değişmelerin de yaşanan dinde değişiklikler
doğurduğu muhakkaktır. Şu halde, modern toplumlarda dinin geçirmekte olduğu
sarsıntı bir “intibak problemi”dir. Sanayileşme öncesi bir kültür ve medeniyetin
şartlarında hayatiyet bulmuş, kurumlaşmış ve gelenekleşmiş din ve dindarlıklar yeni
ve değişik şartlara uymaya çalışmakta; sarsıntı, uyumsuzluk, geri dönüş ve arayışlar
124 Peter Berger, “Sekülerleşmenin Toplumsal Kaynakları”, Kültür ve Toplum: Güncel Tartışmalar,
Çev. Nuran Yavuz, B. Ü. Yayınları, Ed. Jeffrey C. Aşexander-Steven Seidman, İstanbul 2013, s. 277. 125 Hamilton, “Sekülerleşme Var mı Yok mu?” Sosyoloji Başlangıç Okumaları, Çev. Günseli Altaylar,
Say Yay., Ed. Anthony Giddens, İstanbul 2009, s. 455.
53
bu intibak sürecine bağlı olarak kendilerini göstermektedirler. Bundandır ki, eskinin
geleneksel taklitçi, şekilci, korkuya dayalı ve bilimle çatışan din anlayışları sarsılırken,
yine modern toplumlarda şehirlerden başlayarak, daha şahsi, daha akılcı ve daha içten
yaşanan yeni dindarlık şekilleri kendilerini göstermektedir. Çünkü manevi boşluk,
yalnızlık, başarısızlık ve huzursuzluklar yeni maneviyat arayışlarını ve ihtiyaçlarını da
hemen her toplumda beraberinde sürüklemekte, toplum hayatının tabiatı boşluk kabul
etmemektedir. Öyle olduğu içindir ki, dinin toplumda tamamen marjinalleştiği veya
silindiği durumlarda dahi ikame dinler denilen bir takım ideolojik sistemlerin veya
yeni fanatik eğilimlerin yahut kendilerini boşlukta hisseden kişilerin kimlik
problemlerini ve toplumla yeniden bütünleşmelerini sağlamak üzere tamamen yeni ve
özel görülmez bir dinin devreye girdiği ve boşluğu doldurmaya çalıştığı
anlaşılmaktadır.”126
126 Günay, Din Sosyolojisi, s. 404.
54
2. BÖLÜM
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ’NDE YAPILMIŞ LİSANSÜSTÜ
ÇALIŞMALARINDA DİN OLGUSU
2.1. Lisansüstü Tezler ve Özetleri
Tezlerin değerlendirilmesinde önce yapılacak olan onların tanıtılmasıdır. Bunu
yapmadaki amacımız, ilk olarak, din olgusunun lisansüstü çalışmaların hangi
aşamasında konu edinildiğini görmektir. İkinci olarak da özetleri verilen lisansüstü
çalışmaların ne derece din olgusuyla alakalı olduğunu görebilmektir. Nitekim bazı
çalışmalar doğrudan din olgusunu ele alırken, bazılarında ise din, dolaylı olarak konu
edinilmiş görünmektedir. Ayrıca lisansüstü çalışmalar ve özetlerini yıllara göre
sıralayarak verdik. Bunun sebebi de özellikle din olgusu ile ilgili bu çalışmaların son
yirmi beş yıllık sürecin belli bir döneminde yoğunlaştığını göstermektir. Bu şekilde
toplumsal süreç veya değişimlerin din olgusunu ele almak için bir neden olabileceği
fikri gösterilmiş olacaktır.
1. Zülfinaz AYDEMİR, Erol Güngör’de Modernleşme, Yüksek Lisans
Tezi, Ankara 1998, 73973
Erol Güngör, Türkiye'de sanayi toplumunun doğuşuna tanık olmuştur.
Sanayileşme ile birlikte ülkeye giren teknolojik yenilikler kültürel değişimi de
beraberinde getirmiştir. Bu nedenle Güngör, modernleşme ve/veya batılılaşmanın
Türkiye'deki sonuçlarını bütüncü yaklaşımı ve tarihi bakış açısı ile ortaya koymaya
çalışmıştır.
Modernleşme konusundaki çeşitli yaklaşımlara ve bu yaklaşımlara dayalı
oluşturulmuş kuramlara değinilmiştir. Bu kuramlara Güngör'ün modernleşmeye
55
bakışını bir çerçeveye oturtmak amacıyla yer verilmiştir. Dünyada aydınlanma çağı ile
ortaya çıkan modernleşme anlayışı Batı ülkelerinde doğup, filizlenmiştir. Bu nedenle
gelişmekte olan ülkelerde -Türkiye dahil- modernleşme ve batılılaşma kavramları aynı
manada ele alınmıştır. Güngör, modernleşme ve batılılaşma kavramlarının
birbirlerinden farklı anlama geldiklerini ortaya koymaktadır. Konu içerisinde O'nun
bu kavramları tanımlaması da incelenmiştir. Güngör'e göre Türkiye'de teknolojik
değişmeye bağlı olarak ortaya çıkan kültürel değişme kısa zamanda gerçekleşmiştir.
Bu da toplumda bir intibaksızlık meydana getirmiştir. Türk aydını Türkiye' de
modernleşme ve/veya batılılaşmaya bağlı ortaya çıkan sosyal meselelerin çözümünde
gerekli öncülüğü yapamamıştır. Güngör'ün tanımlamasına uygun bir aydın kitlenin
ülkemizde henüz yetiştirilemediği anlaşılmaktadır. Ülkemizde henüz tam anlamıyla
tanımlanıp ortaya konulmamış olan modernleşme anlayışı ve çabaları sonucu kültürün
önemli unsurlarından olan dile, toplumsal düzeni sağlayan örf ve adetlere, dine şiddetli
tenkitlerde bulunulmuştur. Bunun nedenlerinden biri batılılaşma ve modernleşme
kavramlarının objektif bir bakış açısıyla irdelenmeden tanımlanmasıdır. Diğeri ise
sağlam bir milli kültürün yaratılmamış olmasıdır. Bu durum Türkiye' de
modernleşmenin hızını ve istikrarını olumsuz yönde etkilemiştir.
2. Gökhan KÖKTÜRK, Baykan Sezer’de Doğu-Batı Sorunu, Yüksek
Lisans Tezi, Ankara 1999, 81900
Baykan Sezer, Türk sosyolojisinin ve Türk toplumunun konuları ve sorunları
üzerine orijinal görüşleri olan ve bu sorunlara çözüm önerileri sunan bir Türk
sosyoloğudur. Sezer' e göre, Türk toplumu olarak sorunlar bizim sorunlarımızdır,
bunlara çözüm getirmekte yine bizim görevimizdir. Sorunlara Doğu-Batı çatışması
temelinde yaklaşan Sezer, Doğu'yu da Batı'yı da iyi tanımamız ve bilmemiz
56
gerektiğinin altını önemle çizer. Doğu toplumları için önerilen modellerde amaç,
Doğu'yu Batı'ya benzetmektir. Bu öne sürülen modellerde çıkış noktası Doğu
toplumlarının sorunları değil, Batı'dır. Türkiye ile ilgili sorunlar birbirinden kopuk ve
bağımsız değildir. Bu nedenle bu sorunların birini ele alış biçimimiz diğer sorunları da
ilgilendirmektedir. Günümüzde toplumların karşılaştığı sorunlar tarihin bir ürünüdür.
Sorunların tarihi boyutu bulunmaktadır ve çözümleri de tarihi gelişmeye yol
açmaktadır. Sosyoloji ve tarih ilişkisine önemle vurgu yapan Sezer, konulan tarihi
boyutları içinde ele alarak özellikle yakın tarihimizi sadece bir akademik ilgi alam
olmaktan çıkarmıştır. Sezer, Türk sosyolojisi ve Türk toplumu için ayrı bir kişilik ve
ayrı bir kimlikten söz etmektedir. Bu yalnızca duygusal ya da biçimsel bir sorun
değildir, son derece zahmet ve çaba gerektiren önemli bir konudur. Ancak
unutulmaması gereken nokta, amaç Türk sosyolojisini ve Türk toplumunu bütünden
soyutlamak değildir.
3. Gül AKTAŞ, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, Doktora Tezi, Ankara
2000, 98555
Sosyolojik açıdan Din Kurumu üzerine yaptığımız bu doktora çalışmasında,
daha çok Sosyoloji'nin iki ana bilim dalı ön planda tutulmuştur. Bunlar, Kurumlar
Sosyolojisi ve Din Sosyolojisi'dir. Ancak yine de, her ikisinden önemli ölçüde
yararlanmakla birlikte, kurum, kurumlar ve din kurumu özelliği esas alınmıştır.
Bugüne kadar, konuyla ilgili yapılan çalışmalarda, Din Sosyolojisi açısından din
üzerinde durulmuş; fakat bu da kurumlar bazında olmamıştır. Tezimizde din kurumu,
sosyolojik açıdan ve genel olarak değerlendirilmiştir. Sosyolojinin temel konularından
toplumsal yapı ile kurum ve toplumsal kurumlardan sonra din kurumu üzerinde
durulmuştur. Din ve Sosyoloji bağlamında inançlar, değerler sosyolojik açıdan ifade
57
edilmeye çalışılmıştır. Bakış açısı teoloji, dinler tarihi başta olmak üzere, ilk insandan
günümüze ve diğer ilgi alanlarını da kapsayan bir perspektifle, objektif olarak,
özellikle geniş tutulmaya çalışılmıştır. En ince detayına varıncaya kadar, çok farklı
kaynaklardan da yararlanılarak, din kurumu sosyolojik bir değerlendirmeye tâbi
tutulmuştur. Dinin ve zaman içinde oluşan din kurumunun, yüzyıllardır ortaya çıkan
dinî kurum ve kuruluşların, geçmişten günümüze insan ve toplum yaşamında büyük
bir önemi olduğu görülmüştür. Dinin bilgi toplumunda, sanayileşmiş ve teknolojik
zirveye ulaşmış bir dünya toplumunun 21. yüzyıla giriş basamağında toplumu hâlâ
nasıl etkileyip yönlendirdiği ve sonsuza kadar da bunu sürdürebileceği gerçeği ortaya
çıkmıştır. Din, toplumda aile, devlet, eğitim gibi temel ihtiyaçlardandır.
4. Gül AKTAŞ, Niyazi Berkes’te Çağdaşlaşma, Yüksek Lisans Tezi,
Ankara 2003, 132716
Niyazi Berkes, Türkiye'nin tarihsel ve toplumsal evrimiyle ilgili çalışmalarıyla
tanınan ve tüm çalışmalarını "Cumhuriyet devrimlerini koruma davası uğruna verilen
bir savaşım" olarak gören bir Türk sosyoloğudur. Berkes, çok yönlü bir fikir adamı ve
toplumbilimci kimliği ile toplumsal değişim dinamiklerini genel geçer kalıplar
içerisinde değerlendirmemiştir. Buna karşılık Türkiye'nin toplumsal yapısının
gelişmesine ilişkin özgün fikirler ve çözüm önerileri üzerinde yoğunlaşmıştır. Bunu
yaparken de ilmi zihniyet, tarihi bakış açısı ve bütüncül görüşü kullanmıştır. Niyazi
Berkes, Türk toplumunda iki yüzyılı aşkın bir süredir tartışılan çağdaşlaşma,
batılılaşma ve laiklik gibi kavramları yerleşik muhalif söylemlerin dışında kalarak
açıklamıştır. Bu tartışmaları özellikle tarihsel ve toplumsal zeminde ve bunların arka
planlan ile birlikte vermesi çalışmalarındaki özgünlüğü daha da belirginleştirmiştir.
Berkes'in Türk sosyolojisine en önemli katkısı, Türkiye'nin son iki yüzyıl boyunca
58
geçirdiği değişimleri düşün düzeyinde değerlendirmesidir. Berkes, bu değerlendirmeyi
Osmanlı İmparatorluğu'ndan günümüze kadar süren tarihsel bir süreç içinde ele
almıştır. Bu nedenle Berkes'in çalışmaları bir nevi toplumsal yapı çözümlemeleri
olarak değerlendirilebilir. Türkiye'nin son iki yüzyıl boyunca geçirdiği değişimleri
çağdaşlaşma boyutunda ele alan Berkes, Türk toplumunun çağdaşlaşmasını
geleneksellikten kurtulma, ulusçuluk ve toplumsal yapı devrimciliğinde görür. Berkes,
yaptığı çalışmalarda bilim tarihine çok önemli katkılarda bulunmuştur. Onun
çağdaşlaşma hakkındaki görüşleri ile Türk toplumunun toplumsal, ekonomik ve
kültürel yapışma ilişkin çözümlemeleri bugün hala güncelliğini korumaktadır.
5. Vural Göral, Türkiye’de Muhafazakâr Modernleşme ve Ismayıl Hakkı
Baltacıoğlu, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2004, 144313
Bu çalışmanın amacı, Türk modernleşmesine ilişkin farklı okumalardan biri
olarak önem kazanan muhafazakâr modernleşme anlayışı/kavramsallaştırması
çerçevesinde Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu'nun fikirlerinin analiz edilmesidir. Çalışma
kapsamında Baltacıoğlu düşüncesi bir bütün olarak ele alınmakta, ancak bu
bütünlüğün kurulmasında temel ekseni düşünürün Türkiye'de modernleşme sürecine
yaklaşımı oluşturmaktadır. Diğer bir deyişle, Türkiye'de modernleşme süreci
kapsamında tanık olunan kimlik krizi ve toplumda eski ile yeni kurumların
biraradalığını ifade eden toplumsal ikiliklerin Baltacıoğlu düşüncesindeki iz düşümleri
çalışmanın kuramsal ve kavramsal sınırlarını belirlemektedir. Baltacıoğlu,
modernleşme karşısında yaşanılan kimlik krizi ve diğer sorunlara karşı alternatif
çözüm önerileri getirmeye çalışmış ve bir ölçüde de bu önerilerini pratiğe aktarmıştır.
Millet, din, dil, kültür, medeniyet, pozitivizm konularında oluşturmuş olduğu
fikirlerinin ışığında modernleşmeyi bütüncül bir yaklaşımla ele almaktadır.
59
Baltacıoğlu'nun getirmiş olduğu önerilerin altyapısını oluşturan fikir dünyasında
Emile Durkheim ve Henri Bergson'un izlerini ve bunlar arasındaki sentez çabasını
görmek olanaklıdır. Bu sentez çabası, çalışma kapsamında Baltacıoğlu'nun Türkiye'de
siyasi düşünce hayatındaki özgüllüğünü yansıtan noktalardan biri olarak ele alınmıştır.
6. Tülay UZUN, Türk Modernleşmesi Sürecinde Aydınların Kadın
Sorunu Algılamalarının Sosyolojik Analizi, Yüksek lisans Tezi, Ankara 2006,
174899
Bu çalışma aydınların ve entelektüellerin Türkiye'de kadın sorununa dair
görüşlerinin sosyolojik bir analizini yapmaktadır. Böylece kadının değişen toplumsal
koşullara göre şekillenen yeni konumu ve özelliklerinin modernleşme sürecinde
dolaylı olarak incelenmesini yapmaktadır. Türkiye'de modernleşme Osmanlı
Döneminden başlayarak Cumhuriyet ve ardından 1980'li yıllara kadar uzanmaktadır.
Bu süreç tıpkı bir zincirin halkaları gibi bir bütünlük arz etmektedir. 1980'li yıllardaki
Sol kesim aydınların, İslamcı aydınların, Liberal aydınların kadına bakışı da bu
halkalardan olup modernlik anlayışını belirleme de etkili olmuşlardır. Osmanlı
aydınlan tarafından ezilen-sömürülen kesim olarak görülen kadın, Cumhuriyet
döneminde ülke kalkınmasında rol oynayan yurttaş kimliğini kazanmış, 1980'lerde ise
sivil toplumun inşasında bireysel kimliği ile ön plana çıkarılmıştır. Böylece aydınların
kadına bakışı dönemlerin zihniyet değişikliklerine göre şekillenmiştir.
7. Savaş AYGENER, Osmanlı Türk Modernleşmesi Ekseninde Türk
Muhafazakârlığı ve Samiha Ayverdi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2011, 308311
Bu çalışmanın konusunu, Osmanlı Türk modernleşmesi ekseninde gelişen
siyasal akım olarak Türk muhafazakârlığı perspektifinde Sâmiha Ayverdi’nin söylemi
oluşturmaktadır. Bu konu bağlamında çalışmada, Osmanlı ve Türk modernleşmesi ve
60
bu sürecin eleştirel bir tavırla ele alınmasının sonucu olarak kendini gösteren Türk
muhafazakârlığı ve bir Türk muhafazakârı olan, edebiyatçı, mütefekkire Sâmiha
Ayverdi hakkında sistematik bilgiye ulaşmak amaçlanmıştır.
Modernite sürecinin gerek oluşturucu unsurlarının gerekse parametrelerinin
eleştirisiyle gelişen tutum, ideoloji, düşünce biçimi olarak muhafazakârlık, tarihten,
dinden, gelenekten bağımsız rasyonalist siyasetin aksine geleneksel ılımlı ve tedrici
değişimi öngören sınırlı bir siyaset yanlılığı olarak kendini göstermektedir.
Muhafazakâr zihniyetin el üstünde tuttuğu kavram ikilileri olarak gelenek ve tarih,
birey ve toplum, hiyerarşi ve otorite, özgürlük ve mülkiyet, anahtar kurumlar olarak
ise toplumun yapısal ve kurumsal unsurlarından olarak aile, din ve devlet sayılabilir.
Modernleşme ise moderniteyi kendi irade, süreç ve dinamikleriyle yaşamamış
toplumların modernitenin ürünlerini, kavram, değer, kural ve ilkelerini, kendi
toplumlarına aktarması, uyarlaması, sürecine karşılık gelmektedir.
Kökleri Osmanlı’da olan Türk modernleşmesinin eleştirisi üzerine Türk
muhafazakârlığı gelişmiştir. Türk muhafazakârlığı modernleşmeden yana fakat
baskın, pozitivist ve toplumsal mühendisçi, toplumu çok yönlü olarak dönüştürme
hareketi olarak modernleşme karşısında alternatif bir modernleşme arayışı içindedir
Çalışmamızda Türk muhafazakârlığının önemli figürleri arasında Sâmiha
Ayverdi’nin konumu belirtilerek hayatı, edebi şahsiyeti, dernek ve vakıf faaliyetleri
anlatılmıştır. Bir Türk muhafazakârı olarak Sâmiha Ayverdi’nin söylemi, yedi bileşen
ve bileşenlerin problematik ettiği konular analize tabi tutulmuştur. Söylem, sosyo-
kültürel bileşen ve sosyal yabancılaşma ve benlik yitimi problemi, ideolojik bileşen ve
misyonerlik ve komünizm problemi, düşünsel bileşen ve materyalizm ve pozitivizm
problemi, mitsel ve nostaljik bileşen ve sembol şehir, mekan ve ideal şahsiyet
61
problemi, dinsel bileşen ve taassup problemi, tarihsel bileşen ve devamlılık ve kopuş
problemi, politik bileşen ve devletin bekası problemi başlıklarıyla incelenmiştir.
Sonuçta Türk muhafazakârlığının ve bir Türk muhafazakârı olarak Sâmiha
Ayverdi’nin söyleminin medeniyet kurucu zihniyetimizi, arkeolojik olmaktan
çıkararak, kurucu ve ihya edici niteliğine tekrar kavuşturmanın kaynaklarını verdiğine
ulaşılmıştır. Medeniyet anlayışımızın yeniden canlandırılmasında ve entelektüel
inşasında Türk sosyolojisine düşen görevin, insan, toplum ve evrene ilişkin bütüncü
bakış açısının açtığı ufuktan, geçmiş, bugün ve gelecek dengesini kuran, madde ve
manayı birleyerek kucaklayan, insani ve evrensel değerleri kurumsallaştıracak
entelektüel malzemeyi hazırlamak olduğu anlaşılmıştır.
8. Esra Aslan Toprak, Din, Gelenek ve Modernlik Arasında İktisadi Hayat
ve Başarı: Kayseri’de Küçük ve Orta Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir
Çalışma, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2011, 9864
Bu çalışmanın temel amacı, iktisadi eylemi, eylemin yöneldiği anlam ve
değerler çerçevesi ve eylemin gerçekleştiği toplumsal ve iktisadi koşullar dâhilinde
incelemektir. Bu incelemenin ampirik verilerini 61 (altmış bir) işletme sahibiyle
yapılan mülâkatlardan derlenen veriler oluşturmaktadır. Araştırmanın sonunda iktisadi
başarısını salt bir güdülenme şeklinde açıklayan “İslami Kalvinistler” benzetmesine
karşıt olarak, bir kültürün ve değerler dünyasının insanı olarak Kayserili işadamının
sadece içerisinde bulunduğu seküler piyasa ve kredi mekanizmalarını dikkate alan ve
iktisadi eylemini sadece içerisinde bulunduğu seküler piyasa ve kredi mekanizmalarını
dikkate alan ve iktisadi eylemini yalnızca araçsal aklın çıkarcı talepleri doğrultusunda
şekillendiren bir aktör olmanın ötesinde içerisinde bulunduğu iktisadi düzenin talepleri
ve kendi değerleri arasında bir denge oluşturmaya çalıştığı gözlenmiştir. Modern
62
yapısal şartlar üzerine kurulu bu iktisadi faaliyet düzeninde iktisadi hayatı, din ile
iktisadi düzen arasındaki gerilim türünden; değerler, gelenek ve kapitalist piyasa
ekonomisinin talepleri arasında mücadele etmek durumunda kaldığı bir dizi gerilimle
doludur. Dolayısıyla güdülenmesinin arka planında dini kurtuluşu aramayı salık veren
Kalvinizm benzeri bir dini güdülenmenin aksine kaynağını doğrudan seküler bir
ortamdan aldığı başarı güdüsünü gelenek ve dinle daha kendine özgü ve yerli bir hale
getirme çabası mevcuttur.
2.2. Lisansüstü Tezlerde Din olgusu
Lisansüstü çalışmaların değerlendirilmesinde, araştırmanın problematiği
belirtilirken oluşturulmuş olan sorular yönlendirici olmuştur. Ayrıca elde edilen
çalışmaların içerikleri bu bölümün şekillenmesinde ikinci etkendir. Bu bölüm dört
başlıktan oluşmaktadır. İlk başlıkta, sosyoloji ve din ilişkisi çerçevesinde belirtilen
düşünceler ele alınmıştır. İkinci olarak, toplum ve din ele alınmıştır. Bu başlıktan sonra
sırasıyla kültür ve din ile modernleşme ve din başlıkları gelmektedir.
2.2.1. Sosyoloji ve Din
Dini çeşitli boyutlarıyla incelemek birçok bilimin konusudur. Sahip olduğu bu
boyutlarıyla din yine sosyolojinin de konusu olmuştur. Üstelik sosyoloji bunu, yeni bir
inceleme tarzı geliştirdiğini iddia ederek yapmaktadır. Bu çerçevede çalışmalarda,
sosyoloji ile din arasında nasıl bir ilişki kurulduğu ya da bu ilişkinin nasıl olması
gerektiği ile ilgili düşünceler değerlendirilmeye çalışılmıştır. Lisansüstü tezlerde bu
konuda belirtilen düşünce, sosyoloji veya sosyologların takındığı tavırla ilgilidir. Yani
63
sosyoloji ve sosyologlar, “dinin neliği veya niteliği ile değil, dinin yaşam içerisindeki
yerini belirlemeye çalışmalıdır” tavrı öncelikli olarak vurgulanmıştır. İkinci olarak bu
konu ile alakalı olduğunu düşünerek, çalışmalarda bilim ile din arasındaki ilişki de
analize tabi tutulmuştur. Bu başlıkla ilgili düşünceler, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu,
Erol Güngör’de Modernleşme, Türkiye’de Muhafazakâr Modernleşme ve Ismayıl
Hakkı Baltacıoğlu, Osmanlı Türk Modernleşmesi Ekseninde Türk Muhafazakârlığı ve
Samiha Ayverdi lisansüstü çalışmalarında ele alınmıştır.
Sosyologların yapması gereken iş, dinin doğruluğu ya da yanlışlığını ortaya
çıkarma işi değildir. Bunun yerine onlar, insanların inanışları dolayısıyla bazı kurallara
uymaları ve bu yönde diğer insanlardan neden farklı davrandıklarıyla ilgilenirler.
Sosyologlar dinin toplum içerisindeki konumu, önemi ve sonuçlarını açıklamaya
çalışırlar.127
Benzer bir düşünce “Erol Güngör’de Modernleşme” çalışmasında da karşımıza
çıkmaktadır. Güngör burada özellikle dinin ortadan kalkması meselesine göndermede
bulunmaktadır. Güngör’e göre, dinin geçmişi insanlık tarihi kadar eskidir. Bu yüzden
dinin geleceği insanlık kadar uzun ömürlü olacaktır. Gelecekte insanların dinlerini terk
etmeleri için hiçbir gerekçe yoktur. Sosyoloğun buradaki görevi, dinin ortadan kalkıp
kalkmayacağı meselesi değil, toplumsal hayat üzerindeki etkilerinin neler olduğu ve
bu etkinin hangi durumlarda azalıp azalmayacağı konusudur.128
Ayrıca Türkiye’de sosyoloji ile din arasındaki ilişkiyi belirleyen faktör
aydınların takındıkları tavırdır. Aydınların tavırlarını belirleyen etken ise onların
rasyonel pozitivist zihniyet yapısının etkisi altında kalmalarıdır. Bu zihniyet yapısının
127 Hüseyin Tuğcu, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2000, s. 62. 128 Zülfinaz Aydemir, Erol Güngör’de Modernleşme, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara
1998, s. 47.
64
başka bir etkisi de halk ile aydın arasında bir kopuşun oluşmasına zemin
hazırlamasıdır. Halk ile aydın ayrımına sebep olan bir faktör de Türk toplum
yapısındaki değişimin içerden ve dışardan zorlayıcı bir özellik kazanmasıdır.
Pozitivist zihniyet yapısında her türlü doğal olayın bilimsel olarak ele alınması
gerektiği ve bu yüzden ampirik gerçekliği olmayan unsurları reddetme düşüncesi
vardır. İşte bu sebeple Türkiye’de aydınlar dine karşı bir tavır almışlardır. Yani dine
karşı çıkmışlardır. Çünkü geleneksel kültür yapısında din önemli bir yere sahiptir. Bu
aydınlara göre Batı, dini düşünceden koparak gelişmiştir. Türkiye de aynı yolu
izleyerek gelişebilir.129
“Bireyin içinde yaşadığı kültürün norm ve değerlerine ilgisini yitirmesi ve
toplumla, toplumu temsil eden unsurlarla uyumunun bozulması demek olan “sosyo-
kültürel yabancılaşma” olgusunun belli başlı nedenleri olarak; kültürün işlevlerini
yitirmesinin beraberinde getirdiği yozlaşma, eğitimi geri plana atarak öğretimi
önceleyen eğitim sistemi, iletişim araçlarının denetimsiz ve bilinçsizce kullanımı,
başka toplumların bozucu etkileri, dinin bilime karşı yanlış konumlandırılışı, ortak
değerlerin zayıflaması sayılabilir.130
Yukarıda bahsedilen mesele çerçevesinde din ve bilim arasındaki ilişkiden de
söz edilebilir. Bu konuda çalışmalarda belirli bazı ifadelere yer verilmektedir.
Din ve bilim arasında bazı farklılıklar vardır. Din kutsal şeyleri konu
edinmektedir. Buna karşılık bilim, verileri akıl yoluyla elde eder. Bilim akıl yolu ile
verilere ulaştığı için bunların itikadî yönü eksiktir. Bu yönde bilim eleştiriye açık olur.
Dinde ise günah şüphedir ve bu şüphe bilimin temelidir. Bunun yanı sıra din, hakikati
129 Aydemir, Erol Güngör’de Modernleşme, ss. 54-55 130Savaş Aygener, Osmanlı Türk Modernleşmesi Ekseninde Türk Muhafazakârlığı ve Samiha Ayverdi,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2011, s. 151.
65
içinde taşıdığına inanırken, bilim hakikate akıl yoluyla ulaşılacağına inanır. Bilim
insana teknik ve araç verirken iman vermez. Bu noktada ne din ilimsiz ne de bilim
dinsiz yaşayamaz. Ayrıca bilim ile din hayatın ayrılmaz iki parçasıdır. Bu ikisi
birbirlerinin yerine geçemez. İlim dine tecavüz edemez. Din de asıl amacı vicdan
yapmak olduğu için bilime cephe olamaz.131
Toplumsal zemini din olan Osmanlı Devleti’nin bir devamı olan Türkiye’de
dini pozitivist anlayışla ele almak Türk modernleşmesi için bir yanılgıdır. Türk
muhafazakâr düşüncesi, Batı’nın dini ile İslam dinini bir tutup, Batı toplumda dinin
gördüğü rolü Türk toplumundan ayırmama fikrine karşıdır. Aynı şekilde bu tutum
seküler bir toplum projesi ve geleneksel olandan uzaklaşma fikrine de karşıdır. Çünkü
dinin yerini bilimin aldığı düşüncesi muhafazakârlar açısından yanlış bir tarihi okuma
olarak görülmektedir. Bundan dolayı muhafazakârlar bu doğrultuda düşünen aydınları,
yarı aydın, yabancılaşmış aydın, sömürge valisi aydın vb. şekillerde adlandırmış ve bu
yöndeki Batılılaşma hareketlerini de yanlış bir değerlendirme, şekil ve taklitten ibaret
olan bir hareket olarak görmüşlerdir.132
Buraya kadar olan kısımda lisansüstü çalışmalarda, sosyoloji biliminin din
olgusunu nasıl ele alması gerektiği fikirleri ortaya konmaya çalışılmıştır. Ayrıca
tezlerde Türk düşüncesinde tarihi süreçte oluşmuş düşünsel yapıyla ilgili veriler de ele
alınmıştır. Bu verilere dayanarak bazı çıkarımlarda bulunulabilir. İlkin, sosyoloji ile
din ilişkisi konusunda ve ayrıca bundan sonra gelecek konularda görülebilecek bir
kuramsal bakış açısından bahsedilebilir. Burada kast edilmek istenen lisansüstü
131 Vural Göral, Türkiye’de Muhafazakâr Modernleşme ve Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2004, s. 51. 132 Aygener, Osmanlı Türk Modernleşmesi Ekseninde Türk Muhafazakârlığı ve Samiha Ayverdi, ss.
101-102.
66
çalışmalarda sosyoloji ve din ile ilgili nasıl bir kuramsal açının oluşturulduğunu
anlamaya çalışmaktır.
Sosyolojide iki kuramsal açıdan bahsedilmektedir. Sosyolojide konuları
bakımından kuramsal bakış açıları iki kısımdır. İlki, toplumsal yapı ve rollerin geniş
ölçekli özellikleri ile ilgilenen ya da makrososyoloji denilen bakış açıdır. Diğeri ise,
kişiler arası teke tek karşılaşmalar, insan etkileşimi ve haberleşmelerinin ayrıntıları ile
ilgilenen ya da mikrososyoloji denen kuramsal bakış açısıdır.133 Buradan hareketle
çalışmalarda sosyoloji biliminin dini konu edinirken, onun toplumsal yapı içindeki
özelliklerinin göz önüne alması gerektiği fikri ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla
lisansüstü çalışmalarda makrososyolojik bir kuramsal bakış açısı çerçevesinde din ele
alınmakta veya ele alınması gerektiği anlayışının ortaya konduğu anlaşılabilir.
Aşağıda toplum ve din konusunda da görüleceği gibi, çalışmalarda sosyoloji
ile din arasında olması gereken ilişki biçimi vurgulanırken, dinin işlevsel boyutu öne
çıkarıldığı görülmektedir ya da bu boyutu çerçevesinde sosyoloğun inceleme alanı
içinde olması gerektiği düşünülmektedir. Dolayısıyla dinin fonksiyonel yönünün öne
çıkarılması, bu çalışmaların yapısal-işlevci bir düşünce çerçevesinde konuyu ele
aldıkları fikrini oluşturduğu söylenebilir.
Din ve bilim ile ilgili ifadelerde bir kutsal ve kutsal olmayan ayırımının
yapıldığı söylenebilir. Bilindiği üzere Durkheim, bütün dinlerin böyle bir ayrıma sahip
olduğunu belirtmektedir. Ona göre, dinler bu özelliğe sahip olduğu için toplum yapısı
içerisinde belli duyguların oluşmasında etkilidir.134 Çalışmalardaki düşüncelerde, din
133 Ruth Wallace-Wolf Alison, Çağdaş Sosyoloji Kuramları: Klasik Geleneğin Genişletilmesi, Çev.,
Leyla Elburuz-M. Rami Ayas, Doğubatı Yay., Ankara 2012, s. 27. 134 Philip Smith, Kültürel Kuram, s. 25.
67
ve bilim bu noktada birbirlerini tamamlayıcı bir rol oynayarak bireylerin toplumsal
hayatında etkin olabilecekleri belirtilmektedir.
Burada belirtilen düşünceler doğrultusunda şunu da eklemek gerekir ki,
modernleşme ve din konusunda da görülebileceği gibi, çalışmalarda ele alınan
düşünürler daha çok dinin savunmasını yapan düşünürlerdir. Niyazi Berkes üzerinde
yapılan çalışma hariç diğer bütün çalışmalarda bunu görebilmekteyiz.
2.2.2. Toplum ve Din
Din, yapısı gereği objektifleşerek toplumla karşılıklı etkileşime geçen bir
olgudur. Toplumsal yönde bir etki oluşturabilmesi için nesnelleşme, din açısından
zaruridir. Dolayısıyla bu araştırmanın konusunu teşkil eden lisansüstü çalışmalarda din
ile toplum arasındaki ilişkinin nasıl açıklandığı analiz edilmesi gereken bir konu
olmuştur.
Toplum ve din konusu çalışmalarda belli derecede ele alınmıştır. Din özellikle
sahip olduğu fonksiyonlar çerçevesinde açıklanmaya çalışılmıştır. Bunun yanında
toplumsal bütünleşme ve değişme süreçlerinde de din olgusunun rollerini belirten
düşüncelere rastlanmaktadır. Toplum ile din ilişkisi ile ilgili veriler daha çok
Sosyolojik Açıdan Din Kurumu adlı doktora tez çalışmasından elde edilmiştir. Bu
çalışmanın yanı sıra, Erol Güngör’de Modernleşme, Din, Gelenek ve Modernlik
Arasında İktisadi Hayat Ve Başarı: Kayseri’de Küçük ve Orta Ölçekli İşletme
Sahipleri Üzerine Bir Çalışma, adlı yüksek lisans çalışmalarında da din toplum
ilişkisine yönelik düşünceler ifade edilmiştir.
Sosyal olgular açıklanmaya çalışılırken din de bu olgulardan biri sayılarak
açıklanmıştır. Baltacıoğlu’na göre din, kutsal şeylere ait tartışılması caiz olmayan
68
inançları taşıyan ve bu inançlara bağlı olan ve değiştirilmesi caiz olmayan ayinleri
yapan insanların vücuda getirdiği manevi bir birliktir.135
Başka bir çalışmada da din ile ilgili şu tanımı görmekteyiz: “Din kelimesi,
Tanrı’ya doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı
sistemleştiren toplumsal bir kurum, diyanet olarak tanımlanmıştır.”136
Bir dine inananların sayısının fazla olması, orada bir sosyal davranış olduğu
anlamına gelmez. Dine dayalı bir sosyal davranışın oluşabilmesi için din, bir grup
insanın karşılıklı ilişkilerinin temeli olması lazım. Bir grubun bir dine bağlılığı, o
grubu oluşturanların davranışı açısından anlamlıysa ve tesadüfi de değilse işte o zaman
sosyal bir gerçeliktir.137
Bir kurum olan din sosyal yapı içerisinde belli fonksiyonlar icra etmektedir.
Din sahip olduğu bu fonksiyonlar sayesinde toplum ile bir etkileşim
gerçekleştirebilmektedir. Dinin fonksiyonları arasında, insanın inanma ihtiyacının
giderilmesi, iç huzurun sağlanması, sosyal dayanışma ve ahlaki olgunlaşma gibi
fonksiyonlar sayılabilir. Bununla birlikte din kurumunda cemaatin, din adamının,
dindarların ve ümmettin değişik rolleri mevcuttur. Yani dinin rol belirleme fonksiyonu
da mevcuttur. Ayrıca cami kilise vb. yapılar da din kurumunun fiziki özelliklerini
oluşturmaktadır.138
Dinin toplumsal fonksiyonları arasında toplumsal dayanışmayı sağlama rolü
önemlidir. Dinin bu fonksiyonunu, kişilere bir dünya görüşü sağlamak ve onların grup
135 Göral, Türkiye’de Muhafazakâr Modernleşme ve Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, s. 50. 136 Esra Aslan Toprak, Din, Gelenek ve Modernlik Arasında İktisadi Hayat Ve Başarı: Kayseri’de
Küçük ve Orta Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir Çalışma, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Ankara 2011, s. 21 137Toprak, Din, Gelenek ve Modernlik Arasında İktisadi Hayat Ve Başarı: Kayseri’de Küçük ve Orta
Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir Çalışma, s 138Tuğcu, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, s. 65.
69
içerisindeki aidiyet duygularını canlı tutup kimliklerini belirlemede katkı sağlayarak
ortaya koymaktadır. Ayrıca dinsel törenler de toplum dayanışmasını güçlendiren
araçlardır. Sosyal norm ve değerler sisteminde ya da sosyal kontrol mekanizmasının
işleyişinde önemli rolü olan din, bu şekilde toplumsal bütünleşme ve süreci
tamamlama fonksiyonunu gösterir. Din, dünya düzenine anlam veren, toplumsal
düzene gerçeklik kazandıran bir model olarak kendini ortaya koyar. Bireylerin
sorunlar karşısında kendisine başvurduğu bir anlam sistemidir.139 Din, toplumu
birbirine bağlayan bir tutkal vazifesi görmekte ve gelenek ile düzeni korumaktadır.
Gelenek ve din ayrılmaz iki olgudur. Din geleneği oluşturan bir öğe olsa da
devamlılığını gelenek sayesinde icra etmektedir. Gelenek yatay bir süreklilik arz eder.
Bu sayede din, kendi devamlılığını mekân ve zamanda devam ettirebilme imkânına
sahip olur.140
Din kurumlaşmayı, dini fiilin biçimine göre oluşturur. Eğer dini fiil, kişi veya
toplulukların zaman zaman ortaya koydukları bir topluluk fiili ise din burada
kurumlaşma ihtiyacı hissetmez. Buna karşın bazı teşkilatlar tarafından
biçimlendiriliyorsa o zaman kurumlaşmaya ihtiyaç duyar. Yalnız ifade edilmesi
gereken nokta, dini fiilin organize edilmemesi, gelişigüzel ve kişiye göre değişen bir
olgu olarak düşünülmemesidir. Çünkü kişinin dini fiili başka toplumsal kalıplar içinde
ortaya çıkar. Örneğin aile veya milli kültür içinde görülebilir.141
Dinin toplum ile olan ilişkisi karşılıklı bir etkileşim biçimini gösterir. Din bir
taraftan toplum üzerinde bir etkide bulunurken diğer taraftan toplum da din üzerinde
bir etkiye sahiptir. Fakat bu karşılıklı etkileşim dinin toplum üzerindeki etkisi şeklinde
139Tuğcu, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, s. 112. 140Toprak, Din, Gelenek ve Modernlik Arasında İktisadi Hayat Ve Başarı: Kayseri’de Küçük ve Orta
Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir Çalışma, s. 21 141Tuğcu, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, s. 67.
70
belirmiş ve sosyal yapının ya da sosyal kurumların oluşmasında, değişmesinde ve
gelişmesinde din önemli bir rol oynamıştır.142
“Dinin toplum üzerindeki etkisini herhangi bir topluma ait üyelerin yaşam
tarzında görmek mümkündür. Yani bir dine ait inanç sisteminin, o dine ait insanlar
arasında paylaşılması ve yayılması sonucu üyeler, normal yaşamlarını sürdürürlerken
bu inanç sisteminin etkisi altındadırlar. Öyle ki, günlük işlerini yaparken, hatta tabiatı
izlerken bile bunu görmek mümkündür. Dünyaya ve dünyaya ait olaylara karşı
takınılan tavırların dinden ileri geldiğinin farkında olsunlar veya olmasınlar, dış âlemi,
daima din ışığı altında görürler. Zira inanç sistemleri, dinlerin, insan hayatında
vicdanlara kapatılma suretiyle etrafı surlarla çevrili kapalı bir bölge teşkil etmeyip
kültür ve toplum hayatının bütün kısımlarında devamlı olarak hissedilmesinin başlıca
sebeplerindendir. Aynı sebebe dayanarak, bir kimsenin dindar olup olmadığını, hangi
dine mensup olduğunu davranışlarından anlamak mümkündür.”143
Din kendine muhatap alanı olarak toplumu seçer. Her yönüyle topluma etkide
bulunmaya çalışır. Fakat bu durum din ile alakalı grupsal oluşumlarda bazı sınırlılıklar
gösterir. Dinler, toplumu doğrudan hedef alarak toplumsal yapıda, sosyal kurumlar ve
bunlar arasındaki ilişkilere etki etmek eğilimindedir. Yalnız daha alt ölçekte olan
tarikatlar, mezhepler gibi birlikler toplum ile ilişkilerini kısıtlamaktadırlar.144
Din-toplum ilişkisinde şu noktaları belirtmek gerekir. İlk olarak bazı yüksek
dinler bulunmaktadır ve bu dinler kaynak olarak topluca içkinliğe indirgenemez.
Ayrıca din-toplum ilişkisi pratik olarak karşılıklıdır. Buradan dini pratiklerin toplum
ile paralellik gösterdiği anlaşılmaktadır. Ancak belirtmek gerekir ki, her ikisi
142Tuğcu, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, s. 86. 143Tuğcu, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, s. 89. 144Tuğcu, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, s. 91.
71
arasındaki ilişki, dinin tipi ve toplumun kültürel düzeyine göre şekillenebilmektedir.
Yüksek tipli dinler daha etkileyici görülürken, bir üst sistem bazına yükselmiş kültürler
ise daha fazla etkilenmeye yatkındırlar. Din-toplum ilişkisi, dinin ve toplumun
yapısına göre değişebilmektedir, yalnız önemli olan nokta toplumun dini kurumun
dışında olamayacağı hususudur.145
“Din-toplum etkileşiminde, dinin toplum üzerinde olumlu veya olumsuz etkileri
olabilmektedir. Ama dinin yapıcı etkisinin, yıkıcı etkisinden daha fazla olduğu kabul
edilmektedir. Toplumun tarihini, onun dine ve dinin ona etkisi ve ilişkileri bakımından
inceleyen kimselerin hepsi, dini motiflerin olumlu ya da olumsuz bir etkiye sahip
olabildikleri şeklindeki bariz olayı gözlerler. Onlar “yaparlar” ve “yıkarlar”. Bizim
tezimiz, dinin yapıcı gücünün yıkıcı etkisini aştığı şeklindedir. Temel ve sonuç olarak
her ne kadar dinin özellikle meydana getirdiği bir tutulmaması gerekmekle birlikte din,
toplumsal bütünleşmesi yaratmak eğilimindedir.”146
Buraya kadar olan kısımda genel olarak dinin toplum üzerindeki etkisi
belirtilmiştir. Ancak dinin toplum üzerinde etkisi olduğu gibi toplumun da din
üzerinde etkisi vardır. Bu durum daha çok toplumsal değişim sürecinde karşımıza
çıkmaktadır. Toplumsal değişim, dini değişimi de beraberinde getirmektedir. Yalnız
buradaki değişim, dinin iç dinamiğinde meydana gelen bir değişim değildir.147 “Dinler
günün şartlarına cevap verebilmeleri ölçüsünde değişime uğramaktadırlar. Örneğin din
toplumsal evrime paralel olarak gelişmiş ve önce feodal toplumların hiyerarşik
bölümüne ve sonrada Protestanlık çerçevesinde burjuva düzeninin gereksinimlerine
ayak uydurmuştur. Dinlerin değişik toplumsal koşullar altında değişik niteliklere
145Tuğcu, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, s. 92. 146Tuğcu, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, s. 101. 147Tuğcu, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, s. 108
72
bürünmesi olayını, Batıdaki gelişmelere bakarak yargılayabiliriz. Batıda din bayrağı
altında yürütülen savaş ve mücadeleler, eskimeye ve gelişen üretim güçlerine köstek
olmaya yüz tutmuş bir ekonomik düzene karşıdır.”148
Dine sosyal değişme açısından bakıldığında, dinin bozulacağı gibi bir kanı
oluşabilmektedir. Ancak dinin sabit ve değişken iki boyutu vardır. Dini sabit boyutu
zaman, mekân ve şartlara göre sabit kalır. Bunun yanında dinin değişken yönü ise
faktörlere göre değişmektedir. Öyle ki aynı din kişiden kişiye ya da toplumdan
topluma farklılık gösterebilmektedir. Bu yönüyle din insanlara bir hareket alanı
bırakmakta ve kendi şartlarında dini yaşayabilme imkânı vermektedir.149
Bir toplumun dini ile sosyal değişim arasında yakın bir ilişki vardır. Sosyal yapı,
kültürü, dini, ekonomisi siyaseti ile bir bütünlük içerisindedir. Bu anlamda sosyal
yapıda meydan gelen herhangi bir değişiklik dini de etkilemektedir. Bu etki geleneksel
toplumlarda daha fazla hissedilirken modern toplumda daha az hissedilmektedir.
Sosyal değişim bir süreç olduğu için sosyal yapıyı oluşturan alanlar bu süreçte ya
etkileyen ya da etkilenen konumunda olurlar.150
Toplumsal değişim çerçevesinde bakıldığında modern ve endüstri toplumu olan
günümüz toplumunda, gelenek ve gelenekselleşmiş derin bir etki altındadır.
Geleneksel topluma nispetle modern toplumu ifade eden dinamiklerin etkisi altındaki
toplumsal değişim süreçleri, kültürü, yerleşik değerleri, normları toplumsal
organizasyonları derin bir şekilde etkilemektedir. Bu sonuçla ortaya çıkan farklı
dindarlık, farklı kültürler sebebiyle geleneksel din ve dindarlık sarsıntılar
148Tuğcu, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, s. 108. 149Toprak, Din, Gelenek ve Modernlik Arasında İktisadi Hayat Ve Başarı: Kayseri’de Küçük ve Orta
Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir Çalışma, s. 30 150Toprak, Din, Gelenek ve Modernlik Arasında İktisadi Hayat Ve Başarı: Kayseri’de Küçük ve Orta
Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir Çalışma, s. 26
73
yaşamaktadır. Ancak değişimle birlikte bir bocalama devresine geçen toplumlar,
gelenek ve dine yeniden sarılma ya da dine yeniden bir dönüş yapmaktadırlar.151
“Toplumda ortaya çıkan değişikliklerin dine olan etkisi, din dışı hayat ile dini
hayat arasında sürekli bir çatışmanın varlığından da kaynaklanmaktadır. Çünkü dinin
etkilerine karşı toplum statik bir durumda değildir. Kültürün gelişmesi ve toplumun
değişerek büyümesi toplum ile din arasında problemleri arttırmaktadır. Din bu süreçte
giderek radikal bir tavır ortaya koymaktadır. Doğrusu şu ki, “dini alanın” karşısına
şöyle veya böyle konabilecek bir “din dışı alan” gerçekten yoktur, sadece, gerçekten
cahiliyye bakış açısından başka bir şeyi olmayan bir “dünyevi bakış açısı” vardır.”152
Din sosyal hareketlilikte sahip olduğu konumdan dolayı sosyal değişmeye etki
eden bir faktör olarak da kendini gösterir. Dinin bu özelliğini daha çok merkezi bir
konumda olduğu geleneksel toplumlarda görmekteyiz. Eğer din bir toplumda merkezi
bir konumda ise dini değerler sosyal değişmelerde baskın bir karakter gösterirler. Din
kendini kabul ettirir ve toplumsal yapıda bir yer edinebilirse, o zaman sosyal doku dine
göre değişmeye başlar. Hatta bireylere sunduğu dünya görüşü olumlu katkılar sağlayan
bir nitelikte ise dinin değişmedeki etkisi daha büyük olur. Aslında dinin sosyal
değişmeler üzerindeki etkisi, onun sosyal yapıdaki konumuyla doğru orantılıdır.153
“Berkes’e göre, geleneksel benliğini tehlikede gören her toplum ya da o toplum
içindeki tutucu güçler dine sımsıkı yapışırlar. Değişmeyen toplum yoktur ama bu tür
değişime yavaş yavaş oluştuğundan fark edilmez. Hatta böyle değişmeler zamanla
geleneğin parçaları haline gelirler. Fakat ansızın, sarsıcı, temelli ve özellikle kaynağı
151Toprak, Din, Gelenek ve Modernlik Arasında İktisadi Hayat Ve Başarı: Kayseri’de Küçük ve Orta
Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir Çalışma, s. 24 152Tuğcu, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, s. 109. 153Toprak, Din, Gelenek ve Modernlik Arasında İktisadi Hayat Ve Başarı: Kayseri’de Küçük ve Orta
Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir Çalışma, s. 25
74
dışarda sanılan değişmeler olduğu zaman toplumun tutcuu kişileri bu çeşit değişmenin
getireceği korkuları ilk fark eden kişiler olurlar. Değişme yanlısı ya da değişme aracı
olan kişiler bunlara din giysisinden arınmış kişiler olarak görünmektedir. Bu yüzden,
tutucuların olumsuz davranışı gördüğünde gözlemciler bunun bir din gereği olduğunu
sanırlar.”154
“Din, sosyal, ilahi ve ruhi bir müessese olarak, hiçbir sosyal değişmenin,
burjuvanın bulunmadığı ilkel kabilelerde bile var olup insanlık tarihi kadar eski bir
geçmişe sahiptir. Ayrıca sosyal kontrol aracı olarak din, toplumun vazgeçilmez
unsurlarından biridir. Kolektif şuurun ve milli bütünlüğün sağlanmasında en önemli
rolü oynayan kurumlardan birisidir.”155
Dinin toplum içindeki rolü hakkında yukarıda anlatılan duruma paralel şekilde
Erol Güngör üzerine yapılan çalışmada da yer verilmektedir. Güngör’e göre din, insan
için bir ihtiyaçtır. Bu konuyu dinin ilahi yönünü inkâr edenler bile kabul etmektedir.
Din ile ilgili cevabı aranacak sorular oldukça din de var olacaktır. Din insana, kendisi
ve kâinat hakkında bilgi verir. Bunun için dinin içerisinde bir bilgi şeması vardır ve
insan burada başlangıcını ve sonunu görür. Böylece bazıları daha az bazıları ise daha
teferruatlı olarak dinler, zihinleri meşgul eden metafizik problemlerden hayata ait
pratiklere kadar her konuda insanları aydınlatmayı hedeflemektedir.156
Hem Türk aydınlarını konu edinen tezlerde hem de diğerlerinde genel olarak
dinin, “sosyal realitenin bir tezahürü olarak”157 ele alındığını fark edebiliriz.
Lisansüstü çalışmalarda dinin bu özelliği ile ele alınması, aşağıda, işlenecek kültür ve
154Toprak, Din, Gelenek ve Modernlik Arasında İktisadi Hayat Ve Başarı: Kayseri’de Küçük ve Orta
Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir Çalışma, s. 27 155Tuğcu, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, s. 109. 156 Aydemir, Erol Güngör’de Modernleşme, s. 75. 157 İhsan Toker, 1940’lı Yıllar Sonrası Türk Sosyolojisinde Din Teması, Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Ankara 1999, s. 221
75
modernleşme konularının, özellikle modernleşme ile birlikte oluşan gelenek ve
modernleşme çatışmasının çözümlenmesinde temel anlayış olduğu görülecektir. Yine
toplum ve din çerçevesinde çalışmalar göz önüne alındığında daha önce bahsedilen
kuramsal bakış açısının burada daha net ortaya çıktığı görülür. Makrososyoloji bakış
açısıyla dinin toplumsal yapı içerisindeki yeri ve rolü geniş ölçekli özellikleri ile
verilmektedir. Bu anlamda yapısal-işlevselci kuramın ağırlığını hissetmek mümkün
olabilmektedir. Dinin toplumsal dayanışmadaki ve toplumsal değişmedeki önemli
rollerinin, daha doğrusu toplumsal fonksiyonlarının vurgulanması bizi belirttiğimiz bu
anlayışa götürmektedir. Din, toplumsal bütünleşme ve değişmede önemli bir biçimde
toplum ile etkileşim içerisindedir. Bu noktada din hem toplumu etkileyebilen hem de
toplumdan etkilenebilen bir olgudur. Bu vurgulamalar yapılırken dinin statik ve
dinamik hallerde kendi yapısı ve toplum yapısı ile ilişkisi açık olarak verilmeye
çalışıldığı tezlerden anlaşılmaktadır.
2.2.3. Kültür ve Din
İnsan ve toplumla yakından alakalı olan kültür ile bir inanç meselesi olan din
arasında bütünlüklü bir ilişkinin olduğu kabul edilmektedir. Bu anlamda lisansüstü
çalışmalarda her iki olgu arasındaki ilişki için oluşturulan çerçeve analiz edilmiştir.
Özellik Türk toplumunun kültür yapısında din olgusunun kapladığı alan ve bunların
etkileşimi adına belirtilen düşünceler ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu konu ile ilgili
veriler Erol Güngör’de Modernleşme, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, Baykan
Sezer’de Doğu-Batı Sorunu ve Türkiye’de Muhafazakâr Modernleşme ve Ismayıl
Hakkı Baltacıoğlu adlı çalışmalardan elde edilmiştir.
76
İfade edilmesi gereken ilk konu, din ve kültür arasında bir ilişkinin varlığıdır.
Din, toplumun maddi ve manevi değerlerinin bütününü oluşturan kültürün bir
parçasıdır. Bu anlamda bir kültürde, toplumun asli ihtiyaçlarını karşılamakta olan her
kurum gibi din müessesine de dokunulmamalıdır.158
Din, kültürü oluşturan etmenlerden bir tanesidir ve diğer kültürel oluşumlarla
dengeli bir etkileşim içindedir. “Din bir temel kurum sayıldığında da yani belli olgular
ağırlık nitelikleriyle “dini” kabul edildiğinde de, dikey düzlemde de çok kapsayıcı bir
kurumdur. Çünkü genel kültürel yapıyı oluşturan sosyal örüntüler dini değerlerle
yakından ilgilidirler. Din insana hazır bilgiler sunar; nerede ve hangi konumda
bulunduğunu işaretleyerek bir kimlik belirler. Bu bilgi, bilimsel bilgiden farklıdır.
Çünkü aşkın bir yönü vardır.”159
Kültürü oluşturan sistemler arasında karşılıklı bir etkileşim vardır. Bu
etkileşimde hiçbir sistem bağımsız olarak hareket etmez. Yani bir taraf bağımsız, diğer
taraflar bağımlı olamaz. Sistemler arasındaki karşılıklı etkileşimde din, hem etkileyen
hem de etkilenen bir konumdadır. Bu anlamda din zihniyet kazandırma, birleştirme ve
örgütleme, toplumu düzenleme, meşrulaştırma, sosyal yapıyı koruma, kültürü aktarma
şeklinde sosyo-kültürel işlevler görmektedir.160
İnsanlar dini kendi perspektiflerinden anlar ve onu yaşarlar. Benzer şekilde
toplumların sosyo-kültürel yapıları ile dini anlayışları arasında doğru orantılı bir ilişki
vardır. Bu şekilde toplumlar dini kendi anlayışlarına göre anlar ve uygular. Bu anlamda
meydana gelen değişimler, toplumun dini anlayışını etkilemektedir.161
158 Aydemir, Erol Güngör’de Modernleşme, s. 46. 159Tuğcu, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, s. 65. 160Tuğcu, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, s. 113. 161Toprak, Din, Gelenek ve Modernlik Arasında İktisadi Hayat Ve Başarı: Kayseri’de Küçük ve Orta
Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir Çalışma, s. 27
77
Çalışmalarda kültür ve din arasındaki ilişki daha çok Türk toplum yapısının
özellikleri belirtilirken verilmiştir. Çalışmaların bu yönde ilerlemesi normaldir. Hem
çalışmalara konu olan düşünürlerin fikirleri hem de her toplumun kendi sosyolojisinin
yapacağı bir iş olması itibariyle bu sonuç ortaya çıkmaktadır. Kendi araştırmamızda
bizim de bulmayı umduğumuz nokta burasıdır. Türk toplum yapısında kültür ve din
ilişkisi nasıldır? Son dönem değişimlerde kültürel yapı içindeki din nasıl bir seyir
içindedir şeklindeki sorular bu noktada cevabı aranan sorulardır. Çalışmalarda Türk
kültür yapısı ortaya konarken, Türkiye’nin modernleşme sürecine girmeye başladığı
dönemin mevcut tartışma havası çalışmalarda göze çarpmaktadır.
Çağdaşlaşma fikirlerinin Türk toplumunda ortaya çıktığı ilk andan itibaren din
olgusunun durumu tartışılmaya başlanmıştır. Erol Güngör’e göre, böyle bir tartışma
ortamını yaratanlar aydınlardır. Özellikle batı taraftarı olan aydınlar bu konuda önemli
rol oynamaktadır. Fakat bilinmesi gereken Doğuda kültür ve bilimin kaynağı dindir.
Dolayısıyla herhangi bir konuda bir sonuca varmak istiyorsak dini göz ardı etmememiz
gerekir.
“Batılı ve Batılı olma taraftarı olan münevverler dinin artık devrini tamamlamış
bir müessese olduğunu, modern cemiyetin esas vasfının klasik dinlerin tesirinden
çıkarak rasyonel düşüncenin hâkim kılınması ve modern cemiyetin ahlakının dine
değil ilme dayandığı fikrini taşımaktadır. Güngör’e göre bu bağlamda Gökalp, batıda
mükemmelliğin kaynağının bilim olduğunu vurgular. Fakat doğuda bilim kaynağı
dindir. Bununla birlikte bilim ve din kopamaz, ancak kaynakları ve dayanakları
açısından ayrı değerlendirilebilir. Geleneksel kültürde dinin büyük bir yeri olmasına
karşın aydınlar tarafından en çok hücuma edilen din olmuştur. Türkiye’de hala
dindarlık, bir kimsenin münevver tabakaya girmesine engel olmaktadır. Çünkü Türk
78
münevverlerine göre din ancak geri kalmış halk kitlelerin kültürünü temsil etmektedir.
Münevverin vazifesi bu kültürün bir üyesi olmak değil, ama onu ortadan kaldırmasa
dahi ıslah etmek, modernleştirmektir. Güngör, bir kısım münevverlerin bu görüşlerini
onaylamamakta ve şiddetle tenkit etmektedir.”162
Pozitivizmin zihniyet yapısı Türk aydınlarını etkilemiştir. Bu yüzden Türk
aydınları kendi toplumlarının içindeki durumu bu mantık çerçevesinde
yorumlamışlardır. Toplum için tek kurtuluş yolunun bu olabileceğini bile
düşünmüşlerdir. Güngör’e göre pozitivist düşünceye sahip olanlar müspet bilim ve
rasyonel düşünce gibi ifadelerle geleneksel dinlerin geçersiz olduğunu belirtirler.163
Baykan Sezer Türkiye’deki modernleşme sürecinin ilk dönemlerinde oluşan bu
durumun sebebinin, kültürel farklılık olduğunu belirtmektedir. Gelişmek için örnek
alınan Batı ve kalkınmak isteyen Türk toplumu arasında bir kültür farkı vardır. Bu
farklılığı oluşturan da dindir. Şunu da ifade etmek gerekir ki her iki blok arasındaki
kültürel farklılığın belirginleşmesi Rönesans ve aydınlanmayla birlikte olmuştur. Zira
bu dönemlerde Batı’nın ortaya koyduğu tutumda din önemli bir yer tutmaktadır.164
İki blok arasında bir ayırımın yapılması sahip oldukları kültürel yapılarından
kaynaklanmaktadır. Öncelikle her iki kesimin mantıksal düşünme tarzlarına
baktığımızda farklı bir zihniyet yapısı karşımıza çıkmaktadır. Batı, tümelci bir zihin
yapısına sahipken, Doğu tikelci bir zihin yapısına sahiptir. Zihniyet biçimlerinin
kendine ait bir kültürel yapı oluşturdukları bilinmektedir. Bu yönden bakıldığında
Doğu ile Batı’nın farklı olduğu görülmektedir.165
162 Aydemir, Erol Güngör’de Modernleşme, s. 46. 163 Aydemir, Erol Güngör’de Modernleşme, s. 47. 164 Gökhan Köktürk, Baykan Sezer’de Doğu-Batı Sorunu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Ankara 1999, s. 27. 165Köktürk, Baykan Sezer’de Doğu-Batı Sorunu, s. 28.
79
Diğer taraftan Doğu kültürü ile Batı kültürünün farklı olmasında dinin etkisi de
vardır. Dini, toplumların kendilerini tanıma ve tanıtma aracı olarak tanımlayan Sezer,
dinin ideoloji ile ilişkisi üzerine yapılacak incelemenin dinin özü hakkında daha doğru
bilgiler vereceğini belirtir. Çünkü din toplumlar arası farklılıkları ortaya koyan önemli
bir olgudur. Günümüzde de toplumlar arasında bir Doğu-Batı ayırımı ve çatışması
mevcuttur. Bu çatışma, Batı örneğinin bütün dünyaya tek bir model olarak
gösterilmesine rağmen vardır. Dinler iki blok arasındaki bu çatışma ve ayrılığın
yanında kendi toplumlarının bu ayrılıktaki özelliklerini göstermektedirler. Genel
anlamda Hristiyanlık Batı’nın, İslamiyet ise Doğu’nun, kimlik ifadeleri şeklinde
karşımıza çıkmaktadır.166
Batı ve Doğu belirli özelliklerini ve kimliklerini birbirleriyle olan ilişkileri
neticesinde oluşturabilmişlerdir. Gelişme ve uygarlık tek başına Batı’nın ürünleri
değildir. Gelişme ve uygarlık her iki toplumun karşılıklı ilişkileri sonucunda oluşmuş
bir durumdur.167
Yukarıda Doğu-Batı toplumları arasındaki temel farklılığın din olduğu
belirtilmekte ve bu farklılığın hem çatışma hem de gelişme adına birbirlerine ihtiyaç
duymaları noktasında önemli olduğu vurgulanmaktadır. Bununla birlikte toplumların
sahip olduğu kültürel yapı, aynı dinin farklı biçimlerde yaşanmasında etkindir.
“Baltacıoğlu, dinin evrensel olması ve milletler arsındaki farklılığa ilişkin itirazlara,
her kavim, her ulus aynı dini ancak kendine göre anlar, kendine göre duyar, kendine
göre kavrar, kendine göre gerçekleştirir. Onun için din birliği milliyet birliğini ortadan
kaldırmaz, tersine kuvvetlendirir” cevabını vermektedir.168 Buradan Türk toplumunun
166Köktürk, Baykan Sezer’de Doğu-Batı Sorunu, ss. 28-29 167Köktürk, Baykan Sezer’de Doğu-Batı Sorunu, s. 30. 168 Aydemir, Erol Güngör’de Modernleşme, s. 52.
80
dini algılayışı ve yaşayış biçimiyle kendine özgü olduğu ve bu şekilde
değerlendirilmesi gerektiği düşünülebilir.
Dinin kültürel yapıdaki etkisini, sanat eserlerini ve temalarını incelerken
görebiliriz. Batıdaki sanat eserlerine bakıldığında bu eserler ile kültürel kaynakları
arasında sıkı bir ilişki vardır. Güngör’e göre, Batı’daki romanların çoğunda insan ile
ilgili olarak Hristiyanlığın getirdiği mesajı görmek mümkündür. Bu duruma karşıt
olarak Hristiyanlığı olumsuzlayan eserlerde mevcuttur. Ancak her iki durumda da
eserlerin Hristiyan kültüründen ayrıştırılarak ele alınması, bu eserleri anlamdan
yoksun bırakır. Dolayısıyla Batı’da sanat eserleri ve Hristiyan kültürü iç içe geçmiş
durumdadır.169
Dinin kültürle içi içe olması sanatsal faaliyetlerde de karşımıza çıkar ve
belirleyici bir rol oynadığı gözden kaçmaz: “Burada söz konusu olan Hristiyanlık
dininin kültürle iç içe geçmiş olması ve her türlü biçimde muhataplarını etkilemesidir.
Bu etkilemenin mutlak olarak dini biçimde olması gerekmez. Din kültürle iç içe geçip
kaynaştığı için din dışı konularda da kullanılır ve dinsiz olan bir yazar bunları
kullandığından da pişman olmaz. Bir psikoloji ya da edebiyat yazısında yapılmış bir
benzetmenin din kaynaklı olduğu görülebilir. Kültürün ortak malı olduğu için bu
sayede yazar okuyucunun kafasında istediği imajı çok rahat bir şekilde ortaya
koyabilmektedir. Ayrıca şu belirtilebilir ki Batı toplumlarında inanan ve inanmayan
aydınlar arasında inanç olayından dolayı bir çatışma görülmemektedir. Dinin
toplumda olduğu gibi kabul edilmesi ve pekâlâ insanları yönlendirebilmesi özelliğinin
tarafsız olarak kabul edilmesinin bir sonucudur.”170
169 Göral, Türkiye’de Muhafazakâr Modernleşme ve Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, s. 76. 170 Göral, Türkiye’de Muhafazakâr Modernleşme ve Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, s. 76.
81
Türkiye’de kültürel yapı ele alındığında Cumhuriyet öncesi dönemde sanat
eserlerinin din ile iç içeliği karşımıza çıkmaktadır. Yani Türk kültürüne ait eserlerin
çoğunun kaynağı dindir. Dolayısıyla bu eserleri İslam’a başvurmadan anlamamız
mümkün değildir. Çünkü bu eserlerde İslam’la ilgili olaylar ve İslam’ın temel değerleri
ele alınmıştır. İşte bunlar Türk-İslam kültürünün örnekleridir.171
Lisansüstü çalışmalarda fark edildiği üzere kültür ile ilgili düşünceler verilirken
doğrudan kültür ve din arasındaki ilişkiden bahsedilmiştir. Kültürün ne olduğu
toplumsal yapı içindeki konumu belirtilmemiştir. Bunun sebebinin Türkiye’de
modernleşme sürecine uyum çabaları içindeyken var olan kültürel yapı ve tabii ki dinin
kültür içindeki konumunu bir yerlere oturtma mecburiyeti içerisinde olma hissinden
kaynaklandığı düşünülebilir. Nitekim Doğu kültürü ile Batı kültürünün mevcut
durumları betimlemeye çalışılırken, her iki kültürün sahip olduğu farklı dini
anlayışların belirtildiğini görüyoruz.
Bu çerçeveden bakıldığında kültür ile din hakkında düşünceler verilirken yine
her iki olgunun toplumsal fonksiyonlarının ön plana çıkarıldığı anlaşılmaktadır.
Buradan kültür ve din konusunda işlevsel bir bakış açısının kabul edildiği
düşünülebilir.
Yine yukarıda vurgulandığı şekli ile kültürel farklılıkların oluşmasının temeli
olarak din görülmektedir. Bu şekilde her kültürün farklı bir algı açısına sahip olacağı
özellikle vurgulanır. Buradan Durkheim’ın din için sadece pratikler sistemi olmayıp
amacı dünyayı açıklayan bir düşünce sistemi olduğu fikri aklımıza gelebilir.172
171 Göral, Türkiye’de Muhafazakâr Modernleşme ve Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, s. 76. 172 Philip Smith, Kültürel Kuram, s. 27
82
2.2.4. Modernleşme ve Din
Modernleşme ve din başlığı altında, “modernleşme sürecinde dinin durumu”,
yapılan çalışmaları analiz ederken cevap aradığımız temel noktayı teşkil etmektedir.
Türkiye’de bu süreç işlerken “din için nasıl bir varlık alanı oluşturulmuştur” sorusu
yine cevabı aranan temel sorulardan bir tanesidir. Aynı şekilde son dönemdeki
toplumsal dönüşüm sonucu dinin etkinliğinin derecesi ya da varlığı çalışmalarda
aranan diğer bir noktadır. Bu çerçeveden bakıldığında, Modernleşme, laiklik ve
seküler yapıya vurgulamalar bulunmakla beraber, çalışmalarda daha çok Türk
toplumunun modernleşme sürecine ilk girdiği dönemler ele alınmış ve bu süreçte “dine
nasıl yaklaşmalı” sorusuna yanıt teşkil edebilecek fikirler verilmiştir. Araştırmaya
konu olan lisansüstü çalışmaların hepsinde modernleşme konusuyla ilgili fikirlere
rastlanmıştır. Doktora çalışması hariç, diğer çalışmaların hepsinde Türkiye’deki
modernleşme süreci, Tanzimat Dönemi’nden itibaren ele alınmış ve bu tarihsel
süreçteki tartışmalar ortaya konmuştur. Bu konudan önceki başlıklarda olduğu gibi
burada da öncelikle modern kavramı ve modern süreç ile ilgili veriler belirlenmeye
çalışılmıştır. Daha sonra Türk toplumunda bu süreçle birlikte oluşan değişimi ve dinin
etkinliğini ortaya koyan fikirler tespit edilmiştir.
Günümüz seküler dünyasında din-toplum ilişkisi ayrı bir önem kazanmıştır.
Temel tartışma noktalarından birisi dinin bireysel mi yoksa toplumsal mı olduğudur.
Bu konu hakkındaki düşünceler genellikle din anlayışları tarafından belirlenmektedir.
Sübjektif din anlayışında din, kişisel bir halden ibaretken, objektif din anlayışında
toplumun bağlı olduğu bir inanç sistemidir. Fakat bu tartışmaların ötesinde günlük
yaşantımızda dini, hem iç dünyamızı hem de dış dünyamızı kuşatan bir olgu olarak
83
biliriz. Zaten din de insanın bu iki dünyasını birleştiren bir fonksiyonel rol ortaya
koyar.173
Toplum değiştikçe dinin ortadan kalkacağı öngörüsünün, sosyolojinin ilk
düşünürleri arasında revaçta olduğu bilinmektedir. Modernleşme sürecinde yaşanan
toplumsal değişimin insanları bu yöne doğru ittiği düşünülmekteydi. Özellikle modern
toplumda devlet kurumlarında bürokrasinin artması ve kentleşmenin yaygınlaşması
doğal grupların birincil ihtiyaçlarını karşılama noktasında sorunlar yaşamasına sebep
olmaktadır. Buradan dinin durumunun modern dönemde ne olacağı ile ilgili
çalışmalarda, dinin var olmaya devam edeceği vurgusu yapılmaktadır.
Günümüzde din, daha çok diğer kurumlarla olan ilişkileri çerçevesinde ele
alınmaktadır. Kültür ve din, aile ve din şeklinde ortaya konan bu sosyolojik
problemler bize dinle ilgili olarak bazı durumları görünür hale getirmektedir.
Öncelikle bu durum, dinin diğer kurumlarla karşılaştırılabilecek derecede belli
yapılarda yerleştiğini gösterir. İkinci olarak da bu durum dinin varlığını devam
ettirdiğini göstermektedir.174
Ayrıca dinin gelecekte de ortadan kalkacağına dair herhangi bir sebep
görünmemektedir. Tersine insanlar var oldukça dinin de var olacağı anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla burada sosyoloğu ilgilendiren konu, dinin ortadan kalkıp kalkmayacağı
değil, hayat üzerindeki etkilerinin neler olduğudur. Tabi bu etkilerin ne şekilde
değişeceği de belli değildir. Dinin hayat üzerindeki etkileri ilerde azalabileceği gibi
artabilir de.175
173 Tuğcu, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, s. 90-91. 174 Tuğcu, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, s. 23. 175 Tuğcu, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, s. 109.
84
Modernleşme süreciyle birlikte din ortadan kalkmamıştır, fakat hâkimiyet
alanında daralma olmuştur. Ekonomi, dinin hâkimiyetinin azaldığı alanlardan biridir.
Günümüzde modernleşmeyle beraber ekonomik hayat dinden kopmuş ve iktisadi bir
süreç şekline bürünmüştür. Din de bu süreçte darda olanın başvurduğu bir kurtuluş
kapısı hüviyetine bürünmüştür.176
Baltacıoğlu’na göre, dinin hâkimiyet alanını iman ve ibadet, şeklinde
sınırlandırınca, dinin bilim ile çelişmesi ihtimali ortadan kalkar. Bu sayede devlet işleri
de daha rahat yürütülebilir. O’na göre din siyaset alanında nüfuz kaybına uğramıştır.177
“Baltacıoğlu, dinin siyasetteki rolünün azaldığına ilişkin fikirlerini, dinin
toplumdaki konumu açasından öngörmemektedir. Din, “birçoklarının sandığı gibi
yalnız inançlardan, tapınaklardan mı, dinlilerin iç yaşayışlarını ilgilendiren, kapalı bir
kurumdan mı ibarettir” sorusunu sormakta ve gerçeğin bunun aksi olduğunu ifade
etmektedir. Dinin tüm sosyal olguları etkileyen ve en ilkel toplumlarda bile var olan
bir sosyal olgu olduğunu belirten Baltacıoğu, ilkel toplumlarda birçok sosyal olguyu
içeren dinin toplumlar ilerledikçe daha özgül bir alana girdiğini ifade etmektedir.”178
Modern toplumsal yapının önemli olaylarından olan laiklik, din ve toplum
etkileşimi ya da dinin varlık alanıyla alakalı olarak ele alınmıştır. Laiklik, din ve devlet
işlerinin birbirlerinden ayrılması sonucu din ve devlet ilişkisi açısından önemli bir
sonuç ortaya çıkarmaktadır. Laiklik ile birlikte ne din düşmanlığı ne de din
bezirgânlığının olmadığı bir ortam oluşturmak hedeflenmektedir.
Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması anlamında olan laiklik, din ve
vicdan hürriyetinin teminatı olması itibariyle önemli bir kavramdır. Laiklik sisteminde
176 Aydemir, Erol Güngör’de Modernleşme, ss. 47-48. 177 Göral, Türkiye’de Muhafazakâr Modernleşme ve Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, s. 51. 178 Göral, Türkiye’de Muhafazakâr Modernleşme ve Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, s. 52.
85
devlet ve din birbirlerine bağlanmamaktadır. Dolayısıyla devlet bu sistemde ne din
bezirgânlığı ne de din düşmanlığı yapamaz. Bu sistemde devlet kendini tarafsız kabul
eder ve din işlerine karışmaz. Ancak sistemin bu şekilde olması, dinin toplum
hayatından uzak olduğu ya da devlet ve dinin birbirlerine düşman olduğu anlamına
gelmemektedir.179
Laiklik için özet olarak söylemek gerekirse, din hürriyetinin ortaya konması için
uygun bir sistemdir. Süreç içerisinde farklı şekillerde yorumlanıp, dine karşı bir güç
olarak kabul edilse bile bu sistemde din ve devlet birbirlerine rakip ve düşman
değillerdir.180
Niyazi Berkes’te Çağdaşlaşma adlı çalışmada, laik sistem ile ilgili olarak
Berkes’in farklı yöndeki açıklamaları belirtilmiştir. Laiklik sadece din ve devlet arası
bir ilişki sorunuyla alakalı değildir. Bunun ötesinde toplumsal değerlerden kutsal ile
kutsallık dışı değerler arasındaki ilişkiler sorunudur. Bu anlamda yukarıda laik
sistemle ilgili yapılan yorumların aksine bir fikir ortaya koymaktadır. Ya da tam tersi
bir ifade olduğu da söylenebilir.
“Berkes laiklik kavramını toplumbilim açsından değerlendirir. Toplumbilim
açısından laiklik, toplumsal yaşamın çeşitli alanlarının en üstün kural ve değer ölçüleri
sayılan din kavramından kurtulmasıdır. Berkes, laikliğin yalnızca din ve devlet arası
bir ilişki sorunu olmadığından bahseder. O’na göre laiklik, bunun da ötesinde
toplumsal değerlerin kutsal ile kutsallık dışı değerler arasındaki ilişkiler sorunudur. Bu
yüzden toplumbilimcilerin, laikliği bu bakış açısından incelemeleri gerekir.
Toplumbilim bunu yaparken başlangıç noktası olarak herhangi bir toplumda devlet ve
179 Tuğcu, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, ss. 335-336. 180Tuğcu, Sosyolojik Açıdan Din Kurumu, ss. 337-338.
86
kilise gibi kurumların bulunup bulunmadığının ötesinde; toplumun değer sisteminde
dinsel değerler ve kuralların yerlerini saptamalıdır.”181
Türk toplumunun modernleşme serüvenini sorunlu bir süreç haline dönüştüren
önemli noktalar vardır. İlk olarak modernleşme kavramının Türkçe’ deki kullanımının
ortaya çıkardığı bir anlamsal muğlaklığın olması, ikinci olarak da Batılılaşma arzusu
önemli bir düşünsel karışıklık oluşturmuştur. Özellikle II. Meşrutiyet’ten itibaren
“gelişmekte olan toplumlar modernleşebilmek için batılı ülkeleri örnek almalıdır” fikri
bu sorunların oluşmasında etkilidir. Ayrıca bu fikir, sadece Türkiye’de değil, kominist
toplumlar da dahil birçok ülkelerde karışıklık oluşturan bir düşünce olmuştur. Batı
medeniyetinin nelerden ibaret olduğu konusuna açıklık getirilmemesi temel sorun
olmaktadır. Dolayısıyla Türkiye toplumu modernleşme arzusuyla Batı yoluna girmiş
ve Batılılaşma, modernleşme ve kalkınma kavramlarının birbirleri yerine kullanılması
sebebiyle muğlak bir durum oluşmuştur.182
Yukarıda anlatılan durum için Osmanlı’nın son dönemlerine tekabül eden ve
Batı karşısında bir geri kalmışlığın kabul edildiği zaman aralığı başlangıç noktası
olarak kabul edilmektedir. “Osmanlı İmparatorluğu Batı Avrupa karşısındaki geri
kalmışlığını 18. yy’dan beri askeri-teknik reformlarla kapatmaya çalışmıştır. Ancak
modernleşme ile idari, hukuki, mali reformların kaçınılmazlığı da anlaşılmıştır. Bir
başka deyişle, Osmanlı modernleşmesi kaçınılmaz olarak Batı dünyasının ideoloji
yapısını da almak durumunda kalmış, yani Ortadoğu ülkeleri arasında köklü değişimi
yaşamak zorunluluğunu ilk olarak Osmanlılar duymuş ve denemişlerdir. Böylece
Osmanlı modernleşmesinde ideolojik yönden yeni bir boyut ortaya çıktı, Doğu-Batı
181Gül Aktaş, Niyazi Berkes’te Çağdaşlaşma, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2003, s.
37. 182 Aydemir, Erol Güngör’de Modernleşme, s. 49.
87
kültürü çatışması… Bu çatışma kaçınılmazdı. Çünkü Batılılaşmak şarttır ancak bunu
İslamcı ve Osmanlıcı kadrolar içinde yapılması zorunluluğu vardır. Bunun yanında,
bu programın gerçekleşmesinde bizzat Batı da bir güç olarak vardır. Batı, Osmanlı
İmparatorluğu’nu Batılılaşmaya mecbur edecektir.”183
Türk modernleşme süreci söz konusu olduğunda, lisansüstü çalışmaların
çoğunda, daha önceki konularda da ifade edilen pozitivist zihniyet yapısının
hâkimiyeti ve düşünceler üzerindeki etkisi yine sorunların kaynaklarından biri olarak
belirtilmektedir. Mesela Erol Güngör’de Modernleşme adlı çalışmada modernleşme
sürecine giren toplumların hala pozitivist fikirlerin etkisi altında olduğu
belirtilmektedir. Kuvvetli bir bütünleştirme aracı olan din, artık bu vazifeyi terine
getirememektedir. Bunun sebebi, modernleşmek için Batı’daki teknoloji ve bilime
gerek duyulduğunun belirtilmesidir. bu üstünlüğü ifade etmek için de Batı felsefesi ve
sosyolojisi benimsenmiştir. Bu dönemde Batı’da dinin karşısına bilim bir din olarak
konmuştur. Dolayısıyla Türkiye’de de bu düşünceleri benimseyen aydınlar dine karşı
bir tavır ortaya koymuşlardır.184
Bu düşünceyle paralellik arz edecek şekilde aynı fikirler başka bir çalışmada
şöyle belirtilmektedir: “Aydınlanma düşüncesinin temel tez ve söylemlerinden fazla
haberdar olmayan yönetici elit, modernleşme çabalarını temellendirmek ihtiyacı
gütmüştür. Modernleşmeyi meşrulaştıracak ve olası muhalefeti önleyecek,
temellendirici bir argümana ihtiyaç duyulmuştur. Bu argüman da siyasal bir tercih
olarak benimsenen ve kullanılan, ancak bilimselliğin olmazsa olmazı şeklinde servis
edilen “pozitivizm” olmuştur. Sözü edilen durum, modernleşme uygulamalarının
183 Köktürk, Baykan Sezer’de Doğu-Batı Sorunu, ss. 35-36. 184 Aydemir, Erol Güngör’de Modernleşme, s. 46.
88
tümünde geçerli olmak üzere özellikle toplumsal hayatı dinden arındırıp, seküler bir
toplum yaratma çabasında işlevsellik göstermiştir. Nitekim Şen sekülerizmin
pozitivizm ve devlet aklının kıskacında otorite üzerinden tanımlandığını, dolayısıyla
ideolojik çerçeve kazandığını belirtmekte ve söz konusu kavramların felsefi
bütünlüğünden uzak bir çerçevede anlam kazanarak yönetimin amaçları
doğrultusunda, dinin geriletilmesinde kullanılan araca dönüştüğünü söylemektedir.”185
Türk aydını modernleşmeyi yanlış tanımakla halktan uzaklaşmış ve aydın ile
halk arasında bir kopukluk olmuştur. Aydınlar modernleşmek için halk kültüründen
kurtulmak gerektiğini belirtmişlerdir. Bu anlamda aydınlar bir yanılgı
içerisindedirler.186 Güngör’e göre, aydınlar modernleşme yolunda İslam’ı hesaba
katmamaktadırlar. Dini bir engel olarak gören zümrenin yanında, modernistler ve
muhafazakârlar şeklinde sınıflandırılacak bir aydın kesimi oluşmuştur.
Muhafazakârlar bugüne gelmiş olan bir geleneği değil, tersine bugüne geçmemiş bir
gelenek anlayışını savunmaktadırlar. Modernist aydınlar ise İslam’ı Batı’nın
prensiplerine göre yorumlayarak hataya düşmektedirler.187
Yukarıda belirtilen fikirler, Osmanlı Türk Modernleşmesi Ekseninde Türk
Muhafazakârlığı ve Samiha Ayverdi adlı çalışmada da vurgulanmaktadır. “Modern
aklın ülkemize aktarımı, Batılılaşma hareketlerinde içkindir. Batı ile ilişkilerin
artması, onun gibi olunması fikrini ve gizli ön kabullerini Osmanlı’ya aktarmıştır.
Osmanlı aydın ve bürokratları, Batı’dan esen, böyle olunması gerektiği rüzgârlarından
edilgenleşerek etkilenmişler, Türkiye’de modern aklın yerleşmesine katkıda
bulunmuşlardır. Böylece modern aklın taşıyıcısı olan ve Batı’dan beslenen,
185 Aygener, Osmanlı Türk Modernleşmesi Ekseninde Türk Muhafazakârlığı ve Samiha Ayverdi, s. 75. 186 Aydemir, Erol Güngör’de Modernleşme, s. 57-58. 187 Aydemir, Erol Güngör’de Modernleşme, s. 61-62.
89
yabancılaşmış aydın, Batı eksenli yaklaşımıyla ulemadan ayrılmış, sekülarizmin etki
alanına girmiş, kutsalın referanslarından kopuk bir akıl anlayışının temsilcisi ve
olumlayıcısı olmuştur. Sonuçta dünyevi projenin içindeki kurumların oluşumunda
etkili olan “yeni Türkiye’nin ideologluğu görevini üstlenmiştir.”188
Aynı perspektifteki düşünceler Baykan Sezer’de Doğu-Batı Sorunu adlı
çalışmada da dile getirilmiş ve bu tavrın Doğu-Batı arasında bir kültür çatışmasına
sebep olduğu belirtilmiştir. İdeolojik bir boyutu olan bu durumun oluşması
kaçınılmazdır. Çünkü Batılılaşma ilk olarak İslamcı ve Osmanlıcı kadrolar arasında
yapılacaktır. Ayrıca Batı da bu programın gerçekleşmesinde bir güç olarak kendini
göstermektedir ve Osmanlı’yı Batılılaşmaya zorlayacaktır.189
Osmanlı’nın son dönemlerinde kabul edilen modernleşme fikirleri yukarıda
belirtildiği şekilde bir etkiye sahip olmuştur. Bununla beraber Osmanlı modernleşmesi
ile Türk modernleşmesi arasında farklılıklar bulunmaktadır. Zira Osmanlı
modernleşmesi, Osmanlı’nın kendi geleneksel yapısını koruyarak yapmaya çalıştığı
bir modernleşme hareketidir. Çok dinli bir yapıya sahip Osmanlı, dönüşüm hareketini
daha ılımlı bir tarzda gerçekleştirmeye çalışmıştır.190
Türk modernleşmesinin Osmanlı modernleşmesiyle farklı olan yönü,
çabalarının tarihsel ve toplumsal karşılığının olup olmadığına bakmadan, kendisinin
Osmanlı modernleşmesinden farklı olduğunu gösterme çabasıdır. Düşünce ve
uygulamalarla desteklenen bu durum, Osmanlı’dan kopuş ve yeni bir başlangıcın
inşası olarak kabul edilmiştir. Bu anlamda Türk modernleşmesi bir taraftan Osmanlı
188 Aygener, Osmanlı Türk Modernleşmesi Ekseninde Türk Muhafazakârlığı ve Samiha Ayverdi, s.102. 189 Köktürk, Baykan Sezer’de Doğu-Batı Sorunu, ss. 35-36. 190 Aygener, Osmanlı Türk Modernleşmesi Ekseninde Türk Muhafazakârlığı ve Samiha Ayverdi, s. 48.
90
zihniyetinden kopuş, diğer taraftan cumhuriyet ve ulus-devlet zihniyetinin inşası
şeklinde ortaya çıkar.191
Bu modernleşme algısında, Batı’nın üretmiş olduğu değerlere aykırı her türlü
düşünden kurtulma fikri temel argüman olmuştur. Cumhuriyet döneminde, Osmanlı
ve sahip olduğu gelenek olumsuz tecrübelerin sorumlusu olarak kabul edilmiş ve
yapılan bütün inkılaplar ilerleme düşüncesi temelinde oluşturulmuştur. Osmanlı’nın
dinsel görünümünden arınmak için sosyal ve siyasal yasalar oluşturulmuş ve
Batılılaşma düşüncesi ana hedef olmuştur. Sonuçta Türk modernleşmesi bu hedefine
ulaşmak için devleti ve yeni ortak hafızayı kurgusal bir anlayışla icat etmiştir.192
Türkiye’de modernleşme süreciyle alakalı olarak yukarıda ifade edilen
düşüncelerden farklı bir çizgide ilerleyen Niyazi Berkes’in düşüncelerini, Niyazi
Berkes’te Çağdaşlaşma adlı lisansüstü çalışmada bulabilmekteyiz. Berkes’e göre,
Türkiye’deki toplumsal değişimi ifade edebilen terim “çağdaşlaşma”dır. Berkes,
çağdaşlaşma ile laiklik terimleri arasında bir bağlantı kurar ve Türkiye’de gerçekleşen
değişimi din-devlet ayırımının gerçekleşmesi olarak kabul eder. O özellikle bu süreci
din-devlet ayırımından çok, kutsallaşmış gelenekten kurtulma olarak ifade eder.193
Yine Berkes’e göre, çağdaşlaşmanın yolu, kutsallaşmış gelenek boyunduruğundan
kurtulmaya ek olarak, Batılılaşma, ulusçuluk ve toplumsal devrimciliktir.194
Berkes’e göre her toplum, zamanla kalıplaşan ve katılaşan değer ölçülerine
sahiptir. Bu durum bazıları için memnuniyet verici olabilir ancak değişme
zorunlulukları her toplumda gücünü gösterir.195 “Bir toplumda en yüksek sayılan
191 Aygener, Osmanlı Türk Modernleşmesi Ekseninde Türk Muhafazakârlığı ve Samiha Ayverdi, s. 49. 192 Aygener, Osmanlı Türk Modernleşmesi Ekseninde Türk Muhafazakârlığı ve Samiha Ayverdi, s. 49. 193 Aktaş, Niyazi Berkes’te Çağdaşlaşma, s. 32. 194 Aktaş, Niyazi Berkes’te Çağdaşlaşma, s. 33. 195Aktaş, Niyazi Berkes’te Çağdaşlaşma, s. 33.
91
değerler, özellikle böyle zamanlarda, dinsel değerler kılığına girmeye de eğilimlidirler.
Din, geleneğin en son sığınağı, en son sığınma kalesidir. Aslında toplumun eski
yaşayışın kökeninden gelen birçok alışkanlıklar, kolaylıkla din gereği imiş gibi bir
nitelik kazanırlar. İşte bunun içindir ki çağdaşlaşma sözcüğünün özü, laikleşme
sözcüğünün söylemek istediği gibi toplumu bu dinselleşme hummasından kurtarma
işiymiş gibi duruyor. Berkes için çağdaşlaşma, özet olarak “kutsal kuralların”
sarsılması sorunudur. Bu ise, laiklik ile ifade edilen, din işleri ile devlet işlerinin
ayrılmasından çok daha kapsamlı bir süreçtir. Berkes bu süreci şöyle ifade eder:
Çağdaşlaşma konusunda asıl sorun, kutsal sayılan ekonomik, teknolojik, siyasal,
eğitsel, cinsel, bilgisel yaşam alanlarının daralması, etkisizleşmesi sorunudur. Bu
alanın (hiç değilse bazı kişilerin yaşamında) hemen hemen hiçe inmesi eğilimi olduğu
için, buna karşı olanlar “gerici” adını hak ederler… Bu savaş artık din-devlet savaşı
değil, ilerici-gerici savaşı olur.”196
Berkes laiklik kavramıyla ilgili düşüncelerini Türk toplum yapısına uygun bir
dönüştürme çabası içinde din sosyolojisi açısından incelemiştir. Berkes bu
incelemesini yaparken laiklik kavramını diğer toplumlardaki karşılığını, din olgusunun
bu toplumlardaki yerini ve özellikle Batı ve Hristiyanlık dışı toplumlardaki laiklik
süreçlerini anlamaya çalışarak yapmıştır. Berkes’e göre, laiklik kavramının
Türkiye’de dinde, devlet geleneğinde ya da dilde bir karşılığı bulunmamaktadır. Bu
kavram esas olarak Hristiyanlığın ilk mezhebi olan Katoliğin içinde gelişmiştir. Bu
sebeple laiklik kavramının anlamı Osmanlı-Türk toplumuna pek uygun
düşmemektedir. Berkes’e göre, bunun sebebi sadece din-devlet ayırımı değildir. O
yüzden Berkes, “laicism” teriminin yerine anlamca daha uygun olduğunu düşündüğü
196Aktaş, Niyazi Berkes’te Çağdaşlaşma, s. 33-34.
92
“saecularism” sözcüğünü ve buna karşılık gelen “çağdaşlaşma”yı önermektedir.197
Ayrıca Niyazi Berkes, İslam geleneğinde Hristiyanlıkta olduğu gibi din-devlet
ayırımının olmamasından kaynaklı olarak laikliğin İslam toplumlarına uygun bir
sistem olmadığı fikrine karşı çıkmaktadır.198
Berkes gibi Baltacıoğlu da Türk modernleşmesi ve yaşanılan sorun için
çözümler getirmektedir. Berkes’in gelenekten kurtulma çözümü ve dildeki
muğlaklığın giderilmesi için sunduğu çağdaşlaşma kavramına karşılık, Baltacıoğlu,
gelenek birliğinden bahseder. Ona göre, Türk toplumunun kalkınması sorunu ancak
gelenek birliğinin sağlanmasıyla mümkündür. Bu, Türk toplumunun sancılı dönemi
atlatması içinde gereken bir çözümdür. Gelenek birliği için reformların yapılması
gerekir. Reformların yapılacağı alanlar din, dil ve sanat alanlarıdır. Din alanında nasıl
bir reform yapılması gerektiğini belirtmemiş olsa da Baltacıoğlu gelenek birliğini
sağlayan unsurların din, dil ve sanat olduğunu belirtmektedir. Bu, ulusların kalkınması
için yapılması gereken bir koşuldur. Her ulusun kendi bünyesine ve kültürüne uygun
bir din anlayışını olduğunu söyleyen Baltacıoğlu, Türkiye’de Kur’an’ın Türkçeye
çevrilmesini önermiştir. Din, dil ve sanatın modernleşmedeki yerine dikkat çeken
Baltacıoğlu, bu olguların gelenek birliğini sağlayabilmesi için eğitim ve siyasetin de
önemli rollere sahip olduğunu belirtmektedir.199
Modernleşme konusunda Türk toplumuyla alakalı değerlendirmelerde
bulunurken doğru bir bakış açısına sahip olmak gerekir bu bakış açısını doğru olarak
nitelendiren şey ise ülkemizin siyasi yelpazesinin doğru bir analizidir. “Parantezi
kapatarak bu anlamda ülkemizin siyasi yelpazesini değerlendirirken bakmamız
197Aktaş, Niyazi Berkes’te Çağdaşlaşma, s. 35-36. 198Aktaş, Niyazi Berkes’te Çağdaşlaşma, s. 36. 199 Göral, Türkiye’de Muhafazakâr Modernleşme ve Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, ss. 65-66-67.
93
gereken üç ana damardan önce, bakmamamız gereken değil fakat baktığımız zaman
doğru teşhiste bulunamayacağımızı bilmemiz gereken, iki yeri belirtmeliyiz. Bu
yerlerden biri “modernite” diğeri ise ilahi ve kitabi niteliğini kaybetmiş, kilisenin
varlık ve etkisinden ayrı düşünemeyeceğimiz, bu yüzden de “Kilise” olarak da
okuyabileceğimiz “Hristiyanlık ” dır. Zaten Batı’nın kendisi ve modern tarihi önce
Hristiyanlık sonrasında da modernite ile belirlenmiştir. Bu belirlenmede birinin
diğerini dışladığı şeklindeki anlama, ilk düzey çözümlemenin ürünüdür, zira
çözümleme derinleştikçe modernite ile Hristiyanlığın/kilisenin beraberlik ve birbirini
besleme noktaları daha çok göze gelecektir. Hristiyanlığın ve modernitenin belirlediği
toplumsal kavramların toplumumuzda tarihsel ve sosyolojik karşılıkları olmadığından
toplumumuza ilişkin değerlendirme yapılırken, bu kavramların aktarımı ve/veya
kullanımıyla yapılan yaklaşımların da geçerliliği olmamaktadır. Ülkemizin siyasi
yelpazesini değerlendirirken bakmamız gereken üç ana damardan birincisi, dönemleri
itibariyle gösterdiği değişikliklerle beraber “Osmanlı toplum yapısı ve bu yapıyı
karşılayan siyasal durum” dur. İkinci damar, Osmanlı ve Cumhuriyet aşamalarını içine
alacak şekilde modernleşme süreciyle beraber geleneksel yapımızda söz konusu olan
değişiklikler ve devamlılıkların ortaya konmasıdır. Üçüncü damarsa gerek toplumsal
yapımızda görece değişmeyen yapısal unsurları gerekse değişmeyi doğrudan
etkileyen, insana, topluma ve evrene ilişkin bakışımızı ve zihniyet yapımızı belirleyen,
bağlamına göre bağımsız ve bağımlı değişken özelliği gösteren “İslâm”dır.”200
Yukarıda belirtilen düşünceleri destekleyen ve bununla birlikte Türk toplum
yapısında modernleşme süreciyle beraber dindeki değişimleri “kadın” örneği ile veren
200 Aygener, Osmanlı Türk Modernleşmesi Ekseninde Türk Muhafazakârlığı ve Samiha Ayverdi, ss.
82-83.
94
Türk Modernleşmesi Sürecinde Aydınların Kadın Algılamalarının Sosyolojik Analizi
adlı yüksek lisans çalışmasına burada ayrı bir yer vermek uygun olacaktır. Bu hem din
konusu hakkında özel bir alan seçilmesi hem de 1980’li yıllarda modernleşme
sürecinde din olgusunun durumu hakkında bilgi veren bir çalışma olması sebebiyledir.
Osmanlı’nın son dönemlerinde oluşan fikirsel farklılıklar dini savunanlar ile
savunmayanlar arasında olduğu gibi dini savunanların kendi arasında da oluşmuştur.
Bunu aydınların kadın hakkındaki fikirlerini ortaya koyarken görmekteyiz. Aydınların
düşüncelerinde, modernleşen toplumda kadının örtünmesi, cinsler arasındaki ilişki
gibi konular belirleyici noktaları oluşturmaktadır. Örneğin Namık Kemal
düşüncelerinde, kadının kapanmasını temel almış ve modernleşmenin sınırlarını
cinsler arasındaki ilişkilere göre belirleme yoluna gitmiştir. O, İslam ahlak kurallarının
terk edilmesini ve Batılılaşmayı, cinsellikle eşanlamlı olarak görüyordu. Bu yüzden
modernlikle geleneksellik arasında bir denge kurmak için kadınların kapanmaya
devam etmesi gerektiğini savunmuştur. İslam ve Batı arasında denge kurma çabası,
Ortadoğu’daki uluslaşma sürecinde ortaya çıkan aydınların özelliklerinden bir
tanesidir.201
Bu düşüncenin tersini Fatma Aliye’de görüyoruz. Onun dile getirdiği düşünce
İslam’ın yanlış yorumlandığı düşüncesidir. Bu yüzden İslam’daki çok eşlilik
düşüncesine karşı çıkmıştır. O’na göre İslam çokeşliliği tasvip etmemiştir. İslam,
kadının eğitim görmesine ve toplumda yer almasına karşı da değildir.202
Yukarıdaki örnekle birlikte, bu dönemde kadına ve toplumsal düzenlemelere
yönelik fikirler ortaya koyan aydınlar sadece İslamcılar değildir. Bunun yanında Batıcı
201Tülay Uzun, Türk Modernleşmesi sürecinde Aydınların Kadın Sorunu Algılamalarının Sosyolojik
Analizi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2006, s. 13. 202 Uzun, Türk Modernleşmesi sürecinde Aydınların Kadın Sorunu Algılamalarının Sosyolojik Analizi,
s. 14.
95
ve Türkçü aydınlar da bu yönde fikirler beyan etmişlerdir. Çeşitli toplumsal
düzenlemeler yapılması gerektiği fikrine sahip aydınların kadına yönelik düşünceleri
sadece İslamcıların dile getirdiği düşünceler değildi. Batıcı ve Türkçü aydınlar da bu
yönde açıklamalar yapmışlardır. Bu akımlar 19 ve 20. Yüzyılda kadınla ilgili
reformlara ve toplumsal düzenlemelere eşlik etmişlerdir. Ancak bu akımların hepsi de
kadını geleneksellik ve modernlik arasında denge kurmak gibi bir bakış açısıyla ele
almışlardır. Bir yandan bir denge kurma çabasını ortaya koyarken bir yandan da belli
bir feminizm türünü İslam öncesi Türk kökenine kadar indirmişlerdir. Ayrıca kadını
toplumsal alana katmaya çalışanlar olsa da bu dönemdeki aydınların çoğu kadını
ailenin sınırları içinde tanımlamaya çalışmışlardır.203
1980’li yıllar süreç bakımından oldukça hareketli bir dönemdir. Bu hareketlilik
bütün dünyada olduğu gibi Türk toplumunda da meydana gelmektedir. Özellikle
modernizm ve globalleşme, her türlü ideolojik ve dini grupların kendilerini ifade
edebilmeleri için onlara alanlar vermekteydi. Çalışmada bu durum, - özellikle
dindarlar için- kamusal alan ve siyaset alanı grupların kendilerini ifade edebilmeleri
için kullandıkları birer alan olarak ifade edilmiştir. Türk toplumundaki bu hareketliliği
dindar kadınlar örneğinde görebiliriz. Bu dönemde oluşan böyle bir fırsat ayrıca dini
bir canlanmanın gerçekleşmesine de fırsat vermiştir.
“Türkiye’ de 1980’li yıllarda dinsel ve etnik kimliklerin kamusal alandaki yer
edinme mücadelelerini ve siyasete katılma çabalarını gösterdikleri bir dönüşüm
dönemine girmiştir. Bu yeni aktörler kamusal alanda yer edinmeye çalışırken, kamusal
203Uzun, Türk Modernleşmesi sürecinde Aydınların Kadın Sorunu Algılamalarının Sosyolojik Analizi,
s. 26.
96
alanın bütünlüğü bozulmuş ve yeni alternatif alanlar oluşmaya başlamıştır. Kamusal
alan daha da genişlemeye başlamıştır.”204
Yukarıda belirtilen şekilde oluşan böylesi bir ortamda dinsel kimlik yeniden
önem kazanmıştır ve yeni kimliklerin oluşmasına da ortam hazırlamıştır. Bunda
modernizm, ulus-devlet ve globalleşmenin etkili olduğu söylenebilir. Böylece
1990’larda yeni bir İslami kimlik yaygınlaşmaya başlamış ve hem İslami değerlere
hem de geleneksel değerlere dayanarak yeni bir kutsal düzen yaratma çabasına
girmiştir.205
Modernizme karşı yeni bir İslami model kurmaya çalışan dinsel kimlik, bu
durumda yeni oluşumlar ve arayışlar içine girmiştir. Örneğin feminizme yönelimler bu
ortamda ortaya çıkmıştır. Bu arada Marksist-Sosyalist düşüncenin etkisini yitirmesi de
yeni arayışların ya da yeni yönelimlerin oluşmasına etki eden başka bir faktördür.
Sonuç itibariyle bu dönem yeni akımların ortaya çıktığı bir dönemdir. Dini kimlik de
bu dönemde gelenekselci ve radikal İslam şeklinde akımlar oluşturmuştur.206
“Hem gelenekselci İslamcılar hem de radikal İslamcılar benimsedikleri anlayış
itibariyle, kadına yönelik düşüncelerinde farklılık gösterirler. Burada önemli olan,
Türk toplumunda modernleşmenin etkisini çok daha belirgin bir şekilde ortaya
koyduğu 1980’li yıllarda dini duygunun canlanması, kendine bir alan bulmasıdır.
Ayrıca kadınlarda bu ortamda, kendilerini daha rahat ifade edebildikleri, yaşam
anlayışlarının yeni bir ortama ya da yeni bir kimliğe sahip olmuşlardır. Geleneksel
İslamcılar tarafından “Kur’an’ın özüne ve Asr-ı Saadet” dönüş miti, İslam’ın hâkim
204 Uzun, Türk Modernleşmesi sürecinde Aydınların Kadın Sorunu Algılamalarının Sosyolojik Analizi,
s. 68. 205 Uzun, Türk Modernleşmesi sürecinde Aydınların Kadın Sorunu Algılamalarının Sosyolojik Analizi,
s. 69. 206 Uzun, Türk Modernleşmesi sürecinde Aydınların Kadın Sorunu Algılamalarının Sosyolojik Analizi,
s. 69.
97
kapitalist/laik sistem karşısında kurmayı hedeflediği alternatif dünya nizamına dair
söylemin temelini oluşturmaktadır. Bu söylemin İslamcı kadın yazarlarından
“Müslümanların anneleri olan Peygamberin kadınları ve Asr-ı Saadet kadınları” gibi
olma biçiminde algılanmaktadır. Özellikle Peygamberin eşlerinin hayatları, ahlaki
özellikleri, erdemleri sıkça ön plana çıkarılır. “Müslüman kadın kimliği” için
oluşturulan prototip Peygamber dönemindeki kadınlardır. Hem yaşam tarzı hem de
kişilik olarak bu kadınlar örnek olarak gösterilerek “Müslüman kadın kimliğinin”
somut bir içerik kazanması sağlanmıştır. Ayrıca bu prototip Batılı feministlerin çizdiği
kadın tiplerinden farklı ve İslami içeriğe uygun bir kadın kimliği olarak sunulmakta ve
yeni bir alternatif oluşturulmaktadır.”207
Yukarıda betimlenen durum dindar kadının toplumsal hayatta roller edinmesi
açısından önemlidir. Çünkü bu durum onlar için yeni bir kimlik ifadesi anlamına
gelmektedir. Kadının nesne durumundan özne durumuna geçtiği, onun bağımlı
yapıdan kurtuluşunu sağlayan bir dönemdir. Kadın, İslam’ın oluşturduğu kimliğini,
özne olarak hem geleneksel anlayıştan kurtularak hem de modern toplumsal düzene
karşı çıkarak elde etmiştir.208
Tesettür, bu dönemde simgesel olarak ortaya çıkan bir araç olmuştur. Daha önce
de var olan kadın-erkek arasındaki iktidar mücadelesi bu dönemde yön değiştirmiş ve
İslam ile modernizm arasındaki karşıtlık-uzlaşmazlık konumuna dönüşmüştür. Bu da
iki farklı kültürün ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Tesettür burada kadın için
müslüman kimliğinin İslami kabulü olarak bir simgesel anlam kazanmıştır. Bir başka
207 Uzun, Türk Modernleşmesi sürecinde Aydınların Kadın Sorunu Algılamalarının Sosyolojik Analizi,
s. 70. 208 Uzun, Türk Modernleşmesi sürecinde Aydınların Kadın Sorunu Algılamalarının Sosyolojik Analizi,
ss.75-76.
98
ifade ile Doğu ve Batı karşı karşıya geldiğinde Müslüman kadın örtünmeyi kendisi
için bir çıkış yolu olarak görmüştür.209
Kadınların, modernliğin ölçüsü olan kent ve eğitim alanlarına girdikçe İslami
değerlerden uzaklaşmaları beklenirken aksine onlar İslami kimliklerine sahip çıkmış
ve onu bir hak arama ve dava hareketi olarak kabul etmişlerdir. Modern kurumlara
yönelirken siyasi-dini kimliklerini açığa vurarak bunu yapmaktadırlar.210
Bu dönem ile birlikte kadının kendi kaderini belirleme mücadelesi vb.
durumlar, geçmişten beri kadınlara yönelik belirlenmiş kalıplaşmış düşüncelerden
kurtulma fırsatı vermiştir. Bu dönem kadının yeniden tanımlanma ve bireyselleşme
süreci olarak kabul edilebilir. Kadın bu dönemde eğitimlidir ve meslek sahibidir.
Kısacası bu dönemde İslami düşünceye sahip kadınlar kendi durumlarını sorgulayarak
geleneksel kalıp rolleri olan annelik ve eşlik rollerinden sıyrılmışlardır.211
1980’li dönemlerde dindar kadın profilinin oluşmasına etki eden birkaç faktör
vardır. Birincisi İran Devrimi, diğeri ise İslamcı kadının diğer kesimler ve medya ile
iletişim/etkileşimi olmuştur. “Kamusal alanın 1980’li yıllarda önem kazanması
sonucunda kadınlarda kamusal alanda söz sahibi olmak istemişlerdir. Kamusal alanın
önem kazanmasında modernitenin konuya yüklediği olumlu anlamlar etkili olduğu
gibi İran Devrimi de önemli bir faktördür. Şeriatçı İslam’ı geri getirmek için halk
kitlelerinin seferber edilmesi, bu arada kadınları birer inanç sancağı gibi ön safhalara
çıkartan büyük çaptaki kitlesel eylemler İran’da olmuştur. Koyu bir Batı aleyhtarlığı
ve çağdaşlık eleştirisine dayanan Humeyni doktrini kadını kendi inancı doğrultusunda
209 Uzun, Türk Modernleşmesi sürecinde Aydınların Kadın Sorunu Algılamalarının Sosyolojik Analizi,
s. 76. 210 Uzun, Türk Modernleşmesi sürecinde Aydınların Kadın Sorunu Algılamalarının Sosyolojik Analizi,
s. 76. 211 Uzun, Türk Modernleşmesi sürecinde Aydınların Kadın Sorunu Algılamalarının Sosyolojik Analizi,
s. 76.
99
kamusal alana sokmuştur. Türkiye’de de İslamcı hareketleri izleyip, onları örnek alan
kadınların kamusal alana katılmasında teşvik edici bir rol üstlenmişlerdir.”212 İslamcı
kesimler kültürel kimliğin oluşmasında rol oynayan laik-modernist bir yaklaşımı
benimsemek yerine kendilerine Kur’an ve Peygamberin yaşam biçimlerini referans
almaktadırlar. Kentsel ortamlarda yaşayan ve eğitim görenler yerli tüketim kalıpları
benimsemişlerdir. Ancak bu, sadece tüketim alanında görünürlük kazanmalarını
sağlamıştır. Bu durum İslami kimliğin değişen boyutu olarak görülmektedir. Bunda
İslami kesimin medya ve diğer kesimlerle ilişkileri etkili olmuştur.213
Hacettepe Üniversitesi’nde veri çalışmasına örnek olarak 2011 yılında yapılmış
olan Din, Gelenek ve Modernlik Arasında iktisadi hayat ve Başarı: Kayseri’de Küçük
ve Orta Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir Çalışma isimli araştırmadır. Mülakatlara
dayanarak yapılmış olan bu çalışma, modern dünyada dindar işletme sahiplerinin zihin
dünyasını ortaya koymaya çalışmaktadır. “İslami Kalvinistler” söylemi çalışmanın ana
hattını oluşturmaktadır. “2015’te yayınlanmış olan Europen İnitiative Stability adlı
kuruluşun “İslami Kalvinistler” adlı raporu çıkarmış olması, dikkatleri modern
Türkiye’de dünyevi olarak, araçsal akıl üzerine inşa edilmiş ve kurgulanmasında
kategorik olarak herhangi bir dini referansın bulunmadığı laik bir iktisat anlayışıyla
düzenlenmiş piyasa, kredi mekanizmaları ve ticaret hukuku içerisinde faaliyet
gösteren, aynı zamanda dini değerlerine, toplumsal geleneklerine sahip olan Kayserili
işadamı profiline çekmiştir. İktisadî başarının ve toplumsal gelişmenin, İslam’ın ve
modernizmin sonsuz biçimde birlikte yaşandığı bir ortam oluşturduğu, iktisadî
gelenekçiliğin hâkim olduğu bir coğrafyada, iktisadî modernliğin nasıl inşa olduğu
212 Uzun, Türk Modernleşmesi sürecinde Aydınların Kadın Sorunu Algılamalarının Sosyolojik Analizi,
s. 79. 213 Uzun, Türk Modernleşmesi sürecinde Aydınların Kadın Sorunu Algılamalarının Sosyolojik Analizi,
s. 83.
100
merak konusu olmuştur. Ancak Kayserili işadamlarının/işletme sahiplerinin iktisadî
başarısının salt dinsel güdülenme şeklinde açıklayan “İslami Kalvinizm” olgusuyla
açıklanmasına karşıt olarak, Kayserili işadamı ve Kalvinizm arasında yüzeysel
benzerliklerin ötesinde bir benzerliğin bulunmadığı, aksine bu işadamların gerek
sermaye oluşumu, gerekse iktisadî başarılarını sürdürmede dinî ve toplumsal gelenekle
olan ilişkilerini modernlik çerçevesi içerisinde daha farklı bir şekilde örgütledikleri
düşünülmektedir.”214
Kayserili işadamı örneğinde Weber’in Protestan Ahlakı ve Kapitalizm eserinde
ortaya koymuş olduğu Kalivinist ruh ile Kayserili işadamının dini anlayışı arasında bir
benzerlik olup olmadığı tartışılmıştır. İlk olarak belirtilen, Kayserili iş adamı için
gelenekçiliğin kırılıp yerine iktisadî modernliğin tesis edildiği bir ortam oluştuğu
düşüncesidir. Bu anlamda bakıldığında Weber’de Klavinist doktrinin insan üzerine
doğurmuş olduğu etki niyetlenmemiş bir süreçtir. Kalvinist için iktisadi hayat,
Tanrı’nın şanını yüceltmeye yöneliktir. Kapitalizmin ruhu ortadan kalkmış bunun
yerine rasyonellik, akılcılık planlama, muhasebe gibi unsurlar devam etmiştir.
Oortodoksluk ve Katolikte ise din il iktisat arasında ya da servet biriktirme arasında
ise bir çelişki görülmektedir. Bu son tavır yerine gör İslam’ın içerisinden de
çıkarılmaktadır. Eğer bu açıdan bir kıyaslama yapılacaksa Avrupa’ya göre
Kayseri’deki iktisadî hayat Katolik anlayışa daha yakındır. Kayserili işadamının
amacı Kalvinistinki gibi dünyevi zühd hali değildir. Yani onun tavrı kurtuluşunu
arayan bir işadamının aksine zenginliğini arayan ve buna ulaşabilmek için yapısal
olarak tasarruf ve sıkı çalışma kaynaklarına başvurmaktadır. Ayrıca Kayserili işadamı
214 Toprak, Din, Gelenek ve Modernlik Arasında İktisadi Hayat ve Başarı: Kayseri’de Küçük ve Orta Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir Çalışma, s. 93
101
laik iktisat sistemi içerisinde dünyasını ararken dinini tamamıyla mahvetmeme
tezadıyla karşılaşmaktadır. Bu yüzden o, diniyle dünyası arasında gerilimle dolu bir
denge oluşturmaya çalışmaktadır. Yine Kayserili işadamı İslami bir iktisat hayatını
rahatça sürdürebilecekleri bir yapı olmamasına rağmen böyle bir talep içerisinde de
değiller.215
Kalvinist ile Kayserili işadamı arasındaki önemli farklardan biri de Kalvinistin
mal edinme anlamında, malı biriktirme sıkıntısı yerine elindeki malını dünyevi hazlar
için harcamama sıkıntısı vardır. Bunun yerine Kayserilinin sıkıntısı, malını
sorgularken çokluğunu helal-haram yönden tartmış olsa da biriktirdiğini lükse girecek
şekilde harcadığında değil, bu malı hangi yollarla biriktirdiği, helal yolları kullanıp
kullanmadığı yönündeki sorgulamalarla ilgilidir. Kalvinistin aksine Kayserili bunların
peşine daha çok dünya için düşmektedir. Bu noktada onun yaşadığı gerilim dinini
mahvetmeden dünyanın peşinden koşmaktır.216
Yukarıda ifade edildiği biçimde birkaç noktada Kayserili ile Kalvinist
arasındaki farklar vurguladıktan sonra, Kayserili işadamının davranışlarını belirleyen
ya da yaşadığı dünyayı kapsayan etkenler açıklanmaya çalışılmıştır. Bu noktada din
onun dünyasını şekillendiren bir olgudur. Bu konudaki açıklama “seçici yakınlık”
ilkesi ile açıklanmıştır. Bu anlamda işadamı kendi durumunu hem kendi zihninde hem
de kendisiyle aynı anlayışa sahip olanlara anlatabilmek için seçici olarak mensubu
olduğu dinden ayetler, hadisler vb. unsurları seçerek kendine bir iktisadi davranış
modeli oluşturur. İşadamı yaşadığı ortamda, yaptığı işi sadece zenginleşmek, para
kazanmak amacıyla yaptığını saklama mecburiyeti yoktur. Yasalara uygun hareket
215 Toprak, Din, Gelenek ve Modernlik Arasında İktisadi Hayat ve Başarı: Kayseri’de Küçük ve Orta Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir Çalışma, s. 94 216 Toprak, Din, Gelenek ve Modernlik Arasında İktisadi Hayat ve Başarı: Kayseri’de Küçük ve Orta Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir Çalışma, s. 95
102
ettiği sürece buna devam etmesinde de bir sakınca yoktur. Böyle bir ortamda insanlar
kendi davranışlarını, faaliyetlerini hala din ve gelenekle bağlantılı olarak
sürdürüyorlarsa, bu durum inanç çerçevesine olan bağlarının devam ettiğini
göstermektedir.217
“İktisadî faaliyetini yürütürken yapmış olduğu seçici yakınlığın nasıl işlediğine
bakıldığında, kendi durumunu kendine ve başkalarına anlatmak için sadece iktisadî
güdüyle hareket etmeyip iktisaden başarı elde etmiş olan güçlü bir müminin dinin
emirlerini yerine getiriyor olma noktasında lakayt davranmadığı, değer ve ilkelere
karşı faaliyetlerini, eylemini bu değerlerle şekillendirdiği ortaya çıkmaktadır. İslam
dininin talepleri olan zekâtını vermesi, hacca gitmesi, faiz konusunda dikkatli
davranması vb. buna örnektir. Bu durum bu işadamının iktisadî eylemlerini hem
güdüleyici hem kısıtlayıcı olarak İslam’ın içine yerleştirdiğini göstermektedir. Ancak
İslam dininin içine yerleştirilen bu eylemler bir dini kurtuluş arayışı değildir. Dini
kurtuluşunu ararken iktisadî faaliyette bulunuyor ve para kazanıyor değildir. Amacı
öncelikli olarak dinî kurtuluşunu aramaktan ziyade dünyevî refah elde etmektir.”218
Yukarıda ifade edildiği şekilde işadamının dinî kurtuluş öncelikli hedefi
olmamasına karşın din, iktisadi hayatında belirleyici olmaktadır. İslam çalışmaya karşı
bir din değildir. Aksine meşru olduğu müddetçe kişi çalışmaya sevk etmektedir.
İşadamı için içerisinde bulunduğu sistem bu bakımdan bir yönüyle meşru imkânlar
sunarken bir yönüyle böyle imkânlar vermemektedir. Böyle bir ortamda faaliyet
gösteren işadamının dinle bir bağlantısı varsa sistemin meşru olan kısımlarını
kullanacaktır. Sistemin diğer yönlerinden de kaçınmaya çalışmaktadır. Yalnız işadamı
217 Toprak, Din, Gelenek ve Modernlik Arasında İktisadi Hayat ve Başarı: Kayseri’de Küçük ve Orta Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir Çalışma, ss. 95-96 218 Toprak, Din, Gelenek ve Modernlik Arasında İktisadi Hayat ve Başarı: Kayseri’de Küçük ve Orta Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir Çalışma, s. 96
103
kendi işini belli derecede büyütene kadar sistemin meşru araçlarını kullanmaktadır. İşi
daha fazla büyüttükten sonra sistemin meşru vasıtalarının tükendiği noktada üç
seçenekle karşı karşıya kalmaktadır. Bu durumda işadamı ya piyasadan çekilmekte ya
ileriye gitmeden aynı düzeyde kalmakta ya da kendi değerler dünyasını yeniden
yaratmaktadır.219
Modern yapısal şartlar üzerine kurulu iktisadî bir faaliyetin içinde olan işadamı,
din ve ekonomik düzen arasında bir gerilim içinde bulunmaktadır. Bu noktada
işadamının tavrı, bütünüyle kâr hırsına ve çıkarcı bir düşünce çerçevesinde şekillenmiş
davranış şeklinin yerine iktisadî düzenin dayatmalarını, manevi hayatlarının bir takım
talepleri ile uzlaştırabilme ve bütünüyle dinin taleplerinden uzak düşmeme çabasıdır.
Bu anlamda güdülenmelerinin arka planında Kalvinist benzeri bir güdülenmenin
olduğu düşüncesinin yerine, bu insanların güdülenmelerinin temelini doğrudan
doğruya seküler bir ortamdan aldıkları yalnız bu ortamdaki başarı güdüsünü gelenek
ve dinle kendilerine özgü, yerli bir hale getirdiklerini düşünmek daha doğrudur.220
Kayserili işadamının iktisadî faaliyetlerini kuşatan başka bir faktör daha vardır.
Bu kültürel faktör gelenektir. Gelenek aynı zamanda toplumsal ve siyasal iklimle bir
araya gelerek işadamı için önemli bir alan oluşturmaktadır. Böyle bir ortamda din ve
gelenek sabit kalmasalar da en istikrarlı duran alanlardır. Geleneksel anlamda güven,
itimat ve dinî olan haram ve helallik meselesi, faizle alım-satım gibi durumlar iktisadî
hayatlarında işadamları için önem arz etmektedir. Bu şekildeki bir ortamda iktisadi
hayatı sürdürmek için uygulanacak bir hukuksal ya da kuramsal bir temel
bulunmamaktadır. Dolayısıyla işadamı tamamen seküler, akılcı bir bakış açısı
219 Toprak, Din, Gelenek ve Modernlik Arasında İktisadi Hayat ve Başarı: Kayseri’de Küçük ve Orta Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir Çalışma, s. 97 220 Toprak, Din, Gelenek ve Modernlik Arasında İktisadi Hayat ve Başarı: Kayseri’de Küçük ve Orta Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir Çalışma, s. 97
104
çerçevesinde oluşmuş olan kurallar içinde faaliyetini sürmekte, servet biriktirmektedir.
Bunları yaparken pazardaki rekabetin de dışında değildir. Bir kısım işadamı gelenek
ve din çağrısına kulak verirken, bir kısmı buna ihtiyaç duymamaktadır.221
Dinle ilişkili olması yönüyle Kalvinistle ile Kayserili işadamının güdülenmeleri
ortak olabilir. Ancak seküler sistemde iktisadî eylemde bulunan inanan Kayserili için
din, sürekli olarak kâr ve kazancını ve bunları kazanma yollarını denetleme aracıdır.
Dolayısıyla Kalvinistin dinî anlayışı sürekli önünü açıcı etkide bulunurken, Kayserili
işadamı kazancının miktarı konusunda olmasa da bu kazancın elde edilme biçiminde
gerilim içindedir.222
Lisansüstü çalışmaların ana teması modernleşme sürecinde yaşanılan sancılı
durumun betimlenmesidir. Bu çabayı, çalışmalara konu olan aydınların
düşüncelerinde de görebiliriz. Bu yönde çalışmalar ele alındığında din ve
modernleşme çerçevesinde din olgusu daha çok sosyal bir realitenin tezahürü olarak
ele alınmıştır. Zaten din, tüm toplumlarda toplumsal gerçekliğin bir yansımasıdır.
Türkiye’de modernleşme söz konusu olunca, çalışmalarda, gelenek ve
modernleşmenin arz ettikleri karmaşık yapı, özellikle de laikleşen bir yapıda sosyal bir
kurum olarak dine yer verildiği görülmektedir. Bu, konuyu ifade etmek için bir
dayanak noktası temin etme yönelimi olarak ifade edilebilir.223 Bu yönelimi en azından
lisansüstü çalışmalara konu olan aydınlar için söyleyebiliriz.
Lisansüstü çalışmalarda, modernleşme konusu ve Türk toplumunun bu
süreçteki durumu betimlenirken bu durumu oluşturan sorunlar ortaya konmuştur.
221 Toprak, Din, Gelenek ve Modernlik Arasında İktisadi Hayat ve Başarı: Kayseri’de Küçük ve Orta Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir Çalışma, s. 98 222 Toprak, Din, Gelenek ve Modernlik Arasında İktisadi Hayat ve Başarı: Kayseri’de Küçük ve Orta Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir Çalışma, s. 99 223 Toker, 1940’lı Yıllar Sonrası Türk Sosyolojisinde Din Teması, s. 221
105
Bunun yanında bazı çözümlerde üretilmeye çalışılmıştır. Bu anlamda aydınlar, din-
bilim, dinin toplumsal gerçekliği gibi konuları dile getirmiş ve bu konulara ilişkin
sorunları açıklamaya çalışmışlardır. Ancak sorunlara getirilen çözümler yok denecek
kadar azdır. Bu anlamda gelenek birliğinin sağlanması ya da geleneğin kutsallıktan
kurtulması gibi çözümler ele alınabilir. Yalnız burada sorun teşkil eden durum
çözümler verilirken bunların nasıl yapılacağı noktasının kapalı kalmasıdır.
Modernleşme ve din arasındaki ilişki çerçevesinde ele alınan çalışmalardan son
ikisi, ele aldıkları konu ve yöntem bakımından bizlere daha açıklayıcı bilgiler
vermektedir. Buradan birkaç çıkarımda bulunmak mümkün görünmektedir. İlk olarak,
bu iki çalışmayla birlikte daha önce bahsettiğimiz dine makro açıdan bakma düşüncesi,
din olgusunu daha özel konulara indirgeyerek inceleme çabasıyla mikro bir durum
almıştır. Bir çalışma özel olarak kadın üzerine iken diğeri dindar işadamları üzerine
olmuştur. Buradan çalışmaların günümüz Türk toplumu analiz etmek için böyle bir
açıdan olayları ele almanın daha faydalı olabileceğini göstermektedir.
Özellikle son çalışma bizim için önemlidir. Çalışmayla günümüz işadamının
sahip olduğu zihinsel dünya bir yönüyle çizilmektedir. Bu zihin dünyasında din önemli
bir yer tutmaktadır. Din, iktisadî faaliyet alanının hem başında hem de devamında yer
almaktadır. İşadamı içinde bulunduğu çaba seküler ortam ile dinî arasında bir denge
kurma çabasıdır. Bu çalışmada vurgulanan başka bir nokta da işadamının zihin dünyası
oluşturan diğer bir kaynağın da gelenek olduğudur. Kısaca özetlediğimiz bu
çalışmadan şunu anlayabiliriz ki o da toplumumuzun kendine has olan bir özelliği
vardır. Din ve gelenek modern dönemde de vazgeçemediğimiz önemli
yapıtaşlarımızdır. Dolayısıyla sosyolojinin bu noktayı gözden kaçırmaması
gerekmektedir. İster bu durumu olumlama anlamında olsun isterse olumsuzlama olsun
106
bu konuyu içeren çalışmaların bulunması gerekir. Ele aldığımız bu son çalışmanın bize
gösterdiği bir nokta da “İslami Kalvinistler” gibi kavramlar yine zihin dünyamızı
oluşturan olgulardan dolayı toplumuzu ifade etmeye yetmeyebilir. Bu noktada kendi
kavramlarımızı oluşturmak ve aynı zamanda insanların toplumsal yaşamda belirtilen
gerilimlerden kurtulması için sosyoloji yeni kavramlar üretmeli ve yeni yasalar
oluşturulmasına yardımcı olmalıdır. Dolayısıyla yukarıda tanıtılan son çalışmanın
örnekleri arttırılmalıdır.
107
DEĞERLENDİRME, SONUÇ VE ÖNERİLER
Türkiye’de sosyoloji ve din ilişkisinin genelde ve başından beri gerilimli
biçimde kurulmuş olması ve bu durumun Türkiye koşullarında yapılan sosyolojik
çalışmalara etkisi, araştırmamızda merak edilen ana unsurdur. Özellikle son yıllarda
Türkiye’de belli ilerlemeler kaydetmiş sosyoloji, geçmişin bu gerginliğinin gölgesini
üzerinde hala hissediyor mu, sorusuna Hacettepe Üniversitesi’nde yapılan çalışmaları
inceleyerek cevap bulmaya çalıştık.
Bu doğrultuda yapılan tarama sonucunda din olgusunu doğrudan ya da dolaylı
olarak ele almış olan çalışmalar elde edilmiştir. Biri doktora çalışması olmak üzere
toplamda sekiz tane tez, çalışmamıza konu olmuştur. Bu çalışmalarda sırasıyla, din-
sosyoloji, din-toplum, din-kültür ve din ile modernleşme ilişkisi üzerine yapılan
analizlerle çalışmalarda din olgusunun yeri belirlenmeye çalışılmıştır.
Sosyoloji ve din ilişkisi çerçevesinde özellikle sosyoloji biliminin dine
yaklaşım biçimi eleştirilmektedir. Dolayısıyla sosyoloji, dinin toplumdaki yerini,
önemini ve sonuçlarını anlamalı ve açıklamalı, düşüncesi çalışmalarda öne çıkan
görüşlerdendir. Yine klasik sosyolojik düşünceye hâkim olan ve Türk sosyolojisinin
ilk tartışma alanını da oluşturan dinin ortadan kalkıp kalkmayacağı düşüncesinin,
çalışmalarda sosyolojinin asıl konusu olmadığı belirtilmektedir. Eğer sosyoloji din
olgusunu ele alacaksa bu, dinin toplum üzerindeki etkisinin ne olduğu ve bu etkinin
hangi durumlarda artıp azaldığı meselesi çerçevesinde olmalıdır.
Yine bu çerçevede aydınların takındığı tavır betimlenmeye çalışılmıştır. Dine
karşı tavır alan aydın kesimi sahip olduğu zihniyet yapısıyla hareket etmektedir.
Böylece halk ile aydın arasında bir kopukluk meydana gelmektedir. Bu aydınların ana
108
tartışma konularından bir olan din ile ilim arasındaki ilişkiye de değinilmekte ve her
ikisinin de hayatın ayrılmaz parçaları olduğu noktası öne çıkarılmaktadır. Ayrıca bu
tartışmanın pozitivist düşünce yapısının bir uzantısı olduğu belirtilmektedir.
Din-toplum etkileşimi çerçevesinde çalışmalar analiz edildiğinde, bir kurum
olarak dinin temel rollerinin vurgulandığı görülmektedir. Sosyal yapı içerisinde din
bazı fonksiyonlar icra etmektedir. Bu sayede din, toplum ile etkileşim göstermektedir.
İnanma ihtiyacının giderilmesi, toplumsal dayanışmayı sağlaması dinin fonksiyonları
arasında sayılmaktadır. Dinin toplumsal dayanışmadaki rolü, onun kişilere bir dünya
görüşü sunmasında ve aidiyet duygusunu canlı tutarak toplumsal kimlikleri
belirlemede önemlidir.
Din-toplum ilişkisi karşılıklı etki esasına dayandığı meselesi üzerinde durulan
başka bir konudur. Bu karşılıklı etkileşimde dinin toplum üzerindeki etkisinin daha
fazla olduğu da belirtilmektedir. Dinin toplum üzerindeki etkisi olumlu veya olumsuz
da olabilir. Fakat dinin yapıcı etkisi, yıkıcı etkisinden daha fazla olduğu yine
çalışmalarda kabul edilen bir noktadır.
Toplumun din üzerinde etkisi genelde toplumsal değişim sürecinde
görülmektedir. Tabi bu etkileşim sürecinde din, iç dinamiğini korumakta, toplumsal
değişim bu noktada bir değişiklik meydana getirememektedir.
Din, sosyal değişmenin en az olduğu ilkel toplum döneminde bile sosyal bir
müessese olarak varlığını idame ettirmiştir ve bu yönüyle insanlık tarihi kadar eski bir
geçmişe sahiptir. Yine din, sosyal bir müessese olarak insanların ihtiyaçlarına cevap
verdiği müddetçe varlığını devam ettirecektir.
109
Kültür bir toplumun manevi değerlerinin bütününden meydana gelen bir
olgudur. Din bir kültürün en önemli unsurlarındır. Kültürün oluşturucularından biri de
dindir. Bu düşünceler kültür–din ilişkisi çerçevesinde öne çıkan vurgulamalardır.
Din çok kapsayıcı bir kurumdur. Çünkü genel kültürel yapıyı oluşturan sosyal
örüntüler dini değerlerle yakından ilgilidirler. Din, kişiye hazır bilgiler sunarak, nerede
ve hangi konumda bulunduğunu işaretler. Bu şekilde din, kişiye bir kimlik belirler ve
bu, dinin aşkın yönüyle alakalıdır.
Türkiye’de din ve kültür tartışmaları, Türk toplumunun modernleşme sürecine
adım attığı andan itibaren başlamıştır. Çalışmaların ana temasını oluşturan da bu
noktadır. Bu tartışmalar çerçevesinde Türk toplumunun dini ve kültürü arasındaki
ilişki betimlenmeye çalışılmış ve çözümler sunulmuştur. İlk olarak, bu tür
tartışmaların ortaya çıkmasının sebebi olarak aydınlar ve takındıkları tavırları
gösterilmiştir. Batı taraftarı olmaları ve pozitivist mantık çerçevesinden hareket
etmeleri sebebiyle, ilerlemenin dinî olandan vazgeçilerek elde edileceğinden
bahsetmişlerdir. Oysaki Batı ile Doğu arasındaki en önemli fark, Doğu’da kültür ve
bilimin kaynağının din olmasıdır. Dolayısıyla Doğu’daki zihniyet yapısı tikelci bir
yapıya sahiptir ve bu farklılığı daha belirgin hale getirmektedir. Çünkü zihniyet tarzını
kendine özgü kültürel yapı oluşturmaktadır.
Kültürel farklılık dinlerin algılanış biçimlerini etkiler. Aynı dini farklı milletler
farklı anlar ve yaşar. Bu noktada din birliği millet birliğini ortadan kaldırmaz, tersine
kuvvetlendirir.
Öte yandan Batı’nın kültürü ve kaynakları incelendiğinde Hristiyanlık ile sıkı
bir bağlantı içinde oldukları görülür. Hristiyanlığı değerlendiren hatta olumsuzlayan
110
kaynaklar dahi Hristiyanlık göz ardı edilerek değerlendirilemez. Çünkü Hristiyanlık,
Batı kültürü ile iç içe geçmiş ve dindışı alanlarda da yer almaktadır. Bu, dinin toplumda
olduğu gibi kabul edilmesi ve insanları yönlendirebilmesi özelliğinin tarafsız olarak
kabul edilmesinin bir sonucudur. Bu noktada Türk kültür yapısının Cumhuriyet öncesi
dönemine baktığımızda aynı resimle karşılaşmaktayız. Dolayısıyla bu dönemdeki
eserler ve kültürel yapı İslam’a müracaat edilmeden anlaşılamaz.
Modernleşme sürecine ilişkin olarak çalışmalarda genel anlamda –konuları
gereği- Türk toplumunun modernleşme ile ilk karşılaşma dönemini analiz eden ve
şekillendiren düşünceler belirtilmiştir. Bununla birlikte seküler ve laik toplum
yapısında dinin konumunu belirleyen az da olsa bazı düşüncelere rastlanmaktadır. Bu
noktada belirtilen düşüncelerden biri, günümüz toplum yapısında din-toplum ilişkisi
çerçevesinde yapılan, dinin toplumsal mı bireysel mi olduğu düşüncesidir. Bu
tartışmalar aslında bireylerin hayatlarında bir anlam ifade etmez. Çünkü eğer dindar
biri isek, dinin hem iç dünyamızı hem de toplumsal hayatımızı kuşatan bir olgu
olduğunu biliriz.
Modern dönemde dinin ortadan kalkacağı ya da kalkması gerektiği
düşüncelerine karşılık olarak çalışmalarda bunun aksine fikirler mevcuttur. İlk olarak
söylenmesi gereken, sosyolojik problemlerin ele alınış biçimi ( “ve” türünden) hem
dinin varlığını hem de diğer kurumlarla karşılaştırılabilecek kadar belirli yapılarda
yerleştiğini göstermektedir. Bu sebeple sosyoloğun görevi dinin genel hayat
üzerindeki etkilerinin hangi hal ve şartlarda artacağı ve azalacağı meselesidir. Buna
karşılık modern dönemde dinin hâkimiyet alanında bir daralma olmuştur. Bu durum
özellikle siyaset ve ekonomi alanlarında göze çarpmaktadır.
111
Yine modern döneme ait olan laiklik sistemiyle alakalı olarak bazı düşünceler
çalışmalarda ortaya konmuştur. Laiklik sistemi genel olarak din-devlet ilişkisi
bakımından uygun bir sistemdir. Bu sistemde ne din devlete, ne devlet dine bağlanır.
Yani ne din düşmanlığı ne de din bezirgânlığı yapılamaz. Bununla birlikte laikliğin
sadece din ve devlet arası ilişki sorunuyla alakalı olmadığını, kutsal ile kutsallık dışı
değerler arasındaki ilişki sorunu olduğunu belirten ifadelerde bulunmaktadır.
1980’li yılların görünümüne dair, bir çalışmada dinin bu dönemdeki durumunu
ifade eden düşünceleri görebilmekteyiz. Buna göre 80’li yıllar dindar ve etnik
kimliklerin siyasal alanda kendilerini ortaya koyabildikleri, kendilerini ifade
edebildikleri bir dönemdir. Bu durumun dine yeniden canlanma fırsatı verdiği, dindar
kadınların toplumdaki etkinliğinin artması örneğiyle bahsedilen çalışmada
vurgulanmıştır.
Buraya kadar belirtildiği üzere çalışmalar, din olgusunu daha çok fonksiyonel
olarak ele alan düşünceler içermektedir. Genel olarak din, toplumda gördüğü işlevler
neticesinde ifade edilmeye çalışılmıştır. Belirtilen fikirler, dinin kültür ile ilişkisi ve
modernleşme sürecinde var olan çatışmanın giderilmesi noktasında da belirtilen
fikirlere görülebilmektedir. Bu çerçevede din olgusu çalışmalarda, ayrıntıya inilmeden
makrososyolojik kuramsal bakış açısıyla ele alınmıştır denebilir. Aslında lisansüstü
çalışmaların edindikleri konuların çerçevesi bu çizgiyi belirlemektedir. Aydınların
tavırları, din-bilim, kültürel çatışma, kalkınma problemleri gibi konulara dair
ifadelendirmelerde bir kutsal ve kutsal olmayan ayırımı yapma ihtiyacı olduğu
görülebilmektedir. Bunun hem bu tür konuları elden bırakmamak hem de sahip olunan
gelenekten kopmamak düşüncesinden kaynaklandığı düşünülebilir. Ayrıca yine
çalışmalarda ele alınan düşünürlerin, Türkiye’de yaşanılan modernleşme süreci için
112
bazı çözümler üretmeye çalıştıkları görülmektedir. Kimisi gelenek birliği kimisi de
geleneğin kutsaldan arınması gerektiği ilgili çözümlerdir. Yalnız bu çözümler
getirilirken bunun nasıl yapılabileceğine dair bir fikir ne düşünürlerde vardır ne de
çalışmaların içeriğinde böyle bir çaba görülebilmektedir. Daha doğrusu lisansüstü
tezlerde Türkiye’de devam eden bu süreçle ilgili herhangi bir problem veya çözümü
de görülememektedir.
Ancak kadın ve Kayserili işadamları üzerine yapılan çalışmalar genel olarak
günümüz Türk toplumu hakkında bilgiler vermektedir. Her iki çalışmada da dindar
insanlar yaşayışlarını modern ortamla uyumlu hale getirmektedir. Bir taraftan modern
araçları kurumları kendilerini ifade etmek için kullanırken diğer taraftan dinlerini
yaşamaktadırlar. Bu yönüyle bir değerlendirmede bulunacaksak Hacettepe
Üniversitesi’nde din olgusunu içeren çalışmalardan yukarıda bahsettiğimiz ikisi daha
betimleyici ve yaralı görünmektedirler. Özellikle kendi araştırmamız çerçevesinde
baktığımızda merak konusu olan günümüz Türk toplumunda din nasıl bir işlev
içerisindedir sorusuna bir yönüyle bu iki çalışmada cevap bulabilmekteyiz. Bu yönüyle
olaya baktığımızda her sosyoloji kendi toplumunu ele almalıdır fikrine dayanarak şunu
söyleyebiliriz. Hacettepe Üniversitesi bu tür çalışmalara daha çok yer vermelidir.
Aslında buradan ulaştığımız en önemli nokta Din Sosyolojisinin Türk toplumu için
önemidir. Çünkü bahsettiğimiz son iki çalışmayla Türk toplumunun zihin dünyasını
oluşturan asıl malzeme tamamen Din Sosyolojisinin konusudur.
Çalışmalarda cevabı aranan sorulara belli derecede cevaplar bulunmakla
beraber yine de tatmin edici olduğu söylenemez. Bu yönde bazı eksikliklerin
belirtilmesi amacımıza ne kadar ulaştığımızı göstermesi açısından önemlidir. Bu
anlamda ilk olarak Hacettepe Üniversitesi’nde yapılmış çalışmaların sayısı üzerinde
113
durmak gerekmektedir. Yaptığımız çalışma son 25 yıllık dönemi içermektedir.
Dolayısıyla son 25 sene içinde Hacettepe Üniversitesi’nde sadece sekiz tane
çalışmanın yapılması, din olgusunun sosyolojik olarak incelenmesi açısından oldukça
az olduğu kanaatini oluşturmaktadır. Bu çalışmalardan sadece bir tanesinin doktora
çalışması olması, nitelik olarak da din konusunun önemli çalışmalara konu
edilmediğini düşündürmektedir.
Araştırmamıza konu olan çalışmalar, 1998-2011 yılları arasında yapılmışlardır.
Görüntü olarak, çalışmaların bu döneme denk gelmesi, bu dönemde Türk toplumunda
muhafazakâr düşüncenin siyasal ve toplumsal alanda yükselişe geçmesinin bir etkisi
olduğu fikrini akla getirmektedir. Yalnız konu edinilen düşünürler ve fikirleri bu
durumun tersini göstermektedir. Çalışmaların çoğu, son yıllarda yapılmış olmasına
rağmen genel olarak Osmanlı’nın son dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk
dönemlerine ait betimlemeler ve tartışmaları konu edinmişlerdir. Dolayısıyla din
olgusu konusunda güncel olmaktan uzak bir görüntünün ortaya çıktığını görmekteyiz.
Bu da bu üniversitedeki çalışmaların son yirmi beş yılda dinin toplumsal konumu ve
tezahürleri hakkında yeterince bilgi vermediğini göstermektedir. Yani din olgusu
konusunda güncelliğini ortaya koyamadığını görebilmekteyiz.
Burada şunu belirtmek de gerekmektedir. Hacettepe Üniversitesi’nde Sosyoloji
Bölümü 1965’te kurulmuştur. Bu dönemden itibaren sosyolojide, idea yönelimli
sosyoloji anlayışı ile veri yönelimli bir sosyoloji anlayışını benimsemiş ve bu iki
anlayış arasında bir denge oluşturulmaya çalışılmıştır. Ancak bu üniversitede
araştırmaya konu olabilen lisansüstü çalışmalar çoğunlukla teorik çalışmalardır.
Dolayısıyla şu denilebilir ki, Hacettepe Üniversitesi’nde din olgusu söz konusu olunca
114
teori yönelimli anlayış ile veri yönelimli anlayış arasındaki denge kurma çabası terk
edilmiştir.
Dolayısıyla bu çıkarımlardan sonra şu sonuca varılabilir ki; o da Türkiye’de
sosyoloji ve din arasındaki ilişki, Hacettepe Üniversitesi örneğinde görüldüğü üzere
bu bilimin Türkiye topraklarına giriş yaptığı ve devamındaki dönemin düşünce
yapasından hala kurtulamadığını ve din olgusuna karşı hala belli bir mesafede
durulduğunu görebilmekteyiz. YÖK’ün ulusal tez merkezi veri tabanında yapılan
taramalarda bazı büyük üniversitelerde de çok fazla verilere rastlamamak bu
düşüncenin oluşmasına etkide bulunduğunu belirtmek gerekmektedir.
Türkiye’de sosyoloji çalışmalarında din olgusunun yerini konu edinen ve bu
amaçla Hacettepe Üniversitesi’ndeki sosyoloji çalışmalarını belli açılardan ele almaya
çalışan bu araştırmanın bazı eksikleri olduğu muhakkaktır. Bu anlamda bazı önerilerde
bulunmak, araştırmaya konu olan biçimiyle sosyoloji çalışmalarının incelenmesinde
bir katkı sağlayabilir. Hacettepe özelinde düşünüldüğünde, sosyoloji bölümü
hocalarıyla yapılacak derinlemesine görüşme şeklindeki bir çalışma, bu üniversitede
din olgusunun çalışmalara konu edinilmesi yanında, dinin ne kadarıyla ilgilenileceği
konusu da belli açılardan açıklığa kavuşturulabilir. Ayrıca bu yöntemle alanı daha da
genişletip önemli bazı üniversitelerde çalışan hocalar eklenebilir. Bu, resmi daha da
genişletip belirgin hale getirme imkânı verebilir. Sosyoloji çalışmalarında din
olgusunun yerini belirlemede özellikle bu yöntemin daha çok işe yarayacağı bu
çalışmayla görülebilecektir. Çünkü sadece lisansüstü çalışmaların ele alınması, daha
doğru bir sonuca ulaşmada yetersiz görülmektedir. Ayrıca yine bu yöntemle, dinin
çalışmalara konu edinmesi ya da edinilmemesinin ideolojik yönü de daha net bir
şekilde elde edilebilir.
115
Yine karşılaştırmalı bir metot izlenerek, Türkiye’deki diğer büyük
üniversitelerde yapılmış olan çalışmalar da ele alınabilir. Biz bu konuda ulusal tez
merkezinde belli derecede fikir edinecek kadar taramada bulunduk. Özellikle
Türkiye’de sosyoloji biliminin gelişmesine katkı sağlayan Ankara Üniversitesi ve
İstanbul Üniversitesi araştırmayı yaparken çalışmalarına göz attığımız üniversitelerdir.
Yalnız zaman kısıtlaması ve diğer bazı zorluklardan dolayı karşılaştırma yapabilme
imkânını bulamadık. Aslında bu üniversitelerde de sayısal olarak çok da çalışma
olmadığını belirtmemiz gerekir. Yine de başka büyük üniversitelerde din olgusunu
içeren çalışmaların bulunabileceği fikri neticesinde böyle karşılaştırmalı bir yöntem
izlenerek sosyoloji çalışmalarında din olgusunun yeri hakkında daha kapsamlı bir fikir
elde edilebilir.
Ayrıca bu çalışmanın başında da vurguladığımız üzere, araştırmamızı
kavramsal bir sınırlama çerçevesinde ilerletebildik. Dolayısıyla böyle bir amaçla
hazırlanacak olan çalışmalar kavramsal olarak daha zengin bir çerçeve ile böyle bir
çalışmayı yürütmeleri mümkündür. Yalnız burada iki noktayı belirtmek
gerekmektedir. İlki, Hacettepe Üniversitesi ile ilgili taramalarda bulunmadan önce
“küreselleşme” kavramı da çalışmamızın konusu içindeydi. Ancak taramalar
yapıldıktan sonra bu üniversitede küreselleşmeyi konu edinen çalışmalarda din olgusu
ile ilgili olarak herhangi bir veriye rastlayamadık. Dolayısıyla böyle bir çalışma için
kavramsal çerçeve hazırlanmadan önce taramaların yapılması ve sonrasında bu
çerçevenin hazırlanması daha doğru olacağa benzemektedir. Burada diğer noktayı
belirtmekte böyle çalışmaların son saydığımız yöntemi göz önünde bulundurmaları
önemli olacağını gösterebilir. Konumuz çerçevesinde Ankara Üniversitesi sosyoloji
bölümünde yapılmış lisansüstü çalışmalarını da inceleme fırsatı bulduk. Bu
116
üniversitenin sosyoloji bölümünde 1990-2010 yılları arasında yapılmış olan tezlerde
bizim çizdiğimiz kavramsal çerçeve doğrultusunda din olgusunu içeren herhangi bir
çalışmaya rastlamadık. Fakat bunun dışında etnisite ile ilgili yapılmış olan bir tezde
din olgusu ile ilgili olarak veriler olduğu görüldü. Dolayısıyla böyle bir çalışmada
kavramsal çerçeve, çalışmaya konu edinilen üniversitedeki literatür taramasında sonra
–ne kadar zor olsa da- belirlenmesi daha faydalı olacağa benzemektedir.
117
KAYNAKÇA
Akdoğan, Ali. "Kültür ve Din". Din Sosyolojisi El Kitabı içinde, 437-453. Ankara:
Grafiker Yayınları, 2012.
Akgül, Mehmet. "Modernlik-Modernleşme, Postmodernlik, Sekülerleşme ve Din".
Din Sosyolojisi El Kitabı içinde, 181-281. Ankara: Grafiker Yayınları, 2012.
Aktaş, Gül. Niyazi Berkes'te Çağdaşlaşma. Ankara: Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, 2003.
Akyüz, Niyazi. "Dinin Mesajının Sosyo-Kültürel Muhtevası ve İslam". A.Ü.İ.F.D,
tarih yok: 295-308.
Akyüz, Niyazi -İhsan Çapcıoğlu. "Din Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi". Din
Sosyolojisi El Kitabı içinde, 73-111. Ankara: Grafiker Yayınları, 2012.
Akyüz, Niyazi -İhsan Çapcıoğlu. "Din ve Toplum İlişkileri". Din Sosyolojisi El Kitabı
içinde, 49-57. Ankara: Grafiker Yayınları, 2012.
Akyüz, Niyazi ve Diğerleri. "Din Sosyolojisinin Tarihçesi ve Çağdaş Perspektifler".
Ana BAşlıklarıyla Din Soyolojisi içinde. Ankara: Gündüz Eğitim ve Yayıncılık,
2008.
Akyüz, Niyazi-Şahin Gürsoy. "Modernleşme, Sekülerlerşme ve Din". Ana
BAşlıklarıyla Din Sosyolojisi içinde, 393-417. Ankara: Gündüz Eğitim ve
Yayıncılık, 2008.
118
Aldemir, Zülfinaz. Erol Güngör'de Modernleşme. Ankara: Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, 1998.
Aron, Raymond. Sosyolojik Düşüncenin Evreleri. Çeviren Korkmaz Alemdar.
İstanbul: Kırmızı Yayınları, 2007.
Arslan, Mustafa. "Kültürel Bağlamda Din". Din Bilimleri akademik Araştırma
Dergisi, no. 1 (2004): 189-205.
Aygener, Savaş. Osmanlı Türk Modernleşmesi Ekseninde Türk Muhafazakârlığı ve
Semiha Ayverdi. Ankara: Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2011.
Berger, Peter. "Sekülerleşmenin Toplumsal Kaynakları". Kültür ve Toplum Güncel
Tartışmalar içinde, çeviren Nuran Yavuz, 277-287. İstanbul: B.Ü. Yayınları,
2013.
Bulaç, Ali. Tarih, Toplum ve Gelenek. İstanbul: Yeni Akademi Yayınları, 2007.
Capps, Walter H. "Toplum ve Din". Din, Toplum ve Kültür içinde, çeviren Ali Coşkun,
23-53. İstanbul: İz Yayıncılık, 2005.
Cox, James L. Kutsalı İfade Etmek. Çeviren Fuat Aydın. İstanbul: İz Yayıncılık, 2004.
Eğribel, Ertan-Ufuk Özcan. "Türkiye'de Toplum Bilimlerin Gelişimi Üzerine Bir
Blançonun Gerekliliği". Türkiye'de Toplum Bilimlerinin Gelişimi I: Kıta
Avrupası'nın Etkisi içinde, 3-18. İstanbul: Kitabevi, 2009.
Er, İzzet. Din Sosyolojisi Makaleler. Ankara: Akçağ Yayınları, 1998.
Eren, Selim. "İnanç ve Sosyo-Kültürel Çevre Etkileşimi". C.Ü İlahiyat Fakültesi
Dergisi, 2007: 129-152.
119
Fursth, İnger-Pal Repstad. Din Sosyolojisine Giriş Klasik ve Çağdaş Kuramlar.
Çeviren İhsan Çapcıoğlu-Halil Aydınalp. Ankara: Birleşik Yayınları, 2006.
Giddens, Anthony. Modernite ve Bireysel Kimlik. Çeviren Ümit Talıcan. İstanbul: Say
Yayınları, 2010.
Giddens, Anthony. "Sosyolojinin Kapsamı". Sosyoloji Başlangıç Okumaları içinde,
çeviren Günseli Altaylar, 13-18. İstanbul: Say Yayınları, 2009.
Göral, Vural. Türkiye'de Muhafazakâr Modernleşme ve İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu.
Ankara: Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tei, 2004.
Günay, Ünver. Din Sosyolojisi. İstanbul: İnsan Yayınları, 2005.
Güvenç, Bozkurt. İnsan ve Kültür. İstanbul: Remzi Kitabevi, 1979.
Hamilton, Malcom. "Sekülerleşme Var mı Yok mu?". Sosyoloji Başlangıç Okumaları
içinde, çeviren Günseli Altaylar, 454-465. İstanbul: Say Yayınları, 2009.
Kaçmazoğlu, H. Bayram. Türk Sosyoloji Tarihi 3. Cilt. İstanbul: Kitabevi Yayınları,
2011.
Köktaş, Mehmet Emin. "Türkiye'nin Çağdaşlaşma Problemi ve İslam". TDV Yayınları,
2000: 141-152.
Köktürk, Gökhan. Baykan Sezer'de Doğu-Batı Sorunu. Ankara: Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, 1999.
Küçük, Mehmet. Modernite versus Postmodernite. Ankara: Vadi Yayınları, 1994.
120
Mert, Muray. "Türkiye'de Sosyal bilimlerin Dine Bakışı". Sosyal Bilimleri Yeniden
Düşünmek-Yani bir Perspektife Doğru içinde, 198-205. İstanbul: Metis
Yayınları, 1998.
Okumuş, Ejder. Toplumsal Değişme ve Din. İstanbul: İnsan Yayınları, 2003.
Özarslan, Selim. "Küreselleşme Sürecinde Dinin (İslam) Sosyal Bütünlüğü
Sağlamasına Katkısı". Kelam Araştırmaları, 2005: 51-64.
Rosamund, Billington ve Diğerleri. "Kültür'ü Tanımlamak". Sosyoloji Başlangıç
Okumaları içinde, çeviren Günseli Altaylar, 33-40. İstanbul: Say Yayınları,
2009.
Sencer, Muzaffer -Yakup Irmak. Toplumbilimlerinde Yöntem. İstanbul: Say Yayınları,
1984.
Sezen, Yumni. İslam'ın sosyolojik Yorumu. İstanbul: İz Yayıncılık, 2004.
Sharf, Betty R. "Dine Sosyolojik Yaklaşımlar: Öncüler". Din Sosyolojisi Klasik ve
Çağdaş Yaklaşımlar içinde. Konya: Çizgi Yayınevi, 2006.
Smith, Philip. Kültürel Kuram. Çeviren Selime Güzelsarı-İbrahim Gündoğdu.
İstanbul: Babil yayınları, 2007.
Solmaz, Bünyamin. "Dinin Toplum ve Kültür Üzerindeki Etkileri". S.Ü. İlahiyat
Fakültesi Dergisi, 1996: 125-145.
Tekin, Mustafa. "Türkiye'de Sosyolojinin Dine Bakışı ve Yeni Bir Perkspektifin
İnşası". Türk Din Sosyolojisinin Temel sorunları Sempozyumu. Çorum: İslami
Araştırmalar Dergisi, 2004. 43-61.
121
Toker, İhsan. 1940'lı Yıllar Sonrası Türk Sosyolojisinde Din Teması. Ankara:
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1999.
Tolstoy, Leo Nikolayeviç. Din Nedir. Çeviren Yeşim Ilgın. İstanbul: Metropol
Yayınları, 2005.
Toprak, Esra Arslan. Din, Gelenek ve ModernlikArasında İktisadi Hayat ve Başarı:
Kayseri'de Küçük ve Orta Ölçekli İşletme Sahipleri Üzerine Bir Çalışma.
Ankara: Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2011.
Tuğcu, Hüseyin. Sosyolojik Açıdan Din Kurumu. Ankara: Yayınlanmamış Doktora
Tezi, 2000.
Uzun, Tülay. Türk Modernleşme Sürecinde Aydınların Kadın Sorunu
algılamamlarının Sosyolojik Analizi. Ankara: Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, 2006.
Ünsal, Ahmet Zeki. "Dinselliğin Dönüşümü ve Sekülerlik Tartışmaları". İslamiyat 17,
no. 4 (2002): 67-80.
Yılmaz, Hüseyin. "Türk Müslümanlığı, Dindarlık ve Modernlik". İslamiyat 17, no. 4
(2002): 57-66.
122
ÖZET
Bu araştırmada, Hacettepe Üniversitesi örneğinde Türkiye’deki sosyoloji
çalışmalarında din olgusunun yerini belirmek amaçlanmaktadır. Araştırma giriş, sonuç
ve iki bölümden oluşmaktadır. Araştırmanın birinci kısmında din, kültür ve
modernleşme kavramları açıklanmıştır. Kavramlar açıklanırken din-kültür ve
modernleşme ilişkisi de belirtilmeye çalışılmıştır.
Araştırmanın ikinci kısmında Hacettepe Üniversitesi’nde 1990-2015 yılları
arasında yapılmış ve din olgusunu içeren yüksek lisans ve doktora tezleri
değerlendirmeye alınmıştır. Değerlendirme, birinci bölümde tanımlamaları yapılan
din, kültür ve modernleşme kavram üçlüsü çerçevesinde yapılmıştır. Toplum ve din,
toplumsal bütünleşmede dinin rolü, kültür, modernleşme ile din ilişkisi analizlerin
temel karakterini oluşturmaktadır.
Bu bilgiler ışığında Hacettepe Üniversitesi’nde din olgusunu içeren yüksek
lisans ve doktora çalışmalarının olduğu görülmektedir. Çalışmalarda din toplum
ilişkisinin karşılıklı etkileşimi ve dinin toplumsal dayanışma ve değişmedeki rollerine
ilişkin sonuçlar elde edilmiştir. Sosyoloji biliminin dini ele alma şeklinin yanlış
olduğu, dinin varlığı ve yokluğu değil niteliğinin göz önüne alınması gerektiği
belirtilmiştir. Kültür ve din ilişkisi çerçevesinde Türk toplum yapısının modernleşme
sürecinde yaşadığı gerginlik vurgulanmakta ve çözümler bu yönde üretilmektedir.
Modernleşme kavramı çerçevesinde bakıldığında çalışmaların daha çok Osmanlı’nın
son dönemi ve Türkiye’nin ilk dönemlerinde yaşanılan durumu tasvir ettiği
görülmektedir. Bunun yanında özellikle 1990-2015 yılları arasında üniversitede din
123
olgusunu içeren sadece bir tane ampirik çalışmanın olması da dikkat çekicidir.
Anahtar Kelimeler: Din, Toplum, Sosyoloji, Kültür, Modernleşme vb.
124
ABSTRACT
This research intends to determine the place of phenomenon of religion in
sociological studies in Turkey, especially in the studies of Hacettepe University. Our
research consists of two chapters beside the introduction and the conclusion sections.
In the first part of the research, religion, culture and modernisation concepts have been
explained. Apart from explaining these concepts, the relation between religion, culture
and modernisation have been explained.
In the second chapter, the master and doctoral theses about the concept of
religion which have been studied in Hacettepe University between 1990-2015 are
evaluated. Evaluation is realized in accordance with the religion, culture and
modernisation concepts which are described in the first chapter. Society and religion,
the religion’s role in the social integration, relation between culture, modernisation and
religion are the basic characters of analysis.
In the light of the master and doctoral studies which include concept of religion
at Hacettepe University are determined. In the studies, the results are acquired about
the mutual interaction of religion-society and the roles of religion for social solidarity
and change. It’s indicated that the way through which the science of sociology handles
with religion is wrong and what is needed to be taken into consideration is not the
existence or absence of religion, but its characteristics. In the accordace with the
relation between culture and religion, the tension which Turkish social structure
experienced during modernisation period is emphasised and solitions are offered in
this regard. From the viewpoint of modernisation concept, it’s determined that studies
mostly describe the circumstances in the last era of Ottoman Empire and the first days
125
of Turkish republic. Additionally it’s remarkable that there is just one ampiric study
which includes religion concept in the university specially between 1990-2015.
Key Words: Religion, Society, Sociology, Culture, Modernisation…