40

EG 112. sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Ekim Gençliği 112. sayı / 15 Ekim-15 Kasım 2008

Citation preview

Page 1: EG 112. sayı
Page 2: EG 112. sayı
Page 3: EG 112. sayı

Gençlik bugün hiç olmadığı kadar geleceksizlik saldırısıyla yüzyüzedir.Kapitalist düzenin krizi, meclisten geçirilen ve yürürlüğe konan SSGSSyasası, ırkçı-şoven kudurganlıkla bilinçlerin teslim alınmaya çalışılması budüzenin biz gençliğe hiçbir gelecek sunamayacağının göstergeleridir. Laik-dinci taraflaşmalarına bizleri alet etmeye çalışanlara karşı gençliği gelecek veözgürlük özlemiyle, devrim ve sosyalizme kazanmaktan başka birseçeneğimiz yok.

Bu bilinçle 6 Kasım alanlarına çıkmalı, düzenin üzerimizdeki karabulutunu mücadelenin rüzgârıyla dağıtmak için harekete geçmeliyiz.

Büyüyen kriz, büyüyen geleceksizlik!

Kapitalizm büyük bir kriz içerisinde debeleniyor. Faturayı işçi veemekçilere ödettirerek kokuşmuş savaş ve sömürü düzenini devam ettirmekiçin elinden geleni yapıyor. Düzenin efendileri çöken bankalar ve sermayedevleri için dünyanın dört bir yanında kurtarma planları yapıyor. “Ekonomitıkırında” lafazanlıklarına karşın Türkiye’nin de krizden dolaysız olaraketkilendiği açıktır. Borsanın düşmesi üretimi de etkilemekte, işsizlerordusunun sayısı gün be gün artmaktadır.

Kapitalizmin gençliği diplomalı işsizliğe ve geleceksizliğe mahkûmetmesi, yetkin mühendislik, sözleşmeli kölelik, stajyer avukatlık, ailehekimliği gibi uygulamalarla mezuniyeti anlamsız kılması, çalışanları isesefalet koşullarına mahkûm etmesi, bu düzende hiçbir gelecek umudununolmadığının yalnızca birkaç örneğidir.

Süregelen geleceksizlik saldırılarına meclisten geçirilerek uygulamayakonan SSGSS yasası ile bir yenisi daha eklenmiştir. Emeklilik bir hayalhaline getirilmiş, sağlık hakkı gaspedilmiştir.

“Düzenin sözcüleri bile kapitalist rejimin krizinin ‘dünyayı cehennemineşiğine taşıdığını’ söylüyorlar. Dünyayı bu cehennemden kurtarmanın yegâneyolu, kapitalizmi cehennemin dibine sürüklemekten geçiyor.” (Kızıl Bayrak,sayı: 2008/40, 10 Ekim 2008).

Kriz gençliğin gelecek sorununu daha da derinleştirecek, eğitiminticarileşmesi daha da boyutlanacaktır. Gençliğe kapitalizmin yıkılmayamahkûm olduğunu, sosyalizmin ise her zamankinden daha güncel bir ihtiyaçolduğunu anlatmalıyız. 6 Kasım’da, “Krizin faturası kapitalistlere!” diyerek,krizin sonuçlarının omuzlarımıza yüklenmesini reddetmeliyiz.

Kürt halkına yönelik ırkçı-şoven saldırganlığa karşıyaşasın halkların kardeşliği!

Kürt halkına yönelik ırkçı-şoven saldırganlık her geçen güntırmandırılmaktadır. Balıkesir örneğinde olduğu gibi, devletin planlı birşekilde yürüttüğü düşmanlaştırma politikası, imha ve inkâr saldırısı, Kürthalkının özgürlük mücadelesini boğmayı, ona boyun eğdirmeyihedeflemektedir. Irkçı-şoven gericilikle toplum sersemletilerek, düzeneyedeklenmeye çalışılmaktadır.

Kürt halkının haklı mücadelesine dönük kirli savaşa, geçtiğimiz günlerdemeclisten geçirilen tezkereyle yeni bir boyut kazandırılmaktadır.

Bize düşen görev, Kürt halkının haklı taleplerini ve özgürlükmücadelesinin desteklemek, Türk ve Kürt gençliğinin düzene karşı ortakmücadelesini örebilmektir. Kürt gençliğinin özgürlüğe kavuşmasının tekyolunun, mücadelenin ortaklaştırılmasından geçtiğini anlatabilmektir.

Kürt halkına yönelik saldırılara, düşmanlaştırma ve etnik taraflaştırmapolitikasına karşı “Eşitlik, kardeşlik, Kürt ulusuna özgürlük!” şiarı, 2008 6Kasım’ında yükselteceğimiz şiarlardan biri olmalıdır.

Birleşik, kitlesel ve devrimci bir 6 Kasım süreci içinmücadeleye!

Her yıl önemle vurguladığımız gibi, 6 Kasım takvimsel bir eylemlilikolarak ele alınmamalı, politik bir eylemlilik süreci olarak örülmelidir. 6Kasım süreci, gençliğe yönelik saldırılara karşı ortak bir mücadele hattınınörülmesinin ve mücadelenin alanlarda güçlendirilmesinin bir manivelasınadönüştürülmelidir. Bunu başarabilmek, ilerici ve devrimci gençlik güçlerininbirleşik, kitlesel ve devrimci bir 6 Kasım örgütleme sorumluluğuyla hareketetmeleriyle olanaklıdır. 6 Kasım bir sürecin sonu değil, gençlikmücadelesinin bir basamağı olarak ele alınmalıdır.

6 Kasım süreci her yerelde, gençliğin önünü açacak ve mücadeleyi biradım ileriye taşıyacak bir şekilde planlanmalı ve hayata geçirilmelidir. Buise, öğrenci gençliğin yaşam alanlarına politikanın ötesinde, eylemlerintaşınmasıyla başarılabilir.

“Birleşik bir 6 Kasım süreci çerçevesinde üniversitelerde yoğun veısrarlı bir faaliyet örülmeli, yanı sıra kitle inisiyatiflerini açığa çıkarabilecekaraçlar tanımlanabilmelidir. Yalnızca siyasal gençlik gruplarının örgütlügüçlerine daralan bir 6 Kasım eylemini aşabilmek için bu son nokta ayrı birönem taşımaktadır” (Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu 6.Toplantısı Sonuç Bildirgesi)

6 Kasım eylemlilikleri her yerelde örgütlenebilmelidir. Kimi yereller içinkazanılmış mevzilerin kalıcılaşması, kimi yereller için ileriye taşınması, kimiyereller içinse mevzi kazanma hedefiyle hareket edilmelidir. Her yerelde fiili-meşru eylemler örgütlenmeli, bir takım gerici kaygılara, “rahat eylemler”,“insanların korkusuzca katılabileceği eylemler”, “çatışmasız eylemler”anlayışına karşı durulmalıdır.

“Bu seneki 6 Kasım eylemi için de eylem alanına ve eylem tarzınayönelik biçimsel tartışmaların yapılması olasıdır. Genç-Sen’in çağrıcılığınıyapacağı bir Türkiye merkezli 6 Kasım mitingi önerisi henüz somutlanmışolmasa da, bu tür tartışmalardan biri olmaya adaydır. Geçmiş tartışmalarda‘insanların daha rahat katılabileceği eylemler’ türünden argümanlar ilerisürülebilmiş, ‘üniversitelerde afiş asmanın anlamı yok’ yaklaşımlarısergilenebilmiştir.

‘Sorunsuz’ bir eylem süreci örgütleme anlayışının ürünü bu türtartışmalar teşhir edilmelidir.

6 Kasım, gençliğin güncel mücadele taleplerini işleyen ve geniş gençlikyığınlarının eylemsel sürece doğrudan katılabildiği birleşik, kitlesel, militanbir biçimde hayata geçirilmelidir. Bu eksen üzerinden inşa edilecek yerel fiili-meşru eylemler, Türkiye merkezli bir miting tartışmasının sonucundanbağımsız olarak, mutlaka örgütlenebilmelidir. Eylemsel süreçte, gençliğinmücadele gündemleri üniversiteler temelli işlenebilmeli, yerel ayaklarınoluşturulması doğrultusunda müdahaleler yapılabilmelidir.” (Ticari EğitimeKarşı Gençlik Koordinasyonu 6. Toplantısı Sonuç Bildirgesi)

Önümüzdeki süreçte genç komünistlere düşen görev, kapitalizminçelişkilerinin biriktirdiği tepkileri yeni bir dünya özlemi ve mücadelesiylebirleştirebilmek, gençliğin özgün sorunlarını düzenin teşhirine konuedebilmek ve gençliğin örgütlenme sorununu politik ve ilkesel ortaklıklarlaçözüme kavuşturma iradesini ortaya koyabilmektir. 6 Kasım sürecindeyürüteceğimiz çalışma da bu hedeflere bağlanacaktır.

Bu hedefler doğrultusunda güne yüklenmeli, geleceği kazanmalıyız!Ekim Gençliği

3

Geleceğimiz veözgürlüğümüz için6 Kasım’da mücadelealanlarına

Page 4: EG 112. sayı

4

Tüm bunlarkarşısında gençliğinöncelikli görevi, YÖK’eve onun anti-demokratikuygulamalarına karşımücadele ederken,bu mücadeleninsisteme karşımücadeleyle bağlarınıkopartmadanilerleyebilmekolmalıdır. Gençlikancak, eşit, parasız,bilimsel, anadildeeğitim hakkı içinmücadele ederek vebu mücadeleyi işçisınıfınınmücadelesiylebirleştirerek YÖK’tenve bir bütün olarakbu sisteminkaranlığındankurtulabilir.

“Kuzu gibi olun diyorlar, büyüyüp gelişince koyun gibi gütmek için sizi”

Can Yücel

Kuzu gibiydik önceleri, çocukluğumuzun terkedilmiş ilkokullarında tahta sıralardadüşünmemeyi, konuşmamayı, boyun eğmeyi öğretmeye çalıştılar bize. Yerimizedüşünecek, yerimize konuşacak birileri vardı nasılsa. Şimdi büyüdük ve binbir hayallegeldiğimiz üniversitede koyun gibi güdüyorlar bizi. Yerimize düşünenler, yerimizekonuşanlar şimdi farkına bile varmamıza izin vermeyecek kadar sinsice, her gün herdakika ne yapacağımızı fısıldıyorlar kulağımıza. Ve bugünümüz, geleceğimiz onlarınellerinde. Dört bir taraftan kuşatılmış geleceğimiz. Yasalarıyla, yönetmelikleriyle,disiplin cezalarıyla… Bakıyorlar, besliyorlar! Ve en yararlı hale getirmeyeçalışıyorlar bizi insanlığa, ülkemize, topluma. Peki, nasıl yapıyorlar bunu? Nasıl

böyle ustaca, usulca ve hatta böyle güzelce süsleyerek herşeyi, bizi birer koyun sürüsügibi güdüyorlar yıllardır. Bize koyunluğumuzu bile farkettirmeden...Bizim koyunların hikâyesi 1980 askeri faşist darbesiyle başlıyor aslında. O dönem yükselen

toplumsal muhalefet ordunun ve emperyalistlerin işbirliğiyle bastırılıyor. Devrimciler, işçiler, muhalifilerici öğrenciler katlediliyor, tutuklanıyor, devlet destekli çeteler tarafından sokaklarda binlerce insanvuruluyor. Ve tabii ki böylesi bir dönemin ardından yetişecek yeni neslin “uslu” durabilmesi, onlariçin özel, çeşitli önlemler almayı gerektiriyor. 12 Eylül döneminin cumhurbaşkanı Kenan Evren, yineaynı dönem yaptığı bir konuşmada, ‘80 darbesinin etkilerinin iki kuşak sonra görülmeye başlanacağınısöylüyor. Ve yavaş yavaş biz minicik kuzular dinlemeye başlıyoruz sözlerini, 12 Eylül’ü yaşamış,sindirilmiş, korkutulmuş büyüklerimizin de baskısı altında. Peki, nasıl dinletiyorlar bize sözlerini?

Öncelikle 6 Kasım1981’de “Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilenve bunları davranış haline getiren kişiler yetiştirmek!” amacıyla Yükseköğretim Kurulu (YÖK)kuruluyor. YÖK’ün asıl amacı, tam da tanımlandığı gibi devletine bağlı, sistemin, sermayeninçıkarlarına sonuna dek hizmet edecek, artık bize ilkokul yıllarından itibaren öğretilmeye başlanacakolanların dışına çıkmayacak bireyler yetiştirmek. Tüm bunları hızlıca gerçekleştirmek için biçilmiş birkaftan olan İhsan Doğramacı 12 Eylül Askeri Konseyi tarafından ilk YÖK başkanı olarak atanıyor. Buamaç doğrultusunda icraatlarına başlıyor. Binlerce öğretim üyesi ve yardımcısı kovuluyor, üniversiteözerkliği tümüyle rafa kaldırılıyor, tek yetkili rektör kılınıyor, paralı eğitimin önü açılıyor, binlerceöğrenci okuldan atılıyor, binlercesi okuldan uzaklaştırılıyor, yönetimlere düzene uygun kişileratanıyor, kitaplar yasaklanıyor...

Tüm bunlardan anlaşılacağı gibi YÖK, üniversiteleri bilimsel her türlü öğeden ve düşünensorgulayan ve mücadele eden öğrencilerden temizleme, bunun yerine koyun gibi güdebileceği,uyumlu, karşı çıkmayan, derslerinden ve kendinden başka hiçbir şey düşünmeyen, her türlü sömürüyüsindirebilen bir gençlik yaratma görevini başarıyla yerine getirmiş bulunuyor.

Bugün de YÖK bir dizi uygulamayla baskıcı ve gerici koşullar yaratarak, sermayenin ihtiyaçlarıdoğrultusunda icraatlarına devam ediyor. Ama kurulduğu dönemden farklı olarak bunu bugün,üniversiteleri çağdaşlaştırdığını, yasakları kaldırdığını, üniversiteleri bilimin ve özgürlüğün yuvasıhaline getirdiğini iddia ederek ve bunları bizlerin de içselleştirebilmesini sağlayarak yapıyor.Üniversitelerin kapılarını sermayeye sonuna kadar açıyor. Bilimsel araştırma ve teknolojik gelişme adıaltında büyük şirketlerle ve bunların yurtdışındaki ortaklarıyla anlaşmalar yapıyor. Onların ihtiyaçduyduğu konularda araştırma-geliştirme (AR-GE) projeleri hazırlatıyor, bilim ve teknolojiyi tümüyleburjuvazinin ihtiyaç ve çıkarları doğrultusunda kullanıyor.

Üniversiteleri büyük şirketlerin yan kuruluşları haline getiriyor, en başarılı öğrencileri buşirketlerde burjuvaziye hizmet etmeye teşvik ediyor. Devlet üniversitelerine kaynak olmadığını iddiaederek bütçeden ayrılan payı düşürebiliyor, ancak özel üniversitelere bedava arazi tahsis etmektegayet cömert davranabiliyor.

İşte tüm bunlar bugün üniversite-sermaye işbirliğinin geldiği noktadır ve YÖK yenidenyapılandırma kılıfıyla bu işbirliğinin üniversitelerdeki dayanağını oluşturan kurumdur.

Bugün de YÖK kuruluş amacından sapmadan, üniversiteleri bilimsel eğitimden ve bundan yanakadrolardan temizlemeye devam ediyor. Üniversitelerdeki devrimci ve ilerici öğrenciler üzerindebüyük bir baskı aygıtı rolünü de üstlenmiş olan YÖK, muhalif tüm unsurları denetim altına almayaçalışıyor. Anti-demokratik uygulamalarla öğretim üyelerini ve öğrencileri hizada tutmak için elindengeleni yapıyor. Egemen sınıfın ideolojisinden farklı düşünen öğrencilerle mücadele edebilmek içinkampüslere polisi ve güvenlik birimlerini sokarak, öğrencileri potansiyel suçlu olarak gördüğünükanıtlıyor.

Cumhurbaşkanı tarafından atanan son YÖK başkanı Yusuf Ziya Özcan son derece rahat bir

YÖK’ün karanlığına karşımücadeleyi yükseltelim!

Page 5: EG 112. sayı

5

biçimde, diğer ülkelerde eğitimin paralı olduğunu, ülkemizde de paralı olması gerektiğinisöyleyebiliyor. Bir öğrencinin “Herkes üniversite mezunu olmalı mı?” sorusuna YÖKbaşkanı şu cevabı veriyor:

“Hayır, olmamalı. Okullar bedava. Hiçbir yerde görülmemiştir. Şunu yapmakistiyoruz: Üniversiteleri paralı yapalım, ihtiyacı olana burs verelim. Hiç olmazsaüniversiteler ayağının üzerinde dursun. Sonra, insanlar çalışınca bu parayı geri ödesin.Aynı Kredi ve Yurtlar Kurumu’ndan alınan kredi gibi.

İsteyene 8-10 bin YTL kredi versek, sonra bunu bize geri ödese. Neyse borcu…ABD’de olduğu gibi, mezuniyetten sonra ödesin. Bunun ideali, hiç kimseyi üniversiteyetaşımamak. Sadece belli sayıda insanı taşımak. Diğerlerini, yüksek teknik okullara veyüksek meslek yüksekokullarına yönlendirmek. Ara elemana ihtiyaç var. İstihdam sorunuçözülür.”

Asıl amacının üniversiteleri demokratik, özgür, çağdaş her türlü baskıdan kurtulmuşyerler haline getirmek olduğunu söyleyen Özcan, kısa bir süre sonra bu açıklamayıyapıyor.

Bu örnekler üniversite-sermaye işbirliğinin hangi boyutlarda olduğunu gösteriyor.Üniversitelerimiz bugün kapitalizmin bekçilerinin elbirliği ile birer ticarethaneyedönüştürülüyor. Herşeyiyle egemen sınıfın ideolojisini güçlendiren, burjuvazininçıkarlarına hizmet eden, akademik taleplerimizi engelleyen, özgürlüklerimizi kısıtlayanve bizleri geleceksizliğe mahkûm eden yerler haline getirilmeye çalışılıyor.

Tüm bunlar karşısında gençliğin öncelikli görevi, YÖK’e ve onun anti-demokratikuygulamalarına karşı mücadele ederken, bu mücadelenin sisteme karşı mücadeleylebağlarını kopartmadan ilerleyebilmek olmalıdır. Gençlik ancak, eşit, parasız, bilimsel,anadilde eğitim hakkı için mücadele ederek ve bu mücadeleyi işçi sınıfının mücadelesiylebirleştirerek YÖK’ten ve bir bütün olarak bu sistemin karanlığından kurtulabilir.

Her eğitim-öğretim yılıyla Kürdistan’da yeni bir asimilasyon dönemi de başlar. Haftayı açan vekapatan İstiklal Marşı’ndan her sabah okutulan andımıza kadar her şey “varlığını Türk varlığına emanetetme”nin beyne kazınmasıdır.

Yeni eğitim dönemine, TZP Kurdi’nin (Kürt Dil Hareketi) başlattığı “Edi bese, Kürt diline eğitimhakkı tanınsın” kampanyası çerçevesinde ders boykotlarından yürüyüşlere kadar birçok eylemlebaşlandı. Kürdistan’da ve birçok metropolde ilk ve orta öğretim öğrencileri bu yıla başlarken,asimilasyon ziline değil boykot çağrısına kulak verdiler.

Kürdistan’ın birçok il ve ilçesinde “Edi bese em perwerdahiya bı zimane xwe dıxwazın!” (Artıkyeter, anadilde eğitim istiyoruz!) şiarı yükseltildi. “Zimane me çanda me ye!” (Dilimizkültürümüzdür!), “Zimanê me rumeta me ye!” (Dilimiz onurumuzdur), “Em zımane xwe duxwazın!”(Dilimizi istiyoruz!) sloganları binlerce kişi tarafından sıkça haykırıldı.

Batman’daki yürüyüş sonrasında bir konuşma yapan öğrenci Rezan Bilir’in, “Ben yine anadilimievde bırakıp okula gideceğim. Öğretmenlerimiz yine bizimle yabancı dille konuşacak. Bir saniyeliğinedurun ve düşünün, kendinizi benim yerime koyun ve çocuklarınızı bizim yerimize koyun, bakın ne kadarzor olacak her şey.” sözleri, sömürgeleştirilmiş bir coğrafyanın anadilde eğitim özlemini anlatmaktadır.

Yasaklı bir dil: Kürtçe!

Bir halkın dilini yasaklamak, onu susturmaktır. Bir halkın dilini yasaklamak, kültürünüunutturmaktır. Bir halkın dilini yasaklamak, tarihini silmektir. Bir halkın dilini yasaklamak, onu yoketmeye çabalamaktır.

Sermaye cumhuriyeti kuruluşundan itibaren “tek dil, tek millet” anlayışıyla hareket ederek, yaşamınher alanında bunu yaygınlaştırmaya çalıştı. Resmi dil Türkçe ilan edilerek, bu coğrafyada yaşayan diğerulus ve milliyetler daha başından görmezden gelindi. “Birlik- beraberlik”i sağlamak adı altında, Kürtulusu ile diğer azınlık milliyetleri boyunduruk altına alma, asimile etme hedefiyle hareket edildi.

Burjuva cumhuriyetin ilanından bu yana Kürt halkına dönük imha, inkâr ve asimilasyon politikalarıuygulanıyor. Bunun bir ayağı olarak anadilde konuşma ve eğitim görme yasaktır. AB uyum süreci adı

Anadilde eğitim içinmücadeleyi yükseltelim!

Page 6: EG 112. sayı

6

altında yasal bazı değişiklikler yapılsa da, özünde Kürt diline dönük baskıcı, yasakçı zihniyette hiçbir değişim olmamıştır, butopraklarda Kürtçe hala yasaklıdır. Kürt halkı kendi dilini konuştuğu için saldırılara uğramaktadır. Kürt aydın ve yazarlarınaKürtçe kullandıkları için davalar açılıp tutuklama kararları çıkarılmaktadır. İmralı’da Kürtçe konuşma yasaklanmakta, Ftiplerinde Kültür Bakanlığı bandrollü Kürtçe kaynak toplatılmaktadır. Eğitim-Sen gibi kimi kurumlar, tüzüklerinde anadildeeğitim maddesi bulunduğu için kapatılmayla karşı karşıya kalmaktadır. Bir etkinlikte ismi Rojda olan bir kız çocuğu şiirokuyacağı için etkinlik iptal edilebilmektedir. İsmi Berxwedan olan bir kimseye, yedi yıldır, ismindeki ‘x’ ve ‘w’ harfleri ba-hane edilerek kimlik verilmeyebilmektedir.

Sadece anadil eğitimi değil, anadilde eğitim!

İnsanın düşünebilmesi, anlayabilmesi, sorgulayabilmesi, kavrayabilmesinde anadilinde eğitimin önemi tartışmasızdır. Tümbilimsel araştırmalar, zihinsel gelişim ve başarı açısından anadilde eğitimin ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır.Oysa bu ülkede çok sayıda çocuk, yedi yaşına gelip okula gittiğinde, ilk defa duyduğu bir dille eğitim görmek zorundakalmaktadır. Anadil ana kucağından itibaren öğrenilen dildir. Bir çocuk eğer birinci sınıfa başladığında kulağına ilk defaçalınan bir dilde eğitim görmek zorunda kalırsa, ne gibi zorluklar yaşayacağı yeterince açıktır.

Anadilde eğitim hakkı, yaşanan birçok eşitsizliğin yanısıra gasp edilmektedir. Eğitimin ticarileşmesi yakıcı bir sorun olarakgençliğin karşısında dururken, bu sorun Kürdistan’da daha özgün boyutlar taşımaktadır. Kürdistan’da eğitim sermaye düzenitarafından bir asimilasyon aracı olarak kullanılmaktadır. Yatılı bölge okulları bu noktada önemli bir araç olarak ortayaçıkmıştır. Yaşam alanlarından koparılan genç beyinlerin önce ana dillerini konuşmaları yasaklanmakta, sonra resmi ideoloji ileeğitilmektedir. Geçmişlerini unutmaları istenmekte, bütün bir tarihleri silinmeye çalışılmaktadır.

Bugün sermaye devletinin “kırıntılar verebilirim” yaklaşımına paralel olarak, anadil eğitimi ve anadilde eğitim söylemleriüzerinden laf cambazlığı yapılmaktadır.

Oysa Kürt halkının anadil eğitimine ihtiyacı olmamalıdır. Kendilerine ait olan bir dili öğrenmeye, anadil dersi, kursu vb.görmeye ihtiyaçları kalmamalıdır. Ancak sermaye düzeninin imha, inkâr ve asimilasyon politikaları sonucu milyonlarca Kürdeanadili dahi unutturulmuş durumdadır.

Bugün Kürt halkı eğitim-öğrenimi kendi dilinde görme talebini yükseltmektedir. Açıktır ki, Kürt halkının son derece haklıve meşru olan bu talebi, televizyonlarda birkaç dakikayla sınırlı göstermelik programlarla üzerinden atlanacak bir talepdeğildir. Kürt halkının, bilimi, felsefeyi, sanatı vb. kendi dilinde kavrama ve çözümlemeye ihtiyacı vardır. Sadece anadiliöğrenmeye dönük bir eğitim ile bunun mümkün olamayacağı açıktır.

Anadilde eğitim için mücadeleye!

Kişi için eğitim nasıl temel bir ihtiyaçsa, bunu kendi dilinde görmesi de aynı ölçüde ihtiyaçtır. Ne var ki, Kürt hareketininbu talep çerçevesinde ortaya koyduğu söylemler sıkıntılıdır.

Kürt hareketinin geldiği noktayla birlikte, anadilde eğitim talebini dillendirme biçimi ve mücadelede izlenen çizgi düzensınırlarına hapsolmuş durumdadır. Anadilde eğitim talebi yükseltilirken AB kriterlerinin dayanak gösterilmesi ve AB’ye uyumsürecinde Türk devletinin anadil talebini kabul etmemesinin kendisi için eksi puan olacağının ifade edilmesi bunun ifadesidir.Sermaye devleti Kürt halkının birçok talebi gibi anadilde eğitim talebi karşısında da gerici tutumunu sürdürmektedir. Yıllardırasimilasyon politikalarıyla Kürt halkının karşısına dikilen sömürgeci devletten, kendisine umut bağlar bir şekilde çözümbeklemenin hiçbir gerçekçi yanı yoktur.

Anadilde eğitim talebi hem baskı ve asimilasyona karşı mücadeleyle birlikte ele alınmalı, hem de hem fırsat eşitsizliğiüzerinden eşit ve parasız eğitim talebiyle birleştirilmelidir.

Gerçek özgürlük ve eşitlik sosyalizmde!

Kürt halkının ulusal özgürlük ve eşitlik mücadelesinin gerçek ve kalıcı çözümü sosyalizmle mümkündür. Uluslarıneşitliğini, özgürlüğünü, gönüllü birliğini sağlayacak olan sosyalist toplum, her dilin korunmaya alınmasının da garantisiolacaktır. Bu nedenle, anadilde eğitim talebi yükseltilirken, bunun düzene karşı bir mücadele hattı ile bütünlenebilmesigerekmektedir.

Page 7: EG 112. sayı

7

Gelişen teknoloji kas gücüne dayalı üretimi büyük oranda kaldırırken,daha karmaşık bir yapıya bürünen makineler nitelikli işgücünü ertelenemezbir ihtiyaca dönüştürdü. Kapitalizmin bugünkü gelişme düzeyinde ser-mayenin kalifiye eleman ihtiyacı da her geçen gün artmaktadır. Bu ihtiyaçbugün onbinlerle ifade edilirken, bu açığın bir an önce kapatılabilmesi,nitelikli eleman ihtiyacının bir an önce çözülebilmesi, sermayeninönünde bir sorun olarak durmaktadır.

Sermaye devletinin orta vadeli planları ile beraber, nitelikliişgücü kaynağı olarak gördüğü meslek liselerini ve meslek yüksekokullarını, son yıllarda “meslek lisesi memleket meselesi” türünden

argümanlarla daha çekici bir hale getirmeye çalıştığı ortadadır.Bununla beraber, gençliğin gözünü boyayıp bu alanlara yönlendirerek, eği-tilmiş “ucuz işgücü” ihtiyacını karşılamayı hedeflemektedir.

Bu nedenle gençlik meslek yüksek okullarına çekilmeye çalışmakta, bu okulları daha cazip hale getirme yönünde yeni bir projehazırlanmaktadır. Bu yeni proje hayata geçirilmeden önce, YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan ve YÖK üyelerinden oluşan birheyet, 5-17 Ekim 2008 arasında incelemelerde ve görüşmelerde bulunmak üzere ABD’ye gidecek.

Proje çerçevesinde YÖK, meslek yüksek okullarına yönelişi artırmak amacıyla, lisans programlarından sonra bu okullarda da çiftediploma uygulaması başlatmayı, meslek yüksekokulu öğrencilerinin yaz okulu için yurtdışına gitmelerini sağlamayı planlıyor. 2 yıllık buokullardaki bazı programlarda, bir öğretim yılı Türkiye’de bir öğretim yılı ABD’deki okullarda okunacak ve mezun olacak öğrencilereçifte diploma verilecek. Böylece meslek yüksekokulu mezunlarınn diplomalarının uluslararası alanda tanınması ve yurtdışında çalışa-bilmesi olanaklı olacak. Bu kapsamdaki okulların programlarının ABD’deki programlarla denkleştirilmesi çalışmalarının da başlatılmasıplanlanıyor. Ek olarak burs sağlanması ve yaz döneminde Amerika’da staj imkânı yaratılması da hedefler arasında.

MYO’ların ve meslek liselerinin nasıl bir sömürü alanı olduğu, gerek okul kapsamında uygulamalı derslerden gerekse stajlardaöğrencilerin emekleri üzerinden elde edilen karlardan biliniyor. MYO’lar üzerinden yapılan yeni planlamalara da buradan bakmakgerekiyor. Sermaye yalnızca bu sömürü alanını daha nitelikli hale getirebilme yönelimi içinde. Gerçekleştirilmek istenen uygulama ilkbakışta olumlu gibi gözükse de, bunun bir gerçekliğinin olmadığı bilinmelidir. Staj ve burs imkanının kimlere sağlanacağı açıktır.Okullarında ve fabrikalarda sömürüye ses çıkaranlar bu imkanlardan yararlanamayacağına göre, başını öne eğip işine bakanların sınırlıbir kesimi bundan yararlanabilecektir.

Diğer yandan, “çifte diploma” uygulamasının yurtdışında iş bulabilme açısından da bir karşılığı olmayacağı açıktır. Hem Avrupa’dahem de Amerika’da işsizlik oranı her geçen gün artarken, sermaye kendi coğrafyasındaki işçi sınıfını işsizlik ve düşen ücretlerle terbiyeederken, “yabancı”ların bu ülkelere girişleri giderek sınırlandırılırken, “çifte diploma” ancak duvarlarda süs olarak bir anlam taşıyabilir.

Göz boyamaya çalışan sermaye devletinin asıl derdinin, kendisinin eğitilmiş ucuz işgücü ihtiyacını karşılamak, kalifiye elemanaçığını kapatmak olduğu açıktır. Bu uygulamayla kalifiye eleman sayısı bir an önce çoğaltılarak, onlara düşük ücretle çalışma dayatıla-bilecektir.

Sermaye devletinin işçi ve emekçi çocuklarının gelecek umutlarına cevap verme olanaklarından yoksun olduğu, apaçık bir gerçekolarak orta yerde durmaktadır. Gözboyamayı amaçlayan projelerle bu gerçeği değiştiremezler. Nasıl ki bugün üniversite mezunları işsizlikoranında ön sıralarda iseler, meslek yüksek okulu mezunlarını bekleyen akibet de farklı olmayacaktır.

Meslek yüksek okullarına çifte diplomauygulaması…

Sömürü alanlarımakyajla

“yenileniyor”!

Page 8: EG 112. sayı

8

“Felsefe Grubu Dersleri Taslağı” ile müfredat dinihurafelerle doldurulacak... Yeni bir “millileşme” projesi!

Milli Eğitim Bakanlığı’nın açıkladığı“Ortaöğretim Felsefe Dersi Öğretim Programı veKılavuzu” ile artık milli güvenlik, milli coğrafya,milli tarih derslerimize milli felsefe ve millipsikoloji dersleri eklenecek. İlk bakışta komik gelsede, ne yazık ki söz konusu olan ne bir iddia ne desoğuk bir şaka. Şovenizm zehrini genç beyinlereyeteri kadar enjekte edememiş olacaklar ki, zatenezberci ve anti-bilimsel olan ortaöğretim dersmüfredatını daha da gericileştiriyorlar.

Nasıl millileşiyoruz?

Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın 2009-2010 eğitim öğretim yılında okutulacak felsefedersleri için hazırladığı taslakta, felsefenin de diğerdersler gibi evrensellikten ve bilimsellikten nasibinialmamış bir ders olarak baştan düzenlenmesiöngörülüyor. İlköğretimde uygulanan“Yapılandırmacı Eğitim Modeli”nin (YEM) birbenzerini liselerde hayata geçirmek isteyen TTKB,AKP gericiliğinden aldığı güçle “felsefe grubu”derslerinde önümüzdeki yıllarda değişiklikleryapmayı planlıyor. Bu dersler psikoloji, mantık vesosyolojiyi de kapsıyor. Düzenlemeler TTKB’ninisteğiyle, Kayseri Erciyes Üniversitesi’ndeoluşturulan bir kurul tarafından yapılıyor. OysaErciyes Üniversitesi bünyesinde, ne sosyoloji nepsikoloji ne de diğer ilgili bölümleri barındırıyor.Bu da şunu kanıtlıyor: Bu ülkede siyasal iktidarınyandaşı olmak, akademik hiçbir altyapı olmaksızıniş yapmaya yetiyor da artıyor!

Felsefe kitabı taslağındaki örnekler artık,filozofların metinleri yerine dine dayalı dogmalarlave Muhammed’in hadisleriyle geçiştirilecek.Örneğin öğrenciler “felsefe nedir?” sorusuna “ŞeyhEdebali’nin Osman Bey’e nasihati”ni okuyarakkarar verecek. Psikoloji, gözlenebilen, ölçülebileninsan ve hayvan davranışlarını inceleyen bir bilimolmaktan çıkarılıp, “insanın ruh hali”tanımlamasına indirgenecek. Öğrencilerden,“siyaset ve felsefe” çerçevesinde, “Bir saat adaletlehükmetmek, bir sene ibadet etmekten dahahayırlıdır” hadisi üzerine kompozisyon yazmalarıistenecek. Diğer bir etkinlik önerisi ise şöyle:Öğretmenin sınıfa bir kitabı gösterip “Yazarı

olmadan bu kitabın var olması mümkün mü?” diyesorması ve tanrının varlığını kanıtlamasıbeklenecek. Hiçbir dogmaya bağlı kalmadan kişiyidüşünmeye ve sorgulamaya sevk etmesi gerekenfelsefe dersi, böylece din kültürü ve ahlak bilgisidersindeki hurafelerle doldurulacak.

Taslakta göze çarpan diğer bir nokta ise,kapitalizmin ve kapitalizm öncesi iktisadi ekonomiksistemlerin sınıfsız olduğunu kanıtlamaya çalışması.Taslakta “toplumsal sınıf”ın gerçek anlamı,kendisinden başka her türlü kelimeyle -katman,tabaka vb.- örtülmeye çalışılıyor. Kapitalizm,sosyalizm gibi ekonomik sistemlere yer verilmeyenfelsefe taslağında, mutlu evliliğin sırlarınınöğrenciler tarafından tartışılması isteniyor.İnsanoğlunun tüm bilimsel bilgi birikimi allakbullak edilerek çarpıtılıyor. Mantık dersinde insanınyaradılış özellikleri anlatılırken, bilgi kuramıdersinde Newton’un yerçekimi kanununu,Arşimet’in kaldırma kuvvetini “tesadüfen” bulduğusavunuluyor.

Eğitim müfredatından yansıyan bu çürümeningerisinde, her türden gericiliğin ve faşizmin kaynağıolan sermaye sınıfı ve onun emek sömürüsüüzerinde yükselen kapitalist düzeni durmaktadır. Budüzenin sahipleri yalnızca “ekonomik” hayatışekillendirmekle kalmaz, “akademik” hayatı daşekillendirir ve kendi kirli çıkarlarına alet ederler.Kendi hizmetinde “bilim insanları”nı yaratırken,yeni nesilleri de çarpık eğitim-öğretim sistemi ileşekillendirmeye çalışırlar. Özgür bilimin yerineteokrasinin kutsal saydığı dogmalar, aklın vemantığın yerine ezber ve ikna geçer.

Seneye biz liselilere “ders kitabı” diyesunulacak taslak, sermaye sınıfının eğitim alanındayarattığı tahribatı çarpıcı bir biçimde gözler önünesermektedir. Özgürlüğümüz ve geleceğimiz içinörgütlenip, mücadele ederek, tüm bunlara “dur”demeliyiz.

İzmir Liseli Gençlik Platformu’dan bir liseli

(Liselilerin Sesi’‘nin Ekim 2008 tarihli 24. sayısından alınmıştır...)

Page 9: EG 112. sayı

9

Tadal işçilerinin Ankara Üniversitesi Cebeci Kampusü’nde 26 Eylül günü başlattıkları yemek boykotu daha sonradiğer fakültelere de yayılmıştı.

Tadal işçileri 13 Ekim günü Ankara Üniversitesi mediko önünde bir basın açıklaması yaptılar. Açıklamada AnkaraÜniversitesi rektörlüğünün Cuma günü kendisiyle görüşmeye giden işçilere sergilediği tutum eleştirildi. 100 kişininkatıldığı açıklamada “Yaşasın örgütlü mücadelemiz!”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”, “Tadal işçisi direnişinsimgesi!” sloganları atıldı. Buradan toplu bir şekilde yürüyüş ve sloganlarla Cebeci Kampusü’ne geçildi ve bir toplantıgerçekleştirildi.

Cebeci Kampüsü’nde coşkulu toplantı

10 Ekim Cuma günü işçiler ve bir avukattan oluşan heyet talepleri görüşmek üzere AnkaraÜniversitesi Rektörlüğü’ne gitmişlerdi. Rektörlüğün yalnızca kendi belirlediği iki işçiyle görüşeceğiiletilmiş, bu dayatmayı reddeden işçiler görüşme yapmadan geri dönmüştü.

İşçilerin kararlı duruşu karşısında rektör, Cuma gününden sonra geri adım atarak, işçilerinbelirlediği heyeti kabul edebileceğini söyledi. Bunun üzerine 13 Ekim günü bir heyet daha rektörlegörüşmeye gitti. İşçiler taleplerden en ufak taviz vermeyerek, taleplerin hepsi kabul edilmediğitaktirde boykotu daha da güçlü sürdüreceklerini belirttiler. Bu tutum karşısında da rektörlük geriadım atarak, tüm talepleri kabul edeceklerini ve bunları imzalanacak sözleşmeye ekleyecekleriniduyurdu.

Aynı saatlerde Cebeci Kampüsü’nde de işçiler, öğrenciler ve OLEYİS’in katılımıyla bir toplantıgerçekleştirdi. Toplantıya OLEYİS Kocaeli temsilcisi de katılarak bir konuşma yaptı. Bu süreçten sonraişçilerin hızla sendikalaşma çalışmalarına başlaması gerektiğini, OLEYİS’in bu konuda elinden geleniyapacağını söyledi. Sendikanın tek başına her şeyi çözecek bir sihirli değnek olmadığını, sendikayıvaredecek olanın işçilerin mücadelesi olduğunu vurguladı.

Rektörlüğe görüşmeye giden heyetin gelmesiyle toplantı coşkulu bir atmosfere büründü. İşçilertoplantıya “Zafer direnen emekçinin olacak!” sloganıyla girdiler. Salondakilerin de sloganakatılmasıyla coşku daha da arttı. İşçiler uzun süre ayakta alkışlandı. Toplantının devamında,sürece destek vermek için gelen SES temsilcisi ile Nakliyat-İş temsilcisi söz alarak Tadalişçilerinin yanında olduklarını ifade ettiler.

Zafer direnen Tadal işçilerinin!

Toplantının bitiminde Tadal işçileri ile Tadal yemek şirketi ve Ankara Üniversitesi Rektörlüğü arasında birgörüşme gerçekleşti. Yaklaşık üç saat süren görüşmede, Rektörlük ve Tadal Yemek Şirketi, işçilerin bütün taleplerinikabul ettiklerini ve bu taleplerin hazırlanacak şartnameye ekleneceğini söyledi. Toplantı sürerken, işçiler ve öğrencilerbirlikte çıkacak sonucu beklediler. Görüşmeye giden heyetin gelip tüm taleplerin kabul edildiğini açıklaması işçiler veöğrenciler arasında büyük bir coşku yarattı. Boykotun sonlandırılmasına karar verildi.

Bu direnişin anlamlı bir sonucu da işçilerin sendikalaşmaları konusunda somut adımlar atılmış olmasıydı. Boykotsürecine katılan tüm işçiler OLEYİS’e üyelik başvurusu yapacaklar ve yeterli sayıya ulaşıncaya kadar da çabalarınısürdürecekler.

Tüm fakültelerde boykotun kazanımla sonuçlandığını anlatan bildiriler dağıtılacak. Daha önceki görüşmelerde birşenlik yapma kararı alınmıştı. Ankara Üniversitesi Meclisi bir toplantı daha yaparak şenliği örgütleme çalışmalarınabaşlayacak. Tadal işçilerinin Ankara Üniversitesi Rektörlüğü ve Tadal Yemek Şirketine kabul ettirdiği talepleri:

* Taşeron TADAL’ın işten çıkardığı işçilerin tamamının yeniden işe alınmasını ve işsiz kaldıkları süredekikayıplarının telafi edilmesini istiyoruz.

* İşçilerin sürgün edilmesine son verilmesini istiyoruz. * İşçilere haftalık 45 saatlik çalışmanın dışında yaptıkları fazla mesailerin ücretlerinin verilmesini istiyoruz. Zorla

fazla mesai yaptırma uygulamasına son verilmesini istiyoruz. * İşçilere yönelik, küçümseyici ve onur kırıcı davranışlara son verilmesini istiyoruz. * Bu yıl yapılacak yemek ihâlesinin şartnâmesinde, işçilerin iş güvencelerinin ve insanca yaşayabilecekleri ücret

almalarının açıkça düzenlenmesini istiyoruz. * Kaliteli, sağlıklı ve doyurucu yemek istiyoruz.

Zafer direnen Tadal işçisinin oldu!

Page 10: EG 112. sayı

10

Ulus’ta meydana gelen bombalamadan sonra kolluk kuvvetlerinin elini güçlendirmek ve terör devletiuygulamalarını arttırmak amacıyla Polis Vazife ve Selahiyatları Kanunu’nda (PVSK) yeni düzenlemeleryapılmıştı. Gelinen yerde bunlar yeterli görülmüyor ve bazı maddelerinde yeni düzenlemeler talep ediliyor.

PKK’nin Aktütün Karakolu’na yaptığı saldırı sonucu 17 asker öldü. Bu olaydan sonra şoven saldırganlıkbir kez daha tırmandırıldı. Burjuva medyada ölen askerlerin ailelerinin duygusal konuşmaları yayınlanmayabaşlandı. Yaşanan bu gelişmenin ardından, Genelkurmay Başkanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığıhükümetten, terörle mücadelede zaafiyete yol açtığı gerekçesiyle PVSK’nın 5. maddesinde değişiklikyapmasını istedi. PVSK’ya 2007 yılında eklenen “durdurma ve kimlik sorma” düzenlemesi, tekrardeğiştirilmek istenen maddeler arasında. Bakan Şahin’in yaptığı açıklamada beş yeni düzenlemedenbahsediyor.

* Güvenlik güçlerine, “şüphelendiği kişiden elbisesini çıkartmayı isteme” ve “aracın içerisini arayabilme”yetkilerinin tanınması,

* Operasyona çıkan askerlere, polis ve jandarma tarafından kullanılan kolluk kuvveti yetkisinin tanınması.Jandarmaya, teröristlerin takibini yaptıkları olaylarda, polisin kuvvet alanında da yetki kullanma izniverilmesi,

* Kolluk kuvvetlerine, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda acil durumlarda hâkimkararı olmaksızın arama yapma yetkisi verilmesi,

* En fazla dört gün olarak belirlenen gözaltı süresinin uzatılması. Gözaltına alınan kişilerin sorgularındaavukat bulundurulması uygulamasının gözden geçirilmesi,

* Cep telefonu kullanılarak gerçekleştirilen bombalı saldırıların önüne geçilebilmesi için bazı bölgelerdecep telefonu kullanılmasının süreli olarak engellenebilmesi.

Bu düzenlemelerin ilk hedefi Kürt halkıdır. Yıllardır baskı ve işkencelerle, terör uygulamalarıylabastırılmak istenen Kürt halkı yeni uygulamalarla susturulmak istenmektedir. Kürdistan dağları “terörlemücadele” adı altında her gün bombalanmakta, operasyonlar kesintisiz olarak sürmektedir. Kürt halkı her türlüyetkiyle donatılmış kolluk güçleriyle kontrol altında tutulmak istenmektedir.

Ancak bu yasaların hedefinde sadece Kürt halkı yoktur. Hedef alınanlar aynı zamanda işçi veemekçilerdir, onların öncüsü olan devrimcilerdir. Son aylarda işçi ve emekçilere yönelik saldırılar, işkenceler,sokak ortasında atılan dayaklar, polis kurşunuyla hayatını kaybedenler bunun göstergesidir.

Tekstil işçisi Halit Çelebi kendisine kimlik soran sivil giyimli kişilerin kimliklerini görmek isteyincesokak ortasında dakikalarca dövüldü. Polislerden birinin parmağı Halit Çelebi’nin gözüne girdi. Kan revaniçinde kalan Çelebi hastane yerine karakola götürüldü. İşkence burada da devam etti.

26 yaşındaki Levent Özsoy, geçmişte birliktelik yaşadığı kız arkadaşının şikâyeti üzerine ifadesi alınmaküzere karakola götürüldü. Karakolda polisler tarafından tekme, tokat ve coplarla, iki saat boyunca aralıklarladövüldü.

Parkta dolaşırken polislerden sigara isteyen 19 yaşındaki Yasin Kırbaş’ın, polislerin öfkelenip vurmasısonucu omuriliği parçalandı.

Polis Sivas’ta dur ihtarına uymayan bir aracı takibe aldı. Polis, kaçmaya çalışan araca ateş açtı ve aracınsürücüsü Turan Özdemir göğsünden vurularak öldü.

İstanbul Sarıyer’de “Bağımsızlık, Demokrasi ve Sosyalizm İçin Yürüyüş” dergisinin satışını yaparkengözaltına alınan ve tutuklanan 29 yaşındaki Engin Çeber, önce karakolda daha sonra ise götürüldüğü MetrisHapishanesi’nde gördüğü işkence sonucu beyin kanaması geçirerek hayatını kaybetti.

Bunlar yalnızca son iki ay içerisinde yaşanan birkaç örnek... Genelkurmay Başkanlığı’nın PVSK’da talepettiği düzenlemeler gerçekleşirse, terör devleti uygulamaları artarak devam edecektir. Sadece Kürt halkı değil,tüm işçi ve emekçilerin yanısıra mücadele yolunu tutan gençlik de bundan payına düşeni fazlasıyla alacaktır.

Polis devleti uygulamalarını, baskı ve terörü boşa çıkarmanın biricik yolu, saldırı yasalarına karşıdemokratik hak ve özgürlükler mücadelesini yükseltmekten, devrimci mücadeleyi büyütmekten geçmektedir.

Page 11: EG 112. sayı

11

Evrim teorisi ve dogmatikdüşüncelerin eleştirisine yasak!İnternet günümüzde bilgiye ulaşabilmek bakımından kritik bir yerde duruyor. Kitlelerin farklı bilgilere

ulaşabilmesi daha önce hiç bu kadar kolay olmamıştı. Zamanında zor bulunan kitaplar, ulaşılamayan kaynaklarbugün internet yoluyla ilgililerin erişimine açıktır. Ancak bu işin bir yönü. İnternet aynı zamanda, diğer iletişimaraçları gibi, sistemin ideolojisinin ve kültürünün propagandası ve kendini üretmesi için de etkin bir biçimdekullanılıyor.

Sanal ortamda paylaşılan bilgilerin güvenirliği ve bu paylaşımın kontrolsüzlüğü ise ayrı bir sorun. Bunlarınyanısıra bir de denetleme aygıtları ile yüzyüze kalınıyor. İçerilen malzemenin çokluğu denetimi çoğu kez boşadüşürecek nitelikte. Buna rağmen, özellikle Türkiye’de internet sitelerine erişimin engellenmesini öngörenyasaklar giderek artıyor. Yazarlara dava açan, yayınları toplatan veya filmleri sansürleyen kontrol mekanizmasısanal ortamda da işliyor. Şiddet ve ırkçılık içeren, insanları ayrımcılığa ve düşmanlığa yönlendiren sitelere yönelikbir yaptırım uygulanmazken, bazı sitelere erişim engellenebiliyor.

YouTube ilk defa kullanıcıların erişimine kapatıldığında insanlar epeyce şaşırmıştı. Özellikle Atatürk’eyönelik hakaret içeren videolar nedeniyle bu yasak önce tekrarlandı, şimdi ise sürekli bir hal aldı. Sözkonususitede kullanıcılar istedikleri videoları paylaşabiliyorlar. Farklılıkların düşmanlıklara neden olarak gösterildiği birdünyada, ayrımcılıklardan beslenen hakaretlerin sarf edilmesi hiç de şaşırtıcı değildir. Ne var ki, Atatürk’e ilişkinhakaret içerikli videolar hakkında karar veren mahkemeler, sıra kardeş Ermeni veya Kürt halklarına hakaret eden,düşmanlık propagandası yapanlara geldiğinde ise aynı tutumu almıyorlar.

İnsanların çeşitli baskılardan dolayı kendilerini ifade etmede ciddi zorluklar yaşadığı bir ülkede, internetinçoğunlukla kişisel bir ifade aracına dönüşmesi anlaşılabilir. Ancak aynı zamanda, önemli bir bilgi paylaşımaracıdır da. Richar Dawkins bir evrim kuramcısıdır. “Tanrı Yanılgısı” adlı kitabını Türkiye’de yayımlayan KuzeyYayıncılık’ın sahibi Erol Karaaslan, geçtiğimiz Mart ayında, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” iddiasıyla davaedilmiş, ancak mahkeme, “kitap yasaklamanın düşünce özgürlüğünü özünden sınırlayacağını” belirterekKaraaslan’ın beraatine karar vermişti. Buna rağmen, Adnan Hoca olarak bilinen ve Harun Yahya ismini kullanarakbirçok konuda islami düşünceleri çarpık biçimde kullanarak çalışmalar yürüten Adnan Oktar başvurusu üzerineaçılan dava sonucu, Dawkins’in internet sitesine erişim engellenmiştir. Türk Telekom, siteye erişimin yasaklandığıibaresinin altına şu ana kadar mahkeme kararına dair bir bilgi eklememiştir.

Canlıların varlığını tanrı inancı ile açıklayan fikirlere karşı bilimsel araştırmaları nedeniyle din düşmanı ilanedilen Dawkins’in sitesinin kapatılması türünden bir yasaklamayla yüzyüze kalan bir başka site ise, yazar TuranDursun adıyla varlığını sürdürmekteydi. Bu site de aynı şekilde tanrı inancını ve dini sorgulamaktadır. Tahminedilebileceği gibi, bu site de aynı belirsiz mahkeme kararı ile kapatılmıştır.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, her iki siteye de erişimin yasaklanmasının tek başına “din karşıtlıkları”üzerinden yapılmadığıdır. Konuyu bir yobazlık-din karşıtlığı olarak ele almak, fikir paylaşımına yönelik bu tekyönlü uygulama, toplumun tümünü hedef alan yasakçı-sansürcü zihniyeti görmekten alıkoyacaktır. Zira TuranDursun adı ile hizmet veren site dini bir dünya görüşüne sahip kullanıcılar tarafından da takip ediliyordu. (Siteniniçindeki anket sağlıklı bir kaynak olmasa da bize yine de fikir verecektir.) Ve sitede oluşturulan bir platformdakullanıcılar kendi görüşleri doğrultusunda çeşitli tartışmalar yapabiliyorlar ve dogmatik fikirleri sorguluyorlardı.

İnternet ortamında bu yasaklar yaşanırken, evrim teorisine ilişkin bilgiler dünyanın birçok yerinde de, ya derskitaplarından çıkartılıyor ya da yaratılış teorisi ile birlikte, aralarındaki bilimsel yöntem farklılıkları hiçe sayılarakveriliyor. Böyle öğrenciler bilimsel bir teorinin inkarı ile karşı karşıyalar, dahası ilahi işleyiş bilimin esaslarınadenkmiş gibi gösteriliyor.

İnternet siteleri üzerinden yasaklamalarla düzen kendi gerici ideolojisini, kültürünü daha etkin bir biçimdeyaymaya çalışıyor. Gelişen teknoloji egemenler tarafından insan hayatını kolaylaştırmak içinmiş gibi yansıtılmayaçalışılırken, gerçekte ırkçı, gerici, şoven ve anti-bilimsel düşünceler yayılarak, toplum bir karanlığa mahkumedilmek isteniyor.

Page 12: EG 112. sayı

Genç-Sen yeni dönemi adliyede açtı

Genç-Sen hakkında açılan kapatma davasına 24 Eylül günü İstanbul 6. İşMahkemesi’nde devam edildi. Duruşma öncesinde mahkeme önünde basın açıklamasıyapan Genç-Sen üyeleri, 2008-2009 eğitim ve öğretim yılını mahkeme koridorlarındakarşıladıklarını belirterek, burada sembolik olarak akademik yıl açılışı yaptılar. SirkeciTramvay Durağı’ndan Sirkeci’deki 6. İş Mahkemesi önüne sloganlarla yürüyen Genç-Senüyeleri, yürüyüşün sonunda bir basın açıklaması gerçekleştirdiler.

Yürüyüş ve eylem boyunca, “Parasız eğitim parasız sağlık!”, “İnadına sendika inadınaGenç-Sen!”, “Asla yalnız yürümeyeceksin!”, “Sendika hakkımız engellenemez!”, “Birlikdayanışma öğrenciye sendika!”, “Örgütlenme hakkımız engellenemez!”, “Eşit, parasız,bilimsel, anadilde eğitim!” sloganları atıldı.

Eskişehir’de Genç-Sen eylemi

Genç-Sen’e açılan kapatılma davasına dönük bir eylem de 24 Eylül günüEskişehir’de gerçekleştirildi. Basın açıklamasında şunlar söylendi: “12 Eylül’ün çocuğuYÖK’e karşı, çetelerin üniversitelerdeki uzantılarına karşı, üniversite harçlarına yapılan%10 zamma, ulaşım ve barınmadaki sorunlara karşı mücadele edecek üniversitelerim-izde ve ülkemizde demokrasi mücadelesini yürüteceğiz.”

Açıklamanın sonunda Genç-Sen’in mücadelesinin duruşma salonlarında veokullarda devam edeceği vurgulandı.

Edirne’de kapatmaya karşı basın toplantısı

Trakya Üniversitesi Genç-Sen Temsilciliği, 24 Eylül günü DİSK Genel-İş’te bir basıntoplantısı düzenledi. Basın toplantısında hazırlanan ortak basın metni okundu. Bu hukuksuzuygulamaların Genç-Sen’in mücadele azmiyle boşa düşürüleceğine vurgu yapıldı.

Ankara: “Genç-Sen kapatılamaz!”

Ankara Genç-Sen 24 Eylül günü Yüksel Caddesi’nde kapatma davasıyla ilgili bir basınaçıklaması gerçekleştirdi. Açıklamada, kapatma davasının 12 Eylül karanlığının günümüzdekiyansıması olduğuna dikkat çekildi. Bu zihniyetin yok edilmesi gerektiği belirtilerek, YÖK’e,çetelerin okullardaki uzantılarına, harçlara yapılan zamlara karşı mücadelenin sürdürüleceğivurgulandı. “Bizim asıl dayanağımız üyelerimiz ve öğrencilerdir. Genç-Sen duruşma salonlarındave okullarda mücadelesine devam edecek” denilerek basın açıklaması bitirildi.

Üniversitelerden...

Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu’nun 6. toplantısı

Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu’nun 6. Toplantısı 21 Eylül günü gerçekleştirildi. Çeşitli üniversitelerden gelen katılımcılar, yenidönem gençlik mücadelesinin gündemleri, gençlik örgütlenmesi sorunu ve Genç-Sen sürecine dair etkili tartışmalar yaptılar.

Toplantı koordinasyonun amaç ve işlevini ele alan açılış konuşmasıyla başladı. Gençlik hareketinin mevcut parçalı ve dağınık tablosunun etkinbir politik müdahaleyle aşılabilmesi ihtiyacına ve koordinasyon bileşenlerinin gençlik hareketi gündemlerine dair ortaya koyacakları somutmüdahalelerin önemine değinildi. Koordinasyonun bu çerçevede etkin bir tartışma aracı olabilmesinin anlamı üzerine yapılan vurgunun ardındanoturum başlıklarının tartışılmasına geçildi.

Tartışmalar iki oturum halinde, belirlenen alt başlıklar üzerinden gerçekleşti. Toplantıda “Ticari eğitim ve üniversiteler”, “Mesleki dönüşümler ve geleceksizlik”, “Düzeniçi çatışmalar ve gençliğin tutumu”, “Anti-

demokratik uygulamalar, soruşturmalar ve baskılara karşı mücadeleye”, “Faşist ve şovenist gericilik karşısında halkların kardeşliği mücadelesi”,“Emperyalist saldırganlık ve anti-emperyalist mücadele”, “Birleşik bir 6 Kasım süreci ve eylemi”, “Yeni dönem ve Genç-Sen süreci” üzerinden etkintartışmalar yapıldı.12

Page 13: EG 112. sayı

13

YTÜ eylemlerle açıldı!

Yıldız Teknik Üniversitesi’nde akademik yıl açılışı 8 Ekim günü gerçekleşti. Açılış devleterkânı ile birlikte gerçekleştirilirken, törene öğrenciler çağrılmadı. Dahası yönetimolası bir protesto gösterisini engelleyebilmek için çeşitli önlemler alma yoluna gitti.

Akademik yıl açılışı YTÜ’nün sitesinden duyurulmuş, fakat katılımcıların kimolacağına dair bir açıklama yapılmamıştı. Okuldaki politik güçlerle ortak olarakörgütleyeceğimiz bir çalışma ile bu durumu teşhir etmemiz gerektiğini ifade ettik.Gençlik hareketinin dağınık tablosu ve apolitik yaklaşımlar sonucu önerimiz yanıtsızkaldı.

“TKP’li Öğrenciler”le ortak bir eylem yapmayı önerdik fakat eylemi salt AKPkarşıtlığı üzerinden örgütlemek istemeleri üzerine ortak bir eylem zemini yaratılamadı.TKP’li Öğrenciler tek başlarına hareket ederek açılışın yapılacağı Oditoryum’a girmekistedi. İzin verilmemesi üzerine Tonoz Kafe önüne dönerek, burada olayı teşhir eden birkonuşma yaptılar. Ardından giriş kapısı önüne kadar yürüyüp basın açıklamasıgerçekleştirdiler.

Üniversitenin asli bileşenlerinden yalıtılmış bir şekilde “akademik yıl açılışı” yapmakisteyenlerin demokrasi söylemlerine karşın, YTÜ’nün nasıl bir tablo ile açıldığını teşhir eden Ekim Gençliğiimzalı bir çalışma ile bu durumu protesto ettik. Üniversitelerin %10 harç zammıyla açılmasının ticarileşeneğitimin en somut göstergelerinden biri olduğunu, öğrencilerin yemek, ulaşım ve barınma gibi sorunlarınınçözümsüzlüğünü, YTÜ’de düşüncelerini ifade etmek isteyen öğrencilerin sistematik bir biçimde soruşturma terörüile karşı karşıya kaldığını, üniversite gençliğinin düzen içi taraflaşmanın içine çekilmek istendiğini ele alan birduvar gazetesini yaygın olarak kullandık, aynı içerikli bildiri dağıtımları gerçekleştirdik.

Açılış etkinliğinde sözümüzü söylemek için Oditoryum’da konuşmak istedik. “AKP, YÖK, MGK, TÜSİAD…Sermaye defol üniversiteler bizimdir! Söz, yetki, karar hakkı istiyoruz!/Ekim Gençliği” şiarlı ozalitimizi açtık vesloganlarla Oditoryum önüne geldik. “Yer yok” yalanıyla içeri sokulmadık. Oditoryum önündekonuşamayacağımızı bildiren özel güvenlik ve çevik polisi zor kullanarak bizi oradan uzaklaştırmaya çalıştı.Israrımız üzerine fiziki müdahale ile karşılaştık. Polis terörünü sloganlarla protesto ederek, üniversiteleri YÖK’e,gerici taraflaşmalara ve çetelere bırakmayacağımızı ifade ettik.

YTÜ Ekim GençliğiÇukurova Üniversitesi’nde gözaltı terörü!

Okulun açılmasıyla birlikte üniversiteye yığınak yapan sivil polisler “suç teşkil eden”öğrencileri yıldırmaya çalışıyorlar. Böylece okuldaki devrimci faaliyeti bitirmeyihedefliyorlar. Bu konuda ellerinde valilik kararı bulunduğunu söyleyen veönümüzdeki dönemde okulda hiçbir politik çalışmaya izin vermeyeceklerini ifadeeden kolluk güçlerinin bu tutumu, saldırının sadece okul idaresinin keyfi tutumuolmadığını, gerisinde devrimci harekete dönük sistematik bir saldırı politikası olduğunuortaya koyuyor.

Bayram sonrasında afiş asan iki TKP’li öğrenciyi gözaltına alarak para cezası kesenkolluk güçleri, 8 Ekim günü de afiş asan devrimci-demokrat öğrencilere saldırdılar.

Hafta başında bir araya gelen öğrenciler, üniversitedeki saldırıları ortak bir tutumlapüskürtebilmek için bir eylem programı çıkarttılar. Dar grupçu bakışı nedeniyle TKP ileortaklaşılamadan, diğer kurumlarla 8 Ekim günü ortak afişler asıldı.

Afişlerin anfi kantinine asılmasının ardından müdahale etmeye gelen ÖGB ve sivilpolisleri teşhir eden, diğer öğrencileri bu saldırılara karşı tutum almaya çağıran konuşmalaryapıldı. Anfi kantini önünde toplanan ÖGB ve sivil polis ordusu kantin içerisinde bulunanöğrencileri dışarı çıkararak afiş asan öğrencileri gözaltına almak istedi. Bu esnada saldırıyı teşhir eden konuşmalaryapıldı. Saldırıya geçen kolluk güçleri, Ekim Gençliği, Adana Gençlik Derneği, Öğrenci Kolektifleri, SGD, DGHve ÖEP’ten 8 öğrenciyi gözaltına aldılar.

Saldırı sırasında içeride bulunan TKP’li öğrenciler, daha önce saldırı karşısında birlikte karşı konulacağınıifade etmiş olmalarına rağmen, tutum almayarak kantinden çıktılar.

Gözaltına alınan öğrenciler iki saat sonra para cezası kesilerek serbest bırakıldılar.Çukurova Üniversitesi Ekim Gençliği

Beytepe saldırıyla açıldı

Üniversitenin açıldığı 22 Eylül günü ÖGB’ler, yıllardır özgürce astığımız afişlerin izinli olmadığını gerekçegöstererek indirmeye çalıştı. TKP ve Öğrenci Kolektifleri’nin afişlerinin indirilmesine devrimci ve demokratöğrenciler tarafından verilen sert tepkinin üzerine ÖGB geri adım atmak zorunda kaldı. Bunun ardından HazırlıkBölümü’nde açılan SGD masasına saldırarak bir arkadaşımızı ağır şekilde darp ettiler.

Page 14: EG 112. sayı

14

Yüzeyakın robokop ve bir panzerin geldiği hazırlık binası önünde bir barikat örüldü ve beklenilmeye başlandı. Biri ÖğrenciKolektifi’nden diğeri ise TKP’li olan iki kişi bu sırada rektörlük genel sekreteriyle görüştü. Görüşme esnasında TKP ortak inisiyatifi hiçesayarak barikatın derhal açılacağını ve sorun yaratmayacaklarını belirtti. Barikatın açılması üzerine jandarma üniversiteden ayrıldı.

23 Eylül günü üniversitemizde “Söz, eylem, örgütlenme hakkımız engellenemez!” şiarlı afişler yapıldı ve hazırlık binasında masa açıldı.ÖGB saldırısını ve üniversiteye jandarmanın girmesini teşhir eden bildiriler dağıtıldı. Öğle saatlerinde yemekhane önünde bildiri dağıtımınadevam edildi ve hazırlıkta yaşanan saldırı tüm üniversiteye duyuruldu.

Beytepe Ekim Gençliği

İTÜ’de yeni dönem faaliyeti

İstanbul Teknik Üniversitesi’nde yeni dönemin başlamasıyla birlikte üniversite gençliğinin karşı karşıya kaldığı saldırı gündemleriniişlemeye başladık. Maslak Kampusü’nde geçtiğimiz haftadan itibaren düzen içi çatışmalarda taraflaştırılmaya çalışılan gençliği geleceği veözgürlüğü için mücadele çağırırken, har(a)çlara gelen %10’luk zamları gündemleştirerek ticari eğitime karşı mücadeleye çağıran afişlerkullandık.

Eğitimin ticarileşmesini, üniversitelerde devirimci faaliyete dönük soruşturma saldırısını, düzen içi çatışmaları, yaz dönemindegerçekleşen rektörlük seçimlerini teşhir eden bildirilerimizi dağıttık. Ekim Gençliği satışı gerçekleştirdik.

İTÜ Maçka Kampusü’nde hazırlık sınıflarına dönük çalışmamıza da başladık. ÖSS duvarının ardındaki üniversite yaşamını anlatan veyeni dönemde de karşı karşıya kalınan sorunları işleyen bildiri dağıtımı gerçekleştirdik.

12 Eylül günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı İTÜ açılış töreninde İTÜ Öğrenci Kolektifi üyesi 18 öğrenciningözaltına alınması, 15 Eylül günü yaklaşık 400 İTÜ öğrencisinin katıldığı eylemle protesto edildi.

Eylemde “İTÜ’yü AKP’ye bırakmayacağız!” , “Rektörünü de al git!” pankartları açıldı. Öğrenciler, “Polisin ipleri AKP’nin elinde!”,“Şahin’nin ipleri AKP’nin elinde!”, “AKP’ye bırakma İTÜ’ye sahip çık!”, “AKP elini üniversiteden çek!” sloganları eşliğinde Rektörlükbinası önüne yürüdü. Rektörlük binası önünde 12 Eylül günü gözaltına alınan öğrencilerden Neval Kösedağ yaşanan saldırıyı anlatan kısa birkonuşma yaptı. Açıklamanın ardından atılan sloganlarla eylem sona erdi.

İTÜ Ekim GençliğiMSGSÜ’de Che anması

Ernesto Che Guevara, katledilişinin 41. yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde anıldı. 9 Ekim günü “MSGSÜÖğrencileri” olarak yaptığımız anmada bir arkadaşımız Che’yi anlatarak, emperyalizmin dil, din, ırk tanımadan dünyanın pek çok yerindesaldırılarını sürdürdüğünü söyledi. Che’nin de yaptığı gibi “Dünya halklarının kurtuluşunun ancak sosyalizm için emperyalizme karşısavaşmakla gerçekleşebileceğini” anlatan bir konuşma yaptı. Öğrencilerin destek ve alkışları ile anmamız son buldu.

MSGSÜ Ekim GençliğiEÜ’de faaliyetler sürüyor

Ege Üniversitesi döneme ticari eğitim saldırıları, soruşturma terörü ve faşist saldırılar eşliğinde girdi. Bu yeni dönemde EÜ EkimGençliği olarak çalışmalarımızı başlattık.

Hazırlık binasında “Ege Üniversitesi’ne hoş geldin!” başlıklı bildirilerimizle yeni öğrencilere “merhaba” dedik. “Artık üniversiteyikazanmak geleceğini kurtarmak anlamına gelmiyor. Üniversiteyi kazanmakla hayallerimiz, rüyalarımız gerçekleşmiyor. Rüyalarımızı gerçek

Page 15: EG 112. sayı

kılabilmek için rüyadan uyanmak ve geleceğimizi çalanlara ‘dur’ diye-bilmek gerekiyor” içerikli bildirilerimizi yaygın biçimde kullandık.

Aynı gün faşistler hazırlık binasına ölen askerler için 8 Ekim günüyapacakları yürüyüşün afişlerini astı. Bunun üzerine devrimci demokratöğrenciler olarak afişlere müdahale edildi. Yürüyüşle ilgiligerçekleştirilen toplantıda, faşistlerin yürüyüş güzargahında EdebiyatFakültesi’nin de olduğu, olası bir saldırıya karşı Edebiyat Fakültesi’ndemasalar açılarak beklenilmesi gerektiği kararına varıldı.

Alınan karar doğrultusunda masamızı açtık ve olası saldırıya karşınhazırlıklarımızı yaptık. Ancak açılan tek masa Ekim Gençliği masası oldu.Devrimci demokrat öğrenciler öğle saatlerine doğru toplandığı sırada,faşistler yaklaşık 50 kişilik bir grupla fakülteleri dolaştılar. Geçen seneölen askerler üzerinden yarattıkları etkiyi bu sene yaratamayıp öğrencileriarkalarına alamadılar.

EÜ Ekim GençliğiDEÜ “Bu pisliği devrim temizler!”

Okulların açılmasıyla birlikte üniversitemizdeki faaliyetimize “Bupisliği devrim temizler!” başlıklı bildirilerimizi kullanarak başladık.Ergenekon operasyonunu, AKP’nin kapatılma davasını, Deniz Feneriyolsuzluğunu ele alan bildirimizde, öğrenci gençliğin de bu gündemlerüzerinden taraflaştırılmak istendiğini işledik. Geçtiğimiz yıl türbantartışmaları üzerinden yaratılmaya çalışılan laik-anti laik kutuplaşmasınınbu dönemde de kendisini farklı gündemlerle gösterdiğini vurguladık.

Materyallerimizi İktisat, Hukuk, Güzel Sanatlar, Mühendislik-Mimarlık Fakülteleri ile Yabancı Diller Yüksek Okulu’na taşıdık. Biryandan bildirilerimizi ulaştırırken diğer yandan da Ekim Gençliğidergimizin son sayısının satışını gerçekleştirdik.

DEÜ Ekim Gençliğiİstanbul Üniversitesi faaliyetlerinden…

İÜ’de yeni dönem çalışması üniversitenin açılmasıyla birliktebaşladı. Emperyalist saldırganlığın Ortadoğu ve Balkanlar’dan sonraKafkasya’ya sıçradığı, ticari eğitim uygulamalarının hız kazandığı, gericive baskıcı uygulamaların arttığı şu günlerde, Ekim Gençliği olarakHukuk, İktisat, Edebiyat Fakülteleri’nde ve Yabancı Diller Bölümü’nde,savaşı ve paralı eğitimi teşhir eden bir faaliyet örgütledik. Yaygın afiş vebildiri çalışmasında “Susmak onaylamaktır!” şiarıyla sermaye devletinekarşı öğrencileri taraf olmaya çağırdık.

Hafta boyunca kullandığımız bildirilerimizle, emperyalist savaşa,üniversitelerdeki anti-demokratik uygulamalara, bizleri bekleyen işsizlikve geleceksizliğe, üniversite öğrencilerinin düzen içi gerici taraflaşmalaraalet edilmesi oyunlarına karşı sesimizi yükselttik.

İktisat Fakültesi’nde kullandığımız “Ticari Eğitime Hayır, MüşteriDeğil Öğrenciyiz!” şiarının yazılı olduğu pulları “çevreyi kirlettiğimiz”bahanesiyle sökmeye çalışan ÖGB’lerin karşısında gösterdiğimiz kararlıtutumla onlara geri adım attırdık. Ardından daha kalabalık gelen ÖGBgüruhu yaptığımız çalışmanın yasal olmadığını söyledi. Biz de onlarınyasalarını tanımadığımızı söyledik. Ajitasyon konuşmasıyla anti-demokratik uygulamaları teşhir ettik.

İÜ Ekim GençliğiODTÜ’de tribünden ve yüreklerden silinemeyen DEVRİM!

ODTÜ’de stadyumun adının bugün hala DEVRİM STADI olarakanılmasına neden olan DEVRİM yazısı 40 yıl önce 6 devrimci öğrencitarafından tribünlere yazılmıştı. Alpaslan Özdoğan, Yusuf Aslan, Hüseyinİnan, Taylan Özgür, Mete Ertekin ve Mustafa Yalçıner tarafından yazılanyazı bugün hala durmaktadır. Tribündeki yazı silikleşse de, iki darbe görsede ve rektörlük ve faşist örgütlenmeler tarafından silinmeye çalışılsa da

her defasında ayakta kalmayı başarmıştır. Sadece tribünlerdeki yazı değil,devrime olan inanç ve mücadele ruhu da bugünlere taşınmıştır. ODTÜöğrencisini her önünden geçişinde kendine bağlayan yazı, her yılmumlarla binlerce öğrenci tarafından tekrar yazılmaktadır.

Son iki senedir yazıya yönelik saldırılar sıklaştı. İki defa “R” harfikaralanmaya çalışıldı. Her ikisinde de yazı öğrenciler tarafındantemizlense de orijinali gibi olmamıştı. 10 Ekim günü, 40. yılında yazıyıyeniden yazmak için biraraya gelen bine yakın öğrenci, hazırlık binasınınönünden başlatılan yürüyüşle stada doğru yöneldi. ODTÜ, devrim vesosyalizm sloganları ile çınladı. Söylenen marşlar ile ODTÜ’nündevrimci ruhu yeniden canlandırıldı.

“Yaşasın devrim ve sosyalizm” ve“Neo-liberalizme ve gericiliğekarşı ODTÜ öğrencileri” pankartlarının arkasında yürüyen kitleDEVRİM’e sahip çıkmak için biraraya gelmişti. Bölümlerin arasındangeçilerek Rektörlüğün önündeki 9 Direk Anıtı’nın önüne gelindi.

Burada 2 Aralık 1977’de ODTÜ’ye atanan faşist rektör Hasan Tan’akarşı yürütülen 9 aylık boykottan sonra rektörlük önünde bir eylemgerçekleştirilmiş. Bu eylemde faşist rektörün okula işçi olarak aldığıkontr-gerilla kamplarında eğitilen ülkücü işçiler öğrencilere ateş açmış vekitlenin üzerine el bombası atılmış. Bir devrimci öğrenci yaşamınınyitirmiş. Bu katliamdan sonra olayın olduğu yere 9 aylık boykotutemsilen 9 direk dikilmiş.

Bu anıtın önünde yapılan saygı duruşunun ve yapılan konuşmanınardından yurtlar bölgesine ve ardından stada doğru yürüyüş devam etti.

İnşaat, Mimarlık ve Kimya bölümlerinden öğrencilerin çabası ileyazının ana hatları belirlendi. Yazının yazılmasına emek harcamak isteyenyüzlerce öğrenci yazıyı tekrar yazdı.

Sloganlar, halaylar ve marşlar eşliğinde yazı yazıldıktan sonra,öğrenciler Kızılırmak, Ezginin Günlüğü ve Yaşar Kurt’un katılacağı veODTÜ’nün devrimci tarihinin anlatılacağı sinevizyonun gösterileceğişenliğe gittiler.

Çeşitli üniversitelerden 5 bine yakın öğrencinin katıldığı şenlik dahaçok konser havasında geçti. Alkol tüketiminin yaygın olduğu konserde,her ne kadar sloganlar ve konuşmalar politik olsa da, kendi içinde çelişenbir tablo söz konusuydu.

Konsere Ankara Üniversitesi’nde işten atılan, ücretleri ödenmeyenve şu anda iş bırakmış olan TADAL işçileri de geldiler. Coşkulu birşekilde işçileri sahiplenen sloganlar atıldı.

Ekim Gençliği olarak masa açarak onlarca gazete ve dergi satışıgerçekleştirdik.

Gerçekleştirilen eylemle ODTÜ öğrencileri, DEVRİM yazısına,devrim ve sosyalizm mücadelesine sahip çıktıklarını bir kez dahagösterdiler.

ODTÜ Ekim Gençliği

15

Page 16: EG 112. sayı

Gençlik hareketi uzun bir dönemden beri içinde bulunduğu darlığı vetıkanıklığı aşamamaktadır. Hareketin parçalı tablosu içerisinde dönemdönem ortaya çıkan birliktelikler yalnızca eylem birliktelikleri olarakkalmaktadır. Bu süreçlerin ileriye taşınamaması gençlik hareketini kendidar sınırları içerisine hapsetmektedir. Bunun sonucu, kısır tartışmalariçerisinde fili-meşru mücadele zemininden uzaklaşmak, geri eylembiçimleri ve mücadele yöntemlerini gençlik kitlesine maletmeye çalışmakolmaktadır. Gençlik mücadelesi ve örgütlenmesinin yanlış zeminde ortayakonulup tartışılması, sorunun aşılması noktasında atılan adımlarınçözümden çok sorunun derinleştirilmesine neden olmaktadır. Dar ideolojikbakışla, biçimsel yol ve yöntemlerle gerçekleştirilmeye çalışılanmüdahaleler ortaya çıkan olanakların heba edilmesine yol açmaktadır. Bunoktada mücadelede izlenecek yol ve yöntemler büyük bir önemtaşımaktadır.

‘60’lardan günümüze gençlik hareketi

‘60’lı yılların sonu gençlik için düzenden köklü bir kopuşun, devrimcibir temelde yükselişin ifadesi olmuştur. Bu süreç aynı zamanda FKF’ninDev-Genç’e evrildiği, gençlik hareketinin işgaller ve boykotlarla militanbir temelde yükseldiği bir dönem olmuştur. 12 Mart faşist darbesiylegençlik hareketi önderlerinin büyük çoğunluğunun tutuklanmasına ve birkısmının katledilmesine rağmen mücadele dizginlenememiş, aksine ‘70’liyıllar boyunca devrimci bir temelde yükselişini sürdürmüştür. 12 Eylül ‘80faşist darbesiyle ezilen gençlik hareketi bir daha aynı kitleselliğeulaşamasa da, günümüze kadar inişli çıkışlı bir hatta ilerlemiştir.

‘86-87 yıllarında gençliğin dernekleşme çabası ve ‘87 yılındanispeten kitlesel sokak eylemliliklerine dönüşen kıpırdanmalar hareketinyeniden yükselişe geçeceği ve militan bir temelde ilerleyeceğibeklentilerini de beraberinde getirmiştir. ‘87-90 arası gençlik hareketindebelli bir canlanma yaşansa da, dar kitle eylemliliğinin ötesinegeçilememiştir. Bu süreçte gençlik hareketi giderek gerilemiş ve kankaybetmiştir.

Gençlik hareketinin 12 Eylül faşist darbesinin ardındantoparlanamaması, beklenen yükselişin ortaya çıkmamasıı, bu sürecin hayalkırıklığı ve umudun bir arada kendini gösterdiği bir süreç olarak

yaşanmasına neden olmuştur. Yine de devrimci gençlikgrupları hareketin yükselişe geçeceği beklentisi içerisindeolmuşlardır. Tıkanıklığın daha da derinleşmesiyle birlikte

müdahale yöntemleri tartışılmaya başlanmıştır.‘95-96 yılları öğrenci gençliğin yeniden eylemsel

bir süreç içerisine girdiği bir dönemdir. Harçlara yapılan% 400’lük zamlar geniş kesimlerin tepkisine yolaçmıştır. Reformist bir karakter taşıyan ÖğrenciKoordinasyonu’nun etkisine, uzlaşmacı-barışçıl eylemçizgisine rağmen, bu dönemde gerçekleştirilen “4-5Şubat eylemleri” ile hareket fiili-meşru eylem çizgisiylemilitan bir temele oturmuştur. 4 Şubat Taksim çıkışı ve 5Şubat Kızılay eylemi devrimci gençlik örgütlerininetkisini arttıran bir rol oynamıştır. Bu süreç aynızamanda “Üniversite Öğrencileri Platformu”nun

doğuşunu da sağlamıştır. Gerçekleştirilen Beyazıt işgaliyle reformizminetkinlik alanı sınırlanmış, hareket kitlesel ve militan eylemliliklerle birsüre daha ilerlemiştir. Ancak, devrimci gençlik örgütlerinin yapısal zaaflarınedeniyle hareket ileriye taşınamamış, mücadele eylem birlikteliğininötesine geçemeyerek kendi içine daralmıştır. Hata ve zaaflara rağmen odönem reformizmin etki alanını sınırlanması, hareketin militan eylemselsüreçlerle kitlesellik kazanması açısından ele alınması gereken birdönemdir.

Gençlik hareketi düzenden köklü bir kopuşun yaşandığı ‘60’lı yıllarınsonlarından bu yana, fiili-meşru mücadeleyi yükselttiği dönemlerde,militan eylemliliklerle gençliğin haklı taleplerinin savunucusu olabilmiştir.Gençlik hareketinin düzen içi muhalefet sınırlarında hareket ettiğidönemlerde ise pasif eylemsel süreçler ve uzlaşma zemini aramaçabalarıyla burjuva düzene yedeklenebilmiştir.

Yeni dönem gençlik hareketi ve gençlik örgütlenmeleri

Gelinen noktada gençlik hareketi son derece durgun bir süreçtengeçmektedir. Hareketin taşıdığı olanaklara ve potansiyele rağmen bir çıkışnoktası yakalanamamıştır. Yerellerde ortaya çıkan ve dönem dönem bellibir kitleselliğe ulaşan eylemlilikler de bu durumu değiştirmemektedir.

Alana özgü politikaların üretilememesi bu durumun sürmesine nedenolmaktadır. Birleşik bir örgütten yoksun olan gençlik hareketi kendi darsınırlarına hapsolmuş durumdadır. Bu içe kapanıklık gençlikörgütlenmelerinin bu durumu kabullenmeleriyle birleşmiştir. Bu kabullenişberaberinde gençlik kitlesinden kopukluğu, marjinalleşmeyi ve politikfaaliyet açısından gerilemeyi getirmiştir. Tüm gençlik örgütleri açısındandurum tam böyle olmasa da birçoğu bugün bu konumdadır. Kimi gençlikgrupları, üniversitelerdeki soruşturma ve uzaklaştırma saldırılarıylaoluşturulan baskıdan kaynaklı politik faaliyet yürütme zeminininkalmadığı açıklamalarını yapmaktadır. Ya da öğrenci gençliğin apolitikolduğu ileri sürülerek eylem biçimlerinde değişiklik yapılmasıönerilmektedir. İlgi çekici eylemlilikler adı altında gençliğe pasif veciddiyetten yoksun eylem biçimleri dayatılmaktadır.

Hareketin hangi zeminde yükseleceği noktasında yapılan açılımlardaher zaman vurgulanan birleşik örgüt ve fiili-meşru mücadeleninyükseltilmesi olmuştur. Fiili-meşru mücadeleden ne anlaşıldığı ise bugüntartışmalıdır. Meşruluk kavramı tahrif edilerek yasallıkla eş anlamlı

Gençlik hareketi ve fiili-meşru mücadele!

16

Page 17: EG 112. sayı

1717

kullanılabilmektedir. Rektörlüğün çizmiş olduğusınırlar meşruluk zemini sayılabilmekte, bu sınırlarınaşılması yönünde atılan adımlar ise meşruluğa zararveren davranışlar olarak değerlendirilebilmektedir.

Meşruluğun sağlanacağı zemin; üniversitelerdetüm saldırıları göğüsleyen, gençliğin sorunlarıtemelinde yürütülecek sistemli bir kitle çalışmasınıönüne koyan ve bunun üzerinden hareketin birleşik birzeminde, militan bir temelde ilerletilmesinihedefleyen bir çalışma olabilir ancak. Böyle birmücadele perspektifi üzerinden yükseltilecek, düzeninicazet sınırlarını parçalayacak fiili eylemsel süreçlerhareketin dar sınırlarının aşılmasında ve kitleseldevrimci bir temele oturmasında ön açıcı bir roloynayabilir.

Kısır tartışmalar içerisinde gençlik hareketininönüne konulan anlık ve günü kurtarmaya yönelikhiçbir çabanın başarılı olma şansı yoktur. Geçmiştenbugüne uzanan grupçu kaygılar ve biçimsel örgüttartışmaları yalnızca harekete zarar veren, onu bugüniçinde bulunduğu darlığa mahkûm eden bir roloynamıştır. Bunlar geride bırakılıp soruna doğru birperspektifle yaklaşılamadığı sürece, hareket bugünküdarlığa mahkûm kalacaktır.

Genç komünistler geçmişten bu yana, gençlikhareketinin nasıl bir zeminde yükseleceğini,mücadelenin sorunlarını ve ihtiyaçlarını, tıkanmanınnedenlerini değerlendirip ortaya koyma çabasıiçerisinde oldular. Bununla birlikte, üniversitelerdekitle faaliyetini temel alan ısrarlı ve sistematik birfaaliyet yürütmeye çalıştılar. Genç komünistlerinfaaliyetleri ile çözüm arayışı içerisinde olan birkaçdevrimci gençlik örgütünün sınırlı olanaklarlayürüttüğü çalışmalar dışta bırakılırsa, gençlik hareketiaçısından bugün hiç de iç açıcı olmayan bir tablo ilekarşı karşıyayız.

Bu tablonun bir nedenini, devrimci mücadeledenkaçış oluşturmaktadır. Genç Komünistler, kendi gerikonumlarını gençlik hareketine dayatmaya çalışan,hareket içinde hiçbir iddiası kalmamış örgütlenmelerekarşı sistemli bir ideolojik mücadele yürütecekler, fili-meşru mücadeleyi esas alan birleşik, kitlesel, devrimcibir gençlik hareketi yaratma mücadelesine dört ellesarılacaklardır.Genç-Sen ve fiili-meşru mücadele

Genç-Sen daha kurucu genel kurul aşamasında,türlü ayak oyunlarıyla ve masa başında yapılanhesapların salona yansıdığı “oldu-bitti”ci bir anlayışla“mücadeleye” ilk adımlarını attı. Gençlik hareketininsorunlarını tartışmaktan uzak ve mücadele dışı birörgütlenme olarak doğdu. Kuruluş aşamasında ortayaçıkan tablo kurulduktan sonra da devam etti.Üniversitelere yönelik hiçbir çalışmanınyürütülmediği, hatta kimi alanlarda fiili engellemelerevaran bir anlayışla hareket etti. Buna rağmen bazıalanlarda belli çalışmalar yürütülebildiyse, bu, Genç-Sen’in yönetimine çöreklenmiş anlayışa rağmen iradibir çabanın ürünü olarak ortaya çıktı. Genç-Sen’inyönetiminde yer tutan anlayışın mücadele dışı bakışaçısı ve icazetçi-reformist politikalarını Genç-Sen’edayatması, taban inisiyatifini açığa çıkarma hedefiyle

hareket etmemesi, bir dönemin heba edilmesiniyolaçtı. Birçok süreç Genç-Sen tarafından suskunluklakarşılandı, ortaya çıkan mücadele olanaklarınındeğerlendirilememesine neden oldu.

Gelinen aşamada Genç-Sen kapatma davasıylakarşı karşıya bulunmaktadır. Dava karşısında, buzamana kadar yapılmış göstermelik basınaçıklamalarının ötesinde, atılmış ciddi hiçbir adımbulunmamaktadır. Bu anlayışla hareket edildiği sürecede ciddi hiçbir adım atılamaz ve hak alıcı hiçbir sonuçortaya çıkartılamaz. Genç-Sen bu süreçten kazanımlaçıkmak istiyorsa eğer, yüzünü gençlik kitlelerinedönen, taban inisiyatifini açığa çıkarma hedefiylehareket eden ve gücünü fiili-meşru mücadeleden alanbir anlayışla hareket etmek zorundadır.

Ancak fiili-meşru bir mücadeleyi esas alan birörgütlenme, genel gençlik kitlesini harekete geçiriponu sorunlarının kaynağı olan sermaye düzenineyöneltebilir, hakların dişe diş bir mücadeleylekazanılmasının bir aracına dönüşebilir. Genç-Sen buhedefle hareket edebildiği koşullarda önüne çıkanzorlukların üstesinden gelip, ileriye doğru atılanadımların temsilcisi olabilecektir.

Kapatma davasına karşı yürütülecek çalışmada,hukuksal mücadele sürecin yalnızca bir ayağınıoluşturabilir. Burada temel alınacak esas nokta,gençliğin güncel mücadele talepleri ekseninde, fiili-meşru mücadele ve örgütlenme iradesiyle ve “öğrencibirliği” yöntemiyle süreci örmek olmalıdır. Bubaşarıldığında, örgüt iddiası kitlesel bir temelkazanacak ve örgüt hiçbir zaman fiilenkapatılamayacaktır.

“… Öğrenci birliği modeli herhangi bir öğrenciörgütlemesine alternatif değil, onun birim tabanınadayalı örgütsel omurgası olarak tanımlanabilir.Dolayısıyla, günün koşullarında ortaya çıkan örgütselbiçimin dernek mi, yoksa sendika mı olduğu değildir.Öğrenci birliği kitle tabanı ile kurulan bağda ifadesinibulur.”

“… Öğrenci birliği meşruiyetini her şeyden öncekendi fiili gücünden alan bir kitlesel örgütlenmebiçimidir. Öğrenci birliği temeli üzerinde yükselen birgençlik örgütlenmesi, yasal planda ortadankaldırılmak istendiğinde bile, yapısını ve örgütselişleyiş mekanizmalarını sürdürebilir.

“Günümüzde yasal biçimlere yapılan yersizvurgular, kitle mücadelesi için hiçbir anlamtaşımamaktadır. Zira öğrenci örgütlenmelerimeşruiyetlerini hep fiili mücadelelerinden almışlardır.Yasallık kazanmaları da gelişen kitle mücadelesininbir ürünü olmuştur. Bunun en belirgin örneği ODTÜ-ÖTK’dır. Örgütlenmenin sürekliliğinin güvencesi deyasallık değil tabanla kurduğu güçlü bağlardır.”

Kapatma davası ve Genç-Sen’in önündeki GenelKurul süreci bunun bir olanağına dönüştürülmelidir.Genç-Sen zaman kaybetmeden asıl mücadelealanlarına dönmeli, gençliğin fiili-meşru mücadelesiniörgütleme hedefiyle harekete geçmelidir. Sermayedevletinin gençliğe yönelttiği saldırılara militan birtutumla karşı koyma perspektifiyle hareket etmelidir.Genç-Sen içinde mücadele eden genç komünistler debunun yol ve yöntemlerini geliştirme çabası içindeolacaktırlar.

Genç-Sen bu

süreçten kazanımla

çıkmak istiyorsa eğer,

yüzünü gençlik

kitlelerine dönen,

taban inisiyatifini

açığa çıkarma hede-

fiyle hareket eden ve

gücünü fiili-meşru

mücadeleden alan bir

anlayışla hareket

etmek zorundadır.

Ancak fiili-meşru

bir mücadeleyi esas

alan bir örgütlenme,

genel gençlik kitlesini

harekete geçirip onu

sorunlarının kaynağı

olan sermaye düze-

nine yöneltebilir, hak-

ların dişe diş bir

mücadeleyle kazanıl-

masının bir aracına

dönüşebilir. Genç-Sen

bu hedefle hareket

edebildiği koşullarda

önüne çıkan zorluk-

ların üstesinden gelip,

ileriye doğru atılan

adımların temsilcisi

olabilecektir.

Page 18: EG 112. sayı

18

Genç-Sen 4. Temsilciler Meclisi toplantısı 20 Eylül günü gerçekleştirildi. Toplantı, birçoküniversitenin yeni döneme başlamaması nedeniyle bütünlüklü bir katılımdan yoksun gerçekleşti.

4. Temsilciler Meclisi’nin tarihi daha öncesinde iki kez ertelenerek 20 Eylül’e atılmıştı. Ağustos’unikinci haftası yapılması planlan toplantı, birkaç gün kala MYK tarafından İzmir’deki 12 Eylül mitingisonrasına ertelenmişti. Bundan bir dizi yerelin haberi olmamasına karşın “herkese uygun tarih” diyebelirlenen 13 Eylül toplantısı, yine birkaç gün kala bu sefer 20 Eylül’e Ankara’ya ertelendi. Toplantıdabu konu gündeme getirildiğinde, toplantı tarihinin temsilcilerle konuşulduğu, yaz tatili olması nedeniyleulaşılabilen temsilcilerin büyük oranda çalıştığı ve yapılan görüşmeler sonrasında en uygun tarihinbelirlendiği söylendi. Katılan temsilciler bütün üniversitelerin temsilcilerine ulaşılmadığını ve geridönüşün sağlıklı bir biçimde yapılmadığını belirttiler. Sonuç olarak, ertelenen meclis toplantıları veyerine belirlenen tarihler kısıtlı bir süre zarfında duyuruldu. Bu hem katılımı hem de okulu açılmayanşubelerin tartışma yapmalarını engelledi.

Gündemlere geçilmeden önce yapılan bir diğer tartışma ise, mail grubunun kullanıma dair oldu.Genel mail grubuna bir dizi aktivistin hala üye yapılmamış olmasının yanı sıra, grubu yönlendirenMYK üyelerinin anti-demokratik bir tutumla gruba atılan kimi mailleri herkesin erişimine açmamasıeleştirildi. Atılacak maillerin olası bir olumsuz durumun engellenebilmesi için mutlaka denetlenmesigerektiği, ancak bunun dışında aynı fikre sahip olunmasa dahi atılan maillerin mutlaka gruba iletilmesigerektiği ifade edildi. Pratik süreçlerde zaten çokça karşılaşılan bürokratik, anti-demokratik ve eleştiriyetahammülsüz zihniyetin, böylesi bir konuda dahi kendini tekrar eden etik dışı davranışı eleştirildi.

Daha sonra dönem başı çalışması, kapatma davası, 6 Kasım, genel kurul gündemleri üzerindentartışma başlıkları belirlendi.

Dönem başı çalışması ile ilgili şube toplantısını yapabilen üniversiteler kendi aktarımlarını yaptılar.Ayrıca merkezi olarak yapılabilecek anket vb. çalışmalar konuşuldu.

Genç-Sen’in yaşadığı kapatma davası süreci üzerinden bu sürecin hukuksal bir cendereyesıkıştırılmamasının gerekliliği, çalışmasının mutlaka üniversitelerde öğrenci gençliğin gündemleriyleberaber ele alınarak işlenmesinin önemi vurgulandı. Kapatma süreci içerisinde olan diğer sendika, partive derneklerle ilişki içerisinde olmak gerekliliği tartışıldı. İllerde eş güdümlü halde eylemliliklergerçekleştirilmesi önerisi sunuldu.

Genç-Sen’in 6 Kasım’ı hangi gündemlerle beraber ele alacağı toplantının diğer bir başlığınıoluşturdu. Her yerelin bulunduğu ilde birleşik bir 6 Kasım gerçekleştirmek için çaba harcamasıgerektiği vurgulandı. Bunun dışında, MYK’nın önerisi doğrultusunda merkezi bir 6 Kasım mitingitartışması yapıldı. Öneri sahiplerinin bir kısmı öneriyi sadece kitlesellik, kolay katılım vb. üzerindengerekçelendirip, 8 Kasım’daki olası Genel Kurul sonrasına “denk getirme kaygısıyla” yapsalar da,devrimci Genç-Sen’lilerin de içerisinde olduğu bir dizi yerel bu noktada farklı yaklaşımlar sergiledi.Merkezi bir mitingin işlevsel olabilmesi için etkin bir ön çalışmayla örülmesi, ancak yalnızca başka birmerkezi etkinliğe denk getirme vb. kaygılarla bu tartışmanın yapılmaması gerektiği söylendi. Yanı sıra,olası bir merkezi miting tartışmasının illerde ve yerellerde yapılacak fiili-meşru eylemlerin alternatifiolarak tanımlanamayacağı belirtildi. Yapılan bu tartışma sonrası Genç-Sen’in merkezi eylem için çağrıyapması kararlaştırıldı.

Genel Kurul üzerinden yapılan tartışma, beklenildiği gibi tarihe sıkışan bir muhtevada

Genç-Sen 4. TemsilcilerMeclisi toplantısıgerçekleştirildi

Page 19: EG 112. sayı

1919

gerçekleştirildi. Israrlı bir biçimde, nitelikli ve etkili bir Genel Kurulun hayata geçirilmesi içinyapılan gerekçelendirmeler bir kenara atılarak, Genel Kurul tarihinin belirlenmesinin kriterleri “birdönem içerisinde iki merkezi etkinliğe insanları taşınmanın zorluğu”na ve “maddi sıkıntılar”abağlandı. Bu gerekçeler üzerinden Genel Kurul tarihi, gerçekleştirilmesi olası bir merkezi eylemdenbir gün öncesi için düşünüldü ve bu tartışmanın şubelere taşınması kararlaştırıldı.

Birçok üniversitenin henüz açılmamış olması ve açılan üniversitelerin de bu konular hakkındatartışma yürütmemiş olması nedeniyle şubelere aktarılacak eğilimler belirlenmiş oldu.

Bir sonraki toplantının 18 Ekim günü yapılmasına karar verilerek tartışmalar sonlandırıldı.Devrimci Genç-Sen’liler

Genç-Sen Genel Kurul süreci vetüzük tartışmalarına dair somut çerçeveGeçtiğimiz sayımızda kapsamlı bir biçimde ele aldığımız “Yeni dönem Genç-Sen süreci, genel

kurul ve tüzük üzerine yöntem” tartışmalarının, 18 Ekim’de gerçekleşecek 5. Temsilciler Meclisitoplantısı ve 8 Kasım’da “örgütlenecek” Genel Kurul öncesinde yinelenmesinin yararlı olacağınıdüşünüyoruz. Bu açıdan toparlayıcı bir niteliğe sahip olan 21 Eylül tarihli “Ticari Eğitime Karşı

Gençlik Koordinasyonu 6. Toplantısı Sonuç Bildirgesi”nin ilgili bölümünü yayımlıyoruz...

Yeni dönem ve Genç-Sen süreci

Gençlik sorunu her geçen gün ağırlaşmaktadır. Biriken ve katmerleşen sorunlar gençlikhareketini geliştirmenin imkanlarını arttırmaktadır. Buna yönelik bir müdahale ise ancak birleşik,kitlesel, devrimci bir gençlik örgütlenmesi ile başarılabilir.

Bununla birlikte, birleşik kitlesel bir örgütlenmenin ancak ve ancak bir hareketlilik içinde hayatbulabileceği, bu zemine dayanan dinamik bağlar üzerinden gelişebileceği, kavranması gereken entemel noktadır.

Önümüzdeki süreçte, birleşik bir örgütlenme olanağı olarak tanımladığımız Genç-Sen’e yönelikmüdahalemiz bu çerçevede sürecektir. Geçtiğimiz yıl yaşanan liberal-reformist bloğun bürokratik veanti-demokratik tutumlarına karşı etkili bir mücadele yürütülecektir.

Koordinasyon bileşenleri açısından bu müdahale gençlik hareketinin ihtiyaçları çerçevesindeolacaktır. Birleşiklik ve mücadele zemininin olduğu tüm alanlarda Genç-Sen süreçlerine etkinmüdahalelerde bulunulacaktır. Bunun ötesinde, hareketin ihtiyaçlarını gözetmeyen, yalnızca tüzükselnormlar üzerinden sorunlara “çözüm” üretmeye çalışan, iş yapmanın dahi önüne set çekebilenanlayışlara ve onların boğucu-gerici tartışmalarına tutum alınacaktır.

Bu çerçevede önümüzdeki dönemde, taban inisiyatifini açığa çıkarmayı hedefleyen etkin birpratik faaliyetin örülmesi, tabanın doğrudan söz ve karar süreçlerine katılabilmesine olanaksağlayacak yöntemlerin hayata geçirilmesi çabası içinde olunacaktır.

Genel kurul sürecine müdahale de bu bakışaçısıyla ele alınmalıdır. Koordinasyon bileşenleribulundukları tüm alanlarda, genel kurulun ileri bir tarihe alınması üzerinden etkin bir tartışmayürütmelidir. Şu an 8 Kasım günü gerçekleştirilmesi düşünülen genel kurulun, ilkine benzer birbiçimde, taban inisiyatifini ve katılımını hiçe sayan, etkili bir ön süreci dıştalayan, “oldu-bitti”yesıkışan göstermelik bir genel kurul örgütleme çabasının ürünü olacağı anlatılmalıdır. Tarih üzerindedeğişikliğin sağlanamaması durumunda ise, taban iradesini açığa çıkartacak, demokratik işleyişedayalı bir genel kurulun gerçekleşmesi için azami çaba sarf edilmelidir. Gençliğin mücadelegündemlerinin, gençlik hareketi ve örgütlenmesinin sorunlarının etkin bir biçimde tartışıldığı birsürecin yaşanabilmesi doğrultusunda bir müdahale içinde olunmalıdır.

Yanısıra, muhatap olunabilecek tüm siyasal unsurlarla birlikte genel kurula dönük tüzük vemücadele programı hazırlığı başlatılmalı, bu çerçevedeki tartışmalar Genç-Sen içerisindeki tümbileşene sunulabilmelidir.

Koordinasyon bileşenleri, mücadele dışı normlar yığını olarak sürekli karşımıza çıkarılan“tüzük” anlayışının karşısına, mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt verecek, örgütsel iddiayı dinamik birişleyiş içine sokacak, tabanın etkin katılımını ve fiili-meşruluk anlayışını esas alan tüzüksel bir sürecihayata geçirmek için yoğun bir çaba sarf edeceklerdir.

Koordinasyonbileşenleri, mücadeledışı normlar yığınıolarak süreklikarşımıza çıkarılan“tüzük” anlayışınınkarşısına,mücadeleninihtiyaçlarına yanıtverecek, örgütseliddiayı dinamik birişleyiş içine sokacak,tabanın etkinkatılımını ve fiili-meşruluk anlayışınıesas alan tüzüksel birsüreci hayatageçirmek için yoğunbir çaba sarfedeceklerdir.

Page 20: EG 112. sayı

Düzen cephesinin saldırılarına devrim cephesindengençliğin yanıtı:

Mevcut sömürü düzeni varlığını sürdürebilmek için bir

dizi alanda saldırılarını derinleştirmektedir. Bu saldırılar

dolaysız bir biçimde geniş gençlik kesimlerini de hedef

almaktadır.

Bir tarafta şovenizm ve milliyetçilik zehiri ile

örgütlenmiş linç taburları kardeş bir halkın,

Kürt halkının üzerine sürülürken, diğer

tarafta düzen içi çatışma tüm hızıyla

sürmekte, işçiler, emekçiler ve gençler

gerici taraflara ve düzene

yedeklendirilmeye çalışılmaktadır.

İliklerine kadar çeteleşmiş sermaye

devletinin “derin” geleneği tüm

çıplaklığıyla gözler önüne serilmeye

devam etmektedir. Emekçilere

dayatılan sosyal yıkım

saldırılarının gençlik

cephesindeki karşılığı paralı

eğitim, diplomalı işsizlik vb.

olmaktadır.

Sömürü üzerine kurulu

bu düzenin saydıklarımız

dışında gençliğe

verebileceği tek bir şey

bulunmamaktadır.

Gençlik için bu düzen

“geleceksizlik”in bir

diğer adı

olmaktadır.

Mevcut sömürü düzeni varlığını sürdürebilmek için bir dizi alandasaldırılarını derinleştirmektedir. Bu saldırılar dolaysız bir biçimde genişgençlik kesimlerini de hedef almaktadır. Bir tarafta şovenizm ve milliyetçilik zehiri ile örgütlenmiş linç taburları

kardeş bir halkın, Kürt halkının üzerine sürülürken, diğer tarafta düzen içiçatışma tüm hızıyla sürmekte, işçiler, emekçiler ve gençler gerici taraflara vedüzene yedeklenmeye çalışılmaktadır. İliklerine kadar çeteleşmiş sermayedevletinin “derin” geleneği tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilmeye devametmektedir. Emekçilere dayatılan sosyal yıkım saldırılarının gençlikcephesindeki karşılığı paralı eğitim, diplomalı işsizlik vb. olmaktadır.Sömürü üzerine kurulu bu düzenin saydıklarımız dışında gençliğe verebileceği

tek bir şey bulunmamaktadır. Gençlik için bu düzen “geleceksizlik”in bir diğer adıolmaktadır.Saldırının bu denli kapsamlı olduğu tabloya gençlik kesimlerinin örgütsüz ve

dağınık tablosu da eklendiğinde, mücadeleye yüklenmenin önemi bir kat dahaartmaktadır. Gençlik sorununun her yönüyle derinleştiği bir dönemde etkin bir politik

müdahalenin olanakları da giderek artmaktadır. Geriye gençlik alanına dair ısrarlı birçabayı ortaya koyma iradesi kalmaktadır.Bu çerçevede önümüzdeki dönemde öreceğimiz kampanya çalışmamız, geçmiş

dönemlerde olduğu gibi, bu iradenin ortaya koyulma çabasının açık bir örneği olacaktır.Düzenin tüm saldırılarına karşı kararlı bir mücadelenin sürdürüleceğinin beyanı olacaktır.Bu irade geniş gençlik kesimlerini mücadeleye çağıracak ve düzenin karşısına geçerek

“Geçit yok!” kararlığını haykıracaktır!

Gericiliğe ve çetelelere geçit yok!

Sermaye kamplar arasında yürüyen iç çatışma sürecine geniş gençlik kesimleri de yedeklenmekistenmektedir.“AKP-ordu”, “laik- antilaik” kutuplaşması ekseninde dalaşmalarını sürdüren taraflar, sorun düzenin

bekasını sağlamak, bu eksende bir dizi saldırıyı hayata geçirmek olduğunda ise ortaklaşmaktadırlar.Eğitimin ticarileştirilmesinden gençliğe dayatılan geleceksizliğe, emperyalist işgallerin taşeronluğundan

Kürt halkına dönük kirli savaşa ve imha-inkâr politikasına kadar bir dizi saldırı, kendi içinde dalaşan düzengüçlerini hızla aynı safa getirmektedir.Demokrasi havarisi kesilen, darbecilerle hesaplaştığını iddia eden AKP’nin gerçek konumu ortadadır. İşçi ve

emekçilere açlık, yoksulluk ve sefaletten öte bir şey veremeyen AKP, her türlü hak arama eylemine tahammülsüzcesaldırmakta, ayyuka çıkan polis devleti uygulamalarıyla tüm toplumu baskı altına almaktadır. Sürekli yoksullaştırılan

emekçiler, dilencileştirme politikalarıyla tekrar düzene bağlanmaya çalışılmaktadır. “Laik düzen savunuculuğu” yapanlara gelince, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurumların işlediği, devlete bağlı ve maaşlı

binlerce “din adamı”nın bulunduğu, din dersinin hala zorunlu olduğu bir düzende hangi laiklik savunulmaktadır? Düzeninkoruyucu ve kollayıcı gücü ordu, tüm bu sıraladığımız uygulamaların birincil elden mimarıdır.

Tüm bunlarla birlikte, “salt AKP karşıtlığı” politikasına yönelik olarak da çalışmamız sözünü söyleyecektir. AKP’nin birhükümet partisinden çok bütünlüklü bir iktidar haline gelme hedefi ortadadır. Ancak bu hiçbir biçimde mücadeleyi “AKPkarşıtlığı”na indirgemeyi koşullamamaktadır. AKP’nin öne çıkan İslami kimliği, onun sermaye sınıfını temsil ettiği gerçeğinihiçbir biçimde değiştirmemektedir.

Gençlik gerici taraflaşmalara yedeklenmeyecek, kendi mücadele talepleri ekseninde geleceğin ve özgürlüğün tarafındaolacaktır.20

Geçit Yok!

Page 21: EG 112. sayı

Emperyalizme ve şovenizme geçit yok!

Yaşasın halkların kardeşliği! Bîji biratiya gelan!

Emperyalistler arası gerici çıkar çatışmalarının halklara getirdiği yıkıma Kafkaslar’dayaşananlar üzerinden bir kere daha tanık olduk. Gürcü ve Oset halkları ağır bedeller ödemekzorunda kaldılar.

Emperyalist işgallere sürekli taşeronluklar yapan Türk devleti, Kafkaslar’da yaşananlarınsorumluluğunu dolaysız olarak taşımaktadır. Gürcistan rejiminin Kafkaslar’da ABD ve NATOeksenli konumlandırılması sürecinde Türkiyeli işbirlikçiler de aktif rol oynamıştır. Gürcistanordusuna eğitimden askeri teçhizata kadar birçok katkı ve hatta hibede bulunan Türkiyeliişbirlikçiler, aynı zamanda NATO gemilerinin boğazlardan geçişine de izin vererek işgal vesaldırganlığa bir kez daha aracı olmuşlardır.

Yaşanan bu gelişmeler karşısında gençlik sözünü mutlaka söyleyecektir. “Emperyalizme geçityok!” şiarı “Kapitalizm savaş demektir, gerçek ve kalıcı barış sosyalizmde!” şiarıyla birlikteyükseltilecektir.

Çalışma çerçevesinde gençlik içerisinde geliştirilmeye çalışılacak anti-emperyalist duyarlılıkda bütünlüklü bir biçimde ele alınacaktır. Anti-kapitalist olmayan bir “anti-emperyalizm”ingerçek dışılığı vurgu noktalarından biri olacaktır. Özellikle “ulusalcılar” tarafından dillendirilensözde anti-emperyalist söylemin etkili bir teşhiri yapılacaktır.

Emperyalist saldırganlık karşıtı çalışmada konu eğitim, sağlık gibi sorunlarla dabirleştirilecektir. Militarizme, işgallere ayrılan bütçelerin eğitim, sağlık gibi temel hizmetlereayrılması gereken payı sürekli düşürdüğünden hareketle.“Savaşa değil, eğitime ve sağlığabütçe!” şiarları öne çıkartılacaktır.

Çalışmadaki önemli noktalardan bir diğerini de, Kürt halkına yönelik artan saldırılaroluşturacaktır. Bugün sermaye devleti Kürt sorunu üzerinden söz söylenmesine daha tahammüledememektedir. DTP’nin kapatılması süreci bu tahammülsüzlüğün bir göstergesidir. Bununlabirlikte Kürt halkına dönük yürütülen kirli savaş da giderek derinleşmektedir.

Kürt sorununda imha ve inkârdan başka bir politikası olmayan sermaye düzeni, sınır ötesioperasyon süresini uzatmak ve saldırılarının boyutlarını daha da arttırmak niyetindedir.

Tüm bunlara, şovenizm ve milliyetçiliğin yoğun bir biçimde körüklenmesi, kardeş Kürthalkına yönelik yeni linç kampanyalarının örgütlenmesisüreci de eklenmektedir. En son Altınova veAdana’da yaşananlar bunun çarpıcı örnekleridir.

Sermaye devleti kardeş Kürt halkınanamlularını çevirmişken, şovenizm vemilliyetçilik ile kitlelerin bilinçleribulandırılmaya çalışılırken, Türk ve Kürtgençliğinin birlikte mücadeleye yüklenerek “halklarınkardeşliği”ni haykırması oldukça önemlidir.

Bu nedenle,çalışmamız boyunca

“Şovenizme geçit yok!”,“Yaşasın halkların

kardeşliği! Bîji biratiya gelan”şiarlarını gür bir biçimdehaykıracağız.

Düzen cephesinin saldırılarına devrim cephesindengençliğin yanıtı:

21

Geçit Yok!

Page 22: EG 112. sayı

22

Çürüyen düzene, çeteleşen devlete

geçit yok!

Devletin derini devletin ta kendisidir!

Bugün kapitalist düzen her yönüyleçürümektedir. Bireyciliğin ve yoz kültürünüretildiği, bir avuç tekelin kar hırsı ve çıkarıdoğrultusunda hareket edildiği, emekçi kitlelerinsürekli yıkıma uğratıldığı düzende çürüme hergeçen gün boyutlanmaktadır. Çürüyen düzenindevleti ise tepeden tırnağa çeteleşerek, tam bircinayet şebekesine dönüşmektedir.

Sokak ortasında infazlar ve işkenceler gibipolis devleti uygulamalarından köy yakmalarave kirli savaşlara, her türlü hak aramaeylemine dönük saldırılardan ardı arkasıkesilmeyen soruşturmalara ve cezalara…Düzen toplumsal muhalefeti dizginlemek vetoplumu bütünüyle kontrol altındatutabilmek için birçok yolu denemektedir.

Ergenekon operasyonuyla birlikteortaya çıkan tablo “derin devlet” ilehesaplaşmak olarak sunulmaya çalışıldı.Düzen içi çatışmanın bir sonucu olarakortaya çıkan Ergenekon operasyonuylaamaçlanan bu olmasa da, bu vesileyledüzenin pisliği bir kez daha ortayaserilmiş oldu. Çatlak sesler çıkaranbirkaç kontr-gerilla artığının

tutuklanması, gerçekte düzenin kendinitahkim etme operasyonunun bir parçası halinegetirilmiştir. Karşımızda iliklerine kadarçeteleşmiş bir devlet gerçeğidurmaktadır.“Devletin derini, devletin takendisidir!”

Çalışmamızda “Çürüyen düzene,çeteleşen devlete geçit yok!” şiarınıkullanarak, çürümüş düzenin saldırılarınakarşı mücadele irademizi haykıracağız.Çeteleşen rejimin tek alternatifininsosyalizm olduğunu anlatacağız.

İşsizliğe ve geleceksizliğe geçit

yok!

Sermayenin kölesi, diplomalı

işsiz olmayacağız!

Eğitim alanı her yönüyleticarileştirilerek sermayeye peşkeşçekilirken, bir taraftan da meslek vealanlar sermaye eksenli yenidenyapılandırma süreci içerisinde birçokdönüşüme uğramaktadır. Var olanlarıve plansız bir biçimde sürekliaçılanlarıyla birlikte üniversiteler,

öğrenci gençlik için işsizliğin yalnızca birkaçyıllığına ertelendiği kurumlara dönüşmüşlerdir.Yanısıra sermayenin ucuz ve eğitimli işgücüihtiyacını karşılama hedefiyle hareketedilmektedir. Sermayenin teknik elemanihtiyacına yanıt veren uygulamalara gidilirken,sosyal bilimler tasfiye edilmekte, formasyonhakkı gaspedilmektedir.

Ucuz işgücü ve çıplak sömürü “yetkinlik”saldırısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Pratikten

kopuk, ezberci ve niteliksiz eğitimin ve bir bütünolarak eğitim sisteminin sorunları üzerindenatlanarak, çözüm eğitim sonrası süreçlere havaleedilmektedir.

Mühendislik, mimarlık alanında yaşanan busüreç diğer birçok meslek ve alanda da karşımızaçıkmaktadır. Avukatlık alanındaki “stajyeravukatlık”, tıp alanındaki aile hekimliğiuygulamaları da bunun örneklerindendir.

Özellikle son süreçte öğretmenlik üzerindendaha sıkça duyulan, ancak sıraladığımız meslekve alanları da doğrudan kesen “sözleşmeliçalışma, performansa dayalı esnek çalışma” gibiuygulamalar yeni mezunları bekleyen saldırılarınbir başkasını oluşturmaktadır.

Meslek liseleri ve meslek yüksek okulları dagençliğin daha eğitim sürecinden başlayaraksömürü çarkının içerisine itildiği alanlardurumundadır.

Geleceği gaspedilen liseli veüniversitelilerin, gelecek ve özgürlük içinmücadeleye katılmak dışında bir alternatifleribulunmamaktadır.

Gençlik kendisine dayatılan işsizlik vegeleceksizliğe karşı “İşsizliğe ve geleceksizliğegeçit yok!” diyebilmelidir. Çalışmamız buperspektifle gençliği kuşatmayı hedeflemektedir.

Ticarileşen eğitime geçit yok!

Eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim

istiyoruz!

Gençlik bugün eğitim alanında yoğun birticarileştirme saldırısıyla yüzyüze gelmektedir.Sistemin ihtiyaçları doğrultusunda dünyaölçeğinde uygulanan neo-liberal saldırıpolitikalarıyla, temel hizmet alanlarının bir bütünolarak sermayenin talanına açılması ve tasfiyeedilmesi öngörülmüştür. Bu politikalar sisteminhalkalarından biri olan Türkiye’de de karşılığınıbulmuştur. Özellikle ‘80 askeri faşist darbesiylebu saldırıları uygulamanın zemini düzlenmiştir.

Neo-liberal saldırıların en yoğun biçimdeyaşandığı alanlardan biri eğitim alanıdır. Burjuvaideologları tarafından dillendirilen,“eğitiminsağladığı bireysel fayda toplumsal faydadandaha fazladır, o halde bu hizmeti alan karşılığınıödemelidir” argümanına paralel bir biçimde,eğitimde çok yönlü bir ticarileşmeyegidilmektedir. Eğitim ile birlikte eğitimsürecindeki diğer tüm temel gereksinimler de birbir paralılaştırılmaktadır. Yurt, yemekhane,ulaşım zamları sürerken, öğrenci belgesi vetranskript almak dahi paralı olmuştur.Har(a)çlara her yıl yeni zamlar binmektedir.

Somut göstergesi “paralı eğitim” olsa dasorun bunun ötesinde bir kapsama sahiptir.Bütçelerden eğitime ayrılan payın her seneazalması, üniversite-sanayi işbirliği adı altındaüniversitelerin sermayenin talanına açılması,toplum için değil sermayenin çıkarlarıdoğrultusunda bilim üretme sürecininhızlanması, eğitimde fırsat eşitsizliğinin hergeçen gün derinleşerek artması, liselerdenüniversiteye kadar gerici, anti-bilimsel, ezbercive niteliksiz eğitimin gençliğe dayatılması,anadilde eğitim hakkının reddedilmesi vb. birçok

Page 23: EG 112. sayı

23

başlık, düzenin eğitime bakışını ortayakoymaktadır.

Tüm bunlar karşısında gençliğin “Ticarileşeneğitime geçit yok!” diye haykırabilmesinin, “Eşit,parasız, bilimsel, anadilde eğitim!” talebiniyükseltebilmesinin önemi açıktır. Bunların güçlübir biçimde işlendiği bir kampanya çalışmasınıhedefleyeceğiz.

Yerel özgünlük ve dinamiklerin açığa

çıkartıldığı merkezi bir çalışma

Yeni dönemde yaygın ve etkili bir kitleçalışması ile çalıştığımız tüm alanlarda gençliğinmücadele taleplerini haykıracağız. Geleceksizlikdayatan bu sömürü düzeninin karşısına gençliğinözgür bir gelecek özlemiyle dikileceğiz.

Kampanya çalışmamız boyunca geniş gençlikkitleleri ile buluşup, onları güncel taleplerçerçevesinde mücadeleye kanalize etmeyihedefleyeceğiz. Yürüteceğimiz sistemli faaliyetiçerisinde kitlelere ulaşmayı, harekete geçirmeyive politikleştirmeyi bütünlüklü bir biçimde elealacağız.

Gençlik mücadelesinin uzun yıllardır yaşadığıkısır döngünün temel nedenlerinden biri deörgütlenme sorunu. Çalışmamızla bu sorunuaşmayı, gençliğin ilerici ve dinamik kesimlerinisomut mücadele etrefında birleştirmeyihedefleyeceğiz. Bu perspektifle, kampanyasonrasına da birikim ve olanaklar bırakacak,ihtiyaçlar çerçevesinde belirlenmiş bir dizi esnekörgütsel araç oluşturmaya çalışacağız.

Gençlik içerisinde devrimci önderlikmisyonuyla hareket eden bizler, bu iddiaya uygunolarak öreceğimiz çalışmamızla gençliği dört biryandan kuşatmayı hedefleyeceğiz. Çalışmaaçısından çizilen genel çerçeveyi her yönüylederinleştirerek ve özgünleştirerek alanlarda hayatageçireceğiz.

“ Sonuç olarak, önümüzdeki temel hedefalanımızda derinleşmek olmalıdır. Alanlarda temelsorun neler, süreç nedir, kitlelerin eğilimleri, güçlüve zayıf yönleri, duyarlılık alanları, etkili siyasalakımlar, mücadele ve örgüt deneyimleri vb.nelerdir? Bunlara karşı ne tür politikalargeliştireceğiz, hangi sloganları öne çıkartacağız?Ajitasyon ve propagandada neleri öneçıkartacağız, ne tür biçimler geliştireceğiz?Kitlelere hangi araçlarla ulaşacak, onları kendipolitikalarımıza nasıl kazanacağız? Hangigüçlerle hareket edebiliriz ve bu güçlere nasılulaşabiliriz, onları nasıl harekete geçireceğiz?Tüm bunların ayrılmaz bir parçası olarak ne türeylemler örgütleyeceğiz? Önderlik, bu sorularınyanıtını bulmak ve uygulamaktır.”(Ekim Gençliği,Sayı:36, Kitle çalışması üzerine notlar)

Kitle çalışmasının temel ayaklarını oluşturanajitasyon ve propaganda süreçlerini temelgündemlerimiz çerçevesinde, güçlü bir ideolojik-politik arka planla birlikte alanlarda öreceğiz.Belirlediğimiz genel başlık ve çerçeveleri, etkin vesüreklileşmiş yerel ajitasyon-propagandasüreçleriyle birlikte ele alacağız. Ortaya koyulaniddianın gerçeklik kazanabilmesi için tümalanlarda yoğun bir propaganda ve etkili birajitasyonun zorunlu olduğu bilinciyle hareket

edeceğiz. Zira, “… hareketliliği yaratabilmeninyolu da iddialı bir çalışmadan, bu iddialıçalışmadan güç alan iddialı, tok bir seslenmefaaliyetinden geçmektedir. İddialı bir çalışmakesintisiz bir çalışmadır. Öğrencilerin kafalarınıçevirdikleri her yerde sizi görmesidir. Sınıfında,kantininde, yurdunda, karşısında onunla süreklitartışmaya çalışan, onu sürekli ikna etmeyeçalışan insanlar görmelidir Bu ona güven verecek,onun söylenenleri bir süre sonra daha dikkatli birşeklide dinlemesini sağlayacaktır.”( EkimGençliği, Sayı:58, Gençlik içinde kitle çalışması)

Gerek kitle çalışmamızın gerekse toplamkampanya sürecimizin daha etkili ve dinamikolmasını sağlamayı hedefleyeceğiz. Buçerçevede yerelde çalışmanınözgünleştirilmesinin önemini kavrayarakalanlara müdahale edeceğiz. Ortaya koyulanmerkezi politik hattı yerelin özgünlükleriylebirlikte ele alıp, merkezimateryallerimizi de yerelaraçlarla birliktegüçlendireceğiz. İki yönlükullanılacak bildiri, afiş gibitemel araçlarımıza yerellerdenörgütlenecek paneller veforumları da ekleyeceğiz.

“Merkezi bir kampanya,bir politikanın, çeşitliaraçlarla ve geneli kesenama yerellerden hiç de kopukolmayan hedeflerle hayatageçirilmesini hedefler, buçerçevede bir planlamayapılır. Bu planlamanınhayat bulacağı, sonuçüretebileceği alan doğalolarak yerel çalışmadır.Merkezi kampanyaçerçevesinde yapılanbelirlemeler veplanlamalar yerelinkoşulları ve ihtiyaçlarıölçüsündegeliştirilemez,özgünleştirilemezse,ortaya salt biruygulamalar yığınıçıkacaktır. Yerelinihtiyaçlarıkarşılanamayacağıgibi, merkezi plandada hedefleneneulaşılamayacaktır.”(Ekim Gençliği, Sayı:104,Gençliğin karşısına devrimci gerçeklerleçıkmak)

En başta da ifade ettiğimiz gibi, bugüngeniş gençlik kitlelerini özgün talepleriekseninde mücadeleye çağırmanın ve etkin birpolitik faaliyet yürüterek düzenin karşısınadikilme iradesini ortaya çıkarmanın önemiyeterince açıktır. Bunun gereklerini yerinegetirebilmek için, ısrarlı çabamızın vepolitika üretme iddiamızın karşılık bulabilmesiiçin mücadeleye her zamankinden daha fazlayüklenme sorumluluğuyla karşı karşıyayız!

Genç Komünistler

Page 24: EG 112. sayı

24

İşçi sınıfının devrimci partisi TKİP 10. Yılında!..

İşçi sınıfı savaşacak,sosyalizm kazanacak!10. Yılını kutlayan Türkiye Komünist İşçi

Partisi’nden işçi sınıfına, emekçilere, tümezilenlere ve sömürülenlere!..

Sınıflara ve sömürüye dayalı

bir toplumda yaşıyoruz!

Sınıflardan oluşan ve sömürüye dayanan birtoplumda yaşıyoruz. Toplumumuz çıkarlarıbirbirine taban tabana zıt iki temel sosyal kamptanoluşuyor. Bir tarafta bir avuç asalaktan oluşansömürücüler kampı, öte tarafta toplumun eziciçoğunluğunu oluşturan emekçiler kampı.Ezenlerden ve ezilenlerden, sömürenlerden vesömürülenlerden oluşan bu iki ayrı dünyayı,toplumun iki temel sınıfı temsil ediyor. Sömürücüasalakların temsilcisi olarak sermaye sınıfı veemekçi yığınların temsilcisi olarak işçi sınıfı.

Kapitalist mülkiyet ve zenginlik tekeli

sömürünün temelidir!

Kapitalist temellere dayalı toplumumuzdaüretim aygıtı ve birikmiş zenginliklerin ezici birbölümü sermaye sınıfının elindedir. Tümfabrikalar, büyük işletmeler, bankalar, sigortaşirketleri, bütün bir iletişim ve ulaşım ağı, büyükaraziler ve tarım çiftlikler, sırtını uluslararasısermayeye dayamış bir avuç işbirlikçi asalağınmülkiyetindedir. İşçi sınıfı ve emekçiler iseçalışarak yarattıkları muazzam zenginliklererağmen yokluk ve yoksunluk içindeyaşamaktadırlar. Emekçilere yaşamı zindan edensistemli sömürü çarkının temelinde kapitalistmülkiyet tekeli var. Sermaye haramilerininsaltanatı ve sefahatı buna dayanmaktadır.

Kapitalist devlet sermaye sınıfının

elinde ve hizmetindedir!

Sermaye sınıfı yalnızca ekonomik ve maligücü değil siyasal gücü de elinde tutmaktadır.Mevcut kapitalist devlet bu sınıfın devletidir.Herşeyi ile onun elinde, tüm mekanizması ileonun hizmetindedir. Ordu, polis, bürokrasi,parlamento, hükümet, mahkemeler, hapisaneler,tümü bir arada bu sınıfın zor ve baskı aygıtınıoluşturmakta, ezilenlere ve emekçilere karşıkullanılmaktadır. Kapitalist devlet sömürünün vezulmün birleşik saltanatını temsil etmekte, ona

hizmet etmekte, onu korumakta ve kollamaktadır.

Kurtuluşun yolu sınıflara ve sömürüye

dayalı toplum düzeniniyıkmaktan

geçer!

Kölece koşullar altında çalıştırılıp sefaletemahkum edilen işçilerin ve emekçilerin kurtuluşu,kurulu düzeni yıkmaktan geçmektedir. Sermayesınıfının iktidar tekeli parçalanmalı, iktidar herdüzeyde işçilerin ve emekçilerin eline geçmelidir.Bu, devrim demektir! Sermaye sınıfının mülkiyettekeli parçalanmalı, üretim araçları ve birikmişzenginlikler tüm toplumun ortak mülkiyeti halinegetirilmelidir. Bu, sosyalizm demektir! Sınıfları vesömürüyü yoketmenin, insanın insan tarafındansömürülüp ezilmediği bir topluma ulaşabilmenin,halklar arasında özgürlüğe ve eşitliğe dayalıkardeşçe ilişkiler kurabilmenin yolu buradangeçmektedir. Kurtuluş devrimde, çözümsosyalizmdedir!

Sınıfların ve sömürünün olduğu yerde

sınıf mücadeleleri kaçınılmazdır!

Sınıfların, dolayısıyla sömürünün, dolayısıylabüyük sosyal eşitsizliklerin, dolayısıyla baskınınve zulmün olduğu bir toplumda, kaçınılmaz olaraksınıf mücadelesi de olur ve kesintisiz biçimdesürer. Bu mücadele toplumumuzda da var. Dün devardı, yarın da olacaktır. Ta ki sınıflara vesömürüye, baskıya ve eşitsizliklere dayalı toplumdüzeni ilelebet alt edilene kadar...

Sermaye sınıfı her düzeyde

örgütlüyken emekçiler örgütsüzdür!

Bu mücadelede halen sermaye sınıfı güçlüdürve üstün konumdadır. Çünkü egemen sınıf olarako, kendi çıkarları konusunda son derece bilinçlidirve her düzeyde örgütlüdür. Devlet iktidarındandüzen partilerine ve TÜSİAD/MÜSİAD türüörgütlere kadar. İşçi sınıfı ve emekçiler ise kendigerçek çıkarları konusunda bilinçsiz, örgütsüz vedağınık durumdadırlar. İşçilerin halen tek kitleselsınıf örgütü sendikalardır. Onlar da büyükbölümüyle burjuvazinin denetimindedirler.Sermaye sınıfının gücü aynı zamanda buradan,işçilerin ve emekçilerin örgütsüzlüğündengelmektedir.

Page 25: EG 112. sayı

2525

İşçi sınıfının gücü, birliği ve örgütlenmesinde yatar!

Emekçilerin öncüsü olarak işçi sınıfının en büyük silahı, birliğive örgütlülüğüdür. Sınıf bilincine dayalı bu birlik ve örgütlülük,sermaye sınıfı karşısında etkin bir güç olabilmenin olmazsa olmazkoşuludur. Sömürü ve zulüm çarkının işleyişini bozmanın, giderekde kırıp atmanın yolu buradan geçer. Burjuvazi bunu çok iyi bildiğiiçindir ki, kitlelerin örgütlü birliğini her zaman baş hedef olarakseçmiştir. Örgütlü burjuvazi, örgütsüz yığınlar ister.

Devrimci sınıf partisi temel önemdedir!

Her düzeyde örgütlü sermaye sınıfı karşısında işçi sınıfı da herdüzeyde örgütlü olmak zorundadır. Fabrika komitelerindensendikalara ve her türden öteki sınıf örgütüne kadar. Fakat işçisınıfı örgütlenmesinin en temel ve belirleyici düzeyi partiörgütlenmesidir. İşçi sınıfının devrimci partisi onunörgütlenmesinin en ileri ve üst biçimidir. İşçi sınıfı bilimiyledonanmış ve en sağlam biçimde örgütlenmiş böyle bir parti, işçisınıfının her günkü mücadelesine önderlik etmekle kalmaz, onuntemel çıkarlarını ve uzun vadeli hedeflerini de en iyi biçimde temsileder. Sınıf hareketiyle sağlam bağlar kurmuş, onun en bilinçli,militan ve fedakar üyeleriyle saflarını oluşturmuş böyle bir parti,sermayeye karşı zorlu mücadesinde işçi sınıfının en güçlü silahıdır.Böyle bir parti önderliğinde kenetlenmiş bir işçi sınıfı, toplumuntüm öteki ezilen ve sömürülen katmanlarını da ardındansürüklemeyi başarabilir ve böylece sömürü ve zulüm düzenini yerlebir edebilir.

TKİP: Sınıfın, devrimin ve sosyalizmin partisi!

Birbirini izleyen faşist askeri darbeler altında çok büyük fizikigüç kayıplarına uğramış olsa da toplumumuzun zengin bir devrimcibirikimi var. Bunun onuru dünden bugüne uzanan ve emeğinkurtuluşu davası uğruna büyük bedeller ödeyen mücadelecikuşaklara aittir. Türkiye Komünist İşçi Partisi (TKİP) bu birikiminürünüdür ve bugünkü mirasçısıdır. Partimiz geçmişin yanlışları vezaaflarıyla hesaplaşma azmi, bundan gelecek için gerekli sonuçlarıçıkarma kararlılığı içinde doğmuştur.

TKİP, 10 yıl önce kuruluşunu ilan ederken konumunu,kimliğini, amaç ve hedeflerini tüm açıklığı ile ortaya koymuştur:

TKİP komünizmin partisidir!

“Partimiz komünist sıfatı taşımaktadır, o komünizminpartisidir. Nihai hedefi, toplumun sınıflara bölünmesine kesin birbiçimde son vermektir. Böylece bu bölünmeden doğan her türlütoplumsal ve politik eşitsizliği tamamen ortadan kaldırmak, onunürünü olan her türlü kötülüğü kökünden yoketmektir. Baskının,sömürünün, her biçimiyle köleliğin ilelebet yokedildiği evrensel birtoplum düzenine ulaşmaktır.”

TKİP devrimin partisidir!

“Partimiz devrimci bir kimlik taşımaktadır; o devrimin,proletarya devriminin partisidir. Bugün partimizin önündeki temeldevrimci görev, burjuvazinin sınıf egemenliğinin yıkılması,iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesidir. Sırtınıemperyalizme dayamış mevcut burjuva sınıf egemenliği, bugüntoplumumuzun karşı karşıya bulunduğu tüm temel toplumsal vesiyasal sorunların gerçek kaynağıdır. Bu sorunları çözmek egemenburjuva sınıfı devirmekten, onun egemenlik aygıtı olan mevcutdevlet iktidarını şiddete dayanan bir devrimle yıkmaktan, yerineişçi sınıfının tüm emekçilerin desteğine dayalı devrimci iktidarınıkurmaktan geçmektedir. (...) ”

TKİP işçi sınıfının partisidir!

“Partimiz işçilerin, işçi sınıfının partisidir. Partimizin işçisınıfının temel çıkarları dışında bir çıkarı, temel amaçları dışındabir amacı yoktur. İşçi sınıfı toplumumuzu bugünkü çürüme vekokuşmadan muzaffer bir devrimle çekip çıkarma yeteneğinde olantek gerçek toplumsal güçtür. Devrimimiz ancak bu sınıfınönderliğinde başarıya ulaşabilir. Partimizin temel tarihi misyonubu doğrultuda işçi sınıfına yol göstermek, ona hergünkümücadelesinde önderlik etmektir. Bunda başarılı olabilmek için işçisınıfıyla et ve tırnak gibi kaynaşmak partimizin en acil görevidir.Bu tüm öteki emekçi katmanlara, toplumun tüm öteki ezilenkesimlerine başarıyla önderlik edebilmenin de biricik maddigüvencesidir...” (TKİP Kuruluş Bildirisi’nden...)

TKİP 10 yıllık mücadele tarihi boyunca bu çizgi üzerindeyürüdü. Bugün de aynı çizgide ilerlemekte, devrimci çalışmasını vemücadelesini bu çizgi üzerinden sürdürmektedir. Konumu vekimliği, amaç ve hedefleri açık ve nettir. Partimizin programıbunları içeren ve dosta düşmana ilan eden bir bayrak olarakgöndere çekilmiştir. 10. Yılını kutlayan TKİP, işçi sınıfı veemekçileri bu bayrak altında birleşmeye, bu amaç ve hedefleruğruna savaşmaya çağırmaktadır.

Yaşasın proletarya devrimi!

Yaşasın sosyalizm!

Türkiye Komünist İşçi PartisiEkim 2008

(EKİM’in Ekim 2008 tarihli

253. sayısından alınmıştır.)

Page 26: EG 112. sayı

Ekim Devrimi 91., Yeni Ekimler»in Partisi 10. Y¹l¹nda!

Ekim Devrimi

işçi sınıfına ve ezilen halklara yol

göstermeye devam ediyor!

1917 Ekim Devrimi, proleter devrimler çağının başladığının habercisi, tüm dünyada işçi sınıfı ve ezilenhalkların yol göstericisi, devrim ve sosyalizm idealinin ete-kemiğe büründüğü bir devrimdir. Ekim Devrimigöstermiştir ki, işçi sınıfı doğru bir ideolojik-sınıfsal yaklaşımla harekete geçirildiğinde her şeydir,devrimcidir, tarihin öznesidir, değiştirici gücüdür.

Ekim Devrimi’ni anlamak demek, ondan dersler çıkartmak demektir. 200 yıllık sınıf mücadelesinden,150 yıllık bilimsel sosyalizmin tarihinden devrime ve sınıfa ait bir deneyimi doğru yorumlamak ve bugüneışık tutmasını sağlamak, Ekim Devrimi’ni sahiplenmenin tek ve devrimci yoludur.

Bu ise öncelikle Ekim Devrimi’nin sınıfsal karakterini ve bu devrimde eşsiz bir rol olan BolşevikPartisi’ni anlamakla mümkündür. Ekim Devrimi, köylülüğün nicelik olarak tartışılmaz bir ağırlık taşıdığı,bir halklar hapishanesi olan Rusya gibi bir ülkede işçi sınıfının önderliğinde zafere ulaşmıştır. Çünküdevrim öncelikle bir iktidar sorunudur ve Şubat 1917 ile birlikte, Lenin’in “Nisan Tezleri”ndeki tabiri ile,“Rusya’da iktidar, yeni bir sınıfın: burjuvazinin ve burjuvalaşmış büyük toprak sahiplerinin ellerinegeçmiştir. Bu anlamda, burjuva demokratik devrim Rusya’da tamamlanmıştır.”

Bolşevik Parti Marksizmin sağlam temelleri üzerinde kurulduğu günden itibaren, işçi sınıfını örgütlemeve ona dayanarak devrim yapma iddiasında olan Bolşevikler için devrim sorunu bu kadar açıktır. NisanTezleri’nde, işçi sınıfının derhal iktidardaki burjuvaziyi alaşağı edecek olan sosyalist devrime yönelmesigerektiği savunulmuştur.

Burjuvazi karşısında en tutarlı devrimci sınıf olan proletaryanın öncülüğünde gerçekleşen EkimDevrimi, devrimden ve sosyalizmden ne anlaşılması gerektiğini de bilimsel olarak ortaya koymuştur.Sosyalizmin işçi sınıfının ideolojisi olduğu ve ancak onun ideolojik ve pratik önderliğinde hayatbulabileceği çok açık bir şekilde görülmüştür. Teoride ortaya konanın pratikte nasıl hayat bulduğunun ensomut göstergesi olmuştur.

İşçi sınıfının tüm toplumu emek-sermaye/burjuvazi-proletarya uzlaşmaz çelişkisi etrafındataraflaştırmasının ve tüm emekçileri kendi arkasında iktidarı alma mücadelesine katmasının adıdır, EkimDevrimi. Bu elbette Rus işçi sınıfının kendiliğinden hareketi ile değil, işçi sınıfının devrimci bir programdoğrultusunda örgütlenmesi ile başarılabilmiştir. Rusya işçi sınıfı ile bütünleşen komünist ihtilalci bir parti,Bolşevik Parti olmaksızın Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesi mümkün değildir. Bu yüzden EkimDevrimi’nden bahsetmek demek, Bolşevik Parti’den ve sınıfı devrime örgütlemenin adı olan Bolşevizmdenbahsetmek demektir. Sınıf çelişkilerinin keskinleştiği, burjuva iktidarın artık yönetmekte zorlandığı vetoplum düzeyinde hoşnutsuzlukların yükseldiği koşullarda, devrimin başarısı gerçek bir komünist partisininvarlığına ve işçi sınıfı ile bütünleşme düzeyine bağlıdır. Lenin “Avrupa için en büyük talihsizlik, onun içinen büyük tehlike, orada devrimci bir parti olmamasıdır” derken, proleter devrimde partinin tayin edicirolüne dikkat çekmektedir.

Bolşevik Parti, çoğunluğu köylü olan bir ülkede işçi sınıfına yönelerek, Çarlık Rusya’sının en ağırbaskı koşullarında illegal bir örgütlemeyi tercih ederek, proleter devrim idealinden hiçbir zamanşaşmayarak ve demokrasi sorununu kendi içinde değil devrim sorunu içinde ele alıp, sosyalist devrimebağlayarak yolunu yürümüş ve kitlelere doğru proleter devrimci yolu göstermiştir. Aradan geçen 91 yılarağmen hala da göstermektedir.

“Siyasal ve örgütsel varlığını bütün bir devrim öncesi dönem boyunca neredeyse yalnızca proletaryayadayandıran ve saflarını sürekli olarak proletaryadan gelme sınıf bilinçli işçilerle besleyen Bolşevik Partisi,bu anlamda tarihin gördüğü en proleter partidir de aynı zamanda. Rusya gibi sanayi proletaryasınıntoplumun yalnızca küçük bir azınlığını oluşturduğu bir ülkede, kendine yaşam alanı olarak neredeysetamamen bu sınıfı seçen Bolşevik Partisinin bu pratiği, partinin sınıf kimliği konusundaki açık leninistbilincin bir yansımasıdır” (Partileşme Süreci -1 / Perspektifler ve Değerlendirmeler, Eksen Yayıncılık )

Bolşevik Parti, sosyalizme yürünen yolun işçi sınıfını örgütlemekten geçtiğinin bilincindedir. İllegal birörgütlenmenin sadece ağır baskı koşullarında değil, burjuva demokrasisinin olduğu Avrupa ülkelerinde bile26

Page 27: EG 112. sayı

2727

komünist bir parti için olmazsa olmaz bir koşul olduğunun bilincindedir. Çünkü mesele legal olma-illegalolma meselesi değil, ideolojisi, hedefleri, politikaları ve örgütlemesi ile burjuva düzene sığıp sığamamameselesidir. Ve gerçek bir komünist ihtilalci parti bu kokuşmuş düzene sığamaz.

Ve Bolşevikler açısından burjuva iktidar koşullarında uğruna mücadele edilecek her tür demokratikistem ve mücadele bir amaç değil, sınıfın devrime örgütlenmesinde bir araçtır. “Genel olarak kapitalizm veözel olarak emperyalizm, demokrasiyi bir hayal haline getirir — ama aynı zamanda kapitalizm, yığınlardademokratik esinler uyandırır, demokratik kurumlar yaratır, emperyalizmin demokrasiyi yadsıyışıylademokrasi için yığınsal savaşım arasındaki çatışmayı şiddetlendirir. Kapitalizm ve emperyalizm ancakiktisadi devrimle devrilebilir; demokratik dönüşümlerle, en ‘ideal’ demokratik dönüşümlerle bile devrilemez.Ne var ki, demokrasi savaşımı okulunda okumamış olan bir proletarya, iktisadi bir devrim yapma yetisinesahip değildir.( Lenin, Marksizm’in Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm)

Bolşevizm, Marksizmin özümsenmesi ve devrimci teorinin pratikle buluşturulmasıdır. Bilimselsosyalizm, ancak ve ancak devrimci teoriyi pratikle buluşturacak bir devrimciler örgütü ile bu örgütün sınıfıörgütlemesi ve sınıfının ideolojisinin sınıfla buluşması ile olanaklıdır. Devrimci bir pratiğin ortayaçıkmasında, Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesinde Bolşevik Parti temel bir rol oynamıştır ve bu rolünoynanmasını sağlayan devrimci teorinin/Marksizmin özümsenmesidir.

Elbette Marksizmi özümsemek, ondan bir takım genel-geçer dogmalar çıkartmak, onu ezberlenmişkalıplara dökmek değildir. Marksizmi özümsemek demek, dünyaya bakışta bu yöntemi kullanmak, sınıfsalbir bakış edinmektir. Hayatı ve dünyayı bu bakış ve yöntemle tahlil edebilmektir. Dünyayı değiştirecek olan,işçi sınıfının devrimci rolünü oynamasını sağlayacak olan da budur.

Devrimci teorinin işçi sınıfı ile birleşmesinin önemi tartışmasızdır. Marx Avrupa’da gelişen sınıfhareketlerinin tahlili ve deneyimleri üzerinden böyle bir teoriyi var edebilmiş ve bu teorinin ancak ve ancakişçi sınıfı ile buluştuğunda bir anlamı olacağını önemle vurgulamıştır. Bu, bugün de geçerlidir.

Ekim Devrimi ve Bolşevik Parti deneyimi göstermektedir ki, sınıfsız, sömürüsüz, savaşsız bir dünyahayal değildir. Bu kokuşmuş burjuva düzeni yıkmak olanaklıdır ve dahası bu düzenin yıkılması zorunludur.İnsanlığa hiçbir umut ve gelecek veremeyecek olan, bir avuç asalağın çıkarları için varlığını sürdürmekteolan emperyalist-kapitalist düzen yıkılmayı beklemektedir. Onu yıkacak olan ise, her ülke işçi sınıfınınkendi burjuva iktidarına karşı ayaklanmasıdır.

Bu topraklarda sosyalist devrimin gerçekleşmesi için mücadele veren, Ekim Devrimi ve Bolşevik Partideneyimini devrimci bir tarzda yorumlayan ve işçi sınıfını devrime örgütleme kararlılığı taşıyan bir partimevcuttur. Bugün Türkiye’deki sermaye iktidarınıyıkarak emperyalist-kapitalist zincirin bir halkasınıkopartacak olan ve proletaryayı bu uğurdaörgütlemeye yetenekli bir parti vardır. Bu kof biriddia değildir. Hayatın kendisi kadar gerçektir.Ekim Devrimi ve Bolşevik Parti kadar gerçektir.Bolşeviklerin eşsiz deneyimi Türkiye’de YeniEkimler’in Partisi tarafından özümsenmekte ve budeneyimden işçi sınıfının örgütlenmesinde, işçisınıfı ile bütünleşmede yararlanılmaktadır.

Bu parti için sınıfı örgütlemek yalnızca biriddia değil, aynı zamanda pratik bir süreç veyönelimdir. Parti öncesi 11 yıllık, parti sonrası 10yıllık süreç ve toplamında 21 yıllık pratiğin kendisive sonuçları, bu iddianın somut karşılığıdır. Bu,sınıfsal bir karakteri ve düzen karşısında net birkonumlanışı da beraberinde getirir. Bukonumlanışa sahip Komünist İşçi Partisi 10yaşındadır.

Bu topraklarda artık sınıfı devrimeörgütleyecek ve bilimsel sosyalizmi gerçek maddizemini olan sınıfla buluşturacak olan, düzenkarşısında konumlanışı ve ideolojik-politik hattıylakomünist sıfatının hakkını veren bir parti vardır.Bugün yapılması gereken bu safları daha dagüçlendirmektir. Tarihi yazacak olan işçi sınıfınınkurtuluş için tek silahı olan partinin, sınıf içindeçok daha güçlü bir şekilde var olmasınısağlamaktır.

Page 28: EG 112. sayı

28

10. Yılında selam olsun Partiye!

Türkiye her zaman bir devrim toprağıydı. Geçmişi ve bugünüyle bu topraklar birçok devrimci yetiştirdi,dahası birçok devrimci örgütü bağrından çıkardı. Birçok devrimci fedakârlığa ve kalkışmaya sahne oldu.Denizler şahsında devrim ve sosyalizme olan sarsılmaz inanç darağaçlarında cellâtların yüzüne haykırıldı.İbolar şahsında işkenceciler devrimcilerin ölü bedenlerini lime lime keserken ser verip sır vermeyen yiğitlerigörüyordu. Yine devrimciler işkenceci şefleri inlerinde yenilgiye uğratıyordu. Burjuvazinin zindanları herzamankinden fazla kan dökerken bir kuşağı yakıyor, yıkıyor, katlediyordu. Ama bu topraklardaki devrimcikökü bir türlü söküp atamıyordu. O kök ki, en ağır kışların ardından yine de inatla yeşermeyi, filiz vermeyibaşarmıştı. Kolay değil elbette bu kökü söküp atmak. Bugün bu satırların yazılıyor olması da bunun en açıkkanıtı değil de nedir?

Bu toprakların altındaki bu kök ‘87 yılında tekrar filize durdu. Suyunu bu kez geleneksel küçük-burjuvatopraklardan değil, proletaryanın alınterinden aldı. Gücünü toprağın derinlerine saldığı köklerinden aldı.Geçmişin mirası üzerinde yükseldi, güneşi fethetmeye yöneldi. Güneşi zapt etmeye giden bu yolda işte buağaç, 20 yıldır, her türlü fırtınaya göğüs germesini bildi. Yeri geldi sararmış, yorulmuş yapraklarını tümhışmıyla tarihin tozlu sayfalarının arasına savurmayı da bildi. Sararmış yapraklardan dolayı güç kaybetmedi,aksine yeniden kızıla büründü. Dalları proleter kitlelerinin arasına uzandı. Soluğunu proleter kitlelerindenaldı. Güçlendi, ilerledi, güçlendi…

Ve o büyük günde, gökyüzü şehrin alevleriyle kızıla boyanırken tüm haşmetiyle doğrulacak proletarya.Nasırlı ellerini uzatıp gökyüzüne güneşi isteyecek! O gün gelecek! Çünkü bu ülkede proletaryanın yolgösterici partisi, ihtilalci komünist partisi var. Marksist-Leninist çizgisiyle kitlelere yol gösteren sınıfın partisivar. Ve o büyük günde kızıl bayraklar dalgalanırken şehrin burçlarında, devrim şehitlerinin yürekleri de atacaksıkılan yumruklarda. Ümit’in kahkahası patlayacak burjuvaların suratlarında. Habip kızıl bir gül olacakdevrimi süsleyen çelenklerde! Hatice ise kızıl kazağıyla o her zamanki tebessümüyle kitlelerin arasındayürüyecek iktidara.

Genç bir komünist olarak, partinin 10. yılını tüm coşkumla selamlıyorum. Biliyorum ki devrim,proletaryanın sınıf partisinin öncülüğünde gerçekleştirecektir. Ve biliyorum ki, bu parti, sınıf olarak proleter,ideolojik olarak marksist-leninist ihtilalci illegal bir partidir. Bu parti, sınıfın komünist partisidir. Habipler’in,

Ümitler’in, Haticeler’in partisidir. Bundan dolaydır ki,partinin 10. yılını kutlamak, devrime adım adımyaklaşmaktır bir bakıma. Gecelerinde aç yatmadığımızgündüzlerinde sömürülmediğimiz bir dünyaya uzatmaktırellerimizi.

Ancak, partinin 10. yılını selamlamak, bizkomünistlerin omuzlarına taşınması gereken bir yük dahabindirmiştir. Bu yük, her alanda partiyi daha dagüçlendirmektir! Partinin 10. yılında ileri, daha ileridiyebilmektir!

Evet, bir kez daha cüret edip kazanmaya!

Ege Üniversitesi’nden bir genç komünist

Genç komünistlerden

10. yıl mesajları

Page 29: EG 112. sayı

Parti’yi ve parti bayrağını daha da yükseltmeye!

Partimizin kuruluş yıldönümünde hepinizi yoldaşça selamlıyoruz.Bugün emperyalist-kapitalist sistemin artık varlığını sürdürmede

zorlandığı ve kendini güvenceye alabilmek uğruna tüm insanlığı felaketesürüklediği bir dönemdeyiz. Yaşanan ekonomik krizin, emperyalistsavaşların ve işgallerin faturası işçi ve emekçilere kesilirken, gençlik desistemin saldırılarından payına düşeni alıyor. Paralı eğitim, işsizlik vegeleceksizlikle, gerici-şoven eğitim uygulamaları ile geleceğimiz tehditediliyor. Bu durum karşısında ise gençlik, sahip olduğu olanaklarıdeğerlendirmekten uzak, örgütsüz ve dağınık bir tablo içerisindedir.

Bugüne kadar genç komünistler olarak Parti’yi güçlendirmeyi veParti’den aldığımız güçle mücadele alanlarında işçi sınıfının bayrağınıyükseltmeyi amaçladık. Gençlik hareketi içerisinde de aynı amaçlaParti’nin çizgisinde, sınıfın devrimci temsilcisi olarak hareket ettik. 10.yılımızda da aynı kararlılık ve ısrarla gençliği örgütlü mücadeleye,devrime, sosyalizme kazandırma sorumluluğunu taşıyoruz.

Bilimsel bir gerçeklik var ortada. Gençlik ya gün geçtikçe artansaldırılara sessiz kalıp çürüyen düzenle birlikte yok olacak ya da sınıfınsaflarında yer alıp yaşamı ve geleceği için savaşacaktır. Görev vesorumluluklarımıza buradan bakıyoruz.

Partimiz, 10 yıl boyunca cüret ve ısrarla sürdürdüğü mücadelesiyle,ideolojik-politik birikimiyle işçilere, emekçilere ve gençliğe önderliketme misyonuna sahiptir. Bizler de genç komünistler olarak bu bilinçlehareket edecek, geleceğe daha güçlü adımlarla yürüyeceğiz. Parti’ninönderliğinde sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyayı var edeceğiz 10. yılıncoşkusu ve karalılığıyla bir kez daha haykırıyoruz.

Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!Yaşasın devrim, yaşasın sosyalizm!

Trabzon’dan genç komünistler

Her şeyi kazanmak için “herşeyin” içinde yerimizi aldık!

10. yıl bakıldığı yöne göre ya çok fazla şeyin ifadesidir ya da çokaz. Eğer bizim bakmaktaki niyetimiz sınıf ve sosyalizm adına birmücadele mevzisini anlamlandırmak içinse, 10. yılın ifade ettikleri nicelve nitel olarak çok şeydir denilebilir. Ama eksiktir.

10. yıl bir zaman dilimi olarak, öncesi ve sonrasından bağımsız,kendinden menkul bir süre değildir. Bu yönüyle bakıldığında, diledöktüğümüz 10. Yıl, hem yeni bir sürecin başlangıcıdır, hem geçmişigeleceğe taşıma cüretidir, hem de emeğin, sabrın sonucudur.

Sonuç olarak partili kimliği sahiplenmiş komünistler olarak bizimiçin bu 10. yıl bir yanıyla Ekim’in 21. yılıdır, Ekim Devrimi’nin 91.yılıdır, Yeni Ekimler yaratma güvencesinin diğer adıdır, özünde 160 yıllıkkomünizm muştusudur.

İşte bu sebeple 10. yıl çoktan da fazla şeydir, her şeydir. Bu “herşey” anlamını iddiasının büyüklüğünden, ideolojinin bilimselliğinden,savaşsız, sömürüsüz bir dünyaya olan özlemin sıcaklığından alır.

Her şeye kavuşmak için, yani hayatın içerisini gerçek anlamıyladolduran, insanlık adına güzel şeyler herkesin olsun diye, “her şeyi”doğru anlamak, içerisinde bulunma amacına sıkı sıkıya bağlanmak, tekbaşına hiçbir şey olan bireyi “her şeyin” içerisinde değiştirmek,yoğurmak gerekir.

Geçen zaman zarfı içerisinde, bir elin beş parmağını geçmeyeninsanların her şeye kavuşma arzusu, geçmişin mirasını sahiplenip onunlahesaplaşma zorunluluğunu, beraberindeki devrimci kopuşu ve sınıfıkazanabilmek için partiyi kazanma gerekliliğini getirmişse eğer, kenditarihsel süreci içinde artık partiyi sınıfa taşıma sorumluluğu da biz gençkomünistlerin temel görevidir.

İşte bu yüzden, “Yeni Ekimler için ileri!” şiarı kolayından sarfedilmiş kelimeler değildir. Ne dediğini ve niçin dediğini bilmeyeninsanların hamaset adına söyledikleri hiç değildir. Bu cümlenin ötesi,yoldaşlarımızın geleceği kazanma iddiasıdır, inancıdır. Programına,ideolojisine, güç alınan sınıfa olan güvendir.

Hayat içerisinde bu dört kelimenin anlamı; eskiyi yıkıp yeniyikurma gücü, bu uğurdaki savaşımı, sağlam bir ideolojik birikimin, bubirikimden filizlenmiş bir programın eni sonu sınıf devrimcileriningönüllülüğü ve örgütlülüğünün diyalektiğiyse eğer, işte bu diyalektiğinbir parçası olmak için, burada kalabilmek için, yani hayatta yitipgitmemek için, geleceğe umutla bakabilmek için, mücadelenin bir ihtiyaçolduğunu bildiğimiz için, ihtiyaçlarımız sosyalist bir dünya kurmahedefinde olduğu için, hedefe ulaşacak yol örgütlü bir duruştan, sağlambir teori ve programdan geçtiği için, her şeyin içinde yerimizi aldık.Buradayız dedik. Yitip gitmedik. Öfkemizi diri tuttuk.

Şimdilerde kapitalizmin kesif kokusuna bulanmış olan bu dünyayızincirlerinden başka kaybedecekleri olmayanlar kazanacak. Bucoğrafyanın devrimci partisinin militanları olarak bizlerin öfkesinindiriliği, işçi sınıfının tarih sahnesine güçlü çıkışına ve dünyayı, yani herşeyi, insanlık adına kazanışına yol olacak. 10 yıl önce parti kazanılmışsa,şimdi kazanılması gereken bir sınıf var, devrim var, sosyalizm var.

TKİP, bu ülkenin tek devrimci sınıf partisidir, bu bugününTürkiyesi’nde apaçık bir gerçekliktir!

Bu bilinç ve inançla diyoruz ki, partiyle kazanacağız!İstanbul’dan bir genç komünist

Yeni Ekimler’in Partisi 10 yaşında!

Gençlik 10. Yılında Parti saflarına!

Emperyalist-kapitalist sistemin krizinin gün geçtikçe daha daderinleştiği bir dönemden geçmekteyiz. Kendini dünyanın tek hâkimgücü sayan ve dünya jandarmalığına soyunarak halklara kan kusturanABD’nin içinde bulunduğu kriz tüm kapitalist dünyayıetkisi altına almaktadır. Büyük emperyalist devletlerin 29

Page 30: EG 112. sayı

borsaları hızlı bir düşüş içerisindeyken, dünya devi sayılan bankalara elkonularak kriz en az hasarla geçiştirilmeye çalışılmaktadır. Dünyayı sarankrizin Türkiye’yi etkilemeyeceği, ekonominin güçlü olduğu yönündekitüm demagojik söylemlere rağmen, krizin derinleşmesi sonucu en ağıryaralardan biri Türkiye’de olacaktır. Krizin faturası yine işçi veemekçilere ödetilmeye çalışılacak ve gençlik de bundan nasibinialacaktır.

Böyle bir süreçte Yeni Ekimler’in partisi 10. mücadele yılınıkutlamaya hazırlanıyor. Dünyada ve Türkiye’de tasfiyecilik rüzgârlarınınestiği, geçmişin devrimci örgütlerinin düzenin icazet bataklığınasavrulduğu bir dönemde “Yeni Ekimler için ileri!” şiarıyla ortaya çıkankomünist hareket, tasfiyeciliğe, savrulmaya ve yozlaşmaya karşı, devrimikazanmanın temel bir aracı olan komünist partisini illegal ihtilalci birtemelde inşa sürecine başladı. ‘87 yılında bir avuç komünist, geçmişindevrimci mirasına sahip çıkarak, ama aynı zamanda onun köklü bireleştirisi üzerinden, küçük-burjuva geleneksel hareketten koptu. Parti inşaörgütü olan EKİM ortaya çıktı. Bir avuç insanla çıkılan yolda zorubaşaran komünistler, Türkiye’de sınıf hareketinin gerilediği, ‘89çöküşünün dünyada ağır etkiler yarattığı, revizyonizmin ve reformizminetkisinin yaygınlaştığı bir evrede, ‘91 yılında, EKİM 1. GenelKonferansı’nı topladılar. Bu aynı zamanda komünist hareketin ilkörgütsel şekillenişiydi.

‘98 yılında toplanan kuruluş kongresiyle Türkiye Komünist İşçiPartisi’nin kuruluşunu ilan eden komünistler, o güne kadar yaratılandeğerlerin ve birikimin güvenceye alındığının teminatı olan partininkazanıldığını duyurdular dosta ve düşmana. Sınıfın illegal ihtilalcikomünist partisinin bayrağını göndere çektiler. Tuna yoldaşındeyimiyle,”Uğruna tereddütsüzce ölünecek olan dava” kazanılmıştı,sırada “sınıfı partiye kazanma ve partiyle devrimi kazanma” hedefi vardı.Kuruluşun ilan edildiği bir aşamada yenilen düşman darbesinin ardındankomünistler “Devirmeyen darbe güçlendirir!” dediler ve var güçleriyleişçi sınıfını partiye kazanma hedefiyle hareket ettiler. Tüm enerjileriniillegal ihtilalci sınıf örgütünü daha ileriye taşıyabilmek için harcadılar.

Komünist hareketin 20. yılını kutlamaya hazırlanıldığı bir aşamadaise TKİP II. Kongre’sinin başarıyla gerçekleştirildiğini duyurdukomünistler.

Partinin kuruluşunun ilan edilmesinin üzerinden 10 yıl geçti.Gelinen aşamada Parti 10. yılını kutlamaya hazırlanıyor. 10 mücadeledolu yıl!

Genç komünistler, Partinin 10. mücadele yılında, var oldukları tümalanlarda, gençliği devrime kazanma hedefiyle harekete geçmelidirler.Gençlik hareketinin parçalı ve dağınık tablosu içerisinde karşılaşılanzorlukların aşılması, komünist gençliğin bu alanda atacağı adımlarladoğrudan bağlantılıdır. Bu birikim genç komünistlerde mevcuttur.

Bugün gençliğe yöneltilen saldırılara ve gençliğin taşıdığı mücadelepotansiyeline rağmen sermaye devleti gençlik üzerindeki denetiminisürdürmeyi başarabilmektedir. Bunun gerisinde gençlik hareketininyapısal zaafları vardır. Biz genç komünistler bunun bilinciyle hareket

etmeli, gençliği işçi sınıfının partisinin saflarında mücadeleyekazanmanın yol ve yöntemlerini geliştirebilmeliyiz. Ağır yıkımsaldırılarının bizleri beklediği bu dönemde gençliği devrim mücadelesinekazanmanun yakıcı önemi ortadadır.

Bunu başarabilmenin yolu, genç komünistlerin partinin çağrısınakulak vererek, partili mücadeleyi her alanda ve her açıdan güçlendirmehedefiyle hareket etmelerinden geçmektedir. Gelecek ancak güneyüklenerek kazanılabilecektir.

Partimizin 10. yılını kutlamaya hazırlandığı şu dönemde gençkomünistlerin omuzlarındaki yük bir kat daha artmaktadır. Parti, gençkomünistleri partili mücadelede yerlerini almaya çağırmaktadır.Komünist gençlik partinin bu çağrısına yanıt vermeli, devrime ve partiyekarşı olan sorumluluklarının bilinciyle hareket etmeli, gençliği komünistpartisinin orak-çekiçli kızıl bayrağı altında harekete geçirmeyehazırlanmalıdır.

Şan olsun 10. yılında Yeni Ekimler’in partisine!Gençlik 10. yılında partiye, devrime,

sosyalizme!Eskişehir’den bir genç komünist

Parti’nin ışığında gençlik mücadelesini yükseltmeye!

Sermaye devletinin içerde ve dışardaki tüm saldırı ve katliamlarınarağmen, sınıfın partisi, devrimci dokusunda en ufak bir bozulma olmadanonuncu yılında mücadeleye devam ediyor. İşçi sınıfına önderlik eden,düzenin baskılarına her koşulda direnen sınıf devrimcilerinin,Habipler’in, Haticeler’in, Ümitler’in Partisi!...

Kapitalizmin iç çelişkilerinin günden güne derinleştiği, krizlerinin, itdalaşlarının ve rant kavgalarının giderek yoğunlaştığı bu süreçte, Partininışığında genç komünistlere büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir.Bulunduğumuz her alanda düzenin pisliklerini teşhir etmeli, her alanaParti’nin devrimci ideolojisini götürmeliyiz. Parti’nin düşünen ve savaşanmilitan devrimcileri olmalıyız.

Kapitalizmin kar ve sömürü hırsı altında ezilen gençlik yığınlarıarasından sınıfın devrimci partisiyle mücadeleye katılan gençler olarak,son süreçte gençlik hareketindeki gerileme ve daralmanın farkındayız.Politik faaliyet alanında önemli başarılar elde edilmesine, anlamlısonuçlar alınmasına karşın, bunun yetersiz kaldığının da bilincindeyiz.Komünist gençler bu sorunları partinin önderliğinde özverili birçalışmayla aşacak, gençlik hareketinin önündeki olanakları en iyi şekildedeğerlendireceklerdir.

Genç komünistler olarak, birleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlikhareketini geliştirme hedefiyle, düzenin gençlik yığınlarına aşıladığıgerici ve faşist ideolojiye karşı mücadeleyi yükseltmeliyiz. Biliyoruz ki,gençliği kazanmak geleceği kazanmaktır.

Samsun’dan bir genç komünistst

30

Page 31: EG 112. sayı

ABD’de mali alanda özellikle son 1-2 yıldır yaşanan krizdaha da şiddetlendi ve uluslararası bir boyut kazandı.ABD bankalarının verdikleri kredileri gerialamamaları, sonrasında kredi veremeyecek halegelmeleri devasa sermayeleri ellerindebulunduran bu bankaları iflasa sürükledi.Lehman Brothers örneğindeki gibi bazışirketler piyasanın sihirli ellerinebırakıldı. Ancak kritik konumdabulunan bazı şirketlere devletmüdahale etti. Arkasından 700milyar dolarlık Kurtarma Paketigündeme geldi. Meclisten öncered kararının çıkması tüm dünyaborsalarında büyük düşüşlereyol açtı. Wall Street’te bu kararınmaliyeti olarak 1,2 trilyon dolarbuharlaştı. ABD, Asya, Latin Amerikaborsalarında %5 - %15 arasında düşüşleryaşandı. Dünya genelinde 2 trilyon dolar civarındakayıp yaşandı.

ABD’deki mali deprem Avrupa’da da etkisini gösterdi. İngiltere, ikincibüyük bankası olan “Bradford and Bingley”i kamulaştıracağını açıkladı.Ayrıca bazı şirketlerin zarar eden kısımlarına el konuldu. Belçika, Hollandave Lüksemburg’tan oluşan Benelux ülkeleri Fortis’e, Almanya Hypo’yamüdahale etti. Fransa ve İskandinav ülkelerinde çeşitli devlet müdahaleleriyaşandı. G-8’in Avrupalı üyeleri krize karşı ortak tutum almak içingörüşmeler yaptılar. Ancak bu görüşmelerden bir sonuç çıkmadı.

ABD’deki ilk kurtarma paketinin kabul edilmemesinden sonra hızlagelen ikinci paket kabul edildi. Ancak toplam 850 milyar doları bulan bupaket düşen borsaları durdurmaya yetmedi. Irak Savaşı’nın maliyetini aşanbu paket, kriz ortamından çıkışı sağlayamayacağı gibi yeni ekonomik yüklergetirecek. Birçok ekonomi uzmanı ABD ekonomisinin durgunluğa(resesyon) gireceğini söylüyor. Krizden en büyük zararı ise son paketlebirlikte ABD’li emekçiler görecek. ABD’li emekçilerden toplanan vergilerin850 milyar doları kapitalistleri kurtarmak için kullanılacak ve bu maliyetABD emekçilerine yeni vergiler olarak geri dönecek.

ABD’deki toplam işsiz sayısı 9.4 milyon. Krizin kendini göstermeyebaşladığı Ocak ayından itibaren ise 2.2 milyon kişi işsiz kaldı. Çok sayıdaorta ölçekli işletme kapanırken, krizin en çok vurduğu kesimlerden biri deüniversite öğrencileri oldu. Üniversite ücretleri son 10 yılda 13 bin dolarken28 bin dolara çıktı. Birçok üniversite öğrencisi okullarını bırakıyor ve maviyakalı işlere yöneliyor.

Krizin ilk sonuçları ABD’de görülüyor ancak ilerleyen aşamalardakendini Avrupa’da ve Türkiye gibi ülkelerde de gösterecek. Krizinderinleşmesiyle birlikte üniversite öğrencilerini yüklü harçlar ve sonrasındaişsizlik bekliyor.

Krizin Türkiye’ye etkisi borsalar haricinde henüz fazla gözlenemese de,yapısal kriz içinde debelenen Türkiye kapitalizminin böyle bir krizdenetkilenmemesi mümkün değil. Krizi fırsata çevireceğini iddia eden AKP

hükümetininyapacağı tek iş,

burjuvazi adına işçive emekçilere yüklenmek

olacak. ABD’de olduğu gibiTürkiye’deki öğrencilerin de har(a)çları

zamlanacak. Emekçiler “ya kölelik ya işsizlik” seçeneği iledaha belirgin bir şekilde karşı karşıya kalacaklar.

Kriz başladığından bu yana birçok tartışma yapılıyor. Serbest piyasanınsihirli elinin savunucusu “sıkı neo-liberaller” devletin piyasayamüdahalelerini “sosyalist darbe” olarak nitelendiriyorlar. Yaşanan krizin asılsorumlusunun devlet olduğunu, rahat bırakılırsa piyasaların tüm sorunlarıçözeceğini söylüyorlar. Ama artık bu düşünce eskisi kadar güçlü bir biçimdesavunulamıyor. Çünkü artık kapitalizmin “piyasanın sihirli eli” ile ayaktakalmayı başarabilmesi mümkün görünmüyor. Yaşanan tam bir iflas tablosu.

Bundan dolayıdır ki, Fransa cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy gibileri,daha “ahlaki” bir “yeni kapitalizm” görüşünü dile getirmeye, piyasalaramüdahale edilmesi gerektiğini savunmaya başladılar. Elbette bunungerisinde bir çöküşe doğru ilerleyen kapitalizmin ömürünü uzatma kaygılarıyatıyor.

Kriz sonrasındaki tartışmalarda devlet müdahalesinin “sosyalizm”olduğu görüşleri ileri sürülüyor. Oysa yapılan kapitalistlerin zararlarınkarşılanmasından başka bir şey değildir. Aslında bu müdahalenin kendisi,devletin hangi sınıfın elinde olduğu gerçeğini bir kez daha açıkça ortayakoymuştur. Devletin görevi, son krizde olduğu gibi, kapitalistleri korumakve kollamaktır. Devlet iflas eden şirketleri kurtarırken, faturasını iseemekçilerin sırtına yüklemektedir.

Neo-liberal ideoloji bu krizle birlikte büyük bir darbe almıştır. Burjuvadevletler krizin büyük bir çöküşe yolaçmasını engellemeye çalışmakta ve“kamulaştırma” dışında bir çıkış yolu bulamamaktadır. Bu aslında, özelmülkiyete dayalı sistemin iflas ettiğinin bir itirafıdır.

Ancak kapitalizmin kendiliğinden çökmeyeceğini de biliyoruz. Birincive ikinci emperyalist savaşlarda olduğu gibi kapitalist sistem tam bir yıkımyaratarak ömürünü uzatmayı başarabilmektedir. Kapitalizmin çökmesinibeklemek değil, kapitalizmi çökertmek için mücadeleye atılmak gerekiyor.“Ya barbarlık içinde çöküş ya sosyalizm” ikilemi kendini yakıcı bir biçimdedayatmış bulunuyor.

31

Kapitalizmin krizi giderek derinleşiyor…

Bu sömürü ve yıkım düzeninintek alternatifisosyalizmdir!

Page 32: EG 112. sayı

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte “sosyalizmin ebediyen çöktüğü”,“tarihin sonu”nun geldiği doğrultusunda yaygın bir propaganda kampanyasıyürüten dünyanın efendileri, son dönemde kendilerini savuran kriz dalgasıylabirlikte sersemlemiş ve ne yapacağını bilemez hale gelmiş durumdalar. Tümargümanları tek tek çöküyor, kapitalizm koşullarında insanlık tam bir felakete

sürükleniyor.Emeğin dizginsiz sömürüsüne dayalı olan kapitalizm, bir türlü aşamadığı, aşma olanaklarına da sahip

olmadığı kriz karşısında yıllardır yeni sömürü yollarına yönelmiş bulunuyor. Neredeyse ölüm ile eş anlamagelen burjuva düzeni, nasıl ki fabrikalarda azgınca sömürdüğü işçilerin iş güvenliğini kar oranınıdüşürmemek için sağlamıyorsa, hastanelerde de ölümün habercisi sağlık politikalarını işçilerin ve emekçilerüzerinde uygulamaktan geri durmuyor.

Sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde, tıpkı eğitim alanında olduğu gibi sağlık alanında da neo-liberal dönüşümler hızla hayata geçiriliyor. Emekçiler için hayati önem taşıyan sağlık hizmetleriözelleştirilerek, bu yolla burjuvaziye yeni sömürü alanları açılıyor. Bunun için ayrılan bütçelerde süreklikısıntılara gidiliyor.

Bu neo-liberal dönüşümler kendini işçi ve emekçilerin ellerinden sağlık haklarının alınmasıyla gösterdiğigibi, dünya ölçeğinde sağlık çalışanlarının yaşadığı sıkıntılarda da gösteriyor. Bu da beraberinde mücadeleyigetiriyor. Öyle ki, 2008 yılında Zimbabwe’den Filistin’e, Yeni Zelanda’dan Avustralya’ya, Güney Afrika’danArjantin’e, Güney Kore’ye kadar pek çok ülkede devlet hastanelerinde çalışan doktorlar ve diğer sağlıkçalışanları ücretlerine zam talepleriyle, sağlığa ayrılan bütçenin arttırılması talepleriyle grev yolunu tuttular.Sağlık hizmetlerinin paralı hale getirilmesine karşı seslerini yükselttiler, özelleştirmelere dur dediler.

Türkiye’de de sağlık alanında neo-liberal dönüşümlerde önemli bir mesafe alınmış bulunuyor. Ekim2008’de yürürlüğe giren SSGSS (Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası) yasası, gerçekte tam birsağlıkta yıkım ve mezarda emeklilik yasasıdır.

Bu yasanın neler getirdiğine kısaca bakalım:• Emeklilik yaşını 65’e, prim gün sayısını 7.200’e çıkarıp, böylece emekliliği imkânsızlaştırarak, • Emekli maaşı bağlanma oranını ve güncelleme katsayısını düşürüp emekli aylıklarını yüzde 23 ile

yüzde 33’e varan oranlarda düşürerek,• Malullük ve ölüm aylığını hak etmek için gerekli hizmet süresini 10 yıla, prim gün sayısını 1.800’e

çıkararak,• Sigortalıların dul eşlerinin maaşlarını düşürerek,• Aylık geliri asgari ücretin üçte birinden fazla olan bütün vatandaşların GSS primi ödemesini zorunlu

kılarak,• Sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkını prim ödeme zorunluluğuna bağlayarak, • Özel sağlık sigortası yaptıracak parası olmayan vatandaşlara ancak asgari/sınırlı sağlık hizmeti

sunarak,• Primlerini ya da yüzde 30’dan başlayıp yüzde 300’e kadar çıkan “fark ücret”lerini

ödeyemeyecek vatandaşları sağlık hizmetinden mahrum bırakarak ve daha bir dizi hak gaspınıuygulamaya geçirerek, sistem emekçilere tam bir yıkımı dayatıyor.

Türkiye’de SSGSS yasası daha yürürlüğe girmeden, onlarca hastanede ani bebekölümlerinin gerçekleşmesi, yıllardır uygulanmakta olan sağlıkta özelleştirme politikalarının

bir sonucudur. Hastane kapılarında kuyruklar her gün biraz daha uzamaktadır. Hastanelerinözel güvenlikleri, gereken bakım sağlanmadığı için tepki gösteren hasta yakınlarına saldırılardabulunmaktadır. Vücutları yanan çocuklar parası olmadığı için tedavi edilmemekte, hastane hastanedolaştırılmak zorunda kalmaktadır. Kanser tedavisi için binlerce hasta sırada beklerken, sadece odakiralayabilecek parası olanlar sağlık hizmetinden yararlanabilmektedir, vb., vb...

İşçi ve emekçiler 13-14 Mart 2008 tarihlerinde alanlara çıkarak, bazı illerde iş bırakma eylemlerigerçekleştirerek, 16 Nisan’da Kadıköy’de olduğu gibi kitlesel mitingler düzenleyerek SSGSS yasasına karşıseslerini yükseltmişlerdir. Ancak bu yasanın geçmesini engelleyememiştir. Saldırıları püskürtmenin yolu,daha örgütlü, daha militan bir birleşik mücadelenin yükseltilmesinden geçiyor.

Dünyadan ve Türkiye’den “sağlıklı ve güvenligelecek” manzaraları!

32

Page 33: EG 112. sayı

DTP’ye açılan parti kapatma davasında kararaşamasına gelindi. Yargıtay Cumhuriyet BaşsavcısıAbdurrahman Yalçınkaya’nın, DTP’nin eylemlerinin veüyelerinin beyanlarının, devletin bağımsızlığına, ülkesive milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırılıkoluşturduğu gerekçesiyle açtığı kapatma davasında,DTP sözlü savunmasını yaptı.

DTP Genel Başkanı Ahmet Türk ile BatmanMilletvekili Bengi Yıldız’ın yaptığı sözlü savunmada,DTP’nin bugüne kadar bulunduğu tüm platformlardaKürt sorununun çözümü noktasında “barışçıl vedemokratik” bir yol izlediği dile getirildi. DTP’ninTürkiye’de başta Kürt sorunu olmak üzere temel bütünsorunların çözümüne yönelik önemli bir yere vemisyona sahip olduğu söylendi. DTP’nin Kürtsorununda demokratik çözüm rolünü oynayabileceğizeminler dahi yaratılmadan kapatılmasının büyük birtalihsizlik olacağı belirtildi.

Diğer taraftan, DTP’nin kapatılmasını protestoamaçlı birçok eylem gerçekleştirildi. Birçok ilerici vedevrimci kurumun destek verdiği İstanbul GalatasarayLisesi önündeki eylemde Kürtçe ve Türkçe iki pankartaçıldı. İstanbul’da çok sayıda kurum temsilcisi, aydın,yazar, sanatçı ve gazeteci ile “DTP Kapatılmazİnisiyatifi” oluşturuldu. Adana, Batman, Mardin, Van,Adıyaman, Şırnak, İzmir, Manisa, Mersin vb. birçokilde basın açıklamaları gerçekleştirildi. Bu süreçteyapılan protesto ve eylemlere karşı düzen güçleri herzamanki gibi tahammülsüz bir tutum sergiledi.

Savunmadan sonra süreç ise Anayasa Mahkemesiraportörünün raporunu hazırlaması ve davanın ikitarafının da ek savunma yapmasıyla sonuçlanacak.DTP’nin kapatılabilmesi için onbir asil üyenin en azyedisinin oyu gerekiyor.

Bu arada AKP’yi kapatma davası da görüldü. Davasonucunda “suç odağı” olarak nitelendirilmesinerağmen AKP kapatılmadı, çünkü düzenin çıkar veihtiyaçları bunu gerektiriyordu. DTP davasında da böyleolacaktır, sermaye düzeni ve devletinin menfaatleri önplanda tutulacaktır. Bir kez daha kendi hukuklarınıayaklar altına alacaklar ve siyasi bir karar vereceklerdir.

Açılan kapatma davası karşısında AKP’yidestekleyen liberaller “demokrasi elden gidiyor”naraları atarken, Avrupa Birliği de AKP’yi sahiplenmiş,dava boyunca AKP’ye destek veren açıklamalaryapmıştır. Aynı süreç DTP için işlediğinde ise, ne oözgürlükçü liberallerden yeteri kadar ses çıkmaktadır,ne de AB’den... AKP ise, kendisine açılan davayı bir“hukuk darbesi” olarak nitelerken, sıra DTP’ye

geldiğinde, yargıya intikal etmiş bir durum söz konusuolduğundan açıklama yapamayacağını söylemeyüzsüzlüğünü sergilemektedir.

DTP’ye açılan kapatma davası turnusol kağıdıişlevini görmüştür. Burjuva demokrasisinin, sadeceburjuvazinin uşakları için demokrasi olduğu bu davaylabirlikte bir kez daha açığa çıkmıştır.

Dava sürecinde gözlenen bir başka nokta ise, Kürthalkına dönük baskı, terör ve kirli savaşın her geçen güntırmandırılmasıdır. Sakarya, Altınova ve Adana’dayaşanan linç olayları, Ordu’da Kürt diye çalışmasınaizin verilmeyen mevsimlik işçiler... Diğer taraftan,TSK’nın isteği doğrultusunda mecliste tezkerenin bir yıldaha uzatılması ve Güneydoğu’da bazı bölgelerde tekrarOHAL uygulamasına geçilmek istenmesi, Kürt halkınadönük saldırganlığın önümüzdeki süreçte daha daartacağının göstergesidir.

Elbette DTP’nin kapatılmak istenmesi nedensizdeğildir. DTP bugün Kürt ulusal kimliğine sahip çıkanve bazı kültürel ve demokratik haklarını savunan, düzeniçerisine sığan liberal reformcu bir partidir. Ancakbugünkü koşullarda Kürt hareketi için önemli bir mevziolduğu su götürmez bir gerçekliktir. Bu nedenle düzeninher türlü saldırısına maruz kalmaktadır.

DTP’nin kapatılması isteminin temel gerekçesi“Devletin ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlüğüneaykırı eylemlerin odağı haline geldiği”dir. Busuçlamanın hiçbir bilimsel temele dayanmadığı açıktır.Zira tüm DTP milletvekilleri meclis kürsüsündenTürkiye Cumhuriyeti devletine bağlılıklarını dile getirenyeminler etmişlerdir. Ancak bu bile düzeninintemsilcilerini tatmin etmemektedir. Zira DTP’nin bugünbir güç olarak siyaset sahnesinde bulunması, Kürthalkının sömürgeci devlete karşı vermiş olduğumücadelesi sayesindedir. Bu da bize DTP’ye açılankapatma davasının asıl amacının Kürt halkının ulusalözgürlük ve eşitlik mücadelesini boğmak olduğunugöstermektedir. Bu dava ile Kürt halkına gözdağıverilmek istenmektedir.

Bu dava bir kez daha göstermiştir ki, Kürt halkı budüzenden, bu düzenin parlamenter demokrasisindenhiçbir şey beklememelidir. Kürt halkının en haklı vemeşru istemi olan ulusal eşitlik ve özgürlüğükazanmanın yolu, devrimci mücadeleyi yükseltmektengeçmektedir.

DTP’yi kapatma davası...

Saldırının asıl hedefi Kürt halkının

ulusal özgürlük ve eşitlik

istemidir!

33

Page 34: EG 112. sayı

Uzun bir süre başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile işadamı ve medya patronu Aydın Doğanarasındaki tartışmalar gündemi meşgul etti. Bu tür tartışmalar oldukça tanıdık aslında. Farklı gündemlerüzerinden kopan fırtınalar genellikle sermayenin çeşitli ihtiyaçları ve uyarılarıyla yatışır ve ardındantekrar başka bir başlıkla başlar.

Erdoğan-Doğan tartışmasında en çok dikkati çeken noktalardan biri “basın özgürlüğü” söylemiyleyürütülmesi oldu. Bu konuda da, her konuda olduğu gibi, tam bir ikiyüzlülük sergilendi.

Bu ikiyüzlülüğü teşhir etmeden önce, fırtınanın nereden koptuğuna bakalım. Tüm olay Hilton’unönündeki araziyle başlamış gibi görünse de, temelinde Erdoğan’ın kendi “Çalıklar’ını” kayırması var.Bu kayırmaya sessiz kalamayan Doğan Grubu medyasında, zamanında Erdoğan’a ve partisine yapılanövgüler yerini Erdoğan aleyhinde haberlere bıraktı. Tartışma da burada alevlendi. Bunun üzerindenErdoğan parti yerel kongrelerinde mikrofonun karşısına geçerken, Doğan ise kendi televizyon vegazetelerinde boy gösterdi. Erdoğan esip gürledi ve “bildiklerim var” deyip tehditler savurdu . Dahasıişi Doğan grubunu boykota kadar vardırdı. Tayyib Erdoğan AKP Ankara il başkanlığında katıldığı biriftar yemeğinde şunları söyledi: “Partimin mensupları olarak yalan yanlış haberleri yapan medyayakarşı sizler de kampanyanızı yapın, bu gazeteleri evlerinize sokmayın. Bu kadar açık konuşuyorum. Bizde size karşı bu kampanyayı başlatıyoruz, almayacağız.”

Ağız dalaşından farksız olan tartışmaların gerisinde temelli sorunlar yatmakla birlikte, biz burada“basın özgürlüğü” söylemi üzerinde duracağız.

Boykot çağrısı Doğan Grubu’nun gazetesi olan Radikal’de “Faşizmin ayak sesleri” başlığıylamanşet oldu. Bir dizi burjuva köşe yazarı “basın özgürlüğüne sığmayan” boykotu kınadı. Ama bu “basınözgürlüğü” çığırtkanlığını yapanlardan hiçbiri Ferhat Gerçek’in felç bırakılmasına, devrimci basınauygulanan yayın yasaklarına, Hayat TV, Roj TV’nin kapatılmasına ses çıkarmadı. Bu ülkede yıllardır

yaşanan işkenceleri, “faili meçhul” cinayetleri, cezaevi katliamlarını,Kürt halkına yönelik kirli savaşı görmezden gelenler, kendi içdalaşmalarından/çıkar çatışmalarından dolayı, ayaklarına biraz basılırgibi yapıldığında, yaygarayı koparıyorlar.

Ortada faşizmin kendisine ve uygulamalarına herhangi bir tepki yada gerçek anlamda basın özgürlüğünü savunma samimiyeti olmadığıyeterince açıktır. Zaten sınıfsal kimlikleri nedeniyle olması dabeklenemez. Burjuva sınıfa mesup olanlar kendi çıkarlarıdoğrultusunda hareket edeceklerdir elbette. Tartışmanın çıkış noktasıda kendi çıkarlarının Erdoğan’ın “Çalıkları”nın çıkarlarına fedaedilmesi değil miydi? Boykot çağrısına maruz kalındığında da yapılan,kendi çıkarları doğrultusunda “demokrasicilik” oynamak olmaktadır.

Basit ama çarpıcı bir örnek verelim. “Basın özgürlüğü” çığlıklarıatan Doğan Grubu, Yürüyüş dergisi satan Engin Çeber’in hapishanedeişkenceyle katledildiği haberini vermedi. “Faşizmin ayak sesleri”niçok çabuk unuttukları anlaşılıyor!

Kapitalizm denilen bataklığın krizi her geçen günderinleşmektedir. “Basın özgürlüğü” çığlıkları atanların da bir parçasıolduğu bu bataklık kurutulmadan, kapitalizm tarihe gömülmeden,basın özgürlüğü dahil özgürlüklerin gerçek anlamda kazanılmasımümkün olmayacaktır. Hak ve özgürlükleri kazanmanın yolu,sosyalist bir toplumsal düzen kurma mücadelesinden geçmektedir.

Erdoğan’ın boykot çağrısı ve “basın özgürlüğü”ikiyüzlülüğü!

34

Page 35: EG 112. sayı

Liman işçileriyle dayanışma

Arkas Holding’e bağlı Arser İş Makineleri A.Ş’de sendikalörgütlenme mücadelesi başlatan Ambarlı liman işçilerinin, iştenatmalara karşı 21 Haziran’da başlattıkları direniş ile dayanışmakamacıyla bir etkinlik gerçekleştirildi. Etkinlikte konuşan işçilermücadelelerini sürdüreceklerini söylediler. Liman-İş GenelBaşkanı Muzaffer Akpunar, süreci anlatan bir konuşma yaptı.Etkinlik direniş sürecini anlatan bir sinevizyon ve müzikdinletisiyle devam etti. Yaklaşık 150 kişinin katıldığı etkinlikte“Liman işçisi yalnız değildir!”, “Yaşasın sınıf dayanışması!”sloganları atıldı.

ISUZU işçileri esnek çalışmaya karşı yürüdü!

Metal işkolunda 2008-2010 Metal Grup Toplu İş Sözleşmesigörüşmeleri devam ederken, metal işçileri iş güvencesiz ve esnekçalışmaya karşı eylemdeydiler. Eylem 6 Ekim günü saat 17.30’dayüzlerce ISUZU işçisinin fabrika içinde toplanmasıyla başladı.

“Birleşik Metal-İş Sendikası” ve “Güvencesiz çalışmayahayır!/ No to precarious work!” pankartlarının taşındığı eylemdesıkça “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”, “İş, ekmek yoksabarış da yok”, “Metal işçisi köle değildir!”, “Kazanılmış haklargeri verilmez!” sloganları atıldı.

Çapa işçisi kararlı!

Tüm olumsuz koşullara rağmen direnişlerini sürdüren Çapatemizlik işçileri geçtiğimiz günlerde temizlik işçilerine işbırakma çağrısı yapmaya başlamışlardı.Belediye-İş 5 No’lu Şube yöneticilerinin sadece eylem günlerizoraki olarak yer almalarına rağmen direniş süreci mücadeleazimlerini koruyan işçilerin öz çabalarıyla devam ediyor.Rektörlüğün baskıları ve sendikanın direnişi sahiplenmemesinedeniyle direnişi yeteri kadar güçlendiremeyen işçiler işbırakma kararını hayata geçiremeseler de direnişlerinisürdüreceklerini haykırdılar.15 Ekim günü, Çapa Tıp Fakültesi içinde yürüyen direnişçiişçiler ve destek veren kurumlar Mono Blok önünde basınaçıklaması gerçekleştirdiler. Yürüyüş boyunca “Taşeron işçisiköle değildir!”, “Atılan işçiler geri alınsın!”, ‘‘Kurtuluş yoktek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!’’, ‘Direne direnekazanacağız!’’, ‘‘Yaşasın sınıf dayanışması!’’, ‘‘Rektörşaşırma sabrımızı taşırma!’’ sloganları atıldı.

Engin Ceber’i katlettiler!

İstanbul Sarıyer'de Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm İçinYürüyüş dergisinin tanıtımını yaparken gözaltına alınan vetutuklanan 29 yaşındaki Engin Ceber önce karakolda daha sonraise götürüldüğü Metris Hapishanesi’nde gördüğü işkence sonucubeyin kanaması geçirdi. Sarıyer Savcısı’nın istemiyle tutuklananCeber, Metris Cezaevi'ne konulmasının ardından, 3 Ekim günü içkanama nedeniyle Şişli Etfal Hastanesi yoğun bakım bölümünekaldırıldı. Engin Ceber'in cenazesi 11 Ekim günü Adli Tıptanalınarak 1 Mayıs Mahallesi'ne getirildi. 12 Ekim ünü Ceber'indostları ve yoldaşları erken saatlerden itibaren Cemevi'nin

bahçesinde toplandılar. Cemevi bahçesine TAYAD'lı aileler veHalk Cephesi imzalı “Engin Ceber ölümsüzdür!” pankartları vekızıl bayraklar asıldı. Ceber kitlesel bir katılımla sonsuzluğauğurlandı.

Almanya’da kitlesel gösteri

Almanya’da “Hastaneleri kurtar!” sloganı altında, sağlıkalanında 130 bin kişinin katıldığı kitlesel bir yürüyüşgerçekleştirildi. Yürüyüşte “Artık yeter!”, “Ücretlerimizin vepersonel sayısının düşürülmesine karşı mücadeleye!” gibipankartlar taşındı. Konuşmacılar hükümetin sağlıkpolitikalarını eleştirdiler, ilaç ve teknik aletlerin fiyatlarıartarken hastanelere yapılan mali yardıma getirilensınırlamaların kaldırılmasını talep ettiler. Hastanelerindurumuna da değinilerek, her hastabakıcı ve doktora düşenhasta sayısının giderek arttığını, bunun hasta ile yeterinceilgilenememek anlamına geldiğini vurguladılar.

İran’da pazarcı isyanı

İran'da yeni katmadeğer vergisi yüzünden başlayan pazarcıisyanları sürüyor. Hükümet verginin şimdilik uygulamayakonmayacağını açıkladı, ancak isyan devam ediyor. Pazarcılaruygulamanın askıya alınmasının yeterli olmadığını, vergininiptal edilmesi gerektiğini söylüyorlar. İran'da son derece güçlübir grup olan pazarcılar geçen hafta başkent Tahran'da ve diğerkentlerde protesto gösterileri düzenlemişlerdi. Hükümetinvergiyi ertelemesine rağmen protestolar sürüyor.

İtalya’da 300 bin kişi alanlardaydı!

Cumartesi günü Roma’da 300 bin kişi Berlusconihükümetinin ekonomi politikalarını sokaklara çıkarak protestoetti. Çağrısını sol örgütler ve Yeşiller’in yaptığı yürüyüş,hükümetin bütçe kısıtlaması nedeniyle önümüzdeki üç yıliçinde 87 bin öğretmenin işine son vereceğini açıklamasıüzerine gerçekleşti. Eylemlere sadece öğretmenler değil, kamuçalışanları ve işçiler de destek verdi.

Berlin’de onbinlerce kişi alanlardaydı!

11 Ekim günü Berlin’de vatandaşlık hakları için en büyükyürüyüş gerçekleşti. Alanları dolduran onbinlerce kişi “Korkuyerine özgürlük, gözetim kuruntusunu durdurun!" sloganıaltında devletin, özel ticari şirket ve işletmelerin kitlelerigözetlemesini protesto etti, kişiye ait bilgilerin korunmasınıtalep etti. Dövizlerde ve pankartlarda, sözde terörizme karşıdüzenlenen güvenlik yasalarının derhal geri çekilmesi,kitlelerin online gözetlenmesinin durdurulması, kişiselbilgilerinin korunmasını içeren sloganlar dikkat çekti.Konuşmacılar arasında dinlenen özgür doktorlar grubununbaşkanı ile yazılarında marksist-leninist kelimelerinikullandığı için terörist zanıyla dinlenen gazeteciler de vardı.Düzenleyiciler, yürüyüşe katılımın miting sonunda yüzbineulaştığı bilgisini verdiler. Eylem, Almanya’da 1987 yılındanberi vatandaşlık haklarına yapılan saldırılara karşı gerçekleşenen büyük yürüyüş oldu.

Türkiye’den ve dünyadan...

35

Page 36: EG 112. sayı

Geçtiğimiz ay gündemde önemli bir yer tutan Avrupa NükleerAraştırma Merkezi’ndeki (CERN) deney, bugün yerini derin birsessizliğe bırakmış durumda. Özellikle deney başlamadan önce basınınve toplumun yoğun bir ilgisi söz konusuydu.

Bugüne kadar bilimsel birçok deneyin gerçekleştiği, atom fiziğiüzerine çalışmaların yapıldığı bir araştırma merkezi olan AvrupaNükleer Araştırma Merkezi 1954 yılında kuruldu. CERN, birçok biliminsanının çalıştığı ya da bir şekilde ilişkide olduğu, enerji kaynağı,teknoloji, bilişim gibi konulardaki araştırmaların bilimsel altyapısınıoluşturma noktasında bir üretim merkezi durumunda. Bunları söylerkenelbette kapitalizmin bilime kendi çıkarları sınırlarındaki bakışınıgözardı etmiyoruz.

Bu deneye farklı ülkelerden yaklaşık 2400 bilim insanı katıldı.Deneyde, iki bin ton ağırlığındaki devasa mıknatısın, Fransa-İsviçresınırında, yerin 100 metre altından geçen 27 kilometre uzunluğundakibir tünele yerleştirilmesiyle, protonların ışık hızına yakın bir sürateçıkarılıp çarpıştırılması hedefleniyor. -271 derece soğuktagerçekleşecek çarpışma ile “Higgs bozonu”nun varlığınınkanıtlanabilmesi umuluyor. “Higgs bozonu” olarak bilinen parçacığıözel kılan ise, maddenin kütle kazanımını sağlayan bir parçacıkolmasıdır.

Varlığı deneysel olarak henüz ispatlanmamış olan “Higgs bozonu”,teorik olarak, temel parçacıklar ile kütleli kuvvet taşıyıcılarının kütlekazanması için gerekli bir parçacıktır. Buna göre, “Big Bang”ın (BüyükPatlama) hemen sonrasında henüz kütleleri olmayan parçacıklar,dünyanın belirli bir genişlemesi ve yine belirli bir soğumasına paralelolarak oluşan “Higgs alanı”ndan geçip, sonrasında söz konusu alanınoluşturduğu “Higgs bozonu” ile kütle kazandılar. Özcesi, biliminsanlarının bir kesiminin beklentisi, bu deneyle evrenin “öncesine vesonrasına” dair, “maddeye dair” bir şeyler bulabilmek.

Tüm iddia, enerji parçacıklarının kütle kazanmaya başladıkları vedaha kararlı bir duruma geçtikleri anda maddeye ilişkin bilgimizyenileneceği üzerine. Bu sayede evrenin “yaratılış anı” kabul edilen“Büyük Patlama”yı ve sonrasındaki birçok şeyi anlayabileceğimizsöyleniyor.

Deneye ilişkin haberlere paralel olarak “Büyük patlama teorisi”ninreklâmı haftalarca yapıldı. Yaratılış teorisinin “bilimsel” temeli halinegetirildi. Teorinin ne olup olmadığı konusu atlanıp, “yaradılış”, yanievrenin bir “başlangıç”ı olduğu kabul ediliyor ve ettiriliyor. Evrenianlamaktan kastettikleri nokta, bu “yaratılış anı”nı anlamayaindirgeniyor.

“Big Bang”in durduğu zemine bakıyoruz, bilimsel deney vegözlemler sonucunda ulaşılmış bir teorem değildir. Aksine bu teori,belirli ön kabuller ve inceltilmiş biçimler altında dayatılan metafizikselbir kabuldür. Marksist bilim insanlarının ifade ettiği; Big Bang ya dabenzer teorilerin, tüm evren ile ilişkili değil, evrenin belirli bir

bölgesinde, belli sınırlarına ilişkin bir durum ya da olayaaçıklama getirmeye çalıştığıdır. Yani sonsuz bir evreninsonlu bir bölgesinde...

“Big Bang” teorisini savunanlar bugün burjuvaziye hizmetediyorlar. Sınıfsal karakterleri gereği, her şeyin “başını ve sonunu”koymak, bununla sınırlamak gibi bir özelliğe sahipler. “Bilimsel”bulguları da bu özelliklerin dolaysız bir yansıması olacaktır.

Bugün idealist felsefenin ve burjuva gericiliğinin karşısınakoyduğumuz, bilimsel temele dayalı bir bütün olan diyalektikmateryalist yöntemdir. Evreni anlamak yönündeki çalışmalar da ancakdiyalektik materyalist tahlil ve yöntemle bilimsel bir zemineoturabilecektir.

“İnsan, kendi dışındaki nesnel gerçekliği anlamaya, açıklamayaçalışırken, yine bizzat o nesnel gerçeklikten soyutlayarak elde ettiğikavramları kullanır. Ve bu kavramlar, her zaman, insanın nesnelgerçeklikle olan tarihsel ve belirli bir durumunu yansıtır. Bu belirlidurum ve tarihsel dönem değişirse, kavramların içeriği de değişir,gelişir. Bu yüzden kavramlar arasındaki ayrım mutlak değil, görelidir.Fakat konu, dünyamızdaki ya da evrendeki belirli bir durum, süreç yada herhangi bir fenomen değil de genel olarak evrenin kendisi, tümevren olunca, konuya ilişkin olarak kullanılan kavramlar da kendikuramsal sınırlarına ulaşır ve kendi ayrımlarını yitirir.”

“Sözü edilen ve nesnel olarak aşılan bu sınırların ötesine ilişkin,her ne kadar henüz kuramsal olarak yalnızca varlığına dair birsaptama yapabiliyorsak da, yanlış yorumlanan tüm gözlem veölçümlerden daha değerli olan, diyalektik mantığın bize gösterdiği bukuramsal sonuçtur. İşte bu durum, yani sınır çizdikçe sınırsızlığa yolalmak, diyalektik maddeci düşüncenin temel niteliklerinden biridir ve‘sonsuzluk’ kavramının maddeci tanımlanışıdır.” (Bir deney üzerinegözlemler, Kızıl Bayrak, sayı: 2008 / 38)

Ortaya koyulan çaba ekseninde bu deney kuşkusuz maddeyi dahaderinden kavramak yönlü bir araştırma olacaktır. Ancak bu tek başınayeterli değildir. Zira, “Maddeyi daha derinden anlamak ise maddenindaha yüksek ve karmaşık yapılarını anlamak demektir. Söz konusudeney, inorganik alanda yapılan bir araştırmadır. Organik alan,özellikle çeşitli yaşam formlarının görüldüğü alan, maddenin dahayüksek bir hareket biçimidir. Toplumsal yaşam ve toplumsal yaşamınortaya çıkardığı bilinç biçimleri ve nesnenin en üst örgütlenme biçimiolan psişik faaliyet, maddenin en üst hareket biçimidir. Maddeyi dahaderinden kavramak, bu yüksek hareket biçimlerine hükmeden yasalarıkavramaktır asıl olarak. Ve bu sayılanların tümü madde kategorisialtındadır, ‘maddî’dir. Maddeyi daha derinden anlamak, insanındoğayla olan ilişkisinin yasalarını, toplumsal yapıları, bu yapılarınkoşulladığı bilinç biçimlerini tarihsel bağlamları içinde kavramaktır.Maddeyi daha derinden kavramak, maddeyi daha derinden kavramanınönündeki engelleri kavramaktır.” (Agy)

Elbette, burjuva düzen altında gerçekleşen bilimsel çalışmalarıönemsememek gibi bir tutum içinde olamayız. CERN’deki deney de buaçıdan önemlidir. Yanlış olan, bilimsel bir araştırmanın gerici teorileredayanak yapılmaya çalışılmasıdır.

CERN’deki deneyden gerici teorilere dayanak arayışı!

36

Page 37: EG 112. sayı

37

Yine bir vurgun hikâyesi… Şehirlerimizi betonlaştıran, para hırsı uğrunainsanların en temel hakkı olan barınma hakkını, sağlıklı bir çevrede yaşamahakkını ve hatta yaşama hakkını gözünü bile kırpmadan gasp eden kapitalistleryine iş başında.

Uzun bir dönemden beri İstanbul rant amaçlı kentsel dönüşüm kapsamındatalan edilirken, İstanbul’u İstanbul yapan kültürel değerler dozer kepçeleriyleparamparça edilirken, o kültürü yaratan insanlar gözlerden uzak köşeleredağıtılırken, güya “2010 Kültür Başkenti” olmaya hazırlanıyor. Bu aynıkapitalist zihniyet şimdi de Gaziantep’te “imar değişikliği” ile rant sağlayarakinsanları yeşile muhtaç bırakıyor. Fıstık bahçelerini sadece parası olanlarınfaydalanabileceği alanlara çevirerek güya değerlendiriyor.

Olayın başkahramanı Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı AsımGüzelbey, kente raylı sistem getirerek böylece kenti daha yaşanılır kılmakiddiasında. Bunun için “kentin kendi imkanlarını” kullanarak kazanmayı,yetkisini güya “kamu çıkarları” için kullanarak araziler üzerinde imardeğişikliği yoluyla rant sağlamayı tasarlıyor. Kentin yeşil alanlarını yokedipyerine beton yığınların dikilmesine göz yuman başkan, bu katlima “kent için”kulpu takabiliyor. Bu duruma karşı çıkanları “şer cephesi” diye nitelendiriyor.

Daha önce “halk için” yaptığını söylediği alanlara giriş ücretiödeyemeyecek yoksul insanlar için “Ne kadar ekmek, o kadar köfte” demecüretini gösteren Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Güzelbey, daha birutanmazlıkla “Yeşillik görmek isteyen manava gitsin” diyebiliyor.

Gaziantep’e alışveriş merkezi yapmayı planlayan Alman firmaya imardeğişikliği sözü veren Güzelbey, imar değişikliği için onay vermeyen vearazinin sermayedara peşkeş çekilmesinin önüne taş koyan ŞemdinliBelediyesi’ni ise Gaziantep düşmanlığı ile suçluyor.

Bu arada Alman firmanın AKP’li ortağı işgüzar işadamı Nuri Üysen, 14.9milyon YTL’ye aldığı araziyi tapuda 84 milyon YTL göstererek, ortağı olduğufirmaya 87.5 milyon YTL’ye devrediyor. Burjuva medya yok edilen yeşilalanların yerine dikilen beton yığınlarıyla pek ilgilenmezken, işgüzar işadamıNuri Üysen’in üç gün içinde sağladığı 70 milyondan daha büyük rant veAKP’li Belediye Başkanına yönelik yolsuzluk iddiaları burjuva medyayıgünlerdir meşgul ediyor. Hatta Üysen’in bu gelir karşılığında ne kadar gelirvergisi ödemesi gerektiği bile hesaplanıp haber olarak önümüze konuluyor

Söz konusu rantın kimler arasında nasıl paylaşıldığı bilinmemekle beraberasıl dolandırılanın yine işçi ve emekçiler olduğu açıktır. Birileri kağıt üzerindebüyük rakamlarla oynayıp bu işten milyonlarca YTL kar sağlarken, birileri karhırsıyla kafasına göre imar değişikliği yapıp yaşam alanlarımızı talan ediyor. Bunlara dur demediğimizsürece de, paraya doymayan kapitalistler, yeryüzünde yeşil hatta toprak göremeyecek hale gelene kadarbu kirli oyunlarını devam ettirecekler.

Bütün şehirlerimiz betonlarla dolmadan, gökyüzü gökdelenlerle delik deşik olmadan, denizlerimizkimyasallara bulanmadan bu gidişata dur demeliyiz. En temel haklarımızı, barınma hakkımızı, dahatemiz daha yeşil bir dünyada yaşama hakkımızı kazanmanın tek yolu kapitalizme karşı mücadeledengeçiyor.

“Yeşili” parada seven belediye başkanının rantsal icraatları!

Yeşil bir dünya için de kapitalizme karşı mücadele!

Page 38: EG 112. sayı

38

Burjuvazininkokuşmuş,çürümüş, insanlığısefalete mahkumeden düzeninekarşı sömürüsüzyeni bir dünyayaratmak isteyennice devrimci vekomünist, bu

uğurda hayatını feda etti. Yaşamını tereddütetmeden bu mücadeleye adayan Che Guevara da buyiğit devrimcilerden biriydi. Latin Amerika’nınmilitan devrim savaşçısı, enternasyonalist devrimciönderi Ernesto Che Guevara’nın ölümünün 41.yılındayız.

Gençliğinden beri anti-emperyalistmücadelenin, dünya halklarının kurtuluşmücadelesinin en yorulmak bilmez, en inatçısavaşçılarından biri oldu. Bu inatçılığı onaçocukluğundan kalan bir miras gibiydi. Babasıbüyüdüğünde sahip olacağı devrimci ruhun izlerinişöyle anlatıyordu:

“Küçük Ernesto daha yeni yürümeyebaşlamıştı. Mate içmeyi sevdiğimizdenfincanlarımızı doldurması için onu evden 20 metreuzaktaki mutfağa yollardık. Evle mutfak arasındaiçinden drenaj borusunun geçtiği bir çukur vardı.Oradan geçerken takılır, elinde matelerle süreklidüşerdi. Ardından canı sıkkın bir şekilde ayağakalkar, gidip tekrar mate doldurup geri gelir,boruya takılır ve yere düşerdi. Bu böyle devam etti,ta ki çukurun üzerinden atlamasını öğrenenekadar.”

Ernesto’nun bu kararlılığı, belki de gelecektesahip olacağı savaşçı ruhu, devrim mücadelesindekiazmini, “gerçekçi ol, imkansızı iste” sözünüsöyleyeceği günleri biriktiriyordu onun zihninde.Öğrenene kadar vazgeçmiyordu. Defalarcadüşmeyi, yara almayı hiçe sayıyordu, ta ki asılhedefe ulaşana kadar! Tıpkı devrimmücadelesindeki bıkmak bilmez sabrı ve ona busabrı veren devrimi başarıya ulaştırma umudu gibi.

Ernesto henüz bir tıp öğrencisiyken, iyi biraraştırmacı ve doktor olmayı, insanlığın hizmetinesunulacak bir şeyler yaratmak için durupdinlenmeden çalışmayı hayal ediyordu. Doktorluğuinsanlığa hizmet eden bir meslek olduğu için tercih

etmesini, bireysel kurtuluş umudu güden kararınıdestekleyecek bir vicdani rahatlama olarakgördüğünü de itiraf etti sonraları. “Ama bu hayallerkişisel zafer arzularımın etkisiyle kurulmuşhayallerdi. Hepimiz gibi ben de çevreminürünüydüm” diyordu.

Arkadaşı Alberto Granadas ile beraber çıktığımotosiklet gezisinde Latin Amerika’da sömürülenyoksul halkları, sosyal adaletsizlik ve baskılarıyakından görmeye başladı. Kapitalist sistemdekiçelişkileri farkederek Marksizmi incelemeyebaşlayan Che’nin bilincinde bilimsel sosyalizmşekillenmeye başlıyor, halkların kurtuluşununsosyalizmle mümkün olacağına inanıyordu.

Guatemala’ya gittiğinde, oraya bir süreliğineyerleşmesinin sebebini halasına yazdığı mektuptaşöyle açıklıyordu: “Guatemala’da gerçek birdevrimci olabilmek için gerekli ne varsa yapacağımve kendimi mükemmelleştireceğim.”

Meksika’ya geçtiğinde Fidel Castro vearkadaşlarıyla tanışması onun için bir dönümnoktası oldu. Başlarında Fidel Castro’nunbulunduğu Küba devrimcileriyle birlikte, yaşamınıngeri kalanını mücadeleye adadı. Ernesto artık bütünenerjisini, yeteneklerini ve gücünü Küba Devrimi’nizafere ulaştırmak için harcayacaktı.

ABD emperyalizminin uşağı Batista’nındiktatörlük rejiminin devrilmesiyle Küba Devrimizafere ulaştı. Ama Ernesto anti-emperyalistmücadeleyi diğer Latin Amerika ülkelerine deyaymak, bu konuda üzerine düşenleri yapmakistiyordu. Bu yüzden Küba’dan ayrıldı. Çok uzunolmayan bu devrim yürüyüşünün son durağı olanBolivya’da yakalandı, kurşuna dizilerek öldürüldü.

Ernesto Che Guevara bugün hala yaşıyor.Yaşamını adadığı devrimci mücadelenin bayrağınıtaşıyanlar onu yaşatıyorlar.

Burjuvazi ise, kurşuna dizip de öldürmeyibaşaramadığı Che’yi ticari bir metaya dönüştürerek“yaşatma” yolunu seçiyor. Rant sağlayacağıbardakların, çantaların, tişörtlerin, rozetlerinüzerinden... Elbette bu yolla emekçi halklarüzerindeki etkisini zayıflatmayı, “karizmatik,romantik, maceraperest” bir Che imajı ile devrimcikimliğinden soyundurmayı hedefliyor.

Evet Che yaşıyor, ama tek bir yerde, dünyahalklarının devrim mücadelesinde!..

Ernesto Che Guevara...Dünya halklarının devrim mücadelesinde yaşıyor!

Page 39: EG 112. sayı
Page 40: EG 112. sayı