88
Eylül / 2007

Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

�Eylül / 2007

Page 2: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

2 Somuncu Baba

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın Yayın Organıdır.

KurucusuA.Şemsettin ATEŞ

Yaygın Süreli

ISSN: 1302-0803

YIL: 14 SAYI: 83

Eylül 2007

Basım Tarihi: 01 Eylül 2007

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına İmtiyaz SahibiSebahaddin ATEŞ

Genel Yayın Yönetmeniİsmail PALAKOĞLU

Yazı İşleri MüdürüHulûsi YAYLA

Yayın Editörü Musa TEKTAŞ

Tanıtım ve Halkla İlişkilerMelek ATALAY

Sanat Yönetmeni Serkan ÖZTÜRK

Grafik / Tasarım ve UygulamaMuharrem AKINEmre AYDOĞANSamet ŞAHİNASLAN

KapakAli Ekber SADIKİ

Arka KapakHikmet BARUTCUGİL

Tashihİbrahim ŞAHİNYusuf HALICI

ArşivSabit DEMİR

Somuncu BabaAylık İlim - Kültür ve Edebiyat Dergisi

83E y l ü l2 0 0 7Fiyatı: 6 YTL

İ ç i n d e k i l e r

Harikalar Diyarı PetraÇöle Serinlik Verecek Kelimelerle Efendim!“Petra kelime anlamı olarak kırmızımtırak veya ıtır, koku anlamında kullanılır. Petra’da ilerlerken bir tepe üzerinde eski bir yapıyı (saray) gezdikten sonra aşağı doğru ilerleme-ye başladık. Petra’da çok tanrılı dinlerin özelliklerini görür-ken Allah’ın kudretinin büyüklüğünü bir kez daha anladık.”

“Ama bir an var ki ey Rasûl, o bir an seni ağladım. Seni andım da sesim titredi. Gözümden yaşlar boşan-dı. Konuşamadım beni dinleyen o minik yüreklerin karşısında. İşte o an, ağlamanın güzelliğine kapıldım. Gözyaşı nasıl yıkar ve yakarmış kalbi gördüm.”

Müminlerin Temel Özelliği: İnfâk

“İnfâk, yalnızca malî yardımlarla sınırlı değildir. O malî yardımları içine aldığı

gibi, diğer sosyal yardımların hepsini içerisine alır. İnfâkın temel rukünlerin-

den biri, onun Allah rızasını kazan-mak için olması ve sevgi temeline

dayanmasıdır.”

8

24�4

Page 3: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

3Eylül / 2007

Abone İşleri ve Reklamİsmail Hakkı ÖZBAYAhmet Hulûsi KÖMÜRCÜ

Basım-Yayım-Dağıtım-PazarlamaVİSAN İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYATel:(422) 615 15 00 Fax:(422) 615 28 79www.somuncubaba.net - [email protected]

Dağıtım Kültür Dergi Dağıtım

CTP - Kalıp Çıkış Bizim Repro: (312) 341 10 20 - 21

Baskı & ÜretimAjans Türk Basın ve Basım Sanayi A.Şİstanbul Yolu 7. Km. Necdet Evliyagil Cad.No: 24 Batıkent / ANKARA Tel: 0 (312) 278 08 24

FiyatTek Sayı : 6 YTLKurum Abone : 100 YTL1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 60 YTLAvrupa 1 Yıllık Abone : 60 EUROAvrupa Tek Sayı Fiyat : 5 EUROAvrupa Harici Yurtdışı Abone : 90 USD

Posta Çeki (Darende Postanesi): 1361068

Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001

İrtibat Telefonları

“Bizim Gülşendeki Güller”

“Aşk şarabını içmek, insanın (mecazi olarak) kendi kanını dökmesi, yani ölmeden önce ölmesi, nefsinin bağlarını çöz-mesi, ihtiras ve tutkularını terk etmesidir.”

“Allah’ın hakkını yerine getirmeden, sadece O’nun kulunun ve mahlukunun hakkını yerine getirmekle kendini “kurtuluşa ermiş” görmek, hatadır. İman-dan sonra, Allah’ın en mühim hakkı ise: Günde beş vakit namazdır.”

Bir Hasta Ziyareti ve DüşündürdüğüTasavvuf Şiirinde Ramazan“Ramazan, sûfîler için çok önemli bir zaman dilimidir. Camiler gibi dergâhlar da bu ayda daha bir zenginlik ve manevi coşkunun yaşadığı mekânlara dönüşür. Bu ayda camilerde, dergâhlarda ilahilerin diğer zamanlara göre daha fazla söylenmesi ramazan konulu şiirlerin sayıca çok olmasına sebep olmuştur.”

36

64 80

Page 4: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

Ramazanda “Gül Alıp Gül Satanlar”

Biz “Gül Mevsimi” denince, ilk olarak Peygamberimizin dünyayı şereflendirdiği “Nisan” ayını hatırlarız. Kur’an’ın aydınlığını cihana yayan, sünnetiyle âlemleri ihya eden Âlemlerin Efendisinin getirmiş olduğu ilahî emirlerin tam olarak yaşandığı her zaman dilimi “Gül Mevsimi”dir.

İşte bu sebepten dolayıdır ki mübarek Ramazan ayı da, gönül iklimimizde gül güzelliğinde çiçekler açmakta, etrafa güzellikler saçmaktadır.

14. yüzyıl erenlerinden Somuncu Baba olarak bilinen Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri bir şiirinde şöyle diyor:

Bizim gülşendeki güller

Dururlar taze solmazlar

Hazan olup dökülmezler

Zemistan ü bahar olmaz

Zaman gelip geçse de irfan bahçesinin gülleri solmaz… Aynen Ramazan ayını orucuyla, zekâtıyla, teravihiyle, ha-liyle, hayrıyla sırrına âşina olarak idrak edenlerin gönülleri de solmayan güller gibi daima taptaze kalır. Çok bilinen bir şiirinin mısraları da şöyledir:

Gül alırlar gül satarlar

Gülden terazi tutarlar

Gülü gül ile tartarlar

Çarşı pazarı güldür gül

Şehirlerimizin, kasabalarımızın, köylerimizin, çarşıları-mızın, caddelerimizin, sokaklarımızın, evlerimizin, camile-rimizin her tarafı Ramazan ayı gelince güllerle donanıyor. Güleryüzlü insanlar alışverişlerindeki olgunluklarıyla sanki gül alıp gül satıyorlar. Oruç tutan mü’minler ibadetlerinin manevî karşılığını iftar sevincinde gül kokusuyla, misk ko-kusuyla, cennette ise yine ilahî rahmetle alıyorlar. Güllerin Efendisi’nin sünnetine uygun ticari hayatıyla esnaflarımız her ayı ramazan, her günü bayram bilip, gülden terazi tutuyor, daha adaletli davranıyorlar. Her türlü kötülükten insanımız kendini muhafaza etmeye çalışıyor. Alan gül gö-nüllü, satan gül gönüllü olunca, “Gül alıp, gül satıyorlar.”

Kur’an ve sünnete göre iyi insan, insanlara faydalı olan, salih amellerde bulunan; bütün davranışlarında doğruluk-tan ayrılmayan; insanlara iyiliği emredip, kendisini unut-

Summary

“Rose Buyers and Sellers” in Ramadan

When it is said “The Rose Season”, we immediately remember the month April our Prophet Muhammad

(pbuh) was born in. Every time period in which the light of the Qur’an spreads over the universe and all the divine

commands brought by Muhammad the Prophet (pbuh) are perfectly applied is “The Rose Season”.

Just for this reason, the month Ramadan brings tranquility to our hearts in the beauty of roses and spreads beauty to

the earth.

In Ramadan every part of our cities, towns, villages, streets, houses etc. are decorated with roses. Friendly people, by way of their mature attitudes, act as if they

buy and sell roses. The faithful who fast during Ramadan break their fast in the evenings with the smell of the roses

experiencing the peace of the spiritual reward of their praying and with the divine grace of Allah in the other

world.

Tradesmen who act in accordance with the Sunnah of “The Master of the Roses” consider every month as

Ramadan and every day as festival. As a result, they act much more carefully in their selling. They also try to

protect themselves from every kind of evil attitudes. Since both the buyer and the seller is eager, as Hacı Bayram Veli

said “They buy and sell rose”.

Başyazı...

4 Somuncu Baba

Page 5: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

mayan; kötülüğü iyilikle savan; kendisi için istediğini, kardeşi için de arzulayan; kendi kusurlarıyla meşgul olup, başkalarının dertleriyle ilgilenen, kimsenin gönlünü kırmayan ve kırılmayan bir kimsedir. Bizi kötülüklerden koruyan ibadetlerimizin manevî yönünü akıldan çıkar-mayarak, Sevgili Peygamberimizin şu hadisini hatırlaya-lım: “Oruç kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şayet biri kendisine söver ya da çatarsa; “Ben oruçluyum desin.” Orucun mane-vî sırrına eren insan, kötü söylemez ve kimseye çatmaz, kendisine çatan, kötü söyleyen olursa, ona da nazikçe “lütfen bana ilişmeyin, ben oruçluyum” diyerek, kendisi-ni oruç kalkanıyla korur. Çünkü oruç, oruçlu için dünya-da günahlara, ahirette cehennem azabına karşı koruyucu kalkan konumundadır. İşte bu irfanı o gönüllere düşüren güzellik gül güzelliğidir, sünnete bağlılıktır.

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin Divân’ında gül güzelliğindeki hoşgörü şu mısralarla anlatılmıştır:

Sakın nefsine uyup bir cân incitmeyesin

Hüsn ü edebi koyup, bir cân incitmeyesin

El ile döğseler de dil ile söğseler de

Bin kez incitseler de bir cân incitmeyesin

Hepsi kardeşlerindir yolda yoldaşlarındır

Hâlde hâldaşlarındır bir cân incitmeyesin

Beyhûde cânın sıkıp insanlığından çıkıp

Dil Ka’besini yıkıp bir cân incitmeyesin

Aşk; candan geçmek, cihanı, gönülden çıkarmak, posttan dosta, yönelmektir. Gül gibi gönülleri üzme-mektir, edeb-erkân dâhilinde sevgiyle yaşamaktır. Kısa-ca Hakk’ın gerçek kulu olmaktır.

Gül kokulu sevgilinin aşk rayihalarının yüreklerde hissedildiği bu kutlu ayda, Peygamberimize hâl ve hare-ketle ittiba etmekle birlikte, bu sevgiyi bütün hayatımıza yaymalı, bütün zamanımıza şamil kılmalıyız. Ramazan-ı Şerif’in manevî hissiyatından nasiptar olmalıyız.

Sofralarınız bereketli, Ramazan-ı Şerifiniz mübarek olsun. Gönülleriniz bayram sevinciyle dolsun…

İçindekilerMektûbât-ı Hulûsi-î Dârendevî

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) ..........................6

Müminlerin Temel Özelliği: İnfâk

Prof. Dr. Ali AKPINAR ...............................................8

Gül Kokulu Ramazan

M. Nihat MALKOÇ .................................................13

Çöle Serinlik Verecek Kelimelerle Efendim!

Mustafa OĞUZ .......................................................14

Bir Huzur İklimidir

Yusuf AKYÜZ ..........................................................17

Ramazanda Manevî Donanıma Ermek

Doç. Dr. Kadir ÖZKÖSE .........................................18

Nefsin, Şehvetin ve Şeytanın Şerrinden Kurtulalım

Prof. Dr. Mehmet AKKUŞ .......................................22

Harikalar Diyarı PETRA

Resul KESENCELİ ....................................................24

Röportaj “Müslümanlar

Ramazan-ı Şerifte Daha Engin ve Cömerttir”

Konuşan: İbrahim YARIŞ..........................................30

Divriği Ulu Camii

Ahmet Mahir PEKŞEN .............................................35

“Bizim Gülşendeki Güller”

Sadık YALSIZUÇANLAR ..........................................36

Kalbin İnfâk Davetine Kulak Vermek

Taha YILDIZ ...........................................................40

Hulûsi Efendi (k.s)’nin Ramazan Günlüğü

Musa TEKTAŞ .........................................................46

Abdullah b. Mahrame

Doç. Dr. Bünyamin ERUL .......................................53

Ramazan Sevinci

Meryem Aybike SİNAN ...........................................54

Hulûsi Efendi’nin Kedileri

Yunus GÜLDEMİR ..................................................56

Barış Peygamberi ve Savaş Esirleri

Doç. Dr. Bayram Ali ÇETİNKAYA ............................58

Tasavvuf Şiirinde Ramazan

Mustafa ÖZÇELİK ...................................................64

Güleryüzlü Olmalıyız

Doç. Dr. Sefa SAYGILI ............................................68

İki Ustadan Bir Şiir, Bir Nesir Kitabı

Vedat Ali TOK ........................................................70

Ebû Türâb-ı Nahşebî

İbrahim ŞAHİN .......................................................74

Veda Modaevinden Işıklar

Raziye SAĞLAM ......................................................76

Yüzünü Göreyim Ya Rasûlallah (s.a.v)

Halil GÖKKAYA ......................................................79

Bir Hasta Ziyareti ve Düşündürdüğü

Prof. Dr. Mustafa NUTKU .......................................80

Ramazanda Beslenme

Ş. Adil AYDIN .........................................................82

Tutmaç Çorbası

Mesude SARI ..........................................................84

[email protected]

�Eylül / 2007

Page 6: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

6 Somuncu Baba

Günden güne artan hasret ateşi, görünenden başkasını yokluğa verip an-cak ki görüntü dünyasında şekillenmiş hayaller dışında bir şey bırakmadı. Gönülden şevk ve özlem fidanlarının dallarından birisi gözden çikıp göz neyi görse Leylâ’sı sanıp ayağına inci ve mercan saçar.

Dallarından birisi, kulaklardan meydana çıkıp neyi işitse (Bu gün hüküm-darlık kimindir?)’in seslenişi-çağrısıdır, diye o yüceltme, o ikram nefesini anıp cânın gönül kulağına canânın nidasını müjdeler.

Dallarından birisi, burundan ortaya çıkıp o en kutsî ilim-irfanın feyizli

rüzgârının coşkusuyla mırıldanıp her yel Yusuf’tur diye Ken’an diyarının ay-rılık Yakup’una Yusuf’un arzuhalini verir.

Dallarından birisi, ağızdan dile gelip her ne söylerse sevgiliyi söyler, her ne dilerse sevdiğini diler, her ne inlerse sevdiğini inler (yani söyler.)

Dallarından birisi, iki eliyle bir el olup o gerçek-doğru- ele uzanıp (Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir) gizinin, kendi hakikatiyle (aslıyla) kavuş-mada o yemine, o sözleşmeye can verip korkusuzca, kendinden emin ola-rak, bilerek iman eder.

O Tanrı’nın ağaçları ve O’nun hidayet ettiklerinin kökleri ise ayaklara inip onu, Allah yolundan ve Hz. Muhammed (s.a.v)’nın şeriata uygun da-iresinden başka bir yola salmaz. Sürekli sevgiliye kavuşma ümidiyle onun “Sevgilinin” bulunduğu yerin eşiğinde dolaşır durur.

Page 7: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

7Eylül / 2007

Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN

Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâdVey her demi bir gam ile nâ-şâd

Feryâdıma dâd kıldı nâmenHer yâdıma yâd kıldı nâmen

Men hastayı eyledi tedâvîHer matlabını kılup telâfî

Düşmüşdü reh-i intizâra dîdeDökmüşdü güherin pâzâra dîde

Göz yaşımı silmeye bir yârYokdu ki ola benimle hem-zâr

Ya tuta elimden ola gam-hârYa yâremi sarup ede tîmâr

Men zâr u garîbin o yâr-ı gârıGâh leyl bakup gâh nehârı

Mest gözleriyle kılup nazaraMen hasta siyâh rûz- gâra

Okşardı derdi ki ey garîbimGam çekme menem senin habîbin

Hâlini kimseye etme ifşâDerdine devâ menem ser-â-pâ

Zârın da benimçün olsun ey zârVarın da benimçün olsun ey zâr

Sabreyleyü cevrime üns tut gılGayrîleri gayri gel unut gıl

Pervâne misâli nârıma yakup bâlKendini unudup hayrete dal

Lâl eyle dilin koy özge yâdınBen isem eğer senin murâdın

Yok var ise benden özge bir yârYâd eyleme beni özge kıl zâr

Maksûd ben isem seninçün ammâBir olısarız suret u mânâ

Yek-cân u yek-dil yek-dem yek-başYek-ten ü yek-gam yek-fem yek-aş

Fark olmaya sûret ü sîret ü hâletAşıklığına budur delâlet

Page 8: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

İlim ve HayatProf. Dr. Ali AKPINAR

8 Somuncu Baba

Müminlerin Temel Özelliği: İnfâk

“İnfâk, yalnızca malî yardımlarla sınırlı değildir. O malî yardımları içine aldığı gibi, diğer sosyal yardımların hepsini içerisine alır. İnfâkın temel rukünlerinden biri, onun Allah rızasını kazanmak için olması ve sevgi

temeline dayanmasıdır.”

Fotoğraf: Serkan ÖZTÜRK - Medine

Page 9: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

�Eylül / 2007

K utsal Kitabımız ilk sayfala-rında bizlere gerçek mü-

minlerin/müttakîlerin tanımını yapar. Müttekîler Allah’ı hesa-ba katarak yaşayanlar, O’ndan sakınanlar, O’na karşı sorum-luluklarını yerine getirenler..

“Onlar gözleriyle görmedikleri halde Allah’a inanırlar, namazı adamakıllı kılarlar ve kendileri-ne rızık olarak verdiklerimizden infâk ederler…”1

Görüldüğü üzere ayetler-de müminlerin üçüncü temel özelliği olarak infâk sayılıyor. Ayetlere göre infâk, zengin-liğin değil, müminliğin temel şartıdır. Tabidir ki, infâktan önce sayılan iki temel özellik, sahibini infâka hazırlayan esas-lardır. İman ve namaz. Gerçek anlamda inanmak ve gereği gibi namaz kılmak. Üçüncü olarak da infâk. Sahip olduğu-muz iman ve kıldığımız namaz, bizi infâk eylemini yerine ge-tirmeye götürmelidir. Gerçek iman ve gerçek namaz budur.

Şimdi söz konusu ayeti bi-raz açıklamaya çalışalım:

Kendilerine rızık olarak ver-diklerimizden infâk ederler.. Her şeyden önce onlar infâkı sü-rekli yaparlar, kesintisiz infâk ederler. Fırsat buldukça infâkta bulunurlar. İnfâk onların kalıcı ve en temel özelliğidir. Buna dikkat çekmek için muzarî/ge-niş zaman kipi kullanılmıştır.

Bizim verdiklerimizden verirler.. Sahip olduklarının asıl sahibi olarak Allah’ı kabul ederler. O’nun malını, O’nun kulları-na verirler.. Fakirlere verdik-leri gibi, zenginlere de verir-ler. Yakın akraba başta olmak

üzere herkese ikram ederler. Dolayısıyla zorlanmadan verir-ler, minnet etmeden verirler.. Çünkü onlar bilirler ki sahip olduklarını onlara veren Yüce Allah’tır. O, isteseydi onlara değil, başkasına verebilirdi. Hâlbuki Yüce Yaratıcı, onla-rı imtihana tabi tutmak için verdi. İnfâk edebini belirleyen ayetlerden biri şöyledir: “Mal-larını Allah yolunda verip de sonra verdiklerinin ardından başa kakmayan ve eziyet etme-yenlerin, Rableri katında ödül-leri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.”2 Yine o variyet sahipleri, sahip olduklarıyla sınanmaktadırlar. İşte bunun bilincinde, sınavı kazanmak için verirler. Nite-kim ayette “Biliniz ki mallarınız ve evlatlarınız sınav aracıdır”3 buyurulmuştur.

Ayette, kendilerine verdi-ğimiz şeyler denilerek genel ifade kullanılmıştır. Dolayısıyla onlar sahip oldukları her şeyi Allah’ın kullarının hizmetine sunmaya çalışırlar. Bu variyet, mal zenginliği olabilir; makam mansıp, saygınlık olabilir; gü-zel konuşma yazma olabilir; evlat olabilir.. Daha başka in-sanlığın yararına olan bir şey olabilir. Onlar neye sahiplerse onlardan verirler. Kıskanma-dan, cimrilik yapmadan verir-ler. Verirler de verirler, verebil-mek için çalışıp kazanırlar.

Verdiklerimizden verirler.. Kendilerine verdiğimiz her şeyi değil, bir kısmını verirler. Bu ifade, hesapsız harcamayı, savurganlığı yasaklamaktadır. Müslüman ne cimri olur, ne de savurgan. O, her zaman orta

yolun adamıdır. Yerli yerince vermek, kendini ve karşısında-kini düşünerek vermektir doğ-ru olan. Nitekim infâkta ölçülü olmayı isteyen bir ayette şöyle buyurulmuştur: “Rahman’ın kulları harcadıkları zaman, ne israf ederler ne de cimrilik ederler; harcamaları, bu ikisi-nin arasında dengeli olur.”4

Rızık olarak verdiklerimiz-den.. ifadesi, verilen şeyin işe yarar, rızık olabilecek şey olma-sı gerektiğine işaret etmektedir. Dolayısıyla infâk edilen şey, işe yaramaz tampon malzemeler değil, karşı tarafın ihtiyacına cevap verecek şeyler olmalıdır. Bir çok ilim adamı haram/za-rarlı olan şeyleri rızık olarak ka-bul etmemişlerdir. Bu konuda müminler şöyle uyarılmışlardır:

“Ey inananlar, kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkardığı-mız nimetlerin iyilerinden verin, kendiniz utandığınızdan ve iğ-rendiğinizden dolayı göz yum-madan alamayacağınız kötü şeyleri sadaka vermeye kalk-mayın. Bilin ki Allah zengindir, övülmüştür.”5

İşte Müslümanın İnfâk anla-yışını bu kısa Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden İnfâk ederler cümlesi net bir şekilde belirlemektedir. Tabi ki Ku-r’ân’da İnfâk ile ilgili pek çok ayet yer alır. Bunlardan birkaç örnek verecek olursak:

Sevgi Temelli İbadet: İnfâk

İyiliği/biri en veciz bir şekil-de tanımlayan Kur’ân ayetin-de6 Sevdiği halde malı veren cümlesi yer alır. Sevdiği halde ifadesi, sevdiğinden verme,

Page 10: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

severek isteyerek verme, Allah sevgisi ile verme, verdiği kişiyi severek verme gibi şeklinde anlaşılmıştır. Ayetin cümle ya-pısı, bu anlamların hepsine uygundur. Demek oluyor ki İnfâk, sevgi temelli bir ibadettir. Nitekim münafıkların yaptıkları harcamaların kabul edilmeyişi bir ayette şöyle açıklanır: Sa-dakalarının kabul edilmesine engel olan sadece şudur: Onlar Allah’a ve elçisine karşı nankör-lük ettiler; namaza da üşene üşene gelirler ve istemeye iste-meye sadaka verirler.7

“Sevdiğiniz şeylerden sarf et-medikçe iyiliğe erişemezsiniz. Her ne sarf ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.”8 Ayet, sevdiği-miz şeylerden vermemizi isti-yor, severek isteyerek verme-mizi istiyor. Allah için verilen hiçbir şeyin karşılıksız kalma-yacağına vurgu yapıyor.

Geri Dönüşümü Olan İbadet: İnfâk

Elbette Müslüman, yaptı-ğı tüm ibadetler gibi infâk ve

hayır hasenâtını da yalnızca Allah için, O’nun emri olduğu için ve O’nun rızasını, sevgisini kazanmak için yapar. Nitekim pek çok ayette Allah yolunda infâk9 ifadesi yer alır. Ancak Yüce Allah, lütuf ve keremiy-le kullarının yaptığı ibadetleri karşılıksız bırakmayacağını bil-dirir:

“Verdiğiniz her hayır, ken-diniz içindir. Çünkü yalnız Allah’ın rızâsını kazanmak için veriyorsunuz. Verdiğiniz her hayır, size tastamam verilir ve hiç hakkınız yenmez.”10

“Allah yolunda ne harcarsa-nız tam olarak size ödenir, hiç haksızlığa uğratılmazsınız.”11

“Allah sadaka verenleri şüp-hesiz mükafatlandırır.”12

“Mallarını Allah yolunda sarf edenlerin durumu, her başa-ğında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin du-rumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah’ın lütfu ge-niştir, O her şeyi bilendir.”13

Bu ayetlerde Allah yolunda yapılan harcamaların asla boşa gitmeyeceği, verilenlere karşı-lık kat kat fazlasının bize geri döneceği bildiriliyor. Bu geri dönüş, sahip olduklarımızın bereketlenmesi şeklinde ola-bilir, dünya ve ahirette yeni nimetlere erme şeklinde ola-bilir. Bir takım bela ve sıkıntı-lardan kurtulma şeklinde ola-bilir. Dünyada kazandıklarımı-zın bereket ve hayrını görme, ahirette mükafatlara nail olma şeklinde olabilir. Bunun mahi-yetini ve miktarını biz takdir edemeyiz. Ama biz şunu bil-meliyiz ki Allah için yapılan hiç bir harcama asla karşılıksız kalmayacaktır.

Kadın Erkek Her Müslümana Yakışan

İbadet: İnfâk

İslâm’a göre erkek gibi kadı-nın da mal edinme ve malında tasarruf hakkı vardır. Buna göre meşru çalışma, nikah yolu ile, veraset ve benzeri yolla kadının elde ettiği malını kullanma ve

�0 Somuncu Baba

Page 11: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

��Eylül / 2007

harcama yetkisi tamamen kendi-sine aittir. Variyet sahibi olan ka-dın malından infâkda bulunmalı, zengin ise zekatını vermelidir.

“Doğrusu, sadaka veren er-kek ve kadınlara, Allah’a güzel bir takdimde bulunanlara kat kat karşılık verilir; onlara cö-mertçe verilecek bir ecir var-dır.”14 İnfâk kadın erkek her Müslüman için söz konusu olan bir ibadettir.

Bollukta ve Darlıkta İnfâk

“Onlar bollukta ve darlıkta sarf ederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affederler. Allah iyilik yapanları sever.”15 Bu ayet, Müslümanın yalnızca bollukta değil, darlıkta da infâk ibadetinin içerisinde olduğuna dikkat çekmektedir.

“Daha önce Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı kökleştirmiş olanlar, kendileri-ne göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde en küçük bir rahat-sızlık duymazlar. Kendileri ih-tiyaç/zaruret içerisinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Nefsinin cimriliğinden korunan kimseler, gerçek an-lamda kurtuluşa erenlerdir.”16 Ayet, Medineli Ensar’ın, Mek-keli Muhacir kardeşlerine karşı sergiledikleri bu kardeşlik, di-ğerkâmlık/îsâr ruhunu açıkla-maktadır. Bu ruhun temelini ihtiyaç içerisinde iken vere-bilmek, severek verebilmek, kardeşini kendi nefsine tercih edebilmek oluşturur. Ensar ruhlu olmak, ensarın yolunda olmak ancak onlar gibi olmak-la mümkündür.

Hayır, Sonraya Bırakılmaz!

Kur’ân bizleri, fırsat elde iken hayır hasenatta bulun-maya çağırır. Kur’ân’ın istediği, sağlığımız yerinde iken vere-bilmektir. Şu ayetleri okuyuve-relim:

“Ey inananlar! Alışverişin, dostluğun, şefaatin olmayacağı günün gelmesinden önce sizi rızıklandırdığımızdan hayra sarf edin. İnkâr edenler ancak ken-dilerine yazık edenlerdir.”17

“Allah yolunda sarf edin, kendinizi kendi elinizle tehlike-ye atmayın, işlerinizi iyi yapın. Şüphesiz Allah iyi iş yapanları sever.”18

“Ey inananlar! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı an-maktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa, işte onlar zarar eden-lerdir. Herhangi birinize ölüm gelip de ‘Rabbim, beni bir süre daha geciktirsen de sadaka ve-

rip iyilerden olsam’ demeden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın. Doğrusu Allah, ece-li gelen hiç kimseyi ertelemez. Allah yaptıklarınızdan haber-dardır.”19 Ayetler, ölüm gelme-den önce, fırsat elde iken İn-fâkta bulunmanın gereğini ha-tırlatıyor, İnfâktan kaçınanları tehlikenin içerisine düşmekle uyarıyor. Ölüm anında, fırsat-ları tüketen insan, her şeyini vermek isteyecektir, ama bu istek faydasız bir kuruntudan öteye geçmeyecektir. Önemli olan fırsatlar elde iken, sıhhat ve afiyet içerisinde iken vere-bilmektir. Nefse rağmen vere-bilmektir.

“De ki: ‘Doğrusu Rabbim, kullarından dilediğinin rızkını hem genişletir ve hem de ona daraltıp bir ölçüye göre verir; sarf ettiğiniz her hangi bir şe-yin yerine O daha iyisini koyar, çünkü O rızık verenlerin en hayırlısıdır’.”20 Yukarıda da belirtildiği gibi rızkı veren, kul-

Page 12: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

ları arasında onu paylaştıran Allah Teâlâ’dır. Sahip olduk-larımızın gerçek sahibi O’dur. O, zengin fakir insanları bir-birleriyle sınamaktadır. Fakir kanaat edip zenginin malına göz dikmeyerek ve sabrede-rek; zengin de variyetinin bir kısmını yoksul kardeşleriyle paylaşarak bu sınavı kazana-bilir. Allah yolunda ve O’nun rızasını kazanmak için yapılan hiç bir harcama karşılıksız kal-mayacaktır.

Özetleyecek olursak, sa-hip olduğu değerleri meşrû zemin içerisinde kardeşleriyle paylaşmak demek olan infâk müminliğin temel şartıdır. Ze-kat vermek için belli bir zen-ginlik şartı var ise de zekatı da içine alan infâk için herhangi bir sınır yoktur. Zaten az iken veremeyen, çok iken hiç vere-mez. İnfâk, yalnızca malî yar-dımlarla sınırlı değildir. O malî yardımları içine aldığı gibi, di-ğer sosyal yardımların hepsini içerisine alır. İnfâkın temel ru-künlerinden biri, onun Allah

rızasını kazanmak için olması ve sevgi temeline dayanması-dır.

İşte Kur’ân toplumunu ku-ran bu infâk anlayışıdır. Bu ayetler, bugün de Ensar ve Muhacir ruhlu insanları yetiş-tirebilecek tazelik ve dirilikte-dir. Önemli olan onları doğru anlayıp gereklerini yerine ge-tirme kararlılığı içerisinde ola-lım. Şimdi zaman, bu ayetler ışığında kendimizi sorgulamak ve infâk ibadeti karısındaki du-rumumuzu tespit etme zama-nıdır. Zaman, infâk ibadetiyle tanışıp onu kuşanma ânıdır.

İslâm fıkhına göre zekat ayı, Müslümanın zengin oldu-ğu aydır. İman adamı, dinen zengin olduğu/nisap miktarı mala sahip olduğu gün üze-rinden bir yıl geçtikten sonra zekatını vermelidir. Bu şekilde insanların zenginliğe ulaşma ayları farklı olacağı için, sene-nin bütün aylarında fakirlere yardım ulaşmış olacaktır. An-cak bizim toplumumuzda ge-nelde Ramazan ayı, zekat ve

hayır hasenat ayı olarak kabul edilmiştir. Bunda Ramazan ayı içerisinde yapılan ibadetlerin sevap çarpanının fazla olması etkili olmuştur. İşte 1428 hicrî yılının Ramazan’ı bir hayır pa-nayırı gibi, özel anlamda zekat, genel anlamda infâk için iyi bir fırsat olarak karşımızda duru-yor ve müşterilerini bekliyor. O halde bu fırsatın kıymetini bilelim, onu iyi değerlendire-lim. Ramazan ayına ve Müs-lümana yaraşır şekilde. Tıpkı her zaman cömert olan, ama Ramazan’da esen yeller, yağan yağmurlar gibi cömertliğine cömertlik katan Peygamberi-miz gibi.

�2 Somuncu Baba

1- 2 Bakara 1-4; 8 Enfâl 3; 22 Hac 35; 31 Lokman 4.

2- 2 Bakara 2623- 8 Enfal 28.4- 25 Furkan 67.5- Bakara 267.6- Bakara 177.7- Tevbe 54.8- Alu Imran 92.9- Bakara 262, 26510- Bakara 272.

11- Enfal 60.12- 12 Yusuf 88.13- Bakara 261.14- 57 Hadîd 18.15- 3 Alu Imran 134.16- 59 Haşr 9.17- 2Bakara 25418- 2Bakara 195.19- 63 Münafikûn

9-11.20- 34 Sebe’ 39.

Dipnot

Page 13: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

Gönüller bayram yeri yurda Ramazan geldiBoşlukta aktı zaman aylara sultan geldi

Gül kokulu buseler alında iz bıraktıDöküldü cümle günah bir garip hazan geldi

Gönül sularımıza düştü rahmet cemresiBin aydan hayırlı bir gecede Kur’an geldi

İnsanlık yarışında dizginlendi nefislerAçıldı gonca güller bahçemize can geldi

Öperken seccadeler mübarek alınlardanAsırlardan beridir beklenen yaran geldi

Dünya değirmen gibi öğütürken zamanıKimine kutlu vuslat, kimine hicran geldi

Karanlığın kalbine düştü ayın ışığıYerin huzuru için göklerden ferman geldi

Suların gölgesinde güneş ufka gömüldüİftara yaklaşırken gönle heyecan geldi

Nefisle cenk ederken ruhlar kıyama durduHakikatin sesinin gür çıktığı an geldi

Rahmet dileyen eller açılınca semayaNice sıkıntılara Şafi’den derman geldi

Yürekleri kuşattı, sardı bir tatlı huzurİnsanlığın sararan çehresine kan geldi

Günde beş vakit ezan yankılandı kubbedeDualar ikliminde soluklara şan geldi

Müminlere açıldı cennetin kapılarıBatıl zail olunca gönüle iman geldi

Yürek surlarımızda dalgalanmakta hilalVicdanlar uyanıyor, kalplere izan geldi

Saba yelleri eser gönül coğrafyamızdaSevap kefesi ağır mübarek mizan geldi

Gül Kokulu Ramazan

M.Nihat MALKOÇ

Page 14: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

�4 Somuncu Baba

Çöle Serinlik Verecek Kelimelerle Efendim!K alemimle kalbim arasına tereddüt hiç bu denli gir-

memiş, kelimelerin bu denli uzağına hiç düşmemiş-tim. Elim hiç bu denli ürkek davranmamıştı kaleme ve kâğıda uzanırken Ey Rasûl!

Bir sahur vakti şu dizelerde buluvermiştim seni, yıllar-dır bu dizeleri okumama rağmen:

“Sen geldin benim deli köşemde durdunBulutlar geldi üstünde durduMerhametin ta kendisiydi gözlerin”1

Biz, deli köşelerden sana sığındıkça kurtuluyorduk.

İnşirahı o zaman yaşıyor, karanlıktan o zaman sıyrılıyor-duk.

Secdeye uzanıp arşı dinlemeyi, kitab-ı kebir-i kâinatı okumayı, bir kelebeğin ayakuçlarıyla dokunuşu gibi yu-muşak, nahif ve zarif olmayı, içimizdeki hayvanın başını ezmeyi o zaman başarıyorduk.

Seni ne zaman “tanı”dım, bilmiyorum. Balığın denizle ta-nışma vakti var mıdır?

Elbette hayır. Kendimi bildim bileli adını bildiğimi sanıyo-rum.

Seni bildim de Ey Rasûl, huzura, dinginliğe, afiyete, barışa erdim.

* * *

Ramazanda insanlar, kadir gecelerini uyanık geçirir-ken, bizler sokaklarda tahta ata biner köyümüzde bek-lerdik seni.

“Ama bir an var ki ey Rasûl, o bir an seni

ağladım. Seni andım da sesim titredi.

Gözümden yaşlar boşandı. Konuşamadım

beni dinleyen o minik yüreklerin karşısında.

İşte o an, ağlamanın güzelliğine kapıldım.

Gözyaşı nasıl yıkar ve yakarmış kalbi gördüm.”

DenemeMustafa OĞUZ

Page 15: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

��Eylül / 2007

Dua eden çocukların rüyasına teşrif ettiğini öğre-nince minik kalplerimizi dua ile titretirdik.

Minik kalpleriniz dua ettikçe kocaman olur, derdi büyüklerimiz.

Seni öğrendim de Ey Rasûl, camilerde salavatlara katıldım.

Seni öğrenince dilime yakıştı Allahümme salli alâ seyyidina…

Seni tanıdım da ey Rasûl, hayatın şu kadar yılını geride bırakmış biri olarak dönüp bakınca kalbimin odalarında bir karartı olmadığını görüyorum.

Bütün odalarımın şavkı sensin.

Önümüze, ardımıza, sağımıza, solumuza ışık sa-çan kandillerin var.

Hayatımızın bütün karelerini aydınlattın.

Yaktığın kandiller hâlâ aydınlatıyor insanlığı.

Sevgin, şefkatin, hoşgörün aydınlatıyor insanlığı Ey Rasûl!

* * *

Kalbime yayılan inşirahın gözlerime yayılmaması ne üzücü…

Adını söyleyince dilim, kalbimin dilime eşlik ede-memesi, bütün azalarımın onlara katılamaması, göz-lerimden yaş boşalmaması ne acı…

Ama bir an var ki ey Rasûl, o bir an seni ağladım. Seni andım da sesim titredi.

Gözümden yaşlar boşandı. Konuşamadım beni dinleyen o minik yüreklerin karşısında.

İşte o an, ağlamanın güzelliğine kapıldım.

Gözyaşı nasıl yıkar ve yakarmış kalbi gördüm.

Mutlu oldum gözyaşından, mutlu oldum adını anarken sesimin titremesinden.

Mutlu oldum senin için akıtılan o birkaç damla gözyaşının gücüyle senin sevgini anlatmaktan.

O gözyaşlarıyla varmak isterim huzuruna efen-dim.

O erimiş ve saflaşmış kalp ile…

Seni ağladım da Efendim, insan oldum yeni baş-tan.

* * *Leblerimle emrine âmâdedir cânım benim Al da bir bûseyle öldür haydi cânânım benim

Lâl olur birden dilim bilmem neden görsem seniGörmesem kalmaz karârım dinmez efgânım benim2

Seni okumak öylesine farklı ki, döne döne keli-melere gömülmek ve kelimelerin ortasındaki adacık-ta seni yaşamak…

Fotoğraf: İsmail PALAKOĞLU Medine

Page 16: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

Gözyaşıyla oluşmuş bir deryanın ortasındaki bir kalp adası.

Seni okumak bu adayı oluşturmaktır Efendim. Kalbi alıp o adaya yerleştirmektir.

Seni okudum da Efendim, seni anlatan kelimeler güzelleşti.

* * *

Seni yazdım da Efendim

Vaktimin efendisi oldum.

O vakti süsledim, kalbimden başlayarak.

Kuşları çoğalttım, zamanı durdurdum ve kaydet-tim kâğıda.

Kalemimi titreyerek aldım elime, kıvançla bırak-tım.

Harf yürüyüşü sana yürüyüş oldu.

Kalbim seninle konuşuyor; yıl 1415 olmuş veya olmamış hiç fark etmiyor.

Seni yazdıkça Efendim, kelimeleri daha bir sevi-yorum.

Seni yazdıkça kullandığım kelimelerin yarın lehi-me şefaat dileyeceğini düşünüyor,

Seni yazdıkça insanlığım çoğalıyor, arınıyorum.

Vaktimi aylarca süsleyen iç konuşmalarımın res-mini kâğıda çiziyorum.

Yazdıkça Efendim, sağımda solumda, önümde

ardımda hissediyorum seni.

Kalp odacığımda ağırlıyorum seni, kelimelerle ça-ğırıyorsun kendine beni. “Biz de bu yazıda yan yana dizilelim ve Efendimizi dile getirelim!” diyor harfler. Efendim!

Şu an başımı satırlardan kaldırırsam seni kaçıra-cağım korkusunu yaşıyor, seni damarlarımda hisse-diyorum.

Bu güzelliğe seni yazarak nail oluyorum Efendim.

* * * Sakın terk-i edebden kûy-ı Mahbûb-i Hudâ’dır buNazargâh-i ilâhidir, Makam-ı Mustafâ’dır bu3

Ey Rasûl Senin köyüne yürümeye kalbim, ne gün dayanacak bilmiyorum.

Yeryüzünün sıcaklığının üstüne çıkarsa kalbimin sıcaklığı, bedenimi kontrol edebilirsem o zaman yü-rüyeceğim ravzana.

O zaman saracak bedenimi heyecan, beni uçu-racak kadar.

O zaman terk edecek bu can bu bedeni belki, Efendim.

Seni kalbime çağırışlarım bitmiyor ki beni mesci-dine çağırışına kulak vereyim.

Ellerimi açıyorum dilimdesin, secdeye uzanıyo-rum kalbimdesin.

Ravzanla aramızdaki mesafe ne ki… Mekân seni sınırlar mı ki…

Rüyalarımıza girip rehberliğini devam ettirirken aramızda yaşamıyor musun ki.

O zaman kalbimize çağırıyorum seni Efendim!

Soframızdaki kaşıklarla, odalarımızdaki adına se-rilmiş seccadelerle, kalbimizi titreten dualarla…

Yine de diliyorum Rabbimden Senin mahallende, sokağında, evinde dizlerimi kırıp defterimi, kalemi-mi elime alarak birkaç satır yazmayı nasip etsin.

Çöle serinlik verecek kelimelerle çağırayım defte-rime seni Efendim!

16 Somuncu Baba

1- Sezai Karakoç, Köşe2- Süleyman Arif Emre, Kantutar3- Nabi

Dipnot

Page 17: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

Rahmet yağmurlarıyla ıslanır da insanlıkYüreklerde isyandan ne varsa temizlenirOn iki ay içinde ona pâye sultanlıkOnun nûr ikliminde kulluklar filizlenir

Geceler takınırken mahyâsını gerdanaKaranlıklar ışığa özlem duyar an be anKadr-i büyük bir gece ışık saçar her yanaNefs’ler bitkin ve bîtap mâneviyat’sa sultan

Bir lokmayı bölüşmek kanat çırpar ruhlardaKulluk kuruyan kökten takvayla filizlenirBir bereket yaşanır yorgun düşen saflarda Mirac’ın meltemiyle gönüller temizlenir

Merhamet bir rahmettir dökülür sağnak sağnak,Bu ay da düşmanlıktan, garaz’dan vazgeçilirSeherlerde gözlere mihnet olur uyumakÂyetler “çölde kaynak” coşkusuyla içilir

Bir Huzur İklimidir

Seccâdeler bir burak, Kur’an sa nûr’dan kanat

İnsana dar gelir arz, uçar yüce makama

Nûr’dan kandiller ile ışır’da tüm kâinât

Anlamsızlığı kırar, hayat kazanır mânâ.

Sahur bir başka mânâ, iftar başka bir coşku

Teravihlerde fevc fevc secdelere varılır

Yardımlaşma can bulur, aşar en sarp yokuşu

Ramazan ikliminde tüm yaralar sarılır.

Şeytan bile utanır bu ay’da şeytanlıktan

Sabır bir güneş gibi sarar irâdeleri

Nefs haz duymaz olur isyandan, taşkınlıktan,

Bir huzur iklimidir şu Ramazan günleri

Yusuf AKYÜZ

Eylül / 2007 �7

Page 18: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

Sûfi PerspektifDoç. Dr. Kadir ÖZKÖSE

“Ramazanla gönlümüz bir başka yıkanıyor. Gözyaşı dökemeyen gözlerimiz yaşarmaya, ürpermeyen gönüllerimiz rikkate ermeye, gülmeyen yüzlerimiz

mütebessim olmaya, uzanmayan ellerimiz dost eli olmaya başlıyor. Artık birlikte hissediyor, birlikte yürüyor ve birlikte yol alıyoruz. İftar sofralarımızı garipler,

yoksullar, fakirler, dostlar, komşular ve akrabalarla paylaşmak suretiyle kaynaşıyor, hâlleşiyor ve birlikte yaşamayı öğreniyoruz.”

Ramazanda Manevî

Donanıma Ermek

İ nanmak bir ayrıcalık, bir hidayet ve bir nasip işi-dir. Kişinin inandığı gibi yaşaması ise bir erdem,

bir liyakat ve bir sevda işidir. İnanç ve ibadetlerimiz, bizleri, rahmet suyuna kanmaya ve ilahî tecelliye er-meye sevk etmelidir. Yaşanmayan, tadılmayan, se-vilmeyen ve yoluna kurban olunmayan din, sönük ve aciz kalır. Allah, bizden, canlarımız ve malları-mız karşılığında, cenneti hak etmemizi ve cemâline müştak olmamızı istemektedir. Bu dünyada iken cennet huzuru ve rahmet iklimini yakalayamayan-lar, ahirette hangi cenneti hayal edebilecekler?

İnsanlığın kurtuluşu ve mutluluğu için gönde-rilen İslâm, bizlere fırsat mevsimleri sunmaktadır her zaman. Cuma akşamları, bayram günleri, seher vakitleri ve özellikle Ramazan ayı hayat yolumuzu aydınlatan belli başlı kandillerdir.

�8 Somuncu Baba

Page 19: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

��Eylül / 2007

Ramazan, müminin yıllık ma-nevî donanım mevsimidir. Yaşa-mının yeniden gözden geçirilme-si, fırsatların değerlendirilmesi ve ibadet yoğunluklu bir hayat sür-mesinin özel eğitimidir. İhmalle-rini, kayıplarını, mahrumiyetlerini ve zaaflarını görme ânıdır. Yaşadığı günlerin hesabını vermeye, haya-tınızı dolu dolu yaşamaya yönelik bir davetiyedir. Kalbini yokladığı, ruhunu arındırdığı ve kendini ye-nilediği bir süreçtir.

Bu ayda Allah’ı zikretmenin, Al-lah’ı hissetmenin ve Allah yolunda olmanın deneyimini gerçekleştiri-yoruz. Alıştığımız ibadetleri, bir yıl boyunca, kesintisiz sürdürmeye karar veriyoruz. Allah’a kulluktan başka her şeyin boş olduğunu id-rak ediyoruz.

Katıldığımız mukabele meclis-leri, sürdürdüğümüz hatimler ve okunan Kur’ân âyetlerini can ku-lağı ile dinlemek suretiyle Kur’ân’la ünsiyet peyda ediyoruz. Kur’ân’ı kalbimize ve hanelerimize misa-fir edip Kur’an’la diriliyor, Kur’ân

adamı olmaya ahdediyoruz. Dün-yevî ve uhrevî kurtuluşumuzun Kur’ân ipine sarılmaktan geçtiğini idrak ediyoruz.

Ramazanla gönlümüz bir baş-ka yıkanıyor. Gözyaşı dökemeyen gözlerimiz yaşarmaya, ürperme-yen gönüllerimiz rikkate ermeye, gülmeyen yüzlerimiz mütebessim olmaya, uzanmayan ellerimiz dost eli olmaya başlıyor. Artık birlikte hissediyor, birlikte yürüyor ve bir-likte yol alıyoruz. İftar sofralarımızı garipler, yoksullar, fakirler, dostlar, komşular ve akrabalarla paylaş-mak suretiyle kaynaşıyor, hâlle-şiyor ve birlikte yaşamayı öğreni-yoruz. Vermenin, faydalı olmanın ve dert ortağı hâline gelmenin zevkini yaşıyoruz. Zekâtlarımızla mallarımızı, misafirperverliğimizle hânelerimizi, fitrelerimizle canları-mızı, kıraatle dillerimizi, namazla ruhumuzu ve oruçla gönlümüzü temizliyor, dirilişe eriyoruz.

Oruç tutmanın aç ve susuz kalmak olmadığını, kendimizi tutmak gerektiğini hissediyoruz.

Yalan, kötü söz, boş laf ve gerek-siz konuşmalardan dilimizi arın-dırıyoruz. Ya hayır söylemeyi ya da susmayı öğreniyoruz. Susma orucu ile irfan sohbetine koyu-luyoruz. Dilimizi tutmakla vücu-dumuzu selamete erdiriyoruz. Kulağımızla Hak sözlerini işitme-ye, gözümüzle hakikati tema-şa etmeye, elimizle hakkı tutup kaldırmaya, ayaklarımızla hayır yolunda olmaya gayret ediyoruz. Gönlümüzden gafleti kovmak, Rabbimizi kalbimizde hissetmek ve gönül hânemizi Allah’tan gayrı her şeyden temizlemek suretiyle kalbimize oruç tutturmaya çalışı-yoruz. İhlâs, samimiyet, teslimiyet ve aşk eğitimi verdiği için orucu-muza denk bir erdem yolu göre-miyoruz.

Oruçla kendimizi buluyor, nef-simize hâkim oluyoruz. Nefsinin zebunu, ihtirasının kurbanı ve zevklerinin meftunu değil Hakk’a karar kılıyor, irademizi yeniliyor, ufkumuzu sonsuzluk âlemine açıyoruz. İslâm’ı nefsimize telkin

Page 20: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

20 Somuncu Baba

ediyor, nefsimizi ruhumuzun hizmetine sunuyor ve nefsimizin kemâle ermesini, secdeye varmasını ve hi-zaya gelmesini sağlıyoruz. Ramazan’da Kadir gecesi ile de ânlık fırsat demlerini yakalamaya, her geceyi Kadir bilmenin kıymetine râm oluyoruz.

Ramazan’la duyarsız, hissiz, kalpsiz ve vicdansız adımlarımıza âh ediyoruz. Mazlumların ve mustarip-lerin imdadına koşmayı alışkanlık hâline getiriyoruz. Birimizin hepimiz için, hepimizin de birbirimiz için yaratıldığını, kavga etmeye değil barışmaya, yük olma-ya değil birbirimizin yükünü hafifletmeye, ağlatmaya değil güldürmeye geldiğimizi anlamaya çalışıyoruz.

İşte böylesi bir rahmet iklimi olan Ramazan ayına kavuşma sevincini İsmail Hakkı Bursevî, şu dizelerle ifade etmektedir:Geldi ol şehr-i safa mâh-ı vefâHamdülillah çeşm-i cân buldu cilaMağfiret-cû ol Huda’dan HakkıyâGeldi mâh-ı rahmet-i Hak Ramazan

Kıl teravihi safalar bulagörİt tesâbihi vefalar bulagör

Zikr u taat nûru ile dalagörHamdülillah geldi mâh-ı Ramazan.

Ramazan ayında bir başka coşkuya bürünen, adeta ibadet dirisi hâline gelen bir sûfîyi yakın dostlarından bir bilge şahsiyet imtihan etmek ister. Kendisine, oruç ibadetinin inceliklerine dair bazı sualler sorar. O Allah dostu şu cevabı verir: “Senin için geçerli olan oruç hükümlerini mi, yoksa benim için geçerli olan oruç hükümlerini mi soruyorsun?”

O alim bu cevap karşısında hayrete düşer ki, veli olan zat sözlerini şöyle tamamlar:

“Siz alimlere göre oruç sadece bir şeyler yiyip iç-mekle veya cinsel temasla bozulur. Oysa ben, Allah (c.c)’ı ne zaman unutursam orucumun bozulduğuna hükmederim.”

Sûfî isimlerden Muzaffer Kırmısînî orucun farklı bo-yutta üç tasnifini yapmaktadır. Bunlar ruhun, aklın ve nefsin oruçlarıdır.

a. Ruhun orucu, aşırı ihtiraslardan uzak bulunmak ve kanaat sahibi olmaktır. (Kasr-ı emel, kanaat).

b. Aklın orucu, heva ve heveslere aykırı hareket etmektir.

c. Nefsin orucu yeme-içme ve harama karşı per-hizkâr olmaktır (imsâk). (Kuşeyri, Risale, s. 425)

Yunus Emre şeklî ibadetin âşıklar için birer hicap olduğunu söylemektedir. Seçkinlerin seçkini olan âşık için gaye, Hakk’ın sırrına ulaşmaktır:

Oruc-namâz gusl u hac hicâbdur âşıklaraÂşık andan münezzeh hâssü’l-havâs içinde.

(Yunus Emre, Dîvân, c. II, s. 393.)

Yunus Emre kişinin oruç ve ibadetlerine güvenme-mesi gerektiğini şu dizeleri ile dile getirmektedir:

Orucuna güvenme namâzuna tayanma Cümle tâ’at tak olur nâz u niyaz içinde.Rükû sücûda kalma amelüne tayanmaİlm ü ‘amel gark olur nâz u niyâz içinde

İkiligi terk itgil birlik makâmın tutgılCânla cânın bulasın iş bu dirlik içindeOruç-namâz zekât hac cürm ü cinâyet durur.Fakîr bundan âzâddur hâss-ı havâs içinde.

Fotoğraf: Bekir SARI

Page 21: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

2�Eylül / 2007

Ömer Hayyam’ın ifadeleriyle dile getirirsek:“Ey Can! Kirli yeryüzünün eksikliğinden arındığında,Özgür bir ruhla göğe doğru kanat çırpacaksın! Evin, ocağın gökler âlemi olacak. Yazıklar sana kiHâlâ bu kilden barınakta kalmaktasın!

Ebedi sevgide O, beni biçimlendirdiVe bana her şeyden önce iyiliğin bilgisini öğretti,Sonra da benim kalbimden dövüp şekillendirdi o anahtarı ki, Hakikatin bütün hazinelerini bana açabi-lecek olan!”

Vechini görmek isterim herhangi mütevazı bir mey-hanede

Sensiz nefes almaktansa zaviyede…Sen Evvelsin, Ahirsin; dilersen şayet “Sen”

Tutuştur beni Cehennemde veya ver bana Lutfunu” (Nasr, Tasavvufi Makaleler, s. 31-32.)

Şibli’ye sorulur: “Bu yolda size kim kılavuzluk etti?” diye. O da “Bir köpek.” cevabını verir.. “Onu bir gün, bir su kıyısında susuzluktan neredeyse ölmüş bir hâlde iken gördüm. Su içmek için suya eğilince, sudaki aksini görüyor, korkup geri çekiliyordu, onun başka bir kö-pek olduğunu sanıyordu. Sonunda susuzluğu öyle bir noktaya geldi ki korkusunu bir kenara itip suya daldı; ‘öteki köpek’ kaybolmuştu. Köpek, kendisi ile arzu-su arasındaki engelin yine kendisi olduğunu ve artık yok olduğunu gördü. Benim engelim de, kendi benim olarak aldığım şeyin, aslında kendi engelim olduğunu öğrendiğimde ortadan kalktı. Benim yolum bana bir köpeğin davranışı ile gösterildi.” (Arastesh, “Sufizm: Evrensel

Benliğe Giden Yol”, Sufi Psikolojisi, s. 41.)

Aşk ve vuslat yoluna koyulan âşığın takıntılardan kurtuluşunu Niyâz-ı Mısrî şu şiiri ile beyan etmektedir:Bulan özünü gören yüzünüBir yüzü dahi görmek dilemez

Vuslatta olan hayrette kalanAklın diremez kendin bulamaz

Aşık olagör sadık olagörCehd eylemeyen menzil alamaz.

Ramazan ayının tamamlanıp oruç mevsiminin bit-mesi ise bahar mevsiminin gitmesini andırmaktadır. Örneğin Niyâz-ı Mısrî, Ramazanın uğurlama hüznü-nü şu şekilde dile getirir:

Yine firkat nârına yandı cihanHasreta gitti mübarek RamazanNur ile bulmuştu âlem yeni canFirkata gitti mübarek Ramazan

Cem olub Hakk’a münacat edelim.Nur-ı Kur’an ile doğru gidelimBilmedik kadrin Niyâzî nidelimEy diriga gitti şehr-i Ramazan.

Özetle, Ramazan ayı icra ettiğimiz çeşitli ibadetler-le, keyfiyetsiz olarak Allah ile beraberlik şuuru içinde yaşamanın, huzur maallahı idrak etmenin yoludur.

Ramazan, müminin özgürlük ve bağımsızlık ayıdır. En büyük düşmanı olan nefsiyle mücadele ederek, ondan bağımsızlaşır ve onu yendiği gibi Kur’an’a ters düşen her şeyi bir kenara iterek ferdî ve İslâmî hürri-yetine kavuşur, şahsiyet bulur. Kötülüğün her türlü-sünden, aşağılıktan, hakaretten, bağımlılıktan ve kö-lelikten kendimizi bağımsız saymamıza kapı aralayan bir iklimdir.

Rabbim, sa’yimizi meşkur, dualarımızı makbul, hâ-nelerimizi mamur, ticaretimizi lentebur, kazançlarımı-zı helal, dostluğumuzu daim, kulluğumuzu mübarek, Ramazanımızı bereketli, Kadir gecemizi hisseyab ve gönlümüzü manevî irfanlarla dolu eylesin.

Fotoğraf: Muhammet GÜLSEREN

Page 22: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

Hulûsi Kalb’denProf. Dr. Mehmet AKKUŞ

22 Somuncu Baba

Huzi’l-afve ve’mur bi’l-urfi ve e’riz ani’l-câhilîn.“Affı (kolaylık yolunu) tut, iyiliği emret, cahillere aldırış etme.”Kur’ân-ı Kerîm, el-A’râf 7/199

Nefsin, Şehvetin ve Şeytanın Şerrinden Kurtulalım

Hat: Mehmed Özçay, Tezhib: Ayten Tiryâki

“Ey Allahım! Ben nefsimin yolunda gide gide Sana karşı nice isyanlara battım. Benim gece gündüz çektiğim bütün sıkıntılar

hep bu nefsimin elindendir.”

Page 23: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

M utasavvıflar insanın kemâline mâni olan

düşmanları sayarken en başta nefis, şehvet

ve şeytanı sayarlar. Kur’ân-ı Kerîm’de nefsin terbiye

edilmediği takdirde insanları kötülüklere sevk et-

tiği; şeytanın da apaçık bir düşman olduğu ifade

edilmektedir. Bu üç manevî düşmanla mücadele

edilmedikçe insan nice hatalara düşer, suç işler;

dünyada ve ahirette maddî ve manevî akla hayâle

gelmez sıkıntılara maruz kalır. Bundan dolayı nef-

sin doğru bir şekilde terbiye edilmesi gerekir. Bu

sağlanmadıkça kişinin şehevî arzu ve isteklerinin

önüne geçmek zor olur. Dizginlenemeyen nefsin

arzu ve isteklerine boyun eğen insanın şeytanın

hile ve oyunlarına kanması daha kolay olur. Bir

takım insanlar vardır: Kötü bir şey yaptığı, bir ka-

bahat işlediği ve sonunda belalara düştüğü zaman

hep, “Nefsimin ve şeytanın esiri oldum, bu kötü-

lükleri ondan dolayı işledim, kendim ettim, kendim

buldum.” derler. Böylece bir ihmâlin, önüne ge-

çilebilecek bir hatanın insanı nelere sürüklediğini

söylemeye çalışırlar.

Biz Rabbimizin emir ve yasaklarına ne şekilde

uyup, onlardan nasıl sakınacağımızı da yine O’nun

Kitâb-ı mübîninden, Rasûl-i edîbinden ve Allah

dostları olan gerçek âlim ve mutasavvıflarından

öğreneceğiz. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de nefis ke-

limesinin nefs-i mutmainne şeklinde de geçmesi

eğitimle nefs-i emmârenin dizginlenebileceğini

göstermektedir. Bu terbiyenin yolları hususunda

da Allah dostları olan peygamber vârisleri bir usul

geliştirmişlerdir. Böylece nefsin tehlikelerine kar-

şı sürekli ikâz ve uyarılarını yapmakta, bunlardan

kurtulmanın yollarını göstermektedirler. Bize düşen

kötülüklerden, kötülerden şikayet değil, onlardan

nasıl ve hangi yollarla kurtulacağımızı öğrenmek

için çalışmak, bu yolda çaba harcamaktır.

Hulûsî Efendi bu gazelinde de âsî nefsin şerrin-

den kurtulmanın, Allah yolunda canını ve malını

verebilmekle, temîz bir kalble mümkün olabilece-

ğini ifade etmektedir.

Cenab-ı Hak bizi nefsin, şehvetin ve şeytanın

şerrinden muhafaza eylesin.

Gazelin Metni

1. Dosta karşı çok kusûrum her işim bî-ârlık

Derd-i cânân ile olmak isterim bîmârlık

2. Cânımı ol yâra kurbân etmeğim bu îd kim

Çün yok oldukda bu vârım kat’ olur ağyârlık

3. Gark-ı isyân eyledi nefsim benim yâ Rabbenâ

Gece gündüz nefs elinden çektiğim bîzârlık

4. Kim musaffâ kalb ile teslîm-i yâr olmak gerek

Böyle teslîm olmayınca zâhir olmaz yârlık

5. Bir nazar kılsa Hulûsî şâh efendim kim sana

Nîm-nigâh ile gülistâna döner hep hârlık

Gazelin Açıklaması

1. Benim yegâne hakîkî dost olan Allah Teâlâ’ya karşı çok kusurum var; aynı zaman da her işimde de ar-sızlık var, ona karşı utanılacak şeyler yapmaktayım.

2. Ben niçin cânımı, bütün varlığımı O’nun yolunda harcamayayım. Çünkü benlikten geçebilirsem, Al-lah’tan gayrı varlıklarla ilişkilerimi, onlara olan aşırı tutkularımı kesip atabilirim.

3. Ey Allah’ım! Ben nefsimin yolunda gide gide Sana karşı nice isyanlara battım. Benim gece gündüz çektiğim bütün sıkıntılar hep bu nefsimin elinden-dir.

4. Bütün bu isyanlardan, nefsin aşırı istek ve arzuların-dan kurtulmanın çaresi gerçek yâr, hakîkî dost olan Allahu Teâlâ’ya samîmî ve tertemiz bir kalb ile tes-lîm olmak, O’na tam manasıyla bağlanmaktır.

5. Bundan dolayı ey Hulûsî! Eğer Yüce Allah senin gönlüne bir nazar kılacak olursa, O’nun bir nebze-cik tecellîsi bile insanın yapmış olduğu kusurları siler süpürür de bütün kötülüklerin yerini güllük gülis-tanlık haline çeviriverir.

Eylül / 2007 23

Page 24: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

24 Somuncu Baba

Gezi GünlüğüResul KESENCELİ

Harikalar Diyarı

PETRA

Fotoğraf: İmam Usta - Petra

Page 25: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

2�Eylül / 2007

K ardak kalesine geldiği-mizde saatler 14.20’yi

gösteriyordu. Bu kale Osmanlı Devletinde Şam sancağına bağ-lı bir yerdir. XI. Yüzyıldan beri stratejik öneme sahip olan bu kale Selçuklu, Memluklu ve Osmanlı dönemlerinde bir üs olarak kullanılmış ve haçlıların durdurulduğu stratejik mekan olarak tarihe ismini yazdırmıştır. Hemen gerisinde bulunan Kar-dak köyü ise Eyyubilerin meşhur komutanı Selahaddin-i Eyyubi’nin doğduğu köydür ve Kudüs’e 45 dakikalık uzaklıktadır. İşte Selahadin-i Eyyu-bi’nin meşhur Haçlı Ordularına karşı yap-mış olduğu savaş ve kazanmış olduğu za-ferler hep bu coğraf-ya da gerçekleşmiştir. Burada öğle yemekle-rimizi yedikten sonra Lut Gölüne (Ölü De-nize) doğru hareket ettik. Bu göle doğru ilerlerken etrafımızda-ki yeryüzünün coğrafi şekli bizleri çok etki-ledi. Üç melaikenin Lut Aleyhisselam’ın yanına misafir olarak gelmeleri ve halkın onları istemeleri neticesinde meleklerin yeryüzünü tersyüz ederek o halkı yok etmelerini hatırladık. İşte yeryüzünün ters yüz edilmiş hali aynı şekilde durmaktadır ve tüm insanlara çok güzel bir ibret levhasıdır. İn-san buraları görünce kendi aczi-yetinin farkına varırken Allah’ın tüm kudretini ise çıplak gözler-

le görürken hayretler içerisinde kalıyor.

Lut Gölü hakkında şunları söyleyebiliriz. Bu göl karaların en çoşkun bölgesi üzerinde-dir. Deniz seviyesinin altında-dır. Tuzluluk oranı çok yüksek ve dünyanın en tuzlu denizidir. Çukurda olduğu için yer çekimi ile ters orantı oluşturduğundan insanın suya batmadığını, su-yun tüm nesneleri kaldırdığını

gördük. Deniz ise tıpkı çarşafı andırıyordu. Uzaktan görünü-şü muhteşemdi. Etrafında muz, zeytin ve üzüm bahçeleri bu-lunuyor. Lut Gölü’nün etkisiyle bu coğrafyada Akdeniz iklimi hüküm sürüyor. Fakat bu coğ-rafyalarda insanların şuursuzlu-ğunu ve bilinçsizliği zeminin uy-gunsuzluğu bizleri çok üzerken

sinirlerimizin ise gerilmesine sebep oluyordu. Mutlaka bura-lara bir Osmanlı elinin değmesi gerekliliğini ise yüreklerimiz-de hissediyorduk. Ürdün’deki müstemleke hürriyetindeki bir yaşantı bizleri derinden yaralar-ken her yerde İngiltere’nin etki-sini görmek ise mümkün. Bura-da Müslüman ahalinin çok fazla bozulmuş olduğunu görürken din, dil, kültür değerinin mak-simum ölçüde olduğunu söyle-

yebiliriz. Lut Gö-lü’nden ayrılarak Şuayp Peygam-berin türbesinin olduğu mekana geldiğimizde sa-atler 17:00’yi gös-teriyordu. İkindi namazını burada eda ettikten sonra Şuayp Aleyhisse-lam’ın türbesini ziyarette bulun-duk ve bir müddet türbe içerisinde kaldık. Arkadaş-larımızdan birisi Şuayp Peygambe-rin türbesi burası mı yoksa Adıya-man’da mı diye sorması üzerine

Vakıf Mütevelli Heyet Başkanımız Hamid Hamidettin Ateş Efendi; “ Peygamberin ma-nevi nüfuzu açıkça görülüyor” ifadesini kullandı. Türbe, yanın-daki cami ve bahçesi bakımlı ve temizdi. Bu ise Peygamberin manevi etkisinden kaynaklan-makta idi. Burada oluşan çok güzel manevi atmosferin ardın-dan Başkanımızın önderliğinde

Fotoğraf: Hüsamettin ATEŞ Petra

Page 26: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

26 Somuncu Baba

caminin bahçesinde zeytin ağaç-larının altında çay sohbeti yapıldı. Bu sohbet sırasında oluşan manevi hava tüm arkadaşlarımızı mest etti gözyaşlarımızı tutamadık. Bura-da maneviyatın önemi üzerinde durulurken bu hali perçinlemek için çok çalışmanın gayretkâr ol-manın şart olduğu ise gönüllere kazındı. Buradan ayrılarak Salt şehrine doğru yola çıktık. Bu şehrin önemi burada Türk mezarlığının

bulunmasıdır. Vakıf Mütevelli He-yet Başkanımızla beraber bütün arkadaşlar Türk mezarlarının ziya-retinde bulundular. Salt şehitliğinin tarihçesi ise şu şekildedir: 24-26 / 03 / 1918 tarihleri arasında İngiliz-lere karşı savaşan 300 Türk askeri-nin bir mağarada mahsur kalması üzerine bu bölge ateşe verilmiş ve bombalarla dövülmüştür. Burada şehit edilenler Osmanlının 4. Ordu Akıncı Alayı subay ve astsubayla-

rıdır. Burada meşhur Ali Haydar Paşa (Medine Müdafi) ve Fahrettin Paşa da şehit olmuşlardır. Şehitlerin isimlerinin ve fotoğraflarının bulun-duğu mekan 4/10/1995 tarihinde İ. Hakkı Karadayı tarafından açılmış-tır. 15/10/1997 de ise Türk Pi-yade Takımı Fidanlığı oluşturulmuş çevre düzeni yapılmıştır. Vakıf Baş-kanımız Salt Türk şehitleri ziyaret-çi defterini imzalarken bu deftere şunları yazmıştır.

Fotoğraf: Cemalettin AKGÜL Lut Gölü

Page 27: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

27Eylül / 2007

“ Müslümanım Müsmümanlık öz şiarımdır benim Tabiyyetim Türk’tür Türklük iftiharımdır benim”

Tüm heyet şehitliğin en üst noktasına kadar çıkmış tüm şehitler ziyaret edilirken Salt şehri seyredilmiş nazar kılınmıştır. Ziyaret esnasında bir manevi hava oluşmuş sanki gökten sağnak sağnak nur yağarken tüm şehitlerimize yapılan bu ziyarette burada yatan atalarımızın memnuniyeti gönüllerde hissedilmiştir.

Salt şehrinden ayrılarak Amman’a doğru yola çıktık Akşam namazı için Ürdün Kralının yaptırdı-ğı Kral Hüseyin Camine geldiğimizde cemaat na-mazı kılmış dışarı çıkıyordu. Bizler içeriye girmek istediğimizde orada bulunan görevliler tarafından engellendik. Kafiledeki bazı arkadaşlarımızla görev-liler arasında tartışmalar yaşandı. Bu durum üzerine Vakıf Başkanımız “O zaman burada namaz kılmayız başka camiye gideriz. Bizim ülkemizde camilerimiz herkese her zaman açık” dedi. Bu sırada görevliler tekrar gelerek Efendim biz hata yaptık, yanlış anla-şıldık ne olur buyurun camide namaz kılın diye yal-varmaya başladılar. Biz namazımızı yakın mütevazı bir camide eda ettik.

27 / 05 / 2007 Pazar

Oteldeki kahvaltıdan sonra dışarı çıktığımızda Vakıf Başkanımız ve kafile üyeleri Türk bayrağı al-tında topluca fotoğraf çekindik. Tüm gönüllerde bir neşe ve mutluluk hali oluştu çevredeki bulu-nan insanlar ise şaşkın gözlerle bu enstantaneleri seyrederken bu görüntüler Amman’da Türk kim-liğini gösteren belgelerdi. Bugün gideceğimiz yer Petra idi ve yola çıktığımızda Hüsamettin Bey’in olduğu araçtan sarkıp Türk bayrağını sallaması içi-mizi hafifçe gıdıkladı. Amman sokaklarında Türk bayrağına duyduğu özlemi gidermeye çalıştığını hissettik. Bu sebepledir ki bizlerin çok çalışmak suretiyle ecdadımıza layık birer fert olma sözünü manevi huzurlarında vermiş olduk.

Petra

Petra’ya girişte yüksekçe bir yerde duruldu. Ne-batilerin yerleştiği bu saha seyredildi. Eski mede-niyetlerin yok oluş izleri gözden geçirilirken ibret alındı. Petra MÖ. 400 ile MS. 106 yılları arasında Nebatilere başkentlik yapmıştır. Roma İmparato-runun işgalinden sonra önemli bir ticaret kenti

Fotoğraf: Hulusi YAYLA Petra

Page 28: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

28 Somuncu Baba28 Somuncu Baba

olarak varlığını devam ettirmiş MS. 400’lere kadar önemini korumuştur. İçerisinde tiyatro, tapınak ev gibi eserler vardır. Roma döneminde yapılan anfi tiyatro on meşhur eserlerden-dir. Petra’nın Latince bir kelime olduğu bilinmektedir. Araplar ise bitra tabirini kullanmakta-dırlar. Petra’ya girişte biletlerin alınmasını beklerken şapka ve poşu kıyafeti ile çekilen fotoğ-raflar tüm arkadaşları neşelen-dirmiştir. Vakıf Başkanımızın neşesi ve kafiledeki arkadaşlarla

ilgilenmesi muhabbet ve neşeyi zirveye taşımış gönüller mesrur olmuştur.

Petra’da yürüyerek yakla-şık 10 km. yol kat ettik. Nebati krallığının oluşturduğu 6 büyük (dev) sütundan oluşan muhte-şem eserin merdivenlerine otur-duk fotoğraf çektirdik. Petra’da kayalar oyularak evler, saraylar yapılmış küçük mazgal delikle-ri açılarak şehrin savunmasına önem verilmiştir. Petrada’ki yol tamamıyla doğal olup su ihti-yacı için havuz ve su kanalları yapılmıştır. III. Haris dönemi en parlak devirleridir ve buradaki anıt mezarda onun için yapıl-mıştır. MÖ. 2000’lerde yapılan bu anıt mezar muhteşem bir görüntü sergilemektedir. Petra tarihteki en önemli ticaret şe-hirlerinden birisidir. Ticarette zenginleşmelerini sağlayan ise buhur, fildişi, bakır ve kereste-dir. Özellikle fildişini Afrika’dan getirip Roma’ya satmışlardır. Savunmaya elverişli bir merkez olduğu için kaya mezarlar sağlı sollu yapılmış ortadaki alan ise

Salt Türk Şehitliği

Page 29: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

2�Eylül / 2007

ticaret amaçlı olarak kullanıl-mıştır. Roma medeniyetinden kalan Anfi Tiyatro ise MS. 108 tarihinde yapılan çok güzel bir eserdir. Bu tiyatro sahnesinde arkadaşlarımız ilahiler okurken Vakıf Başkanımız ve arkadaş-lar 400 mt. uzaktaki mağarada dinlenirken çok güzel bir soh-bet olmuştur. Çevredeki tüm turistler ve yerli ahali hayran-lıkla ve hayret içerisinde ilahi-leri dinlemişlerdir. Bu insanların memnuniyetleri ise hallerinden ve gözlerinden anlaşılıyordu. O anda öyle bir huşu ve sessizlik hakim oldu ki sanki tümalem o anı seyrediyordu. İlahilerin biti-minde ise tüm turistler ve yerli halk kafileyi alkışladılar.

Petra kelime anlamı olarak kırmızımtırak veya ıtır, koku an-lamında kullanılır. Petra’da iler-lerken bir tepe üzerinde eski bir

yapıyı (saray) gezdikten sonra aşağı doğru ilerlemeye başla-dık. Petra’da çok tanrılı dinlerin özelliklerini görürken Allah’ın kudretinin büyüklüğünü bir kez daha anladık. Grubumuz yuka-rıdan aşağı inerken tüm arka-daşlarla yüksek sesle “Maksat o yardır yarin unutma…” ilahisini okuduk. Bu sırada tüm turistler bizim kafilemize imrenerek ba-karken çok saygılı davrandılar. Bunun üzerine Vakıf Başkanı-mız “Siz çalışırsanız yerleriniz-de sadık olur ve sabit kalırsanız herkes imrenerek size bakar ve saygı duyar.” buyurdular. Arka-sından ikinci ilahi olarak “ O yar mihmanımız oldu gelin dostlar bize gelin…” ilahisini yüksek sesle hep birlikte okuduk. Yolun son bölümünde 10 yaşında Ab-dullah isimli bir çocukla ilgile-nen Vakıf Başkanımız bu çocuk fakirdir yardım yapın buyurdu.

Bunun üzerine çocuğa yardım

yapıldı. Verilen paralar bir pe-

çeteye sarılarak cebine konuldu

ve büyük çocuklar almasın diye

evine gönderildi.

Saat 14:00 da öğle yeme-

ğini yemek üzere Petra’nın so-

nundaki otele geçtik. Burada

yemeğimizi yedik ve namazı-

mızı kıldık. Otelin bahçesinde

çay içildi ve sohbet yapıldı. Çay

sohbetinde okunan kasideleri

çevredeki tüm turistler hayran-

lık içerisinde dinlediler.

Petra’dan yürüyerek çıkma-

ya başladık. Roma tiyatrosunda

yine ilahiler okundu. Bu mo-

ladan sonra yolumuza devam

ettik. Yol boyunca tüm kafile

neşeliydi. Vakıf Başkanımızın

önderliğinde yürüyüşümüzü ta-

mamladık.

Fotoğraf: Mustafa SARI Salt Türk Şehitliği

Salt Türk Şehitliği

Page 30: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

30 Somuncu Baba

RöportajKonuşan: İbrahim YARIŞ

“MüslümanlarRamazan-ı Şerifte

Daha Engin ve Cömerttir ”

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş:

“Kul kardeşine yardım ettiği sürece Allah da onun yardımcısıdır.”(Hadis-i şerîf)Hat: Ahmed Faris Rizig, Tezhip: Ayten Tiryaki

Page 31: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

İslâm irfanındaki ‘Fütüvvet’

yani ‘nefsinden çok başkaları-

nı öncelemek’ öğretisi açısından

bakıldığında Ramazan-ı Şerif’in

feragat, fedakârlık ve kendini

adama fonksiyonları nelerdir?

İslâm’da fütüvvet ahlâkının

temelini îsâr / başkasını kendisi-

ne tercih etme düşüncesi oluş-

turur. Bu anlayış Müslümanların hayatında sadece teori olarak kalmamış, pratik hayata yansı-mıştır. Kur’an’ın emri olan bu salih amel, sahabe hayatında dolu dolu yaşanmış, İslâm’ın bütün kıt’alara yayılmasında çok önemli rol oynamıştır. Çağdaş bir Müslüman âlimin ifadesiyle

“Benim karnım tok, başkaları aç-

lıktan ölürse ölsün” düşüncesini İslâm fütüvvet ahlakının gereği reddetmiştir. Çünkü Hz. Pey-gamber’in “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” nebevî kavli her türlü bencilliği, çıkarcı-lığı ve egoizmi reddeder. Müslü-manların Ramazan ayında engin bir cömertlik ve hasbi oluşları doruk noktasına çıkar. Yine Hz. Peygamber (s.a.v)’in, “Ramazan ayı geldiği zaman cennet kapıla-rı açılır, şeytanlara zincir vurulur” buyurduklarını hepimiz biliyo-ruz. İşte Ramazan ayının rah-meti, bereketi ve maneviyatıyla her türlü dünyevî ve nefsanî is-teklerimize dur demek suretiyle, tercihimizi Allah’tan yana yapı-yoruz. İftar sofralarımızı fakire, fukaraya açmak, malî yardımlar konusunda seferber olmak, bü-tün azalarımıza sahip olmak şek-linde bir adanmışlık sergiliyoruz. İşte bütün bu maddî ve manevî güzellikler mübarek Ramazan-ı

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş:

Konya’da doğdu. 1984’de Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakül-tesi’nden mezun oldu. 1981–1995 yılları arasında Diyanet İşleri Başkanlığı ve Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde çeşitli görevlerde bulundu. Yüksek Lisans’ını Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi-’nde “Câhiliye Toplumunun İtikâdî Yapısı” adlı tez çalışması ile yaptı (1990). Doktora’sını, “Kur’an’da Hidâyet ve Dalâlet” adlı teziyle aynı üniversitede tamamladı (1994). Bütün Yönleriyle Câhiliyye, Kur’an’da Hidâyet ve Dalâlet, İslam Düşüncesinde İşlevsel Akıl, İslam Düşüncesinde Tevhid ve Estetik İlişkisi, Din ve Sekülerleşme, İslam İnsanı gibi yayımlanmış eserlerinin ya-nında, çok sayıda makale ve bildirileri vardır. 1998’de Doçent, 2004 yılında Profesör oldu. Halen Cumhuriyet Üniversitesi İla-hiyat Fakültesi’nde görev yapmakta olup, Kelam Anabilim Dalı başkanıdır. Mevlânâ’da Gönül Kelâmı ve Kelâmi Terimler Sözlü-ğü adını taşıyan iki eser üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir. Somuncu Baba Dergisi’nin yazarlarındandır.

Darende / Somuncu Baba Camii

Eylül / 2007 3�

Page 32: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

Şerif’in hayatımıza taşıdığı fera-gat ve fedakârlık örnekleridir.

Bir İslâm bilgesi, ‘Sadakaların en büyüğü insanın bizatihi ken-disini (nefsini) Allah’a tasadduk etmesidir’ der, bu ne anlama gelir?

Sadaka kelimesi, Arapça’da “tasdik” etmek anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’de hem zekât ve hem de infâk gibi gönüllü yar-dımlar için kullanılır. Sizin de ifade ettiğiniz gibi en büyük sa-daka kişinin benliğini, bütün var-lığını âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah’a teslim etmesidir. Çünkü İslâmî bakış açısında mülk Alla-h’ındır. Nasıl ki biz, istediğimiz yerden kazanma hakkına sahip değilsek, yine meşrû yollardan kazandıklarımızı istediğimiz şe-kilde harcama hakkına sahip değilsek, beden de Allah’ın mülküdür, bedenimizi Allah’ın izin vermediği şekilde haram yollarda (zina gibi…) kullanma hakkına sahip değiliz. Hz. Pey-gamber (s.a.v), bir Müslümanın kendisini Allah’a nasıl tasadduk

edeceğini dualarında şöyle ifa-

de buyurmuşlardır: “Allahüm-

me’r-züknâ tayyiben vesta’mil-

nâ amelen salihan / Allah’ım!

Beni helâlinden rızıklandır ve

beni salih işlerde / İslâm yolun-

da istihdam et!” Evet, her Müs-

lüman salih olma yolunda çaba

sarfetmelidir. A’dan Z’ye bütün

varlığını (malını, mülkünü, ilmi-

ni, gecesini, gündüzünü, zama-

nını, atını, tarlasını, yatını, katını

vb.) Allah adına adayan insan-

lar, görüldüğü zaman Allah akla gelen salih insanlardır. O halde bu konuda Ramazan bizim için iyi bir fırsattır. Nefis tezkiyesi ve kalp tasfiyesi açısından oruçla, iftarla, sahurla, seherle, zikirle, Kur’an’la iradesini Hak yolunda eğiten insanlar kelime-i tevhidi tasdik etmekle kalmazlar isbat-ı vücudla hayatlarının bütün ânı-nı Hak yolunda, Hak dava uğ-runa harcarlar, tasadduk ederler. Ünlü İslâm âlimi İmâm-ı Rabba-nî (k.s) Hazretleri: “Bir kimsenin Ramazan ayı düzgün geçerse, senenin diğer ayları da düzgün geçer” buyururlarken, bu gerçe-ğe işaret etmişlerdir. Türkçemiz-de “tasadduk etmek” deyimi harcamak sarfetmek anlamına da gelir. Gelin öyleyse, önce ci-had-ı ekber olan nefsimizi Hak yoluna tasadduk edelim. Her türlü günah kirinden arınalım. Her şeyiyle rahmet ve bereket olan Ramazan bu konuda iyi bir fırsattır. Sûfi, İbnu’l-Vakt’tir. Bu ânı değerlendirelim.Ankara / Kocatepe Camii

Darende

32 Somuncu Baba

Page 33: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

Zekât, fitre ve benzeri tasad-dukları göz önünde tutarak, Ra-mazan-ı Şerif’in toplumsal bo-yutlarından söz eder misiniz?

Müslümanların hayatında Ra-mazan, toplumsal açıdan hem arınma ve hem de dayanışma ayıdır. Hayatlarında cemaat şu-uru yaşayan Müslümanlar, “Öte-kini düşünme”, sahip oldukları varlıklarını başkalarıyla paylaş-ma gibi dini bir sorumluluğa sa-hiptirler. Namaz bedenî, zekât malî, hac hem bedenî hem de malî bir ibadettir. Yaşanan ma-nevî hayatın tesiriyle, Müslüman toplumlarda zekât, fitre ve infâk gibi malî hayatı ilgilendiren yar-dımlaşma türlerinde yoğun bir artma yaşanır. Eğer bugün İslâm toplumlarında, toplumsal öfke dışa vurmuyorsa, bunun sebe-bi, halkımızın yoksul kesiminin malî açıdan desteklenmelerin-den kaynaklanır. Hz. Peygamber (s.a.v), “Zekat, İslâm’ın köprüsü-dür” buyurur. Bu sosyal yardım-laşma ve dayanışma köprüsü,

varlıklı Müslümanlarla yoksul Müslümanlar arasında kurulan bir barış köprüsüdür. Bu köp-rünün kurulduğu toplumlarda cemiyet hayatını tahrip eden za-rarlı fikirler ve hareketler yeşer-mez, ortam bulamaz. Her tür-lü kötülüğün kaynağı her türlü yoksulluğun varlığıdır. O halde, infâk fiili bir şükürdür. Eğer bi-reysel ve toplumsal hayatımızda zekât, sadaka ve infâk gibi yar-dım etme âhlakını hayata sokar-sak, malımıza bereket ve bolluk gelecektir. Eğer, ilmimizi infâk

edecek olursak ilmimiz artacak, eğer boş zamanımızı değerlen-dirirsek, vakitlerimiz bereketle-necektir. Bu anlamda Şehr-i Ra-mazan bizim için bir muhasebe ayıdır. Nefsimizi, malımızı, aile hayatımızı iyi bir hesaba çeke-lim. Artılarımızı katlamaya çalı-şalım.

‘Acın halinden aç anlar’ın en çok tecelli ettiği zaman olan Ramazan-ı Şerif’te hakikat sev-dalılısı zenginlere en çok düşen ödevler nelerdir?

Oruç, kişinin empati yaptı-ğı bir ameldir. Empati, insanın kendisini başkalarının yerine koymasıdır. Dolayısıyla, oruç, sosyal boyutu da olan bir iba-dettir. Aslında İslâm’da her türlü ibadetin birey ve topluma yöne-lik sayısız faydaları vardır. Elbet-te biz, dünyevî yarar ötesinde, sadece Allah rızası için bu amel-leri yerine getiririz. Örneğin, sa-bahtan-akşama kadar sırf Allah’ı razı etmek adına yemeden, iç-meden ve nefsanî arzularından uzak kalan bir Müslüman, bu hali yaşayarak yoksulların, bî-

Darende / Çarşı Zaimoğlu Camii

İstanbul / Sultan Ahmet Camii Ankara / Kocatepe Camii

Eylül / 2007 33

Page 34: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

çârelerin, açlık sıkıntısı çeken kardeşlerinin durumunu bizati-hi yaşayarak, onların sıkıntıları-na, çaresizliklerine muttali olur ve bu sıkıntılara çözüm bulmak için elinden geldiği kadarıyla çö-zümler üretir, çare olur. Hz. Pey-gamberin özellikle ümmetini bir hurma ile, o da yoksa su ile iftar ettirme konusunda uyarıları, aç ve yoksulların doyurulmasında zengin Müslümanları göreve çağırımı bunun içindir. O halde Ramazan ayında zengin Müslü-manlar, sivil toplum kuruluşları ve belediyeler şehirlerde iftar çadırları kurmak suretiyle iftar ettirme ibadetini bir müessese ve gelenek haline getirmişlerdir. Bu güzel faaliyetler, milletimizin yardımseverlik duygularının bir tezahürüdür. Toplumsal birli-ğe ve barışa hizmet etmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken temel husus, lütfen, israfa ve gösterişçi dindarlığa kaçmadan iftar sofraları hazırlayalım. Bu sofralarımız zenginlerin çağırıl-dığı fakirlerin unutulduğu iftar sofraları olmasın.

Âyet ve hadisler ışığında Ra-mazan-ı Şerif’in (İnsanın nefsini Allah’a satması vs.) manevî bir ‘ticaret’ ve ‘kazanç’ ortamı olma-sından ne anlamak ve bu kutlu ayı nasıl geçirmek gerekiyor?

Gerçekten mübarek ve feyizli Ramazan ayı, temsil Müslüman-lığının adeta hayatın her ala-nında gövdeleştiği ete-kemiğe büründüğü iyi bir hasat mevsimi olmalıdır. Ticaretin en faziletlisi Müslümanın kendisini, Cennet karşılığında Allah’a satmasıdır.

Bunun anlamı, hayatımızın tü-münü Allah’a vakfetmemizdir. Bu anlamda Ramazan iyi bir fırsattır. Müslümanın “takva” ile kuşanmasıdır. Takva, haramlar karşısında müteyakkız olmak, hüdudullah’a uygun yaşamak, şirkin her türlüsünden uzaklaş-mak, nefsimizi emrâz-ı bâtıniy-yeden kovmaktır. Takva, günahın büyüğüne ve küçüğüne bakma-dan kime karşı yapıldığını idrak etmek, kalbimizi Allah’ı anmak-tan alıkoyacak her türlü meş-guliyetten alıkoymaktır. Eğer bir Müslüman, İmam-ı Gazâli’nin dediği gibi bütün âzâlarına oruç tutturursa sonunda iyi bir kazanç elde eder. Böyle bir kimse, rica-lullah / Allah adamı olur. Gelin gündüz orucumuzla, fakirlerin ihtiyaçlarını karşılamakla, beş va-

kit namazlarımıza ek olarak, tera-vih namazlarıyla, zikir, fikir, soh-bet ve hatm-i Kur’an’larımızla bu ayı en iyi bir şekilde değerlendi-relim. Sahurlarımız, seherlerimi-ze ayarlı olsun. Unutmayalım ki, kötü bakışlar Müslümanı Kur’an okumaktan, haram lokma yemek ise, gece ibadetinden alıkoyar. Bu anlamda hayatımızı kontrol etmek ve müslümanca nasıl ya-şayabiliriz? sorusuna cevap ver-mede Ramazan ayı bizim için iyi bir muhasebe ayıdır. Akıllı Müs-lüman “Ölmeden önce kendisini hesaba çeken kimsedir.” Bütün kardeşlerimin mübarek Ramazan ayını tebrik eder. Bu ayın belde-mize, ülkemize, İslâm âlemine ve tüm insanlığa rahmet, bereket, barış getirmesini Yüce Allah’tan niyaz ederim.

Ankara / Kocatepe Camii

34 Somuncu Baba

Page 35: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

Kaç göz hayret içinde inceledi de seni,Kalbinin derininde hissetti her deseni,Çözemedi bir türlü, sırrını, hendeseni.

Çift başlı bir kartaldan ne yüce kahramanlık,Bize düşen şaşkınlık, hayret ve de hayranlık.

Sabır, inanç ve emek gelmiş sende yan yana,Her taşında bir mesaj, her motifte bin mânâ,Mührünü, böyle güçlü nasıl vurdun zamana?

Yetersin ışık diye, şehir kalsa da aysız,Seni yapan sultan kim?... Niçin hansız, saraysız?.

Taç Mahal ayağına gelmiş, sermiş ününü,Her motif bin çiçeğin özetlemiş tümünü,Sende görür bakanlar, taşın tebessümünü.

Taşı sabır eritmiş, sonra hüner dondurmuş,Sütunlar arasına sevdasını kondurmuş.

Yakut dış kapılarla, çevrelenmiş elmas iç,“Neyse” denmemiş asla, ihmal yüz bulmamış hiç,Nasıl ipe dönmüş taş, nasıl tığ olmuş çekiç.

Senden ibret almaya yarınlar muhtaç gibi,Konmuşsun bu dünyanın başına bir taç gibi.

Sanki ruhu işlenmiş, bir hatunla bir beyin,Ancak bu kadar güzel kanadı kelebeğin,Ulu Camim özeti tarihin ve çok şeyin.

Sütunların taş değil, bir tarihi taşıyor,Sende sanattan öte sonsuz bir aşk yaşıyor.

Divriği Ulu Camii

Ahmet Mahir PEKŞEN3�Eylül / 2007

Page 36: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

36 Somuncu Baba

“Bizim Gülşendeki Güller”

“Aşk şarabını içmek, insanın (mecazi olarak) kendi kanını dökmesi, yani ölmeden önce ölmesi, nefsinin bağlarını çözmesi, ihtiras ve tutkularını terk

etmesidir.”

EdebiyatSadık YALSIZUÇANLAR

Page 37: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

Hakikî bilgeler, manevî gezileri bitip cemü’l-cem makamına erişince söz söylemeye baş-

larlar. Onların sözleri mutlak tevhid düzeyinden söylendiği, cem hakikati üzere dışa vurulduğu için tesirli, irşad edici ve çok katlı bir anlam dünyasına sahiptir.

O bilgelerin her biri, Efendimiz’in (s.a.v) sem-bolü olan Gül’ün renk ve kokusuna bulanmışlar-dır.

Şeyh Hamid-i Veli’nin şiiri de gönlü gibi bir ir-fan bahçesidir, bir gülistandır ve orada her biri bir kırmızı gül olan veliler kokmaktadır ve onlar asla solmazlar :Bizim gülşendeki güller Dururlar taze solmazlarHazan olup dökülmezlerZemistan ü bahar olmaz

Solmazlar, çünkü, onlar arz ettiğimiz gibi, Alla-h’ın Hayy sıfatıyla sıfatlanmış, ebediyen diri kılın-mışlardır. Onların maddi varlığı ve benliği o sonsuz ve mutlak varlığın sırrında kaybolmuştur.

Allah’ın varlığına katılan bir ruhta, ‘O’ndan gel-dik, dönüşümüz O’nadır’ hakikatı tecelli eder.

Pir Sultan, bir nefesinde, ‘Ben de bu yayladan Şah’a giderim’ diyerek bunu dile getirir.

Şah, Allah’tır.

O’ndan gelir, yine O’na döneriz.

Ebu’l-Hasan Harakani hazretlerinin duasında-ki gibi, ‘bizi bu dünyaya Kendi nefesinden, Kendi huzurundan ve Sırrından tertemiz olarak getirmiş-tir. Tekrar O’na aynı saflıkta ve arılıkta dönmemiz gerekir.’

Bilgeler bu saflığı koruyan, safiyyun olabilen, Allah’ın kendi nefislerini arındırdığı kimselerdir.

Onlara asfiya denir.

Hem İlahî Hakikat’i en üst düzeyde idrak et-mişler, imanda tahkike erişmişler hem de saf ka-labilmişlerdir.

Onlara hazan yoktur, sonbahar asla onlara uğ-ramaz, yaprakları dökülmez, solmazlar, her dem tazedirler.Şarab-ı aşkı çün içtik Feragat mülküne göçtükYanıp aşkınla tutuştukBize tahrik ü tar olmaz

Aşk şarabını içmek, insanın (mecazi olarak) kendi kanını dökmesi, yani ölmeden önce ölme-si, nefsinin bağlarını çözmesi, ihtiras ve tutkularını terk etmesidir.

Fotoğraf: Aslan TEKTAŞ Somuncu Baba Külliyesi - Darende

37Eylül / 2007

Page 38: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

38 Somuncu Baba

Bu hâl bize İlahî Aşk şarabını kana kana içen büyük veli Hal-lac-ı Mansur’u hatırlatmaktadır.

Nahşebi onu şöyle anlatır : “Bilmek gerekir ki Hallac-ı Man-sur, ilim ormanının arslanı ve kavgasının korkusuz kahramanı idi. Onu bir pamuk ambarına parmağıyla işaret etmesiyle pa-muklarla taneleri ayırması nede-niyle Hallac diye adlandırmışlar-dı. Şibli şöyle anlatır: Benimle Hallac arasında bir fark yok. An-cak bana deli gözüyle baktıkları için kurtuldum, o ise akıllı sayıl-dığı için başına bu geldi.’ Bir gün Cüneyd ona, ‘ölümün yaklaştı’ deyince, ‘benim öldüğüm gün, sen sufilik hırkasını giyme’ dedi. Rivayete göre imamlar Hallac’ın katline fetva verdiklerinde, Cü-neyd, sufi giysisi giyinmişti. Bu-nun üzerine, hemen medreseye gitti, cübbe giydi, sarık sardı ve, ‘biz zahire göre hüküm veririz’ diye bir not yazdı. Bir gün Hal-

lac’a, ‘sabır nedir?’ diye sordular, şöyle yanıtladı: ‘Bir insanın el ve ayaklarının kesilerek darağacına asılması durumunda bile kendi-ni yitirmemesidir.’ Son günleri yaklaştığında bir kezinde Şibli’ye, ‘bana dikkat et.’ dedi, ‘önemli bir ödevle yükümlüyüm. ‘Enel Hakk’ ‘ben Hakkım’ dediğim için beni halifeye şikayet ettiler. İmamlar ölümüme hükmettiler. Bana, ‘hüve’l-Hakk’ (O Hakk’-tır) de kurtul, niçin ‘ene’l-Hakk’ diyorsun dediler. Ben de, onlara, ben, ene’l-Hakk derken, aslında hüve’l-Hakk diyorum. Ama siz O’nun gaib olduğunu söylüyor-sunuz’ dedim.

Şöyle anlatırlar: Zindana koyulduğu günün gecesi, onu aradılar bulamadılar. İkinci gece aradılar ne onu ne de zindan-cıları buldular. Üçüncü gece aradılar hem onu hem de zin-dancıları buldular. ‘Bu durum neydi?’ diye sordular. Hallac,

‘birinci gece ben dostun yanı-na gitmiştim, beni göremediler; ikinci gece dost buradaydı, bu yüzden ne beni ne de zindan-cıları gördüler, bugün burada-yım, şeriatın hükmü neyse ye-rine getirin’ dedi. Anlatıldığına göre zindanda üçyüz mahkum bulunuyordu. Onlara, ‘sizi öz-gür bıraktım, gidin’ dedi. ‘Eğer buna gücün yetiyorsa sen niçin gitmiyorsun?’ diye sordular. ‘Biz, Tanrı’nın tutuklusuyuz, O’nun yasasına saygımız ve bağlılığımız sonsuz, gidemeyiz’ dedi. Sonra zindan duvarına işaret parmağını doğrulttu, bir yarık belirdi, mah-kumlar çıktı. Sabah ne olup bitti-ği sorulduğunda gerçeği söyledi. ‘Peki sen niçin kaçmadın?’ diye sordular, ‘Tanrı’yla aramızda bir mesele var’ dedi, ‘bu nedenle kaldım.’ ‘Hallac’ın öldürüleceği gün, birisi, ‘aşk nedir?’ diye sor-du. ‘Bugün, yarın ve öteki gün aşkın sırrını göreceksin’ dedi. O

Fotoğraf: Hulusi GÜLSEREN Somuncu Baba Külliyesi - Darende

Page 39: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

gün Hallac’ı öldürdüler. İkinci gün yaktılar ve üçüncü gün kül-lerini savurdular. Onu dibine ge-tirdiklerinde darağacının ayakla-rını öptü ve, ‘işte yiğitlerin miracı budur’ dedi. Elleri kesildiğinde, ‘bir insanı bağlayıp elini kesmek kolay iş’ dedi, ‘ben asıl arş’ın ka-ranlığından külah aşıran kişinin temiz elini kesecek kimseyi yiğit sayarım’. Ayakları kesildiğinde gülümsedi ve, ‘bu ayak güçsüz-dür, benim her iki alemde de yolculuk yapabileceğim ayağım var’ dedi. (Molla Cami ve Mev-lana’nın dizelerini hatırlayalım: ‘Bu yolda başsız ayaksız ol’) Son-ra kanlı kolunu yüzüne sürdü. ‘Ne yapıyorsun?’ diye sorduk-larında şöyle yanıtladı: ‘Aşk yo-lunda, abdesti sahibinin kanıyla alacak iki rekat namaz farzdır.’ Rivayete göre, tüm organlarını

kestiler. Sadece sırtı ve boynu darağacında asılı kaldı. Ancak o sırt ve boyundan da, ‘ene’l-Hakk’ sözü yükseliyordu. Halife, ‘bu adamın ölümü daha çok kar-gaşa çıkaracak’ dedi. Ertesi gün tüm uzuvlarını toplayıp yaktılar. Yanmış, kül olmuş cesetten yine, ‘ene’l-Hakk’ diye ses geliyordu. Üçüncü gün, küllerini suya dök-tüler, yüzen kül zerrelerinden yine o ses geliyordu.”

Bu halde olan, yani aşk şara-bını içen biri için artık herhangi bir zahiri etki söz konusu olamaz. Onun için artık ölüm yoktur.

Ereliden şems nuruna Vücudum zerreden katreNe katre ayn-i bahar olduOna k’ar ü kenar olmazOnlar, yani veliler, Şems nuruna ermişlerdir. Onlara ermiş den-

mesi, İlahî Hakikat’in başla so-

nunun birleştiği noktaya ulaşmış,

dairevî / kürevî olan sırrın özüne

erişmiş olmalarındandır. Onlar

tıpkı ağaçlardaki ermiş meyve-

ler gibi, içlerinde kendi sırlarını

yani çekirdeklerini de saklarlar.

Belağa tabiri, Arapçada, erdi,

erişti, olgunlaştı, başa döndü an-

lamına gelir. Büluğa ermek, bir

bakıma insanın devrini tamam-

lamasıdır.

‘Vücudum zerreden katre’

ifadesi, varlığını, kişisel ve nefsa-

nî varlığını Allah’a katmış olması

anlamına gelir. Böyle olunca da

bir katre (damla) kavuştuğu der-

yanın kendisi oluverir.

Böyle olunca da, kıyısız bir

deniz olan İlahî hakikat gibi, sa-

hilsiz ummana dönüşürler.

Bırak ey Hamida varı

Görsem desen sen ol yarı

Göricek ol tecellayı

Ondan özge kemal olmaz

Şeyh Hamid-i Veli hazretleri

nefesini sonunda, girişte dediği

gibi, ‘var’ı bırakmaya, terk etme-

ye çağırmaktadır. Hakikî vücud

O’nundur, O’ndandır, O’nadır

ve O’nunladır.

Varı terk etmeden yok oluna-

maz, yok olunamadan da hakikî

varlığa ulaşılamaz.

Didari görmek, Cemal’e eriş-

mek için ise, tecelliye bakmak,

ona mazhar olmak gerekir.

Kamil insan aynadır, onda

Zat tecellisi vardır.Fotoğraf: Emre AYDOĞAN Somuncu Baba Külliyesi - Darende

3�Eylül / 2007

Page 40: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

İ nsanın gerek bilgi ve gerekse ticarî kazanım-larından karşılıksız olarak hem de gönüllüce

verebilmesi kolay bir eylem değildir. Özellikle bilginin pek çok alanda maddî materyalden daha kıymetli olduğu bir dönemde insanlar, danışıl-ması durumunda bile ücret talep etmektedirler. Öğretmenliği bir tarafa bırakacak olursak, hayatın pek çok alanında bunu görebilmek mümkündür. Buna, geçim yollarının çeşitlenmesi olarak da ba-kabiliriz.

Bütün zorluklarına rağmen, maddî bir karşılık veya menfaat beklemeksizin kazanımlarından ve-rebilmek beşer fıtratının bir yönüdür. Bu nedenle varlıklı ile ihtiyaç sahibi arasında bir köprü kuru-labildiğinde -inanç sahibi olsun veya olmasın- her insanın yardım duygusu galeyana gelir. Bu coşku-nun boyutu ve sınırı, çeşitli faktörlere bağlı olarak belirli sınırlar içinde kalır. Bazıları böylesi durum-larda oldukça yardımsever olabilirken diğerleri onlar gibi olmayabilir. İlahî dinlerin gönderiliş amaçlarından birisi de, insanların fıtrî duyguları-nın körelmesini engellemek ve her zaman canlı tutmak olduğundan, inananların yardımseverlik

Peygamber İklimiTaha YILDIZ

Kalbinİnfâk DavetineKulak Vermek

40 Somuncu Baba

“Cömert kimse Allah’a yakın, cennete yakın, insanla-ra yakın olup, ateşten uzaktır. Cimri kimse ise Allah’tan

uzak, cennetten uzak, insanlardan uzak ve ateşe ya-kındır. Cömert cahil; cimri âlimden, Allah’a daha çok

sevimlidir.” (Tirmizi, Birr, 40).

Page 41: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

duyguları üzerinde hassasiyetle dururlar. Bu nedenle, dindarlık sadece ibadetlerin yerine getiril-mesi ile sınırlı tutulmaz. Beden-sel ibadetlerin yerine getirilmesi yanında temel iki şey daha iste-nir: Dinin yaşanması ve korun-ması için fiilî çaba içine girmek, gerekirse bu uğurda can vermek. Diğeri de, din kardeşlerinin karşılaştıkları maddî sıkıntıların olabildiğince hafifletilebilme-si için, onlara maddi destekte bulunmak, böylece zengin ile fakirin dayanışmasını sağlamak, toplumda bir denge sağlamak. İslâm bu noktada, durumu ye-rinde olanların kendileri gibi ol-mayanlara maddî destek verme-lerini, tasaddukta bulunmalarını teşvik etmek suretiyle fıtrî yönle-rini her zaman canlı tutmaya ça-lışır. Gerek ayetlerde ve gerekse hadislerde bu teşviki görmek ya-nında, Hz. Peygamber’in yaşan-tısında da fiilî uygulamalara şahit olabilmekteyiz.

Bununla birlikte, fakir in-sanların gözetilmesi zenginlerin kendi inisiyatiflerine ve merha-metlerine terk edilemeyecek ka-dar sosyal bir yara olduğundan, İslâm bu hususta zorunlu bir payın ödenmesini farz kılmıştır. Bu da kazancın kırkta birinin zekat adıyla Kur’an’ın belirledi-ği insan gruplarına verilmesidir. Zenginlerle fakirler arasında bir dostluk köprüsü kurdurabilen ve başka hiçbir dinde örneği bulunmayan zekat, İslâm di-nini diğer dinlerden ayıran en büyük özelliklerden bir tane-sidir. Gerek zekatın ve gerekse zekat dışı İnfâk olan sadakanın toplumsal barışı sağlamadaki etkisi çok büyüktür. Zenginlerle fakirler arasındaki husumeti kal-dırmasından tutunuz da fakirlik sebebiyle yanlış yollara düşme eğiliminde olanları geri çekmesi, toplum içinde barışı sağlamaya katkıda bulunması, kalplerde-ki merhamet duygusunu canlı

tutması, başkalarını düşünmeyi sağlaması, Allah’ın bir emrini daha yerine getirmiş olmanın haz ve mutluluğunu tattırması bu etkilerden birkaçıdır.

İslâm nazarında, Müslüma-nın Allah’ın buyruğunu yerine getirmek amacıyla malından gerek zekat ve gerekse tasadduk amacıyla İnfâkta bulunabilmesi, onun ne kadar dindar olduğuy-la ilgili bir durumdur. Namaz ve oruç gibi servetten sarfiyat ge-rektirmeyen bazı ibadetler, bu açıdan zekata, sadaka-ı fıtır’ı vermeye veya nafile olarak İnfâ-ka göre daha kolaydır. Sonuçta ibadeti yaptığınızda cebinizdeki para hâlâ yerinde durmaktadır. Durumu yerinde olmasına rağ-men zekat ve sadaka-i fıtırdan kaçınarak kulluğu yalnızca na-maz ve oruç gibi ibadetlerde aramak ve sadece bunlar üze-rinde titizlenmek cenneti kolay yoldan talep etmenin bir başka

4�Eylül / 2007

Page 42: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

adıdır. Oysa zekat buyruğunun geldiği merkez ile namaz veya oruç emrinin geldiği makam arasında hiçbir fark yoktur. Yara-tıcı, buyruklarını, yerine getiril-mesi için ferman etmektedir. Bu emirler arasında ayırıma gitmek ve kolayımıza gelenleri tercih ederek evrenin sahibini mem-nun edebileceğimizi düşünmek, Allah’ı hâlâ gerçek manada se-vemediğimizin, onun büyüklü-ğünü anlayamadığımızın ve gizli niyetlerimize varıncaya dek her şeyimizden haberdar olduğunu kalbimizde hissedemediğimi-zin bir delilidir. Kaldı ki, zekat vermek, İslâm’ı bir binaya ben-zetecek olursak bunu ayakta tu-tan beş temelden bir tanesidir. İnsanın müslümanlık binası bu beş temel üzerinde durmak-tadır. Bu temellerden birinin olmaması binanın da sağlam olmayacağı anlamına geldiğin-den, maddî İnfâkı göz ardı ede-rek sadece bedensel ibadetlere yönelmenin kişiyi gerçek an-lamda Müslüman yapmayaca-ğı açıktır. Hatta burada “Allah’ı sadece bedensel ibadetlerle iyi kul olduğuma ikna ederim” çarpık anlayışının varlığından bile söz edilebilir. Dolayısıyla kulun Allah ile olan bağındaki içtenlik anlayışında bir sorun var demektir. Hatta Allah’a olan bir güvensizliğin varlığı bile dile getirilebilir. Zira Allah’ın bir emri olan zekat ve sadaka-ı fıtır emrini yerine getirmeyen insan, malının azalacağından endişe etmekte, namazını kılıp orucu-nu tutarken bir yandan Allah’ın emrini yerine getirdiğini düşü-

nürken, diğer yandan Allah’a itimadı olmadığından malına sıkı sıkıya sarılarak “Bu emrini yerine getiremiyorum, beni bu halimle kabul et ” demek iste-mektedir. Oysa sonuç itibarıyla namaz kılmak, oruç tutmak ile zekat vermek arasında, Allah’a kulluk etme noktasında en kü-çük bir fark yoktur. Dolayısıyla bundan geri durmak Allah’a is-yan kapsamındadır.

Gerek Kur’an’a ve gerekse hadislere baktığımızda yukarıda söz konusu ettiğimiz hususları çok açık biçimde görebilmekte-yiz. Hem ayetlerde hem hadis-lerde insanın mala karşı olan tut-

kunluğu ve zafiyeti, dolayısıyla fıtratta var olan verebilme duy-gusunun harekete geçirilmesi-nin zorluğu dile getirilmektedir. Böylece insanın zayıf noktasına da işaret edilmiş olmaktadır. Ör-neğin bir ayette bu husus şöyle dile getirilir: “İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gös-terilmiştir. Halbuki bunlar dün-ya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varıla-cak yerin (ebedî hayatın) bütün güzellikleri Allah katındadır.” (Âl-i İmran 14). Hz. Peygamber de dünyanın insan için çekici ve

42 Somuncu Baba

Page 43: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

cezbedici olduğunu dile getire-rek insanın zayıf tarafına işaret etmişlerdir. (Buhari, Rikak, 11).

Bu zorluğa rağmen Kur’an, Allah’a gönülden inanan mü-minlerin özelliklerini sayarken iman ve namazın ardından İn-fâk etmeyi zikreder ve şöyle buyurur: “Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine ver-diğimiz mallardan Allah yolun-da harcarlar.” (Bakara 3). Bir diğer ayette ise, inanma şartını getir-dikten sonra İnfâk emrini zik-reder: “Allah’a ve Peygambere inanınız. Allah’ın kullanma yet-kisini elinize verdiği malların bir bölümünü O’nun için harcayı-nız. İçinizdeki iman edenleri ve hayır yolunda mal harcayanları büyük bir ödül bekliyor.” (Hadid

57). Bir başka ayette ise iyiliğe ulaşmanın temel şartı olarak İn-fâk etmeyi anar. (Âl-i İmrân 92). İn-fâk etmeyenleri dile getirdiği di-ğer ayetlerde ise bunun hayırlı bir davranış tarzı olmadığını be-lirtir: “Allah’ın bol nimetinden verdiklerinde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü bo-yunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah işlediklerinizden haberdardır.” (Âl-i İmran 180). “Mal toplayarak onu tekrar tekrar sayanın… vay haline! Malının kendisini ölüm-süz kılacağını sanıyor.” (Humeze 1-3).

Allah yolunda İnfâkın gö-nülden koparak gelmesi yanın-da, para değil de mal olarak yapılması durumunda, köşede

bucakta kalmış, zaten atılacak veya satılması muhtemel olma-yan mallardan zekatın verilme-mesi gerekir. Böyle bir davranış sonucunda insan görünürde ze-kat vermiş ve borcunu kapatmış olabilir ancak, tüm ibadetlerin ardında yatan temel amaç Al-lah rızası olduğundan, böylesi bir davranışta Allah’ın memnun edilmiş olabileceğini düşünmek yanlış olur. Satılmayacak malını zekat olarak veren insan da bu davranışının ahlakî olmadığını ve Allah katında nasıl bir de-ğerlendirmeye tabi tutulacağı-nı çok iyi bilir. Nitekim ayette,

kazanılanların güzellerinden Allah yolunda İnfâk edilmesi istenmektedir: “Ey iman eden-ler, gerek kazandıklarınızın ve gerekse sizin için yerden çıkar-dıklarımızın temizlerinden Allah yolunda harcayın, kendinizin göz yummadan alamayacağınız kötü malı vermeye kalkışmayın ve Allah’ın hiç bir şeye ihtiyacı olmadığını ve şükredilmesi gere-ken olduğunu bilin.” (Bakara 267).

Berâ b. Âzib bu ayetin nü-zûl sebebini şöyle anlatmakta-dır: “Bu ayet ensar hakkında nazil olmuştur. Hurma topla-ma zamanı gelince, ensar taze

43Eylül / 2007

Page 44: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

44 Somuncu Baba

hurma salkımlarını toplayarak Rasûlullah’ın mescidinde iki di-rek arasında ipe asarlardı. Fakir muhacirler de bunlardan ala-rak yerdi. Ensardan biri, “bunu koymaktan bir şey olmaz” dü-şüncesiyle bozuk bir salkımı ge-tirerek bunların arasına sokmuş. Bunun üzerine böyle yapanları kınayan söz konusu ayet nazil oldu.” (İbn Mace, Zekat, 19).

Gerek zekat ve gerekse sa-daka vermenin insanın malın-da bir eksilmeye neden olup olmayacağı hususuna gelince, burada temel sorun Allah’a na-sıl inandığımızdır. Eğer O’nun varlığına gerçekten inanıyor ve O’nu kainatın sahibi olarak görüyorsak, bize yapmamızı emrettiği şeyin sonuç itibarıy-la bizim lehimize olacağını ve dünyadaki yaşamımızı daha bereketli kılacağını kabul etmek durumundayız. Dolayısıyla, ya-ratana güveniyorsak, O’nun

bizi mahcup etmeyeceğine de güvenmek durumundayız. Al-lah bizi aleyhimize olan işlere elbette yöneltmez. Nitekim Hz. Peygamber bu hususa vurgu yaparak “Sadaka hiçbir zaman malı eksiltmez.” (Muslim, Birr, 69) demiş, Allah Teâlâ’nın da “Ey Ademoğlu İnfâk et! Ben de sana İnfâk edeyim” buyurduğunu nakletmişlerdir. (Muslim, Zekat, 36). Bir diğer hadislerinde de Müs-lümana maddi yardım sağlama-nın bereketini ifade etmişlerdir:

“Müslüman, Müslümanın din kardeşidir. Ona haksızlık edip zulmetmez. Müslüman, Müslü-manı tehlikelerde de terk etmez. Her kim Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını giderirse; Allah da onun bir sıkıntısını giderir. Her kim de bir Müslümanın bir sıkın-tısını kaldırırsa, Allah da onun kıyamette bir sıkıntısını giderir. Her kim dünyada, bir Müslüma-nın ayıp ve hatasını örterse, Al-

lah da onun bir hata ve kusuru-nu kıyamette örter, görmezden gelir.” (Tirmizi, Hudud, 3).

İnsanın, mutlaka yüzleşe-ceğini bilmesine rağmen, her zaman kendisinden uzak tut-tuğu ölümle karşılaşacak olması kaçınılmaz sondur. Aslolan, ne zaman karşı karşıya gelineceği belli olmayan ölümden sonrası için heybeye bir şeyler koyabil-mektir. Allah’ın huzuruna bom-boş heybeyle gitmek yanında, O’nun emirlerini karınca kara-rınca yerine getirerek, bir şey-ler çabalamış olarak gitmek de mümkündür. Bir şeyler yapmış olmak, insanın Allah’tan bağış-lanma dileyebilmesi, O’nun rahmetini kazanabilmesi için ön koşul olarak durmaktadır. Bunun çok basit ve sade yolla-rından birisi de İnfâktır. Nitekim Hz. Peygamber bu hususa şöy-le vurgu yapmaktadır: “Sizden her bir kimseyle kıyamet günü

Fotoğraf: Ekrem GÜLSEREN Somuncu Baba Külliyesi - Darende

Page 45: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

Rabbi mutlaka konuşacaktır ve arada tercüman da bulunma-yacaktır. O kişi sağ yanına ba-kacak, göndermiş olduğu amel-leri görecektir. Sonra sol yanına bakacak yine yapıp ettiği şeyleri görecek, karşısına bakınca da cehennemi görecektir. Kim, ya-rım hurmayla bile olsa yüzünü ateşten koruyabiliyorsa, bunu hemen yapsın.” (Tirmizi, Sıfatu’l-Kı-

yâme, 1). “Hangi Müslüman elbise ihtiyacı olan başka bir Müslüma-na bir elbise giydirirse, Allah da ona cennetin yeşil elbiselerin-den giydirir. Hangi Müslüman aç bir Müslüman doyurursa, Allah da onu cennet meyvelerinden doyurur. Hangi Müslüman su-samış bir Müslümana su verirse, Allah da ona (kabı) mühürlü hâ-lis cennet şarâbı içirir.” (Ebu Davud,

Zekat, 41). “Cömert kimse Allah’a yakın, cennete yakın, insanlara yakın olup, ateşten uzaktır. Cim-ri kimse ise Allah’tan uzak, cen-netten uzak, insanlardan uzak ve ateşe yakındır. Cömert cahil; cimri âlimden, Allah’a daha çok sevimlidir.” (Tirmizi, Birr, 40).

Bu tablo içinde Hz. Peygam-ber ve sahabilerinin durumu hepimizin malumudur. İslâm’ın kısa sürede Arap yarımadasını çepeçevre kuşatmasını besle-yen nedenlerden biri de, kutlu insanların mallarından Allah yo-luna sarf edebilmeleriydi. İnfâk-ta birbirleriyle yarışan sahabiler, Hz. Peygamber’i insanların en cömerdi olarak tanımlamakta ve cömertliğinin zirvede olduğu zamanın da Ramazan olduğunu ifade etmektedirler. (Buhari, Bedu’l-

Halk, 6).

Hz. Peygamber insanların örnek alacakları ve onlar gibi olmak için gıpta edebilecekleri insanları iki grupla sınırlandı-rır: Allah’ın kendisine ihsan et-miş olduğu malı Allah yolunda harcayan ile Allah’ın kendisine ikram ettiği bilgiyi sadece ken-disine saklamayıp başkalarına da öğreten. (Buhari, İlm, 15). Bir di-ğer hadislerinde de her sabah iki meleğin Allah’a dua ederek, İnfâk edenlerin mallarının yeri-ne yenisini vermesini, İnfâktan

kaçınanların mallarını da elle-

rinden almasını niyaz ettiklerini

belirtir. (Muslim, Zekat, 57). Dolayı-

sıyla ömrümüzün son anlarında

artık fayda etmeyecek şu yal-

varıştan önce bir şey yapabil-

mek en akıllıca olanıdır: “Birine

ölüm gelip de: ‘Rabbim! Beni

yakın bir süreye kadar ertelesen

de, sadaka versem, iyilerden ol-

sam’ diyeceği zaman gelmezden

önce, size verdiğimiz rızıklardan

sarfedin.” (Munafikûn 10).

Mekke

4�Eylül / 2007

Page 46: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

46 Somuncu Baba

EdebiyatMusa TEKTAŞ

Hulûsi Efendi (k.s)’nin Ramazan Günlüğü

Page 47: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

47Eylül / 2007

Yüce Rabbimiz tarafından biz kullara emredilen her ibadet,

sayılamayacak kadar çok nimet ve hikmetlerle doludur. Manevi hastalıkların tedavisinde, nefse hâkimiyette, Kur’an’la bezenilen Furkan ayı Ramazan’ın ayrı bir yeri vardır.

Dünyevî arzuların gönülden çıkarıldığı, güzelliklere dimağların açıldığı, insanın kendi iç âleminin bir ayna gibi sırlanıp parlaklık ka-zandığı manevî ihsan mevsimidir. Bilindiği gibi zahiri olarak oruç, bel-li vakitler arasından yemekten, iç-mekten ve şehevî arzulardan uzak durmaktır. Bununla birlikte batinî olarak vücudumuzdaki azalarımı-za da oruç tutturmamız gerekir.

Dilin orucu; yalandan, dedi-kodudan kırıcı ve kaba sözlerden, insanları rencide edecek kötü ke-limelerden kendisini muhafaza etmektir. Sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle bu-yurmuştur: “Oruç perdedir. Biriniz

birgün oruç tutacak olursa kötü söz sarfetmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf ede-cek veya kavga edecek olursa ‘ben oruçluyum!’ desin (ve ona bulaş-masın).’’ (Buhari, Savm 2, 9, Libas 78) “Rasu-lullah. (s.a.v) buyurdular ki: “Kim yalanı ve onunla ameli terketmezse (bilsin ki) onun yiyip içmesini bırak-masına Allah’ın ihtiyacı yoktur.” (Bu-

hari, Savm 8, Edeb 51)

Gözün orucu; haram olan şeylere bakmamak, eşyayı hikmet nazarı ile görmek, gafletle nazar et-memektir. Yanlışı, haramı zihnine, beynine koymamak demektir.

Elin orucu; ellerimizi günah için uzatmamak, çirkin bir fiil yap-mamak, haram ve şüpheli şeyleri tutmamaktır.

Ayakların orucu; zinaya, kuma-ra, ve düşmanlığa gitmemektir.

Kulağın orucu; Hakk’ın yasak-ladığı şeyleri duymaktan kendisini korumaktır.

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Cami Cemaatı

“Hulûsi Efendi Hazretleri cömert bir insandı. Hayatında

ilmini, hayrını, evini, sofrasını hatta ekmeğini her zaman dostlarıyla paylaşır, mü’min kardeşlerini

kendine tercih ederdi. Ramazan ayı

geldiğinde o mübarek ayın akşamlarında

dostlarını, komşularını

davet eder, onlar için birbirinden nefis yemekler hazırlatırdı.”

Page 48: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

Nefsin orucu; aşırı dünyevî istek ve şehevî duyguları dizginle-mek, benlik davasına düşmemek, Allah’ın büyüklüğü karşısında ken-dini küçük görmektir.

Kalbin orucu; İlahi tecellilerin mekânı olan kalbini güzelliklerle donatmak, kötü duygu ve dü-şüncelerden dünya sevgisinden arındırmak, manevi yükselişi sağ-lamaktır.

Ruhun orucu; nimetlerden ve ahiret lezzetlerinden kendini tut-maktır.

Sırrın orucu; Allah’tan başkasını görmekten kendini uzaklaştırmak, yalnızca onu müşahede etmektir.

Büyüklerin kelamı ile; “Hakk’a vuslatın sebeplerinden biri olan orucu, bütün uzuvlara tutturmak zaruridir. Zira gözün orucu, dilin orucu, kulağın orucu, ağzın oru-cu, kısaca her organın orucu var-dır. Kendileri ile ilgili yasaklardan

şüpheli şeylerden organlarımızı korumakla istenilen ve emredilen orucu tutmuş oluruz.”

Bu yazımızda ruhuyla, bede-niyle, ameliyle orucu içine sindi-rip, orucun zahirî ve batinî bütün sırlarına vakıf olan ve mübarek Ramazan ayını saat saat, gün gün hafta hafta dolu dolu idrak eden Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretlerinin Ramazan günlerin-deki davranış ve sohbetlerinden bahsedeceğiz.

Ramazana Hazırlık

Hz. Peygamber (s.a.v) ve as-hab-ı kiram, bu ay yaklaşınca bir-birlerine müjde verirlerdi. Hulûsi Efendi de Ramazanın yaklaşma-sıyla, evde iftar sofralarının ha-zırlığı ve ev halkı için yeni gıdalar, ihtiyaç maddeleri alır, dostlarına sohbetlerinde Ramazanın gelişini müjdelerdi. Herkesin çoluk-ço-cuğuna bu ayda daha şefkatli, ev halkına daha mülayim, dostları-

na daha çok ikram eden, mutfak ihtiyaçları ve gıdalar hususunda bolluk ve genişlik sağlayan bir aile reisi olmasını tavsiye ederdi.

Camide yapılacak hizmetler için hazırlıklar görürdü. Bir dostu-nu gördüğünde: “Sana müjdeler olsun! Ramazan ayına giriyoruz.” derdi.

Ramazan ayını aşk ve muhab-betle karşılardı. Hz. Peygamber (s.a.v)’in şu hadisini sıkça hatırlatır-dı: “Ramazan bereket ayıdır. Allah bu ayda, günahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hakkını göze-tin! Ancak cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.”

Hulûsi Efendi Şaban ayının son Cuma hutbesinde Peygam-berimizin şu mübarek hitaplarını aktarırdı:

“Ey insanlar! Büyük ve mübarek bir ayın gölgesi üzerinize düşmüş bulunmaktadır. Bu ay içerisinde, bin aydan daha hayırlı olan ”Ka-dir Gecesi” vardır. Bu ayda Allah, gündüzleri oruç tutmanızı farz kıldı, ben de bu ayın gecelerinde teravih namazını size sünnet kıl-dım. Bu ayda gönüllü olarak bir iyilik yapan, başka zamanlarda bir farzı yerine getirmiş gibi sevap ka-zanır. Bu ayda bir farzı yerine geti-ren kimse de, başka aylarda yetmiş farzı yerine getirmiş gibi karşılık bulur. Ramazan sabır ayıdır, sabrın ve yardımlaşmanın ödülü ise cen-nettir. Ramazan bolluk ve bereket ayıdır, mü’minin rızkının çoğaldığı bir aydır. Kim bu ayda bir oruçlu-ya iftar verirse, onun bu davranışı günahlarının bağışlanmasına, ce-hennemden kurtuluşuna ve iftar verdiği kimsenin tuttuğu orucun sevabından pay almasına vesile

48 Somuncu Baba

Page 49: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

4�Eylül / 2007

olur. Oruç tutan kimsenin sevabın-dan da bir şey eksilmez.”

Teravih Namazı

Hulûsi Efendi Şeyh Hamid-i Veli Camii imam hatipliği görevi-ni 42 yıl yapmış olması hasebiyle teravih namazlarını çoğu zaman kendi kıldırırdı. Darende’de mut-laka hatimle teravih namazı kılın-ması için gerekirse Ramazan ayına mahsus hafızlar getirtir, Kur’an hiz-metiyle de ayrıca alâkadar olur-du. Rasulullah (s.a.v) Efendimizin Ramazan gecelerini ihya etmeyi teşvik etmiş olmasından hareket-le Hulûsi Efendi de bu mübarek geceleri ibadet ve sohbetle, zikirle geçirmeye gayret gösterirdi. Pey-gamberimizin “Her kim inanarak

ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan’ı ihya ederse, geçmiş günahları bağışlanır” (Buharî, İman, 25, 27) ha-disini bir sohbetinde naklederken Ramazan gecelerini ihya etmenin, teravih namazını kılmakla hâsıl ol-duğunu da söylerdi. Nitekim Ab-durrahman b. Avf’ın naklettiği bir hadiste Hz. Muhammed (s.a.v):

“Şüphesiz Allah Ramazan orucunu farz kıldı. Ben de Ramazan gece-lerini ihya etmeyi sünnet kıldım. Her kim inanarak ve sevabını Alla-h’tan bekleyerek Ramazan’ı oruç-la, gecelerini namazla ihya ederse, anasından doğduğu gün gibi gü-nahlarından temizlenmiş olur” bu-yurmaktadır. (İbn Mâce, İkametu’s-Salâ, 173; İbn

Hanbel, I, 191, 195).

Ramazan Orucu

Ramazan ayında irad edeceği hutbeleri özenle hazırlar, cema-atin oruç ibadetini daha samimi olarak yerine getirmesi için ko-nuşmalar, sohbetler yapardı. Bir hutbesinde Ramazan orucundan şöyle bahsetti:

“Dinimizde ifası mecburi bir ibadet olan oruç, aşağı yukarı bazı farklarla sair dinlerde de farz kılın-mıştır. Diyebiliriz ki oruç, Hazret-i Âdem zamanından beri devam edip gelen bir ibadettir. Orucun nefs ve iradeyi terbiyede çok mü-him ve yüksek bir tesiri vardır. Oru-cun asıl manası, gecenin zevali olan şafak zamanından başlayarak akşam vakti, güneşin gurubu sa-atine kadar yememek, içmemek, cinsî münasebette bulunmamaktır. Nefsin bu arzularına mukavemet etmektir. Orucun bu terbiye edici hassasına işaret için, Peygamberi-miz buyuruyor ki: “Oruç, oruçlu ile dünya hırsları arasına çekilen bir perdedir. Bu perde oruçluya kötülük yüzünü göstermez. Onun gönlünü fena sarsıntılardan korur.” Lakin oruçlu yalnız; yemekten, iç-mekten cinsî münasebetten çekin-mekle kalmamalıdır. Orucu bütün hayatı ve arzusuyla tutmalıdır. Ha-kiki bir oruçlu, kem söz söyleme-melidir. Elini, dilini ve bütün azasını günahtan korumalıdır. Kendisiyle itişmek, dalaşmak isteyenleri bile aynı kötülükle karşılamamalıdır. Böylelerine karşı Peygamberimiz:

“Ben oruçluyum, diye mukabele ediniz.” buyuruyor. İşte orucu böy-le anlayan ve böyle olan bir oruçlu, âdeta melek huylu bir insan olur.

Öyle ya! İnsanın yemesi, içmesi, birleşmesi, eliyle, diliyle, şuna buna sataşması birer behimî arzu değil

Page 50: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

�0 Somuncu Baba

midir? İnsan, Allah’ın emrini yerine getirmek maksadıyla bunları bırakır, bütün azasını günahlardan korursa melekleşmez mi? Ondaki hayvanî hırslar, melekî faziletlere çevrilmez mi? Bu suretle oruç tutan insanda, şerefsiz hareketleri doğuran hay-vanî kuvvetler tabiî söner. Onda fazilet duyguları Cenab-ı Mevlâ’ya bağlayan ubudiyet ağsarları inki-şafa başlar. İşte orucun ruhlarımız üzerinde arıtıcı tesiri budur. Böyle arınış temiz gönüllerde duygu has-sası görmek kabiliyeti artar. Hakkı hak, batılı batıl görmeğe başlar.”

İftar Sofraları

Hulûsi Efendi Hazretleri cömert bir insandı. Hayatında ilmini, hayrı-nı, evini sofrasını hatta ekmeğini her zaman dostlarıyla paylaşır, mü’min kardeşlerini kendine tercih ederdi. Ramazan ayı geldiğinde o mübarek ayın akşamlarında dostlarını, kom-şularını davet eder, onlar için birbi-rinden nefis yemekler hazırlatırdı. Oruçlunun iki neşesinden biri olan iftar vaktinde, gönülleri neşelendirir, dostlarının sevincine ortak olurdu. Garip, yetim, kimsesizleri gözetir, ya davet eder veya evlerine yemek gönderirdi. Manevî gönül birlikte-liğiyle de kıyamet günü Mevlâsına kavuştuğunda oruçlunun hissede-ceği uhrevî zevkin tarifsizliğini dile getirir, oruç ibadetine ayrı bir özen gösterirdi.

Sofrası çok cömertçe dolu dolu olurdu. Mevsim şartlarına göre her türlü sebze yemeği, meyveler, tatlı-lar velhasıl binbir çeşit nimetle mi-safirlerine ikramda bulunurdu. Za-ten gönül dergâhı ve kapısı herkese açık olduğu için misafiri hiç eksik ol-mazdı. Zengin çeşitlerle donanan sofralarda kendi genellikle az yerdi, dostlarına eliyle ikram ederdi.

Ramazan Sohbetleri

“Bizim tarikatımız sohbet üzerine kurulmuştur” buyuran Şah-ı Nakş-bendi Hazretlerinin yolunu takip eden bir insan-ı kâmil olarak Hulû-si Efendi sohbete çok önem verirdi. Evinin büyük salonunda günün her saatinde kabul ettiği misafirlerine çay, yemek, meyve ikram eder aynı zamanda tasavvufi sohbetlerde bu-lunurdu. Ramazan günlerinde gün-düz gelenler yine eksik olmazdı. Bu oturmalarda çay ve yiyecek bir şey ikram edilmese de sohbetlere devam edilirdi. Hatta çoğu zaman orucun ruhlara ve bedene verdiği sıhhî katkıları dile getirirdi. Bir soh-betlerinde şöyle buyurdu:

“Fi’l-hakîka; oruçla hayvânî (behîmî) ârzûlar terk edilerek in-sânî ârzûlar kuvvetlendirilir. Nefse hâkimiyyet sağlanarak Allah (c.c) yoluna tevessül edilir. Allah rızâ-sını kazanmak tarafı alınır. Şehevî duygular terk edilir ve bu sûretle dünyâ ve âhiret saâdeti için gerekli ahlâkî fazîletler elde edilir.

Dünyâ lezzetlerinin en büyük-lerinden olan yiyip içmekten, şe-hevî ârzûlardan, Allah (c.c)’ın rızâsı için ferâgat, tam ma’nâsıyla din-darlık ve Allah (c.c)’a bağlılıktır. Bu bir mücâhededir ki, insan bununla kemâle erer.

Oruçlu hayrı, şerri yakından anlar. Hulâsa; şu fânî dünyâda

Osman Hulûsi Efendi Bir İftar Sofrasında

Page 51: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

��Eylül / 2007

mukaddes duyguların yolları, ka-nalları, toklukla tıkanır; oruçla açı-lır, temizlenir. Esâsen orucun farz olmasının hikmeti de budur. Oru-ca terettüb eden hükm ve mesâlıh bize aittir. Oruç tutmakla nefsimiz, kötü huylardan temizlenecek, hak ve hakîkati görmeye mâni’ olan perdeler ortadan kalkacak, insan yavaş yavaş, melekiyyet mertebe-sine yükselecek. İnsan hem kendi-si için, hem de beşeriyyet için en hayırlı bir uzuv olacaktır. Çünkü oruç, rûhun gıdâsıdır. İbâdetle, oruçla rûhu kuvvetleştirmiş olanlar, şüphe yok ki hayvânî olan haller-den dâimâ uzak kalır.”

İftar vakti yaklaşınca, uzaktan yakından gelen dostların sayısı artar, sofralar kurulurdu. İftar edil-dikten sonra akşam namazı kılınır, çay içilir sohbete devam edilir-di. Ramazanın ilk ve son haftası mutlaka kendi evinde dostlarıyla bu sohbetlere devam ederken, ikinci haftada akrabalarının evle-rine gider, davetlere icabet eder-di. Üçüncü hafta ise, resmi erkan başta olmak üzere çeşitli davetle-re katılır sohbet meclislerini orada tesis ederdi.

Sahur Yemekleri

Sevgili Peygamberimizin: “Sa-hura kalkınız, iyi yemekler yiyiniz. Onda bereket, bolluk vardır.” ha-disinde işaret buyurduğu hakikata gönülden bağlı olanlardan biri de Hulûsi Efendi’ydi. Evinde misafiri hiçbir zaman eksik olmazdı. Özel-likle hafta sonlarında yatılı misafir olarak kalanlar başta olmak üzere, hafızları, cami görevlilerini, me-murları, yakın komşularını zaman zaman sahur yemeklerine çağırır, bol bereketli sofralarda onlara ik-ramlarda bulunurdu. Zaten çok az uyan Efendi Hazretleri Ramazan gecelerinde daha az uyur, gün-düzleri pek uyumazdı. Gece na-mazını kıldıktan sonra bir müddet zikirle meşgul olur, bu arada Hacı Valide ve gelinlerin sahur yemeği hazırlıklarına başlamaları için onla-rı da kaldırırdı. Sofra hazır olunca misafir varsa misafirle, misafir yok-sa ev halkıyla sahur yemeğini yer, ondan sonra da sabah namazı için camiye giderdi. Gençlik yıllarında sabah namazı vaktinde mukabe-le okumayı kendi yapardı. Son yıllarda Konyalı Yeşil Hafız sabah mukabelesini okurdu. Camiden

çıktıktan sonra evine gelir, Hacı Valide ve çocuklara her gün bir cüz Kur’an-ı Kerim okurdu. Onun hergün bir cüz Kur’an okuması sa-dece Ramazan günlerine mahsus değil bütün hayatında uyguladığı bir güzel davranışıydı. Çünkü Ku-r’an ve sünnetten beslenen, Kur’-an ilhamlarıyla gönlünden hisle-nen, Kur’an emirlerine yaslanan bir mürşid-i kâmildi. Ramazan ayında öğrencilere giysi ve kitap yardımında bulunurken bir de Kur’an-ı Kerim hediye ederdi.

Fakirlere Yardımlar

Yardımlaşmanın toplum ha-yatına olan etkisini çok iyi bilen Efendi Hazretleri, zekat, sadaka, fitre gibi yarımların daha çok Ra-mazan ayında dağıtımını teşvik ederdi. Öncelikle evinde nisap miktarı üzerinden bir yıl geçen mal, para, altın varsa hesaplar onların zekâtını verirdi. Komşular, yakın akrabalar başta olmak üzere uzak akraba ve ihtiyaç sahipleri-ne çeşitli yardımlarda bulunurdu. 1945 yılında vefat eden ağabeyi-nin yetimlerinin bütün ihtiyaçları-nı karşılardı. Yine akrabalarından yetim ve öksüz olanları korur gözetir, Ramazan ayını sevinçle geçirmelerini, bayrama neşe içe-risinde girmelerini sağlardı. Bir sohbetlerinde başından geçen bir hadiseyi şöyle anlattı:

Bir Ramazanda Hacı Valide-nizin bayramlık elbiselik kumaş ihtiyacı vardı, o zaman Sümer-bank’tan kartla kumaş veriliyordu. Gittim bir top kumaş aldım, yolda filanın anası önüme geçti: ‘Hulûsi Efendi sabahtan beri yolunu göz-lüyorum, o kumaşı bana ver. Sen hatırlı kimsesin, yine alırsın’ dedi. Es - Seyyid Osman Hulûsi Efendi Zaviye Mahallesi

Page 52: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

Kumaşı topuyla kadına verdim. Eve geldim Valideniz kumaşı sordu, ben bir şey söylemedim. Bu yol imtihan yoludur’ dedi.

Bir Ramazan gününde Efen-di hazretlerine Hacı Valide bir komşusunun kaç gündür aç aç oruç tuttuğun anlattı. Hulusi Efendi de oğlu hemen Kemal Efendiyi aradı. “Oğlum Kemal filan komşumuza gelirken çar-şıdan bir çuval un al da getir’, dedi. Kemal Efendi de: ‘Baba oğulları alsın, ben ona bir şey alamam’ dedi. Bunun üzerine: ‘Oğlum eğer sen ona bir çuval un getirmezsen ben bugün bir şey yemem’ deyip, telefonu kapattı. Akşam baktı ki, Kemal Efendi sırtına bir çuval un almış geliyor. Getirdiği unu o kadına götürüp verdi.

Adana’dan, İstanbul’dan, Ankara’dan hayırsever işadam-larının halka dağıtılmak üzere gönderdiği un, yağ, şeker, giysi gibi eşyaları ve nakdi yardımları ihtiyaç sahiplerine ulaştırır ga-riplerin gönlünü görürdü.

Kadir Gecesi

Kur’an ayında, yüce kitabımı-zın nazil olduğu bu mübarek ge-ceyi Kur’an sohbetiyle geçirirdi. Yakın il ve ilçelerdeki ilim ehlini, Darende Müftüsünü, cami görev-lilerini, hafızları ve öğrencileri iftar yemeğine davet eder, aşr-ı şerifler okuturdu. Mutad olduğu üzere Darende Çarşı Camii’nde hatim-le teravih namazı kıldıran hocalar her sene Kadir Gecesinden bir gün önce cemaate duyurmak kaydıyla bu geceki teravihi hatimle Şeyh Hamid-i Veli Camii’nde kıldırırdı. Namaz sonrasında da tekrar Dev-lethaneye giden misafirlere ikram-larda bulunulur, sohbet edilirdi.

Bayram Sevinci

Bayram yaklaştıkça bu sevinç gününe hazırlıklar başlardı. Ca-minin temizliği ile çok yakından ilgilenen hatta bazen iştirak eden Hulûsi Efendi bayramdan bir iki gün önce caminin temizliğini yap-tırırdı. Sakal-ı şerifin bohçalarını tamir ettirir, bayram sabahı ziya-rete hazırlardı. Genellikle son gün iftar yemeğini evinde çocuklarıyla

yapardı. Birlik beraberlik ve kar-deşlik duygularını içeren mesajlar-la dolu bayram hutbesini bir gün önceden hazırlardı. Bayram saba-hı erkenden kalkıp camiye gelir, oturur zikrini yapar, ezan okun-duktan sonra bir müddet cemaa-tin çoğalmasını bekler sonra sabah namazını kıldırırdı. Hutbesini irad ettikten sonra, kemal-i hürmetle Sevgili Peygamberimizin mübarek sakal-ı şerifini minberdeki kutu-sundan öpüp başına koyar öylece mihrabın önüne indirirdi. Salâvat-ı Şerifeler okunarak bohçaları açar, tekbirlerle salâvatlarla bütün ce-maat ziyaretini yapardı. Tekrar sa-kal-ı şerif baş üzerinde yerine ko-nulduktan sonra, Somuncu Baba ve ahfadının kabirlerini cemaatle ziyaret eder, bütün ümmeti Mu-hammed’e dualar ederdi. Cami çıkışında herkesle görüşür, cema-ati sabah yemeği için evine davet ederdi. Genellikle çorba, kuru fasulye, pirinç pilavı ve sütlaçtan oluşan sofrada dostlarıyla yemek yer yüzlerce binlerce kişiye yemek ikram ederdi. Misafirlere esans, şeker, takke tesbih gibi hediyeler verirdi. Tekrar dostlarıyla böyle gü-zel günlere bir yıl sonra kavuşma arzusu ve duasıyla gelen misafirle-rin bayramını tebrik ederdi. Öğle namazından sonra mahalledeki yaşlıları, garipleri ve akrabaları ev-lerinde ziyaret eder, bayramlarını tebrik ederdi. İlçedeki resmi bay-ramlaşma törenine katılır, askeriye, hastane, cezaevi gibi yerlere bay-ram ziyaretinde bulunurdu.

Hâsılı bayram sevinciyle başla-dığı ramazan ayını bayram sevin-ciyle yaşar, bayrama kavuşurdu…

�2 Somuncu Baba

Page 53: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

�3Ağustos / 2007 �3Haziran / 2007

Adı : Abdullah

Künyesi : Ebû Muhammed

Doğum yılı : M. 585

Doğum yeri : Mekke

Baba adı : Mahrame b. Abduluzza

Anne adı : Bühnâne bint. Safvan b. Ümeyye (Ümmü Nüheyk)

Eş(ler)i : Zeyneb bint Süraka

Oğulları : Müsâhık, künyeden hareketle

Muhammed

Kızları : Tespit edilemedi

Kabilesi : Kureyş’in Amir boyundan

İslam’a girişi : İslam’a ilk girenlerdendir.

Sohbet süresi : 23 yıl

Yaşadığı yer : Mekke, Habeşistan, Medine.

Mesleği : Askerlik

Hicreti : Cafer ile birlikte Habeşistan’a giden 2. grupta yer aldı. 30 yaşındayken Bedir savaşı öncesinde Medine’ye hicret etti. Ferve b. Amr ile kardeş oldu.

Savaşları : Bedir ve bütün savaşlara katıldı.

Görevleri : Askerlik

Fiziki yapı : Tespit edilemedi

Mizacı : Takvası ve ibadetlere düşkünlüğüyle bilinmekte.

Ömrü : 41

Ölüm yılı : H. 12

Ölüm yeri : Yemame

Ölüm sebebi : Yemame Savaşında şehit.

Kaynaklar: Tabakat, II. 365-372, V. 312-314.; İstiab, II. 350-357;

Üsd, III. 379-381; İsabe, II. 365-6; DİA, I. 114; Sahabiler Ansiklo-

pedisi, s. 32; Ahmed, Müsned, I. 214-374.

Doç. Dr. Bünyamin ERUL

Sözleri:

“Allahım! Senin yolunda her bir mafsalıma bir darbe yemeden canımı alma!” derdi ve Yema-me’de bu arzusuna kavuştu.

Abdullah b. Ömer onu Yemame Savaşında can vermek üzereyken bulduğunda iftar vaktinin girip girmediğini sordu, orucunu açmak için yanındaki kalkanının içine biraz su koymasını istedi. Fakat İbn Ömer suyu getirinceye kadar vefat etti.

Hakkında:

Abdullah b. Mahrame

Page 54: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

�4 Somuncu Baba

Ramazan Sevinci “Göklere yalvaran çınarların secdeye duruşu, gecenin karanlığını süpüren günün aydınlığı, ikindi akşama el ederken, mutfaktaki kadının telaşı, akşamı dört gözle bekleyen yoksulun aşıdır Ramazan.”

Meryem Aybike SİNAN

Page 55: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

K uşlar kervanı yola düşmeye hazırlanırken, bir güvercin

gibi kondu omuzlarımıza güzeller güzeli Ramazan. Sessizliği kuşa-nan akşamlar, en güzel ilahilerini dokundurdu kulaklarımıza. Men-zile ulaşan duaların keskinliğini muştulayan Ramazan güzelliği sardı yüreğimize ağını...

Hikmet kervanı yürüdü insanların üstüne, son soluk.

Ramazan, her evde ayrı bir güzeldir. Kiminde kalbin yetimli-liğine şefkat, kiminde tütmeyen ocaklara, bolluğa anahtardır. Sa-atin kadranına düşen bir yıldız gibi kiminin kararmış dünyasına ışık dağıtır. Bazan da masaların üzerindeki hurmanın bilgeliğidir Ramazan. İnancın haritasındaki ezan çiçeğidir. On bir ayın arka-sından çıkıp gelen, gülce bakışlı, bir kır gülüşüdür ruhumuza. Ra-mazan, gönül bahçemizdeki kan-dil çiçeğimizdir.

Günahları çoğalan caddeleri tülleyen bir derviş yürüyüşüdür.

Tenha esen saba rüzgârının elinden tutan, gönül kuşudur Ra-mazan. Ayların gerisinden hicret eden, Eyyub gibi sabırlı sofralara birer rahmet yağmuru gibi in-sicam eden bahari tarafımızdır. Mürekkebi kurumuş dillerin ye-niden yazmışlığı, inkıtaya uğramış bakışların görmüşlüğü, okumuş-luğudur Şehr-i Ramazan.

Viran ellerin yalnızlığı yaldızlayan bir yıldız

şehrayinidir.

Kalenbek ağacından düşen tespih tanesi gibi her çekişte bizi

ulu dergaha yaklaştıran esma kokusu, seherin muştusuyla yola düşüp, akşamın sihriyle bereket taşan sofralardaki şefkatin çiçek açmasıdır ayların sultanı. Öfkenin mayınlarına set çeken, huzurun yumuşak elidir. Ruhların tedirgin-liğine bir Yunus dokunuşu, açlığın pervasızlığına tatlı bir kaylûle hu-zurudur. Şefkat ve merhametin,

katar katar hiçliğe baş eğdirişidir.

Huzurun dillenip, kavganın susuşudur.

Bilcümle yaşanan acıların ilacı, çaresidir. Deruni şarkılara yağan, ilahi kelamdır. Zamanın yürüme-si, günün dolanması, dağın taşın, insan-ı beşerle bir ağızdan “Yara-

dan”ı zikretmesidir. Kavl ü kara-

rımız üzre “ bir divan”a durma-

mızdır. Akşam ezanı, kefilidir bu

hicretin. Göçebeler gibi uzaklara

giden mana erlerinin, aramıza

dönüşüdür..

İyiden, güzelden,

hoşluktan yana kalplere

mührünü vuran hâtem

kisvesidir.

Dört mevsim, yedi iklim arz-ı

semayı dolaşarak, gittiği her mev-

sime rayihalar saçan bir seyyah-ı

evliyadır. Acının dehlizlerinde

dertnak olmuş yüreklerin, şefka-

te gülüşüdür.. İyiliğe ayarlanmış

türkülerin söylenişi, çözülen dü-

ğümlerin bağlanışıdır. Gecelerin

sıcak bir pide gibi sahur kadra-

nında bölünüşüdür.

Ramazan, akıp giden zaman

ırmağında bir ceylan bakışıdır.

Göklere yalvaran çınarların

secdeye duruşu, gecenin karan-

lığını süpüren günün aydınlığı,

ikindi akşama el ederken, mut-

faktaki kadının telaşı, akşamı dört

gözle bekleyen yoksulun aşıdır

Ramazan. İkindiyi akşam sularına

sarkıtan zamanın ağırlaşan, sabrı

bileyen gün batışı, ufukta tülle-

nen günün ardından üzerimize

sarkan akşamın, iftar düğümünü

açışıdır.

Ramazan....

Menzile ayarlanmış duala-

rın, kalplerden akışıdır.Hoş geldi,

hoşluklar getirdi Şehr-i Ramazan.

“Tenha esen saba rüzgârının elinden

tutan, gönül kuşudur Ramazan. Ayların gerisinden hicret eden, Eyyub gibi

sabırlı sofralara birer rahmet yağmuru gibi insicam eden

bahari tarafımızdır. Mürekkebi kurumuş

dillerin yeniden yazmışlığı, inkıtaya uğramış bakışların

görmüşlüğü, okumuşluğudur

Şehr-i Ramazan. “

��Eylül / 2007

Page 56: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

56 Somuncu Baba

HatıraYunus GÜLDEMİR

Page 57: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

K endilerine dinde ulu bir kişi derlerdi. Sağlığında kendisini ziyaret edemesem de bu

ulu kişinin yaşadığı yerleri ziyaret etmek istedim. Bir zaman, bir seher vaktinde Hulûsi Efendi’nin yaşadığı mekânlara ulaşmak nasip oldu.

Bizi, camisinde imam olan oğulları karşıladı. Cami şadırvanının bir musiki gibi akan sularının sesi, bülbül seslerine eşlik ediyordu. Sabah namazını kıldıktan sonra efendi oğlu bizi evlerine buyur etti. Bize gösterilen küçük odada dinlenirken, odanın bir köşesinde, bir ayağını kaldırmış miyavlayan evin kedisi dikkatimi çekti. Ömrümde, böyle güzel bir kediye rastlamamıştım. Açık kahverengi, koyu kahverengi karışımı, öyle güzel tüyleri vardı ki. Dünyaya geldim geleli böyle güzel bir kediyi ilk defa görüyordum. Hemen kucağıma aldım onu sevdim; sakat ayağını okşadım; yanımdaki arkadaşlarımdan birisi kedileri sevmiyor olacak ki davranışımı beğenmediğini söylese de ben kediyi sevdim sevdim, içten mırıltılarla, miyavlamalarla o da beni sevdiğini söylüyor gibiydi.

Güzel bir sabah kahvaltısından sonra Hulûsi Efendi’nin evlerinin çevresini inceledik. Tohma Vadisi’ni, Vadideki ılıca kaynağını gördük. Kudret Hamamı denen havuzu, Tohma Vadisi’ni bu kutsal yere gelmeden önce gerçek rüyalarımda görmüş olduğumu hayretle hatırladım. Bu mekânların gerçekten kutsal yerler olduğu kararına vardım.

İşin en ilginç yanıysa Hulûsi Efendi’nin kedisi de hiç peşimi bırakmıyordu ne kadar efendinin evine girip çıktıysak o peşimdeydi. Yolumu kesiyor, miyavlayarak sakat ayağını gösteriyordu. Sevgime derinden sevgi veriyordu. Birileri; “Ne kadar severseniz, o kadar sevilirsiniz.” dediği doğruydu. Onu her gördüğüm yerde sevdim. Onu yıllar sonra şöyle bir şiir yazdım:

Güzeller güzeli; tüyün, gözün var;

Seni yaratanı bilmem mi, kedim

Kibar ayağına dikenmi battı

Akan gözyaşını silmem mi, kedim

Belki, Tekir adın; belki de Mestan.

Ezelden böyleyim, dar gönlüm hastan.

Çileler, dünyada gülİstan dosttan;

Hakikat yoluna gelmem mi, kedim.

Rabb’in cennetine, sıran geldimi;

Kıtmir’e dost olup, sen de gir emi.

Dar oldum, yıl oldu, geçtim gölgemi;

Erenler Sırrını bulmam mı, kedim.

Hulûsi Efendi; anıldığı gibi, gerçek, ulu bir din adamıydı. Din büyüklerinin kedileri sevdiklerini çok duymuştum. Kedileri, köpekleri sevmeyenler cennete giremez diye söyleyenler çoktu. Hayvanları sizde seviniz.

Hulûsi Efendi’nin Kedileri“Ömrümde, böyle güzel bir kediye rastlamamıştım. Açık kahverengi, koyu kahverengi karışımı, öyle güzel tüyleri vardı ki. Dünyaya geldim geleli böyle güzel bir kediyi ilk

defa görüyordum.”

�7Eylül / 2007

Page 58: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

�8 Somuncu Baba

E sirlere karşı yumuşak, hoş-

görülü ve cömert davranan

Hz. Peygamber, sahabenin de

kendisi gibi davranmasını iste-

miştir. Ayrıca Müslümanların sa-

vaş esirlerinin ihtiyacını karşıla-

mak ve özgürlüklerine kavuştur-

mak yolunda çaba göstermeleri

hususunda ısrarlı olmuştur.1

Kur’ân’a göre esirin yiyeceği-ni vermek2 ve onu doyurmak Müslüman devletin sorumlulu-ğu altındadır. Fakat İslâmiyet’in erken dönemlerinde Allah Ra-sulü, esirleri muharipler arasın-da paylaştırarak onlara karşı iyi davranılmasını tavsiye ederdi. Kaynaklar esirlerin, onları esir alanlarla aynı gıdalarla beslen-

diklerini bildiriyorlar. Sahabiler arasında daha ince düşünen bazıları, bu hususta ileri derece-de fedakârlıklar sergilemişlerdir. Hatta onlar, kendi yiyeceklerini ikram ederler ve kendileri sa-dece hurma ile yetinirlerdi. Hz. Peygamber, Bedir ve Huneyn savaşlarında ihtiyacı olan esir-lere elbise dahi verirdi. Böyle-

Bilim ve HikmetDoç. Dr. Bayram Ali ÇETİNKAYA

Barış Peygamberi veSavaş Esirleri

Page 59: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

ce esirlerin çeşitli ıstırapları ve sıkıntıları da giderilmeye çalışı-lırdı.3

Özel Bir Örnek: Esir Olan Sü-mâme b. Usâl’e Peygamber’in

(s.a.v) Davranışı

Sümâme b. Usâl’ın İslâm’ı kabul etmesi de Hz. Peygam-ber’in yüksek sabır ve toleran-sının bir neticesi olarak tezahür etmiştir:

“Sümâme, Rasûlullah’ın Me-dine’ye hicretinden önce Mek-ke’yi ziyaret etmişti. Kendisini İslâm’a girmeye davet ettiğinde Sümâme buna şu cevabı ver-miştir: ‘Bir daha bu teklifini tek-rarlarsan seni öldürürüm.’ Daha sonraki bir zamanda da aynı şa-hıs, Rasûlullah’ın kendisine gön-derdiği bir elçiyi de öldürmeye kalkmış ve amcasının araya gir-mesiyle bundan kaçınmıştı. Bu-

raya aniden çıkagelen bir İslâm askerî birliği Sümâme’yi kıstır-mış ve onu yakalayıp Medine-’ye getirmiştir; kendisi Mescid-i Nebi’deki bir sütuna bağlı tu-tulmuştu. İbn Hişâm’ın verdiği bilgiye göre, bu askerî devriye mensupları onu tanımıyorlardı. Muhammed (s.a.v) onu tanır tanımaz kendisine saygı göste-rilmesini emretti ve bizzat ken-di evinde bu pisboğaz ve obur

esirine yiyecek gönderdi; zirâ bir deveden bir defada sağılan süt ona kâfi gelmemişti. Rasû-lullah ne zaman onun yanından geçse, onu İslâm’a girmeye da-vet ediyordu. Sümâme’nin ise ona verdiği cevap hep aynıy-dı: ‘Şayet beni öldürecek olur-san, zaten kanı dökülecek katil bir kimseyi (zû dem) öldürmüş olacaksın; şayet kan diyeti ka-bul etmek istersen istediğin ne

ise hepsini iste (veririm)’. Onun bu sözlerine Muhammed (s.a.v) hiçbir cevap vermeksizin ora-dan uzaklaşıp gidiyordu. Sümâ-me bu arada camide olup bi-tenleri bizzat gözleriyle görüyor ve İslâm dininin ne demek ol-duğunu iyice anlıyordu. Üç gün sonunda, o yine mûtad ceva-bını tekrar ettiğinde Rasûlullah, onun hiçbir fidye alınmaksızın serbest bırakılması için emir

verdi. Sümâme, cami’den çıktı Bakî Koruluğuna girdi, burada bir güzel banyo yapıp temiz-lendikten sonra Muhammed’in (s.a.v) huzuruna döndü geldi ve ihtidâ ettiğini ona bildirdi; onun bu hareketine Rasûlullah:

‘Şu ana kadar sen bana dün-yanın en iğrenç adamı gibi du-ruyordun; işte artık şimdi seni herkesten çok takdir ediyorum”

Akşam olunca birçok hizmet-

Hayber Kalesi

��Eylül / 2007

Page 60: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

60 Somuncu Baba

çi her zaman olduğu gibi ona yemeğini getirdiler ve sonunda kendisine getirilen yemeklerin çoğunu yemeyip geride bırak-tığını görerek şaşırdılar. Durum Rasûlullah’a anlatıldığında o:

‘Buna hiç şaşırmayınız; mü’-min insan bir mide ile, kâfir ise yedi mide ile yemek yer’

Bir müddet sonra Sümâme ülkesine dönmek üzere Me-dine’den ayrıldı; yolu üzerin-de Mekke’ye uğradı ve orada Beytullah’ta İslâmî esaslara göre herkesin gözü önünde namaz

kılarak milleti şaşkına uğrattı. Hemen onu öldürmek üzere kıskıvrak yakaladılar fakat içle-rinden birinin Mekke’nin Ye-mâme’den gelecek hububata ne kadar çok ihtiyacı olduğunu hatırlatması üzerine serbest bı-raktılar. Ancak Sümâme onlara şöyle dedi:

‘Bundan sonra, Muhammed (s.a.v) müsaade etmedikçe be-nim ülkemden bir tek hububat bile alamayacaksınız.’

Gerçekten de Mekke’de bir müddet sonra kıtlık belirin-

ce, bu yasaklamanın (ambargo) kaldırılması için hasımları Rasû-lullah’a müracaat edip ricada bulunmaya mecbur olmuşlar-dır. Ve o dediklerini yapmıştır. Bu olayın cereyan ettiği tarih 6. Hicrî yılın başlangıcıdır.4

Okuma Yazma Öğreten Esirlerin Serbest Bırakılması

Sünnetinin bir parçası olarak Hz. Muhammed, savaş esirle-riyle ilgili uygulanacak yöntem-ler konusunda sahabîlerine da-nıştı. Önde gelen sahabîlerin bir kısmı esirlerin başlarının uçu-

Page 61: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

rulmasını önerdiler. Ancak Allah Rasulü, bu teklifi kabul etmeyip, belirli bir fidye ödeyip serberst bırakılmalarını tavsiye eden Ebû Bekr’in görüşünü benimsedi.’5

Bununla birlikte Hz. Muham-med (s.a.v), okuma-yazma öğret-meleri karşılığında (on Müslüman çocuğuna okuma yazma öğret-meleri sonucunda), bir kısım esiri serbest bıraktı.6 Esirlerin bir kısmı da gücü olmadığı ve kendilerine

yardım edecek dostları bulunma-dığı için özgür bırakıldılar.7

Yiyeceklerini Esirlerle Paylaşan Müslümanlar

Yine Hz. Muhammed’in şu uygulamaları, şiddet ve savaşın hiçbir insanî sınır ve ölçü tanıma-dığı yaşadığımız çağın güçleri için ibretler ve öğretici erdemlerle

dolu değerleri bünyesinde barın-dırmaktadır:

“Rasûlullah, bu savaşta öldü-rülmüş bulunan düşman asker-lerinin hiçbir şekilde cesetlerinin darbedilip kılıçlanmaması için emir verdi. Sadece şehit düşen Müslümanların değil aynı zaman-da düşmana ait cesetlerin de gö-mülmesi Rasûlullah’ın bir emri ile gerçekleştirilmiştir; hiç şüphesiz

iki zümre birbirinden ayrı yerlere gömülmüşlerdir. Savaş meydanın-dan ayrılacağı sırada harp esirleri-ni, her birinin bir esiri muhafaza altında tutabileceği şekilde, Müs-lüman askerler arasında dağıttı ve esirlere iyi muâmele edilmesi hususunu tenbih etti.8 Esirlerden elbisesiz kalmış olanlara libas ve-rildi. Bu esirler Müslümanlarla

birlikte ve eşit şartlarda, yemeğe oturuyorlardı. Öyle vakalar ol-muştur ki, muhafız askerlerden bazıları, kendilerini tutumayıp elleri altına verilmiş esirlere kar-şı gösterdikleri ezâlı mûameleyi durdurmaları için Rasûlullah’ın o derece ciddî azarlarına muhatap olmuşlardır ki kendi nefisleri için birkaç hurma ile iktifâ etmeye mecbur kalmışlardır.” 9

Erdemli Evrensel Lider

Hz. Muhammed’in Tay kabi-lesine (Asıl vatanları Yemen olan Tay’lar, Arap göçleri tarihinde en dikkat çekici ve en heyecan-lı maceraları yaşamış bir halk topluluğudur.) yönelik tavrı ve uyguladığı yöntem, erdemli ve evrensel bir liderlik modelidir. Mekke’nin fethedilmesinin ar-

Bedir Kuyuları

61Eylül / 2007

Page 62: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

62 Somuncu Baba

kasından şehrin idaresinin İslâm devletine bağlanmış olması, bir-çok kabileyi tarafsız tutumlarını değiştirip İslâm ile birlikte yaşa-maya yöneltmiştir. Hicri 9. yılda Medine’ye gelen kabile temsil-cisi heyetleri arasında Tay’ınki de mevcuttu.10

“Bir rivayete göre Hz. Ali Tay’ın Fils adındaki putunu kırmak üzere gönderildiği se-fer esnasında efsânevî cenkci şöhrete sahip Hâtim’in oğlu Adî ona doğru gelmekte olan bu ordudan kaçmıştı. Kendisi Hıristiyan dininden bir kimse olarak, yanına ailesini de almak suretiyle Suriye-Filistin yoluna

düştü. Bununla beraber yanına (muhtemelen Suffâne adını taşı-yan) kızkardeşini almayı ihmal etmişti. Netice olarak bu kadın esir alındı ve Medine’ye getiril-di. Bu hanım, Rasûlullah’ı görür görmez ona şunları söyledi:

‘Babam öldü, kardeşim ise utanç verici bir şekilde beni terk etti; sen bâri bana cömert dav-ran! Allah da sana kerîm davra-nacaktır…’

Rasûlullah bu sözler üzerine merhamet edip ona hürriyetini iâde etti ve daha sonra da Tay ül-kesine gitmek üzere hazırlık yapan bazı yolcuların kervanına katılabil-

mesi için ona bir binek hayvanı temin etti ve lazım gelen ihtiyaç ve yiyeceklerini de yanına verdi. Bu hanım daha sonra kardeşinin yanına olmak üzere Suriye’ye geç-miş ve karşılaştıklarında, kendisini evvelce terk ettiği için yüzüne kar-şı hakarette bulunmuş ise de iki kardeşin tekrar uzlaşıp barışması zor olmamıştır; kızkardeşi ona ba-şından geçenleri anlatmış ve:

‘Senin de Medine’ye gitmen lâ-zım; şayet gerçekten Muhammed, Allah’ın bir Rasûlü ise, onun Elçili-ğini en önce kabul ve ikrâr edenler daha çok övgüye lâyık olacaklar-dır. Şayet o alelâde bir hükümdar ise senin bu bîat ve itaatin sana bir

Page 63: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

noksanlık getirip değerini düşür-mez; sen ne isen o kalırsın.’

Bu sözlerden sonra onun de-diğini yapmayı kabul etti ve Me-dine’ye geldi. Mescid’de iken Ra-sûlullah’ı tanıyıp selâm verdi. Mu-hammed (s.a.v) ona itibar etti ve onu evine götürmek üzere birlikte Mescid’den ayrıldılar. Yolda yaş-lı bir hatun, Rasûlullah’a yanaşıp onunla uzun süre konuştu. Adî bir hükümdarın böyle bir şeye asla müsaade etmeyeceğini düşündü. Rasûlullah’ın evine girdiklerinde Muhammed (s.a.v) orada üzerine oturulacak yegâne şey olarak du-ran minderi ona doğru oturması için uzattı ve kendisi de toprak döşeme üzerine oturdu. Adî bü-tün bu olanları gitgide artan bir hassasiyetle takip ediyordu. Mü-teakiben Muhammed (s.a.v) ona İslâm dininin ne olduğunu anlattı ve şunu ilave etti:

‘Bu dine senin girmene mani olan şey nedir? Şayet Müslüman-ların fakir olduğunu zannediyorsan şunu bil ki kısa bir zaman sonra onlar arasında sadaka kabul eden kimse kalmayacaktır; şayet onla-rın zayıf olduklarını düşünüyorsan, şunu bil ki kısa bir zaman sonra bir kadın Irak’taki Kadısiyye’den Mekke’ye haccetmek üzere, Allah’tan başka kimseden kork-mayarak tek başına seyahat ede-bilecektir; şayet hükümdarlığın Müslümanlardan gayrı milletlerde olduğunu söylüyorsan, şunu bil ki Bâbil şehrindeki beyaz sarayların kapıları onlara açılacaktır.’

Böylece Adî Müslüman oldu ve gerçekten de işin başın-

da zorlukla inandığı, Tay’ların vaktiyle yağmalayıp durdukları ülkelerden geçen yolların emni-yet ve selâmet içinde olduğunu görecek kadar ve Sâsânî İmpa-ratorluğu topraklarının İslâm Orduları tarafından fethedilişi-ne şâhit olacak kadar uzun bir ömür sürdü.”11

İnsana Değer Veren Komutan

İnsan hayatına değer veren Hz. Muhammed (s.a.v), Bedir savaş esirlerinin akibetleri hu-susunda, Hz. Ömer’in öldürül-meleri teklifi yerine, Hz. Ebû Bekr’in fidye karşılığı serbest bırakılmaları önerisini benimse-miştir.12

Bize kadar ulaşan bilgi ve vesikaların ulaştığı noktalar, Hz. Muhammed’in insan ve hayatı öne alan uygulamalarla dolu-dur:

“Rasûlullah, bir gayrimüslim olan Amr b. Ümeyye’yi, Necâ-şî’nin nezdinde elçi olarak gön-dermişti. Bedir’deki müşrik esir-lerin her birinin “kurtuluş fidyesi” olarak on Müslaman çocuğuna okuma-yazma öğretmesini Ra-sûlullah şart koşmuştu. Şahsi katibi Zeyd b. Sâbit’e İbrânî yazısını öğrenmesini emretmiş ve o da anlaşıldığına göre bunu şehirdeki Yahudilerden öğren-mişti. Şu halde, o gayrimüslim-leri memur, muallim, teknisyen, inşaatçı, vs. olarak kullanmayı helâl telakki ediyordu. Rasûlul-lah, şahsen Medine’nin Yahudi tüccarlarından yiyecek maddesi satın almış, hattâ zırhlı gömleği-ni onlardan birine rehin olarak

bırakmış ve onu geri alamadan

vefat etmişti. Bir Yahudi banke-

rinin Peygambere, bizzat gele-

rek borcunu ödemesini istediği

zikredilir. Vasiyetinde “gayri-

müslim tebeama (ehlizimme)

iyi muamele ediniz!”demiş ol-

duğunu görüyoruz.”13

Yaşadığımız dünyadaki sa-

vaşları ve orada esirlere yapılan,

insanlık onurunun ayaklar altına

alan, akla hayale gelmeyen mu-

ameleleri göz önünde bulun-

durduğumuzda, bunların İslâm

Peygamberi’nin uygulamalarıy-

la kıyas kabul edemez oldukları

görülmektedir/anlaşılmakta dır.

1. Afzalurrahman, Sîret Ansiklopedisi, çev: Komisyon, II. baskı, İstanbul 1996, III, 275.

2. “Onlar, kendi canları çekmesiyle yoksula, yetime ve esire yedirirler.” Bkz. İnsan, 8.

3. Muhammed Hamidullah, İslâm Pey-gamberi, çev: Salih Tuğ, Ankara 2003, II, 1002.

4. İbn Hişâm, es-Siyretü’n-Nebeviyye, tah: Mustafa es-Sakka, İbrahim Ebyân, Abdül-hafîz Şelbî, Mısır trz, II, 638-639; Hüseyin b. Muhammed b. el-Hasan el-Diyarbekrî, Târihû’l-Hamîs, Beyrut trz, II, 3; Hamidul-lah, İslâm Peygamberi, I, 403-404.

5. İbn Sa’d, et-Tabakâtu’l-Kübrâ, tak: İhsân Abbas, Beyrut trz, II, 22-26; Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Tarîhu’r-Rusul ve’l-Mulûk, tah: M. Ebû’l-Fadl İbra-him, VI. baskı, Kahire 1990, II, 474-475.

6. İbn Sa’d, age, II, 22-26; Taberî, Tarîhu’r-Rusul ve’l-Mulûk, II, 463; Takîyiddin Ah-med b. Ali b. Abdulkâdir b. Muhammed el-Makrizî, İmtâu’l-Esmâ, tah: M. A. El-Ne-misî, Beyrut 1999, I, 119.

7. İbn Hişâm, es-Siyretü’n-Nebeviyye, I, 660; Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 226.

8. Taberî, Tarîhu’r-Rusul ve’l-Mulûk, II, 460-461.

9. Taberî, age, I, 461; Muhammed b. Ömer Vâkıdî, Kitâbu’l-Meğazî, tah: M. Jones, III. baskı, Beyrut 1984, I, 119; Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 226-227.

10. Hamidullah, age, I, 518-519.11. İbn Hişâm, es-Siyretü’n-Nebeviyye, II,

579-581; Hamidullah, age, I, 519-520.12. Taberî, Tarîhu’r-Rusul ve’l-Mulûk, II, 474-

475; Hamidullah, age, II, 893.13. Hamidullah, age, II, 895.

Kaynakça

63Eylül / 2007

Page 64: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

Tasavvuf Şiirinde Ramazan

EdebiyatMustafa ÖZÇELİK

“Ramazan, sûfîler için çok önemli bir zaman dilimidir. Camiler gibi dergâhlar da bu ayda daha bir zenginlik ve manevi coşkunun yaşadığı mekânlara dönü-şür. Bu ayda camilerde, dergâhlarda ilahilerin diğer zamanlara göre daha fazla

söylenmesi Ramazan konulu şiirlerin sayıca çok olmasına sebep olmuştur.”

Page 65: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

Ramazan ve Şiir…Kutlu Ramazan ayı, kendine

mahsus özellikleriyle edebiyatı-mızın en önemli konularından biri olmuştur. Çünkü bu ayda bir yazarı/şairi yazmaya yönel-tecek her türlü motivasyon un-suru fazlasıyla mevcuttur. Her şeyden önce insanlar bu ayda alışageldikleri hayat düzeninin dışına çıkarlar. Manevî/metafi-zik olanla bağları daha da güç-lenir. Üstelik bu değişim hem maddî hem de manevî anlamda hayatın bütün alanlarında ger-çekleşir. Böylece bir sanatkârın yazmasına imkân verecek her türlü ayrıntı ortaya çıkmış olur. Bunlardan hareketle yazılan şiir ve yazılarla edebiyatımızda müstakil bir “Ramazan edebi-yatı”ndan söz etmek mümkün hale gelmiştir.

Klasik edebiyatımızda Ra-mazan denildiğinde akla gelebi-

lecek asıl eserler “Ramazaniye” adı verilen kasidelerdir. Divan edebiyatımızın vazgeçilmez eserleri haline gelen bu eser-lerde ana konu Ramazan, oruç, teravih, kadir gecesi, iftar, sahur, camiler, mahyalar, kandiller ve bayramdır. Hatta bu bütün-lük içinde Ramazanın tabii bir gerçeği olarak iftar yemekleri, zengin ve yoksul kişilerin halleri, tiryakiler vs. de bu tür eserlerin işledikleri konular arasına girer. Öte yandan bu tür eserlerde mahalli ve yerli malzemeye da-yalı olarak Ramazan dolayısıyla değişen günlük hayat da ele alı-nır.

Ramazan konusuna halk edebiyatımız da ilgisiz kalma-mış ve ortaya “Ramazan mani-leri” adını verdiğimiz müstakil bir tür çıkmıştır. Bütün Rama-zan boyunca daha ilk günden başlayarak her sahurda okunan

bu maniler tema bakımından büyük bir çeşitlilik gösterirler. Ramazanın gelişinden duyulan sevinç, Ramazana özgü yiyecek ve içecekler, sahur, iftar, da-vulcu, bilhassa kadir gecesi ve Ramazanın bitişinden duyulan üzüntü işlenen belli başlı konu-lar arasındadır. Böylece Rama-zan hem Divan hem de Halk edebiyatının en zengin malze-mesi durumundadır.

Tasavvuf Şiirinde Ramazan…

Tasavvuf edebiyatında da aynı şekilde Ramazanla ilgili pek çok eser ortaya konulmuş-tur. Çünkü; Ramazan ve oruç, mutasavvıf şairler için daha özel bir durum arz eder. Zira, bu ayın en önemli tarafı nefs ter-biyesidir. Bunun için oruç çok önemli bir ibadet olarak görülür. Zaten mutasavvıfların oruç an-layışları da kendilerine özgüdür.

65Eylül / 2007

Page 66: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

66 Somuncu Baba

Onlar orucu avamda olduğu gibi sadece yemek içmekten kesilmek yahut havasta olduğu gibi el ayak göz ve kulak ile de perhiz kılmanın ötesinde bütün arzulardan ve heveslerden ge-çerek Hak ile olmak, Muhabbe-tullah’a ulaşmak şeklinde algılar-lar. Böylece onlar için Ramazan orucu, hakikat orucunun daha şuurlu algılandığı bir ibadet ola-rak görünür.

Bu bakımdan Ramazan, sû-fîler için çok önemli bir zaman dilimidir. Camiler gibi dergâhlar da bu ayda daha bir zenginlik ve manevî coşkunun yaşandığı mekânlara dönüşür. Bu ayda camilerde, dergâhlarda ilahile-rin diğer zamanlara göre daha fazla söylenmesi Ramazan ko-nulu şiirlerin sayıca çok olma-

sına sebep olmuştur. Ramazan ilahileri olarak adlandırabilece-ğimiz bu tür şiirler çok zengin bir dini coşkunun ürünleridir. Tekke edebiyatının genel vasfı-na uygun olarak da hem hece ile hem de aruzla yazılan bu şiirlerin büyük bir kısmı beste-lenmiştir.

Hoş Geldin Ramazan…Sufi edebiyattaki Ramazan

şiirlerinde iki kavram bilhassa öne çıkar. Bunlardan ilki Ra-mazanın gelişinden duyulan sevinçtir. Pek çok Ramazan şi-irinde bu sevinç lirizmin doruk noktasına ulaştırır şairi. Bunlar arasında Şeyh Üftade’ye ait olan şu şiir, asırlardır Ramazan sevincini dile getiren en meşhur manzume olarak bilinir:

“Âşıklara eydin sala/Oruç ayı geldi yine/Rahmet deni-zi cûş edip/Âlemlere doldu yine/Kur’an’da Allah öğdüğü/Cümle nebiler sevdiği/Ümme-te Allah verdiği/Oruç ayı geldi yine/Cümle aya sultan olan/Dertlilere derman olan/Hak-k’dan bize ihsan olan/Oruç ayı geldi yine/Dosttan atasın ge-tiren/Zulmetleri hep götüren/Canlarda irfan bitiren/Oruç ayı geldi yine/Sâliklere kuvvet olan/Ariflere izzet olan/Mü’-minlere cennet olan/Oruç ayı geldi yine/Aydın eden gönül-leri/Mesrur eden mü’minleri/Ma’mur eden mescidleri/Oruç ayı geldi yine/Üftade’nin canı sever/Oruç ayın daim öğer/Dost iline edin sefer/Oruç ayı geldi yine”

Page 67: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

Elveda Şiirleri…Bu denli coşkuya sebep olan

Ramazan’ın bitişi ise aynı ölçü-de üzüntüye sebep olur. Gelişi sevinçle karşılanan Ramazanın gidişi de üzüntüyle karşılanır. Bu defa şair, kalemini bu kutlu ayı uğurlamak adına eline alır. Bu tür şiirler arasında ise Eşrefoğlu-na ait şu şiir çok bilinen örnekler arasındadır:

“Elveda ey mâh-ı tâban elvedâ/Elvedâ ey mihr-i Yezdan elveda/Elveda eyâ âfitâb-ı şer’-i din/Elve-da ey mâh-ı tâban elvedâ/Gün-düzün bayram idi sâimlere/Her geçen bir kadr idi kaimlere/Nûr-dan bir tâc idi âlemlere/Elveda ey mâh-ı tâban elvedâ/Leylet’ül-kadr ü berât idin bize/Her dahi savm u salât idin bize/Nâr-ı dû-zahtan necât idin bize/Elveda ey mâh-ı tâban elvedâ/Yılda bir kez şehri seyran eyledin/Köndözün

bu halka mihman eyledin/Sonra tâvus gibi cevalan eyledin/Elveda ey mâh-ı tâban elvedâ/Hazret’e bizden şikâyet eyleme/Ayıbımız çoktur hakaret eyleme/Eşrefoğ-lu’na melâmet eyleme/Elveda ey mâh-ı tâban elvedâ” Mutasavvıf şairlerimiz arasında Ramazan-la ilgili şiirleri bulunan pek çok şairimiz vardır. Bunlar arasında Eşrefoğlu Rumi, Şeyh Üftad’nin dışında, Niyazi Mısri, Aziz Mah-mud Hüdayi, Erzurumlu İbra-him Hakkı, Erzurumlu Mehmet Lütfi ve Bursalı İsmail Hakkı da Ramazan şiirleri çok meşhur ol-muş sufilerdir.

Günümüz Şiirinde Ramazan…

Bu gelenek zaman ve zemin değişse bile yine devam etmek-tedir. Çünkü Ramazan gerçekten insanı ve hayatı bütün gücüyle, bereket ve sevinciyle kuşatmak-

tadır. Bunun sonucu olarak da bugün için ortada bir divan, halk ve tasavvuf şiiri kurumlaşmış ola-rak bulunmasa bile şiir ve şair var-lığını sürdürdüğü için Ramazan yine edebiyatın en önemli konu-su olmayı sürdürmektedir. Belki ortada müstakil Ramazaniyeler yoktur ama çok sayıda Ramazan ilhamlı şiirler vardır. Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal, Arif Ni-hat Asya, Ahmet Remzi Akyürek, Kemal Edip Kürkçüoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, Bahaettin Kara-koç, Sezai Karakoç, Yavuz Bülent Bakiler, Mustafa Necati Bursalı, İbrahim Demirci, Ekrem Kaftan, Musa Tektaş gibi isimler Rama-zan şiirleri geleneğinin yeni Türk şiirindeki önemli temsilcileridir. Bunlar ve benzerleri az önce de belirttiğimiz gibi birer Ramazani-ye örneği sayılmamakla birlikte ramazanla ilgili duyguları, hatıra-ları, niyazları veya müşahedeye dayanan çeşitli unsurları dile ge-tiren şiirler olarak dikkat çekici-dir. Dolayısıyla bunları Ramazan konulu sûfi şiirin yeni örnekleri olarak görmek pekâla mümkün-dür. Bunlardan İbrahim Demir-ci’ye ait olan Oruç Gazeli’ni söy-lediklerimizin ilginç bir örneği olarak buraya alıyoruz:

“Oruçlu ikindilere sarkar Tûbâ dalları/Yaprakları yelpazeler terli alınları/Karışır damarlara sızan Kevser’e/Dicle, Fırat, Nil, Tuna suları/Çocuk gözbebeklerini ezen çelikleri/Eritir yüreklerimizin kızgın potası/Afyon tütsülerinde uyuşmuş bilekleri/Yakalar kılıcı-mızın canlı kabzası/Gün bizimle başlar, bizimle uyanır gece/Emek-ler aklanır dâim insan doğası”

67Eylül / 2007

Page 68: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

68 Somuncu Baba

PsikolojiDoç. Dr. Sefa SAYGILI

Güleryüzlü Olmalıyız

H epimiz dünyada faniyiz. Gelip geçiciyiz. Bu yüzden hayatı aşın ciddiye alıp, asık suratlı

olmak doğru değildir. Üzülecek, kızacak şeylerle günlük yaşantımızda sık sık karşılaşırız. Ancak bun-ların gülünecek yanlarını görüp tebessüm etmeye çalışırsak inanın daha mutlu oluruz.

Sonra güleryüzlü olmak bulaşıcıdır. Etrafa gülü-cükler saçan insanlar, çevreye mutluluk dağıtmış olmaktadırlar. Gülümseme, her meslek sahibi için adeta sihirli bir anahtardır.

Bir defasında trafikte giderken olmadık bir hata yapmıştım. Tehlikeye soktuğum araç sahibi kızgın-lıkla bana bakarak söylenmişti. Onu gülerek ve özür

Gülücüklerimiz arttığı oranda güçlenir. Yine hormonal sistemimiz

de pozitif etkilenir.Ayrıca gülücükler yorgunluğumuzu giderir. Kızgınlık ve panik için de birebirdir. Gülmek tıbbî, psikolojik

ve sosyal açıdan büyük yararlar sağlar. Gülünce solunum sistemimiz kuvvetlenir.

Page 69: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

dileyerek cevaplayınca, sihirli bir söz söylemişcesine yumu-şadığını ve onun da tebessüm ettiğini gördüm. Halbuki ay-nen karşılık verseydim vahim sonuçlar doğabilirdi. Zararını tazmin edeceğimi söyleyerek el sıkıştım. “Fazla değil, gerek yok” dedi ve kart değişimi yaptık.

Karşılaştığımız insanlara kar-şı hem saygılı, hem de gülücük ve göz temasıyla davranmalıyız. Bunu yaptıkça, kendimizde de güzel değişiklikler olduğunu gö-rürüz. Çoğu insan da tıpkı bizim gibidir aslında. Onların da aile-leri, sevdikleri insanlar, endişe-leri, dertleri, hastalıkları, beğen-dikleri ve beğenmedikleri şeyler ve korkuları vardır.

Öyle kişiler muayeneye ge-liyorlar ve dertlerini anlatıyorlar ki benim de bazen şaşırdığım oluyor. Dıştan zengin ve ulaşıl-maz görünen bir insan, kendi içinde bir dert yumağı olabiliyor veya etrafa yüksekten bakan gurur abidesi kişilerin problem-lerle yüklü olduğunu müşahede ediyorum.

Bu yüzden biz karşımızda-kine gülümseyerek davrandı-ğımızda o insanın da iyi oldu-ğunu ve minnettar kaldığını anlayabiliriz. Herkesin birbirine ne kadar benzediğini görünce, insanların içindeki masumiyeti de görmeye başlarız. İnsanların genellikle kötü niyetli olmadığı-nı kabul etmek, içimize katıksız bir mutluluk verecektir.

“Mizah duygusuna sahip olan kişi, insanın acısını, kederini ve mutsuzluğunu da anlayabilir.

Mizah, zaaflarımızı ve kızgınlı-ğımızı kabul ettiğimizi gösterir. Ama aynı zamanda gülmek, öz-gür olduğumuzun da işaretidir.”

Dr. Martin Grotjahn

Rakamlarla Gülmek

Beyinde gülme merkezinin alanı 4 santimetrekaredir.

Yetişkinlerin günlük toplam gülme süresi 6 dakikadır.

Çocuklar günde ortalama 400 defa gülerler.

Gülmenin bilimsel yönlerini inceleyen araştırmacıların sayısı tüm dünyada 200 kadardır.

Gülerken nefes verme hızı saatte 100 kilometreye çıkar.

Gülerken 17 adet yüz kası harekete geçer.

Tebessümün Faydaları

Nükte ve espri yönlerimizi geliştirmemiz mutluluğumuzu artıracaktır. Çünkü gülmek in-sana çoğu zaman ilaç gibi gelir. Üstelik bedavadır.

Gülmek, endişelerimizi da-ğıtır. Stres, depresyon, korku ve üzüntülerimizle başa çıkmamı-za yardımcı olur. Rahatsızlıkları-mızın iyileşme sürecini artırır.

Bağışıklık sistemimiz, gülü-cüklerimiz arttığı oranda güçle-nir. Yine hormonal sistemimiz de pozitif etkilenir. Ayrıca gülü-cükler yorgunluğumuzu giderir. Kızgınlık ve panik için de bire-birdir. Gülmek tıbbî, psikolojik ve sosyal açıdan büyük yararlar

sağlar. Gülünce solunum siste-

mimiz kuvvetlenir. Bedenimizin

aldığı oksijen artar, gergin ada-

lelerimiz gevşer ve ağrılarımız

diner. Nabız ve tansiyonumuz

düşer. Gülen insanla iletişim ko-

laydır. Bu da pek çok avantajlar

demektir.

Gülmek kalbi hem güçlendi-

rir, hem de nabız atışlarını dü-

zenler. Gülerken vücudumuza

normale oranla dört kat daha

fazla oksijen pompalanır.

Günlük yaşantımızda yaşadı-

ğımız sıkıntıları kolay unutma-

mıza yardımcı olur.

Bir dakika gülmek seksen

vücut kasını harekete geçirir. Bu

da oniki dakikalık bir koşunun

sağladığı faydaya eşittir.

Vücut ağrılarının azalmasına

yardım eder. Gülmek gerçekten

Allah’ın bir lütfudur.

Gülerken beyne kan gider.

Böylece beyin hızlı çalışır ve so-

runlar daha kolay çözülür.

Gülmek Mutluluktur

Alman Focus Dergisi’nin ya-

yınladığı araştırma sonuçlarına

göre; günde birkaç defa gülmek

sadece mutluluk anlamına gel-

miyor, aslında bizi daha sağlıklı

ve başarılı yapıyor. Çünkü gü-

lerken; yüz kaslarımızdan karın

kaslarımıza kadar birçok bölge-

miz harekete geçer ve beyne

sinyaller gönderir. Bu sinyaller

sayesinde günümüz neşeli ge-

çer.

69Eylül / 2007

Page 70: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

70 Somuncu Baba

E debiyat dünyası Bekir Oğuzbaşaran ismini 40 yıl önce tanıdı. Edebiyat öğretmeni, öğretim görev-

lisi oldu. Bir taraftan hocalık, bir taraftan edebiyatçılık vasfını sürdürdü. Necip Fazıl Kısakürek’in rahle-i ted-risinden geçti. Zekâsı, sür’at-i intikali, hâfızası onunla bir saatlik sohbetinizde hemen dikkatinizi çekecek hususlarındandır. Dost canlısı, sohbetlere neşe ve can-lılık katması ile bulunduğu mecliste hemen kendini gösterir.

Türkiye’nin neresinde hangi kitap, hangi dergi ba-sılıyorsa Bekir Oğuzbaşaran’ın mutlaka haberi vardır. Küçük büyük her dergide bir yazısının, bir şiirinin neş-redilmesi için elinden gelen mücadeleyi gösterir. As-lında hiç abartısız ciltlerce kitap yazabilecek ve onu da yayınlatabilecek kapasiteye sahip olmasına rağmen ondaki dergi tutkusunu beş altı yıldır tanıyan bu fakir bir türlü çözememiştir. Yayınlanan tek kitabı, ki o da piyasalarda yoktur, “Necip Fazıl’ın Sanatı” ismini ta-şıyor. Yine belirtelim elinde Necip Fazıl’la ilgili çoğu kimsede bulunmayan bilgi ve belgeler de mevcuttur. Bunların hâlâ kisve-i tab’a bürünmemiş olması şahsen beni çok rahatsız ediyor.

Yeni Türk Edebiyatı uzmanı olmasına rağmen Dî-van Edebiyatına, Divan Edebiyatına olduğundan fazla da halk edebiyatına vukufu vardır.

Türkiye onu yazar olarak tanımasına rağmen son

KitapVedat Ali TOK

Anlaşılmazlık, şair için bir orijinallik addedilir, kavram

kargaşasına yol açacak ifadeler özgünlük

kabul edilir. Hülâsa şiiri, söyleyenin dahi

mânâsından bî-haber olduğu ifadeler çok

büyük bir maharetmiş gibi görülür. Yani şiirle

şuurun yolları ayrılır. Hâlbuki şuur, şiire

derinlik veren, ufuk açan ilâhî bir nimettir

İki Ustadan Bir Şiir,Bir Nesir Kitabı

Bir Şiir Kitabı: Bekir Oğuzbaşaran ve Manzum

Portreleri

Page 71: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

yıllarda şiire yöneldi. Hece öl-çüsü ile dörtlükler yazdı; fakat bunlara ısrarla rubai dedi. Çün-kü yazdığı dörtlüklerde ölçü ru-baiden farklı olmasına rağmen, rubai üslubu vardı. Hakikaten hikemî tarzda dörtlükler yazdı. Dörtlüklerinde uzun şiirlerinden daha büyük bir başarı gösterdi.

Kolay ve rahat yazabilen bir şair. İlhamını bilgi ve kültürüyle birleştiriyor. Dile, imlâya karşı son derece titiz. Şiirin sesini ta-nıyor. Âhengi yakalayana, kastet-tiği mânâya ulaşana kadar peşini bırakmıyor bir şiirin…

Yazdığı her dörtlüğü en az iki defa okutturduğu ve görüşlerine de başvurma nezaketi gösterdiği bu fakir, onun şiirlerinin birçoğu-nu hıfzetme durumuna geldiğini de bu arada zikretmeden geçe-meyecektir.

Bekir Oğuzbaşaran, önce çe-şitli konularda Türk dörtlükleri

yazdı. Bunlar da bir kitap ola-cak keyfiyet ve kemiyette. Daha sonra gerek ebediyete göçmüş, gerekse hayatta olan ve kültürü-müze, edebiyatımıza bir şekilde hizmeti olmuş; eser bırakmış ya-zarlar, şairler, sanatkârlar, akade-misyenler, âlimler için manzum portreler yazdı. Bunlar dergiler-de yayınlanmaya başladıktan sonra hoş tepkiler aldı. Bu kitap bir bakıma bu cesaretlendirilme-nin semeresi…

Oğuzbaşaran’ın manzum portreleri okunduğunda bilgi, ilham, araştırma, hâfıza, hatır, ahde vefa hasılı aşk ve sevgi gö-rülecektir. Onun hiciv türünde de kuvvetli portreleri var; fakat nedense bunları kitabına almak istemedi. Manzum portre, ede-biyatımızda bildiğim kadarıyla, bu kesafette hiçbir şair tarafın-dan yazılmamıştır. Bu bakımdan bu şiir kitabı farklı bir özellik arz etmektedir. Kitaptaki şiirlere

sadece şiir gözüyle bakmak ka-naatimce doğru olmaz; çünkü onlarda edebiyat tarihimize not düşebilecek bilgiler de mevcut-tur.

Bu güzel eserin sanat erba-bınca dikkatle ve zevkle okuna-bileceğini düşünüyorum. Man-zum portrelerde okuyucu, şiir zevkinin yanında çeşitli bilgiler ve sanat âlemine yakınlığı kadar da ilginç hâtıralar bulabilecektir.

Oğuzbaşaran’ı kutluyor, bu eserin diğer kitaplar için bir baş-langıç vesilesi olmasını temenni ediyoruz…

Laçin Yayınları, Ağustos 2007

Bir Nesir Kitabı:Şiirden Şuura

Şiir ve şuur etimolojik olarak aynı kökten gelmiş kelimelerdir. Bu açıdan dahi bakılsa bu iki kavram arasında kesin bir ilişki vardır. Buna göre şuursuz şiire

7�Eylül / 2007

Page 72: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

72 Somuncu Baba

mutlak “hezeyan” gözüyle bak-makla şairi ve şiiri bir kalıba sok-maya çalışma çabası görülme-melidir. Heyecanı ve olağanüstü zihin faaliyetini şiirin bir gereği saymakla birlikte bunların da bir şuur süzgecinden geçirilerek sunulması şiirin güzelliği ve şiiri nesirden üstün kılan özelliği ka-bul etmek gerekir. Zira şuur, şiire nizam veren, bir bakıma ilham atını dizginleyen, disipline eden manevî bir kuvvet, ilâhî bir kud-rettir.

“Güneşten zerrelere kadar her şey şiirin konusu olabilir.”

anlayışının yaygınlaşmasıyla edebiyatımızda konu genişliği dikkat çeker. Bununla beraber ifade genişliği de hemen ken-disini gösterir. Ne var ki yeni-liğe imza atma hevesi, değişik olma anlayışı zaman zaman şiirde şuurun ihmaline yol aça-bilmektedir. Öyle ki, kimi şairler bu şuursuzluğu çılgınlığa kadar vardırır. Anlaşılmazlık, şair için bir orijinallik addedilir, kavram kargaşasına yol açacak ifadeler özgünlük kabul edilir. Hülâsa şi-iri, söyleyenin dahi mânâsından bî-haber olduğu ifadeler çok bü-

yük bir maharetmiş gibi görülür. Yani şiirle şuurun yolları ayrılır. Hâlbuki şuur, şiire derinlik ve-ren, ufuk açan ilâhî bir nimettir.

Şiirimizdeki bu dalgalanış, şü-kür ki, kısıtlı çevrelerde ve kısıtlı bir zaman diliminde kalmış; bu-gün de bu anlatımın taraftar ve temsilcileri olmakla birlikte şiire, şuur gâlip gelmiştir.

Yukarıdan beri anlatageldiği-miz şiir-şuur ilişkisi Muhsin İlyas Subaşı’nın kaleminden “Şiirden Şuura” adı altında kitaplaştırıl-mış. Şair-yazar Muhsin İlyas Su-başı, çoğunluğunu daha önce çeşitli dergilerde yayınladığı ve 24 başlıkta topladığı yazılarını “Şiirden Şuura”da toplamış. Ki-tapta uzaktan yakından şiirle uğ-raşan herkesin dikkatini çekecek nitelikte konular var. Edebiyat dünyasına 1962 yılında Tercü-man Gazetesinde yayınlanan bir şiiriyle merhaba diyen Muhsin İlyas Subaşı’nın bugüne kadar yayımlanmış çok sayıda şiir ki-tabı, romanı ve incelemeleri bu-lunuyor. Bu eseri ise onun, şiir üzerindeki görüş ve yorumlarını ortaya koyuyor. Şiirden Şuura, yazarın bir bakıma poetik anla-yışını özetleyen bir önsözle baş-lıyor ki bu bölüm kitabın içinde-ki yazıların birçoğundan daha önemli ve daha dikkat çekici.

Kitabın içindeki diğer önemli konulara değinmeden önce yu-karıda ifade etmeye çalıştığım önsözdeki birkaç cümleye özel-likle dikkat çekmek istiyorum.

“Ninni ile ağıt çizgisi arasındaki o kader coğrafyamızda ve hayatı-mızın birçok durağında belirleyici faktör olarak şiiri görürüz. Gerçek şair, kendi kültüründe şuur sevi-

yelerini oluştururken çok önemli bir sorumluluğun altına girdiğinin farkında olmalıdır. Her şair, şiirin-de belli bir dünya görüşünü, belli bir felsefî disiplini bütün şiirlerine yayarak verir; onun şiiri bütünüy-le hayat tarzının ana parçalarını oluşturur. Şair, inancını şekil ola-rak değil iç ses olarak şiirine taşır-sa, aşkı anlatırken de bu kendisini hissettirir, sosyal olayları anlatır-ken de. Metafizik ürpertiyi bir gö-nül alevine dönüştürürken de… Ona seçkin olma kimliğini kazan-dıran şiiri, böyle bir yük getirir. O, eserini zaman ve mekân imkânla-rını kullanırken objektif gerçeğin duygudan bilgiye dönüşmesine, o bilginin yine de duygulaşarak ifade edilip muhatabında kalıcılı-ğa ulaşmasına zemin hazırlar.” (s. 7–8) Yazar burada son derece et-kileyici ifadeler kullanıyor. Hele;

“ Ninni ile ağıt çizgisi arasındaki o kader coğrafyamızda ve haya-tımızın birçok durağında belir-leyici faktör olarak şiiri görürüz,” dediği ilk cümle üzerinde durup biraz düşünmek gerekiyor. Zira ninni de ağıt da bir şiirdir. Biri doğumdan itibaren kulaklarımı-zın âşinâ olduğu şefkat merha-met dolu nağmelerin güftesini, diğeri ölümden duyulan acının yürekten kopan terennümünü dile getiriyor. Buna göre şiirin, insanın doğumundan ölümüne kadar vazgeçilmez bir realitesi ve insanla sürekli beraber bir sa-nat oluşu veciz bir şekilde izah ediliyor.

Muhsin İlyas Subaşı’na göre şair, anlatmak istediği her ne ise onu mutlaka şairane bir üslupla anlatmalıdır. Yazarın “iç ses”ten maksadı herhalde alelade bir an-latımdan farklılık olarak nitelen-dirilebilir. Subaşı, sanatın her da-

Page 73: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

lında olduğu gibi, şiirde kalıcılığı da “Ebediyetle zamanın kesiştiği noktada şairin görevi, kendi top-lumunun millî duygularına tercü-man olması, milletinin kültürünü ve sosyal şahsiyetini en iyi, en sı-cak ve en kalıcı bir biçimde ifade edebilmesidir.” (s.8) ifadesiyle, millî unsurlara bağlılıkla müm-kün görüyor.

Ülkemizde şiir üzerine bir hayli kitap ve makale yazılması-na rağmen Subaşı’nın “Şiir, üze-rinde en az düşünülüp konuşu-lan bir edebiyat alanıdır.” (s.8) düşüncesi, herhalde bu çalışma-ların doyurucu nitelik taşımadığı görüşünden kaynaklanmaktadır.

Günümüz şiirinin geri kalışına da değinen Subaşı, bunun başlıca sebeplerinden birinin, genç şair-lerin, ustaların birikiminden ye-terince yararlanamadıklarından ileri geldiğini söylüyor. Eserinin ileriki sayfalarında ağırlıklı olarak da “Dört Şairin Şiirden Anladı-ğı (Y. Kemal, A. Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl, Sezai Karakoç)” baş-lığını taşıyan yazısında, ustaların şiir hakkındaki görüşlerine özel-likle yer verdiğini ifade ediyor.

Şiirden Şuura kitabında Muhsin İlyas Subaşı, “Şiirimizin Tarihini Biliyor muyuz?” başlığı altında, batılı bilim adamlarının kaynaklarından nakiller de yap-mak suretiyle, Türk şiir tarihinin eskiliğine dikkat çekerek, Avru-pa edebiyatlarının bizim ede-biyatımız karşısında, aslında ne kadar köksüz kaldığı vurgusunu yapıyor.

Şiir ve Dil isimli yazısında ya-zarın Türk şiir dilinden ziyade kendi şiirlerindeki dil üzerinde duruyor. Bu yazısında Osman-

lıca-uydurukça- Türkçe mese-lelerine temas ediyor. Mevlânâ ile Yunus’un da dil bakımından karşılaştırıldığı bu bölümde Mev-lânâ’nın Farsça, Yunus’un ise Türkçe yazdığını ifade ederken, aslında Yunus’un dilinin de bu-günkünden farklı olduğunu söy-leme ihtiyacı duyuyor.

Şiir ve Gelenek başlıklı yazı-sında Subaşı, bugünkü şiirimi-zin oluşumunda etkili olan halk ve dîvan edebiyatlarının zengin mahsullerine dikkat çekiyor ve bunları iyice özümsemeden ya-zılan şiirlerin de sığ kalacağına işaret ederek, Batı’ya yönelik edebiyatın günümüze beklenen faydayı vermediğini söylüyor.

“Şiir ve Tasavvuf”ta tasavvuf tarihimizin profili çizilmiş. Türk tasavvuf şairlerinin felsefesi irde-lenmiş, Ahmet Yesevî ve Yunus Emre’nin görüşleri üzerinde du-rulmuş. Günümüz şiirinde tasav-vuf meselesi ele alınırken Necip Fazıl Kısakürek’in şiirinden örnek verilmiş. Subaşı’nın “Şiir ve Ta-savvuf” başlığı altında ele alınan görüşleri, gözardı edilmemesi gereken, belki üzerinde çokça tartışılarak müşterek bir noktada birleşilmesi lüzumlu olan, ede-biyat terminolojisi açısından da önemli bir mesele olarak görül-melidir.

Şiirden Şuura isimli eserde-ki diğer başlıklar da şöyle: Şiir ve Tarih, Şiir ve Musıki, Şiir ve İdeoloji, Şiir Doğarken Şahsî Okunurken Geneldir, İslâm Şai-re Niye Kuşkuyla Bakar?, Şairin Kendini Gerçekleştirmesi, Dört Şairin Şiirden Anladığı (Y. Kemal, A. Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl, Sezai Karakoç), Divan Şiiri Öcü müdür?, “Divan”ı O Divaneler-

den Önce Biz Kaldırdık!, Şiiri Okumak Yetiyor mu?, “Siz Ken-dinize Ait Şiirleri Gönderiniz!”, Fethin Ruhaniyetini Kaybeder-sek!, İslâm Ülkelerinin Şiiri Yok mu?, Tehlikeli Bir Adım!, Balkan Acısı, Yunus’un Kurtuluş Reçete-si, “Aşk İmiş Her Ne Var Âlemde”, Hamaset Aksiyondur Geriye Dö-nüş Değil!, Türk Devletlerinin

“Ortak Dil” Meselesi, İlk Şiirimin Lütfu.

Daha çok deneme ve sohbet havası görülen kitapta açık ve anlaşılır bir dil kullanılmış; özel-likle uydurukça dediğimiz moda

ve mevsimlik kelimelerin kulla-nılmamasına özen gösterilmiş. Şiirden Şuura, Muhsin İlyas Su-başı’nın günümüzde Türk şiiri-nin problemlerini sorgulayan, bu problemlere kendince çözümler getiren bir eser… Yazar ele aldığı konuların birçoğunu kendi şiir-leri ve hatıraları ile desteklemiş, örneklemiş, süslemiş. Bir soluk-ta zevkle okunabilen; fakat her fasılda üzerinde uzun uzun kafa yorulması gereken bir kitap…

Nesil Yayınları, Aralık 2004

73Eylül / 2007

Page 74: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

74 Somuncu Baba

Ebû Türâb-ı Nahşebî

Örnek Hayatİbrahim ŞAHİN

“Kul bütün gücüyle günahlardan uzaklaştığı zaman, Allahü Teâlâ’nın

yardımı, ihsanı her tarafını kaplar. Kalbin günahlar ile

kararmasının alâmeti üçtür. Birincisi günah

işlemekten korkmamak, ikincisi ibadetlerde

gevşeklik, üçüncüsü de vâz ve nasihatların ona

tesir etmez.”

H orasan bölgesinin büyük velilerinden olan Ebû Türâb do-kuzuncu yüzyılda yaşamıştır. İsmi, Asker bin Hüseyin’dir.

Ebû Türâb künyesiyle ve Nahşebî nisbesiyle meşhur olmuştur. Doğum yeri ve tarihi bilinmemektedir. 859 (H.245) senesinde Basra civarında vefat etmiştir.

Ebû Türâb-ı Nahşebî, zamanının âlimlerinden ilim tahsil etti. Aklî ve naklî ilimlerde âlim oldu. Ahmed bin Hanbel’in ilim mec-lislerinde bulundu. Hâtim-i Esam ve Ebû Hâtim-i Attâr el-Basrî gibi velîlerin sohbetlerinde bulunup tasavvuf yolunda ilerledi. Allahu Teâlâ’nın emirlerini yapıp, yasaklarından şiddetle kaçın-dı. Peygamber efendimizin sünnet-i seniyyesine sıkı sıkıya sarılıp fazilet ve güzel ahlâk sahibi yüksek bir veli oldu. Nefsin istedikle-rinden kaçarak ve istemediklerini yaparak yüksek tasavvufî dere-celere ulaştı.

Pekçok yerleri dolaşan Ebû Türâb-ı Nahşebî hazretleri gittiği yerlerdeki âlim ve velilerle görüşüp sohbet etti. Şakîk-i Belhî ile karşılaşıp onunla birlikte Bâyezîd-i Bistâmî’yi ziyaret etti. Bu zi-yaret sırasında kendileri için bir sofra hazırlanmıştı. Şakîk ile Ebû Türâb, Bâyezîd’e hizmet eden bir gence; “Delikanlı gel, yemeği beraber yiyelim.” dediler. Genç; “Ben orucum.” dedi. Ebû Türâb; “Gel bizimle ye, bir ay oruç tutmuş kadar sevap alırsın.” dedi. Fa-kat genç bu teklifi kabul etmedi. Sonra Şakîk; “Gel bizimle ye bir sene oruç tutmuş kadar sevap kazanırsın.” dedi. Fakat genç bunu da kabul etmedi. Bunun üzerine Bâyezîd-i Bistâmî; “Allahü Teâ-lâ’nın rızasından uzaklaşan şu herifi ne davet edip durursunuz.” buyurdu.

Ebû Türâb hazretleri yıllarca başını yastığa koyup uyumadı. Geceleri ibadet ve zikirle meşgul olur, bazan dışarı çıkıp dolaşır, ihtiyaç sahibi olanlara yardımcı olurdu. Bir gece Nahşeb’in mahal-lelerinde dolaşırken, anîden kulağına sesler geldi. Dikkat edince bazı erkeklerin, bir kadınla tartıştıklarını anladı. Yanlarına varınca kadın onu gördü ve yanına geldi. “Ey Üstâd! Fâsık ve ömrünü kötü şeylerle harcayan bir oğlum var. Yaptığı kötülükler, işlediği günahlar hakikaten çoktur. Dün gece fısk meclisi kurmak ve şarab

Page 75: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

içmek istedi. Akşamdan sonra, Alla-hü Teâlâ ona bir hastalık gönderdi. Şimdi hasta yatağında yatıyor. Evimiz mescidin yanındadır. Cemaat geceki sesleri duyup geldi ve onu mahalle-den çıkarmamı istedi. Ebû Türâb ka-dına yardım etti ve kalabalık dağıldı. Sonra aklına o genci görmek ve tev-be ettirmek geldi. Evden içeri girince, genç onu görür görmez feryad edip ağlamaya başladı. “Allah’ım ne kadar kerimsin. Benim gibi ömrünü boşa geçirmiş bir zavallının duasını anında kabul eyledin.” dedi. “Ey genç! Ne dua ettin?” dedi. “Üstadım, bugün seher vaktinde iki dua ettim. Biri; ya Rabbi sabahleyin bana, Ebû Türâb’ın yüzünü görmek nasîb eyle, ikincisi; ya Rabbi, nasûh tevbesi ihsan eyle dedim. Duamın birini şu anda kabul edilmiş görüyorum, umarım ikincisi de kabul edilir. Ey hocam çok gü-nahkârım. Tevbe etsem, kabul olur mu?” deyince; “Ey genç! Ümitsiz olma! Çünkü Allahü Teâlâ’nın rah-met denizleri dalga dalga geliyor. O ziyadesi ile tevbeleri kabul edici ve affedicidir. Kulların günahlarını ba-ğışlayıcıdır.

Gece olunca genç vefat etti. Ebû Türâb; o gece rüyada Peygamber Efendimizi gördü. Yanında iki yaşlı zat var idi. Onlarla beraber çok kala-balık geldi. Birisi ona; “Bu, Muham-med Mustafa (s.a.v.)’dır, diğer taraf-taki yaşlı zât ise, İbrâhim Halîlullah’tır diğer taraftaki ise Musa Kelimullah’-tır. Bu kalabalık ise, yüz yirmi bin kü-sur peygamberdir.” dedi. Ebû Türâb ileri koştu. Selam verdi. Rasûlullah (s.a.v.) selâmına cevap verdi. Onun-la müsafeha etti. “Ya Rasûlallah, siz Nahşeb’e gelmiş miydiniz?” diye arz etti. Peygamber Efendimiz buyurdu ki: “Ey Ebû Türâb! Dün senin elinde tevbe eden genç, bu gece vefat etti. Allahü Teâlâ onu, dostları derecesi-ne kavuşturdu. Ona velilik makamı

ikram eyledi. Beni ve yüz yirmi bin küsür peygamberi, onu ziyarete gönderdi. Ey Ebû Türâb! O gence izzet gözü ile bakın. Cenazesinde hazır bulunun.”Ebû Türâb-ı Nahşebî uyandığında bu halden kalbine bir incelik geldi ve “Ey Allah’ım! Ne kadar kerimsin. Daha dün fıskı yüzünden, mahalleden çıkarmak istedikleri bir fasıkı, bir ağlama ve inleme, bir tevbe ve pişmanlık ile bu dereceye kavuşturdun.” dedi. Bu halde iken, diğer odadan küçük kızın feryadını duydu. Ağlıyordu. “Evladım, seni ağ-latan şey nedir?” dedi. “Babacığım, rüyamda filan mahallede tevbe eden bir gencin vefat ettiğini ve her kim onun cenazesine bakarsa, Allahü Teâlâ, ona, kendisinden istediği her şeyi verir dendiğini görüp duydum. Babacığım, evden dışarı çıkmayı asla istemezdim, fakat şimdi izin verirsen, gidip o gencin cenazesini göreyim ve Allahü Teâlâdan kendim ve diğer kullar için necat, kurtuluş isteyeyim.” dedi. Ona izin verdi. Başka âlim zat da aynı rüyayı gördü. İnsanlara bu durum haber verildi. Bütün şehir halkı akın akın gencin cenazesine katılmak için geldi. Tam bir izzet ve ikram ile onun namazı kılındı, sonra defnettiler.

Ebû Türâb-ı Nahşebî hazretleri dünyaya gönül vermezdi. Dünya sevgisiyle ilgili olarak; “Kalbinde zer-re kadar dünya sevgisi olan, Allahü Teâlâ’nın rızasına kavuşamaz.” “İki şeyi istersiniz, ama bulamazsınız. Bunlar neşe ve rahatlık olup, ikisi de Cennet’te olur.” buyurdu.

Yine buyurmuştur ki;

“Sadık kul, daha amel etmeden, halis kul, amel edince, amelin tadını alır.”

“Şu dört şeyi dört yerde sarf edersen Cennet’i kazanırsın: Uyku-

yu kabirde, rahatı sırat köprüsünde, iftiharı ve öğünmeyi mizanda, nefsin arzularını Cennet’te.”

“Ey insanlar! Şu üç şeyi seviyor-sanız, biliniz ki onlar sizlerin değildir. Nefsinizi ve canınızı seviyorsanız, onlar Allahü Teâlâ’nındır. Malınızı seviyorsanız, onlar da varislerinizin-dir.

“Allahü Teâlâ kimi felâkete dü-şürmek isterse, ona âlimlerin ve ev-liyanın aleyhinde bulunma hasletini verir.”

“Âlim olan, karşısındakinin anla-yışına göre konuşur.”

“Kul bütün gücüyle günahlardan uzaklaştığı zaman, Allahü Teâlâ’nın yardımı, ihsanı her tarafını kaplar. Kalbin günahlar ile kararmasının alâ-meti üçtür. Birincisi günah işlemek-ten korkmamak, ikincisi ibadetlerde gevşeklik, üçüncüsü de vâz ve nasi-hatların ona tesir etmez.”

“Tevekkül, kendini kulluk de-nizine atıp, kalbini Allahü Teâlâ’ya bağlamaktır. Verirse şükür, vermezse sabretmelidir.”

“Senin bize ihtiyacın yok mu?” diye soranlara; “Allahü Teâlâ’ya muhtaç iken, size ve sizin gibilere nasıl ihtiyacım olur. Fakirin bulduğu şey gıdası, mahrem yerini örten şey ise elbisesidir. Kanaat, Hak Teâlâ’dan gıda (ve güç) almaktır. Hakikî zengin-lik, dengin olan bir kimseye muhtaç olmaman, hakikî fakirlik ise dengine muhtaç olmandır.”

Ebû Türâb-ı Nahşebî hazretleri ömrü boyunca Allahü Teâlâ’nın rı-zasına kavuşmak için gayret etti. Bir yolculuk sırasında Basra sahrasında 859 (H.245) senesinde vefat etti. Ya-nında kimse yoktu.

7�Eylül / 2007

Page 76: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

Veda Modaevinden Işıklar

V eda havai fişek seslerini duyunca elindeki çay bar-dağını önündeki sehpaya koydu ve kalkıp balkona

çıktı. Anne, babası ve ağabeyi üzüntüyle arkasından baktılar. Annesi Sultan Hanım, “Yavrum ne kadar da sıkılıyor.” dedi. Emre yumruklarını sıkarak, “Enişte Bey sağ olsun.” dedi. Kerim Bey düzelecek ama zamana ihtiyacı var diyerek içini çekti.

Veda karanlık balkonda otururken, karşılardan atı-lan havai fişekleri izliyordu. “Şimdi bunların atıldığı yerdeki insanlar kim bilir neyi kutluyorlar” diye düşün-dü. Önce bir patlama sesi, ardından kocaman bir çiçek halinde gökyüzünden aşağıya doğru akan kırmızı ışık-lar. Sonra bir tanesi daha ve ardından bir tane daha. Bi-ten birinin ardından başlayan yeni bir başlangıç gibiydi. Bir süre gözlerini ayırmadan öylece seyretti. Birden, o ışıkların gönlüne dolduğunu hissetti. Henüz yirmi iki yaşındaydı ve kendi de hayatının bir dönemini bitirmiş, yeni bir başlangıcın eşiğine gelmişti. Yaşıtlarının çoğu henüz hayata atılmamıştı bile. İki ay önce Selim, “Se-ninle aynı dili konuşmuyoruz, sıkılıyorum yanında” deyip boşanmak istediğini söylerken Veda boğazının düğümlendiğini hissetti. Kendini zorlayarak, “O zaman niye evlendin benimle?” diye sordu.

- Annemlerin zoruyla. İyi bir ailenin kızı, terbiyeli, görgülü kız dediler. Ama gördüğün gibi bunlar yetmi-yor işte. Veda incinmişti. Liseden sonra bir sene dikiş kursuna gitmiş, sonra da hemen evlenmişti. Selim ise yüksek lisans yapmış, zengin ve başarılı bir bankacıydı.

Baba evine döndüğünde içinin boşaldığını hisset-mişti. Ama bu akşam kararını verdi. Artık kendine acı-mayacaktı ve atılan her havai fişek gibi yeni bir başlan-gıç yapacaktı.

Emre bir tulum giymiş, başına boyacı

şapkası takmış gülümsüyordu. Veda sevinerek

boynuna sarılırken, “Senin toplantın

yok muydu?” diye sordu.

76 Somuncu Baba

HikâyeRaziye SAĞLAM

Page 77: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

Gece çok rahat uyudu. Kah-valtıdan önce güzelce giyinip saçlarını taradı ve neşe içinde gelip kahvaltı sofrasına otur-du. Ailesi onu böyle görünce derin bir nefes aldı. Sultan Ha-nım, “Çok şükür Veda’ımıza kavuştuk!” derken Veda da gülümseyerek kalktı ve annesi-ni iki yanağından öptü. Kerim Bey, “Bugün ne yapacaksın kızım?” diye sordu. Veda ce-vap vermeden Emre, “ İster-sen benimle gel. Arkadaşlarla toplanacağız. Hem onlarla da tanışırsın. Veda uzanıp sevgiy-le abisinin elini sıktı ve “Eksik olma. Beni düşündüğünü bili-yorum ama bugün çok önemli bir işim var. Evin altındaki boş dükkânda yeni hayatımın te-melini atacağım.” dedi.

Evleri Fikirtepe yakınlarında çok vasat bir sokakta olduğu halde karşılarında lise olması ona cesaret veriyordu. Veda o gün boş dükkânı temizleyip, boyanmaya hazır hale getirdi. Anne ve babası yardım etmek istedilerse de “ Kendim yapar-sam benim için daha kıymetli olur.” diyerek kabul etmedi. Küçük bir modaevi açmak is-tiyordu. Bir sene dikiş kursuna gittiği ve başka hiçbir işte tec-rübesi olmadığı için iş aramayı düşünmedi. Aslında modaevi değil de, küçük bir terzi dük-kânı olacaktı bu ama Veda hayallerini büyük tutmak isti-yordu.

Boyaları alıp dükkâna gel-diğinde yüksek tavanlara baktı ve birden iş gözünde büyüdü. Sonra, “Böyle durmakla olmaz. Haydi “ya Allah de bir an önce başla” diye kendi kendini yü-

reklendirirken abisinin neşeli sesini duydu; “Burada bir bo-yacıya ihtiyaç varmış”

Emre bir tulum giymiş, ba-şına boyacı şapkası takmış gü-lümsüyordu. Veda sevinerek boynuna sarılırken, “Senin toplantın yok muydu?” diye sordu. Emre “ Boş ver toplantı-yı. Çok sıkıcıydı zaten.”

Bir hafta sonra “Veda Moda-evi” sade bir açılış yaptı. Veda cama şöyle bir yazı yazdırmıştı;

“Mezuniyetinize Veda Modae-vinden bir ışık götürün!”

Dükkân çok güzel olmuştu. Kurstan sonra hiç kullanmadı-ğı dikiş makinesini bir kenara, hemen karşısına ikinci el biçki masasını ve yine ikinci el kü-çük sehpalar üzerine birkaç tane model kitabı koymuştu. Bir köşede ise kaynayan sema-ver dükkâna sıcak, huzurlu bir hava veriyordu. Sultan Hanım, hazırladığı hamur işlerini misa-firlere ikram ederken kızı adı-na çok mutluydu.

Veda, ertesi günü Ümraniye’den aldığı ucuz ve

moda olan kumaşlardan de-ğişik bedenlerde birkaç mo-del kıyafet hazırlamaya baş-ladı. Boşandığı zaman hakim nafaka bağladığı için şimdilik harcamaları ondan yapıyordu ama kendi kendine yetmeye başladığında ilk yapacağı bu nafakayı reddetmek olacak-tı. İlk olarak kırmızı puantiyeli bir genç kız elbisesi ile üzerine beyaz ketenden bolero dikti. Dışarıda gördüklerinden farklı olarak kendine özgü süsleme-ler yaptı. Elbise doğru düzgün ortaya çıkana kadar en az iki-

üç elbiselik kumaşı ziyan etti. Ama annesi, “Böyle olması normal kızım, kaç seneden sonra ilk defa dikiyorsun” di-yerek onu yüreklendiriyordu. Böylece zor da olsa çeşitli mo-del ve renklerde bir düzine kıyafet hazırladı. Bu arada ıs-marlama dikiş için kimse gel-miyordu. Açalı bir ayı geçmişti ama ufak tefek birkaç parça-dan başka bir şey satamamıştı. Onlar da dükkânın masrafını bile karşılamaya yetmiyordu. Veda bu durumdan umudunu

77Eylül / 2007

Page 78: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

78 Somuncu Baba

kaybedeceğine devamlı “Eve-lallah olacak bir gün. Yapacak başka bir işim olmadığına göre mecburen çekeceğim bu çile-yi.” diyerek çalışmaya devam ediyordu.

Bir gün çarşıdan döndüğün-de annesi onu karşılayıp elin-deki paketleri alırken başı ile içeriyi işaret etti ve “İlk müş-terin seni bekliyor.” dedi. Bek-leyen Aylin adında genç bir kızdı. Veda heyecanla, “Hoş geldin kızım.” derken elleri-nin titrediğini hissetti. Aylin çekinerek, “Mezuniyet gecesi için bir elbise istiyorum ama ücreti ancak taksitle ödeyebi-leceğim.” Veda, “Ücreti sonra konuşuruz. Önce nasıl bir şey yapacağımıza bakalım.”

Aylin “Veda Modaevi’nin” ısmarlama ilk müşterisiydi. Ay-lin’in ölçüsünü alıp birkaç elbi-se modeli üzerinde konuştular; en son mor iri desenli, saten bir kumaştan boyundan bağlı, uzun bir elbisede karar kıldılar.

Üzerine de lila rengi ipek bir şal yapacaktı. Aylin gittikten sonra Veda hemen kalıp çıkarmaya başladı. Yaptığı işe öyle dalmış-tı ki daha sonra gelenleri fark etmedi. Sonradan adının Fir-devs olduğunu öğrendiği kadı-nın, “Hayırlı işler kızım” diyen sesini duyunca bir an irkildi. Kafasını çizim yaptığı kağıttan kaldırınca kapıda gülümseye-rek bakan annesi yaşlarında iki kadın gördü. Kadınlardan biri diğerine göre çok kiloluydu. Veda’dan kendine bir takım dikmesini istiyordu. Firdevs Hanım’ın ölçüsünü alırken çok zorlanacağını hissetti. Zira ka-dının hafif kamburu çıktığı için, arka etek boyunu daha uzun tutması, düşük olan omuzları-nın ise kol takıldığında düzgün durması için bazı dikiş hileleri-ne başvurması gerekecekti. Bir başına kaldığında ne yapaca-ğını düşündü. Böyle ölçülerde ilk defa çalışacaktı ve doğrusu ne yapacağını bilmiyordu. En sonunda aklına eski dikiş ho-

casına danışmak geldi. Ertesi günü kursa gittiğinde o hoca yoktu, müdire hanım kalıbı çı-karmasına yardımcı oldu. Fir-devs Hanım’ı prova ettikten sonraki haliyle takımı alıp tek-rar kursa gitti. Firdevs Hanım’-ın kıyafetini teslim etmesine bir hafta vardı. Bu süre içinde Aylin’in tuvaletini dikti. Elbise harika olmuştu ve ilk müşteri olma şerefine kumaş parasın-dan başka ücret almadı. Aylin aynada kendini izlerken Veda, arkadaşlarına söyle mezuniyet için “Veda Modaevi’ne” ge-lenlere “Ece Kuaför’de” % 50 indirim yapacak.” dedi.

Veda temmuz başına kadar çok hareketli ve kazançlı bir dönem geçirdi. Gelen genç kızlara elbise dikmenin yanı sıra onların dertlerini dinliyor, bazen yol gösterici öğütlerde bulunuyordu. Kızlar onu ken-dine çok yakın hissediyorlardı. Öğrencilerin giydiği mezuniyet elbiseleri çok konuşuldu. Bu arada Firdevs Hanım’ın çev-resinden de birçok müşterisi oldu. Veda çok mutluydu ve geleceğe dönük büyük umut-ları vardı. Nitekim bazı büyük firmalardan iş teklifi bile aldı ama o “Veda Modaevi’nin” sonu olur düşüncesiyle kabul etmedi. Burası ilk göz ağrısıydı ve kendi elleriyle büyütecekti.

Zorlu geçen birkaç seneden sonra merkezi bir yerde ger-çek anlamda bir moda evi açtı. Bu defa açılışı havai fişeklerle kutladı. Ailesi ve ilk göz ağrısı müşterileri bu mutlu gününde onu yalnız bırakmadı.

Page 79: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

Yüzünü Göreyim Ya Rasûlallah (s.a.v)

Anam babam fedâ olsun yoluna,Ravzana varayım Ya Rasûlallah…Şefaat et şu Allah’ın kuluna,Yâremi sarayım Ya Rasûlallah…

Müjdeci rüzgârlar esiyor serin,Şu muazzez ümmet senin eserin.Osman, Ali, Ömer, Ebubekir’in Hatrını sorayım Ya Rasûlallah…

Hevesim yok mala, şöhrete, şana,Bir tek tebessümün kâfidir bana.Seni seyredecek kadar yakına,Bir çadır kurayım Ya Rasûlallah…

Dağlar taşlar hasretini der gibi,Uzak olmak şu kalbimi yer gibi.Yeşil kubben duldasında er gibi,Nöbette durayım Ya Rasûlallah…

Rabbim bilir her gizlimi, saklımı,Hep O yana doğrulturum şeklimi.Şu dünyayla uğraş veren aklımı,Tek sana yorayım Ya Rasûlallah…

Halil GÖKKAYA

Hamza’ları kundaklayan çöllere,Eyyüp’leri kucaklayan illere,Sen kokarsın diye bütün güllere, Yüzümü süreyim Ya Rasûlallah…

Seni bilmeyenler dönmüş şaşkına,Kapılmış gideriz Kur’an meşkine.Rabbimin uğruna senin aşkına,Canımı vereyim Ya Rasûlallah…

Seni görmek en güzeli görmekmiş,Sana varmak en doğruya varmakmış.Sana ermek en doğruya ermekmiş,Vuslata ereyim Ya Rasûlallah…

Senin hasretindir Halil’i yakan,Sensin damla damla gözümden akan.Açılsın kapılar, açılsın mekân,Yüzünü göreyim Ya Rasûlallah…

Fotoğraf: Serkan ÖZTÜRK - Medine

7�Eylül / 2007

Page 80: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

80 Somuncu Baba

Bir Hasta Ziyareti ve Düşündürdüğü

D okuz saatlik bir otobüs yolculuğuyla geldiğim bu küçük Anadolu kasabasında, ailemizin en

yaşlısına hasta ziyareti yapmak fırsatını da bulmuştum. Hastanın doktor olan iki torunundan biri de evdeydi. Hastanın odasına girmeden, Kur’an’dan şifa ayetlerinin olduğu bir sayfayı da yanımda getirip okumak istediği-mi söyledim. Doktor torunu: “Biz, kardeşimle elimizden gelen her şeyi yaptık; fakat artık şifa ihtimali yok. Has-talıkları birbiri üzerine ilave oluyor, artık günden güne ölüme doğru gidiyor.” dedi. Ben buna cevap vermeğe başlarken, ziyaret için hasta odasına davet edildim. 84 yaşında, “bir deri-bir kemik” denecek kadar zayıflamış olan hasta yatağındaki yaşlı kadın, beni tanıdı ve çok memnun oldu. Ben, eceliyle randevusuna yaklaştığı açıkça belli olan bu hasta akrabama, ayet ve hadisler-den teselli verici birkaç söz söyledikten sonra, kendi-sinin her türlü hizmetini bizzat yapan 60 yaşlarındaki kızından razı olup olmadığını, ona dua edip etmediğini sordum. Bu soruma cevap olarak: “Ona mezarda bile dua edeceğim!.” dedi.

Kızında, hasta annesinin bu çok ağır hizmetinden dolayı en küçük bir şikayet ve bezginlik olmak bir yana, aksine bu hizmetinden dolayı büyük bir şevk ve gay-ret hali görülüyordu. Hasta annesinin kendisinden razı ve duacı olmasını, “dünyalara bedel” görüyor gibiydi. Benden, iki defa Peygamberimizi bir nur olarak gördü-ğü rüyalarının tabirini istedi. Ben, rüya tabirinin de bir

“Allah’ın hakkını yerine getirmeden,

sadece onun kulunun ve mahlukunun hakkını

yerine getirmekle kendini “kurtuluşa

ermiş” görmek, hatadır. İmandan sonra,

Allah’ın en mühim hakkı ise: Günde beş

vakit namazdır.”

AileProf. Dr. Mustafa NUTKU

Page 81: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

ilim olmakla beraber, bu rüyalarında kendisine müjde işaretleri olduğunun tereddütsüz söyle-nebileceğini; ancak bu müjdeye nail olmak için de en başta – devamlı kılamadığından bahsettiği- günde beş vakit namazı ihmal etmemek olmak üzere, asgarî şartları yerine getirmesi gerektiğini söyledim. Hasta ve hasta sahipleriyle vedalaşıp ayrıldım.

Bu Bahsedilenlerin Düşündürdüğü:

1- “Ona mezarda bile dua edeceğim!.” sözü, mezarda da dua edilebileceği manâsında değil;

“- Mümkün olsa, ona mezarda bile dua edecek kadar, ondan razıyım.” manâsında anlaşılmalıdır.

2 - Bir hadiste, müminlerin birbirlerine karşı 6 hak ve vazifesi sayılmıştır. Bunlardan biri de;

“hastalıkları halinde ziyaret ve tesellide bulunmak”tır. Ayrıca hasta ile akrabalık da varsa, akrabalığın yakınlığı derecesinde bu vazifeyi yapmak mükel-lefiyeti, daha da artar.

3- Hastanın yanında Kur’an okunması çok iyidir. Bu, onun mutlaka şifa bulması gaye edini-lerek yapılmaz ve şifa bulma ümidi tıbben görül-

müyor diye, şifa ayetleri ve diğer ayetlerin hasta

başında okunması ihmal edilmez. Hastalık, o

ayetlerin okunmasının vaktidir.

4- Ana-baba hakkı, en büyük haklardan ve

ana-babaya isyan en büyük günahlardandır (an-

cak Allah ve Rasulü’nün hakkının daha önde gel-

diği ve Allah ve Rasulü’ne isyanda, ana-babaya

itaat olmayacağı da bilinmelidir.). Kur’an’da İsrâ

Suresi 23-25 ayetler, ihtiyar anne-babasına şef-

kat etmesini, evlada emretmektedir. Bunu yapan

evladın kazancı çok büyük; yapmayanın da kay-

bı çok büyük olur. Yaşlı ve hasta ana-babasının

bakım ve hizmetini, ya bizzat veya bakıcı tutarak

yapmak, evladın vazifesidir. Bu vazife, akrabalık-

ta yakınlık derecesine göre, diğer akrabaları için

de vardır.

5- Allah’ın hakkını yerine getirmeden, sade-

ce onun kulunun ve mahlukunun hakkını yeri-

ne getirmekle kendini “kurtuluşa ermiş” görmek,

hatadır. İmandan sonra, Allah’ın en mühim hakkı

ise: Günde beş vakit namazdır.

8�Eylül / 2007

Page 82: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

“Kilo problemi olan bazı bireyler ise ramazan

ayını kilo vermek için bir fırsat olarak da

değerlendirdiğinden kilo vermeyi de dini vecibesini

yerine getirirken aradan çıkarmayı

düşünmektedirler. Kilo vermeyi gerçekleştirmek

için ise sahurda ekseriyetle sadece su

içilmekte iftarda ise çok aşırı yemek yenmektedir.

Bu tamamen yanlış bir uygulamadır.”

Ramazanda Beslenme

R amazan ayında diğer zamanlarda olduğu gibi sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenmeye özen gös-

terilmelidir. Genelde 3–5 öğünde tüketilen gıdalar di-nimizin emri ile 2 ana öğüne indirilmektedir. Rama-zan ayı süresince kişiler gün boyu açlıklarıyla daha iyi mücadele edebildiklerine inandıkları tatlı yiyecekleri, ağır yağlı, şekerli hamur işlerini ve kızartmaları tercih etmektedirler. Bu dönemde Ramazan süresince su, kurubaklagil, sebze ve meyve tüketimine yeteri kadar özen gösterilmemektedir. Oruç boyunca hangi besin grubunu tüketirsek tüketelim açlık çekilmemesi müm-kün değildir. Acıkacağız ki nefsimizi terbiye edelim an-cak bize düşen görev vücudumuzun günlük ihtiyaçları-nı hem sahurda hem de iftarda yeterince karşılamaktır. Bu sebeple tüm besin gruplarından yeterli bir şekilde tüketmeliyiz. Aksi halde aç kalmanın yanında halsizlik, baş ağısı, hipoglisemiye bağlı felç hatta ölüm bile ken-disini gösterebilir.

Kilo problemi olan bazı bireyler ise Ramazan ayı-nı kilo vermek için bir fırsat olarak da değerlendirdi-ğinden kilo vermeyi de dini vecibesini yerine getirir-ken aradan çıkarmayı düşünmektedirler. Kilo vermeyi gerçekleştirmek için ise sahurda ekseriyetle sadece su içilmekte iftarda ise çok aşırı yemek yenmektedir. Bu tamamen yanlış bir uygulamadır. Çünkü sahurda ye-mek yenmediği zaman bazal metabolizma çok düşer gün boyu da açlık çekilmesi sebebiyle iftarda ister iste-mez çok yemek yeme eğilimi kendini gösterir. Sahurda sadece su içilerek yada sahur yapmadan iftar yapıldı-ğında vücut az yakmaya alıştırılmış olur. Bu sebeple if-tarda normal miktarda bile yemek yense yine az yakıp fazlasını yağ olarak depolayacaktır. Bu yolu deneyen kişiler Ramazanda bırakın kilo vermeyi daha fazla kilo alırlar. Yapılan başka bir hata ise Ramazan boyunca

SağlıkŞ. Adil AYDIN

82 Somuncu Baba

Page 83: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

fiziksel aktivitenin azaltılmasıdır. Özellikle ça-lışmayan bireyler yada çalışanlar da Ramazan gelince yıllık izinlerini alarak geç saatlere kadar uyuyarak fiziksel aktivitelerini azaltmaktadırlar. Bu şekilde de kilo alınmaktadır.

Ramazan ayı boyunca yapılacak işlemleri şu şekilde sıralamak ve uygulamak önemlidir.

1- Sahura Kalkmak: Sahura kalkmadan oruç tutan insanlarda yorgunluk, başarısı, dikkat azalması, stres, metabolik hızda azalma, hipog-lisemi görülmektedir. Aç kalma süresi normalde 12 saat iken sahura kalkılmadığı takdirde 18 sa-ati bulmaktadır. Sahurda protein içeriği yüksek gıdalar tercih edilmelidir. Protein içeriği yüksek gıdalar mideyi geç terk ederler. Dolayısıyla geç acıkma olur. Sahurda peynir, yumurta, süt, yo-ğurt, ana besinler olmalı, karbonhidrat kaynağı olarak ise kepeği alınmamış undan yapılan ek-mek, çavdar ekmeği, gendime, bulgur öncelikli olarak tercih edilmelidir. Hatta Malatya yöresin-de sıklıkça tüketilen nohut, kuru fasulye ve gen-dimenin haşlanarak yoğurtla yapılan ve adına soğuk çorba denilen, çorba gün boyu tok tut-ması açısından çok iyi bir seçenektir. Yine yulaf ezmesi ile süt gün boyu insanı tok tutar. Sahurda insanı hemen açıktıran şekerli gıdalar mümkün olduğunca az tüketilmelidir. Çay şekeri ne ka-dar fazla tüketilirse o kadar çabuk acıkma olur. Sahurda yine biber, domates, tere, roka, gibi sebzeler, Malatya kayısısından yapılan şekersiz hoşaf, komposto da unutulmamalıdır.

2- Oruca Niyet Etmek: Hemen hemen her-kes Ramazan ayındaki açlıkla normal zaman-lardaki açlığın farklı olduğunu bilir. Ramazan ayında gün boyu rahatlıkla aç kalabilmemizin bir nedeni de mide boşken sindirim salgılarının fazla salgılanmaması dolayısıyla açlığın bizi faz-la rahatsız etmemesidir. Bunun nedeni sahurda yaptığımız oruca niyettir. Sahurda oruca niyet-lenmek, beyine bu komutu göndermek, sin-dirim salgılarının daha fazla salgılanmamasına yardımcı olur.

3- İftar: 12 saat boyunca aç kalmış bir me-tabolizmaya birden yüklenilmez. Gün boyu dü-

şen kan şekerini hızla yükseltmek için 2 adet hurma ile oruç açmak, ardından 1 bardak suyu yudum yudum içmek metabolizma için çok yararlı ve gereklidir. Yemekler yine metaboliz-ma için azar azar ve çok çiğneyerek yenmelidir. Çok çiğnendiği zaman sahura kadar atıştırma da azalacaktır. Daha hafif ve sağlıklı olması için yiyecekler kızartma ve kavurma yerine; haşla-ma, ızgara yapma, buğulama veya fırında pişir-me yöntemleri ile hazırlanmalıdır. Çorba, etli sebzeli yemekler, yoğurt ve salata iftar sofrala-rından asla eksik edilmemelidir. İçecek olarak kolalı içecekler azaltılmalıdır. Tatlı olarak lokma, tulumba, baklava gibi şerbetli ağır tatlılar yeri-ne; sütlü tatlılar tercih edilmelidir.

İftarda ne kadar fazla tatlı tüketilirse vücut önce tatlıyı enerji kaynağı olarak kullanıp, geri kalanları yağ olarak depolayacaktır. İşte sütlü tatlılar kana geç karıştığından hamurlu, şerbet-li tatlılara göre daha avantajlıdır. Tatlılar fazla tüketildiğinde yine kan mideye besinleri sin-dirmek için toplanacağından, beyin oksijensiz kalır ve halk arasında ağırlık çökmesi dediğimiz durumla karşılaşılır ki bu durumda da iftardan hemen sonra uyku basar kilo alınır. Bu sebeple tatlılar sütlü tatlı olsa bile az tüketilmelidir.

4- İftar İle Sahur Arası: İftar ile sahur arasın-da belirli aralıklarla su ve diğer içeceklerden ye-terince içilmelidir. İftardan 2 saat sonra mevsim meyvesi, yoğurt tüketilmelidir. Bu arada tatlı tüketildiği zaman daha fazla yemek yenmesine neden olur. Tatlı mümkünse iftar ile sahur ara-sında yenmemilidir.

5- Ramazan Sonrası: Ramazan bittikten son-ra özellikle bayram süresince eski yemek yeme alışkanlıkları sürdürüldüğünde ekseriyetle kilo alınır. Çünkü metabolizma hızı oldukça düş-müştür. Vücut yine az yakıp fazlasını yağ olarak depolama eğilimine gidecektir. Ramazan son-rası tatlılardan uzak durmak gerekmektedir. Ra-mazan Bayramında yapılacak en akılcı iş fiziksel aktiviteyi artırmak ve tatlıları da sadece çatalın ucuyla yemektir.

Hayırlı Ramazanlar diliyorum.

83Eylül / 2007

Page 84: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

Malzemeler

. 1 su bardağı yeşil mercimek

. Yarım su bardağı tutmaç

. 200 gr. kıyma

. 1 yemek kaşığı salça

. 2 yemek kaşığı tereyağı

. 10 su bardağı su ya da et suyu

. 2 su bardağı un

. Tuz

. Arzuya göre pul biber

Hazırlanışı:

2 su bardağı un ve bir tatlı kaşığı tuz ile katı bir hamur yoğrulur. Hamur merdane ile yarım santim kalınlığında açılır. Açılan hamurlar yarım santim genişliğinde ince ince dilimlenir. Bu dilimler yarım santim büyüklüğünde kesilir. Yapışmaması için bol un kullanılabilinir. Kesilen tutmaçlar hemen kullanılmayacaksa temiz bir bezin üstünde kurutulup saklanabilir. Kurutma işlemi fırında da yapılabilir. Yalnız yüzünün kızarmamasına dikkat edilir.

Çorbanın hazırlanışı:

Tencerede kıyma bir kaşık tereyağında kav-rulur. Salça ve tuzu karıştırıldıktan sonra suyu ilave edilir. Su kaynadıktan sonra önceden ıs-latılan yeşil mercimeklerin suyu süzülüp kay-namakta olan suya atılır. Mercimekler yumu-şayınca tutmaçlar ilave edilir. 2-3 dakika daha kaynatılıp ocak söndürülür. Tavada 1 yemek kaşığı tereyağında pul biber kızdırılıp çorbanın yüzüne dökülür. Arzu edilirse mercimekler ko-nulduktan sonra 3-4 tane sivri biber bütün ola-rak çorbanın içine atılabilir. Böylece çorbaya güzel bir lezzet kazandırılır.

Not: Tutmaç çorbası ekşili de olabilir. Bunun için 2 kaşık nar ekşisi ya da 3-4 dal sumak ekşisi kaynar suda yarım saat bekletilir. Süzgeçten ge-çirerek tutmaç çorbasına ocaktan indirmeden 2-3 dakika önce karıştırılır.

Tutmaç Çorbası

Gönülden İkramlarMesude SARI

“Mercimek tam bir protein deposudur. Etteki kadar protein ihtiva etmesine

rağmen, ona kıyasla çok ucuzdur. Bu yönüyle beslenme açısından büyük önem

taşır. Et yerine mercimek kullanarak yapılan yemeklerin besin değeri aynı

olmakla beraber maliyeti yarı yarıya düşük olmaktadır.

Ayrıca mercimeğin kalp, şeker, kanser, damar sertliği gibi bazı hastalıkların

denetiminde veya bu hastalıklardan korunmada büyük yararı bulunmaktadır.

Bu değeri yüksek besin maddesi sinirli, kansız, halsiz, bedeni iyi gelişmemiş

insanlar için özellikle yararlıdır.

Mercimeğin kalp krizine karşı koruma sağlayabilen çok zengin bir besin olduğu

da ortaya çıkmıştır. Mercimekte B vitaminleri, lif, protein ve demir, bakır,

manganez ve çinko gibi bağışıklık arttırıcı mineraller de yüksek oranda mevcuttur.”

84 Somuncu Baba

Page 85: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

8�Eylül / 2007

Page 86: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

86 Somuncu Baba

Page 87: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

87Eylül / 2007

Page 88: Eylül / 2007 - somuncubaba.net€¦ · Eylül / 2007 7 Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN Ey ben gibi bir garîb-i bî-dâd Vey her demi bir gam ile nâ-şâd Feryâdıma

88 Somuncu Baba