48
Ek Sayı: 2 • Nisan 2010

Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

  • Upload
    others

  • View
    1

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Ek Sa

yı: 2

• Nisa

n 20

10

Page 2: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Editör den

İnsanlar, yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak için üretmek ve ürettiğinin karşılığında bir kazanç elde etmek zorundadır. Üreten insan, emeğinin karşılığını tam ve zamanında almayı, kazancının dünyevî nimetler hususunda tatminkâr düzeyde

olmasını; üretirken, değerli olduğunu hissetmeyi, üretme sürecinde huzurlu ve mutlu olmayı arzu eder.

Kazancın yetersizliği, işyerindeki haksızlıklar, adaletsizlikler, özlük sorunları gibi durumlar çalışanların dayanışmasını, sorunların çözümü noktasında arayış içerisine girmesini ve sendikalaşmasını beraberinde getirir. Özetle, sendika bir ihtiyacın tezahürüdür. Hak ve adaletin mehabetine uygun iş ortamları oluştuğunda, demokratik haklar ve özgürlük alanları alabildiğine genişlediğinde, sendikalar bir mücadele aracından çok murakabe aracı olarak işlev görecektir.

Bugün çalışma hayatında yüzlerce sorunun yaşandığı, emeğin değerinin takdir edilmediği, özlük konularını yerli yerine oturtacak adil bir sistemin bulunmadığı ülkemizde sendika, hem sisteme ilişkin eleştirilerin ve önerilerin yansıtılacağı hem de spesifik olarak karşılaşılan hususların halledileceği bir mücadele aygıtıdır.

Sendika, çalışanlarındır, üyelerinindir. Sendikayı işletecek, sendikaya yön verecek olanlar çalışanlardır, üyelerdir. Demokrasiyi tüm hücrelerinde hissetmesi gereken kurumların başında sendikalar gelmelidir, gelmek zorundadır.

Çalışanların, çalışma hayatında karşılaştıkları sorunları kendilerinin tespit etmesine ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının Sorunları ve Çözüm Önerileri Şurası’nın Genel Kurulu’nu 6-7 Mart’ta Ankara’da gerçekleştirdik. İllerde ve bölgelerde yapılan çalışmaların ardından Ankara’da gerçekleştirdiğimiz Şura Genel Kurulu’nda üniversite akademik personeli, üniversite idari personeli ve Yurt-Kur personeli komisyonlarının hazırladığı raporları bu sayımızda ilginize sunuyoruz.

Yine bu sayımızda da, önceki sayımızda olduğu gibi, üniversite temsilciliklerimizde görevli, gerek akademik gerek idari personel olarak üniversitelerde çalışan arkadaşlarımızın üniversite çalışanlarının sorunlarına yönelik açılımlar ortaya koyan yazıları bulunmaktadır.

Yeni bir sayıda buluşmak dileğiyle, selam ve saygılarımı sunuyorum.

Sendika Çalışanlarındır

[email protected]

Hıdır YıldırımGenel Basın

Yayın Sekreteri

Ek Sayı: 2 • Nisan 2010EĞİTİM-BİR-SEN’in ücretsiz yayın organıdır.Yayın Türü: Yerel Süreli

İdare Yeri:EĞİTİM-BİR-SEN Genel MerkeziG.M.K. Bulvarı Ş. Danış Tunalıgil Sokak No: 3/13Maltepe/AnkaraTel: (0.312) 231 23 06 Bürocell: (0.533) 741 40 26(0.505) 640 82 33 - Faks : (0.312) 230 65 28www.egitimbirsen.org.tre-posta: [email protected]

Sahibi:EĞİTİM-BİR-SEN Adına

Ahmet GÜNDOĞDUGenel Başkan

Genel Yayın Yönetmenive Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:

Hıdır YILDIRIMGenel Basın Yayın Sekreteri

Yayın KuruluHalil ETYEMEZErol BATTALAhmet ÖZEREsat TEKTAŞRamazan ÇAKIRCI

Basın DanışmanıMahfuz YALÇINKAYA

Grafik TasarımSelim AYTEKİN

BaskıBaşak MatbaacılıkT: (0.312) 397 16 17F: (0.312) 397 03 07Baskı Tarihi : 22.03.2010

Memur-Sen Konfederasyonu

Page 3: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Ek Sa

yı: 2

• Nisa

n 201

0

Genel BaşkanAhmet Gündoğdu:

İnsanlar Kendi Gerçekleriyle Sorumludur

02

Üniversite Çalışanlarının Sorunları ve Çözüm Önerileri

‘Şura’da Ele Alındı

04

Sigorta AnlaşmasıylaÜyelerimiz Adına

Yeni Kazanımlar Elde Ettik

10

2. ÜniversiteTemsilcileri Toplantısı

Antalya’da Gerçekleştirildi

12

Hakan YekbaşOkutmanların Sorunları veBazı Çözüm Önerileri

30

Recep AydemirŞef Kadrolarının Ücret Dengesizliği Sorunu Çözülmelidir

34

MardinArtuklu Üniversitesi36

Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde Promosyonların Eşit Dağıtılmasını Sağladık

39Danıştay 12/C Maddesinin Yürütmesini Durdurdu!40

Şube ve Temsilciliklerimizden41

Ek Ödemenin Makul Bir Seviyeye Çıkarılması İçin Müracaatta Bulunduk38

Erkan CiyavulÜniversite Tazminatı, Geliştirme Ödeneği ve Eğitim-Öğretim Tazminatı

29

Rahmi ÖzakalınTeknisyen Yardımcılarına Emeğinin Karşılığı Verilmelidir

33

Halil EtyemezBilim ve Üniversite14

Erol BattalÜniversitelerÖrgütlenerekÖzgürleşecek

17Prof. Dr. Osman ÇakmakBilim Politikası ve Üniversitelerin Toplum İçin VarOlduğu Gerçeği

18

Doç. Dr. Cağfer KaradaşBilimsel Dergi Hakemliği Üzerine Bazı Mülâhazalar

24Yrd. Doç. Dr. Davut OkçuBeşik Ulemasından YÖK’e‘Akademik Seçkincilik’

26Rahmi AkbaşÜniversitelerde Yardımcı Doçent, Öğretim Görevlisive Okutmanların Sorunları

28

Doç. Dr. Seyfullah KaraÜniversitelerin Demokratikleşmesinde Üniversite-Sendikaİlişkisinin Önemi

21

Rektörlere Ziyaret15Artık ‘Ordu Göreve’Pankartının Altında YürümekleRektörlük Yapılamayacağını Herkes Anladı

16

İçindekiler

Page 4: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

2

Genel Başkan’dan…

İnsanlar Kendi Gerçekleriyle SorumludurAhmet GündoğduGenel Başkan

Tarihin, insanları kendi gerçekleriyle

sorumlu kıldığını hiç unutmadık. Bugün

de sorumluluk birebir herkesin omzundadır ve

bunu avukata vekâlet verir gibi

siyasilere, belli sayıda sendika

yöneticisine yüklemekle sonuç

alınamayacağını biliyoruz.

Unutmayalım ki, bugüne kadar

dünyada en çok acı çeken insanlar; en az eğitilmiş, en az sorumluluk almış, en az örgütlenmiş

olanlardır

Hayatlarımızın, içinde doğ-duğumuz dünyaya egemen olan maddi-manevi iktidar

ve bunlara bağlı geliştirilmiş kurumlar tarafından belirlendiğini anlamak epey-ce zaman alıyor. Belirleyicilerin bizim dışımızda, çoğu zaman bize rağmen, bir grup insan olduğunu bir kez anladı-ğımızda da onaylama, reddetme, sessiz kalma, öfkelenme, değiştirme gibi se-çeneklerimizin olduğunun da farkına varırız.

İçinde doğduğumuz, adına “kültür” dediğimiz toplumun geliştirdiği maddi-manevi değerler bütünü mekânla bir-likte bizim eylem alanımızdır. Bu alan çok şeyi ele verir, birbiriyle ilişkisiz gibi görülen sanat, eğitim, siyaset, ekono-mi gibi olgular belli merkezler üzerin-den birbirine bağlanmıştır. Bizim için hayati öneme sahip sayısız merkez-bağ ilişkilerini anlamak ve itirazımız varsa da dönüştürmek için bilmek son dere-ce önemlidir. Bugüne kadar her plat-formda tekrarladığımız kuşatıcı ifadeye bir kez daha başvurmak istiyorum: ‘İn-san, bildiği ve inandığı kadar mücadele eder; bilmediklerinin, inanmadıklarının mücadelesini yapamaz; amaç ve bek-lentilerini bildikleri sınırlar.’

Bilme ve eylem arasındaki ana cad-de bütün zamanlar için geçilmesi gere-ken bir güzergâh olmuştur. Bunun için de tarihsel süreç önemli bir kaynak-tır. Çünkü insanlar için yaşadıkları dö-nemin bilgisini içermeyen bir tarihten söz etmek mümkün değildir. Başka bir söyleyişle, bugün yaşadıklarımızın izini dünde sürmek zorundayız. Bu iz sürme, bizi, dünde yaşadıklarımızla, dünyada yaşananların pek çok bakımdan kesişti-ği gerçeğine götürür. Tüm dünyada, im-paratorluklardan ulus-devlete geçiş, ta-rihsel bir zorunluluk olarak kabul edilir. Ulus-devlet yapılanması, kadim dünya-nın farklı din-etnisiteye mensup olan-ların bağlılıklarından farklı bir bağlılı-ğa gereksinim duymuştur. Bu yeni bağ-

lılık biçiminde de “milliyetçilik”e merke-zi bir rol yüklenmiştir.

Milliyetçilik, kadim dünyanın parçalı aidiyetlere sahip ikinci sınıf vatandaşla-rının ulus-devlete geçişlerinde, bağım-sızlık duygu-düşüncesinden hemen sonra standartlaştırma işlevi görmüştür. Bu standartlaştırma, ne yazık ki, toplu-mun büyük kesimleri için çilede ve sö-mürüde eşitlik biçiminde olmuştur. Te-peden inmeci yöntemlerle zorla benim-setilmeye çalışılan yeni ideoloji ne yazık ki yeni sorunları tetiklemekten, ortaya çıkan sorunları da ötelemekten başka bir işe yaramamıştır. Dün ve bugün ya-şadıklarımız arasındaki somut bağlar-la ilgili örnek bulmakta zorluk çekme-yiz: “Her Anadolu kasabasında bir mevziî C.H.P şubesi mevcuttu. Bunun üyeleri ise Kemalist inkılâbın ajanları idiler. Köylüyü ahvale göre bazan ikna bazan cebir kul-lanarak idare eden ve eskiden ağalara ait bulunan sosyal ve iktisadî yetkileri uhde-lerinde toplayan onlardı.” Bu zihniyetin, aradan altmış yıl geçmiş olmasına rağ-men, başka başka kurumlar üzerinden hayatta kalmaya çalıştığını bilir ve bu anlayışa karşı mücadele ederiz.

Ulus devlet projesinin ilk halinin, o dönemin kendi içinde taşıdığı zorun-luluklar nedeniyle, izahı mümkündür. Aradan geçen onca zamana, gelişmeye rağmen bugün de aynı şekilde devam ettirilmeye çalışılmasını izah etmek zor-dur. Kendisini kurucu irade ve devletin sahibi gören zihniyetin bugünkü tem-silcileri, halk arasında kendine göre ön-celikli, imtiyazlı kurumlar, sınıflar ve yurttaşlar tayin ederek; kendine yakın-uzak, yaşaması gerekenler- asimile edil-mesi gerekenler gibi sayısız bölünme-yi devlet projesi olarak sürdürmek iste-mektedir.

Bu toplumsal bölünmeler, kayırma-lar, ötekileştirmeler çok partili hayat-la beraber seçmen davranışlarında de-rin uçurum ve çatışmalarla gün yüzüne çıkmıştır. Bu bölünme dış dünyada esen

Page 5: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

3

ideolojik akımlarla buluştuktan sonra boyut değiştirmiş, kolektif bi-linçaltının derin katmanlarına ka-dar sızmıştır. Bir dönem Türkiye’de sadece seçmenler değil toplumun bütün kesimleri ekonomik politika-ların dışında başka başka nedenler-le adacıklar halinde yaşamayı seç-miş ya da seçmek zorunda bırakıl-mıştır. İnsanlar sağ-sol, lâik ve lâik olmayanlar, etnik olarak yok sayı-lanlar, mezhep gibi pek çok gerek-çelerle ayrı siyasi partilerde kendi-lerine yer bulmuşlardır. Ve bu fark-lı eğilimlerin siyasal temsilcilerinin güçleri de birbirine yakın düzeyde olmuştur.

Bu güçler dengesi, siyasi parti-leri sürekli çatışma halinde tutan derin yapıyla birlikte, parlamen-ter sistemin işleyişini de etkilemiş-tir. Türkiye’de 1970-1980 yılları ara-sında 10 yıllık dönemde on üç hü-kümet görev yapmıştır. Bu hükü-metlerin çoğunluğu koalisyon veya azınlık hükümetleridir. 1970’lerin sonunda Türkiye derin bir ekono-mik ve siyasi krize girmiş, yaygın bir terör hareketine sahne olmuştur. Neticede kilitlenen(?) parlâmenter sisteme, 12 Eylül 1980 askerî mü-dahalesiyle son verilmiştir. 1990’lı yıllarda ülke yine güçsüz, istikrar-sız koalisyon hükümetlerine sah-ne olmuştur. 1991’den itibaren ku-rulan hükümetlerin hepsi birer ko-alisyon hükümetidir. 1999’a kadar koalisyon hükümetleri iki partiden oluşurken, Nisan 1999 genel se-çimlerinden sonra üç partinin, DSP-MHP-ANAP, bir araya gelmesiyle ku-rulabilmiştir. Koalisyon dönemleri-nin son örneğini de yıkıcı sonuçla-rıyla birlikte yaşadık.

Sonuç olarak, koalisyon hükü-metleri meclise hâkim olmadı; ger-çek iktidarın kimde olduğu belli ol-madı; hükümette görev almış kişi-lerden hesap sorulmak istendiğin-de, hepsi sorumluluğu bir diğerinin üzerine atmış doğal olarak sorum-lu olan bulunamamış; hızlı ve karar-lı bir şekilde hareket edememişler; koalisyon partileri kolayca uzlaş-mazlığa düşüp uzlaşmazlıklarını ko-laylıkla çözememişlerdir; adam ka-yırmacılık zirve yapmış… En önem-

lileri de darbelere gerekçe olarak kullanılması, makro ekonomide yol açtığı yıkımlar, sivil iradenin bece-riksizliği algısını derinleştirmek gibi pek çok travmaya yol açmıştır.

Ne yazık ki, parlamenter rejimin içine düşürüldüğü bu durumun so-nucu olarak, Nazi Almanyası ve Sta-lin Rusyası’nda olduğu gibi, sağ ve sol bütün totaliter rejimlere karşı 1937’lerde liberal demokratlar tara-fından kullanılan “Militan demokra-si”, bizde halkın iradesine karşı kul-lanılma gerekçesi olmuştur. Yaşa-nan süreçte de toplum hem korku-tulmuş hem de aralarındaki güven aşındırılmıştır. Siyasal istikrarsızlık-lar, makro ekonomide de telafisi on yıllar sürecek kayıplara yol açmıştır.

Koalisyon dönemlerinin yeter-sizlikleri, bürokrasinin kişisel arzu-larını hukuk kuralı olarak dayatma-larına zemin hazırlamıştır. Cuntacı askerle işbirliğine giren hukukçu-lar, kendi kişisel görüşlerini geçer-li hukuk kuralıymış gibi kabul ettir-mek için, “anayasaüstülük”, “huku-kun genel ilkeleri”, “anayasa içi hiye-rarşi”, “uluslararası hukukun üstün-lüğü”, “Avrupa İnsan Hakları Sözleş-mesinin Türk kanunlarına üstünlü-ğü”, “anayasal teamül”, “anayasanın ruhu” gibi birtakım sihirli kavram ve ilkeler üzerinden kendilerine bir egemenlik alanı açmışlar, bugünler-de de bu imtiyazlarını yitirmemek için var güçleriyle direniyorlar.

Şimdi insan haklarına duyar-lı yeni bir Türkiye kuruluyor. İnsa-nın, başkaca hiçbir ön şart aranma-dan sırf insan olmasından dolayı, doğuştan ya da ana rahmine düş-mesinden itibaren sahip olduğu ve devlet, birey ya da birey topluluk-ları tarafından dokunulamayan ev-rensel ilke, kural ve haklarını tartış-ma konusu bile yapmadan kabulle-nen bir Türkiye kuruluyor. İnsanlar, devletten ve onun yarattığı hukuk-tan önce var olan, dolayısıyla dev-let tarafından yaratılamayan, sade-ce ortaya çıkarılıp tanınan birtakım doğal haklara sahiptirler ve dev-let, işte bu kendi hukukundan üs-tün doğal haklarla bağlı olduğu-nu kabul edecek ve onlara gereken saygıyı gösterecek. Böylelikle yeni

Türkiye’de insanın çok boyutlu kişi-liğinin geliştirilmesi güvence altına alınmış olacaktır.

İnsan hakları, zaman içinde bir-birini tamamlayan üç aşamadan geçerek bugünlere gelmiştir. Kişi hürriyetleri ve siyasal haklar, birin-ci aşama; sosyal ve ekonomik hak-lar, ikinci aşama; “Yeni İnsan Hakları” ise, “Halkların Hakları” ya da “Daya-nışma Hakları”nın yaşandığı üçüncü aşamadır. Birinci aşamada, hak ve özgürlüklerde devletin görevi ge-nellikle “müdahalede bulunmama” yükümlülüğüyle sınırlanmış, söz ko-nusu yükümlülük hak ihlalinde bu-lunmak isteyen birey ve topluluk-ların engellenmesi görevini de içe-rir. İkinci aşamada, eğitim ve öğre-nim hakkı, endüstrileşmeyle bera-ber işçi sınıfının ortaya çıkması so-nucunda, herkesin gerekli olanakla-ra kavuşarak hak ve özgürlüklerden gerçekten yaralanabilmesinin temi-ni için devletin sosyal ve ekonomik hayata zayıfı korumak amacıyla ak-tif olarak müdahalesini öngörmüş-tür. Üçüncü aşama, hayatın anlam ve amacına dair birbirinden fark-lı düşünen vatandaşların kendi ayrı iyi hayat kavrayışlarına göre yaşaya-bilecekleri “tarafsız” bir devletin ol-masıdır.

Şimdi insan haklarıyla ilgili bu üç aşamayı aynı anda hayata ge-çirmek gibi zor bir süreci yaşıyoruz. Biz, Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen ailesi olarak, bugüne kadar sorun-ların -ertelenerek, üstü örtülerek, bastırılarak, yok sayılarak- çözümü zor girift bir yapıya dönüştürüldü-ğünü bilerek hareket ettik. Bugüne kadar insanın; din, ahlak, hukuk, si-yaset, kültür, ekonomi; en önemlisi de, ancak özgür seçimleriyle insan olabileceğini savunduk. Tarihin, in-sanları kendi gerçekleriyle sorum-lu kıldığını hiç unutmadık. Bugün de sorumluluk birebir herkesin om-zundadır ve bunu avukata vekâlet verir gibi siyasilere, belli sayıda sen-dika yöneticisine yüklemekle sonuç alınamayacağını biliyoruz. Unutma-yalım ki, bugüne kadar dünyada en çok acı çeken insanlar; en az eğitil-miş, en az sorumluluk almış, en az örgütlenmiş olanlardır.

Page 6: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

4

Üniversite Çalışanlarının Sorunları veÇözüm Önerileri ‘Şura’da Ele Alındı

Eğitim çalışanlarının sorunlarının tespiti

ve çözüm yollarının, ancak bu sorunlara

muhatap kişilerin duyarlılıkları, talepleri,

katkıları ve sorumlu yaklaşımlarıyla

mümkün olacağı yaklaşımından

hareketle, hizmet kolumuzda

görevli tüm eğitim çalışanlarının

sorunlarının tespitinin ve çözüm

önerilerinin yine kendileri tarafından

yapılmasına aracı olduk

Türkiye’de ilk defa eğitim çalı-şanlarının bizzat içinde yer al-dığı ve sorunlarını tespit ede-

rek, bunlara yönelik çözüm önerilerini ortaya koyduğu bir şura gerçekleştirdik.

Eğitim-Bir-Sen olarak düzenlediği-miz “Eğitim-Öğretim-Bilim Hizmet Kolu Çalışanları Sorunları ve Çözüm Önerile-ri Şurası” ile ilk önce yerelde görev ya-pan eğitim çalışanlarının karşılaştığı so-runları bizzat kendilerinin tespit ede-rek, çözüm önerilerini ortaya koymala-rını amaçladık.

Eğitimin öneminin, önceliğinin ve niteliğinin, eğitim çalışanlarının görev-lerinin başına sorunsuz gitmeleriyle daha anlamlı bir boyut kazanacağı, do-layısıyla eğitimdeki sorunların da en aza indirilmiş olacağı; eğitim çalışanlarının sorunlarının tespiti ve çözüm yollarının ise, ancak bu sorunlara muhatap kişile-rin duyarlılıkları, talepleri, katkıları ve so-rumlu yaklaşımlarıyla mümkün olacağı yaklaşımından hareketle, hizmet kolu-muzda görevli tüm eğitim çalışanlarının sorunlarının tespitinin ve çözüm öneri-lerinin yine kendileri tarafından yapıl-masına aracı olduk.

Daha önceleri hiçbir kurum tarafın-dan gerçekleştirilemeyen, herkesin, her

kurumun bir başkası tarafından yapıl-masını beklediği bu hizmeti, Türkiye’de ilk kez yine birçok ilkte olduğu gibi, Eğitim-Bir-Sen olarak biz gerçekleştir-dik. Çalışmanın daha anlamlı olması, daha verimli geçmesi, ülkemizin her ye-rinde görev yapan tüm eğitim çalışanla-rını kapsaması ve ortaya başarılı sonuç-lar çıkarması için üç aşamalı olarak dü-şündüğümüz şuranın ilk aşaması, 5 Ara-lık 2009 tarihinde şubelerimiz tarafın-dan tüm illerde İl şuraları yapıldı. İkinci aşamada ise, 9 Ocak 2010 tarihinde 11 bölgede illerden delegelerin katılımıyla Bölge şuraları gerçekleştirildi.

Şura çalışmalarının son aşaması olan Şura Genel Kurulu, şura komisyonların-da görev yapanların da katılımıyla 6/7 Mart 2010 tarihlerinde Ankara Başkent Öğretmenevi’nde; Kadınlar Komisyonu, Hizmetliler Komisyonu, Memur, Teknis-yenler ve Şefler Komisyonu, Öğretmen-ler Komisyonu, Okul Yöneticileri Komis-yonu, Müfettişler ve Şube Müdürleri Ko-misyonu, Üniversite Akademik Personel Komisyonu, Üniversite İdari Personel Komisyonu ve Yurt-Kur Personeli Komis-yonu olarak 9 ayrı komisyon çalışması şeklinde gerçekleştirildi.

Page 7: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Sura’nın açılışında konu-şan Genel Başkanımız Ah-met Gündoğdu, eğitim çalı-

şanlarının sorunlarının il il, bölge böl-ge tartışılarak buralara kadar geldiği-ni belirterek, “Eğitim çalışanlarının so-runları bizim sorunumuzdur. Ve bugü-ne kadar sorunlar ve çözüm önerileriy-le ilgili sayısız çalışmamız, girişimimiz oldu. Ancak bu şuranın; mantığı, kuşa-tıcılığı ve katılımcıları açısından düşün-düğümüzde, bir ilk olduğu görülecek-tir. Bize göre eğitimin sorunu, çalışan-ların sorunları çözülmeden çözülemez. Biz, gerek sendika gerekse konfederas-yon düzeyinde, sorunların üzerine git-meye devam edeceğiz. Ancak sorunun kaynağı neredeyse, çözümü de orada aramalıyız, diyorum. Ve burada ortaya çıkacak değerlendirmeleri bu yüzden çok önemli buluyoruz. Çünkü sonuç al-mada, anlamak ve anlaşılmak son de-rece önemlidir. İnsan, ancak bu yolla haklı bir yerde durabilir ve haklı istek-leri karşılık bulur. Biz bilgiyi işlerimize hep ortak ettik; akıl, inanç, realite, me-deniyet geçmişimiz, tarihsel misyonu-muz bize böyle bir sorumluluk yüklü-yor” dedi.

Bu Ülkede Yaşayan HerkesinEşit ve Saygın YurttaşSayılmasını Önemsiyoruzİnsan olarak hepimizi harekete ge-

çiren, her gün yeni baştan eylem için-de olmaya mecbur kılan gerçeğin, ‘ol-ması gereken’ ile ‘olan’ arasındaki fark olduğunu kaydeden Gündoğdu, şöy-le konuştu:

“Biz, teorik olarak bu ülkede yaşa-yan herkesin eşit ve saygın yurttaş sa-yılmasını önemsiyoruz. Ancak bu du-rum, gerçekte özde vatandaşlar, sözde vatandaşlar ve müstakbel vatandaşlar sınıflamasına tabi tutulduğumuz ger-çeğini değiştirmez. Çünkü bu gerçeği, gündelik hayatımızın pek çok safhasın-da birebir yaşıyoruz. Bu haksızlık, key-filik, akıldışılık elbette çıkış noktamız olmayı fazlasıyla hak ediyor, eylemle-rimizi tutarlı ve anlamlı kılıyor. Biz, bu ülkede yaşayan insanlar açısından ya-

kın tarihimize baktığı-mız zaman ne görü-rüz? Hangi uluslara-rası başarımızı hatırlı-yorsunuz? Sürekli dar-be tehdidi, parti ka-patma, terör, sağ- sol çatışması ya da başka adlarla başka ideolojik kümelerin karşı karşıya getirildiği çatışmalar. Ne yazık ki, kaybede-nin millet olduğu uzun dönemler yaşamaya mecbur bırakıldık.”

Sendika olarak bu-güne kadar hizmet kolunda görevli tüm eğitim çalışanlarının sorunları ve çözüm önerileriyle ilgili olarak kendile-rine ulaşan ya da kendilerinin tespit et-tiği sorunları, geliştirebildikleri çözüm önerilerini ilgili bakanlara ilettiklerini, Yönetim Kurulu üyeleriyle birlikte so-runlar ve çözüm önerilerinin yer aldı-ğı raporlar sunduklarını ve bunların ta-kipçisi olduklarını anlatan Gündoğdu, “Bakanlık yetkilileriyle sayısız görüşme-lerimiz oldu. Milli Eğitim Bakanlığı‘nda ve üniversitelerimizde yaşanan sorun-ların, çalışanların uğradığı haksızlıkla-rın ne yazık ki sonu gelmedi. Haksızlık-ların boyutu, ‘insanın olduğu her yer-de bunlar olur’ denecek cinsten mün-ferit olaylar değil. Tam aksine, sistema-tik, bizzat sistemin yapısından kaynak-lanan sorunlar oldu, olmaya da devam ediyor” ifadelerini kullandı.

Vesayetçi Rejimin En ÇokKötülük Ettiği KurumlarÜniversitelerdir Ahmet Gündoğdu, vesayet reji-

minin kuşattığı, gelişmesine, evren-sel standartlara ulaşmasına izin ver-mediği, en çok kötülük ettiği kurum-ların üniversiteler olduğunun altını çi-zerek, “Üniversiteler; adı üstünde ev-rensel kurumlar olarak, felsefi tartışma ortamında akıl sürecini duygusal süre-cin önüne alarak kişilerin olayları göre-rek ve tartışarak farkına varılabilirliğini sağlayan ortamlardır. Avrupa’da ilk şe-

killenen üniversite tarihine bakıldığın-da, düşünsel anlamda çağının ilerisin-de olan hocalar, genellikle aykırı ve ra-dikal kişiler olarak tanımlanırlar. Bu or-tamlarda her türlü düşünce otorite-ye, tabulara ve kişilere bağlı olmaksı-zın tartışılmıştır. Yani hayata dair her şeyi sorgulayan, arkası gelmez soru-lar, üniversitelilerin kafalarındaki soru-lardır. Emmanuel Kant’ın da belirttiği gibi, aydınlanmış bilinç her türlü otori-te karşısında kendisini bağımsız hisse-der. Evet, aydınlanmış bilinç dünya so-runlarına eleştirel bakmayı başaran bi-linçtir. Eğer aydınlar kendilerini otori-teyle uyumlu olmaya mecbur hisset-seydi, bugün hala ilkel kabile topluluk-ları düzeyinde yaşıyor olurduk. Bu ba-kımdan yöneticiler ile uyum içinde ol-mayan radikal, başkaldıran aykırı kişi-lere çok şey borçluyuz. Eğer bizde de gerçek üniversal akılların iş başında ol-duğu üniversitelerimiz olsaydı, başör-tülü öğrencilerimiz derslere alınıncaya kadar onlar da ders işlemeyi reddeder-lerdi. Eğer üniversitelerimiz anayasa ve yasayla dayatılan ideolojik kafeslerden kurtarılamazsa, bilim adamları; res-mi ideolojiye paralel hareket edenle-rin ödüllendirildiği, muhalif düşünen-lerin cezalandırıldığı bir kurum olmak-tan çıkartılmadıkça; gelişme ve ilerle-me karşıtı, darbe yanlısı tavırlar almaya devam edecektir. Sonuç olarak üniver-sitelerimiz kaybederse, hepimiz kaybe-deriz” görüşünü dile getirdi.

“Eğitim Çalışanlarının SorunlarıBizim Sorunumuzdur”

5

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

Page 8: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

6

Şura’da, Üniversite Akademik Personeli, Üniversite İdari Personeli ve Yurt-Kur Personeli komisyonlarında tespit edilen sorunlar ve çözüm önerilerinden bazıları şöyle:

A. Üniversite Yönetimleri–Rektör seçimini mütevelli heye-

ti yapmalıdır. Mütevelli heyetinde; öğretim elemanları, idari personel ve öğrenci temsilcileri bulunmalıdır. Mütevelli heyetinin yarısından fazlası öğretim elemanlarından oluşmalıdır.

–Rektör bir dönemlik ve 5 yıllığı-na atanmalıdır. Ayrıca rektörün mev-cut yetkileri azaltılarak, birim kurulla-rının yetkileri artırılmalıdır.

–Birim kurulları, yönetim işleri ba-kımından şeffaf, denetlenebilir ve he-sap verebilir olmalıdır. Birim kurulları seçimle oluşturulmalıdır.

B. Akademik Teşkilatlanma–Üniversiteler sağlık, sosyal, fen

ve teknik bilimleri üniversiteleri hali-ne dönüştürülmelidir.

–Üniversiteler, kurulma yılı ve alt-yapı donanımlarına göre ‘gelişmiş’ ‘gelişmekte olan’ ve ‘yeni kurulan’ ol-mak üzere sınıflandırılmalıdır. Üniver-sitelere aktarılan kaynaklar ile öğre-tim üyesi alımı ve atama kriterleri bu sınıflandırmalara uygun yapılmalıdır.

–Üniversiteler arasında rekabeti sağlayacak teşvik edici imkânlar sağ-lanmalıdır.

C. Özerklik –YÖK Kanunu, akademik özerklik-

leri garanti eden, çağın ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmelidir. Aka-demik, sanatsal ve bilimsel özerklik sağlanmalı, her üniversite kendisini

ilgilendiren bütün seçim ve atamaları bizzat kendisi yapmalıdır.

D. Özlük Hakları –Üniversitelerde sözleşmeli istih-

dam sistemi kaldırılarak, kadrolu is-tihdam şekline geçilmelidir. Sicil sis-temi yerine performans sistemi geti-rilmelidir.

–Öğretim elemanlarının derece ilerlemelerindeki sınırlamalar kaldı-rılmalı, örneğin yardımcı doçentle-rin 1. dereceye inebilmeleri sağlan-malıdır.

–Öğretim elemanları kadrosuna atanan bir öğretim üyesi, ilgili üniver-siteye veya başka üniversitelere nak-len atanabilmelidir.

–2547 sayılı Kanun’un 33 ve 35. maddesine göre doktora yapan araş-tırma görevlileri, doktoralarını ta-mamlamalarını müteakip en geç 1 yıl içerisinde öğretim üyeliği kadroları-na atanabilmelidir.

– 50/d kadrosunda doktorasını bi-tiren araştırma görevlilerinin bilimsel çalışmalarını tamamlayabilmesi için 1 yıla kadar görevine devam etmesi sağlanmalıdır.

–Akademisyen olup, askerlik göre-vini yapmayan öğretim elemanlarına, öğretim elemanı ihtiyacı olan üniver-sitelerde Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki asker öğretmen modelinde olduğu gibi, belli bir süre görevlendirme ile askerlik hizmeti yapma imkânı sağ-lanmalıdır.

–Üniversitelerde; sürekli eğitim merkezi, döner sermaye vb. kapsam-da ücret alan akademik personelin üniversite ödeneklerinden kesinti ya-pılmamalıdır.

–Üniversitedeki öğretim eleman-larının faaliyetleri objektif perfor-mans kriterlerine göre değerlendiri-lerek, ücretlendirmeler yeniden yapı-landırılmalıdır.

–Akademisyenlere uygulanmakta olan disiplin yönetmeliği gözden ge-çirilmelidir.

E. Atama ve Yükselme Kriterleri –Doçentlik sözlü sınavları görsel

ve işitsel olarak kayıt altına alınmalı-dır. Doçent unvanı alan öğretim ele-manları, üniversitesinde kadro ihdas edilerek, iki ay içerisinde doçentlik kadrosuna atanmalıdır.

–Akademik Lisansüstü Eğitimi Sı-navı (ALES), TUS gibi (Merkezi Alan Sı-navı, MAS) alan sınavına dönüştürül-meli; bu sınav, mesleki derinliği, tec-rübe ve bilgi birikimini ölçen niteliğe kavuşturulmalıdır.

–Araştırma görevlisi, okutman, öğretim görevlisi ve uzman alımı, merkezi sınavla (Merkezi Alan Sınavı, MAS) yapılmalı, bu elemanlar, üniver-sitelerin taleplerine göre dağıtılmalı-dır. Bu kadrolara müracaat için mer-kezi yabancı dil sınavlarından (UDS, KPDS) en az 55 puan alma şartı geti-rilmelidir.

Akademik Personelin Sorunları veÇözüm Önerileri

Page 9: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

7

–Üniversitelerde yapılmakta olan rektörlük seçimlerinde sadece öğretim üyeleri oy kullanmaktadır. Üniversitede bulunan diğer akade-mik ve idari personel bu oylamanın dışında kalmaktadır. Hâlbuki alı-nan kararlar, bütün personeli etki-lemektedir. Rektörlük seçimlerin-de diğer akademik ve idari perso-nelin de oy kullanması sağlanma-lı, öğrenci temsilcilerine de oy hak-kı verilmelidir.

–Akademik personele verilmek-te olan Üniversite Ödeneği ve Ge-liştirme Ödeneği’nden idari perso-nel de belirli ölçülerde yararlandı-rılmalıdır.

–Üniversitelere atanacak olan yönetici kadroları için (Daire Baş-kanı, Fakülte Sekreteri, Şube Mü-dürü vb.) öncelikle kurum içi perso-nelin sınava tabi tutularak atanma-sı ve kurum içerisinde az 4 yıl çalış-ma şartının aranmasına yönelik dü-zenleme yapılmalıdır.

–Yükselme sınavlarının ivedilik-le yapılmasını sağlamak ve kuru-mun keyfi olarak sınav açmasını en-

gellemek için Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği’ne ‘en geç iki yılda bir sınav açılır’ iba-resi konulmalı, Yükselme sınavla-rında 70 olan baraj puanı 60’a dü-şürülmelidir.

–Yükseköğretim Kurumları Gö-revde Yükselme Yönetmeliği’nin 20. maddesinde değişikliğe gidile-rek (‘İlan edilen’ ibaresi çıkarılarak) sınavı kazanmış olup, yedekte bek-lemekte iken sınav açılmamış fakat boşalan kadrolara atamanın önü-nün açılması sağlanmalıdır.

–Görevde yükselme ve unvan değişikliği uygulamalarının periyo-dik aralıklarla gerçekleştirilmesine imkan sağlayacak kadro değişimle-ri gerçekleştirilmelidir.

–Kurumların KPSS ile perso-nel ihtiyacını karşılamadan önce unvan değişikliğine tabi kadrolar (Mühendis, Avukat, Tekniker Tek-nisyen vb..) için kendi içinde çalı-şan personele öncelik verilmek su-retiyle kurum içinde ilana çıkarak kendi kurumunda çalışan persone-lin atanması sağlanmalıdır.

–Görevde yükselme sınavına gi-rip ilk sıradakiler yerleştirildikten sonra yedekte kalan personel tek bir havuzda kabul edilip boşalan kadrolara en yüksek puandan baş-lamak üzere atama işlemi yapılma-lıdır.

–Bulundukları unvan ve kad-ro dışındaki görevlerde çalıştırılan eğitim çalışanlarına görevlendiril-dikleri kadronun mali haklarından yararlanma imkânı sağlanmalıdır. Örneğin, hizmetli, memur olarak çalıştırılıyorsa, memurun mali hak-larını almalıdır.

–Meslekleri ile ilgili lisans öğre-nimini tamamlamak isteyen perso-nele kolaylık sağlanmalıdır.

–Asli görevi akademik faaliyet yapmak olan akademik persone-lin idari görevlere atanması, tedvi-ren veya vekâleten yürütmesi, bu görevlere atanma hakkı olan ida-ri personelin üniversitede kariyer yapmasını engellemektedir. Bu du-ruma son verilmelidir.

–Memur kadrosundaki tüm personelin bilgisayar kullandığı

İdari Personelin Sorunları veÇözüm Önerileri

–Halihazırda profesörlük kad-roları, zamanı gelince verilen mük-tesep hak seviyesine indirilmiş ve yozlaştırılmıştır. Böylece kolay pro-fesörlük yolu açılmıştır. Profesörlü-ğe yükseltilmede, adayın sadece bi-limsel yayınları değil, oluşturduğu bilim ekolü, yetiştirdiği elemanla-rı; öğrenciye, eğitime ve kurumuna katkısı değerlendirmeye alınmalıdır. Bunların yanında topluma sınai, kül-türel, ekonomik ve sanatsal hizme-ti, danışmanlık görevleri de dikkate alınmalıdır.

F. Demokratikleşme veÖzgürleşme –Üniversitelerde inanç, düşün-

ce ve kılık-kıyafet sebebiyle ayrımcı-lık yapılmamalı, öğrenim hakkı en-

gellenmemeli, güvence altına alın-malıdır.

–Öğretim üyelerinin basına be-yanat verme, basın yayın organla-rında yorum yapma gibi hususlarda üniversitelerinden izin alma zorun-luluğu kaldırılmalıdır.

–Öğretim üyelerinin, aynen va-kıf üniversitelerinde olduğu gibi, is-tifa etmeden siyasi seçimlerde aday olabilmelerine imkân sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır.

G. Yabancı Dil –Akademik yükselmelerde ara-

nan yabancı dil sınavı kriteri belli dil-lerle sınırlanmamalıdır. Türkiye’nin dünya ile entegrasyon sürecini dik-kate alarak, kapsam geniş tutulma-

lı ve yabancı dil sınavı, adayın kendi branşlarında yapılmalıdır.

–Yabancı dil sınavını geçemeyen yardımcı doçentlerin mağduriyetle-rini gidermek için bir yıla kadar yurt-dışına gönderilip, dil yeteneği geliş-tirilmelidir.

–Dışarıdan yüksek lisans yap-mak isteyenlere yabancı dil sınavı zorunluluğu olmamalıdır.

H. Maaş ve Ders Ücretleri –Öğretim elemanlarının ek ders

ücretleri kaldırılmalı ve maaşları yükseltilmelidir.

–Öğretim görevlisi, okut-man ve uzmanlara da Geliştirme Ödeneği’nin tamamı ödenmeli ve ayrıcalık ortadan kaldırılmalıdır.

Page 10: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

8

gözönünde bulundurularak, Bilgi-sayar İşletmenliği kadrosuna geçi-rilmelidir. (Örnek; Sağlık Bakanlığı uygulaması)

–Milli Eğitim Bakanlığına bağ-lı kurumlarda çalışan şef, şube mü-dürü ve daha üst görevlerde bulu-nan kamu çalışanlarına ödenen ek ders ücreti, yükseköğretim kurum-larında dengi kadro görevlerinde çalışan personele de ödenmelidir.

–Performans değerlendirme-si sonucu sicil not ortalaması 90 ve üstü puan alan personele aylık-la ödüllendirme verilmelidir, böy-lelikle kamu çalışanının görevini daha titiz ve düzenli yapması sağ-lanacaktır.

–Eşit işe eşit ücret politikasının uygulanması sağlanmalıdır.

–Emekli olan personelin maaş ve ikramiye hesaplamasında, her ne ad altında olursa olsun, çalışır-ken yapılan ödemeler de (denge tazminatı, mesai, döner sermaye gibi) dahil edilmeli, 30 yıldan son-raki çalışmalar da emekli ikramiye-si hesaplamasında dikkate alınma-lıdır.

–Döner sermaye ve denge taz-minatı ödemesinde bir önceki yılın döner sermaye gelirleri matrah he-sabına dahil edilmemeli kendi büt-çe yılı içindeki ödemeler dikkate alınmalıdır.

–Kefalet Sandığı ücreti kesilen personele mali sorumluluk tazmi-natı ödenmelidir.

–Üniversitelerdeki daire baş-kanı, fakülte sekreteri, yüksekokul

sekreteri ve şube müdürleri, diğer kurumlarda görev yapan personel-de olduğu gibi, makam tazminatın-dan faydalandırılmalıdır.

–Kurumların SGK ile ilgili işlem-lerini yapan personele cezai müey-yidelerin (en küçük bir hatadan as-gari ücret tutarında kendi cebin-den ödemek üzere) çok yüksek ol-ması nedeniyle verilen sorumlulu-ğun karşılığında tazminat ödeme-si yapılmalıdır.

–Eş ve çocuk yardımı ödemeleri günün şartları dikkate alınarak artı-rılmalıdır.

–Üniversite yerleşkelerinin ge-nelde şehir merkezlerinin dışında konumlanması nedeniyle persone-linin servis-ulaşım problemleri için idarece ilgili bütçe tertiplerine ser-vis bedeli eklemesi gereklidir. Üni-versiteler bütçe olanakları çerçeve-sinde otobüs temin etmeli, üniver-site yerleşkesi içinde ring ve şehir merkezi ile ulaşım sağlamalıdır.

–Sosyal devlet anlayışından yola çıkılırsa; sağlık, eğitim ve gü-venlik hizmetlerinin devletçe üc-retsiz ve eşit bir şekilde karşılan-ması gerekmektedir. Bu kapsamda, kamuda çalışan personelden mua-yene ücreti, hastane katkı payı, ilaç katkı payı gibi ücretler alınmamalı-dır.

–Üniversite personeli, tüm üni-versitelere ait sosyal tesislerden, uygun ekonomik şartlarda fayda-landırılmalıdır.

–Kanunla belirlenmiş engeli bu-lunan memura veya bakmakla yü-

kümlü olduğu aile fertlerinden en-gelli bulunan memura yıpranma payı verilmeli ve yıpranmanın hiz-metine sayılması sağlanmalıdır. En-gelli karşılığı alınan vergi muafiyeti kişinin maaşına göre değil de özür oranına göre tespit edilmelidir. Ay-rıca vergi muafiyeti alan persone-le verilmeyen asgari geçim indirimi noksansız olarak verilmelidir.

–Yıllık raporlarda dikkate alı-nan 7 günlük raporlu-izin hakkı 30 güne çıkarılmalıdır.

–Şoför olarak çalışanlara ay-lık kilometre sınırı getirilmeli, tra-fik cezaları ve kazalara ilişkin mali sorumluluklar açısından mağduri-yet yaşamalarını engelleyecek ted-birler alınmalıdır. Kurumlarca mali sorumluluk sigortası yapılması için yasal düzenleme yapılmalıdır.

–STK’ya üyelik konusunda üni-versite onayı aranmamalıdır.

–Yükseköğretim kurumları arası geçiş veya diğer kurumlara geçiş-lerde muvafakat şartı aranmadan, istek ve ihtiyaç dikkate alınarak ge-çiş imkanı sağlanmalıdır.

–2547 sayılı Kanun’un 13/b-4 maddesi kanundan çıkarılmalıdır.

–4/B’li çalışanların daimi statü-de kadroya alınması gerekmekte-dir. Kadroya geçirilinceye kadar bü-tün kadrolardaki 4/B’li personelin görev tanımları açık ve net bir şe-kilde düzenlenmeli, görevi dışında çalıştırılmamalıdır.

–İtfaiye personeli yardımcı hiz-metler sınıfından genel idare hiz-metleri sınıfına geçirilmelidir.

Page 11: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

9

–Yurt Yönetim Memurları, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na göre Genel İdare Hizmetle-ri Sınıfı’nda çalışmaktadır. Ancak; müktesepleri ¼ dereceye kadar ilerlemelerine rağmen 5. kadro de-recesinden aşağı derecelere ineme-mektedirler. 657 sayılı Devlet Me-murları Kanunu’nda gerekli düzen-lemeler yapılarak, çalışanların mük-tesebine göre kadro dereceleri ve-rilmelidir.

–2000 yılında yürürlüğe giren Görevde Yükselme Yönetmeliği gü-nümüz şartlarına göre yeniden dü-zenlenmelidir. Sınav sisteminde-ki değerlendirme kriterleri, sendi-kaların da görüşleri alınarak yeni-den belirlenmeli, görevde yüksel-me sınav sistemi gözden geçirilerek görevde yükselme sınavına girme şartlarını taşıyan tüm Yurt-Kur çalı-şanlarının unvanlarına uygun sına-va girmeleri sağlanmalıdır. Sınavlar-da alınan puanlara, oluşturulacak olan Ek 2 Değerlendirme Formu ek-lenerek puan hesaplaması yeniden düzenlenmelidir.

–Kurum personelinin üniversi-tede öğrenim gören çocukları öğ-renim süresi boyunca Kurum yurt-larından ücretsiz yararlandırılmalı

ve Kurum tarafından verilen kredi-ler burs olarak verilmelidir.

–Yurt-Kur personelinden özel gece hizmetleri statüsüne göre 24 saat nöbet tutan tüm persone-lin mesai saati ücretleri çok düşük-tür. Eşit işe eşit ücret prensibinden hareketle, yetersiz olan mesai üc-retleri pansiyonlu okullarda veya SHÇEK’te nöbet tutan personele ödenen mesai ücreti düzeyine çıka-rılmalıdır.

–Görev tazminatı alan üst dü-zey memurların emekli olmaları ha-linde görev tazminatları emekli ma-aşlarına yansıtılmaktadır. Kurum personeline ödenen ek ödemenin emekli olan personelin emekli ma-aşına yansıtılmasına yönelik düzen-leme yapılmalıdır.

–657 sayılı Kanun’a tabi perso-nele eş ve çocuklarının vefatı halin-de cenaze ve nakil hizmetleri ücreti ödenmektedir. Kurum çalışanlarına, bakmakla yükümlü olduğu anne ve babasının vefatı halinde de cenaze ve nakil hizmetleri ücreti ödenme-lidir.

–657 sayılı Devlet Memurla-rı Kanunu’na tabi personelin eş-çocuk-anne ve babalarının vefat et-meleri halinde 5 günlük mazeret

izinleri bulunmaktadır. Bu kanun-da düzenleme yapılarak personelin eşinin anne, baba ve kardeşlerinin vefat etmeleri halinde de 5 günlük mazeret izninden faydalanmaları sağlanmalıdır.

–657 sayılı Kanun’da yer alan, çalışan personele yapılan öğle ye-meği yardımı makul seviyeye çıka-rılmalıdır.

–Kurumda çalışan tüm perso-nel, branşlarına ve unvanlarına göre, periyodik zamanlarda hizme-tiçi eğitime alınmalıdır.

–Muhasebe yetkilisi (tahsilât so-rumlusu) mutemetlerine ve harca-ma yetkilisi (iş avansı ) mutemetle-rine mali sorumluluk tazminatı ve-rilmelidir.

–Bölge müdürlüklerinde çalışan personel, ek ödemelerden, kadro ve unvanlarına bakılmaksızın eşit bir şekilde faydalandırılmalıdır.

–Sosyal çalışmacı, psikolog, eği-tim rehberi danışmanlığı, diyetis-yen ve hemşire kadrolarında, yurt öğrenci kapasitesine bakılmaksızın tüm yurtlara kadro tahsisi yapılmalı ve öğrencilerin yurtlarda yoğun ol-duğu 15:00-23:00 saatleri arasında çalışmaları sağlanmalıdır.

Yurt-Kur Çalışanlarının Sorunları veÇözüm Önerileri

Page 12: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Konfederasyonumuz Memur-Sen, Şekerbank ve SBN ile yaptığı anlaşmalarla üye-

lerine yeni fırsatlar kazandırdı. Buna göre, üyelerimiz kaskoda yüzde 40 indirim kazanırken, grup ferdi kaza tazminatları da 15 bin TL’den 25 bin TL’ye yükseltildi.

Memur-Sen’in, Şekerbank, SBN ve Grup Marmara Sigortacılık Aracılık Hizmetleri ile imzaladığı protokolle, üyelerimiz 25 bin TL’lik ferdi kaza si-gortası kapsamına alındı.

Ömrü UzatamayızAma AcılarıPaylaşarak Hafifletebiliriz Kızılcahamam Asya Termal Tesisle-

ri’nde düzenlenen törende konuşan Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, bu anlaş-mayla, üyelerimizi risklere karşı gü-vence altına almaya çalıştıklarını ifa-de ederek, “Üyelerimiz hiç bir ödeme yapmayacaklar. Biz onlar adına prim-lerini ödeyeceğiz. Ömrü uzatmaya

gücümüz yok, ancak acıları paylaşa-rak hafifletebiliriz. Geçen yıl vefat ha-linde ödenen ferdi kaza sigortası taz-minatı 15 bin TL iken, bu yıl bu rakam 25 bin TL oldu” dedi.

Memur-Sen’in 400 bine varan üye-si ve özelde üyelerinin genelde ise Türkiye’nin sesi haline gelmiş büyük bir konfederasyon olduğunu belir-ten Gündoğdu, üyelerini günlük ha-yat içerisinde gizlenen kazalara karşı teminat altına almak ve gerek zorun-lu gerekse isteğe bağlı sigorta branş-larında da piyasadaki fiyatların altın-daki prim miktarlarıyla poliçe sahibi yapmak için SBN Sigorta ile yaptıkla-rı anlaşmayı yenilediklerini kaydetti.

Gündoğdu, SBN Sigorta’yla yap-tıkları anlaşma ile, üye, sendika ça-lışanları ve sendikalarına üye iken emekliye ayrılanlara veya sendika üyesi olmaya engel görevlere ata-nanlara önemli avantajlar sağladık-larını bildirdi. Gündoğdu, öncü ve so-rumlu sendikacılığın simgesi Memur-Sen’in ve bağlı sendikalarının, kamu

görevlilerine yeni ufuklar üreten hiz-metlere devam edeceğini sözlerine ekledi.

Güçlü AileninFayda Sağlayıcısıyız Şekerbank Genel Müdür Yardımcısı Abdurrahman Özciğer ise, güçlü içe-riğe sahip örgütlenmiş bir yapıyla ça-lışmaktan mutlu olduklarını söyle-di. Bu yapıyla Memur-Sen’in önünde hiç bir engelin duramayacağını ifa-de eden Özciğer, şöyle konuştu: “Biz Şekerbank ve SBN; değer ve hizmet sendikacılığı ile ‘biz güçlü bir aileyiz’ ifadesinin daha da somutlaştırılma-sında fayda sağlamak için buradayız. Biz bir arabayız. Siz de bu arabayı sü-ren, arabaya alınacak yolcuları belir-leyecek şoförlersiniz. Ancak bu hiz-metlerden sadece bu güçlü ve büyük ailenin üyeleriyle eş ve çocukları fay-dalanabilecek. Birçok avantaj sunaca-ğız. Sizlerden gelen istek ve öneriler doğrultusunda, kurum ve kuruluşlar-la indirim anlaşmaları sağlayacağız.”

Sigorta Anlaşmasıyla Üyelerimiz Adına Yeni Kazanımlar Elde Ettik

10

Page 13: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Başarılı Bir Yıl Geçirdik SBN Sigorta Genel Müdürü Erhan Özsertel, geçen yıl yapılan anlaşmadan sonra, başarılı bir yıl geçirdiklerini belirtti. Grup ferdi kaza sigortası kapsamında hayatlarını kaybeden Memur-Sen üyelerinin tazminatlarının en kısa sürelerde ödendiğine dikkat çeken Özsertel, “Keşke, kimse aramızdan ayrılmasaydı da, biz de o tazminatları ödemeseydik. Burada hep beraber olabilseydik. Ancak, daha önce de dile getirildiği gibi, ömrü uzatmak gibi bir gücümüz yok. Güçlü bir aileyle çalıştığımızı biliyoruz. Gelecekte Türkiye’nin en büyük sivil toplum örgütü olarak Memur-Sen’i görüyorum. Bu güçlü ailenin çözüm ortağı olarak burada yer almaktan mutluluk duyuyorum” diye konuştu.

Grup Ferdi Kaza Sigortası: Üyelerimiz, anlaşmanın imzalanmasıyla vefat ve sürekli engellilik halinde 15 bin TL teminat sahibi oldu.

Şekerbank tarafından verilecek ve alınması isteğe bağlı olan, ‘Memur-Sen Ailem Kredi Kartı’ sahipleri ise, ek olarak 10 bin TL teminat daha kazanacak. Böylece toplam tutar 25 bin TL’ye çıkmış olacak.

Kasko: Üyelerimiz, aynı marka ve model için SBN tarafından belirlenen en düşük tarife tutarından yüzde 30 indirim sahibi olacak.

Memur-Sen Ailem Kredi Kartı sahipleri, buna ek olarak yüzde 10 daha indirim kazanacak. Toplamda yüzde 40 indirimli kasko anlaşması yapmış olacaklar.

Zorunlu Trafik Sigortası: Üyelerimiz, SBN’nin aracın kayıtlı olduğu ilde uyguladığı taban fiyat üzerinden araçlarını sigortalı yaptırabilecekler.

Ödemelerin Şekerbank’ın, ‘Memur-Sen Ailem Kredi Kartı’ ile yapılması halinde; 40 TL’ye kadar olan ücretler peşin tahsil edilirken, 41-80 TL arası 2 taksit, 81-160 TL olması halinde 4 taksit, 161-240 TL olması halinde 6 taksit, 241-320 TL olması halinde 8 taksit, 321-400 TL olması halinde 10 taksit, 400 TL ve üzeri miktardaki poliçeler içinse 12 taksit imkânı uygulanacak.

Ödeme, diğer kredi kartlarıyla yapılırsa, SBN’nin mevcut uygulaması esas alınacak.

Poliçeler Nasıl Alınacak? Yapılan anlaşmayla, üyelerimizin hizmet alması da kolaylaştırıldı. Sözleşme kapsamında

yer alan üyelerimiz, almak istedikleri sigorta poliçesi isteğini, Grup Marmara Sigorta Aracılık Hizmetleri veya Şekerbank şubelerine ileterek, poliçelerini alabilecek.

SBN veya Grup Marmara Sigorta’ya yapılan müracaat sonrası düzenlenen poliçeler ise, bu kuruluşlar veya il ya da ilçedeki Şekerbank Şubesi aracılığı ile ulaştırılacak.

Ayrıca, Şekerbank şubelerinden satın alınacak sigorta poliçeleri, başvuru anında ilgili şube tarafından düzenlenerek teslim edilecek.

11

Üyelerimizin Sigorta AnlaşmasıylaElde Ettiği Kazanımlar

Page 14: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

12

Üniversite Temsilcileri Toplantısı2. Antalya’da Gerçekleştirildi

Özlük hakları ile akademik çalışmaları

birlikte yürüten tek sendikayız.

Üniversitelerde örgütlenme bağlamında

daha iyi yerdeolmayı hak ediyoruz

Genel Başkanımız Ahmet Gün-doğdu, 28 Şubat sürecinde dik duran aydınlar ve akade-

misyenler olsaydı, darbecilerin bu kadar ileri gidemeyeceklerini, toplumun da bu kadar zarar görmeyeceğini söyledi.

2. Üniversite Temsilcileri Toplantısı Antalya’da yapıldı. Toplantının açılışın-da konuşan Genel Başkanımız Ahmet Gündoğdu, devletin milleti değil, mille-tin devleti olması gerektiğini ifade ede-rek, “Devletin milleti mi, milletin dev-leti mi; biz tereddütsüz ‘milletin devle-ti’ diyoruz. Güvenlik olmadan özgürlük, özgürlük olmadan da güvenlik olmaz” dedi.

61 Model Anayasaya GöreÇıkarılan İç HizmetlerKanunu İle Devleti MillettenKoruyoruz Gündoğdu, 61 model Anayasa’ya

göre çıkarılmış olan İç Hizmetler Kanu-nu ile devleti milletten koruma görevi-nin Türk Silahlı Kuvvetleri’ne verildiği-ni hatırlatarak, “Cumhuriyeti cumhur-dan koruma anlayışını kabul etmemiz mümkün değildir. Cumhur olmadan cumhuriyet olur mu. Siz kimi kimden koruyorsunuz. Bu garabet sona erme-lidir” şeklinde konuştu.

Darbe lafını ağzına alanlara bile ceza verilmesi gerekirken, Anayasa’daki ge-çici 15. madde sayesinde darbecile-rin korunduğunu belirten Gündoğdu, “Anayasamızın 104’üncü maddesinde Cumhurbaşkanı ordunun başkomuta-

nı. 108’inci maddesine bakıyorsunuz, denetleme kurulu oluşturma yetkisi ve denetleme yetkisi var. Ama ordu dene-tim dışı. Kozmik odaya bakıyorsunuz; sırlara yüzbaşı vâkıf, başkomutan vâkıf değil. Sırlara, belgeleri yaktığı kamuo-yuna çıkan er vâkıf, hâkim vâkıf değil. Başkomutan’a, yargıya ‘sır oda’ olmaz, olamaz. Yasama, yürütme, yargı kuvvet-ler ayrılığı ilkesinde işleyiş yolunda git-miyor. Demokratik, sosyal hukuk devle-tine inanıyorsak, hukukun üstünlüğüne de inanmalı ve ona göre hareket etmeli-yiz” değerlendirmesinde bulundu.

Page 15: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

13

Hadleri Bildirilenler Avrupa’daParlamenter Oluyor İnancının gereğini hayatına da

yansıtan, başörtüsüyle okumak iste-yen, milletin onayını alarak Meclis’e giren kızlarımıza burada hadleri bil-diriliyorken, onların bugün başta Belçika olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde başörtüsüyle okula gitti-ğini ve parlamentoya girdiğini kay-deden Gündoğdu, “Başörtüsü do-ğuştan gelen bir haktır. Yasalarla, Anayasa ile kısıtlanamaz veya veri-lemez” ifadesini kullandı.

Siyaset ile sendikacılık arasın-daki farka dikkat çeken Gündoğdu, “Siyaset, idare etme sanatıdır; sen-dikacılık ise, hak ile idare etme sa-natıdır. Gerçek sendikacılık, zülfü yare dokunan sendikacılıktır” diye konuştu.

Eski AlışkanlıklarınTerk Edilmesi Gerekiyor Örgütlenme hakkı ile ilgili üni-

versitelerde hala sıkıntı yaşadıkları-nı belirten Gündoğdu, iklimin oluş-ması için mücadele ettiklerini vur-guladı.  Bazı rektörlerin hala eski

alışkanlıkları sürdürdüklerini dile getiren Gündoğdu, Türkiye’nin ge-liştiğini, değiştiğini ifade ederek, ar-tık ‘Ordu Göreve’ pankartının altın-da yürümekle rektörlük yapılama-yacağını herkesin anladığını, anla-mak istemeyenlerin de geçmişte kalan alışkanlıkları terk etmeleri ge-rektiğinin altını çizdi.

Gündoğdu, Kurum İdari Kuru-lu Toplantısı’nda eğitim çalışanla-rı adına önemli kararları imza altına aldıklarına da dikkat çekerek, şöyle konuştu:

“Artık idarecilerin promosyonla-rı örtülü ödeneğe çevirme imkan-ları ortadan kalkmıştır. Kurum İdari Kurulu’nda ‘promosyonların yüzde 100’ü çalışanlarındır’ kararını imza altına almıştık ve Bakan’ın genelge-yi imzalamasıyla bu durum uygula-maya konulmuştur.”

Özlük Hakları ile AkademikÇalışmaları Birlikte YürütenTek Sendikayız Üniversitelerin bilimin merkezi

olmasını ve özgür bireyler yetiştir-mesini istediklerini belirten Ahmet Gündoğdu, üniversite çalışanlarının

örgütlenerek, geleceğin inşasında görev almaları gerektiğini kaydede-rek, “Üniversitelerde hak ettiğimiz yerde değiliz. Özlük hakları ile aka-demik çalışmaları birlikte yürüten tek sendikayız. Üniversitelerde ör-gütlenme bağlamında daha iyi yer-de olmayı hak ediyoruz” dedi.

Türkiye’nin cesur bilim adamla-rına ihtiyacının olduğuna da işaret eden Gündoğdu, “28 Şubat sürecin-de dik duran aydınlarımız ve aka-demisyenlerimiz olsaydı, darbeci-ler bu kadar ileri gidemeyeceklerdi, toplum da bu kadar zarar görmeye-cekti” diyerek sözlerini tamamladı.

Genel Sekreterimiz Halil Etye-mez, Genel Mali Sekreterimiz Ah-met Özer, Genel Teşkilatlanma Sek-reterimiz Erol Battal, Genel Basın Ya-yın Sekreterimiz Hıdır Yıldırım, Ge-nel Eğitim ve Sosyal İşler Sekreteri-miz Esat Tektaş, Genel Mevzuat ve Toplu Görüşme Sekreterimiz Rama-zan Çakırcı’nın da birer konuşma yaptığı toplantıda, üniversite tem-silcilerimiz söz alarak karşılaştıkları sıkıntıları ve yapılması gereken ça-lışmaları anlattılar.

Page 16: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

14

Bilim ve ÜniversiteHalil EtyemezGenel Sekreter [email protected]

Üniversite denildiği zaman akla ilk gelen şey, bilim ve akademik eğitimdir. Çün-

kü akademik çalışmaların, bilimsel sistematiğe uygun araştırmaların yapıldığı yerdir, üniver-siteler. Üniversite, aynı zamanda eğitim ku-rumudur. Formel eğitim sürecinde en üst dü-zeyde eğitim üniversitede yapılır. Üniversitele-rin diğer eğitim kurumlarından en önemli far-kı, bilgi aktarımı ve eğitimin yanında bilgi üre-ten kurumlar olmasıdır.

Ancak, “Ülkemizdeki üniversitelerde işlev-lerine uygun olarak bilgi üretimi ve akademik eğitim yapılıyor mu” sorusuna alacağımız ce-vap, ‘hayır’ olacaktır. Üniversitelerimiz, eğitim açısından yoğun faaliyetlerini yürütürken, bil-gi üretiminde oldukça geri kalmış durumdadır. Eğitim alanındaki yoğun faaliyetleri de aslında istenilen düzeyde değildir. Üniversitelerin bi-limsel çalışmalar yapması ve bilgi üretmesi ge-rekirken, gerçekte böyle bir kaygının olmadı-ğını görüyoruz. Çünkü üniversitelerimiz ge-nişletilmiş ve büyütülmüş lise gibi eğitim ver-mektedir. Üniversiteler, memur yetiştiren mes-lek okulları haline gelmiştir, üstelik mesleki an-lamda düzeyi düşük eğitim vermektedir.

Bugün üniversitelerimizde kitle eğitimi ya-pılmaktadır. Öğrenci sayıları kabarık ve amfile-re doldurulmuş kalabalıklarla üniversite eği-timi yapılamaz. Ayrıca öğretim üyelerinin de 20-30 saat derse girerek bilim üretme şansları yoktur. Bunun için üniversitelerimizin yapılan-masının bilimsel çalışmalara uygun olması ge-rekir. Ülkemizde üniversite sayısının az olması ve yeteri kadar akademisyen yetiştirilmemesi, yeterince kaynak aktarılmaması, bilimsel çalış-malara gereken önemin verilmemesi, bugün-kü üniversite modelini ortaya çıkarmıştır.

Ülkemizde ilk açılan üniversite İstanbul Üniversitesi’dir. 1933 yılında Darülfünun adı İs-tanbul Üniversitesi olarak değiştirilerek eğiti-me devam edilmiştir. 1961 yılında ülkemizde İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniver-sitesi, Ankara Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Ortadoğu Tek-nik Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi, Boğazi-çi Üniversitesi olmak üzere 9 üniversite vardı. Bugün, yeni açılanlarla birlikte 139 üniversite-miz eğitim-öğretim faaliyetini sürdürmekte-dir. Günümüzde yeni açılan üniversiteler, bazı tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Elbet-te bu yapılacaktır. Üniversitelerdeki eğitimde nitelik mi önemlidir, nicelik mi? İkisi de bugün-kü üniversite eğitimi açısından önemlidir, kuş-kusuz. Ülkemizdeki üniversitelerde her ikisini de birlikte geliştirmek gerekiyor. Çünkü Türki-ye 72 milyon nüfusa sahip büyük bir ülkedir. Bu anlamda ülke insanını nitelikli hale getir-mek için üniversite eğitimini almış olanların

oranını yükseltmek gerekir. Ancak, bu kadar üniversitede eğitime devam edilirken, öğre-tim üyesi ve akademisyen sıkıntısı had safha-ya ulaşmıştır. 80 üniversite varken ve bu üni-versitelerin öğretim üyesiyle eğitim-öğretime devam edilirken, bir anda ülkemizde üniversi-te sayısı 139’a ulaşmıştır. Buna rağmen öğre-tim üyesinde bir artış yok ve bu öğretim üye-si sayısıyla eğitim-öğretime devam etmek zo-rundadır. Bunun için acil önlemler alınmalıdır. Yoğun olarak akademisyen ve üniversite ho-cası yetiştirmek gerekir. Bazı üniversitelerimiz, uzmanlık alanları da göz önünde bulunduru-larak, araştırma ve lisansüstü eğitimlere ağırlık vermeli, hatta sadece lisansüstü eğitim, dok-tora ve akademik araştırmalar yapan üniver-siteler oluşturulmalıdır. Bu çerçevede, sadece eğitim bilimlerinin geliştirilmesi için Eğitim Bi-limleri Üniversitesi açılmalıdır. Böylece ülkemi-zin eğitim sorunlarına daha çok katkı sağlana-cak, eğitim sorunlarının çözümünde daha faz-la çaba sarf edilecektir.

Üniversitelerimiz özgürlüklerin önünün açılmasının ve demokratikleşmenin öncüsü olmalıdır. Bunun için üniversitelerimiz özerk yapıya kavuşturularak, YÖK’ün despot yapısın-dan kurtarılmalıdır. Bu, hem üniversite öğren-cileri için hem de akademisyenler için lüks bir yönetim anlayışı değildir. Bu aynı zamanda in-sani bir yaklaşımdır. Üniversitelerimiz, demok-ratik değerlerin toplumdaki öncüsü olacaksa, demokratik bir yapıya kavuşturulmalıdır. Ayrı-ca toplumun acil sorunları varken, üniversite-ler kayıtsız kalıyorsa, orada zihniyet olarak bir sorun var demektir. Aksine üniversiteler kayıt-sız yaklaşımından vazgeçerek, sorunların çö-zümünde öncülük etmelidir. Bu yaklaşım, üni-versitelerin toplumla kaynaşmasını da sağla-yacaktır.

Bir kısım üniversitelerdeki akademisyenler, topluma tepeden bakmakta ve toplumun so-runlarıyla ilgilenmemektedir. Bu sebeple top-lumla bağ kurmakta zorlanmaktadırlar. Bunlar, mevcut tutumlarından vazgeçerek, toplumla kaynaşmanın yolunu bulmaya bakmalı, toplu-mun sorunlarıyla ilgilenmelidir. Bunun olabil-mesi için akademisyenlerin de kendi sorunla-rından arındırılması gerekir. Ekonomik kaygı-larının olmaması gerekir. Ekonomik sorunla-rıyla uğraşan akademisyenlerden bilimsel ve toplumsal duyarlılık beklemek safdillik olacak-tır.

Sonuç olarak, üniversitelerimiz; toplumun sorunlarıyla ilgilenmeli, bilgi üretme yeri ol-malı; yasakların, korkuların olmadığı, özgür-lüklerin önünün açıldığı, demokratik değer-lerin savunulduğu eğitim-bilim yuvası haline getirilmelidir.

Üniversitelerin diğer eğitim

kurumlarından en önemli farkı, bilgi aktarımı ve

eğitimin yanındabilgi üreten

kurumlarolmasıdır

Page 17: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

15

Genel Başkanımız Ahmet Gündoğdu, Afyonkarahisar, Isparta, Malatya ve Kırıkkale’deŞubelerimizin toplantılarına katıldıktan sonra rektörleri ziyaret etti.

Rektörlere Ziyaret

Genel Başkanımız Ahmet Gündoğdu, Afyon Kocate-pe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Altuntaş’ı ziyaret etti.

Eğitimin ve bilimin öne çıkarılmasını, üniversitelerin bilimin, özgürlüğün merkezi olmasını istediklerini vur-gulayan Gündoğdu, ancak nitelikli eğitim alan bireyler-le toplumunun gelişeceğini, demokrasiye ulaşılabilece-ğini söyledi.

Rektör Prof. Dr. Ali Altuntaş ise, sendikal örgütlenme-lerin gelişmesini, çalışanların haklarını aramalarını önem-li bulduğunu ifade ederek, “Sendikalara bakışımız belli-dir. Bu konuda herkese eşit mesafedeyiz” dedi.

Genel Başkanımız Ahmet Gündoğdu, Süleyman Demirel Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Metin Lütfi Baydar’ı ziyaret ederek, görüş alışverişinde bulundu. Eğitim konusunu önemsediklerini belirten Gündoğdu, “Çünkü demokratikleşme ancak eğitimli bireylerle gerçekleşebilir” dedi.

Sendikal anlamda üniversitelerde hak ettikleri yerde olmadıklarını kaydeden Gündoğdu, özlük hakları mücadelesiyle akademik çalışmaları birlikte yürüten tek sendika olduklarını söyledi.

Rektör Prof. Dr. Metin Lütfi Baydar, sendikalaşma konusunda herhangi bir çekince koymadıklarını ve kimseyi yönlendirmediklerini ifade ederek, sendikaların üniversitede örgütlenmelerini yararlı gördüklerini belirtti.

Üniversitelerin Özgürlüğün MerkeziOlmasını İstiyoruz

Demokratikleşme Ancak Eğitimli Bireylerle Gerçekleşebilir

Genel Başkanımız Ahmet Gündoğdu, Malatya’da katıldı-ğı çeşitli toplantıların ardından İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemil Çelik’i ziyaret etti. Ziyarete, Şube Başkanımız Şahin Kayaduman ve Şube Yönetim Kurulu üyeleri de katıldı.

Ziyarette konuşan Rektör Çelik, göreve geldiği zaman-dan bugüne kadar üniversitenin toplumla bütünleşmesini sağladıklarını, mevcut fakültelere yenilerini eklemenin ya-nısıra, 8 yıldır kapalı olan İlahiyat Fakültesi’ni yeniden açtık-larını kaydetti. Rektör Çelik, Eğitim Fakültesi’nin derslerinde de düzenlemeler yaparak, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğ-retmenliği bölümünü yeniden öğretime dahil ettiklerini ha-tırlattı.

Ahmet Gündoğdu ise, yıllardır dile getirdikleri üniver-sitelerin bilim yuvası olması, ideolojik tartışmalardan uzak kalması temennisinin gerçekleşmiş olduğunu görmenin kendisini mutlu ettiğini söyledi. Gündoğdu, halkıyla bütün-leşmiş, halkın değerlerine yabancı olmayan ve o değerler-le bütünleşmiş eğitim sisteminin mutlaka başarılı olacağına inandığını bildirdi.

Genel Başkanımız Ahmet Gündoğdu, Kırıkkale Üniversite-si Rektörü Prof. Dr. Ekrem Yıldız’ı ziyaret ederek, yeni görevin-de başarı diledi.

Ziyaretten dolayı son derece mutlu olduğunu ifade eden Rektör Yıldız, üniversitelerin, bulundukları illeri önemli konular-da atağa geçiren bacasız fabrikalar konumunda olduğunu kay-dederek “Üniversitemiz ile şehrin bütünleşmesi için başlatılan ve devam eden her çalışmanın yanındayız” şeklinde konuştu.

Ahmet Gündoğdu ise, Kırıkkale’nin gelişmekte olan bir il konumunda olduğunu belirterek, “Gelirken, dikkatimi çekti. Kampüsün bulunduğu yer oldukça güzel bir konumda. Emeği geçen bütün arkadaşları kutluyorum” ifadelerini kullandı.

“Özelde üyelerimizin ortak ekonomik, sosyal, kültürel, öz-lük, mesleki, hak ve menfaatlerini korumayı ve geliştirmeyi, ge-nel de ise insana ve insanlığa yönelen her türlü haksızlığı ve hu-kuksuzluğu sona erdirmeyi amaç edinen bir sivil toplum kuru-luşuyuz” diyen Gündoğdu, şunları söyledi: “Bu kapsamda, insan haklarını evrensel hukuk ilkeleriyle şekillendiren ve teminat al-tına alan demokratik hukuk devletinin varlığını önemsiyor ve ülkemizin bütün kural ve kurumlarıyla hayata geçmiş kalıcı de-mokrasiye sahip olmasının mücadelesini veriyoruz.”

Halkın Değerleriyle bütünleşmişEğitim Sisteminin Mutlaka

Başarılı Olacağına İnanıyoruz

Üniversite İle Şehrin Bütünleşmesi İçinYapılan Çalışmaların Yanındayız

Page 18: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

16

Genel Başkanımız Ahmet Gündoğ-du, örgütlenme hakkı konusunda üni-versitelerde sıkıntı yaşandığını ifade ederek, “Sütçü İmam Üniversitesi Rek-törü, promosyonlarla ilgili Başbakan-lık genelgesini hatırlatan sendikamıza baskı uyguluyor; örgütlü toplumun gü-cünü ve işlevselliğini kırmak istiyor. Ça-lışmalarımızı denetlesin, hukuki açıdan rahatsız olacağı bir şey varsa savcılığa dilekçe versin. Biz de onların yaptıkları-nı denetleyeceğiz” dedi.

Gündoğdu, Kahramanmaraş Şube-mizde düzenlediği basın toplantısında, şubemize baskı uygulayan üniversite yönetimini sert bir dille eleştirdi.

Örgütlenme hakkı ile ilgili Türki-ye’nin hiçbir kurumunda sıkıntı yaşa-madıklarını, ancak hala üniversiteler-de sıkıntı yaşadıklarını belirten Gün-doğdu, Kahramanmaraş 2 No’lu Şube-miz tarafından kısa bir süre önce gün-deme taşınan promosyonlarla ilgili ko-nuya da değindi.

Sütçü İmam Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nafi Baytorun’un Şubemize yö-nelik baskılarını sert bir dille eleştiren Gündoğdu, “Sanırım Sütçü İmam Üni-versitesi Rektörü de mevzuattan çok haberdar değil veya eski alışkanlıklar devam ediyor” diyerek, şöyle konuştu:

“Türkiye gelişiyor, kalkınıyor. Artık ‘Ordu Göreve’ pankartının altında yü-

rümekle YÖK üyeliği ve rektörlük ya-pılamayacağını bu ülkede herkes an-ladı. Bizim üniversitelerden beklenti-miz, bilimin ve özgürlüklerin merkezi olmasıdır. Bu rektör, üniversiteyi bir li-seye, akademisyenleri öğrenciye dö-nüştürme, sivil toplum kuruluşu yöne-ticilerini de memuru pozisyonuna ge-tirme çabası içerisindedir. Herkes ken-di işine baksın. Kimse bu alanlara mü-dahale etmeye kalkmasın. Rektör, pro-mosyonlarla ilgili Başbakanlık genel-gesini hatırlatan sendikamıza baskı uy-guluyor; örgütlü toplumun gücünü, iş-

levselliğini kırmak istiyor. Sayın Rektö-re çağrımız; işine baksın. Çalışmalarımı-zı denetlesin, takip etsin, görsün, huku-ki açıdan rahatsız olacağı bir şey varsa savcılığa dilekçe versin. Biz de onların yaptıklarını denetleyeceğiz. YÖK’e ve gerekli birimlere raporlar düzenleyip, gerekirse sunacağız.”

Üniversite bünyesinde kurulan 2 No’lu Şube Başkanımız Hasan Furkan ise, çalışanların haklarını korumada so-nuna kadar çalışmaya devam edecek-lerini ifade ederek, uysal olmayacakla-rının altını çizdi.

Hak Arayana Ceza!Şube yönetimimizin Sütçü İmam Üniversitesi’nde ban-

ka promosyonları konusunda verdiği mücadele, Şube Ba-sın Yayın Sekreterimiz Teyfik Yağcı’nın Rektörlük tarafından Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığı Şube Müdürlüğü gö-revinden alınarak, Kütüphane memurluğuna sürgün edil-mesiyle bir başka boyut kazandı.

Rektörlük, Sütçü İmam Üniversitesi ile Türkiye Garan-ti Bankası arasında yapılan Promosyon Protokolü ile alınan 4.600.000 TL’nin 1.947.332 TL’sine çeşitli gerekçelerle el ko-yarak, çalışanlara dağıtmamıştı.

Şube yönetimimiz, konunun peşine düşerek çalışanların hakkının dağıtılmasını istemişti. ‘Personelin ihtiyaçları doğ-rultusunda kullanılmak üzere’ denilerek kesilen 1.326.332 TL’ye ilaveten Üniversite yönetiminin ‘öğrenci harçlarına karşılık aldık’ dediği 621.000 TL’lik keyfi pay üzerindeki şai-beler ayyuka çıktı. Rektörlük faturayı Üniversite Sağlık Kül-

tür ve Spor Daire Başkanlı-ğı Şube Müdürü olan Teyfik Yağcı’ya kesti ve kendisini kü-tüphaneye memur olarak gö-revlendirdi.

Karşılıklı yazışmalar basına yansıyınca, Rektörlük Personel Daire Başkanlığı, Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığı’na 05.02.2010 tarih ve 212-423/790 sayılı yazı ile “Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı’na görevlendirilen Teyfik Yağcı’nın, Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığı’nın ilgili biriminde gerçekleştirme görevlisi olduğundan ve ilişiği kesildiği takdirde yerine gö-revlendirilecek biri olmadığı” gerekçesiyle görevlendirme-nin iptal edildiğini bildirdi.

Artık ‘Ordu Göreve’ Pankartının Altında YürümekleRektörlük Yapılamayacağını Herkes Anladı

Page 19: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

17

Üniversiteler Örgütlenerek ÖzgürleşecekErol BattalGenel Teşkilatlanma Sekreteri [email protected]

Ülkelerin ekonomik, sosyal ve demokratik gelişmişliklerinde en önemli rol üniversitelerin-

dir. Ekonomik ve sosyal kalkınmışlık, öz-gür bir bilimle ve özgür bir düşünceyle ancak sağlanabilir. Bunun ortamını oluş-turacak yerler de üniversitelerdir.

Ülkemizde bugüne kadar üniversite özgürlüğünden kasıt; rektörlerin, üniver-site yönetimlerinin yetki alanlarının ge-nişliği anlaşıldı. YÖK’ün ve rektörlerin yet-ki alanlarının genişliği, hiçbir zaman üni-versitelerin özgürlüğü manasına gelme-diği gibi, tam aksine üniversitelerin öz-gürlüklerinin sınırlandırılması, hatta yok edilmesi manasındadır. YÖK ve rektörle-rin özgürlük adına oluşturulan yetki ala-nı, bugüne kadar bir sulta olarak kullanıl-dı ve özellikle akademisyenlerin iş garan-tilerine ve özlük haklarına tecavüz eder boyutlara taşındı.

Bu anlayış, kendiliğinden gelişen bir durum olmanın ötesinde, bilinçli olarak yürütülen bir çabanın sonucu olarak yasa ve yönetmeliklerle oluşturuldu. Çünkü gerektiğinde, üniversitelerin ve akademi dünyasının demokrasi dışı müdahalelere destek vermesi bu yöntemle sağlandı. İn-sanlar iki tercih arasına sıkıştırıldılar: Ya işi ya da bilim ve fikir hürriyeti. Fikir hürriye-tini tercih edenlere asla üniversite çatısı altında yaşama imkânı tanınmadı.

1960 darbesiyle başlayan bir yöntem-le, bütün darbeler, kendi sürekliliklerinin sağlanması için, günün şartlarına göre kurumlarını oluşturdular. YÖK, 12 Eylül darbesinin bu manadaki yapılanmaları-nın en önemlilerindendir. Ve bu kurum, 28 Şubat sürecinde üzerine düşen görevi eksiksiz yerine getirdiği gibi, son dönem-de de yine “Sarıkız”ların, “Eldiven”lerin gerçekleşmesi için Cumhuriyet mitingle-rinin tertipleyicisi, finansörü rolünü üst-lenmiştir.

1980 darbesi sonrası yeniden şekil-lendirilen üniversitelerle ilgili eleştiriler sürekli olarak dile getirildi. Ancak bu eleş-tiriler, genelde bireysel düzeyde yapılıp, örgütlü bir takibi yapılmadığından, ara-dan geçen 30 yıla rağmen üniversitelere ve çalışanlarına yönelik bir iyileştirilme-ye gidilmemiştir. Bu sebeple de, darbe-nin en uzun süreli mağdurları üniversite camiası olmuştur. Diğer kamu çalışanla-rının çalışma hayatlarına yönelik peyder-

pey birçok değişiklik yapılmış olmasına rağmen, üniversite çalışanları bunun her zaman dışında kalmıştır. Bu mağduriye-ti oluşturan en belirleyici sebep; üniver-site çalışanlarının, kamu çalışanları ara-sında örgütlenmeye en az ilgi gösterme-leridir. Bugün tarım orman çalışanlarına, sağlık çalışanlarına, milli eğitim çalışanla-rına, büro çalışanlarına bakıldığında, sen-dikal örgütlenme oranları üniversite çalı-şanlarının birkaç katıdır. Hatta ilginç ge-lecek ama, üniversitelerin genel idari ve yardımcı hizmetler alanlarında çalışan-ların örgütlenme oranları bile akademis-yenlerin çok çok üzerindedir.

Akademik camianın örgütlenmeye uzak duruşunun sebeplerini, devletin öz-gürlüklere bakışıyla, YÖK ve rektör sul-tasıyla izah etmek mümkündür. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, hiçbir hak mücadelesiz elde edilmez. Hele sendikal bir gücün oluşmasına, yönetici erk her za-man soğuk bakmıştır. Bunun böyle olma-sında aslında şaşıracak bir durum yoktur. Şaşırtıcı olanı, akademik dünyanın bunu kabullenmesi, örgütlenme duyarlılığı noktasında hep çekingen davranması-dır. Sevindirici olansa, son iki-üç yıldır, ar-tık bu kabulleniş terk edilmeye başlandı. Sendikalar içerisinde akademisyenlerin ağırlığı artmaya başladı. Şimdi daha yo-ğun şekilde sendikal çalışmalarda akade-misyenleri görmek mümkündür. Bu du-rum, sendikal örgütlenmelere yeni bir di-namizm ve fikri katkı sağlamaya başladı. Bu son gelişmeler, genelde sivil toplum örgütlerinin, özelde ise sendikaların daha donanımlı ve bilimsel çalışmalar yapma-sını da sağlayacaktır. Buradan ülkemi-zin daha huzurlu, daha adil, daha huku-ka uygun bir ülke olacağına dair ümitleri-mizi artırabiliriz. Fikrin ve onun yeşerttiği bilginin hâkim olduğu alanlar her zaman daha sağlıklı olmuştur. Buradan hareket-le, statükonun hâkimiyetini kaybetmesi manasında bir kırılmanın eşiğine gelindi-ğini görmekteyiz. Bu kırılma, hem üniver-sitelerin daha özgür olmasını sağlayacak hem de ülkenin ekonomik ve sosyal kal-kınmasına hız verecektir.

Eğitim-Bir-Sen, akademi dünyasının örgütlenmeye başladığı bir zemin oldu. Son bir yıl içerisinde akademi dünyasın-dan üye sayımız hızla artmakta ve üniver-site teşkilatlarımız güçlenmektedir. Son

birkaç aydır üniversite temsilciliklerimiz ve şubelerimiz, ülkemiz gündemi ve ça-lışanların sorunlarıyla ilgili basın açıkla-maları yapmakta; yaşanan hukuksuzluk-ları, keyfilikleri yargıya taşımakta ve se-vindirici sonuçlar almaktadır. Bu gelişme-ler üzerine, üniversite camiasının talep ve katkılarıyla, üniversiteye yönelik çalış-malarımızı artırdık. Bu bağlamda, ikinci-sini çıkarmış olduğumuz üniversite bül-teniyle, hem üniversitelerin hem de çalı-şanlarının dili olduk. Yine bültenimiz say-falarında göreceğiniz gibi, üniversite ve tüm eğitim çalışanlarının sorunlarının be-lirlenmesine yönelik yapmış olduğumuz ‘Eğitim Çalışanlarının Sorunları ve Çözüm Önerileri Şurası’yla her kademeden üni-versite çalışanlarının sorunlarını tespit et-tik. Bu şura sonucu oluşan raporumuzu, YÖK ve hükümet dahil, bütün platformla-ra taşıyıp çözümü noktasında örgütlülük-ten gelen gücümüzü sonuna kadar kulla-nacağız.

Birçok üniversitede artık ders kitabı mahiyeti taşımaya başlayan Eğitime Ba-kış Dergisi, akademi dünyasının buluş-ma noktası oldu. Altyapı çalışmalarını ta-mamladığımız hakemli “İnsani Bilimler Dergisi”nin ilanlarını bütün üniversitele-re ulaştırdık. İnşallah ilk sayısıyla yakında karşınızda olacağız.

Bunları yaparken, asli görevimiz olan, keyfiliğin rutinleştiği üniversitelerde ya-şanan hak ihlallerine ve hukuksuzlukla-ra müdahil olmaya başladık. Bu çerçeve-de, şu an mahkemede olan birçok dos-yamız mevcuttur. Bugün diğer kamu ku-rumlarında olduğu gibi, üniversiteler de artık icraatlarında, “Bu duruma sendika-lar ne der” endişesini duymaya başlamış-tır. Bu gelişmeler, keyfiliklerin sonlandırıl-masına ya da yapılan keyfi/hukuksuz uy-gulamaların hesabının sorulacağı korku-sunun başlamasına sebep olmuştur. “He-sabı sorulur” korkusu, birçok adaletsizliği otomatik olarak ortadan kaldırmaktadır.

Hukuk dışı iş yapanlar, cesaretlerini, bunun hukuk içerisinde hesabının sorul-mamasından almaktadır. Birilerinin hu-kuksuz gücü, diğerlerinin korkularını ze-min tutar. Hukuksuz güçlere, adaletsiz uy-gulamalara, haksızlıklara zemin olmamak için gücümüzü, örgütlenmenin etkili ad-resi Eğitim-Bir-Sen’de bir araya gelerek, ortaya koymalıyız.

Page 20: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

Üniversitelerin yeniden yapılanmasında Yüksek

Öğretim Kanununda, üniversitede hocaların,

halka ve öğrenciye ne verdiğini her yıl

sorgulayan sistemler geliştirilmelidir

Rektörlerdeki olağanüstü yetki-lerinden doğan suistimallerden söz etmeyeceğim bu yazımda.

Ondan daha önemli bir konu olan üniver-site misyonu ve bilim politikası konusunu ele alacağım. Üniversiteleri kalkınmada öncü konuma niçin çıkaramadığımızı; üni-versiteleri gelişimin motoru yapabilmek için hangi reformların gerekli olduğu ko-nusunu irdeleyeceğim.

Rektör Topluma KarşıSorumlu Hale GetirilmeliÜniversitelerde gelişimin önündeki en

önemli engellerden birini, rektörlere ve-rilen olağanüstü yetkilerin teşkil ettiğini aşağı yukarı herkes bilmektedir. Üniversi-te problemi denince ilk önce akla rektörler ve rektör seçimlerinin gelmesinin bir ne-deni var: Çünkü rektörlere verilen olağa-nüstü yetkiler, suistimallere yol açmakta-dır. İlginçtir ki bunca yetkiye rağmen, rek-törlerin topluma karşı, bulunduğu bölge-ye, öğrenciye, hatta akademisyenlere kar-şı hiçbir sorumluluğu bulunmamaktadır.

Eğitimin de araştırmanın da yapıldı-ğı yerler bölümler olduğuna göre, üniver-sitelerde asıl yetki verilmesi gereken yer-ler bölümlerdir, birimlerdir. Yetkileri bö-lüm/program/anabilim dalı başkanları-na ve kurullara devrettiğimizde rektörlük makamı mevcut cazibesini kaybedecek-tir. Olumsuzluklar da böylece asgariye ine-cektir.

Üniversitelerin asıl görevlerinin ne ol-duğunu tekrar hatırlayalım: En yeni bilgi ve tecrübeleri taraflarla paylaşarak üniver-siteleri uzman düşünüşün, derin bilginin merkezi haline getirmek ve böylece üni-versiteleri kalkınmanın ve gelişmenin mo-toru yapabilmektir. Bu asli görevlerin ifa edilmesi, kalkınmaya ve gelişmeye karşı halka sorumlu kurum ve temsilcilerin üni-versite ve araştırma kurumlarında söz sa-hibi olacağı mekanizma ve sistemleri kur-makla mümkün olabilir.

Halihazırda rektörlük sistemi, olağa-nüstü yetkisi ile üniversitelerde bilimsel gelişimin ve özgürlüklerin önünde devasa bir engel olarak durmaktadır. Üniversite yöneticilerini (rektör/dekan/müdür vd.) ve

öğretim üyelerini halka karşı sorumlu kıla-cak mekanizmalar ve sistemler oluşturdu-ğumuzda, bölgenin/şehrin, sınai/iktisadi/kültürel sorunlarına çözüm aramakta ken-dilerini sorumlu hissedeceklerdir.

Halka verilen hizmetler (örneğin da-nışmanlık, toplumsal projeler, vd) akade-mik terfi ve yükselmelerde esas haline ge-tirilirse, öğretim üyesi bölgenin sorunları-nın çözümü için çaba içine girecektir. Ma-lum olduğu üzere, oyuncunun hareketini oyunun kuralları belirlemektedir.

Üniversiteleri, bulunduğu yörenin so-runlarına duyarlı ve çözüm üreten konu-ma yükseltmenin etkili yolunun; rektör se-çimlerinin mütevelli heyeti eliyle olması-nı sağlayan sistemlerin geliştirilmesi oldu-ğunu düşünüyorum. Peki, mütevelli heye-tini kimler teşkil edecek? Mütevelli heye-tinin yüzde 50’si kadarı üniversite temsil-cilerinden ibaret olabilir (Prof., Doç., Yrd. Doç. Dr., Öğr. Gör., idari personel ve öğren-ci için ayrı ayrı temsilciler olabilir). O böl-gede ya da şehirde kalkınma ve gelişme-de birinci derecede topluma karşı sorum-lu temsilciler yer almalıdır (örneğin, vali, belediye başkanı, ticaret ve sanayi odası başkanı, meslek odaları başkanı, o şehrin milletvekilleri, sivil toplum kuruluşları …). Mütevelli heyeti aynı zamanda işler ters gittiğinde rektörü görevden alabilmelidir.

Son zamanlarda her ile üniversite ku-ruyoruz, ama o ilin ileri gelenlerine, halkın temsilcilerine, kalkınma ve gelişmede hal-ka karşı sorumlu kesimlerine, sanayinin ve iş dünyasının ileri gelenlerine üniversitede herhangi bir etki ve yetki vermiyoruz. Bu durumda üniversite bölge halkı ile nasıl etkileşecek? O bölgeye nasıl faydalı hale gelecek? İşte kimse bunu sormuyor.

Şimdi üniversite hocaları kalkıp diye-cekler ki “efendim   o zaman üniversite, üniversite olmaktan çıkar. Yani bunlar bi-lim ve eğitimden anlamayan kişiler” diye-cekler…

Tabii bu tür düşünceler güvensizlik-ten doğmaktadır. Üniversitenin birinci gö-revinin üretilen bilimin toplum kesimleri ile paylaşılması gerçeğinden habersiz ki-şiler böyle şeyler söyleyecektir. Üniversite-de yer alıp da sahici bilimden ve bilimsel

Bilim Politikası ve ÜniversitelerinToplum İçin Var Olduğu Gerçeği

Prof. Dr. Osman ÇakmakGaziosmanpaşa ÜniversitesiFen Edebiyat FakültesiKimya Bölümü Öğretim Üyesi

18

Page 21: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

19

üretimden uzak kalmış kişiler de böy-le şeyler söyleyecektir.

Tabii siz  her yıl üniversite perfor-mans değerlendirmelerinde, “Öğren-ciye ne verdin, bulunduğun mahal-deki insanlara ne verdin? Hangi fir-manın/kurumun hangi problemini çözdün” diye hocaları değerlendiren sistemler getirirseniz,  o zaman rek-tör/dekan/müdür/bölüm başkanı ve tüm hocalar  bölgenin/şehrin prob-lemlerini çözmek için firmaları ve iş-yerlerini kapı kapı  dolaşacaktır. Onla-rın çözüm bekleyen sorunlarını pro-je haline getirecektir. Gidin Batı’ya, Amerika’ya, Japonya’ya bakın. Rektö-rü, dekanı odasında bulamazsınız. Fir-maların sanayinin problemlerini çöz-mekle, projelere köprü olmakla meş-guldürler hep.

Evet, böyle bir sistem kurduğu-muz zaman,  üniversite hocalarının terfilerinde ve görevde kalmalarında ölçüt,   halka ve çevreye hizmet esas hale gelince üniversite halka kapıları-nı bir bir açacaktır.

Sonuçta ne mi olacak? Bilimin rehberliği ve iktidarı sözde değil özde gerçekleşecek; bilimle kalkınma dev-ri başlayacak, el yordamı ve göz ka-rarı ile iş yapma devri sona erecektir. Bilimin sağlam temellerine göre üre-tim yapılacağından, kopyalama devri sona erecek, böylece Türkiye’nin üret-tiği mallar dünyada aranır hale gele-cektir. Dahası eğitim piyasa ile uyum-lu hale gelince, okulda öğrenilenler piyasada işe yarayacak; mezun öğ-renci de iş bulmaya başlayacaktır. Eği-timde planlama esas alınacağından, ihtiyaç olan bölümler açılacak ve ih-tiyaç kadar öğrenci alınmaya başlaya-caktır.

YÖK Sistemi, ÜniversiteleriTopluma BağlamalıÜniversitelerin yeniden yapılan-

masında Yüksek Öğretim Kanunun-da, üniversitede hocaların, halka ve öğrenciye ne verdiğini her yıl sorgu-layan sistemler geliştirilmelidir. Bilim-sel yayın yapma, ‘amaç’ olmaktan çı-karılmalıdır. Üniversite hocalarının asli görevi, öğrenci yetiştirmek ve bi-limi öncelikle kendi toplumu ile pay-laşmak olduğuna göre bunu garanti eden hükümler ve denetimler getiril-melidir.

Halihazırda mevcut YÖK sistemi adeta halka hizmeti yasaklamaktadır.

Örneğin firmalara doğrudan danış-manlık ya da Üniversite Sürekli Eği-tim merkezleri yoluyla topluma hiz-met yapacak olsanız başınız derde girebilir. Maliye Bakanlığı’nca Döner Sermaye sistemine hangi akılla ge-tirildiği bilinmeyen karmaşık bir sis-tem yüzünden “Sürekli Eğitim Mer-kezleri” yoluyla halka açılan hizmet kapısı da kapanma durumuna geldi. Bu yüzden de üniversitelerde Sürek-li Eğitim merkezlerinin faaliyetleri as-gari düzeye indi. Birçoğu ise kapandı ya da kapanma noktasına geldi. Üni-versite Sürekli Eğitim merkezleri yo-luyla topluma açılan bu kapının açık kalması için Bakanlık bir an evvel du-ruma müdahale etmelidir.

Bilim ve AraştırmadaÖnceliklerimiz veBilim Politikası YÖK hala hocalara ders başına

para vererek, onları bir lise öğretmeni seviyesinde gördüğünü belli ediyor. Halbuki şöyle azıcık kafamızı kaldırıp dünyanın bu işi nasıl yaptığına bak-sak bizim ne denli bir yanlışlığın için-de olduğumuzu görebiliriz. Doktora-mastır yaptıran her araştırmacı hoca,  aldığı fonların bir kısmıyla   öğrenci-leri  “destekler”. Onların yeme, içme ve ders paralarını o fondan karşılar. Bu fonlarda müthiş paralar döner ve o fonları almak için bir yarış meyda-na gelir.  Bilimsel makalelere bakınız, çoğu zaman “bu araştırma, fon no ile (bir sayı) desteklenmiştir” gibi bir iba-re içerirler.

Böyle bir sistem kurarsanız hoca-ların hepsi de araştırma ile uğraşmak zorunda kalacaktır.   O zaman proje yapamayan araştırma ile uğraşmayan hoca öğrenci bulamayacaktır. Ken-dini üniversiteden izole etmek   du-rumunda hissedecektir.   İşte size ça-

lışanla çalışmayanı ayırdetmek için gerçek bir ölçüt.

Tabi ki bu paraların dosya yayınla-rına,  sadece makale yapmaya gitme-sini istemiyorsa devlet oturup araş-tırma hedeflerini ortaya koyacaktır. Bu durumda   hangi bilim dalının ne kadar para alacağını belirleyen dev-let olacağı için bilim dünyasına ken-di stratejik ihtiyaçları ışığında yön ve-rebilir. O musluğu değil, ötekini açar, bakarsınız ülkenin önceliği ve ihtiya-cı olan   bilim dalı coşar, öteki yerin-de sayar. Bunlar  görüldüğü gibi hep bir “seçim” ve  tercihten ibarettir. Bu seçimi yapacak olan da tabii amatör-ler değildir.  “Baba” bilim adamları ül-kenin sanayi-kalkınma temsilcileri ile bir araya gelerek bilim-araştırma poli-tikaları oluşturacaklardır. Amatörlerle iş yaparsanız  durum şimdiki gibi olur, araştırma öncelikleri ve bilim politi-kaları hep kağıt üzerinde kalır. 

Sizin bir “ulusal bilim politikanı-zın” olması onun hayata geçirilece-ği anlamı taşımaz. Elbette ki var olan politikanın gereklerinin, sistemsel bir yaklaşım, süreklilik, siyasi ya da top-lumun ilgili bütün tabakalarına mal edilebilmiş bir kararlılık içinde ve tam bir bütün halinde hayata geçirilebil-mesini garanti eden mekanizmaların kurulması gerekir. Bunun için de bi-lim politikalarının hayatlanması için Bilim ve Araştırma Bakanlığı’nın ku-rulması özel bir önem taşımaktadır. TÜBİTAK bünyesinde yer alan ‘Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu’ tarafından bilim politikaları sözde oluşturulu-yor olabilir. Ama kamuoyunu, üniver-siteleri ve o kurulun bağlı bulunduğu Başbakanlığı bile bağlayıcı hükümler bulunmayınca alınan kararlar, yansı-masız ve yankısız, kağıt üzerinde kal-maktadır. Bilim ve Araştırma Bakanlı-ğı kurulursa, bilim ve araştırma mese-lelerinin bir bakanlık nezdinde temsil edilmesi ile bilim dünyamızın prob-lemleri sahipli hale getirecektir.

Bilim politikası ve araştırma ön-celiklerini belirlerken öncelikle dışa-rıdan aldıklarımızı içeride üretmenin yollarına bakacağız. Bilim politikası demek kalkınmada planlamanın esas alınması ve işlerimizin bilimin sağlam temellerine göre yürütülmesi demek-tir; liyakat ve kalitenin esas alınması, işlerimize siyaset ve ideolojinin değil, objektif kriterlerin hâkim olması de-mektir.

Page 22: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

20

Gerçekten bir bilim politikamız olsaydı ve bilimle kalkınma hedefle-rimiz mevcut bulunsaydı, sürdürü-len doktora ve yüksek lisans gibi tüm araştırma faaliyetleri toplumdan ko-puk vaziyette kalmazdır. Sanayinin gerçek hedeflerine, kalkınma önce-liklerine yönlendirilmiş olurdu ve üni-versiteler ‘yayın için yayın yapma’ an-layışından kurtulurdu.

Problemleri Çok BoyutluDeğerlendirme İhtiyacı Halihazırda üniversitelerin kapı-

larını halka/sanayiye açması ve top-lumla kucaklaşması, onların prob-lemleri ile ilgilenir hale gelmesi için üniversitelerin yeniden yapılanma ih-tiyacı herkesçe malumdur. Ancak bu maluma rağmen üniversitelerde han-gi değişikliklerin/reformların yapıla-cağı konusunda kafa karışıklığı halen sürmektedir.

Öncelikle  problem çözme anlayı-şının değişmesi gereğini vurgulamak istiyorum. Her şeyi tek düzleme indir-geme alışkanlığı ve     kalıp ve kopya çözümlere takılıp kalma anlayışını bir kenara bırakırsak çözüm yolu kendini gösterecektir. Aksi halde, pansuman tedbirler problemlere ancak  tıkaç va-zifesi görebilmektedir.

Bu vesile ile üniversite problemle-rinin değişik boyutlarını çözüm öneri-leriyle ile birlikte aşağıda sunuyorum.

1. Üniversiteleri tek tipleştiren YÖK yasası kaldırılmalı ve YÖK, koor-dinasyon merkezi haline getirilme-lidir. Yeni YÖK yasası, şekli ayrıntılar-dan uzak olmalı ve sade ve oldukça kısa (belki de birkaç sayfadan ibaret) tutulmalıdır. Görev ve misyon tanı-mından öte şekli ayrıntılara yer ver-memelidir.

2. Yeni kurulan üniversiteler, yakı-nındaki gelişmiş üniversitelerle ilişki-lendirilmeli ve onlara ağabeylik göre-vi verilmelidir. Birbirinin kopyası üni-versite kurmak anlayışını bir kenara bırakmalıdır. Yeni üniversitelerde üs-tün başarı gösterenlerin, yanı başın-daki üniversitede kısmî zamanlı ola-rak mastırını, doktorasını da bir ta-raftan yapmaları mümkün olmalıdır. Her bir üniversiteye, konumlarına ve güçlü olduğu alanlara göre ülkenin yeni genel hedeflerine bağlı araştır-ma konu ve görevleri verilmelidir. Ay-rıca zihnî emek ve fazla fizikî yatırım gerektirmeyen dallarda da araştırma

takımları kurulmalıdır. Örneğin, ta-rımın, hayvancılığın canlandırılaca-ğı yörelerdeki üniversitelerde mole-küler biyoloji ile tohumculuğun, hay-van nesillerinin geliştirilmesine yöne-lik araştırmalara ağırlık verilmelidir.

3. Gerçek öğrenme yaparak öğ-renmedir. Öğrenci, eksikliklerini ya-parak ve araştırarak öğrenir. Bunun için AR-GE personeli olarak doktoralı eleman istihdamı giderek yaygınlaş-maktadır. AR-GE’nin yaygın ve kazan-dırıcı hale gelmesi ile fen ve teknik dallardan mezun olanlar iş bulmaya başlayacak ve işsizlik azalacaktır. Yeni sanayi dallarında üretim yapacak böl-gelerde gereken fizik, kimya, bilgisa-yar (yazılım ve donanım), mühendis-lik araştırma ve geliştirme merkezle-ri kurulmalıdır. Böylece, bu araştırma merkezlerlerinde yüzlerce doktoralı, mastırlı gençler için toplu iş sahaları açılacaktır.

4. Gelişmesini tamamlamış üni-versitelerde tercüme merkezleri oluşturularak yabancı kaynaklar hız-la Türkçeleştirilmeli, insanımıza yay-gın bir şekilde kendi dilinde en yeni kaynaklara ulaşma imkanı sunulmalı-dır. Teknoloji değişimi ve gelişimi bü-yük sürat kazandığından bilim ve tek-noloji üretecek kurumlarımızın bu hıza yetişmesi için merkezi konum-daki üniversitelere bilgisayar dona-nımlı bilim ve teknoloji kütüphanele-ri kurulmalıdır. Dış ülkeler ile dinamik bağlar oluşturulmalı ve bu bağlar sü-rekli güçlendirilmelidir. Bir yandan da dışarıya beyin göçünü tersine çevir-menin yolları araştırılmalı, oradakile-ri ülkeye çekecek formüller geliştiril-melidir. Bir kısmından kadrosu orada kalmak üzere kısmi statüde yararlan-ma yoluna gidilmelidir.

5. Burs ve destek imkanlarının ar-tırılması ve çeşitlendirilmesi halinde sadece yüksek lisans ve doktora de-ğil, doktora sonrası çalışmalar da yay-gınlaşacaktır. Araştırma merkezleri-nin özel ve kamu iktisâdî kuruluşlarıy-la sıkı temasları ve işbirliğinin geliş-tirilmesi için tedbirler alınmalıdır. Bu merkezlere alınacaklar şimdi olduğu gibi ALES gibi test sınavları sonuçları-na göre değil, bilim ve teknik alanla-rında düşünebilme ve üretebilme ye-teneklerine göre işe alınmalıdır.

6. Siyasilerimiz parayı bastırın-ca teknolojiyi satın alırız anlayışın-dan vazgeçmeli; teknoloji transferi

ile lisans ve patent satın almakla yeti-nen ülkelerin bir adım bile ileri gide-meyeceği gerçeği artık görülmelidir. Türkiye’yi teknoloji, askeri teçhizat ve sınai donanım konusunda başka dev-letlere bağımlı halden kurtarmanın yolunun ısrarla takip edilen ve doğru bir şekilde belirlenmiş bilim ve araş-tırma politikaları ile mümkün olacağı artık fark edilmelidir.

Akademisyenler halihazırda ‘dos-ya yayını’ yapmak gibi topluma fay-dasız çalışmalardan kurtarılıp ülke-yi sosyal, kültürel ve fikrî alanda güç-lendirecek öncelikli konularda araş-tırma yapılmasını sağlayacak tedbir-ler alınırsa, Türkiye oldukça kısa bir sürede dünyanın en güçlü devletle-rinden biri haline gelebilir. Temenni-miz, devlet erkânı ve bürokratlarımı-zın, Türkiye’nin bilimsel ve teknolojik potansiyelini bir ân önce idrâk ede-rek, gerekli önlemleri almaya başla-malarıdır. Bunun ilk adımı olarak ge-cikmeden bir ‘Bilim ve Araştırma Ba-kanlığı kurulmalıdır.

“Herşey, herkes, her zaman”cılar bilim politikası, araştırma hedefle-rinden habersizlerin bu anlattığımız gerçekleri anlamalarını beklemiyoruz elbette. 

Her şeye rağmen, kim ne yapıyor-sa bu memleket için yapması lazım geldiği gerçeğini anlatmaya ve kafa-lara sokmaya çalışacağız. Bilimin ev-rensel olduğunu, hedeflerin milli ol-duğunu bilmeyenlerin bu anlattıkla-rımızla gerçeğe biraz daha yaklaşa-cakları ümidimiz koruyoruz.

Tekrar edelim ki, bilim politikası-nın temelinde, ‘sizin ne yaptığınız de-ğil, yaptığınız araştırma çalışmaları-nın ne işe yaradığı önemlidir’ fikri ya-tar. Uygulamaya dönüşmeyen bilgi-nin  ve araştırmanın önemi yoktur.

Evet, nereye gittiğini bilmeyen kaptan için hiçbir rüzgarın yararı yok-tur. Türkiye’nin problemi budur: Bi-limi ve araştırmayı niçin yaptığımı-zı bilmiyoruz. Hatta üniversitelerimi-zin niçin var olduğunu bile kendimi-ze doğru dürüst sorduğumuzu san-mıyorum.

Üniversitelerimiz niçin var, okul-lar niçin var? Niçin eğitim yapıyoruz? Türkiye’de eğitim eğitiyor mu?

Bunları sorgulamaya ve gerçek-lerle yüzleşmeye var mısınız?

Page 23: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

Demokrasi, egemenlik hak-larının halka ait olduğu fikri üzerine inşa edilmiş

siyasî bir kavramdır. Başka bir ifadey-le demokrasi, tüm üye veya vatandaş-ların, organizasyon veya devlet po-litikasını şekillendirmede eşit hak-ka sahip olduğu bir yönetim biçimi-dir. Aslında Eski Yunan’da Aristo, Efla-tun gibi filozoflar tarafından da tartı-şılan “demokrasi” kavramı, bu dönem-de aynı filozoflarca eleştirilmiş, Antik Yunan döneminde bu kavramın tanı-mı yapılırken, “ayak takımının yöneti-mi” tarzında ifadeler kullanılmak sure-tiyle demokrasi olgusu aşağılanmıştır. Bu yaklaşım biçiminde kavram üze-rinden halkın aşağılandığı açıkça gö-rülmektedir. Ancak, bu aşağılanmala-ra karşın demokrasi düşüncesi, hakkı verildiği takdirde insanoğlunun keş-fettiği, insanlık onuruna yakışan en üst siyasî ve idarî değer olarak günü-müze kadar gelmiştir. Demokrasi ol-gusu, Eskiçağ’dan Ortaçağ’a, oradan yeniçağlara ve nihayet 1789 Fransız

Devrimi’ne kadar nice krallıklar, sul-tanlıklar, imparatorluklar hegemon-yasının baskıları altında bazen uygu-lanma imkanı bularak, çoğu zaman da insanlığın bilinçaltında yerleşmiş bir değer olarak bin yılları aşmak su-retiyle günümüze kadar ulaşmayı ba-şarmıştır. Şüphesiz bu başarı, demok-rasi olgusunun bizatihi haklılığından kaynaklanmıştır. Çünkü, hangi bas-kılardan, hangi tedhiş çemberinden, hangi zulüm ateşinden geçerse geç-sin, insanoğlunun haklı ve onurlu ta-lebi, tarihin akışı içinde kendisine yol bularak insanlıkla buluşmaktadır. İşte demokrasi de maceralı süreçlerden geçerek insanlıkla buluşmuş ve bu-gün insanlığın vazgeçemeyeceği bir değer olarak devletler sahnesindeki yerini almıştır.

Burada demokrasinin türlerinden ve demokrasi felsefesinden bahset-mek gibi bir niyetimiz yok; ancak, biz demokrasiyi bir bütün halinde değer-lendirerek ele alıyoruz. Bu bakımdan insan hakları, toplumsal katılım, sivil-

leşme gibi temel değerler ve bu de-ğerlerin tüm türevlerinin bir bütün halinde dikkate alınması, herhangi bir idari yapının demokratik bir temele is-tinat ettiğinin göstergesi olacaktır. Bu bakımdan bir devletin salt demokra-si ilanı yaparak resmî adında “demok-ratik” ifadesini kullanması, o devletin demokrasiyle idare edildiğini göster-mez. Nitekim adına “cumhuriyet” de-nilen kimi rejimlerin aslında cumhu-riyetle bağdaşmaması da bunu gös-termektedir. Her iki kavrama devlet-lerinin başında yer veren Cermenle-rin eski Sovyetler’in uydusu olarak ku-rulmuş olan devletlerinin adının, “Al-man Demokratik Cumhuriyeti” oldu-ğunu hatırlamamızda fayda vardır. Ne var ki, bu demokratik(!) devletin hal-kı, 1952’den itibaren yaşadığı baskı dolu hayata ve içinde yaşadığı devle-tin demokrasi anlayışına 1989 yılında başlayan özgürlük gösterileriyle isyan etmiş, nihayet devlet, aynı yıl Berlin Duvarı’nı yıkma kararı almak zorunda kalmıştır.

Üniversitelerin Demokratikleşmesinde

İlişkisinin ÖnemiÜniversite-Sendika

Doç. Dr. Seyfullah KaraKarabük ÜniversitesiFen Edebiyat FakültesiTarih Bölümü Öğretim ÜyesiEğitim-Bir-Sen Karabük Üniversitesi Temsilcisi

Üniversitelerimizin sendikalarla sağlıklı ilişki içine girmesi, bu güzide kurumlarımızın

demokrasiyi ne kadar içselleştirebildiklerini de

göstermesi bakımından hayati önem taşımaktadır

21

Page 24: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

22

Bu tür örnekler gösteriyor ki, bir devletin salt demokrasi ilanı yapma-sı ya da adının başına demokrasi lafzı-nı getirmesi, o devletin hakikatte de-mokratik bir anlayışa sahip olduğu ve demokratik ilkelere göre tavrını ve idarî yapısını şekillendirdiği anlamını intaç etmemektedir. Aslolan, devletin demokrasiden yana zihinsel bir dönü-şüm yaparak, tüm kurumlarıyla bera-ber bu havayı teneffüs etmesi ve için-de barındırdığı halka bunu derinden hissettirmesidir. Öyleyse yapılacak şey bellidir; devlet, halkına insan onuruna yakışır bir idarî tarz uygulayacak, hal-kı idare ederken onların fikrine say-gı gösterecek, sorunlarının ne oldu-ğunu dinleyecek ve bu sorunlara hal-kın hizmetkârı olarak çözümler araya-caktır. Bu durum, devleti ve devlet ku-rumlarını asla küçültmez. Devlet, halka hizmet ettiği sürece onun saygı ve sev-gisini kazanır; halkın saygı ve sevgisini kazandıkça halk nazarında şeref bulur. Kısaca, hizmet etmek insanı alçaltma-yacağı gibi, devleti de alçaltmaz; tam tersine yüceltir.

Nitekim demokratik devlet, evren-sel demokrasinin temel ilkelerini dev-letin her kademesinde uygulayan dev-let olarak tanımlanmaktadır. Böyle bir devletin çok önemli ve vazgeçilemez birçok unsuru içinde barındırması ge-rekir. Bu vazgeçilemez unsurlardan bi-risi de, sivil toplum örgütlerinin varlı-ğıdır. Artık çağdaş dünya, bireysel hak-lar ve özgürlükler çağını yaşamakta-dır. Dolayısıyla çağdaş demokrasi, ki-şilerin, hangi sosyal statüde bulunur-sa bulunsun, kendi fikir ve sorunları-nı ifade edebildiği bir rejimdir. Ancak bu durum, bireylerin örgütlenme hak-kını da beraberinde getirir. Çünkü, ki-şilerin devlet kurumlarıyla ilgili sorun-larını birbirinden bağımsız olarak tek başlarına dile getirmesi, bu sorunların dinlenmesi ve çözümlenmesi gerekti-ği dikkate alınacak olursa, pratik açı-dan oldukça zordur. Böyle bir uygula-ma, hem devletin hantallaşmasını be-raberinde getirecek hem de büyük bir zaman kaybına yol açacaktır. Halbu-ki yapılması gereken en makul iş, aynı kurumlarda kader birliği yapan insan-ların bir araya gelerek örgütlenmesi-dir. Bu da, kurumlarda çalışan insan-ların birliktelik oluşturarak sendikalaş-ması sonucunu doğuracaktır. Öyley-se, sendikaların çağdaş demokrasiler-de en vazgeçilmez sivil toplum örgüt-leri olduğunu söylemeye ayrıca gerek bile yoktur.

Demokratik bir devletin, çağdaş demokrasi erdemini benimsemesi ha-reketinin, aydın insanların bir arada bulunduğu en yüksek bilim yuvaları olan üniversitelerden başlaması bek-lenir. Üniversiteler, gelişmiş tüm top-lumlarda insani değerler lehine tavır koyan ve bu değerlere uygulama ala-nı sağlayan güzide kurumlardır. Bu kurumlardan, fen bilimlerinde oldu-ğu kadar, sosyal alanlarda da insanlık için ufuk açıcı fikirler üreten ve her za-man hak ve özgürlüklerden yana, de-mokrasi tarafında duran bir tavır ser-gilemelerinin beklenmesi, çok normal bir durumdur. Asıl aksi bir durum, üni-versite kavramının evrensel niteliğiy-le bağdaşmayacaktır. İşte bu zorun-lu nedenledir ki, üniversitelerin bizzat kendi bünyelerinin daha demokratik bir yapıya kavuşturulması arzulanmış ve bunun sonucu olarak çok az kuru-ma nasip olacak demokratik haklar bu kurumlara verilmiştir. Nitekim, üniver-

site kurullarının oluşturulması, sena-tolarda, fakülte ve enstitü kurulların-da, bölümlerde kararların oylama usu-lüyle alınması, hep üniversiteleri daha demokratik bir yapıya kavuşturma ar-zusunun bir sonucudur. Elbette tüm bunların yeterli olduğu söylenemez; ancak, bizim vurgulamak istediğimiz şey, üniversite gibi ülkenin en önem-li kurumları arasında yer alan biriminin demokrasiye ve demokratik değerlere daha fazla sahip çıkmasının ve bu de-ğerleri uygulama alanına koymasının gerektiğidir.

İşte tam da bu noktada sorgulan-ması gereken şey, demokrasinin en vazgeçilmez sivil örgütlerinden biri ol-duğunu söylediğimiz sendikalarla iliş-kileri konusunda üniversitelerimizin demokrasi sınavını ne kadar geçebil-diğidir. Üniversitelerimizin sendikalar-la sağlıklı ilişki içine girmesi, bu güzide

kurumlarımızın demokrasiyi ne kadar içselleştirebildiklerini de gösterme-si bakımından hayati önem taşımak-tadır. Aksi ise, bu kurumların ‘yaşayan hayatın’ ve çağdaş demokrasinin geri-sinde kaldığını gösteren bir işaret ola-rak görülecektir.

Her şeyden önce üniversiteler, sen-dikalara demokrasisinin vazgeçilmez aktörleri olarak bakmak durumunda-dır. Fakat öteden beri sendikalar üze-rinde oluşmuş olan olumsuz yargı-lar, ne yazık ki, kurumların idarecileri-ni de etkilemiş, sendikalara gayri res-mi siyasi partiler nazarıyla bakılmış; faaliyetleri ise, siyasal eylemler çerçe-vesinde değerlendirilmiştir. Halbuki, üniversite gibi, özgür düşünceyi ken-disine yol edinen hür bilim insanları-nın bulunduğu ve idare ettiği kurum-lar, her şeyden önce bu yanlış yargıyı yıkmak ve demokrasinin vazgeçilmez-lerinden olan sendikal faaliyetlere ka-pılarını açmak durumundadır. Üniver-sitelerin kendi misyonları da bunu ge-rektirmektedir. Oysa kimi üniversitele-rin idarecilerinin sendikalara karşı katı tutumları, özgür düşünce ve sivilleşme noktasında taraf olması gereken bilim adamlarını bile, bırakın sendikal faali-yetlerin içinde yer almayı, sendikala-ra sıradan bir üye olmaktan bile ürkü-tür hale gelmiştir. Bu durum, bir ülke-de demokrasinin merkezi halinde ol-ması gereken üniversitelerimiz açısın-dan üzücü olmaktan öte, yüz kızartıcı bir durumdur. Bu tür üniversitelerimi-zin, evrensel demokrasinin ve demok-ratik düşünce ve hayatın neresinde ol-duklarını gözden geçirmeleri gerekir.

Sendikaların, evrensel demokra-si ve insan hakları söz konusu oldu-ğunda devlet ve toplum hayatı ile ilgi-li söz söyleme, fikir beyan etme hakla-rının olduğu ve bu hakları kullanırken kimi üniversite idarecileri gibi düşün-mek mecburiyetinde olmadıkları ka-bul edilmek zorundadır. Esasen de-mokrasiden kastedilen de bu değil mi-dir? Beyan edilen fikir ve söylenen söz-leri herhangi bir parti ile aynileştire-rek sendikaları politize olmuş sivil ku-ruluşlar olarak görmek, sadece bir ön-yargının ve fikirlere tahammülsüzlü-ğün eseri olabilir.

Sendikalar, Türkiye Cumhuriye-ti Devleti’nin yasaları çerçevesinde organize olmuş, hukukî tüzel kişili-ği olan sivil örgütlerdir. Meşruiyetleri-ni 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendi-kaları Kanunu’ndan almaktadırlar ve

Page 25: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

23

bu kanuna göre hareket etmektedir-ler; amaçları, kapsamı ve tanımı bu ka-nunla belirlenmiş kuruluşlardır. Bu ku-ruluşlar, sadece temsil ettiği üyelerinin değil, bütün kamu personelinin sorun-larını idari kurumlara iletmek ve bu so-runlara çözüm sağlamak gibi bir mis-yon yüklenmişlerdir. Bu anlamda sen-dikalar, çalışma şartlarının daha iyi ol-ması ve çalışanların daha mükemmel özlük haklarına kavuşmaları yolunda çalışanlar adına hak talep etme gibi kutsal bir görevi de ifa etmektedirler. Bu yönüyle sendikaların insan hakla-rı adına da büyük görevler ifa ettikleri izaha muhtaç bir husus değildir. Dola-yısıyla sendikalar ve sendikal faaliyet-ler, ister demokratik zihniyet açısından bakılsın ister insan hakları açısından is-terse hukuka saygı noktasından bakıl-sın, her halükarda üniversitelerimizin, taşıdıkları misyonları gereği özellik-le üzerine titremeleri, kurum içindeki faaliyetlerine kolaylık göstermeleri ve katkı sağlamaları gereken demokratik icraatlardır.

Sendikaların desteklenmesi nok-tasında üniversite akademik ve idari personeline de iş düşmektedir. İdari ve akademik personelin kendi sorunları-nı bireysel olarak üst makamlara ulaş-tırma şansları hemen hemen yoktur. Az önce de vurguladığımız gibi, pratik olarak böyle bir şeye imkan da bulun-mamaktadır. Sorunların çözülmek üze-re üst makama iletilmesi ve hakların alınması noktasındaki faaliyetler, an-cak örgütlü bir çalışmanın sonucu ya-pılabilir. Üniversite idari kurullarına ka-tılan sendika temsilcileri, bu üniversi-telerde görev yapan akademik ve idari personelin tüm sorunlarını üniversite idarecilerine iletir ve onlardan çözüm talep eder. Dolayısıyla, bunların başa-rılması için sendikaların idari kurulla-ra güçlü bir şekilde katılmaları gerekir. Sendikaların gücü ise, üye sayılarıyla doğru orantılıdır. Öyleyse akademik ve idari personelin, kendi sorunlarını ida-ri kurullara götürerek çözüm sağlama-ya çalışan sendikalara en azından üye olarak destek vermeleri, vicdanî bir zo-runluluktur. Bu konuda öğretim üyele-ri, ne yazık ki, anlaşılamaz bir tedirgin-lik ve çekingenlik içinde bulunmakta-dır. Hem çağdaş demokrasinin en vaz-geçilmez örgütleri arasında bulunan hem de meşruiyetini yasalarımızdan alan bir sivil toplum örgütüne gelecek kaygısı yüzünden üye olmaktan ürken akademisyenlerin varlığı, Türk üniver-

siteleri açısından üzerinde ibretle dü-şünülmesi gereken ciddi bir durum-dur. Hemen her sözün, her faaliyetin altında ideolojik maksatlar arayan ve özgürlükleri vehimlere kurban eden baskıcı oligarşik zihniyet, evrensel in-sanlık değerlerinin ve çağdaş demok-rasinin peşinde koşması gereken aka-demisyenleri dehşet verici bir korku tünelinin içine hapsetmiş görünmek-tedir. Bu vahim durum, bugün üniver-sitelerimizin global prestijini de yer-le bir eden önemli etkenler arasında-ki yerini almıştır.

Burada şunu hemen ifade etmemiz gerekir: Esasen akademik camiayı böy-lesine pasifize eden ve kendi kabuğu-na çeken bu korku tünelinin tek mü-sebbibi, elbette üniversitelerimiz de-ğildir. Bu korku atmosferi, aslında ül-kemizin öteden beri talihsiz bir miras olarak taşıdığı ve bugünlere getirdi-ği ideolojik, jakoben zihniyetin üret-tiği bir bilinçaltı sendromudur. Ne var ki, üniversitelerimiz dönemsel olarak talihsiz bir biçimde sözü edilen zihni-yetin uygulayıcılarından biri olmuşlar-dır. Nitekim dönem dönem, çok de-ğerli bilim adamlarının üniversiteler-den sorgusuz sualsiz atılmış olmaları, bu acı gerçeği ortaya koymaktadır.

Üniversitelerimizi böylesine olum-suz algıdan kurtarmanın elbette yolla-rı vardır. Bu yollardan biri ve belki en

önemlisi, üniversitelerimizi yöneten sayın rektörlerimizin evrensel demok-rasinin tüm ilkelerini özümseyerek ha-yata geçirmeleridir. Bu çerçevede, üni-versiteler, üyelerinin genel temayülü hangi siyasal ve sosyal tercihi yansıtı-yorsa yansıtsın, üniversite çalışanları-nın haklarını dile getirdiği sürece sen-dikalara ve sendikal faaliyetlere kucak açmalıdır. Üniversite idareleri, kurum-da faaliyet gösteren sendikal örgütlere milli bayramların ve sivil etkinliklerin kutlanmasında, bilimsel etkinliklerin düzenlenmesinde, sosyal, kültürel vs. alanlarda icra edilen faaliyetlerde pay-daş olarak yer vermeli, sözü edilen sivil örgütlerle birlikte faaliyet icra etmek-ten kaçınmamalıdır. Sendikaların üni-versitelerde örgütlenme çabalarını en-gelleyici değil, tam tersine destekleyici ve teşvik edici bir rol oynamalıdır. Rek-törlerimiz, üniversitelerin sendikalarla birlikte daha da özgürleşeceğini kabul etmeli ve özgür düşünceli akademis-yenlerin varlığını evrensel demokrasi adına bir zorunluluk olarak görmelidir. Böylece, çağdaş demokrasiyi içlerine sindirmiş değerli rektörlerin varlığıyla üniversitelerimiz, geçmişin acı uygula-malarından gelen jakoben ve ideolojik kurumlar olma imajından hızla uzakla-şacak ve asıl bulunması gereken nok-taya gelmiş olacaktır.

Page 26: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

Türkiye’de hakemli makale yayını nispeten yenidir ve henüz tam anlamıyla olgunluk dönemi-

ne ulaştığı söylenemez. Ancak gelinen noktada epey bir mesafe kaydedildiği de göz ardı edilmemelidir. Zaman içeri-sinde kaydedeceği büyük ilerlemeler ile arzulanılan olgunluğa kısa sürede ulaşa-cağını söylemek saf bir iyimserlik olarak görülmemelidir. Şüphesiz bu noktada birtakım sorunlarımız ve açmazlarımız da vardır. Özellikle bu kısa yazıda işaret etmek istediğimiz nokta, bilimsel der-gi hakemliğidir. Fiilî durum göz önünde bulundurulduğunda, şu anda bilimsel hakemlik, suç isnat edilen sanığı yargıla-yan ‘yargıçlık’ ile ‘babacanlık’ arasında gi-dip gelen bir kurum görüntüsü vermek-tedir. Hâlbuki bu tür bir yaklaşım biçimi, istenen ya da beklenen bir şey değildir/olmamalıdır. Çünkü gönderilen bilimsel makale ne bir ‘suç unsuru’ taşımaktadır ne de makaleyi kaleme alan yazar bir ‘sa-nık’ veya ‘suçlu’ konumundadır. Dolayı-sıyla bu noktada bilimsel makale hake-mine yargıdaki anlamı ile yargıçlık veya savcılık hakkı tanınmış değildir.

Bunun tersi olan ‘babacan tavır’ da akademik etkinliklerde doğru bir tavır değildir. Çünkü kimse kimsenin baba-canlığı, hoşgörüsü veya kanatları altında bilim adamı olma çabasında değildir/ol-mamalıdır. Diğer bir deyişle, hakem, eli-ne gelen makalede ‘suç unsuru tespit edip’ ona göre bir yargıda bulunma hak-kına ve yetkisine sahip olmadığı gibi, gö-

rünen yanlış ve hataları ‘gözardı etmek’ veya ‘küçültmek’ suretiyle ‘babacan tavır’ içerisinde de olmamalıdır. Babacan ta-vır gerçekte önemsememenin bir sonucu ise, bilim adına bu daha vahimdir. Çün-kü bir bilim adamı sadece kendisini ye-tiştiren, başkalarını görmezden gelen bir bencillik içerisinde olamaz/olmamalıdır. Diğer bütün uğraşlarda olduğu gibi, bi-limsel faaliyet de, elbirliği ve dayanış-ma içinde gerçekleştirilebilir ve bu şekil-de bilimsel ilerleme ve birikim mümkün olur. Bu elbirliği ve dayanışma içerisinde bulunmak bilim adamının hem vazgeçil-mez özelliği hem de görevi sayılmalıdır. Ancak bu görevi ifrat ve tefrit gibi aşırı uçlara götürmeksizin ve duygusal boyu-tu ön plana çıkartmaksızın, bilimsel bir metin tenkidi şeklinde yerine getirmek, öncelikle bilim adamına yakışacak bir ta-vırdır. Aksi takdirde, suç unsuru tespitine çalışan ‘savcılık’ ve tersi olan ‘babacan ta-vır’ ile bilim adamlığı tavrı birbirine karış-tırılmış olur. Burada kendi alanında çok önemli bir görev yerine getiren ‘yargıç-lık’ ve ‘savcılık’ kurumlarını değersiz gör-düğümüz ve yerdiğimiz gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır. Her meslek ve kurum kendi alanında ve yerinde değerlidir ve yücedir. Buradaki amacımız, bazı ortak noktaları bulunması ve bu ortak nokta-lardan hareketle iki kurumun birbiri ile aynîleştirilmesi/karıştırılması ihtimaline karşılık, ‘yargılama’ ile ‘bilimsel hakem-lik’ kurumunun ayrışan/ayrışması gere-ken yönlerine dikkat çekmektir. Bunun

aksi olan bir yargıcın ve savcının bilim-sel makale hakemi gibi davranması da asla onaylanmaz. Çünkü böylesi bir tavır da, yargıçlık ve savcılık görevlerinin yeri-ne getirilmesi noktasında birçok sıkıntı-nın ortaya çıkmasına yol açar. Dolayısıy-la her meslek kendi doğası ve doğallığı içerisinde yapılmalı ve sürdürülmelidir. Ancak yukarıda da işaret edildiği gibi, bu iki kurum arasında belli oranda bir or-tak noktanın bulunduğu da inkâr edile-mez bir gerçektir. Yargı kurumu ile bilim-sel hakemlik arasındaki en önemli ben-zerlik veya ortak nokta, ‘önleyicilik’ özel-liğidir. Yargı kurumu, toplumda oluşan suçları ortadan kaldırmaya ve haksızlık-lara engel olmaya, kişilerin veya grupla-rın haksız itibar ve kazanç elde etmeleri-ni önlemeye çalışırken; bilimsel hakem-lik, bilim alanında haksız itibarın ve çıka-rın önüne geçmeyi hedeflemektedir. Bu da, bilimsel makaleyi inceleyen hakeme ‘öneri getirme’ ve ‘önlem alma’ şeklinde-ki iki görevin aynı anda ifa edilmesi so-rumluluğunu yüklemektedir. Daha açık bir ifade ile, bir makaleyi inceleyen ha-kem, makalenin gelişmesine katkı sağla-yıcı öneriler getirirken, buna paralel ola-rak yazarın haksız itibar ve çıkar sağla-masına yönelik çekincelerini de ortaya koymalıdır.

Gelinen noktada, bilimsel hakemli-ğin nasıl olmaması gerektiği kadar na-sıl olması gerektiğinin de önemli oldu-ğu ortaya çıkmıştır. Kabul etmek gere-kir ki, bir hususta olması gereken ile ol-

BilimselDergi Hakemliği ÜzerineBazı Mülâhazalar

Doç. Dr. Cağfer KaradaşUludağ Üniversitesiİlahiyat FakültesiÖğretim ÜyesiEğitim-Bir-Sen UludağÜniversitesi Temsilcisi

24

Page 27: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

25

maması gerekeni birbirinden ayırmak çok da kolay değildir. Çünkü her olgu ve olayın olması gerekeni kadar olmama-sı gerekeni de önemlidir ve bunlar anı-lan olgu ve olayın iki yönünü oluştu-ran ayrılmaz unsurlardır. Bu durum bü-tün alanlar için geçerlidir. Sözgelimi, sos-yal bilimler alanında bir düşünce ortaya koyarken, bir karar alırken veya bir kural koyarken, sağlayacağı yarar kadar mey-dana getireceği olumsuzluklar da hesa-ba katılır veya laboratuarlarda çok yük-sek maliyetlerle geliştirilen bir ilacın te-davi etme özelliği kadar olumsuz yan et-kileri de göz önünde bulundurulur ve kullanıcı bu gibi hususlara karşı uyarılır. Bu mülahazalarla bilimsel hakemlik de, hem nasıl olması gerektiği hem de buna paralel olarak nasıl olmaması gerektiği yönlerinden ele alınmalı ve özenle üze-rinde durulmalıdır. Söz konusu iki yönü de içine alacak şekilde bilimsel hakemlik tespit, tenkit ve teklif şeklindeki üçlü saca-yağı üzerine kurulmalıdır. Tespit ve ten-kit hususunda hassasiyet; teklif noktasın-da ise, gayret gösterilmelidir. Bu yönüy-le bilimsel hakemlik, doğası gereği tes-pit ve tecziye görevi ile sınırlı olan spor hakemliğinden de ayrılır. Çünkü bilimsel hakemlikte amaç, kişiyi cezalandırmak değil, yetişmesine katkı sağlamaya ma-tuf tespit, tenkit ve öneriler getirmektir.

***Bilimsel hakemlik müessesesinin

sağlıklı yürüyebilmesi için, hakemle ya-zarın temel ilkeler noktasında uzlaşı içe-risinde olması gerekir. Diğer bir deyiş-le, hakem ve yazarın aynı düzlemde ve aynı dili konuşuyor olması önem arz et-mektedir. Zira akademik camiada ‘bilim-sel hakemli makale’ konusunda bir uz-laşma sağlanamamışsa, hakem ile yaza-rın aynı dili konuşması söz konusu ola-maz. Bu takdirde bilimsel makale ya da bilimsel hakemli makale noktasında bir uzlaşı arayışı içerisinde olunması önce-likli olarak gündeme alınmalıdır. Aksi takdirde ayrı dilden ve ayrı telden çalan ve söyleyen hakemin akort tutturması ve ahenk içerisinde olması beklenemez. Ancak bunun gerçekleşmesi, takdir edil-melidir ki, belli bir süreç içerisinde müm-kün olacaktır. Ülkenin ve toplumun bi-lim gündeminin yoğunluğu arttıkça, za-manla nicelikten niteliğe doğru bir ge-çiş sağlanacaktır. Bu geçişte hem bilim-sel makale olması gerektiği yere gelecek hem de bilimsel hakemlik müessesesi layık olduğu itibarı dışarıdan değil, biz-zat içerden, kendi özünden elde edecek-tir. Bu geçiş döneminde yazardan anla-yış; hakemden ise, ciddî değerlendirme ile birlikte biraz hoşgörü ve sabır beklen-mektedir. Yazarın anlayışsızlığı, kendisi-nin bilim yolunda gelişmesini ve gelece-ğini etkileyebileceği gibi, hakemin sert

ve katı tutumu, acele kararı da bilim ada-mının önünde ciddi bir engele dönüşür. Çünkü hakemden beklenen, önüne ge-len makaleyi, her ne pahasına olursa ol-sun, mahkûm etme, geçersiz kılma, yok sayma değildir. Hakem pozisyonunda bile bulunsa, hiç kimse, böylesi bir yet-kiye sahip olamaz/olduğunu iddia ede-mez. Çünkü herkesin ortaya koyduğu ürün, kendine göre bir değere sahiptir. Hakem, bu noktada yol gösterici olmalı ve yazının ne tür bir yayın ortamında ya-yınlanabileceğine dair öneri sunabilme-lidir. Bu, daha samimî ve verimli bilim or-tamının oluşmasına katkı sağlar. Üstelik bir derginin ekole dönüşmesi de böylesi bir rehberlik sayesinde mümkün olabilir.

***Bilimsel tercihe saygı, öncelikli ve

önemsenmesi gereken akademik bir ta-vır olmalıdır. Çünkü bilim adamının ya da bilim adamı olma yolunda olan şah-sın, deliller/kanıtlar üzerinde değerlen-dirme yaparak tercihte bulunma hakkı vardır. Bu hakkın bilimsel alanın ötesin-de, temel insan haklarını ilgilendiren bo-yutu da bulunmaktadır. Söz konusu olan tercih hakkı teslim edilmediği takdirde, farklı düşüncelere açılan bütün kapılar kapatılmış olur. Bunun varacağı sonuç da, hakem ile yazarın aynı veya paralel düşünmesi ve benzer sonuçlara ulaşma-sı zorunluluğudur. Ne hakemin ne de bir başkasının, özgün düşünce ortaya koy-ması beklenen bilim adamından böyle-si bir talepte bulunması arzu edilir. Çün-kü hakem, varılan sonuçları değil, kay-nakları kullanmayı ve yazımda takip edi-len yöntemin bilimselliğini sorgulamalı ve değerlendirmelidir. Şayet o noktada bir kusur varsa, bunun düzeltilmesi yö-nünde öneriler ileri sürmelidir. Yazar, ha-kemin inançlarını ve kabullerini okşama-ya, arzularını ve beklentilerini karşılama-ya yönelik yazı yazmak zorunda ve gü-dümünde değildir. Böylesi bir durum; ya dayatma ve baskıya ya da taklitçiliğe ve sıradanlığa götürür.

Hakem ile yazar arasında bir diğer sorun ise, ‘önem’ anlayışında ortaya çık-maktadır. Hakemin önem verdiği hu-susları, yazarın da aynı oranda önemse-mesini beklemek, kabul edilebilir bir tu-tum değildir. Diğer bir ifade ile, hakemin önem verdiği ya da önemli bulduğu hu-suslara, yazarın da aynı yaklaşımı göster-mesi gerekmez ve beklenemez. ‘Önemli bulmak’ bir ‘şey’e kişisel olarak değer at-fetmektir. Hâlbuki değerler, içinde bulu-nulan sosyal, psikolojik ve çevresel fak-törlere bağlı olarak değişkenlik arz ede-ceğinden, görecelilik özelliği ağır basar. Bundan dolayıdır ki, herkesin kendisi-ne göre bir ‘değer dünyası’ vardır. Zaten dinlerin, mezheplerin, görüşlerin ve ide-olojilerin ortaya çıkış nedeni de bu de-

ğil midir? Allah, “Allah isteseydi sizi tek bir ümmet kılardı” (el-Mâide 5/48) buyu-ruyor. Allah’ın kullanmadığı bir tasarrufu hakem olarak kendimizde görmemiz ne kadar uygundur? Ancak, bu noktada yu-karıda işaret edilen hakemle yazarın kul-lanılan dil ve kültürel düzlem noktasın-daki mutabakatı ile tercih ve önemseme noktasındaki farklılığı arasında çok ince bir çizginin bulunduğunu ve bunun aşıl-ması kolay bir problem olmadığını da kabul etmek gerekir. Bu problemi de, ha-kem ve yazarın iyi niyet, adalet ve hakka-niyet ilkeleri çerçevesinde aşması müm-kündür.

Bilimsel bir ürünü değerlendiren ha-kem, yazarın bir bilim adamı olduğunu ve aynı bilimsel alanı ve atmosferi pay-laştıklarını da hesaba katmalı ve bu an-lamda bir arada yaşamanın olmazsa ol-mazlarına riayet etmelidir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken en önemli hu-sus, az önce işaret edilen iyi niyet, üslup-ta nezaket, adalet ve hakkaniyeti gözet-mektir. Makaleyi eleştirirken ya da sor-gularken, yazarın kişilik haklarına ve iti-barına zarar verecek bir üslup kullanıl-ması hoş görülecek bir durum değildir. Böylesi bir tavır, makaleyi değerlendir-mekle sınırlı olan amacın, tamamen dı-şına çıkılmasına yol açar. Öte yandan bir makaleden hareketle yazarın bir bütün olarak bilim adamlığını sorgulamak aşırı ve cüretkâr bir genelleme olur. Diğer bir ifade ile, bir makaleden hareketle yaza-rın bilimsel yönü ile ilgili genel hüküm-lere ulaşmak, akademisyenlik ve bilim adamlığının gereği olan delillerin tama-mının ya da çoğunun görülmesi ilkesine ters düşer. Meseleyi makale boyutunda tutmak, en uygun olanıdır.

Sonuç olarak, bu kısa yazıda bilim-sel hakemlik üzerinde kendi zaviyemden bazı mülahazalar geliştirmeye çalıştım. Bunu bir ilk adım, ilk harç olarak düşün-mek mümkün olduğu gibi, kuyuya atı-lan bir taş olarak görmek de mümkün-dür. Her nasıl anlaşılırsa anlaşılsın, eğer bu alanda iyiyi ve güzeli elde etme yo-lunda bir tartışma ortamı oluşturabilir-se, bu yazının maksadı fazlasıyla yerine gelmiş demektir. Hakem yönünden veya yazar yönünden kimsenin kötü niyet-li olduğunu veya haksız bir itibar ve ka-zanç peşinde koşmadığını, hukuk ifade-siyle “beraet-i zimmetin asıl olduğunu” kabul etmek gerekir. Hakemlik, belki bu-rada aksi durumları önlemeye yarayan bir mekanizma konumundadır. Ancak bu mekanizmanın en az ‘önleyici’ özelli-ği kadar, belki de daha fazla ‘teşvik’ edi-ci özelliğinin ön plana alınmasında yarar vardır. Bununla birlikte, ‘önleyici’ özelliği-nin tamamen gözardı edilmesinin, bü-yük ölçüde bilimsel dergi hakemliğini iş-levsizleştireceğini hesaba katarak, den-geli bir tutumun izlenmesi gereği açıktır.

Page 28: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

26

Beşik Ulemasından YÖK’e ‘Akademik Seçkincilik’

Türkiye’nin muasır medeniyet hedefine

ulaşamamasında, bilim ve değer

üretememesinde, insan hakları

ve demokratik değerlerin ihlal

edilmesinde YÖK’ün büyük payı

bulunmaktadır

Demokrasilerde toplumun ve devletin hu-zur ve selameti için yasama, yürütme ve yargı organlarının bağımsız bir şekilde işlevini yeri-ne getirebilmesi zorunludur. Bu üç erk, işlevini yerine getirirken ‘kuvvetler ayrılığı’ prensibi ge-reğince biri diğerinin alanına girmemelidir. Ül-kemizin pratikleri dikkate alındığında, okullar-da öğrettiğimiz bu genel geçer bilgilerin kâğıt üzerinde kaldığı, Türk Silahlı Kuvvetleri ile Yük-seköğretimin de (YÖK) dördüncü ve beşinci güç olarak ortaya çıktığı görülecektir. Çalışma-mızın konusu olan Yükseköğretim, 1982 Ana-yasasının 130 ve 131. maddeleriyle idari olarak yürütme organı olan hükümetlerden bağımsız bir yapıya kavuşturulmuştur. Totaliter bir zihni-yetin ürünü olan YÖK, mevcut yapısıyla kurul-duğu tarihten beri sürekli olarak tartışma ko-nusu olmuştur. Sahip olduğu özerklik zırhı sa-yesinde YÖK, özellikle insan hakları, demok-ratik teamüller, hükümetler, akademisyenler ve topyekûn milletin değerleriyle kavgalı ol-muştur. Türkiye’nin muasır medeniyet hedefi-ne ulaşamamasında, bilim ve değer üreteme-mesinde, insan hakları ve demokratik değer-lerin ihlal edilmesinde YÖK’ün büyük payı bu-lunmaktadır. Türk eğitim tarihi incelendiğinde, yükseköğretimde yaşanan bu sorunların Os-manlı İmparatorluğunun çöküş sebepleri ara-sında sayılan medreselerin yozlaşması, yani “beşik uleması” ile başladığı görülecektir.

İslam Peygamberi, “Ahir zamanda bir toplu-luk çıkar ki, bu topluluğun başına cahiller ge-çer. Verdikleri fetvalarla hem kendileri sapar-lar ve hem de insanları doğru yoldan sapıtırlar” buyruğuyla ilim adamlarının yozlaşması sonu-cu olabilecek olumsuzluklara vurgu yapmakta-dır. Bir başka hadis-i şerifte de bir toplumun he-lak sebepleri, “Din ve devletin üç büyük musi-beti vardır: heva ve hevesine uyup kuralları çiğ-neyen hâkim, zalim devlet adamı ve cahil müç-tehit” olarak sıralanmaktadır (Elmalılı, Ankara 1936, 4794). Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı gibi birçok devletin güçlü devlet olmasını büyük öl-çüde ilmiye sınıfı (akademisyenler) sağlamıştır. Böylesine parlak bir geçmişi olan ilmiye sınıfı, 16. yüzyıldan itibaren yoğun bir şekilde yoz-laşmış, ilmiye sınıfında başlayan dejenerasyon, kısa zamanda sosyal, kültürel ve ekonomik ha-yatta da yankılanmıştır.

İlmiye sınıfının bozulması; atamalarda dik-kate alınması gereken liyakat ve hakkaniyet gibi kriterlerin göz ardı edilmesi, akademik un-vanların babadan oğula geçen miras gibi algı-lanmasıyla başlamıştır. Oysa XVI. yüzyıldan ön-ceki Selçuklu ve Osmanlı medreselerinde mü-

derrisliğe (akademisyenliğe) atanma ile ilgi-li sağlam gelenekler oluşmuştu. Gelenekle-re göre müderrisliğe atanmak isteyen medre-se mezunları mülazemet adı verilen usule tabi tutulurdu. Mülazemet usulüne göre müder-ris adayları bir stajdan geçirilir, performansla-rı ölçülürdü. Staj süresini başarıyla tamamla-yan ve performansı beğenilen adaylar sıray-la müderrisliğe atanırdı. Osmanlı İmparatorlu-ğunun duraklama dönemiyle birlikte müder-risliğe atanmada şart koşulan ‘medrese mezu-nu’ olma hükmü dahi göz ardı edilmiştir. “Ders yapılmayan, harap, yanmış, adı var fakat ken-disi ortada olmayan medreselere kayırma yo-luyla bazı kişiler müderris atanıyorlardı. Devlet adamları ve müderrislerin oğullarına da daha çocukken müderris unvanı veriliyor, bunlar bir medresede görevli gösteriliyor, geçimleri sağ-lanıyordu. Böylelerine, alay için, beşik uleması denirdi. Bir de yüksek dereceli ulemanın ilmi-ye sınıfındaki oğulları, babalarının işgal etmiş oldukları mevki göz önüne alınarak, doğrudan Miftah, Kırklı, Hariç ve Dahil müderrisi atanırlar-dı. Ulema oğullarına, babalarının yüksek mev-kileri dolayısıyla böyle bir ayrıcalık ve imtiyaz tanınması, 16. yüzyıldaki yaygın bozulmalar-dan çok öncedir ve onların ilk kaynaklarını teş-kil eder. Bu yolda ilk imtiyaz, Molla Fenari diye meşhur olan zatın (ölümü 1431) oğullarına ve torunlarına verilmişti. Bunlar, müderris olduk-ları takdirde, 40 akçe ile tayin olunuyorlardı. Daha sonraki tarihlerde, ulema oğulları hak-kındaki bu ayrıcalık genişletilmiş ve bu gibiler, bilgi ve hak etmelerine bakılmayarak, sıralarını bekleyen mülazımların önünde müderris atan-mışlardır. Yine, 18. yüzyılın ilk yarısında, ulema-nın iyi öğrenim görmemiş oğullarına bilgisizlik-lerini örter düşüncesiyle sakallarını salıvermele-ri emredilmiş, bu da alay konusu olmuştu” (Ak-yüz, Ankara 2007, 83-84).

Beşik ulemasıyla birlikte ilmiye sınıfında atama dönemi başlamıştır. Doğar doğmaz âlim ilan edilen seçilmiş ulemadan (akademisyen-lerden) bilgeliğin kazandırdığı üstün nitelik-ler beklenemezdi. ‘Körler sağırlar birbirini ağır-lar’ sözü gereğince hak etmediği makamlara atanan ulema(!), kendilerini atayanların med-yunu ve meddahı olmuşlardır. İlmi itibarını yi-tiren ulema, iktidarları uyaracak gücünü kay-betmiş, kendilerini atayan yöneticilerin dalka-vukluğunu yapar duruma düşürülmüştür. Top-lum nezdinde itibar kaybeden ancak ‘kerameti kendinden menkul’ ilmiye sınıfı, halktan kopa-rak halka tepeden bakan seçkinci bir sınıf oluş-turmuştur. Kalitesi düşürülmüş olan medrese-

Yrd. Doç. Dr. Davut OkçuVan Yüzüncü Yıl ÜniversitesiEğitim FakültesiÖğretim ÜyesiEğitim-Bir-SenVan Şube Başkanı

Page 29: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

27

lerin öğrencilerinde de kalite alabildiği-ne zayıflamıştı. Akademik disiplinin kal-madığı medreselerde öğrenciler, suhte (softa) ayaklanmalarından celali isyanları-na kadar pek çok eyleme öncülük etmiş-lerdir. Bazı medreselerde kendilerine ‘yo-baz’ diyen ve alat-ı harb (savaş silahları) ile gezen öğrenciler, medreselerin ve toplu-mun güvenliğine zarar vermiştir (Akyüz, 85). Bu yüzden Osmanlı Devletinin yıkıl-ma sebepleri arasında, beşik uleması uy-gulamasıyla yozlaşan ilmiye sınıfının da sayılması isabetli bir teşhistir.

Beşik uleması uygulaması cumhuri-yetle birlikte önemli bir değişime uğra-mamıştır. Üniversitelere alınacak öğretim elemanlarının seçimi için Osmanlı devle-tinin son dönemlerinde olduğu gibi ob-jektif hiçbir kriter belirlenmemiş, tercihler tamamen öğretim üyelerinin inisiyatifine bırakılmıştır. Öyle ki, üniversitelerde aynı soyadı taşıyan akademisyen grupları tü-remiştir. Özellikle üniversitelerin İstanbul, Ankara ve İzmir gibi vilayetlerle sınırlı ol-ması Anadolu insanının akademik sınıfa dahil olabilmesini zorlaştırmış, üniversite-ler bir avuç seçkinci (elitist) akademisye-nin kontrolünde kalmıştır.

Cumhuriyete ve halkın oyu ile belir-lenmiş siyasi iktidarlara yönelmiş olan bütün askeri müdahaleler akademik seç-kincilerin iktidarını perçinlemiştir. 1960 Anayasası ile akademisyen ve öğrencile-re tanınan bazı haklar 12 Mart muhtıra-sı ile geri alınmış, siyasi iktidarların yükse-köğretim ile ilgili kararlar alabilmesi 1982 Anayasası ile önlenmiştir. Askeri müda-haleler akademik seçkincilerin saltanatı-nı korumayı ihmal etmemiştir. Bu yüzden askeri müdahaleler en büyük destek ve teşviki seçkinci (elitist) akademisyenler-den almıştır. Akademik saltanatı yıkmaya yönelik düzenlemelere karşı direnen aka-demik seçkinciler, cübbelerini giyerek or-duyu göreve davet edecek kadar anti de-mokratik tutum sergilemişlerdir. Derin güçler ile işbirliği içinde olan YÖK, bu güç-lerin talimatlarını kayıtsız şartsız uygula-maya koymuştur. Örneğin, Orgeneral Çe-vik Bir’in 14 Temmuz 1998 tarihli resmi ya-zısına binaen, bugün Ergenekon Terör Ör-gütü kapsamında yargılanan Kemal Gü-rüz başkanlığındaki YÖK Genel Kurulu 30 Temmuz 1998 günü meslek liselerine kat-sayı uygulamasını başlatmıştır.

Tarih tekerrür etmiş ve 28 Şubat 1997 post-modern darbesiyle iktidarını perçin-leyen çağdaş beşik uleması; yani ilmi, ken-dilerini atayan derin iktidara hizmet ola-rak gören YÖK yüzünden Türkiye çöküşün eşiğine getirilmiştir. Akademik yükselme ve atamalarda kalite veya liyakat yerine siyasal amaçlarda yakınlık ve oy hesapları esas faktör olmuştur. YÖK üst yönetiminin oluşturulması aşamasında: üniversitelera-

rası kurulda, yürütme kurulunda ve hatta denetleme kurulunda seçimle gelmiş kişi-lerden fazla atanmış kişiler vardır. Merkez-deki iktidarını taşraya da yaymak isteyen YÖK, evlere şenlik bir ‘rektör seçimi’ siste-miyle istediğini rektör tayin ederek amaç-larına ulaşmayı hedeflemiştir. Böylece üniversitelerin idari yapılanmasında seçi-lenlerin değil, atananların sözü geçerli ol-muştur. Atama yoluyla rektörlük makamı-na oturan rektörler de geleneğe saygıda kusur etmemiş, kendilerine tanınan ola-ğanüstü yetkilere yaslanarak subjektif kri-terler vasıtasıyla kadrolarını oluşturmuş-lardır. Öğretim üyelerinin üniversite yöne-timine katkıları senato ve fakülte kurulla-rına temsilci göndermekten ibarettir. An-cak bu temsiller rakamsal olmaktan öte-ye geçememektedir. Zira atanmış kişilerin çoğunluğu oluşturmaları ve sahip olduk-ları aşırı yetkileri karşısında, seçilmişler et-kisiz kalmaktadır.

Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği, adeta akademik personeli hizaya sokmak için hazırlanmış bir yönet-

meliktir. Özellikle disiplinsiz öğretim ele-manlarını bir başka üniversitede dene-meyi amaçlayan ve üniversitelerde sür-gün maddesi olarak bilinen 7/l, akade-mik personeli rencide etmeye matuftur. Çünkü bu madde ile sürgün edilen aka-demisyenlerin sicili incelendiğinde her-hangi bir disiplin cezası almadıkları, öğ-retim ve araştırma faaliyetlerinde de ye-tersiz olmadıkları görülecektir. Bilakis bu madde rektörler tarafından siyasi amaç-larla ve tek tipleştirmeye yönelik olarak iş-letilmiştir. Akademik personeli kontrol al-tına almanın bir diğer vasıtası, sadece iki maddeden oluşan ve performansı ölçme-de objektif maddeler içermeyen sicil ra-porlarıdır.

Üniversitelerimizde öğretim eleman-larını en çok rahatsız eden uygulamalar-dan bir diğeri, akademik kadroların tah-sisi sürecindeki keyfiliklerdir. Akademik kadro tahsisinin bütünüyle rektörlerin ini-siyatifine bırakılması, kadro bekleyen öğ-retim elemanlarını kadro almak için kapı-kapı dolaşmaya sevk etmekte, kişiliklerini aşındırmaktadır. Bu yüzden rektörlere ya-kınlık kurabilen akademisyenler zamanın-

da kadro alıyorken, eğilip bükülmeyen, yaranmayı beceremeyen akademisyenler yıllarca kadro beklemek zorunda kalmak-tadır. Sonuç itibariyle YÖK yasasının aka-demik yükselmelere ilişkin objektif olma-yan hükümleriyle oluşturulan akademik kadro, medreselerin beşik uleması uygu-lamasıyla oluşturduğu ulema sınıfı arasın-da nitelik itibariyle önemli bir fark bulun-mamaktadır.

YÖK’ün akademik ve idari personel üzerinde oluşturduğu baskıdan öğren-ciler de nasibini almıştır. Üniversitelerin hiçbir idari organında söz sahibi olmayan öğrencilerin kılık kıyafet seçme hürriye-ti dahi bulunmamaktadır. Katsayı uygula-ması ile meslek liselerine devam eden ve çoğunluğunu Anadolu insanının oluştur-duğu öğrencilerimizin önü kesilmektedir. Bu arada ALES uygulamasının da TUS gibi objektif ve uzmanlık alanına yönelik be-cerileri ölçecek şekilde yeniden düzenle-mesi isabetli olacaktır.

Öğrenci disiplin yönetmeliği, göste-ri ve yürüyüş hakkını düzenleyen mev-zuatın gerisinde kalmış, neredeyse kışla-da askerlere uygulanan disiplin mevzu-atına rahmet okutacak hükümlerle şekil-lendirilmiştir. Bu yüzden öğrenci disiplin yönetmeliğine göre öğrencilere verilen cezalar idare mahkemeleri tarafından ip-tal edilmektedir. Örneğin usulüne uygun gösteri yapan öğrencilere, öğrenci disip-lin yönetmeliği çerçevesinde üniversite yönetimleri tarafından ağır cezalar veril-mektedir. Ancak konu idare mahkemele-rine intikal ettirildiğinde, verilen cezalar toplantı ve gösteri yürüyüşlerini düzenle-yen 2911 sayılı Kanun’a aykırı bir durum bulunmadığı gerekçesiyle iptal edilmek-tedir.

Yeni YÖK yönetiminin üniversite sayı-sını artırması, taşra üniversitelerine dok-tora programları açma imkânını yaygın-laştırarak tanıması akademik seçkincile-rin saltanatını sallaması yönüyle isabet-li olmuştur. Bu arada son yıllarda uygula-nan TUS sayesinde tıp alanında üstün bir performansın yakalandığı gözlenmekte-dir. TUS benzeri bir sınav sisteminin bütün öğretim elemanı alımlarında uygulanma-sı isabetli olacaktır. Ayrıca doçentliğe yük-selme jürilerinin oluşturulmasında yıllar-dır devam eden eski üniversitelerin tasal-lutunun sona erdirilmesine yönelik çaba-lar takdirle karşılanmaktadır. Bu olumlu icraatların kadro tahsisi, sicil raporları, di-siplin yönetmeliği, öğrenci disiplin yönet-meliği ve katsayı konusunda da sürdürül-mesini beklemekteyiz.

KaynaklarYazır, Elmalılı Muhammed Hamdi,Hak Dini Kur’an Dili, Ankara 1936.Akyüz, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, Ankara 2007.

Page 30: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Üniversitelerde Yardımcı Doçent,Öğretim Görevlisi ve Okutmanların Sorunları

Günümüz Türkiyesi’nin en önemli kurumlarından biri

olarak yükseköğrenim olgusunun yanı sıra, eğitim ve kültür yapısı-nın da oluşmasında büyük katkı-ları olan ve son yıllarda ‘her ile bir üniversite’ sloganı ile yeni eklene-rek sayıları oldukça artan üniversi-teler, orta ve küçük ilçelerde mes-lek yüksekokulları, büyük ilçelerde ise fakülteleri ile bulundukları yö-reye önemli ekonomik, sosyal ve kültürel katkılar sağlamaktadır.

Her ne kadar ‘her ile üniversi-te’ olmaz diyerek çeşitli şekillerde eleştirilseler de, zaman içerisinde gelişecek olan bu kurumların, böl-genin yapısını olumlu yönde de-ğiştirdiği de görülecektir.

Hızla açılan üniversitelerimiz tabii ki birçok sorunları da berabe-rinde taşımaktadır. İç ve dış sorun-lar olarak iki kısma ayırabileceği-miz bu sorunlar, yürütme organı-nın ve üniversitenin ortak çabala-rı ile belli bir zaman sürecinde çö-zülecektir.

Üniversitelerimizde sorunların başında ücret sorunu gelmektedir. Genel duruma baktığımızda, hem ücretlerin son yıllarda enflasyon karşısında erimesi hem de doğu illerinden başlayarak batıya doğ-ru, ücretlerin ciddi anlamda düş-mesi, en önemli sorun olarak kar-şımıza çıkmaktadır. Özellikle hiçbir döner sermaye payı hiç olmayan yeni üniversitelerde, sadece maaş ile geçinmek zorunda olan öğre-tim elemanları, bu durumlarını an-cak kendilerini zorlayarak girdikle-ri ek derslerin ücretleri ile çözmeye çalışmaktadırlar. Bu durum, hem akademik çalışma yapmak zorun-da olan öğretim kadrolarını yor-makta hem de asli görevleri olan akademik çalışmaya ayırdıkları sü-reyi, yok denecek kadar azaltmak-tadır.

Ücretlerin yetersizliği, sadece geçim düzeyinin düşüklüğüne de-ğil, yapılacak akademik çalışmala-ra şahsi bütçe ayrılamamasına da neden olmakta, belgesel kaynak bulunması için yapılacak seyahat-ler ve materyal alımını da olumsuz etkilemektedir. Arşiv ve etüt çalış-ması için gerekli olan fonların ol-maması bu çalışmaları olumsuz et-kilemektedir.

Bu amaçla üniversitelerin özel-likle de döner sermayeden pay alamayan yeni üniversitelerin ma-

aşları konusu ele alınmalı, burada yapılacak iyileştirmelerin yanı sıra, araştırma çalışmaları için de belli performansa dayalı ek ödenekler çıkartılmalıdır.

Üniversitelerdeki sorunlar-dan bir tanesi de ek ders sorunu-dur. Üniversite akademik persone-linin maddi anlamda en önemli çı-kış yollarından biri de ek derslerdir. Ancak günümüzde ek ders ücret-lerinin artışlarının çok düşük kal-ması bu açılımı da etkisiz bırakmış-tır. Normal öğretimlerde ortalama 5 TL/saat, ikinci öğretimlerde or-talama 20 TL/saat olan ek ders üc-retleri artırılmalıdır. Ya da zorun-lu ders yükü olan 12 saat 6 saate düşürülmeli, idari kadro çalışanla-rının 6 saat olan ders yükü kaldı-rılmalıdır. Ayrıca bölüm başkanlı-ğı, program sorumluluğu gibi yarı resmi görev yapan öğretim görev-lilerinin bu hizmetleri resmi hale getirilmeli; ders yükleri ya sıfırlan-malı ya da 6 saate düşürülmelidir.

Üniversitelerin çeşitli bölümle-rinde görev yapan idari kadrolara ödenen görev tazminatları, o gö-reve uygun olarak artırılmalı, eme-ğini ortaya koyanlara haklı bir gelir sağlanmalıdır.

31 Temmuz 2008 tarihine ka-dar üniversitelerin karşılıklı muva-fakat vermesi suretiyle bir üniver-siteden diğerine tayin mümkün-ken, bu tarihten itibaren bu tip ta-yinler kaldırılmış ve ancak üniver-site dışından bir kimse gibi sına-va girmek ve çalıştığı yerden isti-fa etmek suretiyle geçişler yapıla-bilir olmuştur. Becayiş ya da iki rek-törlüğün anlaşması ile tayinler ser-best bırakılmalı ve karşılıklı kad-ro bazlı değişim olabilmelidir. Kısa dönemli görev yeri değişikliği ge-çici olduğundan istenen sonuç elde edilememiştir.

Üniversitelerde mesai uygula-ması yapılmaktadır, yani 08-17 sa-atleri arası kurumda bulunma zo-runluluğu vardır. Her ne kadar bir-çok üniversitede, amirin inisiyati-fiyle bu sorun çözülmüş ise de, bir-çok üniversitede hiçbir görevi ol-mayan öğretim elemanları mesai-ye gelmekte ve bütün gün bekle-mektedirler. O gün hiçbir dersi ve görevi olmayan öğretim elemanla-rının daha fazla akademik çalışma yapmalarına imkan sağlayan es-nek mesai uygulaması getirilmeli, gereksiz zorunlu mesai dolayısıyla

ortaya çıkabilecek harcamalardan da (yemek, yol, enerji vb.) böylece tasarruf sağlanmalıdır.

Eğitim öğretim yılı başında Milli Eğitim Bakanlığı’nda çalışan öğretmenlere verilen ‘Eğitim- Öğ-retime Hazırlık Ödeneği’nin üni-versite çalışanlarına verilmesi uy-gun olacaktır. Eğitim yılına hazır-lık amacı taşıyan bu ödeneğin ve-rilmesi, öğrenime başlayacak kad-roların giyim ve eğitim malzeme-si ihtiyacının giderilmesini sağla-yacaktır. Üniversitede görev yapan yardımcı doçent, öğretim görev-lisi, okutman ve uzman gibi kad-rolar, kurum amirinin belirleyece-ği bir ila üç yıl arasındaki sözleşme ile çalışmaktadırlar. Her ne kadar iş garantisi bulunuyor gibi görünse de, yer yer iş akitlerinin feshi ya da devam ettirilmemesi durumu da görülmektedir. Her ne kadar mah-keme kararı ile göreve dönülse de, mahkeme süreci 6 ila 8 aya kadar uzadığı için günlük yaşayan çalı-şanlar bu süre içinde çok zor şart-lara maruz kalmaktadır.

Bu durumun aşılması için ön-celikle sürekli kadro oluşturulma-sı gerekmektedir. Bu olmadığı tak-dirde, “sözleşmenin sona erdiril-mesi, Bölge İdare mahkemeleri-nin vereceği kararla mümkün olur” şekline dönüştürülmelidir.

Üniversitelerdeki rektörlük se-çimlerinde, yardımcı doçent, do-çent ve profesör kadrolarının oy kullanma hakkı bulunmaktadır. Ancak birçok üniversitede öğretim görevlisi, okutman ve uzman kad-rolarının yukarıda adı geçen kad-rolardan daha fazla olduğu bilin-mektedir. Rektörlük seçimlerinin sonuçlarının bu kadroları da et-kilediği düşünüldüğünde oy ver-me hakkının bulunmasının gere-ği açıktır.

Akademik kadroların en önem-li sorunlarından biri de yabancı dil konusudur. Bilimsel olarak kendi-ni geliştirmiş ve yeterliliğe ulaş-mış birçok akademik kadrodaki ça-lışanlar, dil sınavını geçemediğin-den hala bulundukları kadrolarda beklemektedirler. Ders yüklerinin ağırlığı ya da parasal etkenlerden dolayı yeterli dil öğrenimini sağ-layamayan bu kişilere, ya üniver-sitelerin açacağı kurslar ya da ya-pacakları masrafların karşılanması suretiyle bu dil sorununun çözül-mesi gerekmektedir.

Ücretlerin yetersizliği,

sadece geçim düzeyinin

düşüklüğüne değil, yapılacak

akademik çalışmalara şahsi bütçe

ayrılamamasına da neden olmakta,

belgesel kaynak bulunması

için yapılacak seyahatler ve

materyal alımını da olumsuz

etkilemektedir

Rahmi AkbaşBilecik ÜniversitesiSöğüt Meslek YüksekokuluÖğretim Görevlisi

28

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

Page 31: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

29

Mesele, 19.04.2005 tarih ve 2005/8681 sayılı Bakan-lar Kurulu Kararı ile 25791

sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, üniversite akademik personeline verilip, idari personele verilmesi akıllara gelmeyen “Geliştir-me Ödeneği” meselesidir.

Birçok kamu kurum ve kuruluşla-rında çeşitli adlar altında ek ödeme-ler verilirken, üniversite idari perso-neli hep görmezden gelinmiştir. San-ki diğer kamu personeli gibi 657 sa-yılı Kanun’a tabi değiller de, farklı bir kanuna tabi muamelesi görüp, yıllar-dır maddi sorunları görmezden gelin-miştir.

Benzer görevleri yapan iki kurum personeli arasında kimi yerlerde iki kata varan ücret farklılıkları mevcut-ken, üniversitelerde akademik perso-nele verilmekte olan Üniversite Taz-minatı, Eğitim-Öğretim Tazminatı ve Geliştirme Ödeneği gibi ödemeler-den idari personelin de en azından belirli ölçülerde faydalandırılması işin doğrusu olmaz mıydı?

Meseleye biraz daha derinlemesi-ne bakıldığı zaman, konunun özün-de, üniversitelerin yapısından kaynak-lanan sorunların bulunduğu yönetim kademesinin akademik personelden oluşması nedeniyle idari personelin ihmal edildiği gerçeği ortaya çıkmak-tadır. Ülkemizin bilimsel anlamda mu-asır medeniyetler seviyesine yüksel-tilmesi, üniversitelerimizin temel gö-revleri arasındadır. Bu konuda büyük emekler veren akademik personelin emeği asla inkâr edilemez. Fakat şura-sı da bir gerçektir ki, akademik ve idari personel bir bütünün ayrılmaz iki par-çasıdır; yani, üniversitelerin olmazsa olmazlarıdır. Akademik personeli ka-

nun ve yönetmelikler açısından takvi-ye eden, yönlendiren ve tamamlayıcı unsuru olan idari personelin, mali an-lamda da mutlu olması gerekir. Mali konularda en az ücreti alan, her ko-nuda büyük fedakârlık beklenen ida-ri personelin de; akademik personele verilen ‘Geliştirme Ödeneği, Üniversi-te Tazminatı ve Eğitim-Öğretim Taz-minatı’ gibi tazminatlardan belirli öl-çülerde yararlandırılması, üniversite içerisinde akademik ve idari personel arasında adaletin oluşması bakımın-dan büyük önem taşımaktadır.

Merkezi teşkilata bağlı birimler-de çalışan memurların sorunlarını dile getirecek Bakanlık seviyesinde üst düzey yetkilileri varken, üniversite idari personelinin bu manada sahibi bulunmamaktadır. Üniversite rektör-leri konunun muhatabı olarak YÖK’ü işaret ederken, maalesef YÖK yetkili-leri bu konuda hiçbir adım atmamak-tadır.

Üniversite idari personelinin tek sıkıntısı tabii ki sadece mali konular değildir. Ama insanca yaşamak için üniversite idari personelinin de ‘Geliş-tirme Ödeneği, Üniversite Tazminatı ve Eğitim-Öğretim Tazminatı’ gibi taz-minatlardan yararlanması için gerek-li kanuni düzenlemelerin bir an önce hayata geçirilmesi kanaati camiamı-zın ortak görüşüdür.

Her platformda yıllardır dile getiri-lip, defalarca konuyla ilgili birçok va-atlerde bulunulmasına rağmen ida-ri personelin yarası kanamaya devam etmektedir. Kanayan yaramızın bir an önce dindirilmesine vesile olacak grevli toplu sözleşme yasamızı dört gözle beklemekteyiz.

Üniversitelerde İdari PersoneleVerilmeyen Üniversite Tazminatı,

Geliştirme Ödeneği veEğitim-Öğretim Tazminatı

Ülkemizin bilimsel anlamda muasır

medeniyetler seviyesine

yükseltilmesi, üniversitelerimizin

temel görevleri arasındadır. Bu konuda büyük emekler veren

akademik personelin emeği asla inkâr

edilemez.Fakat şurası da bir

gerçektir ki, akademik ve idari personel bir

bütünün ayrılmaz iki parçasıdır; yani,

üniversitelerin olmazsa olmazlarıdır

Erkan CiyavulEğitim-Bir-SenErzurum 1 Nolu (Üniversite)Şube Başkanı

Page 32: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

30

Okutmanların Sorunları veBazı Çözüm Önerileri

ÖSYM verilerine göre fakültelerde

ve meslek yüksekokullarında

öğretim elemanlarının

büyük çoğunluğunu okutmanlar

oluşturmaktadır. Bu veriler, okutmanların

üniversitelerdeki ders yükünü

çeken en önemli elemanlar olduğunu

göstermektedir

Akademik özgürlük ve yönet-sel özerklik, üniversitelerde-ki araştırma ve öğretim alanla-

rında yürütülen çalışmaların devletten ya da toplumdan kaynaklanan sosyal, eko-nomik ve siyasal baskılarla karşılaşmadan özgürce gerçekleştirilmesini esas alır. Bu anlamda ayırım yapılmaksızın tüm öğre-tim elemanları, çalışmalarını yasalar çer-çevesinde üniversite içinden veya dışın-dan herhangi bir baskıyla karşılaşmadan yürütmekle görevlidir.

Bilimsel özerklik, özgürlük, toplumsal sorumluluk gibi değerlerin korunması ve yaşatılması ancak üniversitelerin saygın, güvenilir kurumsal bir kimlik üstlenme-siyle gerçekleşebilir. Bu bağlamda üniver-siteler sorunların kaynağı değil, olmuş ve olabilecek sorunlara çözüm aranan, top-lumun bütün kesimleri tarafından saygı duyulan kurumlar olmalıdır.

Üniversitelerin güvenilir ve saygı du-yulan kurumlar olması her şeyden önce akademik özgürlüğün güvence altına alınması ve topluma karşı sorumlulukları-nı yerine getirmesiyle gerçekleşir. Bu çer-çevede üniversite sadece akademisyen-lerin değildir. Bir üniversitenin paydaşla-rı arasında idari personeli, öğrencileri ve ailelerini, tüm personeli kısacası üniver-siteyle doğrudan veya dolaylı bağlantısı olan herkesi sayabiliriz.

Yukarıda sayılan paydaşlar arasında önemli bir yere sahip olan okutmanlar, maalesef bugün üniversitelerde hem mali haklar hem de sosyal haklar bakımından hak ettikleri bir konuma sahip değildir.

Bu çerçevede üniversitelerin özellik-le Türk Dili, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tari-hi, Yabancı Dil ve Güzel Sanatlar alanında öğretim yükünü çeken okutmanların so-runları ve bu sorunların çözümüne ilişkin yaklaşımlar önem arz etmektedir.

Okutmanlar Üniversitelerde 2547 sayılı Yüksek Öğ-

retim Kanunu’nun 3. maddesi I bendinde, “Öğretim Elemanları: Yükseköğretim ku-rumlarında görevli öğretim üyeleri, öğretim görevlileri, okutmanlar ile öğretim yardım-cılarıdır” şeklinde öğretim elemanları sı-nıfında değerlendirilen okutmanlar; yine aynı maddenin O bendine göre ise, “Okut-man: Eğitim-öğretim süresince çeşitli öğre-

tim programlarında ortak zorunlu ders ola-rak belirlenen dersleri okutan veya uygula-yan öğretim elemanıdır” şeklinde tanım-lanmaktadır.

2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nun 32. maddesinde “Okutman-lar, ilgili kurumların görüşü alınarak fakül-telerde ve fakülteye bağlı birimlerde dekan-ların, rektörlüğe bağlı enstitü veya yükse-kokullarda müdürün önerisi ve rektörün onayı ile süreli veya sürekli olarak atanır-lar; atanma süresi sonunda görevleri kendi-liğinden sona erer. Bunların yeniden atan-maları mümkündür. Bu takdirde ilk atama usulü uygulanır.” şeklinde belirtilen hü-kümler doğrultusunda atamaları ve is-tihdamı ifade edilmiştir. Yüksek Öğretim Kanunu’nun 65. maddesi esas alınarak 26953 sayılı Resmi Gazete’nin 31.07.2008 tarihinde yayınlanan “Öğretim Üyesi Dışın-daki Öğretim Elemanı Kadrolarına Naklen Veya Açıktan Yapılacak Atamalarda Uygu-lanacak Merkezi Sınav ile Giriş Sınavlarına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetme-lik” gereğince de okutmanların atamaları ile ilgili genel ve özel şartlar belirlenmiştir.

İlgili kanunda belirtilen “ortak zorun-lu dersler” başlığı altında belirtilen “Türk Dili, Atatürk İlkeleri ve Inkılap Tarihi, Yaban-cı Dil” alanlarında ders veren okutman-lar, Üniversitelerde genellikle iki farklı ku-rumsal kimlik altında çalışmaktadır. Bir-çok üniversitede okutmanlar, Rektörlüğü Bağlı Bölümler bünyesinde hizmet verir-ken, bazı üniversitelerde ise fakültelerin ve yüksekokulların bünyesinde görevleri-ni ifa etmektedirler.

Okutmanların SorunlarınaDair Tespitler Eğitim Öğretime Yönelik Sorunlar ÖSYM verilerine göre fakültelerde ve

meslek yüksekokullarında öğretim ele-manlarının büyük çoğunluğunu okut-manlar oluşturmaktadır. Bu veriler, okut-manların üniversitelerdeki ders yükü-nü çeken en önemli elemanlar olduğunu göstermektedir. Bu bakımdan okutman-ların eğitime yönelik sorunlarını şu şekil-de sıralayabiliriz.

1. Okutmanların haftalık ders yükle-ri genelde 30 saatin üzerindedir. Ders yü-künün fazla olması da ister istemez verim-liliği etkileyen bir olgudur. Bu çerçevede

Hakan YekbaşCumhuriyet ÜniversitesiTürk Dili Okutmanı

Page 33: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

31

okutman sayısının artırılması hem ders yükünün azaltılması hem de ve-rimliliğin artırılması için gereklidir.

2. Okutmanların münferit pro-je olanağından yaralanabilmelerine ilişkin herhangi bir tüzük veya uy-gulamaya rastlanamamıştır. Halbuki üniversiteler, var oluş nedenlerinden dolayı bilimsel araştırma yapmak is-teyen her öğretim elemanına destek olmalıdır ve onları bilimsel çalışmalar yapmaya teşvik etmelidir. Ayrıca sa-nat dallarında görev yapan öğretim elemanlarının da sanat yapıtı üre-tebilmesi için bu haktan yaralana-bilmelerinin yolu açılmalıdır. Bu tür projelerin, sanatsal ürünlerin, üniver-site için önemli, tanıtıcı, kültürel bir kazanım olduğu düşünülmelidir. Bir yükseköğretim kurumunun başarı-sı, kendi içinde barınan öğretim ele-manlarının başarılarıyla doğru oran-tılıdır. Oysa ki, okutmanların büyük bir çoğunluğu yapmış oldukları bi-limsel, sanatsal etkinliklerinin dekan-lık veya rektörlük tarafından yeterin-ce kabul görülmediğinden, destek-lenmediğinden şikayet etmektedir.

YÖK Strateji raporunda öğretim üyelerinin atama, terfi ve kendile-rini geliştirmelerine yönelik strate-ji ve öneriler getirilmekte, ancak fa-kültelerde görev yapan okutmanlar ve öğretim görevlileri yok sayılmakta kendilerini geliştirmelerine (en azın-dan hizmetiçi eğitim) ve akademik sorunlarına yönelik en küçük bir ifa-de bulunmamaktadır.

Rektörlüklerin sempozyum, kongre, bilimsel toplantılarla ilgi-li duyurularında öğretim görevlileri-ni ve okutmanları gözardı etmesi bu bakış açısını yansıtan basit bir örnek-tir.

3. Büyük üniversitelerin dışın-da birçok üniversitede okutmanla-rın kendi derslikleri yoktur. Genelde okutmanlar, ders vermek için bina bina, fakülte fakülte gezmektedir. Bu da verimliliği etkileyen önemli fak-törlerdendir. Ders aralarının 10 daki-ka olduğu düşünüldüğünde bu süre içinde yerleşke alanı içinde başka bir binaya gitmek hem vakit almakta hem de oldukça yorucu olmaktadır.

4. Üniversitelerde şu anda oku-tulan ortak zorunlu derslerin içeri-ği güncellenmelidir. Örneğin, bu-gün üniversitelerde okutulan Türk Dili dersinin YÖK tarafından hazırla-nan çerçeve programına baktığımız-

da “Türkçede isim ve fiil çekimleri, Türkçenin ekle-ri, Anlam ve görev yönün-den kelimeler…” gibi dil bilgisi konularının oldu-ğu görülecektir. İlk ve orta öğretim müfredatında yo-ğun bir şekilde bu gibi ko-nuları gören öğrencile-rin üniversiteye geldikle-rinde hâlâ aynı dil bilgisi konularıyla karşılaşmala-rı hem öğrenciler hem de bu işin uygulayıcıları tara-fından yadırganmaktadır. Üniversite öğrencisi bu gibi derslerde daha gün-cel ve daha geniş bir ba-kış açısıyla konunun tek-nik detaylarına girmeden doğrudan hayata ve prati-ğe yönelik konularla bilgi-lendirilmelidir.

Özlük HaklaraYönelik Sorunlar 1. Okutmanların öngörülen çalış-

ma saatleri içinde okuttuğu ders sa-yısının fazla olmasına rağmen bunun karşılığını tam olarak aldığı söylene-mez. Bugün Temmuz 2009 verilerine göre ortalama 1700 ile 1900 TL ara-sında değişen maaşlar maalesef yok-sulluk sınırının da altındadır.

Bu bağlamda okutmanların ya-şam standartlarının oldukça düşük olduğu görülmektedir. Bazı okut-manların ders ücreti almadığı düşü-nülürse durumun vahameti daha da ortaya çıkacaktır.

Ayrıca yeni göreve başlayan, yok-sulluk sınırında ücret alan uzman, araştırma görevlisi ve lise mezunu teknisyen ile 1.derecedeki bir öğre-tim görevlisi arasında iş ve statü açı-sından önemli farklar olmasına rağ-men ücret yönünden hemen hemen hiç fark kalmamıştır.

2. Okutmanlar, özlük hakları ba-kımından öğretim görevlileri ile aynı statüdedir. Fakat okutmanlar, 2547 Sayılı YÖK Kanunu’nda yapılan ta-nımlamadan dolayı öğretim görevli-si unvanı yerine okutman unvanı ta-şımaktadırlar. Buna karşılık yaptıkları iş ve statüleri aynı olmasına rağmen okutmanlar, üniversite içinde öğre-tim görevlilerinin sahip olduğu say-gınlığa sahip değildirler.

Hiyerarşik  Yapılanma-Statü veOkutmanlar Üniversitelerde okutmanlara,

farklı gözle bakılmaktadır. Yaptıkları iş (akademik çalışmalar dışında) öğ-retim üyeleri ile aynı olduğu halde üniversite personeli arasında gere-ken saygınlığa sahip olmadıkları söy-lemek mümkündür.

Bunun en basit örneklerinden biri fakültelerin okutmanların ders-leriyle ilgili karar alırken (ders prog-ramı, sınav gibi) ilgili hocalara danış-madan karar vermeleridir. Bu anlayış doğal olarak okutmanları rahatsız et-mektedir.

Okutmanlar tarafından yapılan sergi ve bilimsel çalışmalarının bi-limsellik değerlerinin bazı öğretim üyelerince (okutmanların statülerin-den dolayı) kuşkuyla değerlendiril-diği, örtülü bir şekilde dışlandığı ve bu çabalarının kabul görülmediğini de söylenebilir.  Ayrıca kampüs için-de, özellikle akademik personeli ilgi-lendiren sosyal etkinliklere katılımla-ra ilişkin öğretim üyelerine gösteri-len duyarlılığın; aynı işi yapmalarına rağmen okutmanlara gösterilmedi-ği, e-posta ile yapılan genel duyuru-ların dışında (açılış, tören, konferans, seminer, kokteyl, sergi v.b) davetiye mektubu gönderilmeyerek akade-mik personel arasında ayırım yapıldı-ğı görülmektedir.

Page 34: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

32

Seçme Özgürlüğü Okutmanlar seçimlerde neden

oy kullanamaz? Büyük olasılıkla ilgili yasada ifadesini bulan mantığa göre okutmanlar sadece ders vermekle yükümlüdür. Yani ders memurudur. Çünkü ders memurluğu onlar için yanlış bir ifade tarzı olmadığı gibi asli görevi ders vermek olan bu eleman-ların kendilerini yönetecek kişileri belirleme gibi bir sorumluluğu da ol-mamalıdır.  

Gerek eski yasa, gerekse yeni yasa tasarılarının hiç birinde öğretim görevlilerine verilmeyen seçme hak-kını; söz konusu yöneticilerin bu kit-lelere karşı uygulayabilecekleri olası açık veya örtülü baskıları, gayri de-mokratik uygulamaları, ideal, katı-lımcı, demokratik, çağdaş üniversite anlayışıyla bağdaştırmak mümkün değildir.

Ülkemiz üniversitelerinde öğre-tim üyesi dışındaki kesimlerden her-hangi bir temsilciye kurullarda yer verilmemektedir. Bu ise, üniversite-lerimizin temel ilkesi katılım olan de-mokratik üniversite kavramına ne derece uygun bir yapılanma içinde olduğunu göstermektedir.

Bu durumu Batılı ülkelerin üni-versite yapılanmaları ile karşılaştır-dığımızda karşımıza oldukça farklı bir tablonun çıktığını görebiliriz. Ör-neğin Finlandiya’da rektör seçimle-ri tüm üniversite bileşenlerini kapsa-makta, tüm öğretim elemanları, tek-nik ve idari personel ve öğrenciler-den oluşan temsilciler söz sahibi ola-bilmektedir. Benzer durumlar başta Almanya ve Fransa olmak üzere ge-lişmiş birçok ülkenin üniversitelerin-de çalışanlar seçim erkinin dışında tutulmamıştır. Üniversite yönetimle-rinde genellikle geniş katılımlı kurul-lar etkili olmaktadır. Ancak ülkemiz-de (özellikle büyük üniversitelerde) geniş katılımlı seçimin tartışmalı ola-bileceği belki düşünülebilir, ancak bazı ülkelerde olduğu gibi üniversite içi bileşenlerin temsilcilerinden olu-şan bir kurulun rektörü belirlemesi-nin daha uygun olabileceği dikkate alınmalıdır.  

İş Güvencesi Okutmanlar, ders vermelerinin

dışında ilgili kanun gereği bilimsel, sanatsal araştırma ve inceleme ve li-sansüstü eğitim yapma zorunlulu-ğu ve sorumluluğu olmamasına rağ-

men çalıştığı kurumdan sözleşme yenileme sürecinde; verdiği dersleri de kapsayan bir faaliyet raporu isten-mektedir. Faaliyetlerinin olumluluğu ve yerine bir öğretim üyesi kadrosu ihdas edilmediği sürece rutin olarak çalışmasına devam edebilmektedir.

Okutmanlarda yılda bir tekrarla-nan bu süreç içinde iş garantisinin belirsizliği ve gelecek kaygısının ya-şanması öğretim elemanlarının aka-demik performansını ve çalışma ba-rışını olumsuz etkilemektedir.

YÖK Strateji raporunda (Şubat, 2007) “Öğretim Üyelerinin Yaşam Standardının Yükseltilmesi ve Özlük Haklarının Geliştirilmesi İçin Strate-jik Seçmeler” başlığı altında 4. mad-dede, “Öğretim üyelerinin işinde ka-labilme hakkının yeniden düzenlen-mesi” önerisi yer alırken, okutmanla-ra ilişkin herhangi bir vurgulama ya-pılmaması düşündürücüdür.

Çözüm Önerileri Hemen hemen tüm dünya üni-

versitelerinde olduğu gibi Türkiye üniversitelerinde de gereksinim du-yulduğu için ihdas edilen okutman kadroları kaldırılamayacağına göre üniversitelerin eğitim öğretim yü-künü çeken binlerce okutmanın du-rumlarının yeniden gözden geçiril-mesi kaçınılmaz bir zorunluluk ola-rak karşımıza çıkmaktadır.

Aşağıda okutmanların mevcut durumlarının geliştirilmesine ilişkin öneriler sıralanmıştır.

1. Eşit işe eşit ücret mantığından yola çıktığımızda aynı sürede, aynı içerikte aynı dersi veren öğretim ele-manları eşit ücret alabilmelidir.

2. Okutmanlar, öğretim görevli-leri, öğrenciler ve çalışanlar yönetim organlarında temsil edilmelidir.

3. Üniversitelerde sadece profe-sör ve doçentlerin iş güvenceleri var-dır. Oysaki iş güvencesi, Anayasa’da ve ILO sözleşmelerinde yer alması-na rağmen yardımcı doçent, öğre-tim görevlileri, okutman ve uzmanla-rın bu güvencenin dışında tutulması bireyin çalışma hakkı ile örtüşmeyen bir durumdur.

4. Fakültelerde iki yıl üst üste söz-leşmesi yenilenen okutmanların bi-limsel yeterlilikleri ve üretkenlikle-ri göz önünde bulundurularak daimi kadroya alınmalıdır. Daimi kadroya alınan okutmanlar rektörlük seçimle-rinde oy kullanabilmelidir.

5. Yüksek Öğretim Kurulu’nun başvuru kriterlerini yerine getiren okutman adaylarının istihdamında; kendi uzmanlık alanlarında en az üç yıl çalışmış olması ana koşul haline getirilmelidir. Henüz lisans mezunu bir kişinin sadece ALES, lisans mezu-niyet ortalaması ve yabancı dil puanı esas alınarak istihdam edilmesi yan-lıştır. Sonuçta hayatında bir topluluk karşısında bir konuşma bile yapma-mış bir insanın üniversite öğrencisi-ne nasıl birşeyler öğreteceği şüpheli-dir. Üniversite, öğretim, uzmanlık ve tecrübe gerektiren bir yapıya sahip-tir. Ayrıca yabancı dil şartının da ken-disinden sadece ders vermesi bekle-nen okutmanlar için gereksiz bir şart olduğu açıktır.

6. Alanlarında başarılı okutman-ların ödüllendirilerek, daha uygun, daha verimli ortamlarda çalışmaları-na olanak sağlanmalıdır.

7. Uygun koşulları sağlayan okut-manlar, (özellikle sanat dallarında) öğretim üyeleri gibi münferit proje hazırlayabilmeli, araştırma fonların-dan destek alabilmelidir.

8. Akademisyen kimliği taşıyan tüm okutmanlar öğretim üyeleri-ne tanındığı biçimde ayırım göze-tilmeksizin üniversitelerin sosyal ve kültürel haklarından yararlanmalıdır.

9. Öğretim görevlilerinin, diğer akademik ve idari personelde oldu-ğu gibi, lojmanda oturma hakkı ol-malıdır. Buna hususta, 2946 sayılı Kamu Konutları Yönetmeliği’nde yer alan puan sıralaması esas alınmalıdır.

Sonuç Bir ulusun vatandaşlarına tanı-

mış olduğu haklar ile; bir üniversite-nin kendi elemanlarına tanımış oldu-ğu temel hak ve özgürlükler arasın-da üniversite aleyhinde anlamlı fark-ların oluşması, evrensel üniversite ta-nımı ile örtüşmeyen kabul edilemez bir durumdur.

Bu bağlamda üniversitelerde, statüsü ve unvanı ne olursa olsun, aynı kurumda çalışan akademik per-sonel arasında (özellikle insani de-ğerler açısından) asla ayırım yapıl-mamalı, özgür ve eleştirel düşünme desteklenmeli, eşit saygınlık ve de-mokratik barış ortamı yaratılabilme-lidir. Çünkü üniversiteler, demokra-si, adalet, barış ve refah hedeflerine yönelik süreçlerde özel ve önemli bir misyona sahip kurumlardır.

Page 35: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Teknisyen YardımcılarınaEmeğinin KarşılığıVerilmelidir

Teknik Hizmetler Sınıfı’ndaki ağır çalışma şartları ve bunun yanında Teknik Hizmet-ler Sınıfı çalışanlarının gördüğü yanlış mu-

amele veya uğradığı haksız uygulamalardan ötürü bu yazıyı hazırlama ve paylaşma ihtiyacı duydum.

Bir teknisyen yardımcısı rolünü oynadığım bu hayat tiyatrosu, sahnesinin hazırlanması, bu deko-run yapımı ve tamiri esnasında en çok ihtiyaç du-yulan teknik işler sınıfına, her ne hikmetse, bir öcü gibi davranılmakta, hep arka planda kalması isten-mekte, çalıştıkları birimlerde sanki kaderiymiş gibi hep bodrum katlarında; karanlık, bakımsız, hijye-nik olmayan çalışma ortamlarında çalıştırılmak-ta ve oyunun bitiminde seyirciden alkış almak için tekrar sahneye çıkışta kostüm, sahne dekoru, ışık düzeni, ses sistemi, izleyicinin oturduğu koltuğun yapımı ve tamiri gibi unsurları hazırlayan teknik elemanlar sahne arkasında tutulmakta ve bu al-kıştan pay almaları, onurlandırılmaları engellen-mekte; sanki bu oyuna ön planda gözüken oyun-culardan başkasının bir emeği, bir katkıları olma-mış gibi davranış sergilenmektedir. Ama devletimi-zin unutmayıp yaptığı güzel bir uygulama var. Tek-nisyen arkadaşlarımız meslek yüksek okulunu biti-rince emsal maaş uygulamasına geçerek tekniker maaş ve haklarından faydalanmaktadır. Ama bu-nun tersi olan bir yanlış uygulama ve haksızlık var ki, mesleği çocukluktan öğrenip yetişmiş ve mes-leğin çok daha ince noktalarını bilerek yapan ve eğitimini tamamlayıp aynı haklardan faydalanma-sı gereken teknisyen yardımcıları, bırakınız mes-

lek yüksekokulunu, fakülte bitirseler, hatta doktora yapsalar dahi, sanki dünyaya teknisyen yardımcısı olarak gelmiş, fazlasını hak etmiyorlar gibi bir anla-yışla bu haklardan faydalandırılmamakta ve hakla-rı gasp edilmektedir.

Teknisyen yardımcılarının en azından bir tek-nisyenle aynı haklardan faydalanmaları gerekmek-tedir. Bu konuda devlet büyüklerimizin bu yanlış uygulamayı, haksızlığı ve adaletsizliği düzelterek, hak edenin hakkını vererek, hakkın ve haklının ya-nında olmaları beklenir.

Ülkemizin çağdaş, gelişmiş, insan haklarının ve demokrasinin bulunduğu, çocuklarımıza eşit eği-tim ve yaşam standardı sağlayabilen bir ülke hali-ne gelmesini istiyorsak, hak ve özgürlükler konu-sunda gerekli gayreti göstermeliyiz. Uzman, bilgi-li ve konusunda tecrübeli kişilere, hakları konusun-da duyarlı olunursa; kadro, derece, mevki ve ma-kam, her neyse, verilip çalışanımız sıkıntılarından kurtarılırsa; ülkemiz layık olduğu yere mutlaka ge-lecektir.

Yanlışlıkların veya haksızlıkların düzeltilmesin-de sivil toplum örgütleriyle bir araya gelerek, mut-lu ve ne istediğini bilen toplumlar oluşturmak en doğru yoldur. Ahbap çavuş ilişkileriyle ferdi çıkar-larımızı temin ederek güçlü kişiler değil, güçlü ve bilinçli toplumlar oluşturmak zorundayız.

Güçlü bir sivil toplum, hem bizlerin hem de ya-rınlarını düşündüğümüz ülkemizin ve geleceğimi-zin teminatı olan çocuklarımızın da sigortası ola-caktır.

Rahmi ÖzakalınTeknisyen YardımcısıAtatürk ÜniversitesiGüzel Sanatlar FakültesiTemsilcisi

33

Page 36: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

Üniversite İdari Personel Şef KadrosuÜcret Dengesizliği Sorunu Çözülmelidir

Konuya ilişkin olarak, Memur Sendikaları ile

Hükümet arasında 2009 yılında

yapılan görüşmeler sırasında, idarecinin

kendi mahiyeti altında çalışan bir

görevliden daha az maaş almayacağı

sözlü olarak teminat altına alınmıştır

12.01.2010 tarih ve 27460 sayılı Res-mi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kuru-lu Kararı’yla, devlet memurlarına ödenecek zam ve tazminatlar konusunda eklenen Ge-çici Madde (1) ile, “Yeni bir düzenleme ya-pılıncaya kadar, makam tazminatından ya-rarlananlar hariç olmak üzere; bölge müdü-rü, bölge müdür yardımcısı, il müdürü, il mü-dür yardımcısı, il müftüsü, il müftü yardım-cısı, daire başkanı, daire başkan yardımcı-sı, başkan, başkan yardımcısı, genel sekreter, genel sekreter yardımcısı, savunma sekrete-ri, fakülte sekreteri, enstitü sekreteri, yükse-kokul sekreteri, ilçe müftüsü, müdür ve mü-dür yardımcısı kadrolarında bulunanlardan 17/4/2006 tarihli ve 2006/10344 sayılı Bakan-lar Kurulu Kararı’yla yürürlüğe konulan Dev-let Memurlarına Ödenecek Zam ve Tazminat-lara İlişkin Karara ekli (II) sayılı Cetvelin “(A)” bölümü ile (III) sayılı Cetvelin (B) bölümünde yer alanlar için ek ödeme oranı %100 olarak, (III) sayılı Cetvelin (F) bölümünde yer alanlar için %90 olarak uygulanır” hükmü uyarınca GİH sınıfında bulunan bazı kadroların ek öde-me oranlarında iyileştirme yapılmış olup, Ma-

liye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü’nün 12.01.2010 tarih ve 267 sa-yılı Genelgesiyle de bu ek ödeme oranların-dan faydalanabilecek kadrolara açıklık getiril-miştir.

Ancak, Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü’nün 12.01.2010 ta-rih ve 267 sayılı Genelgesiyle yapılan ek öde-me iyileştirmesi, GİH sınıfında Şube Müdü-rü kadrosuna kadar getirilerek, bu kadroda bırakılmış ve GİH sınıfında yer alan Şef kad-rolarında bulunan personele bu iyileştirme yansıtılmamıştır. Ek ödeme oranlarında ya-pılan düzenleme öncesinde, memurların ek ödeme oranı %50, Şef ve Şube müdürleri-nin %52 iken, yapılan iyileştirme sonucunda, Şube Müdürü’nün ek ödemesi %100’e çıkarıl-mış olup, Şef’lere her hangi bir artı ek ödeme getirilmemiştir. Hâlbuki memur sınıfları içeri-sinde yer alan Emniyet Hizmetleri Sınıfında iyileştirme yapıldığı zaman, Emniyet Amiri-Komiser-Polis Memuru gibi kadrolarda ayrım yapılmaksızın tamamına bu iyileştirme yapıl-maktadır. Yine memur sınıflarından olan Tek-nik Hizmetler Sınıfı’nda da bu tarz bir iyileştir-

Recep AydemirEğitim-Bir-Sen Dumlupınar Üniversitesi Temsilcisi

34

Page 37: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

35

me yapıldığı zaman, Mühendis – Tek-niker - Teknisyen gibi kadrolarda kad-ro farkı gözetilmeksizin bu sınıftaki bütün kadrolara aynı şartlarda iyileş-tirme yapılmaktadır.

GİH sınıfında yer alan Şef kad-rosunda görev yapan personel, 12.11.2005 tarih ve 25991 sayılı Res-

mi Gazete’de yayımlanan, “Yükse-köğretim Üst Kuruluşları ile Yüksek Öğretim Kurumları Personeli Gö-revde Yükselme ve Unvan Değişik-liği Yönetmeliği”nin 24/b bendinin son paragrafında Aynıyat Saymanı kadrosu, Şef kadrosundan daha alt görev sayılmaktadır. Ayrıca bu yö-

netmeliğin 8. maddesinin (f) ben-dinde, Şef kadrosuna başvurabi-lecekler listesinde bulunan Ayni-yat Saymanı ve Bilgisayar İşletme-ni gibi kadrolardan şu anda daha az maaş almaktadır. Konuya ilişkin birkaç örnek aşağıda gösterilmiştir.

Bu şartlar altında da Ayniyat Say-manı, Sıhhi Malzeme Saymanı, Say-man gibi kadrolarda çalışanlar, Şef kadrosuna başvurarak kendinden daha az maaş alan bir yönetici duru-muna düşmek istemeyecektir. Bu açı-dan da çarpık ücret farklılığının gide-rilmesi gerekmektedir.

Konuya ilişkin olarak, Memur Sen-dikaları ile Hükümet arasında 2009 yı-lında yapılan toplu görüşmeler sıra-sında, idarecinin kendi mahiyeti al-tında çalışan bir görevliden daha az maaş almayacağı sözlü olarak temi-nat altına alınmıştır. Ama ne yazık ki, Üniversitelerde görev yapmakta olan GİH sınıfına dâhil Şef kadroların-da görev yapan personel için uygula-manın gerçekte bu şekilde olmadığı, Şef kadrolarında bulunan personelin, kendi mahiyeti altında bulunan, Ay-niyat Saymanı ve Bilgisayar İşletme-ni kadrolarında bulunan personeller-den daha az maaş aldığı net bir şekil-de görülmektedir. Konuya ilişkin ola-rak, 17.04.2006 tarih ve 2006/10344 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında be-lirtilen Özel Hizmet Tazminatları ince-lendiği zaman, Şef Kadrosunun altın-da bulunan Ayniyat Saymanı kadro-sunun 4. derecede 68, 3. derecede 80, 2. derecede 100 ve 1. derecede 135 olarak değerlendirilmiştir. Şef kadro-sunda ise bu derecelerde Özel Hizmet Tazminatı 60’ta bırakılarak, adeta Şef kadrosu yok sayılmıştır. Ayrıca, Ayni-yat Saymanı kadrosunun 2 ve 1. de-rece kadroları bulunmakta olup, Şef kadrosunda ise 2 ve 1. derece kadro bulunmadığından, Şef kadrosunda görev yapmakta olan bir personelin özlük haklarında, kadro derecesi se-

bebiyle hak mağduriyeti de meydana gelmektedir.

Sonuç ve Öneriler 1. Şef kadrosunun 2 ve 1. derece

unvan kadroları bulunmamaktadır. 2 ve 1. derece unvan kadrolarının veril-mesi, bu derecelerde de ‘Özel Hizmet’ tazminatlarının yeniden düzenlene-rek, kendinden alt kadro sayılan kad-rolar arasındaki ücret farklılığının gi-derilmesi gerekmektedir.

2. Eşit işe eşit ücret ve idarecinin kendi mahiyeti altında çalışan bir gö-revliden daha az maaş almayacağı te-minat kapsamı altına alındığına göre; Üniversite bünyesinde çalışan idare-ci konumuna haiz bulunan Şef kadro-sunda çalışan personelin, maaşlarının mahiyetinde çalışan ve ondan daha alt kadrolar olarak kabul edilen, Ay-niyat Saymanı, Sayman ve Bilgisayar

İşletmeni kadrolarından daha yüksek maaş almalarının sağlanarak, araların-daki ücret farklılığının giderilmesi ge-rekmektedir. Bunun için gerekli olan 4–3–2–1. derece Şef kadrolarının özel hizmet tazminatının 60’tan, en az Ay-niyat Saymanı’na verilen özel hizmet tazminatlarının oranlarına yükseltil-mesi gerekmektedir.

3. Ek ödeme oranlarında yapı-lan düzenleme öncesinde, memur-ların %50, Şef ve Şube Müdürlerin %52 iken, yapılan iyileştirme sonu-cunda, Şube Müdürünün ek ödeme-si %100’e çıkarılmış olup, Şef’lere her hangi bir artı ek ödeme getirilmemiş-tir. 12.01.2010 tarih ve 27460 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile yapılan iyileştirme-nin, Üniversite Şef kadrolarını da kap-sayacak şekilde düzenlenmesi gerek-mektedir.

Kadro Ünvanı SıralıŞube MüdürüŞefAyniyat SaymanıBilgisayar İşletmeni

5/11490116912321188

DERECELERE GÖRE ALDIĞI MAAŞ (TL)

4/11569125913111251

3/11650127613921267

2/11784130215261293

1/11983131017251302

15.01.2010 tarihli Bordro hesaplarına göre maaşlar, aile yardımı veçocuk yardımı hariç olarak hesaplanmıştır.

Page 38: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

36

Eğitim-Bir-Sen Üniversite Üniversite Tanıtım

Mardin Artuklu Üniversitesi

29 Mayıs 2007 tarihinde resmen ku-rulan Mardin Artuklu Üniversitesi, bu-lunduğu şehrin, bölgenin sosyal ve kültürel ortamına katkıda bulunmayı, Türkiye’deki ve Ortadoğu’daki üniversi-teler arasında köprü oluşturmayı hedef-liyor.

Logosu İslam hat sanatından esinle-nerek oluşturulan üniversite, sosyal olay-ların araştırılmasında özgür bilimsel bil-gi üretmek ve buna dayalı, sosyal politi-kalar önermek, uygulanmasında ve ta-kibinde rol almak, zihinsel, ruhi ve mad-di bireysel ve toplumsal ihtiyaçları karşı-layacak, bilgi çağının gerekleri  ve moral değerlerle donanımlı fertler yetiştirmeyi amaçlıyor.

Rektörlüğünü Prof. Dr. Serdar Be-dii Omay’ın yaptığı Mardin Artuklu Üniversitesi’nin genel hedefi, uluslara-rası düzeyde akademik yeterliliğini is-

patlamış ve dikkate alınan bir Sosyal Bi-limler Üniversitesi olmak; özel hedefi ise, Mardin ve çevresini, kent dokusu, tarih-kültür, kentlilik bilinci gibi açılardan as-lına uygun, kendini ifade eder konuma yükseltmek.

10 Eylül 2008’de Mardin Artuklu Üniversitesi’ne “kurucu rektör” olarak atanan Prof. Dr. Omay, Türkiye’nin sayı-lı hematologlarından olmasına rağmen sosyal bilimlere olan vukufiyeti ve ilgisiy-le tanınıyor.

Prof. Dr. Omay, Mardin’in çok kültür-lü ve çok dilli yapısı göz önünde tutuldu-ğunda, Mardin Artuklu Üniversitesi’nin de gelişim rotasının “çağdaş, saygın ve özgün bir sosyal bilimler, medeniyetler ve diller üniversitesi olmak” şeklinde be-lirlenmesinde öncülük ediyor.

Üç fakülte (Mühendislik-Mimarlık Fa-kültesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Güzel Sa-natlar Fakültesi), iki yüksekokul (Devlet Konservatuarı Yüksekokulu, Sağlık Yük-sekokulu), iki meslek yüksekokulu (Mar-din Meslek Yüksekokulu, Midyat Meslek Yüksekokulu) ve iki enstitüye (Sosyal Bi-limler Enstitüsü, Fen Bilimleri Enstitüsü) sahip olan üniversite, Kasım 2009 itiba-riyle, 79 idari ve 91 akademik olmak üze-re toplam 170 personel ve 1406 öğrenci sayısına ulaştı.

Yeni kurulan üniversiteler arasında yaptığı atılımlarla öne çıkan Mardin Ar-tuklu Üniversitesi’nin 2015 yılında; 5 fa-külte, 2 enstitü, 2 yüksekokul, 3 meslek yüksekokulu, 300 akademik personel,

MardinArtuklu

Üniversitesi’nin genel hedefi,

uluslararası düzeyde akademik

yeterliliğini ispatlamış ve

dikkate alınan bir Sosyal Bilimler

Üniversitesi olmak

Page 39: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

37

10.000 öğrenci, 500 hektarlık arazi, 190.000 m2 kapalı alan, 7 hizmet bi-nası ile faaliyet göstermesi planlanı-yor.

Yakın zamanda temeli atılacak olan yeni kampüs, Mardin mimarisi-ne uygun olarak yapılacak.

Yaşayan Diller EnstitüsüMardin Artuklu Üniversitesi, böl-

gede konuşulan bütün dilleri bün-yesinde toplayacak bir enstitü kurma çalışmalarına devam ediyor.

Bu anlamda Türkiye’deki ilk Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü Artuklu Üniversitesi kurdu.

Üniversitenin bir diğer yakın he-defi, Mardin’i, Süryani dili (Aramice) araştırmaları için dünya çapında aka-demik bir merkez haline getirmek ve ardından yapılacak Süryani kültürü-ne ilişkin uluslararası çalışmalara ze-min hazırlamak.

Kürt Dili ve Edebiyatı Bu bölümde Kürt edebiyatının

yüzlerce yıllık bakiyesini ortaya çıkar-

mak, edebiyat biliminin çağdaş ölçüt ve kuramları çerçevesinde yorumla-mak, üniversitenin asıl amacını teş-kil ediyor.

Bu bölümde ayrıca, lehçeler ve ağızlara bölünmüş bir dil olan Kürt-çeye dilbilim bakımından yeni bir ba-kış açısı geliştirmek amaçlanıyor.

Süryani Dili ve Edebiyatı Mardin Artuklu Üniversitesi, uzun

vadede Süryani kültür mirasını bilim-sel çalışmalara konu kılarak, bu kültü-rü yeniden üretmeyi hedefliyor. Bu-nun için Süryanî Araştırmaları Ensti-tüsü kurulup, burada ilk olarak Sürya-ni Dili ve Edebiyatı üzerine araştırma-lar yapan ve lisansüstü düzeyde öğ-retim veren bir anabilim dalı oluştu-rulacak. Hâli hazırda, söz konusu ana-bilim dalı ve onun altında yer alacak bilim dallarının tesisi için, Süryanice üzerine çalışan bir grup dilbilimci ça-lışmalarını sürdürüyor.

Medeniyetler Fakültesi Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi;

Mardin’in sosyal yapısının ve tarihi-

nin araştırılmasını kolaylaştırmak, Mardin’de tarih boyunca değişik din ve dilde insanların uyumlu bir şekilde nasıl yaşadıklarını ortaya çıkarmak, Mardin’in “Yaşanmış Tarihini” turizm potansiyeli için kullanılabilir hale ge-tirmek amacıyla kuruldu.

Medeniyetler Fakültesi’ne doğru giderken ise amaç, Mardin’in bir Or-tadoğu şehri olmasından faydalana-rak ve bir Sosyal Bilimler Üniversitesi kimliğiyle hareket ederek farklı bilim-lerde disiplinlerarası çalışmalar yap-mak, Oryantalist bakış açısının etki-lerini ortadan kaldırıp Ortadoğu’yu ve Türkiye’yi içeriden bir bakışla in-celemek, tarih ve kültür bilincini ar-tırmak.

Kasımiye Tercüme OkuluÜniversite, bölgede farklı dille-

rin ve kültürel yapıların olması ve bu farklılığın oluşturduğu büyük tarihi ve kültürel zenginliğin temel eserle-rini Türkçeye kazandırmak için Kası-miye Tercüme Okulu’nu kurmayı he-defliyor.

Cezire Tıp Fakültesi Alternatif tıp yöntemlerini öne çı-

karan ama modern tıbbın usullerini de ihmal etmeyen farklı bir tıp fakül-tesi kurmak hedefleniyor.

Şark Musikisi KonservatuarıBatının kültürel dayatmalarından

arınıp kendi müziğimizin ihtişamını ve zenginliğini tekrar ortaya çıkara-cak, geçmişin zevk anlayışını moder-nize ederek müziğimizi yeniden üre-tecek bir konservatuar kurma çalış-maları devam ediyor.

Page 40: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

38

12.01.2010 tarih ve 27460 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2010/7 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nın4. maddesinin (b) bendiyle, 07.08.2008 tarihli ve 2008/14012 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nın Geçici 1’inci madde-si değiştirilmiştir.

Değişikliğin Geçici 1. maddesin-de, “(1) Yeni bir düzenleme yapılınca-ya kadar, makam tazminatından ya-rarlananlar hariç olmak üzere; bölge müdürü, bölge müdür yardımcısı, il müdürü, il müdür yardımcısı, il müf-tüsü, il müftü yardımcısı, daire baş-kanı, daire başkan yardımcısı, başkan, başkan yardımcısı, genel sekreter, ge-nel sekreter yardımcısı, savunma sek-reteri, fakülte sekreteri, enstitü sekre-

teri, yüksekokul sekreteri, ilçe müftü-sü, müdür ve müdür yardımcısı kad-rolarında bulunanlardan 17/4/2006 tarihli ve 2006/10344 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’yla yürürlüğe konulan Devlet Memurlarına Ödenecek Zam ve Tazminatlara İlişkin Karara ekli (II) sayılı Cetvelin “(A)” bölümü ile (III) sa-yılı Cetvelin (B) bölümünde yer alan-lar için ek ödeme oranı %100 olarak, (III) sayılı Cetvelin (F) bölümünde yer alanlar için %90 olarak uygulanır” şek-linde düzenleme yapılmıştır.

Ek ödeme oranlarında yapılan bu düzenleme öncesinde, üniversiteler-de genel idare hizmetleri sınıfında ça-lışan şef ve şube müdürlerine yüzde 52 oranında ek ödeme verilerek, ek ödemeleri yüzde 100’e çıkarılmıştır.

Yükseköğretim kurumlarındaki şef ve memurlara ise herhangi bir ar-tış getirilmemiştir. Bu durum, aynı ku-rum içerisinde birbirlerine yakın po-zisyonda çalışanlar arasında ciddi oranda ücret farklılığının oluşmasına neden olmuştur.

Sonuç olarak, 12.01.2010 tarih ve 27460 sayılı Resmi Gazete’de yayım-lanan 2010/7 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nın 4. maddesinin (b) bendiy-le, 07.08.2008 tarihli ve 2008/14012 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nda Şube müdürlerinin ek ödeme oranları yüz-de 100’e çıkarılmıştır.

Yükseköğretim kurumlarında çalı-şan şef ve memurlara da ek ödeme-nin makul bir seviyeye çıkarılması ta-lebiyle Maliye Bakanlığı’na bir yazı gönderdik.

Yükseköğretim Kurumlarında Çalışan Şef veMemurlara Verilen Ek Ödemenin

Makul Bir Seviyeye Çıkarılması İçinMaliye Bakanlığı’na Yazılı Müracaatta Bulunduk

Ek ödeme oranlarında yapılan

bu düzenlemeöncesinde,

üniversitelerde genel idare hizmetleri

sınıfında çalışan şef ve şube müdürlerine

yüzde 52 oranındaek ödeme verilerek,

ek ödemeleriyüzde 100’e çıkarılmıştır

Page 41: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

39

Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde promosyonların görevli her personele eşit ödenmesi için Sakarya 2. İdare Mahkemesi’nde açtı-ğımız davayı kazandık.

Oybirliğiyle alınan kararda şu ifadelere yer verildi: “2007/21 sa-yılı Genelgede yer alan ‘dağıtımın eşit yapılacağına’ ilişkin kuralın 2008/18 No’lu Genelge ile kaldırıldığı görülmekte ise de, Maaş Öde-me Protokolü Komisyonu’nun 23.09.2008 tarih ve 2008/2 Nolu top-lantısında personele dağıtılacak promosyonun eşit dağıtılması yö-nünde karar alındığı açık olduğundan, Maaş Ödeme Protokolü Ko-misyonu tarafından alınan, personele dağıtılacak promosyonun herkese eşit dağıtımına ilişkin kararın yine anılan komisyon kararı ile değiştirmesi durumunda maaşlar oranında ödeme yapılması müm-kün olduğu sonucuna varılmaktadır.

Bu durumda, dava konusu uyuşmazlıkta personele dağıtılacak promosyonun herkese eşit dağıtımına ilişkin komisyon kararını kal-dıran başka bir deyişle personele maaşları oranında promosyon da-ğıtımı yönünde alınmış bir komisyon kararı yok iken, Üniversite Yö-netim Kurulu’nca alınan karara istinaden her personele maaşları oranında ödeme yapılmasında ve davacı sendikanın başvurusunun reddine ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.”

Uşak Üniversitesi İdari ve Mali İşler Daire Başkanlığı’nda am-bar memuru olarak görev yapan üyemizin, 2547 sayılı Kanun’un 13/b-4 maddesi gereğince Sivas Meslek Yüksekokulu’nda görev-lendirilmesine ilişkin Rektörlük Personel Daire Başkanlığı’nın iş-leminin hukuka aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle Manisa İdare Mahkemesi’nde açtığımız iptal davası, üyemizin lehine sonuç-landı.

Kararda, anılan madde hükmünde rektöre tanınan yetkinin kapsamının, öğretim elemanlarının veya diğer personelin zorun-lu ihtiyaç hallerinde ve belli sürelerle geçici olarak görevlendiril-meleriyle sınır olduğu ve bu yetkinin, amacı dışında bir naklen atama maddesi olarak kullanılamayacağı belirtilerek, şöyle de-nildi:

“Davacının, 2547 sayılı Kanun’un 13/b-4. maddesi kapsamın-da, üniversitenin başka bir biriminde görevlendirildiği anlaşılmış olmakla beraber, anılan görevlendirmenin süresi ve nedeni be-lirtilmeksizin tesis edildiği dikkate alındığında, işlemin dayanağı olan yasal düzenlemeyle güdülen amacın aşıldığı ve esasen aynı Kanun’un 52/c maddesinde kurala bağlanan naklen atama işle-mi etkisi yaratacak şekilde bir işlem tesis edildiği kanaatine va-rılmıştır.

Dolayısıyla, davacının görevlendirildiği meslek yüksekoku-lunda hizmetine duyulan ihtiyacın somut ve nesnel gerekçele-ri ortaya konulmadan ve belli bir süre belirtilmeden, 2547 sayılı Kanun’un 52/c maddesinde düzenlenen atama esasları uygulan-maksızın ancak naklen atama işlemi etkisi yaratacak şekilde tesis edilen görevlendirme işleminde sebep, konu ve amaç unsurları yönüyle hukuka uyarlık bulunmamaktadır.”

Bu yöndeki Danıştay 8. Dairesi’nin kararlarına da atıfta bulunan mahkeme heyeti, açıklanan nedenlerden dolayı dava konusu işle-min iptaline oybirliğiyle karar vererek, görevlen-dirmeyi iptal etti.

Mahkeme, Keyfi Görevlendirmeye Geçit Vermedi

Abant İzzet Baysal Üniversitesi’ndePromosyonların Eşit Dağıtılmasını Sağladık

Page 42: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

40

Aylıktan kesme cezası aldığı için ek ödemesi kesilen YURTKUR personeli için açtığımız davada, Danıştay, 12/c maddesinin yürüt-mesini durdurdu!

Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu İzmir Bölge Müdürlüğü’nde görev yapan üyemizin 1/30 oranında aylık-tan kesme cezası alması nedeniyle ek ödemesinin kesilmesi-ne yönelik Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu İzmir Bölge Müdürlüğü’nün işlemiyle, bu işlemin dayanağı olan Ek Ödemeye İlişkin Usul ve Esasların 12/c maddesinde yer alan “Aylıktan kes-me cezası alan personele altı ay ek ödeme verilmez” ibaresi-nin yürütmesinin durdurulması ve iptali için Danıştay nezdinde açtığımız davada, Danıştay Onbirinci Dairesi 2009/6266 Esas sayı-lı kararıyla, 12/c maddesinin ve davacının ek ödemesinin 6 ay sü-reyle kesilerek ödenen iki aylık tutarın adına borç çıkarılması yo-lunda tesis edilen işlemelerin yürütmesinin durdurulmasına ka-rar verdi.

Danıştay’ın verdiği yürütmenin durdurulması kararı uyarın-ca YURTKUR personelinin almış olduğu aylıktan kesme cezasına bağlı olarak artık ek ödemesi kesilmeyecektir. Danıştay, aynı Ek Ödemeye İlişkin Usul ve Esasların 12. maddesinin ‘a’ ve ‘b’ bent-lerinin ve sendikamızın açmış olduğu dava sonucunda ise, ‘c’ bendinin yürütmesini durdurmuş olduğundan, aynı gerekçe ile kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına ilişkin ‘d’ ben-dinin de yürütmesinin durdurulacağını düşünmekteyiz.

Bu sebeple, kademe ilerlemesinin durdurulması cezası al-dığı için ek ödemesi kesilen üyelerimizin Sendikamız Hukuk Bürosu’na başvurmaları halinde, Ek Ödemeye İlişkin Usul ve

Esasların 12. maddesinin ‘d’ bendinin iptali için de dava açılacaktır.

Danıştay 12/C Maddesinin Yürütmesini Durdurdu!

Ahi Evran Üniversitesi Rektörlüğü Sağlık-Kültür ve Spor Daire Baş-kanlığı kadrosunda memur olarak çalışan bir üyemizin, yine aynı üni-versitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Sekreterliği kadrosuna Rektörlük oluruyla atanması üzerine Danıştay’da dava açtık.

Dava dilekçesinde, “Yüksek Öğretim Kurumları Personeli Gö-revde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği’nin 6. maddesi-nin a bendinin 1. fıkrasında yer alan, ‘En az fakülte veya dört yıl-lık yüksekokulu mezunu olmak’ ibaresinin 2547 sayılı Yükseköğre-tim Kanunu’na aykırı olduğu” ifade edilerek, öncelikle yürütmesi-nin durdurulması ve devamında iptali ile yoksun kalınan hakların atama işleminin iptal edildiği tarihten itibaren işleyecek olan ya-sal faizle birlikte talep edildi.

Ahi Evran ÜniversitesiRektörlüğüne Dava Açtık

Page 43: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

41

Şube ve Temsilciliklerimizden...

Adnan Menderes Üniversitesi Kurum

İdari Kurulu Kararları İmzalandı

Öğrencilerden‘Zorunlu Bağış’Alan Üniversite

Yönetimine TepkiŞube Başkanımız Gaffari İzci, 2 bin

300 öğrenciden ‘zorunlu bağış’ adı altın-da 230 bin lira alan üniversite yönetimine tepki gösterdi.

Açılması yönünde büyük bir müca-dele verdikleri Adıyaman Üniversitesi’nin son günlerde kamu vicdanını sızlatan, eğitim ortamlarındaki geleneklerle bağ-daşmayan haberlerle gündeme geldiğini ifade eden İzci, şunları söyledi:

“Basında yer alan yayınlarda, 2009-2010 öğretim yılı sene başı kayıtlarında 2 bin 300 öğrenciden kişi başı 100 TL alı-narak, toplam 230 bin TL para toplanmış-tır. Sadece ilk üç gün alınan zorunlu bağış konusu, öğrenci ve velilerin tepkisi üzeri-ne medyanın ve kamuoyunun gündemi-ne girmiştir. Öğrencilerin yazılı itirazları-na, ‘Kurumumuzun bilgi işlem veri taba-nında meydana gelen sistem hatası ne-deniyle, bir kısım öğrencimizden sehven 100 TL fazla para alınmış olup, sistem ha-tası giderildikten sonra yapılan kayıtlarda bu durum oluşmamıştır. Fazla miktarda harç ücreti tahsil edilen öğrencilerin isim ve bilgileri kayıt altına alınmış olup, 2. dö-nem harç miktarından mahsup edilecek-tir’ şeklinde cevap verilmesine rağmen, basından takip ettiğimiz kadarı ile 2. dö-nemin başladığı bu günlerde konuyla ile ilgili herhangi bir işlem gerçekleştirilme-miş olup, öğrencilerin mağduriyeti hala devam etmektedir.”

Her öğrenciden 5 lira kimlik para-sı alındığını, üniversite yönetiminin bazı öğrencilerin dilekçelerine cevap dahi ver-mediğini kaydeden İzci, “Yasalara göre öğrencilerden para toplamak yasaktır. Öğrencilerin bir kısmına, bu parayı seh-ven aldıklarını söyleyen yönetim, bu res-mi cevapla suçu itiraf etmiş olmuyor mu ve öğrencilerimizi mağdur ederek Adıya-

man Üniversitesi’nin imajını bozmuş ol-muyor mu?” şeklinde konuştu.

Toplanan 230 bin TL’nin hangi usul-lerle toplandığını, bu konuda bir makbuz ve kayıt varsa, kamuoyuna açıklanmasını isteyen İzci, öğrencilerin tümünden alın-ması planlanan 100’er liranın, ilk üç gün kayıt yapan 2 bin 300 öğrenciden alın-dığını, öğrencilerin basını bilgilendirme-sinden sonra diğer öğrencilerden bu pa-ranın alınmadığını belirterek, “Eğer bu iş-lem doğru ise, diğer öğrencilerden ne-den alınmadı; yanlışsa, yetkililerce bugü-ne kadar yasal bir işlem yapıldı mı? Öğ-rencilerden alınan bu paralar hangi yön-temle ve kimlerin tuttuğu zabıtlarla ge-nel sekretere teslim edildi? ‘Sehven’ top-lanan bu paralar bugüne kadar nerede ve kimin hesabında tutuldu; harcandıy-sa, nereye, nasıl ve ne kadar harcandı? Öğrencilere iade edilecekse, resmi ola-rak kayıt harçlarından mahsup edilmesi imkânsız olduğuna göre, bu paraların ne-reden ve nasıl ödeneceğini merak ediyor, kamuoyuna açıklama yapılmasını bekli-yoruz” diye konuştu.

Adnan Menderes Üniversitesi Kurum İdari Kurulu kararları imza altına alındı. Üniversite çalışanlarının mali haklarının iyileştirilmesi ve çalışma barışının sağlan-ması, eğitim kalitesinin yükseltilmesi, çev-renin daha iyi düzenlenmesi gibi birçok kararın alındığı toplantıda, Adnan Men-deres Üniversitesi adına Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ekmel Tekintaş, üniversite üst yö-netimini, sendikamızı ise Adnan Mende-res Üniversitesi Temsilcimiz Göksel Baran temsil etti.

Toplantıda oybirliğiyle imza altına alı-nan kararlardan bazıları şunlar:

-Disiplin kurullarında sendika görevli-lerinin bulunması konusundaki mevzua-tın incelenerek buna göre işlem yapılması,

-13/b-4 ile görevlendirmede karşılık-lı aynı unvana sahip personelin dilekçey-le müracaatı konusunda olumsuzlukların ortadan kaldırılması,

-Bazı birimlerde sicil raporunun me-murun mesleki ehliyeti hakkındaki not-lar bölümünün “Memurun Tarafsızlığı” ve “İnsan Haklarına Saygısı” bölümleri-ne 100’den aşağı not verildiği halde kişi-ler hakkında tarafsızlığı ihlalden herhangi bir soruşturma açılmadığı tespit edilmiş-tir. Sicil raporlarının doldurulması konu-sunda, sicil amirlerinin uyarılması,

-Şoförlerin oda sıkıntısının giderilmesi, -Memuriyete ilk başladıklarında, me-

zun olduğu yüksekokuldan aldığı unva-nın dışında farklı bir unvanla istihdam edilen personele, unvan değişikliği sına-vına tabi tutularak, mezun olduğu bir üst öğrenim unvanı ile ilgili kadro tahsis edil-mesi için birimlerin talepleri de dikkate alınarak Devlet Personel Başkanlığı ile ko-ordinasyon sağlanması,

-Atama ve görevde yükselme konu-sunda 2008 yılı içinde yapılan sınavda ye-dek durumunda kalan (ilan edilen kadro sayısı kadar) personelin atamalarının ya-pılması,

-Daha önce alınmış olan karar gere-ği 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi çalışan devlet memurlarının unvan değişikliği ve görevde yükselme sınavının yapılması için gerekli çalışmaların sonuç-landırılması,

-Ücretlerin zamanında yatırılması ko-nusunda bundan sonra azami gayret gös-terilmesi, personelin mesai ve ek ders üc-retlerinin gecikmeye mahal verilmeden zamanında ödemesi için ilgili birimlerce hızlandırıcı tedbirlerin alınması,

-Kurum İdari Kurulu kararlarının üni-versite internet adresinde duyurulması, üst yazı ile birimlere gönderilmesi ve yet-kili sendikaya üniversite web sayfasından link verilmesi,

-Yıllık iznini şehir dışında geçirecekler için hiçbir ayrım yapılmaksızın yol izni ve-rilmesi hususunun uygulama birliği açı-sından birimlere yazı ile duyurulması,

-Üniversitede temsilcileri bulunan sendikalara Rektörlük ve bağlı birimlerde yetkili sendika Eğitim-Bir-Sen için ilan pa-nosu tahsisi, diğer sendikaların talebi ol-duğu takdirde onlara da yer tahsisi,

-Başta yetkili sendika olmak üzere üni-versitede faaliyet gösteren Eğitim ve Sağ-lık sendikalarının bülten, dergi vb. çalış-malarının üniversite çalışanlarına kolay ulaştırılabilmesi için sendika dolabı, sen-dika rafı vb. ad altında yazı işlerinde bir bölüm oluşturulması, üniversitemiz çev-re birimlerine ulaştırılması konusunda il-gili birimlere talimat verilerek gerekli ko-laylığın sağlanması,

ADIYAMAN

AYDIN

Page 44: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

42

Şube ve Temsilciliklerimizden...

Üniversite Çalışanları Arasında Maaş Dengesizliği

Giderilmelidir

-Anlaşmalı banka ile protokolün ince-lenmesi sonucunda anlaşmaya aykırı uy-gulamalar var ise, anlaşmalı bankadan kredi almak isteyen personele düşük faiz ile kredi verilmesi ve kredi kolaylıkları ko-nusunda rektörlüğün girişimde bulunma-sı.

Pamukkale Üniversitesi’nde Sorunlar Çözüme Kavuşturulmalıdır

Üniversite Çalışanı Üyelerimiz

Biraraya Geldi

Şube Başkanımız Ahmet Sert, Pamuk-kale Üniversitesi çalışanlarının bazı özlük haklarının gasp edildiğini ifade ederek,

Şubemiz, Fırat Üniversitesi Temsilci-miz Prof. Dr. Ali Ölçücüoğlu ve üniver-site çalışanı üyelerimizin de katılımıyla Karayolları 8. Bölge Müdürlüğü Misafirhanesi’nde yemekli toplantı düzenledi. Toplantıda konuşan Şube Başkanımız Yasin Karakaya, 6-7 Mart’ta

yaptığımız ‘Eğitim Çalışanlarının Sorunları ve Çözüm Önerileri Şurası’ hakkında üy-elerimize bilgi verdi.

SBN Sigorta ile yapılan anlaşmaya da değinen Karakaya, üyelerimizin bu anlaşmayla birçok kazanım elde ettiğini kaydetti.

Üniversite Temsilcimiz Prof. Dr. Ali Ölçücüoğlu ise, üniversitede Şube ol-mak için aktif bir şekilde üye yapmak gerektiğini söyledi.

Şubemiz, Bilecik Üniversitesi’ndeki temsilcilerimizle bir toplantı yaptı. Üniver-site çalışanlarının sorunlarının ve çözüm önerilerinin görüşüldüğü toplantıya, Bile-cik Üniversitesi’ne bağlı fakülte ve yükse-kokul temsilcilerimiz katıldı.

Toplantıda konuşan Şube Başkanımız Turgut Erguvan, üniversitelerin gerçek bi-rer bilim yuvası olmasını arzu ettikleri-ni söyledi. Özgürlük ve fikir hürriyetinin merkezi olması gereken bu bilim yuvala-rının 28 Şubat sürecinde askeri vesayet al-tına girdiğini belirten Erguvan, “Üniversi-telerin özgür bireyler yetiştirmesi gerek-mektedir. Özgür birey, özgür toplum de-mektir” dedi.

Öğretim üyelerinin ve öğretim görev-lilerinin özlük haklarında acilen iyileştir-me yapılması gerektiğini kaydeden Ergu-van, “Üniversite çalışanları arasında maaş dengesizliği giderilmelidir. Üniversiteler-de, araştırma görevlisi, doktor ve yardımcı doçentlerin çalışmalarının devamı güven-ce altına alınmalıdır” şeklinde konuştu.

“Pamukkale Üniversitesi’nde çalışanlara yönelik yapılan uygulamaları dikkatle ta-kip etmekteyiz. Üniversite Temsilcimiz ile sürekli görüşüyoruz. Yapılan istişareler so-nucunda Pamukkale Üniversitesi’ndeki başlıca sorunları bir rapor haline getirdik” dedi.

Sert, tespit ettikleri sorunları ve çözüm önerilerini şöyle sıraladı:

-Unvanlı kadrolara atama yapılırken, liyakat esasına dikkat edilmesi gerekmek-tedir.

-2006 yılından bu yana Görevde Yük-selme Sınavı yapılmamış olup, bu soru-nun çözümü için sınav yapılmalıdır.

-Üniversite içerisinde bir postanenin olmayışı nedeniyle iş ve işlemler sekteye uğramaktadır.

-4/B statüsündeki personel maaşını Zi-raat Bankası’ndan aldığı için promosyon-lardan yararlanamamaktadır. 4/B’li perso-nelin maaşının Garanti Bankası’na devre-dilerek promosyon almaları sağlanmalıdır.

-4/B’li personel ikinci öğretim hakkın-dan yararlanamamaktadır. Gerekli çalış-maların yapılıp söz konusu personelin bu haktan yoksun bırakılmaması gerekmek-tedir.

-Pamukkale Üniversitesi’nde bulunan tüm personele hastanede öncülük tanın-malı ve fiyatlar konusunda kolaylık sağ-lanmalıdır.

-4/B’li personel parya muamelesinden kurtarılmalıdır.

-Kampus içerisinde Merkezi ibadetha-ne olmaması büyük eksikliktir. Tarihimiz-de olduğu gibi mimari özelliklere sahip bir cami yapılması gerekmektedir.

-Yemek kalitesinin artması için gerekli olan özelleştirme yapılmalıdır.

Atatürk ÜniversitesiGenel SekreteriÖzen’e Ziyaret

Şubemiz Yönetim Kurulu üyelerimiz, Atatürk Üniversitesi Genel Sekreteri Prof. Dr. Üstün Özen’i makamında ziyaret etti. Ziyarette, üniversite personelinin yemek ücretlerine yapılan aylık 15-20 TL arasın-daki zamla ilgili şikayetleri Özen’e iletile-rek, zammın geri alınması konusunda ça-lışma yapılması talep edildi.

Genel Sekreter Prof. Dr. Üstün Özen ise, yapılan zammın yetersiz olduğunu ve kurumun bu konuda fedakâr davrandığı-nı savunarak, “Şu anda bir kişinin yemek yeme bedeli aylık yaklaşık 100 TL’dir” dedi.

Personele devlet desteğinin günlük 0,80 TL, aylık 17,60 TL, personel desteği-nin ise 50 ila 70 TL arasında olduğunu ifa-de eden Özen, aylık toplam 67,60 ila 87,60 TL arası bedelle hizmet verdiklerini ve ge-çen yıl yemek ücretlerine zam yapılmadı-ğını belirterek, personelin bu konuyu an-layışla karşılamasını beklediklerini söyle-di.

Şube Yönetimimiz, Özen’i, profesör unvanı almasından dolayı, tebrik ederek, görevinde başarılı olması temennisinde bulundu.

BİLEC İK

ELAZIĞ

DENİZLİ

ERZURUM 1

Page 45: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

43

Hedef, Üniversitede Üye Sayısını 400’e

Çıkarmak

Eğitim Davasına Gönül Verenlerin

Sendikasıyız

Üniversite Akademik ve İdari Personel Toplantısı Yapıldı

Şubemiz, Büyükşehir Belediyesi Zey-tinburnu Sosyal Tesisleri’nde üniversite ça-lışanı üyelerimiz ve İlçe temsilcilerimiz ile istişare toplantısı düzenledi.

Toplantıda konuşan Genel Başkanı-mız Ahmet Gündoğdu, tüm sıkıntıların sebebi olan darbe anayasasının değiştiri-lip, yeni bir anayasanın hazırlanması ge-rektiğini belirterek, “Anayasalar, insanların hak ve özgürlüklerinin teminatıdır. Bizim darbe anayasamız ise, bunların aksine hak ve özgürlükleri kısıtlamaktadır. Bu neden-le, yaşanılan tüm sorunların kaynağı olan 12 Eylül Anayasası değiştirilip, sivil bir ana-yasa hazırlanmalıdır. Yeni anayasa, özgür-lüklerin garantisi olacak, ideolojilere prim vermeyecek, cinsiyet ayrımcılığını sona er-direcek ve milleti yüceltecek bir anayasa olmalıdır” dedi.

Danıştay’ın verdiği katsayı kararı-na da değinen Gündoğdu, şöyle ko-nuştu: “Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun, YÖK tarafından yapılan iti-razı kabul etmesi beklenirken, aksi yön-de karar vermesi, yüksek yargının mille-tin taleplerinden ve ülkenin ihtiyaçların-dan bihaber olduğu gerçeğini yeniden gözler önüne sermiştir. Yasama organına önerimiz, yasama, yürütme ve yargı erk-lerinin yetkilerini, görevlerini ve birbirle-riyle ilişkilerini kuvvetler ayrılığı ilkesinin gereklerine uygun olarak yeniden dü-zenlemesidir.”

Şube Başkanımız Hasan Yalçın Yayla, Şube olarak üniversitede 400 yeni üye ve üyelerine sosyal, hukuki, ekonomik alan-larda daha çok hizmet eden bir eğitim sen-dikası; Türkiye’nin temel meselelerine in-san hakları, özgürlükler ve sivilleşme yo-lunda etkin katkı yapan bir sivil toplum ör-gütü olmayı hedeflediklerini söyledi.

Üniversite Temsilcimiz Zeynep Gökçen ise, üniversiteye geldiğinde hiç üye bu-lunmamasının verdiği üzüntüyü dile geti-rerek, hızlı bir çalışma içine girdiğini ve iki ayda 40 üyeye ulaşıldığını, Mayıs ayı sonu-na kadar ise üye sayısını 400’e çıkararak Şube olmaya kararlı olduklarını ifade etti.

Tarihsel Süreç İçerisinde

Üniversitenin AnlamıŞubemiz, YÖK Yürütme Kurulu Üyesi

Prof. Dr. Durmuş Günay’ın konuşmacı ol-duğu, “Tarihsel Süreç İçerisinde Üniversi-tenin Anlamı” konulu bir konferans düzen-ledi.

Sütçü İmam Üniversitesi Avşar Yerleşkesi’nde bulunan Prof. Dr. A. Nafi Baytorun Konferans Salonu’nda yapılan etkinlik, Üniversite Şubemizin yaptığı fa-aliyetleri anlatan sunum ile başladı. Şube Başkanımız Yrd. Doç. Dr. Hasan Furkan’ın selamlama konuşmasından sonra kürsüye gelen Prof. Dr. Durmuş Günay, üniversite-nin anlamı ve üniversitelerin milattan önce başlayarak günümüze kadar olan süreçte-ki yeri hakkında katılımcılara bilgi verdi.

İslam medeniyetinin yetiştirdiği ilim adamlarının, Avrupa üniversitelerinin ça-lışmalarına verdiği katkıya dikkat çeken Günay, başarılı bir üniversitenin sahip ol-ması gereken kriterlerin başında, bilgiye sahip olan akademisyenlerin, görüşleri ne olursa olsun, bilimsel faaliyetlerinin des-teklenmesinin geldiğini söyledi.

Konferansa, Belediye Başkanı Musta-fa Poyraz, KSÜ Rektörü Prof. Dr. Nafi Bayto-run, TBMM Milli Eğitim Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Sağlam, Fakülte dekanla-rı ile çok sayıda akademik ve idari perso-nel katıldı.

Program, Prof. Dr. Mehmet Sağlam’ın, Prof. Dr. Durmuş Günay’a plaket vermesiy-le sona erdi.

Şubemiz, üniversite personeli üyele-rimizle Elmacıoğlu İskender Salonu’nda biraraya geldi. Toplantıda üniversitede yaşanan sıkıntılarla ilgili fikir alışverişin-de bulunuldu. Burada bir konuşma ya-pan Şube Sekreterimiz Ekrem Dinçaslan,

Eğitim-Bir-Sen’in ucuz işlerin sendikası olmadığını belirterek, şunları söyledi:

“Biz gelecek günlerin kalıcı iş ve ey-lemlerin sendikasıyız. Bizler onurlu bir mücadelenin insanlarıyız; onurlu, vakur. Bizim sorumluluğumuz sadece ülkemiz-le sınırlı değil, bütün dünyayı saran bir sorumluluktur. Bizim ufkumuz dünya-nın dört bir yanını sarmıştır. O nedenle de bizim sendikamız bütün eğitimcilerin sendikasıdır. Eğitim davasına gönül ve-renlerin sendikasıdır. Bizim sendikacılı-ğımız barışın, kardeşliğin sendikasıdır. O nedenle sendikamız hiçbir hizbin, siyasi yelpazenin, hiçbir gurup ve kişinin etkisi altında değildir. Sendikamızı etkisi altına almaya, bulandırmaya da kimsenin gücü yetmez. Kapımız herkese açıktır. Zaten kapıyı oluşturanlar da sizlersiniz.”

Şubemiz, İnönü Üniversitesi’ndeki aka-demisyen üyelerimizle iki ayda bir yaptığı istişare toplantısını; Prof. Dr. Hasan Kavruk, Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Suat Cambazgil, Mühendislik Fakülte-si Bölüm Başkanı Prof. Dr. İbrahim Gezer, Doç. Dr. Abdulkadir Baharçiçek, Doç. Dr. İs-met Emre, Yrd. Doç. Dr. İlhan Erdem, Yrd. Doç. Dr. Nihat Akbıyık ve  çok sayıda  aka-demisyenin katılımıyla gerçekleştirdi.

Toplantıda bir konuşma yapan Şube Başkanımız Şahin Kayaduman, bilime önem veren bir sendika olduklarını söyle-di.

Sendika olarak toplu sözleşme hakkı verilmeden görüşmelere katılmama kara-rı aldıklarını hatırlatan Kayaduman, “Top-lu görüşmelerde anlaşma olmazsa, Uzlaş-tırma Kurulu’na gidiliyor ve ne yazık ki ora-da alınan kararlar bağlayıcı olmuyor. Ama toplu sözleşmede anlaşma sağlanamazsa, Yüksek Hakem Kurulu’na gidiliyor ve ora-dan çıkan karara hükümet uymak zorun-dadır. O sebepledir ki, toplu sözleşme hak-kı, olmazsa olmazlarımız arasındadır” dedi.

Toplantının son bölümünde, akade-misyenler, üniversitedeki sendikal çalış-malar hususunda görüş alışverişinde bu-lundular.

Şube ve Temsilciliklerimizden...

İSTANBUL 2 KAHRAMANMARAŞ 2

KAYSERİ

MALATYA

Page 46: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

44

Şube ve Temsilciliklerimizden...

Bu arada, İnönü Üniversitesi ida-ri personeli ile geleneksel istişare toplan-tısı Öğretmenevi’nde yapıldı. Üniversi-te temsilcileri ile çok sayıda üyemizin ka-tıldığı toplantıda konuşan Şube Başkanı-mız Şahin Kayaduman, sendikamızın yap-tığı sosyo-kültürel faaliyetler hakkında bil-gi verdi.

Üniversitelerde farklı binalarda çalışıl-ması nedeniyle çalışanların biraraya gel-melerinin zorluğuna dikkat çeken Kayadu-man, bu tür toplantılar vesilesiyle biraraya gelme, istişare yapma, iletişimi güçlendir-me fırsatının oluştuğunu söyledi.

“Çalışanların 4/B, 4/C şeklinde istih-dam edilmesine karşıyız. Kadrolularla ara-larında birçok farklılık ve sıkıntılar; ekono-mik ve özlük hakları konusunda ciddi fark-lılıklar var” diyen Kayaduman, Türkiye ge-nelinde 4/B statüsünde çalışanlarla ilgi-li dilekçe kampanyası başlattıklarını, üni-versitelerdeki sözleşmeli çalışanlarla ilgi-li olarak da önümüzdeki günlerde dilekçe kampanyası gibi girişimlerde bulunacakla-rını, promosyonlar konusunda yapılan ça-lışmaların sonuç verdiğini, 1 Şubat’tan iti-baren promosyonların çalışanlara tamamı-nın ödeneceğini hatırlattı.

Kamu çalışanlarının özlük haklarını iyi-leştirmek, ücretini arttırmak için çaba gös-terdiklerini anlatan Kayaduman, “Ancak nedense bazı sendikalar örgütlülük öde-neğini iptal ettirerek çalışanlara kazandır-dığımız 10 TL’yi bile çok gördüler. Bu konu-da girişimlerimiz devam ediyor. Örgütlülü-ğü teşvik edecek şekilde yeni uygulamala-ra geçilerek, ‘toplu görüşme ikramiyesi’ adı altında sendikalılara ödeme yapılması hu-susunda kararlılıkla çalışmaya devam edi-yoruz” şeklinde konuştu.

‘Eşitlik Karşıtlarını Tarihin YargısınaHavale Ediyoruz’

Danıştay’ın, üniversiteye girişte katsa-yı uygulamasına ilişkin olarak YÖK tarafın-dan alınan kararı iptal etmesi, Cumhuriyet Üniversitesi’nde Üniversite temsilciliğimiz tarafından bir basın açıklaması ile protes-to edildi.

Öğretim üyeleri ve idari personelin ka-tıldığı eylemde konuşan Üniversite Temsil-

cimiz Prof. Dr. H. İbrahim Delice, geçmiş-te, üniversiteye girişte tamamen siyasi mü-lahazalarla katsayı eşitsizliği gibi bir duru-mun ortaya çıkarıldığını ifade ederek, şun-ları söyledi:

“Bu durum, geleceğimizin temina-tı olan gençlerimizin mağdur edilmesine yol açmıştır. Yıllardır kamuoyunun vicda-nını yaralayan söz konusu eşitsizliği gider-mek, mağduriyeti ortadan kaldırmak ve

daha 18 yaşını doldurmadan ebeveynleri-nin tercihiyle gitmiş oldukları meslek lisele-rinden sonra ilgi duydukları alana yönele-bilme fırsatı vermek adına, Yükseköğretim Kurulu yetkisi dahilinde adil bir karar almış-tı; fakat, Danıştay tarafından verilen yürüt-meyi durdurma kararı ile binlerce öğrenciyi tekrar mağdur etmenin, eşitsizliğin ve kar-maşanın yeniden boy göstermesinin yolu açılmıştır.”

“Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olan katsayı uygulamasında ısrar etmek, hukukî dayanaktan yoksundur ve üstelik aynı ko-nuyla ilgili olarak daha önce alınan baş-ka bir Danıştay kararıyla da çelişmektedir” diyen Delice, “Danıştay daha önce, ben-zeri bir davayı, yetkinin YÖK’te olduğunu belirterek reddetmiştir. Bu kez yürütmeyi durdurma kararı vermekle Danıştay, daha önce verdiği karar ve tutumla çelişmiş bu-lunmaktadır” şeklinde konuştu.

Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kara-rının, milyonların nezdinde adalet kapısı olarak düşünülen adalet kurumlarının iti-barını sarstığını kaydeden Delice, sözlerini şöyle tamamladı: “Bu adaletsiz, güven duy-gusunu zedeleyici uygulamayı ortaya çıka-rıp yeni mağduriyetlerin yaşanmasına ne-den olanları, eğitim çalışanları ve her şey-den önce bu ülkenin vatandaşları olarak ta-rihin yargısına havale ediyoruz.”

Üyelerimiz Yaşadıkları Sıkıntıları

Dile Getirdi

Akbulut, 9 Ocak 2010 tarihinde Gaziantep’te yapılan Eğitim-Öğretim-Bilim Hizmet Kolu Çalışanları Sorunları ve Çözüm Önerileri Bölge Şurası’na Harran Üniversitesi’nden İdari Personel Komis-yonu Başkanı olarak kendisinin, Akade-mik Personel Komisyonu Başkanı olarak ise Doç. Dr. Tekin Şahin’in katılarak, aka-demik ve idari personelin sorunlarını dile getirdiklerini kaydetti.

Harran Üniversitesi Temsilciliğimiz, üyelerimizin birebirleri ile tanışmasını sağlamak amacıyla Sultan Sarayı’nda ye-mekli bir toplantı düzenledi. Harran Üni-versitesi Temsilcimiz Celal Akbulut, üni-versitede yaşanan sorunların da ele alın-dığı toplantıda, üyelerimizin görüş ve önerilerini dile getirdiklerini söyledi.

Sırtını Bilgiye Dayamayan

Hiçbir Örgütlenme Ayakta Kalamaz

Şubemiz, Karadeniz Teknik Üniversite-si’nde (KTÜ) çalışan üyelerimiz ile Akçaabat Kültürpark Tesisleri’nde bir toplantı yaptı.

Toplantıda konuşan Şube Başkanımız Arslan Balta, üniversitede üretilen bilgiye değer verdiklerini ifade ederek, “Bu bağ-lamda sırtını bilgiye ve bilimselliğe daya-mayan hiçbir örgütlenmenin ayakta ka-lamayacağı inancındayız. Üniversitelerde üretilen bilginin siyaset, ekonomi, sosyal hayat gibi birçok alana olduğu gibi, sendi-kacılığa da katkısının olacağının bilincin-deyiz” dedi.

Bu nedenle üniversitede örgütlenmeyi önemsediklerini kaydeden Balta, “Üniversi-te bazında yakalayacağımız nicel artış, ni-teliğe de aynı oranda katkı sağlayacaktır” şeklinde konuştu.

Toplantıda, üniversitede bulunan üye potansiyelinin harekete geçirilmesi için ya-pılabilecek çalışmalar konusunda fikir alış-verişinde de bulunuldu.

Memur-Sen İl Temsilcisi Mehmet Kazancı’nın da katıldığı toplantıda, yakın zamanda daha geniş katılımlı bir değerlen-dirme ve strateji geliştirme toplantısının yapılmasına karar verildi.

SİVAS ŞANLIURFA

TRABZON

Page 47: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının
Page 48: Ek Sayı: 2 • Nisan 2010...ve çözüm önerilerini çeşitli müzakere aşamaları neticesinde yine kendilerinin ortaya koymasına yönelik olarak düzenlediğimiz ‘Eğitim Çalışanlarının

Eğitim-Bir-Sen Üniversite

46