Upload
others
View
21
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Finansal Liberalizasyon ve Küresel Krizin Yapısal Nedenleri: Gelişmekte Olan Ülkeler İçin Dersler 1
Cem Okan TUNCEL2
ÖZET
Bu çalışmanın amacı finansal liberalizasyon ile finansal krizler arasındaki ilişkiyi tarihsel bir süreç içerisinde incelemektir. Yirmi birinci yüzyılın henüz ilk on yılı tamamlanmadan küresel kapitalizm 1929 Büyük Buhranı ile karşılaştırılan yaygın ve derin bir ekonomik kriz yaşamaktadır. Bu krizin yapısal nedenlerinin anlaşılması için kapitalist dünya ekonomisinin 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaşadığı dönüşümler incelenmelidir. Bu bağlamda İkinci Dünya Savaşı’ndan günümüze birbirini takip eden iki temel politik ve ekonomik rejim yaşanmıştır. Büyümenin altın çağı olarak adlandırılan “Keynesyen Rejimde”,toplumsal uzlaşmanın bir göstergesi olarak ekonomi devlet tarafından kontrol edilirken, bunun yanında devlet toplam iç talebin yönetilmesinden de sorumlu olmuştur. Keynesyen dönem 1970’li yıllardaki yapısal krizin etkisiyle piyasa önceliklerinin başat hale geldiği, liberalizasyonun, deregulasyonun, özelleştirmenin ve uluslararası ekonomik bütünleşmenin öne çıktığı “Neo Liberal Rejim” ile yer değiştirmiştir. Temelleri 1980’li yıllarda atılan Neo Liberalizm 1990’lı yıllarla birlikte yaygın etkisini dünya ölçeğinde göstermeye başlamıştır. Günümüz küresel krizinin temel nedeni olarak kabul edilen ve neoliberal dönemin başat görüngüsü olan finansallaşma, ulusal ve uluslar arası ekonomide finansal motiflerin, finansal piyasaların, finansal aktör ve kurumların rolünün giderek artması olarak tanımlanabilir. Bu finansallaşma olgusunu ortaya çıkartan finansal liberalizasyon sürecinde, birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülke finansal sistemlerini düzenleyici faaliyetlerden vazgeçme yoluna gitmişlerdir. Finansal liberalizasyonun özellikle gelişmekte olan ülkelerde yetersiz düzenleme faaliyetlerine bağlı olarak aşırı risk üstlenen finansal piyasaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Liberalizasyon sonrası dönmede özellikle sermaye giriş çıkışlarının serbest bırakılmasına bağlı olarak birçok ülkede “genişleme-daralma çevrimlerinin” eşlik ettiği finansal krizler gözlenmiştir. Liberalizasyon uygulamalarına bağlı olarak para ve bankacılık krizlerinin birlikte ortaya çıktığı ikiz krizlerin görülme sıklıkları artmıştır. Bu çalışma kapsamında kriz sonrası dönemde sürdürülebilir bir iktisadi büyümeyi sağlayacak politika alternatifleri gelişmekte olan ülkeler perspektifinden de tartışılacaktır. Anahtar Sözcükler: Finansal Liberalizasyon, Finansallaşma, Finansal Kriz, Gelişmekte Olan Ülkeler
Financial Liberalization and the Structural Roots of the Global Crises: Lessons for Developing Countries
The main aim of this study is to analyze the connection between financial liberalization and financial crises in historical context. The global economy is experiencing crisis which has been hailed as the most devastating crisis of capitalism since the great depression of 1929. Post World War II economic history can be thought of as evolving within two distinct political-economic regimes. The high growth Golden Age or Keynesian Regime was based on socially or politically ‘embedded’ domestic markets, government responsibility for aggregate demand growth, and state control over cross-border economic activity. It lasted until the early 1970s, to be replaced, after a decade of turbulence, by the Neoliberal Regime, built on deregulation, liberalization, privatization, and ever-tighter global integration. The Neoliberal Regime took root in the 1980s and consolidated in the 1990s.Financialization which is a major phenomenon of neoliberal regime, means the increasing role of financial motives, financial markets, financial actors and financial institutions in the operation of domestic and international economies. In this period, many developed and developing countries have liberalized their financial markets. The financial liberalization opens up new opportunity for financial sectors often resulting in excessive risk taking because of lack of adequate regulation particularly emerging economies. After liberalization of period, most countries tend to go though a “boom-bust” cycle especially in the case of external liberalization. As a result, currency and banking crises (twin crises) are closely linked in aftermath of liberalization. In this paper, policy framework is also discussed from developing countries perspective. Keywords: Financial Liberalization, Financialization, Financial Crises, Developing Countries 1 Bu çalışma, 27–29 May 2010, tarihlerinde Balıkesir Üniversitesi, Bandırma İİBF tarafından düzenlenen “Finansal Liberalizasyon ve Küresel Krizin Yapısal Nedenleri: Gelişmekte Olan Ülkeler İçin Dersler” adlı sempozyumda sulan bildirinin gözden geçirilmiş ve genişletilmiş halidir. 2 Araş. Gör. ; Uludağ Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü; Görükle Kampusu, Bursa, TÜRKİYE Tel: +90 224 294 11 / E mail: [email protected]
1
1.Giriş:
Yirmi birinci yüzyılın henüz ilk on yılı tamamlanmadan küresel kapitalizm 1929 büyük
Buhranı ile karşılaştırılan yaygın ve derin bir ekonomik kriz yaşamaktadır. 2008 yılında ABD
mortgage piyasasının çökmesi ile başlayan gelişmiş kapitalist ülkelerde borsaların, büyük
banka ve finansal kurumların çökmesi ile devam eden finansal kriz tüketimin, üretimin,
sermaye birikiminin ve istihdamın hızla düşmesine neden olarak bir ekonomik bunalım ortaya
çıkarmıştır. 1990’lı yıllarla birlikte finansallaşma olgusu dünya ekonomisinde yer alan başat
bir semptom haline gelmiştir.Bu finansallaşma döneminde finansal spekülasyon ve borçlanma
yoluyla yapısal durgunluğun üstesinden gelebilmek için kısmı talep genişlemeleri yaratılır. Bu
talep genişlemesi dalgaları sürdürülebilir bir büyüme tesis edemediği için sorunlar ortaya
çıkarır. Bu kriz ortamında ana akım iktisada yönelik eleştiriler artmış, finansal sisteme
yönelik düzenleme aratışları artmış ve kapitalizmin geleceği tartışılmaya başlamıştır. Bu
çalışmanın amacı finansal liberalizasyon ile finansal krizler arasındaki ilişkiyi tarihsel bir
süreç içerisinde incelemektir. Yaşanan krizin yapısal nedenlerinin anlaşılması için kapitalist
dünya ekonomisinin 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaşadığı dönüşümler
incelenmelidir. . Bu bağlamda İkinci Dünya Savaşı’ndan günümüze birbirini takip eden iki
temel politik ve ekonomik rejim yaşanmıştır. Büyümenin altın çağı olarak adlandırılan
“Keynesyen Rejimde”,toplumsal uzlaşmanın bir göstergesi olarak ekonomi devlet tarafından
kontrol edilirken, bunun yanında devlet toplam iç talebin yönetilmesinden de sorumlu
olmuştur. Bu dönemde fordist birikim rejimine dayalı kapitaliste gelişme modeli, Keynesci
toplam talep yönlü politikalarla desteklenirken gelişmiş merkez ülkelerde sınıfsal uzlaşmayı
temsil eden sosyal politika uygulamaları ile gelir eşitsizliğini azaltmaya çalışan güçlü refah
devleti, gelişmekte olan çevre ülkelerde ise devletin yol göstericiliğinde kalkınma girişimi
olarak ortaya çıkmıştır.(Amin,2000:3) Keynesyen dönem 1970’li yıllardaki yapısal krizin
etkisiyle piyasa önceliklerinin başat hale geldiği, liberalizasyonun, deregülasyonun,
özelleştirmenin ve uluslararası ekonomik bütünleşmenin öne çıktığı “Neo Liberal Rejim” ile
yer değiştirmiştir. Temelleri 1980’li yıllarda atılan Neo Liberal Rejim 1990’lı yıllarla birlikte
yaygın etkisini dünya ölçeğinde göstermeye başlamıştır. Günümüz küresel krizinin temel
nedeni olarak kabul edilen ve neoliberal dönemin başat görüngüsü olan finansallaşma, ulusal
ve uluslar arası ekonomide finansal motiflerin, finansal piyasaların, finansal aktör ve
kurumların rolünün giderek artması olarak tanımlanabilir. Bu finansallaşma olgusunu ortaya
çıkartan finansal liberalizasyon sürecinde, birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülke finansal
sistemlerini düzenleyici faaliyetlerden vazgeçme yoluna gitmişlerdir. Finansal
2
liberalizasyonun özellikle gelişmekte olan ülkelerde yetersiz düzenleme faaliyetlerine bağlı
olarak aşırı risk üstlenen finansal piyasaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Finansal
liberalizasyon sonrası dönmede özellikle sermaye giriş çıkışlarının serbest bırakılmasına bağlı
olarak birçok ülkede “genişleme-daralma çevrimlerinin” eşlik ettiği finansal krizler
gözlenmiştir. Liberalizasyon uygulamalarına bağlı olarak para ve bankacılık krizlerinin
birlikte ortaya çıktığı ikiz krizlerin görülme sıklıkları artmıştır. Bu finansallaşma dalgası
içinde bulunduğumuz finansal kriz ortamında sona doğru yaklaşmaktadır. Bu finansallaşma
döneminde finansal spekülasyon ve borçlanma yoluyla yapısal durgunluğun üstesinden
gelebilmek için kısmı talep genişlemeleri yaratılır. Bu talep genişlemesi dalgaları
sürdürülebilir bir büyüme tesis edemediği için sorunlar ortaya çıkarır. Bu kriz ortamında ana
akım iktisada yönelik eleştiriler artmış, finansal sisteme yönelik düzenleme aratışları artmış
ve kapitalizmin geleceği tartışılmaya başlamıştır. Bu çalışma kapsamında küresel krizin
yapısal nedenleri tarihsel gelişme sürecinde ele alındıktan sonra kriz sonrası dönemde
sürdürülebilir bir iktisadi büyümeyi sağlayacak politika alternatifleri gelişmekte olan ülkeler
perspektifinden tartışılacaktır.Çalışma üç temel bölümden oluşmaktadır.İkinci bölümde dünya
kapitalizminde finansallaşma olgusunun nedenleri ve sonuçları tarihsel gelişme sürecinde
incelenmiştir.Üçüncü bölümde finansal liberalizasyon ve finansal kriz ilişkisi özellikle para ve
bankacılık krizlerinin birlikte gerçekleştiği ikiz krizler çerçevesinde ele alınmıştır.Dördüncü
bölümde gelişmekte olan ülkelerin kriz sonrası dönemde ,başaralı bir büyüme gerçekleştirmek
için izlemesi gereken politikaların teorik çerçevesi çizilmeye çalışılmıştır.Çalışma sonucunda
ulaşılan temel sonuçlar sonuç bölümünde açıklanmıştır.
2. Finansallaşmanın Tarihsel Arkaplanı: Neoliberalizm ve Deregülasyon
Yirmi birinci yüzyılın henüz ilk on yılı tamamlanmadan küresel kapitalizm 1929 büyük
Buhranı ile karşılaştırılan yaygın ve derin bir ekonomik kriz yaşamaktadır. 2008 yılında ABD
mortgage piyasasının çökmesi ile başlayan gelişmiş kapitalist ülkelerde borsaların, büyük
banka ve finansal kurumların çökmesi ile devam eden finansal kriz tüketimin, üretimin,
sermaye birikiminin ve istihdamın hızla düşmesine neden olarak bir ekonomik bunalım ortaya
çıkarmıştır.Bu bağlamda, ABD’de son kırk yılı biçimlendiren iki temel değişiklikten söz
etmek gerekir. Bunların ilki 1970’lere uzanmakta olup, borsa simsarlarına ödenen
komisyonların düzenlemelere tabi olmaktan çıkarılmasıdır. İkincisi ise, 1990’lara uzanmakta
olup, ticari bankacılık ve yatırım bankacılığı faaliyetleri arasındaki kısıtların ortadan
kaldırılmasıdır. Mali piyasa düzenlemesi alanındaki bu gelişmeler 2007-08 krizinin
3
başlangıcını hazırlamıştır.(TEPAV 2009) 1980li yıllarla birlikte başlayan finansal sistemde
deregulasyon rüzgarına bağlı olarak finansal sistemde sürekli finansal yeniliklere bağlı olarak
ortaya çıkan yüksek finansal kar olanakları yaratılmıştır. Eskiden sadece özel borsa
elemanlarının çok katı kurallara bağlı olarak işlem yapabildiği sermaye piyasalarında kurallar
gevşetilmiş, yaratılan teknolojik olanaklara bağlı olarak çok sayıda oyuncu bu piyasalara
girme olanağına kavuşmuştur. Hızlı sermaye akışın bağlı olarak finansal piyasalardaki
büyüme yeni finansal araçların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Hisse senedi, bono ,tahvil
gibi geleneksel finansal araçların yanında türev araçlar denilen çok sayıda araç geliştirilmiş
finansal piyasalarda yaşanan büyüme hızla devam etmiştir. Bu süreç üretici sektördeki
karların düşmesine bağlı olarak finansallaşma olgusunu hızlandırmıştır. Finansallaşma, ulusal
ve uluslar arası ekonomide finansal motiflerin, finansal piyasaların, finansal aktör ve
kurumların rolünün giderek artması olarak tanımlanabilir, daha geniş bir tanımlama yapılırsa
finansallaşama ülkelerin içinde ve arasında finansal motiflerin ve finansal faaliyetlerinin
hacminin ve etkisinin artışı olarak ortaya çıkan bir olgu olarak tanımlanabilir.(Yeldan,2009)
Bu gerileme evresinde ekonomide yaşanan durgunluk eğiliminden kurtulmak amacı ile
finansallaşma bir tarihsel uğrak olarak ortaya çıkar.1980’li yıllarda ortaya çıkan bu sürecin
arkasında 1970’li yılların yapısal krizi yatmaktadır. Kapitalist ekonominin bu yapısal krizini
anlayabilmek için birinci küreselleşme süreci olarak tanımlanan süreci incelemek
gerekmektedir.
Şekil 1:ABD’de Finansal ve Finansal Olmayan İşletme Kar Oranları (1960–2000)
0
4
8
12
16
20
1960 1965 1970 1975 1980 1985 1990 1995 2000
Finansal Isletme Kar OraniFinansal OlmayanIsletme Kar Orani
Kaynak: Orhangazi,2008’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır.
Fordist Birikimin Sonu Ve Yapısal Kriz
Dönemi Finansal
Deregulasyon Ve Kriz Sonrası Uyum
Dönemi
4
Şekil 2: ABD’de İşletmelerin Sermaye Yatırımları (1995-2007)
Ka
ynak: Duménil ve .Lévy, 2009
Asıl önemli gelişmesini 1870-1913 aralığında yapan birinci küreselleşme döneminde
dünya çapında artan üretim ve ticarete bağlı olarak, uluslararası bankalar tarafından
örgütlenmiş finansal sermaye bu küreselleşme sürecini hızlanmıştır. Uluslararası bankacılık
sistemi çevresinde oluşan bu yapıyı; Polanyi “yüksek maliye (haute finance)” olarak
tanımlamaktadır (Polanyi,1986:35). Birinci küreselleşme sürecinde sermaye hareketleri
açısından temel belirleyici öğe reel bir altın standardı ile düzenlemiş uluslararası para sistemi
bünyesinde gerçekleşmesidir. Ayrıca yatırımcıların gelişmekte olan ülkelere yönelimi; uzun
vadeli ve doğrudan yatırım biçiminde olmuştur (Yeldan 2000:34). Uluslararası sermaye
hareketleri ve mal ticareti 1914 yılında birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile kesintiye
uğramıştır. 1929 Büyük Ekonomik Bunalımı ile sermaye ve mal hareketlerinde büyük
azalışlar ortaya çıkmıştır. Bunalımın etkileri, İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan
uluslararası finansal, ekonomik ve politik sistemle ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. İkinci
Dünya Savaşı’nın sonunda ABD’nin Bretton Woods kentinde 1944 yılında toplanan
konferans ile uluslararası finansal ilişkileri düzenleyen kurallar ve kurumlar oluşturulmuştur.
Konferans sonunda sistemde düzenleyici kurumlar olarak IMF ve Dünya Bankası ortaya
çıkmıştır. 1946 yılından 1973 yılına kadar uluslararası parasal sistemde geçerli olan bu dönem
Bretton-Woods sistemi dönemi olarak anılmaktadır. Doların altına olan konvertibilitesinin
korunduğu bu sistem asıl olarak üç temel amaç etrafında toplanmıştır (Eğilmez 1997:18-19).
Sabit bir döviz paritesinin oluşturulması
Döviz kurlarında ortaya çıkabilecek ani değişikliklere yalnızca ödemeler dengesi açık
veya fazlaları nedeniyle oluşmasına izin verilmesi
5
Söz konusu ödemeler dengesi açık veya fazlalarından dolayı yapılacak parasal
ayarlamaların uluslararası bir danışma mekanizması aracılığı ile yapılması ve bu
şekilde karşılıklı rekabete yol açıcı ayarlamaların önlenmesi
Bu sistemin temel amacı Keynesci politikalarla desteklenen toplam talebe dayalı büyüme
sürecinde finansal istikrarın sağlanmasıydı. Doğası gereği reel ekonomiden farklı olarak çok
büyük spekülatif kazançlara sahip olmak için hareket ederek finansal piyasalarda
istikrarsızlığa neden olan uluslararası fon akımlarının kontrolü, sistemin başat amacı olmuştur
(Somağaç 2002:54).1973 yılı sonunda dolar merkezli sabit kur sisteminin çökmesiyle birlikte,
uluslararası finansal piyasalarda oluşan fiyatlarda büyük dalgalanmalar oluşmaya başladı.
1973 yılında yaşanan petrol krizinin etkisiyle sanayileşmiş ülkelerde azalan getirilerin sonucu
olarak büyük ölçekte uluslararası fon dünya finansal sistemi içinde hızla hareket etmeye
başlaşıştır. Bu sermaye hareketleri finansal küreselleşmenin temel dinamiğini oluştururken,
finansal piyasalarda küreselleşmeye doğru ilerleyen süreç belli başlı üç evreden geçmiştir.
Finansal küreselleşmenin üç evresi şunlardır (Adda 2001:102).
Eurodolar Piyasalarının Ortaya Çıkması
Petrodoların Dolaşımı ve Borç Krizi
Doğrudan Finansman Yükselişi
1960’ların ikinci yarısında itibaren altın çağın sonuna gelen dünya ekonomisinde
sanayileşmiş ülkelerde ve kar oranların düşmesi ile ortaya çıkan krize bağlı olarak realize
olamayan sermaye, finansal sermaye biçiminde uluslararası sermaye piyasalarında birikmeye
başladı.Biriken bu finansal sermayenin yüksek getiri elde edebilmesi ve üretimden kopmuş
olmasına rağmen karlılığının sürdürmek istemesi ithal ikameci sanayileşme politikalarına
bağlı olarak ödemeler dengesi sorunları yaşayan ve sanayi üretimi için gerekli olan ithalatı
dahi ancak borçlanarak yapabilen ve buna bağlı olarak bir borç krizinin içine düşen
gelişmekte olan ülkelere için bir fırsat yarattı Uluslararası finansal piyasalarda yaşanan bu
dönüşüm, finansal küreselleşme olgusu gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler de ve finansal
liberalizasyon sürecinin tarihsel arkaplanı oluşturmaktadır. Ülkeler; finansman sorunlarına
çözüm ararlarken; uluslararası finansal piyasalarda yaşanan dönüşümleri ortaya çıkarttığı
olanaklardan yararlanabilmek için dünya çapında yükselen kuralsızlaştırma (deregülasyon)
dalgasına kapılmışlardır. “Böylece kaldırma, düzensizleştirme ve dışa açılma seksenli
yıllardaki finansal küreselleşme sürecinin motoru oldu. Üçü de altmışlı yıllarda ortaya çıkan
finansal entegrasyon dinamiğinin gücü karşısında devletlerin yaygın düzeninin geri
6
çekildiğini kanıtlıyor. Dünya piyasalarında dolaşan inanılmaz spekülatif sermaye hacmiyle
mücadele edemeyen devletler sermayeyi içeride tutacak ya da çekecek şartları oluşturacak bu
yeni gerçeklikle yüzleşti. Bunun için sırf sermayenin uluslararası dolaşımını serbest
bırakmakla kalmadılar, sermaye getirisinden kestikleri vergilerin de büyük bir kısmından
vazgeçtiler” (Adda 2001:110).IMF ,Dünya Bankası gibi uluslar arası sermayenin küresel
düzenleyici kurumlarının yapısal uyum reçetelerindeki temel öneriler doğrultusunda
gelişmekte olan ülkeler faiz tavanlarını kaldırarak küresel sermaye yüksek getiri sunarken,
ödemeler dengesi sorunlarını çözmeye çalıştılar.Gelişmekte olan ülkeler için iktisadi gelişme
paradigmasının sonu anlamına gelen bu dönüşüm bu ülkelerin dünya ekonomisine yeni
uluslararası işbölümünün bir sonucu olarak üretim zincirlerinde; ucuz emek girdisine bağlı
olarak düşük katma değerli ,düşük ve orta teknoloji yoğun sanayilerin üreticisi,küresel
sermaye piyasaları zincirinde ise yüksek getiri sağlayan finansal piyasalara sahip yükselen
ekonomiler (emerging market) olarak eklemlenmesi ile sonuçlandı.Bu sürece bağlı olarak
tüm dünyada finansal liberalizasyon rüzgarı esmeye başladı. Finansal liberalizasyon
genellikle hükümetlerin gelişmiş ülkelerin uluslararası finansal faaliyetlerini kendi ülkelerine
çekmek için bankacılık finans sistemi üzerindeki denetim ve kısıtlamaları kaldırdığı ya da
önemli bir ölçüde azalttığı deregülasyon uygulamalarının bir sonucu olarak gösterilmekte ve
ekonomilerin uluslararası sermaye akımlarına açılması süreci olarak ifade edilmektedir”
(Ongun 1993:38).
Tablo 1: Finansal Sistemde Düzenleme Tarzlarının Dönemlendirilmesi
Dönem Uluslararası Finansal Yapı Finansal Sistem Bankacılık Sisteminde
Düzenleme Tarzı
1950-1980 Dünya Ekonomisi ile Sınırlı Bütünleşme Finansal Baskı
REGÜLÂSYON
Riskin Kamu Otoriteleri Tarafından Denetimi
1980-1990 Ekonomik ve Finansal Sistemde Küreselleşme Finansal Liberalizasyon
DEREGÜLASYON
Piyasalarda Düzenlemeye Yönelik Önlemlerin Kaldırılması
1990’lar dan günümüze
Küresel Finansal Krizlerin Yükselişi
Finansal Liberalizasyon Sonrası Sorunlara Yönelik Reform
Arayışları
REREGÜLASYON
Oto Kontrol Sistemlerinin Oluşturulması Kamu Otoritelerinin ve Uluslararası Kuruluşların Gözetim Fonksiyonuna Kavuşması
Kaynak: Sezgin ve Tüzün 2001’ den yararlanılarak düzenlenmiştir.
7
Sanayileşmiş ülke ekonomilerinin gelişmiş finansal piyasa yapısı; uluslararası finansal
sistem bünyesinde yaşanan dönüşümlerin doğal bir sonucu olarak, finansal piyasaların
etkinliğinin arttırılmasına yönelik bir liberalizasyon uygulamalarına olanak tanımaktadır.
Bundan farklı olarak gelişmekte olan ülkelerde finansal sistem; kalkınma sorunsalının
gerektirdiği yapısal özelliklere göre biçimlenmiştir. Bu bağlamda gelişmekte olan ülkelerde
finansal liberalizasyon politikaları, yalnızca finansal piyasa ve kurumlarda yaşanan bir dizi
dönüşümden ibaret olmayıp, kalkınma stratejisinde yaşanan dönüşüme bağlı olarak;
ekonomik yapının bütününde radikal dönüşümler içermektedir. Döviz ve iç tasarruf kısıtı ile
karşı karşıya bulunan gelişen piyasa ekonomileri, finansman sorunlarını çözerek, ekonomik
gelişmelerini sürdürebilmek için finansal piyasalarını uluslararası rekabete açmaktadırlar. Bu
sürecin arkasında neoklasik iktisat teorisinin iç tasarrufları yetersiz kaldığı durumda yabancı
tasarrufların yerli yatırımlar ve büyüme için önemli bir kaynak olabileceği tezi yatmaktadır.
Bu teorik yaklaşıma göre, sermaye hareketlerine serbestleşme sağlanması, tasarrufların
sermaye kıtlığı çeken ülkelere akması sonucunu doğuracaktır. Bu sermaye akışına bağlı
olarak ekonomik büyüme ve istihdam artışına neden olan temel mekanizma ise iç finansal
sistemin serbestleşmesine bağlı olarak yükselen faiz oranlarıdır (Akyüz 1993).Bu yolla
uluslararası fon akışını kendi piyasalarına yönelten bir ülke gelişme sürecine devam
edebilecektir. Finansal liberalizasyon uygulamaları gelişmekte olan ülkelerin planlı ve içe
dönük gelişme ve sanayileşme stratejilerinden; piyasa merkezli dışa açık büyüme ve gelişme
stratejilerine geçişlerini tanımlamaktadır. Deregülasyonun doğrudan etkileri, rekabetin
artması, kar marjlarının daralması ve ticari bankaların yatırım bankacılığı pratiklerini
alışılmışın ötesine taşımaları biçiminde olmuştur. Karmaşık türev ürünlerinin yaratımı ve
dağıtımı, yatırım bankalarının bu değişiklik trendi karşısındaki temel tepkisi olarak finansal
mimariye eklemlenmiştir.
2. Finansal Liberalizasyon ve Sonuçları:
2.1 Finansal Liberalizasyon:
Finansal liberalizasyon süreci teorik temellerini Mc Kinnon 1973 ve Shaw 1973 de
yer almaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin finansal piyasalarındaki kısıtlayıcı
uygulamaları eleştiren çalışmaları nedeniyle, finansal baskı yaklaşımı “Mc Kinnon-Shaw
Yaklaşımı (MSY)” olarak anılmaktadır. Finansal liberalizasyon genellikle hükümetlerin
8
gelişmiş ülkelerin uluslararası finansal faaliyetlerini kendi ülkelerine çekmek için bankacılık
finans sistemi üzerindeki denetim ve kısıtlamaları kaldırdığı ya da önemli bir ölçüde azalttığı
deregülasyon uygulamalarının bir sonucu olarak gösterilmekte ve ekonomilerin uluslararası
sermaye akımlarına açılması süreci olarak ifade edilmektedir” (Ongun 1993:38). Sanayileşmiş
ülke ekonomilerinin gelişmiş finansal piyasa yapısı; uluslararası finansal sistem bünyesinde
yaşanan dönüşümlerin doğal bir sonucu olarak, finansal piyasaların etkinliğinin arttırılmasına
yönelik bir liberalizasyon uygulamalarına olanak tanımaktadır. Bundan farklı olarak
gelişmekte olan ülkelerde finansal sistem; kalkınma sorunsalının gerektirdiği yapısal
özelliklere göre biçimlenmiştir Bu bağlamda gelişmekte olan ülkelerde finansal liberalizasyon
politikaları, yalnızca finansal piyasa ve kurumlarda yaşanan bir dizi dönüşümden ibaret
olmayıp, kalkınma stratejisinde yaşanan dönüşüme bağlı olarak; ekonomik yapının bütününde
radikal dönüşümler içermektedir.
Bu yolla uluslararası fon akışını kendi piyasalarına yönelten bir ülke gelişme sürecine
devam edebilecektir. Finansal liberalizasyon uygulamaları gelişmekte olan ülkelerin planlı ve
içe dönük gelişme ve sanayileşme stratejilerinden; piyasa merkezli dışa açık büyüme ve
gelişme stratejilerine geçişlerini tanımlamaktadır
MSY özünde neo-klasik finans teorisinin gelişmekte olan ülkelere uyarlanmış halidir.
Neo-klasik finans teorisi; tam rekabetçi piyasa koşullarında; yatırımcıların, hanehalklarının ve
firmaların kâr maksimizasyonunu hedefleyen rasyonel davranışlarda bulunduğunu
varsaymaktadır. MSY’nin temel önermesi, finansal sistem üzerinde kısıtlayıcı tüm unsurların
kaldırılmasının, finansal derinleşme ve etkin kaynak dağılımını sağlayarak ekonomik
büyümeyi hızlandıracağıdır. MSY bir bütün oluşturmakla beraber; Mc Kinnon ile Shaw
arasında vurgulanan konular açısından bazı farklılıklar vardır. Mc Kinnon oto finansman
kaynaklarıyla finanse edilen yatırımlarla faiz oranları arasındaki ilişki üzerinde yoğunlaşırken,
Shaw dış mali kaynaklar ile finansal derinleşme arasındaki ilişkinin önemine değinmiştir
(Soydemir 1998:9).MSY klasik ve Keynesci faiz politikalarını eleştirerek teorik temellerini
oluşturmaktadır. Bu bağlamda temel eleştiri Tobin’in portföy teorisine yöneltilmektedir.
Tobin’in teorisine göre hanehalkları tasarruflarını birbirini ikame etmeyen para ve verimli
sermaye malları arasındaki dağıtmaktadır. Sermaye mallarının getirisi; paranın getirisi olan
faiz oranından yüksek olduğu sürece; portföyde tutulan verimli sermaye mallarının payı daha
yüksek olacaktır. Sonuç olarak paranın getirisinin, verimli sermaye mallarının getirisine göre
daha düşük düzeyde tutulması, yüksek sermaye/emek oranına sahip yatırımların artmasına
9
neden olarak ekonominin büyümesini hızlandıracaktır. Bu nedenle finansal sistem içerisinde
faiz oranları tavan uygulamaları ile kontrol edilmektedir (Sak 1995:13).
MSY göre ise; faiz kontrollerinin varlığı tasarrufların finansal sisteme yönelmesini
engelleyerek, yatırımların finansmanı sorununu ağırlaştırarak ekonomik büyümeyi
yavaşlatacaktır. Mc Kinnon modelinde Keynesci modellerin aksine para ve verimli yatırım
malları arasında tamamlayıcılık ilişkisi bulunmaktadır. (Karabulut 2002:44-45).
MSY göre ise; faiz kontrollerinin varlığı tasarrufların finansal sisteme yönelmesini
engelleyerek, yatırımların finansmanı sorununu ağırlaştırarak ekonomik büyümeyi
yavaşlatacaktır. Mc Kinnon modelinde Keynesci modellerin aksine para ve verimli yatırım
malları arasında tamamlayıcılık ilişkisi bulunmaktadır.
Mc Kinnon modelinde para talebi fonksiyonu şu şekildedir:
δπδ
M I (M/P)=L(Y, ,d- *) >0P Y (I/Y)
(1)
Denklemde Y reel GSYH yı, I yatırımları, d nominal faiz oranını, π* beklenen
enflasyon oranını; dolayısıyla d- π* reel faiz oranını simgelemektedir.
Shaw’ın modelinde de finansal liberalizasyon sonrası faiz oranlarının artması ile tasarruflar,
dolayısıyla finansal araçların aktarabileceği fon miktarı artar. Bu fon artışı yatırımların
dolayısıyla ekonomik büyüme oranının artmasına neden olur.
Shaw modelinde para talebi fonksiyonu şu şekildedir:
γ δπδ π
M (M/P)= f(Y, ,d- *) >0P (d - *)
(2)
Modelde γ para tutmanın alternatif maliyetlerinin vektörü olarak tanımlanmaktadır.
Her iki model de neoklasik anlamda arz ve talep eşitliği varsayımına dayanmaktadır
(Karabulut 2002:44-45). Faiz tavanı uygulaması, bankacılık kesiminin risk almasını
engelleyeceği için fonlar düşük getirili projelere aktarılacaktır. Faiz tavanı yükseltildiği zaman
tasarruf düzeyi yükselecek, buna bağlı olarak ekonomideki yatırım düzey artacaktır. Sonuç
olarak düşük getirili projelere aktarılan fon miktarı azalacaktır. (Fry 1978:465):Fiziki sermaye
birikimi ve kaynakların daha etkin kullanımı ekonomik büyümeyi belirleyen iki temel
unsurdur. Ekonomik büyüme sürecinde merkezi bir rol üstlenen finansal sistem ise ekonomik
gelişmeyi iki kanaldan etkilemektedir. Bunlardan birincisi tasarruflara ulaşabilme olanağı
yaratması, ikincisi ise tasarrufların yüksek getirili projelere aktarılmasını sağlamasıdır.
10
Finansal sistemin ekonomik gelişme sürecinde gereken görevi yerine getirebilmesi için
finansal sistem baskı altında olmaması gerekmektedir (Dornbush ve Reynoso 1989).
Bu nedenlerden dolayı MSY: finansal sistem üzerinde baskı oluşturacak tüm
kısıtlamaların kaldırılmasını ve fon aktarım mekanizmasında piyasa unsurunun öne çıkması
gerektiğini savunmaktadır. 1980’li yıllar gelişmekte olan ülkeler için de finansal
liberalizasyon uygulamaları ile geçti. Finansal liberalizasyon Latin Amerika ülkelerinde diğer
gelişmekte olan ülkelerden daha hızlı olmakla birlikte, bu ülkelerde tersine dönen reform
örnekleri yaşandı. Reform Doğu Asya’da daha tedrici oldu. Çok sayıda ülke yönlendirilmiş
krediler üzerine piyasaya dayalı faiz oranları koymak, özel krediler üzerine piyasada
belirlenen faiz oranları koymak, özel kredi kullanımları için uygun kategorilerin sayısını
çoğaltmak veya programın kapsamını daraltmak suretiyle yönlendirilmiş kredi programlarını
kaldırdılar (Willamson ve Mahar 2002:45).
2.2.Finansal Liberalizasyona Yönelik Eleştiriler:
MSY yönelik eleştirilerin en önemlisi yapısalcı okul iktisatçılarından Taylor tarafından
yöneltilmiştir.(Taylor,1998) Taylor MSY’nin iki varlıklı (para-reel varlık) portföy yaklaşımı
eleştirmektedir. Taylor’un modelinde hanehalkları tasarruflarını mevduat olarak formel
piyasalarda (bankacılık kesimi), enformel piyasalarda ve altın gibi verimsiz reel varlık olarak
tutarlar. Ayrıca Taylor’a göre özellikle gelişmekte olan ülkelerde hayli rekabetçi ve
makroekonomik açıdan önemli olan bir de enformel piyasalar bulunmaktadır. Firmalar formel
piyasalar aracılığı ile banka kredisi alabilecekleri gibi, enformel piyasalara doğrudan
borçlanma yolunu da seçebilirler. Faiz oranlarının serbest bırakılması ile formel sektöre akan
fonların kaynağı önem kazanacaktır. Bankacılık sistemine akan fonlar altın, gayrimenkul gibi
verimsiz reel varlıklardan geliyorsa, yatırımlara aktarabilecek fon miktarı bankacılık sistemi
bünyesinde artacağı için ekonomik büyüme artacaktır. Eğer fonlar enformel sektörden,
bankacılık sektörüne gelirse; bankaların karşılık bulundurma zorunlulukları nedeniyle kredi
olarak aktarılan fonlar azalacaktır. Tasarruflarda yaşanan bu göreli azalma yatırımları
azalacaktır. Diğer taraftan artan faiz oranları nedeniyle sermaye maliyetleri artacaktır. Artan
maliyetler; eksik rekabetçi piyasa yapısına neden olduğu mark-up tipi fiyatlama davranışı
sonucu nihai mal fiyatlarına yansıyacak ve bir maliyet enflasyonu dinamiği oluşacaktır.
Sonuç olarak; yatırımların azalması ekonomik gelişmeyi durdururken, maliyet artışının
yarattığı enflasyonist süreç ekonominin stagflasyonist bir patikaya sürüklenmesine neden
11
olacaktır. Taylor’a göre gelişmekte olan ülkelerde uygulamaya konulan finansal
liberalizasyon politikaları, ülke ekonomilerinde büyümeden çok stagflasyonist bir etki
yaratmıştır. Neo-Keynesyen ile Post Keynesyen yaklaşımların sentezi niteliğinde olan
Grabel’in spekülatif gelişme modeli çerçevesinde MSY’a eleştiriler yöneltilmiştir (Esen
1998:28-29)
Finansal liberalizasyon özellikle üç önemli sonuç doğurmaktadır.
Yüksek kredi faizleri, riskli yatırımcıları avantajlı kılar
Kurumsal yenilikler, kısa vadeli spekülatif yatırımlar için yeni fırsatlar yaratır.
Kısa ve uzun vadeli faiz farkı artarak spekülatif yatırımlar lehine bir ortam yaratır.
Yatırım projeleri ise beklenen getiri ve risk açısından üç grupta sınıflandırılabilir.
Düşük getiri - düşük risk A projesi
Yüksek getiri - düşük risk B projesi
Yüksek getiri - yüksek risk C projesi
Reel yatırımlar ile finansal yatırımlar likidite ve vade açısından farklılıklar içermektedir.
Reel sektör yatırımları daha az likit ve daha uzun vadeli iken, finansal sektör yatırımları
spekülatif faaliyetlere açıktır. Finansal liberalizasyon ile A tipi projelerin devre dışı kalacağı
göz önünde tutulursa vade cinsinden projeler iki grupta toplanabilir.
yükse getiri - düşük risk - uzun vade B projesi
yükse getiri - yüksek risk - kısa vade C projesi
Finansal liberalizasyon ile birlikte kısa ve uzun vadeli faiz oranları arasındaki fark
artacaktır. Bunun sonucu olarak C tipi projeler B tipi projelerin yerini alacaktır. Bu ortamda
firmalar yeni yatırımlar için uzun vadeli kredileri daha pahalıya bulacaklardır. Bu durumda ya
kredi taleplerini azaltacaklar ya da uzun vadeli projeleri kısa vadeli fonlarla finanse etme
yoluna giderek aşırı faiz riski üstlenmek zorunda kalacaklardır. Grabel’in eleştirisi
bağlamında, finansal liberalizasyon; tasarrufların reel sektör yatırımların dönüşmesine yol
açmayacak tam tersine finansal kurumları bile spekülatif finansmana sürükleyecektir.
2.3. Finansal Liberalizasyon ve Finansal Kriz İlişkisi:
12
Finansal liberalizasyonun krizlere yol açacağı ilk olarak Carlos-Dias Alejandro’nun
1985 yılında yazdığı “Good-bye Financial Repression, Hello Financial Crash” başlıklı
makalesi ile gündeme getirildi (Williamson ve Mahar 2002:96). Finansal liberalizasyon süreci
geliştikçe liberalizasyon ve kriz arasındaki ilişkiyi ortaya koyan literatür giderek artmaya
başladı Yapılan birçok çalışma; finansal liberalizasyon ile finansal krizler arasında
nedensellik ilişkisinin olduğunu ortaya koymaktadır.Özellikle finansal sitemini denetimsiz
olarak serbestileştiren ülkelerde riskler hızla artmakta ve finansal krizlerin oluştuğu ekonomik
çevreyi ortaya çıkartmaktadır. Bu süreç makroekonomik istikrarsızlık yarattığı gibi, mikro
ölçekte özellikle finansal sistem kırılganlıklarına yol açacak risk birikmelerine neden
olmaktadır. Grabel (2003) bu riskleri makro ve mikro ölçekte; “döviz kuru, sermaye kaçışı,
kırılganlık, bulaşma ve ülke” olarak tanımlamaktadır (Bkz. Tablo 2).
Tablo 2: Finansal Liberalizasyon ve Gelişmekte Olan Ülkelerde Risk Biçimler
Risk Biçimi Tanım Arttırıcı Faktörler
Döviz Kuru Yatırımcıların varlıklarını satmaya kara vermesi ile ülkenin döviz kurunu çökmesi riski
*rezerv yetersizlikleri
*yerli para konvertibilitesi
*yatırımcıların sürü davranışları
*gelişen ekonomilerin konumları
Sermaye Kaçışı
Varlık sahibi ajanların likit varlıklarını satarak varlık/yükümlülük oranının düşmesine neden olmaları ve kendi kendini besleyen bekleyişler sonucu ülkeyi terketme riski
*yatırımcıların sürü davranışları
*gelişen ekonomilerin konumları
*yerli para konvertibilitesi
*sermaye hareketlerine yönelecek mekanizmanın olmaması
Kırılganlık
Ekonomideki özel ve kamu borçlanıcılarının yükümlülüklerini yerine getirmelerine engel olacak ve iç ve dış şoklara duyarlılıklarının yüksek olması riski
*vade uyuşmazlıkları
*yükümlülük değerlerindeki oynaklık
*finansal açıklık
*yatırım, borçlanma kararlarını yönetecek yeterli mekanizmanın olmaması
Bulaşma Başka bir yerdeki finansal ya da makroekonomik istikrarsızlığın ülkeye getirilmesi riski
*finansal açıklık
*döviz kuru, sermaye kaçışı ve kırılganlık riskleri
Ülke
Finansal kriz sürecinde ülkenin bağımsız sosyal ve ekonomik politikalar uygulamasında kısıtların bulunması sonucu ortaya çıkan risk
*gelişen ekonomi konumu
*risk yönetiminin yetersizlikleri
Kaynak: Grabel 2003:319
13
Demirgüç Kunt-Detragrache (1998) göre; finansal liberalizasyon, yetersiz düzenlemenin
olduğu durumda finansal sistem bünyesinde oluşan kırılganlığı arttırmaktadır. Kurumsal zayıf
çevre; mikro ölçekte banka bilançolarında risk düzeyini yükselterek, bankacılık krizlerine yol
açmaktadır. Weller (1999); finansal liberalizasyon sonrasında, gelişmekte olan piyasa
ekonomilerinde para ve bankacılık krizi çıkma olasılığının arttığını ortaya
koymaktadır.Finansal krizler finansal sistemde meydana gelen büyük çaplı çalkantıları
tanımlar ve temelde para ve bankacılık krizleri olarak tanımlanmaktadırlar.Para krizi, döviz
kurunda ani bir hareketi ve sermaye akımlarındaki keskin bir değişmeyi ifade eder. Para kiri,
ülke parasına olan spekülatif bir atağı bir devalüasyonla sonuçlanması halinde ya da ülke
otoritelerinin uluslararası rezervlerinin hacmini artırarak ve faiz oranlarını yükselterek ülke
parasını savunmaya zorladıkları durumda ortaya çıkar. (Yay 2001:1236). Mehrez ve Koufman
(2000) liberalizasyon sonrası dönemde bilgi setinin belirsiz olmasının bankaların aşırı risk
almalarına neden olduğunu belirtirken; bankacılık krizi olasılığının şeffaf olmayan ekonomik
çevrede arttığını vurgulamaktır. Bu bağlamda finansal liberalizasyonu takip eden kısa
dönemde bir bankacılık krizi çıkma olasılığı hayli yüksektir. Döviz kurlarının piyasa
mekanizması içinde belirlenmesine yönelik önlemlerin alınmasıyla başlayan ve sermaye
hesabının serbestleştirilmesi ile tamamlanan dış finansal liberalizasyon özellikle gelişmekte
olan ülkelerde makroekonomik istikrarsızlığı gelişmiş ülkelere göre daha çok artırırken, dış
finansal liberalizasyon (özellikle sermaye kontrollerinin kaldırılması) iç finansal
liberalizasyon uygulamalarına göre daha çok istikrarsızlık yaratmaktadır (Wyplosz 2001:2).
Döviz kurunun üzerindeki kontrollerin kaldırılması, döviz kuru oynaklıklarının
artmasına neden olmaktadır. Sermaye hareketlerinin kontrol edildiği bir ekonomide bile;
yerleşiklerin bankalarda döviz cinsinden mevduat açmasına yönelik düzenlemeler yapılmış ve
bankaların dövizle yaptıkları işlemlere serbestlik getirilmişse banka bilançoları döviz kuru
riskine açık hale gelmektedir. Sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasını takip eden
dönemde, bankaların yabancı para cinsinden borçlanmalarının kolaylaşmasına bağlı olarak
döviz kuru risk sistemi içinde daha da artmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde sermaye
hareketlerinin serbestleştirilmesi ülke ekonomilerini makro ve mikro ölçekte etkilemektedir.
Makro ölçekte etki, sermaye akımının niteliğine göre farklılaşmaktadır. Gelen sermaye
doğrudan yatırım biçiminde ise ülkenin üretici kapasitesine ve teknolojik düzeyine olumlu
katkılar sağlayarak sürdürülebilir ekonomik büyüme ortamını oluşturacaktır. Ancak gelen
sermaye kısa vadeli ve spekülatif nitelikte ise ülke ekonomisinin makroekonomik istikrarını
bozucu etkilerde bulunacaktır. Özellikle finansal liberalizasyon sonucu artan fon akışı
14
yalnızca yüksek verimliliği olan projelerin finansmanında kullanılmamakta bunun yanında
spekülatif alanlara da yönelmektedir. Bu etki sonucu gerçekleşen aşırı sermaye girişleri yerli
paranın değer kazanmasına neden olarak; ticari mal üreten ihracatçı sektörlerin rekabet
gücünü yitirmesine neden olmaktadır. Aşırı sermaye girişlerinin neden olduğu kamu açıkları
ve cari işlemler açıklarının (ikiz açık) sürdürülebilirliğinin kuşku yaratması uluslararası
yatırımcıların bekleyişlerinin olumsuza dönüşmesine neden olarak, ani sermaye çıkışlarına
yol açarak ülke ekonomilerinde finansal sektörlerden başlayarak reel sektöre doğru genişleyen
yıkıcı krizlerin oluşmasına neden olmaktadır.(Bkz Şekil 2)
Şekil 2: Kısa Vadeli Sermaye Girişlerine Bağlı Olarak Makroekonomik Durumun Kötüleşmesi Süreci Ve Finansal Kriz Dinamiği
Kaynak: Yazar
Bu risk düzeylerinin yükselmesi ülkeleri finansal krizlere sürüklemektedir. Sermaye
hareketlerinin serbest bırakılmasına bağlı olarak para ve bankacılık krizlerinin birlikte
görülme sıklığı artmıştır. Dış finansal liberalizasyon süreci ile bankacılık krizleri, para ve
bankacılık krizlerinin birlikte görüldüğü “ikiz krizler” biçimine dönüşme eğilimindedir.
Finansal liberalizasyon süreci ile birlikte para krizi ile bankacılık krizlerinin birlikte ortaya
çıktığı “ikiz krizler” olarak isimlendirilen krizler hızla artmıştır. 1970-1979 döneminde
Daha Fazla Sermaye
Girişi Teşviki
Sermaye Girişlerinin
Artışı
Faiz Oranında Artış
Dış Açığın Finansman
İhtiyacı
İthalat Artışı Cari Açığın
Artması
Yerli Paranın Değer
Kazanması
Finansal Liberalizasyon
Finansal Karların Artışı Sermaye Yatırımlarının
Dışlanması
Sanayi Sektörlerinde Daralma ve İthalat
Bağımlılığının Artması
Kısa Vadeli Sermaye Kaçışları
ve Kriz
*Beklentilerin Bozulması
*Ahlaki risk *Makro
Ekonomik bozulma
15
yalnızca 1 ikiz kriz gerçekleşirken, finansal liberalizasyonu takip eden 1980-1995 döneminde
18 ikiz kriz gerçekleşmiştir. 1970 li yıllarda sıkı düzenlenen finansal sistem nedeniyle para ve
bankacılık krizleri arasında nedensellik ilişkisi bulunmazken, 1980 li yıllarla birlikte finansal
piyasalarda ortaya çıkan düzensizleştirme dalgasına bağlı olarak para ve bankacılık krizleri
arasındaki nedensellik ilişkisi kuvvetlenmiştir. (Kaminsky ve Reinhart 1999)
Tablo 3:Para ve Bankacılık Krizi Sıklığı
Kriz Biçimi 1970-1995 1970-1979 1980-1995
Toplam Yıllık Ortalama Toplam Yıllık Ortalama Toplam Yıllık Ortalama
Para 90 2,92 26 2,60 50 3,13
İkiz 19 0,73 1 0,10 18 1,13
Tek 57 2,19 25 2,50 32 2,00
Bankacılık 26 1,00 3 0,30 23 1,44
Kaynak: Kaminsky ve Reinhart 1999:477
Kaminsky ve Reinhart; 1970–1995 yılları arası dönemde 76 para ve 26 bankacılık
krizini inceleyerek aşağıdaki sonuçlara ulaşmıştır (1999:474).
1. Bankacılık krizinin doruk noktası döviz kurunun çöküşü ile başlamaktadır.
Merkez bankasının döviz kurunu korumak amacıyla faiz oranları artması
sektöründeki mevcut sorunları ağırlaştırmakta ya da yeni sorunlar ortaya
çıkartmaktadır.
2. Genellikle bankacılık krizleri para krizlerinden önce gelmektedir. Her iki kriz
öncesi dönemde, durgunluk ya da en azından yavaş büyüme oranı, ticaret
hadlerinin ülke aleyhine dönmesi, değerli yerli para gibi makroekonomik
bozulmaları gerçekleşmektedir.
3. Makroekonomik temel göstergelerde ikiz krizler öncesi dönemde bozulma
gözlenmektedir.
4. Para ve bankacılık krizlerinin birbirinden ayrı gerçekleşmesi durumuna göre ikiz
krizler ekonomi üzerinde daha şiddetli ve daha yıkıcı etkilerde bulunmaktadır.
İkiz krizleri açıklayan iki temel yaklaşım bulunmaktadır (Varlık 2002:173). Birinci
yaklaşıma göre, mevduat sigortası, hükümet garantisi gibi uygulamaların yarattığı ahlaki
16
tehlikenin sonuçları ikiz krizleri oluşturmaktadır. İkinci yaklaşıma göre ise, uluslararası
yardımcıların bekleyişlerinin olumsuza dönmesi sonucu oluşan kendi kendini besleyen
kötümserlik finansal kırılgan bir ekonomik yapı içinde krizlerin oluşmasına neden olmaktadır.
Ahlaki tehlike yaklaşımı tekli denge varsayımı altında krizlerin öngörülebileceğini
savunurken, finansal kırılganlık yaklaşımı ise çoklu denge varsayımı altında krizlerin
öngörülemeyeceğini savunmaktadır. Ancak temel olarak her iki yaklaşım da ekonomik
temellerdeki bozulmayla ikiz krizlerin oluşumu arasında güçlü bir ilişkinin varolduğunu kabul
etmektedir. Bankacılık krizleri ile para krizlerinin birlikte görülme sıklığı artarken, hangi
krizin diğerinin nedeni olduğu konusunda ortak bir kabul bulunmamaktadır. Farklı ülke
deneyimleri inceleyen farklı modeller nedenselliğin yönü konusunda ayrı teorik açıklamalar
üretmektedirler. (Mıshkın 1997,2001; Chang ve Velasco 1998; Kaminsky ve Reinhart 1999)
3.Gelişmekte Olan Ülkeler ve Krizleri Sonrası Dönem İçin Politika Önerileri:
3.1. Finansal Liberalizasyon ve Gelişmekte Olan Ülkeler:
Küresel kriz sayesinde, serbest piyasanın dengeli ve istikrarlı bir ekonomi yaratacağı ve her
türlü devlet müdahalesinin kaynak israfına yol açacağını savlayan neoliberal iktisat
yaklaşımının politika önerileri daha çok eleştirilmeye ve tartışılmaya başlanmıştır.
Büyümenin hızlanacağı beklentisi ile uygulamaya konulan finansal liberalizasyon politikaları
daha ilk adımda tökezlemeye başlamıştır. Finansal baskının sonunu getiren uygulamalar,
gelişmekte olan ülkelerde faiz oranlarının aşırı yükselmesine, yerli paranın değer kazanması
ile sonuçlanarak finansal sistemin istikrarında kalıcı bozulmalar yaratmışlardır. Popülist
genişleme dönemlerinde kaynak arayışına giden hükümetler iç finansal liberalizasyon olarak
başlayan süreci dış finansal liberalizasyona doğru geliştirerek, sermaye hareketleri üzerindeki
kontrolleri kaldırmaya başlamışlardır. Tamamen dışa açık hale gelen ekonomiler, finansal
piyasalardaki arbitraj olanağının pusulasında yol alan spekülatif nitelikteki kısa vadeli
sermaye hareketlerinin giriş çıkışlarına göre belirlenen büyüme-kriz-daralma çevrimlerine
girmişlerdir.
17
Tablo 4: Milli Gelirdeki Değişmenin Kriz Öncesiyle Karşılaştırılması
(Ağustos 2008-Nisan 2010 % Değişim)
Kaynak: Newsweek Türkiye (2010)
Finansallaşmanın bir vaka haline geldiği küresel dünya ekonomisinde krizi önlemeye
yönelik politikaların finansal sistem düzenlemelerine odaklanması kaçınılmaz hale gelmiştir.
Ancak böyle bir odaklanma tasarruf açıklarını küresel finansal sistemden kaynaklanan fon
akımlarına bağımlı hale getiren gelişmekte olan ülkelerin, finansal liberalizasyon süreci
sonrasında yer aldıkları “büyüme-kriz-daralma” içeren ekonomik gelişme patikalarından
kurtulmalarına olanak tanımayacaktır. Bunun yanında özellikle gelişmekte olan ülkeler
küresel değer zincirinde daha yükseklere tırmanarak (upgrading) sağlayacakları üretim
eksenli büyüme politikalara odaklanmak zorundadırlar. Tablo 4 incelendiğinde krizden en az
etkilenen ve küresel düzlemde bir ekonomik daralmanın olduğu ortamda bile büyüme
kaydeden ekonomilerin Çin, Hindistan, G. Kore gibi sanayi politikaları endüstriyel gelişmeyi
BRIC terimi, Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’den oluşan ülke grubunu tanımlamak için kullanılmaktadır. Bu terim ilk kez Goldman Sachs’ın küresel ekonomik araştırmalar bölümü başkanı Jim O’Neil tarafından 2003 yılında yazılan “Dreaming with BRIC’s” adlı makalede kullanılmıştır. BRIC tezine göre Çin ve Hindistan imalat sanayi üreticisi ve ihracatsı iken Brezilya ve Rusya ise hammadde ve enerji gibi sanayi ürünü girdileri ihracatçısı konumundadır. Bu ülkeler aralarında bir blok yaratabilirlerse dünyanın en gelişmiş ekonomileri aralarına, birbirlerini destekleyen bu yapı sayesinde girebileceklerdir. BRIC tezini tamamlayan diğer bir yaklaşım ise “ Ayrışma (Decoupling) ” hipotezidir. Bu hipoteze göre de ikisi dünyanın belli başlı sanayi girdilerini ihraç eden, diğer ikisi de bu girdileri kullanarak sanayi malları üretip ihraç eden bu dört ülke giderek gelişmiş ülkelere bağımlı olmaktan çıkacaktır.(Eğilmez,2008:114-15) Bu bağlamda bu ülkeler dünya ekonomisindeki trendden farklı bir büyüme örüntüsü gösterebilecektir. Tablo 4’deki veriler incelendiğinde küresel kriz ortamında bile Rusya dışında BRIC ülkelerinin yüksek büyüme performansı gösterdiği gözlenmektedir. OECD ülkelerinin ortalama gelir düzeyinin % 2.0 küçüldüğü ortamda, BRIC ülkeleri Rusya’nın negatif etkisine rağmen gelir düzeylerini % 7.4 düzeyinde arttırabilmişlerdir. Bu sonuç ,-Rusya’nın yalnızca doğal gaz ve petrol ihracatına dayanan ekonomik yapısını ve küresel talep daralmasının BRIC ülkeleri tarafından ikamesinin sınırlı olduğu koşullar göz ardı edilmeden- ayrışma hipotezini destekler niteliktedir.
Çin +21.5 İtalya -5.3
Hindistan +13.8 Almanya -5.4
Endonezya +7.1 İngiltere -5.6
G. Kore +3.5 Meksika -3.7
Polonya +3.0 Macaristan -6.8
Brezilya +3.7 İrlanda -8.1
Avustralya +2.5 Rusya -9.2
İsrail +2.1 İzlanda -9.2
ABD - 0.6 Estonya -16.4
Türkiye -1.5 OECD ort -2.0
Yunanistan -4.2 BRIC ort +7.4
18
hedefleyen ile üretim eksenli sürdürülebilir bir büyümeyi başaran ülkeler olduğu
gözlenmektedir. ekonomilerin Makroekonomik istikrarın sağlanması ekonominin kısa vadeli
sermaye girişine bağımlı yapısından kurtarılarak istikrarlı bir büyüme patikasına sokulmasıyla
olanaklıdır. Faiz ve kur kıskacına girmiş, uluslararası rekabet gücünü yitirmiş bir
makroekonomik yapı finansal krizlere davetiye çıkartmaktadır. Bu kurumsal temel açısından
sağlıklı bir ekonomik büyümenin gerçekleşmesi kamu öncülüğünde tasarlanan sağlık, eğitim
ve teknoloji politikalarıyla olanaklı hale gelmektedir (Kibritçioğlu 1998). Finansal
liberalizasyonu takip eden dönemde kamu düzenleyici rolünün yenilenmesine bağlı olarak
sağlık, eğitim, teknoloji politikası üretme olanağı kısıtlanmıştır. Artan borç stoku reel faiz
oranlarını artırarak makroekonomik istikrarsızlık mekanizmasını tetiklerken, kamu bütçesinde
altyapı yatırımlarına ayrılacak payı da sınırlayarak bu istikrarsızlık ortamını aşmaya yönelik
büyüme stratejisi oluşturulmasını imkânsız hale getirerek bir kısır döngü yaratmaktadır. 1980
li yıllarla birlikte kamunun ekonomideki payının küçülmesi gerektiği söylemi ile eğitim,
sağlık harcamalarının payı giderek azalmıştır (Türel 1999). Teknoloji politikasının en önemli
göstergesi olan araştırma geliştirme harcamaları (AR-GE) çok düşük düzeyde kılmıştır.
ARGE, eğitim ve sağlık harcamalarının düşüklüğü sağlıklı bir büyüme için önemli bir politika
dönüşümünü zorunlu kılmaktadır. Buna ek olarak ülkenin teknoloji kapasitesine katkıda
bulunan istikrarlı bir dış kaynak doğrudan yabancı yatırımların artmasına bağlıdır.Bunun
yanında doğrudan yatırımların bir ülkeye yönelmesinde teknoloji transferinin
gerçekleşmesinde ev sahibi ülkenin beşeri sermaye düzeyi belirleyici olmaktadır (Borenzstein
vdğ. 1998)
Bu bağlamda kriz sonrası dönemde özellikle gelişmekte olan ülkelerin izlemesi gereken
politikalar; “Finansal Sistem Odaklı Politikalar” ve “Sürdürülebilir Büyüme ve Endüstriyel
Gelişme Odaklı” politikalar olarak ayrıştırılabilir.
Finansal Sistem Odaklı Politikalar şu politika seçeneklerinden oluşmaktadır. (U.S.
Government Accounting Office, 2008; Dean 2008; Griffith ve Jones, 2008; Balakrishnan vd.
2008 )
Krizlerin bulaşıcılını önlemeye yönelik olarak kısa vadeli sermaye
hareketlerinin “Tobin Vergisi “ benzeri yöntemlerle sınırlandırılması.
Finansal sisteme yönelik daha etkin denetim ve gözetim mekanizmalarının
oluşturulması.
19
Finansal aracıların yanında finansal olmayan işletmelerde de risk yönetimi ve
şeffaflık sistemlerinin oluşturulması.
Küresel finansal sistemde denetim etkinliğini sağlayacak kuraların
oluşturulmasına ve işleyişinin denetlenmesinden sorumlu uluslar arası bir
otoritenin oluşturulması.
Sürdürülebilir büyüme ve endüstriyel Gelişme odaklı politikalar ise temel olarak sanayi
politikalarına dayanmaktadır. Sanayi politikasının temel amacı firmalarının uluslararası değer
zincirinde bulundukları seviyeyi yükseltmek olmalıdır. Özellikle gelişmekte olan ülke
firmalarının değer zincirinde üst kademeye çıkması sektör bazında yapılacak yönlendirmenin
dışında tüm firmaları hedefleyen ve bu firmaların yatırım yapmalarını ve verimli çalışmalarını
sağlayacak bir dizi reformu da zorunlu kılmaktadır. (TEPAV,2007) Bu nedenle endüstriyel
gelişmeye odaklı ekonominin kalıcı bir büyüme patikasına oturtulması için kamunun
teknoloji, eğitim ve sağlık politikası üretmesi. Yabancı doğrudan yatırımları ülkeye
çekebilmek için beşeri sermaye düzeyinin artırılması gerekmektedir.
Bu süreçte sanayi politikalarının oynayacağı rol gelecek bölümde ayrıntılı olarak ele alınacak
ve sanayi politikalarının etkileri tarihsel gelişme süreci içerisinde tartışılacaktır.
3.2.NeoLiberalizmi Aşmak: Yeni Sanayi Politikaları ve Gelişme Patikaları:
1970’li yıllardaki krize bağlı olarak dünya ekonomisinde dramatik dönüşümler meydana
gelmiştir. Uluslararası işbölümünde değişmeler, farklılaşmalar, kaymalar ortaya çıkmıştır.
Dünya ekonomisiyle bütünleşme biçimi finansal yoldan ve üretim yoluyla meydana gelmiştir.
(Üşür,2001:86) Finansal bütünleşme sürecinde finansal liberalizasyon uygulamaları temel
rolü oynarken ,üretim yolula bütünleşmede ithal ikameci sanayileşme politikalarının terk
edilmesine bağlı olarak işgücü maliyetlerinin düşüklüğüne dayalı rekabet gücü ile ihracata
dönük sanayi politikaları uygulamaya konmuştur Bu dönüşümün özellikle gelişmekte olan
ülkelere neoliberal gelişme politikaları doğrultusunda piyasa ekonomisine geçişe olanak
sağlayan ve “Washington Uzlaşması “olarak adlandırılan öneriler bütünü olmaktadır.Bu
yaklaşımın en temel önerileri üretimde ,dış ticarette ,finansal sistemde tüm kısıtlamaların
kaldırılması ve tüm piyasaların uluslar arası rekabete açılması olmuştur..Bu bağlamda
finansal liberalizasyon yalnızca finansal sistemle ilgili düzenlemeler bütünü değil gelişmekte
olan ülkelerin dünya ekonomisinin yarı çevre ve çevre ülkeleri olarak kriz sonrası yeniden
Bu konuda tartışmalar özellikle IMF ve Dünya Bankasının bu amaç doğrultusunda yeniden yapılandırılması konusunda yoğunlaşmaktadır.(Eğilmez,2008:126-27)
20
yapılandırılmasında kullanılan en önemli araç haline gelmiştir.Neo liberalim rüzgarının bir
sonucu olarak ortaya çıkan ve ,piyasanın evrenselliği tezi üzerine inşa edilmiş olan
Washington Uzlaşması, bu politika dizisinin her yerde aynı şekilde işleyeceği varsayımına
dayanmaktadır.Ancak özellikle 1980’li yıllarda büyük gelişme başarısı gösteren ve Asya
Kaplanları olarak adlandırılan(G.Kore, Tayvan,Singapur, Hong Kong) ülke grubu
incelendiğinde başarının kaynağı, hemen her yerde ve zamanda geçerli olduğu düşünülen
politika dizilerini uygulamış olmaları değil fakat ,ana akım iktisadın önerdiği politikalardan
sapmalar gösteren politika dizilerinin uygulanmış olmasıdır.Ancak bu farklı politikaların
varlığı tüm ülkelerin bağlı kaldığı genel büyüme ilklerinin olmadığı anlamına
gelmemelidir.Yüksek büyüme performansı gösteren tüm ekonomiler bu yüzden
makroekonomik istikrarı korumayı başarmışlar,piyasa süreçlerine değişik ölçülerde bel
bağlamışlar,dünya ekonomisiyle bütünleşmeye çalışmışlar,girişimcilerin mülkiyet haklarının
bir noktaya kadar korumuşlar ,üretken dinamizmlerini korumaya çalışmalar ve ekonomik
çeşitlenmeyi teşvik etmişlerdir.(Rodrik,2009b:96)
Tablo: 5 Gelişme İçin Temel Neo-Liberal Politikalar
Özgün Washington
Uzlaşması
Genişletilmiş Washington
Uzlaşması
Mali Disiplin
Kamu Harcamalarının Düzenlenmesi
Vergi Reformu
Faiz Oranlarının Serbestleştirilmesi
Rekabetçi Döviz Kuru
Dış Ticaret Serbestleştirilmesi
Doğrudan Yabancı Yatırım
Özelleştirme
Deregülasyoın
Mülkiyet Hakları
Yönetişim
Yozlaşmanın Önlenmesi
Esnek Emek Piyasaları
DTÖ Kuralları
Uluslararası Standartların Kabulü
Sermaye Hesabı Serbestleştirilmesi
Tek Döviz Kuru Politikaları
Bağımsız Merkez Bankası
Sosyal Güvenlik Sistemi Reformu
Yoksullukla Mücadele
Kaynak: Rodrik 2009a :19
Asya ekonomileri ise bu genel ilkleri uygulamanın yanında, standart liberal
politikalıdan sapmalar gösteren kapsamlı sanayi politikaları uygulamak suretiyle önemli
büyüme başarıları elde etmişlerdir.(Rodrik,2009a:21) (Bkz Tablo 6) Benzer politikalar
aslında ithal ikameci dönemden çıkarken Latin Amerika ülkelerinde de uygulama olanağı
21
bulmuştur. Ancak Doğu Asya ile Latin Amerika arasındaki temel fark birinde devletin
diğerinde piyasanın yönlendirdiği endüstriyel dönüşümün yarattığı bir fark değildir.
Farklılığın nedeni Latin Amerika’da sanayi politikalarının Doğu Asya’daki kadar ciddi ve
bağlantılı biçimde yapılmamış olmasıdır, bu da dönüşümün Latin Amerika’da Doğu
Asya’daki kadar kökleşmemesi sonucunu doğurmuştur.(Rodrik,2009c:119)
Tablo 6: Doğu Asya Ülkelerinin Aykırılıkları
Kaynak: Rodrik 2009a:22
1970’li yıllarda yaşanan kriz gelişmiş ülkelerin imalat sanayilerinde büyük daralma
yaşanmasına neden olmuştur. Bu daralma özellikle ağır sanayi sektörlerinde yoğunlaşmıştır.
Kurumsal Alan Ana Akım İdeali “Doğu Asya” Model
Mülkiyet Hakları Özel, yasal hükümler uygulanır
Özel fakat devlet otoritesi zaman zaman
yasaları ihlal eder (Özellikle Kore)
Kurumsal Yönetim
Hissedar “dışarıdan” denetimi, hissedar
haklarının korunması İçerden denetim
İş dünyası Devlet
İlişkileri Kol mesafesinde ilişkiler, kurala dayalı Yakın ilişkiler
Endüstriyel
Örgütlenme
Âdemimerkeziyetçi, rekabetçi piyasalar,
güçlü anti-tekel hükümlerinin
uygulanması
Üretimde yatay ve dikey entegrasyon,
devletin yoğun denetimi altında teşvik
kredileri, zayıf resmi düzenlemeler
Finans Sistemi
Kuralsızlaştırılmış, menkul kıymetlere
dayalı, girişi serbest olan Düzenleyici
nezaret aracılığıyla ihtiyatlı denetim
Bankalara dayalı, girişler sınırlandırılmış,
devlet tarafından sıkı kontol, zayıf resmi
düzenleme
Emek Piyasaları Âdemimerkeziyetçi Kurumsallaşmamış,
esnek emek piyasaları
Önemli işletmelerde ömür boyu istihdam
(Japonya)
Uluslar arası Sermaye
Akışı İhtiyatlı olmak kaydıyla serbest Kısıtlı (1990’lara kadar)
Kamu Mülkiyeti Üretken sektörlerde söz konusu değil
Üretim sektörlerinde çok fazla
22
Gelişmiş ülkelerdeki bu sanayisizleşme olgusu bu ülkelerin gelişmekte olan ülkelerden
yaptıkları ihracatın özellikle emek yoğun sanayilerde artmasına neden olmuştur.(Dicken
2007) Bu merkez ülkelerdeki sanayisizleşme olgusu gelişmekte olan ülkelerin sanayilerini
geliştirmelerine yönelik bir etki meydana getirmiştir.Bu olgunun küresel üretim sisteminin
mekansal dağılımı üzerindeki etkisi farklı farklı meydana gelmiştir. Gelişmekte olan ülkeler
merkez ülkelerdeki emek yoğun sektörlerde yaşanan verimlik kayıplarının sonucu olarak bu
sanayilerde büyük atlım göstermişlerdir. Genel olarak merkez ülkelerdeki ekonomik bunalım
gelişmekte olan ülkeleri olumsuz etkilerken, sadece Doğu Asya’nın yeni sanayileşen ülkeleri
(G.Kore, Tayvan, Singapur, Hong Kong) küresel daralma çağında dünya piyasalarda belirli
avantajlar kazanarak kendi endüstrilerini geliştirebilme olanağı bulmuşlardır. Doğu Asya’daki
emeğin bölgesel entegrasyonuna bağlı olarak Japonya 1970li yıllarda gelişmiş ülkeler
arasında en dinamik ve rekabetçi ekonomiye sahip bir konuma gelmiştir. Asya’nın yeni
sanayileşen ülkeleri Japonya merkezli bir ekonomiye eklemlenerek üretimde ve büyümede
önemli avantajlar kazanmışlardır. “Doğu Asya İstisnacılığı (East Asian Exceptionalism)”
olarak da tanımlanan bu olgunun arkasında bu ülkelerin uyguladıkları sanayi ve teknoloji
politikalarının yanında dünya sisteminin jeopolitik özellikleri de etkili olmuştur. Doğu Asya
istisnacılığı yaklaşımına göre küresel bölgesel, ulusal düzeyde ekonomik yavaşlama ve
endüstriyel tırmanma farklılaşmaktadır. Örneğin Asya kaplanları olarak adlandırılan
ekonomiler 1960-1988 döneminde ihracatta büyük bir gelişme göstermelerinin yanında diğer
gelişmekte olan ülkelerde rastlanmayan bir biçimde, ihracat malları kompozisyonları da
teknoloji yoğun mallara doğru kaydırmıştır.(Yoo 1999,76-77) Özellikle G Kore ithal ikameci
aşamayı erken sonlandırarak 1970’li yıllarla birlikte ihracata dayanan bir kalkınma stratejisini
uygulamaya koymuş, kalkınmacı devlet paradigmasına bağlı teknoloji ,eğitim ve iktisat
politikalarıyla hızlı bir sanayileşme sürecine girmiştir.Bu bölgede Tayvan,Singapur, da bu
stratejiyi benimsemiş ve Asya Kaplanları mucizesini yaratmışlardır .Sanayileşme sürecinde
öğrenme üzerine odaklanarak öğrenmenin açık ve örtük bilginin bütünleşmesinin sonucu
olduğunu belirtmektedir. Öğrenme firma içinde Birinci aşama kopyacı taklittir. Bu aşamada
üretilen temel ürünler düşük teknolojili tekstil, oyuncak, ev eşyası gibi emek yoğun
ürünlerdir. Bu aşamanın temel olarak dört bilgi biriktiren mekanizması vardır. Bunlar eğitim,
doğrudan yabancı sermaye yatırımları, büyük firma oluşumları ve tecrübeli teknik işgücüdür.
G.Kore bu aşamayı 1960 yıllarla birlikte başlamıştır. İkinci aşama yaratıcı taklit aşamasıdır
bilgiye dayalı üretimin genişlemesiyle kendini gösterir. Bu aşamada bilginin beş temel
kaynağı vardır. Formel teknoloji transferi, tersine beyin göçü, bütünleşik ar-ge, üniversiteler
ve kamu araştırma kurumları. G.Kore 1980 yıllarla birlikte bu aşamaya geçmiştir. Tüketici
23
elektroniği, otomotiv, yarı iletken teknolojili ürün ihracatı bu yıllarda artış göstermektedir.
Son aşama ise inovasyon aşamasıdır. Önceki aşamalarda bilgi ya da teknoloji transfer edilerek
ya da satın alınarak kullanılabilir. Ancak bu aşamada bilgi ve teknolojinin yaratılması
gerekmektedir. Bu aşamada teknolojinin yaratılmasının beş temel mekanizması vardır.
Üniversitelerdeki temel araştırmalar, kamu araştırma kuruluşlarının hedefe yönelik
programlar uygulaması öğrenme sürecini hızlandırmıştır. 1980–2000 yılları arasında
gelişmekte olan ülkelerin sanayi ürün ihracat büyüme hızı ile dünya imalat sanayinden elde
ettikleri katma değerin büyüme hızı dünya ortalamasının üzerinde seyretmiştir. Gelişmekte
olan ülkelerin 1980 yılında %13.3 olan imalat sanayi katma değer payı 2000 yılında %23.8 e
yükselmiştir.(Lall 2004) Payını en çok arttıran ülke grubu bir kalkınma mucizesi yarattığı
söylenen Doğu Asya ülkeleri olmaktadır. Bu deneyim ışığında, günümüz küresel krizinden
etkilenen, önemli gelir kayıplarına uğrayan gelişmekte olan ülkeler kriz sonrası dönemde
sürdürülebilir bir büyüme patikası izleyebilmek için her zamankinden daha fazla sanayi
politikalarına ihtiyaç duymaktadırlar. Bu politikalar tasarlanırken özel sektör ve kamu kesimi
endüstriyel gelişmeye odaklanan bir işbirliği faaliyeti içerisinde bulunmalıdırlar.
4.Sonuç:
1970’lerin başındaki dünya ölçeğindeki kriz sonucu yıkılan Bretton Woods sistemi
sonrası dönemde uluslararası finansal sistemin istikrarı bir daha geri gelmemek üzere
kaybolmuştur. Sanayileşmiş ülkelerdeki getirilerin azalmasıyla birlikte, daha yüksek getiri
olanaklarına sahip gelişmekte olan ülkelere teknolojinin getirdiği olanaklardan sonuna dek
yararlanan muazzam bir sermaye akışı gerçekleşmiştir. Finansal küreselleşmenin temel
belirleyici unsuru olan bu gelişme, ödemeler bilançosu krizi ile borç krizi batağına saplanmış,
iktisadi kalkınma sürecinin tarihsel sınırlarına ulaşmış, gelişmekte olan ülkeler için bir çıkış
umudu olmuştur. Teorik arka planını Mc Kinnon ve Shaw’un ortak olarak geliştirdiği
önermeler bütünden alan finansal liberalizasyon; tasarruf ve yatırım etkinliği sağlayarak
iktisadi büyüme, borç ödeme ve ithalat kapasitesi artışına dönüşecek yatırım hızlanmasına yol
açacağı beklentisi ile çoğunlukla bir istikrar programının yan unsuru olarak gelişmekte olan
ülkelerin tümünde teker teker uygulamaya konulmuştur. Büyümenin hızlanacağı beklentisi ile
uygulamaya konulan finansal liberalizasyon politikaları daha ilk adımda tökezlemeye
başlamıştır. Finansal baskının sonunu getiren uygulamalar, gelişmekte olan ülkelerde faiz
oranlarının aşırı yükselmesine, yerli paranın değer kazanması ile sonuçlanarak finansal
sistemin istikrarında kalıcı bozulmalar yaratmışlardır. Popülist genişleme dönemlerinde
kaynak arayışına giden hükümetler iç finansal liberalizasyon olarak başlayan süreci dış
24
finansal liberalizasyona doğru geliştirerek, sermaye hareketleri üzerindeki kontrolleri
kaldırmaya başlamışlardır. Tamamen dışa açık hale gelen ekonomiler, finansal piyasalardaki
arbitraj olanağının pusulasında yol alan spekülatif nitelikteki kısa vadeli sermaye
hareketlerinin giriş çıkışlarına göre belirlenen büyüme-kriz-daralma çevrimlerine girmişlerdir.
Makroekonomik istikrarsızlık, dış kaynağa muhtaç ekonomilerin sermaye hareketlerini
ürkütmemek için zayıf dizayn edilmiş finansal kurumların yarattığı ahlaki tehlike sorunlarıyla
birleşince para ve bankacılık krizlerinin birlikte görüldüğü ikiz krizler dünya ölçeğinde
artmaya başlamıştır. Yapılan çalışmalar para ve bankacılık krizi arasındaki nedensellik yönü
üzerinde uzlaşma sağlayamamaktaysa da finansal liberalizasyon ile ikiz krizler arasındaki
nedensellik ilişkisi literatürde kabul görmektedir. Bunun yanında özellikle gelişmekte olan
ülkeler küresel değer zincirinde daha yükseklere tırmanarak (upgrading) sağlayacakları
üretim eksenli büyüme politikalara odaklanmak zorundadırlar. Makroekonomik istikrarın
sağlanması ekonominin kısa vadeli sermaye girişine bağımlı yapısından kurtarılarak istikrarlı
bir büyüme patikasına sokulmasıyla olanaklıdır. Faiz ve kur kıskacına girmiş, uluslararası
rekabet gücünü yitirmiş bir makroekonomik yapı finansal krizlere davetiye çıkartmaktadır. Bu
kurumsal temel açısından sağlıklı bir ekonomik büyümenin gerçekleşmesi kamu öncülüğünde
tasarlanan sağlık, eğitim ve teknoloji politikalarıyla olanaklı hale gelmektedir ( Finansal
liberalizasyonu takip eden dönemde kamu düzenleyici rolünün yenilenmesine bağlı olarak
sağlık, eğitim, teknoloji politikası üretme olanağı kısıtlanmıştır. Artan borç stoku reel faiz
oranlarını artırarak makroekonomik istikrarsızlık mekanizmasını tetiklerken, kamu bütçesinde
altyapı yatırımlarına ayrılacak payı da sınırlayarak bu istikrarsızlık ortamını aşmaya yönelik
büyüme stratejisi oluşturulmasını imkânsız hale getirerek bir kısır döngü yaratmaktadır.
Günümüz küresel krizinden etkilenen, önemli gelir kayıplarına uğrayan gelişmekte olan
ülkeler kriz sonrası dönemde sürdürülebilir bir büyüme patikası izleyebilmek için her
zamankinden daha fazla sanayi politikalarına ihtiyaç duymaktadırlar. Bu politikalar
tasarlanırken özel sektör ve kamu kesimi endüstriyel gelişmeye odaklanan bir işbirliği
faaliyeti içerisinde bulunmalıdırlar. Teknolojinin hala en temel uygulama alanı olan imalat
sanayilerini yenilik sistemi çerçevesinde geliştirmeyi amaç edinen ülkelerin kriz sonrası
yeniden yapılanmakta olan dünya sisteminde başarılı gelişme hamleleri yapma şansı
yakalamaları olanaklı olacaktır.
25
Kaynaklar:
Adda, J. (2002) Ekonominin Küreselleşmesi (Çev: S. İneci) İletişim Yay. İstanbul. Adelman, I. ,E. Yeldan (2000) “Is This the End of Economic Development?” Structural Change and Economic Dynamics, 11 pp: 95-109. Akyüz, Y. (1993) “Financial Liberalization: The Key Issues” UNCTAD Discussion Paper N:56. Amin, S. (2000) “The Political Economy of The Twentieth Century” Montly Review, v:52, No:2, June, pp:1-17.
Balakrishnan, R. vd. (2008) “A Progressıve Program For Economıc Recovery & Fınancıal Reconstructıon” PERI University of Massachusetts, Amherst ,www.peri.umass.edu ,6.4.2010 Borensztein, E.-J. Gregorio-W. Lee (1998) “How Does Freign Direct İnvestment Affect Economics Growth” Journal of İnternational Economics, N:45, pp115-135. Chang, R.-A. Velasco (1998) “Financial Crises in Emerging Markets: A Cononical Model” NBER Working Paper No:6606.
Dean B., (2008) “The Benefits of a Financial Transactions Tax,” Center for Economic Policy Research ,www.cepr.net , 6.4.2010
Demirgüç, Kunt A.-E. Detragiache (1998) “Financial Liberalizaton and Financial Fragility” Policy Research Working Paper No:1975, Worldbank
Diaz-Alejandro, Carlos F. (1985) “Good-Bye Financial Repression, Hello Financial Crash” Journal of Development Economics, 19(1-2) pp 1-24, February.
Dicken P (2007) Global Shift: Mapping the Changing Contours of The Word Economy 5th Edition, SAGE, USA
Dornbusch, R.-A.Reynoso (1989) “Financial Factors in Economic Developments” American Economic Review, v:72, No:2, pp:204-209.
Duménil G, D.Lévy,(2009) "The Crisis of Neoliberalism and U.S. Hegemony" Kurswechsel http://www.jourdan.ens.fr/levy/biblioa.htm , 6.4.2010
Eğilmez M. (2008) Küresel Finansal Kriz , Remzi Kit.,İstanbul
Eğilmez, M. (1997) IMF Dünya Bankası ve Türkiye, Creative Yay., İstanbul.
Esen O. (1998) “Gelişmekte Olan Ülkelerde Uygulanan Finansal Serbestleşme Programlarına Eleştirel Bir Yaklaşım”, İktisat İşletme Finans Dergisi, Nisan ss:23-30.
Fry, Maxwell (1978) “Money and Capital on Financial Deepining in Economic Development” Journal of Money, Credit and Banking v:10, No:4, pp:464-475.
Goldstein, M.-P. Turner (1999) Yükselen Ekonomilerde Bankacılık Krizleri (Çev: A.İ. Karacan), Dünya Yay. İstanbul.
Grabel, İ. (2003) “Averting Crisis? Assessing Measures to Manage Financial İntegration in Emerging Economics” Cambridge Journal of Economics, May, pp:314-336.
26
Güloğlu, B.-E. Altunoğlu (2002) “Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal Krizler: Latin Amerika, Meksika, Asya ve Türkiye Krizleri”, İ.Ü.S.B.F. Dergisi, No:27, Ekim
Jane D. Griffith-Jones, S. (2008). “Agenda and Criteria for Financial Regulator Reform,” Initiative for Policy Dialogue, Columbia University www.gsb.columbia.edu/ipd/pub/DAristaGriffithJones_Financial.regulatory.reform.pdf,6.4.2010
Kaminsky, G.-C. Reinhart (1999) “The Twin Crises: The Cause of Banking and Balance of Payment Problems” American Economic Review, v:89, N:3, June pp.473-500.
Karabulut, G. (2002) Gelişmekte Olan Ülkelerde Finansal Krizlerin Nedenleri, Der Yay., İstanbul
Kibritçioğlu, A. (1998) “İktisadi Büyümenin Belirleyicileri ve Yeni Büyüme Modellerinde Beşeri Sermayenin Yeri” AÜSBF Dergisi, c:52, No:1-4, ss:207-230.
Krippner (2006), “The Financialization of the American Economy”, Socio-Economic Review,No:3, pp.173-208
Lall S. (2004) “Reinventing Industrial Strategy “ Discussion Paper no 28 UNCTAD Mc Kinnon, R.(1973) Money and Capital in Economic Development, Brooking İnst Washington. Mehrez G. ,Koufman D. (2000) “Transparency, Liberalization and Banking Crises” (teksir) WORLDBANK Mishkin, F.(1997) Financial Markets And Institutions, Addision-Wesley, USA.
Mishkin, F (2001) “Financial Policies And The Prevention of Financial Crises in Emerging Markent Countries” NBER Working Paper, No:8087.
Newsweek Türkiye,11Temmuz 2010 Ongun, T. (1993) “Finansal Küreselleşme” Ekonomik Yaklaşım 4 (9) Yaz.
Orhangazi Ö, (2007) “Financialization and Capital Accumulation in the Non-Financial Corporate Sector:A Theoretical and Empirical Investigation of the U.S. Economy: 1973-2003” Political Economy Research Institute University of Massachusetts Amhers,Workıng Paper No :149, October
Polanyi K. (1986) Büyük Dönüşüm (Çev: A. Buğra) Alan Yay., İstanbul. Rodrik D. (2009a) “Elli Yıllık Büyüme (ve Büyümeme) :Bir Yorum” iç Tek Ekonomi Çok Reçete (ç:N.Domaniç) ,Eflatun yay. , Ankara ,ss.15-60 Rodrik D. (2009b) “Sentez: Büyüme Stratejilerine Pratik Bir Yaklaşım”iç Tek Ekonomi Çok Reçete (ç:N.Domaniç) ,Eflatun yay. , Ankara, ss.93-104 Rodrik D. (2009c) “Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Sanayi Politikaları” iç Tek Ekonomi Çok Recete (ç:N.Domaniç) ,Eflatun yay. , Ankara, ss.107-156 Sak, G.(1995) Public Policies Towards Financial Liberalization: A General Framework And an Evaluation of Turkish Experience in the 1980, SPK, Ankara. Sezgin, C.-Y. Tüzün (2001) “Dünyada ve Türkiye’de Piyasa Riski Yönetimi Uygulamaları” Active Bankacılık ve Finansman Dergisi, 3(17) Mart-nisan ss:74-80.
27
Shin J. (1996) The Economics Of The Latecomers: Catching-Up, Technology Transfer, And Institutions In Germany, Japan, And South Korea Routledge, USA Somağaç, Selim (2002) “Küreselleşmenin Ekonomik Anlamı” Mülkiye Dergisi, 230, Eylül-Ekim, ss:153-157. Soydemir, S. (1998) Türkiye’de Finansal Fon Akımları 1982-1993, SPK Yay., Ankara.
Taylor, L. (1998) “Lax Public Sector, Destabilizing Private Sector: Origins of Capital Market Crises,” Center for Policy Analysis, New School for Social Research, Working Paper Series III No 6 July
TEPAV (2009) “2007-08 Küresel Finans Krizi ve Türkiye: Etkiler ve Öneriler” Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı Politika Notu ,http://www.tepav.org.tr, 6.4.2010
TEPAV (2007) “Türkiye’nin Rekabet Gücü İçin Sanayi Politikası Çerçevesi” Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı http://www.tepav.org.tr, 6.4.2010
U.S. Government Accounting Office,( 2008) “Troubled Asset Relief Program: Additional ActionsNeeded to Better Ensure Integrity, Accountability, and Transparency,” GAO-09-161, December 2, www.gao.gov/new.items/d09161.pdf , 6.4.2010 Üşür İ. (2001) “Tarihsel Perspektifle Sanayileşme ve Türkiye’de Sanayileşme” O. Esen (ed) Anadolu’da Kalkınma Süreçleri ve Malatya Örneği, Türkiye Ekonomi Kurumu, Ankara. ss 67-89
Varlık, Cemil (2002) “İkiz Krizler: Para Krizleri ile Bankacılık Krizleri Arasındaki Bağlantılar”, Ekonomik Yaklaşım, :42-43, ss:159-180
Weller, C. (1999) “A Few Observations an Financial Liberalization and Financial İnstability” Review of Radikal Political Economics, v:31, No:3, pp:66-77.
Willamson, J., Mahar W. (2002) Finansal Liberalizasyon Üzerine Bir İnceleme, (Çev: G. Delice), Liberte Yay., İstanbul.
Wyplosz, C. (2001) “How Risky is Financial Liberalization in the Developing Countries? G24 Discussion Paper No:14, UNCTAD
Yay, T.-G. Yay-E. Yılmaz (2001) “Financial Regulation And Financial Crises” Yapı Kredi Economic Review, v:12, N:2, pp:3-20
Yeldan E.(2009) “On The Nature and Causes Of The Collapse Of The Wealth Of Nations, 2007/2008: The End Of A Façade Called Globalization” Political Economy Research Institute University of Massachusetts Amhers,Workıng Paper No :197, February
Yeldan, Erinç (2000) “Kapitalizmin Son İki Küreselleşme Evresi Üzerine Gözlemler” İktisat Dergisi, 406 Ekim ss:33-36.
Yoo C (1999) “Long Economic Cycle and Industrial Upgrading in S Korea” ,Yayımlanmamış Y.Lisans Tezi, Universty of Southern California