226

EVRİM AÇMAZI 2. Cilt

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Evrim teorisinin bilimsel açıdan geçersizliğini ve bilime rağmen hangi kesimler tarafından ve ne tür ideolojik amaçlarla ayakta tutulmaya çalışıldığını birçok kitabımızda defalarca açıkladık. Bu kitabın amacı ise evrimle bağlantılı her türlü konuya, okuyucularımızın kolaylıkla ulaşarak bu konular hakkında en doğru bilgileri öğrenmeleridir. Böylelikle okuyucu evrim teorisi ile ilgili her türlü kavram ve terim hakkında en pratik biçimde, en doğru ve güvenilir bilgiyi edinme imkanına sahip olacaktır.

Citation preview

www.harunyahya.org - www.harunyahya.net

Birinci bask›: Haziran 2002 ‹kinci bask›: Aral›k 2005 Üçüncü bask›: fiubat 2009

ARAfiTIRMA YAYINCILIKTalatpafla Mah. Emirgazi Caddesi ‹brahim Elmas ‹flmerkezi

A. Blok Kat 4 Okmeydan› - ‹stanbul

Tel: (0 212) 222 00 88

Bask›: Seçil Ofset

100 Y›l Mahallesi MAS-S‹T Matbaac›lar Sitesi

4. Cadde No: 77 Ba¤c›lar-‹stanbul Tel: (0 212) 629 06 15

• Bu kitapta ve di¤er çal›flmalar›m›zda evrim teorisinin çöküflüne özel bir yer ayr›lmas›n›n nede-ni, bu teorinin her türlü din aleyhtar› felsefenin temelini oluflturmas›d›r. Yarat›l›fl› ve dolay›s›ylaAllah'›n varl›¤›n› inkar eden Darwinizm, 140 y›ld›r pek çok insan›n iman›n› kaybetmesine ya dakuflkuya düflmesine neden olmufltur. Dolay›s›yla bu teorinin bir aldatmaca oldu¤unu gözler önü-ne sermek çok önemli bir imani görevdir. Bu önemli hizmetin tüm insanlar›m›za ulaflt›r›labilme-si ise zorunludur. Kimi okuyucular›m›z belki tek bir kitab›m›z› okuma imkan› bulabilir. Bu ne-denle her kitab›m›zda bu konuya özet de olsa bir bölüm ayr›lmas› uygun görülmüfltür.• Belirtilmesi gereken bir di¤er husus, bu kitaplar›n içeri¤i ile ilgilidir. Yazar›n tüm kitaplar›ndaimani konular, Kuran ayetleri do¤rultusunda anlat›lmakta, insanlar Allah'›n ayetlerini ö¤renme-ye ve yaflamaya davet edilmektedir. Allah'›n ayetleri ile ilgili tüm konular, okuyan›n akl›nda hiç-bir flüphe veya soru iflareti b›rakmayacak flekilde aç›klanmaktad›r. • Bu anlat›m s›ras›nda kullan›lan samimi, sade ve ak›c› üslup ise kitaplar›n yediden yetmifle her-kes taraf›ndan rahatça anlafl›lmas›n› sa¤lamaktad›r. Bu etkili ve yal›n anlat›m sayesinde, kitaplar"bir solukta okunan kitaplar" deyimine tam olarak uymaktad›r. Dini reddetme konusunda kesinbir tav›r sergileyen insanlar dahi, bu kitaplarda anlat›lan gerçeklerden etkilenmekte ve anlat›lan-lar›n do¤rulu¤unu inkar edememektedirler.• Bu kitap ve yazar›n di¤er eserleri, okuyucular taraf›ndan bizzat okunabilece¤i gibi, karfl›l›kl› birsohbet ortam› fleklinde de okunabilir. Bu kitaplardan istifade etmek isteyen bir grup okuyucununkitaplar› birarada okumalar›, konuyla ilgili kendi tefekkür ve tecrübelerini de birbirlerine aktar-malar› aç›s›ndan yararl› olacakt›r.• Bunun yan›nda, sadece Allah r›zas› için yaz›lm›fl olan bu kitaplar›n tan›nmas›na ve okunmas›-na katk›da bulunmak da büyük bir hizmet olacakt›r. Çünkü yazar›n tüm kitaplar›nda ispat ve ik-na edici yön son derece güçlüdür. Bu sebeple dini anlatmak isteyenler için en etkili yöntem, bukitaplar›n di¤er insanlar taraf›ndan da okunmas›n›n teflvik edilmesidir.• Kitaplar›n arkas›na yazar›n di¤er eserlerinin tan›t›mlar›n›n eklenmesinin ise önemli sebeplerivard›r. Bu sayede kitab› eline alan kifli, yukar›da söz etti¤imiz özellikleri tafl›yan ve okumaktanhoflland›¤›n› umdu¤umuz bu kitapla ayn› vas›flara sahip daha birçok eser oldu¤unu görecektir.‹mani ve siyasi konularda yararlanabilece¤i zengin bir kaynak birikiminin bulundu¤una flahitolacakt›r.• Bu eserlerde, di¤er baz› eserlerde görülen, yazar›n flahsi kanaatlerine, flüpheli kaynaklara daya-l› izahlara, mukaddesata karfl› gereken adaba ve sayg›ya dikkat edilmeyen üsluplara, burkuntuveren ümitsiz, flüpheci ve ye'se sürükleyen anlat›mlara rastlayamazs›n›z.

Bu kitapta kullan›lan ayetler, Ali Bulaç'›n haz›rlad›¤›

"Kur'an-› Kerim ve Türkçe Anlam›" isimli mealden al›nm›flt›r.

OKUYUCUYA

K-Z

Harun Yahya müstear ismini kullanan yazar AdnanOktar, 1956 y›l›nda Ankara'da do¤du. ‹lk, orta ve liseö¤renimini Ankara'da tamamlad›. Daha sonra ‹stan-bul Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakülte-si'nde ve ‹stanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'ndeö¤renim gördü. 1980'li y›llardan bu yana, imani, bi-limsel ve siyasi konularda pek çok eser haz›rlad›.

Bunlar›n yan› s›ra, yazar›n evrimcilerin sahtekarl›kla-r›n›, iddialar›n›n geçersizli¤ini ve Darwinizm'in kanl›

ideolojilerle olan karanl›k ba¤lant›lar›n› ortaya koyançok önemli eserleri bulunmaktad›r.

Harun Yahya'n›n eserleri yaklafl›k 30.000 resmin yer ald›-¤› toplam 45.000 sayfal›k bir külliyatt›r ve bu külliyat 60

farkl› dile çevrilmifltir.Yazar›n müstear ismi, inkarc› düflünceye karfl› mücadele

eden iki peygamberin hat›ralar›na hürmeten, isimlerini yadetmek için Harun ve Yahya isimlerinden oluflturulmufltur.Yazar taraf›ndan kitaplar›n kapa¤›nda Resulullah'›n mührü-nün kullan›lm›fl olmas›n›n sembolik anlam› ise, kitaplar›n içe-ri¤i ile ilgilidir. Bu mühür, Kuran-› Kerim'in Allah'›n son kita-b› ve son sözü, Peygamberimiz (sav)'in de hatem-ül enbiya ol-

mas›n› remzetmektedir. Yazar da, yay›nlad›¤› tüm çal›flmala-r›nda, Kuran'› ve Resulullah'›n sünnetini kendine rehber edin-

mifltir. Bu suretle, inkarc› düflünce sistemlerinin tüm temeliddialar›n› tek tek çürütmeyi ve dine karfl› yöneltilen itiraz-

lar› tam olarak susturacak "son söz"ü söylemeyi hedefle-mektedir. Çok büyük bir hikmet ve kemal sahibi

olan Resulullah'›n mührü, bu son sözü söylemeniyetinin bir duas› olarak kullan›lm›flt›r. Yazar›n tüm çal›flmalar›ndaki ortak hedef,Kuran'›n tebli¤ini dünyaya ulaflt›rmak, böy-lelikle insanlar› Allah'›n varl›¤›, birli¤i veahiret gibi temel imani konular üzerindedüflünmeye sevk etmek ve inkarc› sistem-lerin çürük temellerini ve sapk›n uygula-malar›n› gözler önüne sermektir.

Nitekim Harun Yahya'n›n eserleriHindistan'dan Amerika'ya, ‹ngil-

tere'den Endonezya'ya, Po-lonya'dan Bosna

Hersek'e, ‹span-ya'dan Brezil-

YAZAR VE ESERLER‹ HAKKINDA

ya'ya, Malezya'dan ‹talya'ya, Fransa'dan Bulgaristan'a ve Rusya'ya kadar dünyan›ndaha pek çok ülkesinde be¤eniyle okunmaktad›r. ‹ngilizce, Frans›zca, Almanca,‹talyanca, ‹spanyolca, Portekizce, Urduca, Arapça, Arnavutça, Rusça, Boflnakça,Uygurca, Endonezyaca, Malayca, Bengoli, S›rpça, Bulgarca, Çince, Kishwahili (Tan-zanya'da kullan›l›yor), Hausa (Afrika'da yayg›n olarak kullan›l›yor), Dhivelhi (Ma-uritus'ta kullan›l›yor), Danimarkaca ve ‹sveçce gibi pek çok dile çevrilen eserler,yurt d›fl›nda genifl bir okuyucu kitlesi taraf›ndan takip edilmektedir. Dünyan›n dört bir yan›nda ola¤anüstü takdir toplayan bu eserler pek çok insan›niman etmesine, pek ço¤unun da iman›nda derinleflmesine vesile olmaktad›r. Kitap-lar› okuyan, inceleyen her kifli, bu eserlerdeki hikmetli, özlü, kolay anlafl›l›r ve sa-mimi üslubun, ak›lc› ve ilmi yaklafl›m›n fark›na varmaktad›r. Bu eserler süratli etkietme, kesin netice verme, itiraz edilemezlik, çürütülemezlik özellikleri tafl›makta-d›r. Bu eserleri okuyan ve üzerinde ciddi biçimde düflünen insanlar›n, art›k mater-yalist felsefeyi, ateizmi ve di¤er sapk›n görüfl ve felsefelerin hiçbirini samimi olaraksavunabilmeleri mümkün de¤ildir. Bundan sonra savunsalar da ancak duygusalbir inatla savunacaklard›r, çünkü fikri dayanaklar› çürütülmüfltür. Ça¤›m›zdakitüm inkarc› ak›mlar, Harun Yahya Külliyat› karfl›s›nda fikren ma¤lup olmufllard›r.Kuflkusuz bu özellikler, Kuran'›n hikmet ve anlat›m çarp›c›l›¤›ndan kaynaklanmak-tad›r. Yazar›n kendisi bu eserlerden dolay› bir övünme içinde de¤ildir, yaln›zcaAllah'›n hidayetine vesile olmaya niyet etmifltir. Ayr›ca bu eserlerin bas›m›nda veyay›nlanmas›nda herhangi bir maddi kazanç hedeflenmemektedir.Bu gerçekler göz önünde bulunduruldu¤unda, insanlar›n görmediklerini görmele-rini sa¤layan, hidayetlerine vesile olan bu eserlerin okunmas›n› teflvik etmenin de,çok önemli bir hizmet oldu¤u ortaya ç›kmaktad›r.Bu de¤erli eserleri tan›tmak yerine, insanlar›n zihinlerini buland›ran, fikri karmaflameydana getiren, kuflku ve tereddütleri da¤›tmada, iman› kurtarmada güçlü vekeskin bir etkisi olmad›¤› genel tecrübe ile sabit olan kitaplar› yaymak ise, emek vezaman kayb›na neden olacakt›r. ‹man› kurtarma amac›ndan ziyade, yazar›n›n ede-bi gücünü vurgulamaya yönelik eserlerde bu etkinin elde edilemeyece¤i aç›kt›r. Bukonuda kuflkusu olanlar varsa, Harun Yahya'n›n eserlerinin tek amac›n›n dinsizli¤içürütmek ve Kuran ahlak›n› yaymak oldu¤unu, bu hizmetteki etki, baflar› ve sami-miyetin aç›kça görüldü¤ünü okuyucular›n genel kanaatinden anlayabilirler. Bilinmelidir ki, dünya üzerindeki zulüm ve karmaflalar›n, Müslümanlar›n çektikle-ri eziyetlerin temel sebebi dinsizli¤in fikri hakimiyetidir. Bunlardan kurtulman›nyolu ise, dinsizli¤in fikren ma¤lup edilmesi, iman hakikatlerinin ortaya konmas› veKuran ahlak›n›n, insanlar›n kavray›p yaflayabilecekleri flekilde anlat›lmas›d›r. Dün-yan›n günden güne daha fazla içine çekilmek istendi¤i zulüm, fesat ve kargafla or-tam› dikkate al›nd›¤›nda bu hizmetin elden geldi¤ince h›zl› ve etkili bir biçimde ya-p›lmas› gerekti¤i aç›kt›r. Aksi halde çok geç kal›nabilir.Bu önemli hizmette öncü rolü üstlenmifl olan Harun Yahya Külliyat›, Allah'›n izniy-le, 21. yüzy›lda dünya insanlar›n› Kuran'da tarif edilen huzur ve bar›fla, do¤rulukve adalete, güzellik ve mutlulu¤a tafl›maya bir vesile olacakt›r

8

içindekileriçindekiler

KKKademeli evrim komedisi . . . . . . . . . . .11Kal›t›m kanunlar› . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11Kambriyen devri . . . . . . . . . . . . . . . . . .12Kambriyen patlamas› . . . . . . . . . . . . . . .13Kanapoi dirsek kemi¤i fosili sahtekarl›¤› .15Kanatlar›n kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . .16Kaos kuram›n›n ç›kmaz› . . . . . . . . . . . . .17Kaplumba¤alar›n kökeni . . . . . . . . . . . .17Karadan havaya geçifl kand›rmacas› . . . .18Karbon-14 testi . . . . . . . . . . . . . . . . . . .20Karbon temelli yaflam . . . . . . . . . . . . . .22Karbonifer Dönemi Bitki Fosilleri . . . . . .23 Karma yürüyüfl . . . . . . . . . . . . . . . . . . .24Kay›r›lm›fl ›rklar ilkelli¤i . . . . . . . . . . . . .24Kenyanthropus platyops . . . . . . . . . . . .24Kesintiye u¤rat›lm›fl denge . . . . . . . . . .25Kimyasal çorba uydurmas› . . . . . . . . . . .25Kimyasal evrim aldatmacas› . . . . . . . . . .26Klonlama (Cloning) . . . . . . . . . . . . . . . .26KNM-ER 1470 sahtekarl›¤› . . . . . . . . . . .28KNM-ER 1472 yalan› . . . . . . . . . . . . . . .30KNM-WT 15000 (en eski insan fosili) . . .30Koaservat . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .30Komünizm ve Evrim . . . . . . . . . . . . . . .32Konjugasyon . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .33Kör Saatçi Saçmal›¤› (The Blind Watchmaker) . . . . . . . . . . . .34Körelmifl organlar çeliflkisi . . . . . . . . . . .35KP 271 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .37 Kromozom . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .37Krossing-over . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .38Kufllar›n kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . .40Kufl akci¤erlerinin kökeni . . . . . . . . . . . .42Kufl tüylerinin kökeni . . . . . . . . . . . . . . .46Kültürel evrim yalan› . . . . . . . . . . . . . . .49

LLLaetoli ayak izleri (insan ayak izleri) . . . .53Lamarck, Jean B . . . . . . . . . . . . . . . . . . .55Lamarkizm . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .55 Chatelier Prensibi . . . . . . . . . . . . . . . . .56Leakey, Richard . . . . . . . . . . . . . . . . . . .57Lewontin, Richard . . . . . . . . . . . . . . . . .58Liaoningornis . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .58Linnaeus, Carolus . . . . . . . . . . . . . . . . .59Lucy kand›rmacas› (Australopithecus afarensis) . . . . . . . . . .60

MMMakro evrim masal› . . . . . . . . . . . . . . . .63Makro mutasyon kand›rmacas› . . . . . . .63Malthus, Thomas Robert . . . . . . . . . . . .65Marx, Karl . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .65Materyalizm . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .67Maymun-insan genetik benzerli¤i yalan› .70Mayr, Ernst . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .72Memelilerin kökeni . . . . . . . . . . . . . . . .73Mendel, Gregor . . . . . . . . . . . . . . . . . .75Menton, David . . . . . . . . . . . . . . . . . . .75Metamorfoz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .76Meyve sinekleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . .77Mikro evrimin geçersizli¤i . . . . . . . . . . .78Miller Deneyi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .79Miller, Stanley . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .83"Mitokondriyel Havva" tezinin çeliflkileri .84Modern Sentetik Evrim Teorisi masal› . .86Modifikasyon . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .86Moleküler evrim ç›kmaz› . . . . . . . . . . . .87Moleküler homoloji tezinin saçmal›klar› .88Morfoloji . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .91Morfolojik homoloji masal› . . . . . . . . . .92Morris, John . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .92Mozaik canl›lar . . . . . . . . . . . . . . . . . . .92Mutajenik faktör . . . . . . . . . . . . . . . . . .92Mutant . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .93Mutasyon hayali bir mekanizma . . . . . .94

NNNatüralizm . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .97Neandertal: Bir insan ›rk› . . . . . . . . . . . .97Nebraska Adam›.sahtekarl›¤› . . . . . . . . .99Neo-Darwinizm komedisi . . . . . . . . . . 100

OOOH 62: Bir maymun türü . . . . . . . . . .103Omurgal›lar›n Kökeni . . . . . . . . . . . . .103Ontogenin filogeniyi taklit etti¤i uydurmas› .105Oparin, Alexander I . . . . . . . . . . . . . . .105Orak hücre anemisi . . . . . . . . . . . . . . .105Organize sistem . . . . . . . . . . . . . . . . .106Orgel, Leslie . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .106Ormandan aç›k alana geçifl masal› . . . .107

Ortak ata yalan› . . . . . . . . . . . . . . . . . .109Ortak yarat›l›fl . . . . . . . . . . . . . . . . . . .109Orthogenezis saçmal›¤› (yönlendirilen seçme) . . . . . . . . . . . . . 110Ota Benga . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .112Ototrof görüflün safsatalar› . . . . . . . . .113

ÖÖÖjeni. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .115 Ökaryot hücre . . . . . . . . . . . . . . . . . . .118Ön-adaptasyon hayali (Pre-adaptation) 118Öz-düzenleme yan›lg›s› (Self-ordering) 118Öz-örgütlenme saçmal›¤› (Self-organization) . . . . . . . . . . . . . . . .120

PPPaleontoloji . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .123Paleoantropoloji . . . . . . . . . . . . . . . . .125Pandan›n parma¤›.yan›lg›s› . . . . . . . . .126Pangenesis teorisi . . . . . . . . . . . . . . . .128Panspermia görüflünün mant›ks›zl›¤› . .128Paralel evrim ç›kmaz› . . . . . . . . . . . . . .129Pasteur, Louis . . . . . . . . . . . . . . . . . . .130Pekin Adam› sahtekarl›¤› . . . . . . . . . . .130Pentadactyl homolojisi . . . . . . . . . . . .132Peptid ba¤› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .132Piltdown Adam› sahtekarl›¤› . . . . . . . .134Pithecanthropus erectus . . . . . . . . . . .135Plasmid Transferi . . . . . . . . . . . . . . . . .135Platypus . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .136Pleiotropik Etki . . . . . . . . . . . . . . . . . .136Popülasyon . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .138Protein . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .138Prokaryot hücre . . . . . . . . . . . . . . . . . .141Protoavis . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .141

RRRamapithecus yan›lg›s› . . . . . . . . . . . .143Rekapitülasyon teorisi . . . . . . . . . . . . .144Rekombinasyon . . . . . . . . . . . . . . . . . .144Rekonstrüksiyon (Hayali çizimler) . . . . .144Ribozom . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .146RNA dünyas› senaryosu . . . . . . . . . . . .148

S-fiS-fiSa¤-elli amino asitler . . . . . . . . . . . . . .151 Sanayi Devrimi kelebekleri masal› . . . .151Sentetik evrim teorisi . . . . . . . . . . . . . .152Seymouria . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .152Shapiro,Robert . . . . . . . . . . . . . . . . . .153Schindewolf, Otto . . . . . . . . . . . . . . . .153S›çramal› evrim modeli hikayesi . . . . . .154

Sineklerin kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . .156Sistematik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .157Sitokrom-C . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .157So¤uk tuzak (coldtrap) . . . . . . . . . . . .158Sol-elli amino asitler . . . . . . . . . . . . . .159Sosyal Darwinizm . . . . . . . . . . . . . . . .160Spencer, Herbert . . . . . . . . . . . . . . . . .163Spontane jenerasyon . . . . . . . . . . . . . .164Sudan karaya geçifl açmaz› . . . . . . . . .164Sürüngenlerin kökeni . . . . . . . . . . . . .167

TTTabiat Ana kavram›n›n ak›ld›fl›l›¤› . . . . .171Taksonomi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .171Taung Çocu¤u fosili . . . . . . . . . . . . . .172Tek hücrelilikten çok hücrelili¤e geçifl yalan› . . . . . . . . . . . . . . .174Teori . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .175Termodinami¤in ‹kinci Kanunu . . . . . .177 Tesadüf putu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .182Tetrapodlar›n parmak yap›s› . . . . . . . .183Theropod dinozorlar . . . . . . . . . . . . . .183Transdüksiyon . . . . . . . . . . . . . . . . . . .185Transformasyon . . . . . . . . . . . . . . . . . .186Trilobit . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .186Turkana Çocu¤u fosili . . . . . . . . . . . . .188Türlerin Kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . .189Türleflme (speciation) . . . . . . . . . . . . .190Tüylü dinozorlar hilesi . . . . . . . . . . . . .190

UUUçan sürüngenler . . . . . . . . . . . . . . . .193Uçuflun kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . .195"Umulan canavar" uydurmas› . . . . . . .195Urey, Harold . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .196Urey-Miller Deneyi . . . . . . . . . . . . . . .196Uzaydan gelen hayat komedisi . . . . . .196

V-WV-WVaryasyon (Variation) . . . . . . . . . . . . .199Virüsün kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . .200Wallace, Alfred Russel . . . . . . . . . . . . .203Watson, James . . . . . . . . . . . . . . . . . . .203

Y-ZY-ZYarasalar›n kökeni . . . . . . . . . . . . . . . .205Yarat›l›fl gerçe¤ini savunma ak›m›(Creationism) . . . . . . . . . . . . . . . . . . .207Yaflam mücadelesi dehfleti(Life struggle) . . . . . . . . . . . . . . . . . . .208

Zinjanthropus . . . . . . . . . . . . . . . . . . .209Yaflayan fosiller . . . . . . . . . . . . . . . . . .210

KKaaddeemmeellii eevvrriimm kkoommeeddiissii

bkz. Sıçramalı evrim hikayesi

KKaall››tt››mm kkaannuunnllaarr››

Darwin'in evrim teorisini gelifltirdi¤idönemde canlıların özelliklerini sonrakinesillere nasıl aktardıkları, yani kalıtı-mın nasıl gerçekleflti¤i tam olarak bilin-miyordu. Bu nedenle kalıtımın kan yo-luyla sa¤landı¤ı gibi ilkel düflünceleryaygın kabul görüyordu. Kalıtım hak-kındaki bu belirsizlik, Darwin'in teorisi-ni gelifltirirken tümüyle yanlıfl birtakımvarsayımlara dayanmasına neden oldu.

Darwin, "evrim mekanizması" ola-rak temelde do¤al seleksiyonu gösteri-yordu. Ama do¤al seleksiyon vas›tas›ylaseçilecek olan "yararl› özellikler" nas›lortaya ç›kacak ve nesilden nesile nas›laktar›lacakt›?

‹flte Darwin bu noktada Lamarck ta-rafından ortaya atılmıfl olan "kazanılmıflözelliklerin sonradan aktarılması" tezinesarıldı. Evrim teorisini savunan bir arafl-tırmacı olan Gordon Taylor, The GreatEvolution Mystery adlı kitabında Dar-win'in Lamarckizm'den yo¤un biçimdeetkilendi¤ini flöyle anlatır:

Lamarckizm, kazanılmıfl olan özelliklerinkalıtsal olarak aktarılması olarak bili-nir... Darwin'in kendisi, açık konuflmakgerekirse, böyle bir kalıtımın gerçekleflti-¤ine inanmıfl ve hatta parmaklarını kay-bettikten sonra çocukları parmaksız ola-rak do¤an bir adamı kaynak olarak gös-terip bu olayı anlatmıfltır... Darwin, La-

marck'tan tek bir fikir bile almadı¤ını id-dia etmifltir. Bu son derece ironiktir, çün-kü Darwin sürekli olarak kazanılmıflözelliklerin aktarılması fikriyle oynamıfl-tır ve (bu nedenle) elefltirilmesi gereken,Lamarck'tan ziyade Darwin'dir. Kitabı-nın (Türlerin Kökeni) 1859 baskısında"dıfl flartların de¤ifliminin" varyasyonla-ra kaynaklık etti¤ini söylemekte, ama he-men ardından bu flartların varyasyonlarıyönetti¤ini ve bunu yaparken de do¤alseleksiyonla iflbirli¤i yaptı¤ını açıkla-maktadır. Her geçen yıl, (organların)kullanılması ya da kullanılmaması konu-suna daha fazla önem vermifltir...1868'de "Varieties of Animals and Plantsunder Domestication" isimli kitabını ya-yınladı¤ında, Lamarkist kalıtıma deliloluflturdu¤unu düflündü¤ü bir dizi örnekvermifltir... Bazı erkek çocuklarının or-ganlarının ön derilerinin, nesiller boyuyapılan sünnet nedeniyle kısaldı¤ı gibi.1

Ancak Lamarck'ın tezi, Avusturyalıbotanikçi Rahip Gregor Mendel'in kefl-fetti¤i kalıtım kanunları tarafından ya-lanlandı. Bu durumda "yararlı özellik-ler" kavramı da havada kalmıfl oluyordu.Genetik kanunları, kazanılmıfl özellikle-rin aktarılmadı¤ını ve kalıtımın de¤ifl-mez bazı yasalara göre gerçekleflti¤inigösteriyordu. Bu yasalar, türlerin de¤ifl-mezli¤i görüflünü destekliyordu.

Gregor Mendel, uzun deney ve göz-lemler sonucunda belirledi¤i kalıtım ka-nunlarını 1865 yılında açıklamıfltı. An-cak bu kanunların bilim dünyasının dik-katini çekmesi yüzyılın sonlarındamümkün oldu. 20. yüzyılın bafllarındabu kanunların do¤rulu¤u tüm bilim dün-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

KADEMEL‹ EVR‹M KOMED‹S‹11

yası tarafından kabul edildi. Bu durum,

"yararlı özellikler" kavramını Lamarck'a

dayanarak açıklamaya çalıflmıfl olan

Darwin'in teorisini ciddi bir açmaza sok-

mufl oluyordu.

‹flte bu nedenle Darwinizm'i savunan

bilim adamları, 20. yüzyılın ilk çeyre-

¤inde yeni bir evrim modeli gelifltirmeye

çalıfltılar. Böylece neo-Darwinizm do¤-

du. (bkz. Neo-Darwinizm komedisi)

KKaammbbrriiyyeenn ddeevvrrii

Kambriyen devri günümüzden 520

milyon y›l önce bafllad›¤› ve 10 milyon

y›l sürdü¤ü hesaplanan jeolojik dönem-

dir. Bu devirden önceki fosil kayıtların-

da, tek hücreli canlılar ve çok basit bir-

kaç çok hücreli olanlar dıflında hiçbir

canlının izine rastlanmaz. Kambriyendevri gibi son derece kısa bir dönemiçinde ise (10 milyon yıl, jeolojik anlam-da çok kısa bir zaman dilimidir) bütünhayvan filumları, tek bir eksik bile olma-dan bir anda ortaya çıkmıfllardır. Sonra-ki devirlerde de balıklar, böcekler, amfi-biyenler, sürüngenler, kufllar gibi temelcanlı sınıflamaları ve bunların alt grup-ları hep aniden ve hiçbir ataları olmadanbelirir.

Bu durum, evrim teorisinin temel id-diası olan "uzun zaman içinde tesadüfleryoluyla kademe kademe geliflim" kavra-mını yıkmıfl durumdadır. Dahası bu du-rum, yaratılıfl gerçe¤i için kuflkusuz çokbüyük bir delildir. Evrimci bir fosil bi-limci olan Mark Czarnecki, bu gerçe¤ibir itiraf niteli¤indeki flu açıklamasıylakabul etmektedir:

KKaammbbrriiyyeenn ddeevvrrii ccaannll››llaarr››nn›› ttaassvviirreeddeenn bbiirr iillllüüssttrraassyyoonn

KAMBR‹YEN DEVR‹12

Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündekibüyük bir engel, her zaman için fosil ka-yıtları olmufltur... Bu kayıtlar hiçbir za-man için Darwin'in varsaydı¤ı ara form-ların izlerini ortaya koymamıfltır. Türleraniden oluflurlar ve yine aniden yok olur-lar. Ve bu beklenmedik durum, türlerinyaratıldı¤ını savunan argümana desteksa¤lamıfltır.2

KKaammbbrriiyyeenn PPaattllaammaass››

((CCaammbbrr››aann eexxppllooss››oonn))

Kambriyen kayalıklarında bulunanfosiller; salyangozlar, trilobitler, sünger-ler, solucanlar, denizanaları, denizyıldız-ları, yüzücü kabuklular, deniz zambakla-rı gibi kompleks omurgasız türlerine ait-tir. (bkz. Trilobit) ‹lginç olan, birbirin-den çok farklı olan bu türlerin hepsininbir anda ve hiçbir ataları olmaksızın or-taya çıkmalarıdır. Bu yüzden jeolojik li-

teratürde bu mucizevi olay, "KambriyenPatlaması" olarak anılır.

Bu tabakadaki canlıların ço¤unda,günümüz örneklerinden hiçbir farkı ol-mayan göz, solungaç, kan dolaflımı gibikompleks sistemler, ileri fizyolojik yapı-lar bulunur. Bu kompleks omurgasızlar,kendilerinden önce yeryüzündeki yega-ne canlılar olan tek hücreli organizma-larla aralarında hiçbir ba¤lantı ya da ge-çifl formu bulunmadan birdenbire ve ek-siksiz bir biçimde ortaya çıkmıfllardır.

Evrim literatürünün popüler yayınla-rından Earth Sciences dergisinin editörüRichard Monastersky, evrimcileri flaflır-tan Kambriyen Patlaması hakkında flubilgileri vermektedir:

Bugün görmekte oldu¤umuz oldukçakompleks hayvan formları aniden ortayaçıkmıfllardır. Bu an, Kambriyen devrintam baflına rastlar ki denizlerin ve yeryü-zünün ilk kompleks yaratıklarla dolması

Harun Yahya (Adnan Oktar)

DDeenniizzyy››lldd››zz››,, ddeenniizzaannaass›› ggiibbii ppeekk ççookk kkoommpplleekkss oommuurrggaass››zz ccaannll››nn››nn,, ggüünnüümmüüzzddeenn yyaakkllaaflfl››kk550000 mmiillyyoonn yy››ll öönnccee KKaammbbrriiyyeenn ddeevviirrddee,, hhiiççbbiirr ssöözzddee eevvrriimmsseell aattaayyaa ssaahhiipp oollmmaaddaann,, bbiirrddeenn--bbiirree oorrttaayyaa çç››kkmm››flfl oollmmaallaarr››,, DDaarrwwiinniisstt tteeoorriiyyii eenn bbaaflflttaann ggeeççeerrssiizz kk››llmmaakkttaadd››rr..

KAMBR‹YEN PATLAMASI 13

bu evrimsel patlamayla bafllamıfltır. Gü-nümüzde dünyanın her yanına yayılmıflolan omurgasız takımları erkenKambriyen devirde zatenvardırlar ve yine bugünoldu¤u gibi birbirlerin-den çok farklıdırlar.3

Dünyanın nasıl olupda böyle birdenbire, bir-birlerinden çok farklıomurgasız türleriyle dolup tafltı-¤ı, hiçbir ortak ataya sahipolmayan ayrı türlerdekicanlıların nasıl ortaya çıktı-¤ı, evrimcilerin asla cevaplayamadıklarıbir sorudur. Evrimci düflüncenin dünyaçapındaki en önde gelen savunucuların-dan ‹ngiliz biyolog Richard Dawkins,savundu¤u tezleri temelinden geçersiz

kılan bu gerçek hakkında flunları söyle-mektedir:

... Kambriyen katmanları, bafllı-ca omurgasız gruplarını bul-

du¤umuz en eski katman-lardır. Bunlar, ilk olarakortaya çıktıkları halleriy-le, oldukça evrimleflmiflbir flekildeler. Sanki hiç-bir evrim tarihine sahip

olmadan, o halde, oradameydana gelmifl gibiler. Tabiiki bu ani ortaya çıkıfl yaratılı-fl› savunanlar› oldukça mem-nun etmektedir.4

Dawkins'in de kabul etti¤i gibi,Kambriyen Patlaması yaratılıflın açık birdelilidir. Çünkü canlıların hiçbir evrim-sel ataları olmadan aniden ortaya çıkma-larının tek açıklaması yaratılıfltır. Evrim-

KAMBR‹YEN PATLAMASI14

KKaammbbrriiyyeenn kkaayyaall››kkllaarr››nnddaabbuulluunnaann bbiirr ffoossiill

FFaarrkkll›› hhaayyvvaann ffiilluummllaarr››nnaa aaiitt ccaannll››llaarr››nn,, ssoonnddeerreeccee kkoommpplleekkss yyaapp››llaarr›› iillee,, KKaammbbrriiyyeennddeevviirrddee aanniiddeenn oorrttaayyaa çç››kkmmaallaarr››,, bbuu ccaannll››--llaarr››nn yyaarraatt››lldd››kkllaarr››nn››nn aaçç››kk bbiirr ddeelliilliiddiirr..

ci biyolog Douglas Futuyma da, "canlı-lar dünya üzerinde ya tamamen mükem-mel ve eksiksiz bir biçimde ortaya çık-mıfllardır ya da kendilerinden önce varolan bazı canlı türlerinden evrimleflerekmeydana gelmifllerdir. E¤er eksiksiz vemükemmel bir biçimde ortaya çıkmıfllar-sa, o halde üstün bir akıl tarafından ya-ratılmıfl olmaları gerekir" diyerek bu

gerçe¤i kabul eder.5

Nitekim Darwin de, "e¤er aynı sınıfaait çok sayıdaki tür gerçekten yaflamabir anda ve birlikte bafllamıflsa, bu do¤alseleksiyonla ortak atadan evrimleflmeteorisine öldürücü bir darbe olurdu" di-

ye yazmıfltır.6 Kambriyen devri ise, tam

olarak Darwin'in "öldürücü darbe" ola-

rak tarif etti¤i tabloyu ispatlamaktadır.

Bu yüzden ‹sveçli evrimci Stefan

Bengston, Kambriyen devrinden söz

ederken ara formların yoklu¤unu itiraf

etmekte ve "Darwin'i flaflırtan ve utandı-ran bu olay bizi de hala flaflırtmaktadır"demektedir.7

Görüldü¤ü gibi fosil kayıtları, canlı-

ların, evrim teorisinin iddia etti¤i gibi il-

kelden geliflmifle do¤ru bir süreç izledik-

lerini de¤il, bir anda ve en mükemmel

halde ortaya çıktıklarını göstermektedir.

Canlılar evrimle oluflmamıfl, hepsi ayrı

ayrı yaratılmıfltır.

KKaannaappoo›› ddiirrsseekk

kkeemmii¤¤ii ffoossiillii ssaahhtteekkaarrll››¤¤››

Evrimcilerin fosilleri tamamen kendi

önyargılarına göre yorumladıklarını gös-

teren en iyi örnek, Kenya'nın Kanapoi

KANAPOI D‹RSEK KEM‹⁄‹ FOS‹L‹ SAHTEKARLI⁄I 15

bölgesinde bulunan dirsek kemi¤i fosili-dir. Kenya Do¤u Rudolf Müzesi'ne KP271 adıyla tescil ettirilen fosil, üst kolkemi¤inin dirse¤e yakın olan bölümün-den oluflmaktadır. 1965 yılında HarvardÜniversitesi'nden Bryon Patterson tara-fından çıkarılan fosil, çok iyi korunmufl-tur. Evrimcilerin yaptıkları en son tarih-leme testleri 4.5 milyon yıl yaflında ol-du¤unu göstermektedir.8 Bu sebeple bufosil bugüne kadar bulunan en eski ho-minid fosili ünvanını taflımaktadır.

KP 271'i tanımlamak amacıyla 1967yılında biraraya gelen B. Patterson ve W.W. Howells isimli arafltırmacılar bu fo-sillerin insan anatomisine yakın olmaklaberaber, Australopithecus'a ait oldu¤unuileri sürdüler. Howells ve yardımcısıPatterson, arafltırmalarıyla ilgili raporu 7Nisan 1967 tarihli Science dergisindeaçıkladılar. Bu raporda flöyle diyorlardı:

Bu ölçümlerin sonunda, Kanapoi Homi-nid 1'in (fosile verilen orijinal isim) in-san örne¤ine çarpıcı bir flekilde yakın ol-du¤u görülüyor.9

Howells ve Patterson, günümüz insa-n› kemi¤ine olan benzerli¤ini kabul et-melerine ra¤men, yine de bu fosilin birAustralopithecus'a ait oldu¤unu savun-maya devam ettiler. Çünkü bu denli yafl-lı bir fosilin bir insana ait olabilmesi, on-lar için kabul edilemez bir durumdu.

Ancak daha sonraları di¤er bazı arafl-tırmacıların bilgisayar aracılı¤ıyla yap-tıkları incelemelerde, KP 271 fosiliningünümüz insan›n›n kemikleriyle aynı ol-du¤u bir kez daha ortaya çıktı. Califor-

nia Üniversitesi'nden Henry McHenry,1975 yılında yaptı¤ı bilgisayar destekliarafltırmalar sonucunda yayınladı¤ı ma-kalede flöyle diyordu:

Sonuçlar flunu gösteriyor ki 4-4.5 milyonyıl yaflındaki Kanapoi örne¤i, Homo sa-piens'ten ayırt edilemiyor...10

Bunu izleyen tarihlerde, baflka arafl-tırmacılar da (örne¤in David Pilbeam veBrigette Senuts) KP 271 fosilinin Homosapiens kemi¤i ile aynı oldu¤unu birçokdefalar deneyler ve karflılafltırmalı çalıfl-malar sonucu ispat ettiler. Ancak bütünbu arafltırmalara ve göz önündeki kanıt-lara ra¤men bu arafltırmaları yapan ev-rimciler bile, önyarg›lar› nedeniyle hiç-bir zaman bu fosilin Homo sapiens'e aitolabilece¤ini kabul edemediler.

KKaannaattllaarr››nn kköökkeennii

Kanatların kusursuz yapısının nasılolup da birbirini izleyen tesadüfi mutas-yonlar sonucunda meydana geldi¤i soru-su, evrimciler tarafından cevaplanama-maktadır. Bir sürüngenin ön ayaklarının,genlerinde meydana gelen bir bozulma(mutasyon) sonucunda nasıl kusursuzbir kanada dönüflece¤i asla açıklanama-maktadır.

Türk evrimci bilim adamlarındanEngin Korur, kanatların evrimleflmesi-nin imkansızlı¤ını flöyle itiraf eder:

Gözlerin ve kanatların ortak özelli¤i, an-cak bütünüyle geliflmifl bulundukları tak-dirde vazifelerini yerine getirebilmeleri-dir. Baflka bir deyiflle, eksik gözle görül-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

KANATLARIN KÖKEN‹ 16

mez, yarım kanatla uçulmaz. Bu organla-rın nasıl olufltu¤u do¤anın henüz iyi ay-dınlanmamıfl sırlarından birisi olarakkalmıfltır.11

(bkz. Kuflların kökeni)

KKaaooss KKuurraamm››nn››nn çç››kkmmaazz››

(bkz. Termodinami¤in ‹kinci Kanunu(Entropi Kanunu))

Termodinami¤in ‹kinci Kanunu'nunevrimi imkansız kıldı¤ının farkında olanbazı evrimci bilim adamları yakın geç-miflte Termodinami¤in ‹kinci Kanunu veEvrim teorisi arasındaki uçurumu kapa-tabilmek, evrime bir yol açabilmek ama-cıyla çeflitli spekülasyonlar üretme gay-retine girmifllerdir.

Termodinami¤i ve evrimi uzlafltırmaumuduyla ortaya atılan iddialarla en faz-la adı duyulmufl olan kifli Belçikalı bilimadamı Ilya Prigogine'dir. Prigogine, Ka-os Kuramı'ndan hareket ederek kaostan(karmafladan) düzen oluflabilece¤ine da-ir birtakım varsayımlar ortaya atmıfltır.Oysa bütün çabalarına ra¤men, Prigogi-ne termodinami¤i ve evrimi uzlafltırma-yı baflaramamıfltır. Bu durum afla¤ıdakiifadelerinde de açıkça görülmektedir:

Yüzyılı aflkın bir süredir aklımıza takılanbir soru var: Termodinami¤in tanımladı-¤ı ve sürekli artan bir düzensizli¤in hü-küm sürdü¤ü bir dünyada, canlı birvarlı¤ın evriminin nasıl bir anlamıolabilir?12

Moleküler düzeyde üret-ti¤i teorilerin canlı sis-

temler için, örne¤in bir canlı hücresi içingeçerli olmadı¤ını bilen Prigogine buproblemi flöyle ifade etmektedir:

Kaos teorisi ve... canlıların oldukça dü-zenli olan hücreleri ele alındı¤ında, bun-lardaki biyolojik düzenlilik, teorinin kar-flısına net bir problem olarak çıkmakta-dır.13

Kaos kuramı ve buna dayalı spekü-lasyonların vardı¤ı son nokta budur. Ev-rimi destekleyen, do¤rulayan, evrim ileEntropi Kanunu ve di¤er fizik yasalarıarasındaki çeliflkiyi ortadan kaldıran hiç-bir somut sonuç elde edilememifltir. Bi-lim, her alanda oldu¤u gibi termodina-mik açıdan da evrimin imkansız oldu¤u-nu ve canlılı¤ın varoluflunun yaratılıfl dı-flında bir açıklaması olamayaca¤ını göz-ler önüne sermifltir.

KKaapplluummbbaa¤¤aallaarr››nn kköökkeennii

Bir sürüngen sınıfı olan kaplumba-¤alar, fosil kayıtlarında kendilerine özgükabuklarıyla birlikte bir anda belirirler.Evrimci kaynakların ifadesiyle "kap-lumba¤alar di¤er omurgalılardan çokdaha fazla ve iyi korunmufl fosiller bı-

KAOS KURAMININ ÇIKMAZI17

rakmalarına ra¤men, bu canlılar ile ken-disinden evrimlefltikleri varsayılan di¤ersürüngenler arasında hiçbir geçifl formubulunmamaktadır".14

Omurgalılar paleontolojisi uzmanıRobert Carroll ise aynı konuda flu bilgi-leri verir:

En eski kaplumba¤alara Almanya'dakiTriasik devri fosil yataklarında rastlanır.Bugün yaflayan örneklerine çok benze-yen sert kabukları sayesinde kolaylıkladi¤er türlerden ayırt edilirler. Daha er-ken ya da daha ilkel kaplumba¤alara aithiçbir iz tanımlanamamıfltır. Oysaki kap-lumba¤alar çok kolaylıkla fosilleflirlerve fosillerinin çok küçük parçaları dahibulunsa kolaylıkla tanınırlar.15

Bu canlı sınıfı, yeryüzünde bir andaortaya çıkmıfltır ki, bu durum onlar›Allah'›n yaratm›fl oldu¤unun bilimselkan›tlar›ndan biridir.

KKaarraaddaann hhaavvaayyaa

ggeeççiiflfl kkaanndd››rrmmaaccaass››

Evrim iddialarının imkansız senar-yolarından biri de, sudan karaya çık-

mıfl canlıların "uçması" ile ilgilidir.Evrimciler, kuflların bir flekilde ev-rimleflmifl olmaları gerekti¤ine

inandıkları için, bu canlıların sürün-genlerden geldiklerini iddia ederler.

Evrimcilerin uçuflun kökenini açıklamakiçin ortaya attıkları teorilerden biri sü-

rüngenlerin sinek avlamaya çalıflırkenkanatlandıkları fleklindedir. Oysa,

kara canlılarından tamamen farklı biryapıya sahip olan kuflların hiçbir vücut

mekanizması kademeli evrim mo-deli ile açıklanamaz. Herfleyden

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

BBiilliinneenn eenn eesskkii ddeenniizz kkaapplluummbbaa¤¤aass›› kkaall››nntt››ss››::BBrreezziillyyaa''ddaa bbuulluunnaann 111100 mmiillyyoonn yy››llll››kk bbuu ffoo--ssiill,, bbuuggüünn yyaaflflaayyaann öörrnneekklleerriinnddeenn ffaarrkkss››zz..

4455 mmiillyyoonn yy››llll››kk ttaattll›› ssuukkaapplluummbbaa¤¤aass›› ffoossiillii..

KARADAN HAVAYA GEÇ‹fi KANDIRMACASI 18

önce, kuflu kufl yapan en önemli özellik,yani kanatlar, evrim için çok büyük birçıkmazdır. Kanatların kusursuz yapısınınnasıl olup da birbirini izleyen rastlantısalmutasyonlar sonucu meydana geldi¤i so-rusu evrimciler için cevapsızdır. Evrimteorisi bir sürüngenin ön ayak-larının, genlerinde meyda-na gelen bir bozulma(mutasyon) sonucundanasıl olup da kusursuzbir kanada dönüflebildi¤i-ni asla açıklayamamakta-dır. Meydana gelecekmutasyonlarla yeni bir or-gan oluflamayaca¤ı gibi önayaklarının da ifllevini yitir-mesi sonucu canlı do¤al se-çilimde deza-vantajlı haleg e l e c e k t i r .(bkz. Kanatlarınkökeni; Uçuflun kökeni)

Ayrıca, bir kara canlısınınkufllara dönüflebilmesi içinsadece kanatlarının olması dayeterli de¤ildir. Kara canlısı,kuflların uçmak için kullandık-ları di¤er birçok yapısal meka-nizmadan yoksundur. Örne¤in,

kuflların kemikleri kara canlılarına göreçok daha hafiftir. Akci¤erleri çok dahafarklı bir yapı ve iflleve sahiptir. De¤iflikbir kas ve iskelet yapısına sahiptirler veçok daha özelleflmifl bir kalp-dolaflım sis-temleri vardır. Bu mekanizmalar, yavafl

yavafl, "birbirine eklenerek"oluflamazlar. Kara canlıları-nın kufllara dönüfltü¤ü te-orisi bu nedenle tamamen

bir safsatadır. Tüm bunlar›n öte-

sinde sinekleri ko-valarken dinozorla-

r›n kanatland›¤›n› iddiaeden evrimciler, sine¤insahip oldu¤u kanatlar›nnas›l oluflmufl olaca¤› ko-nusunda da bir aç›klamagetiremezler. Oysa iddi-

alar›na göre çeflitlimutasyonlarla olufl-

mufl olmas› gerekenkanatlar, senaryolar›nda

var olan sineklerde enkompleks halleri ile zatenmevcuttur. Bu durum, ev-rimcilerin iddialar›n›n birersenaryodan olufltu¤unu aç›k-ça gösterir. Ayr›ca bu bilim dı-flı hikayeyi do¤rulayacak hiç-bir fosil kaydı yoktur. Kuflla-rın mükemmel hallerine aitbinlerce fosil mevcutken, "ya-rım kanatlı" kuflumsu hayali

canl›lara ait tek bir tane fo-sile bile rast-

lanmamıfltır.

KARADAN HAVAYA GEÇ‹fi KANDIRMACASI

EEvvrriimmcciilleerriinn,, vvaarr oollmmaass›› ggeerreekkttii--¤¤iinnii iiddddiiaa eettttiikklleerrii aarraa ggeeççiiflflffoorrmmllaarr››nnaa aaiitt tteekk bbiirr ffoossiill ddaa--hhii bbuuggüünnee kkaaddaarr bbuulluunnaammaa--mm››flfltt››rr.. BBuu nneeddeennllee eevvrriimmcciikkiittaappllaarr hhaayyaallii ççiizziimmlleerrlleeddoolluudduurr.. BBuu rreessiimmddee ddee kkaarraa--ddaann hhaavvaayyaa ggeeççiiflfliinn hhaayyaallii bbiirrccaannllaanndd››rrmmaass›› ggöörrüüllmmeekktteeddiirr..

ddiinnoozzoorrddaann kkuuflflaahhaayyaallii ggeeççiiflfl

kkaannaattll›› ddiinnoozzoorraahhaayyaallii ggeeççiiflfl

Harun Yahya (Adnan Oktar)

19

KKaarrbboonn--1144 tteessttii

Karbon-14 testi bir tür radyometrik

testtir. Ancak bunu, di¤erlerinden ayıran

önemli bir özellik vardır. Di¤er radyo-

metrik testler sadece volkanik kayaların

tarihinin belirlenmesinde kullanılabilir.

Oysa karbon-14 testi canlı varlıkların

yafllarının belirlenmesinde kullanılabil-

mektedir. Çünkü canlı varlıkların bünye-

lerinde bulunan tek radyoaktif madde

Karbon-14'tür.

Dünya her an uzaydan gelen kozmik

ıflınların bombardımanı altındadır. Bu

ıflınlar dünyanın atmosferinde bol mik-

tarda bulunan nitrojen-14'e çarparak bu-

nu radyoaktif bir element olan karbon-

14'e çevirirler. Yeni üretilen bir madde

olan radyoaktif karbon-14, atmosferde

oksijenle birleflir ve bir baflka radyoaktif

bileflik olan C-14 O2 yi oluflturur. Bilin-

di¤i gibi bitkiler, besin elde etmek için

CO2 (karbondioksit), H2O (su) ve günefl

ıflı¤ını kullanırlar. ‹flte bitkinin bünyesi-

ne aldı¤ı bu karbondioksit molekülleri-

nin bir kısmı, radyoaktif karbon olan

karbon-14'ten oluflmufl olan moleküller-

dir. Bitki, bu radyoaktif maddeyi bünye-

sinde toplar.

Bazı canlılar bitkilerle beslenirler.

Bazı canlılar da bitkilerle beslenen can-

lılarla beslenirler. Böylece beslenme

zincirinin etkisiyle, bitkilerin havadan

aldıkları radyoaktif karbon di¤er canlıla-

ra da aktarılır. Böylece yeryüzündeki her

canlı, atmosferdekiyle aynı oranda kar-

bon-14'ü bünyesine alır.

Bir bitki veya hayvan öldü¤ünde, ar-tık beslenemedi¤inden bir daha bünyesi-ne karbon-14 alamaz. Karbon-14 radyo-aktif bir madde oldu¤undan, yarılanmaömrü vardır ve zaman içinde kütlesi ek-silmeye bafllar. Böylece bir canlının bün-yesinde bulunan karbon-14 miktarı ölçü-lerek yaflının hesaplanabilece¤i düflünü-lür.

Karbon-14'ün yarılanma ömrü yakla-flık 5570 yıldır. Yani her 5570 yılda bir,ölmüfl olan canlının bünyesindeki kar-bon-14 miktarı yarıya iner. Örne¤in e¤ercanlının vücudunda 5570 sene önce 10gram karbon-14 varsa, bu miktar bugün5 grama inmifl olacaktır. Bu test, karbon-14'ün kısa bir yarılanma ömrünün olma-sı sebebiyle, di¤er radyometrik testlergibi, çok yafllı oldu¤u düflünülen örnek-lerin yafllarının belirlenmesinde kullanıl-maz. Karbon-14 testinin, yaflı 10 bin ila60 bin yıl olan örneklerin belirlenmesin-de do¤ru sonuçlar verdi¤i kabul edilir.

Karbon-14 testi günümüzde en fazlakullanılan tarihlendirme testleri arasın-dadır. Evrimciler, fosil kayıtlarını ince-lerken yafl tesbiti için bu metodu kulla-nırlar. Ne var ki, tıpkı di¤er radyometriktestler gibi karbon-14 testinin de güveni-lirli¤i hakkında ciddi kuflkular bulun-maktadır. Bunlardan en önemlisi, tarihibelirlenecek olan örne¤in dıflarıyla gazalıflveriflinde bulunma olasılı¤ının yük-sek olmasıdır. Bu gaz alıflverifli, en çokkarbonat veya bikarbonatlı sular aracılı-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

KARBON-14 TEST‹20

¤ıyla olur. Karbon-14 içeren bu çeflit do-

¤al sular, e¤er örnekle temas ederlerse,

içlerindeki karbon-14 örne¤e geçecektir.

Bu durumda örne¤in yaflı oldu¤undan

daha genç çıkacaktır.

Bunun tam tersi bir durum da mey-

dana gelebilir. Belli flartlar altında, tarih-

lemesi yapılacak örne¤in içerdi¤i kar-

bon-14, karbonat ve bikarbonat fleklinde

dıfl ortama verilebilir. Bu durumda ise

örne¤in yaflı oldu¤undan daha fazla çı-

kacaktır.

Nitekim karbon-14 testinin pek gü-

venilir olmadı¤ı birçok somut bulguyla

anlaflılmıfl bulunmaktadır. Yaflları kesin

olarak bilinen örnekler üzerinde yapılan

karbon-14 testlerinin birçok kez hatalı

sonuçlar verdikleri bilinmektedir. Örne-

¤in, yeni ölmüfl bir fok balı¤ının derisi

1.300 yıl yaflında çıkmıfltır.16 Henüz can-

lı bir istiridyenin yaflı 2.300 yıl olarak

görünmektedir.17 Bir geyik boynuzu aynı

anda 5.340, 9.310 ve 10.320 yafllarında

çıkmaktadır.18

Yine bir a¤aç kabu¤u hem 1.168 hem

de 2.200 yıl yaflında görünmektedir.19

500 yıldır içinde insanların yafladı¤ı Ku-

zey Irak'taki Jarmo Kenti, karbon-14

testi sonucu 6.000 yıl yaflında çıkmıfltır.20

Tüm bu nedenlerle, karbon-14 testi

de di¤er radyometrik testler gibi güveni-

lir sayılamaz.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

GGüünneeflfl ››flfl››¤¤››

66CCOO22KKaarrbboonnddiiookkssiitt

CC66HH1122OO66GGlliikkoozz

66HH22OOSSuu

66OO22OOkkssiijjeenn

KKlloorrooffiill

BBiittkkiilleerr,, bbeessiinn eellddee eettmmeekk iiççiinn CCOO22 ((kkaarrbboonnddiiookkssiitt)),, HH22OO ((ssuu)) vvee ggüünneeflfl ››flfl››¤¤››nn›› kkuullllaann››rrllaarr.. ‹‹flfl--ttee bbiittkkiinniinn bbüünnyyeessiinnee aalldd››¤¤›› bbuu kkaarrbboonnddiiookkssiitt mmoolleekküülllleerriinniinn bbiirr kk››ssmm››,, rraaddyyooaakkttiiff kkaarrbboonn oollaannkkaarrbboonn--1144''tteenn oolluuflflmmuuflfl oollaann mmoolleekküülllleerrddiirr.. BBiittkkii,, bbuu rraaddyyooaakkttiiff mmaaddddeeyyii bbüünnyyeessiinnddee ttooppllaarrvvee bbeesslleennmmee zziinncciirriinniinn eettkkiissiiyyllee,, bbiittkkiilleerriinn hhaavvaaddaann aalldd››kkllaarr›› rraaddyyooaakkttiiff kkaarrbboonn ddii¤¤eerr ccaannll››llaarraaddaa aakkttaarr››ll››rr..

KARBON-14 TEST‹ 21

KKaarrbboonn tteemmeellllii yyaaflflaamm

Tüm canlıların ortak bir atadan tesa-

düflerle türediklerini savunan evrim te-

orisi, adaptasyon kavramını yo¤un bi-

çimde kullanır. Evrimciler, canlıların

içinde yafladıkları ortamlara uyum sa¤la-

yarak yepyeni canlı türlerine dönüfltük-

leri iddiasındadırlar. Aslında adaptas-

yonla evrim kavramı, Lamarck dönemi-

nin ilkel bilim anlayıflının bir kalıntısıdır

ve çoktan bilimsel bulgular tarafından

reddedilmifltir. (bkz. Adaptasyon)

Ancak bilimsel bir temeli olmaması-

na ra¤men, adaptasyon fikri ço¤u kifliyi

etkiler. Özellikle de Dünya'nın yaflam

için özel bir gezegen oldu¤u anlatıldı-

¤ında, hemen "bu tür bir gezegenin flart-

larında böyle bir yaflam çıkmıfl, baflka

gezegenlerde ise baflka türlü yaflamlar

geliflebilir" gibi bir düflünceye kapılırlar.

Örne¤in Dünya üzerinde bizim gibi in-

sanlar yaflarken, Pluton gibi bir gezege-

nin üzerinde de, -238°C derecede terle-

yen, oksijen yerine helyum soluyan ya

da su yerine sülfürik asit içen canlıların

yaflayabilece¤ini düflünürler. Fakat bu

tür bir hayal gücünün temelinde cehalet

yatmaktadır. Nitekim biyoloji ve biyo-

kimya hakkında bilgisi olan evrimciler

bu gibi fantezileri savunmazlar. Çünkü

hayatın sadece belirli elementlerle ve

belirli flartlar sa¤landı¤ı takdirde var ola-

bilece¤ini gayet iyi bilirler.

Söz konusu adaptasyon yanılgısı da

bu tür bir cehaletin ürünüdür. Çünkü ha-

yat sadece belirli elementlerle ve belirli

flartlar sa¤landı¤ı takdirde var olabilir.

Bilimsel gerçekli¤i olan yegane hayat

modeli "karbon temelli bir hayat"tır ve

bilim adamları evrenin hiçbir noktasında

baflka tür bir fiziksel hayatın olamayaca-

¤ı sonucuna varmıfllardır.

Karbon, periyodik tablodaki altıncı

elementtir. Bu atom, dünya üzerindeki

yaflamın temelidir, çünkü bütün temel

organik moleküller (amino asitler, prote-

inler, nükleik asitler gibi) karbon atomu-

nun di¤er bazı atomlarla çeflitli flekiller-

de birleflmesiyle oluflur. Karbon; hidro-

jen, oksijen ve azot gibi di¤er atomlarla

birleflerek vücudumuzdaki farklı türler-

deki proteinleri meydana getirir. Karbo-

nun yerini tutabilecek baflka bir element

yoktur; çünkü baflka hiçbir element, kar-

bon gibi sınırsız türde ba¤ yapma özelli-

¤ine sahip de¤ildir.

Dolayısıyla evrendeki herhangi bir

gezegende hayat var olacaksa, bu mutla-

ka "karbon temelli" bir hayat olmak du-

rumundadır.21

Ayr›ca karbon temelli yaflamın de-

¤iflmez bazı kuralları vardır. Örne¤in

karbon temelli organik bileflikler (prote-

inler) sadece belirli bir ısı aralı¤ında var

olabilirler. 120°C'den yüksek ısılarda

parçalanmaya, -20°C'den düflük ısılarda

donmaya bafllarlar. Sadece ısı de¤il, ıflık,

yerçekimi, atmosfer bileflimi, manyetik

güç gibi etkenlerin de karbon bazlı bir

yaflama izin verebilmeleri için çok dar

ve belirli bazı sınırlar içinde olmaları ge-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

KARBON TEMELL‹ YAfiAM22

rekmektedir. Dünya, iflte tam bu dar vebelirli çerçevedeki sınırlara sahiptir. E¤erbu sınırların herhangi biri bozulsa, örne-¤in Dünya'nın yüzey ısısı 120°C'yi aflsa,artık Dünya üzerinde yaflam olamaz.

Hayat, ancak çok özel ve belirli flartla-r›n yerine getirildi¤i bir ortamda var ola-bilir. Bir baflka deyiflle, canl›lar ancakkendileri için özel olarak yarat›lm›fl birmekanda yaflayabilir. Dünya da, Rabbi-miz'in özel olarak yaratt›¤› bir mekand›rve bütün detaylar Allah'›n üzerimizdekirahmetini göstermektedir.

KKaarrbboonniiffeerr DDöönneemmii

BBiittkkii FFoossiilllleerrii

((336600--228866 mmiillyyoonn yy››llll››kk))

Karbonifer döneminin en önemli özel-li¤i, bu döneme ait çok fazla çeflitte bitkifosili bulunmasıdır. Bu döneme ait bulu-nan fosillerin bugün yaflayan bitki türle-

rinden hiçbir farkı yoktur. Fosil kayıtla-rında aniden beliren bu çeflitlilik evrimci-leri tekrar çıkmaza sokmufltur. Çünkü yer-yüzünde birdenbire, her biri çok mükem-mel sistemlere sahip bitki türleri oluflmufl-tur.

Evrimciler bu çıkmazdan kurtulmanınyolunu, bu olaya evrimi ça¤rıfltıran birisim takmakta bulmufllar ve bunu "Evrim-sel Patlama" olarak nitelendirmifllerdir.Tabii bu durumu "Evrimsel Patlama" ola-rak isimlendirmek, evrimcilerin bu konu-da yapabilecekleri bir aç›klamalar›n›n ol-mad›¤›n› gösterir.

Bitkiler milyonlarca yıl önce de aynıbugünkü gibi fotosentez yapmaktaydılar.Betonları çatlatacak kadar güçlü hidroliksistemlere, topraktan emilen suyu metre-lerce yukarıya çıkaracak pompalara, can-lıların besinini üreten kimyasal fabrikala-ra sahiplerdi. Bu durum flu gerçe¤i göste-

KARBON‹FER DÖNEM‹ B‹TK‹ FOS‹LLER‹ 23

KKaarrbboonniiffeerr ddeevvrriinnee aaiitt 330000 mmiillyyoonn yy››llll››kk aatt tt››rrnnaa¤¤›› bbiittkkiissii,, ggüünnüümmüüzzddee yyaaflflaayyaann bbeennzzeerrlleerriinnddeenn ffaarrkkss››zz bbiirr yyaapp››ddaadd››rr..

rir: Bitkiler yüz milyonlarca yıl önce ya-ratılmıfllardır. Onları yaratan AlemlerinRabbi olan Allah, bugün de onları yarat-maya devam etmektedir. Günümüz tek-nolojisinin sa¤lamıfl oldu¤u en geliflmiflimkanları kullanarak, bitkilerdeki yara-tılıfl mucizelerini anlamaya çalıflan insa-no¤lunun tek bir tür bitkiyi hatta onuntek bir yapra¤›n› bile yoktan var etmesimümkün de¤ildir.

KKaarrmmaa yyüürrüüyyüüflfl

bkz. ‹ki ayaklılık

KKaayy››rr››llmm››flfl ››rrkkllaarr iillkkeellllii¤¤ii

bkz. Darwinizm ve Irkçılık

KKeennyyaanntthhrrooppuuss ppllaattyyooppss

Kenya'da Meave Leakey ve ekibi ta-rafından bulunan bir kafatası fosili, düzbir yüze sahip olması nedeniyle "DüzYüzlü Adam" (Flat Faced Man) olarakanıldı. Bu fosile verilen "bilimsel isim"ise Kenyanthropus platyops'tu. 3.5 mil-yon yıllık bu fosilin evrimcilerin hayalievrim flemasını altüst etmesinin nedeni,kendisinden sonra yaflamıfl olan bazımaymun türlerinin (Lucy gibi), evrimcikıstaslara göre Kenyanthropus plat-yops'tan daha "geri" olmasıydı.22 (bkz.Lucy kand›rmacas›)

Aslında bugüne kadar bulunan fosil-lerin tamamına bakıldı¤ında, maymunlaortak bir atadan evrimleflen, yavafl yavafl

insana do¤ru yükselen bir "evrim flema-

sı" olmadı¤ı açıkça görülmektedir.

George Washington Üniversitesi

Antropoloji bölümünden Daniel E. Li-

eberman ise, Nature dergisinde yazdı¤ı

makalesinde Kenyanthropus platyopshakkında flu yorumu yapmıfltır:

‹nsanın evrim tarihi çok karmaflık ve çö-

zümlenmemifltir. fiimdi 3.5 milyon yıllık

baflka bir türün bulunması ile durum da-

ha da karıflacak gibi görünüyor... Ken-

yanthropus platyops'un yapısı genel ola-

rak insanın evrimi ve türlerin davranıflı

konuları hakkında birçok soruyu berabe-

rinde getiriyor. Örne¤in neden alıflılmı-

flın dıflında olarak küçük bir çene difline

ve öne do¤ru kavisli çene kemi¤i olan

büyük düz bir yüze aynı anda sahip? Bü-

yük yüzü ve benzer flekilde yerlefltirilmifl

çene kemi¤i olan tüm di¤er insanımsı

türlerin büyük bir difli var. K. plat-

yops'nun önümüzdeki birkaç yıl içindeki

en bafllıca rolünün, ortak kanaatleri boz-

mak ve insanımsılar arasındaki evrimsel

iliflkinin arafltırmalarında karflılaflılan

kargaflayı vurgulamak olaca¤›n› düflünü-

yorum.23

Ünlü TV kanalı BBC ise haberi "Düz

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

KARMA YÜRÜYÜfi24

KKeennyyaa''ddaa bbuulluunnaann 33..55 mmiillyyoonn yy››llll››kk kkaaffaattaass››ffoossiillii KKeennyyaanntthhrrooppuuss ppllaattyyooppss,, eevvrriimmcciilleerriinnhhaayyaallii eevvrriimm flfleemmaass››nn›› aallttüüsstt eettttii..

yüzlü adam bir bilmece", "Akıl karıfltı-

ran tablo", "Bilimsel Çeliflki" bafllıkları

ile vermifl ve haberde flöyle denilmifltir:

Meave Leakey, ekibi ve Kenya Milli Mü-

zesi'nin buluflu, zaten bulanık olan insa-

nın evrimi tablosunu daha da bulanıklafl-

tırıyor.24

Londra College Üniversitesi'nden

ünlü evrimci Dr. Fred Spoor ise yeni bu-

lunan fosil için "Birçok soruyu gündeme

getirdi" yorumunu yapmıfltır.25

Kısacası, evrim teorisi, yukarıdaki

açıklama ve itiraflarda da görüldü¤ü gi-

bi büyük bir çıkmaz içindedir. Özellikle

paleontoloji dalında her yeni bulgu, ev-

rim teorisine yeni bir çeliflki daha getir-

mektedir. ‹nsanın sözde evrimi için ha-

yali bir flema belirleyen evrimciler, soyu

tükenmifl farklı maymun türlerine ve in-

san ırklarına ait fosilleri art arda dizerek

flemalarına uygun hale getirmeye çalıfl-

maktadırlar. Ancak hiçbir fosil, flemala-

rına uymamaktadır. Çünkü insan may-

munla ortak bir atadan evrimleflmemifl-

tir. ‹nsanlar tarih boyunca hep insan ol-

mufllar, maymunlar da hep maymun ola-

rak kalmıfllardır. Bu nedenle evrim teori-

si, her yeni bilimsel buluflla bir çıkmaz

içine daha girecektir.

KKeessiinnttiiyyee uu¤¤rraatt››llmm››flfl ddeennggee

((ppuunnccttuuaatteedd eeqquu››ll››bbrr››uumm))

(bkz. Sıçramalı evrim hikayesi)

KKiimmyyaassaall ççoorrbbaa uuyydduurrmmaass››

Evrim teorisine göre canlılık, yakla-

flık 3.5-4 milyar yıl önce "kimyasal çor-

ba" denilen bir ortamda, okyanuslarda

ortaya çıktı. Evrim hikayesine göre ilk

önce proteinlerin, sonra da tek hücreli

canlıların oluflmasıyla bafllayan ve yak-

laflık 2 milyar yıl boyunca okyanuslarda

devam eden bu ilkel canlılık, omurga

sistemine sahip balıkların evrimleflme-

siyle en son noktaya ulafltı. Bu noktadan

sonra ise, hikayeye göre, o ana kadar su-

da yaflamakta olan balıkların bir kısmı

kara ortamına geçme ihtiyacı hissettiler

ve böylece karalarda da canlılık baflladı.

Hiçbir delile dayanmayan ve sadece

kurgudan ibaret olan bu hikaye, her afla-

mas›nda ayr› bir açmaz içindedir asl›n-

da. Herfleyden önce, ilk proteinin nas›l

olufltu¤u, hatta ondan önce, proteini

oluflturan amino asitlerin nas›l olufltukla-

r› ve düzenli bir biçimde birbirlerine na-

s›l eklenebildikleri sorusunun bilimsel

bir cevab›n›n olmamas›, evrim teorisini

daha ilk aflamas›nda çökertir. Çünkü

proteinlerin yap›lar› o denli komplekstir

ki, evrimcilerin bile kabul etti¤i üzere,

bunlar›n "tesadüfen" oluflmalar› ihtimali

pratikte s›f›rd›r.

Bu alandaki en önemli isimlerden bi-

ri olan San Diego Scripps Enstitüsü'nden

jeokimyacı Jeffrey Bada, fiubat 1998 ta-

rihli Earth dergisinde flöyle yazmaktadır:

Bugün, 20. yüzyılı geride bırakırken, ha-

la, 20. yüzyıla girdi¤imizde sahip oldu-

¤umuz en büyük çözülmemifl problemle

Harun Yahya (Adnan Oktar)

K‹MYASAL ÇORBA UYDURMASI 25

karflı karflıyayız: Hayat yeryüzünde nasılbaflladı?26

Almanya'daki Johannes GutenbergÜniversitesi Biyokimya Enstitüsü Bafl-kanı Prof. Dr. Klaus Dose ise, Interdis-ciplinary Science Reviews dergisindeflunları ifade etmifltir:

Kimyasal ve moleküler evrim alanların-da, yaflamın kökeni konusunda otuz yılıaflkın bir süredir yürütülen tüm deneyler,yaflamın kökeni sorununa cevap bulmak-tansa, sorunun ne kadar büyük oldu¤u-nun kavranmasına neden oldu. fiu andabu konudaki bütün teoriler ve deneylerya bir çıkmaz sokak içinde bitiyor ya dabilgisizlik itiraflarıyla sonuçlanıyor.27

Darwinizm'in ortaya attı¤ı ve aslında19. yüzyılın ilkel bilim düzeyinin bir so-nucu olan "organik maddeleri karıfltırın,kendi kendilerine hücre olufltururlar"fleklindeki iddia, bilim dıflı batıl bir ina-n›flt›r. Bilim, tüm canlıları Allah'›n ku-sursuzca yaratt›¤› gerçe¤ini tasdik et-mektedir.

KKiimmyyaassaall eevvrriimm

aallddaattmmaaccaass››

‹lkel varsayılan atmosfer ortamındacanlılı¤ı oluflturan amino asitlerin nasılsentezlendiklerine dair ortaya atılan id-diaların tümü, evrimciler tarafından"kimyasal evrim" olarak adlandırılır.(bkz. ‹lkel atmosfer) Evrimciler açısın-dan canlıların evrimi senaryolarındanevvel, kuflkusuz canlılı¤ın yapıtafllarıolan DNA nükleotidleri ve amino asitle-

rin oluflumu açıklanmalıdır. Evrimcile-rin hiçbir delile dayanmayan iddialar›nagöre deniz suyunda erimifl karbon, hid-rojen, oksijen, nitrojen ve fosfor içerenbasit bileflikler, ultraviyole ıflınlar veflimfleklerle sürekli bombardıman edile-rek, de¤iflik kombinasyonlar olufltur-mufllardır. Tesadüfen olufltu¤u iddia edi-len bu ufak moleküller daha sonra kim-yasal olarak ba¤lanıp düzenlenerek de-nizdeki bu kombinasyonları giderekzenginlefltirmifllerdir. Sonunda, denizinson derece bol ve bütün yeni molekülçeflitlerini içeren koyu bir çorbaya dö-nüfltü¤ünü öne sürerek, "Yeterince uzunsüre beklenirse en olanaksız reaksiyon-lar gerçekleflebilir" denmifltir.28

Ancak bu varsayımlar hiçbir zamanbilimsel bulgularla desteklenemedi. Ni-tekim bunu "aslında, anlattıklarımız hiç-bir zaman kanıtlanamayacak bir hipo-tez"29 diyerek kendileri de kabul etmek-tedirler. Kaldı ki günümüz koflullarında,her türlü bilinçli müdahaleye ra¤men is-patlanamayan bu iddiaların kendi kendi-lerine, tesadüf eseri gerçekleflti¤ini önesürmenin mantık ve akıl ölçüleriyle ba¤-daflan bir yönü de yoktur. (bkz. Kimya-sal çorba uydurmas›)

KKlloonnllaammaa ((CClloonn››nngg))

Genetik biliminin ilerlemesi ile can-l›lar›n ve dolay›s›yla insan›n da kopyala-nabilece¤i konusu gündeme gelmifltir.Böyle bir kopyalama ifllemi mümkündürancak özellikle evrimci bilim adamlar›

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

K‹MYASAL EVR‹M ALDATMACASI26

bu ifllemi "insan›n, insan veya canl› ya-ratmas›" olarak yorumlamakta ve böylekabul etmektedirler. Bu, son derece çar-pık ve gerçeklerden uzak bir mantıktır.Çünkü yaratmak, bir fleyi yoktan var et-mektir ve bu fiil sadece Allah'a mahsus-tur.

Genetik bilginin kopyalanmasıylabir canlının aynısından oluflturulması,bu canlının bafltan yaratılması manasınagelmez. Çünkü, insan veya baflka bircanlı kopyalanırken, bir canlının hücre-leri alınmakta ve kopyalanmaktadır. An-cak hiçbir zaman, yoktan bir tek canlı

KKlloonnllaammaa kkoonnuussuu yyaakk››nn bbiirrzzaammaann öönnccee bbiilliimm ççeevvrreellee--rriinnddee öönneemmllii bbiirr ggüünnddeemmmmaaddddeessii oolldduu.. KKlloonnllaammaa,,bbiilliinneenn kkaannuunnllaarr ççeerrççeevvee--ssiinnddee ggeerrççeekklleeflfleenn bbiiyyoolloo--jjiikk bbiirr ssüürreeçç oollmmaass››nnaa rraa¤¤--mmeenn eevvrriimmcciilleerr,, hheerr yyeenniibbiilliimmsseell ggeelliiflflmmee ggiibbii bbuunnuuddaa tteeoorriilleerriinnii ddeesstteekklleeyyee--bbiillmmee hheevveessiiyyllee ssaahhiipplleenn--mmeeyyee ççaall››flfltt››llaarr.. EEvvrriimmii,,iiddeeoolloojjiikk oollaarraakk ddeesstteekkllee--yyeenn bbaazz›› bbaass››nn--yyaayy››nn oorr--ggaannllaarr›› ddaa eevvrriimm yyaannll››ss››ssllooggaannllaarrllaa kkoonnuuyyuu mmaann--flfleettlleerree ttaaflfl››dd››llaarr.. KKoonnuu ççee--flfliittllii ppoolleemmiikklleerrllee eevvrriimmiinnkkaann››tt›› ggiibbii ssuunnuullmmaayyaa ççaall››--flfl››lldd››.. FFaakkaatt kkoonnuunnuunn eevv--rriimmccii ssaaffssaattaallaarrllaa uuzzaakkttaannyyaakk››nnddaann iillggiissiinniinn oollmmaadd››¤¤››aaçç››kktt››.. BBiilliimm ddüünnyyaass›› eevv--rriimmcciilleerriinn bbuu ggüüllüünnçç ççaabbaa--ss››nn›› cciiddddiiyyee bbiillee aallmmaadd››..

YYaannddaa:: KKlloonnllaammaa iiflfllleemmii--nniinn nnaass››ll ggeerrççeekklleeflflttii¤¤iinniiaaçç››kkllaayyaann yyaabbaanncc›› bbiirr bbii--lliimmsseell yyaayy››nn..

KLONLAMA

Harun Yahya (Adnan Oktar)

27

Hamile Beyaz Koyun

Siyah KafalıKoyun

Süper Yumurtlama

Cerrahi: Yumurta Kanallarına Serum Verilmesi

Kutupsal Yuvar veya Kutupsal Kürecik (n Kromozom)

Yumurta Hücresi Kromozomları(n Kromozom) Plazma

zarı

Yumurta Hücrelerinin Meiose'un

2. Değişim Aşamasında Derlenmesi

Bir Meme

Bezinin Biyopsisi

Büyümekte Olan MemeBezi Hücreleri

Mitozun Hazırlanışı

Mitoz,HücreselBölünme

HücreselBüyüme

QuiescenteHücreler

5 Gün Boyunca Fakir Bir Ortamda BüyümeDaha Sonra Hücresel Döngünün Durması

Dinlenme Halindeki Meme Bezi Hücreleri

Elektrik Akımı

Dolly

6 GünlükEmbriyon

Amerikalı bir biyolojistin incelettiği gibi "artık insanlardan vazgeçebiliriz".

Bu klonlama tekni¤i, e¤er geçerlili¤i teyit edilirse, asl›nda bir erkekten geçmeden bir difliyi olufltur-may› sa¤lar. Bizim türümüzden daha karmafl›k olan baz› türlerde oldu¤u gibi. Belirtmek gerekir ki budurumda sadece difliler üretilebilir. Fakat ‹skoçyal› araflt›rmac›lar yetiflkin bir erke¤in hücresindenerkekler üretebilme olana¤› konusunda hiç flüphe duymuyorlar.

"Embriyon" 1. Etap Hücre

2n

Birleşme

Siyah Kafalı Koyunun

Bağlı Oviducte'üne

Yerleştirme

Siyah Kafalı Bir

Koyunun Döl

Yatağına Tekrar

Yerleştirme

Hamilelik: 5 ay

2n Kromozom

Pellucide Zar

Yumurta

Hücrelerisinin

Nükleer

Enerji

Alması

‹ki Hücrenin‹rtibataGeçmesi

YumurtaHücresininElektrikselFaaliyeti

hücresi bile oluflturulamamıfltır. Bu ger-çek, yaratma vasf›n›n yaln›zca Allah'amahsus oldu¤unu gösteren önemli birgerçektir. (bkz. Miller deneyi; Fox dene-yi) (Ayrıca bkz. DNA)

KKNNMM--EERR 11447700 ssaahhtteekkaarrll››¤¤››

1972'de Do¤u Rudolf'ta paleoantro-poloji tarihinde tartıflmalara yol açacakbir fosil bulundu. Bu, sadece alt çenesieksik olan tam bir kafatasıydı. Kafatasıyaklaflık 300 parçadan oluflmaktaydı. Buparçalar Richard Leakey ve efli MeaveLeakey tarafından biraraya getirildi. Da-ha sonra da Kenya Ulusal Müzesi'neKNM-ER 1470 (Kenya National Muse-um-East Rudolph 1470) ismiyle tescilettirildi ve Homo habilis'e dahil edildi.(bkz. Homo habilis)

Homo habilis türü, Australopithecusismi verilen maymunlarla birçok ortak

özellik taflır. Aynı Australopithecus gibiuzun kollu, kısa bacaklı ve maymunsubir iskelet yapısına sahiptir. El ve ayakparmakları tırmanmaya uyumludur. Buözellikleri, Homo habilis'in zamanınınço¤unu a¤açlarda geçiren bir canlı oldu-¤unu gösterir.

Homo habilis olarak nitelendirilenfosillerin bir ço¤unun kafatası hacmi650 cc'yi geçmez. Bu beyin hacmi ise,günümüz gorillerininkine oldukça ya-kındır. Öte yandan, günümüz maymun-larınınkine çok benzeyen çene yapısı da,bunun kesinlikle bir maymun oldu¤unuispatlamaktadır.

Genel kafatası özellikleriyle dahaçok Australopithecus africanus'a benzer.Aynı Australopithecus africanus gibiHomo habilis'in de kafl çıkıntıları yokturve bu özelli¤i, geçmiflte onun yanlıfl yo-rumlanmasına ve insana benzeyen bircanlı olarak gösterilmesine yol açmıfltır.

Oysa KNM-ER 1470'in genifl veuzun yapılı alnının, az belirgin olan kaflçıkıntılarının, gorillerdeki "saggitalcrest" ismi verilen kafatasının üstündekiçıkıntıdan yoksun oluflunun ve 750cc.'lik beyin hacminin, bunun insanabenzedi¤ini gösterdi¤i düflüncesi yanlıfl-tır. J. E. Cronin, bu kafatasının neden in-sana benzer olamayaca¤ını flöyle açık-lar:

Bunun kaba olarak biçimlendirilmifl yü-zü, düz naso-alveolar clivus (bu Austra-lopithecus özelli¤idir), düflük kafatasıgeniflli¤i, kesici diflleri ve büyük azı difl-leri gibi ilkel özellikler, KNM-ER 1470'in

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

KNM-ER 1470 SAHTEKARLI⁄I28

KKooppyyaallaammaa,, zzaatteenn vvaarr oollaann bbiirr ggeenneettiikk bbiillggii--nniinn eekklleennmmeessiinnddeenn iibbaarreettttiirr.. BBuu iiflfllleemmddee nneeyyeennii bbiirr mmeekkaanniizzmmaa nnee ddee yyeennii bbiirr ggeenneettiikkbbiillggii üürreettiillmmiiflflttiirr..

Australopithecus ile paylafltı¤ı ilkel özel-liklerdir.

... KNM-ER 1470, di¤er erken homo ör-nekleri gibi, öteki ince yapılı Australopit-hecuslar'la birçok yapısal ortak özelliktaflır. Bu özellikler, sonraki geç homo ör-neklerinde (yani Homo erectuslar'da)bulunmaz.30

Michigan Üniversitesi'nden C. Lo-ring Brace ise aynı konuda flunları söy-ler:

Çenenin büyüklü¤ü ve azı difllerinin kap-ladı¤ı yerin büyüklü¤ü, ER 1470'in tamanlamıyla bir Australopithecus yüz vedifllerine sahip oldu¤unu göstermekte-dir.31

Bir di¤er ünlü paleontolog BernardWood ise flu yorumu yapar:

Bu kafatasının, Homo erectus veya Ho-mo sapiens'e benzedi¤ine dair hiçbirphenetic (genetik dizilim) veya cladistic(sınıflandırma) delil yoktur. Pheneticaçıdan, KNM-ER 1470, Olduvai'den çı-karılan di¤er Homo habilis fosilleriyleuyuflmaktadır.32

KNM-ER 1470 fosilinin bir süre içininsan fosili olarak yorumlanmasının ne-deni ise, fosili bulan Richard Leakey'ninyaptı¤ı taraflı ve yönlendirici yorumdur.Leakey, fosilin maymunsu özellikleresahip oldu¤u, ancak kafatasının may-mun olamayacak kadar büyük oldu¤u iz-lenimini vermeye çalıflmıfltır. Amaç,canlıyı bir ara geçifl formu olarak tanım-layabilmektir. ‹nsan yüzü anatomisi üze-rinde çalıflmalar yapan Prof. Tim Bro-mage, 1992 yılında bilgisayar simülas-

yonları yardımıyla ortaya çıkardı¤ı bu

gerçe¤i flöyle özetler:

KNM-ER 1470'in rekonstrüksiyonu yapı-

lırken, yüz, aynı günümüz insanlarında

oldu¤u gibi, kafatasına neredeyse tam

paralel bir biçimde infla edilmiflti. Oysa

yaptı¤ımız incelemeler, yüzün kafatasına

daha e¤imli bir biçimde infla edilmifl ol-

masını gerektirmektedir. Bu ise aynı

Australopithecus'da gördü¤ümüz may-

munsu yüz özelli¤ini meydana getirir.33

KNM-ER 1470'in 750 cc'lik kafası,

zaten onu hiçbir flekilde maymun türü-

nün dıflına çıkarmaz ve hominid yap-

maz; çünkü bu kafatası hacmine sahip

maymunlar vardır. Evrimciler maymun

kafataslarından söz ederken, genellikle

daha az beyin hacmine sahip olan flem-

panzelere baflvururlar ama gorillerden

fazla söz etmezler. fiempanzelerin beyin

hacimleri ortalama 400 cc'dir. Gorillerin

ortalama beyin hacmi ise 500 cc'dir, an-

cak büyük bireyler 700 cc hatta 750 cc'-

lik bir beyin hacmine bile sahip olabil-

mektedirler.

Dolayısıyla, KNM-ER 1470'in büyük

olan beyin hacmi, bunun bir hominid de-

¤il, iri yapılı bir maymun oldu¤unu gös-

termektedir. Nitekim bir erkek oldu¤u

tahmin edilen KNM-ER 1470'in diflleri-

nin büyük ve kafatası hacminin genifl ol-

ması, bu faktörlere ba¤lı olarak vücudu-

nun da iri oldu¤una iflaret eder.

Tüm bunlardan, KNM-ER 1470'in

yapısal olarak Australopithecus benzeri

bir maymun oldu¤u anlaflılmaktadır. Yü-

zün öne do¤ru uzamıfl yapısı, anormal

Harun Yahya (Adnan Oktar)

KNM-ER 1470 SAHTEKARLI⁄I29

büyüklükteki azı diflleri, bir insana aitolmayacak kadar küçük olan beyin hac-mi gibi birçok özellik bunu açıkça göste-rir. Ayrıca KNM-ER 1470'in diflleri,Australopithecus'un diflleriyle aynıdır.34

Bu durum Homo habilis sınıfındakifosillerle Australopithecus sınıfındakifosiller arasında hiçbir önemli fark ol-madı¤ının göstergesidir. Bunların hepsi,iki ayak üzerinde yürüyemeyen, insanagöre çok küçük kafatası hacimlerine sa-hip olan farklı maymun türlerinden iba-rettir. Evrimcilerin yaptıkları tek fley,bunların bazı özelliklerini kullanarak,

"maymundan insana do¤ru evrim"efsanesine bir ilk halka, bir çıkıfl

noktası oluflturabilmektir.

KKNNMM--EERR 11447722 yyaallaann››

KNM-ER 1472 bir uyluk kemi¤ifosiline verilen add›r. Bu uyluk ke-

mi¤i günümüz insanınkinden fark-sızdır. Bu kemi¤in Homo habilis fo-silleriyle aynı tabakada, ancak bir-kaç kilometre ötede bulunmufl olma-sı, Homo habilis'in iki ayaklı bircanlı oldu¤u gibi yanlıfl bir yorumayol açmıfltır. 1987 yılında bulunanOH 62 fosili, Homo habilis'in hiç desanıldı¤ı gibi iki ayaklı bir canlı ol-madı¤ını göstermifltir. Böylece sahip-siz kalan KNM-ER 1472, Homo erec-tuslar sınıfına dahil edilmifltir. (bkz.Homo erectus)

KKNNMM--WWTT 1155000000

((eenn eesskkii iinnssaann ffoossiillii))

KNM-WT 15000 ya da bir baflkaadıyla Turkana Çocu¤u iskeleti, bugünekadar bulunmufl belki de en eski ve eneksiksiz insan kalıntısıdır. (bkz. TurkanaÇocu¤u) 1.6 milyon yıl yaflında oldu¤usöylenen fosil üzerinde yapılan arafltır-malar, bunun 12 yaflında bir bireye aitoldu¤unu ve bu kiflinin boyunun yetifl-kinli¤e ulaflınca 1.80 cm civarında ola-ca¤ını göstermifltir. Neanderthal ırkı in-sanına büyük benzerlik gösteren bu fo-sil, insanın evrimi hikayesini yalanlayanen çarpıcı delillerden birisidir. (bkz. Ne-andertal Adamı:Bir insan ›rk›)

Evrimci Donald Johanson bu fosiliflöyle tarif eder:

Uzun ve zayıftı. Vücut flekli ve uzuvları-nın oranları bugünkü Ekvator Afrikalıla-rınınkiyle aynıydı. Uzuvlarının ölçüleri,bugün yetiflkin beyaz Kuzey Amerikalıla-rınkilerle tamamen uyufluyordu.

KKooaasseerrvvaatt

Evrimin önde gelen savunucular›n-dan Alexander I. Oparin, koaservat›, "s›-v› ile çevrili bir ortamda protein ya daproteine benzeyen moleküllerin birarayagelerek oluflturduklar› kümeler"35 olaraktan›mlar. Evrimciler bir dönem koaser-vatlar›n hücrenin atas› olduklar›n›, pro-teinlerin de koaservatlar›n evrimleflme-leri sonucunda ortaya ç›kt›klar›n› iddiaettiler. Ancak hiçbir tutarl›l›¤› ve bilim-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

KNM-ER 1472 YALANI30

sel dayana¤› olmayan bu iddia bir müd-det sonra evrimci bilim adamlar› taraf›n-dan dahi terk edildi.

En basit yap›da görünen bir canl› da-hi kendi varl›¤›n› sürdürebilmek için,enerji üreten ve dönüfltüren mekanizma-lara, ayr›ca neslini sürdürebilmek için dekompleks kal›t›m mekanizmalar›na sa-hiptir. Koaservatlar ise, tüm bu sistemler-den ve mekanizmalardan yoksun basitmolekül topluluklar›d›r. En küçük do¤aletkenlerle parçalan›p da¤›lmaya uygunyap›lar› vard›r. Bunlar›n zaman içindekendi kendilerine bu tür kompleks sis-temler gelifltirerek canland›klar›n› iddiaetmek son derece bilim d›fl› bir iddiad›r.

Koaservatlar›n canl›l›¤›n temeli ola-mayaca¤› evrimci bir kaynakta flöyle yeralmaktad›r:

Koaservat gibi metabolizmal› damlac›k-lar elbette canl› say›lamaz. Çünkü kal›t›mve mutasyon gibi iki temel karakteristik-ten yoksundurlar. Üstelik ilkel hücre, yaniProtobiyont öncesi bir oluflum basama¤›da say›lamaz. Çünkü bu damlac›klardakullan›lan maddeler bugünün organizma-lar›ndan olufluyor.36

Ne var ki, evrimi ideolojik bir sloganhaline getiren çevreler, herhangi bir bi-limsel kayg› tafl›madan evrimin pek çokterkedilmifl tezi gibi koaservatlar› da ya-y›nlar›nda evrimin önemli bir delili gibisunmaya devam ederler. Amaç her za-manki gibi konu hakk›nda detayl› bilgive araflt›rma imkan›na sahip olmayan ke-simleri yan›ltarak evrim teorisini zenginbilimsel delillere sahip bir teori gibi lan-se edebilmektir.

KOASERVAT 31

TTuurrkkaannaa ÇÇooccuu¤¤uu iisskkeelleettii,, bbuuggüünnee kkaaddaarr bbuulluunnmmuuflfl eenn eekkssiikkssiizz HHoommoo eerreeccttuuss

öörrnnee¤¤iiddiirr.. ‹‹llggiinnçç oollaann 11..66 mmiillyyoonn yy››llll››kk bbuuiisskkeelleett iillee,, ggüünnüümmüüzz iinnssaann›› aarraass››nnddaa hhiiççbbiirr

bbeelliirrggiinn ffaarrkkll››ll››¤¤››nn oollmmaayy››flfl››dd››rr..

KKoommüünniizzmm vvee EEvvrriimm

Karl Marx ve Friedrich Engels adlıiki Alman filozofun 19. yüzyılda tarihizirvesine ulaflt›rd›¤› komünizm, tümdünyada Nazilerin ve emperyalist dev-letlerin soykırımlarını dahi geride bıra-kacak kadar çok kan dökülmesine sebepoldu. (bkz. Marx, Karl) Her ne kadar1991 yılında komünizmin yıkıldı¤ı ka-bul edilse de, bu ideolojinin karanlık yü-zü, insanları dinden ve ahlaktan uzak-lafltıran materyalist felsefesi ve insanla-rın üzerindeki etkisi hala devam etmek-tedir.

20. yüzyılda dünyanın dört bir köfle-sinde terör estiren bu ideoloji, aslındaantik ça¤dan beri varolan bir düflünceyitemsil ediyordu. Bu düflünce, materya-list yani maddeyi tek de¤er olarak görenfelsefe idi. Komünizm bu felsefe üzeri-ne bina edilerek 19. yüzyılda dünyagündemine getirildi.

Komünizmin fikir babaları Marx veEngels, materyalist felsefeyi "diyalek-tik" adı verilen bir yöntemle açıklamayaçalıfltılar. (bkz. Diyalektik) Marx, insan-lık tarihinin bir çatıflmadan ibaret oldu-¤unu, mevcut çatıflmanın iflçiler ve kapi-talistler arasında geçti¤ini ve yakında ifl-çilerin ayaklanıp komünist bir devrimyapacaklarını iddia ediyordu. Her ikiside koyu birer ateist olan Marx ve En-gels, dini inançların yok edilmesini ko-münizm açısından zorunlu görüyorlardı.Fakat yapacakları eylem ve çatıflmaların

meflru bir zemine oturtulması gerekiyor-du. Darwin'in, Türlerin Kökeni adlı kita-bıyla öne sürdü¤ü evrim teorisi ise buideoloji için beklenen bilimsel kılıf ol-du. Çünkü Darwin, canlıların "yaflammücadelesi" sonucunda, di¤er bir deyifl-le "diyalektik bir çatıflma"yla ortaya çık-tıklarını ve gelifltiklerini iddia ediyordu.Dahası, yaratılıflı inkar ederek, diniinançları reddediyordu. Bu bakımdanDarwinizm, komünizmin faaliyetleriiçin sözde bilimsel bir destek oldu.

Darwinizm-komünizm ittifakının te-melini ise din düflmanlı¤ı oluflturuyor-du. Komünistlerin Darwinizm'e olanba¤lılıklarının en önemli nedeni; Darwi-nizm'in ateizme sa¤ladı¤ı göstermelikdayanaktır. David Jorafsky, SovyetMarksizm'i ve Do¤a Bilimi isimli kita-bında bu iliflkiyi flöyle açıklar:

Bilimsel yetersizli¤ine ra¤men evriminileri sürdü¤ü bilimsel karakter her türlüAllah karflıtı sistemi ve uygulamalarıhaklı çıkarmak için kullanıldı. fiimdiyekadar bunlardan en baflarılısı komünizmgibi gözüküyor ve bütün dünyadaki ta-raftarları komünizmin evrim bilimini te-mel aldı¤ı söylenerek kandırılmıfllardır.37

Komünizmin amacı, Darwin'in biyo-loji alanında uyguladı¤ı evrim teorisinininsan toplumları içinde de uygulanmasıve insanların do¤adaki vahfli hayvanlargibi bir çatıflma, savafl içinde olmasıdır.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

KOMÜN‹ZM VE EVR‹M32

KKoonnjjuuggaassyyoonn

Bakteri gibi canlıların, aralarındagen aktarımı yapma yollardan biridir.Konjugasyonda, aynı tür iki bakteri yanyana gelir, aralarında geçici bir sitoplaz-mik köprü kurulur, bu geçitten karflılıklıDNA de¤iflimi gerçekleflir. Sonra sitop-lazma köprüsü ortadan kalkar. Bakterilerbirbirinden ayrılır, oluflan bakteriler yenigen kombinasyonlarına sahip olurlar.Taflınan bu DNA kombinasyonları dayeni özelliklerin ortaya çıkmasına sebepolur.38

Konjugasyonla bakterilerde çeflitlilik

artmıfl olur. Ancak yeni bir bakteri hüc-

resi oluflmadı¤ı için söz konusu meka-

nizma, efleyli üreme olarak kabul edile-

mez.39

Fakat evrimciler ortaya çıkan bu ye-

ni kalıtsal varyasyonları efleyli üremenin

evrimsel özelli¤i olarak kabul ederler.

(Bakterilerin birbirleri ile kavuflma ya-

parak üremelerine konjugasyonla efleyli

üreme denir.) Bafllangıçtaki bakteriler

ile daha sonra oluflan bakterilerin kalıt-

sal özellikleri farklı oldu¤undan bunun

evrime bir delil oldu¤unu zannederler.

Halbuki burada bir varyasyon (çeflitlen-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

KKoommüünniizzmmiinn aammaacc››,, DDaarrwwiinn''iinn bbiiyyoolloojjii aallaann››nnddaa uuyygguullaadd››¤¤›› eevvrriimm tteeoorriissiinniinn iinnssaann ttoopplluummllaarr›› iiççiinnddeeddee uuyygguullaannmmaass›› vvee iinnssaannllaarr››nn ddoo¤¤aaddaakkii vvaahhflflii hhaayyvvaannllaarr ggiibbii bbiirr ççaatt››flflmmaa vvee ssaavvaaflfl iiççiinnddee oollmmaass››dd››rr..

me) söz konusudur. ‹ki bakteriden gelengenler çeflitlilik meydana getirmekte,gen havuzuna yeni bir gen veya bilgieklenmemektedir. Sonuçta, bakteri bak-teri olarak kalmakta ve yeni bir tür olufl-mamaktadır.

KKöörr SSaaaattççii SSaaççmmaall››¤¤››

((TThhee BBll››nndd WWaattcchhmmaakkeerr))

1986'da yayınladı¤ı The BlindWatchmaker adlı kitabıyla Darwinizm'inen büyük savunucusu sıfatını kazananRichard Dawkins, söz konusu kitabındaokuyucularına "Biyoloji, belli bir amaçiçin dizayn edilmifl görünümü veren kar-maflık fleylerin incelemesidir." der.40 Ric-hard Dawkins, bu itiraf›na ra¤men yafla-mın kendi kendine, tesadüfi etkilerle ev-rimleflti¤ini savunur ve bunu bir "kör sa-atçi" benzetmesiyle anlatır. Dawkins'egöre "kör saatçi" sadece kör de¤il, aynızamanda bilinçsizdir. Dolayısıyla körsaatçinin canlılı¤ın oluflumunda ileriyigörmesi, plan yapması, bir amaç gütme-si söz konusu de¤ildir.41 Fakat Dawkinsbir yandan karfl› karfl›ya kald›¤› canl›lar-daki kompleks düzenlili¤i ifade ederken,bir yandan da bunu kör tesadüf iddiala-r›yla aç›klamaya çal›flmaktad›r.

Kitabın devamında ise "e¤er birMeryem Ana heykelinin sizlere el salla-dı¤ını görseniz dahi, bir mucize ile karflıkarflıya oldu¤unuzu sanmayın" der. Çün-kü Dawkins'e göre bu, "çok küçük birolasılıktır, ama belki de heykelin sa¤ ko-lundaki atomların hepsi, tesadüfen, bir

anda aynı yönde hareket etme e¤ilimiiçine girmifl olabilirler".42

Evrimcilerin içinde bulundukları buzor durum -yani imkansızı savunmanınve açık bir gerçe¤i reddetmenin zorlu¤u-onlar› bazen bu denli mantık bozukluk-larını öne sürmeye mecbur bırakır. Apa-çık gözlemledikleri yarat›l›fl gerçe¤inikabul etmemek için çabalayan evrimci-ler bizlere önemli bir gerçe¤i göster-mektedir: Evrim teorisi adına sürdürü-len bütün çabaların yegane amacıAllah'›n apaç›k varl›¤›n› inkar etmeyeyöneliktir. Ve görüldü¤ü gibi tüm bu ça-balar daima sonuçsuz kalmaktad›r. Tümbilimsel bulgular yarat›l›fl gerçe¤ini or-taya koymakta, canl›lar› Allah'›n yarat-m›fl oldu¤unu bir kere daha kan›tlamak-tad›r.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

KÖR SAATÇ‹ SAÇMALI⁄I34

EEvvrriimmiinn eenn bbüüyyüükk ssaavvuunnuuccuullaarr››nnddaann oollaannRRiicchhaarrdd DDaawwkkiinnss ddee,, ccaannll››llaarrddaa kkoommpplleekkssbbiirr ddüüzzeenniinn vvaarr oolldduu¤¤uunnuu iittiirraaff eettmmeekk zzoorruunn--ddaa kkaallmmaakkttaadd››rr.. BBuu üüssttüünn ddüüzzeenn ddee ççookk aaçç››kkbbiirr ggeerrççee¤¤ii --ccaannll››llaarr›› YYüüccee AAllllaahh''››nn yyaarraatttt››¤¤››nn››--ggöösstteerrmmeekktteeddiirr..

KKöörreellmmiiflfl oorrggaannllaarr

ççeelliiflflkkiissii

Evrim literatüründe uzunca bir sü-re yer alan, ama geçersizli¤i anlaflıl-dıktan sonra sessiz sedasız bir kenarabırakılan iddialardan biri, "körelmiflorganlar" kavramıdır. Ancak bir kısımevrimciler, "körelmifl organlar"ı halaevrimin büyük bir delili sanmakta veöyle göstermeye çalıflmaktadırlar.

Körelmifl organlar iddiası bundan

bir asır kadar önce ortaya atılmıfltı. ‹ddi-aya göre, canlıların bedenlerinde atala-rından kendilerine miras kalmıfl, ancakkullanılmadıkları için zamanla körelmiflifllevsiz organlar yer alıyordu.

Evrimcilerin "ifllevsiz" olarak tanım-ladıkları organlar aslında "ifllevi tespitedilememifl" organlardı. Bunun en iyigöstergesi, evrimciler tarafından sayılanuzun "körelmifl organlar" listesinin gide-rek küçülmesi oldu. Alman anatomist R.Wiedersheim tarafından 1895 yılında or-taya atılan "körelmifl insan organları"listesi, apandisit, kuyruk sokumu kemi¤igibi yaklaflık 100 organı içeriyordu. An-cak bilim ilerledikçe, Wiedersheim'ınlistesindeki organların hepsinin vücuttaçok önemli ifllevlere sahip oldu¤u ortayaçıktı. Örne¤in "körelmifl organ" sayılanapandisitin, gerçekte vücuda giren mik-roplara karflı mücadele eden lenf siste-minin bir parçası oldu¤u belirlendi. Bu

Harun Yahya (Adnan Oktar)

KÖRELM‹fi ORGANLAR ÇEL‹fiK‹S‹ 35

RRiicchhaarrdd DDaawwkkiinnss''iinn TThhee BBlliinndd WWaattcchhmmaakkeerraaddll›› kkiittaabb››

EEvvrriimmcciilleerr ttaarraaff››nnddaann ""kköörreellmmiiflfl oorrggaann""oollaarraakk kkaabbuull eettttiirriillmmeeyyee ççaall››flfl››llaann bbaa--ddeemmcciikklleerriinn --öözzeelllliikkllee eerriiflflkkiinn yyaaflflllaarraa

kkaaddaarr-- bboo¤¤aazz››,, eennffeekkssiiyyoonnllaarraa kkaarrflfl›› kkoo--rruummaaddaa öönneemmllii rrooll ooyynnaadd››¤¤›› kkeeflflffeeddiillddii..

gerçek, 1997 tarihli bir tıp kayna¤ındaflöyle belirtilir:

Vücuttaki timus, karaci¤er, dalak, apan-disit, kemik ili¤i gibi baflka organlar len-fatik sistemin parçalarıdır. Bunlar da vü-cudun enfeksiyonla mücadelesine yardımederler.43

Aynı "körelmifl organlar" listesindeyer alan bademciklerin ise bo¤azı, özel-likle eriflkin yafllara kadar, enfeksiyonla-ra karflı korumada önemli rol oynadı¤ıkeflfedildi. Omurili¤in sonunu oluflturankuyruk sokumunun, le¤en kemi¤i çev-resindeki kemiklere destek sa¤ladı¤ı veküçük bazı kasların tutunma noktası ol-du¤u anlaflıldı. ‹lerleyen yıllarda yine"körelmifl organlar" olarak sayılan timüs

bezinin T hücrelerini harekete geçirerekvücudun savunma sistemini aktif halegetirdi¤i; pineal bezin önemli hormonla-rın üretilmesinden sorumlu oldu¤u; tiro-id bezinin bebeklerde ve çocuklardadengeli bir büyümenin gerçekleflmesinisa¤ladı¤ı; pitüiter bezin de birçok hor-mon bezinin do¤ru çalıflmasını kontroletti¤i ortaya çıktı. Darwin tarafından"körelmifl organ" olarak nitelendirilengözdeki yarım ay fleklindeki çıkıntınınise gözün temizlenmesi ve nemlendiril-mesi ifline yaradı¤ı anlaflıldı.

Nitekim bugün pek çok evrimci "kö-relmifl organlar" hikayesinin cehalettenkaynaklanan bir argüman oldu¤unu ka-bul etmifl durumdad›r. Evrimci biyolog

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

KÖRELM‹fi ORGANLAR ÇEL‹fiK‹S‹ 36

EEvvrriimmccii bbiiyyoollooggllaarr››nn ""kköörreellmmiiflfl oorrggaann"" ssaanndd››kkllaarr›› aappaannddiissiittiinn ((aallttttaa)) vvüüccuudduunnssaavvuunnmmaa ssiisstteemmiinnddee öönneemmllii rrooll ooyynnaadd››¤¤›› aarrtt››kk aannllaaflfl››llmm››flfl bbuulluunnmmaakkttaadd››rr..KKuuyyrruukk ssookkuummuu oollaarraakk bbiilliinneenn oommuurriillii¤¤iinn eenn aalltt kkeemmii¤¤ii iissee ((ssoollddaa)) yyiinnee ""kköö--rreellmmiiflfl oorrggaann"" ddee¤¤iill,, öönneemmllii kkaassllaarr››nn ttuuttuunnmmaa nnookkttaass››dd››rr..

kkuuyyrruukk ssookkuummuu

aappaannddiissiitt

S. R. Scadding Evolutionary Theory(Evrimsel Teori) dergisinde yazd›¤›"Körelmifl Organlar Evrime Delil Olufl-turur mu?" bafll›kl› makalesinde bu ger-çe¤i flöyle ifade eder:

(Biyoloji hakk›ndaki) bilgimiz artt›kça,körelmifl organlar listesi de giderek kü-çüldü... Bir organ›n ifllevsiz oldu¤unutespit etmek mümkün olmad›¤›na ve za-ten körelmifl organlar iddias› bilimsel birözellik tafl›mad›¤›na göre, "körelmifl or-ganlar"›n evrim teorisi lehinde herhangibir kan›t oluflturamayaca¤› sonucuna va-r›yorum. (S. R. Scadding, "Do 'VestigialOrgans' Provide Evidence for Evoluti-on?", Evolutionary Theory, Cilt 5, May›s1981, s. 173)

Körelmifl organlar iddiasında evrim-cilerin yaptıkları çok önemli bir de man-tık hatası vardı. Daha önce de belirtildi-¤i gibi evrimciler tarafından ortaya atı-lan iddia, canlılardaki körelmifl organla-rın geçmiflteki atalarından miras kaldı-¤ıydı. Oysa "körelmifl organ" oldu¤usöylenen bazı organlar, insanın atası ol-du¤u iddia edilen canlılarda yoktur. Ör-ne¤in evrimciler tarafından insanın atasıoldu¤u söylenen bazı maymunlardaapandisit bulunmaz. Körelmifl organlartezine karflı çıkan biyolog H. Enoch bumantık hatasını flöyle dile getirmektedir:

‹nsanların apandisiti vardır. Ancak dahaeski ataları olan alt maymunlarda apan-disit bulunmaz. Sürpriz bir biçimdeapandisit, daha alt yapılı memelilerde,örne¤in opossumlarda tekrar belirir. Öy-leyse evrim teorisi bunu nasıl açıklayabi-lir?44

Evrimciler tarafından ortaya atılankörelmifl organlar senaryosu kendi için-de hem mantık hataları içermektedir,hem de bilimsel olarak yanlıfltır. ‹nsan-larda, sözde atalarından miras kalmıflolan hiçbir körelmifl organ yoktur. Çün-kü insanlar di¤er canlılardan rastlantılar-la türememifl, bugünkü formlarıyla ek-siksiz ve mükemmel bir biçimde yaratıl-mıfllardır.

KKPP 227711

((KKaannaappoo›› HHoomm››nn››dd 11 vveeyyaa

KKaannaappoo›› DDiirrsseekk KKeemmii¤¤ii FFoossiillii))

bkz. Kanapoi dirsek kemi¤i fosilisahtekarl›¤›

KKrroommoozzoomm

Hücrenin çekirde¤indeki DNA mole-külü kromozom adlı özel kılıflarda pa-ketlenir. (bkz. DNA) Tek hücrede bulu-nan kromozomlarda paketlenen DNAmolekülünün toplam uzunlu¤u 1 metre-yi bulur. Kromozomun toplam kalınlı¤ıise 1 nanometre yani metrenin milyardabiri kadardır. Yaklaflık 1 metre uzunlu-¤undaki DNA molekülü bu küçücük ala-na paketlenmifl flekildedir.

Her insan hücresinin (üreme hücrele-ri hariç) çekirde¤inde 46 kromozom var-dır. Her bir kromozomu, gen sayfaların-dan meydana gelmifl bir cilde benzetir-sek, hücrede insanın tüm özellikleriniiçeren 46 ciltlik bir "hücre ansiklopedi-si" vardır diyebiliriz. Bu hücre ansiklo-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

KP 271 37

pedisinin içerdi¤i bilgi, tam 920 ciltlik

Britannica Ansiklopedisinin içerdi¤i bil-

giye eflde¤erdir.

DNA molekülünü içeren kromozom

paketleri aslında çok daha küçük özel

ambalaj sistemlerinden oluflur. Bu mole-

kül önce adeta bir ipin makaraya sarıl-

ması gibi sıkı sıkıya "histon" adlı özel

proteinlere sarılır. Bu histon makaralara

sarılmıfl DNA bölümleri, "nükleozom"

olarak adlandırılır. Bu nükleozom bö-

lümleri DNA'nın korunması ve zarar

görmemesi için özel olarak dizayn edil-

mifltir. Nükleozomlar ucuca eklendi¤in-

de kromatinleri olufltururlar. Kromatin-

ler iyice birbirine sarılıp kıvrılarak yo-

¤un yumaklar meydana getirirler. Ve

böylece DNA molekülü kendi uzunlu¤u-

nun milyarda biri kadar küçük olan bir

yere muhteflem bir flekilde sı¤dırılmıfl

olur.

KKrroossss››nngg--oovveerr

((CCrroossss››nngg--oovveerr))

((ÇÇaapprraazz ççiiffttlleeflflmmee))

Mayoz bölünme s›ras›nda, anne ve

babadan gelen benzer (homolog) kromo-

zomlar›n aras›ndaki gen al›flverifline

"krossing-over" (çapraz çiftleflme) denir.

Homolog kromozomlar›n kardefl olma-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

KROMOZOM38

YYaakkllaaflfl››kk 11 mmeettrree uuzzuunnlluu¤¤uunnddaakkii DDNNAA mmoolleekküülllleerrii,, mmeettrreenniinn mmiillyyaarrddaa bbiirrii kkaall››nnll››¤¤››nnaa ssaahhiippkkrroommoozzoommllaarr››nn iiççiinnee ss››¤¤dd››rr››llmm››flfltt››rr..

yan kromatidleri sarmal yaparlar. Birbir-lerine de¤dikleri noktalarda gen al›flveri-fli olur. Çapraz çiftleflme canl›larda kro-mozomlar›n gen diziliflinde bir de¤iflimeyol açar. Bu olay sayesinde genetik var-yasyonlar meydana gelir ki bu da tür içiçeflitlili¤e sebep olur. Fakat, bir türün birbaflka türe dönüflmesi gibi bir durum sözkonusu olmaz.

Canl›lardaki çeflitlili¤i sa¤layan et-ken "krossing-over"dir. Krossing-over'de benzer kromozomlar aras›ndatekli ya da çiftli parça de¤iflimi söz ko-nusudur. De¤iflen buparçalar kromo-zomlara yeni genkombinasyonlar›verece¤i için yavru-larda, ana ve babada ol-mayan özelliklerin orta-ya ç›kmas› da mümkün-dür. Bu durum tipik bir var-yasyon örne¤idir. Sonuçta,anne ve babada zaten mevcutolan genler bir araya gelmifl veyeni kombinasyonlar meydana ge-tirmifllerdir. Ancak evrimcilerin iddiaetti¤i gibi yeni bir tür ortaya ç›kmas›,baflka bir canl›ya dönüflmesi söz konusude¤ildir. Dolay›s›yla öne sürülen varyas-yon örnekleri evrimin bir kan›t› say›la-mazlar. (bkz. Mikro evrimin geçersizli-¤i; Makro evrim masal›)

Biyolog Edward Deevey de, çaprazçiftlefltirmenin hep belirli genetik sınır-lar içinde gerçekleflti¤ini flöyle açıklar:

"Çapraz çiftlefltirme yöntemiyle çok

önemli sonuçlara varılmıfltır... Ama so-nuçta bu¤day hala bu¤daydır ve örne¤inüzüm de¤ildir. Domuzlar üzerinde kanatoluflturmamız da, kuflların yumurtalarınısilindir fleklinde üretmeleri kadar imkan-sızdır. Daha güncel bir örnek, son biryüzyıl içinde dünyadaki erkek nüfusundagörülen boy ortalaması yükseliflidir. Da-ha iyi beslenme ve bakım koflulları saye-

sinde erkekler son bir yüzyıl için-de rekor sayılabilecek bir boyortalamasına ulaflmıfltır, amabu artıfl giderek durma nok-tasına gelmifltir. Çünkü va-rabilece¤imiz genetik sını-ra dayanmıfl durumda-yız."45

Kısacası bitki ve hay-vanlar üzerindeki bu türçalıflmalar, ancak bir tü-rün genetik bilgisinin sı-nırları içinde kalan bazıde¤iflimler meydana getir-mekte, ancak hiçbir zaman

türlere yeni bir genetik bilgieklememektedir. Farklı kö-

pek, inek ya da at cinslerini nekadar çiftlefltirirseniz çiftleflti-rin, sonuçta ortaya yine köpek-ler ya da atlar çıkacak, ama yenitürler oluflmayacaktır.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

KROSSING-OVER

ÇÇaapprraazz ççiiffttlleeflflttiirrmmee hheepp bbeelliirrllii ggeenneettiikkss››nn››rrllaarr iiççiinnddee ggeerrççeekklleeflfliirr.. ÖÖrrnnee¤¤iinnbbuu¤¤ddaayy hheerr zzaammaann bbuu¤¤ddaayydd››rr..

39

KKuuflflllaarr››nn kköökkeennii

Evrim teorisi, kuflların küçük yapılı

ve etobur theropod dinozorlardan, yani

sürüngenlerden türedi¤i iddiasındadır.

Oysa kufllar ile sürüngenler arasında ya-

pılacak bir karflılafltırma, bu canlı sınıf-

larının birbirlerinden çok farklı oldukla-

rını ve aralarında bir evrim gerçekleflmifl

olamayaca¤ını gösterir.

Kufllar ve sürüngenler arasında bir-

çok yapısal farklılık bulunur. Bunlardan

en önemlilerinden biri kemiklerin yapı-

sıdır. Evrimciler tarafından kuflların ata-

sı olarak kabul edilen dinozorların ke-

mikleri, büyük ve cüsseli yapıları nede-

niyle kalındır ve içleri dolguludur. Buna

karflın yaflayan ve soyu tükenmifl tüm

kuflların kemiklerinin içleri bofltur ve bu

sayede çok hafiftir. Bu hafif kemik yapı-

sı, kuflların uçabilmesinde büyük önem

taflır.

Sürüngenler ve kufllar arasındaki bir

di¤er farklılık da metabolik yapıdır. Sü-

rüngenler canlılar dünyasında en yavafl

metabolik yapıya sahipken, kufllar bu

alandaki en yüksek rekorları ellerinde

tutarlar. Örne¤in bir serçenin vücut ısısı,

hızlı metabolizması nedeniyle zaman za-

man 48°C'ye kadar çıkabilir. Di¤er taraf-

ta ise sürüngenler kendi vücut ısılarını

bile kendileri üretmez, bunun yerine vü-

cutlarını güneflten gelen ısıyla ısıtırlar.

Sürüngenler do¤adaki en az enerji tüke-

ten canlılar iken, kufllar en fazla enerji

tüketen canlılardır.

Kuzey Carolina Üniversitesi profe-

sörü Alan Feduccia, bir evrimci olması-

na karflılık, bilimsel bulgulara dayanarak

kuflların dinozorlarla akraba oldu¤u te-

orisine kesinlikle karflı çıkmaktadır. Fe-

duccia sürüngen-kufl evrimi tezi hakkın-

da ise genel anlamda flöyle demektedir:

25 sene boyunca kuflların kafataslarını

inceledim ve dinozorlarla aralarında

hiçbir benzerlik görmüyorum. Kuflların

dört ayaklılardan evrimleflti¤i teorisi,

paleontoloji alanında 20. yüzyılın en bü-

yük utancı olacaktır.46

Kansas Üniversitesi'nde eski kufllar

üzerinde uzman olan Larry Martin de

kuflların dinozorlarla aynı soydan geldi-

¤i teorisine karflı çıkmaktadır. Martin,

evrimin bu konuda içine düfltü¤ü çeliflki-

den söz ederken, "do¤rusunu söylemek

gerekirse, e¤er dinozorlarla kuflların ay-

nı kökenden geldiklerini savunuyor ol-

saydım, bunun hakkında her kalkıp ko-

nuflmak zorunda oluflumda utanıyor ola-

caktım" demektedir.47

Ancak tüm bilimsel bulgulara ra¤-

men, hiçbir somut delile dayanmayan

"dinozor-kufl evrimi" senaryosu ısrarla

savunulmaktadır. Bu arada, bu senaryo-

ya delil oluflturmayan bazı kavramlar da,

yüzeysel bir üslup içinde "dinozor-kufl

ba¤lantısının kanıtı" gibi sunulmaktadır.

Örne¤in bazı evrimci yayınlarda, di-

nozorların kalça kemiklerindeki farklı-

lıklardan yola çıkılarak, kuflların dino-

zorlardan evrimleflti¤i tezine bir daya-

nak sa¤landı¤ı sanılmaktadır. Söz konu-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

KUfiLARIN KÖKEN‹40

su kalça kemi¤i farklılı¤ı, Saurischian(sürüngen-benzeri kalça kemerliler) veOrnithischian (kufl-benzeri kalça kemer-liler) gruplarına ba¤lı dinozorlar arasın-dadır. ‹flte bu "kufl-benzeri kalça kemerlidinozorlar" kavramı, zaman zaman "di-nozor-kufl evrimi" iddiasına bir delil ola-rak algılanmaktadır.

Oysa söz konusu kalça kemeri farklı-lı¤ı, kuflların atalarının dinozorlar oldu-¤u iddiasına hiçbir destek sa¤lamamak-tadır. Çünkü Ornithischian (kufl-benzeri kalça kemerliler)gruplarına ba¤lı dino-zorlar, di¤er anato-mik özellikleri açı-sından hiçbir flekil-de kufllara benzemez. Örne¤in kısa ba-caklara, dev bir gövdeye, zırha benzerdev pullu bir deriye sahip olan (hatta sa-vafl tanklarına benzetilen) Ankylosaurus,Ornithischian grubuna ba¤lı bir kufl-benzeri kalça kemerli dinozordur. Bunakarflılık, bazı anatomik özellikleri ile

kufllara benzetilebilecek olan uzun ba-caklı, kısa ön ayaklara sahip ince yapılıStruthiomimus ise Saurischian (sürün-gen-benzeri kalça kemerliler) grubunadahildir.48

Görülmektedir ki, kalça kemeri yapı-sı hiçbir flekilde dinozorlar ile kufllararasında evrimsel bir iliflki oldu¤u iddi-asına delil oluflturmamaktadır. "Kufl-benzeri kalça kemerli dinozorlar" tanı-

mı, sadece benzerliktenkaynaklanan bir ta-nımdır ve iki canlıgrubu arasındakidi¤er büyük ana-

tomik farklılıklar,bu benzerli¤i ev-

rimci bir bakıfl açı-sıyla dahi yorumla-

mayı imkansız kıl-maktadır.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

KUfiLARIN KÖKEN‹ 41

DDiinnoozzoorrllaarr››nn kkeemmiikklleerrii,, bbüüyyüükk vvee ccüüsssseelliiyyaapp››llaarr›› nneeddeenniiyyllee kkaall››nndd››rr vvee iiççlleerrii ddoollgguu--lluudduurr.. BBuunnaa kkaarrflfl››nn,, yyaaflflaayyaann vvee ssooyyuu ttüü--kkeennmmiiflfl ttüümm kkuuflflllaarr››nn kkeemmiikklleerriinniinn iiççlleerriibbooflflttuurr vvee bbuu ssaayyeeddee ççookk hhaaffiiffttiirr..

KKuuflfl aakkccii¤¤eerrlleerriinniinn kköökkeennii

Sürüngen-kufl evrimi senaryosunuimkansız kılan nedenlerden biri, kufl ak-ci¤erinin evrimle açıklanamayan özgünyapısıdır.

Kara canlılarının akci¤erleri "çiftyönlü" bir yapıya sahiptir: Nefes almasırasında hava, akci¤erdeki dallanmıflkanallar boyunca ilerler ve küçük havakeseciklerinde durur. Oksijen-karbondi-oksit alıflverifli burada gerçeklefltirilir.Ancak daha sonra, kullanılmıfl olan buhava, tam ters yönde hareket eder ve gel-di¤i yolu izleyerek akci¤erden çıkar, anabronfl yoluyla da dıfları atılır.

Kufllarda ise hava, akci¤er kanalı bo-yunca "tek yönlü" hareket eder. Akci¤er-lerin girifl ve çıkıfl kanalları birbirlerin-den farklıdır ve bu kanallar boyunca

uzanan özel hava kesecikleri sayesinde

hava daimi olarak akci¤er içinde tek

yönlü olarak akar. Bu sayede kufl, hava-

daki oksijeni kesintisiz olarak alabilir.

Böylece kuflun yüksek enerji ihtiyacı

karflılanmıfl olur. "Avien akci¤er" olarak

bilinen bu özel solunum sistemi, Avust-

ralya'daki Otega Üniversitesi'nden mo-

leküler biyolog Michael Denton, tarafın-

dan flöyle anlatılmaktadır:

Kufllarda ana bronfl, akci¤er dokusunu

oluflturan tüplere ayrılır. "Parabronfl"

olarak adlandırılan bu tüpler sonunda

tekrar birleflerek, havanın akci¤erler bo-

yunca tek bir yönde devamlı akımın› sa¤-

layacak sistemi meydana getirirler...

Kufllardaki akci¤erlerin yapısı ve genel

solunum sisteminin çalıflması tümüyle

kendine özgüdür. Kufllardaki bu "avien"

sistemi baflka hiçbir omurgalı akci¤erin-

de bulunmaz. Bu sistem bütün kufl türle-

rinde aynıdır.49

Önemli olan, çift yönlü hava ak›fl›na

sahip olan sürüngen akci¤erinin, tek

KUfi AKC‹⁄ERLER‹N‹N KÖKEN‹42

yönlü hava ak›fl›na sahip olan kufl akci-¤erine evrimleflmesinin imkans›z oluflu-dur. Çünkü bu iki akci¤er yap›s›n›n ara-s›nda kalacak bir "geçifl" modeli müm-kün de¤ildir. Bir canl› yaflamak için sü-rekli nefes almak zorundad›r ve akci¤eryap›s›n›n bafltan afla¤› de¤iflmesi, araaflamalarda mutlak ölümle sonuçlana-cakt›r. Kald› ki bu de¤ifliklik evrim teori-sine göre milyonlarca y›lda kademe ka-deme gerçekleflmelidir. Oysa çok iyi bi-lindi¤i gibi akci¤eri çal›flmayan bir can-l› birkaç dakikadan fazla yaflayamaz.

Micheal Denton A Theory in Crisis(Kriz ‹çinde Bir Teori) adl› kitab›nda,kufl akci¤erinin kökenine evrimci biraç›klama getirmenin imkans›zl›¤›n› flöy-le belirtir:

Böyle tamamen de¤iflik bir solunum sis-teminin azar azar küçük de¤ifliklerlestandart omurgalı dizaynından evrimlefl-mifl oldu¤u iddiası, düflünülmeden ortayaatılmıfl bir tezdir. Solunum faaliyetinin buevrim süresince hiç aksamadan korun-

ması, organizmanın hayatını sürdürmesi

için gereklidir. En küçük bir eksik fonksi-

yon ölümle sonuçlanacaktır. Kufl akci¤e-

ri de, içinde dallanmıfl olan parabronfllar

ve bu parabronfllarda hava sa¤lanmasını

garanti eden hava kesesi sistemi ile bir-

likte en üst düzeyde geliflmifl olana kadar

ve beraberce, iç içe geçmifl mükemmel

bir flekilde ifllevini yapana kadar, bir so-

lunum organı olarak görev yapamaz.50

Kısacası, kara tipi akci¤erden hava

tipi akci¤ere geçifl, ara geçifl safhasında

bulunan bir akci¤erin hiçbir ifllevselli¤i-

nin olmaması nedeniyle mümkün de¤il-

dir.

Bu konuda belirtilmesi gereken ikin-

ci nokta, sürüngenlerin diyaframlı, kufl-

ların ise diyaframsız bir solunum siste-

mine sahip olmasıdır. Bu farklı yapı da,

yine iki akci¤er tipi arasında gerçeklefle-

cek bir evrimi imkansız kılar. Solunum-

sal fizyoloji alanında otorite sayılan John

Ruben, bu konuda flu yorumu yapar:

Theropod bir dinozorun kufllara evrim-

KUfi AKC‹⁄ERLER‹N‹N KÖKEN‹ 43

leflmesi, diyaframında ciddi bir handikapoluflmasını gerektirecektir, ama bu du-rum canlının nefes alma yetene¤ini çokkritik bir biçimde sınırlayacaktır... Bunaneden olabilecek bir mutasyonun seçicibir avantaj sa¤laması imkansız görün-mektedir.51

Kufl akci¤erinin evrime meydanokuyan bir di¤er özelli¤i, hiçbir zamanhavasız kalmayan ve kaldı¤ında"çökme" tehlikesiyle karflılaflanilginç yapısıdır. Michael Den-ton bu konuyu da flöyle açık-lar:

Bu denli farklı bir so-lunum sisteminin,standart omurgalıdizaynından nasılevrimleflmifl olabi-lece¤ini düflünmek neredeyse imkansız-dır. Özellikle de solunum sisteminin çalı-flır halde korunmasının bir organizmanınyaflamı için ne kadar zorunlu oldu¤u dü-flünüldü¤ünde. Dahası, avien akci¤erinin

kendi özgü form ve fonksiyonu, daha birçok özelleflmifl adaptasyonu gerektire-cektir... Çünkü öncelikle, avien akci¤erivücut duvarlarına sıkıca tutturulmuflturve hacim olarak genifllemesi mümkün de-¤ildir. Öte yandan, akci¤erdeki hava tüp-lerinin çok dar yarıçapları ve bunların

içindeki herhangi bir sıvınınyüksek yüzey gerilimi nedeniy-

le, avien akci¤eri, di¤er omur-galıların aksine, kendi içinde çök-

müfl bir durumdan alınıp yenidenhavayla doldurulamaz... (Bu yüzden)Kufllarda, akci¤erin içindeki hava

kesecikleri, di¤er omurgalılarınaksine, hiçbir zaman boflaltıl-maz. Aksine ci¤erler ilk geliflme-

ye baflladıkları andan itibaren (emb-riyo aflamasında) daima ya sıvıyla ya dahavayla doludurlar.52

Elbette ki, sürüngenlerin ve di¤eromurgalıların akci¤erlerinden tamamenfarklı olan ve ola¤anüstü derecede has-sas dengelere dayanan bu sistem, evri-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

KUfi AKC‹⁄ERLER‹N‹N KÖKEN‹44

SSÜÜRRÜÜNNGGEENN AAKKCC‹‹⁄⁄EERR‹‹SSÜÜRRÜÜNNGGEENN AAKKCC‹‹⁄⁄EERR‹‹

hhaavvaa ggiirriiflfl çç››kk››flfl››

bbrroonnflflllaarr

aallvveeooll

KKUUfifi AAKKCC‹‹⁄⁄EERR‹‹KKUUfifi AAKKCC‹‹⁄⁄EERR‹‹

ppaarraabbrroonnflflllaarr

hhaavvaa ggiirriiflfl

hhaavvaa çç››kk››flfl

KKuuflfl aakkccii¤¤eerrlleerrii,, kkaarraa ccaannll››llaarr››nn››nn aakkccii¤¤eerrlleerriinnee ggöörree ttaammaammeenn tteerrss bbiiççiimmddee iiflfllleerr.. KKaarraa ccaannll››llaarr››hhaavvaayy›› aayynn›› kkaannaallddaann aall››rr vvee vveerriirrlleerr.. KKuuflflllaarrddaa iissee hhaavvaa,, aakkccii¤¤eerrlleerrddee ssüürreekkllii tteekk bbiirr yyöönnddeehhaarreekkeett eeddeerr.. BBuu,, aakkccii¤¤eerrlleerriinn eettrraaff››nnddaa bbuulluunnaann öözzeell ""hhaavvaa kkeesseecciikklleerrii"" ttaarraaff››nnddaann ssaa¤¤llaannmmaakk--ttaadd››rr.. BBuu kkeesseecciikklleerr,, uuççuuflfl ss››rraass››nnddaa yyüükksseekk mmiikkttaarrddaa ookkssiijjeennee iihhttiiyyaaçç dduuyyaann kkuuflflllaarr iiççiinn öözzeelloollaarraakk yyaarraatt››llmm››flflllaarrdd››rr.. BBööyyllee bbiirr yyaapp››nn››nn ssüürrüünnggeenn aakkccii¤¤eerriinnddeenn eevvrriimmlleeflfleerreekk oorrttaayyaa çç››kkmmaass›› iisseeiimmkkaannss››zzdd››rr,, ççüünnkküü iikkii ffaarrkkll›› aakkccii¤¤eerr yyaapp››ss›› aarraass››nnddaakkii ""aarraa"" bbiirr yyaapp››yyllaa nneeffeess aall››nnaammaazz..

KUŞLARA ÖZEL SOLUNUM SİSTEMİKUŞLARA ÖZEL SOLUNUM SİSTEMİ

NNEEFFEESS AALLIIRRKKEENNKKuuflfluunn nneeffeess bboorruussuunnddaann iiççeerriiggiirreenn tteemmiizz hhaavvaa,, hheemm aakkccii¤¤ee--rree,, hheemm ddee aakkccii¤¤eerriinn aarrkkaass››nn--ddaa bbuulluunnaann aarrkkaa hhaavvaa kkeessee--cciikklleerriinnee ggiirreerr.. AAkkccii¤¤eerrddee bbuulluu--nnaann kkiirrlleennmmiiflfl hhaavvaa iissee öönn hhaa--vvaa kkeesseecciikklleerriinnee aakkttaarr››ll››rr..

NNEEFFEESS VVEERR‹‹RRKKEENNKKuuflfl nneeffeess vveerriirrkkeenn,, aarrkkaa hhaavvaakkeesseecciikklleerriinnddee bbiirriikkttiirriillmmiiflfloollaann tteemmiizz hhaavvaa,, aakkccii¤¤eerriinn iiççii--nnee ddoollaarr.. BBuu ssiisstteemm ssaayyeessiinn--ddee kkuuflfluunn ccii¤¤eerrlleerriinnddee tteemmiizzhhaavvaa aakk››mm›› hhiiçç kkeessiillmmeeddeennddeevvaamm eeddeerr..

fifieemmaallaarrddaa ççookk bbaassiittlleeflflttiirriillmmiiflfl oollaarraakk ggöösstteerriilleenn bbuu aakkccii¤¤eerr ssiisstteemmiinniinn ddaahhaa ppeekk ççookk ddeettaayy››vvaarrdd››rr.. ÖÖrrnnee¤¤iinn ccii¤¤eerrlleerrllee kkeesseecciikklleerriinn bbaa¤¤llaanntt›› nnookkttaallaarr››nnddaa,, hhaavvaann››nn ddoo¤¤rruu yyöönnddee aakkmmaass››nn››ssaa¤¤llaayyaann öözzeell tt››kkaaççllaarr vvee kkaappaakkçç››kkllaarr bbuulluunnmmaakkttaadd››rr.. TTüümm bbuunnllaarr hheemm eevvrriimm iiddddiiaass››nnaa yyöönneelliikkkkeessiinn bbiirr ddaarrbbee,, hheemm ddee aaçç››kk bbiirr yyaarraatt››ll››flfl ddeelliilliiddiirr.. AAllllaahh kkuuflflllaarr›› mmüükkeemmmmeell öözzeelllliikklleerree ssaahhiippoollaarraakk yyaarraattmm››flfltt››rr.. AAllllaahh üüssttüünn ggüüçç ssaahhiibbii bbiirr YYaarraatt››cc››''dd››rr..

min iddia etti¤i gibi bilinçsiz mutasyon-

larla kademe kademe geliflmifl olamaz.

Denton, kufl akci¤erinin bu yapısının

Darwinizm'i geçersiz kıldı¤ını flöyle ifa-

de etmektedir:

Kufl akci¤eri, bizleri, Darwin'in "e¤er

birbirini takip eden çok sayıda küçük de-

¤ifliklikle kompleks bir organın oluflması-

nın imkansız oldu¤u gösterilse, teorim

kesinlikle yıkılmıfl olacaktır" fleklindeki

meydan okuyufluna cevap vermeye götür-

mektedir.53

KKuuflfl ttüüyylleerriinniinn kköökkeennii

Kuflların sürüngenlerden evrimleflti-

¤ini iddia eden evrim teorisi, bu iki ayrı

canlı sınıfı arasındaki dev farkları asla

açıklayamamaktadır. Kufllarla sürüngen-

lerin arasına aflılmaz bir uçurum koyan

bir özellik ise, tamamen kufllara has bir

yapı olan tüylerdir.

Kufl tüylerindeki yarat›l›fl hiçbir ev-

rimsel süreçle açıklanamayacak kadar

komplekstir. Ünlü kufl bilimci Alan Fe-

duccia, "Tüylerin her özelli¤i aerodina-

mik fonksiyona sahiptir. Hafiftirler, kal-

dırma kuvvetleri vardır ve kolaylıkla es-

ki biçimlerine dönebilirler" der. Feduc-

cia, evrim teorisinin bu konudaki çare-

sizli¤ini ise flöyle kabul eder:

Uçmak için böylesine tasarlanmıfl bir or-

ganın, nasıl olup da ilk baflta baflka bir

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

KKuuflfl aakkccii¤¤eerrii iiççiinnddee yyeerr aallaann vvee hhaavvaann››nn tteekk yyöönnllüü oollaarraakk hhaarreekkeett eettmmeessiinnii ssaa¤¤llaayyaann kküüççüükk""ppaarraabbrroonnflfl"" ttüüpplleerrii.. BBuu ttüüpplleerriinn hheerr bbiirrii 00..55 mmmm ççaapp››nnddaadd››rr..

KUfi TÜYLER‹N‹N KÖKEN‹46

amaca yönelik olarak ortaya çıktı¤ınıanlayamıyorum.54

Ayrıca tüylerin ortasında hepimizinbildi¤i uzun ve sert bir boru vardır. Buborunun her iki tarafından yüzlerce tüyçıkar. Boyları ve yumuflaklıkları farklıolan bu tüyler kufla aerodinamik özellikkazandırır. Ancak daha da ilginç olanı,bu tüylerin her birinin üzerinde de, "tüy-cük" denilen ve gözle görülemeyecekkadar küçük olan çok daha küçük tüyle-rin bulunmasıdır. Bu tüycüklerin üzerin-de ise "çengel" adı verilen minik kanca-lar vardır. Bu kancalar sayesinde hertüycük birbirine sanki bir fermuar gibitutunur.

Turna kuflunun tek bir tüyünün üze-rinde, tüy borusunun her iki yanındauzanan 650 tane incecik tüy vardır. Bun-ların her birinde ise 600 adet karflılıklıtüycük bulunur. Bu tüycüklerin her biriise, 390 tane çengelle birbirlerine ba¤la-nır. Çengeller bir fermuarın iki tarafı gi-

bi birbirine kenetlenmifltir. Çen-geller herhangi bir fle-

kilde birbirinden

ayrılırsa, kuflun bir defa silkinmesi veya

daha a¤ır hallerde gagasıyla tüylerini

düzeltmesi tüylerin eski haline dönmesi

için yeterlidir.

Tüylerin bu kompleks yap›s›n›n rast-

lantısal mutasyonlar sonucunda sürün-

gen pulundan evrimleflti¤ini savunmak,

hiçbir bilimsel temeli olmayan dogmatik

bir inanıfltan baflka bir fley de¤ildir. Nite-

kim neo-Darwinizm'in duayenlerinden

biri olan Ernst Mayr, bu konuda yıllar

önce flu itirafta bulunmufltur:

Duyu organları, örne¤in bir omurgalı

gözünün ya da bir kuflun tüyleri gibi ku-

sursuzca dengelenmifl sistemlerin rast-

lantısal mutasyonlar sonucunda geliflebi-

lece¤ini varsaymak, bir insanın inandırı-

cılı¤ı üzerinde ciddi bir sınırlamadır.55

Tüylerdeki bu üstün yarat›l›fl, Char-

les Darwin'i de çok düflündürmüfl, hatta

tavuskuflu tüylerindeki mükemmel este-

tik, kendi ifadesiyle Darwin'i "hasta et-

mifl"tir. Darwin, arkadaflı Asa Gray'e

yazdı¤ı 3 Nisan 1860 tarihli mektupta

"gözü düflünmek ço¤u zaman beni te-orimden so¤uttu. Ama kendimi zamanlabu probleme alıfltırdım" dedikten sonra

flöyle devam eder:

SSÜÜRRÜÜNNGGEENN PPUULLLLAARRII

SSüürrüünnggeennlleerriinn vvüüccuuttllaarr››nn›› kkaappllaayyaann ppuullllaarr,,hheerr yyöönnüüyyllee kkuuflfl ttüüyylleerriinnddeenn ffaarrkkll››dd››rr.. PPuullllaarrttüüyylleerr ggiibbii ddeerrii aalltt››nnaa uuzzaannmmaazz,, ssaaddeeccee ccaann--ll››nn››nn dd››flfl yyüüzzeeyyiinnddee sseerrtt bbiirr ttaabbaakkaa oolluuflflttuurruurr--llaarr.. GGeenneettiikk,, bbiiyyookkiimmyyaassaall vvee aannaattoommiikk yyöönn--lleerrddeenn kkuuflfl ttüüyylleerriiyyllee hhiiççbbiirr bbeennzzeerrlliikklleerrii yyookk--ttuurr.. PPuullllaarr iillee ttüüyylleerr aarraass››nnddaakkii bbuu bbüüyyüükkffaarrkkll››ll››kk,, ssüürrüünnggeenn--kkuuflfl eevvrriimmii sseennaarryyoossuunnuubbiirr kkeezz ddaahhaa tteemmeellssiizz bb››rraakkmmaakkttaadd››rr..

KUfi TÜYLER‹N‹N KÖKEN‹ 47

KUŞ TÜYLERİNİN KOMPLEKS YAPISIKUŞ TÜYLERİNİN KOMPLEKS YAPISI

KKuuflfl ttüüyylleerrii ddeettaayyll›› oollaarraakk iinncceelleennddii¤¤iinnddee ççookküüssttüünn bbiirr yyaarraatt››ll››flflaa ssaahhiipp oolldduu¤¤uu oorrttaayyaa

çç››kkaarr.. HHeerr ttüüyyccüü¤¤üünn üüzzeerriinnddee ççookk ddaahhaakküüççüükk ttüüyyccüükklleerr vvee bbuu ttüüyyccüükklleerrii bbiirr--

bbiirriinnee ttuuttttuurrmmaayyaa yyaarraayyaann öözzeell ççeenn--ggeelllleerr vvaarrdd››rr.. RReessiimmlleerrddee,, kkuuflfl

ttüüyylleerriinniinn bbüüyyüüttüüllmmüüflfl yyaakk››nnppllaann ççeekkiimmlleerrii yyeerr aall››yyoorr..

fiimdilerde ise do¤adaki bazı belirgin ya-pılar beni çok fazla rahatsız ediyor. Örne-¤in bir tavuskuflunun tüylerini görmek,beni neredeyse hasta ediyor.56

KKüüllttüürreell eevvrriimm yyaallaann››

Evrimciler varsaydıkları biyolojikevrime paralel olarak, kültürel alanda dailkelden geliflmifle do¤ru bir kültürel ge-liflim yaflandı¤ını öne sürerler. Hiçbir bi-limsel geçerlili¤i olmayan ve hayali birsoy a¤acı olmaktan öteye gidemeyen in-sanın evrimsel öyküsüne uygun olarakKaba Tafl, Yontma Tafl, Cilalı Tafl gibi çe-flitli devirlerdeki yaflantılar hakkında pekçok hikaye anlatırlar.

‹nsanın evrimi senaryosu tümüylehayali bir kurgudur. Çünkü böyle bir soya¤acının var olması için maymunlardaninsanlara aflamalı bir evrim yaflanmıfl vebunun fosillerinin bulunmufl olması ge-rekir. Oysa maymunlarla insanlar arasın-da açık bir uçurum vardır. ‹skelet yapıla-rı, kafatası hacimleri, dik ya da e¤ik yü-rüme kriterleri gibi özellikler, insan ilemaymunun arasını açıkça ayırmaktadır.Bugün evrimcilerin insanın ilkel atalarıolarak öne sürdükleri maymun insan ara-sı hayali araformların (Australopithecus,Homo habilis, Homo erectus vs.) taraflıyorumlardan, çarpıtmalardan ve sahte-karlıklardan ibaret oldu¤u anlaflılmıfltır.(bkz. Piltdown Adamı sahtekarl›¤›; Neb-raska Adamı sahtekarl›¤›; NeandertalAdamı: Bir insan ›rk›...)

Örne¤in evrimcilerin maymun insan

arası varlıklar olarak lanse ettikleri Ne-andertaller (Homo neanderthalensis)bundan 100 bin yıl önce Avrupa'da ani-den ortaya çıkmıfl ve yaklaflık 35 bin yılönce de yine hızlı ve sessiz bir biçimdeyok olmufl -ya da di¤er ırklarla karıflarakasimile olmufl- insanlardır. Günümüz in-sanından tek farkları, iskeletlerinin birazdaha güçlü ve kafatası hacmi ortalamala-rının biraz daha yüksek olmasıdır.

Neandertaller bir insan ırkıdır ve bu-gün artık bu gerçek hemen herkes tara-fından kabul edilmektedir. Bazı evrimcipaleoantropologlar bu insanları çok uzunzaman "ilkel bir tür" olarak kabul etmifl,ama bulgular Neandertal insanının bu-gün sokakta yürüyen herhangi bir "yapı-lı" insandan daha farklı olmadı¤ını gös-termifltir. Bu konuda önde gelen bir oto-rite sayılan New Mexico Üniversite-si'nden paleoantropolog Erik Trinkausflöyle yazar:

Neandertal kalıntıları ve günümüz insanıkemikleri arasında yapılan ayrıntılı kar-flılafltırmalar göstermektedir ki, Neander-taller'in anatomisinde ya da hareket, aletkullanımı, zeka seviyesi veya konuflma ka-biliyeti gibi özelliklerinde günümüz insan-larından afla¤ı sayılabilecek hiçbir fleyyoktur.57

Harun Yahya (Adnan Oktar)

KÜLTÜREL EVR‹M YALANI 49

NNeeaannddeerrttaalllleerr''iinnyyaapptt››kkllaarr›› ttaakk››llaarr

Tüm bunlara ra¤men evrimciler, Ne-andertal insanını günümüz insanının biralt türü olarak tanımlarlar. Dolayısıylailkel bir kültür düzeyine sahip oldukları-nı öne sürerler.

Ancak fosil bulguları, evrimcileriniddialarının tersine Neandertaller'in ileribir kültüre de sahip olduklarını göster-mektedir. Bunun en ilginç örneklerindenbiri, Neandertal insanları tarafından ya-pılmıfl olan fosilleflmifl bir flüttür. Birayının uyluk kemi¤inden yapılmıfl olansöz konusu flüt, arkeolog Ivan Turk tara-fından 1995 Temmuzu'nda Kuzey Yu-goslavya'daki bir ma¤arada bulunmufl-tur. Daha sonra da bir müzikolog olanBob Fink, flütü analiz etmifltir. Fink,karbon testine göre yaflının 43.000 ile67.000 yıl arasında oldu¤u düflünülen bualetin, 4 nota çıkardı¤ını ve flütte yarımtonların da, tam tonların da bulundu¤unutespit etmifltir.

Bu keflif, Neandertaller'in Batı mü-zi¤inin temel formu olan yedi nota ölçü-sünü kullandıklarını göstermektedir.Flütü inceleyen Fink, "eski flütün üze-rindeki ikinci ve üçüncü delikler arasın-daki mesafenin, üçüncü ve dördüncü de-likler arasındaki mesafenin iki katı" ol-du¤unu belirtmektedir. Bunun anlamıbirinci mesafenin tam notayı, ona komfluolan mesafenin de yarım notayı temsiletti¤idir. "Bu üç nota inkar edilemez birflekilde diatonik bir ölçekteki gibi ses çı-karır" diyen Fink, Neandertaller'in mü-zik kula¤ı ve bilgisi olan insanlar oldu-¤unu belirtmektedir.58

Di¤er bazı fosil bulguları Neander-

taller'in ölülerini gömdüklerini, hastala-rına baktıklarını, kolye ve benzeri takıeflyaları kullandıklarını göstermektedir.59

Öte yandan fosil kazıları sırasındaNeandertal insanları tarafından kullanıl-dı¤ı tespit edilen 25 bin yıllık bir dikifli¤nesi bulunmufltur. Kemikten yapılmıflolan bu i¤ne son derece düzgündür veiplik geçirilmesi için açılmıfl bir deli¤esahiptir.60 Elbette dikifl i¤nesine ihtiyaçduyacak bir giyim-kuflam kültürüne sa-hip olan insanlar "'ilkel" sayılamazlar.

New Mexico Üniversitesi'nde antro-poloji ve arkeoloji profesörü olan StevenL. Kuhn ve Mary C. Stiner, evrim teori-sini savunmalarına ra¤men, yaptıklarıarkeolojik arafltırmalar ve analizler so-nucu, ‹talya'nın güneybatı sahilindekima¤aralarda binlerce yıl yaflamıfl olanNeandertaller'in, günümüz insanı gibikompleks bir düflünce yapısı gerektirenfaaliyetlerde bulunduklarını ortaya koy-mufllardır.61

California Üniversitesi'nden Marga-ret Conkey, Neandertaller'den öncekidönemlere ait olan aletlerin de bilinçlive zeki topluluklar tarafından yapıldı¤ı-nı flöyle anlatmaktadır:

Arkaik insanların elleriyle yaptıklarınesnelere bakacak olursanız, hiç de ace-mi ifli fleyler olmadıklarını görürsünüz.Arkaik insanlar kullandıkları malzeme-nin nasıl bir fley oldu¤unu ve nasıl birdünyada yafladıklarının bilincindedir-ler.62

Tüm bunlar, evrimcilerin iddia ettik-leri kültürel evrim senaryolarının asılsızoldu¤unu kanıtlamaktadır.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

KÜLTÜREL EVR‹M YALANI50

NEANDERTALLER'İN DİKİŞ İĞNESİ

NNeeaannddeerrttaall iinnssaann››nn››nn ggüünnüümmüüzzddeennoonn bbiinnlleerrccee yy››ll öönnccee ggiiyyiimm--kkuuflflaammbbiillggiissiinnee ssaahhiipp oolldduu¤¤uunnuu ggöösstteerreenniillggiinnçç bbiirr ffoossiill:: 2266 bbiinn sseenneelliikk ii¤¤nnee..((DD.. JJoohhaannssoonn,, BB.. EEddggaarr,, FFrroomm LLuuccyyttoo LLaanngguuaaggee,, ss..9999))

NEANDERTALLER'İN FLÜTÜ

NNeeaannddeerrttaall iinnssaann››nnaa aaiitt kkeemmiikktteenn yyaapp››llmm››flflffllüütt.. BBuu ffllüütt üüzzeerriinnddee yyaapp››llaann hheessaappllaammaallaarr,,ddeelliikklleerriinn ddoo¤¤rruu nnoottaallaarrddaa sseess vveerreecceekk bbiiççiimm--ddee aaçç››lldd››¤¤››nn››,, yyaannii bbuunnuunn ssoonn ddeerreeccee uussttaaccaattaassaarrllaannmm››flfl bbiirr eennssttrrüümmaann oolldduu¤¤uunnuu ggöösstteerr--mmiiflflttiirr..ÜÜssttttee BBoobb FFiinnkk aaddll›› aarraaflfltt››rrmmaacc››nn››nn ffllüüttllee iillggiilliihheessaappllaarr›› ggöörrüüllüüyyoorr..BBuu ggiibbii bbuullgguullaarr,, eevvrriimmccii pprrooppaaggaannddaann››nn aakkssii--nnee,, NNeeaannddeerrttaall iinnssaannllaarr››nn››nn iillkkeell mmaa¤¤aarraaaaddaammllaarr›› ddee¤¤iill,, mmeeddeennii bbiirr iinnssaann ››rrkk›› oolldduu¤¤uunnuuggöösstteerrmmeekktteeddiirr..((TThhee AAAAAASS SScciieennccee NNeewwss SSeerrvviiccee,, NNeeaannddeerr--ttaallss LLiivveedd HHaarrmmoonniioouussllyy,, 33 NNiissaann 11999977))

LLaaeettooll›› aayyaakk iizzlleerrii

((‹‹nnssaann aayyaakk iizzlleerrii))

Mary Leakey tarafından 1978'deTanzanya Laetoli'deki volkanik kül taba-kasında bazı ayak izleri bulundu. Buayak izleri, ünlü fosil Lucy ile ilgili ola-rak yürütülen evrimci propagandanınönemli bir parçası olarak kullanıldı.(bkz. Lucy kand›rmaca-s›) Söz konusu ayak iz-leri, evrimciler tarafın-dan maymun-insan or-tak atası kabul edilenLucy'nin iki aya¤ı üze-rinde yürüyebildi¤ininen somut kanıtı olaraksunuldular. Ayak izleri-nin Lucy ile aynı yaflta,yani yaklaflık 3.6 mil-yon yıl yaflında oldu¤uaçıklanmıfl ve dik yürü-yüflünün bir delili oldu-¤u iddia edilmiflti.

Ayak izleri gerçek-ten de Lucy kadar eskiydiler ve dik yü-rüyen bir canlı tarafından bırakıldıklarıaçıktı. Ama bu izlerin Lucy gibi bir ha-yali ara geçifl sınıflandırması olan Aust-ralopithecus afarensis'e ait oldu¤unugösteren hiçbir bulgu yoktu; bu ayak iz-lerinin gerçek insanlara ait oldu¤u sonderece açıktı. Mary Leakey ile birlikteçalıflan ünlü paleoantropolog Tim Whitebu konuda flunları söylemifltir:

Bu konuda yanılgıya düflmeyin, bunlarinsan ayak izleridir... Görünen morfoloji

aynıdır. ‹yi bir kavisle çizilmifl düzgün birtopuk ve aya¤ın önünde güzel bir yuvar-laklık vardır. Büyük baflparma¤ın sırasıdüzdür. Bir maymun baflparma¤ındakigibi yana sarkmamaktadır. Hiç kuflkunuzolmasın... Bunlar günümüz insanının

ayak izlerinden tamamen farksız. E¤erbu izler bugün bir California plajında ol-

salardı ve bir çocu¤a bun-ların ne oldu¤u sorulsaydı,hiç tereddüt etmeden bura-da bir insanın yürüdü¤ünüsöylerdi. Bunları, kumsaldayer alan di¤er yüzlerce in-san ayak izinden ayırt ede-mezdi. Dahası, siz de ayırtedemezdiniz.63

Kuzey CaliforniaÜniversitesi'nden LouisRobins ise ayak izleriniinceledikten sonra flöyledemifltir:

Aya¤ın kemeri yüksektir,ufak olan kiflinin ayak ke-

meri benimkisinden bile daha yüksektir,yani parmaklar insan parmaklarıyla ay-nı flekilde yeri kavramaktadırlar. Bunubaflka hayvan formlarında göremezsi-niz.64

Kısacası, 3.6 milyon yıl yaflında ol-du¤u söylenen bu ayak izlerinin Lucy'yeait olması imkansızdı. Çünkü kıvrık elve ayaklara sahip olan ve yürürken önayaklarını da kullanan Lucy'nin ancakinsana ait olabilecek bu tip izleri bırak-ması mümkün de¤ildi. Ayak izlerinin

Harun Yahya (Adnan Oktar)

LLaaeettoollii aayyaakk iizzii

LAETOLI AYAK ‹ZLER‹ (‹NSAN AYAK ‹ZLER‹)53

TTaannzzaannyyaa LLaaeettoollii''ddeekkii 33..66 mmiillyyoonnyy››llll››kk iinnssaann aayyaakk iizzlleerrii

Australopithecus afarensis tarafındanbırakıldı¤ının düflünülmesinin sebebiise, fosillerin bulundu¤u ve 3.6 milyonyıl yafl biçilen volkanik tabakaydı. Bukadar eski bir tarihte insanların yaflamıflolamayaca¤ı düflünülerek, izler Austra-lopithecus afarensis'e atfedilmiflti.

Tarafsız incelemeler, ayak izleriningerçek sahiplerini de tanımladı: 10 ya-flındaki bir insanın 20 tane ve daha kü-çük yaflta birinin de 27 tane fosil-leflmifl ayak izi vardı. Ve bunlar,kesinlikle, bizim gibi normalinsanlardı. Yani evrimcilerin,insanın sözde en eski atalarınınyafladı¤ını iddia ettikleri dö-nemde bildi¤imiz gerçek in-sanlar yaflamaktaydı. Kı-saca insanın atası yine in-sandan baflkası de¤ildi.

LLaammaarrcckk,, JJeeaann BB..

Evrim teorisi, felsefi kökenleri EskiYunan'a kadar uzanmasına karflın, bilimdünyasının gündemine 19. yüzyılda gir-di. Önce Fransız biyolog Jean B. La-marck, Zoological Philosophy adlı kita-bında canlı türlerinin birbirlerinden ev-rimlefltikleri varsayımını ortaya attı.

Lamarck'a göre canlılar yaflamları sı-rasında kazandıkları özellikleri sonrakinesle aktarıyorlar, böylece evrimlefliyor-lardı. Örne¤in zürafalar, ceylan benzerihayvanlardan türemifllerdi; yüksek a¤aç-ların yapraklarını yemek için çabalarken

nesilden nesile boyunları uzamıfltı. Dar-win de canlıları evrimlefltiren etken ola-rak, Lamarck'ın "kazanılmıfl özelliklerinaktarılması" tezine baflvurdu.

Lamarck'ın "kazanılmıfl özelliklerinaktarılması" olarak bilinen bu evrim mo-deli, kalıtım kanunlarının keflfedilmesiile birlikte geçerlili¤ini yitirmifltir. (bkz.Kalıtım kanunları) 20. yüzyılın ortala-rında DNA'nın keflfiyle birlikte, canlıla-

rın, hücrelerinin çekirde¤ine kod-lanmıfl çok özel bir genetik bil-giye sahip oldukları ve bu ge-netik bilginin, "kazanılmıfl

özellikler" tarafından de¤ifltiri-lemeyece¤i ortaya çıktı. (bkz.

DNA) Dolayısıyla bir canlınınsürekli a¤açlara uzanmasısonucunda boynu bir kaçsantim uzamıfl olsa bile, do-¤urdu¤u yavruları yine o türe

ait standart boyun ölçüleri ile do¤acak-lardı. Lamarck'ın öne sürdü¤ü evrim te-orisi, bilimsel bulgular tarafından yalan-landı ve yanlıfl bir varsayım olarak tari-he geçti.

LLaammaarrkkiizzmm

Darwin canlıları evrimlefltiren etkenolarak, Lamarck'ın "kazanılmıfl özellik-lerin aktarılması" tezine baflvurdu. (bkz.Lamarck, Jean B.)

Evrim teorisini savunan bir arafltır-macı olan Gordon Taylor, The GreatEvolution Mystery adlı kitabında Lamar-kizm'i tanımlayarak, Darwin'in bu dü-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

LAMARCK, JEAN B. 55

JJeeaann BB.. LLaammaarrcckk

flünce biçiminden yo¤un olarak nasıletkilendi¤ini flöyle

anlatır:

Lamarkizm, ka-zanılmıfl olan özel-

liklerin kalıtsal olarakaktarılması olarak bili-

nir... Darwin'in kendisi,açık konuflmak gerekirse,

böyle bir kalıtımın gerçeklefl-ti¤ine inanmıfl ve hatta par-

maklarını kaybettikten sonraçocukları parmaksız olarak do-

¤an bir adamı kaynak olarakgösterip bu olayı anlatmıfltır...

Darwin, Lamarck'tan tek bir fikirbile almadı¤ını iddia etmifltir. Buson derece ironiktir, çünkü Darwin

sürekli olarak kazanılmıfl özellikle-rin aktarılması fikriyle oynamıfltır ve(bu nedenle) elefltirilmesi gereken,Lamarck'tan ziyade Darwin'dir. Kita-bının (Türlerin Kökeni) 1859 yılı

baskısında "dıfl flartların de¤iflimi-nin"varyasyonlara kaynaklık et-ti¤ini söylemekte, ama hemen

ardından bu flartların varyasyon-ları yönetti¤ini ve bunu yaparken

de do¤al seleksiyonla iflbirli¤i yap-tı¤ını açıklamaktadır. Her geçen yıl,

(organların) kullanılması ya da kulla-nılmaması konusuna daha fazla önem

vermifltir... 65

LLee CChhaatteell››eerr PPrreennssiibbii

Amino asitler protein oluflturmaküzere kimyasal olarak birleflirken ara-larında "peptid ba¤ı" denilen özel bir

ba¤ kurarlar. Bu ba¤ kurulurken bir su

molekülü açı¤a çıkar. Bu durum, ilkel

hayatın denizlerde ortaya çıktı¤ını öne

süren evrimci açıklamayı kesinlikle çü-

rütmektedir. Çünkü, kimyada "Le Cha-

têlier Prensibi" olarak bilinen kurala gö-

re, açı¤a su çıkaran bir reaksiyonun

(kondansasyon reaksiyonu) su içeren

bir ortamda sonuçlanması mümkün de-

¤ildir. Sulu bir ortamda bu çeflit bir re-

aksiyonun gerçekleflebilmesi, kimyasal

reaksiyonlar içinde "oluflma ihtimali en

düflük olanı" olarak nitelendirilir.

Dolayısıyla, evrimcilerin hayatın

baflladı¤ı ve amino asitlerin olufltu¤u

yerler olarak belirttikleri okyanuslar,

amino asitlerin birleflerek proteinleri

oluflturması için kesinlikle uygun olma-

yan ortamlardır. Kimyacı Richard E.

Dickerson bunun nedenini flöyle açık-

lar:

E¤er protein ve nükleik asit polimerleri

öncül monomerlerden oluflacaksa poli-

mer zincirine her bir monomer ba¤lanı-

flında bir molekül su atılması flarttır. Bu

durumda suyun varlı¤ının polimer olufl-

turmanın aksine, ortamdaki polimerleri

parçalama yönünde etkili olması gerçe-

¤i karflısında, sulu bir ortamda polimer-

leflmenin nasıl yürüyebildi¤ini tahmin

etmek güçtür.66

Öte yandan, evrimcilerin bu gerçek

karflısında iddia de¤ifltirip, ilkel hayatın

karalarda olufltu¤unu öne sürmeleri de

imkansızdır. Çünkü ilkel atmosferde

olufltukları varsayılan amino asitleri ult-

56

raviyole ıflınlarından koruyacak yeganeortam denizler ve okyanuslardır. Aminoasitler karada ultraviyole yüzünden par-çalanırlar. Le Chatêlier prensibi ise de-nizlerdeki oluflum iddiasını çürütmekte-dir. Bu durum da evrim teorisi açısındanbir baflka çıkmazdır.

LLeeaakkeeyy,, RR››cchhaarrdd

Bir antropolog ve paleontolog olanRichard Leakey, aynı zamanda ünlü birevrimci yazardır. Fakat Richard Leakeyesas olarak yaptı¤ı fosil avcılıklarıylabilinmektedir. Özellikle Kenya'nın ku-zeyindeki Turkana gölü kıyılarında yap-tı¤ı geziler sonucunda çok sayıda fosilbulmufltur. Fakat bu fosiller konusundaöne sürdükleri ile birçok defa paleoant-ropoloji dünyasını yanıltmıfltır.

Örne¤in, 2.8 milyon yıl yafl biçti¤ibir kafatasını antropoloji tarihinin en bü-yük buluflu gibi tanıtmıfl, fakat bir süresonra bu kafatasının insansı yüzünün ka-sıtlı bir benzetmenin sonucu oldu¤u an-laflılmıfltır. (bkz. Homo rudolfensis)

Leakey, evrim teorisi hakk›nda çoktarafl› olmas›na ra¤men, evrim aleyhin-deki deliller karfl›s›nda zaman zaman bututumunu de¤ifltirmifltir. Bunun örnekle-rinden biri Turkana Çocu¤u hakk›ndayapt›¤› aç›klamalard›r. Evrimciler insa-nın hayali evrim flemasında, maymun-dan dik yürüyen insana geçifli göstere-bilmek açısından "dik yürüyen insan"anlamına gelen Homo erectus kavramınıortaya atmıfllardı. Gerçekte günümüz in-

sanın›n iskeletinden farksız olan bir is-

keleti Homo erectus örne¤i olarak öne

sürmüfllerdi. Bu sınıfa dahil edilen en

ünlü fosil ise "Turkana Çocu¤u" fosiliy-

di. Evrimcilerin iddialar›n›n aksine bu

fosilin 12 yaflında bir çocu¤a ait oldu¤u

ve büyüdü¤ü zaman yaklaflık 1.83 bo-

yunda olaca¤ı saptanmıfltı. Ayrıca fosilin

bulunmasından kısa bir süre sonra, dik

iskelet yapısının da günümüz insanından

farksız oldu¤u tespit edilmiflti.Leakey, "Modern ve Uzun" bafllıklı

makalesinde Turkana Çocu¤u fosilininevrimsel teorilerle yarattı¤ı çeliflkileriflöyle izah eder:

... Turkana Çocu¤u günümüz çocu¤uyla

karflılafltırıldı¤ında flaflılacak bir irilik

Harun Yahya (Adnan Oktar)

LEAKEY, RICHARD 57

RRiicchhaarrdd LLeeaakkeeyy,, KKeennyyaa''nn››nn kkuuzzeeyyiinnddeekkii TTuurr--kkaannaa ggööllüü kk››yy››llaarr››nnddaa bbuulldduu¤¤uu ffoossiilllleerr kkoonnuu--ssuunnddaa öönnee ssüürrddüü¤¤üü iiddddiiaallaarr iillee,, bbiirrççookk ddeeffaappaalleeooaannttrrooppoolloojjii ddüünnyyaass››nn›› yyaann››llttmm››flfltt››rr..

gösteriyordu. ... Bugün kalabalıkta farkedilmeden dolaflabilirdi. Bu keflif, insa-nın tarih boyunca gittikçe büyüdü¤ünüsöyleyen klasik evrimci düflünceyle çeli-fliyordu.67

Bir evrimci olmasına ra¤men Ric-hard Leakey, Homo erectus'un günümüzinsanı ile olan farklılı¤ının ırksal farklı-lıktan öte bir anlam taflımadı¤ını flöyleifade eder:

Herhangi bir kifli farklılıkları fark edebi-lir: Kafatasının biçimi, yüzün açısı, kaflçıkıntısının kabalı¤ı vs. Ancak bu farklı-lıklar bugün de¤iflik co¤rafyalarda yafla-makta olan insan ırklarının birbirleriarasındaki farklılıklardan daha fazla de-¤ildir. Böyle bir varyasyon, topluluklarbirbirlerinden uzun zaman aralıklarındaayrı tutuldukları zaman ortaya çıkar.68

LLeewwoonntt››nn,, RR››cchhaarrdd

Harvard Üniversitesi'nden ünlü birgenetikçi ve evrimci olan Richard Le-wontin, "önce materyalist, sonra bilimadamı" oldu¤unu flöyle itiraf etmektedir:

Bizim materyalizme bir inancımız var, 'apriori' (önceden kabul edilmifl, do¤ruvarsayılmıfl) bir inanç bu. Bizi dünyayamateryalist bir açıklama getirmeye zor-layan fley, bilimin yöntemleri ve kuralla-rı de¤il. Aksine, materyalizme olan a pri-ori ba¤lılı¤ımız nedeniyle, dünyaya ma-teryalist bir açıklama getiren arafltırmayöntemlerini ve kavramları kurguluyo-ruz. Materyalizm mutlak do¤ru oldu¤unagöre de, ‹lahi bir açıklamanın sahneyegirmesine izin veremeyiz.69

Lewontin'in kullandı¤ı "a priori" te-rimi oldukça önemlidir. Bu felsefi terim,hiçbir deneysel bilgiye dayanmayan birön varsayımı ifade eder. Bir düflüncenindo¤rulu¤una dair bir bilgi yok iken, onudo¤ru varsayar ve öyle kabul ederseniz,bu "a priori" bir düflüncedir. Evrimci Le-wontin'in açık sözlülükle ifade etti¤i gi-bi, materyalizm de evrimciler için "a pri-ori" bir kabuldür ve bilimi bu kabule uy-durmaya çalıflmaktadırlar. Materyalizmbir Yaratıcı'nın varlı¤ını kesin olarakreddetmeyi zorunlu kıldı¤ı için de, elle-rindeki tek alternatif olan evrim teorisi-ne sarılmaktadırlar. Evrim bilimsel veri-ler tarafından ne kadar yalanlanırsa ya-lanlansın fark etmez; söz konusu bilimadamları onu bir kere "a priori do¤ru"olarak kabul etmifllerdir. Bu önyargılı tu-tum, evrimcileri "bilinçsiz maddeninkendi kendini düzenledi¤ine inanmak"gibi bilime ve akla aykırı bir inanıfla gö-türür.

LL››aaoonn››nnggoorrnn››ss

Sürüngen-kufl evrimi konusunda sa-vunulan az sayıdaki ara geçifl formu id-dialarından en tanınmıflı Archæopteryxisimli fosil kufltur. Ancak Archæop-teryx'in bir ara geçifl formu olmad›¤›,uçabilen, günümüz kufllar›ndan hiçbirfark› olmayan bir kufl oldu¤u art›k bilin-mektedir. (bkz. Archæopteryx)

"Günümüz kufllarının atası" oldu¤uöne sürülen Archæopteryx, bundan yak-laflık 150 milyon yıl önce yaflamıfltır. Fa-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

LEWONTIN, RICHARD58

kat Çin'de Kasım 1996'da bulunan Liao-ningornis adındaki fosil evrimcilerinArchæopteryx hakk›ndaki iddialarınıçürütmüfltür.

130 milyon yıl yaflındaki Li-aoningornis isimli bu kufl,günümüz kufllarında bulunanuçufl kaslarının tutundu¤u gö-¤üs kemi¤ine sahipti. Di¤er yön-leriyle de bu canlı günümüz kuflların-dan farksızdı. Tek farkı, a¤zında diflleri-nin olmasıydı. Bu durum, diflli kuflların,hiç de evrimcilerin iddia etti¤i gibi ilkelbir yapıya sahip olmadıklarını gösteri-yordu.70 Nitekim Alan Feduccia, Disco-ver dergisinde yayınlanan yorumunda,Liaoningornis'in, kuflların kökeninin di-nozorlar oldu¤u iddiasını geçersiz kıldı-¤ını belirtmifltir.71

LL››nnnnaaeeuuss,, CCaarroolluuss

‹sveçli do¤a bilimci Caro-lus Linnaeus 1735 yılında, bi-linen tüm canlı türlerini sınıf-landırdı¤ı Systema Naturae(Do¤a Sistemi) adlı yapıtı-nı yayınladı. Linnaeustürlerin de¤iflmezli¤ine,yani sıraladı¤ı türlerinyüzyıllar boyu kuflaktankufla¤a koruyacakları özel-likler taflıdıklarına inanıyor-du. Linnaeus botani¤in ve zoolojinin ön-cüsü olmufl, canlılar arasında yaptı¤ı sı-nıflandırmalar ise günümüzde biyolog-

ların halen kullandı¤ı sınıflandırmalarıntemelini oluflturmufltur.72

Canl›lardaki benzer organlar› ilk kezgündeme getiren bilim adamlar›ndan

Carolus Linnaeus, bu organlar›"ortak yarat›l›fl" örne¤i olarak

görmüfltü. Yani benzer or-ganlar, ortak bir atadan tesa-düfen evrimlefltikleri için de-

¤il, belirli bir ifllevi gör-mek için bilinçli bir fle-kilde yarat›lm›fl olduklar›için birbirlerine benzi-yordu. Bu yoruma göre,

farkl› canl›lar›n benzer or-ganlara sahip olmas›, ortakbir Yarat›c›'n›n ürünü olma-

lar›ndan kaynaklanmaktad›r. Örne¤intüm kufllar›n kanat sahibi olmas›n›n ne-deni, kanatlar›n uçufl için en ideal yap›daolmas› ve dolay›s›yla bu ideal yap›n›n

Harun Yahya (Adnan Oktar)

LINNAEUS, CAROLUS 59

GGüünnüümmüüzz kkuuflflllaarr››nnddaann ffaarrkk›› oollmmaayyaann 113300mmiillyyoonn yy››ll yyaaflfl››nnddaakkii LLiiaaoonniinnggoorrnniiss kkuuflfluunnaa

aaiitt bbiirr ffoossiill..

CCaarroolluuss LLiinnnnaaeeuuss

her kufl türü için ayr› ayr› yarat›lm›fl ol-mas›d›r. Bu yorum, canl›lar› Allah'›n ya-ratt›¤›n› aç›kça ortaya koyar. (bkz. Yara-t›l›fl gerçe¤ini savunma)

Nitekim modern bilimsel bulgularda, benzer organlar için ortaya atılan"ortak ata" iddiasının tutarlı olmadı¤ınıve yapılabilecek yegane açıklamanınsöz konusu "ortak yarat›l›fl" açıklamasıoldu¤unu göstermektedir. (bkz. Ortakata yalan›)

LLuuccyy kkaanndd››rrmmaaccaass››

((AAuussttrraalloopp››tthheeccuuss

aaffaarreennss››ss))

Lucy, 1973 y›l›nda Donald Johansontaraf›ndan Etiyopya'daki Afar bölgesin-de bulunan ve bu bölgeden hareketleAustralopithecus afarensis olarak adlan-d›r›lan bir fosildir. Lucy uzun y›llar in-san›n evrimi senaryosunda aranan kay›phalka olarak gösterilmifltir. Ancak sonbilimsel bulgular nedeniyle artık evrim-ci kaynaklar tarafından da itibar görme-mektedir. Son dönemlerde Australopit-hecus'un insanın atası sayılamayaca¤ı,ünlü Fransız bilim dergisi Science etVie'nin Mayıs 1999 sayısında kapak ko-nusu olmufltur. Dergide "Adieu Lucy"(Elveda Lucy) bafllı¤ı kullanılarak,Australopithecus türü maymunların in-sanın soy a¤acından çıkarılması gerekti-¤i yazılmıfltır. St W573 kodlu yeni birAustralopithecus fosili bulgusuna daya-nılarak yazılan makalede flu cümleleryer almaktadır:

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

LUCY KANDIRMACASI60

LLuuccyy iisskkeelleettii

Yeni bir teori Australopithecus türününinsan soyunun kökeni olmadı¤ını söylü-

yor... St W573'ü incelemeye yetkili tek ka-dın arafltırmacının vardı¤ı sonuçlar, in-sanın atalarıyla ilgili güncel teorilerdenfarklı; hominid soy a¤acını yıkıyor. Böy-lece bu soy a¤acında yer alan insan vedo¤rudan ataları sayılan primat cinsibüyük maymunlar hesaptan çıkarılıyor...Australopithecuslar ve Homo türleri (in-sanlar) aynı dalda yer almıyorlar, Homotürlerinin (insanların) do¤rudan ataları,hala keflfedilmeyi bekliyor.73

""EELLVVEEDDAA LLUUCCYY""BBiilliimmsseell bbuullgguullaarr,, AAuussttrraallooppiitthheeccuuss ss››nn››ff››nn››nneenn üünnllüü öörrnnee¤¤ii ssaayy››llaann ""LLuuccyy"" hhaakkkk››nnddaakkii eevv--rriimmccii vvaarrssaayy››mmllaarr›› ddaa tteemmeellssiizz bb››rraakktt››.. ÜÜnnllüüFFrraannss››zz bbiilliimm ddeerrggiissii SScciieennccee eett VViiee,, fifiuubbaatt11999999 ssaayy››ss››nnddaa ""EEllvveeddaa LLuuccyy"" ((AAddiieeuu LLuuccyy))bbaaflflll››¤¤››nn›› aattaarraakk bbuu ggeerrççee¤¤ii kkaabbuull eeddiiyyoorr vveeAAuussttrraallooppiitthheeccuuss''uunn iinnssaann››nn aattaass›› ssaayy››llaammaayyaa--ccaa¤¤››nn›› oonnaayyll››yyoorrdduu..

LLuuccyy kkaaffaattaass››

Harun Yahya (Adnan Oktar)

MMaakkrroo eevvrriimm mmaassaall››

Evrimciler türler içindeki çeflitlili¤i,

yani varyasyonu "mikro evrim", yeni

türlerin oluflmas› varsay›m›n› ise "makro

evrim" olarak adland›r›rlar. Evrimcilerin

bu tan›mlamalarda kulland›klar› çarp›t-

malardan ilki "mikro evrim" safsatas›d›r.

Evrimciler, güya mikro evrim herkesçe

kabul edilen aç›k bir bilimsel gerçekmifl,

makro evrim de mikro evrimin daha

uzun zamana yay›lm›fl bir sonucuymufl

izlenimi vermeye çal›fl›rlar. Herfleyden

önce vurgulanmas› gereken nokta, "mik-

ro evrim" diye bir sürecin de gerçekte

var olmad›¤›d›r. Evrimciler baflta da be-

lirtti¤imiz gibi türler içindeki çeflitlenme

(varyasyon) olay›na "mikro evrim" ad›n›

takarak bu olaya sözde evrimsel bir sü-

reçmifl görünümü vermeye çal›fl›rlar.

Oysa, durum hiç ilgisi olmayan bir ola-

ya, içinde "evrim" sözcü¤ü geçen bir

isim takarak göz boyamaya çal›flmaktan

ibarettir. Çeflitlenme yani varyasyon, her

türün gen havuzundaki bilgilerin o türün

bireyleri aras›ndaki çaprazlanmalar so-

nucunda ortaya çeflitli farkl› gen kombi-

nasyonlar›n›n ç›kmas›ndan ibarettir. So-

nuçta o türün gen havuzuna eklenen ye-

ni bir bilgi yoktur. Dolay›s›yla ortada ev-

rim gibi bir süreç yoktur (bkz. Mikro ev-

rimin geçersizli¤i).

‹kinci çarp›tma ise türün kendi için-

deki sözde mikro evrimlerin daha uzun

zaman içinde birikmesi sonucunda

"makro evrim", yani tür de¤iflimlerinin

meydana geldi¤i iddias›d›r. Oysa, "mik-

ro evrim" diye bir kavram›n gerçek d›fl›

oldu¤u anlafl›l›nca, "makro evrim" iddi-

as›n›n da hayali dayana¤› ortadan kalk-

m›fl olur. Çünkü mikro evrim gibi bir sü-

reç yaflanmad›¤›na göre, sözde bunlar›n

birikmesiyle olufltu¤u iddia edilen "mak-

ro evrim" gibi bir kavram mant›ken bü-

tünüyle iptal olmufl olur.

"Makro evrim" ve "mikro evrim" gi-

bi hayali kavramlar›n ve bunlara dayal›

varsay›mlar›n gerçekte türlerin kökenine

hiçbir aç›klama getiremedi¤i, birçok ev-

rimci biyolog taraf›ndan kabul edilmifl-

tir. Ünlü evrimci paleontolog Roger Le-

win, Kas›m 1980'de Chicago Do¤a Tari-

hi Müzesi'nde 150 evrimcinin kat›ld›¤›,

dört gün süren ünlü sempozyumda bu

konuda var›lan sonucu flöyle anlat›r:

Darwin'in (varyasyonlardan yola çıka-

rak) yaptı¤ı mantık yürütmeleri haklı

mıydı? Evrimsel biyolojinin tarihindeki

son 40 yılın en önemli konferanslarından

birine katılan bilim adamlarının ortaya

koydukları yargıya göre, bu sorunun ce-

vabı "hayır"dır. Chicago konferansında-

ki temel mesele, mikro evrimi sa¤layan

mekanizmaların, makro evrim adını ver-

di¤imiz fenomeni açıklamak için de kul-

lanılıp kullanılamayaca¤ı olmufltur... Ce-

vap açıklıkla verilebilir: Hayır.74

MMaakkrroo mmuuttaassyyoonn

kkaanndd››rrmmaaccaass››

Var oldu¤unu iddia ettikleri ara geçifl

formlar›n›n bir türlü bulunamamas› ev-

rimcilerin yeni tezler üretmelerine neden

Harun Yahya (Adnan Oktar)

MAKRO EVR‹M MASALI 63

olmufltur. Bunlaran biri s›çramal› evrimteorisidir. Bu teori, tür oluflumuna yolaçan mutasyonların çok büyük ölçekler-de gerçekleflti¤ini ya da bazı bireylerinüst üste yo¤un mutasyonlara maruz kal-dıklarını varsaymaktadır.

Yüzyılın ünlü genetikçilerinden Fis-her'ın deney ve gözlemlere dayanarakortaya koydu¤u bir kural, bu varsayımıaçıkça geçersiz kılmaktadır. Fisher, bir"mutasyonun bir canlı popülasyonundakalıcı olabilmesinin, mutasyonun feno-tip üzerindeki etkisiyle ters orantılı" ol-du¤unu bildirir.75 Bir baflka deyiflle, birmutasyon ne kadar büyük olursa, toplu-lukta kalıcı olması ihtimali de o kadarazalır.

Ayr›ca mutasyonlar canlıların gene-tik bilgisinde rastlantısal de¤iflikliklerolufltururlar ve hiçbir zaman canlının ge-netik bilgisini gelifltiren bir etkileri yok-tur. Aksine, mutasyondan etkilenen bi-reyler ciddi hastalık ve sakatlıklara ma-ruz kalır. Dolayısıyla bir birey mutas-yondan ne kadar fazla etkilenirse, yafla-ma ihtimali de o kadar azalacaktır. Dar-winist Ernst Mayr, bu konuda flu yorumuyapar:

Mutasyonlar sonucunda genetik cana-varların oluflması gerçekten de gözlemle-nen bir olgudur, fakat bunlar o kadar ga-rip canlılardır ki, ancak "canavarlar"olarak tanımlanabilir. O denli dengesiz-leflmifllerdir ki, dengeleyici seleksiyonmekanizması vas›tas›yla elenmekten kur-tulmak için hiçbir imkanlar› yoktur...Gerçekte bir mutasyon fenotipi ne kadarçok etkilerse, onun (do¤al ortama olan)

uygunlu¤unu o kadar azaltır. Bu tip radi-kal bir mutasyonun, farklı bir adaptas-yon sa¤layacak yeni bir fenotip olufltura-ca¤ına inanmak, bir mucizeye inanmakdemektir... Bu "canavara" çiftleflece¤iuygun bir efl bulmak ve bunların popü-lasyonun normal bireylerinden türeyicibir biçimde izole edilmeleri de, bence as-la aflılamayacak zorluklardır.76

Mutasyonların evrimsel bir geliflmesa¤lamadı¤ı açıktır ve bu gerçek hemneo-Darwinizm'i hem de sıçramalı ev-rim teorisini çıkmaza sürüklemektedir.Mutasyon bir tahrip mekanizması oldu-¤una göre, sıçramalı evrim savunucula-rının sözünü ettikleri makromutasyonlar,canlılar üzerinde "makro" düzeyde tahri-batlar oluflturacaktır. Genetikçi LaneLester ve popülasyon genetikçisi Ray-mond Bohlin, söz konusu mutasyon çık-mazını flöyle anlatırlar:

Sonuçta dönüp-dolaflıp gelinen temelnokta, herhangi bir evrim modelinde, hertürlü genetik varyasyonun mutlak kökeni-nin mutasyon olufludur. Bazıları, küçükmutasyonların birikmesi düflüncesininsonuçlarından rahatsız olmakta ve ev-rimsel yeniliklerin kökenini açıklamakiçin makromutasyonlara yönelmektedir.Goldschmidt'in "umulan canavarları"gerçekten de geri dönmüfltür. Ancak mak-romutasyonlar tarafından etkilenen po-pülasyonlar, gerçekte yaflam mücadele-sinde yenik düflen popülasyonlar halinegelmektedir. Makromutasyonların, komp-lekslik artıflı sa¤lanmasının (genetik bil-giyi gelifltirmesinin) ise izi bile yoktur.E¤er yapısal gen mutasyonları (küçükmutasyonlar) gerekli de¤iflimleri olufltur-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

MAKRO MUTASYON KANDIRMACASI64

makta yetersiz kalıyorlar ise, düzenleyicigenler üzerindeki mutasyonlar daha daifle yaramaz olacaktır; çünkü adaptasyonsa¤lamayacak ve hatta yıkıcı etkileroluflturacaktır... Bir nokta son dereceaçıktır: Mutasyonların, ister büyük ister-se küçük olsunlar, sınırsız bir biyolojikde¤iflim oluflturabilecekleri tezi, bir ol-gudan çok bir inanç olarak kalmaya de-vam etmektedir.77

Gözlem ve deneyler, mutasyonlarıngenetik bilgiyi gelifltirmedi¤ini ve canlı-ları tahrip etti¤ini gösterirken, sıçramalıevrim savunucularının mutasyonlardanbüyük "baflarılar" beklemeleri, açık birtutarsızlıktır.

MMaalltthhuuss,, TThhoommaass RRoobbeerrtt

‹ngiliz iktisatçı Thomas Robert Malt-hus, teorileri ile Darwin'in do¤ada kıya-sıya bir yaflam mücadelesi oldu¤u ve hercanlının sadece kendini düflündü¤ü fikir-lerinin flekillenmesinde etkili olmufltur.Malthus, yiyecek kaynaklarının aritme-tik dizi ile artarken, insanların geometrikdizi ile ço¤aldıklarını anlatmıfl ve buyüzden insanların kaçınılmaz olarak kı-yasıya bir yaflam mücadelesi içinde ol-duklarını öne sürmüfltür. Darwin ise bukıyasıya yaflam mücadelesi kavramınıdo¤aya uyarlamıfltır.

19. yüzyılda Malthus'un fikirleri ol-dukça genifl bir kitle tarafından benim-senmiflti. Özellikle, Avrupalı üst sınıfınentelektüelleri Malthus'un fikirlerinidestekliyordu. "Nazi Irk Islahı Progra-

mının Bilimsel Arka Planı" isimli maka-lede, 19. yüzyıl Avrupası'nın Malthus'unpopülasyon ile ilgili görüfllerine verdi¤iönem flöyle aktarılmaktadır:

19. yüzyılın ilk yarısında Avrupa'da yö-netici sınıfın üyeleri, yeni keflfedilen 'nü-fus artıflı problemi'ni tartıflmak ve fakir-lerin ölüm oranlarını artırmak için,Malthus'un fikirlerini uygulamanın yön-temlerini planlamak üzere biraraya gel-diler. Vardıkları sonuç özetle flöyleydi:"Fakirlere temizli¤i tavsiye etmek yerinetam tersi alıflkanlıklara teflvik etmeliyiz.fiehirlerimizdeki sokakları daha dar yap-malıyız, daha fazla insanı evlere doldur-malıyız ve vebayı getirmeye çalıflmalıyız.Ülkemizde köylerimizi durgun sulara ya-kın yapmalıyız, bataklıklarda yaflamayıteflvik etmeliyiz vs..."78

‹ngiltere'de 19. yüzyılda uygulanan"fakirleri ezme" programı ile yaflam mü-cadelesinde güçlü olanlar zayıf olanlarıezmifl ve bu flekilde hızla artan nüfus dadengelenmifl olacaktı. Malthus'un teorikolarak gerekli buldu¤u "yaflam mücade-lesi", ‹ngiltere'de milyonlarca fakir insa-nın sıkıntı dolu bir hayat sürmelerine se-bep olmufltur.

MMaarrxx,, KKaarrll

Komünizmin kurucusu olan KarlMarx, Charles Darwin'in yazdı¤ı ve ev-rim teorisinin temelini oluflturan Türle-rin Kökeni adlı kitap için, "bizim görüfl-lerimizin do¤al tarihsel temelini içerenkitap budur iflte" demifltir.79

Harun Yahya (Adnan Oktar)

MALTHUS, THOMAS ROBERT 65

Marx, Darwin'e olan sempatisini enönemli eseri olan Das Kapital'i Darwin'eithaf ederek de göstermifltir. Kitabın Al-manca baskısına el yazısıyla flöyle yaz-mıfltır: "Charles Darwin'e, gerçek birhayranı olan Karl Marx'tan".80

Amerikalı botanik profesörü Con-way Zirckle, komünizmin kurucularınınDarwinizm'i neden büyük bir ısrarla be-nimsediklerini flöyle açıklar:

Marx ve Engels, evrim teorisini, Dar-win'in Türlerin Kökeni adlı kitabı yayınla-nır yayınlanmaz benimsediler… Evrim,komünizmin kurucuları için, insanlı¤ındo¤aüstü bir gücün müdahalesi olmadannasıl ortaya çıkmıfl olabilece¤i sorusunagetirilen cevaptı ve dolayısıyla savunduk-ları materyalist felsefenin temellerini des-teklemek için kullanılabilirdi. Dahası,Darwin'in evrimi yorumlama biçimi -yanievrimin bir do¤al seleksiyon süreci içindegeliflti¤i teorisi- onlara o zamana dek ha-kim olan teolojik düflüncelere karflı koymafırsatı veriyordu. Do¤al seleksiyon teorisisayesinde, bilim adamları organik dünya-yı materyalist bir terminoloji ile yorumla-ma imkan› elde etmifl oluyorlardı.81

Amerika'daki The Hoover Instituti-on'da çal›flmalar›n› yürüten sosyal bilim-ci Tom Bethell ise, Marx ile Darwin ara-sındaki ba¤lantının asıl nedenlerini flöy-le açıklamaktadır:

Marx, Darwin'in kitabına ekonomik se-bepler dolayısıyla hayran kalmamıfltır.Marx'ın Darwin'in kitabına hayranlı¤ı-nın en önemli nedeni, Darwin'in evreni-nin tamamen materyalist olmasıdır. Buönemli noktada Darwin ve Marx gerçek

birer yoldafltılar.82

Marksizm-Darwinizm ba¤lantısı bu-gün herkesçe kabul edilen çok açık birgerçektir. Karl Marx'ın hayatını anlatankitaplarda dahi bu ba¤lantı mutlaka be-lirtilmektedir. Örne¤in, Marksist görüflesahip kitapları yayınlayan bir yayınevitarafından çıkartılan Karl Marx biyogra-fisinde bu ba¤lantı flöyle tarif edilir:

Darwinizm, Marksist felsefeyi destekle-yen, gerçekli¤ini kanıtlayan ve gelifltirenbir dizi gerçe¤i takdim etti. Darwinist ev-rimci fikirlerin yayılması, toplumda birbütün olarak Marksist düflüncelerinemekçi halk tarafından kavranılması içinelveriflli zemin yarattı… Marx, Engels veLenin, Darwin'in düflüncelerine büyükde¤er verdiler ve bunların taflıdı¤ı büyükbilimsel öneme iflaret ettiler, böyleliklebu düflüncelerin yaygınlaflmasına hız ka-zandırdılar.83

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

MARX, KARL66

KKoommüünniizzmmiinn kkrruuccuussuu KKaarrll MMaarrxx

Öte yandan Marx, tarihin gelifliminiekonomiye dayandırıyordu. Marx'a göretoplum, tarih içinde çeflitli evrelerdengeçiyordu ve bu evreleri belirleyen fak-tör, üretim araçlarıyla üretim iliflkilerin-deki de¤iflimdi. Ekonomi, di¤er herfleyinbelirleyicisiydi. Bu ideoloji içinde, dinde ekonomik çıkarlar adına uydurulmuflbir masal olarak tanımlanıyordu; ege-men sınıflar, ezdikleri sınıfları pasifizeetmek için dini gelifltirmifllerdi ve bu ba-t›l anlay›fla göre din "halkın afyonu"ydu.

Marx, ayrıca, toplumların bir geliflimsüreci içinde birbirlerini izlediklerini dü-flünüyordu. Köleci toplum feodal toplu-ma, feodal toplum kapitalist topluma dö-nüflmüfltü, sonunda bir devrim sayesindesosyalist toplum kurulacak ve tarihin enileri evresine varılacaktı. Marx'ın görüfl-leri, Türlerin Kökeni adlı kitabın yayın-lamasından da önce, evrimciydi. AncakMarx ve Engels, canlıların nasıl varoldu-¤u sorusunu açıklamakta zorlanıyorlar-dı. Çünkü canlıları "yaratılmamıfllık" te-melinde açıklayan bir tez olmadıkça, di-nin uydurulmufl bir afyon oldu¤unu önesürmek ve tüm tarihi maddeye dayandır-mak mümkün olamazdı. Bu nedenleMarx, Darwin'in teorisini hemen benim-sedi.

Bugün baflta Marx'ın fikirleri olmaküzere her türlü materyalist düflünce te-melinden çürümüfl durumdadır. Çünkümateryalizmin kendisini dayandırdı¤ıbir 19. yüzyıl dogması olan evrim teori-si ça¤dafl bilimin bulguları karflısındabütünüyle geçersiz hale gelmifltir. Bilim,

maddeden baflka hiçbir fleyin varlı¤ınıkabul etmeyen materyalist varsayımı ge-çersiz kılmakta ve tüm canlıların üstünbir yaratılıflın eseri oldu¤unu göstermek-tedir.

MMaatteerryyaalliizzmm

Materyalist felsefe, tarihin en eskidüflüncelerinden biridir ve temel özelli-¤i, maddeyi mutlak varlık saymasıdır.Bu düflünceye göre madde sonsuzdanberi vardır ve var olan herfley de madde-den ibarettir. Bu tanım elbette bir Yaratı-cı'ya inanmayı da imkansız kılar. Bumantık gere¤i, materyalizm tarihin eneski ça¤larından beri her türlü Allahinancına ve ‹lahi dine karflı olmufltur.

Maddenin sonsuzdan beri var oldu-¤unu ve maddenin dıflında hiçbir fleyinvar olmadı¤ını savunan materyalist fel-sefenin sözde "bilimsel dayana¤ı" iseevrim teorisidir.

Materyalizm, do¤ayı yalnızca maddietkenlerle açıklamaya çalıfltı¤ı ve yaratı-lıflı en bafltan reddetti¤i için, canlı vecansız her varlı¤ın hiçbir yaratılıfl olma-dan, rastlantılarla ortaya çıktı¤ını ve dü-zen kazandı¤ını öne sürer. Oysa insanaklı, bir düzen gördü¤ünde mutlaka birdüzenleyici iradenin var oldu¤unu kav-rayabilmektedir. ‹nsan aklının bu en te-mel özelli¤ine aykırı olan materyalistfelsefe, 19. yüzyılın ortasında "evrim te-orisi"ni üretmifltir. (bkz. Evrim teorisi)

Materyalizmin iddiasının do¤rulu¤u-nu bilimsel yöntemle de sorgulayabili-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

MATERYAL‹ZM 67

riz. Maddenin sonsuzdan beri var olup

olmadı¤ını, maddenin madde-üstü bir

Yaratıcı olmadan kendisini düzenleyip

düzenleyemeyece¤ini ve canlılı¤ı ortaya

çıkarıp çıkaramayaca¤ını arafltırabiliriz.

Bunu yaptı¤ımızda görürüz ki materya-

lizm aslında çökmüfltür. Çünkü madde-

nin sonsuzdan beri var oldu¤u düflünce-

si, evrenin yoktan var edildi¤ini ispatla-

yan Big Bang teorisi ile yıkılmıfltır. (bkz.

Big Bang teorisi) Dolay›s›yla maddenin

kendisini düzenledi¤i ve canlılı¤ı ortaya

çıkardı¤ı iddiası -di¤er bir deyiflle "ev-

rim teorisi"- tümüyle çökmüfltür.

Fakat materyalist bilim adamları, bu

felsefeye olan ba¤lılıklarını herfleyin

önünde tutarak evrim teorisinin bilim ta-

rafından yalanlandı¤ını gördükleri halde

materyalizmi terk etmezler. Aksine, ev-

rim teorisini ne olursa olsun bir flekilde

desteklemeye çalıflarak materyalizmiayakta tutmak için çabalarlar. Nitekimbu tutumlarını bazen kendileri de itirafetmektedirler. Harvard Üniversitesi'ndenünlü bir genetikçi ve açık sözlü bir ev-rimci olan Richard Lewontin, "önce ma-teryalist, sonra bilim adamı" oldu¤unuflöyle kabul etmektedir:

Bizim materyalizme bir inancımız var, 'apriori' (önceden kabul edilmifl, do¤ruvarsayılmıfl) bir inanç bu. Bizi dünyayamateryalist bir açıklama getirmeye zor-layan fley, bilimin yöntemleri ve kuralla-rı de¤il. Aksine, materyalizme olan a pri-ori ba¤lılı¤ımız nedeniyle, dünyaya ma-teryalist bir açıklama getiren arafltırmayöntemlerini ve kavramları kurguluyo-ruz. Materyalizm mutlak do¤ru oldu¤unagöre de, ‹lahi bir açıklamanın sahneyegirmesine izin veremeyiz.84

Lewontin'in kullandı¤ı "a priori" te-

MATERYALIZM68

BBiigg BBaanngg ((BBüüyyüükk PPaattllaammaa)),, mmaatteerryyaalliissttlleerriinnvvee eevvrriimmcciilleerriinn iiddddiiaallaarr››nn›› yyaallaannllaayyaann,, eevvrree--nniinn bbiirr bbaaflflllaanngg››cc›› oolldduu¤¤uunnuu ggöösstteerreerreekk yyaa--rraatt››ll››flfl ggeerrççee¤¤iinnii oonnaayyllaayyaann bbiirr oollaayydd››rr..

rimi oldukça önemlidir. Bu felsefi terim,

hiçbir deneysel bilgiye dayanmayan bir

ön varsayımı ifade eder. Bir düflüncenin

do¤rulu¤una dair bir bilgi yok iken, onu

do¤ru varsayar ve öyle kabul ederseniz,

bu "a priori" bir düflüncedir. Evrimci Le-

wontin'in açık sözlülükle ifade etti¤i gi-

bi, materyalizm de evrimciler için "a pri-

ori" bir kabuldür ve bilimi bu kabule uy-

durmaya çalıflmaktadırlar. Materyalizm

bir Yaratıcı'nın varlı¤ını kesin olarak

reddetmeyi zorunlu kıldı¤ı için de, elle-

rindeki tek alternatif olan evrim teorisi-

ne sarılmaktadırlar. Evrim bilimsel veri-

ler tarafından ne kadar yalanlanırsa ya-

lanlansın fark etmez; söz konusu bilim

adamları onu bir kere "a priori do¤ru"

olarak kabul etmifllerdir.

Bu önyargılı tutum, evrimcileri "bi-

linçsiz maddenin kendi kendini düzenle-

di¤ine inanmak" gibi bilime ve akla ay-

kırı bir inanıfla götürür. New York Üni-

versitesi kimya profesörü ve DNA uz-

manı Robert Shapiro, evrimcilerin bu

inanıflını ve temelindeki materyalist

dogmayı flöyle açıklar:

Bizi basit kimyasalların var oldu¤u bir

karıflımdan, ilk etkin replikatöre (DNA

veya RNA'ya) taflıyacak bir evrimsel ilke-

ye ihtiyaç vardır. Bu ilke "kimyasal ev-

rim" ya da "maddenin kendini örgütle-

mesi" olarak adlandırılır, ama hiçbir za-

man detaylı bir biçimde tarif edilmemifl

ya da varlı¤ı gösterilememifltir. Böyle bir

prensibin varlı¤ına, diyalektik materya-

lizme ba¤lılık u¤runa inanılır.85

Tanınmıfl biyolog Hubert Yockey,

aynı gerçe¤i flöyle açıklar:

Diyalektik materyalizmin mutlak ve kap-

samlı doktrinlerine olan inanç, yaflamın

kökeni senaryolarında çok önemli bir rol

oynamaktadır... Yaflamın bir flekilde olufl-

mufl olması gerekti¤i... bu konuda hiçbir

kanıt olmamasına, hatta bunun kanıtlara

aykırı olmasına ra¤men savunulmakta-

dır.86

‹flte dünya çapındaki evrimci propa-gandanın temelinde bu materyalist dog-ma yatar. Batı'nın önde gelen medya or-ganlarında, ünlü ve "saygın" bilim dergi-lerinde sürekli karflılafltı¤ınız evrim pro-pagandası, bu tür ideolojik ve felsefi zo-runlulukların bir sonucudur. Evrim, ide-olojik açıdan vazgeçilemez bulundu¤uiçin, bilimin standartlarını belirleyenmateryalist çevreler tarafından tartıflıl-maz ancak kabul edilir.

Evrim, gerçekte bilimsel arafltırmala-rın sonucunda ortaya çıkan bir teori de-¤ildir. Aksine, bu teori materyalist felse-fenin gereklerine göre üretilmifl ve sonrada bilimsel gerçeklere ra¤men kabul et-tirilmeye çalıflılan bir tabuya dönüflmüfl-tür. Yine evrimcilerin yazdıklarından an-ladı¤ımız üzere, tüm bu çabanın bir de"amacı" vardır ve bu amaç, canlıların birYaratıcı tarafından var edildi¤ini inkaretmeyi zorunlu kılmaktadır.

Evrimciler bu amacı "bilimsel amaç"olarak ifade ederler. Oysa sözünü ettik-leri fley bilim de¤il, materyalist felsefe-dir. Materyalizm, madde-ötesinin (ya da"do¤aüstü"nün) var oldu¤unu kesinliklereddeder. Bilim ise, böyle bir dogmayı

Harun Yahya (Adnan Oktar)

MATERYALIZM 69

kabul etmek zorunda de¤ildir. Bilim, do-¤ayı incelemek ve sonuçlar çıkarmaklayükümlüdür. Bu sonuçlar do¤anın yara-tıldı¤ı gerçe¤ini ortaya çıkarıyorsa, bi-lim bunu kabul eder. Gerçek bir bilimadamının yapması gereken de 19. yüzyı-lın materyalist dogmalarına ba¤lanarakimkansız senaryoları savunmak olma-malıdır.

MMaayymmuunn--iinnssaann ggeenneettiikk

bbeennzzeerrllii¤¤ii yyaallaann››

‹nsan Genomu Projesi çerçevesindeinsanlı¤ın gen haritasının çıkarılmasıönemli bir bilimsel geliflme olmufltur.Ancak bu projenin bazı sonuçları bazıevrimci yayınlarda çarpıtılmaktadır.fiempanzelerin genlerinin insan genleriile %98 benzerlik gösterdi¤i iddia edil-mekte ve bunun maymunların insana ya-kınlı¤ının ve dolayısıyla evrim teorisininbir delili oldu¤u ileri sürülmektedir. Ger-çekte bu, evrimcilerin, toplumun bu ko-nulardaki bilgisizli¤inden faydalanarakortaya attıkları "sahte" bir delildir.

Öncelikle evrimcilerin insan ve flem-panze DNA'ları hakkında sık sık ilerisürdükleri %98 benzerlik kavramı alda-tıcıdır. ‹nsanla flempanzenin genetik ya-pısının %98 birbirine benzer oldu¤unuiddia etmek için flu anda insanınkinin ol-du¤u gibi flempanzenin de genetik hari-tasının tümünün çıkarılması, ikisininkarflılafltırılması ve bu karflılafltırma so-nucunun elde edilmifl olması gerekir.Oysa elde böyle bir sonuç yoktur. Çün-

kü, flu ana kadar insanın genetik haritasıçıkartılmıfltır ancak flempanzelerin gene-tik haritas› tümüyle ç›kart›lmam›flt›r.

Gerçekte, zaman zaman gündemegelen insan ve maymun genlerinin %98benzerli¤i ise, yıllar önce kasıtlı üretil-mifl propaganda amaçlı bir slogandır. Bubenzerlik insanda ve flempanzede bulu-nan 30-40 civarındaki bazı temel prote-inin amino asit dizilimlerinin benzerli-¤inden yola çıkılarak yapılmıfl ola¤anüs-tü abartılı bir genellemedir. Bu protein-lere karflılık gelen DNA dizilimleri üze-rinde "DNA hibridizasyonu" adı verilenbir yöntemle "sekans analizi" (sequenceanalysis) yapılmıfl ve sadece bu sınırlısayıdaki proteinler karflılafltırılmıfltır.

Oysa insanda 30 bin civarında gen vedolayısıyla bu genlerin kodladı¤ı 30 binkadar protein vardır. Bu yüzden, 30 binproteinin sadece 40 tanesinin benzeme-siyle insan ve maymunun bütün genleri-nin %98 aynı oldu¤unu iddia etmeninhiçbir bilimsel dayana¤ı yoktur.

Kaldı ki, söz konusu 40 protein üze-rinde yapılan DNA karflılafltırması datartıflmalıdır. Bu karflılafltırma, 1987 yı-lında Sibley ve Ahlquist adlı iki biyologtarafından yapılmıfl ve Journal of Mole-cular Evolution dergisinde yayınlanmıfl-tır.87 Oysa daha sonra bu ikilinin verileri-ni inceleyen Sarich isimli bilim adamı,kullandıkları yöntemin güvenilirli¤inintartıflmalı oldu¤u ve verilerin abartılı yo-rumlandı¤ı sonucuna varmıfltır.88

Kaldı ki temel proteinler di¤er pekçok farklı canlılarda da bulunan ortak

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

MAYMUN-‹NSAN GENET‹K BENZERL‹⁄‹ YALANI 70

hayati moleküllerdir. Yalnızca flempan-

zede de¤il, bütünüyle farklı canlılarda

bulunan aynı tür proteinlerin de yapısı

insandakilerle çok benzerdir.

Örne¤in, New Scientist dergisinde

aktarılan genetik analizler, nematod so-

lucanları ve insan DNA'larında %75'lik

bir benzerlik ortaya koymufltur.89 Bu, el-

bette insan ile bu solucanlar arasında sa-

dece %25'lik bir fark bulundu¤u anlamı-

na gelmemektedir.

Aynı flekilde Drosophila türüne aitmeyve sineklerinin genleri ile insan gen-leri karflılafltırıldı¤ında da, % 60'lık birbenzerlik saptanmıfltır.90

Öte yandan bazı proteinler üzerindeyapılan analizler de, insanı çok dahafarklı canlılara yakın gibi göstermekte-dir. Cambridge Üniversitesi'ndeki arafl-tırmacıların yaptı¤ı bir çalıflmada, karacanlılarının bazı proteinleri karflılafltırıl-maktadır. Hayret verici bir flekilde, yak-laflık bütün örneklerde insan ve tavuk,birbirlerine en yakın akraba olarak efllefl-mifllerdir. Bir sonraki en yakın akrabaise timsahtır.91

Evrimcilerin "insan ile maymun ara-sındaki genetik benzerlik" konusundakullandıkları bir di¤er örnek ise insanda46, flempanze ve gorillerde ise 48 kro-mozom bulunmasıdır. Evrimciler, kro-mozom sayılarının yakınlı¤ını evrimselbir iliflkinin göstergesi sayarlar. Oysae¤er evrimcilerin kullandı¤ı bu mantıkdo¤ru olsaydı, insanın flempanzeden çokdaha yakın bir akrabası olması gerekir-di: "Patates"! Çünkü patatesin kromo-zom sayısı insanınkiyle aynıdır: 46.

Bu örnekler, genetik benzerlik kavra-mının evrim teorisine bir delil olufltur-madı¤ını göstermektedir. Çünkü genetikbenzerlikler iddia edilen evrim flemaları-na uymamakta, aksine bunlara tamamenters sonuçlar vermektedir.

Ayrıca kurulan bu benzerlikler, evri-min de¤il yaratılıflın delilidir. ‹nsan be-deninin di¤er canlılarla moleküler ben-zerlikleri olması son derece do¤aldır;

Harun Yahya (Adnan Oktar)

MAYMUN-‹NSAN GENET‹K BENZERL‹⁄‹ YALANI 71

‹‹nnssaannllaa flfleemmppaannzzeenniinn ggeenneettiikk yyaapp››ss››nn››nn %%9988bbiirrbbiirriinnee bbeennzzeerr oolldduu¤¤uunnuu iiddddiiaa eettmmeekk iiççiinnflfluu aannddaa iinnssaann››nnkkiinniinn oolldduu¤¤uu ggiibbii flfleemmppaannzzee--nniinn ddee ggeenneettiikk hhaarriittaass››nn››nn çç››kkaarr››llmmaass››,, iikkiissii--nniinn kkaarrflfl››llaaflfltt››rr››llmmaass›› vvee bbuu kkaarrflfl››llaaflfltt››rrmmaa ssoo--nnuuccuunnuunn eellddee eeddiillmmiiflfl oollmmaass›› ggeerreekkiirr.. OOyyssaaeellddee bbööyyllee bbiirr ssoonnuuçç yyookkttuurr..

çünkü tüm canl›lar aynı moleküllerdenoluflmakta, aynı suyu ve atmosferi kul-lanmakta, aynı moleküllerden oluflan be-sinleri tüketmektedir. Elbette ki metabo-lizmaları ve dolayısıyla genetik yapılarıbirbirine benzeyecektir. Ancakbu, onların ortak bir ata-dan evrimlefltiklerininbir delili de¤ildir.

Bir örnek konu-yu açıklayabilir:Dünya üzerindekitüm inflaatlar dabenzer malzeme-lerlerle (tu¤la, de-mir, çimento vs.)yapılır. Ama bu du-rum bu binaların birbir-lerinden "evrimlefl-tikleri" anlamınagelmez. Ortak birmalzeme kullanıla-rak, ayrı ayrı inflaedilirler. Canlılarındurumu da böyledir.

Sonuç olarak aradaki yüzeysel ben-zerlik dıflında maymunun insanlara di¤erhayvanlardan daha fazla bir yakınlı¤ısöz konusu de¤ildir. Hatta zeka açısın-dan kıyaslanırsa, bir geometri mucizesiolan pete¤i üreten arı veya bir mühen-dislik harikası olan a¤ı üreten örümcekinsana maymundan daha yakındır. Hattabazı yönlerden üstün olduklar›n› bilesöylemek mümkündür.

Ama, insanla maymun arasında, ev-rimci iddialarla, masallarla kapatılama-

yacak kadar büyük bir fark vardır. May-mun bir hayvandır, bilinç açısından birattan ya da bir köpekten farkı yoktur. ‹n-san ise bilinçli, irade sahibi, düflünebi-len, konuflabilen, akledebilen, karar ve-

rebilen, muhakeme yapabilenbir varlıktır. Bütün bu

özellikler de onun sa-hip oldu¤u "ruh"un-

un ifllevleridir. ‹n-sanla, hayvanlararasındaki uçu-rumu do¤uran enönemli fark da

iflte bu "ruh"tur.Do¤ada ruhu olan

tek canlı insandır.Hiçbir fiziki benzerlik,

insan ile di¤er bircanlı arasındaki bu enbüyük farkı kapata-maz.

MMaayyrr,, EErrnnsstt

Tan›nm›fl bir evrimci biyolog olanErnst Mayr aynı zamanda, "ModernSentetik Evrim Teorisi"nin kurucuların-dandır. Darwin'in do¤al seleksiyon tezi-ne mutasyon kavramının eklenmesiyleortaya atılan bu teori "neo-Darwinizm"olarak adlandırıldı. Ernst Mayr ve di¤erkurucuları (Theodosius Dobzhansky veJulian Huxley) da ortaya attıkları bu te-oriden dolayı "neo-Darwinistler" olarakanılmaya bafllandılar.

Evrim teorisinin 20. yüzyıldaki en

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

MAYR, ERNST72

KKrroommoozzoomm ssaayy››llaarr›› iillee ccaannll››llaarr››nnkkoommpplleekkss yyaapp››llaarr›› bbiirrbbiirriiyyllee bbaa¤¤llaanntt››ll››ddee¤¤iillddiirr.. BBuu,, eevvrriimm tteeoorriissiinnii çç››kkmmaazzaa

ssookkaann bbiirr ggeerrççeekkttiirr..

önemli savunucularından biri olan ErnstMayr, teorisini bir yandan mutasyonlaradayandırırken bir yandan da bunun im-kansızlı¤ını kabul etmektedir:

Mutasyonlar sonucunda genetik cana-varların oluflması gerçekten de gözlemle-nen bir olgudur, fakat bunlar o kadar ga-rip canlılardır ki, ancak "canavarlar"olarak tanımlanabilir. O denli dengesiz-leflmifllerdir ki, dengeleyici seleksiyonmekanizması vas›tas›yla elenmekten kur-tulmak için hiçbir imkanlar› yoktur...Gerçekte bir mutasyon fenotipi ne kadarçok etkilerse, onun (do¤al ortama olan)uygunlu¤unu o kadar azaltır. Bu tip radi-kal bir mutasyonun, farklı bir adaptas-yon sa¤layacak yeni bir fenotip olufltura-ca¤ına inanmak, bir mucizeye inanmakdemektir... Bu "canavara" çiftleflece¤iuygun bir efl bulmak ve bunların, popü-lasyonun normal bireylerinden türeyicibir biçimde izole edilmeleri de, bence as-la aflılamayacak zorluklardır.92

Mayr'›n bu konudaki bir baflka itirafıise flöyledir:

Duyu organları, örne¤in bir omurgalıgözünün ya da bir kuflun tüyleri gibi ku-

sursuzca dengelenmifl sistemlerin rast-lantısal mutasyonlar sonucunda geliflebi-lece¤ini varsaymak, bir insanın inandırı-cılı¤ı üzerinde ciddi bir sınırlamadır.93

Darwinizm'in savunucular›ndanErnst Mayr, Darwinizm'in hiçbir zamankapanamayan açıklarını mutasyon iddi-alarıyla örtmeye çalıflmıfltır. Fakat bu-nun imkansızlı¤ına dair olan bilimselgerçek, itiraflarında yer almaktadır.

MMeemmeelliilleerriinn kköökkeennii

Evrim teorisi, denizden evrimleflerekçıkan hayali birtakım canlıların sürün-genlere dönüfltü¤ünü, kuflların da sürün-genlerin evrimleflmesiyle olufltu¤unu id-dia eder. Aynı senaryoya göre sürüngen-ler yalnızca kuflların de¤il, aynı zaman-da memelilerin de atasıdırlar. Oysa vü-cutları pullarla kaplı, so¤ukkanlı ve yu-murtlayarak ço¤alan sürüngenler ile, vü-cutları tüylü, sıcakkanlı ve do¤urarakço¤alan memeliler arasında çok büyükyapısal uçurumlar vardır.

Bu uçurumların bir örne¤i, sürün-genlerin ve memelilerin çene yapılarıdır.Memelilerde alt çenede tek bir kemikvardır ve difller bu kemi¤in üzerine otu-rur. Sürüngenlerde ise alt çenenin her ikiyanında üçer tane küçük kemik bulunur.Bir baflka temel farklılık, tüm memelile-rin orta kulaklarında üç tane kemik (örs,üzengi ve çekiç kemikleri) bulunması-dır; buna karflılık tüm sürüngenlerde or-ta kulakta tek bir kemik yer alır. Evrim-ciler, sürüngen çenesinin ve sürüngen

Harun Yahya (Adnan Oktar)

MEMEL‹LER‹N KÖKEN‹ 73

EErrnnsstt MMaayyrr

kula¤ının aflamalı olarak memeli çenesi-

ne ve kula¤ına dönüfltü¤ünü iddia eder-

ler. Bunun nasıl gerçekleflti¤i sorusu el-

bette cevapsızdır. Özellikle tek kemikten

oluflan bir kula¤ın üç kemikli hale nasıl

dönüfltü¤ü ve iflitme duyusunun bu sıra-

da nasıl devam etti¤i, asla cevaplanama-

yan bir sorudur.

Nitekim sürüngenlerle memelileri

birbirine ba¤layabilecek tek bir ara form

fosili dahi bulunamamıfltır. Bu yüzden

evrimci paleontolog Roger Lewin, "ilkmemeliye nasıl geçildi¤i hala bir sırdır"demek zorunda kalır.94

20. yüzyılın en büyük evrim otorite-

lerinden ve neo-Darwinist teorinin kuru-

cularından biri olan George Gaylord

Simpson ise, evrimciler açısından çok

flaflırtıcı olan bu gerçe¤i flöyle ifade eder:

Dünya üzerindeki yaflamın en kafa karıfl-tırıcı olayı, Mezozoik Ça¤ı'nın, yani sü-rüngenler devrinin, memeliler devrineaniden de¤iflmesidir. Sanki bütün baflroloyunculu¤unun çok sayıda ve türdeki sü-rüngenler tarafından üstlenildi¤i biroyunun perdesi bir anda indirilmifltir.Perde yeniden açıldı¤ında ise, bu kezbaflrolünde memelilerin yer aldı¤ı ve sü-rüngenlerin bir kenara itildi¤i yepyenibir devir bafllamıfltır. Ortaya çıkan me-melilerin bir önceki devire ait izleri iseyok gibidir.95

Dahası, aniden ortaya çıkan memeli-ler birbirlerinden çok farklıdırlar. Yara-sa, at, fare ve balina gibi son derece fark-lı canlıların hepsi memelidir ve aynı je-olojik dönemde ortaya çıkmıfllardır. Bucanlıların aralarında evrimsel bir ba¤kurmak, en genifl hayal gücü içinde bile

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

MEMEL‹LER‹N KÖKEN‹74

DDoo¤¤aa ttaarriihhii mmüüzzeelleerriinnddee sseerrggiilleenneenn oonn mmiillyyoonnllaarrccaa yy››llll››kk mmeemmeellii ffoossiilllleerrii iillee bbuuggüünn yyaaflflaayyaannöörrnneekklleerrii aarraass››nnddaa hhiiççbbiirr ffaarrkk yyookkttuurr.. DDaahhaass›› bbuu ffoossiilllleerr,, yyeerryyüüzzüü ttaabbaakkaallaarr››nnddaa,, ddaahhaa öönnccee--kkii ttüürrlleerrllee aarraallaarr››nnddaa hhiiççbbiirr bbaa¤¤llaanntt›› oollmmaaddaann bbiirr aannddaa oorrttaayyaa çç››kkaarrllaarr..

imkansızdır. Evrimci zoolog Eric Lom-bard, Evolution (Evrim) adlı dergideflöyle yazar:

Memeliler sınıfı içinde evrimselakrabalık iliflkileri (filogene-tik ba¤lar) kurmak için bilgiarayanlar, hayalkırıklı¤ınau¤rayacaktır.96

Tüm bunlar göster-mektedir ki, canlılaryeryüzünde hiçbir evrim-sel süreç olmadan, aniden vekusursuz bir biçimde ortayaçıkmıfllardır. Bu, yaratılmıfl olduklarınınçok somut bir ispatıdır. Evrimciler ise,canlı türlerinin yeryüzünde belirli bir sı-ra ile ortaya çıkmıfl olmalarını, evrimlefl-mifl olduklarının göstergesi gibi yorum-lamaya çalıflırlar. Oysa canlıların yeryü-zündeki ortaya çıkıfl sıralamaları -ortadabir evrim olmadı¤ına göre- "yaratılıflınsıralaması"dır. Fosiller, yeryüzünün, üs-tün ve kusursuz bir yaratılıflla, önce de-nizlerde sonra da karada yaflayan canlı-larla dolduruldu¤unu ve bütün bunlarınardından da insano¤lunun var edildi¤inigöstermektedir.

‹nsano¤lunun yeryüzünde hayatabafllaması da -büyük bir kitle telkiniylekabul ettirilmeye çalıflılan "maymun in-san" masalının aksine- bir anda ve eksik-siz bir biçimde olmufltur.

MMeennddeell,, GGrreeggoorr

Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kita-bının yayınlanmasının ardından Avus-turyalı botanikçi rahip Gregor Mendel,

uzun deney ve gözlemler sonucunda be-lirledi¤i kalıtım kanunlarını 1865 yılında

açıklamıfltır. (bkz. Kal›t›m kanunla-r›) Ancak bu kanunların bilim

dünyasının dikkatini çekmesiyüzyılın sonlarında mümkünolmufltur. 20. yüzyılın baflla-

rında ise bu kanunlarındo¤rulu¤u tüm bilimdünyası tarafından kabul

edilmifltir. Bu durum, "ya-rarlı özellikler" kavramını La-marck'a dayanarak açıklama-

ya çalıflmıfl olan Darwin'in teorisini cid-di bir açmaza sokmufltur.

Burada flunu da önemle belirtmek gere-kir ki, Mendel sadece Lamarck'ın evrimmodeline de¤il, aynı zamanda Darwin'inevrim modeline de karflı çıkmıfltır. Jour-nal of Heredity dergisinde yayınlanan"Mendel's Opposition to Evolution andto Darwin" (Mendel'in Evrime ve Dar-win'e Muhalefeti) bafllıklı bir makaledebelirtildi¤i gibi, "Mendel, Türlerin Köke-ni'ne aflinaydı ve Darwin'in teorisinekarflı çıkıyordu. Darwin, do¤al seleksi-yonla ortak atadan evrimleflme teorisiniöne sürerken, Mendel özel yaratılıfla ina-nıyordu."97

MMeennttoonn,, DDaavv››dd

Washington Üniversitesi'nden anato-mi profesörü David Menton, Bilim Arafl-tırma Vakfı'nın 5 Temmuz 1998 günüdüzenledi¤i "Evrim Teorisinin Çöküflü:Yaratılıfl Gerçe¤i" bafllıklı II. uluslarara-sı konferansta, kufl tüyleri ve sürüngen

Harun Yahya (Adnan Oktar)

MENDEL, GREGOR 75

GGrreeggoorr MMeennddeell

pulları arasındaki anatomik farklılıkları

konu alan bir konuflma yapmıfltır. Kuflla-

rın sürüngenlerden evrimleflti¤i tezinin

geçersizli¤ini ortaya koymufl ve karflı-

lafltı¤ı gerçe¤i flu cümleyle özetlemifltir:

30 yıldan bu yana canlıların anatomile-

rini inceliyorum. Her arafltırmamda kar-

flılafltı¤ım gerçek, Allah'ın kusursuz ya-

ratıflı oldu.98

MMeettaammoorrffoozz

Kurba¤alar önce su içinde do¤ar, birsüre burada yaflar; daha sonra ise "meta-morfoz" adı verilen de¤iflimle birliktekaraya çıkarlar. Bazı insanlar ise, meta-morfozu "evrim"in bir delili ya da örne-¤i sanır. Oysa, gerçekte metamorfozunevrimle hiçbir ilgisi yoktur.

Evrim teorisinin öne sürdü¤ü tek ge-liflme mekanizması, mutasyonlardır.Metamorfoz ise, mutasyon gibi tesadüfietkilerle gerçekleflmez. Aksine bu de¤i-flim, kurba¤anın genetik bilgilerinde enbafltan kayıtlıdır. Yani bir kurba¤a ilkdo¤du¤unda, onun bir süre sonra de¤i-flim geçirip karada yaflamaya uygun birvücuda sahip olaca¤ı bellidir. Son yıllar-da yapılan arafltırmalar, metamorfoz sü-recinin farklı genler tarafından kontroledilen çok kompleks bir ifllem oldu¤unugöstermektedir. Örne¤in bu dönüflüm sı-rasında sırf kuyru¤un kaybolması iflle-mi, Science News dergisindeki ifadeyle"bir düzineden fazla gen" tarafından yö-netilmektedir.99

Evrimcilerin "sudan karaya geçifl"

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

METAMORFOZ76

YYuummuurrttaallaarr

‹‹rriibbaaflfl

EErrggiinn KKuurrbbaa¤¤aa

GGeennçç KKuurrbbaa¤¤aa

iddiası ise, tamamen suda yaflamak içinyarat›lm›fl bir genetik bilgiye sahip olanbalıkların, rastgele mutasyonlar sonu-cunda, tesadüfen kara canlılarına dönüfl-tü¤ü fleklindedir. Bu nedenle metamor-foz gerçekte evrimi destekleyen de¤il,çürüten bir delildir. Çünkü metamorfozsürecine en ufak bir hata karıflsa, canlıölür ya da sakat kalır. Dolay›s›yla rastge-le bir de¤iflim söz konusu olamaz. Meta-morfozun mutlaka kusursuz olarak ta-mamlanması flarttır. Bu denli kompleksve hataya izin vermeyen bir sürecin, ev-rimin iddia etti¤i gibi rastgele mutasyon-larla ortaya çıkması ise imkansızdır.

MMeeyyvvee ssiinneekklleerrii

Evrimciler tarafından yapılan bütün"faydalı mutasyon oluflturma" çabalarıbaflarısızlıkla sonuçlanmıfltır. Evrimciler

de bu çaresizlikten kurtulmak için, çok

hızlı üredi¤i ve mutasyona u¤ratılması-

nın kolay oldu¤unu düflündükleri, mey-

ve sinekleri üzerinde onyıllarca mutas-

yon denemeleri yapmıfllardır. Bu canlı-

lar defalarca, olabilecek her türlü mutas-

yona u¤ratılmıfllardır. Ancak sonuçta tek

bir faydalı mutasyon dahi gözlemlene-

memifltir. Evrimci genetikçi Gordon

Taylor, bazı evrimcilerin meyve sinekle-

ri üzerindeki bu gereksiz ısrarlarını flöy-

le dile getirmifltir:

"Bu çok çarpıcı ama bir o kadar da göz-

den kaçırılan bir gerçektir: Altmıfl yıldır

dünyanın dört bir yanındaki genetikçiler

evrimi kanıtlamak için meyve sinekleri

yetifltiriyorlar. Ama hala bir türün, hatta

tek bir enzimin bile ortaya çıkıflını göz-

lemlemifl de¤iller."100

Bir baflka arafltırmacı olan MichaelPitman da, meyve sinekleri üzerindeki

Harun Yahya (Adnan Oktar)

NNOORRMMAALL MMUUTTAANNTT

GGöözz

AAnntteenn BBaaccaakk

EEvvrriimmccii bbiiyyoollooggllaarr yyüüzzyy››ll››nn bbaaflfl››nnddaann bbeerrii ssiinneekklleerrii mmuuttaassyyoonnaa uu¤¤rraattaarraakk,, ffaayyddaall›› bbiirr mmuuttaassyyoonnöörrnnee¤¤ii aarraadd››llaarr.. AAnnccaakk bbuu ççaabbaallaarr››nn ssoonnuuccuunnddaa hheepp,, ssaakkaatt,, hhaassttaall››kkll›› vvee kkuussuurrlluu ssiinneekklleerr eell--ddee eeddiillddii.. RReessiimmddee,, nnoorrmmaall bbiirr mmeeyyvvee ssiinnee¤¤iinniinn kkaaffaass›› vvee mmuuttaassyyoonnaa uu¤¤rraayyaarraakk bbaaccaakkllaarr›› kkaa--ffaass››nnddaann çç››kkaann ddii¤¤eerr bbiirr mmeeyyvvee ssiinnee¤¤ii ggöörrüüllüüyyoorr..

MEYVE S‹NEKLER‹ 77

deneylerin baflarısızlı¤ını flu flekilde ifa-de etmifltir:

Sayısız genetikçi meyve sineklerini nesil-ler boyunca sayısız mutasyona maruz bı-raktılar. Peki sonuçta insan yapımı birevrim mi ortaya çıktı? Maalesef hayır.Genetikçilerin yarattıkları canavarlar-dan sadece pek azı beslendikleri fliflelerindıflında yaflamlarını sürdürebildiler. Pra-tikte mutasyona u¤ratılmıfl olan tüm si-nekler ya öldüler, ya sakat ya da kısır ol-dular.101

Kısacası meyve sinekleri de di¤ertüm canlılar gibi özel yaratılmıfl bir ge-netik bilgi (DNA) ye sahiptir ve bu ge-netik bilgi üzerinde meydana gelecekherhangi bir de¤iflim de bu canlının yal-nızca zarar görmesine yol açacaktır.

MMiikkrroo eevvrriimmiinn ggeeççeerrssiizzllii¤¤ii

Bir türün kendi içinde çeflitlenmesi-ni, di¤er bir deyimle varyasyonlar›n or-taya ç›kmas›n› evrimciler, "mikro ev-rim" ad›n› koyduklar› hayali bir meka-nizmayla aç›klamaya çal›fl›rlar. Mikroevrimin ise daha uzun bir zaman içindebirikerek makro evrime, yani yeni türle-rin oluflmas›na yol açt›¤›n› savunurlar(bkz. Makro evrim masal›) Oysa gerçek-te, ortada evrimle ilgili hiçbir olay yok-tur. Tür içindeki çeflitlenme, o türün bi-reylerinin çapraz çiftleflmeleri sonucutürün gen havuzunda bulunan sabit say›-daki genin farkl› kombinasyonlarda bir-birleriyle eflleflerek ortaya yeni ve farkl›fiziksel özelliklere sahip bireylerin orta-ya ç›kmas› ile olur. Ancak burada türün

gen havuzuna hiçbir zaman yeni bir geneklenmez. Yaln›zca mevcut genler de¤i-flik kombinasyonlarda yeni bireylerdebir araya gelirler. Türün gen havuzunda-ki genlerin say›s› ve çeflidi sabit oldu¤uiçin, bunlar›n meydana getirece¤i kom-binasyonlar›n da belli bir s›n›r› vard›r.Bunun ötesinde bir kombinasyon mey-dana gelmez. Ayr›ca tür içindeki çeflit-lenme yeni bir tür ortaya ç›karmaz, herzaman ayn› tür içinde kal›r. Örne¤infarkl› cinste köpekler birbirleriyle ne ka-dar farkl› kombinasyonlarda çiftleflirler-se çiftleflsinler ortaya her zaman köpekç›kar, hiçbir zaman örne¤in bir at ya dainek ç›kmaz. Bu durum temel biyolojikurallar›yla sabit oldu¤u gibi, deney vegözlemlerle de defalarca ispatlanm›flt›r.

‹lginçtir ki Darwin teorisinin belke-mi¤ini mikro evrim sand›¤› varyasyon-lar üzerine kurmufltu. Darwin'in iddiala-r›n› zaman içinde bir bir çürüten ilerle-meler, ayn› zamanda Darwin'in "Türle-rin Kökeni" olarak iddia etti¤i "varyas-yonlar"›n da gerçekte böyle bir anlam ta-fl›mad›¤›n› ortaya ç›karm›flt›r. ‹flte bu ne-denle evrimci biyologlar, tür içindeki çe-flitlenme ile yeni tür oluflumunu birbirin-den ay›rmak ve bunlar hakk›nda iki ayr›kavram öne sürmek durumunda kalm›fl-lard›r.

Evrimci biyologlar›n "mikro evrim"kavram›n› kullanarak vermek istedikleriizlenim, varyasyonlar›n uzun zamaniçinde yepyeni canl› s›n›flamalar› olufl-turabilece¤i fleklindeki yan›lt›c› bir man-t›kt›r. Nitekim konu hakk›nda derinle-mesine bilgi sahibi olmayan pek çok ki-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

M‹KRO EVR‹M‹N GEÇERS‹ZL‹⁄‹ 78

fli "mikro evrim uzun zamana yay›ld›-¤›nda makro evrim oluflturur" gibi yü-zeysel bir düflünceye kap›lmaktad›r. Budüflüncenin örneklerini s›k s›k görmekmümkündür. Baz› "amatör" evrimciler,"insanlar›n boy ortalamas› bir yüzy›liçinde bile iki cm. artm›fl, demek ki mil-yonlarca y›l içinde her türlü evrim ger-çekleflebilir" fleklinde mant›klar öne sü-rerler. Oysa boy ortalamas› de¤iflimi gi-bi varyasyonlar›n hepsi, belirli genetiks›n›rlar içinde gerçekleflen ve evrimle il-gisi olmayan biyolojik olaylard›r.

Nitekim, "mikro evrim" ad›n› ver-dikleri varyasyonlar›n yeni canl› s›n›fla-malar› oluflturamad›¤›n›, yani "makroevrim" sa¤lamad›¤›n› günümüzde ev-rimci otoriteler de kabul etmektedir. Ev-rimci biyologlar; Scott Gilbert, JohnOpitz ve Rudolf Raff, DevelopmentalBiology dergisinde yay›nlanan 1996 ta-rihli bir makalelerinde bu konuyu flöyleaç›klarlar:

Modern sentez (neo-Darwinist teori)önemli bir baflar›d›r. Ancak, 1970'lerdenbafllayarak, çok say›da biyolog bununaç›klay›c› gücünü sorgulamaya baflla-m›flt›r. Genetik bilimi, mikro evrimi aç›k-lamak için yeterli bir araç olabilir, amagenetik bilgi üzerindeki mikro evrimselde¤ifliklikler, bir sürüngeni bir memeliyeçevirebilecek ya da bir bal›¤› amfibiyenedönüfltürecek türden de¤ildir. Mikro ev-rim, sadece uygunlar›n hayatta kalmas›kavram›na yard›mc› olabilir, uygunlar›noluflumunu aç›klayamaz. Goodwin'in1995'te belirtti¤i gibi, "türlerin kökeni,yani Darwin'in problemi, çözümsüz kal-maya devam etmektedir."102

Darwinizm'in yüzy›l› aflk›n bir süre-dir "evrim delili" olarak gördü¤ü varyas-yonlar›n, gerçekte "türlerin kökeni"ylehiçbir ilgisi yoktur. ‹nekler milyonlarcay›l boyunca farkl› eflleflmelerle çiftleflti-rilebilir ve farkl› inek cinsleri elde edile-bilir. Ama inekler hiçbir zaman baflka bircanl› türüne, örne¤in zürafalara ya da fil-lere dönüflmeyecektir. Darwin'in Galapa-gos adalar›nda gördü¤ü farkl› ispinozlarda ayn› flekilde "evrim"e delil oluflturma-yan bir varyasyon örne¤idir. ‹flte bu ne-denle de, Darwin'in problemi, yani "tür-lerin kökeni", hiçbir zaman evrimle ya-n›tlanamayan bir soru olarak kalacakt›r.

MM››lllleerr DDeenneeyyii

Hayatın kökeni konusunda evrimci-

lerin en çok itibar ettikleri çalıflma, 1953

yılında Amerikalı arafltırmacı Stanley

Miller tarafından yapılan Miller deneyi-

dir. (Deney, Miller'in Chicago Üniversi-

tesi'ndeki hocası Harold Urey'in katkı-

sından dolayı "Urey-Miller Deneyi" ola-

rak da bilinir.)

Stanley Miller'in amacı, milyarlarca

yıl önceki cansız dünyada proteinlerin

yapıtaflları olan amino asitlerin "tesadü-

fen" oluflabileceklerini gösteren bir de-

neysel bulgu ortaya koymaktı.

Miller, deneyinde, ilkel dünya at-

mosferinde bulundu¤unu varsaydı¤ı -da-

ha sonraları ise bulunmadı¤ı anlaflılacak

olan- amonyak, metan, hidrojen ve su

buharından oluflan bir gaz karıflımını

kullandı. Bu gazlar, do¤al flartlar altında

Harun Yahya (Adnan Oktar)

MILLER DENEY‹ 79

birbirleriyle reaksiyona giremeyecekleri

için dıflarıdan enerji takviyesi yaptı. ‹lkel

atmosfer ortamında yıldırımlardan kay-

naklanmıfl olabilece¤ini düflündü¤ü

enerjiyi, yapay bir elektrik deflarj kayna-

¤ından sa¤ladı.

Miller bu gaz karıflımını bir hafta bo-

yunca 100°C ısıda kaynattı, bir yandan

da karıflıma elektrik akımı verdi. Hafta-

nın sonunda Miller, kavanozun dibinde

bulunan karıflımdaki kimyasalları ölçtü

ve proteinlerin yapıtafllarını oluflturan 20

çeflit amino asitten üçünün sentezlendi-

¤ini gözledi.

Deneyin sonucu, evrimciler arasında

büyük bir sevinç yarattı ve çok büyük

bir bafları gibi lanse edildi. Hatta, çeflitliyayınlar olayın sarhofllu¤u içinde, "Mil-ler hayatı yarattı" fleklinde manfletleratacak kadar kendilerinden geçtiler. Oy-sa Miller'in sentezledi¤i sadece birtakım"cansız" moleküllerdi.

Bu deneyden aldıkları cesaretle ev-rimciler, hemen yeni senaryolar ürettiler.Amino asitlerden sonraki aflamalar dahemen kurgulandı. Çizilen senaryoyagöre, amino asitler, daha sonra rastlantı-lar sonucu uygun dizilimlerde birleflmiflve proteinleri oluflturmufllardı. Tesadüfeseri meydana gelen bu proteinlerin ba-zıları da, sözde "bir flekilde" oluflmuflhücre zarı benzeri yapıların içine kendi-lerini yerlefltirerek hücreyi meydana ge-tirmifllerdi. Hücreler de zamanla yan ya-na gelip birleflerek canlı organizmalarıoluflturmufllardı. Ne var ki hiçbir aflama-s› bilimsel bir delille desteklenmeyen busenaryonun en büyük dayana¤ı olanMiller deneyi, her yönden geçersizli¤ikanıtlanmıfl bir aldatmacadan baflka birfley de¤ildi.

Miller'in, ilkel dünya koflullarındaamino asitlerin kendi kendilerine olufla-bileceklerini kanıtlamak amacıyla yaptı-¤ı deney birçok yönden tutarsızlık gös-termektedir. Bunları flöyle sıralayabiliriz:

1- Miller, deneyinde "so¤uk tuzak"(cold trap) isimli bir mekanizma kulla-narak amino asitleri olufltukları anda or-tamdan izole etmiflti. Çünkü aksi takdir-de, amino asitleri oluflturan ortamın ko-flulları, bu molekülleri oluflmalarındanhemen sonra imha edecekti.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

MILLER DENEY‹

SSttaannlleeyy MMiilllleerr''iinn ddeenneeyy ddüüzzeennee¤¤ii..

80

Halbuki ilkel dünya koflullarında el-

bette bu çeflit bilinçli düzenekler yoktu.

Ve mekanizma olmadan herhangi bir çe-

flit amino asit elde edilse bile, bu mole-

küller aynı ortamda hemen parçalana-

caklardı. Kimyager Richard Bliss'in be-

lirtti¤i gibi, "bu so¤uk tuzak olmasa,kimyasal ürünler elektrik kayna¤ı tara-fından tahrip edilmifl olacaktı".103

Nitekim Miller, so¤uk tuzak yerlefl-

tirmeden yaptı¤ı daha önceki deneylerde

tek bir amino asit bile elde edememiflti.

2- Miller'in deneyinde canlandırma-

ya çalıfltı¤ı ilkel atmosfer ortamı gerçek-

çi de¤ildi. 1980'li yıllarda bilim adamla-

rı ilkel atmosferde, metan ve amonyak

yerine azot ve karbondioksit bulunması

gerekti¤i görüflünde birlefltiler. Nitekim

uzun süren bir sessizlikten sonra Mil-

ler'ın kendisi de kullandı¤ı atmosfer or-

tamının gerçekçi olmadı¤ını itiraf etti.104

Nitekim Amerikalı bilim adamları J.

P. Ferris ve C. T. Chen, karbondioksit,

hidrojen, azot ve su buharından oluflan

bir karıflımla Miller'ın deneyini tekrarla-

dılar ve bir tek molekül amino asit bile

elde edemediler.105

3- Miller'in deneyini geçersiz kılan

bir di¤er önemli nokta da, amino asitle-

rin olufltu¤u öne sürülen dönemde, at-

mosferde amino asitlerin tümünü parça-

layacak yo¤unlukta oksijen bulunmasıy-

dı. Miller'in gözardı etti¤i bu önemli

gerçek, yaflları 3.5 milyar yıl olarak he-

saplanan tafllardaki okside olmufl demir

ve uranyum birikintileriyle anlaflıldı.106

Oksijen miktarının, bu dönemde ev-

rimcilerin iddia etti¤inin çok üstünde ol-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

MMiilllleerr''iinn,, ddeenneeyyiinnddee oolluuflflttuurrdduu¤¤uu yyaappaayy oorrttaamm,, ggeerrççeekkttee iillkkeell ddüünnyyaa flflaarrttllaarr››nnaa hhiiççbbiirr bbeennzzeerr--lliikk ggöösstteerrmmiiyyoorrdduu.. BBuu nneeddeennllee ddeenneeyy,, bbiilliimm ddüünnyyaass›› ttaarraaff››nnddaann ggeeççeerrssiizz ssaayy››llmm››flfltt››rr..

MILLER DENEY‹ 81

KKoonnddaannssaattöörreessuu eekklleenniirr.. vvaakkuumm

SSuu kkaayynnaarr..

rreeaakkssiiyyoonn hhüüccrreessii

mmeettaann,, aammoonnyyaakk,,ssuu vvee hhiiddrroojjeenn

ggaazz››

du¤unu gösteren baflka bulgular da orta-ya çıktı. Arafltırmalar, o dönemde dünyayüzeyine evrimcilerin tahminlerinden 10bin kat daha fazla ultraviyole ıflını ulafl-tı¤ını gösterdi. Bu yo¤un ultraviyoleninatmosferdeki su buharı ve karbondioksi-ti ayrıfltırarak oksijen açı¤a çıkarması isekaçınılmazdı.

Bu durum, oksijen dikkate alınma-dan yapılmıfl olan Miller deneyini tama-men geçersiz kılıyordu. E¤er deneydeoksijen kullanılsaydı; metan, karbondi-oksit ve suya, amonyak ise azot ve suyadönüflecekti. Di¤er taraftan, oksijeninbulunmadı¤ı bir ortamda -henüz ozontabakası var olmadı¤ından- ultraviyoleıflınına do¤rudan maruz kalacak olanamino asitlerin hemen parçalanacaklarıda açıktı. Sonuçta ilkel dünyada oksije-nin var olması da, olmaması da aminoasitler için yok edici bir ortam demekti.

4- Miller deneyinin sonucunda, can-lıların yapı ve fonksiyonlarını bozucuözelliklere sahip organik asitlerden deçok miktarda oluflmufltu. Amino asitle-rin, izole edilmeyip de bu kimyasal mad-delerle aynı ortamda bırakılmaları halin-de ise, bunlarla kimyasal reaksiyona gi-rip parçalanmaları ve farklı bileflikleredönüflmeleri kaçınılmazdı.

Ayrıca deney sonucunda ortaya bolmiktarda sa¤-elli amino asit çıkmıfltı.107

(bkz. Sa¤-elli amino asitler) Bu aminoasitlerin varlı¤ı, evrimi kendi mantı¤ıiçinde bile çürütüyordu. Çünkü sa¤-elliamino asitler, canlı yapısında kullanıla-mayan amino asitlerdi. Sonuç olarak

Miller'in deneyindeki amino asitlerinolufltu¤u ortam, canlılık için elveriflli de-¤il, aksine ortaya çıkacak ifle yarar mole-külleri parçalayıcı, yakıcı bir asit karıflı-mı niteli¤indeydi.

Tüm bunların gösterdi¤i tek bir so-mut gerçek vardır: Miller deneyi canlılı-¤ın ilkel dünya flartlarında tesadüfenmeydana gelebilece¤ini kanıtlamaz. De-ney, amino asit sentezlemeye yönelik bi-linçli ve kontrollü bir laboratuvar çalıfl-masıdır. Kullanılan gazların cinsleri vekarıflım oranları amino asitlerin oluflabil-mesi için en ideal ölçülerde belirlenmifl-tir. Ortama verilen enerji miktarı, ne ek-sik ne fazla, tamamen istenen reaksiyon-ların gerçekleflmesini sa¤layacak biçim-de titizlikle ayarlanmıfltır.

Deney aygıtı, ilkel dünya koflulların-da mevcut olabilecek hiçbir zararlı, tah-rip edici ya da amino asit oluflumunu en-gelleyici unsuru barındırmayacak biçim-de izole edilmifltir. ‹lkel dünyada mevcutolan ve reaksiyonların seyrini de¤ifltire-cek hiçbir element, mineral ya da bileflikdeney tüpüne konulmamıfltır. Oksidas-yon sebebiyle amino asitlerin varlı¤ınaimkan vermeyecek oksijen bunlardanyalnızca birisidir. Kaldı ki, hazırlananideal laboratuvar koflullarında bile, "so-¤uk tuzak" (cold trap) denen mekanizmaolmadan amino asitlerin aynı ortamdaparçalanmadan varlıklarını sürdürebil-meleri mümkün de¤ildir.

Miller deneyiyle evrimciler, aslındaevrimi kendi elleriyle çürütmüfllerdir.Çünkü deney, amino asitlerin ancak tüm

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

MILLER DENEY‹82

koflulları özel olarak ayarlanmıfl bir la-boratuvar ortamında, bilinçli müdahale-lerle elde edilebilece¤ini kanıtlamıfltır.Yani canlılı¤ı ortaya çıkaran güç, bilinç-siz tesadüfler de¤il, "yaratılıfl"tır.

Evrimcilerin bu açık gerçe¤i kabuletmemeleri, bilime tamamen aykırı bir-takım önyargılara sahip olmalarındankaynaklanır. Nitekim Miller deneyiniö¤rencisi Stanley Miller ile birlikte or-ganize eden Harold Urey, bu konuda fluitirafı yapmıfltır:

Yaflamın kökeni konusunu arafltıran biz-ler, bu konuyu ne kadar çok incelersekinceleyelim, hayatın herhangi bir yerdeevrimleflmifl olamayacak kadar kompleksoldu¤u sonucuna varıyoruz. (Ancak) He-pimiz bir inanç ifadesi olarak, yaflamınbu gezegenin üzerinde ölü maddedenevrimleflti¤ine inanıyoruz. Fakat komp-leksli¤i o kadar büyük ki, nasıl evrimlefl-ti¤ini hayal etmek bile bizim için zor.108

Evrim sürecinin ilk aflaması olaraköne sürülen "moleküler evrim" tezinisözde ispatlamak için kullanılan yegane"delil" iflte bu deneydir. Aradan nere-deyse yarım asır geçmesine ve büyükteknolojik ilerlemeler kaydedilmesinera¤men bu konuda hiçbir yeni giriflimdebulunulmamıfltır. Bugün halen ders ki-taplarında canlıların ilk oluflumunun ev-rimsel açıklaması olarak Miller Deneyiokutulmaktadır. Çünkü bu tür çabalarınkendilerini desteklemedi¤inin, aksinesürekli yalanladı¤ının farkında olan ev-rimciler, benzeri deneylere giriflmektenözellikle kaçınmaktadırlar.

MM››lllleerr,, SSttaannlleeyy

Stanley Miller hayatın kökeni konu-

sunda yaptı¤ı deneylerle ünlenen Ameri-

kalı bir arafltırmacıdır. 1953 yılında Chi-

cago Üniversitesi'ndeki hocası Harold

Urey'le birlikte, laboratuvar ortamında

canlılı¤ın temel yapıtaflları olan amino

asitleri sentezlemeye çalıflmıfltır. Fakat

deney sırasında evrimcilerin varsaydık-

ları ilkel atmosfer ortamını çarpıtarak

deney ortamına uygulamıfltır. "Urey-

Miller Deneyi" olarak anılan bu deney -

umulanın aksine- canlılı¤ın hiçbir flekil-

de tesadüfi etkilerle kendili¤inden olufla-

mayaca¤ını ispatlamıfltır. (bkz. Miller

Deneyi)

Harun Yahya (Adnan Oktar)

MILLER, STANLEY 83

SSttaannlleeyy MMiilllleerr ddeenneeyy aappaarraatt››yyllaa

""MMiittookkoonnddrriiyyeell hhaavvvvaa""

tteezziinniinn ççeelliiflflkkiilleerrii

Günümüzün popüler bilimsel terim-leri, evrime bilimsel kılıf uydurmada sıkkullanılır. Bunlardan DNA da evrimcile-re bu yönde malzeme olmaktadır.

DNA çekirdekte bulunmasının ya-nında, enerji üretim merkezleri olan mi-tokondrilerde de bulunur. ÇekirdektekiDNA, anne ile babadan gelen DNA'larınbirleflmesi sonucu oluflurken, mitokond-rideki DNA'nın kayna¤ı ise yalnızca an-nedir. Bu noktadan hareketle, her insa-n›n mitokondriyel DNA's› annesininkiy-le aynıdır. Bu yöntemle iz sürerek insa-n›n kökeni arafltırılabilir.

"Mitokondriyel Havva" tezi ise, sözkonusu bilimsel gerçe¤in evrim teorisi-nin dogmalarına göre yorumlanarak çar-pıtıldı¤ı bir varsayımdır. Birkaç evrimci

bilim adamı, insan›n kökeninin flempan-ze oldu¤u iddiasını tartıflmasız kanıtlan-mıfl bir gerçekmifl gibi sunarak, ilk in-sansı canlının mitokondriyel DNA'sınınflempanze DNA'sı oldu¤unu kabul et-mifltir. Bu kiflilerin iddialarına göre yüz-binlerce yıl içinde rastgele mutasyonlar,flempanze DNA'sını bizim flu anki mito-kondriyel DNA'mıza dönüfltürmüfltür.Bu önyargıdan hareketle mevcut evrimsoya¤acının hangi tarihte nerede baflla-dı¤ını belirlemeye çalıflmıfllardır.

Bu teoriyi ilk olarak ileri süren Ber-keleyli biyokimyacılar Wilson, RebeccaCann ve Mark Stoneking, üç temel ön-yargı ve kanıtlanması imkansız tahmin-lerden yola çıktılar:

1-Mitokondriyel DNA'nın kökeni,"hominid"lere, yani maymunsu canlılaradayanıyordu.

2-Mitokondriyel-DNA'da mutasyon-larla düzenli de¤ifliklikler olmalıydı.

3-Bu mutasyonlar sabit bir hızda, sü-rekli olarak meydana gelmeliydi.

Bu tahminleri temel alan arafltır-macılar, sözde evrim sürecinde tür-

lerin hangi hızda de¤iflti¤ini gös-terecek olan "moleküler saat"e

ulaflabileceklerine inanıyor-lardı. Aslında bu programıyazanların yaptıkları, dahaen bafltan varılmak istenensonuca göre çalıflmalarınıyönlendirmekti.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

M‹TOKONDR‹YEL HAVVA TEZ‹N‹N ÇEL‹fiK‹LER‹

mmiittookkoonnddrrii

ssiittooppllaazzmmaa

lliizzoozzoomm

kkrroommoozzoomm

ççeekkiirrddeekk

DDNNAA

eennddooppllaazzmmiikkrreettiikkuulluumm

hhüüccrree zzaarr››

84

Dayandıkları varsayımlar, varlı¤ı ka-nıtlanamayan, deney ve gözlemle bileörneklendirilememifl olan iddialardı.(Gerçekte mutasyon, bir canlı yapıda sa-dece düzensizli¤e ve ölüme neden oldu-¤u gözlemlenmifl DNA bozulmasıdır.Mutasyonlar canlıyı daha üst bir düzeyetaflıyan herhangi bir ilerlemeye asla se-bep olmaz.) (bkz. Mutasyon:Hayali birmekanizma)

Evrimci arafltırmacılar önyargılarınıkamufle edece¤ini umdukları bir bilgisa-yar programı gelifltirdiler. Program evri-min en direkt ve verimli yolu takip etti¤iyargısı temel alınarak yapılmıfltı. Oysabu, evrim teorisinin temel varsayımları-na bile aykırı olan hayali bir tablodur.

Nitekim bu tezin bilimsel bir de¤ertaflımadı¤ı, evrim teorisini savunan pekçok bilim adamı tarafından dahi kabuledildi. Nature dergisinin editör kurulun-dan Henry Gee, "Afrika Cenneti Üzerin-deki ‹statistiksel Bulut" adlı yazısındamtDNA çalıflması sonuçlarını "süprün-tü" olarak de¤erlendirdi.109 Gee'nin yazı-sında, mevcut 136 mtDNA serisi elealındı¤ında, çizilen soy a¤açlarının sayı-sının 1 milyarı geçti¤i bildiriliyordu. Ya-ni yapılan bu çalıflmada bu 1 milyar ka-dar tesadüfi soy a¤acı görmezlikten ge-linmifl ancak flempanze-insan arasındaevrim oldu¤u varsayımına uygun olantek soya¤acı seçilmiflti.

Washington Üniversitesi'nden ünlügenetikçi Alan Templeton da DNA seri-

lerinden yola çıkarak insanın kökeni içinbir tarih belirlemenin imkansız oldu¤u-nu bildirdi. Çünkü DNA'lar insan toplu-lukları arasında bile oldukça fazla har-manlanmıfltır.110

Bu, matematiksel olarak bakıldı¤ın-da soya¤acında tek bir insana aitmtDNA'yı ayırt etmenin imkansız oldu-¤u anlamına gelir.

En önemli itiraf ise, tezin sahiplerin-den geldi. 1992 yılında çalıflmayı tekrar-layan ekipten Mark Stoneking Sciencedergisine yazdı¤ı bir mektupta "AfrikalıHavva" iddiasının geçersiz oldu¤unu ka-bul etti.111 Çünkü çalıflmanın her hali ileistenen sonuca yönelik olarak ayarlandı-¤ı ortadaydı.

Mitokondriyel DNA tezi, DNA'dakimutasyonlardan yola çıkılarak gelifltiril-mifltir. Fakat evrimcilerin, insan DNA'sı-na baktıklarında hangi DNA basamakla-rının mutasyonların sonucu olufltu¤una,hangilerinin de orijinal-de¤iflmemifl ol-du¤una nasıl karar verebildikleri meç-huldür. Çalıflmaya bafllarken varlı¤ınıiddia ettikleri orijinal insan DNA'sındanyola çıkmak zorundadırlar. Ama evrim-cilerin burada yaptı¤ı hile ortadadır;kendilerine baz olarak flempanzeDNA'sını almaktadırlar.112

Baflka bir deyiflle, insan DNA'sınınflempanze DNA'sından evrimleflti¤inekanıt arandı¤ı bir çalıflmada, tarih önce-si orijinal insan diye flempanze bafllangıçnoktası olarak alınmaktadır. Daha çalıfl-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

M‹TOKONDR‹YEL HAVVA TEZ‹N‹N ÇEL‹fiK‹LER‹ 85

manın baflında evrim gerçekleflmifl var-sayımı ile hareket edilmekte, sonra da el-de edilen sonuç "evrim kanıtı" gibi gös-terilmektedir. Bu yüzden söz konusu ça-lıflma bilimsellikten son derece uzakt›rve magazinsel niteliktedir.

Ayr›ca evrimci arafltırmacı e¤erDNA'da meydana geldi¤ini iddia etti¤idüzenli yararlı mutasyonları "molekülersaat"i hesaplamada temel olarak kullana-caksa sözde mutasyonların hızını da he-saplamak zorundadır. Ama çekirdektekiya da mitokondrideki DNA'da ne sıklık-ta mutasyona u¤radıklarını gösterir her-hangi bir gösterge bulunmaz.

‹çindeki mantıkları de¤erlendirdi¤i-mizde bu tez flunu göstermektedir: Birkez daha evrim, evrimden yola çıkılarakkanıtlanmıfl gibi gösterilmeye çalıflıl-maktadır. DNA ile evrime kanıt aramak,tarafsız olarak yapılan bir çalıflma de¤il,fakat "evrim zaten olmufl" önyargısı te-mel alınarak yapılmıfl bir göz boyamadır.

Evrimcilerin neden göz boyama ihti-yacı duydukları sorusunun cevabı ise,evrimi destekleyen hiçbir gerçek bilim-sel kanıt olmayıflıdır.

MMooddeerrnn SSeenntteettiikk

EEvvrriimm mmaassaall››

Amerikan Jeoloji Derne¤i'nde topla-nan bilim adamları mutasyon kavramınıbenimseyerek, Darwin'in Lamarck'a da-yanarak cevaplamaya çalıfltı¤ı "canlılarıgelifltiren yararlı de¤iflikliklerin kayna¤ınedir?"sorusuna "rastgele mutasyonlar"

cevabını verdiler. Darwin'in do¤al selek-siyon tezine mutasyon kavramının ek-lenmesiyle ortaya çıkan bu yeni teoriyede "Modern Sentetik Evrim Teorisi" adı-nı koydular. Kısa sürede bu yeni teori"neo-Darwinizm" olarak bilindi ve teori-yi ortaya atanlar da "neo-Darwinistler"olarak anılmaya bafllandılar. (bkz. Neo-Darwinizm komedisi)

MMooddiiffiikkaassyyoonn

Canlılarda dıfl flartların etkisiyle be-lirli sınırlar içinde oluflan ve kalıtsal ol-mayan farklılıklardır. Bitki ve hayvan-larda aynı türe ba¤lı bireyler arasındaçiftleflme olmasına karflın, hepsi birbiri-ne benzer bireylerden oluflmamıfltır. Ara-larında kalıtsal olmayan bu farklılıklara"modikifikasyon" denir. Bütün biyolojikbünyeler dıfl koflulların etkisiyle belirlisınırlar içinde kalmak kaydı ile farklılafl-malar gösterir.113

Aynı yumurta ikizleri, kalıtsal mater-yalleri aynı olmasına karflın hiçbir za-man birbirlerine tam olarak benzemez-ler. Çünkü çevre koflullarının her iki bi-reye aynı derecede etki etmesi olanaksız-dır. Canlılarda modifikasyonu meydanagetiren dıfl flartlar besin, sıcaklık, nem vemekanik etkilerdir. Fakat vücut hücrele-rinde oldu¤u için sadece o canlı ile sınır-lı kalır ve o¤ul döllere aktarılamaz.114

Nitekim Darwin, canlıların çevreflartlarının etkisiyle de¤iflip di¤er canlıla-ra dönüflebileceklerini iddia ederken, di-¤er yandan Mendel, canlı türlerinin çev-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

MODERN SENTET‹K EVR‹M MASALI86

re etkisiyle de¤iflmeyeceklerini deneyselolarak ispatlamıfl, kalıtımın belirli sınır-lar içinde gerçekleflti¤ini göstermiflti.Darwin'in fikirleri deneylere de¤il tama-men spekülasyona dayanan bir teori ola-rak kalırken Mendel, uzun ve sabırlı birçalıflmayla kalıtım kanunlarını deney vegözlemleriyle bilim tarihine sunmufltu.Birbirlerinin ça¤daflı olmalarına ra¤men,Mendel'in genetik çalıflmalarının bilimdünyasında kabul görmesi ise Dar-win'den 35 yıl sonra mümkün olmufltu.Çünkü Mendel'in temellerini attı¤ı gene-tik bilimi, Darwinizm'in varsayımlarınıçürütmüfl ve evrimciler bunu kabullen-memek için uzun süre direnmifllerdi. An-cak bilimsel geliflmeler, Mendel'in bul-gularını kabul etmelerini zorunlu kılmıflve evrimciler de teorilerinde buna göregöstermelik de¤ifliklikler yapmayı tekçıkar yol olarak görmüfllerdi. (bkz. Neo-Darwinizm komedisi)

MMoolleekküülleerr eevvrriimm çç››kkmmaazz››

Evrim teorisinin iddiasına göre; mil-yarlarca sene evvel dünyanın atmosferi-ni teflkil eden su buharı, hidrojen, metan,amonyak gibi gaz molekülleri; günefltengelen ultraviyole ıflınları, flimfleklerdenyayılan elektrik, radyoaktif kayalardançıkan radyasyon ve volkanlardan kay-naklanan ısı enerjisi ile ayrıflmıfl ve böy-lece ortaya çıkan atomlar yeni bir düzeniçinde biraraya gelerek hücrenin yapıtafl-larını meydana getirmifllerdi. Daha son-ra bu bileflikler ya¤mur sularıyla göl ve

denizlere taflınmıfllardı. Organik bileflik-ler bu flekilde yavafl yavafl birikmifl veeski yeryüzü suları bu maddeler bakı-mından zamanla zenginleflmifllerdi. Son-ra bu karıflım içindeki amino asitler vedi¤er organik maddeler biraraya gelerekproteinleri, karbonhidrat zincirlerini vegiderek daha kompleks yapılı di¤er or-ganik maddeleri oluflturmufltu. Sonundakompleks yapılı büyük moleküllerdenbazıları biraraya gelerek daha iri mole-kül kümelerini meydana getirmifllerdi.Meydana gelen ilk kümeler büyüme e¤i-limleri sebebiyle çevrelerinden yeni mo-leküller almaya çalıflmıfltı. Böylece ya-pısı ve organizasyonu daha kompleksolan ve büyüyüp ço¤alabilen kümelerortaya çıkmıfltı. Bu noktada aralarındatam bir fikir birli¤i bulunmamakla bera-ber, evrimcilerin ço¤unun öne sürdü¤üiddiaya göre, dıflarıda ayrıca tesadüfenmeydana gelmifl nükleik asitler, "koeser-vat" denilen bu kümelerin içine giripyerleflmifller ve nihayet koeservatlar or-ganizasyon seviyelerini yeterince yük-selttiklerinde canlanarak hayat sahibi ilkhücreler haline gelmifllerdi.

Yukarıdaki senaryoda evrimciler can-sız maddelerden canlılı¤ın oluflumundahiçbir bilinçli müdahalenin varlı¤ını ka-bul etmez, herfleyin kör tesadüfler sonu-cu olufltu¤unu iddia ederler. Canlılı¤ıncansız maddelerden tesadüfen oluflumu-na ilk basamak olarak da Miller'in dene-yini gösterirler. Ancak Miller deneyindekullanılan ilk atmosferin kimyasal yapısıkonusundaki varsayımların yanlıfl oldu¤u

Harun Yahya (Adnan Oktar)

MOLEKÜLER EVR‹M ÇIKMAZI 87

günümüzde artık anlaflılmıfl olan ve Mil-

ler'in kendisinin de itiraf etti¤i bir ger-

çektir. (bkz. Miller Deneyi) Bugün her

türlü çabaya ra¤men evrim teorisinin ne

moleküler düzeyde ne de bir baflka alan-

da bilimsel destek bulamadı¤ı açıktır.

Ünlü biyokimyacı Prof. Michael

Denton moleküler biyoloji alanında elde

edilen bulgulara dayanarak flu yorumu

yapar:

Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı, öz-

gün, farklı ve di¤erleriyle ba¤lantısızdır.

Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi,

evrimci biyoloji tarafından uzun zaman-

dır aranan teorik ara geçifllerin olmadı-

¤ını göstermifltir... Moleküler düzeyde

hiçbir organizma bir di¤erinin "atası"

de¤ildir, di¤erinden daha "ilkel" ya da

"geliflmifl" de de¤ildir... E¤er bu molekü-

ler kanıtlar bundan bir asır önce var ol-

saydı... organik evrim düflüncesi hiçbir

zaman kabul görmeyebilirdi.115

Moleküler düzeyde yapılan karflılafl-

tırmalar, canlıların evrimlefltiklerini de-

¤il, ayrı ayrı yaratıldıklarını göstermekte-

dir. Kaldı ki; fosil kayıtları, canlılardaki

kompleks yapı ve sistemler, hiçbir "ev-

rim mekanizması"nın olmayıflı gibi daha

pek çok bilimsel gerçek, evrim teorisinin

iddialarını zaten çoktan yıkmıfltır.

MMoolleekküülleerr hhoommoolloojjii

tteezziinniinn ssaaççmmaall››kkllaarr››

Evrimciler, farklı canlı türlerinin

DNA flifrelerinin ya da protein yapıları-

nın benzer oldu¤undan söz ederler ve

bunu, bu canlı türlerinin birbirlerindenevrimlefltiklerinin delili olarak yorum-larlar. Örne¤in evrimci yayınlarda sıksık "insan DNA'sı ile maymun DNA'sıarasında büyük bir benzerlik" oldu¤usöylenir ve bu, insan ile maymun arasın-da evrimsel bir iliflki oldu¤u iddiasınınkanıtı gibi sunulur. (bkz. Maymun-‹nsangenetik benzerli¤i yalan›)

Öncelikle belirtmek gerekir ki, yer-yüzünde yaflayan canlıların birbirlerineyakın DNA yapısına sahip olmaları bek-lenmedik bir durum de¤ildir. Canlılarıntemel yaflamsal ifllevleri birbiriyle aynı-dır ve insan da canlı bir bedene sahip ol-du¤una göre, di¤er canlılardan farklı birDNA yapısına sahip olması beklenemez.‹nsan da di¤er canlılar gibi proteinlerlebeslenerek geliflir, onun da vücudundakan dolaflır, hücrelerinde her saniye ok-sijen kullanılarak enerji üretilir.

Dolayısıyla canlıların genetik ben-zerliklere sahip olmaları, ortak bir ata-dan evrimlefltikleri iddiasına delil olarakgösterilemez. Evrimciler, e¤er ortak ata-dan evrimleflme teorisini delillendirmekistiyorlarsa, birbirinin atası oldu¤u iddiaedilen canlıların moleküler yapılarındada bir ata-torun iliflkisi oldu¤unu göster-mek zorundadırlar. Oysa, evrimcilerinelinde bu yönde hiçbir somut bulgu yok-tur.

Nitekim farklı türlere ve sınıflara aitcanlıların DNA ve kromozom analizlerisonucunda elde edilen bulgular karflılafl-tırıldı¤ında, canlıların DNA ve kromo-zomlarındaki benzerliklerin ya da farklı-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

MOLEKÜLER HOMOLOJ‹ TEZ‹N‹N SAÇMALIKLARI88

lıkların, öne sürülen hiçbir evrimci man-tık ya da ba¤lantıyla uyuflmadı¤ı çokaçık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Ev-rimci teze göre canlıların komplekslikle-rinde kademeli bir artıfl yaflanmıfl olma-lı, buna paralel olarak da genetik bilgile-rini oluflturan kromozomlarının sayısı-nın kademeli olarak artması beklenmeli-dir. Fakat elde edilen veriler bu tezin ta-mamen hayal ürünü oldu¤unu göster-mektedir. Örne¤in, domatesin 24 kromo-zomu varken, çok daha kompleks bir or-ganizmaya ve sistemlere sahip olan Co-pepode yengecinin sadece 6 kromozomuvardır. Ya da, tek hücreli bir canlı olanEuglena'da 45 kromozom bulunurken,Amerika'da yaflayan büyük bir timsahtürü olan Alligatörde 32 kromozom bu-lunur. Bununla birlikte mikroskobik bircanlı olan Radiolaria'da 800'den fazlakromozom vardır.

Evrimin ünlü teorisyenlerinden Rusbilim adamı Dobzhansky, canlılar veDNA'ları arasındaki bu kuralsız iliflkininevrimin açıklayamadı¤ı büyük bir sorunoldu¤unu flöyle ifade etmektedir:

Daha kompleks organizmaların geneldebasit olanlara göre hücrelerinde dahafazla DNA'ları vardır. Fakat bu kuralındikkat çeken istisnaları vardır. Amphi-uma (amfibiyen), Propterus (bir akci¤er-li balık) ve hatta sıradan kurba¤alar vekara kurba¤aları tarafından geçilen in-san ise, liste baflı olmaktan çok uzaktır.Neden bu durum bu kadar uzun zaman-dır bir bilmece olarak kaldı?116

Yine evrimci homoloji tezine göre,canlı büyüdükçe kromozom sayısınınartması, küçüldükçe ise kromozom sayı-sının azalması beklenmelidir. Oysa bir-birleriyle bütünüyle farklı boyut ve yapı-lara sahip olan ve aralarında herhangi birevrimsel ba¤lantı oldu¤u iddia bile edi-lemeyen canlıların eflit sayıda kromo-zomlara sahip olmaları, canlıların kro-mozom benzerlikleri üzerine kurulanyüzeysel evrimci mantıkları alt üst et-mektedir. Buna birkaç örnek verecekolursak, hem yulaf bitkisinin hem demakak maymununun 42'fler kromozomuvardır. Deer faresinin 48 kromozomubulunurken kendisinden kat kat büyükolan gorilin de aynı sayıda, yani 48 kro-mozomu bulunur. Bir di¤er ilginç örnekde çingene güvesi ve efle¤in kromozomsayılarıdır. Her ikisi de 62 kromozomasahiptir.

Moleküler düzeydeki di¤er karflılafl-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

MOLEKÜLER HOMOLOJ‹ TEZ‹N‹N SAÇMALIKLARI89

KKrroommoozzoomm ssaayy››llaarr››nnaa vvee DDNNAA yyaapp››llaarr››nnaa ggöö--rree yyaapp››llaann kkaarrflfl››llaaflfltt››rrmmaallaarr,, ffaarrkkll›› ccaannll›› ttüürrllee--rrii aarraass››nnddaa hhiiççbbiirr eevvrriimmsseell aakkrraabbaall››kk iilliiflflkkiissiikkuurruullaammaadd››¤¤››nn›› ggöösstteerrmmeekktteeddiirr..

tırmalar da, evrimci yorumları anlamsızkılan pek çok tutarsızlık örne¤i olufltur-maktadır. Çeflitli canlılardaki protein di-zilimleri laboratuvarlarda analiz edildik-çe, ortaya evrimciler açısından hiç bek-lenmedik, hatta kimi zaman hayret veri-ci sonuçlar çıkmaktadır. Örne¤in insan-daki Sitokrom-C proteini bir atınkinden14 amino asit farklıyken, bir kanguru-nunkinden yalnızca 8 amino asit farklı-dır. Yine Sitokrom-C dizilimi incelendi-¤inde, kaplumba¤aların insanlara kendi-leri gibi bir sürüngen olan çıngıraklı yı-lanlardan daha yakın oldu¤u görülür. Budurum evrimci bakıfl açısına göre yo-rumlandı¤ında kaplumba¤aların insan-larla yılanlardan daha yakın akraba ol-dukları gibi evrimcilerin dahi kabul ede-meyecekleri kadar anlams›z bir sonuççıkacaktır.

Her ikisi de sürüngenler sınıfına da-hil olan kaplumba¤a ve çıngıraklı yıla-nın arasında 100 kodonda 21 amino asit-lik fark, çok ayrı sınıfların temsilcileriarasındaki farklardan belirgin bir flekildedaha büyüktür. Örne¤in, tavuk ve su yı-lanı arasındaki 17 veya at ve köpekbalı-¤ı arasındaki 16, hatta iki ayrı filuma aitköpek ve solucan sine¤i arasındaki 15

amino asitlik farktan bile daha büyüktür.Benzer gerçekler hemoglobin için de

bulunmufltur. Bu proteinin insandaki di-zilimi lemurunkinden 20 amino asitfarklı iken, domuzdakinden yalnızca 14amino asit farklıdır. Durum di¤er prote-inler için de yaklaflık olarak aynıdır.117

Evrimcilerin bu durumda, insanınevrimsel olarak kanguruya, attan dahayakın olması ya da domuzla lemurdandaha yakın akraba oldu¤u gibi sonuçlaravarmaları gerekir.

South Carolina Üniversitesi Tıp Fa-kültesi'nden biyokimya arafltırmacısı Dr.Christian Schwabe, moleküler alandaevrime delil bulabilmek için uzun yılla-rını vermifl bir bilim adamıdır. Özellikleinsülin ve relaxin türü proteinler üzerin-de incelemeler yaparak canlılar arasındaevrimsel akrabalıklar kurmaya çalıflmıfl-tır. Fakat çalıflmalarının hiçbir noktasın-da evrime herhangi bir delil elde edeme-di¤ini pek çok kereler itiraf etmek zo-runda kalmıfltır. Science dergisindeki birmakalesinde flöyle demektedir:

Moleküler evrim, evrimsel akrabalıkla-rın ortaya çıkarılması için neredeyse pa-leontolojiden daha üstün bir metot ola-rak kabul edilmeye bafllandı. Bir molekü-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

MOLEKÜLER HOMOLOJ‹ TEZ‹N‹N SAÇMALIKLARI90

MMoolleekküülleerr bbiiyyoolloojjii aallaa--nn››nnddaa eellddee eeddiilleenn bbuull--gguullaarraa ggöörree,, mmoolleekküü--lleerr ddüüzzeeyyddee,, hheerr ccaannll››ss››nn››ff››,, öözzggüünn,, ffaarrkkll›› vveeddii¤¤eerrlleerriiyyllee bbaa¤¤llaanntt››--ss››zzdd››rr.. HHiiççbbiirr oorrggaanniizz--mmaa bbiirr ddii¤¤eerriinniinn aattaass››ddee¤¤iillddiirr..

ler evrimci olarak bundan gurur duy-mam gerekirdi. Ama aksine, türlerin dü-zenli bir geliflme kaydetti¤ini göstermesigereken moleküler benzerliklerin pek çokistisnası olması oldukça can sıkıcı görü-nüyor. Bu istisnalar o kadar çok ki, ger-çekte, istisnaların ve tuhaflıkların dahaönemli bir mesaj taflıdıklarını düflünüyo-rum.118

Schwabe'nin relaxinler üzerinde yap-tı¤ı çalıflmalar oldukça ilginç sonuçlarortaya koymufltur:

Yakın akraba oldu¤u bildirilen türlerinrelaxinleri arasındaki yüksek de¤iflkenli-¤in yanı sıra, domuzun ve balinanın rela-xinleri bütünüyle aynıdır. Farelerden, Ye-ni Gine domuzundan, insandan ve do-muzdan alınan moleküller, birbirlerindenyaklaflık %55 uzaktır. Buna ra¤men insü-lin, insanı flempanzeden daha çok domu-za yakın kılmaktadır.119

Schwabe, canlılardaki lizozimler, si-tokromlar ve pek çok hormonların daamino asit dizilimlerinin karflılafltırılma-sının evrimciler açısından "beklenmediksonuçlar ve anormallikler" ortaya koy-du¤unu belirtmektedir. Schwabe, tüm bukanıtlara dayanarak, proteinlerin hepsi-nin hiçbir evrim geçirmeden bafllangıç-taki yapılarına sahip olduklarınıve mole-küller arasında, aynı fosiller arasında ol-du¤u gibi, hiçbir ara geçifl formu bulun-madı¤ını savunmaktadır.

Michael Denton da moleküler biyo-loji alanında elde edilen bulgulara daya-narak flu yorumu yapar:

Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı, öz-gün, farklı ve di¤erleriyle ba¤lantısızdır.

Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi,

evrimci biyoloji tarafından uzun zaman-

dır aranan teorik ara geçifllerin olmadı-

¤ını göstermifltir... Moleküler düzeyde

hiçbir organizma bir di¤erinin "atası"

de¤ildir, di¤erinden daha "ilkel" ya da

"geliflmifl" de de¤ildir... E¤er bu molekü-

ler kanıtlar bundan bir asır önce var ol-

saydı... organik evrim düflüncesi hiçbir

zaman kabul görmeyebilirdi.120

Kısacası, canlılarda anatomik ya da

kimyasal benzerlikler arayan ve bunu

evrime delil saymaya çalıflan homoloji

varsayımı, bilimsel bulgular karflısında

geçersizdir.

MMoorrffoolloojjii

Organizmaların bir bütün olarak fle-

kil ve yapısını iflleyen bilim dalıdır. Bit-

kilerin kök, gövde, yaprak, çiçek, meyve

gibi bölümlerinin; hayvanların ve insan-

lar›n ise bafl, gövde ve di¤er kısımlarının

yapılarını ve bunların ortak çalıflma dü-

zenlerini inceler.121

Morfolojinin alt dalları olan "anato-

mi" organizmaların gözle görülen iç ve

dıfl yapısını; "histoloji" organları olufltu-

ran dokuların mikroskobik yapısını; "si-

toloji" dokuları oluflturan hücrelerin

mikroskobik yapısını; "embriyoloji"

döllenmifl yumurtadan (zigot) serbest

yaflayan bir organizma olufluncaya kadar

geçen evrelerin tümünü inceler.122

Canlıların homolog ya da analog or-

ganları arasında yapılan karflılafltırma-

larda da ço¤unlukla morfolojiden elde

Harun Yahya (Adnan Oktar)

MORFOLOJ‹ 91

edilen bilgilerden faydalanılır. (bkz. Ho-molog organ; Analog organ) Benzermorfolojilere (yapılara) sahip tüm canlı-lar, aralarında evrimsel bir iliflki kurmamantı¤ıyla homolog kabul edilirler. An-cak bunun bilimsel olarak bir dayana¤ıyoktur. Nitekim birbirlerine çok benze-yen fakat aralarında hiçbir evrimsel ilifl-ki kurulamayan çok sayıda örnek vardırki, bu da bu evrimci iddialar açısındanbüyük bir çeliflki oluflturur.

MMoorrffoolloojjiikk hhoommoolloojjii

mmaassaall››

bkz. Homoloji (Köken birli¤i)

MMoorrrr››ss,, JJoohhnn

Yaratılıfl Arafltırmaları Enstitüsü'nün(Institute for Creation Research) baflkanıve ünlü bir jeolog olan Prof. John Mor-

ris, Bilim Arafl-tırma Vakfı'nınd ü z e n l e d i ¤ i"Evrim Teorisi-nin Çöküflü: Ya-ratılıfl Gerçe¤i"bafllıklı II. ulus-lararası konfe-ransa (5 Tem-muz 1998) katı-larak, evrimin

ardındaki ideolojik ve felsefi flartlanma-ları, bu teorinin bir dogma haline geldi-¤ini ve savunucularının Darwinizm'e birdin gibi inandıklarını anlattı.123

MMoozzaaiikk ccaannll››llaarr

Gerçekte ara form özelli¤i olufltur-mayan canlı yapılar, kimi zaman evrim-cilerin taraflı yorumları ile ara formözelli¤i gibi lanse edilir. Fakat bir canlıgrubunun di¤er canlı grubuna ait özel-likler barındırması, bir ara form özelli¤ide¤ildir.

Örne¤in Avustralya'da yaflayanPlatypus, bir memeli olmasına ra¤mensürüngenler gibi yumurtlayarak ço¤alır.Ayrıca kufllara benzer bir gagası bulu-nur. Ancak k›llara, süt bezlerine ve kula-¤›nda üç kemi¤e sahip olmas› nedeniylememelidir. Bilim adamları bu nedenlePlatypus gibi canlılara "mozaik canlı"ismini verirler. Mozaik canlıların araform sayılamayaca¤ı, Stephen J. Gouldve Niles Eldredge gibi önde gelen ev-rimci paleontologlar tarafından da kabuledilmektedir.124

Platypus, çok ileri derecede özellefl-mifl yapısıyla bu iddiayı ayr›ca yalanla-maktadır. (bkz. Platypus)

MMuuttaajjeenniikk ffaakkttöörr

Canlılardaki genetik bilgide meyda-na gelen kopmalar ve yer de¤ifltirmelermutasyon olarak tanımlanır. Bunlar hüc-relerin çekirde¤inde bulunan DNA'yı et-kilerler ve buna zarar verirler. Mutasyonmeydana getiren her aracıya "mutajenikfaktör" denir. Mutajenik faktör, genellik-le kimyasal etkiler veya parçacık ıflınımıfleklindedir.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

MORRIS, JOHN92

JJoohhnn MMoorrrriiss

Mutajenik faktörlere örnek olarakhardal gazı, nitrik asit gibi kimyasalmaddeler sayılabilir. X-ıflınları veya birnükleer santraldan sızan radyasyon iseıflınımsal mutajenik faktördür. Iflınımmutasyonu, radyoaktif bir elementten ya-yılan parçacıkların DNA bazları üzerindeyaptıkları hasardır. Yüksek enerji taflıyankararsız parçacıklar, DNA bazlarınaçarptıkları zaman bunların yapısını de-¤ifltirirler ve ço¤u zaman hücrenin tamiredemeyece¤i boyutlarda bir takım de¤i-flikliklere sebep olurlar. (bkz. Mutasyon:Hayali bir mekanizma)

MMuuttaanntt

Mutant, mutasyona u¤ramıfl bir canlı,hücre ya da gene verilen genel isimdir.Mutasyonlar, canlı hücresinin çekirde-¤inde bulunan ve genetik bilgiyi taflıyanDNA molekülünde, radyasyon veya kim-yasal etkiler sonucunda meydana gelenkopmalar ve yer de¤ifltirmelerdir. Mutas-yonlar DNA'yı oluflturan nükleotidleritahrip eder ya da yerlerini de¤ifltirirler.Ço¤u zaman da hücrenin tamir edemeye-ce¤i boyutlarda bir takım hasar ve de¤i-flikliklere sebep olurlar. %99 ihtimalletahrip edici, %1 ihtimalle nötr etkilerlede¤iflikli¤e u¤ramıfl hücre ya da canlımutant olarak adlandırılır. (bkz. Mutas-yon: Hayali bir mekanizma)

Mutasyonların sadece bir tahrip me-kanizması oldu¤u açık olmasına karflın,evrimciler varsaydıkları evrimsel de¤i-flikliklerin kayna¤ını, canlıların genetikyapısında meydana gelen rastgele mu-

tasyonlar olarak gösterirler. Fransız Bi-limler Akademisi'nin eski baflkanı PierrePaul Grassé'nin mutasyonlar hakkındayaptı¤ı yorum, bu noktada oldukça açık-layıcıdır. Grassé, mutasyonları "yazılıbir metnin kopyalanması sırasında yapı-lan harf hataları"na benzetmifltir. Ve harfhatası gibi mutasyonlar da bilgi olufltur-maz, aksine var olan bilgiyi bozarlar.Grassé bunu flöyle açıklamıfltır:

Mutasyonlar, zaman içinde son derecedüzensiz biçimde meydana gelirler. Bir-birlerini tamamlayıcı bir özellikleri yok-tur ve birbirini izleyen nesiller üzerindebelirli bir yöne do¤ru kümülatif bir etki-leri olmaz. Zaten var olan yapıyı de¤iflti-rirler, ama bunu tamamen düzensiz birbiçimde yaparlar... Bir canlı vücudundaçok küçük bile olsa bir düzensizlik olufl-tu¤unda ise, bunun sonucu ölüm olur. Ya-flam olgusu ile anarfli (düzensizlik) ara-sında hiçbir olası uzlaflma yoktur.125

‹flte bu nedenle, yine Grassé'nin ifa-desiyle "mutasyonlar ne kadar çok sayı-da olursa olsunlar, herhangi bir evrimmeydana getirmezler."

Harun Yahya (Adnan Oktar)

MUTANT93

FFiizziikksseell bboozzuukklluu¤¤uu oollaann mmuuttaanntt bbiirr kkuuzzuu

MMuuttaassyyoonn:: hhaayyaallii bbiirr

mmeekkaanniizzmmaa

Mutasyonlar, canlı hücresinin çekir-de¤inde bulunan ve genetik bilgiyi taflı-yan DNA molekülünde, radyasyon veyakimyasal etkiler sonucunda meydana ge-len kopmalar ve yer de¤ifltirmelerdir.Mutasyonlar DNA'yı oluflturan nükle-otidleri tahrip eder ya da yerlerini de¤ifl-tirirler. Ço¤u zaman da hücrenin tamiredemeyece¤i boyutlarda birtakım hasarve de¤iflikliklere sebep olurlar.

Dolayısıyla evrimcilerin arkasına sı-¤ındıkları mutasyon, hiç de sanıldı¤ı gibicanlıları daha geliflmifle ve mükemmelegötüren tılsımlı bir de¤nek de¤ildir. Mu-tasyonların net etkisi zararlıdır. Mutas-yonların sebep olaca¤ı de¤ifliklikler an-cak Hiroflima, Nagazaki veya Çerno-bil'deki insanların u¤radı¤ı türden de¤i-fliklikler olabilir: Yani ölüler, sakatlar...Bunun nedeni çok basittir: DNA çokkompleks bir düzene sahiptir. Bu mole-kül üzerinde oluflan herhangi rastgele biretki ona sancak zarar verir. Amerikalı ge-netikçi B. G. Ranganathan bunu flöyleaçıklar:

Mutasyonlar küçük, rastgele ve zararlı-dırlar. Çok ender olarak meydana gelir-ler ve en iyi ihtimalle etkisizdirler. Budört özellik, mutasyonların evrimsel birgeliflme meydana getiremeyece¤ini gös-terir. Zaten yüksek derecede özelleflmiflbir organizmada meydana gelebilecekrastlantısal bir de¤iflim, ya etkisiz ola-caktır ya da zararlı. Bir kol saatindemeydana gelecek rastgele bir de¤iflim kolsaatini gelifltirmeyecektir. Ona büyük ih-

timalle zarar verecek veya en iyi ihtimal-le etkisiz olacaktır. Bir deprem bir flehrigelifltirmez, ona yıkım getirir.126

Nitekim bugüne kadar hiçbir yararlımutasyon örne¤i gözlemlenmedi. Tümmutasyonların zararlı oldu¤u görüldü.‹kinci Dünya Savaflı'nın ardından nükle-er silahların sonucunda oluflan mutas-yonları incelemek için kurulan AtomikRadyasyonun Genetik Etkileri Komite-si'nin (Committee on Genetic Effects ofAtomic Radiation) hazırladı¤ı raporhakkında evrimci bilim adamı WarrenWeaver flöyle diyordu:

Ço¤u kimse, bilinen tüm mutasyon ör-neklerinin zararlı oldu¤u sonucu karflı-sında flaflıracaktır, çünkü mutasyonlarevrim sürecinin gerekli bir parçasıdır.Nasıl olur da iyi bir etki -yani bir canlı-nın daha geliflmifl canlı formlarına ev-rimleflmesi- pratikte hepsi zararlı olanmutasyonların sonucu olabilir?127

‹nsanlar üzerinde gözlemlenen tümmutasyonlar zararlıdır. Tıp kitaplarında"mutasyon örne¤i" olarak anlatılan mon-golizm, Down Sendromu, albinizm, cü-celik, orak hücre anemisi gibi zihinsel yada bedensel bozuklukların ya da kansergibi hastalıkların her biri, mutasyonlarıntahrip edici etkilerini ortaya koymakta-dır. Elbette ki insanları sakat ya da hastayapan bir süreç, "evrim mekanizması"olamaz.

Nitekim Amerikalı patolog David A.Demick, mutasyonlar hakkında yazdı¤ıbilimsel bir makalede bu konuda flunlarısöyler:

Son yıllarda genetik mutasyonlarla ba¤-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

MUTASYON: HAYAL‹ B‹R MEKAN‹ZMA94

lantılı olan binlerce insan hastalı¤ı sınıf-landırılmıfltır. Yeni yayınlanan bir kay-nak kitapta 4500 farklı genetik hastalıksayılmaktadır. Dahası, moleküler genetikanalizlerden önce klinik olarak tanımla-nan bazı kalıtsal sendromların (örne¤inMarfan sendromu) mutasyonların sonu-cu oldu¤u anlaflılmıfltır...

Mutasyonların, oluflturdukları tüm buhastalıkların yanında, faydalı etkileri devar mıdır? Tanımladı¤ımız binlerce za-rarlı mutasyon örne¤inin yanında, elbet-te ki bazı olumlu örnekler de tanımlamakgerekmektedir. -e¤er makro evrim do¤ruise- Bu olumlu örnekler, hem daha komp-leks yapılar oluflturmak için evrime gere-kecek, hem de çok sayıdaki zararlı mu-tasyonun bozucu etkisini dengelemek içinlazım olacaktır. Ama ifl bu faydalı mutas-yonları tanımlamaya gelince, evrimci bi-yologlar hep garip bir sessizlik içinde-dirler.128

Mutasyonların neden evrimci iddiayıdestekleyemeyeceklerini üç ana madde-de özetlemek mümkündür:

1) Mutasyonlar her zaman zararlıdır:

Mutasyon rastgele meydana geldi¤i için

hemen her zaman canlıya zarar verir.Mantık gere¤i, mükemmel ve kompleksolan bir yapıya yapılacak herhangi birbilinçsiz müdahale, o yapıyı daha ilerigötürmez, aksine tahrip eder. Nitekimhiçbir gözlemlenmifl "faydalı mutasyon"yoktur.

2) Mutasyon sonucunda DNA'ya ye-ni bilgi eklenmez: Genetik bilgiyi olufl-turan parçalar yerlerinden kopup sökü-lür, tahrip olur ya da DNA'nın farklı yer-lerine taflınır. Ama mutasyonlar hiçbirflekilde canlıya yeni bir organ ya da yenibir özellik kazandırmazlar. Ancak baca-¤ın sırttan, kula¤ın karından çıkması gi-bi anormalliklere sebep olurlar.

3) Mutasyonun bir sonraki nesle ak-tarılabilmesi için mutlaka üreme hücre-lerinde meydana gelmesi gerekir: Vücu-dun herhangi bir hücresinde veya orga-nında meydana gelen de¤iflim bir sonra-ki nesle aktarılmaz. Örne¤in bir insanıngözü, radyasyon ve benzeri etkilerle mu-tasyona u¤rayıp orijinal formundan fark-lılaflabilir ama bu, kendisinden sonrakinesillere geçmeyecektir.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

RReessiimmlleerrddee,, mmuuttaassyyoonnllaarr››nn iinnssaann vvüüccuu--dduunnddaakkii bbaazz›› zzaarraarrll›› eettkkiilleerrii ggöörrüüllmmeekktteeddiirr..EEllbbeettttee kkii iinnssaannllaarr›› ssaakkaatt yyaa ddaa hhaassttaa yyaa--ppaann bbiirr ssüürreeçç,, ggeelliiflflmmee ssaa¤¤llaayyaammaazz..

MUTASYON: HAYAL‹ B‹R MEKAN‹ZMA 95

NNaattüürraalliizzmm

Natüralizm, genel anlamda do¤adanve duyularla algılanan dünyadan baflkabir gerçeklik tanımayan felsefe akımıdır.19. yüzyılın din-dıflı atmosferinin enönemli ürünlerinden biri olan natüra-lizm, bu dönemde Darwin'i etkisi altınaalmıfl ve onu hayata din dıflı bir açıklamagetirmeye zorlamıfltı. Bu düflünce akımı-na göre, do¤a kendi kendisinin yaratıcısıve hakimi olarak düflünülüyordu. Bugünhala yaygın olarak kullanılan "tabiatana" gibi kavramlar ya da "do¤a insanaflu yetene¤i vermifl, do¤a insanı böyleyaratmıfl" gibi klifleleflmifl sözler, natü-ralizm akımının toplum zihnine yerlefl-tirdi¤i önkabullerin birer sonucudur.

Natüralistler do¤adaki mükemmelli-¤e hayrandılar, ama bunun nasıl olufltu-¤u sorusuna tatminkar bir cevap ver-mekte zorlanıyorlardı. Pozitivist dogma-yı benimsedikleri, yani yalnızca deneyve gözlem yoluyla varlı¤ına ulaflılabilenkavramlara inandıkları için do¤ayıAllah'ın yarattı¤ı gerçe¤ini ısrarla red-dediyorlardı. Onlara göre, do¤anın ken-disi yaratıcıydı.

Darwin'in teorisi, natüralist/materya-list felsefelere, daha do¤rusu tüm bunla-rın temelini oluflturan ateizme hizmetediyordu. Bu nedenle destek buldu vebüyük bir bilimsel gerçekmifl gibi kitle-lere empoze edildi. Aksi halde, amatörbir biyolo¤un hayalleri olarak görülür vekısa sürede unutulur giderdi.

NNeeaannddeerrttaall:: bbiirr iinnssaann ››rrkk››

Neandertaller bundan 100 bin yılönce Avrupa'da aniden ortaya çıkmıfl veyaklaflık 35 bin yıl önce de yine hızlı vesessiz bir biçimde yok olmufl -ya da di-¤er ırklarla karıflarak asimile olmufl- in-sanlardır. Günümüz insanından tek fark-ları, iskeletlerinin biraz daha güçlü vekafatası hacmi ortalamalarının biraz da-ha yüksek olmasıdır. Neandertaller iriyapılı bir insan ırkıdır ve bugün artık bugerçek hemen herkes tarafından kabuledilmektedir.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

NATÜRAL‹ZM

NNeeaannddeerrttaall ››rrkk››nnaa aaiitt bbiirr ffoossiill

97

Evrimciler ise bu insanları "ilkel birtür" olarak göstermek için çok çabala-mıfllar, ama bütün bulgular Neandertalinsanının bugün sokakta yürüyen her-hangi bir "yapılı" insandan daha farklıolmadı¤ını göstermifltir. Bu konuda ön-de gelen bir otorite sayılan New MexicoÜniversitesi'nden paleoantropolog ErikTrinkaus flöyle yazar:

Neandertal kalıntıları ve günümüz insan›kemikleri arasında yapılan ayrıntılı kar-flılafltırmalar göstermektedir ki, Nean-dertaller'in anatomisinde ya da hareket,alet kullanımı, zeka seviyesi veya konufl-

ma kabiliyeti gibi özelliklerinde günümüz

insanlar›ndan afla¤ı sayılabilecek hiçbir

fley yoktur.129

Bu nedenle günümüzde birçok arafl-

tırmacı, Neandertal insanını günümüz

insanının bir alt türü olarak tanımlayarak

Homo sapiens neandertalensis demekte-

dir. Bulgular, Neandertaller'in ölülerini

gömdüklerini, çeflitli müzik aletleri yap-

tıklarını ve aynı dönemde yaflamıfl Ho-

mo sapiens sapienslerle beraber gelifl-

mifl bir kültürü paylafltıklarını açıkça

göstermektedir.

FFoossiill bbuullgguullaarr›› NNeeaannddeerrttaall iinnssaann››nn››nn bbiizzee ggöörree hhiiççbbiirr ""iillkkeell""yyöönnüü bbuulluunnmmaayyaann bbiirr iinnssaann ››rrkk›› oolldduu¤¤uunnuu ggöösstteerrmmeessiinneerraa¤¤mmeenn,, NNeeaannddeerrttaall iinnssaannllaarr›› hhaallaa eevvrriimmcciilleerr ttaarraaff››nnddaannmmaayymmuunn aaddaamm oollaarraakk rreessmmeeddiilliiyyoorrllaarr.. BBuu,, DDaarrwwiinniizzmm''iinn bbii--lliimmsseell bbuullgguullaarraa ddee¤¤iill,, öönnyyaarrgg›› vvee pprrooppaaggaannddaayyaa ddaayyaann--dd››¤¤››nn››nn ggöösstteerrggeelleerriinnddeenn yyaallnn››zzccaa bbiirr ttaanneessiiddiirr..

NEANDERTAL: B‹R ‹NSAN IRKI 98

NNeebbrraasskkaa AAddaamm››

ssaahhtteekkaarrll››¤¤››

1922'de, Amerikan Do¤a Tarihi Mü-

zesi müdürü Henry Fairfield Osborn,

Batı Nebraska'daki Yılan Deresi yakın-

larında, Plieocen Dönemi'ne ait bir azı

difli fosili buldu¤unu açıkladı. Bu difl, id-

diaya göre, insan ve maymunların ortak

özelliklerini taflımaktaydı. Çok geçme-

den konuyla ilgili çok derin bilimsel tar-

tıflmalar baflladı. Bazıları bu diflin sahibi-

ni Pithecanthropus erectus olarak yo-

rumluyorlar, bazıları ise bunun insana

daha yakın oldu¤unu söylüyorlardı. Bü-

yük tartıflmalar yaratan bu fosile "Neb-

raska Adamı" adı verildi. "Bilimsel" is-

mi de hemen takıldı: Hesperopithecusharoldcooki.

Bu tek difle dayanılarak Nebraska

Adamı'nın kafatası ve vücudunun re-

konstrüksiyon resimleri çizildi. Hatta

daha da ileri gidilerek Nebraska adamı-

nın, eflinin ve çocuklarının do¤al ortam-

da ailece resimleri yayınlandı. Bütün bu

senaryolar tek bir diflten üretilmiflti. Ev-

rimci çevreler bu "hayalet adamı" o de-

rece benimsediler ki, William Bryan

isimli bir arafltırmacı, tek bir azı difline

dayanılarak bu kadar peflin hükümle ka-

rar verilmesine karflı çıkınca, bütün flim-

flekleri üzerine çekti.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

NEANDERTAL:BİR İNSAN IRKI

YYaannddaa,, ‹‹ssrraaiill''ddee bbuulluu--nnaann HHoommoo ssaappiieennss nnee--aannddeerrtthhaalleennssiiss,, AAmmuudd 11kkaaffaattaass›› yyeerr aall››yyoorr.. FFoossii--lliinn ssaahhiibbiinniinn 11..8800 mm..bbooyyuunnddaa oolldduu¤¤uu ttaahhmmiinneeddiillmmeekktteeddiirr.. BBeeyyiinn hhaacc--mmii iissee bbuuggüünnee kkaaddaarrrraassttllaann››llaannllaarr››nn eenn bbüüyyüü--¤¤üüddüürr:: 11..774400 cccc

Ancak 1927'de iskeletin öbür parça-

ları da bulundu. Bulunan yeni parçalara

göre bu difl ne maymuna ne de insana

aitti. Diflin, Prosthennops isimli yabani

Amerikan domuzunun soyu tükenmifl

bir cinsine ait oldu¤u anlaflıldı. William

Gregory, bu yanılgıyı duyurdu¤u Scien-

ce dergisinde yayınladı¤ı makalesine

flöyle bir bafllık atmıfltı: "Görüldü¤ü ka-

darıyla Hesperopithecus ne maymun ne

de insan."130

Bu olay sonucunda Hesperopithecus

haroldcooki'nin ve "ailesi"nin tüm çi-

zimleri alelacele literatürden çıkarıldı.

NNeeoo--DDaarrww››nniizzmm kkoommeeddiissii

((NNeeoo--DDaarrww››nn››ssmm))

Darwin'in teorisi 20. yüzyılın ilkçeyre¤inde keflfedilen genetik kanunlarıkarflısında tam anlamıyla bir açmaza gir-miflti. Bunun üzerine Darwin'e sadakatgöstermekte kararlı olan bir grup bilimadamı, 1941 yılında Amerikan JeolojiDerne¤i'nin düzenledi¤i bir toplantıdabiraraya geldiler. G. Ledyard Stebbinsve Theodosius Dobzhansky gibi gene-tikçilerin, Ernst Mayr ve Julian Huxleygibi zoologların, George Gaylord Simp-son ve Glen L. Jepsen gibi paleontolog-ların uzun tartıflmalar sonucunda vardık-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

NEO-DARWIN‹ZM KOMED‹S‹100

ÜÜsstttteekkii rreessiimm tteekk bbiirr ddiiflfl ppaarrççaass››nnaa ddaayyaann››llaarraakk yyaapp››llmm››flfl vvee IIlllluussttrraatteedd LLoonnddoonn NNeewwss ddeerrggiissii--nniinn 2244 HHaazziirraann 11992222 ttaarriihhllii ssaayy››ss››nnddaa yyaayy››nnllaannmm››flfltt››.. AAnnccaakk bbiirr ssüürree ssoonnrraa bbuu ddiiflfliinn,, mmaayymmuunnbbeennzzeerrii bbiirr yyaarraatt››¤¤aa vveeyyaa bbiirr iinnssaannaa ddee¤¤iill ddee ssooyyuu ttüükkeennmmiiflfl bbiirr ddoommuuzzaa aaiitt oolldduu¤¤uunnuunn aannllaa--flfl››llmmaass››,, eevvrriimmcciilleerrii bbüüyyüükk hhaayyaall kk››rr››kkll››¤¤››nnaa uu¤¤rraatttt››..

ları sonuç, Darwinizm'e yeni bir "yama"yapmak oldu.

Bu kifliler, Darwin'in açıklayamadı¤ıve Lamarck'a dayanarak halletmeye ça-lıfltı¤ı "canlıları gelifltiren yararlı de¤i-flikliklerin kayna¤ı nedir?" sorusuna,"rastgele mutasyonlar" cevabını verdiler.Darwin'in do¤al seleksiyon tezine mu-tasyon kavramını ekleyerek yeni bir teoriortaya attılar. Bu yeni teori "neo-Darwi-nizm" (ya da Modern Sentetik Evrim Te-orisi) olarak anılmaya bafllandı.

Bundan sonraki on yıllar, neo-Darwi-nizm'i ispatlamak için yapılan umutsuzgiriflimlere sahne oldu. Mutasyonların,yani bir canlının genlerinde dıfl etkenlersonucunda meydana gelen kopma, yerde¤ifltirme ve bozulmaların, her zamaniçin hasara yol açtı¤ı biliniyordu. Ancakyine de neo-Darwinistler binlerce deneyyaparak "faydalı mutasyon" örne¤i olufl-turmaya çalıfltılar. Tüm bu çabalar hep fi-yasko ile sonuçlandı. (bkz. Mutasyon:Hayali bir mekanizma)

Neo-Darwinistler, öte yandan da, ilkcanlı organizmaların, teorinin iddia etti¤igibi ilkel dünya koflullarında tesadüfenortaya çıkmıfl olabilece¤ini ispatlamayaçalıfltılar. Ancak aynı fiyasko bu alandada yaflandı. Canlılı¤ın tesadüfen ortayaçıkıflını ispatlamayı hedefleyen deneyle-rin hepsi baflarısız oldu. Olasılık hesapla-rı, canlılı¤ın yapıtaflı olan proteinlerdentek bir tanesinin bile tesadüflerle olufla-mayaca¤ını ortaya koydu. En küçük can-lı birimi olan hücre ise -evrimcilerin id-dia etti¤i gibi- ilkel ve kontrolsüz dünyakoflullarında rastlantılar sonucu oluflmak

flöyle dursun, 20. yüzyılın en ileri tekno-lojilerine sahip laboratuvarlarında bileoluflturulamadı.

Neo-Darwinist teori, bir yandan dafosil kayıtları tarafından hezimete u¤ra-tıldı. Yıllar süren arkeolojik çalıflmalardabulunan fosiller arasında, neo-Darwinistteorinin öne sürdü¤ü gibi, canlıların ilkeltürlerden geliflmifl türlere kademe kade-me evrimleflti¤ini göstermesi gereken"ara geçifl formları"na dünyanın hiçbiryerinde rastlanamadı. Yürütülen karflı-lafltırmalı anatomi çalıflmaları ise, birbir-lerinden evrimlefltikleri varsayılan canlı-ların çok farklı anatomik özelliklere sa-hip olduklarını ve asla birbirlerinin atasıya da devamı olamayacaklarını gösterdi.

Neo-Darwinizm bilimsel bir teori de-¤il, ideolojik bir dogma, hatta bir tür"din"di. Öyle ki neo-Darwinist teorininen önde gelen kurucularından biri olanJulian Huxley, 1958'de yayınladı¤ı Reli-gion Without Revelation (Vahiysiz Din)adlı kitabında bunu açıkça ifade etmiflti.Huxley, evrimin neden bir din oldu¤unubir baflka yazısında flöyle açıklıyordu:

Bir din, temelinde dünyanın geneline yö-nelik ve hepsini kapsayan bir bakıfl açısı-dır. Dolayısıyla evrim, bir zamanlarAllah'a inanc›n üstlendi¤i fonksiyonu ye-rine getirebilir, yani insano¤lunun inançve umutlarını koordine eden güçlü birprensip olabilir.131

‹flte bu nedenle, evrim teorisinin sa-vunucuları bütün aleyhte delillere ra¤-men teoriyi savunmaya hala devam et-mektedirler. Onlara göre evrim, kendisin-den asla vazgeçilemeyecek bir inançtır.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

NEO-DARWIN‹ZM KOMED‹S‹ 101

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

OOHH 6622:: bbiirr mmaayymmuunn ttüürrüü

Evrimciler uzun süre Homo habilisadını verdikleri canlıların dik yürüyebil-diklerini öne sürmüfllerdi. Böylece may-mundan insana uzanan bir halka bulduk-larını düflünüyorlardı. Oysa, 1986 yılın-da Tim White tarafından bulunan ve OH62 olarak isimlendirilen yeni Homo ha-bilis fosilleri bu iddiayı çürüttü. Bu fosilparçaları, Homo habilis'in günümüzmaymunlarında oldu¤u gibi uzun kolla-ra ve kısa bacaklara sahip oldu¤unu gös-teriyordu. Bu fosil, Homo habilis'in ikiaya¤ı üzerinde dik olarak yürüyebilenbir canlı oldu¤u iddiasının sonunu getir-di. Homo habilis, bir maymun türündenbaflka bir fley de¤ildi.

OOmmuurrggaall››llaarr››nn KKöökkeennii

Kambriyen devrinde aniden ortayaçıkan hayvan filumlarından biri, merke-zi bir sinir a¤ına sahip olan Chordata fi-lumudur. Chordata ya da Türkçe'de kul-lanılan karflılı¤ıyla "kordalılar"ın bir altsınıfı omurgalılardır. Omurgalılar; balık-lar, amfibiyenler, sürüngenler, kufllar vememeliler gibi temel sınıflara ayrılırlar.

Evrimci paleontologlar, her canlı fi-lumunu bir baflka filumun evrimsel de-vamı olarak görmeye çalıfltıkları için,kordalıların bir baflka omurgasız filu-mundan evrimleflti¤ini iddia ederler. An-cak tüm filumlar gibi Chordata filumu-nun üyelerinin de Kambriyen devirdeortaya çıkmıfl olması, bu iddiayı ilk bafl-

tan tutarsız hale getirmektedir. Kambri-yen devrinde belirlenen en eski kordalı,Pikaia adı verilen, uzun bir vücuda sahipve ilk bakıflta solucanları andıran denizcanlısıdır.132 Pikaia, atası olarak öne sü-rülebilecek tüm di¤er filumlardaki tür-lerlerle aynı anda ve hiçbir ara form ol-madan ortaya çıkmıfltır. Evrimci biyologProf. Mustafa Kuru, Omurgalı Hayvan-lar adlı kitabında bu ara form yoklu¤unuflöyle ifade eder:

Kordalıların omurgasız hayvanlardanolufltu¤u konusunda kuflku yoktur. Yalnızomurgasızlarla kordalılar arasındaki

geçifli aydınlatacak bir fosilin bulunma-

ması, bu konuda birçok varsayımın orta-ya atılmasına neden olmufltur.133

E¤er ortada bir ara geçifl formu yokise, nasıl olur da "bu evrimin gerçeklefl-ti¤i konusunda kuflku yoktur" denilebi-lir? Bir varsayımı, onu destekleyen delilolmadı¤ı halde hiç kuflku duymadan ka-bul etmek, bilimsel de¤il dogmatik birtavırdır. Nitekim Sayın Prof. Kuru, yu-karıdaki ifadesinden sonra omurgalılarınkökeni hakkındaki evrimci varsayımlarıuzun uzun anlattıktan sonra, ortada birdelil olmadı¤ını bir kez daha kabul et-mek durumunda kalmaktadır:

Kordalıların kökeni ve evrimi konusundayukarıda belirtilen görüfller, herhangi birfosil kaydına dayanmadı¤ından, her za-man kuflku ile karflılanmıfltır.134

Evrimci biyologlar kimi zaman "kor-dalıların ve di¤er omurgalıların kökenihakkında fosil kaydı bulunmayıflının ne-deni, omurgasız canlıların yumuflak do-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

OH 62: B‹R MAYMUN TÜRÜ 103

kulu olmaları ve dolayısıyla fosil izi bı-rakmamalarıdır" gibi bir açıklama önesürerler. Oysa bu açıklama gerçekçi de-¤ildir, çünkü omurgasız canlılara ait çoksayıda fosil kalıntısı vardır. Kambriyendevri canlılarının hepsi omurgasızdır vebu türlere ait on binlerce fosil örne¤i bu-lunmufltur. Örne¤in Kanada'daki Bur-gess Shale yata¤ında yumuflak dokulupek çok canlının fosili vardır; bilimadamları Burgess Shale gibi bölgelerde,canlıların oksijen oranı çok düflük çamurtabakaları ile aniden kaplandıklarını vebu sayede yumuflak dokularının da¤ıl-madan fosilleflti¤ini düflünmektedirler.135

Evrim teorisi, Pikaia gibi ilk kordalı-ların da zamanla balıklara dönüfltü¤ünüvarsayar. Ancak "kordalıların evrimi" id-diasını destekleyecek herhangi bir araform fosili bulunmadı¤ı gibi, "balıklarınevrimi" iddiasını destekleyecek bir fosilde yoktur. Aksine, tüm farklı

balık kategorileri, fosil kayıtlarında biranda ve hiçbir ataları olmadan ortaya çı-karlar. Milyonlarca omurgasız fosili var-dır, milyonlarca balık fosili vardır, amahiç kimse tek bir tane bile ara form fosi-li bulamamıfltır. Evrimci paleontologGerald T. Todd, "Kemikli Balıkların Ev-rimi" bafllıklı bir makalesinde bu gerçekkarflısında flu çaresiz soruları sıralar:

Kemikli balıkların her üç sınıfı da, fosil

tabakalarında aynı anda ve aniden orta-

ya çıkarlar... Peki ama bunların kökenle-ri nedir? Bu denli farklı ve kompleks ya-ratıkların ortaya çıkmasını ne sa¤lamıfl-tır? Ve neden kendilerine evrimsel bir ataoluflturabilecek canlıların izlerin-den eser yoktur?136

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

OMURGALILARIN KÖKEN‹104

BBiilliinneenn eenn eesskkiikkoorrddaall›› ccaannll›› oollaann PPiikkaa--

iiaa''nn››nn ttaahhmmiinn eeddiilleennaannaattoommiissii..

KKaammbbrriiyyeenn ddeevvrriinnddee bbeelliirrlleenneenn eenn eesskkii kkoorrddaall›› PPiikkaaiiaa''nn››nn ffoossiillii..KKaammbbrriiyyeenn ddeevvrriinnddee bbeelliirrlleenneenn eenn eesskkii kkoorrddaall›› PPiikkaaiiaa''nn››nn ffoossiillii..

OOnnttooggeenniinn ffiillooggeenniiyyii

ttaakklliitt eettttii¤¤ii uuyydduurrmmaass››

bkz. Bireyolufl Soyoluflun Tekrarıdır(Ontogeny Recapitulates Phylogeny) te-orisi

bkz. Biyogenetik yasası (Rekapitülas-yon Teorisi)

OOppaarr››nn,, AAlleexxaannddeerr II..

"Kimyasal evrim" kav-ramının kurucusu olan Rusbiyolog Alexander I. Opa-rin, tüm teorik çalıflmaları-na ra¤men yaflamın köke-nini aydınlatma yönündehiçbir sonuç elde edemedi.1936'da yayınladı¤ı Originof Life adlı kitabında flöylediyordu:

Maalesef hücrenin köke-ni, evrim teorisinin tü-münü içine alan en karanlık noktayıoluflturmaktadır.137

Oparin'den bu yana evrimciler, hüc-renin rastlantılarla oluflabilece¤ini ispatetmek için sayısız deney, arafltırma vegözlem yaptılar. Ancak yapılan her çalıfl-ma, hücredeki kompleks yarat›l›fl› dahadetaylı bir biçimde ortaya koyarak ev-rimcilerin varsayımlarını çürüttü.

OOrraakk hhüüccrree aanneemmiissii

Evrimci biyologların "yararlı mutas-yon" olarak sözünü ettikleri tek örnek,orak hücre anemisi hastalı¤ıdır. Bu has-talıkta, kanda oksijen taflımaya yarayanhemoglobin molekülü bir mutasyon so-nucunda bozulur ve yapı de¤iflikli¤ineu¤rar. Bunun sonucunda da hemoglobi-nin oksijen taflıma yetene¤i ciddi bir bi-çimde zarar görür.

Orak hücre anemisine yakalanan in-sanlar, bu nedenle giderek artan bir solu-

num zorlu¤u çekerler.Ancak tıp kitaplarınınkan hastalıkları bölü-münde ele alınan bu mu-tasyon örne¤i, baflta be-lirtti¤imiz gibi bazı ev-rimci biyologlar tarafın-dan çok garip bir flekilde"faydalı mutasyon" ola-rak de¤erlendirilmekte-dir.

Bu hastalı¤a yakala-nan kiflilerin sıtmaya olan

kısmi ba¤ıflıklıklarının evrimin bu kifli-lere bir "arma¤anı" oldu¤u söylenmekte-dir. E¤er bu mantıkla düflünülürse, gene-tik olarak kötürüm do¤an insanların yol-da yürümedikleri ve bu sayede trafik ka-zalarında ölmekten kurtuldukları da söy-lenebilir ve kötürüm olmak "yararlı birgenetik özellik" sayılabilir. fiüphesiz bumantı¤ın hiçbir tutarlı yanı yoktur.

Mutasyonların sadece bir tahrip me-kanizması oldu¤u açıktır. Fransız Bilim-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

ONTOGEN‹N F‹LOGEN‹Y‹ TAKL‹T ETT‹⁄‹ UYDURMASI 105

AAlleexxaannddeerr II.. OOppaarriinn

ler Akademisi'nin eski baflkanı Pierre

Paul Grassé'nin mutasyonlar hakkında

yaptı¤ı yorum, bu konuda oldukça açık-

layıcıdır. Grassé, mutasyonları "yazılı

bir metnin kopyalanması sırasında yapı-

lan harf hataları"na benzetmifltir. Ve harf

hatası gibi mutasyonlar da bilgi olufltur-

maz, aksine var olan bilgiyi bozar. Gras-

sé bu olguyu flöyle açıklamıfltır:

Mutasyonlar, zaman içinde son derece

düzensiz biçimde meydana gelirler. Bir-

birlerini tamamlayıcı bir özellikleri yok-

tur ve birbirini izleyen nesiller üzerinde

belirli bir yöne do¤ru kümülatif bir etki-

leri olmaz. Zaten var olan yapıyı de¤iflti-

rirler, ama bunu tamamen düzensiz bir

biçimde yaparlar... Bir canlı vücudunda

çok küçük bile olsa bir düzensizlik olufl-

tu¤unda ise, bunun sonucu ölüm olur. Ya-

flam olgusu ile anarfli (düzensizlik) ara-

sında hiçbir olası uzlaflma yoktur.138

‹flte bu nedenle, yine Grassé'nin ifa-

desiyle "mutasyonlar ne kadar çok sayı-

da olursa olsunlar, herhangi bir evrim

meydana getirmezler."139

OOrrggaanniizzee ssiisstteemm

bkz. Düzenli sistem; öz-örgütlenme

saçmal›¤›

OOrrggeell,, LLeessll››ee

Olasılık hesapları, proteinler ve nük-

leik asitler (RNA ve DNA) gibi komp-

leks moleküllerin tek tek tesadüfen olufl-

malarının imkansız oldu¤unu göster-

mektedir.

Önde gelen bazı evrimciler bu konu-

da itiraflarda bulunurlar. Örne¤in San

Diego California Üniversitesi'nden

Stanley Miller'ın ve Francis Crick'in ça-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

ORGAN‹ZE S‹STEM106

OOrraakk hhüüccrree aanneemmiissiinnddee aallyyuuvvaarr hhüüccrreelleerriinniinn flfleekkiill vvee ffoonnkkssiiyyoonnllaarr›› bboozzuulluurr.. BBuu yyüüzzddeenn aallyyuu--vvaarrllaarr››nn ookkssiijjeenn ttaaflfl››mmaa kkaappaassiitteelleerrii zzaarraarr ggöörrüürr..

lıflma arkadaflı olan ünlü evrimci Dr.Leslie Orgel flöyle demektedir:

Son derece kompleks yapılara sahip olanproteinlerin ve nükleik asitlerin (RNA veDNA) aynı yerde ve aynı zamanda rast-lantısal olarak oluflmaları aflırı derecedeihtimal dıflıdır. Ama bunların birisi olma-dan di¤erini elde etmek de mümkün de-¤ildir. Dolayısıyla insan, yaflamın kimya-sal yollarla ortaya çıkmasının asla müm-kün olmadı¤ı sonucuna varmak zorundakalmaktadır.140

OOrrmmaannddaann aaçç››kk

aallaannaa ggeeççiiflfl mmaassaall››

19. yüzyılda genetik bilimi ve kalı-tım kanunları tam olarak bilinmedi¤in-den Darwin ve onu izleyen erken evrim-ciler için iki ayaklılı¤ın açıklanması ko-lay gibi görünüyordu. En popüler teori,Afrika'daki savanlarda yaflayan may-munların yüksek otların üzerinden baka-bilmek için boyunlarını uzattıkları, böy-lece iki ayaklılı¤ın olufltu¤uydu.141Ancakbu Lamarckist teorinin tamamen yanlıfloldu¤unun anlaflılması uzun sürmedi.

Günümüz evrimcilerinin ise, ikiayaklılı¤ın kökeni hakkında öne sürdük-leri tek bir tez vardır. Ancak bu tez ince-lendi¤inde, evrimciler tarafından "kötü-nün iyisi" mantı¤ıyla ortaya atılan bu te-orinin de, aynı bunlardan öncekiler gibi,iki ayaklılı¤ın kökenini açıklamaktanuzak oldu¤u görülür. Söz konusu "or-mandan açık alana geçifl teorisi"ne göre,maymunlar ve insanların ataları bir za-

manlar ormanda birlikte yaflamaktadır-lar. Ormanlık alanların daralması veyabaflka bir sebepten dolayı bazıları açıkalana geçerler ve adaptasyon sonucu ikiayaklılık do¤ar. Böylece a¤açlardakimaymunlarla, açık arazideki iki ayaklıinsanlar arasındaki fark açılır ve ikisi dekendi yönlerinde evrimleflmeye bafllar-lar.

"Ormandan açık alana geçifl teorisi",en çok taraftar bulan teori olmasına kar-flın, son derece temelsizdir. Çünkü, böy-le bir adaptasyonun olabilmesi molekü-ler seviyede mümkün de¤ildir. Böyle birfleyin gerçekleflti¤i farzedilse bile, fosilkayıtlarında bunun hiçbir delili yoktur.Dahası, bu teoriye göre, 10-15 milyonyıl önce Do¤u Afrika'daki ormanlarınyavafl yavafl küçülmeye bafllamıfl olma-ları gerekmektedir. Oysa yapılan arafltır-malar, bunun tam tersini ispatlayarak,Do¤u Afrika'da böyle bir oluflumun hiç-bir zaman gerçekleflmedi¤ini göstermifl-tir.142 Yani Do¤u Afrika'da ormanlıkalandan savan ortamına geçifl, hiçbir za-man gerçekleflmemifltir. Bu bölgede bu-gün görülen bitki yapısı, milyonlarca se-nedir hiç de¤iflmemifltir.

Sırf mantık yoluyla incelendi¤indedahi, iki ayaklılı¤ın kökeni ile ilgili sözkonusu teori kabul edilemez durumda-dır. A¤açların yok olması durumundamaymunların yapaca¤ı en do¤al hareket,baflka bir bölgeye göç etmek olacaktır.Ya da bu maymunlar do¤al ortamlarınıntahrip edilmesi sonucu yok olup gide-ceklerdir. Maymunların herhangi bir fle-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

ORMANDAN AÇIK ALANA GEÇ‹fi MASALI 107

kilde a¤açlardan inip yer ortamına adap-te oldukları teorisinin hiçbir dayana¤ıyoktur. Evrimci bir görüfle sahip olanUlu¤ Nutku, ormanların daralması açık-lamasının yetersizli¤ini flöyle itiraf eder:

‹nsanlaflma olayını bafllatan etken olarakormanların daralması ileri sürülebilir.Bu paleontolojik bir veridir. Napier'nintezi buna uygun, ama flu soruyu konu dı-flı bırakıyor; bir hayvan cinsi ormandançıkıp insanlaflma yoluna giderken onunen yakın akrabası olan maymun nedenormanda kaldı? Spekülasyonun dozunu

azalttıkça bu soruya cevap bulmak güç-lefliyor, hiç olmazsa flimdilik. Yüzyılınbafllarında antropoloji çok gençken Her-mann Klaatsch'ın verdi¤i cevap çok il-ginçti. Klaatsch'a göre hominid may-munlar da insanlaflmaya do¤ru atıldılarama onlarınki "talihsiz bir çabaydı". On-lar evrimde yukarı çıkamadılar ve "or-manların koruyucu karanlı¤ına" geri çe-kildiler. Ama bu kez de "maymun nedenbaflaramadı?" sorusu akla geliyor.143

Sorular, "maymun neden baflarama-dı?" sorusundan çok daha fazladır ve bu

soruların tamamı cevapsızdır.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

ORMANDAN AÇIK ALANA GEÇ‹fi MASALI108

MMaayymmuunnllaarr››nn hheerr--hhaannggii bbiirr flfleekkiillddee

aa¤¤aaççllaarrddaann iinniipp yyeerroorrttaamm››nnaa aaddaappttee ooll--dduukkllaarr›› iiddddiiaass›› ssoonnddeerreeccee tteemmeellssiizzddiirr..

BBööyyllee bbiirr aaddaappttaassyyoo--nnuunn oollaabbiillmmeessii

mmüümmkküünn ddee¤¤iillddiirr..

OOrrttaakk aattaa YYaallaann››

Bu yorum Darwin tarafından ortayaatılmıfl ve onu izleyen tüm evrimciler ta-rafından tekrarlanmıfltır. Bu iddiaya gö-re, canlıların benzer organlara sahip ol-malarının nedeni, ortak bir atadan ev-rimleflmifl olmalarıdır.144 Örne¤in tümomurgalı kara canlılarının befl parmaklıel ve ayak yapılarına sahip olması, ev-rimcilere göre, hepsinin ortak bir atadan(karaya çıktı¤ı varsayılan ilk balıklar-dan) gelmesinin sonucudur.

Evrim teorisinin 20. yüzyılın baflla-rından itibaren bilim dünyasına hakimolmasıyla birlikte, benzerliklere getiri-len bu yorum kabul görmüfltür. Canlılar-daki her benzerlik, aralarındaki evrimselbir iliflkinin kanıtı olarak yorumlanmıfl-tır..

Oysa son 20-30 yıl içinde elde edilenbulgular, durumun hiç de öyle olmadı¤ı-nı göstermektedir. Özetle;

1- Evrimcilerin hiçbir evrimsel ba¤kuramadıkları, bütünüyle farklı sınıflaraait canlılarda bile "homolog" (benzer)organların var olması,

2- Benzer organlara sahip canlılardabu organların genetik flifrelerinin çokfarklı olmaları ve

3- Bu organların embriyolojik geli-flim safhalarının birbirinden çok farklıolması, homolojinin evrime hiçbir daya-nak oluflturmadı¤ını göstermifltir.

Birbirlerine benzer organlara sahipcanlıların, aralarında hiçbir evrimseliliflki kurulamayacak kadar uzak canlılaroldu¤u anlaflılmıfltır.145

Canlılardaki benzerliklere Darwin'ingetirdi¤i "ortak ata yalan›"n›n geçerli ol-ması için, bu benzerliklerin genetik ola-rak birbirlerine çok benzeyen canlılardaolması gerekir. E¤er benzerlikler, gene-tik olarak birbirlerinden çok farklı canlı-larda ise, bu durumda "ortak ata yoru-mu" geçerlili¤ini kaybeder. Aksine, "or-tak yarat›l›fl gerçe¤i"nin do¤ru oldu¤uanlaflılır. (bkz. Ortak yarat›l›fl) Çünkügenetik yönden çok farklı olan canlılararasında evrimsel bir iliflki iddia edile-mez. (Ayrıca bkz. Homoloji)

OOrrttaakk yyaarraatt››ll››flfl

Canlılardaki benzer organlar ya dabenzer moleküler yapılar, bu canlılarınortak bir atadan evrimlefltikleri teorisinehiçbir destek sa¤lamamaktadır. (bkz.Homolog organ) Aksine, bu benzerlik-ler, canlılar arasında kurulabilecek hertürlü hiyerarflik evrim flemasını imkansızhale getirmektedir. ‹nsan, bir proteinkarflılafltırmasına göre tavuklara, bir di-¤er karflılafltırmaya göre nematod solu-canlarına, bir baflka analize göre de tim-sahlara "benzer" gibi çıkıyorsa, insanınbu canlılardan herhangi birinden ya dabaflka hiçbir canlıdan evrimleflti¤i önesürülemez.

Canlılardaki benzer organları ilk kezgündeme getiren Carolus Linnaeus ya daRichard Owen gibi bilim adamları, buorganları "ortak yarat›l›fl" örne¤i olarak

Harun Yahya (Adnan Oktar)

ORTAK ATA YALANI 109

görmüfllerdir. (bkz. Linnaeus, Carolus)Yani benzer organlar, ortak bir atadan te-sadüfen evrimleflmemifllerdir. Aksinebelirli bir ifllevi görmek için yarat›lm›fl-lard›r ve bu nedenle benzerdirler. Mo-dern bilimsel bulgular ise, benzer organ-lar için ortaya atılan "ortak ata" iddiası-nın tutarlı olmadı¤ını ve yapılabilecekyegane açıklamanın söz konusu "ortakyarat›l›fl" açıklaması oldu¤unu göster-mektedir. (bkz. Ortak ata yalan›)

OOrrtthhooggeenneezziiss ssaaççmmaall››¤¤››

((yyöönnlleennddiirriilleenn sseeççmmee))

Ortogenez (Orthogene-sis), art›k evrim teorisi-nin kendi savunucu-lar› taraf›ndan dakabul görmeyen es-

ki bir tezdir. Bu tez, canl›lar›n çevre flart-lar›na göre de¤il, sadece kendi genetikyap›lar›na göre evrimlefltiklerini varsa-yar. Ortogenez görüflüne göre, canl› tür-lerini belirli bir yap›da evrimleflmeyedo¤ru yönlendiren bir tür iç programvard›r. Bu görüfl nedeniyle ortogenez"önceden belirlenmifllik tezi" olarak daadland›r›l›r. Hiç bir bilimsel kan›ta va-yanmayan bu varsay›m, 20. yüzy›l›nikinci yar›s›ndan itibaren geçerlili¤iniyitirmifltir.

HHeerr ccaannll›› bbuulluunndduu¤¤uu oorr--ttaammaa ggöörree öözzeell oollaarraakkyyaarraatt››llmm››flfltt››rr.. KKuuttuupp ggiibbiissoo¤¤uukk bbööllggeelleerrddee yyaaflflaayyaannccaannll››llaarr››nn ssaahhiipp oolldduukkllaarr››kkaall››nn ppoosstt vvee ddeerrii aalltt››nnddaabbiirriikkmmiiflfl yyaa¤¤ ttaabbaakkaass›› oonnllaarr››ssoo¤¤uukkttaann kkoorruurr..

ORTHOGENEZ‹S SAÇMALI⁄I 110

OOttaa BBeennggaa

Darwin ‹nsanın Türeyifli adlı kitabıy-la, insanın maymun benzeri canlılardanevrimleflti¤ini iddia ettikten sonra, bu se-naryoyu destekleyecek fosil arayıflı bafl-ladı. Ancak bazı evrimciler "yarı may-mun-yarı insan" canlıların sadece fosilkayıtlarında de¤il, dünyanın farklı böl-gelerinde canlı olarak da bulunabilece¤i-ne inanıyorlardı. 20. yüzyılın bafllarındabu "canlı ara geçifl formu"arayıflları bazı vahfletlereneden oldu. Bu vahfletler-den biri, "Ota Benga" adlıpigmenin hikayesiydi.

Ota Benga, 1904 yılın-da, Samuel Verner adlı ev-rimci bir arafltırmacı tarafın-dan Kongo'da yakalanmıfltı.Adı, kendi dilinde "dost"anlamına gelen yerli, evli veiki çocuk babasıydı. Amabir hayvan gibi zincirlendi, kafese konduve ABD'ye götürüldü. Buradaki evrimcibilim adamları, St. Louis Dünya Fu-arı'nda onu çeflitli maymun türleriylebirlikte kafese koyarak "insana en yakınara geçifl formu" olarak teflhir ettiler. ‹kiyıl sonra ise New York'taki Bronx Hay-vanat Bahçesi'ne götürdüler ve birkaçflempanze, Dinah adı verilen bir goril veDohung adı verilen bir orangutan ile bir-likte "insanın eski ataları" adı altındasergilediler. Hayvanat bahçesinin evrim-ci müdürü Dr. William T. Hornaday, bunadide "ara geçifl formu"na sahip olma-nın kendisine verdi¤i gurur hakkında

uzun konuflmalar yapmıfl, ziyaretçiler dekafese konan Ota Benga'ya sıradan birhayvan gibi davranmıfllardı. Ota Benga,sonunda maruz kaldı¤ı uygulamaya da-yanamayarak intihar etti.146

New York Times gazetesinin o dö-nemde yayınlanan bir nüshasında ziya-retçilerin tavrı flöyle aktarılıyordu:

... parkta 40.000 ziyaretçi vardı. Bu kala-balıktaki hemen hemen her erkek, her ka-dın ve her çocuk parktaki Afrikalı vahfli

adamı görmek için maymunkafesini ziyaret ediyordu. Ulu-yarak, alay ederek, ba¤ırıp ça-¤ırarak pigmeyi rahatsız edi-yorlardı...147

New York Journal gaze-tesinin 17 Eylül 1906 tarih-li nüshasında ise, bu uygu-lamanın evrimi kanıtlamakiçin yapıldı¤ı, ancak büyükbir haksızlık ve zulüm oldu-¤u flöyle vurgulanıyordu:

… Bu insanlar düflüncesizce ve akılsızcabir maymun kafesinin içerisinde Afri-ka'dan getirilen küçük bir insan cücesinisergilemifllerdi.

Onların düflüncesi muhtemelen evrimde-ki bazı derin dersleri insanlara ö¤ret-mekti. Aslında baflarılan tek sonuç, bu ül-kenin beyazlarından, en azından sempative nezaketi hakkeden Afrika ırkının vah-flet gösterilerine maruz kalması, ardın-dan da hor görülmesidir.

Aynı güç tarafından yaratılan, hepimiziaynı yere yerlefltiren, aynı hisleri ve aynıruhu lütfeden Allah'a karflı fiziksel eksik-li¤i olan bir insanı maymunlarla bir ka-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

OTA BENGA112

fese kapatmak ve bunu alay konusu edin-mek çok ayıp ve i¤rençtir...148

New York Times gazetesi de, OtaBenga'nın evrimi kanıtlama amacıylahayvanat bahçesinde sergilendi¤i konu-suna yer verdi. Hayvanat bahçesininDarwinist müdürünün yaptı¤ı savunmaise son derece vicdansızcaydı:

Geçen hafta New York hayvanat bahçe-sinde, aynı kafeste bir Afrikalı pigmeylebir orangutanın sergilenmesi çok fazlaelefltirinin ortaya çıkmasına neden oldu.Bazı kifliler zenciler ve maymunlar ara-sındaki yakın bir akrabalı¤ı göstermekiçin bunun müdür Hornaday tarafındangerçeklefltirilen bir teflebbüs oldu¤unudeklare ettiler. Dr. Hornaday bunu inkaretti. ''E¤er bu küçük adam bir kafesiniçerisindeyse orası en konforlu yer oldu-¤u içindir ve biz de onunla ilgili baflka neyapaca¤ımızı bilmedi¤imizdendir. OtaBenga hiçbir manada bir tutuklu de¤il-dir, fakat hiç kimse yanında birileri ol-madan flehirde dolaflmasına izin verme-nin akıllıca oldu¤unu söyleyemez…149

Ota Benga'nın hayvanat bahçesindegorillerle birlikte, bir hayvan gibi sergi-lenmesi birçok çevrede rahatsızlık olufl-turdu. Bazı kurulufllar, Ota Benga'nın birinsan oldu¤unu, bu flekilde davranılma-sının büyük bir acımasızlık oldu¤unubelirterek, bu uygulamanın durdurulma-sı için yetkililere baflvurdular. Bu baflvu-rulardan biri New York Globe gazetesi-nin 12 Eylül 1906 tarihli nüshasındaflöyle yer almaktaydı:

Globe'un editörüne;Güneyde yıllarca yaflamıfl biriyim ve so-

nuçta zencilere karflı fazla müsamahakarbiri de¤ilim. Fakat onun insan oldu¤unainanıyorum. Bu büyük flehrin yetkilileri-nin Bronx parkında flahit olunan böylebir görüntüye -zenci bir erke¤in bir may-mun kafesinin içerisinde sergilenmesine-izin vermelerinin bir ayıp oldu¤una ina-nıyorum...

Bu pigme meselesi bir arafltırma ve ince-lemeyi gerektirmektedir...150

OOttoottrrooff ggöörrüüflflüünn

ssaaffssaattaallaarr››

Tüm canlı organizmaların hayattakalmaları için besine ihtiyaç duyduklarıdüflünülecek olursa, ilk canlının da ken-di besinini kendisinin yapması gereklili-¤i ortaya çıkar. ‹flte bu görüfle göre ilkcanlı kendi besinini üretebilen ototrofbir canlıdır. Di¤er canlılar da bunlardanmeydana gelmifltir.

Ancak bugünkü anlamda ototrofla-rın, dünyanın olufltu¤u ilk günlerdeki gi-bi olumsuz ve basit çevrede oluflmasımümkün de¤ildir. Ototrofların bu ilkkompleks yapıyı kazanmaları için mil-yonlarca yıllık de¤iflime u¤ramaları ge-rekir.

Ototrof görüflü ilk canlının, komp-leks bir organizma olarak basit bir çevre-de olufltu¤unu ileri sürer. Fakat canlınınoluflumunu açıklamaktan ziyade ilk can-lının nasıl beslendi¤ini açıklayan görüfl-tür. ‹lk ototrofun nasıl meydana geldi¤i-ni açıklamadı¤ı için de fazla destek bu-lamamıfltır.151

Harun Yahya (Adnan Oktar)

OTOTROF GÖRÜfiÜN SAFSATALARI 113

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

ÖÖjjeennii vvaahhflfleettii

20. yüzyılın ilk yarısında çok sayıdataraftar toplayan öjeni teorisi, sakat vehasta insanların ayıklanması ve sa¤lıklıbireylerin ço¤altılması yoluyla bir insanırkının "ıslah edilmesi" anlamına geli-yordu. Öjeni teorisine göre, nasıl sa¤lık-lı hayvanlar birbirleriyle çiftlefltirilerekiyi hayvan cinsleri oluflturuluyorsa, birinsan ırkı da ıslah edilebilirdi.

Öjeni kuramını ortaya atan kifliler,Darwinistler'di. ‹ngiltere'deki öjeni akı-mının baflını, Charles Darwin'in kuzeniFrancis Galton ve o¤lu Leonard Darwinçekiyordu. Bu bakımdan öjeni fikri,Darwinizm'in do¤al bir sonucu olarakortaya çıktı. Nitekim öjeni kavramını sa-vunan yayınlarda bu gerçek özelliklevurgulanıyor, "Öjeni, insanın kendi evri-mini kendisinin yönlendirmesidir" deni-yordu.

K. Ludmerer'in belirtti¤ine göre, öje-ni fikri Platon'un Devlet adlı ünlü eserikadar eskiydi. Ancak Ludmerer, 19. yüz-yılda bu fikre olan ilginin artmasının ne-deninin Darwinizm oldu¤unu belirtir:

... modern öjenik düflünce yalnızca 19.yüzy›lda uyandı. Bu yüzyıl sırasında öje-niye ilginin oluflmasının bir kaç nedenivardır. En önemli neden ise evrim teorisi-

dir. Öjeni terimini de keflfeden FrancisGalton, fikirlerini kuzeni Charles Dar-win'in doktrinine dayandırıyordu.152

Almanya'da ırkçı bilim adamlarıDarwinizm'in ve öjeni fikrinin geliflme-sinden itibaren, "istenmeyen üyelerin öl-dürülmesi" gerekti¤ini açıkça savunma-ya bafllamıfllardı. Bu bilim adamlarındanAdolf Jost, 1895'de yayımladı¤ı DasRecht auf den Tod (Ölme Hakkı) isimlikitabında istenmeyen insanları tıbbi ola-rak öldürmeye ça¤ırıyordu. Jost, "sosyalorganizmanın sa¤lı¤ı için devletin birey-leri öldürme sorumlulu¤unu alması ge-rekti¤ini" iddia ediyordu. Adolf Jost,yaklaflık 30 yıl sonra siyaset sahnesindeboy gösterecek olan Adolf Hitler'in akılhocasıydı. Hitler de "Devlet yalnızcasa¤lıklı çocukların olmasını sa¤lamalı.Görülür flekilde hasta olanların ve salgınhastalık taflıyanların uygun olmadı¤ı ilanedilmeli" diyordu.153

Hitler iktidara geldikten kısa bir süre

Harun Yahya (Adnan Oktar)

ÖJENI VAHfiET‹ 115

ÖÖjjeennii kkuurraamm››nn››nn ggüünnüümmüüzzddeekkii yyaannss››--mmaass›› ttoopplluummddaakkii öözzüürrllüü iinnssaannllaarraa kkaarr--flfl›› oollaann ttaavv››rrllaarrdd››rr.. SSaa¤¤ddaa,, öözzüürrllüü oolldduu--

¤¤uu iiççiinn ttoopplluumm ttaarraaff››nnddaann dd››flflllaannmm››flflhhaattttaa eelllleerrii bbaa¤¤ll›› bbiirr flfleekkiillddee ttuuttuullaann

ççooccuu¤¤uunn rreessmmii ggöörrüüllüüyyoorr..

sonra, resmi bir öjeni politikası bafllattı.Hitler'in bu yeni politikasını flu cümlele-ri özetliyordu:

Devlet için zihin ve beden e¤itimininönemli bir yeri vardır, ancak insan seçi-mi de en az bunun kadar önemlidir. Dev-letin, genetik olarak hastalıklı veya ale-nen hasta olan bireylerin üreme için uy-gun olmadıklarını deklare etme sorumlu-lu¤u vardır... Ve bu sorumlulu¤u hiçbir

anlayıfl göstermeden ve baflkalarınında anlamalarını beklemeden acıma-sızca uygulamalıdır... 600 yıllık bir

zaman dilimi boyunca vücudu sa-kat olan veya fiziksel olarak

hasta olan

kimselerin üremesini durdurmak... insansa¤lı¤ında bugün elde edilemeyen bir ge-liflim sa¤layacaktır. E¤er ırkın en sa¤lık-lı olan üyeleri planlı bir flekilde ürerlersesonuçta bugün hala taflıdı¤ımız hem ruh-sal hem de bedensel açıdan bozuk to-humların olmadı¤ı... bir ırk oluflacak-tır.154

Hitler'in bu politikasının gere¤i ola-rak Alman toplumu içindeki akıl hastala-rı, sakatlar, do¤ufltan körler ve kalıtsalhastalıklara sahip olanlar, özel "sterili-zasyon merkezleri"nde toplandılar. Bukiflilere, Alman ırkının saflı¤ını ve ev-rimsel ilerleyiflini bozan parazitler ola-rak bakılıyordu. Nitekim bir süre sonratoplumdan soyutlanan bu insanlar, Hit-ler'den gelen gizli bir talimata dayanıla-rak öldürülmeye bafllandı.

1933 yılında çıkartılan bir yasa ile350 bin akıl hastası, 30 bin çingene veyüzlerce zenci çocuk, hadım etme, xıflınları, enjeksiyon, genital bölgeyeelektrik verilmesi gibi yöntemlerle kısır-lafltırıldılar. Bir Nazi subayı, "Nasyonalsosyalizm uygulamalı biyolojiden baflkabir fley de¤ildir." diyordu.155

Hitler masum insanlara yönelik bucinayetlerle ve acımasız uygulamalarlaAlman ırkının sözde evrimini hızlandır-maya çalıflırken, bir yandan da öjeninin

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

ÖJEN‹ VAHfiET‹116

AAddoollff HHiittlleerr iikkttiiddaarraa ggeellddiikktteenn ssoonnrraa rreessmmiiööjjeennii ppoolliittiikkaass›› bbaaflflllaatttt››.. HHiittlleerr''iinn ppoolliittiikkaa--ss››nn››nn ggeerree¤¤ii oollaarraakk AAllmmaann ttoopplluummuu iiççiinnddee--kkii aakk››ll hhaassttaallaarr››,, ssaakkaattllaarr,, ddoo¤¤uuflflttaann kköörrlleerrvvee kkaall››ttssaall hhaassttaall››kkllaarraa ssaahhiipp oollaannllaarr,, HHiitt--lleerr''ddeenn ggeelleenn ggiizzllii ttaalliimmaattaa ddaayyaann››llaarraakk ööll--ddüürrüüllmmeeyyee bbaaflflllaanndd››..

ÖÖJJEENN‹‹ TTEEOORR‹‹SS‹‹NNEE GGÖÖRREE KKAATTLLEEDD‹‹LLEENN ÖÖZZÜÜRRLLÜÜLLEERR

DDaarrwwiinn''iinn kkuuzzeennii FFrraanncciiss GGaallttoonn ttaarraaff››nnddaannggeelliiflflttiirriilleenn ööjjeennii tteeoorriissiinnee ggöörree bbiirr ttoopplluummddaa--kkii ssaakkaattllaarr››nn vvee hhaassttaallaarr››nn ççoo¤¤aallmmaass›› öönnlleenn--mmeellii,, ssaa¤¤ll››kkll›› nneessiilllleerr oollflflttuurruullmmaall››yydd››..DDaarrwwiinniizzmm''iinn AAllmmaannyyaa''ddaakkii eenn ggüüççllüü ssaavvuunnuu--ccuussuu EErrnnsstt HHaaeecckkeell iissee bbuu ffiikkrrii ddaahhaa ddaa iilleerriiggööttüürrddüü vvee öözzüürrllüülleerriinn zzeehhiirrlleenneerreekk ööllddüürrüüll--mmeelleerrii iiççiinn bbiirr kkoommiissyyoonn kkuurruullmmaass››nn›› ssaavvuunn--dduu.. HHaaeecckkeell''iinn ffiikkiirrlleerrii NNaazziilleerr ttaarraaff››nnddaann uuyy--gguullaanndd››.. BBuu ssaayyffaaddaakkii ggöörrüünnttüülleerr,, NNaazziilleerrttaarraaff››nnddaann kkaattlleeddiillmmiiflfl öözzüürrllüü iinnssaannllaarraa aaiittttiirr..

FFrraanncciiss GGaallttoonn

EErrnnsstt HHaaeecckkeell

bir di¤er flartını yerine getiriyordu. Al-

man ırkını temsil etti¤i kabul edilen sarı-

flın mavi gözlü genç erkek ve kadınlar,

iliflki kurup çocuk yapmaya teflvik edili-

yorlardı. 1935 yılında bu amaçla özel

üreme çiftlikleri kuruldu. Irk kriterlerine

uygun genç kızların yerlefltirildi¤i bu

çiftlikler, sürekli olarak SS birlikleri ta-

rafından ziyaret ediliyordu. Çiftliklerde

do¤an gayrimeflru çocuklar, kurulması

hedeflenen bin yıllık Alman krallı¤ının

askerleri olarak yetifltirilecekti.

ÖÖkkaarryyoott hhüüccrree

bkz. Bitki hücresinin kökeni

ÖÖnn--aaddaappttaassyyoonn hhaayyaallii

((PPrree--aaddaappttaatt››oonn))

Evrimcilerin sudan karaya, karadan

havaya geçifl gibi türlerin kökenini açık-

lama çabaları çok kapsamlı de¤iflimleri

gerektirir. Örne¤in sudan karaya çıkan

bir balı¤ın nasıl olup da karaya uygun

hale gelebilece¤ini düflünelim: E¤er bu

balık, solunum sistemi, boflaltım meka-

nizması, iskelet yapısı gibi farklı yönler-

den çok hızlı bir biçimde de¤iflim geçir-

mez ise, kaçınılmaz olarak ölecektir.

Öyle bir mutasyon zinciri olmalıdır ki

bu, balı¤a anında bir akci¤er kazandır-

malı, yüzgeçlerini ayaklara dönüfltürme-

li, ona bir böbrek eklemeli, derisini su

tutacak bir yapıya sokmalıdır. Bu mutas-

yon zincirinin tek bir hayvanın yaflam

süreci içinde gerçekleflmesi de zorunlu-dur.

Böyle bir mutasyon zincirini hiçbirevrimci biyolog savunmaz, çünkü bu dü-flüncenin saçmalı¤ı ve imkansızlı¤ı orta-dadır. Buna karflılık, evrimciler "ön-adaptasyon" (pre-adaptation) kavramın-dan söz ederler. Bunun anlamı, balıkla-rın, karada yaflamak için gerekli olan de-¤iflimleri, henüz suda yaflarken edindik-leridir. Yani, bu teoriye göre bir balık tü-rü, henüz suda yaflarken ve hiç ihtiyaçduymazken, karada yaflamasını sa¤laya-cak özellikleri kazanmıfltır. "Hazır" halegelince de karaya çıkıp burada yaflama-ya bafllamıfltır.

Ancak böyle bir senaryonun evrimteorisinin kendi varsayımları içinde bilebir mantı¤ı yoktur. Çünkü denizde yafla-yan bir canlının karaya uygun özelliklerkazanması, onun için bir avantaj olufltur-mayacaktır. Dolayısıyla bu özelliklerindo¤al seleksiyon vas›tasyla seçilerekolufltu¤unu ileri sürmenin hiçbir mantık-lı temeli yoktur. Aksine, do¤al seleksiyonvas›tas›yla "ön-adaptasyon" geçiren bircanlının elenmesi gerekir, çünkü bu canlıkarada yaflamaya uygun özellikler kazan-dıkça denizde dezavantajlı hale gelecektir.

ÖÖzz--ddüüzzeennlleemmee yyaann››llgg››ss››

((SSeellff--oorrddeerr››nngg))

Evrimcilerin iddialarına dikkat edile-cek olursa, ço¤unlukla kavramlar› yan›l-t›c› flekilde kulland›klar› görülecektir. Buyan›ltmalardan biri iki farklı kavramın

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

ÖKARYOT HÜCRE118

yani "düzenli" ve "organize" kavramları-

nın kasıtlı olarak karıfltırılmasıdır.

Bunu flöyle bir örnekle açıklayabili-

riz. Deniz kenarında dümdüz uzanan bir

kumsal düflünün. Güçlü bir dalga kıyıya

vurdu¤unda, bu kumsalda bazı büyüklü

küçüklü kum tepecikleri, kumda dalga-

lanmalar oluflturur. Bu bir "düzenleme"

ifllemidir. Fakat aynı dalgalar deniz kıyı-

sında kumdan bir kale yapamazlar. E¤er

kumdan yapılmıfl bir kale görürsek, bu-

nu birinin yaptı¤ından eminizdir. Çünkü

kale "organize" bir sistemdir. Yani belli

bir biçimde düzenlenmifl bilgi içeri¤ine

(enformasyona) sahiptir. Bilinçli bir

kimse tarafından planlı bir biçimde, her

parçası düflünülerek yapılmıfltır.

Sonuç olarak do¤al süreçlerle hiçbir

zaman kompleks ve organize sistemler

meydana gelemez. Ancak zaman zaman

basit düzenlemeler oluflsa da bunlar bel-

li sınırların ötesine geçemezler.

Ne var ki evrimciler bu flekildeki do-

¤al süreçlerle kendili¤inden ortaya çıkan

düzenlenme (self-ordering) olaylarını

evrimin çok önemli bir kanıtı gibi sun-

makta ve bunları sözde "kendini organi-

ze etme" (self-organization) örnekleri

gibi göstermektedirler. (bkz. Öz-örgüt-

lenme saçmal›¤›) Bu kavram kargaflası

sonucunda da, canlı sistemlerin do¤al

olaylar ve kimyasal reaksiyonlar sonu-

cunda kendili¤inden meydana gelebile-

ce¤ini öne sürmektedirler.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

ÖZ-DÜZENLEME YANILGISI 119

DDaallggaallaarr ddeenniizz kk››yy››ss››nnddaa kkuummddaann bbiirr kkaallee yyaappaammaazzllaarr.. EE¤¤eerr kkuummddaann yyaapp››llmm››flfl bbiirr kkaallee ggöörrüürr--sseekk,, bbuunnuu bbiirriinniinn yyaapptt››¤¤››nnddaann eemmiinniizzddiirr.. ÇÇüünnkküü kkaallee ""oorrggaanniizzee"" bbiirr ssiisstteemmddiirr.. DDoo¤¤aall ssüürreeççlleerr--llee hhiiççbbiirr zzaammaann kkoommpplleekkss vvee oorrggaanniizzee ssiisstteemmlleerr mmeeyyddaannaa ggeelleemmeezz..

Halbuki düzenli sistemler basit sıra-lamalar, tekrarlar fleklinde yapılar içerir-ken, organize sistemler içiçe geçmifl sonderece kompleks yapı ve ifllevler içerir-ler. Ortaya çıkmaları için mutlaka bilinç,bilgi ve düzenlemeye ihtiyaç vardır. Ara-daki bu önemli farkı evrimci bilimadamlarından Jeffrey Wicken flöyle tarifeder:

Organize" sistemleri "düzenli" sistemler-den dikkatlice ayırt etmek gerekir. ‹ki sis-temden hiçbiri "rastgele" de¤ildir, amadüzenli sistemler basit kalıplardan olufl-tukları için hiç komplekslik taflımazken,organize sistemler her parçası yüksekbilgi içeren dıfl kaynaklı bir plana görebiraraya gelirler… Organizasyon, buyüzden ifllevsel kompleksliktir ve bilgi ta-flır.156

Amerikalı bilim adamları Thaxton,Bradley ve Olsen The Mystery of Life'sOrigin (Canlılı¤ın Kökeninin Sırrı) adlıkitaplarında, bu durumu afla¤ıdaki gibiaçıklarlar:

... Her durumda sıvının içerisindeki mo-leküllerin rastgele hareketlerinin yerini,anında son derece düzenli bir davranıflalmaktadır. Prigogine, Eigen ve di¤erle-ri buna benzer bir 'kendi kendine organi-ze olma'nın organik kimyanın esası ola-bilece¤ini ileri sürerler ve bunun da can-lı sistemler için gerekli olan son derecekompleks molekülleri açıklayabilme po-tansiyeline sahip oldu¤unu iddia ederler.Fakat bu paralellikler hayatın kökeni so-rusuyla alakasızdır. Bunun ana nedeni,bunların düzen ve kompleksli¤i ayırt et-meyi baflaramamalarıdır.157

Yine aynı bilim adamları, bazı ev-

rimcilerin öne sürdükleri "suyun buz ha-

line gelmesi biyolojik düzenlili¤in ken-

dili¤inden ortaya çıkabilece¤ine örnek-

tir" fleklindeki mantı¤ın sı¤lı¤ını ve çar-

pıklı¤ını flöyle açıklarlar:

Suyun kristalize olup buza dönüflmesiyle,

basit bir monomerin milyonlarca yıl için-

de polimer halinde birleflerek DNA ve

protein gibi kompleks moleküllere dönüfl-

mesi arasındaki benzetme sık sık tartıflıl-

maktadır. Her durumda benzetme açıkça

yanlıfltır… Isı alçaltılarak termal etki ye-

terince küçültüldü¤ünde, atomları birbi-

rine ba¤layan güçler, su moleküllerini

düzenli kristalize bir dizilime sokarlar.

Amino asit gibi organik monomerler ise

herhangi bir ısıda, de¤il düzenli bir or-

ganizasyona, birleflmeye dahi tamamen

karflı koyarlar.158

ÖÖzz--öörrggüüttlleennmmee ssaaççmmaall››¤¤››

((SSeellff--oorrggaann››zzaatt››oonn))

Evrimcilerin "öz örgütlenme" kavra-

mıyla savundukları iddia, cansız madde-

nin kendi kendini düzenleyip, organize

edip, kompleks bir canlı varlık meydana

getirebilece¤i yönündeki inançtır. Bu,

kesinlikle bilime aykırı bir inançtır, çün-

kü bütün gözlem ve deneyler, maddenin

böyle bir yetene¤i olmadı¤ını göster-

mektedir. Ünlü ‹ngiliz astronom ve ma-

tematikçi Sir Fred Hoyle, maddenin ken-

di kendine hayat oluflturamayaca¤ını

flöyle bir örnekle anlatır:

E¤er gerçekten maddenin içinde, onu ya-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

ÖZ-ÖRGÜTLENME SAÇMALI⁄I120

flama do¤ru iten bir iç-prensip olsaydı,bunun bir laboratuvarda kolaylıkla gös-terilebilmesi gerekirdi. Örne¤in bir arafl-tırmacı, ilkel çorbayı temsil eden bir yüz-me havuzunu deney için kullanabilirdi.Böyle bir havuzu istedi¤iniz her türlücansız kimyasalla doldurun. Ona istedi-¤iniz her türlü gazı pompalayın, ya daüzerine istedi¤iniz her türlü radyasyonuverin. Bu deneyi bir yıl boyunca sürdü-rün ve (hayat için gerekli olan) 2000 en-zimden kaç tanesinin sentezlendi¤inikontrol edin. Ben size cevabı flimdidenvereyim ve böylece bu deneyle zamanını-zı harcamayın: Kesinlikle hiçbir fley bu-lamazsınız, belki oluflacak birkaç aminoasit ve di¤er basit kimyasal maddeler dı-flında.159

Evrimci biyolog Andrew Scott iseaynı gerçe¤i flöyle kabul etmektedir:

Biraz madde alın, karıfltırın, ısıtın vebekleyin. Bu, hayatın kökeninin modernversiyonudur. Yerçekimi, elektromanye-tizma, zayıf ve güçlü nükleer kuvvetler

gibi "temel" güçler gerisini halledecek-tir... Peki ama bu kolay hikayenin ne ka-darı sa¤lam temellere oturmaktadır ve nekadarı umuda dayalı spekülasyonlaraba¤lıdır? Gerçekte, ilk kimyasal madde-lerden canlı hücrelere kadar giden afla-maların bütün mekanizmaları ya tartıfl-ma konusudur ya da tamamen karanlıkiçindedir.160

Fakat evrimciler "maddenin öz ör-gütlenmesi" gibi bilimsel olmayan birsenaryoyu ısrarla savunurlar. Bunun se-bebi, evrim teorisinin asıl temeli olanmateryalist felsefede gizlidir. Materya-list felsefe, sadece maddenin varlı¤ınıkabul eder, bu durumda canlılı¤a da sa-dece maddeye dayalı bir açıklama geti-rilmesi gerekmektedir. Evrim teorisi buzorunluluktan do¤mufltur ve her ne ka-dar bilime aykırı da olsa, sırf bu zorun-luluk u¤runa savunulmaktadır. NewYork Üniversitesi'nde kimya profesörüve DNA uzmanı olan Robert Shapiro,evrimcilerin "maddenin kendi kendiniorganize etmesi" konusundaki inançları-nı ve bunun kökeninde yatan materyalistdogmayı flu flekilde açıklar:

Bizi basit kimyasalların var oldu¤u birkarıflımdan, ilk etkin replikatöre (DNAveya RNA'ya) taflıyacak bir evrimsel ilke-ye ihtiyaç vardır. Bu ilke "kimyasal ev-rim" ya da "maddenin öz örgütlenmesi"(self-organization) olarak adlandırılır,ama hiçbir zaman detaylı bir biçimde ta-rif edilmemifl ya da varlı¤ı gösterileme-mifltir. Böyle bir prensibin varlı¤ına, di-yalektik materyalizme ba¤lılık u¤runainanılır.161

Harun Yahya (Adnan Oktar)

ÖZ-ÖRGÜTLENME SAÇMALI⁄I 121

‹‹nnggiilliizz aassttrroonnoomm vvee mmaatteemmaattiikkççii FFrreedd HHooyyllee

Harun Yahya (Adnan Oktar)

PPaalleeoonnttoolloojjii

Arkeobiyolojinin bir dalı olan pale-ontoloji, çeflitli jeolojik devirlerde yafla-mıfl olan insan, hayvan ve bitki türlerineait fosiller üzerinde arafltırmalar yaparve jeolojik devirlerde yaflayan canlılarhakkında bilgi sahibi olunmasına yar-dımcı olur.162 Paleontoloji, fosil bilim yada taflıl bilim olarak da bilinir. Bir baflkatanımlamayla, soyu tükenmifl organiz-maların fosillerini ve biyolojisini incele-yen bilim dalıdır. ‹lk paleontoloji arafltır-maları 19. yüzyılda yapılmaya bafllan-mıfltır.

Paelontolojide günümüzdeki büyükkaya parçalarının içerdi¤i bitki ve hay-van fosilleri incelenir, bu yolla jeolojikgeçmiflte egemen olan yaflam biçimleribelirlenir. Bu bilim dalı eski canlı türle-rini bütün yönleriyle (biçimleri, yapıları,günümüzdeki canlı türleriyle taksono-mik iliflkileri, co¤rafi da¤ılımları ve çev-reyle iliflkileri) inceler. Yer katmanları-nın jeolojik tarihinin açı¤a çıkartılma-sında da paleontoloji çalıflmalarından el-de edilen verilerden yararlanılır.

Evrim teorisi günümüzde en çok pa-leontoloji alanındaki çalıflmalarla gün-deme gelir. Çünkü fosil bulguları evrim-ciler açısından çarpıtmaya, taraflı yo-rumlara ve sahtekarlıklara son dereceuygun bir alan oluflturmufltur. Nitekimbilim tarihi evrim teorisine sözde delilbulma arayıfllarıyla yapılmıfl çok sayıdasahtekarlık örne¤iyle doludur. (bkz. Pilt-down Adamı sahtekarl›¤›, NebraskaAdamı sahtekarl›¤›, Neandertal Adamısahtekarl›¤›)

Paleontolojinin evrim teorisini des-tekledi¤i yönündeki yanlıfl imaj, Sciencedergisindeki bir makalede flöyle açıkla-nır:

Evrimsel biyoloji ve paleontoloji alanla-rının dıflında kalan çok sayıda iyi e¤itim-li bilim adamı, ne yazık ki, fosil kayıtları-nın Darwinizm'e çok uygun oldu¤u gibibir yanlıfl fikre kapılmıfltır. Bu büyük ola-sılıkla ikincil kaynaklardaki ola¤anüstübasitlefltirmeden kaynaklanmaktadır; altseviye ders kitapları, yarı-popüler maka-leler vs... Öte yandan büyük olasılıkla bi-raz taraflı düflünce de devreye girmekte-dir. Darwin'den sonraki yıllarda, onuntaraftarları bu yönde (fosiller alanında)geliflmeler elde etmeyi ummufllardır. Bugeliflmeler elde edilememifl, ama yine deiyimser bir bekleyifl devam etmifl ve birkısım hayal ürünü fanteziler de ders ki-taplarına kadar girmifltir.163

Önde gelen evrimcilerden, N. Eld-redge ve I. Tattersall ise bu konuda fluönemli yorumu yaparlar:

Ayrı türlere ait fosillerin, fosil kayıtların-da bulundukları süre boyunca de¤iflimgöstermedikleri, Darwin'in Türlerin Kö-keni'ni yayınlamasından önce bile pale-ontologlar tarafından bilinen bir gerçek-tir. Darwin ise gelecek nesillerin bu bofl-lukları dolduracak yeni fosil bulgularıelde edecekleri kehanetinde bulunmufl-tur... Aradan geçen 120 yılı aflkın süreboyunca yürütülen tüm paleontolojikarafltırmalar sonucunda, fosil kayıtları-nın Darwin'in bu kehanetini do¤rulama-yaca¤ı açıkça görülür hale gelmifltir. Bu,

PALEONTOLOJ‹ 123

fosil kayıtlarının yetersizli¤inden kay-

naklanan bir sorun de¤ildir. Fosil kayıt-

ları açıkça söz konusu kehanetin yanlıfl

oldu¤unu göstermektedir.164

Türlerin flaflırtıcı bir biçimde sabit ol-

dukları ve uzun zaman dilimleri boyun-

ca hep bu flekilde kaldıkları yönündeki

gözlem, "kral çıplak" hikayesindeki tüm

özellikleri barındırmaktadır: Herkes bu-

nu görmüfl, ama görmezlikten gelmeyi

tercih etmifltir. Darwin'in öngördü¤ü

tabloyu ısrarla reddeden bir fosil kaydı

ile karflı karflıya kalan paleontologlar, bu

gerçe¤e açıkça yüz çevirmifllerdir.

Amerikalı paleontolog S. M. Stanley,

fosil kayıtlarının ortaya koydu¤u bu ger-

çe¤in bilim dünyasına hakim olan Dar-

winist dogma tarafından nasıl göz ardı

edildi¤ini ve ettirildi¤ini flöyle anlatır:

Bilinen fosil kayıtları kademeli evrimle

uyumlu de¤ildir ve hiçbir zaman da

uyumlu olmamıfltır. ‹lgi çekici olan, bir

takım tarihsel koflullar aracılı¤ıyla, bu

konudaki muhalefetin gizlenmifl oluflu-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

CCaannll››ll››¤¤››nn kköökkeenniinnee ››flfl››kk ttuuttaann eenn öönneemmllii bbiilliimm ddaallllaarr››nnddaann bbiirrii ppaalleeoonnttoolloojjii,, yyaannii ffoossiill bbiilliimmii--ddiirr.. ‹‹kkii yyüüzzyy››lldd››rr bbüüyyüükk bbiirr ççaabbaayyllaa iinncceelleenneenn ffoossiill yyaattaakkllaarr››,, DDaarrwwiinn''iinn tteeoorriissiinniinn ttaamm aakkssii bbiirrttaabblloo oorrttaayyaa kkooyymmaakkttaadd››rr.. TTüürrlleerr,, eevvrriimmlleeflfleerreekk oorrttaayyaa çç››kkmmaamm››flflllaarr,, bbiirr aannddaa vvee ffaarrkkll›› yyaapp››llaa--rr››yyllaa yyeerryyüüzzüünnddee bbeelliirrmmiiflfllleerrddiirr..

dur... Ço¤u paleontolog, ellerindeki ka-nıtların Darwin'in küçük, yavafl ve kade-meli de¤iflikliklerin yeni tür oluflumunusa¤ladı¤ı yönündeki vurgusuyla çeliflti¤i-ni hissetmifltir... ama onların bu düflünce-si susturulmufltur.165

PPaalleeooaannttrrooppoolloojjii

Paleoantropoloji, insanın kökeninive geliflim sürecini inceleyen bilim dalı-dır. Bu alandaki çalıflmalarda birçok bi-lim dalından destek alınmakla birlikte ençok fosillerden elde edilen bilgi biriki-minden yararlanılır.

Ancak pek çok bilim dalında oldu¤ugibi paleoantropoloji alanında da fosillerevrim teorisinin varsayımları do¤rultu-sunda yorumlanır. Evrim teorisinin iddi-alarına göre yaflamıfl olması gereken in-sanın sözde atalarının, fiziksel ve zekageliflimini göstermek amacıyla arkeolojive etnoloji alanlarından elde edilen bul-gular da taraflı olarak yorumlanır. Arizo-na State Üniversitesi antropolo¤u Geoff-rey Clark bir evrimci olamasına ra¤menbu gerçe¤i 1997'deki bir yazısında flöyleitiraf etmifltir:

Önümüzdeki bir grup alternatif arafltır-ma sonucundan bir tanesini, daha önce-

ki varsayımlarımıza ve önyargılarımıza

göre seçiyoruz bu hem politik hem desubjektif bir ifllem... Paleoantropolojininsadece flekli bilimseldir, içeri¤i de¤il.166

ABD'nin en önde gelen paleontolog-ları arasında yer alan Harvard Üniversi-tesi'nden Niles Eldredge ve Amerikan

Do¤a Tarihi Müzesi'nden Ian Tattersall,ise paleoantolojik bulgular hakkında fluyorumu yapmıfllardır:

Canlıların evrimsel tarihlerinin bir keflifmeselesi oldu¤u düflüncesi, bir efsanedir.E¤er öyle olsaydı, ne kadar çok hominidfosili bulursak, insanın evrimi hikayesi-nin de o kadar açık hale gelmesi gerekir-di. Oysa e¤er bir fley olduysa, bunun tamtersi olmufltur.167

Konunun uzmanı olan di¤er pek çokevrimci, aslında savundu¤u teori hak-kında son derece kötümser düflünceleresahiptir. Örne¤in ünlü Nature dergisininen önemli bilim yazarı Henry Gee, "in-sanın evrimi ile ilgili 5 ila 10 milyon yılöncesine ait tüm fosil kanıtlarının küçükbir kutuya sı¤abilecek kadar az oldu¤u-nu" söyler. Gee'nin bundan vardı¤ı so-nuç ilginçtir:

Ata-torun iliflkilerine dayalı insan evrimifleması, tamamen gerçeklerin sonrasındayaratılmıfl bir insan icadıdır ve insanla-rın önyargılarına göre flekillenmifltir...Bir grup fosili almak ve bunların bir ak-rabalık zincirini yansıttıklarını söylemek,test edilebilir bir bilimsel hipotez de¤il,ama gece yarısı masallarıyla aynı de¤eritaflıyan bir iddiadır -e¤lendirici ve hattabelki yönlendiricidir-, ama bilimsel de-¤ildir.168

Peki evrime hiçbir flekilde bilimselbir kanıt sa¤lamayan bu bilim dalınınevrimciler tarafından bu kadar önemliolmasının ve bulunan her fosil bulgununabartılı, taraflı bir flekilde yorumlanma-sının nedeni nedir? Evrimci Greg Kirby,Biyoloji Ö¤retmenleri Birli¤i'nin toplan-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

PALEOANTROPOLOJ‹ 125

tısında yaptı¤ı bir konuflmada bu psiko-lojiyi flöyle ifade etmifltir:

E¤er bütün hayatınızı kemik toplamak,kafatasının ve çenenin küçük parçalarınıbulmak için harcıyorsanız, bu küçük par-çaların önemini abartmak için çok güçlübir istek duyarsınız".169

Yukarıdaki itiraflardan da anlaflıldı-¤ı gibi paleoantropolojinin evrime delilsunacak hiçbir bilimsel bulgusu yoktur.Ellerindeki yalnızca üstün bir Yaratıcıolan Allah'›n varl›¤›n› inkar etmek içintaraflı yorumlanmıfl fosillerden ibarettir.

PPaannddaann››nn PPaarrmmaa¤¤››

yyaann››llgg››ss››

Klasik evrimci argümanlardan biri,Stephen Jay Gould tarafından ünlendiri-len "Panda'nın bafl parma¤ı" konusudur.Pandanın befl parma¤ı dıflında, bile¤in-den çıkan "radyal susamsı kemik" (radi-al sesamoid bone) olarak isimlendirilenbir kemik çıkıntısı daha bulunmaktadır.

Bu yapının evrimciler açısından öne-mine gelince; evrimcilere göre ayı, kö-pek gibi hayvanların dahil oldu¤u etçil-ler sınıfından olan panda daha sonrabambu ile beslenmeye bafllamıfltır ve ev-rimci senaryoya göre, altıncı parmakbambu yemeye uyum sa¤laması içinsonradan çıkmıfltır. Evrimcilerin bir bafl-ka iddias› ise, bu alt›nc› parma¤›n mü-kemmel olmad›¤›, do¤al seleksiyon va-s›tas›yla ancak bu kadar›n›n oluflabildi¤iyönündedir. Oysa bunlar, hiçbir delili vegeçerli açıklaması bulunmayan, tama-

men evrimci önyargılar ile ileri sürüleniddialardır. Sırasıyla incelersek:

-Pandalar›n etçil atalardan türe-

dikleri yan›lg›s›:

Evrimcilerin pandaları etçil sınıfınadahil etmelerinin nedeni, genifl çeneleri,diflleri ve güçlü pençeleridir. Evrimcilerpandaların sözde atalarının bu özellikle-rini di¤er hayvanlara karflı kullandıkları-nı iddia ederler. Oysa pandaların tekdüflmanı insanlardır, hayvanlar arasındadüflmanları yoktur. Güçlü difllerinin veçenelerinin nedeni ise bambu saplarınıkolayca koparıp çi¤neyebilmeleridir.Güçlü pençeleri ise bambuların gövdele-rine tırmanmaları içindir. Dolayısıyla,ço¤unlukla bambu ile, zaman zaman isemeyve ve bitkilerle beslenen pandalarınhayali etçil atalardan türediklerine dairbir delil yoktur ve evrimciler de panda-nın hangi hayvandan türedi¤ine dair fi-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

PANDANIN PARMA⁄I YANILGISI126

BBuu rreessiimmddee ggöörrüüllddüü¤¤üü ggiibbii ppaannddaann››nn bbiillee¤¤iinn--ddeenn çç››kkaann kkeemmiikk,, aassll››nnddaa bbiirr ppaarrmmaakk ddee¤¤iill--ddiirr,, aannccaakk ppaarrmmaakkllaarr››nn bbaammbbuunnuunn ggöövvddeessiinniikkaavvrraammaass››nn›› kkoollaayyllaaflfltt››rraann bbiirr ddeesstteekkttiirr..

kir birli¤i sa¤layamamıfllardır. Öyle kibazı evrimciler pandaları ayılarla aynıkategoriye koyarken, bazıları da rakun-larla aynı sınıflama içine dahil etmekte-dir. Çünkü bu canlıların bir baflka canlısınıflamasından evrimleflti¤ine dair hiç-bir bulgu yoktur. Evrimciler sadece ben-zerliklerden yola çıkarak tahminler yap-makta, bu tahminler tamamen hayali ol-du¤u için de birbirleri ile ihtilafa düfl-mektedirler...

-Pandaların altıncı parmaklarının

mükemmel olmadı¤ı, tesadüf ürünü

oldu¤u yanılgısı:

Pandanın ünlü baflparma¤ı mesele-sindeki asıl nokta budur. Evrimciler buparma¤ın mükemmel olmadı¤ını amaifle yaradı¤ını söylerler.

Gerçekte, söz konusu altıncı parmak"radyal susamsı kemik" olarak adlandı-rılan bir kemik türündendir ve bu kemik

genellikle eklem yerlerinde bulunarakhareketi kolaylafltırır ve tendonların yır-tılmasını engeller. Pandanın bile¤indençıkan bu kemik ise aslında bir parmakde¤ildir, ancak parmakların bambunungövdesini kavramasını kolaylafltıran birdestektir.170

Evrimciler bu kemi¤in, parmak yeri-ne geliflti¤ini, ancak parmak görevi gö-remedi¤ini, örne¤in filizleri ayıklayama-dı¤ını söylerler. Ancak kavrama ifli içinyeterince iyi oldu¤unu da belirtirler. Za-ten bu altıncı kemi¤in görevi budur vepandanın di¤er ifllemleri kusursuzcayapmaya yetecek kadar parma¤ı bulun-maktadır.171 Bu yapının en ideal flekliningerçekte tam bir "parmak" olması gerek-ti¤i, evrimcilerin önyargı ile öne sürdük-leri dayanaksız bir iddiadır. Söz konusukemik, mevcut haliyle canlı için son de-rece uygundur.

1999 yılında Nature der-

PANDANIN PARMA⁄I YANILGISI 127

EEvvrriimmcciilleerr ddoo¤¤aaddaa uuyyuummssuuzzlluukkvveeyyaa kkuussuurr aarraarrllaarr.. BBuunnuunn tteekknneeddeennii,, AAllllaahh''››nn kkuussuurrssuuzz yyaarraa--tt››flfl››nn›› iinnkkaarr eettmmeekk iiççiinn kkeennddiillee--rriinnee ddeelliill bbuullmmaa ççaabbaallaarr››dd››rr..AAnnccaakk bbuu ççaabbaallaarr››,, ppaannddaann››nnppaarrmmaakkllaarr›› kkoonnuussuunnddaa ddaa ooll--dduu¤¤uu ggiibbii hheerr zzaammaann ssoonnuuççssuuzzkkaallmm››flfltt››rr..

gisinde yayınlanan bir inceleme, panda-

nın baflparma¤ının hayvanın do¤al orta-

mı açısından son derece verimli oldu¤u-

nu göstermektedir. Dört Japon arafltırma-

cının ortak yürüttükleri çalıflma, "kom-

püterize tomografi" ve "manyetik rezo-

nans resimlendirmesi" teknikleri ile yü-

rütülmüfl ve sonuçta pandanın baflparma-

¤ının "memeliler arasında bulunan en

ola¤anüstü yönlendirme tekniklerinden

biri" oldu¤u sonucuna varılmıfltır.172

Evrimcilerin do¤ada uyumsuzluk ve-

ya kusur aramalarının tek nedeni, Allah'ın

kusursuz yaratıflını inkar etmek için ken-

dilerine delil bulma çabalarıdır. Ancak bu

çabaları her zaman sonuçsuz kalm›flt›r.

Pandanın parmakları konusu bu konudaki

örneklerden yaln›zca bir tanesidir.

PPaannggeenneess››ss tteeoorriissii

Antikça¤'›n ünlü Yunan filozofu

Aristo, vücuttaki tüm hücrelerin bir par-

çasının yumurta ve spermi oluflturmak

üzere biraraya geldi¤ini öne sürmüfltü.

Ayr›ca bir canlının hayatı süresince vü-

cudunun çeflitli bölgelerinde oluflan de-

¤iflimlerin de bir sonraki nesle aktarılabi-

lece¤ini savunmaktaydı.

Bu fikir 19. yüzyılda Lamarck ve

Darwin tarafından da kabul edilmiflti.

Fakat bu teorinin yanlıfllı¤ı zaman içeri-

sinde anlaflıldı. Çünkü üreme hücreleri

vücut hücrelerinin bir toplamı de¤ildir ve

onlardaki de¤iflimler yumurta ve sperm

hücrelerini etkilemez.173 (bkz. La-

marck'ın evrim senaryosu)

PPaannssppeerrmm››aa ggöörrüüflflüünnüünn

mmaanntt››kkss››zzll››¤¤››

Evrimci çevreler ilkel dünya flartla-rında tesadüfen canl›l›¤› oluflturabilecekamino asit oluflamayaca¤ı gerçe¤i karflı-sında yeni açıklama arayıfllarına yönel-mifltir. Ortaya atılan yeni iddialardan bi-rine göre, uzaydan yeryüzüne düflen me-teorlarda bulunan amino asitler ile orga-nik maddeler reaksiyona girmifl ve böy-lece canlılık oluflmufltur.

Bu görüfle göre, ilk canlı dünya dıflın-da, baflka gezegenlerde oluflmufltur. Da-ha sonra bu canlıların spor ya da tohum-ları göktaflları ile Dünya'ya taflınmıfl vecanlılık bafllamıfltır. Ancak bugünkü bil-gilere göre spor ve tohumların uzayda,Dünya'ya geliflleri sırasında sıcaklık, ba-sınç, zararlı ıflınlar vb. koflullara dayan-ması mümkün görülmemektedir.174

Uzayda mevcut olan ortam, canlıla-rın yaflamını imkansız hale getirmekte-dir. Ünlü Rus bilim adam› George Ga-mow, bu konuda flunları söyler:

Uzayda yolculuk yapan sporları bekleyenve donarak ölmekten daha ciddi olan birtehlikeyi unutmamak gerekir. Çok iyi bi-lindi¤i gibi Günefl'ten önemli miktardamor ötesi ıflınlar yayılmaktadır. Yeryüzü-nü kuflatan atmosfer tabakasının çok azı-nın geçmesine müsaade etti¤i bu ıflınlar;uzay bofllu¤u içinde kendilerini muhafazaedebilecek koruyucu mekanizmaları bu-lunmayan bu mikroorganizma sporlarıiçin en büyük tehlikedir ve onları bir an-da öldürebilecek güçtedir. Bu sebeplebakterilerin hayali yolculukları daha enyakın gezegene dahi ulaflmadan onların

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

PANGENESIS TEORISI128

ölümüyle sonuçlanacaktır. 1966 yılında

yapılan bir baflka arafltırma neticesi

"uzaydan gelme" hipotezinin tamamen

terk edilmesine sebep olmufltur. "Gemini-

9" uzay aracının dıfl yüzeyine özellikle

seçilmifl en dayanıklı mikroorganizmalar

yerlefltirildikten sonra uzaya gönderil-

miflti. Yapılan incelemelerde bunların ta-

mamının yedi saat dahi geçmeden öldü-

¤ü görüldü. Halbuki bu hipoteze göre ha-

yatı bafllattı¤ı ileri sürülen bakterilerin

yolculu¤unun yıllarca sürmesi gerekir-

di.175

Yukarıdaki ifadeler son derece açık-

tır. Bilimsel arafltırmalar sonucu ortaya

çıkan gerçek, uzaydan canlı mikroorga-

nizmaların yeryüzüne ulaflmasının im-

kansız oldu¤udur. Ancak ilk Dünya ko-flullarında, uzaydan çok bol miktardaamino asit gelseydi ve hatta yeryüzü ta-mamen amino asitlerle kaplı olsaydı; bu,canlıların kökenini açıklayan bir durumolmazdı. Çünkü amino asitlerin tesadü-fen ve rastgele biraraya gelerek son de-rece kompleks, üç boyutlu bir proteinive proteinlerin hücrenin organellerini,ardından bu organellerin de tüm mucize-vi yapısıyla bir canlı hücreyi meydanagetirmesi mümkün olmazdı.

PPaarraalleell eevvrriimm çç››kkmmaazz››

Evrimcileri en çok çıkmaza sokankonulardan biri de canlılardaki son dere-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

DDüünnyyaa''yyaa ddüüflfleenn mmeetteeoorrllaarr››nn,, aattmmoossffeerree ggiirrddiikklleerrii aannddaa bbaaflflllaayyaann yyüükksseekk ››ss›› vvee ççaarrppmmaa aann››nn--ddaakkii flfliiddddeett nneeddeenniiyyllee DDüünnyyaa''yyaa ccaannll›› bbiirr oorrggaanniizzmmaa ttaaflfl››mmaallaarr›› mmüümmkküünn ddee¤¤iillddiirr.. ÜÜssttttee AArriizzoo--nnaa''ddaakkii bbüüyyüükk mmeetteeoorr ççuukkuurruu ggöörrüüllmmeekkttee.. ÖÖttee yyaannddaann,, DDüünnyyaa dd››flfl››nnddaa ccaannll›› vvaarrll››kkllaarr oolldduu¤¤uuvvaarrssaayy››llssaa bbiillee bbuunnllaarr››nn kköökkeenniinnee ddee yyaarraatt››ll››flfl dd››flfl››nnddaa bbiirr aaçç››kkllaammaa ggeettiirrmmeekk iimmkkaannss››zzdd››rr..

ce kompleks yapıya sahip organların kö-kenidir. Evrimciler ortak kompleks or-ganlara sahip fakat sözde ortak atalarasahip olmayan canlıların birbirindenba¤lantısız olarak evrim geçirdi¤ini id-dia ederler.

Evrimcilere göre bu canlılar aynı ev-rim süreçlerinden birbirlerine paralelolarak geçmifllerdir ve nas›l bir tesadüfgerçekleflmiflse birebir benzer organlarasahip olmufllard›r. Bu konuda bir örnekverecek olursak böceklerde, mürekkepbalıklarında ve omurgalılarda ki göz ya-pısı birbirleriyle tıpatıp benzer ancak bucanlılar arasında hiçbir flekilde evrimselba¤ kurulmaya çal›fl›lmaz. Bu durumdaevrimciler de bu organların kökeniniaçıklamak için paralel evrimin oldu¤unuiddia etmek zorunda kalırlar. Ancak buevrimciler için oldukça sıkıntılı bir du-rumdur çünkü bu tip geliflmifl organlarınbir defada ortaya çıktıklarını izah etmekyeteri kadar problem teflkil ederken, ayrıayrı nasıl meydana geldiklerini açıkla-malar› imkansızdır.

Kısacası paralel evrimin di¤er evrimçeflitlerinden tek farkı, gerçekleflmesiiçin daha çok tesadüfe ihtiyaç duyulma-sıdır. Bu da bize, evrimin canlılardakikusursuz yapılar ortaya çıktıkça, bilim-sellikten uzaklafltı¤ını göstermektedir.

PPaasstteeuurr,, LLoouu››ss

Ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur(1822-1895) yaptı¤ı uzun çalıflma ve de-neyler sonucunda flöyle bir sonuca var-

mıfltı: "Cansız maddelerin hayat olufltu-rabilece¤i iddiası artık kesin olarak tari-he gömülmüfltür."176

Pasteur "biyogenez" olarak bilinen"hayat ancak hayattan gelir" görüflü ile,Darwin'in evrime temel oluflturan "spon-tane jenerasyon" inancını da kesin olarakçürütmüfl oldu. (bkz. Abiyogenez; Biyo-genez)

Evrim teorisinin savunucuları, Paste-ur'ün bulgularına karflı uzun süre direndi-ler. Ancak geliflen bilim canlı hücresininkompleks yapısını ortaya çıkardıkça, ha-yatın kendili¤inden oluflabilece¤i iddiasıgiderek daha büyük bir çıkmaz içine girdi.

PPeekkiinn AAddaamm›› ssaahhtteekkaarrll››¤¤››

1921'de Dr. Davidson Black, Çin'inPekin flehrine ba¤lı Choukoutien Köyüyakınındaki bir çukurda iki azı difli bul-du. Black, bu iki azı diflini Sinanthropus

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

LLoouuiiss PPaasstteeuurr''üünn bbuullgguullaarr››,, ccaannss››zz mmaaddddeellee--rriinn hhaayyaatt oolluuflflttuurraabbiilleeccee¤¤ii iiddddiiaass››nn›› kkeessiinnoollaarraakk ttaarriihhee ggöömmmmüüflflttüürr..

PASTEUR, LOUIS130

Pekinensis olarak isimlendirdi ve bir ho-minid (insansı) oldu¤unu ileri sürdü. Dr.W. C. Pei 1927 yılında üçüncü azı diflini,1928'de de bazı kafatası parçaları ve ikiadet çene kemi¤i buldu. Black, bunlarında Sinanthropus Pekinensis'e aitoldu¤unu ileri sürerek kafatası hacmini 900cc olarak ilan etti. Yaflı da 500 bin yılolarak tahmin edildi.1936'da Amerikalı Prof.Franz Weidenreich ve Peitarafından aynı yerde üç kafata-sı daha bulundu. Bu kafataslarınında Sinanthropus Pekinensis'e aitoldu¤unu ve beyin hacminin1200 cc olarak de¤ifltirildi¤iniaçıkladılar. Delil olarak bulunan tümmateryaller iki azı difli hariç 1941-1945'de kaybolmufltur. fiu an elde sade-ce Weindenrich'in yaptı¤ı alçı modellermevcuttur.

Evrim teorisinin geçersizli¤i konu-sundaki uzun yıllar süren çalıflmaları iletanınmıfl Prof. Duane Gish, konu ile ilgi-li olarak flunları bildirmektedir:

Evrime delil olarak ileri sürülen bu ma-teryaller, iki difl hariç, 1941-1945 yıllarıarasında kaybolmufltur. Bugüne kadar dahiçbirisi bulunamamıfltır. Bunların kay-boluflu ile ilgili çok fley söylenmifltir.Bunların içinde en yaygın olanı, ‹kinciDünya Savaflı esnasında Japonlar tara-fından kaybedildi¤idir. Halbuki o sıradaPekin'de görevli bulunan ve kendisi debir evrimci olan O'Connel ise, Japon-lar'ın buraya gelmedi¤ini, bu fosilleri ev-rimcilerin kendilerinin imha etti¤ini be-

lirtir. Ona göre, eldeki fosiller insanlamaymun arası bir geçifl formu de¤ildir.Kafatası o devirde avcıların avladıklarıorangutan maymununa aittir. Bu gerçeksebebiyle fosiller imha edilerek ortadan

kaldırılmıfltır. Hayatta olan hiç kimse bu ma-

teryallerin ne oldu¤unu bil-memektedir.Sonuç olarak birkaçarafltırmacı tarafındanbu materyallerin bırakıl-mıfl olan tarif ve model-lerinden baflka ortadahiçbir delil yoktur. Buarafltırmacıların tamamı

evrimcidir ve hepsi de in-sanın hayvan neslinden ev-

rimleflerek meydana geldi¤iniiddia etmektedir. Bir bilim ada-

mının tamamen namuslu ve flerefli oldu-¤unu kabul etsek bile eldeki mevcut eksikve karıflık materyallere dayanarak yapa-ca¤ı model veya modellerin, gerçe¤i nedereceye kadar aksettirece¤i flüphelidir.Bundan baflka Choukoutien'de keflfedilenmateryallerde objektifli¤i ciddi flekildeetkileyecek noksanlıklar bulunmaktadır.

Eldeki modellerin hepsi Weidenreich ta-rafından yapılmıfltır. Bu modellere nasılgüvenebiliriz. Bunlar, orjinal bir varlı¤ınözelliklerini mi, yoksa Weidenreich'indüflüncelerini mi yansıtmaktadır?"177

Ünlü bilim adamı H. M. Wollais, Si-nanthropus Pekinensis'i en ince teferru-atına kadar incelemifl ve kafataslarınınbir maymuna ait oldu¤u kanısına var-mıfltır:

Weidenrich'in, kafatasları orangutan veflempanzeye benzemektedir.178

Harun Yahya (Adnan Oktar)

PPeekkiinn AAddaamm›› ffoossiillii

PEK‹N ADAMI SAHTEKARLI⁄I 131

M. Boule de Pekin Adamı ile ilgiliolarak, "Sinanthropus Pekinensis'in difl-lerinin ve alt çenenin tüm özellikleri ile-ri yapılı maymunlara benzemektedir"179

demektedir.Bir baflka arafltırmacı M. D. Leakley

ise Olduvai George adlı eserinde; Oldu-vai George'nin ikinci nehir yata¤ındaPithecanthropus Erectus ve Sinanthro-pus Pekinensis'e benzer varlıkların aynıdevirde yaflamıfl oldu¤una dair delillerbuldu¤unu açıklamıfltır.180 Ancak bu daçok çeliflkili bir durumdur çünkü birbiri-nin atası durumunda olan iki varlı¤ınaynı devirde yaflaması mümkün de¤ildir.Ayrıca Pekin Adamı'na ait bu fosillerde-ki köpek diflleri, komflusu kesici ön difl-lerden bazı goril ve flempanzelerde oldu-¤u gibi uzakta bulunmaktadır. Üst köpekdiflleri de di¤er difllerden oldukça uzun-dur. Bütün bunlar bize bu kafataslarınınancak insanlar tarafından öldürülmüflbüyük babon ve makilere ait olabilece¤i-ni kanıtlamaktadır.

PPeennttaaddaaccttyyll hhoommoolloojjiissii

((bbeeflflppaarrmmaakkll››ll››kk bbeennzzeerrllii¤¤ii))

bkz. Befl parmaklılık homolojisi

PPeeppttiidd bbaa¤¤››

Bir proteinin meydana gelebilmesiiçin gerekli olan amino asit çeflitlerinin,uygun sayı ve sıralamada ve gereken üçboyutlu yapıda dizilmeleri yetmez. Bu-nun için aynı zamanda, birden fazla kolasahip amino asit moleküllerinin yalnızcabelirli kollarıyla birbirlerine ba¤lanma-ları gerekmektedir. Bu flekilde yapılanbir ba¤a, "peptid ba¤ı" adı verilir. Aminoasitler farklı ba¤larla birbirlerine ba¤la-nabilirler; ancak proteinler, yalnızca veyalnızca "peptid" ba¤larıyla ba¤lanmıflamino asitlerden meydana gelirler.

Bunu bir benzetmeyle gözünüzdecanlandırabilirsiniz: Örne¤in bir araba-nın bütün parçalarının eksiksiz ve yerliyerinde oldu¤unu düflünün. Fakat teker-leklerden birisi, oturması gereken yere,vidalarla de¤il de, bir tel parçasıyla vedairesel yüzü yere bakacak bir biçimdetutturulsun. Böyle bir arabanın motorune kadar güçlü olursa olsun, teknolojisine kadar ileri olursa olsun bir metre bilegitmesi imkansızdır. Görünüflte herfleyyerli yerindedir, ancak tekerleklerden bi-risinin, yerine olması gerekenden farklıbir biçimde ba¤lanması, bütün arabayı

TTeekkeerrlleekklleerriinnddeenn bbiirriissii,, oottuurrmmaass›› ggeerreekkeenn yyeerree ffaarrkkll›› bbiirr bbii--ççiimmddee ttuuttttuurruullaann bbiirr aarraabbaann››nn,, mmoottoorruu nnee kkaaddaarr

ggüüççllüü oolluurrssaa oollssuunn,, tteekknnoolloojjiissii nnee kkaaddaarr iilleerriioolluurrssaa oollssuunn bbiirr mmeettrree bbiillee ggiittmmeessii iimm--

kkaannss››zzdd››rr.. ‹‹flflttee aayynn›› flfleekkiillddee,, bbiirrpprrootteeiinn mmoolleekküüllüünnddeekkiitteekk bbiirr aammiinnoo aassiittiinn bbiilleeddii¤¤eerriinnee ppeeppttiidd bbaa¤¤››nn--ddaann bbaaflflkkaa bbiirr bbaa¤¤llaabbaa¤¤llaannmm››flfl oollmmaass›› bbuummoolleekküüllüü iiflflee yyaarraammaazzhhaallee ggeettiirreecceekkttiirr..

PENTADACTYL HOMOLOJ‹S‹132

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

kullanılmaz hale getirir. ‹flte aynı flekil-de, bir protein molekülündeki tek biramino asitin bile di¤erine peptid ba¤ın-dan baflka bir ba¤la ba¤lanmıfl olması,bu molekülü ifle yaramaz hale getirecek-tir.

Yapılan arafltırmalar, amino asitlerinkendi aralarındaki rastgele birleflmeleri-nin en fazla %50'sinin peptid ba¤ı ile ol-du¤unu, geri kalanının ise proteinlerdebulunmayan farklı ba¤larla ba¤landıkla-rını ortaya koymufltur. Dolayısıyla birproteinin tesadüfen oluflabilmesi ihtima-lini hesaplarken, (sol-ellilik zorunlulu-¤unun yanı sıra) her amino asitin ken-

dinden önceki ve sonraki ile yalnızca veyalnızca peptid ba¤ı ile ba¤lanmıfl olma-sı zorunlulu¤unu da hesaba katmak ge-rekmektedir. (bkz. Sol-elli amino asitler)

Bu ihtimal de, proteindeki her aminoasitin sol-elli olması ihtimali ile hemenhemen aynıdır. Yani, 400 amino asitlikbir proteini ele alacak olursak, bütünamino asitlerin kendi aralarında yalnızcapeptid ba¤ıyla birleflmeleri ihtimali2399'da 1 ihtimaldir. Bu rakamlar ise çokaçık bir flekilde tesadüfi etkilerle oluflu-mu imkansız kılar.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

HH

HH HH

HH

HH

HH HH

HH

HH

HH

HH

HH

HH

HH

CC CC CC CC

CC CC CC CC

OO

CC CC

CC

CC

CC

CC

CC

NN NN

NN

RR RR

RR RR

HH HH

CC

ssuu

aammiinnoo aassiitt aammiinnoo aassiitt

ppeeppttiidd bbaa¤¤››

ddiippeeppttiidd mmoolleekküüll

AAmmiinnoo aassiittlleerr bbiirrbbiirrlleerriinnee ppeeppttiiddbbaa¤¤›› iillee bbaa¤¤llaann››rrllaarr.. PPeeppttiidd bbaa¤¤››,,

ddii¤¤eerr bbaa¤¤llaarrddaann aayy››rraann eenn öönneemmlliiöözzeelllliikk kkoollaayy ççöözzüüllmmeemmeessiiddiirr.. BBuussaayyeeddee pprrootteeiinnlleerr ssaa¤¤llaamm vvee ddaa--

yyaann››kkll››dd››rrllaarr..

PEPT‹D BA⁄I 133

PP››llttddoowwnn AAddaamm››

ssaahhtteekkaarrll››¤¤››

Ünlü bir doktor ve aynı zamanda daamatör bir paleontolog olan CharlesDawson, 1912 yılında, ‹ngiltere'de Pilt-down yakınlarındaki bir çukurda, bir çe-ne kemi¤i ve bir kafatası parçası buldu-¤u iddiasıyla ortaya çıktı. Çene kemi¤imaymun çenesine benzemesine ra¤men,difller ve kafatası insanınkilere benziyor-du. Bu örneklere "Piltdown Adamı" adıverildi, 500 bin yıllık bir tarih biçildi veçeflitli müzelerde insan evrimine kesinbir delil olarak sergilendi. 40 yılı aflkınbir süre, üzerine birçok bilimsel makale-ler yazıldı, yorumlar ve çizimler yapıldı.Dünyanın farklı üniversitelerinden 500'üaflkın akademisyen, Piltdown Adamıüzerine doktora tezi hazırladı.181

Ünlü Amerikalı paleoantropolog H.F. Osborn da 1935'te British Museum'u

ziyaretinde, "do¤asürprizlerle dolu;bu, insanlı¤ın ta-rih öncesi devirle-ri hakkında önemli

bir bulufl" diyordu.182

1949'da ise BritishMuseum'un paleontoloji bölü-

münden Kenneth Oakley yeni bir yafl be-lirleme metodu olan "flor testi" metodu-nu, bazı eski fosiller üzerinde denemekistedi. Bu yöntemle, Piltdown Adamı fo-sili üzerinde de bir deneme yapıldı. Yapı-lan testte Piltdown Adamı'nın çene kemi-¤inin hiç flor içermedi¤i anlaflıldı. Bu, çe-ne kemi¤inin topra¤ın altında birkaç yıl-dan fazla kalmadı¤ını gösteriyordu. Azmiktarda flor içeren kafatası ise sadecebirkaç bin yıllık olmalıydı.

Flor metoduna dayanılarak yapılansonraki kronolojik arafltırmalar, kafatası-nın ancak birkaç bin yıllık oldu¤unu or-taya çıkardı. Çene kemi¤indeki difllerinise suni olarak aflındırıldı¤ı, fosillerinyanında bulunan ilkel araçların da çelikaletlerle yontulmufl adi birer taklit oldu-¤u anlaflıldı.183

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

‹‹NNSSAANN KKAAFFAATTAASSIINNAAOORRAANNGGUUTTAANN ÇÇEENNEESS‹‹::

BBiilliimm ddüünnyyaass››nn›› 4400 yy››ll›› aaflflkk››nn

bbiirr ssüürree aallddaattaann PPiillttddoowwnn

AAddaamm›› ffoossiillii,, ggeerrççeekkttee eevvrriimm--

cciilleerriinn iikkii aayyrr›› ppaarrççaayy›› bbiirraarraa--

yyaa ggeettiirreerreekk yyaapptt››kkllaarr›› bbiirr bbii--

lliimm ssaahhtteekkaarrll››¤¤››yydd››..

PILTDOWN ADAMI SAHTEKARLI⁄I 134

Weiner'in yaptı¤ı detaylı analizlerlebu sahtekarlık 1953 yılında kesin olarakortaya çıkarıldı. Kafatası 500 yıl yaflındabir insana, çene kemi¤i de yeni ölmüfl birorangutana aitti! Difller, insana ait oldu-¤u izlenimini vermek için sonradan özelolarak eklenmifl ve sıralanmıfl, eklemyerleri de törpülenmiflti. Daha sonra dabütün parçalar, eski görünmeleri için po-tasyum-dikromat ile lekelendirilmiflti.Bu lekeler, kemikler aside batırıldı¤ındakayboluyordu. Sahtekarlı¤ı ortaya çıka-ran ekipten Le Gros Clark, "difller üze-rinde yıpranma izlenimini vermek için,yapay olarak oynanmıfl oldu¤u o kadaraçık ki, nasıl olur da bu izler dikkattenkaçmıfl olabilir?" diyerek flaflkınlı¤ınıgizleyemiyordu.184

Tüm bunların üzerine "PiltdownAdamı", 40 yılı aflkın bir süredir sergi-lenmekte oldu¤u British Museum'danalelacele çıkarıldı.

PP››tthheeccaanntthhrrooppuuss eerreeccttuuss

bkz. Nebraska Adamı sahtekarl›¤›

PPllaassmm››dd TTrraannssffeerrii

Bakteriler, ana DNA parçalarına

(kromozomlara) ek olarak plasmid deni-

len küçük bir DNA molekülünü de içerir-

ler. Plasmid, mikrobiyolojide birçok

bakteri türünde bulunan ve kromozomla-

rın dıflında yer alan genetik maddedir.

Ayrıca plasmid, bakteri için temel önemi

olmayan (evrimcilere göre seçici yarar

sa¤layan) yuvarlak bir DNA molekülü-

dür. Plasmid DNA'nın bu yuvarlak biçi-

mi, bakteriden içeri veya dıfları oldukça

kolay girip çıkabilmesini sa¤lar. Plas-

midlerin bu özelli¤i DNA birlefltirme

arafltırmalarına yol açmıfltır.

Plasmid transferi de bilim adamları-

nın DNA birlefltirmek amacıyla buldu¤u

tekniklerden biridir. Yeniden birlefltirilen

(rekombinant) DNA'lar arafltırması, üze-

rinde çalıflma yapılabilecek büyük mik-

tarlarda gen elde etmek amacıyla, de¤i-

flik organizmaların DNA'larının birleflti-

rilmesi ile yapılır. Bu tekni¤i kullanan

bilim adamının amacı, çalıflmak için be-

lirli genlerden bol miktarda elde etmek-

tir. Birçok biyolog bu yönteme biyoloji

arafltırmaları için bulunmufl en de¤erli

araçlardan biri gözüyle bakar.185

Bu konu ile ilgili olarak verilen ör-

neklerden biri, bakterilerin antibiyotik

direnci özelli¤idir. Geçmifl jenerasyon-

lardaki dirençli bakterilerin genleri, di-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

PITHECANTHROPUS ERECTUS 135

SSaahhttee ffoossiillee ddaayyaann››llaarraakk ççiizziilleenn PPiillttddoowwnnAAddaamm››

¤er bakterilere "plasmid"ler aracılı¤ıylataflınır. Direnç genleri ço¤unlukla küçükDNA halkacıkları olan plasmidlerdekodlu bulunur. Dirençsiz bir bakteri buflekilde edindi¤i bir direnç genini kolay-lıkla kendi DNA molekülleri arasına da-hil edebilir. Bu sayede tek bir dirençlibakteriden bile çok kısa bir süre içindedirençli bir bakteri kolonisi ortaya çıka-bilir. Ancak bu mekanizmanın evrimedelil olabilecek hiçbir yönü yoktur, çün-kü bakterilere direnç sa¤layan genler,mutasyonlar sonucunda sonradan olufl-mamaktadır. Sadece, zaten var olan gen-lerin bakteriler arasında aktarılması sözkonusudur. (bkz. Antibiyotik direnci)

PPllaattyyppuuss

Avustralya'da yaflayan, delikliler sı-nıfından Platypus isimli hayvan, evrimciiddiaların geçersiz oldu¤unu göstermesibakımından iyi bir örnektir. Platypus, birmemeli olmasına ra¤men yumurtlayarakço¤alır. Kıllı olması ve süt bezlerine sa-hip olması ise, bu canlının bir memeli ol-du¤una inanmak için yeterlidir. Daha il-ginci, bu canlının kufl gagasına benzerbir a¤zı vardır.

Bu canlı, hem memeli hem de sürün-gen karakterine sahip oldu¤undan, ev-rimciler tarafından ilkel bir yaratık ve birara geçifl formu olarak sunulabileceközelliklere sahiptir. Ancak gerçek hiç deböyle de¤ildir. Monash Üniversitesi fiz-yologlarından Uwe Proske, bu canlı için"hayvanlar aleminin en harika yaratı¤ı

olmaya kesin aday bir hayvan" oldu¤usonucuna varmıfltır. Proske flöyle der:

"‹lkel bir memeli olmanın çok ötesinde,Platypus kesinlikle çok yüksek düzeydeilerlemifl durumdadır."186

Platypus, o denli geliflmifl bir canlıdırki, kelimenin tam anlamıyla bir altıncıhisse sahiptir. Çamurlu sularda yafladı-¤ından, elektrik sinyalleriyle hareketedebilecek bir mekanizmayla donatıl-mıfltır. Bu açıdan Platypus'un di¤er can-lıların befl duyusuna ek olarak altıncı birduyusu oldu¤unu söylemek mümkündür.Platypus'un bu elektroreseptör sistemi,bazı balıklarda bulunan sistemlere de hiçbenzememektedir. Bu, çok daha karma-flıktır. Platypus, kendine özgü hareketle-riyle ırmaklarda elektrik alanı olufltururve bunu kullanarak ırma¤ın yüzeyininbiçimini belirler.

Platypus bir "mozaik canlı"dır. Ancake¤er bugün Platypus'un soyu tükenmiflolsa ve fosil kayıtlarında kalıntılarınarastlanmıfl olsaydı, evrimciler hiç tered-düt etmeden bu hayvanın, sürüngenler-den memelilere bir ara geçifl formu oldu-¤unu ileri süreceklerdi. Günümüzde sözüedilen tüm sözde ara geçifl formları, ifltebu tür çarpıtmaların birer sonucudurlar.

PPlleeiioottrrooppiikk EEttkkii

Mutasyonların canlılara sadece hasarverdiklerinin kanıtlarından biri, genetikflifrenin kodlanıfl biçimidir. Geliflmiflcanlılardaki bilinen hemen hemen tümgenler, canlıyla ilgili birden fazla bilgiyiiçerirler. Örne¤in bir gen, hem boy uzun-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

PLATYPUS136

NNOORRMMAALL GGEELL‹‹fifi‹‹MMNNOORRMMAALL GGEELL‹‹fifi‹‹MM PPLLEE‹‹OOTTRROOPP‹‹KK EETTKK‹‹PPLLEE‹‹OOTTRROOPP‹‹KK EETTKK‹‹

11-- KKaannaattllaarr çç››kkmm››yyoorr22-- AAyyaakkllaarr nnoorrmmaallbbooyyddaa,, aannccaakk uuççllaarr››ttaamm ggeelliiflflmmiiyyoorr33-- YYuummuuflflaakk ttüüyyddookkuussuu yyookk44,,55-- SSoolluunnuumm kkaannaall››oollmmaass››nnaa rraa¤¤mmeennaakkccii¤¤eerr yyookk66,,77-- ‹‹ddrraarr yyoolluubbüüyyüümmüüyyoorr vveebbööbbrree¤¤iinn ggeelliiflfliimmiinneeyyooll aaççmm››yyoorr..

SSooll ttaarraaffttaa,, eevvcciill bbiirr ttaavvuukkttaakkii nnoorrmmaall ggeelliiflfliimm,, ssaa¤¤ddaa iissee pplleeiioottrrooppiikk bbiirr ggeenniinn mmuuttaass--yyoonnaa uu¤¤rraammaass››nn››nn ddoo¤¤uurrdduu¤¤uu zzaarraarrll›› eettkkiilleerr ggöörrüüllüüyyoorr.. DDiikkkkaatt eeddiilliirrssee,, tteekk bbiirr ggeennddeemmeeyyddaannaa ggeelleenn bbiirr mmuuttaassyyoonn,, bbiirrbbiirriinnddeenn ççookk ffaarrkkll›› oorrggaannllaarraa zzaarraarr vveerreebbiillmmeekktteeddiirr..EE¤¤eerr bbiirr mmuuttaassyyoonnuunn yyaarraarrll›› bbiirr eettkkii oolluuflflttuurraaccaa¤¤›› vvaarrssaayy››llssaa bbiillee,, ssöözz kkoonnuussuu ""pplleeiioott--rrooppiikk eettkkii"",, ddaahhaa ppeekk ççookk oorrggaannaa zzaarraarr vveerreerreekk bbuu yyaarraarr›› ddaa oorrttaaddaann kkaalldd››rraaccaakktt››rr..

33

11

44

55

77

66

22

lu¤unu hem de canlının göz rengini kont-rol ediyor olabilir. Moleküler biyologMichael Denton, genlerin "pleiotropiketki" denen bu özelli¤ini flöyle aç›klar:

Genlerin geliflim üzerindeki etkileri flaflı-lacak derecede farklıdır. Ev faresinde tüyrengiyle ilgili hemen her gen, boy uzunlu-¤uyla da ilgilidir. Meyve sine¤i Drosophi-la Melanogaster'in göz rengi mutasyonla-rı için kullanılan 17 adet X ıflını deneyin-den 14'ünde göz rengiyle oldukça ilgisizolan diflinin cinsel organlarının yapısı et-ki görmüfltür. Yüksek organizmalarda in-celenen hemen her gen, bir organdan faz-la etkiye sahiptir. Pleiotropik etki ismi ve-rilen bu olay hakkında (Ernst) Mayr"yüksek organizmalarda pleiotropik ol-mayan herhangi bir genin bulunuflu flüp-helidir" der.187

Canlıların genetik yapılarındaki buözellik nedeniyle, tesadüfi bir mutasyonsonucu DNA'daki herhangi bir gendemeydana gelen bozukluk, birden fazlaorgana etki edecektir. Böylece mutasyonsadece belirli bir bölge içinde kalmaya-cak, çok daha fazla yıkıcı etkilere sahipolacaktır. E¤er bu etkilerin birinin çoknadir rastlanacak bir tesadüf sonucundayararlı olabilece¤i varsayılsa bile, di¤eretkilerin kaçınılmaz zararı bu yararı dayok edecektir. (bkz. Mutasyon: Hayalibir mekanizma)

Dolayısıyla canlıların evrim geçirmiflolmaları mümkün de¤ildir, çünkü do¤a-da onları evrimlefltirebilecek bir meka-nizma yoktur.

PPooppüüllaassyyoonn

Popülasyonlar çok fazla genetik çe-flitlilik gösteren fertlerden oluflan toplu-luklardır. Bir popülasyonun genetik ya-pısını, popülasyonu oluflturan bireylerbelirler. Bir baflka tanımlamayla popü-lasyon aynı türe ait, fakat kalıtsal bile-flimleri farklı olan bireylerin oluflturdu¤utopluluklardır. Ekolojik açıdan ise popü-lasyon, belirli bir bölgeye yayılmıfl aynıtüre ba¤lı bireylerin oluflturdu¤u toplu-luk olarak tanımlanır.188

Kalıtsal özelliklerin bireylerden çokpopülasyonlar üzerinde etkili oldu¤unun,bireylerin ise popülasyondaki genleri ta-flıyan aracılardan baflka bir fley olmadı¤ı-nın anlaflılması ile popülasyon geneti¤iön plana çıkmıfltır.

PPrrootteeiinn

Proteinler, "amino asit" adı verilendaha küçük moleküllerin belli sayılardave çeflitlerde özel bir sırayla dizilmele-rinden oluflan "dev" moleküllerdir. Bumoleküller canlı hücrelerinin yapıtaflları-nı olufltururlar. En basitleri yaklaflık 50amino asitten oluflan proteinlerin, binler-ce amino asitten oluflan çeflitleri de var-dır.

Önemli olan nokta fludur: Proteinle-rin yapılarındaki tek bir amino asitin bileeksilmesi veya yerinin de¤iflmesi ya dazincire fazladan bir amino asit eklenme-si, o proteini ifle yaramaz bir molekül yı-¤ını haline getirir. Bu nedenle her aminoasit tam gereken yerde, tam gereken sıra-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

POPÜLASYON138

da yer almalıdır. Hayatın rastlantılarla

olufltu¤unu öne süren evrim teorisi ise,

bu düzenlilik karflısında çaresizdir. Çün-

kü söz konusu düzenlilik, asla rastlantıy-

la açıklanamayacak kadar ola¤anüstü-

dür. Proteinlerin fonksiyonel yapısının

hiçbir flekilde tesadüfen meydana gele-

meyece¤i, herkesin anlayabilece¤i basit

olasılık hesaplarıyla dahi rahatlıkla gö-

rülebilir.

Örne¤in, bilefliminde 288 amino asit

bulunan ve 12 farklı amino asit türünden

oluflan ortalama büyüklükteki bir prote-

in molekülünün içerdi¤i amino asitler

10300 farklı biçimde dizilebilir. (Bu, 1 ra-

kamının sa¤ına 300 tane sıfır gelmesiyle

oluflan astronomik bir sayıdır.) Ancak bu

dizilimlerden yalnızca bir tanesi söz ko-

nusu proteini oluflturur. Geriye kalan

tüm dizilimler hiçbir ifle yaramayan, hat-

ta kimi zaman canlılar için zararlı bile

olabilecek anlamsız amino asit zincirle-

ridir.

Dolayısıyla yukarıda örnek verdi¤i-

miz protein moleküllerinden yalnızca bir

tanesinin tesadüfen meydana gelme ihti-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

RReessiimmddeemmiiyyoogglloobbiinnpprrootteeiinniinniinn üüççbbooyyuuttlluu yyaapp››ss›› vveeaattoommllaarr›› aarraass››nnddaakkiippeeppttiidd ggrruuppllaarr›› ggöörrüüllmmeekk--tteeddiirr.. KKuuflflkkuussuuzz bbööyyllee kkuussuurr--ssuuzz bbiirr yyaapp››nn››nn tteessaaddüüfflleerrlleeoolluuflflmmaass›› iimmkkaannss››zzdd››rr..

PROTE‹N 139

mali "10300'de 1" ihtimaldir. Bu ihtimalinpratikte gerçekleflmesi ise imkansızdır.(Matematikte 1050'de 1'den küçük ihti-maller "sıfır ihtimal" kabul edilirler.)

Dahası, 288 amino asitlik bir protein,canlıların yapısında bulunanbinlerce amino asitlikdev proteinlerle kı-yaslandı¤ında ol-dukça mütevazibir yapı sayıla-bilir. Aynı ih-timal hesapları-nı bu dev moleküllereuyguladı¤ımızda ise,"imkansız" kelimesinin bile yetersiz kal-dı¤ını görürüz.

Canlılı¤ın gelifliminde bir basamakdaha ilerledi¤imizde, tek baflına bir pro-teinin de hiçbir fley ifade etmedi¤ini gö-rürüz. fiimdiye kadar bilinen en küçükbakterilerden biri olan Mycoplasma Ho-minis H 39'un bile 600 çeflit proteine sa-hip oldu¤u görülmüfltür. Bu durumda,tek bir protein için yaptı¤ımız üstteki ih-timal hesaplarını 600 çeflit protein üze-rinden yapmamız gerekecektir. Sonuçtakarflılaflaca¤ımız rakamlar ise imkansızkavramının çok ötesindedir.

Hiçbir evrimci de bu rakamlara biritirazda bulunamaz. Tek bir proteinin te-sadüfen oluflma ihtimalinin "bir maymu-nun daktilo tufllarına rastgele basarak hiçhata yapmadan insanlık tarihini yazma-sı" kadar imkansız oldu¤unu onlar da ka-bul etmektedirler.189 Ama do¤ru olanaçıklamayı, yani yaratılıflı kabul etmek-

tense, bu imkansızı savunmaktadırlar.Pek çok evrimci bu gerçe¤i itiraf ed-

er. Örne¤in Harold Blum adlı evrimci bi-lim adamı, "bilinen en küçük proteinle-rin bile rastlantısal olarak meydana gel-

mesi, tümüyle imkansız gözükmekte-dir" demektedir.190

Evrimciler,moleküler evri-min çok uzun bir

zaman sürdü¤ünüve bu zamanın im-

kansız olanı mümkünhale getirdi¤ini iddiaederler. Oysa ne kadar

uzun bir zaman verilirse verilsin, aminoasitlerin rastlantısal olarak protein olufl-turmaları imkansızdır. Amerikalı jeologWilliam Stokes, Essentials of Earth His-tory (Yeryüzü Tarihinin Esaslar›) adlı ki-tabında bu gerçe¤i kabul ederken "e¤ermilyarlarca yıl boyunca, milyarlarca ge-zegenin yüzeyi gerekli amino asitleri içe-ren sulu bir konsantre tabakayla dolu ol-saydı bile yine (protein) oluflamazdı" di-ye yazar.191

Tüm bunların ne anlama geldi¤inikimya profesörü Perry Reeves flöyleaçıklamaktadır:

Bir insan, amino asitlerin rastlantısalolarak birlefliminden ne kadar fazla muh-temel yapı oluflabilece¤ini düflündü¤ün-de, hayatın gerçekten de bu flekilde orta-ya çıktı¤ını düflünmenin akla aykırı geldi-¤ini görür. Böyle bir iflin gerçekleflmesin-de bir Büyük ‹nfla Edici'nin var oldu¤unukabul etmek, akla çok daha uygundur.192

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

BBiirr pprrootteeiinniinn üüçç bbooyyuuttlluu yyaapp››ss››

PROTE‹N140

PPrrookkaarryyoott hhüüccrree

bkz. Bakterinin kökeni

PPrroottooaavv››ss

Evrimciler, Archæopteryx'i bir arageçifl formu olarak sunarken, onun dün-yada yaflamıfl en eski kufl-benzeri canlıoldu¤u kabulünden yola çıkmıfllardı.Oysa kendisinden çok daha eski tarihlibazı kufl fosillerinin bulunması, Arc-hæopteryx'i kuflların atası konumundankesin olarak uzaklafltırdı. Hem de bukufllar, Archæopteryx'e atfedilen sözdesürüngen özelliklerinin hiçbirine sahipolmayan kusursuz birer kufltu.

Söz konusu fosillerin en önemlisi,yaflı 225 milyon yıl olarak hesaplananProtoavis'ti. ‹lk olarak Nature dergisininA¤ustos 1986 tarihli sayısında, "FosilKufl Evrimsel Hipotezleri Sarsıyor" bafl-lıklı makalede varlı¤ı duyurulan Proto-avis fosili, kendisinden 75 milyon yıl da-ha yafllı oldu¤u Archæopteryx'in kufllarınatası oldu¤u iddiasını çürüttü. Vücut ya-pısı, di¤er tüm kufllardaki gibi içi bofl ke-miklere sahip iskeleti, uzun kanatları vekanatlarındaki tüy izleri Protoavis'in mü-kemmel olarak uçabildi¤ini gösteriyor-du.

Smithsonian Enstitüsü'nden N. Hot-ton, Protoavis fosilini flöyle tarif eder:

Protoavis geliflmifl bir lades kemi¤ine,(kufllarda uçmaya yardımcı olan) gö¤üskemi¤ine, içi bofl (böylece hafif) kemikle-re ve uzun kanat kemiklerine sahiptir...Kulakları bu kuflların ses çıkararak ha-berlefltiklerini göstermifltir. Ço¤u dinozorise sessizdir.193

Alman biyologlar Reinhard Junkerve Siefried Scherer, Protoavis'in evrimcitezlere indirdi¤i darbeyi flöyle açıklarlar:

Archæopteryx'in Protoavis'ten 75 milyonyıl daha genç olması nedeniyle bunun ev-rimin kör bir dalı oldu¤u ortaya çıkmıfltır.Bu nedenle yaratılıflı savunanlar›n ilerisürdükleri gerçek geçifl formlarının ol-madı¤ı, sadece mozaik formların bulun-du¤u düflüncesi güçlenmifl bulunmakta-dır. Protoavis'in günümüz kufllarına pekçok yönden benzemesi, kufl ve sürüngenbofllu¤unu daha da belirgin duruma ge-tirmifl bulunuyor.194

Ayrıca Protoavis'in evrimciler tara-fından hesaplanan yaflı o kadar eskidir kibu kufl, yine evrimci kaynakların verdi¤itarihlere göre, yeryüzünde ilk dinozor-lardan bile daha yafllıdır. Bu ise, kufllarındinozorlardan evrimlefltikleri teorisininkesin olarak çökmesi anlamına gelir.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

PROTOAVIS 141

YYaaflfl›› 222255 mmiillyyoonn yy››ll oollaarraakk hheessaappllaannaann PPrroo--ttooaavviiss ffoossiillii,, kkeennddiissiinnddeenn 7755 mmiillyyoonn yy››ll ddaahhaayyaaflflll›› oollaann AArrcchhææoopptteerryyxx''iinn kkuuflflllaarr››nn aattaass›› ooll--dduu¤¤uu tteezziinnii ççüürrüüttttüü..

RRaammaapp››tthheeccuuss yyaann››llgg››ss››

Hindistan'da bulunan Ramapithecusfosillerinin yaklafl›k 15 milyon y›l önce-sine ait olduklar›n› öne süren evrimciler,bu fosilleri bir zamanlar insan›n evrimisenaryosunda çok iddial› bir ara- geçiflformu olarak sunmufllard›. Fakat bu fo-sillerin sıradan bir maymuna ait oldu¤u-nun anlaflılması üzerine Ramapithecus

insanın hayali soya¤acından sessiz seda-sız çıkarıldı.195

‹lk bulunan Ramapithecus fosili, ikiparçadan oluflmufl eksik bir çeneden iba-retti. Ama evrimci çizerler, bu çene par-çalarına dayanarak Ramapithecus'un ai-lesini ve yafladı¤ı hayali ortamı bile çi-zebildiler.

EEVVRR‹‹MMCC‹‹LLEERR‹‹NN ‹‹LLHHAAMMKKAAYYNNAA⁄⁄II TTEEKK BB‹‹RRÇÇEENNEE KKEEMM‹‹⁄⁄‹‹!!

‹‹llkk bbuulluunnaann RRaammaappiitthheeccuussffoossiillii,, iikkii ppaarrççaaddaann oolluuflfl--mmuuflfl eekkssiikk bbiirr ççeenneeddeenn iibbaa--rreettttii.. AAmmaa eevvrriimmccii ççiizzeerrlleerr,,bbuu ççeennee ppaarrççaallaarr››nnaa ddaayyaa--nnaarraakk RRaammaappiitthheeccuuss''uu hhaatt--ttaa aaiilleessiinnii vvee yyaaflflaadd››¤¤›› oorr--ttaamm›› ççiizzmmeekkttee hhiiççbbiirr ggüüççllüükkççeekkmmeemmiiflfllleerrddii..

RAMAPITHECUS YANILGISI 143

SAHTE

RReekkaappiittüüllaassyyoonn tteeoorriissii

((RReeccaapp››ttuullaatt››oonn tthheeoorryy))

bkz. Bireyolufl Soyoluflun TekrarıdırTeorisi. (Ontogeny Recapitulates Phylo-geny)

RReekkoommbbiinnaassyyoonn

Rekombinasyon iki cinsiyetten gelensoyaçekim karakterlerinin birleflerek ye-ni bir genotip (kalıtsal yapı) meydanagetirmesi anlamını taflır. Ancak rekom-binasyonlar mutasyonlarla karıfltırılma-malıdır. Mutasyonda bireyin genotipin-de meydana gelen de¤iflikliklerin etkiliolabilmesi için bu de¤iflikliklerin üremegenlerinde olması gerekir. Rekombinas-yon ise sürekli bir olaydır ve efleyselüremenin do¤al bir sonucu olarak heryavruda yeni bir gen kombinasyonumeydana gelir.

Genetikte rekombinasyon, üremehücrelerinin oluflumu sırasında annedenve babadan gelen genlerin yeniden grup-lanmasıdır. Bir yavru hücre bölünme sı-rasında her zaman anne-babadan gelengenetik materyalin yarısını aldı¤ı halde;rekombinasyon çeflitlili¤in olmasındakesin ve etkili bir rol oynar. (bkz. Var-yasyon) Meydana gelen iki yavruda ay-nı genlerin farklı kombinasyonları kulla-nılır. Böylece iki yavru hücre ne birbirle-rinin aynısı olurlar, ne de genetik içerik-leri anne-babanınki ile tıpatıp aynıdır.

Bazı evrimciler rekombinasyonla çe-flitlenmeyi bir evrim faktörü olarak de-¤erlendirirler.196 Fakat böyle bir düflün-

cenin hiçbir bilimsel de¤eri yoktur. Üre-me sırasında genlerin karıflımı söz konu-su oldu¤undan çeflitlilik olması da do-¤aldır. Fakat rekombinasyonla ne yenibir tür oluflmas› ne de genlerde kayıtlıbilgilerin dıflında yeni bir bilgi eklenme-si söz konusu de¤ildir.

Rekombinasyon çalıflmalarının, ge-netik mekanizmaların anlaflılmasındaönemli bir yeri olmufltur. Bilim adamla-rının kromozom haritasını çıkarmaların-da, genetik anormalliklerin tespitinde,bir kromozomdan di¤erine gen transp-lantasyonu yapılmasında, rekombinas-yon yönlendirilmesi yol gösterici olmufl-tur.

RReekkoonnssttrrüükkssiiyyoonn

((hhaayyaallii ççiizziimmlleerr))

Evrimciler, teorilerini destekleyecekbilimsel deliller bulma konusundaki ba-flarısızlıklarını çeflitli propaganda yön-temleri ile kamufle etmeyi amaçlarlar.Bu propagandanın en önemli unsuru "re-konstrüksiyon"dur. Rekonstrüksiyon,"yeniden infla" demektir ve sadece birkemik parçası bulunmufl olan canlınınresminin ya da maketinin yapılmasıdır.Gazetelerde, dergilerde, filmlerde gör-dü¤ünüz "maymun adam"ların her biribirer rekonstrüksiyondur.

Ancak insanın kökeni ile ilgili fosilkayıtları ço¤u zaman da¤ınık ve eksikoldukları için bunlara dayanarak herhan-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

REKOMB‹NASYON144

gi bir tahminde bulunmak, bütünüyle ha-yal gücüne dayalı bir ifltir. Bu yüzdenevrimciler tarafından fosil kalıntılarınadayanılarak yapılan rekonstrüksiyonlar,tamamen evrim ideolojisinin gereklerineuygun olarak tasarlanırlar. Harvard Üni-versitesi antropologlarından David Pil-beam, "benim u¤rafltı¤ım paleoantropo-loji alanında daha önce edinilmifl izle-nimlerden oluflmufl teori, daima gerçekverilere baskın çıkar" derken bu gerçe¤ivurgular.197

Burada bir noktaya dikkat etmek ge-rekir: Kemik kalıntılarına dayanılarakyapılan çalıflmalarda sadece eldeki obje-nin çok genel özellikleri ortaya çıkarıla-bilir. Oysa asıl belirleyici ayrıntılar, za-man içinde kolayca yok olan yumuflakdokulardır. Evrime inanmıfl bir kimseninbu yumuflak dokuları istedi¤i gibi flekil-lendirip ortaya hayali bir yaratık çıkar-ması çok kolaydır. Harvard Üniversite-si'nden Earnst A. Hooton bu durumuflöyle açıklar:

Yumuflak kısımların tekrar inflası çokriskli bir giriflimdir. Dudaklar, gözler, ku-laklar ve burun gibi organların, altların-daki kemikle hiçbir ba¤lantıları yok-tur. Örne¤in bir Neandertal kafatası-nı aynı yorumla bir maymuna veyabir filozofa benzetebilirsiniz. Eski in-sanların kalıntılarına dayanarak ya-

pılan canlandırmalar hemen hiçbir bi-limsel de¤ere sahip de¤illerdir ve toplu-mu yönlendirmek amacıyla kullanılır...Bu sebeple rekonstrüksiyonlara fazla gü-venilmemelidir.198

Evrimciler bu konuda o denli ilerigitmektedirler ki, aynı kafatasına bir-birinden çok farklı yüzler yakıfl-tırabilmektedirler.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

REKONSTRÜKS‹YON - HAYAL‹ Ç‹Z‹MLER 145

BBiirr kkaaffaattaass››nnddaann yyoollaa çç››kk››llaarraakk yyaapp››llaannbbuu rreessiimm,, ffoossiilllleerriinn eevvrriimmcciilleerr ttaarraaff››nn--

ddaann nnaass››ll hhaayyaallii bbiiççiimmddee yyoorruummllaann--dd››¤¤››nn››nn iiyyii bbiirr öörrnnee¤¤ii......

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

Australopithecus robustus (Zinjanthro-pus) adlı fosil için çizilen birbirinden ta-mamen farklı üç ayrı rekonstrüksiyon,bunun ünlü bir örne¤idir.

Fosillerin taraflı yorumlanması ya dahayali rekonstrüksiyonlar yapılması, ev-rimcilerin aldatmacaya ne denli yo¤unbiçimde baflvurduklarını gösteren delil-ler arasında sayılabilirler. Ancak bunlar,evrim teorisinin tarihinde rastlanan bazısomut sahtekarlıklarla karflılafltırıldıkla-rında, yine de çok sıradan kalmaktadır-lar.

Medyada ve akademik kaynaklardasürekli olarak telkin edilen "maymun in-san" imajını destekleyecek hiçbir somutfosil delili yoktur. Evrimciler, ellerinefırça alıp hayali yaratıklar çizerler, amabu canlıların fosillerinin olmayıflı, onlariçin büyük bir sorundur. Bu sorunu "çöz-

mek" için kullandıkları ilginç yön-temlerden biri ise, bulama-

dıkları fosilleri

"üretmek" olmufltur. Bilim tarihinin enbüyük skandalı olan Piltdown Adamı, ifl-te bu yöntemin bir örne¤idir. (bkz. Pilt-down Adamı sahtekarl›¤›)

RRiibboozzoomm

Bir protein, hücre içindeki son dere-ce detayl› ifllemler sonucunda, pek çokenzimin yardımıyla "ribozom" adı veri-len organelde üretilir. Ribozom ise yineproteinlerden oluflmufl kompleks birhücre organelidir. Dolayısıyla bu durum,ribozomun da aynı anda tesadüfen mey-dana gelmifl olması gibi olanak dıflı birvarsayımı beraberinde getirecektir. Ev-rim teorisinin ünlü savunucularındanNobel ödüllü Jacques Monod bile, prote-in sentezinin yalnızca nükleik asitlerde-ki bilgiye indirgenmesinin mümkün ol-madı¤ını flu flekilde açıklamaktadır:

fiifre (DNA ya da RNA'daki bilgi), akta-rılmadıkça anlamsızdır. Günümüz hücre-sindeki flifre aktarma mekanizması en az50 makromoleküler parçadan oluflmak-tadır ki, bunların kendileri de DNA'dakodludurlar. fiifre bu birimler olmadanaktarılamaz. Bu döngünün kapanması

ne zaman ve nasıl gerçekleflti? Bunun

hayali bile aflırı derecede zordur.199

Genetik sistem; DNA'dan bu flifreyiokuyacak enzimler, bu flifrelerin okun-masıyla üretilecek mRNA, mRNA'nınbu flifreyle gidip üretim için üzerine ba¤-lanaca¤ı ribozom, ribozoma üretimdekullanılacak amino asitleri taflıyacak birtaflıyıcı RNA ve bunlar gibi sayısız ara

RReekkoonnssttrrüükkssiiyyoonn ççii--zziimmlleerr,, ssaaddeeccee eevvrriimm--cciilleerriinn hhaayyaall ggüüccüünnüüyyaannss››tt››rr,, bbiilliimmsseell bbuull--gguullaarr›› ddee¤¤iill......

R‹BOZOM146

valval

ccyyssccyyss

alaala

vvaalliinnee

ccyycctteeiinnee

aallaanniinnee

RRiibboozzoomm,, mmeessaajjcc›› RRNNAA''yy››

ookkuurr vvee bbuurraaddaakkii bbiillggiiyyee ggöö--

rree aammiinnoo aassiittlleerrii aarrtt aarrddaa ddii--

zzeerr.. fifieekkiilllleerrddee,, vvaall,, ccyycc vvee

aallaa aammiinnoo aassiittlleerriinniinn,, rriibboo--

zzoomm vvee ttaaflfl››yy››cc›› RRNNAA ttaarraaff››nn--

ddaann ddiizziilliiflflii yyeerr aall››yyoorr.. DDoo¤¤aa--

ddaakkii ttüümm pprrootteeiinnlleerr,, bbuu hhaass--

ssaass iiflfllleemmllee üürreettiilliirr.. ""TTeessaa--

ddüüffeenn"" oolluuflflaann bbiirr pprrootteeiinn

yyookkttuurr..

ifllemleri sa¤layan son derece kompleks

enzimlerin aynı ortamda bulunmasını

gerektirir. Ayrıca böyle bir ortamın, an-

cak hücre gibi gerekli tüm hammadde ve

enerji kaynaklarının bulundu¤u, her yön-

den izole ve tamamen kontrollü bir or-

tam olması gerekti¤i düflünülürse evri-

min öne sürdü¤ü tesadüf iddialarının ge-

çersizli¤i açıkça anlaflılacaktır.

RRNNAA ddüünnyyaass›› sseennaarryyoossuu

Evrimciler, ilk canlı hücrenin nasılvar oldu¤u sorusu üzerine 20. yüzyılınbaflından itibaren çeflitli teoriler gelifltir-diler. Bu konuda ilk evrimci tezi öne sü-ren Rus biyolog Alexander Oparin, yüzmilyonlarca yıl önceki ilkel dünyada bir-takım tesadüfi kimyasal reaksiyonlarlailk önce proteinlerin olufltu¤unu, bunla-rın birleflmesiyle de hücrelerin do¤du¤u-nu ileri sürdü. Oparin'in 1930'lu yıllardaortaya attı¤ı bu iddianın en temel varsa-yımlarının bile yanlıfl oldu¤u, 1970'li yıl-lardaki bulgularla anlaflıldı: Oparin'in"ilkel dünya atmosferi" senaryosunda or-ganik moleküllerin oluflmasına imkanverebilecek metan ve amonyak gazlarıyer alıyordu. Ama gerçek atmosferin me-tan ve amonyak temelli olmadı¤ı, aksinebir de organik molekülleri parçalayanoksijen gazından bol miktarda içerdi¤ianlaflıldı. (bkz. ‹lkel dünya)

Bu durum moleküler evrim teorisiiçin büyük bir darbe oldu. Miller, Fox,Ponnamperuma gibi evrimcilerin "ilkelatmosfer deneyleri"nin tümünün geçer-

siz oldu¤u anlaflıldı. Bu nedenle 80'li yıl-larda baflka evrimci arayıfllar geliflti. Bu-nun sonucunda, ilk önce proteinlerin de-¤il, proteinlerin bilgisini taflıyan RNAmolekülünün olufltu¤unu öne süren"RNA Dünyası" senaryosu ortaya atıldı.1986 yılında Harvard'lı kimyacı WalterGilbert tarafından ortaya atılan bu senar-yoya göre, bundan milyarlarca yıl önce,her nasılsa kendi kendisini kopyalayabi-len bir RNA molekülü tesadüfen kendili-¤inden oluflmufltu. Sonra bu RNA mole-külü çevre flartlarının etkisiyle birdenbi-re proteinler üretmeye bafllamıfltı. Dahasonra bilgileri ikinci bir molekülde sak-lamak ihtiyacı do¤mufl ve her nasılsaDNA molekülü ortaya çıkmıfltı.

Her aflaması ayrı bir imkansızlıklarzinciri olan, hayal etmesi bile güç olanbu senaryo, hayatın bafllangıcına açıkla-ma getirmek yerine, sorunu daha da bü-yütmüfl, içinden çıkılmaz pek çok soruyugündeme getirmifltir:

1- Daha, RNA'yı oluflturan nükle-otidlerin tek birinin bile oluflması kesin-likle rastlantılarla açıklanamazken, aca-ba hayali nükleotidler nasıl uygun bir di-zilimde biraraya gelerek RNA'yı olufltur-mufllardı?

Evrimci biyolog John Horgan,RNA'nın tesadüfen oluflmasının imkan-sızlı¤ını flöyle kabullenir:

Arafltırmacılar RNA dünyası kavramınıdetaylı biçimde inceledikçe giderek dahafazla sorun ortaya çıkıyor. RNA ilk olaraknasıl olufltu? RNA ve onun parçalarınınlaboratuvarda en iyi flartlarda sentezlen-mesi bile son derece zor iken, bunun pre-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

RNA DÜNYASI SENARYOSU148

biyotik (yaflam öncesi) ortamda gerçek-

leflmesi nasıl olmufltur?200

2- Tesadüfen olufltu¤unu farz etsek

bile, yalnızca bir nükleotid zincirinden

ibaret olan bu RNA, hangi bilinçle ken-

disini kopyalamaya karar vermifl ve ne

tür bir mekanizmayla bu kopyalamayı

baflarmıfltı? Kendisini kopyalarken kul-

lanaca¤ı nükleotidleri nereden bulmufl-

tu?

Evrimci mikrobiyologlar Gerald

Joyce ve Leslie Orgel, durumun ümitsiz-

li¤ini flöyle dile getirirler:

Tartıflma, içinden çıkılmaz bir noktada

odaklaflıyor: Karmakarıflık bir polinükle-

otid çorbasından çıkıp, birdenbire kendi-

ni kopyalayabilen o hayali RNA'nın efsa-

nesi... Bu kavram, yalnızca bugünkü pre-

biotik kimya anlayıflımıza göre gerçek dı-

flı olmakla kalmamakta, aynı zamanda

RNA'nın kendini kopyalayabilen bir mo-

lekül oldu¤u fleklindeki aflırı iyimser dü-

flünceyi de yıkmaktadır.201

3- Kaldı ki e¤er ilkel dünyada kendi-

ni kopyalayan bir RNA olufltu¤unu ve

ortamda RNA'nın kullanaca¤ı her çeflit

amino asitten sayısız miktarlarda bulun-

du¤unu farz etsek ve bütün bu imkansız-

lıkların bir flekilde gerçekleflmifl oldu¤u-

nu düflünsek bile, bu durum yine de tek

bir protein molekülünün oluflabilmesi

için yeterli de¤ildir. Çünkü RNA, sadece

proteinin yapısıyla ilgili bilgidir. Amino

asitler ise hammaddedir. Ancak ortada

proteini üretecek "mekanizma" yoktur.

RNA'nın varlı¤ını protein üretimi için

yeterli saymak, bir arabanın ka¤ıt üzeri-

ne çizilmifl plan›n› o arabayı oluflturacak

binlerce parçanın üzerine atıp sonra ara-

banın kendi kendine montajlanıp ortaya

çıkmasını beklemekle aynı derecede

saçmadır. Ortada fabrika ve iflçiler yok-

tur ki, bir üretim gerçekleflsin.

San Diego California Üniversite-

si'nden Stanley Miller'ın ve Francis

Crick'in çalıflma arkadaflı olan ünlü ev-

rimci Dr. Leslie Orgel, "hayatın RNA

Dünyası ile bafllayabilmesi" ihtimali için

"senaryo" deyimini kullanmaktadır. Or-

gel, bu RNA'nın hangi özelliklere sahip

olması gerekti¤ini ve bunun imkansızlı-

¤ını, American Scientist'in Ekim 1994

sayısındaki "The Origin of Life on the

Earth" (Yeryüzünde Hayat›n Kökeni)

bafllıklı makalede flöyle ifade eder:

Bu senaryonun oluflabilmesi için, ilkel

dünyadaki RNA'nın bugün mevcut olma-

yan iki özelli¤inin olmufl olması gerek-

mektedir: Proteinlerin yardımı olmaksı-

zın kendini kopyalayabilme özelli¤i ve

protein sentezinin her aflamasını gerçek-

lefltirebilme özelli¤i.202

Açıkça anlaflılaca¤ı gibi Orgel'in,

"olmazsa olmaz" flartını koydu¤u bu iki

kompleks ifllemi RNA gibi bir molekül-

den beklemek, ancak evrimci bir hayal

gücü ve bakıfl açısıyla mümkün olabilir.

Somut bilimsel gerçekler ise, hayatın

rastlantılarla do¤du¤u iddiasının yeni bir

versiyonu olan "RNA Dünyası" tezinin,

gerçekleflmesi kesinlikle imkansız bir

masal oldu¤unu ortaya koymaktadır.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

RNA DÜNYASI SENARYOSU 149

SANAY‹ DEVR‹M‹ KELEBEKLER‹ MASALI

SSaannaayyii ddeevvrriimmiinnddeenn ssoonnrraakkii aa¤¤aaççllaarr››nn rreennggii kkooyyuullaaflfltt››¤¤›› iiççiinn,, aaçç››kk rreennkkllii kkeelleebbeekklleerr,, kkuuflflllaarr ttaarraa--ff››nnddaann ddaahhaa kkoollaayy aavvllaannmm››flfl vvee ssaayy››llaarr›› aazzaallmm››flfltt››rr.. AAnnccaakk bbuu,, bbiirr ""eevvrriimm"" öörrnnee¤¤ii ddee¤¤iillddiirr;; ççüünnkküüyyeennii bbiirr ttüürr oorrttaayyaa çç››kkmmaamm››flfl,, ssaaddeeccee zzaatteenn vvaarr oollaann ttüürrlleerriinn nnüüffuuss oorraannllaarr›› ddee¤¤iiflflmmiiflflttiirr..

SSaannaayyii ddeevvrriimmiissoonnrraass››

SSaannaayyii ddeevvrriimmiiöönncceessii

151

SSaa¤¤--eellllii aammiinnoo aassiittlleerr

((DDeexxttrroo--aammiinnoo aassiittlleerr))

bkz. Sol-elli amino asitler

SSaannaayyii DDeevvrriimmii

kkeelleebbeekklleerrii mmaassaall››

Douglas Futuyma'nın 1986 yılındayayınladı¤ı Evrim Biyolojisi isimli kita-bı, do¤al seleksiyon teorisini en açık bi-çimde anlatan kaynaklardan biri olarakkabul edilir. Futuyma'nın bu konuda ver-di¤i örneklerin en ünlüsü, endüstri dev-rimi sırasında ‹ngiltere'de bulunan kele-bek popülasyonunun renklerinin koyu-laflmasıdır.

‹ngiltere'de endüstri devriminin bafl-ladı¤ı sıralarda, Manchester yöresindekia¤açların kabukları açık renklidir. Bunedenle bu a¤açların üzerlerine konankoyu renkli "melanic" güve kelebekleri,bunlarla beslenen kufllar tarafından ko-layca fark edilirler ve dolayısıyla yafla-ma ihtimalleri çok azalır. Fakat elli yılsonra endüstri kirlili¤inin sonucundaa¤açların üzerindeki aç›k renkli likenle-rin (bir tür yosun) ölmesiyle kabuklarıkoyulaflır ve buna ba¤lı olarak bu kezaçık renkli güveler kufllar tarafından sıkolarak avlanmaya bafllarlar. Sonuçtaaçık renkli kelebekler sayıca azalırken,koyu renkliler fark edilmedikleri için ço-¤alırlar. Evrimciler ise, bu sürecin teori-

lerinin büyük bir delili oldu¤u, açık

renkli kelebeklerin zamanla koyu renkli

kelebeklere dönüflüp evrimlefltikleri gibi

bir göz boyamaya baflvururlar.

Oysa bu örne¤in evrim teorisi lehin-

de bir delil olarak kullanılamayaca¤ı

açıktır. Çünkü yaflanan do¤al seleksiyon,

vesilesiyle daha önce do¤ada var olma-

yan bir tür ortaya çıkmıfl de¤ildir. En-

düstri devrimi öncesinde de kelebek po-

pülasyonu içinde siyah bireyler zaten

vardır. Sadece, var olan kelebek türleri-

nin sayıları de¤iflmifltir. Kelebekler "tür

de¤iflimi"ne yol açacak biçimde yeni bir

organ ya da özellik edinmemifllerdir.

Oysa bir kelebe¤in baflka bir canlı türü-

ne, örne¤in bir kufla dönüflebilmesi için

kelebe¤in genlerinde sayısız de¤ifliklik,

ekleme ve çıkarmalar yapılması, bir bafl-

ka deyiflle, kuflun fiziksel özelliklerine

ait bilgileri içeren apayrı bir genetik

program yüklenmesi gerekir.

Do¤al seleksiyon yoluyla evrimcile-

rin verdikleri imaj›n aksine, canl›ya her-

hangi bir organ eklenip organ ç›kmas›,

bir türün baflka bir türe dönüflmesi müm-

kün de¤ildir. Darwin'den günümüze dek

bu konuda öne sürülen en büyük "delil",

‹ngiltere'deki endüstri devrimi kelebek-

leri hikayesinin ötesine gidememifltir.

Darwin'den günümüze dek bu konuda

öne sürülen en büyük "delil", ‹ngiltere'de-

ki endüstri devrimi kelebekleri hikayesi-

nin ötesine gidememifltir.

Endüstri kelebekleri ile ilgili evrimci

hikayeye verilecek genel cevap budur.

Ancak konunun daha da dikkat çekicibir yan› vard›r: Hikayenin sadece yoru-mu de¤il, kendisi de yanl›flt›r. Molekülerbiyolog Jonathan Wells'in 2000 y›l›ndayay›nlanan Icons of Evolution adl› kita-b›nda aç›klad›¤› gibi, Endüstri DevrimiKelebekleri hikayesi, gerçekleri yans›t-mamaktad›r. (Detayl› bilgi için bkz. Ev-rim Aldatmacas›, Harun Yahya, Araflt›r-ma Yay›nc›l›k)

SSeenntteettiikk eevvrriimm tteeoorriissii

bkz. Neo-Darwinizm komedisi

SSeeyymmoouurr››aa

Uzun süre "sürüngenlerin atası" ola-rak gösterilmeye çalıflılan en önemlicanlı, Seymouria adlı amfibiyen türü ol-mufltur. Seymouria'nın bir ara form ola-mayaca¤ı, Seymouria'nın yeryüzünde ilkkez ortaya çıkıflından 30 milyon yıl ön-cesinde de sürüngenlerin yaflad›klar›n›nbulunmasıyla ortaya çıkmıfltır. En eskiSeymouria fosilleri, Alt Permiyen taba-kasına, yani bundan 280 milyon yıl ön-cesine aittir. Oysa bilinen en eski sürün-gen türleri olan Hylonomus (310 milyony›l önce) ve Paleothyris (300 milyon ön-ce), Alt Pensilvanyen tabakalarında bu-lunmufllardır ki, bu tabakalar 330-315milyon yıl öncesine aittir.203 "Sürüngen-lerin atası"nın, sürüngenlerden çok son-ra yaflamıfl olması elbette imkansızdır.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

SENTET‹K EVR‹M TEOR‹S‹152

SShhaapp››rroo,, RRoobbeerrtt

New York Üniversite-si kimya profesörü veDNA uzmanı Robert Sha-piro, basit bir bakteridebulunan 2.000 çeflit prote-inin rastlantısal olarakmeydana gelme ihtimalini

hesaplamıfltır. (‹nsan hücre-sinde ise yaklaflık 30.000 çeflit proteinvardır.) Elde edilen rakam, 1040.000'de 1ihtimaldir.204 (Bu, 1 rakamının yanına 40bin tane sıfır gelmesiyle oluflan astrono-mik bir sayıdır.)

Proteinin kendili¤inden, rastlantısalolarak oluflma ihtimali bilimsel olaraksıfırı ifade ederken, evrimciler bu gerçe-¤i görmezlikten gelirler. Nitekim RobertShapiro da, evrimcilerin "maddenin ken-di kendini organize etmesi" konusunda-ki inançlarını ve bunun kökeninde yatanmateryalist dogmayı flu flekilde açıklar:

Bizi basit kimyasalların var oldu¤u birkarıflımdan, ilk etkin replikatöre (DNAveya RNA'ya) taflıyacak bir evrimsel ilke-ye ihtiyaç vardır. Bu ilke "kimyasal ev-rim" ya da "maddenin öz örgütlenmesi"(self-organization) olarak adlandırılır,ama hiçbir zaman detaylı bir biçimde ta-rif edilmemifl ya da varlı¤ı gösterileme-mifltir. Böyle bir prensibin varlı¤ına, di-yalektik materyalizme ba¤lılık u¤runainanılır.205

SScchh››nnddeewwoollff,, OOttttoo

Avrupalı bir paleontolog olan OttoSchindewolf 1930'larda ortaya attı¤ı"Hopeful Monster" (Umulan Canavar)teorisi ile tanınır. (bkz. "Umulan Cana-var" uydurmas›)

Schindewolf, canlıların neo-Darwi-nizm'in öne sürdü¤ü gibi küçük mutas-yonların zamanla birikmesi sonucuylade¤il, ani ve dev mutasyonlarla evrim-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

SCHINDEWOLF, OTTO 153

EEvvrriimmcciilleerr bbiirr zzaammaannllaarr üüssttttee,, ffoossiillii yyeerr aallaann SSeeyymmoouurriiaa aaddll›› ccaannll››nn››nn,, aammffiibbiiyyeenn iillee ssüürrüünn--ggeenn aarraass›› bbiirr ggeeççiiflfl ffoorrmmuu oolldduu¤¤uunnuu iiddddiiaa eettmmiiflfllleerrddii.. BBuu sseennaarryyooyyaa ggöörree,, SSeeyymmoouurriiaa ""ssüü--rrüünnggeennlleerriinn iillkkeell aattaass››"" iiddii.. AAnnccaakk ssoonnrraakkii ffoossiill bbuullgguullaarr››,, SSeeyymmoouurriiaa''nn››nn yyeerryyüüzzüünnddee iillkk kkeezzoorrttaayyaa çç››kk››flfl››nnddaann 3300 mmiillyyoonn yy››ll öönncceessiinnddee ddee ssüürrüünnggeennlleerriinn yyaaflflaadd››¤¤››nn›› ggöösstteerrddii.. BBuu dduurruummkkaarrflfl››ss››nnddaa,, eevvrriimmcciilleerr,, SSeeyymmoouurriiaa hhaakkkk››nnddaakkii yyoorruummllaarr››nn›› ssoonnaa eerrddiirrmmeekk zzoorruunnddaa kkaalldd››llaarr..

RRoobbeerrtt SShhaappiirroo

lefltiklerini öne sürmüfltü. Schindewolfteorisine örnek verirken, tarihteki ilk ku-flun, bir "grossmutasyon"la, yani genetikyapıda tesadüfen meydana gelen dev birde¤ifliklikle, bir sürüngen yumurtasın-dan çıktı¤ını iddia etmiflti.206

Aynı teoriye göre, bazı kara hayvan-ları, geçirdikleri ani ve kapsamlı bir de-¤ifliklikle birdenbire dev balinalara dö-nüflmüfl olabilirlerdi. Schindewolf'un bufantastik teorisi, daha sonraları -1940'lıyıllarda- Berkeley Üniversitesi'nden ge-netikçi Richard Goldschmidt tarafındanbenimsendi. Ama teori o kadar tutarsızdıki, kısa zamanda terk edildi.207

SS››ççrraammaall›› eevvrriimm

mmooddeellii hhiikkaayyeessii

Neo-Darwinist model bugün dünya-da hala "evrim teorisi" dendi¤inde ilkanlaflılan teoridir. (bkz. Neo-Darwinizmkomedisi) Ancak son birkaç on yıl için-de farklı bir model do¤mufltur: "Kesinti-ye u¤ratılmıfl denge" (punctuated equ-ilibrium) ya da bir di¤er adıyla "sıçrama-lı evrim" modeli.

Bu model 1970'lerin baflında, NilesEldredge ve Stephen Jay Gould adlı ikiAmerikalı paleontolog tarafından yük-sek sesle savunulmaya bafllandı. Bu ikievrimci bilim adamı, neo-Darwinist te-orinin iddialarının fosil kayıtları tarafın-dan kesin biçimde yalanlandı¤ının far-kındaydılar. Fosiller, canlıların yeryü-zünde kademeli evrimle ortaya çıkma-dıklarını, aniden ve eksiksiz biçimde be-

lirdiklerini ispatlıyorlardı. Neo-Darwi-nistler aranan fosillerin bir gün buluna-ca¤ı ümidiyle yaflıyorlardı -ki hala oümitle yaflarlar- ama Eldredge ve Gouldbu ümidin yersiz oldu¤unun farkınday-dılar. Bu durum karflısında, evrim dog-masından vazgeçemeyecekleri için, yenibir model ortaya attılar: Sıçramalı evrim,yani evrimin kademeli küçük de¤ifliklik-lerle de¤il, ani ve büyük de¤iflikliklerleolufltu¤u iddiası...

Bu model aslında bir fanteziler mo-deliydi. Örne¤in Eldredge ve Gould'aöncülük eden Avrupalı paleontolog O.H.Schindewolf, "sıçramalı evrim"e bir ör-nek verirken, tarihteki ilk kuflun, bir"grossmutasyon"la, yani genetik yapıdatesadüfen meydana gelen dev bir de¤i-fliklikle, bir sürüngen yumurtasındançıktı¤ını iddia etmiflti.208 (bkz. Makromutasyon kand›rmacas›) Aynı teoriyegöre, bazı kara hayvanları, geçirdikleriani ve kapsamlı bir de¤ifliklikle birden-bire dev balinalara dönüflmüfl olabilirler-di. Bilinen tüm genetik, biyofizik ve bi-yokimya kurallarına aykırı olan bu iddi-alar, ancak kurba¤aların prenslere dö-nüfltü¤ünü anlatan çocuk masalları kadarbilimseldi. Ama neo-Darwinist iddianıniçine girdi¤i kriz karflısında sıkıntıya dü-flen bazı evrimci paleontologlar, bundankaçmak için neo-Darwinizm'den daha dasaçma olan bu teoriye sarıldılar.

Bu modelin tek hedefi, neo-Darwi-nist modelin açıklayamadı¤ı fosil bofl-luklarını açıklamaktır. Ancak flu kesinbir gerçektir ki, fosil boflluklarını "kuflla-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

SIÇRAMALI EVR‹M MODEL‹ H‹KAYES‹154

rın sürüngen yumurtalarından anidençıktıklarını" öne sürerek ya da benzeriiddialarla açıklamaya kalkmak tam anla-mıyla akıl dıflıdır. Çünkü bir türün birbaflka türe evrimleflmesi için, genetikbilgisinde çok büyük oranda ve faydalıbir de¤ifliklik gerekir. Oysa hiçbir mu-tasyon genetik bilgiyi gelifltirmez, onayeni bir bilgi eklemez. Mutasyonlar sa-dece genetik bilginin eksilmesine ve bo-zulmasına yol açarlar. Sıçramalı evrimsavunucularının hayal ettikleri "dev mu-tasyonlar" ise, genetik bilgide dev azal-ma ve bozukluklar olufltururlar.

Kaldı ki, "sıçramalı evrim" modelide, neo-Darwinist modeli ilk aflamadaçökerten soru, yani "ilk canlılı¤ın nasılolufltu¤u" sorusu karflısında yine ilk afla-mada çöker. Tek bir protein bile tesadü-fen oluflamadıktan sonra, bu proteinler-den trilyonlarcası tarafından oluflturula-cak organizmaların "sıçramalı" mı, yok-sa "kademeli" bir evrim mi geçirdikleri

sorusunun bir anlamı yoktur. Sıçramalı evrim teorisi, bugünkü ha-

liyle, canlı popülasyonlarının çok uzunsüreler boyunca de¤iflim göstermedikle-rini, bir tür "denge" (equilibrium) duru-munda kaldıklarını kabul eder. Bu iddi-aya göre evrimsel de¤ifliklikler, çok kısazaman aralıklarında ve çok dar popülas-yonlar içinde gerçekleflir. (Denge, kesin-tiye, yani "punctuation"a u¤ratılır.) Po-pülasyon çok dar oldu¤u için büyük mu-tasyonlar çok k›sa sürede do¤al seleksi-yon vas›tas›yla seçilir ve böylece yenitür oluflumu sa¤lan›r.

Örne¤in, bu teoriye göre, bir sürün-gen türü milyonlarca yıl boyunca hiçbirde¤iflikli¤e u¤ramadan yaflamını sürdü-rür. Ancak bu sürüngen türünün içindenbir flekilde ayrılan az sayıdaki bir grupsürüngen, nedeni açıklanamayan bir seriyo¤un mutasyona maruz kalır. Bu mu-tasyonların avantaj sa¤layanları bu dargrup içinde hızlı bir biçimde seçilir.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

SIÇRAMALI EVR‹M MODEL‹ H‹KAYES‹ 155

SS››ççrraammaall›› eevvrriimm mmooddeelliinniinn iikkii üünnllüü ssaavvuunnuuccuussuu:: SStteepphheenn JJaayy GGoouulldd vvee NNiilleess EEllddrreeddggee..

Grup hızla evrimleflir ve kısa sürede birbaflka sürüngen türüne, hatta belki dememelilere dönüflür. Tüm bu süreç çokhızlı oldu¤u ve dar bir popülasyondagerçekleflti¤i için de, geriye çok az fosilizi kalır, belki hiç kalmaz.

Dikkat edilirse, aslında bu teori, "ge-ride fosil izi bırakmayacak kadar hızlıbir evrim süreci nasıl hayal edilebilir"sorusuna cevap gelifltirmek için ortayaatılmıfltır. Bu cevabı gelifltirirken de, ikitemel varsayım kabul edilmektedir:

1. "Makro mutasyonların", yani can-lıların genetik bilgisinde büyük de¤i-flimler oluflturan genifl çaplı mutasyonla-rın, canlılara avantaj sa¤ladıkları ve yenigenetik bilgi ürettikleri varsayımı. (bkz.Makro mutasyon kand›rmacas›)

2. Sayıca dar olan hayvan popülas-yonlarının, genetik yönden daha avan-tajlı oldukları varsayımı. (bkz. Dar po-pülasyon)

Oysa her iki varsayım da bilimselbulgularla açıkça çeliflmektedir.

SSiinneekklleerriinn kköökkeennii

Kuflların kökeni ile ilgili yapılanaçıklamalardan biri "cursorial teori"dir.Bu teoriye göre sürüngenler ön ayaklarıile sinek avlamaya çalıflırken kanatlan-mıfllardır. Bu teori hiçbir bilimsel teme-le dayanmadı¤ı gibi sinekler zaten uç-makta olan canlılardır. Dolayısıyla ev-rimciler sineklerin kökeni problemi ilede karflı karflıya kalırlar. (bkz. CursorialTeori)

Uçan böcekler, yani sinekler de fosilkayıtlarında bir anda ve kendilerine öz-gü yapılarıyla ortaya çıkar. Örne¤inPennsylvanian devrine ait çok sayıdayusufçuk fosili bulunmufltur. Ve bu yu-sufçuklar günümüzdekilerle tamamenaynı yapıya sahiptir.

Burada ilginç olan bir nokta, yusuf-çuklar gibi sineklerin kanatsız böcek tür-leriyle bir anda ortaya çıkmalarıdır. Buda, kanatsız böceklerin zamanla kanatla-narak sineklere evrimlefltikleri yönünde-ki varsayımı geçersiz kılar. R. Woottonve C. Ellington, Biomechanics in Evolu-tion (Evrimde Biyomekanik) adlı kitaptayer alan bir makalelerinde bu konudaflöyle yazarlar:

Böcekler, Orta ve Üst Carboniferous de-virlerinde ilk kez ortaya çıktıklarındabirbirlerinden çok farklıdır ve büyük birbölümü de kanatlıdır. Bir kaç tane kanat-sız ve daha ilkel böcek vardır, ama hiçbirara form bilinmemektedir.209

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

114455 mmiillyyoonn yy››llll››kk ssiinneekk ffoossiillii.. ÇÇiinn''iinn LLiiaaoonniinnggbbööllggeessiinnddee bbuulluunnaann bbuu ffoossiill iillee aayynn›› ttüürree aaiittssiinneekklleerr aarraass››nnddaa hhiiççbbiirr ffaarrkk yyookkttuurr..

S‹NEKLER‹N KÖKEN‹156

Fosil kayıtlarında bir anda ortaya çı-

kan sineklerin önemli bir özellikleri de

ola¤anüstü uçufl teknikleridir. ‹nsan sa-

niyede 10 kere bile kolunu açıp kapaya-

mazken, ortalama bir sinek, saniyede

500 kez kanat çırpma yetene¤ine sahip-

tir. Üstelik her iki kanadını eflzamanlı

olarak çırpar. E¤er kanatların titreflimi

arasında en ufak bir uyumsuzluk olsa, si-

nek dengesini yitirecektir, ama hiçbir za-

man böyle bir uyumsuzluk olmaz.

R. Wootton, "Sinek Kanatlarının Me-

kanik Tasarımı" bafllıklı bir makalede

flöyle yazar:

Sinek kanatlarının iflleyiflini ö¤rendikçe,

sahip oldukları tasarımın ne denli hassas

ve kusursuz oldu¤unu daha iyi anlıyo-

ruz... Son derece elastik özelliklere sahip

parçalar, havanın en iyi biçimde kullanı-labilmesi için, gerekli kuvvetler karflısın-da gerekli esnekli¤i gösterecek biçimdehassasiyetle biraraya getirilmifllerdir. Si-nek kanatlarıyla boy ölçüflebilecek tek-nolojik bir yapı yok gibidir.210

SSiisstteemmaattiikk

bkz. Taksonomi

SSiittookkrroomm--CC

Canlı organizmalarda bulunması zo-runlu olan ve solunum için gerekli prote-inlerden biri olan Sitokrom-C'nin tesa-düfen oluflabilmesi ihtimali konusunda,evrimin Türkiye'deki önde gelen savu-

S‹STEMAT‹K

TTeekk bbiirr SSiittookkrroomm--CC pprroo--tteeiinniinniinn kkiimmyyaassaall yyaapp››--ss›› bbiillee aassllaa rraassttllaanntt››--llaarrllaa aaçç››kkllaannaammaayyaaccaakkkkaaddaarr kkoommpplleekkssttiirr..

Harun Yahya (Adnan Oktar)

157

nucularından Prof. Ali Demirsoy "birmaymunun daktiloda hiç yanlıfl yapma-dan insanlık tarihini yazma olasılı¤ı ka-dar azdır" demektedir.211

Ancak son derece ilginçtir ki, "ev-rimci bilim adamı" Prof. Dr. Ali Demir-soy, bu imkansız ihtimali kabul etmekte-dir:

Bir Sitokrom-C'nin dizilimini oluflturmakiçin olasılık sıfır denecekkadar azdır. Yani canlılıke¤er belirli bir dizilimi ge-rektiriyorsa, bu tüm evren-de bir defa oluflacak kadaraz olasılı¤a sahiptir, dene-bilir. Ya da oluflumunda bi-zim tanımlayamayaca¤ı-mız do¤aüstü güçler görevyapmıfltır. Bu sonun-cusunu kabul etmekbilimsel amaca uy-gun de¤ildir. O haldebirinci varsayımı ir-delemek gerekir.212

Pek çok evrimci, "do¤aüstü güçlerikabul etmemek", yani Allah'ın yaratıflınıreddetmek için yukar›daki örnekte oldu-¤u gibi imkansızı tercih etmektedir.

SSoo¤¤uukk ttuuzzaakk ((ccoolldd ttrraapp))

Canlılı¤ın ilkel atmosfer ortamındatesadüfen oluflabilece¤ini ispatlamakiçin yapılan Miller deneyi, gerçekçi birgözle de¤erlendirildi¤inde, birçok yön-den tutarsızlıklarla dolu oldu¤u görülür.(bkz. Miller Deneyi)

Miller deneyini geçersiz kılan sebep-lerden biri, "so¤uk tuzak" (cold trap)

isimli mekanizmadır. Bu mekanizma,amino asitleri olufltukları anda ortamdanizole etmektedir. Çünkü aksi takdirde,amino asitleri oluflturan ortamın koflulla-rı, bu molekülleri oluflmalarından hemensonra imha ederdi. Halbuki ultraviyole,yıldırımlar, çeflitli kimyasallar, yüksekoksijen miktarı vs. gibi unsurları içerenilkel dünya koflullarında bu çeflit bilinçli

düzeneklerin var oldu¤unu dü-flünmek bile anlamsızdır. Bumekanizma olmadan, herhangibir çeflit amino asit elde edilsebile bu moleküller aynı ortam-da hemen parçalanacaklardır.Kimyager Richard Bliss bu çe-liflkiyi flöyle izah etmektedir:

Miller'in aletlerinin canalıcı kısmı olan "so¤uktuzak", kimyasal tepkime-lerden biçimlenmifl ürün-leri toplama ödevi görü-yordu. Gerçekten bu so-

¤uk tuzak olmadan, kimyasal ürünlerelektrik kayna¤ı tarafından tahrip edil-mifl olacaktı.213

Nitekim Miller, aynı malzemelerikullandı¤ı halde so¤uk tuzak yerlefltir-meden yaptı¤ı daha önceki deneylerdetek bir amino asit bile elde edememiflti.

Miller'ın amacı amino asit elde et-mekti ve kullandı¤ı yöntem ve düzenek-ler, bu amino asitleri elde edebilmek içinözel olarak ayarlanmıfltı. Ancak ilkel at-mosferde bu tür metot, düzen ve ayarla-rı sa¤layacak bir zekanın varlı¤ını kabuletmek ise, herfleyden önce evrimin ken-di mantı¤ıyla çeliflmektedir.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

SSoo¤¤uukk ttuuzzaakk mmeekkaanniizzmmaass›› oollmmaa--ddaann,, hheerrhhaannggii bbiirr ççeeflfliitt aammiinnoo aassiitteellddee eeddiillssee bbiillee,, bbuu mmoolleekküülllleerr aayynn››oorrttaammddaa hheemmeenn ppaarrççaallaannaaccaakkllaarrdd››rr..

SO⁄UK TUZAK158

SSooll--eellllii aammiinnoo aassiittlleerr

((LLeevvoo aammiinnoo aassiittlleerr))

Canlılarda bulunan bir protein mole-

külünün meydana gelmesi için yalnızca

uygun amino asitlerin uygun sırada di-

zilmeleri yeterli de¤ildir. Bunun yanı sı-

ra, proteinlerin yapısında bulunan 20 çe-

flit amino asitten her birinin de yalnızca

"sol-elli" olması gereklidir. Kimyasal

olarak aynı amino asitin hem sa¤-elli

hem de sol-elli olmak üzere iki farklı tü-

rü vardır. Bunların aralarındaki fark, üç

boyutlu yapılarının birbiriyle zıt yönlü

olmasından kaynaklanır. Aynen insanın

sa¤ ve sol elleri arasındaki farklılık gibi.

Her iki gruptan amino asitler de bir-

birleriyle rahatlıkla ba¤lanabilir. Ancak

yapılan incelemelerde flaflırtıcı bir ger-

çek ortaya çıkmıfltır: En basit organiz-

madan en mükemmeline kadar bütün

canlılardaki proteinler, sadece sol-elli

amino asitlerden oluflmaktadır. Proteinin

yapısına katılacak tek bir sa¤-elli amino

asit bile o proteini ifle yaramaz hale ge-

tirmektedir. Hatta bazı deneylerde bak-

terilere sa¤-elli amino asitlerden veril-

mifl, ancak bakteriler bu amino asitleri

derhal parçalamıfllar, bazı durumlarda

ise bu parçalardan yeniden kendi kulla-

nabilecekleri sol-elli amino asitleri infla

etmifllerdir.

Bir an için evrimcilerin dedi¤i gibi

canlılı¤ın tesadüflerle olufltu¤unu varsa-

yalım. Bu durumda, yine tesadüflerle

oluflmufl olması gereken amino asitler-

den do¤ada sa¤ ve sol-elli olmak üzere

eflit miktarlarda bulunacaktı. Dolayısıy-la, tüm canlıların bünyelerinde sa¤ vesol elli amino asitlerden karıflık miktar-larda bulunması gerekirdi. Çünkü kim-yasal olarak her iki gruptan amino asitle-rin de birbirleriyle rahatlıkla birleflmesimümkündür. Oysa bütün canlı organiz-malardaki proteinler yalnızca sol-elliamino asitlerden oluflmaktadır.

Proteinlerin nasıl olup da bunlarıniçinden yalnızca sol-ellilerini ayıkladık-ları ve nasıl aralarına hiçbir sa¤-elli ami-no asitin karıflmadı¤ı evrimcilerin hiçbiraçıklama getiremedikleri konulardan bi-risi olarak kalmıfltır. Evrimciler, böyleözel ve bilinçli bir seçicili¤i hiçbir flekil-de açıklayamamaktadırlar.

Bu durum evrimin gözü kapalı birsavunucusu olan Britannica Bilim An-siklopedisi'nde flöyle ifade edilir:

... Yeryüzündeki tüm canlı organizmalar-daki amino asitlerin tümü, proteinler gi-bi karmaflık polimerlerin yapı blokları,aynı asimetri tipindedir. Adeta tamamensol-ellidirler. Bu, bir bakıma, milyonlar-ca kez havaya atılan bir paranın hep tu-ra gelmesine, hiç yazı gelmemesine ben-zer. Moleküllerin nasıl sol-el ya da sa¤-eloldu¤u tamamen kavranılamaz. Bu seçimanlaflılmaz bir biçimde, yeryüzü üzerin-deki yaflamın kayna¤ına ba¤lıdır.214

Sonuç olarak yaflamın kayna¤ının te-

sadüflerle açıklanması kesinlikle müm-

kün de¤ildir: 400 amino asitten oluflan

ortalama büyüklükteki bir proteinin sa-

dece sol-elli amino asitlerden seçilme

Harun Yahya (Adnan Oktar)

SOL-ELL‹ AM‹NO AS‹TLER 159

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

ihtimalini hesaplamaya kalksak 2400'de,

yani 10120'de 1'lik bir ihtimal elde ede-

riz. Bu astronomik rakam hakkında bir

fikir vermek için, evrendeki elektronla-

rın toplam sayısının bu sayıdan çok daha

küçük oldu¤unu, yaklaflık 1079 olarak

hesaplandı¤ını da belirtelim. Bu amino

asitlerin gereken dizilimi ve ifllevsel bi-

çimi oluflturma ihtimalleri ise, çok daha

büyük rakamları do¤urur. Bu ihtimalleri

de ekler ve olayı birden fazla sayıda ve

çeflitte proteinin oluflmasına uzatmaya

kalkarsak, hesaplar tamamen içinden çı-

kılamaz hale gelir.

SSoossyyaall DDaarrww››nniizzmm

Evrim teorisinin en önemli iddiala-

rından biri, canlıların geliflimini do¤ada

var olan "yaflam mücadelesi"ne dayan-

dırmasıydı. Darwin'e göre, do¤ada acı-masız bir yaflam mücadelesi, daimi birçatıflma vardı. Güçlüler her zaman güç-süzleri alt ediyor ve geliflme de bu saye-de mümkün oluyordu. Türlerin Kökenikitabına koydu¤u altbafllık da, onun bugörüflünü özetliyordu: "Türlerin Kökeni,Do¤al Seleksiyon ve Yaflam Mücadele-sinde Kayırılmıfl Irkların KorunmasıYoluyla".

Darwin'in bu konudaki ilham kayna-¤ı, ‹ngiliz bir ekonomist olan ThomasMalthus'un An Essay on the Principle ofPopulation (Nüfus Prensibi Üzerine BirDeneme) adlı kitabıydı. Bu kitap insanırkını oldukça karanlık bir gelece¤inbekledi¤ine iflaret ediyordu. Malthuskendi bafllarına bırakıldıklarında, insannüfusunun çok hızlı arttı¤ını hesapla-mıfltı. Her yirmi befl yılda sayıları iki ka-

PPrrootteeiinnlleerriinn nnaass››ll oolluupp ddaa ssooll--eellllii aammiinnoo aassiittlleerrii aayy››kkllaadd››kkllaarr›› vvee nnaass››ll aarraa--llaarr››nnaa hhiiççbbiirr ssaa¤¤--eellllii aammiinnoo aassiittiinn kkaarr››flflmmaadd››¤¤››,, eevvrriimmcciilleerriinn hhiiççbbiirr aaçç››kkllaa--mmaa ggeettiirreemmeeddiikklleerrii kkoonnuullaarrddaann bbiirriiddiirr.. EEvvrriimmcciilleerr,, bbööyyllee öözzeell vvee bbiilliinnççllii bbiirrsseeççiicciillii¤¤ii hhiiççbbiirr flfleekkiillddee aaçç››kkllaayyaammaammaakkttaadd››rrllaarr..

LL-- ssooll eellllii aammiinnoo aassiitt DD-- ssaa¤¤ eellllii aammiinnoo aassiitt

SOL-ELL‹ AM‹NO AS‹TLER160

tına çıkıyordu. Ancak besin kaynaklarıhiçbir flekilde bu hızla ço¤almıyordu. Budurumda insan nesli sürekli olarak biraçlık tehlikesi ile karflı karflıyaydı. Nü-fusları kontrol altında tutan bafllıca et-kenler ise savafl, kıtlık ve hastalık gibifelaketlerdi. Kısacası bazı insanların ya-flayabilmeleri için di¤erlerinin ölmesigerekiyordu. Var olma, "sürekli savafl"anlamına geliyordu.

Darwin, do¤adaki yaflam mücadelesifikrini Malthus'tan aldı¤ını kendi ifade-siyle flöyle açıklar:

Ekim 1838'de, yani sistematik bir flekildearafltırmalarıma baflladıktan 15 ay son-ra, sırf merakımdan Malthus'un nüfuslailgili çalıflmasını okumaya baflladım. Vehayvanlarla bitkilerde sürekli gözlemle-di¤im hayatta kalma mücadelesini dü-flündü¤ümde, bir an farkına vardım ki, bukoflullar altında uygun varyasyonlar ko-runacak ve uygun olmayanlar yok edile-cekti. Bunun sonucunda ise yeni türlerortaya çıkacaktı. Burada, sonradan üze-rinde çalıflabilece¤im bir teoriyi sonundaelde etmifltim.215

Darwin, Malthus'tan etkilenerek bugörüflü tüm do¤aya uyguladı ve bu varolma savaflında güçlü olanların ve en iyiuyum sa¤layanların galip gelecekleriniöne sürdü. Darwin'in bu iddiası, tüm bit-kileri, hayvanları ve insanları içine alı-yordu. Dahası, söz konusu yaflam müca-delesinin do¤anın meflru ve de¤iflmez biryasası oldu¤unu özellikle vurguluyordu.Bir yandan da yaratılıflı inkar ederek in-sanları dini inançlarını terk etmeye davetediyor ve böylece "yaflam mücadele-

si"nin acımasızlı¤ına engel olabilecektüm ahlaki kıstasları hedef almıfl oluyor-du.

Bu nedenle Darwin'in teorisi, duyu-lur hale geldi¤i andan itibaren önce ‹n-giltere'deki sonra da tüm Batı'daki kuru-lu düzenin deste¤ini arkasında buldu.Kurdukları siyasi ve sosyal düzeni "bi-limsel" yönden meflru hale getiren bir te-oriyle karflılaflan emperyalistler, kapita-listler ve tüm di¤er materyalistler, bu te-oriyi sahiplenmekte gecikmediler. Ev-rim teorisi kısa zamanda, sosyolojidentarihe, psikolojiden siyasete kadar insantoplumlarını ilgilendiren her alanda tekkriter haline getirildi. Her alanda temelfikir "yaflam mücadelesi" ve "güçlü olankazanır" sloganıydı ve siyasi partiler,uluslar, yönetimler, ticari flirketler, fert-ler artık bu sloganlar ıflı¤ında yaflamayabaflladılar. Topluma hakim olan ideoloji-ler Darwinizm'i benimsedi¤i için, e¤i-timden sanata, siyasetten tarihe kadarher alanda üstü kapalı Darwinizm propa-gandası yapılmaya bafllandı. Her konuDarwinizm'le iliflkilendirilmeye ve Dar-winist bakıfl açısı ile açıklanmaya çalı-flıldı. Bunun sonucunda insanlar Darwi-nizm'i bilmese bile, Darwinizm'in ön-gördü¤ü hayatı yaflayan toplum model-leri oluflmaya baflladı.

Darwin'in kendisi de, evrime dayalıgörüfllerinin ahlaki anlayıfllara ve sosyalbilimlere uygulanmasını onaylıyordu.1869'da H. Thiel'e yazdı¤ı bir mektuptaDarwin flöyle diyordu:

Türlerin de¤iflimiyle ilgili bakıfl açıma

Harun Yahya (Adnan Oktar)

SOSYAL DARWIN‹ZM 161

BBuu rreessiimmlleerr,, SSoossyyaall DDaarrwwiinniizzmm''iinn iinnssaann--ll››¤¤aa ggeettiirrddii¤¤ii bbeellaallaarr››nn ççookk kküüççüükk bbiirr bböö--llüümmüünnüü yyaannss››ttmmaakkttaadd››rr.. IIrrkkçç››ll››kk,, ffaaflfliizzmm,,kkoommüünniizzmm yyaa ddaa eemmppeerryyaalliizzmm aadd››nnaa yyaa--pp››llaann ççaatt››flflmmaallaarr SSoossyyaall DDaarrwwiinniizzmm''lleebbiirrlliikkttee bbiilliimmsseelllliikk kkiissvveessiinnee bbüürrüünnmmüüflfloolluuyyoorrdduu.. DDoo¤¤aaddaa hhaayyvvaannllaarr aarraass››nnddaavvaarr oolldduu¤¤uu iiddddiiaa eeddiilleenn ççaatt››flflmmaann››nn,, iinn--ssaann››nn ddaa ddoo¤¤aass››nnddaa oolldduu¤¤uu kkaabbuull eeddiill--mmiiflflttii.. GGüüççllüü ddeevvlleettlleerr bbuu bboozzuukk mmaanntt››¤¤››vvee DDaarrwwiinniizzmm''iinn ssllooggaannllaarr››nn›› kkuullllaannaarraakkzzaayy››ff mmiilllleettlleerrii eezzmmeeyyee vvee oonnllaarr›› yyookk eett--mmeeyyee ççaall››flfl››yyoorrllaarrdd››..

benzer bazı fikirlerin, ahlaki ve sosyalsorunlar üzerinde uygulandı¤ını görüyo-rum. Bu konuyla çok ilgilendi¤ime inan-malısın. Önceleri, kendi görüfllerimin bukadar farklı ve önemli konulara uyarla-nabilece¤i bana pek gerçekleflebilir gibigelmemiflti.216

Do¤adaki çatıflmanın insanın da do-¤asında oldu¤unun kabul edilmesiyle,ırkçılık, faflizm, komünizm, emperya-lizm adına yapılan çatıflmalar, güçlü mil-letlerin zayıf gördükleri milletleri ezerekyok etmeye çalıflmaları artık bilimsellikkisvesine bürünmüfl oluyordu. Barbarcakatliamlar yapanlar, insanlara hayvan gi-bi davrananlar, milletleri birbirlerine dü-flürenler, ırklarından dolayı insanları ha-kir görenler, haksız rekabetle küçük ifl-letmeleri kapattıranlar, fakirlere yardımelini uzatmayanlar artık kınanmayacakveya engellenemeyecekti. Çünkü onlarbunu "bilimsel" bir do¤a kanununa uya-rak yapıyorlardı.

Bu yeni sözde bilimsel açıklamanınadı ise "Sosyal Darwinizm" olarak belir-lendi.

Günümüzdeki evrimci bilim adamla-rının en önde gelenlerinden biri olanAmerikalı paleontolog Stephen Jay Go-uld, bu gerçe¤i afla¤ıdaki sözleriyle ka-bul eder:

1859 yılında Türlerin Kökeni'nin yayım-lanmasından sonra esaret, kolonileflme,ırk farklılıkları, sınıf mücadelesi ve cin-sel roller hakkındaki tartıflmalar bilimbayra¤ı altında yürütülmeye bafllandı.217

Tarih profesörü Jacques Barzun,

Darwin, Marx, Wagner isimli kitabındamodern dünyanın korkunç ahlaki çökün-tüsünün bilimsel, sosyolojik ve kültürelsebeplerinin de¤erlendirmesini yapmak-tadır. Barzun'un kitabında yer alan fluyorumlar, Darwinizm'in dünya üzerinde-ki etkisi açısından dikkat çekicidir:

… 1870 ve 1914 yılları arasında her Av-rupa ülkesinde silahlanmayı isteyen birsavafl partisi, acımasız bir rekabeti iste-yen bireyci bir parti, geri kalmıfl insanlarüzerinde serbest bir el isteyen emperya-list bir parti, yabancılara karflı içten tas-fiyeyi sa¤layacak olan sosyalist bir partivardı… Bu partilerin tümü zaferi kutla-dıklarında ya da yenildiklerinde hattadaha önce, bilimin tekrar canlanması an-lamına gelen Spencer (Sosyal Darwi-nizm'in kurucusu) ve Darwin'i destekle-mifllerdi. Irk biyolojikti, sosyolojikti;Darwinciydi.218

The Moral Animal (Ahlakl› Hayvan)isimli kitabın yazarı Robert Wright, birevrimci olmasına ra¤men evrim teorisi-nin insanlık tarihine getirdi¤i belalarıflöyle özetler:

Evrim teorisi, insan iliflkilerine karflıuzun ve oldukça kirli bir tarihe sahiptir.Yüzyılın sonlarına do¤ru politik felsefeyede karıfltırılan teori, "Sosyal Darwinizm"adlı bir ideolojiye dönüfltürülmüfl ve ırk-çıların, faflistlerin ve en acımasız kapita-listlerin elinde koz olmufltur.219

SSppeenncceerr,, HHeerrbbeerrtt

Darwin'in prensiplerini sosyal yafla-ma uyarlayan ve Sosyal Darwinizm'in

Harun Yahya (Adnan Oktar)

SPENCER, HERBERT 163

bafllıca teorisyeni olan Herbert Spencer'a

göre, e¤er bir insan fakirse bu onun ha-

tasıdır; hiç kimse bu insana yükselmesi

için yardım etmemelidir. E¤er bir insan

zenginse, bunu ahlaksızlıkla elde etmifl

olsa bile bu, onun becerisidir. Bu neden-

le, fakir biri ortadan silinirken zengin bi-

ri yaflamaya devam eder. ‹flte bu görüfl,

günümüzde toplumların hemen hemen

tamamına hakim olan görüfltür ve Dar-

winist-kapitalist ahlakın bir özeti niteli-

¤indedir. (bkz. Sosyal Darwinizm)

Bu ahlakın savunucusu olan Spencer,

1850 yılında Social Statistics (Sosyal ‹s-

tatistikler) adlı çalıflmasını tamamlamıfl,

devletin sa¤ladı¤ı her türlü yardım siste-

mine, sa¤lık koruma tedbirlerine, devlet

okullarına, zorunlu aflı uygulamalarına

karflı çıkmıfltır. Çünkü Sosyal Darwi-

nizm'e göre sosyal düzen, güçlünün ha-

yatta kalması prensibiyle oluflmufltur.

Zayıf olanın desteklenerek yaflatılması

bu prensibe aykırıdır. Zenginler daha uy-

gun oldukları için zengindir, bazı uluslar

di¤erlerini yönetir, çünkü onlardan daha

üstündü. Bazı ırklar da di¤erlerini bo-

yunduruk altına almıfltır, çünkü onlardan

daha akıllıdır. Spencer, bu tezinin insan

toplumlarına da uygulanmasını fliddetle

savunmufltur: "E¤er yaflamak için yeter-

li derecede tamamsalar, yaflarlar ve ya-

flamaları da iyidir. E¤er yaflamak için

yeterli derecede tamam de¤illerse, ölür-

ler ve ölmeleri de en iyisidir" sözleriyle

Sosyal Darwinizm'in insanlı¤a bakıflını

özetlemifltir.220

SSppoonnttaannee jjeenneerraassyyoonn

bkz. Abiyogenez

SSuuddaann kkaarraayyaa ggeeççiiflfl aaççmmaazz››

Evrim teorisine göre, hayat suda bafl-lamıfltır ve ilk geliflmifl hayvanlar balık-lardır. Ve yine teoriye göre bir gün bubalıklar kendilerini karaya do¤ru atmayabafllamıfllar ve nasıl olmuflsa olmufl yüz-geç yerine ayaklara, solungaç yerine deci¤erlere sahip olmufllardır!

Ço¤u evrim kitabı, bu büyük iddi-anın "nasıl"ına hiç girmez. En "bilimsel"kaynaklarda, "… ve canlılar sulardankaraya geçtiler" fleklinde geçifltirme bircümle ile bu iddianın temelsizli¤i örtbasedilir.

Bir balı¤ın sudan çıktı¤ında bir-ikidakikadan fazla yaflayamadı¤ını düflü-nürsek, sudan çıkan balıkların hepsi bir-iki dakika içinde teker teker ölecektir.Bu ifl isterse on milyon yıl sürsün, cevapyine aynıdır: Balıkların hepsi teker tekerölür. Çünkü akci¤er kadar kompleks birorgan, ani bir "kaza" yani mutasyon ileoluflmaz. Yarım akci¤er ise hiçbir ifle ya-ramaz.

Balıkların kara canlılarının atası ol-du¤u iddiası, fosil bulguları kadar anato-mik ve fizyolojik incelemeler tarafındanda geçersiz kılınmaktadır. Deniz canlıla-rı ile kara canlıları arasındaki büyükanatomik ve fizyolojik farkları inceledi-¤imizde, bu farkların rastlantılara dayalıkademeli bir evrim süreci tarafından gi-derilmesinin mümkün olmadı¤ını görü-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

SPONTANE JENERASYON164

rüz. Söz konusu farkların en belirginleri-ni flöyle sıralayabiliriz:

1. A¤ırlı¤ın taflınması: Denizlerdeyaflayan canlılar kendi a¤ırlıklarını taflı-mak gibi bir sorunla karflılaflmazlar. Vü-cut yapıları da böyle bir iflleve yönelikde¤ildir. Oysa karada yaflayanların bü-yük bir kısmı enerjilerinin %40'ını vü-cutlarını taflımak için kullanırlar. Karayaflamına geçecek bir su canlısının buenerji ihtiyacını karflılayabilecek yenikas ve iskelet yapıları gelifltirmesi kaçı-nılmazdır, fakat bu kompleks yapılarınrastgele mutasyonlarla oluflması damümkün de¤ildir.

Evrimcilerin, Cœlacanth ve benzeribalıkları "kara canlılarının atası" olarakhayal etmelerinin asıl nedeni ise, bu ba-lıkların yüzgeçlerinin kemikli olufludur.Bu kemiklerin zamanla a¤ırlık taflıyıcıayaklara dönüfltü¤ünü varsayarlar. An-cak bu balıkların kemikleri ile kara can-lılarının ayakları arasında çok temel birfark vardır: Balıklardaki kemikler, canlı-nın omurgasına ba¤lı de¤ildir. Omurga-ya ba¤lı olmadıkları için de a¤ırlık taflı-ma gibi bir ifllev üstlenemezler. Karacanlılarında ise kemikler do¤rudanomurgaya ba¤lıdır. Dolayısıyla, bu yüz-geçlerin yavafl yavafl ayaklara dönüfltük-leri iddiası da temelsizdir.

2. Sıcaklı¤ın korunması: Karada ısıçok çabuk ve çok büyük farklarla de¤i-flir. Bir kara canlısının, bu yüksek ısıfarklılıklarına uyum sa¤layacak bir me-tabolizması vardır. Oysa denizlerde ısıçok a¤ır de¤iflir ve bu de¤iflim karadaki

kadar büyük farklar arasında olmaz. De-

nizlerdeki sabit sıcaklı¤a göre bir vücut

sistemine sahip olan bir canlı, karada ya-

flayabilmek için karadaki sıcaklık de¤ifli-

mine uyum sa¤layacak korunma siste-

mini kazanmak zorundadır. Kuflkusuz

balıkların karaya çıkar çıkmaz rastlantı-

sal mutasyonlar sonucunda böyle bir sis-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

BÖBREK ENGEL‹ 165

BBÖÖBBRREEKK EENNGGEELL‹‹BBaall››kkllaarr bbeeddeennlleerriinnddeekkii zzaarraarrll›› mmaaddddeelleerrii ddoo¤¤rruu--

ddaann ssuuyyaa bb››rraakk››rrllaarr.. KKaarraa ccaannll››llaarr››nn››nn iissee bbööbb--

rreekklleerree iihhttiiyyaaççllaarr›› vvaarrdd››rr.. DDoollaayy››ss››yyllaa ""ssuuddaann kkaa--

rraayyaa ggeeççiiflfl"" sseennaarryyoossuu,, bbööbbrreekklleerriinn ddee tteessaaddüü--

ffeenn oolluuflflmmaass››nn›› ggeerreekkttiirriirr.. OOyyssaa bbööbbrreekklleerr ssoonn

ddeerreeccee kkoommpplleekkss bbiirr yyaapp››yyaa ssaahhiippttiirr.. DDaahhaass›› bbiirr

bbööbbrree¤¤iinn ggöörreevviinnii yyaappaabbiillmmeessii iiççiinn eekkssiikkssiizz vvee

kkuussuurrssuuzz oollmmaass›› ggeerreekkiirr.. YYaallnn››zzccaa %%5500''ssii vveeyyaa

%%7700''ii,, hhaattttaa %%9900''›› oolluuflflmmuuflfl bbiirr bbööbbrree¤¤iinn hhiiççbbiirr

iiflfllleevvii yyookkttuurr.. EEvvrriimm tteeoorriissii ""kkuullllaann››llmmaayyaann oorr--

ggaann aatt››ll››rr"" vvaarrssaayy››mm››nnaa ddaayyaanndd››¤¤››nnaa ggöörree,,

%%5500''ssii ssaa¤¤llaamm oollmmaayyaann bbiirr bbööbbrreekk ddaahhaa eevvrrii--

mmiinniinn iillkk aaflflaammaass››nnddaa vvüüccuuttttaann aatt››llaaccaakktt››rr..

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

teme kavufltuklarını öne sürmek son de-rece saçmadır.

3. Suyun kullanımı: Canlılar içinkaçınılmaz bir ihtiyaç olan su, kara orta-mında az bulunur. Bu nedenle suyun,hatta nemin ölçülü kullanılması zorunlu-dur. Örne¤in deri, su kaybetmeyi ve bu-harlaflmayı önleyecek yapıda olmalıdır.Canlı susama duygusuna sahip olmalı-dır. Oysa suda yaflayan canlıların susamaduygusu bulunmaz ve derileri de susuzortama uygun de¤ildir.

4. Böbrekler: Su canlıları, bafltaamonyak olmak üzere vücutlarında biri-ken artık maddeleri, bulundukları ortam-da su bol oldu¤undan hemen süzerekatabilirler. Karada ise suyun minimumdüzeyde kullanılması gerekmektedir. Bunedenle bu canlılar bir böbrek sisteminesahiptirler. Böbrekler sayesinde amon-yak üreye çevrilerek depolanır ve atı-mında minimum düzeyde su kullanılır.

Ayrıca böbre¤in çalıflmasını mümkün kı-lan yeni sistemlere ihtiyaç vardır. Sudankaraya geçiflin gerçekleflmesi için böbre-¤i olmayan canlıların bir anda geliflmiflbir böbrek sistemi edinmesi gerekir.

5. Solunum sistemi: Balıklar sudaerimifl halde bulunan oksijeni solungaç-larıyla alırlar. Suyun dıflında ise birkaçdakikadan fazla yaflayamazlar. Karadayaflamaları için bir anda kusursuz bir ak-ci¤er sistemi edinmeleri gerekir.

Tüm bu fizyolojik de¤iflikliklerin ay-nı canlıda tesadüfler sonucu ve aynı an-da meydana gelmesi ise elbette imkan-sızdır.

Evrimcilerin bu konudaki senaryosu-na göre, balıklar önce amfibiyenlere ev-rimleflmifllerdir. Ama bu senaryonunhiçbir delili yoktur. Yarı balık-yarı amfi-biyen bir canlının yafladı¤ını gösterentek bir fosil bile bulunamamıfltır. Omur-galı Paleontolojisi ve Evrim kitabının

EEvvrriimmccii yyaayy››nnllaarrddaa rreessiimmddeekkiinnee bbeennzzeerr hhaayyaallii ççiizziimmlleerrlleessaavvuunnuullaann ""ssuuddaann kkaarraayyaa ggeeççiiflfl"" sseennaarryyoossuu,, ggeerrççeekktteeeevvrriimm tteeoorriissiinniinn kkeennddii kkaabbuulllleerriiyyllee ddee ççeelliiflfleenn LLaammaarrkkiissttmmaanntt››kkllaarraa ddaayyaannmmaakkttaadd››rr..

SUDAN KARAYA GEÇ‹fi AÇMAZI166

yazarı olan ünlü evrimci Robert L. Car-

roll, bu gerçe¤i "erken amfibiyenlerlebalıklar arasında ara form fosillerinesahip de¤iliz" diyerek istemeden de olsa

ifade etmektedir.221 (bkz. Amfibiyen)

Evrimci paleontologlar Colbert ve

Morales ise, amfibiyenlerin üç sınıfı

olan kurba¤alar, semenderler ve sesil-

yenler hakkında flu yorumu yaparlar:

Palezoik devir amfibiyenlerinin ortak bir

ataya sahip olduklarını gösterebilecek

tek bir kanıt yoktur. Bilinen en eski kur-

ba¤alar, semenderler ve sesilyenler flu an

yaflamakta olan örneklerine son derece

benzerdirler.222

SSüürrüünnggeennlleerriinn kköökkeennii

Dinozor, kertenkele, kaplumba¤a ya

da timsah gibi canlılar, "sürüngenler"

olarak bilinen aileye aittir. Dinozor gibi

bazı sürüngenlerin soyu tükenmifltir,

ama bazıları hala yaflamaktadır. Sürün-

genlerin kendilerine has özellikleri var-

dır. Hepsinin vücudu, "pul" olarak ad-

landırılan sert kabuklarla kaplıdır. So-

¤ukkanlıdırlar, yani kendi vücut ısılarını

üretemezler. Bu yüzden de her gün gü-

nefle çıkıp vücutlarını ısıtma ihtiyacı du-

yarlar. Yavrularını ise yumurtlayarak

dünyaya getirirler.

Bu canlıların kökeni ele alındı¤ında,

evrim teorisinin yine açmazda oldu¤u

görülür. Bu konudaki Darwinist iddia,

sürüngenlerin amfibiyenlerden evrim-

leflti¤i fleklindedir. Ama bu iddiayı des-

tekleyecek hiçbir somut bulgu yoktur.Aksine, amfibiyenler ile sürüngenlerarasında yapılabilecek bir inceleme, ikicanlı grubu arasında çok büyük fizyolo-jik farklar bulundu¤unu ve "yarı sürün-gen-yarı amfibiyen" bir canlının yaflamaihtimali olmadı¤ını göstermektedir.

Bunun bir örne¤i, iki farklı canlı gru-bunun yumurta yapılarıdır. Amfibiyenleryumurtalarını suya bırakırlar. Yumurta-lar su içindeki geliflimleri için uygun biryapıdadırlar; son derece geçirgen ve flef-faf bir zar ve jölemsi bir kıvama sahip-tirler. Oysa sürüngenler karada yumurt-larlar ve dolayısıyla yumurtaları da kara-daki kuru iklime uygun olarak yarat›l-m›flt›r. "Amniotik yumurta" olarak da bi-linen sürüngen yumurtasının sert kabu¤uhava geçirir, ama su geçirmez. Bu saye-de yavrunun ihtiyaç duydu¤u sıvı, o yu-murtadan çıkıncaya kadar saklanır.

Amfibiyen yumurtaları e¤er karayabırakılacak olsa, kısa zamanda kuruya-cak ve içindeki embriyolar da ölecektir.Bu durum, sürüngenlerin kademeli ola-rak amfibiyenlerden evrimlefltikleriniöne süren evrim teorisi açısından açıkla-namayan bir sorundur. Çünkü karada ya-flam bafllayacaksa, amfibiyen yumurtası-nın tek bir nesil içinde amniotik yumur-taya dönüflmesi zorunludur. Bunun ev-rim mekanizmaları olarak öne sürülendo¤al seleksiyon-mutasyon tarafındannasıl yapılmıfl olabilece¤i açıklanama-maktadır.

Öte yandan, fosil kayıtları da sürün-genlerin kökenini evrimci bir açıklama-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

SÜRÜNGENLER‹N KÖKEN‹ 167

dan yoksun bırakmaktadır. Ünlü evrimcipaleontologlardan Lewis L. Carroll,"Sürüngenlerin Kökeni Sorunu" bafllıklıbir makalesinde bu gerçe¤i flöyle kabuleder:

Ne yazık ki sürüngenlerin ortaya çıkıflı

öncesinde var olan tek bir sürüngen ata-

sı örne¤i yoktur. Bu ara formların olma-

yıflı, amfibiyen-sürüngen geçifli hakkın-

daki ço¤u problemi çözümsüz bırakmak-

tadır.223

Omurgalı paleontolojisi konusundaotorite sayılan Robert Carroll ise "en er-ken sürüngenlerin, tüm amfibiyenlerdençok farklı olduklarını ve atalarının halabelirlenemedi¤ini" kabul etmek zorundakalır.224

Aynı gerçek Stephen Jay Gould tara-fından da kabul edilmekte ve Gould,"hiçbir fosil amfibiyen, tümüyle karada

yaflayan omurgalıların (sürüngen, kuflve memelilerin) atası olarak görünmü-yor" demektedir.225

fiimdiye dek "sürüngenlerin atası"olarak gösterilmeye çalıflılan en önemlicanlı ise, Seymouria adlı amfibiyen türüolmufltur. Oysa Seymouria'nın bir araform olamayaca¤ı, Seymouria'nın yer-yüzünde ilk kez ortaya çıkıflından 30milyon yıl öncesinde de sürüngenlerinyaflamıfl olmasının bulunmasıyla ortayaçıkmıfltır. (bkz. Seymouria)

"Sürüngenlerin atası"nın, sürüngen-lerden çok sonra yaflamıfl olması elbetteimkansızdır. Bilimsel bulgular, sürün-genlerin yeryüzünde evrim teorisininöne sürdü¤ü gibi kademeli bir geliflimlede¤il, hiçbir ataları olmadan bir anda or-taya çıktıklarını göstermektedir.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

SSeeyymmoouurriiaaffoossiillii

SÜRÜNGENLER‹N KÖKEN‹168

Harun Yahya (Adnan Oktar)

TTaabbiiaatt AAnnaa KKaavvrraamm››nn››nn

aakk››lldd››flfl››ll››¤¤››

Darwin'i etkisi altına alan ve onukarflılafltı¤ı canlılara yaratılmıfllık teme-linden farklı bir açıklamaya zorlayan dü-flünce akımı, 19. yüzyılın din-dıflı atmos-ferinin en önemli ürünlerinden biri olannatüralizmdi. Natüralizm, do¤adan veduygularla algılanan dünyadan baflka birgerçeklik tanımayan düflünce akımıydı.Bu sapk›n görüfle göre do¤a, kendi ken-disinin yaratıcısı ve hakimiydi. "Tabiatana" gibi kavramlar ya da "do¤a insanaflu yetene¤i vermifl, do¤a bu canl›y› böy-le yaratmıfl" gibi klifleleflmifl sözler, na-türalizm akımının toplum zihnine yer-lefltirdi¤i önkabullerin birer sonucudur-lar.

Evrimciler tüm canlılara sahip ol-dukları özellikleri verenin "tabiat ana"oldu¤unu söylerler. "Tabiat ana" ise bil-di¤imiz tafl, toprak, su, a¤aç, bitki,vs.den oluflur.Tabiatın bu parçalarınıncanlılara bilinçli ve akıl yüklü eylemleryaptırması ya da canlıları programlamakiçin gerekli akla ve yetene¤e sahip olma-sıysa mümkün de¤ildir. Çünkü do¤adagördü¤ümüz herfley yaratılmıfltır ve do-layısıyla bunlar yaratıcı olamaz. Canlılarsahip oldukları üstün özellikleri kendiakılları ile bulup yapmadıklarına ve buözellikleri ile do¤duklarına göre, buözellikleri onlara veren, onları bu tavır-ları gösterecek flekilde yaratan üstünakıl ve ilim sahibi bir Yaratıcı vardır.Yüce Allah üstün güç sahibi Yarat›c›-m›z'd›r.

TTaakkssoonnoommii

Canlılar biyologlar tarafından belirlisınıflandırmalara ayrılırlar. "Taksonomi"ya da "sistematik" olarak da bilinen busınıflandırma, 18. yüzyıl bilim adamıCarolus Linnaeus'a kadar uzanır. Linna-eus'un kurdu¤u sınıflandırma sistemi gü-nümüze kadar gelifltirilerek devam et-mifltir.

Bu sınıflama içinde hiyerarflik kate-goriler vardır. Canlılar ilk önce"alem"lere ayrılırlar; bitkiler ya da hay-vanlar alemi gibi. Sonra bu alemler ken-di içinde filumlara (flubelere) bölünür.Filumlar da daha alt gruplara ayrılır. Sı-nıflama yukarıdan afla¤ı flu flekildedir:226

Alem (Kingdom)Filum (Phylum, ço¤ulu Phyla)Sınıf (Class)Takım (Order)Aile (Family)Cins (Genus, ço¤ulu Genera)Species (Tür)Bugün biyologların ço¤unlu¤u, befl

ayrı alem oldu¤unu kabul eder. Bitkilerve hayvanların yanında, mantarlar, mo-nera (bakteriler gibi hücre çekirde¤i ol-mayan tek hücreliler) ve protista (alglergibi çekirde¤i olan hücreler) ayrı bireralem sayılır. Bunların en önemlisi, kufl-kusuz hayvanlar alemidir. Hayvanlaraleminin kendi içindeki en büyük bölün-me, farklı filumlardır. Bu filumlar belir-lenirken her birinin tamamen farklı vü-cut planlarına sahip oldukları göz önün-de bulundurulmufltur. Örne¤in arthro-podlar (eklem bacaklılar) kendilerine

TAB‹AT ANA KAVRAMININ AKILDIfiILI⁄I 171

has bir filumdur ve filuma dahil edilentüm canlılar temelde benzer bir vücutplanına sahiptir. Chordata olarak adlan-dırılan filum ise, merkezi bir sinir a¤ınasahip olan canlıları barındırır. Bizim içintanıdık olan balıklar, kufllar, sürüngenler,memeliler gibi hayvanların tümü, Chor-data'nın bir alt sınıfı olan omurgalılarkategorisine dahildir.

TTaauunngg ÇÇooccuu¤¤uu ffoossiillii

Bütün Australopithecus fosilleri Af-rika kıtasının güney kısmında bulun-mufltur. Bu türe "Güney Afrika maymu-nu" anlamına gelen Australopithecus is-minin takılmasının nedeni, bu hayvanla-rın günümüzde yaflayan maymunlarlaçok benzer özelliklere sahip olmalarıdır.

Bu türe ait oldu¤u iddia edilen ilk fo-siller 1924 yılında Güney Afrika'nın Ta-ung bölgesindeki bir kömür madenindebulundu. Australopithecus olarak tanım-lanan ilk fosil, genç bir maymunun yüzve alt çene kemikleri ile 410 cc hacimlikafatasından oluflmaktaydı. Fosili bulankifliler bunu Witwater Üniversitesi'ndeanatomi profesörü olan Dr. RaymondDart'a götürdüler.

Dr. Raymond Dart bu fosilin kafata-sının ince yapısına dayanarak ve diflleri-nin insan difline benzedi¤ini düflünerekbunun bir hominid fosil oldu¤unu önesürdü. Kısa bir süre sonra da Nature der-gisinde "Australopithecus: Güney Afri-ka'daki Maymun Adam" isimli bir ma-kale yayınladı. Fosilin aslında bir flem-

panzeye ait oldu¤unu söyleyen döneminbilim adamları Dart'ı pek ciddiye alma-mıfllardı. Ancak bunun bir hominid oldu-¤u fikrinde ısrar eden Dart, ünlü bir fi-zikçi olan Dr. Robert Broom'u da iknaederek hayatının geri kalanını yeni bul-du¤u tür için destek aramaya adadı. Hat-ta o zamanlar buldu¤u fosile bilim çev-relerinde alaycı bir flekilde "Dart Bebe-¤i" ismi takılmıfltı. Daha sonraları ev-rimciler bu fosile sahip çıkarak Austra-lopithecines ismini verdikleri yeni birtür uydurdular. ‹lk bulunan fosile deAustralopithecus africanus ismini taktı-lar.

Genç bir bireye ait oldu¤u düflünül-dü¤ünden "Taung Çocu¤u" ismi takılanbu fosilin bulunmasından sonra bafltaLeakey ailesi olmak üzere di¤er pale-oantropologlar da arafltırmalarını hızlan-dırdılar. 1950'li yıllarda National Geog-raphic dergisinin finansmanıyla yapılankazılarda Güney Afrika Kromdraii,Swartkrans ve Makapansgat'ta da Aust-ralopithecus oldu¤u kabul edilen baflkafosiller bulundu. Bu maymun fosilleri-nin bir kısmı daha kaba yapılı, bir kısmıda daha narin, ufak tefek ve ince yapılıy-dı. Kaba yapılı olan, di¤erinden çok da-ha cüsseli ve a¤ırdı, daha büyük alt çe-neye ve en belirgin özellik olarak kafası-nın üzerinde kemiksi bir çıkıntıya sahip-ti. Bütün bunlar bugünkü difli ve erkekmaymunlar arasında da mevcut olan cin-siyet farklılaflmasının tipik birer örne¤iolmasına ra¤men, bilim adamları bunla-rı ısrarla ayrı türler olarak yorumladılar.

TAUNG ÇOCU⁄U FOS‹L‹

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

172

Dart, Australopithecus africanus is-mi takılan fosili öne sürdükten sonra za-manın bilim adamlarından önemli tepki-ler almıfltı. Dart'ın buldu¤u fosil üzerineyorum yapan zamanın belli bafllı anato-mistlerinden Arthur Keith flöyle diyordu:

(Dart'ın) iddiası çok saçmadır, Africanuskafatası genç bir antropoid... Ve bugünyaflamakta olan iki antropoid grubu olangoril ve flempanzelere o kadar benziyorki, bu fosili bu gruba dahil etmek için dü-flünmeye bile gerek yoktur.227

Evrimci paleoantropologlara göreAustralopithecuslar'ın insanlarla paylafl-tıkları ortak özellik, a¤açları terk ederekiki ayaklılı¤a uyum sa¤lamıfl olmalarıy-dı. Dart, buldu¤u "Taung Çocu¤u" fosi-linin iki aya¤ı üzerinde durabildi¤i sonu-cuna ise fluradan varmıfltı: Kafatasında,"magnum" adı verilen omurili¤in geçti¤ikısım, Dart'a göre insandakinden geride,ancak maymununkinden ilerideydi. Bu

noktadan yola çıkarak hayvanın iki aya-

¤ı üzerinde durabildi¤ini iddia etmek-

teydi. O dönemde bilim adamları tara-

fından kabul görmeyen bu teori, 1950'li

yıllarda tekrar benimsendi. Ancak elde

tam olarak iki ayaklılık tahmini yapma-

ya imkan verebilecek, bir iskelet parçası

yoktu. Elde olan örnekler, kafatası ve ol-

dukça da¤ınık haldeki birkaç uyluk, kal-

ça ve ayak kemi¤inden ibaretti. Ancak

yine de evrimciler iki ayaklılık konusun-

daki ısrarlarını sürdürdüler.

Lord Zuckerman (Dr. Solly Zucker-

man) dünya üzerinde Australopithecinesailesini belki de en ayrıntılı olarak ince-

lemifl kifliydi. Bir evrimci olmasına kar-

flın Zuckerman Australopithecuslar'ın

maymundan baflka bir fley olmadıklarını

düflünüyordu. Beraberindeki dört kiflilik

arafltırma ekibiyle zamanın en geliflmifl

anatomik inceleme metotlarını kullanan

Zuckerman, 1954'te bafllayan ve birkaç

yıl süren arafltırma ve incelemelerden

sonra bu yaratıkların iki ayakları üzerin-

de durmadıklarını ve insanla maymun

arası bir forma sahip olmadıklarını açık-

ladı. Lord Zuckerman ve ekibinin sonuç

raporu flöyleydi:

Bu yaratıklar bugün yaflayan hiçbir pri-

mat türüyle aynı olmamalarına ra¤men,

insan türüyle de iliflkili oldukları söyle-

nemez. Bu yaratıkların dik durdukları ve

yürüdükleri hakkındaki anatomik temel,

bunların insan dıflı primatların bir var-

yantı fleklinde yürüdükleri teorisinden

çok daha çürüktür. Bu sebeple bu teori

kabul edilemez.228

Harun Yahya (Adnan Oktar)

TAUNG ÇOCU⁄U FOS‹L‹ 173

TTaauunngg ÇÇooccuu¤¤uu ffoossiillii

1950'lerin ortalarında Zuckerman ta-

rafından ortaya konulan bu yargılar, son-

raki arafltırmacılar tarafından da do¤ru-

landı. Bir beyin uzmanı olan Dean Falk,

1975'te yayınladı¤ı makalesinde Taung

kafatasının ait oldu¤u türün, yavru bir

maymun oldu¤unu açıkladı. "Dart, Ta-ung'un beyninin insana benzedi¤ini söy-lemiflti. Ancak bunun yanlıfl oldu¤u an-laflılmıfl bulunuyor... Taung'un hominidözellikleri abartılıdır" diyen Falk flöyle

devam ediyordu:

‹nsanlar gibi maymunlar da büyürken

birtakım evrelerden geçmektedirler. Bu

fosillerin analizinde Dart, bu evreleri ve

kalın kafl çıkıntısı, kalın boyun, kafadaki

kemiksi çıkıntı gibi özelliklerin genç

maymunlarda bulunmayıflını dikkate al-

mamıfltır. Henüz ergenli¤e ulaflamamıfl

maymunlarda bu tip oluflumlara rastlan-

maması çok do¤aldır... Dart yuvarlak ka-

fatası ve omurili¤in pozisyonu gibi olu-

flumları açıklarken de taraflı bir flekilde

bunun genç bir maymuna de¤il bir homi-

nide ait olması gerekti¤ini düflünmüfl-

tür.229

Bu arada, Australopithecus africa-nus'un hominid olarak tanımlanan en

önemli özelli¤i, yani kafl çıkıntılarının

olmayıflı, bugün yaflamakta olan genç

gorillerde de görülen bir durumdur. Tüm

bunlardan anlaflılmaktadır ki, evrimciler

tarafından Australopithecus africanusolarak adlandırılan kafatası, insanın bir

atasına de¤il, geçmiflte ince yapılı, muh-

temelen de genç bir maymuna aittir.

TTeekk hhüüccrreelliilliikktteenn ççookk

hhüüccrreelliillii¤¤ee ggeeççiiflfl yyaallaann››

Evrim senaryosuna göre tesadüf ese-ri ortaya çıkan tek hücreli canlılar tümcanlılı¤ın ilkel atalarını oluflturmufllar-dır. Oluflan bu tek hücreli canlı ise za-man içerisinde ço¤alarak di¤er çok hüc-reli organizmaları meydana getirmifltir.Evrimci bir kaynakta bu hayali geliflimsüreci flöyle açıklanmaktadır:

Tek hücreli organizma, nedenleri tümüy-le anlaflılmayan bir karmaflıklaflma e¤ili-mi taflıyordu. Bu e¤ilimin nedeni, belkide büyüme ya da daha etkili bir yapıedinme ihtiyacıydı. Hücrenin büyümesi,hücredeki çekirdek sayısında bir artıflayol açtı. Söz gelimi, bazı amiplerin 50 çe-kirdekleri vardı. Öte yandan hücrelerinkoloniler halinde gruplaflması, görev bö-lümüne ve etkilili¤in artmasına yol açtı.Böyle kolonilerde hücreler eflitti ama, de-¤iflik ifllevler için farklılaflmaya baflla-mıfllardı.

Evrimcilere göre bu farklılaflma, tekhücreden çok hücreye geçiflin ilk adı-mıydı. Geliflmenin bu aflamasında tamanlamıyla çok hücreli olmayan organiz-malar, kolonilerdeki hücreler arasındakiifl bölümünün artmasıyla gerçekten çokhücreli oldular. Hücreler, ba¤ımsız ola-rak yaflama yeteneklerini yitirdiler ve biranlamda çok hücreli organizmalar olufl-turdular…

Bu senaryonun devam› flöyledir: Be-sin bulma ve ba¤ımsız hareket etme ihti-yacı arttıkça ya da toplu halde yaflama-nın canlı kalma yönünden avantajları or-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

TEK HÜCREL‹L‹KTEN ÇOK HÜCREL‹L‹⁄E GEÇ‹fi YALANI174

taya çıktıkça, hücreler arasındaki farklarda belirginleflti. Nedeni ne olursa olsun,

hücreler farklılaflmayı ve ifl bölümünüartırmayı sürdürdüler. Evrim sürecininbu aflamasında hücreler, çok hücreli or-ganizmalar› oluflturdular...230

Bu masalsı görüflün temelinde tekhücreli canlıların ilkel, basit organizma-lar olarak kabul edilmesi bulunmaktadır.Ancak ne tek hücreli organizmalar ev-rimcilerin öne sürdükleri gibi basit can-lılardır, ne de yukarıda ifade edilen ka-rarları alacak, görevleri edinecek bir bi-lince sahiplerdir. Tek hücreli canlılar çokhücreli canlılara kıyasla daha basit biryapıya sahip olabilirler ancak bu, tekhücreli organizmaların ilkelli¤ine hiçbirzaman delil olarak öne sürülemez. Nite-kim bir bakteri tek hücreli bir canlı ol-masına karflın, inceleyenleri hayrete dü-flürecek bir kompleksli¤e sahiptir.

Darwinistlerin "basit" olarak tanımla-dıkları bakteriler için ünlü ‹ngiliz ZoologSir James Gray flunları söylemektedir:

Bir bakteri insanın bildi¤i herhangi bir

cansız sistemden çok daha komplekstir.Dünyada, en küçük canlı organizmanınbiyokimyasal faaliyetiyle rekabet edecekbir laboratuvar yoktur.231

Bütün bunlar bakterilerin son derecedetaylı özelliklere sahip olduklarını gös-termektedir. Evrimci James A. Shapiro,bakterinin sahip oldu¤u bu özellikler ne-deni ile kompleks bir canlı oldu¤unu iseflu flekilde itiraf etmektedir:

Bakteriler çok küçük olmalarına ra¤men,bilimsel tanımlamanın çok ötesine gidenbiyokimyasal, yapısal ve davranıflsalkomplekslikler gösterirler. Günümüzdekimikroelektronik devrimine uygun olarak,bakterilerin büyüklü¤ünü basitlikten zi-yade komplekslikle eflit saymak dahamantıklı olabilir... Bakteriler olmaksızınyeryüzünde hayat flu anki haliyle var ola-mazdı.232

TTeeoorrii

Çok sayıda gözlem ve deneylerledesteklenebilen bir hipoteze "teori" (ku-ram) denir. (bkz. Hipotez) Bir baflka de-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

TEOR‹ 175

BBaakktteerriilleerr ççookk kküüççüükk oollmmaallaarr››nnaa rraa¤¤mmeenn,,ggeerreekk yyaapp››llaarr›› ggeerreekkssee ddee iiflfllleevvlleerrii bbaakk››mm››nn--ddaann ssoonn ddeerreeccee kkoommpplleekkss öözzeelllliikklleerreessaahhiippttiirrlleerr..

yiflle teori kökleflmifl bir hipotezdir. An-cak teori deneylerle ispatlanmıfl olması-na ra¤men, bunun aksinin ispatlanmasıda mümkündür. Örne¤in Dalton'un atomteorisi olarak bilinen "atom, maddeninbilinmeyen en küçük parçasıdır" iddiasıgünümüzde geçerlili¤ini yitirmifltir.233

Geliflen bilim ve teknoloji atomdan çokdaha küçük parçaların -örne¤in kuarkla-rın- varlı¤ını ortaya koymufltur.

Bilimsel bir teori, do¤adaki gözlem-lenebilen bazı gerçekleri deneyler yo-luyla açıklama giriflimidir. Sık sık tek birdo¤al olay aynı zamanda bir teori, birgerçek ve bir kanuna iliflkin olarak anla-tılabilir. Örne¤in yerçekimi bir gerçektir.Çekim kuvvetinin kendisini göremesekde, bu gücün etkisini yere bir fley düflür-dü¤ümüzde görürüz. Bu çekimin nasılgerçekleflti¤i sorusunu anlatan bir deyerçekimi teorisi vardır. Yerçekimininnasıl iflledi¤ini gerçekte bilemesek debunu açıklamaya çalıflan teoriler vardır.Isaac Newton tarafından formüle edil-mifl olan yerçekimi kanunu bunlardanbiridir. Özetle bilimsel bir gerçek göz-lemlenebilen do¤al bir olaydır, bilimselbir teori bu do¤al olayın nasıl iflledi¤ininve bilimsel bir kanun da bu do¤al olayınmatematiksel tarifidir.

Ampirik (deneysel) bilimin enönemli gereklili¤i, incelemek istedi¤i-miz bir nesnenin ya da olayın gözlemle-nebilir olmasıdır. ‹kinci koflul ise bu nes-ne veya olay tekrar edilebilmelidir. So-nuç olarak gözlemlenebilir ve tekrar edi-lebilir bir olay hakkında yapaca¤ımız

herhangi bir açıklama test edilebilmeli-dir. Böylece bir deneyin teoriyi çürütüpçürütmedi¤ini tespit etmemiz mümkünolur. E¤er bir kimsenin bir olay hakkın-da getirdi¤i açıklama hiç kimsenin testedemeyece¤i veya çürütemeyece¤i fle-kilde ise, bu bir teori olmayacak birinanç olacaktır. 234

Evrimciler de ana evrimsel de¤iflim-lerin çok yavafl ya da insanların hayatsürelerinde gözlemleyemeyecekleri fle-kilde çok nadir oldu¤unu söylerler. Ev-rimci Theodosius Dobzhansky'e göreevrimsel de¤iflimler meydana geldi¤indebile, do¤a tarafından "nadir, tekrarı ol-mayan ve aksi yönde de¤ifltirilemeyen"fleylerdir. Tanınmıfl evrimcilerden PaulEhrlich ise evrim teorisinin hiçbir göz-lemle çürütülemez oldu¤unu, dolayısıy-la ampirik bilimin dıflında kabul edilme-si gerekti¤ini savunur.235

Di¤er taraftan da evrimciler evriminiki flekilde gerçekleflti¤ini öne sürerek -gözlemlenebilir mikro evrim ve gözlem-lenemeyen makro evrim-, bu hayali sü-reci bilimsel bir gerçek olarak yansıtma-ya çalıflırlar. (bkz. Mikro evrimin geçer-sizli¤i; Makro evrim masal›) Makro ev-rim evrimcilere göre sürüngenlerin kufl-lara, maymunların insanlara de¤iflimiiçin gerekli olan sınırsız varyasyon süre-cidir. Ancak kimse bunun gerçekleflti¤i-ne flahit olmamıfltır.236 Mikro evrim iseevrimcilere göre gözlemleyebilece¤i-miz, çeflit üreten belirli bir türün sınırlıvaryasyon sürecidir. Ancak mikro evrimolarak öne sürülen de¤iflimler yeni bir

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

TEOR‹176

tür, yeni bir özellik ortaya çıkarmamak-

tadır. Dolayısıyla iddia edildi¤i gibi ev-

rimlefltirici mekanizmalar de¤ildir. Ayrı-

ca mikro evrim kelimesi makro evrim

oluflturan varyasyon çeflidinin oldu¤unu

ima etmek amacıyla söylenir. (bkz. Var-

yasyon) Böylece hiçbir kanıtı olmayan

gözlemlenemeyen bir olay tahmin edil-

mifl olur.

Bu sebeplerden ötürü evrim gözlem-

lenemez, tekrar edilemez ve onun için

bilimsel bir gerçek ya da teori de¤ildir.

Ayrıca evrim teorisi bir kısım çevrelerin

sandıkları ya da göstermeye çalıfltıkları

gibi "açık bir bilimsel gerçek" de de¤il-

dir.237 Aksine, evrim teorisi ile bilimsel

bulgular karflılafltırıldı¤ında ortaya çok

büyük bir çeliflki çıkmaktadır. Evrim te-

orisi hayatın kökeni, popülasyon geneti-

¤i, karflılafltırmalı anatomi, paleontoloji

ve biyokimyasal sistemler gibi pek çok

farklı alanda, ünlü bir biyokimyacı olan

Prof. Michael Denton'ın ifadesiyle

"kriz" içindedir.238

TTeerrmmooddiinnaammii¤¤iinn ‹‹kkiinnccii

KKaannuunnuu ((EEnnttrrooppii KKaannuunnuu))

Termodinami¤in ‹kinci Kanunu, ev-

rende kendi haline, do¤al flartlara bırakı-

lan tüm sistemlerin zamanla do¤ru oran-

tılı olarak düzensizli¤e, da¤ınıklı¤a ve

bozulmaya do¤ru gidece¤ini söyler. Ay-

nı gerçek "Entropi Kanunu" olarak da

ifade edilir. Entropi, fizikte, bir sistemin

içerdi¤i düzensizli¤in ölçüsüdür. Bir sis-

temin düzenli, organize ve planlı bir ya-pıdan düzensiz, da¤ınık ve plansız birhale geçmesi o sistemin entropisini artı-rır. Bir sistemdeki düzensizlik ne kadarfazlaysa, o sistemin entropisi de o kadaryüksek demektir.

Bu gerçek hepimizin yaflamları sıra-sında da yakından gözlemledi¤i bir du-rumdur. Örne¤in bir arabayı çöle götü-rüp bırakır ve aylar sonra durumunukontrol ederseniz, elbette ki onun eski-sinden daha geliflmifl, daha bakımlı birhale gelmesini bekleyemezsiniz. Aksinelastiklerinin patlamıfl, camlarının kırıl-mıfl, kaportasının paslanmıfl, motorununçürümüfl oldu¤unu görürsünüz. Ya daevinizi "kendi haline" bırakırsanız, hergeçen gün daha düzensizleflti¤ini, da¤ıl-dı¤ını, tozlandı¤ını görürsünüz. Ancakbilinçli bir müdahale ile (yani evi temiz-leyip düzenleyerek) bu süreci geriye çe-virebilirsiniz.

Termodinami¤in ‹kinci Kanunu yada di¤er adıyla Entropi Kanunu, do¤ru-lu¤u teorik ve deneysel olarak kesin bi-çimde kanıtlanmıfl bir kanundur. Öyle kiyüzyılımızın en büyük bilimadamı kabuledilen Albert Einstein, bu kanunu "bütünbilimlerin birinci kanunu" olarak tanım-lamıfltır. Amerikalı bilimadamı JeremyRifkin, Entropy: A New World View(Entropi: Yeni Bir Dünya Görüflü) adlıkitabında flöyle der:

Entropi Kanunu, tarihin bundan sonrakiikinci devresinde, hükmedici düzen flek-linde kendini gösterecektir. Albert Eins-tein, bu kanunun bütün bilimlerin birinci

Harun Yahya (Adnan Oktar)

TERMOD‹NAM‹⁄‹N ‹K‹NC‹ KANUNU 177

kanunu oldu¤unu söylemifltir; Sir ArthurEddington ondan, bütün evrenin en üstünmetafizik kanunu olarak bahseder.239

Entropi Kanunu, evrenin her türlüdo¤aüstü müdahaleye kapalı bir maddeyı¤ını oldu¤unu iddia eden materyalizmikesin biçimde geçersiz kılar. Çünkü ev-rende çok belirgin bir düzen vardır, amaevrenin kendi kanunları bu düzeni boz-maya yöneliktir. Bundan iki sonuç çık-maktadır:

1) Evren materyalistlerin iddia etti¤igibi sonsuzdan beri var olamaz. Çünküe¤er böyle olsa, Termodinami¤in ‹kinciKanunu, flimdiye kadar çoktan evrende-ki entropiyi maksimum düzeye çıkarmıfl

olurdu ve evren, hiçbir düzene sahip ol-mayan tekdüze (homojen) bir madde yı-¤ını haline gelirdi.

2) Big Bang'in ardından evrenin hiç-bir do¤aüstü müdahale ve kontrol olma-dan flekillendi¤i iddiası da geçersizdir.Çünkü Big Bang'in ardından ortaya çı-kan evren, sadece düzensizli¤in hükümsürdü¤ü bir evrendir. Ama bu evrendegiderek düzenlilik artmıfl ve evren bu-günkü düzenli yapısına kavuflmufltur.Bu, do¤a kanunlarına (entropi yasasına)aykırı bir biçimde gerçekleflti¤ine göre,demek ki evren do¤aüstü bir yaratılıflladüzenlenmifltir.

Evrende hüküm süren düzen de, biz-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

BBiirr aarraabbaayy›› ddoo¤¤aall flflaarrttllaarraa bb››rraakk››rrssaann››zz,, mmuuttllaakkaa yy››pprraann››rr,, ppaassllaann››rr vvee ççüürrüürr.. AAyynn›› flfleekkiillddee,, bbii--lliinnççllii bbiirr ddüüzzeennlleemmee oollmmaadd››¤¤›› ssüürreeccee,, eevvrreennddeekkii ttüümm ssiisstteemmlleerr bboozzuullmmaayyaa ddoo¤¤rruu ggiiddeerr.. BBuu,,kkaaçç››nn››llmmaazz bbiirr ddoo¤¤aa yyaassaass››dd››rr..

TERMOD‹NAM‹⁄‹N ‹K‹NC‹ KANUNU178

lere evrene hakim olan üstün bir Aklın

varlı¤ını gösterir. Nobel ödüllü ünlü Al-

man fizikçi Max Planck, evrendeki bu

düzeni flöyle açıklar:

Özetlemek gerekirse, pozitif bilimler ta-rafından do¤anın dev yapısı hakkında bi-ze ö¤retilen herfley, kesin bir düzenin hü-küm sürdü¤ünü göstermektedir; bu, in-san zihninden ba¤ımsız bir düzendir. Al-gılarımızla tanımlayabildi¤imiz kadarıy-la, bu düzen ancak amaçlı bir düzenlemesayesinde ortaya çıkmıfl olabilir. Dolayı-sıyla evrenin bilinçli bir düzene sahip ol-du¤una dair açık kanıt vardır.240

Evrenin sonsuzdan beri var oldu¤u-nu ve hiçbir biçimde düzenlenmedi¤inisavunan materyalizm, evrendeki büyükdenge ve düzen karflısında büyük bir aç-mazdadır. Ünlü ‹ngiliz fizikçi Paul Davi-es, bunu flöyle ifade eder:

Evrende nereye bakarsak bakalım, enuzaktaki galaksilerden atomun derinlik-lerine kadar, bir düzenle karflılaflırız...Bu düzenli, özel evrenin merkezinde "bil-gi" kavramı yatmaktadır. Yüksek derece-de özelleflmifl olan ve organize edilmiflbir düzenleme sergileyen bir sistem, tarifedilebilmek için çok yo¤un bir bilgi ge-rektirir. Ya da bir baflka deyiflle bu sistemyo¤un bir "bilgi" içermektedir...

Bu durumda çok merak uyandırıcı bir so-ru ile karflı karflıya geliriz. E¤er bilgi vedüzen, sürekli olarak yok olmaya yönelikdo¤al bir e¤ilime sahiplerse, Dünya'yıçok özel bir yer kılan bütün o bilgi ilkbaflta nereden gelmifltir? Evren, zembe-re¤i yavafl yavafl boflalan bir saate ben-zemektedir. Öyleyse ilk baflta nasıl kurul-

mufltur?241

Einstein ise, evrendeki söz konusudüzenin "beklenmedik" bir fley oldu¤u-nu ve aslında bir "mucize" sayılması ge-rekti¤ini flöyle açıklamıfltır:

Açıkçası, a priori (önkabul) olarak, Dün-ya'nın, ancak bizim onu düzenleyici aklı-mızla düzenledi¤imiz takdirde kanunlu(düzenli) hale gelebilece¤ini beklememizgerekir. Bu, bir lisandaki kelimelerin al-fabetik dizilimi gibi bir düzen olacaktır...Ama maddesel Dünya'da, a priori olarakbeklemememiz gereken çok yüksek sevi-yede bir düzen vardır. Bu bir "mucize"dirve bilgimizin geliflmesine paralel olarakdaha da güçlenmektedir.242

Evrende var olan ve büyük bir "bil-gi" içeren düzen, tüm evrene hakim olanüstün bir Yaratıcı tarafından oluflturul-mufltur. Daha açık bir ifadeyle, tüm ev-reni Allah yaratmıfl ve düzenlemifltir.

Açık sistemAçık sistem, dıflarıdan enerji ve mad-

de girifl-çıkıflı olan bir termodinamik sis-temi ifade eder. Evrimciler, evrim teori-sinin Termodinami¤in ‹kinci Kanunu(Entropi Kanunu) ile açıkça çeliflmesin-den dolayı bu kanunun yalnızca "kapalısistemler" için geçerli oldu¤unu savu-nurlar. "Açık sistemler"inse bu kanunundıflında oldu¤unu öne sürerek bir çarpıt-maya baflvururlar. Dünyanın bir açık sis-tem oldu¤unu, Günefl'ten sürekli birenerji akıflına maruz kaldı¤ını, dolayı-sıyla Entropi Kanunu'nun dünya için ge-çersiz oldu¤unu, düzensiz, basit, cansız

Harun Yahya (Adnan Oktar)

TERMOD‹NAM‹⁄‹N ‹K‹NC‹ KANUNU 179

yapılardan düzenli, kompleks canlılarınoluflabilece¤ini öne sürerler.

Oysa burada açık bir çarpıtma vardır.Çünkü bir sisteme dıflarıdan enerji gir-mesi, o sistemi düzenli hale getirmekiçin yeterli de¤ildir. Bu enerjiyi kullanı-labilir hale getirecek özel mekanizmalargerekir. Örne¤in bir arabanın benzindekienerjiyi ifle dönüfltürmesi için motora,transmisyon sistemlerine ve bunları ida-re eden kontrol mekanizmalarına ihtiyaçvardır. Böyle bir enerji dönüfltürücü sis-tem olmasa, arabanın benzindeki enerji-yi kullanabilmesi mümkün olmayacak-tır.

Aynı durum canlılık için de geçerli-dir. Canlılık da enerjisini Günefl'ten al-maktadır. Fakat günefl enerjisi, ancakcanlılardaki ola¤anüstü kompleksliktekienerji dönüflüm sistemleri (örne¤in bit-kilerdeki fotosentez, insan ve hayvanlar-daki sindirim sistemleri) sayesinde kim-

yasal enerjiye çevrilebilmektedir. Buenerji dönüflüm sistemleri olmasa hiçbircanlı, varlı¤ını devam ettiremez. Gü-nefl'in, enerji dönüflüm sistemi olmayanbir canlı için yakıcı, bozucu ve parçala-yıcı bir enerji kayna¤ı olmaktan baflkabir anlamı yoktur.

Dolayısıyla herhangi bir enerji dö-nüfltürücü mekanizması olmayan bir sis-tem, açık da olsa kapalı da olsa, evrimiçin bir avantaj teflkil etmemektedir. ‹l-kel dünya flartlarında do¤ada böylekompleks ve bilinçli mekanizmalarınbulundu¤unu ise hiç kimse iddia etme-mektedir. Zaten evrimciler açısından bunoktadaki problem, bitkilerdeki fotosen-tez mekanizması gibi modern teknolojitarafından bile taklit edilemeyen komp-leks enerji dönüflüm mekanizmalarınınnasıl ortaya çıktı¤ını açıklayamamala-rından kaynaklanmaktadır.

‹lkel dünyaya dıflarıdan giren güneflenerjisinin de bu yüzden düzenlilik mey-dana getirecek etkisi yoktur. Örne¤in,

sıcaklık ne kadar artarsa artsın canlılı-

AArraabbaann››nn bbeennzziinnddeekkii eenneerrjjiiyyii iiflflee ddöönnüüflflttüürrmmeessiiiiççiinn mmoottoorraa,, ttrraannssmmiissyyoonn ssiisstteemmlleerriinnee vvee

bbuunnllaarr›› iiddaarree eeddeenn kkoonnttrrooll mmeekkaanniizz--mmaallaarr››nnaa iihhttiiyyaaçç vvaarrdd››rr.. ÇÇüünnkküü

bbiirr ssiisstteemmee dd››flflaarr››ddaanneenneerrjjii ggiirrmmeessii,, oo ssiiss--

tteemmii ddüüzzeennllii hhaalleeggeettiirrmmeekk iiççiinn yyee--

tteerrllii ddee¤¤iillddiirr..

TERMOD‹NAM‹⁄‹N ‹K‹NC‹ KANUNU180

¤ın yapı taflı olan amino asitler düzenlidizilimlerde ba¤ yapmaya karflı dirençgösterirler. Amino asitlerin çok dahakarmaflık moleküller olan proteinleri veproteinlerin de kendilerinden dahakompleks ve planlı yapılar olan hücreorganellerini oluflturmaları için de sade-ce enerji yeterli de¤ildir. Bu ancak üstünilim sahibi Rabbimiz'in yarat›fl› ilemümkün olabilir.

Nitekim pek çok bilim adam› evrim-cilerin aç›k sistem iddias›n›n geçersiz ol-du¤unu, termodinamikle ba¤daflmadı¤ı-nı açıkça belirtmektedir. Harvard Üni-versitesi'nden Prof. John Ross, evrimcigörüflü savunmasına ra¤men, Chemicaland Engineering News adlı dergide yeralan ifadelerinde bu gerçek dıflı iddianınönemli bir bilimsel hata oldu¤unu flöylebelirtir:

Harun Yahya (Adnan Oktar)

AA¤¤aaççllaarr››nn aarraass››nnddaa bbuulldduu¤¤uunnuuzz ssoonn mmooddeell bbiirr aarraabbaann››nn oorrmmaannddaakkii ççeeflfliittllii eelleemmeennttlleerriinn mmiill--yyoonnllaarrccaa yy››ll iiççiinnddee tteessaaddüüffeenn bbiirraarraayyaa ggeelleerreekk bbööyyllee bbiirr üürrüünn oorrttaayyaa çç››kkaarrdd››¤¤››nn›› ddüüflflüünnmmeezzssii--nniizz.. ÇÇüünnkküü kkoommpplleekkss bbiirr yyaapp››nn››nn aanniiddeenn,, bbiirr aannddaa,, bbiirr bbüüttüünn oollaarraakk oorrttaayyaa çç››kkmmaass››,, oonnuunn bbii--lliinnççllii bbiirr iirraaddee ttaarraaff››nnddaann vvaarr eeddiillddii¤¤iinnii ggöösstteerriirr..

... Termodinami¤in ikinci kuralının bili-nen hiçbir ihlali yoktur. Normalde ikincikural izole sistemler için kullanılır, an-cak ikinci kural açık sistemlere de aynıderecede iyi bir flekilde uygulanabilir...Buna ra¤men termodinami¤in ikinci ku-ralının dengeden uzak sistemler için ge-çerli olmadı¤ı görüflü hakimdir. Bu hata-nın kendisini sonsuza kadar sürdürmeye-ce¤inden emin olmak çok önemlidir.243

TTeessaaddüüff ppuuttuu

20. yüzy›l biliminin çökertti¤i birevrimci iddia, "tesadüf" iddias›d›r.1960'l› y›llardan itibaren yap›lan araflt›r-malar, evrendeki tüm fiziksel dengelerininsan yaflam› için çok hassas bir biçim-de ayarland›¤›n› ortaya koymaktad›r.Araflt›rmalar derinlefltirildikçe evrende-ki fizik, kimya ve biyoloji kanunlar›n›n,yerçekimi, elektromanyetizma gibi te-mel kuvvetlerin, atomlar›n ve element-lerin yap›lar›n›n tümünün insan›n yafla-m› için tam olmalar› gereken flekilde dü-zenlendikleri birer birer bulunmufltur.Bat›l› bilim adamlar› bugün bu ola¤a-nüstü yarat›l›fla "‹nsani ‹lke" (AnthropicPrinciple) ad›n› vermektedirler. Yani ev-rendeki her ayr›nt›, insan›n yaflamas›n›mümkün k›lacak özel bir yarat›l›fla sa-hiptir. (bkz. ‹nsani ilke)

Kompleks bir yapının bir anda olufl-ması ise kesinlikle tesadüflerle açıkla-namayacak bir durumdur. Örne¤in a¤aç-ların arasında buldu¤unuz son model birarabanın ormandaki çeflitli elementlerin

milyonlarca yıl içinde tesadüfen birara-ya gelerek böyle bir ürün ortaya çıkardı-¤ını düflünmezsiniz. Arabayı oluflturantüm hammadde; demir, plastik, kauçukvs. topraktan ya da onun ürünlerindenelde edilmektedir. Ama bu durum size,bu malzemelerin "tesadüfen" sentezle-nip sonra da biraraya gelerek sonuçtaortaya böyle bir araba çıkardıklarını dü-flündürmez.

Elbette ki, ak›l ve mant›kla düflünenher insan, araban›n bilinçli insanlar tara-f›ndan tasarland›¤›n›, bir fabrikan›n ürü-nü oldu¤unu düflünecek ve bunun or-manda ne arad›¤›n› merak edecektir.Çünkü kompleks bir yap›n›n aniden, biranda bir bütün olarak ortaya ç›kmas›,onun bilinçli bir irade taraf›ndan varedildi¤ini gösterir. Hücre gibi kompleksbir sistem de elbette üstün bir ilmin veiradenin ürünüdür. Yani Yüce RabbimizAllah'›n yaratmas›yla var olmufltur.

Evrimciler ise, tesadüflerin ortayason derece kusursuz yap›lar ç›karabile-ceklerine inanmakla, gerçekte akl›n vebilimin d›fl›na ç›km›fl olurlar. Bu konu-daki aç›k sözlü otoritelerden biri, Fran-s›z Bilimler Akademisi'nin eski baflkan›olan ünlü Frans›z zoolog Pierre Gras-sé'dir. Grassé bir materyalisttir, ancakDarwinist teorinin canl›l›¤› aç›klayama-d›¤›n› savunmakta ve Darwinizm'in te-melini oluflturan "tesadüf" mant›¤› hak-k›nda flunlar› söylemektedir:

... Mutasyonların hayvanların ve bitkile-rin ihtiyaçlarının karflılanmasını sa¤la-

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

TESADÜF PUTU182

dı¤ına inanmak, gerçekten çok zordur.Ama Darwinizm bundan fazlasını da is-ter: Tek bir bitki, tek bir hayvan, binlerceve binlerce tam olması gerekti¤i flekildefaydalı tesadüflere maruz kalmalıdır. Ya-ni mucizeler sıradan bir kural haline gel-meli, son derece düflük olasılıklara sahipolaylar kolaylıkla gerçekleflmelidir. Ha-yal kurmayı yasaklayan bir kanun yoktur,ama bilim bu iflin içine dahil edilmemeli-dir.244

Grassé, "tesadüf" kavramının evrim-ciler için ifade etti¤i anlamı da flöyleözetler:

... Tesadüf, ateizm görüntüsü altında ken-disine gizlice tapınılan bir tür ilah halinegelmifltir.245

TTeettrraappooddllaarr››nn

ppaarrmmaakk yyaapp››ss››

bkz. Befl parmaklılık homolojisi

TThheerrooppoodd ddiinnoozzoorrllaarr

Evrim teorisi, kuflların küçük yapılıve etobur theropod dinozorlar adı veri-len bir sürüngen türünden türedi¤i iddi-asındadır. Oysa kufllar ile sürüngenlerarasında yapılacak bir karflılafltırma, bucanlı sınıflarının birbirlerinden çok fark-lı olduklarını ve aralarında bir evrimgerçekleflmifl olamayaca¤ını gösterir.(bkz. Kuflların kökeni)

Theropod dinozorlar ile kuflların fo-sil kayıtları ve anatomileri incelenirse,gerçekte ortada hiçbir "evrim" olmadı¤ı

görülür. Amerikalı biyolog Richard L.Deem "Demise of the 'Birds are Dinosa-urs' Theory" ("Kufllar Dinozordur" Te-orisinin Sonu) bafllıklı makalesinde flöy-le yazar:

Son çalıflmaların sonuçları göstermekte-dir ki, theropod dinozorların elleri (ön-kol kemiklerindeki) birinci, ikinci veüçüncü hanelerden türemifltir, ama kuflla-rın kanatları, ikinci, üçüncü ve dördüncühanelerden türerler... ‹kinci bir çalıflmagöstermektedir ki, theropod dinozorlar,kufllarınkine evrimleflebilecek bir iskeletya da akci¤er yapısına sahip de¤ildir.(Theropod dinozorlar diyaframlı solu-num yapar, kuflların ise diyaframı yok-tur.) Theropod bir dinozorun kufllara ev-rimleflmesi, diyaframında ciddi bir han-dikap oluflmasını gerektirecektir, ama budurum canlının nefes alma yetene¤iniçok kritik bir biçimde sınırlayacaktır. Dr.Ruben'in belirtti¤i gibi, buna neden ola-bilecek bir mutasyonun seçici bir avantajsa¤laması imkansız gözükmektedir.246

"Kufllar dinozordur" teorisiyle ilgilibaflka problemler de vardır. Theropodla-rın önayakları Archæopteryx'e kıyasla,vücutlarına göre çok küçüktür. (bkz.Archæopteryx) Bu canlıların a¤ır vücut-ları da düflünüldü¤ünde, bir tür "ön-ka-nat" (proto-wing) gelifltirmeleri olası gö-zükmemektedir. Theropod dinozorlarınçok büyük bölümü (kufllarda bulunan)semilunatik bilek kemi¤inden yoksun-dur ve Archæopteryx'te hiçbir benzeribulunmayan bazı bilek parçalarına sa-hiptir. Bütün theropodlarda V1 sinirleri

Harun Yahya (Adnan Oktar)

THEROPOD D‹NOZORLAR 183

di¤er bazı sinirlerle birlikte kafatasınıyandan terk eder, kufllarda ise aynı si-

nirler kafatasını ön taraftan kendile-rine ait bir delikten geçerek terk ed-er. Bir baflka sorun ise, theropodla-rın çok büyük kısmının Archæop-

teryx'ten daha sonra ortaya çıkmıflolmalarıdır.247

Öte yandan theropod dinozorlarıkufllardan ayıran bir di¤er önemli farkise, bu dinozorların kalça kemiklerininyapısıdır. Dinozorlar, kalça kemiklerinin

yapısına göre iki temel gruba ayrılır-lar: Saurischian (sürüngen-benzeri

kalça kemerliler) ve Ornithischi-an (kufl-benzeri kalça kemerli-ler) grupları. Ornithischian gru-

bundaki dinozorların kalça ke-mikleri kufllara gerçekten çok

benzerdir ve bu nedenle buismi almıfllardır. Ancakdi¤er yönlerden kufllarahiçbir benzerlik göster-

mezler. Bu yüzden ev-rimciler, theropodların

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

KKuuflflllaarr››nn tthheerrooppoodd ddiinnoozzoorr--llaarrddaann eevvrriimmlleeflflmmeelleerrii iimm--kkaannss››zzdd››rr,, ççüünnkküü bbööyyllee bbiirreevvrriimmii mmeeyyddaannaa ggeettiirreecceekkvvee iikkii ccaannll›› ggrruubbuu aarraass››nn--ddaakkii bbüüyyüükk ffaarrkkll››ll››kkllaarr›› oorr--ttaaddaann kkaalldd››rraabbiilleecceekk bbiirr

mmeekkaanniizzmmaa yyookkttuurr..

THEROPOD D‹NOZORLAR184

dahil oldukları Saurischian (sürüngen-benzeri kalça kemerliler) dinozorlarını"kuflların atası" saymak zorunda kalırlar.Oysa, tanımdan da anlaflılaca¤ı gibi, budinozorların kalça kemi¤i yapısı kufllarabenzerlik göstermemektedir.248

Kısacası, kuflların theropod dinozor-lardan evrimleflmifl olmaları imkansız-dır, çünkü böyle bir evrimi meydana ge-tirecek ve iki canlı grubu arasındaki bü-yük farklılıkları ortadan kaldırabilecekbir mekanizma yoktur.

TTrraannssddüükkssiiyyoonn

Transdüksiyon, virüsler aracılı¤ıylabazı genlerin bir bakteriden di¤erine ak-tarılmasıdır.249 Virüs, ço¤u zaman girdi¤ihücreye kendi kalıtsal materyalini ba¤la-yarak hücrenin sentezlenme programınıbozar ve virüsü oluflturacak molekülle-rin sentezinin yapılmasını sa¤lar. Mey-dana gelen yeni virüsler di¤er hücreleregirerek ço¤almalarına devam ederler.

Amerikal› biyolog Joshua Leder-berg, 1952 y›l›nda gerçeklefltirdi¤i birçal›flmadan dolay› Nobel ödülü ald›. Ça-l›flman›n özeti fluydu: Virüsler bir hücre-den di¤er hücreye geçerken, bulundu¤uve ço¤ald›¤› hücrenin kal›tsal materya-linden (DNA parçalar›ndan) bir k›sm›n›da yan›nda götürebiliyordu.250

G. Anderson da, 1970 y›l›nda bu ça-l›flmalara dayanarak dünyadaki canl› tür-

leri aras›nda, kal›tsal deneyimlerin(!) vi-rüsler arac›l›¤›yla birbirlerine naklede-bilmelerinin, evrimde etkili bir mekaniz-ma oldu¤unu ileri sürmüfltü. Bunun an-lam› ona göre fluydu: Canl›lardan birin-de meydana gelecek bir kal›tsal de¤iflik-lik bu yolla baflka canl›lar taraf›ndankopya edilebilecekti. Çünkü evrimcileregöre, bir virüs taraf›ndan sald›r›ya u¤ra-yan hücre, virüsün getirdi¤i DNA parça-s›n›n kendi yarar›na olup olmad›¤›n› de-neme f›rsat›na sahipti(!). Ve kal›tsal ola-rak meydana gelen bu de¤ifliklik, her na-s›lsa di¤er tüm canl›lar›n emrine sunula-biliyordu. Ancak evrime delil zannedi-len bu aç›klaman›n gerçekte hiçbir bi-limsel dayana¤› yoktur.

Her fleyden önce, her canl› kendi fiz-yolojik yap›s›na uygun bir genetik yap›-ya sahiptir. Herhangi bir canl›n›n genetikmateryali baflka türe ait bir bireye akta-r›ld›¤›nda onu gelifltirmez veya onaavantaj sa¤lamaz. Tam tersine, uyum-suzluk ve problem ortaya ç›kar›r. Evri-min transdüksiyon ile ilgili olarak önesürdü¤ü iddian›n, insana kufltaki kanatgeni aktar›ld›¤›nda insan›n da uçabilece-¤i gibi mant›ks›z ve bilim d›fl› bir iddi-

TRANSDÜKS‹YON 185

KKuuflflllaarr››nn tthheerrooppoodd ddiinnoozzoorrllaarrddaann eevvrriimmlleeflflmmiiflfl ooll--mmaallaarr›› iimmkkaannss››zzdd››rr,, bbuu hhaayyaallii iiddddiiaayy›› ddeesstteekklleeyyeecceekkhhiiççbbiirr mmeekkaanniizzmmaa yyookkttuurr..

adan fark› yoktur. Ya da bir köpe¤e so-

lungaç geni aktar›ld›¤›nda onun art›k su-

yun içinde de nefes alabilece¤ini iddia

etmekle ayn› gülünçlükte bir iddiad›r.

Evrimcilerin öne sürdükleri bu tarz kaba

ve ilkel izahlar genelde uydurma teorile-

rinin cevap bulamad›¤› sorunlara göster-

melik de olsa bir aç›klamalar› oldu¤u iz-

lenimi vermeyi amaçlar. ‹lk bak›flta ko-

nuyla fazla ilgili olmayanlar› yan›ltabi-

lecek bu tür izahlar›n bilimsel ve ak›lc›

bir yaklafl›mla çok az detay›na girildi-

¤inde ne derece bofl, bilimsel ve mant›k-

sal dayanaktan yoksun olduklar› görülür.

TTrraannssffoorrmmaassyyoonn

Transformasyon, bakterinin bulun-

du¤u ortamdaki DNA parçalarını kendi

DNA'sına entegre etmesi anlamına ge-

lir.251 Bir bakterinin ortama verdi¤i

DNA, di¤eri tarafından bir çeflit yutma

yöntemiyle alınarak kromozom zincirine

eklenebilir. Bu alınma ço¤unlukla fago-

sitozla (yabancı bir hücrenin vücudun

savunma hücresi tarafından içine alına-

rak yok edilmesi) veya benzer flekillerde

olur. Bu yolla eklenen DNA, bireye yeni

özellikler kazandırır.252

Bakterilerdeki bu kalıtsal madde

alıflverifli flu flekilde olmaktadır: Yo¤un

bir tuz çözeltisinde bekletilen bakteriler

(örne¤in ba¤ırsaklarımızda yaflayan E.

coli bakterisi) rekombinant DNA içeren

çözeltiyle karflılafltırılır ve 420C'de 10

dakika ısıtılıp ani bir so¤uk floku uygula-

nır. Böylece tuz çözeltisi DNA'yı yo¤un-lafltırıp hücreler üzerine çöktürülür. Sı-cak-so¤uk flokuyla hücre zarındaki de-likler genifller ve rekombinant DNA içe-ri girer. Tek hücreden ço¤altılan çok sa-yıda hücreye klon denildi¤inden, kulla-nılan bu teknik de ço¤unlukla DNAklonlama diye bilinir.253 (bkz. Klonlama)

Ancak klonlama zaten var olan birüreme mekanizmasına, zaten var olanbir genetik bilginin eklenmesinden iba-rettir. Biyolojik bir ifllem olan klonlama-nın evrimle hiçbir ilgisi yoktur. Bu ifl-lemde ne yeni bir mekanizma, ne de ye-ni bir genetik bilgi üretilmifl de¤ildir.

TTrriilloobbiitt

Kambriyen devrinde aniden ortaya çıkanfarklı canlı gruplarının en ilginçlerindenbiri, sonradan soyları tükenmifl olan tri-lobitlerdir. Arthropodlar filumuna dahilolan trilobitler, sert kabukları, bo¤umluvücutları ve kompleks organları ile çokkarmaflık canlılardır. Fosil kayıtları, tri-lobitlerin gözleri hakkında çok detaylıtespitler yapılmasını sa¤lamıfltır. Bir tri-lobit gözü yüzlerce küçük petekten oluflurve bu peteklerin her birinin içinde çiftmercek yer almaktadır. Bu göz yapısı tambir tasarım harikasıdır. Harvard, Roc-hester ve Chicago Üniversiteleri'nden je-oloji profesörü David Raup; "Trilobitle-rin gözü, ancak günümüzün iyi e¤itimgörmüfl ve son derece yetenekli bir optikmühendisi tarafından gelifltirilebilecekbir yap›ya sahipti" demektedir.

254

Sadece trilobitlerin bu ola¤anüstü

TRANSFORMASYON186

kompleks yapısı bile Darwinizm'i tekbaflına geçersiz kılmaktadır. Çünkü dahaönceki jeolojik devirlerde bu canlılarabenzer hiçbir kompleks canlı yaflama-mıfltır ve bu da göstermektedir ki trilo-bitler arkalarında hiçbir evrim süreci ol-madan ortaya çıkmıfllardır.

Kambriyen devrindeki bu ola¤anüstüdurum, Charles Darwin Türlerin Köke-ni'ni kaleme alınırken de az çok bilini-yordu. O devrin fosil kayıtlarında da,Kambriyen devrinde canlılı¤ın birdenbi-re ortaya çıktı¤ı gözlemlenmifl, trilobit-lerin ve di¤er bazı omurgasızların ani-den belirdikleri tespit edilmiflti. Bu yüz-

den Darwin TürlerinKökeni adlı kitabın-da bu konuya de-¤inmek durumundakaldı. O sıralardaKambriyen devri, "Si-luryen devri" olarak tanım-lanıyordu. Darwin ise "BilinenEski Fosil Kayıtlarında Farklı TürlerinAniden Ortaya Çıkıflı Üzerine" bafllı¤ıaltında bu konuya de¤inmifl ve Siluryendevri hakkında flöyle yazmıfltı:

Siluryen devrine ait trilobitlerin, bu de-virden çok daha önceleri yaflamıfl olan vebilinen hayvanların hiçbirine benzeme-yen bir tür kabuklu hayvandan evrimlefl-ti¤i konusunda hiç kuflkum yok... Sonuç-ta, e¤er benim teorim do¤ruysa, en eskiSiluryen tabakasının oluflumundan önce,çok uzun zaman dilimleri geçmifl olmalı,Siluryen devrinden bu güne kadar geç-mifl olan zaman kadar uzun zaman dilim-leri. Ve henüz bilinmeyen bu zaman di-limleri içinde dünya canlı yaratıklarladolup taflmıfl olmalı. Bu büyük zamandilimlerine ait fosil kayıtlarını nedenbulamadı¤ımız sorusu karflısında iseverebilecek tatmin edici bir cevabımyok.255

Kambriyen devrine ait kayıtlar,hem trilobitler gibi kompleks canlı vü-

cutlarıyla, hem de çok farklı canlı vü-cutlarının aynı anda ortaya çıkmasıyla,

Darwinizm'i yıkmaktadır. Darwin,kitabında "e¤er aynı sınıfa ait çoksayıdaki tür gerçekten yaflama biranda ve birlikte bafllamıflsa, bu do-¤al seleksiyonla ortak atadan evrim-

TR‹LOB‹T 187

KKaammbbrriiyyeenn ddeevvrriinnee aaiittttrriilloobbiitt ffoossiilllleerrii

leflme teorisine öldürücü bir darbe olur-du" diye yazmıfltır.256 Kambriyen devrin-de ise, 60'ı aflkın farklı hayvan flubesi ya-flama bir anda ve birlikte bafllamıfltır. Bu,tam olarak Darwin'in "öldürücü darbe"olarak tarif etti¤i tabloyu ispatlamakta-dır. Bu yüzden ‹sveçli paleontolog Ste-fan Bengston, Kambriyen devrinden sözederken "Darwin'i flaflırtan ve utandıranbu olay bizi de hala flaflırtmaktadır"der.257

TTuurrkkaannaa ÇÇooccuu¤¤uu ffoossiillii

Afrika'da bulunan Homo erectus ör-neklerinin en ünlüsü, Kenya'daki Turka-na Gölü yakınlarında bulunan "Nariko-tome homo erectus" ya da "Turkana Ço-cu¤u" fosilidir. Bu fosilin sahibinin 12yaflında bir çocuk oldu¤u ve büyüdü¤üzaman yaklaflık 1.83 m. boyunda olaca-

¤ı saptanmıfltır. Fosilin dik iskelet yapısı

günümüz insanınınkinden farksızdır.

Amerikalı paleoantropolog Alan Walker,

"ortalama bir patolojistin bu fosilin is-keletiyle bir insan iskeletini birbirindenayırmasının çok güç oldu¤unu" söyler.258

Çünkü Homo erectus günümüz insanının

bir ırkıdır.

Nitekim evrimci Richard Leakey bi-

le Homo erectus'un günümüz insanı ile

olan farklılı¤ının ırksal farklılıktan öte

bir anlam taflımadı¤ını flöyle ifade eder:

Herhangi bir kifli farklılıkları fark edebi-

lir: Kafatasının biçimi, yüzün açısı, kafl

çıkıntısının kabalı¤ı vs. Ancak bu farklı-

lıklar bugün de¤iflik co¤rafyalarda yafla-

makta olan insan ırklarının birbirleri

arasındaki farklılıklardan daha fazla de-

¤ildir. Böyle bir varyasyon, topluluklar

birbirlerinden uzun zaman aralıklarında

ayrı tutuldukları zaman ortaya çıkar.259

550000 mmiillyyoonn yy››ll öönnccee KKaammbbrriiyyeenn ddeevviirrddee aanniiddeenn oorrttaayyaa çç››kkaann kkoommpplleekkss oommuurrggaass››zz ccaannll››llaarrddaannbbiirrii ddee yyuukkaarr››ddaa ffoossiilllleerrii ggöörrüülleenn ""ttrriilloobbiitt""lleerrddiirr.. TTrriilloobbiittiinn eevvrriimmcciilleerrii çç››kkmmaazzaa ssookkaann eenn öönneemm--llii öözzeellllii¤¤ii iissee ssaahhiipp oolldduu¤¤uu ppeetteekk ggöözz yyaapp››ss››dd››rr.. TTrriilloobbiittiinn ssoonn ddeerreeccee ggeelliiflflmmiiflfl kkoommpplleekkss ggöözz--lleerrii,, ççookklluu mmeerrcceekk ssiisstteemmiinnee ssaahhiippttiirr.. BBuu ssiisstteemm ggüünnüümmüüzzddeekkii öörrüümmcceekk,, aarr››,, ssiinneekk ggiibbii ppeekkççookk ccaannll››ddaa bbuulluunnaann öörrnneekklleerriinnddeenn ffaarrkkss››zzdd››rr.. BBööyyllee kkoommpplleekkss bbiirr ggöözz yyaapp››ss››nn››nn bbuunnddaann 550000mmiillyyoonn yy››ll öönnccee yyaaflflaamm››flfl bbiirr ccaannll››ddaa bbiirrddeennbbiirree oorrttaayyaa çç››kkmmaass››,, eevvrriimmcciilleerriinn tteessaaddüüffee ddaayyaall››tteeoorriilleerriinnii ççööppee aattmmaakk iiççiinn yyeetteerrlliiddiirr..

TURKANA ÇOCU⁄U FOS‹L‹188

TTüürrlleerriinn KKöökkeennii

((TThhee OOrr››gg››nn ooff SSppeecc››eess--

CChhaarrlleess DDaarrww››nn))

Charles Darwin 1859'da The Originof Species, By Means of Natural Selecti-on or The Preservation of Favored Ra-ces in The Struggle for Life (Türlerin

Kökeni, Do¤al Seleksiyon veya Yaflam

Mücadelesinde Kayırılmıfl Irkların Ko-

runması Yoluyla) isimli bir kitap yayın-

lamıfltır. Darwin bu kitabında, La-

marck'ın teorisindeki açık mantık hatala-

rını elemifl ve canlıların evrimini kalıtsal

olarak açıklamak yerine "do¤al seleksi-

yon" tezini ortaya atmıfltır. (bkz. Do¤al

seleksiyon, Lamarkizm) Darwin "uzun

bir argüman" olarak tanımladı¤ı kitabın-

da, yeryüzünde yaflayan tüm canlıların

kökeninin ortak oldu¤unu ve canlıların

do¤al seleksiyon yoluyla birbirinden tü-

rediklerini savunmufltur.

Ayrıca Darwin, sadece ortama en iyiflekilde uyum sa¤layanların özelliklerinigelecek nesillere aktardı¤ını söylüyor-du. Böylece bu yararlı de¤iflimler za-manla birikerek bireyi atalarından tama-men farklı bir canlıya dönüfltürüyordu.‹nsan ise,sözde do¤al seleksiyon meka-nizmasının en geliflmifl ürünüydü. Dar-win, "türlerin kökeni"ni buldu¤unu dü-flünüyordu: Bir türün kökeni baflka birtürdü.

Darwin'in en büyük zorlu¤u ise, te-orisinin sorunlarına çözüm getirmesiniumdu¤u bilimin gerçekte bu sorunlarıdev boyutlara taflıması olacaktı.

Darwin bu sorunların en azından birkısmının farkındaydı. Kitabına ekledi¤i"Teorinin Zorlukları" (Difficulties onTheory) adlı bölümde bunları kabul et-miflti. Ancak bu sorunlara getirdi¤i ce-vapların bilimsel açıdan bir geçerlili¤iyoktu. Amerikalı fizikçi Lipson, Dar-win'in bu "zorlukları" hakkında flu yoru-mu yapar:

Türlerin Kökeni'ni ilk okudu¤umda Dar-win'in, genelde sunulan tablonun aksine,kendisinden pek de emin olmadı¤ını farketmifltim. "Teorinin Zorlukları" bafllıklıbölüm, örne¤in, çok belirgin bir güven-sizlik yansıtmaktadır. Bir fizikçi olarak,gözün nasıl ortaya çıkmıfl olabilece¤i yö-nündeki yorumları karflısında flaflkınlı¤adüfltüm.260

Darwin bilimsel arafltırmalar ilerle-dikçe, "Teorinin Zorlukları"nın ortadankalkaca¤ını umuyordu. Ama aksine, bi-limsel bulgular bu zorlukları daha da bü-yüttü.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

TÜRLER‹N KÖKEN‹ 189

""TTuurrkkaannaa ÇÇooccuu¤¤uu""nnaa aaiitt kkaaffaattaass›› ffoossiillii

TTüürrlleeflflmmee ((ssppeecc››aatt››oonn))

Bkz. Co¤rafik izolasyon görüflü (Al-lopatrik ‹zolasyon)

TTüüyyllüü ddiinnoozzoorrllaarr hhiilleessii

Evrimciler her yeni fosil bulgusunda,dinozor-kufl ba¤lantısı hakkında spekü-lasyonlar öne sürerler. Ancak detaylıanalizler sonucunda bu fosillerin evrimedelil oldu¤u ile ilgili spekülasyonlar da-ima yalanlanmaktadır.

Nitekim 1996 yılında National Ge-ographic dergisinde yer alan "Çin'de bu-lunan son tüylü dinozor" haberinin evri-me muhteflem bir delil oldu¤u düflünül-müfltür. Fakat bu noktada bir yanılgı vebir bilgi eksikli¤i bulunmaktadır. Tüylüdinozorlar evrimin gerçekleflti¤ine dairdelil olamayaca¤ı gibi, söz konusu tüylüdinozor haberlerinin bir senaryo oldu¤udaha sonra ortaya çıkmıfltır.

Söz konusu yazıda Çin'de bulunanüç theropod dinozoru fosiline yer veril-

mifl, bu fosiller bir medya

propagandası ile evrimin önemli bir de-lili olarak gösterilmek istenmifl, hattaTürkiye'de dahi bazı medya kurulufllarıbu hayali iddialara yer vermifllerdir.

National Geographic'te adı geçen üçfosil flunlardır:

1. Archæoraptor2. Sinornithosaurus3. BeipiaosaurusNational Geographic'in verdi¤i bil-

gilere göre her üç fosil de yaklaflık 120milyon yaflındaydı. Her üçü de theropoddinozorlar sınıfına dahildi. (Theropoddinozorlar, Tyrannosaurus rex ve Veloci-raptor gibi etobur dinozor türlerinin ge-neline verilen isimdir.) Ancak NationalGeographic bu dinozorların bazı "kufl-benzeri" özellikler taflıdıklarını öne sü-rüyordu. Bu özelliklerin en önemlisi ise,iddiaya göre, bu fosil dinozorların kuflla-ra benzer tüylere sahip olmasıydı.

Ancak ilerleyen aylarda Sinosaurop-teryx isimli fosil üzerinde yapılan detay-lı analizler, evrimci arafltırmacıların he-yecanla "kufl tüyü" olarak tanıttıkları ya-pıların tüylerle ilgisi bulunmadı¤ını gös-

TÜRLEfiME190

EEvvrriimmccii ppaalleeoonnttoollooggllaarr ttaarraaff››nnddaann""ttüüyyllüü ddiinnoozzoorr"" oollaarraakk iillaann eeddiilleenn,,aannccaakk bbööyyllee bbiirr öözzeellllii¤¤ii bbuulluunnmmaadd››--¤¤›› ssoonnrraaddaann oorrttaayyaa çç››kkaann SSiinnoossaa--uurroopptteerryyxx ffoossiillii..

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)SSiinnoorrnniitthhoossaauurruuss

termifltir. Science dergisinde yayınlanan"Plucking the Feathered Dinosaur"(Tüylü Dinozorun Tüylerini Yolmak)bafllıklı bir makalede, evrimci paleonto-loglar tarafından "tüy" olarak algılananyapıların gerçekte tüylerle ilgisiz oldu¤ubelirtiliyordu:

Bir yıl kadar önce, paleontologlar "tüylüdinozor"a ait foto¤rafların ortaya çıkma-sıyla heyecan yaflamıfllardı. Çin'in Yixianbölgesinde bulunan Sinosauropteryx adlıfosil, New York Times'ın ön sayfasındayayınlanmıfl ve kuflların kökeninin dino-zorlar oldu¤una dair etkili bir delil ola-rak sunulmufltu. Ama geçti¤imiz ay Chi-cago'daki omurgalılar paleontolojisi top-lantısında verilen hüküm daha farklı ol-du: Fosil örneklerini inceleyen yarım dü-zine Batılı paleontolog, bu yapıların mo-dern tüyler olmadı¤ını söylediler... Kan-sas Üniversitesi paleontolo¤u LarryMartin, bu yapıların yıpranmıfl kollaganfiberleri oldu¤unu ve kufllarla hiçbir ilifl-kisi olmadı¤ını belirtti.261

Evrimciler, Sinosauropteryx hakkın-daki spekülasyonlarının bofla çıkmasınınardından Archæoraptor, Sinornithosa-urus ve Beipiaosaurus adı verilen yenifosil bulguları üzerinde spekülasyona gi-riflmifllerdir. (bkz. Archæoraptor) Evri-mi dogmatik bir yaklaflımla ve üzerindedüflünmeden, bir önkabulle kabullenmekbu tür yanılgıların ve hatalı yorumlarınoluflmasına neden olmaktadır. Çünküsöz konusu fosiller kufllarla dinozorlararasında bir ba¤lantı kurmamakla birlik-te, birçok tutarsızlı¤ı da birlikte getir-mektedir. Bu tutarsızlıklardan bazılarınıkısaca özetlemek gerekirse;

Çin'de bulunan Archæoraptor, Si-nornithosaurus ve Beipiaosaurus adlıfosil dinozorlar yarı kufl-yarı dinozorolarak gösterilmektedir. Fosilleri yorum-layan evrimci paleontolog Chris Sloan,bu canlıların uçamadıklarını, ancak ka-natlarını dengeli koflmak için kullandık-larını öne sürmektedir. Yani bu iddialaragöre, bu fosilin, henüz uçamayan "kuflataları" olarak kabul edilmesi gerekir.

‹flte bu noktada çok büyük bir çeliflkivardır. Çünkü bu fosiller sadece 120 mil-yon yıl kadar eskidir. Ancak bilinen eneski uçabilen kufl Archæopteryx, 150milyon yıl yaflındadır. Archæopteryx gü-nümüz kufllarıyla aynı uçufl yetene¤inesahip olan uçucu bir kufltur. Uçufl içingerekli olan genifl kanatlara, asimetrikve kompleks tüy yapısına, sternum (gö-¤üs) kemi¤ine sahiptir. Evrimciler uzunzamandır Archæopteryx'i "kuflların ilkelatası" olarak göstermeye çalıflmaktadır-lar. Ama karflılafltıkları en büyük sorun,bu canlının zaten tüm kufl özelliklerinesahip ve kusursuz bir biçimde uçabilenbir canlı olmasıdır.

Kısacası Archæopteryx, eski kufllarınbundan 150 milyon yıl önce gökyüzündeuçmakta olduklarının bir kanıtıdır. Budurumda elbette 120 milyon yıl yaflında-ki bazı dinozor fosillerinin, "kuflların he-nüz uçamayan ilkel ataları" olarak göste-rilmesi imkansızdır. Bu durum, Archæo-raptor, Sinornithosaurus ve Beipiaosa-urus adlı fosil dinozorlar hakkındaki ev-rimci iddiaların açık bir çeliflki içinde ol-du¤unu göstermektedir.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

TÜYLÜ D‹NOZORLAR H‹LES‹ 191

UUççaann ssüürrüünnggeennlleerr

Sürüngenler sınıfı içinde yer alan il-

ginç bir canlı grubu, uçan sürüngenler-

dir. Bunlar, yaklaflık 200 milyon yıl ön-

ce Üst Triasik devirde ilk kez ortaya çık-

mıfl ve daha sonra ise soyları tükenmifl

bir canlı grubudur. Bu canlılar birer sü-

rüngendirler, çünkü sürüngen sınıfının

temel özelliklerine sahiptirler: Metabo-

lizmaları so¤ukkanlıdır (ısı üretemezler)

ve vücutları pullarla kaplıdır. Ancak güç-

lü kanatlara sahiptirler ve bu kanatlar sa-

yesinde uçabildikleri düflünülmektedir.

Uçan sürüngenler baz› popüler ev-

rimci yay›nlarda Darwinizm'i destekle-

yen bir paleontolojik bulgu olarak göste-

rilir ya da en az›ndan böyle bir imaj

oluflturulur. Oysa aksine, uçan sürüngen-

lerin kökeni evrim teorisi ad›na ciddi bir

sorundur. Bunun en aç›k göstergesi de,

uçan sürüngenlerin kara sürüngenleriyle

aralar›nda hiçbir geçifl türü olmadan, bir

anda ve eksiksiz olarak ortaya ç›kmala-

r›d›r. Uçan sürüngenlerin, üstün bir yara-

t›l›fla sahip kanatlar› vard›r ve bu organ-

lar hiçbir kara sürüngeninde yoktur. "Ya-

r›m kanatl›" herhangi bir canl›ya ise fo-

sil kay›tlar›nda rastlanmamaktad›r.

Nitekim "yarım kanatlı" canlıların

Harun Yahya (Adnan Oktar)

UÇAN SÜRÜNGENLER

EEsskkii uuççaann ssüürrüünnggeenn ttüürrlleerriinnddeenn bbiirrii oollaann EEuuddiimmoorrpphhooddoonn''uunn ffoossiillii.. KKuuzzeeyy ‹‹ttaallyyaa''ddaa bbuulluunnaann bbuu

öörrnneekk,, yyaakkllaaflfl››kk 222200 mmiillyyoonn yy››ll yyaaflfl››nnddaadd››rr..

193

yaflamıfl olması da mümkün de¤ildir.

Çünkü bu tür hayali canlılar, e¤er yafla-

mıfl olsalardı, ön ayaklarını kaybettikleri

ama henüz uçacak durumda da olmadık-

ları için di¤er sürüngenlere göre deza-

vantajlı hale geleceklerdi. Bu durumda,

evrimin kendi kabulüne göre elenip soy-

larının tükenmesi gerekirdi.

Uçan sürüngenlerin kanatlarının ya-

pısı incelendi¤inde, bunun asla evrimle

açıklanamayacak kadar kusursuz bir ya-

p›yla yarat›ld›¤› görülür. Uçan sürün-

genlerin kanatları üzerinde di¤er sürün-

genlerin ön ayakları gibi befl tane par-

makları vardır. Ancak dördüncü parmak,

di¤er parmaklardan ortalama 20 kat da-

ha uzundur ve kanat da bu parma¤ın al-

tında uzanır. E¤er kara sürüngenleri

uçan sürüngenlere evrimleflmifllerse, o

halde söz konusu dördüncü parmak da

yavafl yavafl, kademe kademe uzamıfl ol-

malıdır. Sadece dördüncü parmak de¤il,

tüm kanat yapısı rastlantısal mutasyon-

larla geliflmeli ve tüm bu süreç de canlı-

ya avantaj kazandırmalıdır. Evrim teori-

sinin paleontolojik düzeydeki önde ge-len elefltirmenlerinden biri olan Prof.Duane T. Gish, bu noktada flu yorumuyapar:

Bir kara sürüngeninin kademeli bir bi-çimde bir uçan sürüngene dönüflebilece-¤i varsayımı tümüyle tutarsızdır. Böylebir dönüflüm sırasında ortaya çıkacakolan yarım, tamamlanmamıfl yapılar,canlıya bir avantaj kazandırmak bir ya-na, onu tümüyle dezavantajlı hale getire-cektir. Örne¤in evrimciler, bazı mutas-yonların sadece dördüncü parma¤ı etki-ledi¤ini ve onu zaman içinde yavafl yavafluzattı¤ını varsayarlar. Elbette, di¤er ba-zı rastlantısal mutasyonların da, her nekadar inanılmaz gözükse de, bu yöndetam bir iflbirli¤i yaparak, kanat zarının,uçufl kaslarının, tendonların, sinirlerin,kan damarlarının ve kanat için gerekendi¤er yapıların kademeli olarak evrimlefl-mesini sa¤lamaları gerekmektedir. Belirlibir aflamada, geliflmekte olan bu uçan sü-rüngen %25'lik bir kanat dokusuna sahipolacaktır. Ancak bu garip yaratık hiçbirflekilde yaflayamayacaktır. %25'lik bir ka-nat dokusu ona ne avantaj sa¤layabilir?

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

UUççaann ssüürrüünnggeennlleerriinn kkaannaattllaarr››,, ddii¤¤eerr ppaarrmmaakkllaarrddaann oorrttaallaa--mmaa 2200 kkaatt ddaahhaa uuzzuunn oollaann ""ddöörrddüünnccüü ppaarrmmaakk"" bbooyyuunnccaauuzzaann››rr.. ÖÖnneemmllii oollaann nnookkttaa,, bbuu iillggiinnçç kkaannaatt yyaapp››ss››nn››nn ffoossiillkkaayy››ttllaarr››nnddaa bbiirr aannddaa oorrttaayyaa çç››kkmmaass››dd››rr.. ""DDöörrddüünnccüü ppaarr--mmaakk""››nn kkaaddeemmeellii bbiirr bbiiççiimmddee,, yyaannii eevvrriimmllee uuzzaadd››¤¤››nn›› ggööss--tteerreebbiilleecceekk aarraa ffoorrmm öörrnnee¤¤ii yyookkttuurr..

UÇAN SÜRÜNGENLER194

Açıktır bu canlı uçamayacaktır ve artık

eskisi gibi koflamayacaktır da.262

Uçan sürüngenlerin kökeninin Dar-

winist evrim mekanizmalarıyla açıklan-

ması imkansızdır. Nitekim fosil kayıtları

da böyle bir evrim yaflanmamıfl oldu¤u-

nu ortaya koyar. Fosil katmanlarında, sa-

dece bugün tanıdı¤ımız gibi kara sürün-

genleri ve kusursuz uçan sürüngenler

vardır. Hiçbir ara form yoktur. Omurgalı

paleontolojisi alanında dünyanın en ön-

de gelen birkaç isminden biri olan Ro-

bert Carroll, bir evrimci olmasına karflın

bu konuda flu itirafta bulunur:

Triasik devirde ortaya çıkan tüm uçan

sürüngenler (pterosaurlar) uçufl için çok

özelleflmifl yapıya sahiptir... Atalarının ne

oldu¤u konusunda ve uçufllarının kökeni-

nin ilk aflamaları hakkında ise hiçbir bul-

gu yoktur.263

Uçan sürüngenlerin evrime delil

oluflturan hiçbir yönü yoktur. Ancak sü-

rüngen terimi ço¤u insan için sadece ka-

rada yaflayan canlıları ifade etti¤i için,

popüler evrimci yayınlar, "uçan sürün-

gen" kavramıyla "sürüngenlerin kanatla-

nıp uçması" imajı vermeye u¤raflırlar.

Oysa kara sürüngenleri ile uçan sürün-

genler, aralarında hiçbir evrimsel iliflki

olmadan ortaya çıkmıfllardır.

UUççuuflfluunn kköökkeennii

bkz. Karadan havaya geçifl kand›r-

macas›; Cursorial teori; Arboreal teori

UUmmuullaann CCaannaavvaarr uuyydduurrmmaass››

((HHooppeeffuull MMoonnsstteerr TThheeoorryy))

"Umulan Canavar Teorisi" (HopefulMonster Theory) bir gün bir sürüngeninbir yumurta b›rakt›¤›n› ve tesadüfeniçinden kahverengi tüylü bir yarat›k ç›k-t›¤›n› iddia etmektedir. Evrimcilere görebu memeli büyüdü¤ünde de, tesadüfendi¤er bir sürüngen yumurtas›ndan ani-den ç›kan bir efl bularak yeni bir hayvantürü ortaya ç›km›flt›. Sa¤duyu sahibi bi-lim adamlar›n›n buna tepkisi ise "Bu birbilim masal› m›, Yunan miti mi yoksaAnderson'un peri masal› m›?" fleklindeoldu. Ancak her nas›lsa bir çok bilimadam› taraf›ndan halen evrimsel proble-me bir çözüm oldu¤una inan›lmaktad›r.Asl›nda bu tam anlam›yla bir çaresizlik-tir. Evrimcilerin ünlü isimlerinden Go-uld da bir makalesinde bu problemi aç›pgeniflleterek "umulan canavarlar"›nmuhtemel tek cevap oldu¤unu söyle-mektedir, sonra da bu masala flöyle bireklemeyle yeni bir boyut kazand›rm›flt›r:"tamamen farkl› yarat›klardan anidendo¤mufl, bütünüyle yeni türler. Bir günbir kertenkele bir yumurta b›rakt› veiçinden bir kunduz ç›kt›."

264Görüldü¤ü

gibi evrimcilere göre her canl› yumurta-dan kusursuz, bambaflka bir hayvan ola-rak ç›kabilirdi.(!)

Farkl› canl› gruplar›n›n fosil kay›tla-r›nda aniden ortaya ç›kmas›,

265canl› tür-

lerinin arkalar›nda bir evrim süreci ol-madan var olduklar›n› göstermekteydi.Bu durum do¤al olarak evrimciler ara-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

UMULAN CANAVAR UYDURMASI 195

s›nda çok büyük bir s›k›nt› yaratt›. Bunun üzerine 1930'larda Avrupal›

paleontolog Otto Schindewolf taraf›n-dan ortaya at›lm›fl olan "Hopeful Mons-

ter" (Umulan Canavar) teorisi ile, canl›-lar›n neo-Darwinizm'in öne sürdü¤ü gibiküçük mutasyonlar›n zamanla birikmesisonucuyla de¤il, ani ve dev mutasyon-larla evrimlefltiklerini öne sürüldü. (bkz.Makro mutasyon kand›rmacas›) Schin-dewolf teorisine örnek verirken tarihtekiilk kuflun, bir "grossmutasyon"la, yanigenetik yap›da tesadüfen meydana gelendev bir de¤ifliklikle bir sürüngen yumur-tas›ndan ç›kt›¤›n› iddia etmiflti.

266

Ayn› teoriye göre, baz› kara hayvan-lar› geçirdikleri ani ve kapsaml› bir de¤i-fliklikle birdenbire dev balinalara dönüfl-müfl olabilirlerdi. Schindewolf'un bufantastik teorisi, 1940'l› y›llarda Berke-ley Üniversitesi'nden genetikçi RichardGoldschmidt taraf›ndan benimsendi vesavunuldu. Ama teori o kadar tutars›zd›ki, k›sa zamanda terk edildi.

Harvard Üniversitesi paleontologlar›Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge,fosil kay›tlar›nda hiçbir "ara form" ol-mamas›ndan ötürü, durumu aç›klamakiçin "umulan canavarlar"a yeniden el at-mak zorunda kald›lar. Gould'un, "Returnof the Hopeful Monsters" (Umulan Ca-navarlar›n Geri Dönüflü) adl› ünlü maka-lesi, bu zorunlu geri dönüflün bir ifade-siydi.267

Gould ve Eldredge, Schindewolf'unfantastik teorisini aynen tekrarlamasalarda teoriye "bilimsel" bir kimlik kazand›-

rabilmek için, söz konusu "ani evrimsel

s›çray›fl"lara bir tür mekanizma gelifltir-

meye çal›flt›lar. (bkz. S›çramal› evrim hi-

kayesi) Gould ve Eldredge'in teorisi iler-

leyen y›llarda di¤er baz› paleontologlar

taraf›ndan da benimsendi ve detayland›-

r›ld›. Oysa s›çramal› evrim teorisi, neo-

Darwinist evrim teorisinden bile daha

büyük çeliflki ve tutars›zl›klara dayan›-

yordu.

UUrreeyy,, HHaarroolldd

Harold Urey, Amerikalı arafltırmacı

Stanley Miller'ın Chicago Üniversite-

si'ndeki hocasıdır. Miller'ın 1953 yılında

hayatın kökeni konusunda yaptı¤ı çalıfl-

maya olan katkısından dolayı Miller'ın

deneyi "Urey-Miller Deneyi" olarak da

bilinir. Bu deney evrim sürecinin ilk afla-

ması olarak öne sürülen "moleküler ev-

rim" tezini sözde ispatlamak için kulla-

nılan yegane "delil"dir. Fakat bu deney

canlılı¤ın kökeni konusunda evrimcile-

rin iddialarını destekleyecek hiçbir bul-

gu sunamamıfltır. (bkz. Miller deneyi)

UUrreeyy--MM››lllleerr DDeenneeyyii

bkz. Miller deneyi

UUzzaayyddaann ggeelleenn hhaayyaatt

kkoommeeddiissii

bkz. Panspermia görüflünün mant›k-

s›zl›¤›.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

UREY, HAROLD196

VVaarryyaassyyoonn ((VVaarr››aatt››oonn))

Varyasyon, genetik biliminde kulla-nılan bir terimdir ve "çeflitlenme" de-mektir. Bu genetik olay, bir canlı türü-nün içindeki bireylerin ya da gruplarınbirbirlerinden farklı özelliklere sahip ol-masına neden olur. Örne¤in yeryüzünde-ki insanların hepsi temelde aynı genetikbilgiye sahiptirler, ama bu genetik bilgi-nin izin verdi¤i varyasyon potansiyelisayesinde kimisi çekik gözlüdür, kimisikızıl saçlıdır, kimisinin burnu uzun, ki-misinin boyu kısadır.

Evrimciler ise, bir türün içindeki var-yasyonları evrim teorisine delil olarakgöstermeye çalıflırlar. Oysa varyasyonevrime delil oluflturmaz, çünkü varyas-yon, zaten var olan genetik bilginin fark-lı eflleflmelerinin ortaya çıkmasındanibarettir ve genetik bilgiye yeni bir özel-lik kazandırmaz.

Varyasyon her zaman genetik bilgininsınırları içinde olur. Genetik bilimindesöz konusu sınıra "gen havuzu" denir.(bkz. Gen havuzu) Darwin ise, teorisiniortaya attı¤ında varyasyonların bir sınırıolmadı¤ını sanıyordu268 ve Türlerin Kö-keni adlı kitabında da çeflitli varyasyonörneklerini teorisinin en büyük delili ola-rak göstermiflti.

Örne¤in Darwin'e göre; daha bol sütveren inek cinsleri yetifltirmek için fark-lı inek varyasyonlarını çiftlefltiren hay-van yetifltiricileri, sonunda inekleri bafl-ka bir canlı türüne dönüfltüreceklerdi.Darwin'in bu "sınırsız de¤iflim" fikri, ya-fladı¤ı yüzyılın ilkel bilim anlayıflından

kaynaklanmaktaydı. 20. yüzyıl bilimiise, canlılar üzerinde yapılan benzeri de-neyler sonucunda "genetik de¤iflmezlik"(genetik homoestatis) denilen bir ilkeyiortaya çıkardı. (bkz. Genetik de¤iflmez-lik) Bu ilke, bir canlı türünü de¤ifltirmekiçin yapılan tüm efllefltirme (farklı var-yasyon oluflturma) çabalarının sonuçsuzkaldı¤ını, canlı türleri arasında aflılmazduvarlar oldu¤unu ortaya koyuyordu.Yani farklı inek varyasyonlarını çiftleflti-ren hayvan yetifltiricilerinin sonundainekleri Darwin'in iddia etti¤i gibi baflkabir türe dönüfltürmeleri, kesinlikle müm-kün de¤ildi.

Darwin Retried: An Appeal to Re-ason (Darwin Yeniden Sorguland›: AklaBaflvuru) adlı kitabıyla Darwinizm'ingeçersizli¤ini ortaya koyan NormanMacbeth bu konuda flunları yazar:

Sorun canlıların gerçekten de sınırsız birbiçimde varyasyon gösterip göstermedik-leridir... Türler her zaman için sabittirler.Yetifltiricilerin yetifltirdikleri de¤iflik bitkive hayvan cinslerinin belirli bir nokta-dan ileri gitmedi¤ini, hatta hep orijinalformlarına geri döndü¤ünü biliriz...269

Hayvan yetifltiricili¤i konusundadünyanın en önemli uzmanlarından birisayılan Luther Burbank bu gerçe¤i, "bircanlıda oluflabilecek muhtemel geliflme-nin bir sınırı vardır ve bu kanun, bütünyaflayan canlıları belirlenmifl bazı sınır-lar içinde sabit tutar" diyerek ifade et-mektedir.270

Biyolog Edward Deevey de, varyas-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

VARYASYON 199

yonun hep belirli genetik sınırlar içindegerçekleflti¤ini flöyle açıklar:

Çaprazlama çiftlefltirme yöntemiyle çok

önemli sonuçlara varılmıfltır... Ama so-

nuçta bu¤day hala bu¤daydır ve, örne-

¤in, üzüm de¤ildir. Domuzlar üzerinde

kanat oluflturmamız da, kuflların yumur-

talarını silindir fleklinde üretmeleri ka-

dar imkansızdır. Daha güncel bir örnek,

son bir yüzyıl içinde dünyadaki erkek nü-

fusunda görülen boy ortalaması yükseli-

flidir. Daha iyi beslenme ve bakım koflul-

ları sayesinde erkekler son bir yüzyıl

içinde rekor sayılabilecek bir boy ortala-

masına ulaflmıfltır, ama bu artıfl giderek

durma noktasına gelmifltir. Çünkü vara-

bilece¤imiz genetik sınıra dayanmıfl du-

rumdayız.271

Sonuç olarak, varyasyonlar bir türüngenetik sınırları içinde bazı sınırlı de¤i-flikliklere yol açarlar. Yeryüzünde de¤i-flik ırkta insanların olması veya anne-ba-ba ve çocuklar arasındaki farklılıklarvaryasyonlarla açıklanabilir. Ancak hiç-bir flekilde genetik bilgiye yeni bir par-

çanın eklenmesi söz konusu de¤ildir. Ör-

ne¤in bir kedi türünü ne kadar kendi

içinde türeterek zenginlefltirmeye çalı-

flırsanız çalıflın, kediler hep kedi olarak

kalacak, bunlar asla köpeklere dönüflme-

yeceklerdir. Veya bir deniz memelisinin

sahip oldu¤u üstün sonar sisteminin re-

kombinasyonlarla ortaya çıkması müm-

kün de¤ildir. (bkz. Rekombinasyon)

Varyasyon, insan ırkları arasındaki fark-

lılıkları açıklayabilir, ama maymunların

insana dönüfltü¤ü iddiasına hiçbir daya-

nak sa¤lamaz.

VViirrüüssüünn kköökkeennii

Bazı evrimciler, biyolojik canlılı¤ın

bafllangıcının virüsler oldu¤unu öne sü-

rerler:

Hayatın preselüler (hücre öncesi) afla-

malarına baktı¤ımız zaman burada da

evrimi görüyoruz. Biyolojik canlıların ilk

flekli, en ilk flekli, hücreler de¤il virüsler-

dir.272

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

YYeerryyüüzzüünnddeekkii iinnssaannllaarr››nn hheeppssii tteemmeellddee aayynn›› ggeenneettiikk bbiillggiiyyee ssaahhiippttiirrlleerr,, ffaakkaatt bbuu ggeenneettiikk bbiillggii--nniinn iizziinn vveerrddii¤¤ii vvaarryyaassyyoonn ppoottaannssiiyyeellii ssaayyeessiinnddee bbiirrbbiirriinnddeenn ççookk ffaarrkkll›› ggöörrüünnüüflfllleerrddee oollaabbiilliirrlleerr..

Evrimciler bir yandan canlılı¤ın kö-

kenini açıklamak üzere virüsleri öne sü-

rerken, bir yandan da virüslerin canlılı-

¤ın temeli olamayacaklarını ifade eder-

ler. Bazı evrimci kaynaklarda bu duru-

mun imkansızlı¤ından flöyle söz edilir:

Bafllangıçta virüslerin çok küçük orga-

nizmalar oldukları kabul edilmiflti. Daha

sonra elektron mikroskobu ile yapılan

ayrıntılı çalıflmalarda bunların yapı ola-

rak çok de¤iflik oldukları ve yalnız hücre

içerisinde parazit olarak yafladıkları tes-

pit edilmifltir.

Her ne kadar virion bir ya da pek az en-

zim çeflidi bulundurursa da bu enzim se-

risi virion oluflturmak için yeterli de¤il-

dir.273 (virion, virüslerin enfeksiyon yete-

ne¤ine sahip halidir.)

Virus, yabancı bir organizmanın hüc-

relerinde asalak olarak ürer. Ev sahibi

hücre dıflında kendi metabolizmaları

yoktur.

Virüslerin metabolizma ve uyarılma

yetenekleri olmadı¤ından canlılı¤a özgü

'ba¤ımsızlık' özelli¤ine sahip de¤illerdir,yani 'canlı' de¤illerdir.

Virüs asıldı¤ı hücrenin dıflında özgürbir tanecik iken virion adını alır. Virioncanlı de¤ildir. Canlılarda kilit süreçlervardır. Bunların sadece ikisi virüslerdevardır: Replikasyon ve mutasyon. Virüs-ler bunları, hücre dıflında özgür durumdaiken yani virion olarak de¤il asalak du-rumda iken yapabilirler. Virüslerin repli-kasyon ve mutasyonu gerçeklefltirmekiçin kendileri gibi organizmamsılara de-¤il tam organizmalara ihtiyaçları var-dır.274

Açıklamalardan da anlaflılaca¤ı gibivirüsler, canlılık öncesi bir aflama sayıla-mazlar. Çünkü virüsler replikasyon vemutasyon gibi iki kilit süreci ancak asa-lak olarak yafladıkları tam organizmalar-da gerçeklefltirebilirler. Tam organizmaolmadan virüsler varlıklarını sürdüreme-mektedirler. Bu sebeple tam organizma-lar için bir ön aflama oluflturmaları sözkonusu olamaz. Türkiye'nin evrim konu-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

VViirrüüss,, yyaabbaanncc›› bbiirr oorrggaanniizzmmaann››nn hhüüccrreelleerriinnddee aassaallaakk oollaarraakk üürreerr.. VViirrüüsslleerriinn eevv ssaahhiibbii hhüüccrreedd››flfl››nnddaa kkeennddii mmeettaabboolliizzmmaallaarr›› yyookkttuurr.. ÜÜsstttteekkii rreessiimmddee vviirrüüssüünn bbiirr hhüüccrreeyyii nnaass››ll eellee ggeeççiirrddii¤¤iiggöörrüüllmmeekktteeddiirr.. VViirrüüss öönnccee hhüüccrreeyyee ttuuttuunnuurr,, ssoonnrraa kkeennddii DDNNAA''ss››nn›› oonnaa eennjjeekkttee eeddeerr.. BBööyylleecceehhüüccrreeyyii kkaanndd››rraarraakk kkeennddii kkooppyyaallaarr››nn›› yyaapptt››rrmmaayyaa bbaaflflllaarr.. SSoonnuunnddaa hhüüccrree ddaahhaa ffaazzllaa ddaayyaannaa--mmaayy››pp ppaattllaarr vvee vviirrüüsslleerr dd››flflaarr›› yyaayy››ll››rrllaarr..

V‹RÜSÜN KÖKEN‹ 201

sunda otorite sayılan bilim adamlarındanProf. Ali Demirsoy virüslerin kökeni ileilgili öne sürülen iddiaların geçersizli-¤inden flöyle söz etmektedir:

Eldeki birikmifl bilgiler virüslerin kökenive bugüne kadar geliflimi konusunda bil-gi vermekten çok uzaktır. Aynı zamandabirbirinden oldukça farklı üç fiziki evren-de bulunabilmesi ve hiçbir evrenin bir vi-rüsün tümü hakkında doyurucu tanımınıvermemesi yorumu daha da güçlefltir-mektedir, özünde afla¤ıda belirtece¤imizyorumlar bilimsel temellerden ziyadekurguya dayanmaktadır.

Virüslerin kökeni bir zamanlar hücreliorganizmalardı. Di¤er hücrelerde para-zit hale geçen bu canlılar zamanla tümorganellerini yitirmifltir.

Virüslerin kökeni bir zamanlar serbestyaflayan bir ilkin (pre) hücreli idi. Dahasonra hücreli organizmaların ortaya çık-masıyla, bu ilkin formlar onların içeri-sinde parazit yaflamaya baflladılar.

Virüsler ne ilkin hücreli canlılardan ne

de hücreli canlılardan türemifltir. Di¤er

organizmaların kalıtsal materyalinden

kopan parçalardan meydana gelmifltir.

‹lk kuram, mikrobiyologlar tarafından

uzun zaman tutulmasına karflın, bugün

en az olasılıkla bakılmaktadır. Çünkü her

iki grup arasında o denli büyük farklar

vardır ki birinin di¤erine köken oldu¤u

varsayılamamaktadır. ‹kinci kuram biraz

daha çekici görünmesine karflın, yine yu-

karıda anlatılan nedenlerden dolayı ka-

bulü olanaksız görülmektedir. Her iki

halde de organizmalar ve virüsler ara-

sında herhangi bir geçit form bulunama-

mıfltır. Sonuncu kuram daha akla yatkın

gelmektedir.275

Yukarıdaki açıklamalardan da anla-

flıldı¤ı gibi, virüsler canlılı¤ın bafllangıcı

de¤ildir. Evrimci biyologlar dahi, virüs-

lerin kökeni olarak canlı organizmaları

göstermektedirler.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

VViirrüüsslleerr ccaannll››ll››¤¤››nn bbaaflflllaanngg››cc›› ddee¤¤iillddiirr.. EEvvrriimmccii bbiiyyoollooggllaarr ddaahhii,, vviirrüüsslleerriinn kköökkeennii oollaarraakk ccaannll››oorrggaanniizzmmaallaarr›› ggöösstteerrmmeekktteeddiirrlleerr..

V‹RÜSÜN KÖKEN‹202

WWaallllaaccee,, AAllffrreedd RRuusssseell

‹ngiliz do¤a bilimci Alfred RusselWallace (1823-1913), do¤al selek-siyon yoluyla türlerin ortaya çı-kıflı konusunda Charles Dar-win'den ba¤ımsız olarak ge-lifltirdi¤i kuramla tanınır.1855'de yazdı¤ı "On theLaw Which Has Regulatedthe Introduction of New Spe-cies" (Yeni Türlerin OrtayaÇıkıflını Düzenleyen YasaÜzerine) adlı makalesindeher türün yakından iliflkilioldu¤u önceki türlerin uzantısı oldu¤unusavundu.

Hemen hemen aynı dönemde benzerbir yaklaflım gelifltiren Wallace, Dar-win'le bazı noktalarda farklı görüfller or-taya koydu. Wallace ruhun varlı¤ına ina-nan bir kifli olarak Allah'ın evrimle ya-rattı¤ına inanıyordu ve insanın zihinselfaaliyetlerinin do¤al seleksiyon ve ben-zeri mekanizmalarla açıklanamayaca¤ı-nı öne sürüyordu.276 ‹nsanın vücut yapı-sının do¤al seçme sonucu olufltu¤unuöne sürmekle birlikte, zihinsel gücüngeliflmesinde Darwin'den farklı olarakdo¤al seçmenin dıflında biyolojik olma-yan etkenlerin rol oynadı¤ını savundu.277

WWaattssoonn,, JJaammeess

Ünlü Amerikal› biyolog James Wat-son, moleküler biyoloji alan›ndaki çal›fl-malar› ile tan›nd›. 1955 y›l›nda Francis

Crick ile birlikte yapt›klar› çal›flmalarneticesinde, DNA'n›n ola¤anüstü komp-

leks yap›s›n› gün ›fl›¤›na ç›kard›lar. Watson ve Crick'in nükleik

asitleri, yani DNA ve RNA'yıkeflfi, teori için yepyeniproblemler do¤urdu.DNA'nın yapısını keflfet-tiklerinde, canlılı¤ın önce-den sanılandan çok daha

kompleks oldu¤unu da orta-ya çıkarmıfl oldular.

Canlılı¤ın kökeninirastlantılarla açıklama ça-basındaki evrim teorisi,

hücredeki en temel moleküllerin varlı¤ı-na bile tutarlı bir açıklama getirememifl-ken, genetik bilimindeki bu ilerlemeler,evrimciler açısından daha da ciddi birçıkmaz oluflturmufltur.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

WALLACE, ALFRED RUSSEL 203

WWaattssoonn vvee CCrriicckk DDNNAA''nn››nn yyaapp››ss››nn›› kkeeflflffeettttiikk--lleerriinnddee,, ccaannll››ll››¤¤››nn öönncceeddeenn ssaann››llaannddaann ççookkddaahhaa kkoommpplleekkss oolldduu¤¤uunnuu ddaa oorrttaayyaa çç››kkaarr--mm››flfl oolldduullaarr..

AAllffrreedd RRuusssseell WWaallllaaccee

YYaarraassaallaarr››nn kköökkeennii

Memeliler sınıflaması içinde yer

alan en ilginç canlılardan biri, kuflkusuz

yegane uçan memeli cinsi olan yarasa-

lardır.

Yarasaları ilginç kılan özelliklerinin

baflında, bu canlıların sahip oldu¤u

kompleks "sonar" sistemi gelir. Bu sonar

sistemi sayesinde yarasalar, zifiri karan-

lıkta hiçbir fley görmeden son derece

kıvrak ve kusursuz manevralarla uçarlar.

Karanlık bir odanın zeminindeki küçü-

cük bir tırtılı bile algılar ve avlarlar.

Bu sonar, hayvanın sürekli olarak

yüksek frekanslı sesler yayması, bu ses-

lerin yankılarını analiz etmesi ve sonu-

cunda etrafının detaylı bir analizini yap-

masıyla çalıflmaktadır. Hem de canlı bu

ifli ola¤anüstü bir süratle, havada uçtu¤u

saniyeler boyunca kesintisiz ve kusursuz

biçimde baflarmaktadır.

Yarasaların sonar sistemi üzerinde

yapılan arafltırmalar, daha da flaflırtıcı so-

nuçlar ortaya koymufltur. Hayvanın algı-

layabildi¤i frekans aralı¤ı çok dardır, ya-

ni ancak belli frekanstaki sesleri algıla-

yabilir. Ancak iflte bu noktada çok önem-

li bir sorun ortaya çıkmaktadır. "Doppler

etkisi" denen fizik kuralına göre, hareket

halindeki bir cisme çarpan sesin frekan-

sı de¤iflir. Bu yüzden, yarasa kendisin-

den uzaklaflmakta olan bir sine¤e do¤ru

ses dalgalarını yaydı¤ında, dönen ses

dalgaları yarasanın duyamayaca¤ı bir

aralı¤a düflecektir. Bu nedenle yarasanın

hareketli cisimleri algılamada büyükzorluklar yaflaması gerekir.

Ama böyle olmaz ve yarasa her türlücismi kusursuz bir flekilde algılamayadevam eder. Çünkü yarasa, Doppler et-kisini biliyormuflças›na, hareketli cisim-lere do¤ru yolladı¤ı ses dalgalarını de-¤ifltirir. Örne¤in kendisinden uzaklaflansine¤e en yüksek frekanslı ses dalgasınıyollar ki, ses geri döndü¤ünde duyama-yaca¤ı kadar düflük bir frekansa inmesin.

Bu sistemin iflleyifli ise flöyledir: Ya-rasanın beyninde, sonar sistemini denet-leyen iki farklı tipte nöron (sinir hücresi)bulunmaktadır; bunlardan biri yansıyanultrasonu algılar, di¤eri bazı kaslara ko-mut vererek yarasanın çı¤lı¤ını olufltu-rur. Bu iki nöron beyinde efl güdümlü ça-lıflır; öyle ki yankının frekansı de¤iflince,birinci nöron bunu algılar ve ikinci nöro-nu baskılayarak veya uyararak çı¤lı¤ınfrekansının yankının frekansına uyması-nı sa¤lar. Sonuçta yarasanın çı¤lı¤ı orta-mın durumuna göre frekans de¤ifltirir veen verimli flekilde kullanılır.

Tüm bu sistemin evrim teorisinin"rastgele mutasyonlarla kademeli ev-rim" açıklamasına indirdi¤i darbeyi gör-memek mümkün de¤ildir. Yarasadakisonar sistemi son derece kompleks biryapıdır ve asla rastgele mutasyonlarlaaçıklanamaz. Sistemin çalıflabilmesiiçin, tüm ayrıntılarıyla kusursuz olarakvar olması zorunludur. Yarasa hem yük-sek frekanslarda ses yayacak yapıya,

Harun Yahya (Adnan Oktar)

YARASALARIN KÖKEN‹ 205

hem bu sesleri algılayıp analiz edecek

organlara, hem de hareket de¤ifliklikleri-

ne göre frekans ayarlaması yapan siste-

me sahip olmalıdır ki sahip oldu¤u sonar

ifle yarasın. Elbette ki tüm bunlar rast-

lantılarla açıklanamaz ve yarasanın ku-

sursuz bir biçimde yaratıldı¤ını gösterir.

Nitekim fosil kayıtları da, yarasanın

yeryüzünde aniden ve bugünkü komp-

leks yapısıyla ortaya çıktı¤ını göster-

mektedir. Evrimci paleontologlar John

Hill ve James Smith, bu gerçe¤i "itiraf"

niteli¤inde flöyle açıklarlar:

Yarasaların fosil kayıtları, erken Eosen

devrine kadar uzanır... ve befl ayrı kıtada

birden tespit edilmifltir. Tüm fosil yarasa-

lar, hatta en eskileri bile, son derece ge-

liflmifl yarasalardır ve dolayısıyla karada

yaflayan atalarından nasıl bir ara geçifl-

le geldikleri konusunda hiçbir ıflık tut-

mazlar.278

Evrimci paleontolog L. R. Godfrey

ise aynı konuda flöyle yazmaktadır:

Erken Tertiryen devrine ait çok sayıda iyi

korunmufl yarasa fosili vardır, örne¤in

Icaronycteris gibi. Ama Icaronycteris

bizlere yarasalarda uçuflun evrimleflmesi

hakkında hiçbir fley söylememektedir,

çünkü bu zaten kusursuz bir biçimde

uçan bir yarasadır.279

Ne yarasaların kompleks vücut sis-

temlerinin evrimle ortaya çıkması müm-

kündür, ne de fosil kayıtları böyle bir ev-

rim yaflandı¤ını göstermektedir. Aksine,

yeryüzünde ilk kez ortaya çıkan yarasa-

lar ile bugün yaflayan örnekleri aynıdır.

Yarasalar, hep yarasa olarak var olmufl-

tur.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

YARASALARIN KÖKEN‹206

AABBDD WWyyoommiinngg''ddee bbuulluunnmmuuflfl oollaann,, bbiilliinneenn eenn eesskkii yyaarraassaa ffoossiillii.. 5500 mmiillyyoonn yy››llll››kk bbuu ffoossiill iilleebbuuggüünn yyaaflflaayyaann yyaarraassaallaarr aarraass››nnddaa hhiiççbbiirr ffaarrkk yyookkttuurr..

YYaarraatt››ll››flfl ggeerrççee¤¤iinnii

ssaavvuunnmmaa

Hayatın kökeni, yani Dünya üzerin-

deki ilk canlıların nasıl olufltu¤u sorusu,

150 yıldır materyalizmin en büyük aç-

mazlarından biri olmufltur. Çünkü en ba-

sit canlı olarak kabul edilen hücre, insa-

no¤lunun üretti¤i hiçbir teknoloji ile kı-

yaslanamayacak bir kompleksli¤e sahip-

tir. Olasılık hesapları, de¤il hücrenin,

hücrenin en temel yapıtaflı olan protein-

lerin bile rastlantısal olarak ortaya çıka-

mayacaklarını ispatlamaktadır. Bu ise

elbette yaratılıflın ispatıdır.

Bu konuda baflvurulabilecek çalıfl-

malardan biri, New York Üniversitesi

kimya profesörü ve DNA uzmanı Robert

Shapiro'nun yaptı¤ı bir hesaptır. Bir ev-

rimci olan Shapiro, sadece basit bir bak-

teride bulunan 2.000 çeflit proteinin rast-

lantısal olarak meydana gelme ihtimali-

ni hesaplamıfltır. (‹nsan vücudunda ise

yaklaflık 30.000 çeflit protein vardır.) El-

de edilen sonuç, 1040.000'de 1 ihtimal-

dir.280 (Bu sayı, 1 rakamının yanına 40

bin tane sıfır gelmesiyle oluflan ve ev-

rende karflılı¤ı bulunmayan bir sayıdır.) Bu rakamın bize gösterdi¤i gerçek

fludur: Canlılı¤ı rastlantılarla açıklamayaçalıflan materyalizm ve onun do¤a bilim-lerindeki karflılı¤ı olarak sunulan Darwi-nizm, geçersizdir. Cardiff Üniversite-si'nden, Uygulamalı Matematik ve Ast-ronomi Profesörü Chandra Wickrama-singhe, Shapiro'nun hesapları üzerineflöyle demifltir:

Bu rakam (1040.000) Darwin'i ve tüm ev-rim teorisini gömmeye yeterlidir. Bu ge-zegenin ya da bir baflkasının üzerindehiçbir zaman (hayatın do¤abilece¤i) birilkel çorba olmamıfltır ve yaflamın bafl-langıcı rastlantısal olarak gerçeklefleme-yece¤ine göre, amaçlı bir aklın ürünü ol-malıdır.281

Ünlü astronom Sir Fred Hoyle ise,aynı konuda flu yorumu yapmıfltır:

Aslında, yaflamın akıl sahibi bir varlıktarafından meydana getirildi¤i o kadaraçıktır ki, insan bu açık gerçe¤in nedenyaygın olarak kabul edilmedi¤ini meraketmektedir. Bunun (kabul edilmemesinin)nedeni, bilimsel de¤il, psikolojiktir.282

Hem Hoyle hem de Wickramasing-he, materyalizmi benimseyerek bilimleu¤raflm›fl insanlardır. Ama karflılarına çı-kan gerçek, hayatın yaratılmıfl oldu¤u-dur ve onlar da bu gerçe¤i kabul etmekdurumunda kalm›fllard›r. Bugün bilimdünyasındaki daha pek çok biyolog yada biyokimyacı, yaflamın rastlantılarlado¤du¤u hikayesini terk etmifl durumda-dır.

Yaratılıfl, hiçbir bilimsel bulgu ile çe-liflmeyen bir gerçektir. Aksine tüm bi-limsel bulgular, hep yarat›l›fl› desteklerniteliktedir. Örne¤in, Big Bang teorisi,evrenin bir bafllangıcı oldu¤unu ispatlar.Bu ise yaratılıfl gerçe¤ini teyid ederken,materyalizmi yalanlar. Canlı türleri fosilkayıtlarında hiçbir evrimsel ataya dair izolmadan, aniden ve bugünkü halleriylebelirmektedir ve evrimcilerin oldu¤unuvarsaydıkları ara geçifl formlarına ait birtek fosil dahi bulunmamaktadır. Bu ise

Harun Yahya (Adnan Oktar)

YARATILIfi GER.E⁄‹N‹ SAVUNMA 207

evrim teorisini yalanlarken yaratılıfl ger-çe¤ini ispatlamaktadır. Canlılı¤ın sonderece kompleks yapısı ise, tesadüflerinbir ürünü olamayaca¤ını, canlılı¤ın olu-flumu için mutlaka akıl, bilinç, bilgi veyetenek gerekti¤ini açıkça ortaya çıkart-mıfltır. Tüm bunlar evrim teorisini geçer-siz k›larken, Allah'›n varl›¤›n›n delilleri-ni de ortaya koymaktad›r. Fakat evrimteorisini savunanlar bilimsel bulgular›gözard› etmekte ve böylece evrim teori-si ad›nda bir dogma oluflturmaktad›rlar.

YYaaflflaamm mmüüccaaddeelleessii ddeehhflfleettii

((LL››ffee ssttrruuggggllee))

Do¤al seleksiyon teorisinin en temelvarsayımı, do¤ada kıyasıya bir yaflammücadelesi oldu¤u ve her canlının sade-ce kendini düflündü¤üdür. Darwin, bufikri ortaya atarken ‹ngiliz klasik iktisat-çısı Thomas Robert Malthus'un teorile-rinden etkilenmiflti. Malthus, yiyecekkaynaklarının aritmetik dizi ile artarkeninsanların geometrik dizi ile ço¤aldıkla-rını anlatmıfl ve bu yüzden insanların ka-çınılmaz olarak kıyasıya bir yaflam mü-cadelesi sürdürdüklerini öne sürmüfltü.Darwin ise bu kıyasıya yaflam mücade-lesi kavramını do¤aya uyarlamıfl ve "do-¤al seleksiyon"un bu mücadelenin birsonucu oldu¤unu iddia etmiflti.

Oysa daha sonra yapılan arafltırma-lar, do¤ada Darwin'in varsaydı¤ı gibimutlak bir yaflam mücadelesi olmadı¤ınıgösterdi. ‹ngiliz zoolog Wynee-Ed-wards'ın hayvan toplulukları üzerinde1960 ve 70'lerde yaptı¤ı uzun çalıflma-

lar, canlı topluluklarının çok ilginç birbiçimde nüfuslarını dengelediklerini veyiyecek için rekabeti engellediklerini or-taya koydu.

Hayvan toplulukları ço¤unlukla nü-fuslarını ellerindeki yiyecek kaynakları-na göre düzenliyorlardı. Nüfus, açlık vesalgın hastalıklar gibi "zayıfları eleyen"faktörlerle de¤il, asıl olarak hayvanlardayer alan içgüdüsel denetim mekanizma-ları ile kontrol ediliyordu. Yani hayvan-lar, nüfuslarını Darwin'in varsaydı¤ı kı-yasıya rekabet yoluyla de¤il, kendi üre-melerini sınırlayarak kontrol ediyorlar-dı.283

Bitkiler bile Darwin'in öne sürdü¤ü"rekabet yoluyla seleksiyon" örnekleride¤il, nüfus kontrolü örnekleri veriyor-du. Botanikçi Bradshaw'un yaptı¤ı göz-lemler, bitkilerin ço¤alırken üzerindebüyüdükleri alanın "yo¤unlu¤u"na göredavrandıklarını, alandaki bitki yo¤unlu-¤u arttı¤ında üremeyi azalttıklarını is-patladı.284

Öte yandan karıncalar, balarıları gibitopluluklarda rastlanan fedakarlık ör-nekleri, Darwinist yaflam mücadelesikavramının tam tersi bir model olufltur-maktad›r. (bkz. Fedakarlık)

Son yıllardaki bazı arafltırmalar, fe-dakarlık davranıflının bakterilerde bilevar oldu¤unu ortaya çıkarmıfltır. Bir bey-ne ya da sinir sistemine sahip olmayan,dolayısıyla düflünme yetenekleri bulun-mayan bu canlılar, bir virüs tarafındaniflgal edildiklerinde, di¤er bakterileri ko-rumak için intihar etmektedirler.285

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

YAfiAM MÜCADELES‹ DEHfiET‹208

Bu örnekler, do¤al seleksiyonun te-mel varsayımı olan "mutlak yaflam mü-cadelesi" kavramını geçersiz kılmakta-dır. (bkz. Malthus, Thomas; Sosyal Dar-winizm)

ZZ››nnjjaanntthhrrooppuuss

Evrimciler, evrimi bir dogma olaraksavunmada o denli ileri gitmektedirlerki, teorilerine sözde delil gösterebilmek

için aynı kafatasına birbirinden çok fark-lı yüzler yakıfltırabilmektedirler. Austra-lopithecus robustus (Zinjanthropus) adlıfosil için çizilen birbirinden tamamenfarklı üç ayrı rekonstrüksiyon, bu tutum-larının ünlü bir örne¤idir. (bkz. Austra-lopithecus)

Harun Yahya (Adnan Oktar)

ZZiinnjjaanntthhrrooppuuss aaddll›› ffoossiill iiççiinn ççiizziilleenn bbiirrbbiirriinnddeenn ttaammaammeenn ffaarrkkll›› oollaann bbuu üüçç ççiizziimm,, ffoo--ssiilllleerriinn eevvrriimmcciilleerr ttaarraaff››nnddaann nnaass››ll hhaayyaallii bbiiççiimmddee yyoorruummllaanndd››¤¤››nn››nn iiyyii bbiirr öörrnnee¤¤ii......

AYNI FOSİLE ÜÇ AYRI ÇİZİM

110000 mmiillyyoonn yy››llll››kk kkaarr››nnccaa ffoossiillii iillee ggüünnüümmüüzzddee yyaaflflaayyaann bbiirr kkaarr››nnccaa kkaarrflfl››llaaflfltt››rr››lldd››¤¤››nnddaa kkaarr››nnccaallaa--rr››nn ddaa eevvrriimm ggeeççiirrmmeeddiikklleerrii aaçç››kkççaa ggöörrüüllmmeekktteeddiirr..

9900--9944 mmiillyyoonn yy››llll››kk bbuu kkuurrbbaa¤¤aa ffoossiilliinn--ddeenn ddee aannllaaflfl››lldd››¤¤›› ggiibbii,, 9900 mmiillyyoonn yy››llöönnccee kkuurrbbaa¤¤aallaarr nnaass››llllaarrssaa ggüünnüümmüüzzddeeddee aayynn›› flfleekkiillddeeddiirrlleerr..

YYaapp››llaann aarraaflfltt››rrmmaallaarrddaa,, mmiillyyoonnllaarrccaa yy››llll››kk oolldduu--¤¤uu ssaappttaannaann bbiirrççookk ffoossiilliinn ggüünnüümmüüzzddeekkii

öörrnneekklleerriinnddeenn hhiiççbbiirr ffaarrkk›› oollmmaadd››¤¤›› aaçç››kk--ççaa ggöörrüüllmmüüflflttüürr.. BBuu ccaannll›› kkaall››nntt››llaarr››,,

ccaannll››llaarr››nn eevvrriimm ssoonnuuccuu ddee¤¤iill,, kkuussuurr--ssuuzz bbiirr yyaarraatt››ll››flfl ssoonnuuccuunnddaa oorrttaayyaaçç››kktt››kkllaarr››nn››nn vvee aassllaa bbiirr eevvrriimm ggee--ççiirrmmeeddiikklleerriinniinn aaçç››kk bbiirreerr ddeelliilliiddiirr..

YAŞAYAN FOSİLLER

GGüünnüümmüüzz yyuussuuffççuu¤¤uu iillee 113355 mmiillyyoonnyy››llll››kk ffoossiillii bbiirrbbiirriinniinn aayynn››ss››dd››rr..

MMiillyyoonnllaarrccaa yy››llll››kk yyaabbaann aarr››ss›› ffoossiillii iillee ggüü--nnüümmüüzzddeekkii yyaabbaann aarr››llaarr››nn››nn hhiiççbbiirr ffaarrkk››

bbuulluunnmmaammaakkttaadd››rr..

4400 mmiillyyoonn yy››llll››kk ççeekkiirrggeenniinn ggüünnüümmüüzzddee yyaaflflaayyaann ççeekkiirrggeelleerrddeenn hhiiççbbiirr ffaarrkk›› yyookkttuurr.. YYaannii hhiiççbbiirr ddee¤¤ii--flfliimm ggeeççiirrmmeemmiiflflttiirr..

DDeenniizzlleerriinn eenn tteehhlliikkeellii ccaannll››llaarr››nnddaann bbiirrii oollaann kkööppeekkbbaall››¤¤›› vvee 440000 mmiillyyoonn yy››llll››kk ffoossiillii

bbiizzee kkööppeekkbbaall››kkllaarr››nn››nn hhiiççbbiirr eevvrriimm ssüürreeccii ggeeççiirrmmeeddii¤¤iinnii aaçç››kkççaa ggöösstteerrmmeekktteeddiirr..

Harun Yahya (Adnan Oktar)

213

1. Gordon Rattray Taylor, The GreatEvolution Mystery, Abacus, SphereBooks, London, 1984, ss. 36, 41-42.

2. Mark Czarnecki, "The Revival of theCreationist Crusade", MacLean's, Janu-ary 19, 1981, s. 56.3. Richard Monastersky, "Mysteries of

the Orient", Discover, April 1993, s.40.

4. Richard Dawkins, The Blind Watch-maker, W. W. Norton, London, 1986, s.229.5. Douglas J. Futuyma, Science on Tri-al, Pantheon Books, New York, 1983,s.197.6. Charles Darwin, The Origin of Speci-es: A Facsimile of the First Edition,Harvard University Press, 1964, s. 302.7. Stefan Bengston, Nature, vol. 345,1990, s. 765.8. Bryan Patterson, Anna K. Behrens-meyer, William D. Sill, "Geology andFauna of a New Pliocene Locality inNorthwestern Kenya," Nature, vol. 226,June 6, 1970, ss. 918-921.9. Bryan Patterson, W. W. Howells,"Hominid Humeral Fragment fromEarly Pleistocene of Northwestern Ken-ya", Science, vol. 156, April 7, 1967, s.65.10. Henry M. McHenry, "Fossils andthe Mosaic Nature of Human Evoluti-on", Science, vol. 190, October 31,1975, s. 428.11. Engin Korur, "Gözlerin ve Kanatla-r›n S›rr›", Bilim ve Teknik, say› 203,Ekim 1984, s. 25.

12. Ilya Prigogine, Isabelle Stengers,Order Out of Chaos, Bantam Books,New York, 1984, s.129.13. Ilya Prigogine, Isabelle Stengers,Order Out of Chaos, Bantam Books,New York, 1984, s.175.14. Encyclopedia Britannica, "Turtle-Origin and Evolution", vol. 26, 1992,ss. 704-705.15. Robert Carroll, Vertebrate Paleonto-logy and Evolution, s. 20716. W. Dort, Antarctic Journal of theUS, 1971, s. 210.17. M. S. Kieth, G. M. Anderson, "Ra-diocarbon Dating: Fictitious Resultswith Mollusk Shells", Science, August16, 1963, s. 634.18. G. W. Barendsen, E. S. Deevey, L.J. Gralenski, "Yale Natural RadiocarbonMeasurements", Science, vol. 126, s.911, örnek Y-159, Y-159-1 ve Y-159-2.19. H. R. Crane, "University of Michi-gan Radiocarbon Dates I", Science, vol.124, s. 666, örnek M-19.20. Charles Reed, "Animal Domestica-tion in the Prehistoric Near East", Sci-ence, vol. 130, s. 1630.21. Michael Denton, Nature's Destiny,The Free Press, 1998, s.106.22. http://www.lewrock-well.com/orig/sardi3.html23. Daniel E. Lieberman, "Another facein our family tree", Nature, March 22,2001; http://www.netcevap.org/ak-sam010322.html.24. http://news.bbc.co.uk/hi/eng-lish/sci/tech/new-

NOTLAR

sid_1234000/1234006.stm25. http://news.bbc.co.uk/hi/eng-lish/sci/tech/new-sid_1234000/1234006.stm26. Jeffrey Bada, "Life's Crucible",Earth, February 1998, s. 40.27. Klaus Dose, "The Origin of Life:More Questions Than Answers", Inter-disciplinary Science Reviews, vol. 13,no. 4, 1988, s. 348.28. Mahlon B. Hoagland, Hayat›n Kök-leri, Tübitak, Ankara, 1998, ss. 39-40.29. Mahlon B. Hoagland, Hayat›n Kök-leri, Tübitak, Ankara, 1998, s. 40.30. J. E. Cronin, N. T. Boaz, C. B.Stringer, Y. Rak, "Tempo and Mode inHominid Evolution", Nature, vol. 292,1981, ss. 113-122.31. C. L. Brace, H. Nelson, N. Korn, M.L. Brace, Atlas of Human Evolution,2nd edition, Rinehart and Winston, NewYork, 1979.32. B. A. Wood, "Koobi Fora ResearchProject", Hominid Cranial Remains,vol. 4, Clarendon Press, Oxford, 1991.33. Tim Bromage, New Scientist, vol.133, 1992, ss. 38-41.34. R. G. Klein, The Human Career:Human Biological and Cultural Ori-gins, University of Chicago Press, Chi-cago, 1989.35. A. I. Oparin, Origin of Life; Canl›larve Evrim, BAV, 1987, s. 3636. M. Y›lmaz Öner, Canl›lar›n Diya-lekti¤i ve Yeni Evrim Teorisi, s.16537. David Jorafsky, Soviet Marxism andNatural Science, 1961, s. 438. Özer Bulut, Davut Sa¤d›ç, ElimKorkmaz, Biyoloji Lise 3, MEB Bas›-mevi, ‹stanbul, 2000, s. 135.

39. Musa Özet, Osman Arpac›, Ali Us-lu, Biyoloji 1, Sürat Yay›nlar›, 1998, ‹s-tanbul, s. 138.40. http://www.apologetics.org/artic-les/founder2.html; Richard Dawkins,The Blind Watchmaker, Longman, Eng-land, 1986, s. 1.41. http://www.apologetics.org/artic-les/founder2.html42. Richard Dawkins, The Blind Watch-maker, W.W. Norton, London, 1986,s.159.43. The Merck Manual of Medical In-formation, Home edition, The MerckPublishing Group, New Jersey, Rahway,1997.44. H. Enoch, Creation and Evolution,New York, 1966, ss. 18-19.45. Edward S., Jr. 1967, The Reply: Let-ter from Birnam Wood, Yale Review,61:631-64046. Pat Shipman, "Birds Do It... Did Di-nosaurs?", New Scientist, February 1,1997, s. 28.47. Pat Shipman, "Birds Do It... Did Di-nosaurs?", New Scientist, February 1,1997, s. 28.48. Duane T. Gish, Dinosaurs by De-sign, Master Books, AR, 1996, ss. 65-66.49. Michael Denton, Evolution: A The-ory in Crisis, Burnett Books Limited,London, 1985, ss. 210-21150. Michael Denton, Evolution: A The-ory in Crisis, Burnett Books Limited,London, 1985, ss. 211-212.51. Ruben, J. A., T. D. Jones, N. R. Ge-ist, and W. J. Hillenius, "Lung StructureAnd Ventilation in Theropod Dinosaursand Early Birds", Science, vol. 278, s.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

NOTLAR214

1267.52. Michael J. Denton, Nature's Des-tiny, Free Press, New York, 1998, s.361.53. Michael J. Denton, Nature's Des-tiny, Free Press, New York, 1998, ss.361-362.54. Douglas Palmer, "Learning to Fly"(Review of The Origin of and Evoluti-on of Birds by Alan Feduccia, YaleUniversity Press, 1996), New Scientist,vol. 153, March 1997, s. 44.55. Ernst Mayr, Systematics and TheOrigin Of Species, Dove, New York,1964, s. 296.56. Norman Macbeth, Darwin Retried:An Appeal to Reason, Harvard Com-mon Press, 1971, s. 131.57. Erik Trinkaus, "Hard Times Amongthe Neanderthals", Natural History, vol.87, December 1978, s.10; R. L. Hollo-way, "The Neanderthal Brain: WhatWas Primitive", American Journal ofPhysical Anthropology Supplement,vol. 12, 1991, s. 94.58. The AAAS Science News Servi-ce,"Neandertals Lived Harmoniously",3 April 1997.59. Ralph Solecki, Shanidar: The FirstFlower People, Knopf, New York,1971, s. 196; Paul G. Bahn and JeanVertut, Images in the Ice, Windward,Leichester, 1988, s. 72.60. D. Johanson, B. Edgar, From Lucyto Language, ss. 99, 107.61. S. L. Kuhn, 'Subsistence, Techno-logy, and Adaptive Variation in MiddlePaleolithic Italy, American Anthropolo-gist, vol. 94, no. 2, 1992, ss. 309-310.62. Roger Lewin, Modern ‹nsan›n Kö-

keni, Tübitak Popüler Bilim Kitaplar›,Ankara, 1997, s.169.63. D. C. Johanson, M. A. Edey, Lucy:The Beginnings of Humankind, Simon& Schuster, New York, 1981, s.250.64. Science News, vol. 115, 1979, ss.196-197.65. Gordon Rattray Taylor, The GreatEvolution Mystery, Abacus, London,1984, ss. 36-41.66. Richard Dickerson, "Chemical Evo-lution", Scientific American, vol. 239,no. 3, 1978, s. 74.67. Richard Leakey, "Modern & Tall",National Geographic, November 1985,s. 62968. Richard Leakey, The Making ofMankind, Sphere Books, London, 1981,s.6269. Richard Lewontin, The Demon-Ha-unted World, The New York Review ofBooks, January 9, 1997, s. 2870. "Old Bird", Discover, March 21,199771. "Old Bird", Discover, March 21,199772. http://www.ucmp.berkeley.edu/his-tory/linnaeus.html73. Isabelle Bourdial, "Adieu Lucy",Science et Vie, May›s 1999, no. 980,ss.52-62. 74. R. Lewin, "Evolutionary TheoryUnder Fire", Science, vol. 210, Novem-ber 21, 1980, s. 883.75. R. A. Fisher, The Genetical Theoryof Natural Selection, Oxford UnivesityPress, Oxford, 1930.76. Ernst Mayr, Populations, Species,and Evolution, Belknap Press, Camb-ridge, 1970, s. 235.

Harun Yahya (Adnan Oktar)

NOTLAR 215

77. Lane Lester, Raymond Bohlin, TheNatural Limits to Biological Change,Probe Books, Dallas, 1989, ss. 141-142.78. http://www.trufax.org/avoid/na-zi.html; Theodore D. Hall, Ph. D., "TheScientific Background of the Nazi 'Ra-ce Purification' Program", Leading Ed-ge International Research Group. 79. David Jorafsky, Soviet Marxism,Natural Science, s. 12.80. Conway Zirkle, Evolution, MarxianBiology, and the Social Scene, Univer-sity of Pennsylvania Press, Philadelp-hia, 1959, ss. 85-8781. Conway Zirkle, Evolution, MarxianBiology and the Social Scene, Univer-sity of Pennsylvania Press, Philadelp-hia, 1959, ss. 85-86.82. Tom Bethell, "Burning Darwin toSave Marx", Harper's Magazine, De-cember 1978, ss. 31-38.83. Karl Marx, Biyografi, Öncü Yay›ne-vi, s. 36884. Richard Lewontin, The Demon-Ha-unted World, The New York Review ofBooks, January 9, 1997, s. 2885. Robert Shapiro, Origins: A Sceptic'sGuide to the Creation of Life on Earth,Summit Books, New York, 1986, s. 20786. Hubert Yockey, "Self-Organization,Origin of Life Scenarios and Informati-on Theory", Journal of Theoretical Bi-ology, vol. 91, 1981, ss. 27-2887. Hubert Journal of Molecular Evolu-tion, vol. 26, ss. 99-12188. Sarich et al., Cladistics, vol: 5,1989, ss. 3-3289. New Scientist, May 15, 1999, s. 2790. Hürriyet, 24 fiubat 200091. New Scientist, vol. 103, August 16,

1984, s. 1992. Ernst Mayr, Populations, Species,and Evolution, Belknap Press, Camb-ridge, 1970, s. 23593. Ernst Mayr, Systematics and TheOrigin Of Species, Dove, New York,1964, s. 296.94. Roger Lewin, "Bones of Mammals,Ancestors Fleshed Out", Science, vol.212, June 26, 1981, s. 1492.95. George Gaylord Simpson, Life Be-fore Man, Time-Life Books, New York,1972, s. 42.96. Eric Lombard, "Review of Evoluti-onary Principles of the MammalianMiddle Ear, Gerald Fleischer", Evoluti-on, vol. 33, December 1979, s. 1230.97. B. E. Bishop, "Mendel's Oppositionto Evolution and to Darwin," Journal ofHeredity, vol. 87, 1996, ss. 205-213; L.A. Callender, "Gregor Mendel: An Op-ponent of Descent with Modification,"History of Science, vol. 26, 1988, ss.41-75.98. www.evrimaldatmacasi.com/bilima-rastirmavakfi.html. 99. Science News, June 17, 1999, s. 43.100. Gordon R. Taylor, The Great Evo-lution Mystery, Harper & Row, NewYork, 1983, s. 48.101. Michael Pitman, Adam and Evolu-tion, River Publishing, London, 1984, s.70.102. Scott Gilbert, John Opitz, and Ru-dolf Raff, "Resynthesizing Evolutionaryand Developmental Biology", Develop-mental Biology, vol. 173, article no.0032, 1996, s. 361.103. Richard B. Bliss & Gary E. Par-ker, Origin of Life, California, 1979,

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

NOTLAR216

s. 14.104. Stanley Miller, Molecular Evoluti-on of Life: Current Status of the Prebi-otic Synthesis of Small Molecules,1986, s. 7105. J. P. Ferris, C. T. Chen, "Photoche-mistry of Methane, Nitrogen, and WaterMixture As a Model for the Atmosphe-re of the Primitive Earth", Journal ofAmerican Chemical Society, vol. 97:11,1975, s. 2964.106. "New Evidence on Evolution ofEarly Atmosphere and Life", Bulletin ofthe American Meteorological Society,vol. 63, November 1982, ss. 1328-1330.107. Richard B. Bliss & Gary E. Par-ker, Origin of Life, California, 1979, s.25.108. W. R. Bird, The Origin of SpeciesRevisited, Thomas Nelson Co., Nashvil-le, 1991, s. 325.109. Henry Gee, "Statistical Cloud overAfrican Eden", Nature, vol. 355, Febru-ary 13, 1992, s. 583.110. Marcia Barinaga, "'African Eve'Backers Beat a Retreat", Science, 255,February 7, 1992, s. 687111. S. Blair Hedges, Sudhir Kumar,Koichiro Tamura, and Mark Stoneking,"Human Origins and Analysis of Mitoc-hondrial DNA Sequences," Science,255 (7 February 1992): 737-739112. Barinaga, "Choosing a Human Fa-mily Tree," Science, 255 (7 February1992): 687113. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m veEvrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara,1995, s. 599; Prof. Dr. Ali Demirsoy,Yaflam›n Temel Kurallar›, Genel Biyo-

loji/Genel Zooloji, cilt-I, k›s›m-I, Anka-ra, 1993, s. 399.114. Özer Bulut, Davut Sa¤d›ç, SelimKorkmaz, Biyoloji Lise 3, MEB Bas›-mevi, ‹stanbul, 2000, s.136.115. Michael Denton, Evolution: ATheory in Crisis, Burnett Books, Lon-don, 1985, ss. 290-291.116. Theodosius Dobzhansky, Geneticsof the Evolutionary Process, ColumbiaUniversity Press, New York & London,1970, ss.17-18.117. Pierre Paul Grassé, Evolution ofLiving Organisms, Academic Press,New York, 1977, s. 194.118. Christian Schwabe, "On the Vali-dity of Molecular Evolution", Trends inBiochemical Sciences, vol. 11, July1986, s. 280.119. Christian Schwabe, "TheoreticalLimitations of Molecular Phylogeneticsand the Evolution of Relaxins", Compa-rative Biochemical Physiology, vol.107B, 1974, ss. 171-172.120. Michael Denton, Evolution: ATheory in Crisis, Burnett Books, Lon-don, 1985, ss. 290-291.121. Musa Özet, Osman Arpac›, Ali Us-lu, Biyoloji 1, Sürat Yay›nlar›, 1998, ‹s-tanbul, s. 10.122. Prof. Dr. Eflref Deniz, T›bbi Biyo-loji, 4. bask›, Ankara, 1992, s. 6.123. http://www.evrimaldatmaca-si.com/bilimarastirmavakfi.html124. S. J. Gould & N. Eldredge, Pale-obiology, vol. 3, 1977, s. 147.125. Pierre-Paul Grassé, Evolution ofLiving Organisms, Academic Press,New York, 1977, s. 97.126. B. G. Ranganathan, Origins?, The

Harun Yahya (Adnan Oktar)

NOTLAR 217

Banner Of Truth Trust, Pennsylvania,1988127. Warren Weaver, "Genetic Effectsof Atomic Radiation", Science, vol.123, June 29, 1956, s. 1159.128. David A. Demick, "The BlindGunman", Impact, no. 308, February1999.129. Erik Trinkaus, "Hard TimesAmong the Neanderthals", Natural His-tory, vol. 87, December 1978, s.10; R.L. Holloway, "The Neanderthal Brain:What Was Primitive", American Journalof Physical Anthropology Supplement,vol. 12, 1991, s. 94.130. W. K. Gregory, "HesperopithecusApparently Not An Ape Nor A Man",Science, vol. 66, December 1927,s.579.131. Julian Huxley & Jacob Bronowski,Growth of Ideas, Prentice Hall, Inc.Englewood Cliff, 1986, s. 99.132. Douglas Palmer, The Atlas of thePrehistoric World, Dicovery Channel,Marshall Publishing, London, 1999,s.66.133. Mustafa Kuru, Omurgal› Hayvan-lar, Gazi Üniversitesi Yay›nlar›, Ankara,1996, s. 21.134. Mustafa Kuru, Omurgal› Hayvan-lar, Gazi Üniversitesi Yay›nlar›, Ankara,1996, s. 27.135. Douglas Palmer, The Atlas of thePrehistoric World, Dicovery Channel,Marshall Publishing, London, 1999,s.64.136. Gerald T. Todd, "Evolution of theLung and the Origin of Bony Fishes: ACasual Relationship", American Zoolo-gist, vol. 26, no. 4, 1980, s. 757.

137. Alexander I. Oparin, Origin of Li-fe, 1936, New York, Dover Publicati-ons, 1953 (Reprint), s. 196.138. Pierre Paul Grassé, Evolution ofLiving Organisms, Academic Press,New York, 1977, ss. 97, 98.139. Pierre Paul Grassé, Evolution ofLiving Organisms, Academic Press,New York, 1977, s. 88.140. Leslie E. Orgel, "The Origin of Li-fe on Earth", Scientific American, vol.271, October 1994, s. 78.141. Donald Johanson, "Comment J'aiTrouvé le Passage du Singe a L'homme:Du Nouveau Sur Les Ancetres DeL'Homme", Cahier Sciences du Figaro-Magazine, 1983, s. 110.142. J. D. Kingston, B. D. Marino, A.Hill, "Isotopic Evidence for NeogeneHominid Paleoenvironments in theKenya Rift Valley", Science, vol. 264,1994, ss. 955-959.143. Ulu¤ Nutku, Felsefe Arflivi, Edebi-yat Fakültesi, vol. 24, 1984, s. 86; Her-mann Klaatsch, Der Werdegang derMenscheit und die Entstehung der Kul-tur, Deutsches Verlagshaus, Berlin,1920, s. 93.144. http://ma-il.ncku.edu.tw/~y1357/course/Darwi-nism.html145. http://www.netcevap.org/bilimtek-nik0102.html146. Philips Verner Bradford, HarveyBlume, Ota Benga: The Pygmy in TheZoo, Delta Books, New York, 1992.147. Philips Verner Bradford, HarveyBlume, Oto Benga: The Pygmy in theZoo, Canada, October 1993, s. 269.148. Philips Verner Bradford, Harvey

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

NOTLAR218

Blume, Oto Benga: The Pygmy in theZoo, Canada, October 1993, s. 267.149. Philips Verner Bradford, HarveyBlume, Oto Benga: The Pygmy in theZoo, Canada, October 1993, s. 266.150. A. E. R., New York, 12 Eylül.151. Özer Bulut, Davut Sa¤d›ç, SelimKorkmaz, Biyoloji Lise 3, MEB Bas›-mevi, ‹stanbul, 2000, s. 183.152. K. Ludmerer, Eugenics, In: Encyc-lopedia of Bioethics, edited by MarkLappe, The Free Press, New York,1978, s. 457; www.trueorigin.org/holo-caust.htm.153. http://www.trufax.org/avoid/na-zi.html; Theodore D. Hall, Ph. D., Sci-entific Background of Nazi 'Race Puri-fication' Program", Leading Edge Inter-national Research Group.154. Adolf Hitler, Mein Kampf, VerlagFranz Eher Nachfolger, München,1993, ss. 44, 447-448; A. E. WilderSmith, Man's Origin, Man's Destiny,The Word For Today Publishing 1993,ss.163, 164.155. Henry Morris, The Long War Aga-inst God, s. 78; Francis Schaeffer, HowShall We Then Live?, New Jersey, Re-vell Books, Old Tappan, 1976, s. 151.156. Jeffrey S. Wicken, "The Generati-on of Complexity in Evolution: A Ther-modynamic and Information-Theoreti-cal Discussion", Journal of TheoreticalBiology, vol. 77, April 1979, s. 349.157. C. B. Thaxton, W. L. Bradley & R.L. Olsen, The Mystery of Life's Origin:Reassessing Current Theories, 4th editi-on, Dallas, 1992, s. 151.158. C. B. Thaxton, W. L. Bradley & R.L. Olsen, The Mystery of Life's Origin:

Reassessing Current Theories, Philo-sophical Library, Texas, 1992, s.120.159. Fred Hoyle, The Intelligent Uni-verse, Michael Joseph, London, 1983,ss. 20-21.160. Andrew Scott, "Update on Gene-sis", New Scientist, vol. 106, May 2,1985, s. 30.161. Robert Shapiro, Origins: A Scep-tics Guide to the Creation of Life onEarth, Summit Books, New York, 1986,s. 207.162. Prof. Dr. Eflref Deniz, T›bbi Biyo-loji, 4. bask›, Ankara, 1992, s. 354.163. Science, July 17, 1981, s. 289.164. N. Eldredge, and I. Tattersall, TheMyths of Human Evolution, ColumbiaUniversity Press, 1982, ss. 45-46.165. S. M. Stanley, The New Evoluti-onary Timetable: Fossils, Genes, andthe Origin of Species, Basic Books,Inc., Publishers, NewYork, 1981, s. 71.166. G. A. Clark, C. M. Willermet,Conceptual Issues in Modern HumanOrigins Research, New York, Aldine deGruyter, 1997, s. 76.167. Niles Eldredge, Ian Tattersall, TheMyths of Human Evolution, ss. 126-127.168. Henry Gee, In Search of Deep Ti-me, The Free Press, New York, 1999,ss. 116-117.169. Paul S. Taylor, Origins AnswerBook, 5. bask›, 1995, s. 35.170. http://www.ath-ro.com/evo/pthumb.html; Paul J. Mor-ris, and Susan F. Morris "The Panda'sThumb", Jan 2000.171. http://www.users.big-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

NOTLAR 219

pond.com/rdoolan/panda.html; "ThePanda's Thumb... No Evidence ForEvolution". 172. Endo, H., Yamagiwa, D., Hayashi,Y. H., Koie, H., Yamaya, Y., and Kimu-ra, J., Nature, vol. 397, 1999, ss. 309-310.173. http://www.cithep.cal-tech.edu/~metzler/talks/Imprin-ting/early.html; "Early Theories of In-heritance".174. Özer Bulut, Davut Sa¤d›ç, SelimKorkmaz, Biyoloji Lise 3, MEB Bas›-mevi, ‹stanbul, 2000, s.182.175. Musa Özet, Osman Arpac›, Ali Us-lu, Biyoloji 3, Sürat Yay›nlar›, A¤ustos1999, s. 254.176. Sidney Fox, Klaus Dose, Molecu-lar Evolution and The Origin of Life,W.H. Freeman and Company, San Fran-cisco, 1972, s. 4.177. Gish, D. T., Evolution: The FossilsSay "No", Creation-Life Publishers,San Diego, 1979. 178. M. Boule and H. M. Wollais, Fos-sil Men, The Dreyden Press, New York,1957, ss. 118-123. 179. M. Boule, L'anthropologie, 1937,s. 21. 180. M. D. Leakey, Olduvai Gerge, vol.3, Cambridge University Press, Camb-ridge, 1971, ss. 24, 272.181. Malcolm Muggeridge, The End ofChristendom, Grand Rapids, Eerdmans,1980, s. 59.182. Stephen Jay Gould, "Smith Wood-ward's Folly", New Scientist, April 5,1979, s. 44.183. Kenneth Oakley, William Le GrosClark & J. S, "Piltdown", Meydan La-

rousse, cilt 10, s. 133.184. Stephen Jay Gould, "Smith Wood-ward's Folly", New Scientist, April 5,1979, s. 44.185. Mahlon B. Hoagland, Hayat›nKökleri, Tübitak, Ankara, 1998, ss.78-79.186. Michael Denton, Evolution: ATheory in Crisis, Burnett Books Ltd.,London, 1985, ss. 109-110.187. Michael Denton, Evolution: ATheory in Crisis, Burnett Books Ltd.,London, 1985, s. 145.188. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflam›nTemel Kurallar›, Genel Biyoloji/GenelZooloji, cilt-I, k›s›m-I, Ankara, 1993, s.530.189. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m veEvrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara,1995, s. 61.190. W. R. Bird, The Origin of SpeciesRevisited, Thomas Nelson Co., Nash-ville, 1991, s. 304.191. W. R. Bird, The Origin of SpeciesRevisited, Nashville: Thomas NelsonCo., Nashville, 1991, s. 305.192. J. D. Thomas, Evolution and Faith,Abilene, TX, ACU Press, 1988, ss. 81-82.193. "Paleontology: Fossil Revisi-onism", Science, October 1986, s. 85;Scientific American, September 1986,s. 70.194. Reinhard Junker, Siefried Scherer,Enstehung und Geschichte der Lebewe-sen, Wegel Biologie, Brühlsche Univer-sitatsdruckerei, Giessen, 1986, s.175.195. Roger Lewin, Bones of Contenti-on, The University of Chicago Press,2nd edition, Chicago & London, 1997,

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

NOTLAR220

s. 86. NOT: Önce yazd›¤›m›z kaynaktaböyle bir al›nt› olmad›¤› için de¤ifltir-dim.196. Prof. Dr. Yalç›n fiahin, Genel Bi-yoloji, Bilim Teknik Yay›nevi, Eskifle-hir, 1995, s. 349.197. David R. Pilbeam, "RearrangingOur Family Tree", Human Nature, June1978, s. 45.198. Earnest A. Hooton, Up From TheApe,McMillan, New York, 1931, s.332.199. Jacques Monod, Chance and Ne-cessity, New York, 1971, s. 143.200. John Horgan, "In the Beginning",Scientific American, vol. 264, February1991, s. 119.201. G. F. Joyce, L. E. Orgel, "Pros-pects for Understanding the Origin ofthe RNA World", In the RNA World,Cold Spring Harbor Laboratory Press,New York, 1993, s. 13.202. Leslie E. Orgel, "The Origin of Li-fe on the Earth", Scientific American,October 1994, vol. 271, s. 78.203. http://fig.cox.miami.edu/Fa-culty/Tom/bil160sp98/21_dinos.html204. Roger Lewin, Bones of Contenti-on, The University of Chicago Press,2nd edition, Chicago & London, 1997,s. 86205. Robert Shapiro, Origins: A Scep-tics Guide to the Creation of Life onEarth, Summit Books, New York, 1986,s. 207.206. Stephen M. Stanley, Macroevoluti-on: Pattern and Process, W. H. Freemanand Co., San Francisco, 1979, ss. 35,159.207. http://www.revelationwebsi-

te.co.uk/index1/menton/b8.htm; Dr. Da-vid N. Menton, Ph. D., "The HopefulMonsters of Evolution", Missouri Asso-ciation for Creation, Inc., 1997.208. Stephen M. Stanley, Macroevoluti-on: Pattern and Process, W. H. Freemanand Co., San Francisco, 1979, ss. 35,159.209. R. J. Wootton, C. P. Ellington, "Bi-omechanics and the Origin of InsectFlight", Biomechanics in Evolution, ed.J. M. V. Rayner and R. J. Wootton,Cambridge University Press, Cambrid-ge, 1991, s. 99.210. J. Robin Wootton, "The Mechani-cal Design of Insect Wings", ScientificAmerican, vol. 263, November 1990,s.120.211. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m veEvrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara,1995, s. 61.212. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m veEvrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara,1995, s. 61.213. Richard B. Bliss and Gray A. Par-ker, Origin of Life, California, 1979, s.14.214. Fabbri Britannica Bilim Ansiklo-pedisi, cilt 2, say› 22, s. 519.215. Anton Pannekoek, Marxism andDarwinism, çeviri: Nathan Weiser,Charles H. Kerr & Company, Chicago,1912;http://csf.colora-do.edu/psn/marx/Other/Pannekoek/Arc-hive/1912-Darwin/.216. Francis Darwin, The Life and Let-ters of Charles Darwin, vol. 2, D. App-leton and Co., 1896, s. 294.217. Stephen Jay Gould, The Misme-asure of Man, W. W. Norton and Com-

Harun Yahya (Adnan Oktar)

NOTLAR 221

pany, New York, 1981, s. 72.218. Jacques Barzun, Darwin, Marx,Wagner, Garden City, NY: Doubleday,1958, ss. 70, 94-95.219. Robert Wright, The Moral Animal,Vintage Books, New York, 1994, s. 7.220. Herbert Spencer, Social Status,1850, ss. 414-415.221. R. L. Carroll, Vertebrate Paleonto-logy and Evolution, W. H. Freeman andCo., New York, 1988, s. 4.222. Edwin H. Colbert, M. Morales,Evolution of the Vertebrates, John Wi-ley and Sons, New York, 1991, s. 99.223. Lewis L. Carroll, "Problems of theOrigin of Reptiles", Biological Reviewsof the Cambridge Philosophical Soci-ety, vol. 44, s. 393.224. Robert L. Carroll, Vertebrate Pale-ontology and Evolution, W. H. Freemanand Co., New York, 1988, s. 198.225. Stephen Jay Gould, "Eight (orFewer) Little Piggies", Natural History,vol. 100, no. 1, January 1991, s. 25226. Ali Uslu, Biyoloji 1, SüratYay›nlar›, ‹stanbul, 1998, s. 130.227. Johanson, David, James Shreeve,Lucy's Child, William Morrow andCompany, New York, 1989, s. 56.228. Solly Zuckerman, J. Huxley, A. C.Hardy, E. B. Ford, "Correlation ofChange in the Evolution of HigherPrimates", Evolution as a Process,London: Allen and Unwin, 1954, s.300229. Dean Falk, Braindance, HenryHolt and Company, New York, 1992, s.12.230 Bilim ve Yaflam Ansiklopedisi, cilt2, Geliflim Yay›nlar›, s. 43.231. http://www.pathlights.com/ce_en-

cyclopedia/08dna05.htm; Sir JamesGray, "The Science of Life", chapter inScience Today, 1961, s. 21.232. James A. Shapiro, "Bacteria asMulticellular Organisms", ScientificAmerican, vol. 258, no. 6, June 1998. 233. Musa Özet, Osman Arpac›, AliUslu, Biyoloji 1, Sürat Yay›nlar›, ‹stan-bul, 1998, s. 7.234.http://emporium.turnpike.net/C/cs/theory.htm; Prof. Dr. Michael Denton, IsEvolution a Theory, A Fact or A Law?,1993.235.http://emporium.turnpike.net/C/cs/theory.htm; Prof. Dr. Michael Denton, IsEvolution a Theory, A Fact or A Law?,1993.236.http://emporium.turnpike.net/C/cs/theory.htm; Prof. Dr. Michael Denton, IsEvolution a Theory, A Fact or A Law?,1993.237.http://emporium.turnpike.net/C/cs/theory.htm; Prof. Dr. Michael Denton, IsEvolution a Theory, A Fact or A Law?,1993.238. Prof. Dr. Michael Denton,Evolution: A Theory in Crisis, BurnettBooks, London, 1985.239. Jeremy Rifkin, Entropy: A NewWorld View, Viking Press, New York,1980, s. 6.240. Max Planck'›n May›s 937 tarihlitebli¤inden; A. Barth, The Creation,1968, s. 144.241. Paul Davies, "Chance or Choice:Is the Universe an Accident?", NewScientist, vol. 80, 1978, s. 506.242. Albert Einstein, Lettres á MauriceSolovine, 1956, ss. 114-115.243. John Ross, Chemical and

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

NOTLAR222

Engineering News, 27 July 1980, s. 40.244. Pierre P. Grassé, Evolution ofLiving Organisms, Academic Press,New York, 1977, s. 103.245. Pierre P. Grassé, Evolution ofLiving Organisms, Academic Press,New York, 1977, s. 107.246.http://www.yfiles.com/dinobird2.html; Richard L. Deem, "Demise of the'Birds are Dinosaurs' Theory".247.http://www.yfiles.com/dinobird2.html; Richard L. Deem, "Demise of the'Birds are Dinosaurs' Theory".248. Duane T. Gish, Dinosaurs byDesign, Master Books, AR, 1996, ss.64-65.249. Musa Özet, Osman Arpac›, AliUslu, Biyoloji 1, Sürat Yay›nlar›, 1998,‹stanbul, s.138.250. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m veEvrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara,1995, s. 182.251. Musa Özet, Osman Arpac›, AliUslu, Biyoloji 1, Sürat Yay›nlar›, 1998,‹stanbul, s.138.252 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m veEvrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara,1995, s. 604.253. Özer Bulut, Davut Sa¤d›ç, SelimKorkmaz, Biyoloji Lise 3, MEBBas›mevi, ‹stanbul, 2000, s. 165.254. David Raup, "Conflicts BetweenDarwin and Paleontology", Bulletin,Field Museum of Natural History, vol.50, January 1979, s. 24.255. Stefan Bengston, Nature, vol. 345,1990, s. 765.256. Charles Darwin, The Origin ofSpecies: A Facsimile of the FirstEdition, Harvard University Press,

1964, s. 302.257. Stefan Bengston, Nature, vol. 345,1990, s. 765.258. Boyce Rensberger, TheWashington Post, November 19, 1984.259. Richard Leakey, The Making ofMankind, Sphere Books, London, 1981,s. 62.260. H.S. Lipson, "A Physicist's Viewof Darwin's Theory", Evolution Trendsin Plants, vol. 2, no.1, 1988, s. 6.261. Ann Gibbons, "Plucking theFeathered Dinosaur", Science, vol. 278,no. 5341, 14 Nov 1997, ss. 1229-1230.262. Duane T. Gish, Evolution: TheFossils Still Say No, ICR, San Diego,1998, s. 103.263. Robert L. Carroll, VertebratePaleontology and Evolution, s. 336.264 "Evolution's Erratic Pace", StephenGould, May›s 1977, Natural History,cilt 86, ss. 12-16.265 "Evolution's Erratic Pace", StephenGould, May›s 1977, Natural History,cilt 86, ss. 12-16.266. Stephen M. Stanley,Macroevolution: Pattern and Process,W. H. Freeman and Co., San Francisco,1979, ss. 35, 159.267. S. J. Gould, "Return of theHopeful Monster", The Panda's Thumb,W. W. Norton Co., New York, 1980, ss.186-193268. Loren Eiseley, The ImmenseJourney, Vintage Books, 1958, s. 186;Norman Macbeth, Darwin Retried: AnAppeal to Reason, Harvard CommonPress, New York, 1971, s. 33.269. Norman Macbeth, Darwin Retried:An Appeal to Reason, Harvard

Harun Yahya (Adnan Oktar)

NOTLAR 223

Common Press, New York, 1971, s. 33.270. Loren C. Eiseley, The ImmenseJourney, Vintage Books, 1958, s. 186;Norman Macbeth, Darwin Retried: AnAppeal to Reason, Harvard CommonPress, New York, 1971, s. 36.271. Edward S., Jr., The Reply: Letterfrom Birnam Wood, Yale Review, vol.61, 1967, ss. 631-640.272. Prof. Dr. Muammer Bilge, HücreBilimi, s. 59.273. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m veEvrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara,1984, ss. 65, 72.274. M. Y›lmaz Öner, Canl›lar›nDiyalekti¤i ve Yeni Evrim Teorisi, ss.84-89.275. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m veEvrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara,1995, s. 73.276.http://www.flash.net/~rdwillia/Evlutn1.htm277.http://www.flash.net/~rdwillia/Evlutn1.htm278. John E. Hill, James D. Smith,Bats: A Natural History, BritishMuseum of Natural History, London,1984, s. 33.279. L. R. Godfrey, "Creationism andGaps in the Fossil Record", Scientists

Confront Creationism, W. W. Nortonand Company, 1983, s. 199.280. Robert Shapiro, Origins: ASceptics Guide to the Creation of Lifeon Earth, Summit Books, New York,1986, s. 127.281. Fred Hoyle, ChandraWickramasinghe, Evolution fromSpace, New York, Simon & Schuster,1984, s. 148.282. Fred Hoyle, ChandraWickramasinghe, Evolution fromSpace, New York, Simon & Schuster,1984, s. 130.283. Wynne-Edwards, V. C., "SelfRegulating Systems is Populations ofAnimals", Science, vol. 147, 1965, ss.1543-1548; Wynne-Edwards, V.C.,Evolution Through Group Selection,London, 1986.284. A. D. Bradshaw, "Evolutionarysignificance of phenotypic plasticity inplants," Advances in Genetics, vol. 13,ss. 115-155; Lee Spetner, Not ByChance!: Shattering the Modern Theoryof Evolution, The Judaica Press, Inc.,New York, 1997, ss.16-17.285. Andy Coghian, "Suicide Squad",New Scientist, July 10, 1999.

Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)

NOTLAR224