112
T.C. ANKARA YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ GÖÇ VE AHLAK: SİNEMA ÖRNEKLERİ YÜKSEK LİSANS TEZİ İbrahim GÖĞEBAKAN FELSEFE ANA BİLİM DALI ANKARA, 2019

GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

  • Upload
    others

  • View
    24

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

i

T.C.

ANKARA YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

GÖÇ VE AHLAK:

SİNEMA ÖRNEKLERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

İbrahim GÖĞEBAKAN

FELSEFE ANA BİLİM DALI

ANKARA, 2019

Page 2: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

i

T.C.

ANKARA YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

GÖÇ VE AHLAK:

SİNEMA ÖRNEKLERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

İbrahim GÖĞEBAKAN

FELSEFE ANABİLİM DALI

Tez Danışmanı

Doç. Dr. Ahmet KESGİN

ANKARA, 2019

Page 3: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

ii

ONAY SAYFASI

İbrahim GÖĞEBAKAN tarafından hazırlanan “GÖÇ VE AHLAK: SİNEMA

ÖRNEKLERİ” adlı tez çalışması aşağıdaki jüri tarafından oy birliği/oy çokluğu ile Ankara

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Ana Bilim Dalı’nda Yüksek

Lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Unvan Adı Soyadı KURUMU İMZA

Doç. Dr. Ahmet KESGİN AYBÜ ………….

Dr. Öğr. Üyesi Tuncay AKGÜN HBVÜ ………….

Dr. Öğr. Üyesi Fatih ÖZKAN HBVÜ ………….

Tez Savunma Tarihi:

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Ana Bilim Dalı’nda

Yüksek Lisans tezi olması için şartları yerine getirdiğini onaylıyorum.

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Unvan Ad Soyad

……………….

Page 4: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

iii

BEYAN

Bu tez çalışmasının kendi çalışmam olduğunu, tezin planlanmasından yazımına kadar bütün

aşamalarda patent ve telif haklarını ihlal edici etik dışı davranışımın olmadığını, bu tezdeki

bütün bilgileri akademik ve etik kurallar içinde elde ettiğimi, bu tezde kullanılmış olan tüm

bilgi ve yorumlara kaynak gösterdiğimi beyan ederim. Tarih (06.01.2020)

İmza

Adı Soyadı

İbrahim GÖĞEBAKAN

Page 5: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

iv

TEŞEKKÜR

Tez danışmanım Doç. Dr. Ahmet KESGİN'e tüm çalışmam boyunca yapmış olduğu

rehberlik ve katkıları için hassaten teşekkürü borç bilirim.

Tez Jürimde bulunan Dr. Tuncay AKGÜN ve Dr. Fatih ÖZKAN'a değerlendirme ve

katkılarından dolayı teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunarım.

Ayrıca tezin eksiklerinin giderilmesine yaptığı katkılarından dolayı Prof. Dr. Levent

BAYRAKTAR'a teşekkür ederim.

Page 6: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

v

ÖZET

Göç ve Ahlak: Sinema Örnekleri

Bu tezde göç ve ahlak birlikte değerlendirilmektedir. Çeşitli somut örnekler

üzerinden bu değerlendirmeler yapılırken insanların göç etme sebeplerine bağlı kalarak

çeşitli sorunlar çıkmaktadır. Bu sorunları farklı ahlaki yaklaşımların nasıl değerlendirdiği

burada işlenmektedir. Bu bağlamda iki sinema örneği üzerinden göç ve mültecilik durumu

irdelenmektedir. Günümüzde gönüllü göç ve zorunlu göç şeklinde yapılan göç

sınıflandırması daha yaygındır. Birinci bölümde gönüllü ve zorunlu göç başlığı altında göçe

neden etmenler detaylı bir şekilde incelenmiştir. Göç eden kişinin daha iyi yaşam koşulları

elde etmek için yaptığı göç, gönüllü göçler sınıfına girmektedir. Gönüllü göçler yapılış

amacına göre detaylandırılmıştır. Günümüzde kullanılan mültecilik kavramı ise zorunlu göç

ile birlikte ortaya çıkmıştır. Dünya genelinde mülteciliğe sebep olan etmenlerde zorunlu göç

başlığında incelenmiştir. İkinci bölümde ise mülteciliğin ortaya çıkışının tarihsel süreç

içinde gelişimi ele alınmıştır. Göç ve mültecilik çeşitli ahlaki yaklaşımlar doğrultusunda

değerlendirilmektedir. Bu ahlaki yaklaşımlar açık ve kapalı sınırlarını savunanların tezleri

olarak ortaya konulmuştur. Dünyanın en büyük sorunlarından birisi olan göçün

gerçekleşmesinde göç edenleri ve mültecileri anlayabilmek modern insan için zorluklar

içerebilmektedir. Bu tezin üçüncü bölümünde ise mültecilerin duygu ve psikolojileri kitlesel

bir sanat olan sinema üzerinden anlatılmıştır. Senaryo üzerinden bu çalışmada incelenen

farklı ahlaki yaklaşımlar ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu filmlerden birisi hem zorunlu

göçü hem de ekonomik gerekçelerle gönüllü göçü bünyesinde barındıran “Bu Dünyada”

filmidir. Bir diğer film “Otel Ruanda” ise 20. yüzyılın en kanlı soykırımlarından birisi olan

Ruanda’da yaşanan soykırım sonucu otele sığınan insanların canını kurtarmak için mülteci

statüsü elde etme mücadelesini anlatmaktadır. Bütün bu çalışmanın sonucunda ise yeni bir

göç felsefesinin ortaya konulması amacıyla bir teklif sunulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Göç, Zorunlu Göç, Mülteci, Sinema

Page 7: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

vi

ABSTRACT

Immigration and Morality: Cinema Examples

In this thesis, migration and morality are evaluated together. While making these

assessments based on various concrete data, various problems will arise depending on the

reasons for people to migrate. It is here that how different moral approaches evaluate these

problems is treated. In this context, immigration and refugees are examined through two

cinema examples. Today, the classification of migration as voluntary and forced migration

is more common. In the first chapter, the causes of migration under the heading of voluntary

and forced migration are examined in detail. The immigration of the migrant in order to

obtain better living conditions is included in the class of voluntary migration. Voluntary

migrations are detailed according to the purpose of the migration. Today, the refugee concept

have emerged with forced migration. The factors causing the refugee in the world have been

examined under the title of forced migration. In the second chapter, the development of the

emergence of refugees in the historical process is discussed. Migration and refugee are

considered among various moral approaches. These moral approaches have been put forward

as theses of those who defend open and closed borders. Understanding the immigrants and

refugees in the realization of migration, which is one of the biggest problems in the world,

may present difficulties for modern man. In the third chapter of this thesis, the emotions and

psychology of the refugees are explained through the mass art, cinema. Different moral

approaches examined in this study are tried to be put forward through the scenario. One of

these films is ''In This World”, which includes both forced migration and voluntary migration

for economic reasons. Another film ''Hotel Rwanda'' is about the struggle to obtain refugee

status in order to save the lives of people who took refuge in the hotel after the genocide in

Rwanda, one of the bloodiest genocides of the 20th century. As a result of this study, a

proposal has been presented in order to put forward a new philosophy of migration.

Key Words: Migration, Forced Migration, Refugee, Cinema

Page 8: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

v

İÇİNDEKİLER

ÖZET .................................................................................................................................... v

ABSTRACT ........................................................................................................................ vi

İÇİNDEKİLER .................................................................................................................... v

SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ .................................................................... vii

1. GİRİŞ ................................................................................................................................ 1

BÖLÜM 1. GÖÇ VE MÜLTECİLİK SORUNU .............................................................. 4

1.1. Günümüz Dünya Sorunları Bağlamında Göç ve Mültecilik Meselesi ...................................... 4

1.2. Mülteciliği Doğuran Dünya Ölçeğinde Sorunlara Genel Bir Bakış ........................................... 6

1.2.1. Gönüllü Göç ................................................................................................................. 9

1.2.1.1. Ekonomik Temelli Göçler ............................................................................... 9

1.2.1.2. Beyin Göçü ................................................................................................... 11

1.2.1.3. Sömürge Amacıyla Yapılan Göçler ............................................................... 12

1.2.2. Zorunlu Göç ve Mülteciliğin Oluşmasının Dinamikleri .............................................. 13

1.2.2.1. İç Dış Savaşlar ve Soykırımlar ....................................................................... 15

1.2.2.2. Terör ............................................................................................................. 19

1.2.2.3. Kölelik ........................................................................................................... 23

BÖLÜM 2. MÜLTECİLİK VE AHLAK ........................................................................ 26

2.1. Zorunlu Göç ile Beraber Mülteci/Sığınmacı Kavramlarının Ortaya Çıkması .......................... 26

2.1.1. Mülteciliğin Tarihsel Seyrine Genel Bir Bakış ............................................................ 27

2.1.2. Düzensiz Göç, Yasadışı Göç ve Kaçak Göç ................................................................. 29

2.2. Mülteci Oluşumunun Ahlaki Kuralları ................................................................................... 32

2.2.1. Açık Sınırları Savunanların Tezleri .............................................................................. 33

2.2.1.1. Kozmopolit Eşitlikçilik veya Evrenselcilik ..................................................... 33

2.2.1.2. Özgürlükçülük ............................................................................................... 35

2.2.1.3. Demokrasi .................................................................................................... 37

2.2.1.4. Faydacılık ...................................................................................................... 38

2.2.1.5. Dini Gerekçeler ............................................................................................. 41

2.2.1.6. Koşulsuz Konukseverlik ................................................................................ 43

Page 9: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

vi

2.2.1.7. Derrida'nın Konuksev/ er/ -mez-liği ............................................................. 45

2.2.2. Kapalı Sınırları Savunanların Tezleri .......................................................................... 47

2.2.2.1. Kültürel Yapı ve Geleneğin Korunması ......................................................... 47

2.2.2.2. Ekonomik İstikrar ......................................................................................... 50

2.2.2.3. Devlet İmkanlarının Paylaşımı ...................................................................... 52

2.2.2.4. Politik İşlevsellik ........................................................................................... 53

2.2.2.5. Güvenliğin Sağlanması ve Terör ................................................................... 54

2.2.2.6. Politik Özerklik .............................................................................................. 54

2.2.2.7. Demokrasi ve Kendi Kaderini Tayin Etme .................................................... 56

2.2.2.8. Realizm Odaklı Yaklaşım ............................................................................... 57

2.2.2.9. Egoist Bakış Açısı .......................................................................................... 58

BÖLÜM 3. GÖÇ VE AHLAKA DAİR GÖRÜNÜR ALAN İNCELEMESİ: SİNEMA

ÖRNEĞİ ............................................................................................................................. 61

3.1. Sinema ve Felsefe .................................................................................................................. 61

3.2. Sinemada Ortaya Çıkan Göç filmleri üzerinden Mülteciliğin Ahlaki ve Siyasi olarak

Değerlendirilmesi ................................................................................................................ 65

3.2.1. Bu Dünyada ............................................................................................................... 66

3.2.2. Otel Ruanda ............................................................................................................... 75

SONUÇ ............................................................................................................................... 89

KAYNAKLAR ................................................................................................................... 93

Page 10: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

vii

SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ

ABD : Amerika Birleşik Devletleri

BBC : Britanya Yayın Kuruluşu

BM : Birleşmiş Milletler

BMMYK : Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği

DW : Alman Radyo-Televizyon Yayıncısı

MCMYK : Milletler Cemiyeti Mülteciler İçin Yüksek Komiserliği

MOSSAD : İsrail Özel Operasyonlar Enstitüsü

NATO : Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü

UNHCR : Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği

Page 11: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

1

1. GİRİŞ

İnsan düşünen ve özgür bir ortamda bu düşüncelerini hayata geçirme melekesiyle

hep hareket halindedir. Göç bu hareketin sonucu ortaya çıkan bir vakıa olarak farklı

coğrafyalarda temayüz ede gelmiştir. Semavi dinlere göre Hz. Adem ile başlayan Dünya’ya

gönderilme ilk göç olarak kabul edilebilir. Günümüzde ise göç sosyal bilimciler tarafından

sınıflandırılmaya tabi tutulmuştur. Modern dönemlere kadar göç ekonomik temelli olmaktan

çok devletlerin veya toplulukların birbiriyle mücadelesinin sonucu ortaya çıkmakta iken

günümüzde her ikisini de barındırmaktadır. Günümüzde teknolojik imkanların artması ile

göç kitlesel bir boyut almıştır. Bunun sonucunda göç hiç olmadığı kadar büyük bir Dünya

problemi olarak ortaya çıkmıştır. Öyle ki bu problem ülkelerin siyasi, ekonomik ve kültürel

yapıları üzerinde kalıcı etkilere sebep olabilmektedir. Bu nedenle göç problemi ele

alınmadan önce onu doğuran etmenlerin ortaya koyulması gerekliliği doğmaktadır. İç ve dış

savaşlar, soykırımlar, terör ve ekonomik sebeplerle ile göç edenlerin her birinin ayrı ayrı ele

alınması, konuyu anlamada başlangıç olacaktır. Göçmen sayıları ile ilgili verilen istatistiki

bilgiler de problemin büyüklüğünün anlaşılmasına yardımcı olmaktadır.

Dünya devletleri Birleşmiş Milletler çatısı altında göç problemine bir çözüm arayışı

içinde olmasına rağmen soruna tam anlamıyla bir çare bulunamamıştır. Özellikle soruna

çözüm bulma amacıyla dünya devletlerinin büyük çoğunluğu tarafından imzalanan 1951

tarihli Cenevre Sözleşmesi ve buna ek olarak 1961 tarihinde imzalanan Newyork Protokolü

bugün tam anlamıyla uygulanamamaktadır. Bu tez çalışmasında göç sorununa Dünya

devletlerinin realitede nasıl bir yanıt verdiklerinin ortaya konulması açısından BM çatısı

altında belirlenen göçmenler ve mültecilerin hukuki haklarının ortaya konulması da

gerekmiştir.

Göçün tarihi, siyasi, ekonomik ve coğrafi açıdan değerlendirilmesi önemli olmakla

birlikte konunun ahlaki olarak ele alınması gerekliliği de adil bir dünya düzeni bakımından

mühimdir. Ancak sorunun çözümünde farklı ahlaki değerlerin ortaya konulması problemin

çözümünde çeşitli yaklaşım tarzlarına sebep olmaktadır. Her toplumun ahlaki değerleri o

toplumun tarihinden ve o toplumun ahlaki öğretilerini ortaya koyan filozoflarından bağımsız

değildir. Filozofların bu ahlaki öğretileri bir süre sonra toplum tarafından kabul görerek

toplumsal yaşantının ayrılmaz bir parçası olmaktadır. Göç konusundaki devletlerin ve

Page 12: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

2

toplumların ahlaki yaklaşımlarının kökleri de bu öğretilerden beslenmektedir. Bu noktada

Amerika Birleşik Devletleri gibi batılı ülkeler göçe pragmatist bir yaklaşım sergilerken

Türkiye gibi ülkeler göçmenlere karşı farklı bir ahlaki bakış açısıyla davranabilmektedir.

Bunun yanı sıra Derrida ve Levinas gibi bazı filozoflar ise konukseverlik ve

konuksevmezliğe ilişkin özgün ahlaki yaklaşımlar ortaya koyuyor görüntüsü vermektedir.

Ancak uygulamada bir çıkmaza sürüklenebilmektedirler. Refah sahibi bir ülkede yaşam

süren bir bireyin göç eden veya göç etmek zorunda kalan insanların psikolojisini ve ne şartlar

altında bu kararı aldıklarını anlamaları zorlaşabilmektedir. Her insanın ilgisini çekebilecek

olan sinema sanatı ise kitlelere hitap edebilmektedir. Sinema düşünmeye sevk edebilir ve

felsefe ile ilişkilidir. Bu bağlamda bu çalışmada günümüzün büyük problemi olan göç ile

ilgili iki sinema filminin senaryo üzerinden anlatımı yoluyla göç ve ahlaka dair çıkarımlar

yapılmıştır.

Yani bu çalışma göçün nedenlerinden yola çıkarak, insanların göç etme hakkının

olduğunu savunanlar ve buna karşı çıkanların tezlerini ortaya koymuştur. Bu tezler ise

görünür bir alan olan sinema üzerinde incelenmiştir.

Bu çalışmanın esas amacı ise geçmişten günümüze göçe ahlaki anlamda yaklaşım

tarzlarının ortaya konulmasıdır. Bunun yanı sıra görünür alan olan sinema üzerinde bu ahlaki

yaklaşımların karşılığının bulunmasıdır. Tezde bu konunun seçilmesinin nedeni, daha önce

belirttiğimiz gibi farklı coğrafyalarda ortaya çıkan değişik ahlaki değerler, soruna ortak bir

ahlaki değerler ışığında çözüm bulmayı zorlaştırmaktadır. Özellikle küresel bir kuruluş olan

BM aracılığı ile egemen güçlerin kendilerinin imza altına aldığı mülteci haklarını bile

uygulamaya koyamaması konunun siyasi ahlak yönünü ortaya koymaktadır. Özellikle

egemen güçlerin göçe ahlaki yaklaşımları göç sorunun çözümünde veya çözümsüzlüğünde

anahtar rol oynamaktadır. Bu bağlamda dünyaya sunulan çözümler de güçlünün ahlak

anlayışı çerçevesinde şekillenmektedir. Ancak ahlaki bir teklif sadece güç değil merhamet

ve adalet içerdiği ölçüde vicdanları rahatlatacaktır. Bu bağlamda insanı ve merhameti öne

alan bir göç felsefesinin ortaya konulması gerekliliği vardır.

Bu tez çalışması göçe yönelik ahlaki yaklaşımların geçmişten günümüze oluşumunu

ortaya koyması açısından önemlidir. Göç probleminin küresel olması da Dünya'daki tüm

topluluk ve devletlerin konuya ortak bir ahlaki yaklaşım sergilemesini gerekli kılmaktadır.

Göç ve mültecilik problemine, antik dönemden günümüz filozoflarına kadar çeşitli

yaklaşımlar getirilmiştir. Günümüzde göç problemi teknolojinin ilerlemesiyle göçe neden

Page 13: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

3

olan faktörlerin çeşitliliği ve etkisinin artmasına sebep olmuştur. Bu sebeple filozofların

konuyu ele alışı da farklılık arz etmektedir. Göç günümüzde açık ve kapalı sınırları

savunanlar olarak ortaya çıkan iki ana akımın yaslandığı değerler açısından

karşılaştırılmaktadır. Göç ahlakı anlamında, deneyimcilikten ortaya çıkan pragmatist temelli

evrenselciler ile kökeni etik egoizme dayanan korumacı ulusalcılar açık ve kapalı sınırlar

için iddialarını ortaya koymaktadırlar. Açık ve kapalı sınırları savunanların tezleri bu tezleri

savunanların yaklaşımları ortaya konularak konunun anlaşılmasına çalışılmıştır. Açık ve

kapalı sınırları savunanlar başlıklarının bazı alt başlıklarında konun anlaşılması için

tümevarım yöntemiyle örneklendirmelere de başvurulmuştur.

Tüm bu ahlaki yaklaşımlar konunun görünür alan incelemesi olan sinema aracılığı

ile ortaya çıkartılmıştır. Dünya sinemasından iki film senaryosu üzerinden zaman-imge ve

hareket-imge öğelerinin iç içe geçmiş yapısı içinde göç ahlakının deneyimsel çalışması

yapılmıştır.

Göç probleminin analiz edilebilmesi ve göç felsefine dair yaklaşımların ortaya

konulabilmesi için göçün nedenlerini ortaya konulması gerekliliği vardır. Bu bağlamda

göçün tarihi ve istatistikiyle ilgili bilgilerinde bilinmesi için tarihteki önemli göç ve

mültecilik durumları ile ilgili kitaplardan faydalanılmıştır. Günümüzde açık ve kapalı

sınırları savunanların değerlerinin anlaşılabilmesi için göç ahlakının oluşumunda bu iki iddia

sahiplerinden önemli filozofların eserlerinden yararlanılmıştır. Görünür alan incelemesi olan

filmlerin seçiminde ise hem ekonomik temelli göçü hem de mülteciliği doğuran zorunlu

göçü içeren filmler seçilerek konunun anlaşılması amaçlanmıştır.

Page 14: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

4

BÖLÜM 1

GÖÇ VE MÜLTECİLİK SORUNU

Göç ve mültecilik sorunu 20. ve 21. yüzyılın artarak devam eden bir sorunu olarak

karşımıza çıkmaktadır. Bu sorunun ortaya çıkış nedenleri bilinmeden soruna bir çözüm

bulunması zorlaşacaktır. Bu bağlamda göç ve mülteciliğin ayrı kavramlar olduğu da göz

önünde bulundurularak, sorunun esas kaynakları her bir başlık altında incelenmektedir.

Özellikle insanlar arasında rekabetten kaynaklı savaşlar ve terörün bu sorunu içinden

çıkılmaz bir hale dönüştürdüğü görülmektedir. İstikrarsızlık sonucu ortaya çıkan ekonomik

gerekçelerin de göç eden insan sayısının artmasına ivme kazandırdığı bir gerçektir. Bu

bölümde sorunun esas kaynaklarına inilerek göç ile ahlak arasındaki ilişkiye katkı bulunması

amaçlanmıştır.

Burada göç edenin keyfi bir göç mü yoksa zorunlu bir göç mü yaptığı ahlaki anlamda

bir ayrıma gidilmesini gerektirmektedir. Çünkü birinde daha konforlu bir yaşam arayışı

içinde olan insan varken diğerinde yaşamını kurtarma amacında olan insan vardır. Evrensel

anlamda bir ahlaki sorgulama yapabilmek için göç ve mülteciliğe sebep olan faktörlerin

ortaya koyulma gerekliliği vardır.

1.1. Günümüz Dünya Sorunları Bağlamında Göç ve Mültecilik Meselesi

Göç en dar kapsamıyla; süresi, yapısı ve nedeni ne olursa olsun uluslararası sınırı

geçerek veya bir devlet içinde yer değiştirmekten kaynaklı nüfus hareketleri şeklinde

tanımlanabilir (Perruchoud & Redpath, 2013, s. 35). Göç sadece insana özgü bir fenomen

olamamakla birlikte, göçün öznesi insan olduğunda göç fenomeni karmaşık bir yapı almakta

ve bütün ilim dallarının bilinci olan felsefenin de konusu olmaktadır (Bayraktar, 2018, s.

14). İnsanlar var oldukları günden bugüne değin çeşitli sebeplerden dolayı sürekli olarak

farklı mekanlara doğru göç etmektedirler. İsteyerek veya istemeyerek yer değiştirmeye hala

devam etmektedirler. İnsanoğlunun göç serüveni doğal afetlerden kaynaklı nedenlerden

olmakla birlikte çoğunluğu kendi arasında meydana gelen rekabetten kaynaklanır. Bu

rekabet ortamında modern zamanlarda özellikle zorunlu göç ve yasadışı göç bağlamında

ahlaki problemler ortaya çıkmaktadır. Modern dönemde göç hareketleri 16. yüzyıldan

Page 15: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

5

itibaren günümüze kadar etkisini arttırarak sürmektedir. Özellikle 21.yüzyılda teknolojinin

ilerlemesiyle birlikte göçe neden olan olayların şiddeti artmakta, dolayısıyla göçe maruz

kalan ve bu göçten etkilenen insan sayısı da artmaktadır. Dünya'da artmaya başlayan göçten

dolayı devletler, göç olaylarını uluslararası düzeyde ele alacak politika ve kurum arayışına

girmişlerdir. Göç problemini ele alırken hangi ilkelerin referans alınacağı noktasında

tartışmalar halen devam etmektedir. Ancak, modern dönemde mültecilik hukuki anlamda

uluslararası düzeyde ilk kez 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesinde yazılı hale getirilmiştir. Bu

Sözleşme Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1967 Protokolü ile mültecilerin tanımı ve

konumu yeniden düzenlenmiştir. Bu protokole göre mülteci;

''Irkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri

yüzünden zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu

ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu

korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu

önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu

korku nedeniyle dönmek istemeyen her şahıstır'' (UNHCR, 1989).

Göç olgusunu tanımlayabileceğimiz tek bir teori yoktur. Her teori belli göç akınlarını

açıklamada kendisine özeldir ya da farklı açıklamalar dünyanın farklı bölgeleri için, tarihsel

geçmişe, siyasete ve coğrafyaya bağlı olarak farklı ağırlıklar taşımaktadırlar. Ancak tüm

teoriler aynı zamanda birbirinin tamamlayıcısı niteliğindedirler. Dolayısıyla tüm teorilerde

uluslararası göçü kapsamlı ve entegre yapısı içinde anlama gereği vardır (Massey, 1999, s.

50). Yine Castles ve Miller de (2008, s. 30) göç sürecinin uluslararası göçe ve bunun

etkilediği diğer boyutlara neden olan karmaşık etmenler kümesinin ve bunların etkileşimin

bir özeti olduğunu iddia ederler. Bunun yanı sıra göçün toplumsal varoluşun her boyutunu

etkileyen kendi karmaşık dinamiklerini geliştiren bir süreç olduğunu öne sürerler.

Dolayısıyla göçü dar bir kapsamda ele almaktan ziyade her göçün kendine özgü yapısı vardır

ve göçe neden olan etmenler farklılık gösterebilmektedir şeklinde bir değerlendirme

yapılabilir.

Gönüllü göçlerde göç eden daha iyi yaşam standardı arayışındadır. Bu göçler

ekonomik temelli veya çevresel felaketlerden kaynaklı olarak kıtlığın baş göstermesiyle

ortaya çıkmaktadır. Göç edilen ülke göç edenleri kabul etmek istemez ama göç eden için bu

gönüllü göçtür. Son yıllarda Afrika Kıtası'ndan Avrupa Kıtası'na yönelen göç akını bu

kapsamda değerlendirebilir. Bununla birlikte iş gücü talebini karşılamak için gelişmiş

ülkelerin işçi talebi olmaktadır. Burada ise hem göçmenler hem de göçmen talep eden ülke

Page 16: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

6

açısından gönüllük söz konusudur. Buna örnek olarak Türkiye'den Almanya'ya yapılan işçi

göçleri gösterilebilir.

Burada ahlaki açıdan göç edenlere sınırların açılmasını gerektiren göç zorunlu olarak

göç edenleredir. Zorunlu göç terör, iç dış savaşlar gibi sebeplerden ortaya çıkar. Göç etmek

zorundadır aksi takdirde yaşamını kaybetme ya da öldürülme riski vardır. Dünya devletleri

bu duruma ahlaki açıdan kayıtsız kalamadığı için Birleşmiş Milletler aracılığı ile öldürülme

korkusu ile zorunlu göç etmek zorunda kalanları mülteci olarak tanımlamıştır. Mülteciliğin

ne anlama geldiği bu çalışmanın ilerleyen bölümlerinde daha detaylı anlatılmaktadır.

Tüm bu değerlendirmeler ışığında göç tek bir taraftan veya bazı açılardan ele

alınmaktan ziyade içinde sosyolojik, tarihsel, coğrafi, ekonomik, dini, ahlaki anlamda ele

alınması gereken karmaşık etmenleri içeren bir vakıadır. Ancak günümüzde göç hareketleri

teknolojik imkanların artmasıyla birlikte hem gönüllü göç hem de zorunlu göç hareketleri

dramatik şekilde artmaktadır. Bu göç hareketleri küreselleşmenin de etkisiyle önümüzdeki

yıllarda daha da artmaya meyillidir.

Bu yüzyılda göç sorunu en önde gelen Dünya meselesi olmaya adaydır. Hem gönüllü

göç hem de zorunlu göç sayısındaki fazlalık bu durumu ortaya koymaktadır. Terör ve iç

savaşlar nedeniyle Ortadoğu coğrafyasındaki halklar bu zoraki göçten en çok etkilenenlerdir.

Diğer taraftan gönüllü göç açısından bakıldığında ise Afrika ülkelerinde yaşayanlar

ekonomik olarak Avrupa'nın çok gerisinde kaldıkları için Akdeniz üzerinden büyük bir göç

akını başlatmışlardır. Bu göçlerde binlerce Afrikalı göçmen Akdeniz'in sularında boğularak

hayatını kaybetmektedir. Göçe sebep olan etmenler ele alınıp buna bir çözüm bulunmadığı

sürece bu göçler artarak devem edecektir.

1.2. Mülteciliği Doğuran Dünya Ölçeğinde Sorunlara Genel Bir Bakış

Göç ile ilgili yazılan metinlerde başlangıçta dikkat çeken en önemli vurgu, göç

kavramı ve olgusunun insanlığın tarihi kadar eski olduğu vurgusudur (Toksöz, 2006, s. 11).

Bununla birlikte göçe neden olan sebeplerde tarih kadar eskidir. Petersen (1958, s. 259- 263)

göçü beş ana başlıkta ele almaktadır. Bunlardan birincisini ''ilkel göç'' olarak tanımlar. Ona

göre bu göç türü ekolojik faktörlerin itme etkisi sonrasında meydana gelir. Göçün bu türü

göçmenlerin istekleri ile gerçekleşir ancak sebebi deprem, sel veya yangın gibi doğa

olaylarıdır. Petersen'in tipolojisindeki ikinci ve üçüncü kategori ise zorunlu ve zorla göçtür.

Page 17: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

7

Zorla göçte göç etmeye neden olan dış etmenler varsa dahi, karar göçmenin iradesindedir.

Göçmen eğer göç etmez ise hayatta kalacağını bilir. Zorunlu göç ise zorla göçten farklıdır,

burada göçmenin yerinde kalıp kalmama iradesi ile karar alması söz konusu değildir. Göç

etmemesi durumunda hayatını kaybedebilir ya da hayatının akışı olumsuz yönde değişir. Bir

diğer başlık ise göçmenin keyfi (ihtiyari) karar vermesiyle meydana gelen serbest göçtür. Bu

göç türünde göçmenin can güvenliği sorunu yoktur ve göçüp göçmemekte özgürdür. Daha

iyi bir yaşam için yapılan göçler bu sınıfta değerlendirilebilir. Petersen'in son göç

sınıflandırması ise, teknoloji ve ulaşım olanaklarının artmasıyla daha sık görülen kitlesel

göçtür. Bu sınıflandırmaya giren göç bu yüzyılda sıklıkla karşımıza çıkan göç türüdür.

Günümüzde göçün sınıflandırılması mülteci ve sığınmacıların durumunun küresel

düzeyde tartışılmaya başlanmasıyla önem kazanmıştır. Petersen'in yapmış olduğu bu göç

sınıflandırması, çağımızda gönüllülük ve zorunluluğa dayanan sınıflandırmaya

dönüşmüştür. Gönüllü göçmenlik daha iyi yaşam elde edebilmek amacıyla ekonomik ve

ailevi sebeplerden dolayı kişinin isteğine bağlı bir göçtür. Zorunlu göç ise doğal veya insan

kaynaklı felaketler nedeniyle meydana gelen göçtür. Gönüllü ve zorunlu göçmenlere ilişkin

ulusal ve uluslararası kurumların göstermiş oldukları yasal uygulama ve korumanın farklılık

arz etmesi bu ayrımı zorunlu kılmıştır (Cornelius & Rosenblum, 2004, s. 102). Zorunlu ve

gönüllü göç arasındaki farklılığı ön plana çıkaranlardan biri de Faist'dir. Faist (2003, s. 48)

göçte temel ayrımın gönüllülük ve zorunluluk arasındaki ayrıma dayandığını ve bu ayrımda

vurgulanması gereken noktanın ise fiziksel zorlamanın varlığı veya yokluğuyla ilgili

olduğunu savunur.

2017 Birleşmiş Milletler raporuna göre 2000 yılından beri uluslararası göçmen sayısı

yaklaşık %50 artarak 258 milyona ulaşmıştır. Bu dünya nüfusunun %3,4 'ünü

oluşturmaktadır (UNHCR, 2017, s. 1). Bu nüfusun içinde uzun süre gittiği yerde kalma

niyetinde olmayan turistler, işadamları veya eğitim amacıyla yurtdışında bulunanlar olsa bile

yine de yüksek bir rakamdır. Yine UNHCR'nin yıllık olarak hazırlanan 2017 Küresel

eğilimler raporuna göre 68,5 milyon kişi yerinden edildi. Bunlardan 16,2 milyon kişi ise

2017 yılı içerisinde, ya ilk kez ya da üst üste birçok kez olmak üzere yerinden edilmiştir.

68,5 milyonun, 25,4 milyonunu ise ülkelerinde yaşanan çatışma ve zulüm nedeniyle evlerini

terk eden mülteciler oluşturmuştur. 31 Aralık 2017 itibarıyla halen mülteci statüsü

başvurularının sonucunu beklemekte olan sığınmacıların sayısı ise 3,1 milyona ulaşmıştır.

Kendi ülkeleri içerisinde yerinden edilmiş olan insan sayısı ise toplam yerinden edilenlerin

Page 18: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

8

40 milyonunu oluşturmuştur (UNHCR, 2019). BM verileri bize küresel göçün her geçen gün

katlanarak arttığını göstermektedir. Göç edenlerin önemli bir kısmını da zorla yerinden

edilenler oluşturmaktadır. BM’nin zorunlu göç üzerine geliştirdiği ve hukuksal bir yapıya

kavuşturduğu en eski tanımlama ise mültecilik. Bu bağlamda bizde Dünya çapında kitlesel

göçlere sebep olan başlıca nedenleri irdeleyeceğiz. Günümüzde kalkınma politikaların

hakim olduğu bu dönemde, teknolojik gelişmeler ve nihayetinde küreselleşme dönemi ile

birlikte eşitsiz büyüme, bölgesel ve iç savaşlar zorunlu göçün güncel nedenleri arasında

sayılabilir (Tuzcu, 2008, s. 38-42).

21. Yüzyıl için mülteciliği doğuran sorunların başında istikrarsızlaştırılan bölgelerde

meydana gelen iç savaş ve bu iç savaşın dışardaki güçlü ülkeler tarafından desteklenmesi

sonucu bu bölgelerde yaşamını devam ettiren insanların hayatını kaybetme korkusu

gelmektedir. Günümüzde devletler kendi askerlerini kullanmadan çıkarının olduğu

bölgelerde hedeflerine ulaşmak için vekalet savaşları yürütmektedirler. Buna göre güçlü

ülkeler gerektiğinde terör örgütleri ile işbirliği yaparak ya da istihbarat kurumları aracılığıyla

terör örgütleri kurarak bile hedeflerine ulaşmaya amaçlamaktadırlar. Savaş durumunda dahi

terör eylemleri vekaleten savaş yürüten teröristler vasıtasıyla güçlü ülkelerin gizli eliyle

hedefe ulaşmak için kontrol edilebilmektedir. Burada vaziyet sürekli olarak ahlaki açıdan

gayri meşru bir durum olagelmiştir. Bu şekilde doğan istikrarsızlık sonucu milyonlarca

insana yerini yurdunu bırakarak kaçmaktan başka çare kalmamaktadır. Bu da insanların

savaşa neden olan uygulamaları nedeniyle, kendi elleriyle ortaya çıkardığı mülteci sorununu

dünyanın bir numaralı sorunu haline getirebilmektedir. Diğer taraftan bu bölgelerde kendi

çıkarları için vekalet savaşı yürütenler mülteci kabul etme noktasında son derece katı

kurallar getirmekte ya da hiç mülteci kabul etmemektedirler. Bu durum tam bir paradoks

olarak karşımıza çıkmakta ve bir kurtarıcı olarak görünen mültecilerin hukuki statüsüne

ilişkin BM tarafından kabul edilen Cenevre Sözleşmesi havada kalmaktadır.

Görüldüğü üzere ahlaki olarak ele alındığında bencil bir şekilde kendi çıkarından

başka birşey düşünmeyen bakış açısının mülteciliğin ana sebeplerinden olduğu

görülmektedir. Bu sorunlar sonucunda ortaya çıkan soykırımlar ve zorunlu göç ahlaki açıdan

nasıl ele alınmalıdır? Dünyanın her yerinde her insan yaşama hakkına sahip midir ? Her

insan istediği yere göçebilme özgürlüğüne sahip mi? Toplumlar bulunduğu coğrafyada illel

ebet yaşamaya devam etmek zorunda mı? İnsan için en iyi göç modeli nedir? Demokrasi

sadece belli ülkelerde işleyen bir sistem mi olmalı? Göç ve Demokrasi arasındaki ilişki

Page 19: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

9

nedir? Dünya'da artan refah payının belli bölgelerin dışını çıkmaması bunun yanısıra

toplumlar arasında yükselen ırkçı ve nefret içerikli söylemlerin doğurduğu ahlaki çıkmazlar

nedir? Bir taraf için ahlaki olmayan bakış açısı karşıt taraf için neden bir hak olarak

görülmektedir? Bireylerin egoistliği devletleri nasıl egoistleştirmektedir? Bunun gibi sorular

günümüz göç sorunlarının cevaplanması gereken soruları olarak yanıt beklemektedir. Bu

tezde bu sorular da cevaplandırılmaya çalışılacak.

1.2.1. Gönüllü Göç

Gönüllü göçün esası insanların herhangi bir zorlamaya maruz kalmadan kendi isteği

ile yapmış olduğu göçtür. Gönüllü göç yapmaya motive eden unsurlar daha iyi bir yaşam

sağlamaya yönelik alt başlıkları içerir. Bunlardan en önemlisi daha iyi bir gelir elde etmek

ve yaşam standardını yükseltmek için yapılan göçlerdir. Ekonomik açıdan, göç edilen

ülkedeki gelirin geride bırakılan ülkedeki gelire göre daha iyi olması beklenir.

Beklentilerimizi şekillendiren ise o ülke hakkındaki duyduklarımız, bildiklerimizdir. Bu

yüzden göç etmeye karar veren kişinin doğru bilgilere sahip olması doğru karar vermesinde

ve beklentilerinin karşılanmasında anahtar rol oynar (Gürkan, 2006). Diğer önemli gönüllü

göç sebeplerinden biri ise daha iyi bir eğitim almak için veya refah sahibi ülkelerin geri

kalmış ülkelerdeki eğitimli nüfusu çekmesi ile meydana gelen beyin göçüdür. Beyin

göçünde geri kalmış ülkelerin en iyi beyinleri gelişmiş ülkelere göç ederek daha iyi bir

yaşam ve çalışma ortamı elde etmeyi umarlar.

Bu göç türü sanayi devriminden sonra özellikle serbest piyasa ekonomisine geçiş ile

hızlanmıştır. Batı ülkeleri artan iş gücü ihtiyacını karşılamaya yönelik işçi talebinde

bulunmuştur. Bu talebe karşı az gelişmiş ülkelerden, insanların kendi rızası ile gönüllü

göçler olmuştur. Bunlar çeşitli başlıklar altında incelenebilir.

1.2.1.1. Ekonomik Temelli Göçler

İlk çağlardan şimdiye kadar ekonomik temelli göçler her daim olagelmiştir. En bariz

bir şekilde görünen haliyle insanların yaz aylarında yaylalara göç edip kış döneminde tekrar

dönmesi bile ekonomik göç arasında sayılabilir. Kitlesel anlamda emek göçü ise modern

dönem göç tarihi ile başlatılabilir. Modern dönemin ilk emek göçleri gönüllü göç sayılan ve

Afrikalıları sömürmek amacıyla yurdunu terk eden Avrupalılar ile zorunlu göç sınıfına giren

sömürge devletlerinin kolonilerden sağladığı köleleri zorla yerinden etmesi sayılabilir.

Page 20: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

10

Sömürü amacıyla yapılan Avrupalıların göçlerini gönüllü göçün, Avrupalı gönüllü

göçmenlerin yerel halkı zorla köleleştirerek insanları göçe zorlamasını ise zorunlu göçün alt

başlığı olarak ele alacağız.

Ekonomik temelli emek göçünün en bilineni İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa'da

görülmüştür. İkinci Dünya Savaşı sonrasından günümüze kadar geçen sürede Avrupa’da

göçün tarihsel gelişimi Stalker (2002, s. 152-176) tarafından dört ana dönem olarak ele

alınmıştır. Bu dönemlerden ikisi ekonomi temellidir diğer ikisi savaşlar ve Berlin duvarının

yıkılmasıyla ilgilidir. Savaşlarla ilgili olan dönemi iç ve dış savaşlar bölümünde ele

alınmaktadır. Stalker, ilk ekonomik amaçlı göç dönemi olarak 1950’lerin başından 1973’e

kadar süren sözleşmeli işçi alımının olduğu dönemi belirtir. İkinci Dünya Savaşı'nın

bitmesiyle Avrupa'nın yeniden yapılanması ekonomisinin de büyümesini getirmiş bunun

sonucunda büyük bir işgücü talebi ortaya çıkmıştır. Almanya, Fransa ve İngiltere başlangıçta

işgücü açıklarını kapatmak için savaş nedeniyle yerlerinden olanlardan faydalanmış,

sanayileşmesi daha yavaş olan İtalya ise İspanya ve Portekiz'den yararlanmıştır. Bu ülkelerin

de giderek zenginleşmesi farklı ülkelerden daha fazla işgücü bulmayı gerektirmiştir. Eski

sömürge bağları olan ülkelerden Fransa Kuzey Afrika’ya, İngiltere Karayipler ve Hint alt

kıtasına yönelmiş iken sömürgesi olmayan Almanya ise sözleşmeli işçileri, eski Yugoslavya

ve Türkiye’den temin etmiştir. Bu dönemde Batı Avrupa’ya net göç 10 milyon kişi civarında

olmuştur.

O tarihlerde en büyük kitlesel emek göçlerinden birisi de henüz yeterince

sanayileşmemiş olan Türkiye'den Almanya'ya olmuştur. 1961 yılının kasım ayında 400

kişilik ilk Türkiyeli işçi kafilesinin Almanya'nın Düsseldorf kentine ulaşmasıyla Türkiye'den

Almanya'ya emek göçü başlamıştır. Göçmen işçi sayısı zamanla artmıştır (Işık, 2018) Bu

göç gönüllü bir göçtü, zira zorla yerinden edilme durumu söz konusu değildi. Almanya'ya

gitmek isteyen işçiler başvurusunu yapmaktaydılar ve gerekli fiziki şartları sağlayanlar daha

iyi bir yaşam ümidiyle göç etmekteydiler.

Emek göçü kapitalizmin merkez ülkeleriyle az gelişmiş çevre ülkeleri arasında

oluşturulmuş olan tahakküm ilişkisini devam ettirmenin yollarından biridir. Böylece, çevre

ülke merkeze bağımlı olmaya devam edecektir (Castles & Miller, 2008, s. 35). Ancak bu her

ne kadar devletler açısından tahakküm ilişkisi olarak tanımlansa bile işgücü göçü isteyen ve

işgücü olmak isteyen açısından bir gönüllük esası vardı. Bu göçler zorlama olmadan

gönüllüğe dayanan göçlerdi. Küresel sermayenin dünyanın değişik yerlerinde ancak belirli

Page 21: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

11

merkezlerde ve eşit biçimde dağılmadan yatırım yapması, üretim için gerekli olan iş gücünü

de bu merkezlere çekmektedir. Dolayısıyla özellikle çevrede kalan devletlerin halkları

zorunlu olarak ülkelerini terk edip, üretimin yapıldığı çok uzak yerlere göç etmekte ve

oralarda yaşamak zorunda kalmaktadırlar (Tuzcu, 2008, s. 38-42). Tuzcu'nun burada

zorunluluk olarak belirttiği daha iyi yaşama isteğine karşı konulamayan arzu olsa gerektir.

Avrupa'da ikinci ekonomi temelli dönem ise 1974’ten 1980’lerin ortasına kadar devam eden

süreçte kapıların emek göçmenlerine kapanmasıdır. Kitlesel göçlere kapıların

kapatılmasında dönüm noktası 1973’te petrol krizini izleyen ekonomik durgunluk olmuştur.

Hükümetler işçi alımını durdurmuş ve hali hazırdaki işçilerin geri dönmesini beklerken,

bulundukları ülkeye kısmen kök salan işçiler kalmayı tercih etmişlerdir. Hükümetlerin

genelde bu konudaki tavrı baskı yapmak yerine mevcut göçmenlerin aile bireylerinin

gelişine izin vermek yönünde olmuştur. Yine bu dönemde daha önce göç veren Yunanistan,

Portekiz ve İtalya gibi ülkeler gelişmelerine bağlı olarak göçmen işçi çekmeye başlamıştır

(Stalker, 2002, s. 151-176).

1.2.1.2. Beyin Göçü

Beyin göçü kavramı İngiliz Kraliyet Topluluğu tarafından 1950 ila 1960'ın hemen

öncesine kadar devam eden süreçte bilim adamları ve teknoloji alanında uzmanların Birleşik

Krallık'tan Birleşik Devletler'e ve Kanada'ya yaptıkları kitlesel göçler için tanımlanmıştır

(Cervantes & Guellec, 2002, s. 40). Günümüzde ise beyin göçü yetenekli insanların eğitim,

ticaret veya bunun gibi nedenlerden dolayı göçü olarak tanımlanır. İyi eğitimli genç bireyler

özellikle daha iyi bir eğitim ve ekonomik durum için göç etme eğilimi gösterirler (Dodani

& LaPorte, 2005, s. 487-491). Beyin göçleri az gelişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere yapılır.

En çok beyin göçü alan ülkeler ABD, Kanada, Avustralya, Güney Afrika Cumhuriyeti,

Almanya, Fransa, İsviçre, İsveç ve Norveç'tir. En çok beyin göçü veren ülkeler ise Hindistan,

Pakistan, Bağımsız Devletler Topluluğu, Çin, Filipinler, Cezayir, Fas, Tunus, İran, Mısır,

Nijerya, Türki Cumhuriyetler ve Türkiye şeklinde sıralanmaktadır. Ancak Türkiye son

yıllarda uyguladığı politikalar ile beyin göçü vermeyi engellemeye çalışmaktadır (Neoldu,

2015). Beyin göçündeki artışın nedenleri, küreselleşme hareketleri, artan yüksek yetenek

talebi, gelişmiş ülkelerdeki seçici ülkeye kabul politikaları, bilgi, iletişim ve teknolojideki

büyüme, uluslararası öğrenci sayısındaki artış şeklinde sıralanabilir. Yetenekli iş gücünün

göç etme nedenleri ise, göç edenler tarafından bakacak olursak kariyer kaygısı, yaşam tarzı

ve ailevi nedenler, yüksek ücret, politik baskılardan kaçma olarak sayılabilir (Kaçar, 2016).

Page 22: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

12

Bu nedenlerin arasında en önemlisi siyasi baskıdır. Zira beyin göçünün kitlesel olarak

siyasi baskının olduğu ülkelerden serbest düşüncenin özgürce ortaya konulduğu özellikle

liberal, demokratik ve refah seviyesi yüksek olan ülkelere olduğu görülmektedir.

1.2.1.3. Sömürge Amacıyla Yapılan Göçler

Sömürgecilikten kaynaklı göçler sömüren ülkenin halkları ve sömürülen halklar için

farklıdır. Sömürme amacıyla denizaşırı ülkelere akın akın göç eden Avrupalılar gittikleri

ülkelerin yeraltı ve yerüstü tüm zenginlikleri ve insan gücünden faydalanmak istiyorlardı.

Bu göç elbette gönüllü bir göçtü. Bununla beraber sömürülen halk için durum farklıydı. Ya

kurulan üretim çiftlikleri, maden ocakları gibi üretim amacıyla kurulan işletmelerde zorla

çalıştırılıyorlardı veya köle olarak ücretsiz çalıştırılmak üzere topraklarından zorla göçe tabi

olmak durumundaydılar ya da soykırıma uğruyorlardı.

Bir siyasal eylem olarak sömürgeciliğin ortaya çıkışı aslında ona ne anlam

yüklenildiğine bağlı olarak değişebilir. Sömürgecilik, Batının kendi dışında yerleşim ve

zenginleşme yerleri aramaya başlaması ve akabinde coğrafî keşiflerinde etkisiyle sanayi

devrimiyle daha güçlenen dönemdir (Kesgin, 2011, s. 274-275). Sömürge dönemi, Avrupa

devletlerinin coğrafi keşiflerle birlikte keşfedilen bu topraklarda yeni topraklarda kurduğu

yeni üretim çiftliklerinin işletilmesi ile başlamıştır. Avrupalılar coğrafi keşiflerden sonra

gittikleri bu yeni toprakların hammaddelerini zorla ele geçirip yerli halkları köle olarak

kullanmışlardır ve neticesinde önemli ekonomik zenginlikler elde etmişlerdir. Bu devletlerin

bu şekilde büyümesi ve dünyanın pek çok yerini sömürgeleştirmesi dünya tarihinde uzun

yıllardır görülmeyen türde büyük ve çeşitli göç hareketlerini başlatmıştır. 16. ve 20. yüzyıl

arasında Amerika, Avustralya, Güney Asya ve Güney Afrika, Avrupa devletleri tarafından

sömürge olarak kullanılmıştır (Aktaş, 2016, s. 41). Avrupalıların Dünya'nın bilinmeyen yeni

bölgelerini (Amerika, Avustralya, Güney Afrika) keşfetmesiyle ve buralara büyük

miktarlarda göç akınları olmuştur (Peköz, 2002, s. 14-16). Avrupa devletlerinin deniz aşırı

ülkelerde koloniler kurmaları büyük ekonomik sıkıntılar çeken Avrupa halkları için yeni bir

yaşam umudu olmuştur. Doğan bu yeni umuttan faydalanmak isteyen pek çok çiftçi, tüccar,

gemici ve asker kalıcı ya da geçici olmak üzere kurulan bu kolonilere katılmıştır. 300 yıl

boyunca Avrupalılar Amerika, Afrika, Asya ve Okyanusya’nın büyük bir kısmına

yerleşmişler ve dönemin göç hareketlerine yön vermişlerdir (Weiner, 1995, s. 21). Bu

dönemde 60 milyon Avrupalı sömürge bölgelerine göç etmiştir (Emmer & Lucassen, 2012,

Page 23: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

13

s. 1). Yaşanan bu göçler hem gönderici devletlerin hem de ev sahibi kolonilerin kültürel ve

ekonomik yapılarında önemli ölçüde değişimlere sebep olmuştur. Özellikle Batı Avrupa'da

1650'den başlayarak göç, sosyal hayatın ve politik ekonominin önemli bir yüzünü

oluşturmuş bununla birlikte modernleşme ve sanayileşmede hayati bir rol oynamıştır

(Castles & Miller, 2008, s. 54). Avrupa devletlerinde sermaye birikimi sömürgecilik

hareketleri sonucu sömürülen toprakların yeraltı ve yer üstü kaynaklarının kullanılması ve

kölelerin zorla çalıştırılması ile artmıştır. Bugünkü Avrupa ülkelerindeki sermayenin

oluşmasının tarihi, sömürgecilik tarihiyle başlar.

Elbette bu sömürge ve köleleştirme faaliyetleri topraklarına davetsiz şekilde gelen

Avrupalılar tarafından zor kullanılarak yapılmaktaydı. Alman filozof Kant sömürgeciliği,

konukseverlik yasalarını kötüye kullanmak olarak görür; ona göre bir sömürgeci, ötekine ait

bir toprakta misafirlik hukukunun ötesine geçerek yenik düşmüş bir halka egemenliğini

dayatmaktadır (Akt. Stocker, 2006, s. 335).

1.2.2. Zorunlu Göç ve Mülteciliğin Oluşmasının Dinamikleri

Zorunlu göçün esası ise insanların bulundukları yerde yaşamını devam ettirmesine

engel olan şartların oluşması ile kendi iradeleri dışında meydana gelen göçtür. Zorunlu

göçün ana sebepleri ise iç ve dış savaşlar, terör, temel ihtiyaçların karşılanamaması, dini ve

siyasi baskılar olarak sıralanabilir. Zorunlu göçün en önemli özelliği mültecilik kavramının

ortaya çıkmasına neden olmasıdır. Zorunlu göçü, gönüllü göçten ayıran en önemli nokta göç

etmek zorunda kalan kişinin göç etmemesi durumunda hayatını kaybetme tehlikesiyle karşı

karşıya kalmasıdır.

Bu dünyada yaşayan herkes için yaşam hakkı vardır. Bu adil olmanın gereğidir. Ayrıca

insanda vicdan duygusu vardır. Bir eylemin ahlaki olup olmadığını tartacak bir mekanizma

olsaydı ahlak ile ilgili bir bilim dalı olmayacaktı. Her insanı ortak ahlaki değerde

buluşturabilecek olan iyi ile kötüyü ayırt etmeye yarayan bir iç karar verme güdüsü vardır,

onun adı vicdandır. Vicdan insanın yaptıkları ve yapmadıklarını iç dünyasında muhasebe

etmesiyle ortaya çıkar ki zalim olarak tanınanları dahi bir noktada durdurabilir. Birey

yapması gereken ahlaki yükümlülüğü yerine getirmediğinde vicdan azabı çeker. Ortak

vicdan diğer bir ifadeyle küresel vicdan ise Birleşmiş Milletler gibi uluslararası zeminde

mülteci tanımını ortaya çıkarmıştır. Yazılı hale getirilen bu tanım ilerleyen bölümlerde daha

ayrıntılı incelenecek. Bu tanım evrensel ahlak yasası olarak görülmesi gerekirken egemen

Page 24: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

14

güçler için bu yasalar küçük çıkarlar için bile çiğnenebilmekte ve ahlaki bir karar almaktan

uzak durmaktadırlar. Modern dönemde bunun en önemli gerekçesi egoizmdir. İnsanların

eylemlerini faydacılık üzerine oturttuğu kendini korumaya yönelik ve ben sevgisinden doğan

bu ahlaki görüş vicdanın düşmanı oldu. Gelişmiş ülke bireylerinde ortaya çıkan bu içgüdü,

mültecilere merhameti ortadan kaldırmaktadır. Buna en güzel örneklerden birisi Suriye'de iç

savaştan Avrupa'ya kaçarken Sırbistan-Macaristan sınırında kucağında çocuğuyla koşan

babaya çelme takılarak yere düşürülmesidir. Çelmeyi takan kameramandı ve diğer

meslektaşları tarafından görüntülenmişti (BBC, 2018a). Kameramanı böyle bir eyleme

yönelten motivasyon sadece kendisini düşünen egoistliğin dışa vurumu olsa gerektir.

Bireylerin egoistliği devletlerin egoistliğini ortaya çıkarmaktadır. Örnekte verdiğimiz

Macaristan vatandaşı bireyin gayri ahlaki davranışı Macaristan hükümetinin göçmen ve

mülteci politikasına yansımıştır. Macaristan bugün Avrupa birliği ülkeleri içinde göçmen ve

mültecilere karşı en katı siyasi duruşu göstermektedir (BBC, 2018b). Egoizm küresel boyut

kazandığında vicdan ile çatışmakta bu çatışma sonucunda küresel adalet ya da adaletsizlik

ortaya çıkmaktadır. Genellikle de güçlülerin hakim olduğu küresel düzende çıkarlar söz

konusu olduğunda egoizm ağır basmakta ve adaletsizlik tecelli etmektedir.

İnsan erdemli olmaya yönelen bir varlık olmakla yükümlüdür. İnsan hayatını

kurtarmak ise erdemli, adil ve doğru olmanın gereğidir. Platon'un dediği gibi insanlar

birbirlerine haksızlık ederek bundan haz alırken, haksızlığa uğrayarak da acı hissetti.

Haksızlığa uğramaktan kendisini sakınamayacağını, haksızlık etmeyi de her zaman

beceremeyeceğini anlayan insanlar, bir anlaşmaya varmaya düşünmüşler ve kimse

haksızlığa uğramasın diye kanun koymuşlar. Kanunun emrettiğine de doğru ve adil demişler.

Ona göre doğruluk en iyi şeyle en kötü şeyin ortasında, yani her zaman haksızlık edip ceza

görmemekle haksızlığa uğrayıp öç alamamanın ortasındadır. Platon insanın gücü yetmese

anlaşmaya yanaşmayacağını da vurgulamaktadır (2019, s. 43, 358a-359a). Yani insan

gücünün baki olacağını bilse içindeki bencilliğin harekete geçmesiyle merhamet duygularını

kaybedip zulmüne devam edebilir. Bu noktadan hareketle küresel anlamda tek devletin veya

bir grup devletin diğerlerini boyunduruk altına alması durumunda veya onun halkına katliam

uygulaması sonucunda göç etmek zorunda kalan masum insanları korumaya alacak, küresel

ahlak anlayışının temsil edilebileceği demokratik ve adil kurumsal yapıların oluşması

zayıfların hakkını da koruyarak adalete katkıda bulunabilecektir. BM ilan edilen kuruluş

amacı bakımından uluslararası alanda önemli bir boşluğu doldurur gibi durmaktadır.

Nitekim bu yönde önemli işlere de imza atmıştır. Ancak özü itibariyle yine daha güçlü

Page 25: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

15

olanların kurduğu bir düzen olarak tecelli eder. Bunun göstergesi de veto yetkisini elinde

bulunduran beş daimi üyenin kurumsal kimliğin kurucu iradesi olmasıdır. Çıkarlar

çatıştığında -ki uluslararası alandaki ilişkilerde öncelik budur- değerlendirme kıstasları

değişebilmektedir. Buna rağmen yine de değerli işlere imza atabilmektedir. Bunun en güzel

örneklerinden biri 1951 yılında imzalanan mültecilerin hukuki durumunun yazılı hale

getirildiği Cenevre Sözleşmesidir.

1.2.2.1. İç Dış Savaşlar ve Soykırımlar

Savaşlar dünya tarihinin akışını değiştiren önemli olaylardır. Bununla birlikte

arkasında büyük acılar ve yıkımlar bırakır. Bu acılardan biri de insanların doğup büyüdükleri

topraklardan göç etmek zorunda bırakılmalarıdır. Göçlerin her dönem gerekçeleri farklılık

gösterebilir. Göçün en önemli gerekçesi ekonomik kaygılar olsa da bunu her dönem için

söylemek doğru olmasa gerektir. Tarihte yeryüzünün büyük bir kısmını etkileyen olayların

başında savaş nedeniyle meydana gelen göç hareketleri sayılabilir. Tarihte bilinen ilk büyük

kitlesel göç hareketi yaşanan kuraklık nedeniyle Türklerin Orta Asya'dan çıkmasıyla başlar.

Yaşam koşullarının zorlaşması nedeniyle Türk toplulukları batıya, doğuya, kuzeye ve

güneye doğru göç etmişlerdir ama ekonomik nedenlerden başlayan göç aynı zamanda

savaşların kazanılmasıyla devam ettiği için diğer kavimleri de yerinden etmiştir. Türk

kavimlerinin göçü, dünyanın en büyük göçlerinden biri olan Kavimler Göçü'nü başlatmıştır.

Bu göçler, Asya ile Avrupa kıtaları arasında IV. yüzyıl ile VI. yüzyıl arasında meydana

gelmiştir. Kavimler Göçü'nün başlamasının nedeni, Orta Asya'da yaşayan ve Türk

kavimlerinden olan Batı Hunları olarak kabul edilmektedir. Avrupa’ya doğru ilerleyen Batı

Hunlar Alanlar, Ostrogotlar ve Vizigotlarla karşılaşmışlardır. Bu kavimlerin, Hunların

baskısından dolayı batıya göç etmeleri, Avrupa'da Kavimler Göçü'nü başlatmıştır.

Ostrogotlar ve Vizigotlar, güney-batıya doğru ilerleyip Roma topraklarına girdiler. Bunun

sonucunda Roma ikiye ayrıldı ve Avrupa'daki diğer kavimleri etkiledi. Her biri, diğerinin

baskısından dolayı farklı yönlere göç eden Vikingler, Germenler, Angıllar, Saksonlar ve

Frenkler gibi kavimler bugünkü Avrupa’nın temellerini atmış oldular (Dünya Atlası, 2017).

Bunun yanında İspanyolların Endülüs'te yapmış olduğu katliam ve katliam sonrası

yaşanan göçler dünya tarihinde yer alması gereken kitlesel göçlerden diğeridir.

Hristiyanların Kurtuba şehrini ele geçirmesi ile başlayan katliam ve göçler Endülüs'ten

Müslüman ve Yahudilerin tamamen zorla göçe tabi tutulması ile son bulur. Hristiyanların

Page 26: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

16

Kurtuba'dan sonra Belesiye'yi ele geçirmesiyle 50 000'den fazla Müslüman şehri terk

ederken erkekler katledildi, kadınlar ve çocuklar ise köle olarak esir alındı (Yıldırım, 2011,

s. 205-212). İspanya'da 1492 tarihi Yahudilerin en bilinen sürgünlerinden gerçekleştiği

tarihtir. Isidore Loeb bu tarihte 165 000 Yahudinin sürüldüğünü, 20 000 Yahudinin de

öldüğünü bunun yanı sıra 50 000 Yahudinin de sürgünden kurtulmak için vaftiz olduğunu

belirtir (Lea, 2006, s. 28).

Avrupa'nın sömürgecilik faaliyetlerinde bulunduğu yıllarda sömürgeye maruz kalan

topraklarda yaşayanlar için bu sömürülme bir felaketti ama Avrupa devletlerinin maddi

olarak elde etmek istedikleri ve sömürme güdüsü sömürülen halkların köle olarak

kullanılmalarını gerektiriyordu. Bu durum en azından onlara hayatta kalma şansı verdi. Aynı

tarihlerde Osmanlı Devleti'nin özellikle Ruslarla yapılan savaşlardan mağlubiyetle çıkması

sonucunda insanlar savaşlarda canlarını kurtarabilmek için her şeyi göze aldılar ve yurtlarını

terk etmek zorunda kaldılar. Bu göçler, en az can kayıpları kadar acı yaşatmıştır. Savaşların

kaybedilmesi ile Müslüman tebaadan Anadolu'ya büyük göç hareketleri başladı. Anadolu'ya

1850'li yıllarda Kırım Tatarlarıyla başlayan göç dalgası, Gürcüler, Çerkezler başta olmak

üzere Dağıstanlılar, Çeçenler, Lazlar gibi Kafkasya'da yaşayan halkların göçüyle devam

etmiştir. Bu göçleri yüzlerce yıl önce Türklerle beraber Balkanlar ve Doğu Avrupa'da

yaşayan Arnavut, Boşnak, Pomak gibi diğer halkların göçleri takip etmiştir. Kırım Tatar

göçleri Osmanlı topraklarına gerçekleşen ilk büyük çaplı Müslüman göç dalgasıdır. En

büyük kitlesel göçlerden biri, 1783 yılında Çarlık Rusya'sının Kırım'ı ele geçirmesiyle

gerçekleşmiştir. Bundan sonraki Tatar göçlerinde 1890 yılına kadar Osmanlı-Rus savaşları

belirleyici olmuştur. Bir milyonun üzerindeki diğer bir göç dalgası ise Gürcü göçleridir. İlk

olarak 1828 -1829 yıllarındaki Osmanlı-Rus savaşı sonrasında başlayan Gürcü göçleri 1921

yılına kadar devam etmiştir. Birinci Dünya Savaşı'na kadar 2,5 milyon civarında Çerkez de

göç etmek zorunda kalmıştır (T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, 2015).

Osmanlı Devleti coğrafyasında yaşanan bütün bu göçlerin ana sebebi Osmanlı Rus savaşları

ve Osmanlı Devleti'nin Balkan Savaşlarında aldığı mağlubiyetlerdi.

1918 'den 1945'e kadar olan dönemde uluslararası emek göçü azalmıştır.Bu durum

kısmi olarak ekonomik durgunluktan ve krizden, kısmi olarak da çoğu ülkede göçmenlere

karşı artan düşmanlıktan kaynaklanıyordu (Castles & Miller, 2008, s. 86). Ekonomik

durgunluk İkinci Dünya Savaşı'nı beraberinde getirdi. Birinci Dünya Savaşı tam bir Avrupa

savaşı iken ikincisi yeryüzünün küreselleşmesi sürecinde, dünyanın tüm köşelerine

Page 27: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

17

yayılmıştır (Sander, 1989, s. 80). Aslında İkinci Dünya Savaşı'nın en belirgin özelliği ölen

sivil sayısının çokluğu ve neden olduğu mülteci sorunudur. Birinci Dünya Savaşı’nda (1914-

1918) yaklaşık 14 milyon ve İkinci Dünya Savaşı’nda (1939- 1945) ise 70 milyona yakın

insan öldürüldü (Durmuş, 2015-2016, s. 29). Almanya kurucu siyasi aktörleri tarafından

adeta istenmeyen topluluk olarak ilan edilen Yahudiler Alman Nazi katliamına maruz

kaldılar. Bu sürecin sonunda sanki danışıklı dövüş gibi Yahudi toplulukları Filistin

topraklarına daha yoğun bir şekilde göç etmeye başlamışlardır. 1948 öncesi 670 000 olan

Filistin'in nüfusu 1952'nin sonlarına doğru 717 000 yeni Yahudi göçmen ile daha da arttı.

Bunların 373 000 adedini Avrupa iç savaşından kaçan Yahudiler oluşturuyordu (Ofer, 1996,

s. 1). Türkiye de, Mayıs 1941 tarihinden Mart 1943 tarihine kadar 22 525, Aralık 1943

tarihinden Şubat 1945 tarihine kadar da 7 118 olmak üzere sınırları içinde otuz bin civarında

mülteciyi barındırmıştır (Sarısır, 2010, s. 511-518). Çok sayıda can kaybının yanı sıra

yaşanan bu büyük bölgesel göç akımı, durumun ciddiyetini gözler önüne sermektedir. Tabii

sürecin sonucunda Batılı ülkelerin himayesinde Filistin topraklarında bir Yahudi devleti olan

İsrail de kurulmuş oldu. Bugün hala kendilerinin maruz kaldıklarını iddia ettikleri şeyi,

Filistin'in yerli topluluklarına şiddetli bir şekilde uygulamaktan geri kalmamaktadırlar.

Rusya'da ise yukarıda zikrettiğimiz gibi Osmanlı Devleti'nin geri çekilmek zorunda

kaldığı coğrafyada ve Müslüman nüfusun bulunduğu bölgelerde Lenin'in ölümünün

ardından iktidara gelen Stalin döneminde katliamlar ve sürgünler en üst seviyeye çıktı. 1943

yılında Kalmık ve Karaçay Türkleri yaşadıkları topraklardan sürüldü. 1944 yılında ise

Ahıska, Balkar ve Kırım Türkleri ile Çeçen-İnguşlar bunun yanı sıra Müslüman olmayan

Rum, Bulgar ve Ermeniler sürgüne gönderilen diğer kavimler oldular. Sovyetler birliği Özel

Göç Şubesi'nin 1946 yılının Ekim ayı verilerine göre 2 463 940 kişi sürgüne gönderilmiştir

(Gürsoy-Naskali & Şahin, 2007, s. 193-213).

1950’lerin başında ise yine savaştan sonra 15 milyon kişinin yer değiştirmesine neden

olan göç hareketleri yaşanmıştır ve bu hareketlerin nedeni esas olarak Almanya, Polonya,

Çekoslovakya arasındaki sınırların değişmesi ve bu ülkelere bağlı halkların yeni topraklarına

yerleşmesidir. 1980'lerden 2001'e kadar olan dönem ise Doğu Avrupa’da komünizmin

yıkılmasına yol açan politik ayaklanmalar dönemidir. Doğu Avrupalılar, seyahat

özgürlüğünün artmasıyla dünyanın dört bir yanındaki huzursuzluklardan kaçarak Avrupa'da

sığınma arayan yüz binlerce insanın arasına katılmıştır. Geçmişte sözleşmeli işçi olarak göç

edebilecek olanlar da sığınma yoluna yönelmiştir (Stalker, 2002, s. 152-153).

Page 28: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

18

Soğuk savaşın bitmesiyle birlikte başlayan dönemde ise bir önceki dönemde bastırılan

gerginlikler patlamış, iç savaşlar sayıca artmış, zorunlu göçmenlerin sayısı görülmemiş

rakamlara ulaşmıştır. Farklı ulusları sosyalizm çatısı altında bir arada tutan Yugoslavya’da

1990 yıllarda birlik bozulmuş ve Yugoslavya Sosyalist Federatif Halk Cumhuriyeti

dağılmıştır. Slovenya ve Hırvatistan'ın ardından Aliya İzzetbegoviç önderliğindeki Bosna

Hersek 1992 yılında yapılan referandum sonrasında bağımsızlığını ilan etmiştir. Bosna

Hersek’in bağımsızlığı Avrupa devletleri, ABD ve Birleşmiş Milletler tarafından

tanınmıştır. Ancak Sırplar ve Hırvatlar gizli bir anlaşma ile Bosna-Hersek topraklarını

paylaşmışlardır. Bunun sonucunda Bosna-Hersek topraklarına saldırmışlardır

(StratejikOrtak, 2016). Katliamlara başlayan Sırp ve Hırvat güçleri 1992 ve 1994 yılları

arasında kadın ve çocukların da dahil olduğu etnik temizliğe başladılar. Savaşta 20 binden

fazla kadın tecavüze uğradı veya cinsel saldırıya maruz kaldı (Uluslararası Af Örgütü, 2017).

1992-1995 yılları arasında Uluslararası Kızılhaç Örgütü verilerine göre Bosna-Hersek'te 312

000 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu kayıpların 200 000'ini Boşnaklar oluşturmaktadır

(Atmaca, 2009, s. 94). Bosna savaşı boyunca 1400 000'in üzerinde Boşnak mülteci

durumuna düşmüştür. Bu sayı toplam Boşnak nüfusunun %38'ini oluşturuyor (Matiuta,

2014, s. 1). Rakamların yüksekliği Bosna savaşında soykırımın ne kadar acımasızca

sahnelendiğini gözler önüne sermektedir.

Yine 20. yüzyılın bilinen en büyük soykırımlarından biri de Ruanda soykırımıdır. 6

Nisan 1994 tarihinde dönemin devlet başkanının uçağı düştü. Uçağın düşürülmesinden

Tutsileri sorumlu tutan Hutular kurdukları Interahamwe örgütü aracılığıyla Tutsileri ve ılımlı

Hutuları katletmeye başladılar. Hutulardan meydana gelen Ruanda hükümeti Interamwe

örgütüne destek verdi. BM soykırımı engellemek yerine sadece gözlemleyin emri verdi.

BM'nin 5 daimi üyesinden birisi olan Fransa soykırımı destekleyen merkezi hükümete silah

yardımı yaparak soykırıma katkıda bulundu. Bazılarına göre bir milyon, bir BM uzmanına

göre ise 800 bin insanın katledildiği Runada’ya Birleşmiş milletler soykırımın

başlamasından 3 ay sonra Barış Gücüyle müdahalede bulundu (Human Rights Watch, 1999).

Bu dahi göstermektedir ki, BM esasında şartlar oluştuğunda zaman zaman güçlü olanın

adaletinde teşne bir kurum görüntüsü vermektedir.

Dünyanın küreselleşmeye başlamasıyla birlikte savaş ve göç olguları da

küreselleşmenin etkisinden kurtulamamıştır. 20. yüzyılın sonlarında yaşanan daha çok siyasi

içerikli gelişmeler, yukarıda da belirttiğimiz gibi ekonomik göçmenlerin dışında farklı göç

Page 29: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

19

hareketlerine de ağırlık kazandırmıştır. Teknolojinin ilerlemesi ile savaşlarda kullanılan

silahlar kitlesel sivil ölümlerine yol açmıştır. Tunus'ta başlayan Arap Baharı sonrası Suriye,

yaşanan iç savaş sebebiyle küresel güçlerin arka planda olduğu ileri teknoloji silahların

kullanıldığı laboratuara dönüşmüştür. Canlarını kurtarmak isteyen siviller komşu ülkelere

kitlesel olarak göç etmeye devam etmektedirler. Birleşmiş Milletler verilerine göre 11 Nisan

2019 tarihi itibari ile 3 621 330'u Türkiye'de olmak üzere Dünya genelinde 5 648 002

Suriyeli mülteci yaşamaktadır (UNHCR, 2019). Yine Birleşmiş Milletler verilerine göre

savaş, işkence ve kötü muamele nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalan insan sayısı

2013 yılı itibarıyla tüm dünyada 50 milyonu aştı. Bu rakam İkinci Dünya Savaşı'ndan bu

yana ilk kez bu seviyelerde bulunuyor (BBC, 2014).

Bu benzeri durumlarda ortaya çıkan durumun birçok farklı açıklaması ve yorumları

olabilir. Bunlardan birisi de bütün bu sürecin ahlaki açıdan ne tür bir görünüm arz ettiğidir.

Siyasi ve iktisadi başta olmak üzere mülteci hareketlenmelerinin sebep ve sonuçları olduğu

gibi bu olgunun elbette ahlaki boyutları da vardır. Ancak bu ahlaki gerekçe, araçsallaştırılmış

bir ahlak anlayışı ile mümkün olabilmektedir.

1.2.2.2. Terör

Terör sözcüğünün kökeni Latince "terrere" sözcüğünden gelmektedir. Kelime

"korkudan sarsıntı geçirme, korkudan dehşete düşmeye sebep olma" anlamlarını taşır. Türk

Dil Kurumu Sözlüğü'ne göre terör ''yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma,

tedhiş'' olarak tanımlanmaktadır. Terör kavramı ilk defa Dictionnarire de l'Academia

Française'in 1789 yılında yayınlanan ekinde yer alır ve "terör sistemi; rejimi" olarak

tanımlanır (Altuğ, 1995, s. 19).

Ulusal ya da ülke içi terörizm, tek bir devlet içinde sınırlı kalan, yabancı bir unsur,

ilişki veya katılımın söz konusu olmadığı sistematik şiddettir. Bu yönü ile ulusal terörizm,

uluslar ötesi terörizme çok benzerdir. Bu ikisi arasındaki en önemli farklılık, ulusal

teröristlerin eylemlerini bir ulusun vatandaşlarına karşı yöneltmeleridir. Ülke içi terörizm

herhangi bir hükümet tarafından doğrudan desteklenmez (Taşdemir, 2006, s. 34). Milli

İstihbarat Teşkilatı'nda uzun yıllar görev yapan Mahir Kaynak da terörizmi terörist

üzerinden ele almıştır. Kaynak'a göre, terörist kavramı çok daha büyük bir organizasyonun

küçük bir parçasından sadece biridir. Kaynak, bir teröristin karşısındaki güçleri hiçbir

şekilde yenemeyeceğinin altını çizer bu sebeple teröristin, bilinen siyasi amaçlarına ulaşmak

Page 30: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

20

isteyen büyük güçlerin kullandığı küçük maşalar olduğunu belirtir. Kaynak terörizmin

istihbarat kaynakları tarafından kurulduğunu ya da o istihbarat kaynağının hedefi

doğrultusunda eylem yaptırıldığını iddia eder. Ülkeler görünür yanlarıyla terörizmin

karşısındaymış gibi pozisyon almalarına rağmen gerçekte istihbarat kurumlarıyla terörizmi

beslemekte ya da onlarla işbirliğine gidebilmektedir (Akt. Bilgiç, 2009, s. 9-10).

BM Uluslararası Terörizm Komitesi uluslararası terörizmin tanımını: "Uluslararası

boyutları olan bir uzlaşmazlığın istenen yönde gelişimini sağlamak amacıyla, bir üçüncü

devletin sınırları dahilinde, bir yabancının kendi uyruğunda bulunmayan bir başkasına

uyguladığı şiddet ve baskı" şeklinde yapar (Türkiye Barolar Birliği, 2006, s. 11). Çora'ya

göre uluslararası terörizm: Bir devletin ülke hudutları dâhilinde meydana gelen ve diğer

devletlerin veya diğer devletlere mensup fertlerin haklarını ihlal eden, birbiriyle bağlantılı

yürütülen şiddet hareketleridir. Yapılan eylemin sonucundan muhtelif milletlere mensup

fertlerin çıkarları olursa veya bu eylemden etkilenirse, terörizm o zaman "uluslararası"

vasfını kazanmış olur (2008, s. 24).

Günümüzde uluslararası hukukta terörizm konusunda iki önemli hukuksal sorun

bulunmaktadır. Bunlardan ilki, terörizmin henüz kabul görmüş bir tanımının

bulunmamasıdır. Yürürlüğe girememiş 1937 tarihli Terörizmin Önlenmesi ve

Cezalandırılmasına İlişkin Cenevre Sözleşmesinin dışında henüz kabul gören genel bir tanım

mevcut değildir. 1934 yılında Yugoslavya Kralı I. Alexander’a ve Fransız Cumhuriyet

Konseyi Başkanı Louis Barthou’ya düzenlenen suikaste bir cevap olan sözleşme, 24 devlet

tarafından kabul görmesine rağmen uygulamaya geçirilmemiştir. İkinci sorun ise, giderek

artan terör eylemlerine karşı hukuksal alanda nasıl mücadele edileceğidir (Pazarcı, 2012, s.

209-210; Dugard, 1974, s. 67-69). Terörizmin uluslararası anlamda sınırlarının çizildiği bir

tanımının olmaması bir ülke için terörist olan bir örgütün başka ülkeler tarafından yasal

kabul edilmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu terörizmle mücadeleyi sekteye

uğratabilmektedir. Örnek verecek olursak Çeçenistan'ın bağımsızlığı için savaşan Çeçenler,

Ruslar için terörist olarak adlandırılırken bu gruplar batılı devletler tarafından desteklendi

ve terörist olarak kabul edilmedi. Yakın tarihten başka bir örnek ise Mısır'da yapılan darbe

sonucu iktidara gelen Abdulfettah Es-Sisi yönetimi Müslüman Kardeşler Örgütü'nü, terör

örgütü ilan etti. Buradan anlaşılmaktadır ki ülkeler muhaliflerini terör örgütü ilan ederek

onları iktidardan uzaklaştırmak için terörizm kavramını araç olarak da kullanabilmektedir.

Page 31: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

21

Bunun sonucunda ise muhalifler cezaevine girme ya da idam edilme korkusuyla yurtdışına

kaçarak iltica edebilmektedir.

Göç ve terör olgusunun etkileşim süreci üç aşamada gerçekleşmekle birlikte bu

aşamalar; İlk olarak terör eylemleri ve terörün varlığı nedeniyle göç hareketlerinin

başlaması, ikincisi göç sonucu oluşan bu alanlarda yaşayan insanların terör örgütlerince

yönlendirilip örgüt sempatizan kitlesinin arttırılması ve üçüncü olarak göç sonucu oluşan bu

problemli alanların terör sempatizanlarının yerleşim yeri ve eylemleri için mekan olarak

kullanılması şeklindedir (Eren, Özel & Altınkaya, 2010, s. 256). Terör nedeniyle göç daha

çok Müslüman nüfusun olduğu bölgelerde yaşanmakta. Özellikle Birinci Dünya Savaşı

sonrası Müslüman coğrafya birbirinden kopartıldı ve sömürülmeye maruz kaldı. Müslüman

ahali, özellikle Ortadoğu kökenli İslami olduğunu iddia eden ideolojik fikirlere açık hale

geldi. Eşitsiz gelir dağılımından dolayı fakir ve eğitimsiz Müslüman gençler radikalleştiler.

Radikalleşen bu gençler, selefi ideolojik akımlarında etkisiyle ayet ve hadislerin tartışmalı

yorumlarını kendilerine dayanak olarak görmekteler. Böyle bir ortam istihbarat örgütlerinin,

terör örgütü kurmasını veya kurulan terör örgütlerini yönlendirmesini kolaylaştırdı.

Ortadoğu'da güvenliğini sağlama almak isteyen İsrail uyguladığı devlet terörünün görünür

hale gelmemesi için istihbarat kurumu MOSSAD aracılığı ile Ortadoğu ülkelerinde

istikrarsızlığa yol açacak her türlü faaliyeti destekledi (Freeman, 2016).

Diğer bir terörü besleyen kaynak ise işgaller olarak karşımıza çıkmaktadır. ABD, 11

Eylülden sonra terörle mücadele edeceği bahanesi ile NATO aracılığıyla Afganistan'a

müdahale etti. Ancak bu işgal terörün azalması bir yana Taliban başta olmak üzere hükümet

karşıtı silahlı terör gruplarının ülkenin neredeyse yarısında kontrolü ele geçirmesine yol açtı

(Bag, 2018). Birleşmiş Milletler'in verilerine göre Afganistan'daki çatışmalarda ölen

sivillerin sayısı 2018'de son dokuz yılın en yüksek seviyesine çıktı. 2018 yılında

çatışmalarda hayatını kaybeden sivillerin sayısı ise 3800 olarak kayıtlara geçti (DW, 2019).

Terör saldırıları sonucunda istikrarsızlığın neden olduğu ekonomik sorunlar ve terörün sebep

olduğu korku nedeniyle yerel halkın Avrupa'ya ve Türkiye'ye kaçak göçü giderek

artmaktadır. Kaçak göçmenlerin kimi istediği ülkeye ulaşsa bile bazıları yolculukları

sırasında elverişsiz ortamlar nedeniyle trajik bir şekilde hayatını kaybetmektedir.

11 Eylül sonrası ABD’nin işgal ettiği ülkelerden bir diğeri ise Irak. ABD'nin Irak'ın

kitle imha silahlarına sahip olduğu iddiasıyla başlattığı İkinci Körfez Savaşı sonucunda

binlerce kişi hapishanelerde işkenceye tabi tutuldu. Bu iki etmenden dolayı medyanın da

Page 32: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

22

küreselleşmesi ile El-Kaide ve DEAŞ gibi dini referanslı terör örgütleri ortaya çıktı. Burada

altının çizilmesi gereken en önemli noktalardan biri Selefi ve Ehli Sünnet çizgisini

benimsediğini iddia eden DEAŞ terör örgütünün en büyük tahribatı Sünnilerin çoğunlukta

olduğu ülkelerde gerçekleştirmiş olmasıdır. DEAŞ'ın gerçekleştirdiği terör eylemleri

incelendiğinde İran’a yönelik herhangi bir terör eyleminde bulunmazken, Türkiye’yi hedef

aldığı, görülmektedir. Bu durum örgütün yabancı kaynaklı istihbarat üretimi olabileceği

iddialarını akıllara getirmektedir (TC. İç İşleri Bakanlığı, 2016, s. 7-8). Suriye'de iç savaşın

başlaması ile birlikte her türlü şiddeti uygulayan kendilerinden olmayanları tekfir eden

DEAŞ terör örgütü alana hakim oldu. Bu terör örgütlerinin katletme yöntemleri yerel halk

üzerinde korkuya neden oldu. Yerel halk ya bulunduğu topraklardan kaçmak zorunda kalmış

ya da korkutulan halk istemeyerekte olsa terör örgütlerini desteklemek zorunda bırakılmış,

karşı olanlar ise vahşi şekilde katledilmiştir. Oluşturulan korku ile yüz binlerce sivil Türkiye

topraklarına sığınmış. Suriyeli sivillerin bir kısmı da Türkiye üzerinden Avrupa'ya geçmenin

yollarını aramıştır.

Bütün bu ahvalin gösterdiği haliyle çeşitli siyasi ve ahlaki ilkeleri gerekçe yaparak

dışarıdan yapılan müdahaleler, esasında ve yalnızca esas amaç için araçsallaştırılmış gibidir.

ABD'nin 11 Eylül saldırılarıyla doğrudan hiçbir illiyet bağı kurulamayan Irak’a

müdahalesinin ardında bugünden daha açık bir şekilde görüldüğü haliyle ekonomik

çıkarların varlığı belirgindir. O sebeple özgürlük ve demokrasi temelli vaatleri ile insanların

daha müreffeh ve huzurlu bir ortamda yaşamasının şartlarını kurmak amacıyla yaptığı

müdahalenin Irak’ı getirmiş olduğu nihai durum, bölünmüş ve sürekli olarak iç savaş halinde

ve çeşitli zamanlarda terörize olmuş grupların çatışma alanlarıdır. Sonuç olarak ortada

sorunlu ve istikrarsız bir ülke bulunmaktadır.

Başka bir terör örgütü PKK ise Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu’sunda halk üzerinde

korku oluşturarak 1990'lı yıllardan sonra kırsaldan kentlere ve Doğu'dan Batı'ya doğru

büyük bir iç göçe neden oldu. Bu göç türüne bağlı olarak göçün gerekçesi ve niteliğinde

önemli bir değişim yaşanmış, ekonomik gerekçelerin yerini güvenliğin aldığı bir göç, sürece

hakim olmuştur (Tümtaş, 2007). PKK terör örgütünün Suriye'deki kolu YPG diğer ismi ile

SDG Suriye iç savaşında tarihin en kanlı terör örgütlerinden bir diğeri olan DEAŞ'ı yok

etmek iddiasıyla batılı ülkeler tarafından kullanılmıştır. Zaman zamanda Esed Rejimi ve

Rusya ile işbirliği yapan terör örgütü YPG meşru hale getirilmeye çalışılmıştır. On binlerce

Tır silah A.B.D tarafından SDG adını kullanan terör örgütüne verilmiştir. PKK'nın

Page 33: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

23

Suriye'deki kolu olan SDG kanton bölgeler oluşturmuştur. Ancak bu kanton bölgelerde

uygulanan ve kendilerine karşı duran Kürt muhalifleri sindirme siyaseti, muhaliflerin

sayıları yüz binlerce olan aile bireyleri ile birlikte sığınmacı olarak Türkiye ve Irak'ın

kuzeyine yönelmesine yol açmıştır. Polis Akademisi'nin hazırlamış olduğu PKK/YPG

raporuna göre bugün Türkiye'de 350 bin Kürt mülteci ağırlanmaktadır (Yenişafak, 2019).

Türkiye Barış Pınarı Harekâtı ile bu bölgelerde güvenliği sağlayarak geçici koruma

statüsünde bulunan sığınmacıların dönüşünü planlamaktadır. Ancak Türkiye'nin Afrin ve

Cerablus'ta geri dönen mülteciler için güvenli ve standart yaşam koşullarının sağlandığı bir

alan oluşturmasına rağmen Batılı ülkeler ve bölgede gizli ajandası olan etkin ülkeler,

Türkiye'nin Kürtleri öldürdüğü ya da güvenli bölgede demografik değişim yapmayı

amaçladığı propagandasını yapmaktadır. Diğer taraftan, ABD Başkanı Donald Trump, Fırat

Nehri'nin doğusundan terör örgünü temizlemek isteyen Türkiye ile anlaşarak teröristleri

Türkiye sınırlarından 30 kilometre ileri çekileceği garantisini Türkiye'ye vermesine ve

bunun yanı sıra kendi askerlerini bölgeden çekmesine rağmen, petrol bölgesi olan bölgelerde

asker bulundurmaya devam edeceğini açıkladı (Whitehouse, 2019). Buradan görüleceği gibi

batılı devletlerin bölge kaynaklarını sömürmek için gizli ajandasının olduğu gerçektir.

Terörle ilgili yapılan tüm değerlendirmeler sonucunda terör ile mücadele küresel ahlak

ilkelerinden biri olarak karşımıza çıkmalıdır. Ancak egemen güçlerin kendi çıkarları için

terörü bir araç olarak kullanması ahlaki olmayan kirli bir savaşı ortaya çıkarmaktadır. Batılı

devletlerin DEAŞ terör örgütü ile mücadele iddiasıyla bölgeye gelerek gizli ajandasında

bulunan hedefleri gerçekleştirmek istediği gün yüzüne çıkmıştır. DEAŞ ile mücadele elbette

ahlaki bir sorumluluk ancak bunu diğer bir terör örgütü ile işbirliği içinde yapmak ne kadar

ahlaki? Bu durum senin teröristin iyi benim teröristim kötü anlamına gelmektedir. Bununla

birlikte Türkiye'nin mültecilere karşı cömert davranışı egemen güçler tarafından görülmek

istenmemektedir. Türkiye'nin daha önce geri dönen mülteciler için Afrin ve Cerablus'ta

gerçekleştirmiş olduğu refah ortamına rağmen batılı ülkeler Barış Pınarı Harekâtı'na

Kürtlerin katledildiği yalanı ile karşı çıkmışlardır. Burada mültecileri düşünmedikleri net bir

şekilde görülmüştür.

1.2.2.3. Kölelik

Kölelik dünya üzerinde her dönemde var olan bir olgu olsa da, bunun sistematik olarak

kıtalar arası ticaretinin yapılmasının başlangıcı 15. yüzyılın sonu ve 16. yüzyılın başlarıdır.

Page 34: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

24

17.yüzyıl sonlarından 19. yüzyılın ortalarına kadar artan yeni Dünya'daki tarım alanlarında

ve maden ocaklarında meta üretiminin temelini teşkil eden köle taşımacılığı sistemi modern

emek göçünün başlangıcını teşkil eder. Kölelik birçok kapitalist öncesi toplumda da

mevcuttu, fakat sömürge sistemi biçim olarak yeniydi. Bu sistemi var eden temel faktör,

ticari sermayenin hükmettiği bir dünya piyasası inşa etmeye başlayan küresel

imparatorlukların doğuşuydu. Bu alanda uzmanlaşmış tüccarlar tarafından köleler uzak

mesafelere taşındı ve meta olarak alınıp satıldı. Köleler uluslararası imalat ve tarımsal

sistemi oluşturan yapı içinde sömürüye tabi tutuldular (Castles & Miller, 2008, s. 61-81).

Köleliğin batılı devletler ve topluluklar tarafından rağbet görmesinin nedeni, köleleştirilmiş

insanların, getirileri çok yüksek olan tarım arazilerinde çalıştırılmak istenmesiydi.

Dolayısıyla daha fazla zenginleşme eğilimi doğrultusunda batılıları motive eden unsur,

kullanılabilecek en ucuz maliyetin kölelikte olmasında gizliydi (Kesgin, 2011, s. 283-284).

Dünya üzerinde köle ticaretinin en yoğun şekilde yaşandığı bölge Afrika’dır. Köle

ticaretinin, Afrika’nın bugünkü geri kalmışlığının altında yatan nedenlerin başında geldiği

düşünülmektedir. Batılılar, köleleri genellikle yağma ve adam kaçırma yoluyla köylerden

temin etmekteydi. Bu durum zamanla kölelikten kaçmak isteyen insanların Batılılarla

anlaşma yaparak onlara köle toplamasıyla devam etmiştir (Gür, 2014, s. 51). Kölelik İngiliz

sömürgelerinde 1834'e, Hollanda sömürgelerinde 1863'e,Amerika Birleşik Devletlerinin

Güney eyaletlerinde 1865'e kadar kaldırılmadı (Castles & Miller, 2008, s. 75). 1790 yılında

ABD'de yapılan ilk köle nüfus sayımına göre, köle sayısı 697 000 olarak tespit edilmiştir.

1861 yılındaki köle nüfus sayımında ise köle sayısı 4 000 000'a ulaşmıştır (Akyüz, 2007, s.

21). Sömürgelerde tarım faaliyetleri arttıkça köle ihtiyacı da artmaya başladı. 1600'de her yıl

yaklaşık 5 000 Afrikalı köle yapılıyordu.1700'lerde bu rakam yılda 30 000'e çıktı. 1800'de

ise yılda 75 000 oldu. Afrika'dan toplanan kölelerin yaklaşık yüzde ellisi Karayip

sömürgelerine, yüzde kırkı Brezilya'ya ve yüzde onu Kuzey Amerika'ya götürülüyordu. Köle

ticareti ilk dönemlerde genellikle Hollanda ve İspanya'nın elindeydi ama 18. yüzyıla

gelindiğinde ağırlık İngiltere'ye geçti. 18. yüzyılda Amerika kıtalarına götürülen

Afrikalıların yaklaşık dörtte üçü İngiltere'ye aitti (Ponting, 2008, s. 174). Sömürgeci

dönemde kurulmuş olan bozuk kurumsal düzen, Afrikalı ülkelerin bağımsızlıklarına

kavuşmasından sonra bile sömürgeciliğin sürdürülmesine hizmet etmeye devam etmektedir

(Tatar, 2011, s. 195-220). Köleleştirilmiş insan ticaretinin ülkelerin beşeri sermayesini

eriterek ekonomik gelişmeyi baltaladığı söylenebilir. Sömürgeci batılı devletler sadece kol

Page 35: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

25

gücünü değil, vasıflı insanları da taşıyarak ülkelerin beşeri sermayesine büyük zarar

vermiştir (M’baye, 2006, s. 607-622).

Zorunlu göç başlığı altında incelediğimiz bütün başlıkların ortak teması zorunlu göçün

bireylerin rızasıyla olmadığıdır. Can güvenliği tehlikesi yaşayan insanların hayatta

kalabilmek için gerçekleştirdiği bir eylem ya da topraklarına gelen yabancı güçlerin zorla

yer değiştirmeye zorladığı bir eylem olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada en önemli

noktalardan biri bu göçlere sebep olan ve göç etmek zorunda kalanın insan olması. Buda

konunun ahlaki olarak ele alınmasını gerektirmektedir. Zorunlu göç etmek zorunda kalan

insan için bu ahlaki mi diye sormak elbette mantıksız bir soru olsa gerek. Bu bakımdan

özellikle göçe sebep olan unsurların ahlakiliğinin sorgulanması daha gerçekçi durmaktadır.

Diğer bir boyutta göç etmek zorunda kalan insanları kabul etmek istemeyen refah sahibi

ülkelerin ahlakiliği konusudur. İlerleyen bölümlerde bu konu da değerlendirilmektedir.

Konforlu bir yaşam sürmek için yapılan göçlerde altı çizilmesi gereken önemli konulardan

birisidir. Bu sebeple göçün oluşmasına neden olan etmenlere bakarak ve ulus devlet

anlayışını destekleyenler ile küreselciler çeşitli ahlaki iddialar ile karşı karşıya gelmektedir.

Page 36: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

26

BÖLÜM 2

MÜLTECİLİK VE AHLAK

Bu bölümde mültecilik kavramının tarihsel olarak nasıl ortaya çıktığı ve mülteciliğin

nasıl tanımlandığı ele alınmıştır. Bunun yanı sıra düzensiz veya kaçak göçmenin ne anlama

geldiği anlatılmaktadır. Mülteci haklarının hangi ahlaki ilkeler ışığında ele alındığı bu

bölümün başlıklarından biridir. Bu bağlamda açık ve kapalı sınırları savunanlar olarak iki

grup ön plana çıkmaktadır. Bu gruplar hangi gerekçelerle görüşlerini savunmaktadırlar bu

ortaya konulacak.

Mülteci, bulunduğu mekanın artık yaşama elverişli olmaması ile çaresiz kalan bir

insanı anlatır. Bu duruma sessiz kalmak ya da merhamet göstererek onlara yardımcı olmak

gereği ahlakın alanı içinde değerlendirilmesi gereken bir konu olarak ortaya çıkmaktadır.

2.1. Zorunlu Göç ile Beraber Mülteci/Sığınmacı Kavramlarının Ortaya Çıkması

Göçmen ve mülteci kavramları iyi bilinmediği için aynı sanılmaktadır. Ancak mülteci

ve göçmen tanımlamaları Birleşmiş Milletler sözleşmelerine göre tamamen farklı bir şekilde

ele alınmaktadır. Göç, genellikle daha iyi ekonomik fırsatlar arayışıyla gönüllü bir süreci

ifade etmek için kullanılır. Ancak evlerine güvenli bir şekilde dönemeyen ve bu sebeple de

uluslararası hukuk çerçevesinde özel koruma hakkına sahip mülteciler için durum, bundan

çok farklıdır. Mülteciler; eziyet, çatışma, saldırı veya toplum huzurunu ciddi şekilde bozan

kargaşa sebebiyle bulundukları ülkelerin dışında bulunan ve uluslararası koruma talebinde

bulunan insanlardır. İçinde bulundukları durumlar, çoğunlukla o kadar tehlikeli ve

dayanılmazdır ki, yakın bölgelerdeki ülkelerde güvenlik arama amacıyla ülkelerinin milli

sınırları dışına çıkarlar. Bu nedenle de, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği

(BMMYK) ve ilgili kuruluşların desteğini kazanarak uluslararası mülteci statüsüne girerler

(McConnel, 2016, s. 1-2). Böylece mültecilik zorunlu göçün doğurduğu uluslararası bir

tanım olarak ortaya çıkmaktadır. Birleşmiş milletler mülteci tanımına göre ancak zorunlu

göçe maruz kalmış olanların mülteci statüsünde değerlendirilebileceğini 28 Temmuz 1951

tarihli Cenevre Antlaşması'nda görebiliriz. Bu anlaşmaya göre mülteci: ''milliyeti, dini, etnik

kökeni veya belirli bir toplumsal gruba aidiyeti ya da politik görüşünden dolayı şiddete

Page 37: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

27

maruz kalacağı düşüncesiyle haklı bir endişe taşıyan ve vatandaşı olduğu devletin içinde

bulunmayan ve o devletin korumasından faydalanamayan ya da aynı endişe sebebiyle

faydalanmak istemeyen'' kişidir (UNHCR, 1997, s.51). Aydoğan ve Öztürk (2007, s. 77) ise

mülteciyi, siyasi sebeplerle ülkesini zorla ya da kendi iradesiyle terk eden kişi olarak

tanımlar. Mülteci kavramını ortaya koyduktan sonra, bu kavramla ilişkili diğer bir terim olan

sığınmacı kavramına da değinilecek. Sığınmacı kavramının ne ifade ettiği hakkında tam bir

tanımlama mevcut değildir. Bu kavramı mülteciler ile aynı anlamda kullananlar da var,

mülteci sıfatı kabul edilmemekle birlikte, bir zorunluluk gereği ülkesini terk etmek zorunda

kalanları tanımlamada kullananlar da var. Bunun yanı sıra, bulunduğu ülkeyi terk etmeksizin

mültecilerle aynı nedenlerle zorunlu göçe maruz kalmış kişileri ifade etmek için de

kullanılan bir terimdir (Pazarcı, s. 218). Her sığınmacı, mülteci olarak tanımlanamaz fakat

her mülteci öncelikli olarak sığınmacı olarak kabul görülür (UNHCR, 2005).

Türkiye iltica tanımında bahsedilen nedenlerden dolayı, iltica taleplerine coğrafi çekince

prensibi doğrultusunda yaklaşmakta ve Avrupa, Rusya ve Eski Sovyetler Birliği

Devletlerinden gelenleri mülteci, diğer yerlerden gelenleri sığınmacı olarak kabul etmektedir.

Sığınmacı olarak kabul edilen yabancılar BMMYK tarafından bulunan üçüncü bir ülkeye

gönderilmektedir (Sever, 2014, s. 9). Türkiye sözleşme hükümlerine göre mülteci statüsü

alabilecek Avrupalı olmayan kişileri iç hukuktaki düzenlemelerle "şartlı mülteci" olarak

tanımlamakta ve üçüncü bir ülkeye yerleştirilinceye kadar süreli bir koruma sağlamaktadır.

Uluslararası Mülteci Hukuku'nda, sığınmacının mültecilik koşullarını taşıdığının tespiti

üzerine mülteci statüsünü kazanması söz konusu iken, iç hukukta sığınmacı olarak nitelenen

kişilere hukuken mültecilik statüsünün verilmesi mümkün olmamaktadır. Bu nedenlerle

Türkiye’de sayıları oldukça fazla olan ve hatta Avrupa’dan gelen ve hukuki statüsü

tanımlanmış olan mültecilerden sayıca fazla olan Avrupa dışından gelen ve henüz mülteci

statüsü tanımlanmamış olan sığınmacıların “geçici koruma statüsü” tanınan yabancılar olduğu

da kabul edilebilecektir (Ermumcu, 2013, s. 66-70).

2.1.1. Mülteciliğin Tarihsel Seyrine Genel Bir Bakış

Küresel mülteci hukukunun kökleri Birinci Dünya Savaşından sonra 1921 yılında

Milletler Cemiyeti Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (MCMYK) kurulmasına kadar gider.

Milletler Cemiyeti tarafından Birinci Dünya Savaşı sonrasında, 1921’de kurulan Rus

Mülteciler İçin Yüksek Komiserlik Ofisi’nin ilk Yüksek Komiseri Dr. Fridtjof Nansen’dir.

Page 38: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

28

Nansen'in başlangıçtaki görevi Rus devrimiyle birlikte mülteci olmuş insanlara yardım

etmektir (Akıncı, Nergis & Gedik, 2015, s. 64-65). MCMYK mültecilere ilişkin evrensel bir

tanım yapmamış ancak dağılmakta olan Rus ve Osmanlı imparatorluklarından kaçan ve

1930'larda Almanya ve Avusturya'dan kaçan mülteci gruplarına yönelik çözümler üretmiştir.

Sınırlar ötesinde kişilerin hareket etmesini sağlamak için kurum mültecilere Nansen

pasaportu adı verilen ve cemiyet üyesi ülkelere giriş yapmalarını sağlayan belgeler

düzenlemişti. MCMYK'nın etkinliği cemiyetin 1930'larda itibarını kaybetmeye başlaması

buna ilave olarak büyük buhranın Avrupa ve Amerika'da mülteci karşıtı görüşler

oluşturmaya başlaması ile zayıflamıştır (Betts, 2017, s. 65). Nansen'in 1930'daki ölümünden

sonra yine Milletler Cemiyeti tarafından kurulan Uluslararası Nansen Mülteciler Ofisi

çalışmalara devam etmiştir. 1938'de Mülteciler Yüksek Komiseri'nin atanmasıyla Ofis'in

çalışmaları sona ermiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrası ve Avrupa'da takip eden yoğun yer

değiştirme mülteci rejiminin yeniden gündeme gelmesine yol açmıştır. Müttefiklerin

kontrolü altında yerinden edilmiş olan kişilerin geri dönüşünün sağlanması için ABD

inisiyatifinde Birleşmiş Milletler Yardım ve Rehabilitasyon ajansı 1943 yılında kurulmuştur.

%70 oranında ABD tarafından finanse edilen ve 1947 yılına kadar devam eden kurum daha

sonra Uluslararası Mülteci Kuruluşu'na dönüşen kurumu ABD, Avrupa'da savaş sonrası

yerinden edilen kişilerin yeniden yerleştirilmesi için kullanmıştır. Uluslararası Mülteci

Kuruluşu'nun en önemli özelliği, mültecilerin yaşamlarıyla ilgili her alanla kapsamlı bir

şekilde ilgilenmek üzere tasarlanmış olmasıdır (UNHCR, 1992). 1950'lere gelindiğinde ise

ABD'nin kendisine ekonomik yük getiren taahhüdü devam ettirmek için isteği kalmamıştır.

Siyasi dikkatini ve kaynaklarını soğuk savaşa odaklamak istemiş, mülteci hareketlerini ve

sığınmayı SSCB'nin itibarını düşürmek ve finansal kaynaklarını Marshall Fonu ve NATO'ya

aktararak Batı Avrupa'nın güvenliğini desteklemek ve SSCB'ye karşı korumak için

kullanmıştır. Uluslararası Mülteci Kuruluşu'nun 1950'de sona ermesinden sonra Avrupa'da

savaş sonrası kalan mültecilerin durumlarını belirlemek için uluslararası toplum tarafından

BMMYK kurulmuştur. Buna paralel olarak kimlerin mülteci olarak tanınacağına ilişkin

hukuki anlamda ortak bir tanımlama ile mültecilerin haklarını belirlemek için 1951

Mülteciler Statüsü Sözleşmesi müzakere edilmiştir (Betts, 2017, s. 67). İmzalanan bu

sözleşme 22 Nisan 1954 senesinde yayımlanarak uygulamaya konmuştur (Akıncı, Nergis &

Gedik, 2015, s. 64-65). 1967 yılına gelindiğinde ise imzalanan bir protokol ile uluslararası

toplum 1951 Sözleşmesi ek protokolü üzerinde anlaşmıştır. Bu protokol ile zaman ve coğrafi

kısıtlama ortadan kaldırılmıştır (European Commission, 2015).

Page 39: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

29

Mültecilere yönelik bütün bu uluslararası çalışmalar bir tarafıyla siyasi saikler ile

yapılsa da diğer tarafıyla evrensel ahlak ilkeleri bakımından uluslararası vicdanın ortaya

çıkmasıyla ilgilidir. Ölümle yüz yüze gelmiş veya ölümden kaçan bu insanları görmezden

gelmek küresel vicdanı rahatsız edecektir. Hukuki olarak güvence altına alınan mültecilerin

hakları diğer tarafıyla azda olsa küresel vicdanı rahatlatma amacı gütmektedir. Burada

gelişmiş ülkelerin dünyaya egemen olmasından dolayı ahlaki sorumlulukları vardır. Bunun

ahlaki sorumluluk, soykırım ve toplu katliam ile karşı karşıya kalan insanları ölümden

kurtarmak ve onlara insanca bir yaşam sunmaktır. Refah sahibi ülkelerin sahip oldukları

konforlu yaşamı paylaşmamak için çaresiz bir şekilde yaşam alanı arayışında bulunan bu

insanlara kapıları kapatması neredeyse cinayete ortak olmak anlamına gelebilir şeklinde bir

eleştiriye tabi tutulabilir.

1951 yılında Cenevre’de imzalanan mülteciler sözleşmesi ile 1967’de Newyork’ta

imzalanan protokolü Birleşmiş Milletlere üye 196 ülkeden 148’i birini ya da her ikisini

onaylasa bile bazı ülkeler yükümlülüklerini yerine getirmemektedir. Örneğin Amerika

Birleşik Devletleri Suriyeli mültecilerin ülkeye girişini yasaklarken buna ek olarak

çoğunluğu Müslüman olan altı ülkeye 90 günlük vize bile vermeyeceğini açıklamıştır

(Reuters, 2017). Bunun gibi Avusturya da Avrupa’da mülteci krizine karşı en sert

uygulamaları ortaya koymuştur. Sınırlarından mülteci geçişine engel olabilmek için yasalar

yaparak sınırlarını tel örgülerle kapatmıştır (CNN, 2016). Suriyeli mültecilere açık kapı

politikası uygulayan tek ülke Türkiye olmuştur. Türkiye 3 622 284 Suriyeliye geçici koruma

statüsünde ev sahipliği yapmaktadır (T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü,

2019). Kanada ve Almanya da en çok Suriyeliyi kabul eden batılı ülkelerdendir. Kanada

Kasım 2015 ile Ocak 2017 tarihleri arasında 39,761 Suriyeliyi mülteci olarak kabul etmiştir

(CBCNEWS, 2017). Almanya ise 700 000 Suriyeliye ev sahipliği yapmaktadır (Hindy,

2018).

2.1.2. Düzensiz Göç, Yasadışı Göç ve Kaçak Göç

Küreselleşme ile birlikte konforlu bir yaşam umudu ile yola çıkanların sayısı

katlanarak artmaya devam etmektedir. Özellikle Asya ve Afrika'dan yola çıkan kaçak

göçmenler hayatlarını riske atmayı göze almaktan çekinmiyorlar. Teknolojinin de artmasıyla

iletişim ve ulaşım olanakları arttı. Böylece yasadışı göçler kitlesel bir boyuta evrildi. Bu

durum yasadışı göçmen kavramını ortaya çıkardı ki bu kavram 20. yüzyıla aittir. Çünkü 20.

Page 40: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

30

yüzyıldan önce bu kavramlar hukuki anlamda uluslararası alanda yer almamaktaydı.

Bununla birlikte Avrupa’da, 1880-1960 yılları arasında ''başbelası yabancılar'' (nuisance

foreigners) ve ''istenmeyen göç'' (unwanted migration) kavramları kullanılmıştır. Ayrıca,

Hollanda’da 1920’li yıllarda ''kaçak giriş'' (clandestine entrance), insan kaçakçılığı (human

smuggling) gibi kavramlar da kullanılmıştır. Ancak yasadışı göç kavramının sözlü ve yazılı

olarak kullanımı İngiliz dış politikasında İsrail devletinin kurulmasından önce (1920- 1947)

Filistin’e gerçekleşen Yahudi göçüyle başlar. Düvell, bu kavramın İngilizler tarafından

1930’larda Filistin’de istenmeyen Yahudilerin ihbar edilmesi şeklinde kullanıldığını söyler

(Akt. Şemşit, 2018, s. 283).

21. yüzyılın başı ile birlikte giderek artış gösteren düzensiz göç bireyin düzensiz veya

yasadışı belgeler kullanarak yeni bir yerleşim yerine geçmesi olarak tanımlanır. Bu terim

insan ticaretini de kapsamaktadır. Bir kişinin kaçak göçmen olması genellikle, ya ülke

sınırlarını kaçak yollarla aşarak ülkeye girmek ya da ülkeye yasal yolardan girip, vize gibi

yasal izinlerinin süresi dolduktan sonra da ülkede bulunmaya devam etmek suretiyle iki yolla

gerçekleşir. Vize şartlarını mesela çalışma izni olmadan çalışmak gibi eylemlerle ihlal edip

ya da sığınma taleplerinin reddedilmesinden sonra yine de ülkede kalmaya devam etmek

gibi yollarla kaçak göçmen durumuna düşme sıklıkla yaşanan bir olgudur (İçduygu, 2007, s.

143-144). Sever, Yasadışı göç veya kaçak göçü: kişilerin yaşadıkları toprakları terk ederek

izin almaksızın bir başka ülkenin topraklarına girmeleri ve o ülkenin topraklarını kendilerine

geçici ya da kalıcı olarak yurt tutmaları olarak tanımlar. Düzensiz göçmeni ise bireylerin izin

alarak bir ülkenin sınırlarını yasal olarak geçtikten sonra öngörülen zamanda günümüz tabiri

ile vize bitiş tarihinde çıkış yapmayarak o ülkede yaşamaya devam etmesi olarak görür

(2014, s. 7). Bir ülkeye yasadışı olarak girenler sığınmacı müracaatı yaparak veya mülteci

statüsü elde ederek durumlarını düzenleyebilirler (Uehling, 2004, s. 79; Paydak, 2012, s. 29).

İçduygu (2004, s. 24) ise yasadışı göçü doğrudan bir suç unsurundan ziyade kayıt

dışılığa işaret eden bir kavram olduğunu ifade etmiştir. Resmi olarak tanınmış mülteciler

açık bir yasal statüye sahip olduklarından ve güçlü bir kurum olan BMMYK himayesinden

yararlandıklarından dolayı diğer zorunlu göçmenlerden daha iyi koşullara sahiptirler

(Castles & Miller, 2008, s. 145). Yasadışı göç, göçmen kaçakçılığı kavramını da ortaya

çıkarmıştır. Göçmen kaçakçılığı, doğrudan veya dolaylı olarak maddi ya da diğer çıkar elde

etmek amacıyla, bir kişinin vatandaşı olmadığı ya da daimi olarak ikamet etmediği bir

devlete yasadışı girişinin sağlanması olarak tanımlanmaktadır. İnsan ticaretinden farklı

Page 41: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

31

olarak göçmen kaçakçılığında sömürü, zorlama ya da insan hakları ihlali yoktur (Çiçekli,

2009, s. 23). İçduygu, (2004, s. 24) insan ticaretini, insanların bir yerden başka bir yere

istismar amaçlı zorla veya kandırılarak nakil işinin olduğunu ortaya koymuş, insan

kaçakçılığını ise üçüncü bir şahıs aracılığıyla yasadışı olarak sınır geçmeye yardım olarak

tarif etmiştir. Laczko ve Thompson (2000, s. 22) ise insan kaçakçılığı ve insan ticareti

arasındaki farkın kişinin kaderi üzerindeki özgürlüğünün olup olmaması ile ilgili olduğunu

belirtmiştir. Kaçakçılıkta göçmen, bütün seyahat esnasında özgür şekilde hareket etmektedir.

Bu durumda göçmen kaçakçılığı ve göçmen ticareti arasında çok ince bir çizgi oluşmaktadır.

Kişi gönüllü olarak kaçakçılığı istese de kişinin hiçbir zaman kaçakçısına karşı kendi

kaderini kontrol etme şansı bulunmamakta ve bu nedenle durumu çok hassas bir hale

gelmektedir. Bununla birlikte, insan kaçakçılığının göçle ilgili bir sorun ve insan ticaretinin

bir insan hakları sorunu olduğu gibi basit bir ayırım da kabul görmemektedir. Günümüzde

yasadışı göçe karar veren birey dünyanın neresinde olursa olsun iyi karşılanmayacağını bilir.

Bu açıdan baktığımızda kaçak göçmen kaçakçısına gönüllü bir teslimiyeti kabul etmiş olur.

İnsan ticareti ise ticarete maruz kalan insanın kendi isteği dışında olur. Bu bunu göz önüne

aldığımızda insan ticareti insan hakları sorunu olarak karşımıza çıkıyor denilebilir.

Yasadışı göç bu yüzyılın en önemli sorunlarından biri olmasına rağmen devletler

yasadışı göçe karşı insanlığı kuşatıcı önlemler almakta yetersiz kalmakta. 2018'de Akdeniz

üzerinden Avrupa'ya ulaşmaya çalışırken hayatını kaybeden mülteci ve göçmen sayısı

ürkütücü boyutlara ulaştı ve arama ve kurtarma operasyonlarının azaltılması Akdeniz’i

dünyanın en ölümcül güzergâhı hâline getirdi. BM Mülteci Örgütü UNHCR tarafından

yayımlanan ''Çaresiz Yolculuklar'' raporu her gün ortalama altı kişinin bu güzergâhta

hayatını kaybettiğine dikkat çekmektedir. 2018 yılında Akdeniz’i geçmeye çalışırken

yaklaşık 2 275 kişi hayatını kaybetti veya kayboldu ve Avrupa kıyılarına ulaşan kişi

sayısında ciddi bir düşüş yaşanmıştır. Avrupa’ya ulaşan toplam mülteci sayısı 139 300 olarak

kaydedildi ve bu, son beş yılın en düşük sayısı (Birleşmiş Milletler Türkiye Dergisi, 2018).

Ancak sayının düşmesi Akdeniz'de kaybolan mültecilerin sayısının fazlalığından mı yoksa

Avrupa ülkelerinin sıkı sınır kontrolleri sonucu mültecilerin karaya ayak basmasına izin

vermemesinden kaynaklı mı olduğu bilinmezliğini korumaktadır.

Yasadışı göç, kötü niyetli göçmen kaçakçıları tarafından bir gelir kaynağıdır. Ancak

burada göçmen kaçakçılarına yol boyunca kendilerini teslim etmek zorunda kalan göçmenler

ahlaki olmayan bir şekilde kullanılabilmektedir. Bazı göçmen kaçakçıları ise göçmenleri

Page 42: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

32

gitmek istedikleri yere ulaştırma vaadi ile tüm parasını alarak onları yarı yolda bırakmaktadır

ya da güvenli olmayan bir yolculuğa mecbur bırakmaktadır. Diğer taraftan iş bulma vaadi

ile gitmek istedikleri yere ulaştırılan kadın göçmenler fuhuş yaptıran suç örgütlerinin eline

geçmektedir. Tehdit ve şantaja boyun eğen göçmenler sömürülmektedir.

Yasadışı veya kaçak göçün insan hakkı olup olmadığını değerlendirirken tek taraflı

değerlendirmeler adil değildir. Adı kaçak göç ama neden ahlaki olmasın? Bu insanların

vatanlarını bırakıp başka yaşam alanları aramaya iten faktörler nedir? Bunlara kim sebep

olmaktadır? Mülteciler, yukarıda zikrettiğimiz terör, iç ve dış savaşlardan dolayı iradeleri

dışında yurtlarından olmaktadırlar. Köleleştirilmiş insanlar ise zorla yurtlarından alınıp

uzaklara götürülmeleri sebebiyle yer değiştirmektedirler. Kaçak göç refah sahibi ülkelerin

sınırları kapatma gerekçelerine meşruiyet kazandırmak için yapmış olduğu bir isimlendirme

olarak görünmektedir. Mülteciler keyfi olarak bir yer değiştirme içinde değiller. Buna sebep

olanlar ise demokrasi getirme vaadi gibi gerekçelerle mültecilerin ana vatanlarında kargaşa

ve terörün yeşermesine yol açanlardır. Ekonomik gerekçelerle göç edenler bile terör ve iç

savaşın doğurduğu sefalet nedeniyle genellikle ülkelerini bu hale getiren güçlü ülkelere

yönelmektedirler. Burada en büyük fedakarlığı sömürme ya da herhangi bir işgal faaliyeti

olmamasına rağmen milyonlarca kaçak göçmenin adresi olan Türkiye gibi ülkeler

yapmaktadır.

2.2. Mülteci Oluşumunun Ahlaki Kuralları

Bu çalışmanın ikinci bölümünde yer alan zorunlu göç ve mülteciliğini oluşmasının

dinamikleri alt başlığında mülteciliğin sebeplerini ele almıştık. Bu konunun ahlaki boyutunu

değerlendiren bir çalışma bir grup akademisyen tarafından ele alındı. 2015 yılında

akademisyenlerden oluşan bu grup ''Academics Stand Against Poverty'' için bir mektup

kaleme aldılar. Mektupta mülteci krizine karşı ahlaki olarak yapılması gereken iki acil

görevin olduğu vurgulandı. Bunlardan ilki zorunlu göç etmek zorunda kalanların güvenlik

ve esenliğinin sağlanması. İkinci ahlaki görev ise insanların ilk göç etmeye zorlandıkları ana

vatanlarındaki sistematik problemlere çözüm bulunmasıdır ki, böylece göç her zaman bir

zorunluluk değil bir seçim olacaktır. Mektupta, ilk ahlaki görevin acilen yerine getirilmesi

gerektiği ancak ikincinin de çok önemli olduğu vurgulanmıştır (Akt. Cunliffe, 2017, s. 21).

Bütün bu ahlaki yükümlülükler çerçevesinde mülteci hakları günümüzde mülteci

politikası oluşumuna dayandırılarak iki değerler bütününde çerçevelendirilir. Bunlar, liberal

Page 43: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

33

evrensel değerler ve ulusalcı değerler. Şu anki uluslararası mülteci yasası liberal evrenselci

yasaları içermekte fakat uluslar ve devletler politik çıkarlarına göre bazı dengeler tarafından

harekete geçirilen çeşitli kapsayıcı veya dışlayıcı politikalar ortaya koyarlar. Çatışmalarına

rağmen, bu değer kümeleri karşılıklı olarak birbirlerini dışlamıyor. Mülteci politikasını

uygulayan ülkeler mülteci politikasını yürürlüğe koyarken uluslararası insani bakış açısını

ve ulusal çıkarlarını dengede tutmak zorundalar (Loescher & Monahan, 1989, s. 3). Liberal

evrenselci politikaları savunanlar kapsayıcıdırlar. Sığınmacıların sığındıkları ülkelerde

haklara sahip olmalarını ve onların topluma entegre olmasını isterler. Ulusalcı politikaları

savunanlar ise ulusal çıkarları bahane ederek sığınmacıların devlet kaynaklarından

yararlanmasının kısıtlanması ya da henüz ilk başvuru merkezinde iken sığınmacı olma

isteğinden caydırmaya yönelik girişimlerde bulunurlar. Aşağıda her bir başlık altında

ulusalcı ve liberal evrenselcilerin tezlerini madde madde ele alacağız.

2.2.1. Açık Sınırları Savunanların Tezleri

Açık sınırları savunanlar liberal değerler zemininde iddialarını ortaya koyarlar.

Liberaller için en önemli değer eşitlikçi bakış açısıdır. Onlara göre sınırların açık olması

küresel anlamda refah artışına yol açacaktır. Bunu yanı sıra özgür olan bireyin istediği yerde

yaşama hakkının olduğunu savunurlar. Bununla birlikte açık sınırları savunanları

destekleyen filozofların görüşleri de kayda değer bir ilgi görmektedir. İlahi dinlerin

misafirlik ve göçmenliğe bakış açısı inanç sahipleri açısından açık sınırları savunanların

iddialarına destek olmaktadır.

2.2.1.1. Kozmopolit Eşitlikçilik veya Evrenselcilik

Genellikle kozmopolitanizmin ya da evrenselciliğin temsilcileri olarak bilinen ve

açık sınırları savunan insanlar ve ulusalcılar ya da toplumsalcılar olarak bilinen ve ülke

sınırlarının bir hak olduğunu savunanlar birbirilerine karşı pozisyon alırlar (Rümelin,

2016). Evrenselciler her insana eşit değer verdiği için çoğunlukla açık sınırları savunurlar.

Çok uluslu eşitlikçi açık sınır durumu ahlaki bakımdan insanların ister yurttaş olsun ister

yabancı olsun ülkenin gelecek yaşam beklentisi üzerinde ampirik gözleme dayalı olarak eşit

bir şekilde etkiye sahip olduğuna dair ahlaki düşünce noktasını öne sürerler. Yani şartlar

uygun değilken veya uygun iken herkes doğduğu yerde yaşamını devam ettirmek zorunda

mıdır? Bunu bir örnek ile daha açık hale getirebilirim. Eğer bir Norveçli bir Çadlıdan daha

Page 44: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

34

iyi bir yaşamı hak edecek bir şey yapsaydı uluslararası eşitsizliğin yüksek düzeyde olması

rahatsız edici bulunmayabilirdi fakat Norveçlilerin Çat yerine Norveç'te doğmaları onların

daha iyi bir yaşam sürmelerinin esas nedenidir. Bu değerlendirmeler doğrultusunda

Avrupa'nın Kuzeyine giderek oranın cazip sosyal, çevresel ve ekonomik avantajlarından

yararlanmak isteyen Çatlıları sınırlarına girmesini engellemek için her türlü kuvveti

uygulayan Norveçlilerin gerekçesi ne olabilir sorusu ortaya atılabilir. Kozmopolit

eşitlikçilerin gözünde Norveçliler hiçbir gerekçeye sahip değil.

Carens (1987, s. 252), ''Batılı liberal demokrasilerde vatandaşlığın, kişinin yaşama

olanaklarını büyük ölçüde artıran feodal ayrıcalığa eşdeğer modern ve kalıtsal bir durum

olduğunu belirtir. Vatandaşlık feodal doğuştan ayrıcalıklar gibi düşünüldüğünde kısıtlayıcı

vatandaşlığın haklı gösterilmesi zordur'' der. Eşitlikçiler sınırlar arasında şu anda var olan

büyük ekonomik eşitsizliklere çare olarak açık sınırları görüyorlar ve kısıtlayıcı bir durum

olmaksızın eşit vatandaşlığı öneriyorlar. Bununla beraber bir Avrupalının hayatının, sahra

altı bir Afrikalının hayatından daha değerli olmadığı düşünülürse, insanları ekonomik olarak

daha iyi bir yaşamadan mahrum bırakacak ve doğdukları ülkede kalmaya zorlanacakları bir

jeopolitik düzenlemeyi savunmak ahlaki olmasa gerekir. Sonuçta, birinin doğduğu yer,

kendi elinde olmayan bir meseledir, dolayısıyla ne Avrupa ne de Afrikalıların ahlaken iyi ya

da kötü yaşam beklentisini hak ettikleri söylenemez. Bunların yanında, eğer kişi eşitlikçi

temelli erdemlerin tümünü kabul etse bile, adaletin sağlanması anlamında istenen sonucun

tam olarak ortaya çıktığı açık değildir. Bazıları zengin devletlerin adaleti ve geliri sağlama

görevlerini yerine getirmek için başka yollarının olduğunu öne sürebilir. Mesela, Norveç

gelirlerinin bir kısmını cömertlik göstererek Çad'a aktarsa bunun karşılığında ise sınırlarını

kapalı tutma hakkını kullanmak isteyebilir. Bu ev içinde adalet dağıtma görevlerini yerine

getirme biçimimize benzer. Örneğin oldukça zengin birini düşünün servetini düşük gelirli

olanlarla paylaşma sorumluluğunun farklı yöntemleri vardır ve bu zengin yapmak istediği

yardımı ailesinden birisini fakir bir insanla evlendirmek yoluyla ya da evini başkasına açarak

yapmayı düşünmez. Buradan hareketle eğer bu zengin kişi evini fakir veya toplumun en alt

tabakalarına açma gereği duymuyor ise, Norveç'in neden fakir yabancıları kendi siyasi

topluluklarına davet etmesi gerektiği sorusu yöneltilebilir.

Bütün bu sorulara cevap olarak Alman filozof Kant, (1984, s. 242) ebedi barış isimli

eserinde cevap olarak Dünya vatandaşlığı iç ve dış hukuku içeren ve yazılmamış yasalar

dizgesinin tamamlanmasında zorunlu bir insan haklarını sağlayacak kamu hukukuna, oradan

Page 45: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

35

da kararlı bir biçimde ilerleyecek ancak övünülecek bir sürekli barışa yükselmesi

gerekmektedir der.

Bununla birlikte, kapsayıcı evrenselciliğin mutlaka açık sınırları onaylaması

gerekmediğinin savunan ve devletin yabancıları dışlama hakkını elde etmesi için dolaylı bir

evrenselcilik savunması geliştirenler de var. Bununla ilgili en ilginç tezlerden biri, zengin

liberal demokratik devletlerin, Dünyadaki fakirleri minimum düzeyde idare edilebilir bir

yaşam sürdürebilecekleri daha iyi bir konuma sokacak olan uluslararası kuruluşları

kurabilmek için yabancıların dışlanması gerektiğinin öne sürülmesidir (Christiano, 2008, s.

933-961). Bu tezi savunanlar bu uluslararası kuruluşların daha etkili bir şekilde

oluşturulmasının zenginliğin kaynağı liberal demokrasiler vasıtasıyla olacağını iddia

etmekteler. Bunun içinde de devletlerin kendi iç ekonomileri, kültürleri ve siyasi

ortamlarının daha huzurlu ve güvenli olmasıyla bu görevi üstlenmeye istekli olacaklarını

ortaya atarlar ve bunların olabilmesi için zengin liberal devletlerin istenmeyen toplu göçlerle

ilgili endişelerinin giderilmesini gerektiğini savunurlar. Bu nedenle, devletlerin kendi göç

politikalarını belirleme ve uygulama hakkını kabul etmeliyiz derler.

Sonuç olarak biz burada evrenselcilerin açık sınır politikası ve dünya vatandaşlığı

tezini desteklediklerini görmekteyiz. Her ne kadar evrenselciliğin farklı uzanım ve yorumları

olsa da evrenselciler genel anlamda açık sınırları savunurlar.

2.2.1.2. Özgürlükçülük

Özgürlükçülük her insanın eşit ve özgür olarak dünyaya geldiğini savunur.

Özgürlükçülük diğer adıyla liberteryenizme göre insanların özerkliğine dışarıdan herhangi

bir yönlendirmede bulunulması ahlaki değildir.

Özgürlükçülük göç ile ilişkilendirilerek eskiçağ felsefesinden bu yana tartışılmıştır. Bu

konuda Platon insanın ülkesini terk etmesine ilişkin özgür olup olmadığı üzerine şöyle der:

“Atinalılar arasından, yurttaşlar sırasına girip, devletin nasıl çalıştığını ve biz yasaların

nasıl işlediğini gördükten sonra bizden hoşlanmayan birine, isterse varını yoğunu alıp

dilediği yere gitme izini verildiğini de söyledik. Gerçekten de sizden biri, bizden ve

devletten hoşlanmayıp bir koloniye gitmek ya da herhangi başka bir yere göç etmek

isterse, yasalardan hiçbiri ne varını yoğunu alıp dilediği yere gitmesine engeldir ne de

böyle bir şeyi yasaklar” (2006, s.51d-e).

Page 46: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

36

Birisi bir devletin göç üzerindeki kontrolü ile karşı karşıya gelen birey haklarını

düşündüğünde, bir yabancının hareket etme özgürlüğü akla gelecektir. Bununla beraber,

Carens'ın (1987, s. 253), vurguladığı gibi, siyasi toplum bir bütün olarak göç üzerine egemen

olduğunda, göç edilecek ülkede yaşayanlarda mağduriyet yaşayabilir. Amerika Birleşik

Devletleri'nden bir çiftçinin Meksika'dan işçi almak istediğini varsayalım. Hükümetin bu

davetin yapılmasını yasaklama hakkı yoktur. Meksikalıların gelmesini önlemek, hem

Amerikalı çiftçilerin hem de Meksikalı işçilerin gönüllü olarak iş verme ve işçi olma

haklarını ihlal eder. Bütün bunları göz önüne aldığımızda bir devletin kriterler koyarak seçici

göç politikası ortaya koymasının bireysel haklara saygısızlığı katlayarak arttırdığı ileri

sürülebilir, çünkü bu uygulama hem yabancıların hareket özgürlüğüne hem de içeriden gelen

kişilerin yabancılarını topraklarına davet etme haklarına müdahale eder. Özgürlükçü tezleri

savunan birisi, bir devletin göç üzerine egemenliğinin özgürlük anlamında sınırsız haklara

sahip bireylerle beraber değerlendirilmesinin anlamsız olduğunu öne sürmekte haklıdır. Öte

yandan neden bireyin hakkının her zaman üstün geldiğini varsaymamız gerektiği açık

değildir. Bireysel haklar her zaman tamamen genel ve mutlak olsaydı, kesinlikle devletin

hakkı devredilecekti.

Örneğin, bir kişinin hareket özgürlüğü hakkının olması, ona izni olmadan başkasının

evine girme hakkını vermez, öyle ise hareket özgürlüğünün bu kişiye neden siyasi

topluluktan bir bütün olarak izin almadan o ülkenin topraklarına girme hakkı verdiğini

sormak zorundayız. Bununla beraber mülkiyet hakları genel ve mutlaktır ve bir mülk sahibi

yabancıları tek taraflı olarak topraklarına davet etme hakkına sahiptir. Diğer taraftan, Alman

filozof Kant (1984, s. 241) dünya vatandaşlığı anlayışını hukuki zeminde ele alırken,

insanların dünya üzerinde özgürce dolaşabilecekleri ama misafir oldukları yerde düşmanca

bir davranışa girmemeleri ve aynı şekilde ev sahibi ülkenin de bu kişilere düşmanca

davranmaması gerektiğini, çünkü bunun bir hak olduğunu belirtmektedir. Bu bağlamda

davet edilen kişilerin ve davetçinin de uyması gereken ahlaki kurallar olduğu açıktır.

Diğer taraftan varoluş felsefesi ile göç olgusuna farklı bir bakış açısı getirmekte

mümkündür. Varoluş felsefesine göre varlık özden önce gelir. Bunun anlamı insan dünyaya

geldiğinde önce vardır. Daha sonra her insan bir tanımlama ve belirlemeler ile özünü inşa

eder (Sartre, 2005, s. 63). Ancak özünü oluşturan insan için özgürlük olmazsa olmazdır. Bir

belirlenmişlik ya da zorunluluk insanın özgürlüğüyle bağdaşmaz. Yani insan kendi varlığına

ancak özgürlüğü ekleyerek özünü oluşturabilir. Özgürlüğün önünde bir engel olarak duran

Page 47: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

37

coğrafi sınırlamalarda insanın özüne ulaşmasına engeldir. Bu bakımdan varoluş felsefesini

savunanlar açısından insanın özünü oluşturmasında herhangi bir engel kabul edilemezdir.

Varoluş felsefesinin önemli temsilcilerinden Foulkuie'nin metinlerinden bunu çıkartmak

mümkündür. Şöyle der Foulkuie:

“Ben bir köylünün ve ya bir tüccarın oğluyum. Sıcak bir memlekette ve yahut karlı bir

dağda büyüdüm. Çelimsiz ve ya güçlü kuvvetliyim. Bütün bunlar benim elimde

olmayan şeylerdir. Ama ben benim dışımda var olan ve beni dışardan çeviren bu şartlara

karşı istediğim şekilde hareket edebilirim. Onlarla öğünebilirim ve ya onları iğrenç

bulabilirim. Onları kabul etmek ve benimsemek gibi onlara karşı isyan etmek de

elimdedir. Onları ben seçmedim ama onlara karşı almak istediğim tavrı ben seçebilirim.

Egzistansiyalistlerin ifadesi ile onların mesuliyetini ben yükleniyorum. Geçmişte ben

fena bir öğrenciydim. Okuldan kaçar stadyuma giderdim. Bu gün artık bu maziyi

değiştirmek mümkün değil, ama ona karşı tavır ve hareketlerimi değiştirmem kabildir”

(1973, s. 33).

Her an yeni bir hal alan insan için evrim, tekâmül şeklindedir. İnsan bulunduğu kültür

ve değerler havzasında kendisi için bir dünya inşa sürecindedir ve varoluşunu

gerçekleştirerek tekâmül eder. Seyir halinde olan insan menziline doğru bir yönelim

içindedir. Oluş halinde olan insanın göç ile arasındaki ilişki de bu seyir halinde oluşundan

gelmektedir (Bayraktar, 2018, s. 15).

2.2.1.3. Demokrasi

Demokrasi öz olarak halkın özgür iradesiyle kendisini yöneteceklere karar vermesi

anlamına gelmektedir. Buna göre halk içinden herhangi bir birey yöneten olmak ya da

yönetilen olmakta özgürdür. Demokrasi ile seçkin bir tabakanın oluşumunun engellemesinin

yanı sıra yönetilen ve yönetenler arasındaki ayrımın son bulması amaçlanmıştır. Bu

bağlamda demokrasi halkın kendi arasında eşitliğidir. Rousseau bunu ''Yasalara boyun eğen

halk, onları koyan halkın kendisi olmalıdır'' diyerek anlatmıştır (Rousseau, 2012, s. 36).

Modern anlamda demokrasi özgürlük ve eşitlik fikriyle anlam kazanmıştır. Bu tanım

bağlamında modern demokrasiyi savunabilmek için mülteciler bu demokrasi halkasını

neresinde durmaktadır? Modern Dünya’da mülteciler egemen yasaların konusu olmaya

devam etmekle birlikte karar vericilerden olmamayı da sürdürerek demokrasinin demokratik

katılımda bir eksiklik olarak kalmaktadır. Mülteciler demokratik ve adil bir siyasal düzen

için tehdit olmadıklarını aksine demokratik siyasete bir katılım daveti sunmaktadır. Böylece

dışlanmış bu insanlar demokratik bir siyasallık fırsatı ortaya koymaktadır (Karabulut, 2017).

Page 48: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

38

Kapalı sınırları savunanların argümanları bölümünde, Cole demokratik yönetişimin

kapalı sınırların olmasına bağlı olduğu görüşünü ortaya koyar. Ancak, Abizadeh (2008, s.

38), demokratik ilkelerin bir devletin tek taraflı olarak yabancıları dışlama hakkı ile uyumsuz

olduğunu savunmak için açık sınırları savunan düşüncesini derinleştirir. Onun düşüncesine

göre, gerçekten demokratik bir siyasi meşruiyet teorisini yurt içinde kabul eden herkes tek

taraflı yerel devletin sınırlarını kontrol etme ve kapatma hakkını reddetmeyi taahhüt eder.

Onun argümanı iki temel öncüle dayanır. Birincisi ahlaki ikincisi ise tanımlayıcıdır. Ahlaki

olan öncül, bir devletin zorlayıcı olmasının bütün bireyler için geçerli olmadıkça meşru

olmadığıdır. İkinci öncül ise tamamen açıklayıcı gözleme dayanır; bir devletin istenmeyen

göçmenleri zor kullanarak engellemesiyle yabancılara baskı uygulamasının söz konusu

olacağıdır. Bu iki görüşün ışığında Abizadeh bir devletin tek yanlı olarak yabancıları

dışlayamayacağı sonucuna varır. Başka bir ifade ile; bir devletin, yabancılara karşı kısıtlayıcı

göç politikasının onaylanıp onaylanmamasının karar verileceği bir referandumda oylama

yapmadan önce, yabancıların zorla sınırlandırılmasının kabul edilemez olduğunun ileri

sürülmesidir.

Demokrasi açısından açık sınırları savunanların en önemli vurgusu eşitlik ve

özgürlüktür. Bunun kapsayıcı bir şekilde mültecileri de içine alacak şekilde

genişletilmesinin ahlaki olduğunu ortaya koymaktadırlar.

2.2.1.4. Faydacılık

Faydacı ahlak anlayışı fiilin sonucunda ortaya çıkan çıkara göre değerlendirme yapar.

Faydacılığı savunanlara göre değerli olan tutum yarar sağlayan eylemdir. Buna göre

davranışın sonucunda yarar varsa, eylem ahlakidir. Faydacılık açısından çıkmaz ise ikili

muamelede birisinin fayda sağlarken diğerinin bundan zarar görmesidir. Yararcı teoriye

göre, tüm insanlar, kendi haz ve mutluluklarına ulaşmak için çabalarlar. Deneyimci

yöntemle bilgi edinmeyi ahlaki alana uygulamak isteyen yararcılar, insanları

gözlemlediklerinde her insanın hazza ulaşmak için çıkarının peşinde koştuğunu, buradan

hareketle yararcılığın ahlaki bir değer olması gerektiğini iddia etmektedirler.

Deneyimci/tecrübi ve gözleme dayalı yararcı İngiliz düşüncesinin başlangıcı Thomas

Hobbes'a dayanır. Hobbes'a göre, bir insanın arzusu onun hazzıdır ve bu haz onun için iyi

olandır. Haz ve acı, iyi ya da kötünün belli bir sonucudur. Ona göre, bir kimsenin

menfaatinin onun hazzı oluşu ve aynı zamanda bu hazzın o kimse için iyi olarak

Page 49: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

39

değerlendirilmesi, herkesin kendi hazzını istediği ve her insanın, hazzı iyi olduğu anlamına

gelmektedir.

Yararcılığın en önemli temsilcileri J. Bentham (1748-1832) ve J. Stuart Mill (1806-

1873) olarak kabul edilir. J. Bentham (1748-1832) ve J. Stuart Mill (1806-1873),

yararcılıkları gereği mutluluğu niceliksel ve niteliksel olarak ele alır (Kesgin, 2011, s. 137).

Bentham, toplumsal yararcılığın ilk formüllerini ve toplumun genel esenliğini en

yüksek ahlaksal ilke olarak nitelendiren Hutcheson'dan aldığı "en büyük sayıdaki insanın en

büyük mutluluğu" ilkesini vurgulayarak niceliksel bir mutluluğu öne çıkarmaktadır. Böylece

yararcılığı bireyci ve egoist bir kuram olmaktan kurtarma çabası içine girer (Akt. Gürbüz,

2014, s. 134-139). Bentham felsefesi İngiltere sınırlarını aşarak tüm Avrupa ve Amerika

kıtasında yaşamın tüm alanlarında kendisini göstermiştir.

Mill ise yararcılığı mutlulukta en üst seviyeyi yakalamak için yarar ilkesini ya da en

yüksek mutluluk ilkesini “eylemleri haz sağladıkları oranda doğru-iyi, acıya neden oldukları

oranda yanlış-kötü olarak kabul eden ilke” şeklinde tanımlamaktadır (1986, s. 1). Böylece

Mill, niteliksel bir mutluluğu öne alır. Mill, herkesin fayda ilkesinin nihai amacı olan

mutluluğu arzu etmesinden hareket ederek mutluluğun arzu edilir olduğunu, bunun sonucu

olarak mutluluğun sebebini teşkil eden fayda ilkesinin de arzu edilir olduğunun

ispatlanacağını savunmaktadır (1986, s. 55).

Faydacılığı diğer adıyla ''Pragmatizm'' terimini ilk kullanan Charles Sanders Peirce

İngilizce olarak "Pragmatisism," şeklinde kullanmıştır. William James ise ''Pragmatism''

şeklinde kullanır. James, pragmatizm kavramının kökeninin eylem anlamına gelen Yunanca

"pragma" kelimesi olduğunu, bu terimden de ''pratik'' ve ''pratik olan'' terimlerinin türediğini

anlatır. James pragmatizmin, köken itibarıyla Avrupalı ancak nitelikler bakımından

Amerikalı olduğunu öne sürer (Akt. Bilgin, 2010, s. 164-165). Bu bağlamda pragmatizmin

oluşmasında Anglo-Sakson etki vardır. Pragmatist siyasal eylemler İngiliz yararcılığına

dayandırılır (Kesgin, 2011, s. 85).

Pragmatizm bir değer oluştururken insanın bizzat tecrübesini esas alır. Bu noktada

pragmatizm, insanın yaşayarak elde ettiği bu tecrübesinin, kendisine yarar getirecek şekilde

sonuçlanmasını gerekli gören ve buna değer veren bir felsefi yaklaşımdır. Pragmatizmde

insan hayatından kopuk, ona yön vermeyen herhangi bir fikrin değeri olamaz. Her türlü işe

yarar düşünce, eylemle birlikte oluşmalıdır. Bu noktada pragmatizmde, ihtiyaçları karşılayan

Page 50: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

40

ve eğilimler doğrultusunda fayda üreten pragmatik doğruluk kavramı kullanılır.

Pragmatizmi daha iyi anlamlandırabilmesi onu doğuran şartlar olan Amerikan düşünce tarihi

ve sosyal-siyasal yaşamında araştırılmalıdır (Kesgin, 2011, s. 83-86).

Faydacılığı savunanlar göçü de faydacılık yönüyle ele alırlar. Açık sınırlar için

faydacılığı savunanlar hareket özgürlüğünü sınırlandırmanın verimsizliğe yol açacağını ve

bunun kabul edilemez olduğunu vurgularlar. İnsanları bölgesel sınırlar içinde zorla

sınırlandırmanın en iyiye ulaşmayı engellediğine dair çok sayıda tez vardır. Bu tezlerden en

bariz olanı ekonomik verimsizlik olacağı endişesidir. Buna örnek verecek olursak Ortadoğu

veya Afrika'daki dahilerin bilimsel çalışma yapma olanaklarının olmaması ve göç

etmelerinin engellenmesi Dünya'nın bilimsel gelişimine engel olacaktır. Bu savı şu şekilde

kuvvetlendirebilirim. İnternetin tüm Dünya'da kullanılmaya başlaması ile birlikte bilimsel

çalışmalar nasıl hızlı bir şekilde yaygınlaşmış ise elbette sınırların kalkması ile iletişim

artacak ve bunun sonunda her alanda insanlığın faydasına olan hem bilimsel hem de sanatsal

çalışmalar insanlığı daha ileriye taşıyacaktır. İnternet bilgi için nasıl bir iletişim ağı kurarak

en iyiyi ortaya çıkarıyorsa insanlar arasında sınırların kalkması ile insanların faydasına

olacak bilimsel, ekonomik, sanatsal vb. çalışmaların, Dünya'nın en iyiye ulaşmasını

sağlayacağı iddia edilebilir. Buna herhangi bir gerekçe gösterilmeksizin karşı çıkmak,

sadece erkeklerin mühendis olarak kadınların ise hemşire olarak çalışabileceği bir sistem

oluşturarak dünyada çok sayıda mükemmel yetenekte kadın mühendis ve hemşire erkekten

dünyayı mahrum bırakmasına benzer. Ülkelerin yabancıları dışlama hakkına sahip olduğu

bir jeopolitik sistemde, ne yazık ki dünyanın en sağlam işgücü piyasasına erişimi engellenen

yabancıların yeteneklerinden ve iş ahlakından yararlanılamamaktadır. Bütün bu

değerlendirmeler ışığında, göçmenlik üzerinde herhangi bir sınırlama olmaması insanların

ortalama olarak daha iyi yaşama kavuşacağına inanmak için mantıklı görünüyor.

Bu iddiaların yanında, bir kişi göçmenliği kısıtlamanın bazı yönlerden faydalı olup

olmadığını sorgulamadan dünyayı her bir devletin kendi bölgesinde egemen olduğu ayrı

devletlere ayırmanın yararlarını savunabilir. Bu görüş, bu tür devletler sisteminin sağladığı

avantajların verimsizliğe sebep olan etmenlerden daha ağır basması halinde mantıklı

görülebilir. Örneğin son dönemde Suriye'de devam eden iç savaş nedeniyle sayıları

milyonları bulan göçmenler hayatlarını kurtarmak için Türkiye'ye gelmiştir. Türkiye açık

sınır politikası izleyerek göçmenlere kapılarını açmıştır. Suriyelilerin ekonomiye etkilerine

baktığımızda kayıt dışı istihdamın olumlu ve olumsuz etkilerini görmek mümkündür.

Page 51: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

41

Olumsuz etkilerin yanında Suriyelilerin istihdam yaratması, kaynakların etkin dağılımına

neden olması, rekabet gücünü artırması gibi olumlu etkilere sebep olduğu da görülür (Yıldız

& Yıldız, 2017, s. 35-36). Açık sınırların kazancının maliyetlerden ağır basacağını varsaysak

bile, açık sınırlar için faydacı görüşün tek başına belirleyici olduğunu söylemek mümkün

değildir.

2.2.1.5. Dini Gerekçeler

Bu bölümde semavi dinlerde göç, mültecilik ve misafir kavramlarını dini müktesebat

açısından ele alınmaktadır. Son din olması nedeniyle İslam dininin bu kavramlara bakışının

daha net olduğu açıktır. Yahudilik ve Hristiyanlık açısından ise birinci ve ikinci ahitten

alıntılar yaparak bu dinlerin göç ve mülteciliğe bakışı değerlendirilmektedir. Ancak her üç

din içinde teolojik kaynaklar bize dünyanın tüm insanların kullanımına verildiğini anlatır

(Kur’an-i Kerim, 7:10). Bu hak Adem'in yeryüzünde yeni bir başlangıç yapması ve onun

mirasını ve misyonunu onun çocuklarının devralmasıyla ilgilidir.

İslam hukuku açısından bakıldığında iltica talebinde bulunan kişi veya toplumlara

yönelik birtakım koruma sistemleri uygulanmıştır. Şartları ve sunduğu imkânlar açısından

bu koruma hukuku üçe ayrılır. Bu kavramlar eman, zimmîlik ve muhacirlik olarak

sınıflandırılır. Hukuk terimi olarak eman: İslam ülkesine girmek veya İslam ordusuna teslim

olmak isteyen gayrimüslime veya gayrimüslim ülkeye girmek isteyen Müslümana can ve

mal güvencesi sağlayan taahhüt anlamına gelmektedir (Bozkurt, 1995: XI/75; Mevsılî, 1937:

IV/135;). Eman dileme, mevcut haklarından mahrum kalan insanların başvurduğu bir

yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. Savaş esnasında canının bağışlanması, işlediği bir suç

sebebiyle öldürülme korkusu yaşaması, yolculuk sırasında yol emniyetinin sağlanması,

ellerinden alınan mallarının kendilerine iade edilmesi, düşmanları tarafından toplum dışı ilan

edilme, kan davaları gibi çeşitli sebeplere dayalı olarak eman istenebilmektedir (Cevâd,

1993, s. 354). Zimmîlik ise gayrimüslime İslam ülkesinde cizye karşılığında güvenli bir

şekilde yaşamını sürdürme hakkının verilmesi olarak tanımlanır. Bu hakları kullananlara

zimmi veya ehli zimme denilmektedir (Mevsılî, 1937: IV/136; İpşirli, 1995: XI/77). Muhacir

kavramı ise Mekke'de yaşama hakkı tanınmayan Hz.Peygamber ve Müslümanların

Medine'ye göç etmesiyle ortaya çıkar. Özelde bu olayı kasteden muhacirlik genelde ise

gayrimüslim ülkeden İslâm ülkesine göç eden Müslümanlar için kullanılır (Önkal, 1998:

XVII/458). Muhacirlik statüsü ise, hicret edilen ülke tarafından muhacire tanınan hak ve

Page 52: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

42

yetkileri ifade etmektedir. Hz. Peygamber, Medine'de muhacir ile ensar arasında kardeşlik

anlaşması kurmuştur. Bu bağ o kadar güçlüdür ki, taraflar bir akraba gibi birbirlerine mirasçı

olabiliyorlardı. Ancak daha sonra Kur’an-ı Kerim’de birbirlerine mirasçı olma yönünden

akrabaların daha evla olduğuna işaret edildiğinden bu uygulamaya son verilmiş oldu.

Yahudiliğin göç ve mülteciliğe bakışını ise eski ahitten anlayabiliriz. Eski ahitte,

misafir; zayıf durumlarından dolayı sık sık haksızca zarar gören fakirler, dullar ve yetimlerin

bir parçası olarak görülür (Hiers, 2010, s. 75-79). Bu sınıfın korunması için Yahudiler

arasında yaşayan misafirlere Yahudilerin sahip olduğu haklar verilir denilmektedir (Exod,

12: 48-49; Num, 9: 14).

Reed, (2010, s. 63-64) ''Mülteci hakları ve Devlet egemenliği'' isimli çalışmasında, eski

ahitte bölgesel sınırların ahlaki değerleri hakkında dini bakış açısının siyasi faaliyeti haklı

çıkarması için baskıcı ve düşünülmeden uygulandığını vurgular. Yeni ahitte ise bakım görevi

kapsamı genişler. Hıristiyan bilginleri, özellikle mükemmel insanın bakım yükümlülüğünü

görevini yerine getirmede bakım yükümlülüğü ve bu bakımın derecesinin ne olması

gerektiğine kafa yorarlar (Matta, 25: 31-45). Ancak Hristiyan dünyasında da dini anlamda

tek seslilik bulmak elbette mümkün değildir. Wells, (2004, s. 39) ''Improvisation: the Drama

of Christian Ethics'' adlı eserinde Hristiyanların dünyayı Kiliseye dönüştürmeye çalışarak

''kiliseyi ve dünyayı birbirine karıştırmasını, sanki dünya kiliseymiş gibi davranmasına''

neden olan etik görüşleri eleştiriyor.

Üç semavi dinin göç ve mülteciliğe bakışında İslam dini kaynaklarının çok sayıda

olması İslam dininin mülteciliğe bakışını daha netleştirmektedir. İslam dininde mülteci

statüsü, üç himaye kavramın arasında daha çok emana benzetilmiştir. Bu kanıya varılırken

her iki kavramında himayeye muhtaç kişiye güvenlik garantisini vermesi ve geçici ikamet

imkânı tanıması benzerlik olarak öne çıkmıştır (Durmaz, 2014, s. 51). İslam dininin

mültecilik konusuna bakışı, öz olarak zulme uğrayan kim olursa olsun onun can güvenliğini

temin etmektedir. Bunu yaparken de zulme uğrayan insan olması İslam dini için yeterli

gerekçedir. Ancak göç ve mültecilik konusunda da İslam dini her insanın yaşam hakkını

öncüllerken bunları sınıflandırmıştır. Öte yandan yardımseverlik, merhamet, ülfet, diğer

kamlık ve zulme uğrayanın yanında durmak gibi İslam dininin önem verdiği erdemler

mülteci olmak zorunda kalmış Müslümanlara ve Müslüman olmayanlara karşı ahlaki bir

duruşun temellerini oluşturmaktadır. Bununla beraber İslam dini Müslümanların

üstünlüğünü net bir şekilde ortaya koyduğu için Müslüman olanlar ile Gayri Müslimlere

Page 53: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

43

yönelik yaşama hakkını garanti edecek yaklaşım içine girerken her ikisine uygulanan

teamüller farklılık arz etmektedir. Diğer semavi dinlerde ise kaynaklarının azlığı ve tahrif

olma ihtimali Hristiyanlık ve Museviliğin mülteciliğe bakışı hakkında net bilgiler

vermemekte, bununla beraber eski ve yeni ahitte misafirperverlik temelli ve toplumun zayıf

kesimlerine hitap eden bölümler karşımıza çıkmaktadır.

2.2.1.6. Koşulsuz Konukseverlik

Koşulsuz konuk severlik hakkında en bilinen felsefi bakış Levinas'a aittir. Levinas,

etik ile politikayı net bir şekilde birbirinden ayırır. Levinas için bu ikisi, alanları birbirinden

tamamen ayrı olan iki disiplin olarak görülür. Politika, savaşın öngörülebilirliği üzerine

kuruludur. Savaş durumunda ahlaka ait ne varsa yok sayılır. Geleneksel felsefe politikayı,

yani kazanmak için her yolu kullanmayı akıl veya akıllı olmakla özdeşleştirir. Böyle olunca

varlık da kendini felsefi düşünceye savaş biçiminde ifşa eder (Levinas, 2003a, s. 91).

Levinas, geleneksel felsefenin dışında yeni bir felsefi bakış geliştirir. Bu felsefe yapma

biçimi ötekine ve her zaman başka kalana alerji duymayan, bu alerjiden yola çıkmayan bir

felsefedir (Levinas, 2003b, s. 131). Ben, Öteki'ne şiddet uygulamak yerine onu sahiplenir ve

onun sorumluluğunu tümüyle kabul eder: Aynının egemenliğini ayakta tutan iktidarın

doluluğu, başkasını ele geçirmek için değil, ona destek olmak için başkasına doğru genişler.

Ama başkasının yükünü üstlenmek, aynı zamanda, başkayı tözselliği içinde onaylamak, onu

benin yukarısında bir yere yerleştirmektir (Levinas, 2003a, s. 124).

Levinas'ın etiği sorumluluk etiğidir. Fakat Levinas’ın sorumluluğu geleneksel

anlamda tanımlanan kişisel sorumluluktan farklıdır. Kişinin sözleri ve eylemlerinden

sorumlu tutulduğu geleneksel sorumluluktan ayrı olarak Levinas'ın sorumluluk anlayışında

bir kişinin ''Ben'' diyebilmesinin koşulu öteki için duyduğu sorumluluğa bağlıdır (Çırakman,

2000, s. 180). Dolayısıyla Levinas, benin karşısına ötekiyi konumlandırmamış aksine

öznenin kendini kurmasını ötekiye karşı duyduğu sorumluluğa bağlı kılmıştır. Gerçeklikten

veya öznellikten yola çıkan geleneksel felsefenin aksine Levinas ötekiden başlar. Levinas’ın

merkeze aldığı öteki, farklı olanı aynıya indirgeyen ve ötekinin başkalığını yıkan

indirgemeci geleneksel felsefeden bambaşka bir yöndedir. Levinas için öteki kavranamaz,

bilinemez; çünkü öteki sınırsız ve indirgenemez başkalıktır (Kibar, 2010, s. 443). Ötekiyle

ilişkiyi sonsuz bir sorumlulukla kuran Levinas'a göre misafirperverlik yüze kendini açmanın,

daha açık söylersek yüzü ağırlamanın adıdır (Derrida, 2010, s. 562). Levinas’ın yüz kavramı

Page 54: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

44

ile kastettiği beden veya bir biçim değildir. Levinas şöyle ifade eder: Yüzle ilişki, aynı

zamanda tamamıyla zayıf olanla, tümüyle sergilenmiş, çıplak ve soyunmuş olanla ilişkidir,

soyunma ve bunun sonucunda da yalnız olanla ve ölüm diye adlandırılan en derin yalnızlığa

uğrayabilecek olanla ilişkidir; dolayısıyla sonuçta ötekinin yüzünde daima ötekinin ölümü

vardır ve böylece bir biçimde, cinayete kışkırtma, sonuna dek gitmeye, ötekini tümden göz

ardı etmeye eğilim vardır, aynı zamanda yüz, işte çelişkili olan da bu, öldürmeyeceksindir.

Öldürmeyeceksin daha da açılabilir; bu ötekini tek başına ölüme bırakamayacağının

olgusudur (Direk & Gökyaran, 2010, s. 242-243). Görüldüğü gibi yüz ile kastedilen öteki

için duyulması gereken sorumluluğa davettir. Öteki ile ilişkideki sorumluluk hiçbir zaman

tamamlanamayan bir sorumluluktur. Bu bağlamda Levinas’ın koşulsuz sorumluluk fikri ev

sahibi ile misafir ilişkisini tersine çeviren koşulsuz misafirperverlik deneyimi olarak ortaya

çıkar (Gültekin, 2014, s. 20).

Levinas’ın öne sürdüğü etik, her türlü münasebetten önce, kurulacak bütün ilişkilerin

her iki taraf adına hesabının verileceği bir etik ilişkidir. Buna göre ben, kendisi ile ve başkası

arasında kurulacak her ilişkinin sorumluluğunu almadan adım atamaz. Dolayısıyla, koşulsuz

konukseverlik yasası politikanın, dolayısıyla karşılıklılığın ötesine uzanır (Derrida, 1999, s.

29). O öyle bir konukseverliktir ki bir beklenti veya fayda içermez bunlara ilaveten herhangi

bir ilke veya kurallar dizininden özgürleşmiştir. Öteki ile kurulan sonsuz ilişki içinde ötekine

sunulan bir ağırlamadır. Şartsız ve mutlak konukseverlik sadece belirlenmiş bir yabancıya

değil, mutlak anlamda bilinmeyene, yani adı dahi bilinmeyene, dolayısıyla hiçbir beklenti

olmadan kabul edilene sunulur.

Koşulsuz konukseverlikte karşılama herhangi bir bilginin ya da rasyonel bir sunumun

çerçevesinde gelişmez. Burada etiğin riskli ve rasyonel olmayan düzeni, bilgi ufkunu tıkayan

bir karar verilemezlik vardır (Smith, 2005, s. 70). Hesaplanmaya indirgenemeyecek bir

aciliyet ve tamamlanabilir olmayan bir bilgi eksikliği vardır. Bu karar verilemez durumda,

konuk olan başkasına karşı verilebilecek tek yanıt, ''hoş geldin'' olmak durumundadır. Yani

mutlak konukseverlik durumunda, geleni koşulsuzca konuk etmeliyimdir.

Yukarıda yazılanlardan Levinas’ı bir an için hümanist bir filozof olarak

değerlendirmek mümkündür. Ancak Levinas’ın ''öteki'' dediği aslında kimdir? Levinas bu

soruya 1982 yılında Shloma Malko tarafından davet edildiği radyo programında cevap

vermiştir. Programın konusu İsrail ve Yahudi ahlakı üzerinedir. Levinas 1982 yılında Sabra

ve Şatilla'daki Filistinli sığınmacıların İsrail Ordusu’nun gözetiminde Falanjistler tarafından

Page 55: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

45

katledilmesinin akabinde yapılan bu radyo programında onun kastettiği ötekiyi anlatmıştır.

Programı sunan, Shlomo Malka, Levinas'ı ötekinin filozofu olarak isimlendirirken,

İsraillinin “öteki”sinin "herşeyden önce Filistinli" olup olmadığını sordu. Levinas’ın cevabı:

"Başkası tanımım tamamen farklıdır. Başkası, akraba olması zorunlu olmayan ancak

akraba olabilecek olan komşudur. Bu anlamıyla eğer başkası içinseniz komşunuz

içinsinizdir" (Akt. Eisenstadt & Katz, 2016, s. 10).

Levinas verdiği cevapla şaşırtmıştır. Başkasını akraba olabilecek komşuya indirgeyen

Levinas kendi okuyucularını şaşırtmıştı. Levinas’ın bu cevabı politik kaygıyla vermediğini

düşündürecek bir neden yoktu. Levinas'ın Malka'nın sorusuna verdiği cevap onun ötekisinin

ayrıştırıcı olduğunu gözler sermektedir. Levinas verdiği cevaplar ile katliamı neredeyse

desteklemiştir. Levinas devam eder:

"Fakat komşunuz, bir başka komşuya saldırıyor veya haksızca davranıyorsa ne

yapabilirsiniz ki? Burada başkalık farklı bir karaktere bürünür. Başkalıkta bir düşmanlık

bulabilir ya da en azından kim doğru, kim yanlış, kim haklı kim haksız sorularının

cevabını bulma sorunuyla yüzleşiriz. Yanlış yapan insanlar vardır" (Akt. Eisenstadt &

Katz, 2016, s. 10).

Levinas’ın bu konuşmasından anlaşılacağı üzere Levinas ötekileri ayrıştırmıştır. Ona

göre öldürmeyeceksin dediği öteki, Yahudi kavmidir. Kendi beni de Yahudi kavmiydi. O

beni de ötekiyi de kendi ırkını veya dinine indirgemişti. Radyo programı göstermiştir ki onun

daha önce ortaya koymuş olduğu felsefi iddia tüm Dünya için bir kardeşlik manifestosu gibi

görünürken bir anda nefreti körükleyen bir hal almıştır. Bunun Levinas’ın koşulsuz

konukseverlik felsefesini anlamaya çalışanlar üzerinde bir travmaya yol açtığı açıktır.

2.2.1.7. Derrida'nın Konuksev/ er/ -mez-liği

Derrida'nın konukseverliğe ilişkin analizi temel olarak koşulsuz, saf bir konukseverlik

etiğinin imkansızlığı, koşullu konukseverliğin ise konukseverlik olarak kendi kendisini yok

edecek bir pratik olduğu düşüncesine dayanır. Böylece konukseverliğin ne olduğu

konusunda okuyucuyu kesin bir karar verilmezlik deneyimi ile yüzleştirmeyi amaçlar. Söz

konusu karar verilemezlik deneyimi, başka bir deyişle konukseverliğin imkansızlığına

ilişkin deneyim, Derrida'ya göre paradoksal bir biçimde konukseverlik pratiğinin koşuludur.

Derrida’nın koşul kavramı üzerinden ele aldığı konukseverliği ele alması, özellikle iki

filozofun görüşleri üzerinden vücut bulur. Bu iki filozof E. Levinas ve I. Kant'tır. Levinas'ın

ilksel felsefe hatta belki de felsefe öncesi ilksel deneyim olarak değerlendirilebilecek etik

Page 56: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

46

anlayışı koşulsuz konukseverliği, Kant’ın ''Ebedi Barış Üzerine Felsefi Bir Deneme'' adlı

yazısında ele aldığı ve politik bir uygulama olarak değerlendirdiği konukseverlik düşüncesi

de koşullu konukseverliği temsil eder. Derrida'ya (2012, s. 8) göre, Kant’ın konukluk hakkı,

hak olmak bakımından ahlakın değil hukukun konusudur. Öyle ki başlıkta dünya

vatandaşlığı hukuku kavramına vurgu yapılmaktadır. Bu anlamda konukseverlik Kant

(1984, s. 241) açısından insan severlikle ilgili değil haklarla ilgili bir kavramdır. Kant şiddeti

ortadan kaldırmak isterken, Levinas ortaya çıkmasını engellemeye çalışır. Bu nedenle Kant

koşullar ve sınırlamalar ortaya koyarken Levinas tüm koşulları kaldırmaya çalışır. Kant için

doğal olan savaştır, barış ise savaşın kesilmesi durumudur. Oysa Levinas için doğal durum

bir barış durumudur. Levinas koşulsuzluğun, dolayısıyla şiddetsiz bir barışın ancak ve ancak

iki insan arasında eşsiz bir ilişkiyle gerçekleşebileceğini düşünür (Derrida, 1999, s. 44).

Derrida'ya her iki analizin de çıkmazlar ürettiğini gösterecek bir eleştirel okuma

yapmak suretiyle konukseverliğin ne olduğu konusunda karar vermeyi imkansız kılar.

Derrida'ya göre aralarındaki bunca farka rağmen her iki filozof da şiddetin olmadığı bir ilişki

biçimi ararlarken şiddet üreten yeni ilişki biçimleri üretmişlerdir. Kantçı koşullu

konukseverlik, ötekini sert koşullarla belirleyen, sınırlayan ve onun kendine haslığını

elinden alan bir şiddet uygulayıp konukseverliği bir konuksevmezliğe dönüştürürken,

Levinasçı koşulsuz konukseverlik, ev sahibini konuğun rehinesi haline getirmek suretiyle

şiddete dayalı ilişkiyi tam aksi yönden kurmuştur. Gelinen nokta artık konukseverliğin ne

olduğu noktasında karar vermenin imkânsız olduğu bir noktadır (Rutli, 2017, s. 130-141).

Derrida koşulsuz konukseverlik ile koşullu konukseverlik arasında bir bilinmezlikte

yer alması yine de onun konuksevmezliğinin baskın olduğu anlamına gelmemeli.

Günümüzde batıda neşet eden ırkçı dalganın yükselişi ve mültecilere karşı katı tutumları göz

önüne alınırsa, Derrida'nın bu ırkçı dalgayı savunmayan bir noktada olduğu görülebilir. O

misafirperverliğin olması için hem konuk hem de konuk eden için bir denge arayışındadır.

Bu yüzden onun bu konuyu bakışı açık sınırları savunanlar alt başlığına alındı. Tüm bu

değerlendirmelerden sonra Derrida’nın konuksever-mez-liğinin Levinas ve Kant arasında

bir çıkmazda olduğu açıktır. Ancak Levinas öteki diye tanımladığı kişiyi metinlerin aksine

bir şekilde radyo programında açıklamıştı. Bu noktada Derrida’nın Konuksever-mez-liği

teorisinin Levinas’ın ötekisiyle ele alması da Derrida’yı çıkmaza sürükleyebileceği de

gerçektir.

Page 57: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

47

2.2.2. Kapalı Sınırları Savunanların Tezleri

Kapalı sınırları savunanlar daha korumacı ve kendi kendine yetebilen ülkelerin

başkalarını dışlamasını benimserler. Onlar kendi kültürel değerlerinin yabancıların etkisiyle

bozulabileceğini öne sürerek sınırların kapalı kalmasını istemektedirler. Bunun yanı sıra

ekonomik refahtan yabancıların faydalanmasının kendi yaşam konforlarında gerilemeye

sebep olacağını öne sürmektedirler.

Amerikalı felsefeci Hardin bunu denizde yol alan bir bot metaforuyla anlatmıştır.

Gelişmiş bir devleti denizde yol alan bir bota benzeten Hardin, botta 50 kişinin yol aldığını

ve botun 60 kişilik olduğunu varsayar. Denizde yüzen 100 kişinin de bottakilere onları da

bota alması için yalvardığını örnek verir. Ancak botun kapasitesi 60 kişiliktir. Daha sonra

bu 100 kişiden 10 kişiyi daha almak isteyen botta bulunanların nasıl bir adil bir seçimle

alınacağını sorar. Eğer 10 kişi alınırsa kalan 90 kişiye ne olacak sorusunu yöneltir. Hardin

kaldırabileceğinden fazla göçmen veya mültecinin refah sahibi ülkelere kabul edilmesinin o

ülkeyi çökerteceğini iddia etmektedir (1974, s. 38-43).

Bu düşüncenin altyapısı ile egoist bakış açısı arasında bir ilişki kurulabilir. Konforlu

yaşamını kaybetmemek ya da refah seviyesinde eksilme olmasını istemeyen birisi başkasının

ölme ihtimali olsa bile sınırların kapatılmasını savunması ahlaken sorunludur. Bu egoizm ile

ilgili ilişkilendirebilir.

2.2.2.1. Kültürel Yapı ve Geleneğin Korunması

Göç olayının düşünce boyutu; insanın tarihi, yaşam tarzı, değerleri ve kültürü hakkında

bir bilinç sahibi olması anlamına gelir. Böylece insan topluluklarının inanç, gelenek ve

medeniyet oluşumu da insan-tabiat-değer ekseninde devam etmektedir (Bayraktar, 2018, s.

14).

Yabancılara sınırların kapatılması gerektiğini savunanların öne sürdüğü en önemli sav

bir kültürün karakteristik yapısını koruması için kapalı sınırların olması gerekliliğinin öne

sürülmesidir. İnsanların ülkelerinin halk kültürünün kontrol altında tutulmasını istediğini

vurgulayan Miller (2005, s. 200), halk kültürünü oluşturan değerler ile milletlerin kendi

gelişimini şekillendirebilmeyi istediğini ileri sürer. Ancak, karakteristik değer taşıyan

kültürel özellikler ekonomik ve politik kontrolden kaçan diğer etmenler tarafından erozyona

uğratılabileceğinden dolayı bu kültürel kodların idamesi başarılı olamayabilir. Toplumların

Page 58: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

48

kültürel kodları gelecek kuşaklara ve ileri tarihlere götürmeye çalışmak için iyi bir

gerekçeleri vardır. Bu gerekçe toplumların kendi kendilerini bilinen tarihin gerisine kadar

uzanan köklü ve belirlenmiş kültürün taşıyıcıları olarak görmelerinden kaynaklanır. Örneğin

bu konuya açıklık getirmesi bakımından Huntington'ın bakış açısına bakmak yeterlidir.

Huntington (2004, s. 11-12) Amerika Birleşik Devletleri özelinde bazı savlar öne

sürmektedir. Huntington, eğer Amerika Kanada'dan göçe sınırlamalar koymasaydı güneyde

çok sayıda Kanadalının taşınacağını ve göç edenlerin Amerikan kültürüne gözle görülebilir

bir etki edip etmeyeceğinin belli olmayacağını ifade eder. Diğer taraftan Amerika Birleşik

Devletleri'nin Meksika'dan göçe bir sınırlama getirmemesi durumunda çok sayıda

Meksikalının kuzeye göç etmesinin kesin olacağını belirten Huntington, bunun sonucunda

Amerikan kültüründe hızlı ve sert değişimler olacağını iddia eder. Huntington'ın savlarını

göz önüne aldığımızda muhtemel ki bu göçler Amerikalıların kendi vatanlarında rahatsız

olmalarına yol açarak kültürel değişimlere sebep olacaktır.

Bu bakış açısına şu eleştiriler yapılabilir: Daha savunmacı ve korumacı gibi görünse

de özünde daha cimri de göründüğünü ifade etmek mümkündür. Zira insanların ABD'ye göç

etmelerini sağlayan şey, öncelikle kendi ülkelerindeki siyasi, ekonomik ve toplumsal

istikrarsızlıklardır. Bu konularda daha iyi durumda olan ülkelerin zenginliklerinin

kaynaklarından birisi de yüzyıllardır devam edegelen şey kendi dışındaki dünyaların

istikrarsızlıklarıdır. Bunun iç sebepleri dışında temel sebeplerinden birisi de bizzat zengin

olanlardır. İnsanların daha müreffeh olan ülkelere göç etmeyi istemeleri doğaldır, bununla

birlikte göç alanların belirli oranda kültürel farklılaşmaya uğraması muhakkak iken, göç

edenlerin durumu daha da zordur. Zira çok büyük nüfuslar ile göç söz konusu olsa da

kendileri de değişmek, hatta asimile olmak zorunda kalabilmektedir. Dahası içerde ırkçı

tahrik ve tazyiklere zaman içerisinde maruz kalabilmektedir. Özelde ABD genelde batı tarihi

bu konuda kabarık bir sicile sahiptir.

Bununla beraber, Huntington'ın bu iddiası üzerine oturtulan çizgi birçok deneyimsel

ve ahlaki sorulara davetiye çıkartır. Bu deneysel sorular arasında potansiyel göçmenlerin

sayıları ve etkileri hakkında nasıl güvende olabileceğimiz sorusu yöneltilebilir. Göçmenlerin

kültürünün gerçekten karakteristik olup olmadığı ve yeni gelen bu göçmenlerin asimilasyona

direnip direnmeyeceği sorularına cevap aramak gerekebilir. Bunun yanı sıra kültürel

değişimlerin hızlı ve zararlı olup olmayacağı konusu da önem arz etmektedir.

Page 59: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

49

Toplumsal ve kültürel zaman ile mekanlar arasındaki geçişkenliğin, insanların yaşam

dünyasında ne ifade ettiğini sorgulayan çalışmaların, henüz emekleme safhasında olduğunu

söylemek yanlış olmasa gerektir. Bu konular üzerinde çalışan kimi araştırmacılar, zaman-

mekanda sürekli hareketliliğin özgün bir sınır kültürü oluşturduğuna işaret etmekte ve

göçmenlerin eski ve yeni kültürler arasında yolculuk yapmaktan çok, üçüncü bir diaspora

kültürü oluşturduklarını vurgulamaktadır (Öncü & Weyland, 2005, s. 20-21). Kültürel

kimliklerin belirleyen sınırlar ve onların akışkanlığı da önemlidir. Sınırların belirginleşme

derecesine bakmak, kimlik inşa süreçlerinin yeniden kodlanmasına bakmanın bir başka

yoludur: Yalıtılmış kültürler hala varlığını sürdürmekte midir yoksa melez kültürler mi

oluşmaktadır? (Pieters, 2005, s. 240-241). Korkmaz, (2011, s. 43-45) Göç ve Din isimli

doktora çalışmasında, Pieters'in melez kültür kavramsallaştırmalarından hareketle, yeni bir

analojik çerçeve sunar. Buna göre, göçmenlerin oluşturdukları ''melez diasporik kültür '',

göçten önceki ve sonraki kültürel alanların karışımı olmakla beraber, onlardan farklı bir

karaktere de tekabül etmektedir. Korkmaz, kültürler ve renkler arasında yapılacak bir analoji

konunun analizi için oldukça pratik bir işlevsellik ortaya koyacağını öne sürer. Kırmızı, sarı

ve mavi olmak üzere üç ana renk ve bu renklerin karışımından elde edilen üç 'ara renk '

vardır. Kırmızı ile sarının karışımından turuncu; mavi ile sarının karışımından yeşil ve

kırmızı ile mavinin karışımından mor renk elde edilir. ''Ara renkler'' ana renklerin

karışımından oluşumlarına rağmen artık tamamen farklı birer renk olmuşlardır. Bu analoji

ile Korkmaz, göç sürecinde kültürlerarası etkileşimin de benzer sonuçlar doğurduğunu

söylemenin yanlış olmayacağını belirtir. Göç sürecinde İslam'ın karmaşık toplumların

özelliği olan bir farklılaşma süreci içerisinde yeniden canlandırıldığına şahit olunmaktadır.

Bu bağlamda diğer diasporalar gibi, Müslüman diasporası da oluşmakta olan küresel sivil

toplumun bir parçası olarak görülebilir.

Çok kültürlülüğü reddeden Avrupa'da son yıllarda aşırı sağ partilerin izledikleri ırkçı

politikalar, sosyal güvensizlik, ulusal kimlik vurgusu ve basmakalıp teolojik düşünceler ile

göçmenlere ve mültecilere karşı korku yaratılmıştır. Bu politikalar zamanla yabancı korkusu

ya da popüler adı ile zenofobi ve İslam korkusu (islamafobi) olarak toplumda

şekillenmektedir. Kültür ve kimlik oluşumu üzerinden yabancı tanımlaması, yabancı

düşmanlığına, din ve kültür oluşumunda ötekileştirerek ve din üzerinden korku kültürü

yaratmak ise, İslam düşmanlığına neden olmaktadır. Yabancı korkusu ve nefreti anlamına

gelen zenofobi, kişinin yabancılardan ya da bir şekilde kendisinden farklı olan insanlardan

korkması ve nefret etmesi olarak tanımlanmaktadır. Küreselleşmenin etkisiyle, birçok

Page 60: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

50

coğrafyadan özellikle de İslam coğrafyasından, savaş ya da ekonomik nedenlerden dolayı

yeni yurt arayışında en yaşanılabilir bölge olan Avrupa ve Amerika'ya göç hareketinin

kontrolsüz ve düzensiz olması Avrupa ve Amerika halkında korku yaratmıştır. Halkın yanı

sıra siyasi otoritenin de bu korkuyu destekleyici, kendinden olmayanı ötekileştiren

politikaları yabancı düşmanlığının daha da artmasına sebep olmuştur. Yabancı

düşmanlığında önemli bir nokta olan ulusal kimlikte, Avro kültürünün özelliklerinin belirgin

olması, milliyetçiliğin belirgin bir dil olarak kullanılması nedeniyle kültürel kimlik

yabancılara yönelik düşmanca algılamalara sebep olmaktadır. Yabancılar içinde

bulundukları toplumda sadece kültürleri bilinmediği için değil, aynı zamanda bilinen kültürü

değiştireceği ve onu da yabancılaştıracağı algısı nedeniyle korku yaratmaktadır.

Devletlerin ırkçı, yabancı odaklı politikaları, tarihsel süreç içinde göçmenler ile ilgili

yaşanan sorunlar, bu göçmenlerin toplumun huzurunu kaçıracağı düşüncesi, kültürel

yozlaşma olacağı korkusu, ezbere düşündürülen davranışlar ve toplumun göçmenlere ilişkin

doğru bilgilendirilmemesi zenofobiye yol açan başlıca nedenlerdir (Koç-Akgül & Pazarbaşı,

2018, s. 222). Araştırmacılar, modernleşmenin sonuçlarından hoşnutsuz kitlelerin aşırı sağ

partilere kaydığını tespit ederken, bir diğer grup araştırmacı da siyasal yabancılaşmanın ve

hoşnutsuzluğun insanları aşırı sağ partilere ittiğini vurgulamıştır (Uzunçayır, 2014, s. 145).

Güvenlik gerekçesi ile ya da yoksulluk ve kıtlık nedeniyle göç edenlerin durumu göz

önüne alındığında kültürel gerekçeler ile göçmen veya mülteci kabul etmek istemeyenlerin

savlarının ahlaki açıdan savunulmasını oldukça zorlaştırmaktadır. Kültürel gerekçeler ile

kapalı sınırları savunanlara karşı kültürel çeşitliliğin bir zenginlik olduğu da ortaya

konulabilir. Bunun yanı sıra egemen kültürlerin zamanla azınlık kültürlerini yok ettiği

görülmüştür. Burada esas kültürel erozyona uğrayan kesimin mülteci ve göçmenler olduğu

söylenebilir. Diğer taraftan, ekonomik imkanlarını paylaşmak istemeyen ülkelerin veya

halkların kültürel korunma gibi bahanelere sarılması can güvenliği endişesi taşıyan

insanların yaşamı hakkı ile mukayese edildiğinde bir ahlakilikten söz edilemez.

2.2.2.2. Ekonomik İstikrar

Göçlerin pek çok nedeninin yanında, iş bulmak veya daha iyi koşullarda yaşayabilmek

amacıyla yapılan göçler önemli bir yer tutmaktadır ve bu göçler ekonomik nitelik taşıyan

göçlerdir. Amaç ne olursa olsun, çalışan nüfusun yerleşim yerini değiştiriyor olması

uluslararası bir işgücü akımının varlığını göstermektedir. Çalışıyor olup da maaşını, işini

Page 61: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

51

veya her ikisini de beğenmeyen ve daha iyi koşullarda çalışmayı amaçlayan bireyler göç

kararı alabilirler. Çalışabilir nüfusun göç kararı alması çok daha kolay olmaktadır. Ekonomik

olarak kalkınmış ülkelerin, nüfus artışının yeterli olmayışı, emeğin işe katılma oranının

düşük oluşu ve ülke içi işçi hareketlerinin yetersiz oluşu gibi nedenler gelişmiş ülkelerdeki

işgücü kıtlığının ana sebepleridir. Bu ülkeler işgücü açıklarını uluslararası piyasadan işçi

talep ederek karşılamaktadır.

Açık sınırlara karşı olanların en bilinen tezlerinden biri de göçmenlerin ekonomiye

zarar vereceği iddiasıdır. Bu tez ile açık sınırlara karşı çıkanlar ülke ekonomisinin belirli

sayıda işçiyi yani sadece yurttaşlara iş verebilecek güçte olduğunu varsayar. Yurttaşlar ve

yabancılar arasındaki kültürel farklılıklar ve benzerlikler göz önüne alındığında, bazı

yabancıların bunun dışında kalması gerektiğini savunan yorumlar da var. Kapalı sınırları

savunanlar yabancıların gerekli iş ahlakına sahip olmaması (daha ucuza çalışmayı kabul

etmek vb...) gibi sebeplerden dolayı bunun göç alan ülkenin ekonomik gelişmesine engel

olduğunu öne sürer. Bu iddiaya karşı olanlar ise yasal göçmenlerin olumsuz ekonomik

sonuçlara yol açacağına itiraz ederler. Buna göre göç alan ülke ekonomisinde bazılarının

zarar görebileceği açıktır. Ücretleri aşağı çeken göçmenler ile rekabet etmek zorunda

oldukları için göç edilen ülkedeki az vasıflı işçiler bu zarardan en çok etkilenirler. Ancak

ekonomi bir bütün olarak fayda sağlar. Bunun iki sebebi vardır. Bunlardan ilki firmaların

daha ucuz işçi çalıştırması ile tüketicilere daha ucuz ürünler sunabilmeleridir. İkincisi ise

küresel anlamda çeşitli ürünler ve hizmetler için artan bir talebin olduğu ve ekonomistlerin

genel olarak bir ülkenin ekonomisi zarar görse bile eğer göç sınırlandırılmaz ise kimin nerde

çalışacağına dair sınırlamaların azaltılmasının küresel ekonomiye bütün olarak fayda

sağlayacağı konusunda görüş birliğine sahip olmalarıdır. Tamamen ekonomik bir bakış

açısıyla bakıldığında, Avrupa ülkelerinde, Afrikalıların çalışmalarını engellemek ve onları

rekabet etmekten alıkoymanın faydasızlığı, tıpkı erkeklerin çalışması gereken işlerde

kadınların çalışmasını engellenmesine benzer ki buda küresel anlamda işgücünden

yararlanamamak demektir bunun sonucunda ise ürünler pahalıya mal olur. Buradan

hareketle, bir pazarda piyasa kısıtlaması kaldırıldığında birisinin statükodan ekonomik fayda

sağlayıp sağlamaması konusunda ahlaki bir hakkı olup olmadığına dair önemli ahlaki soru

gündeme gelebilir. Bu durumu farklı şekillerde örneklendirebilir: Az vasıflı Amerikalı

işçilerin zarar göreceğini varsayalım, Meksikalı göçmenler üzerindeki sınırlamalar

kaldırılırsa Amerikalı firmalar ve tüketiciler Meksikalı göçmenlerden yararlanırdı. Bu

durumda işini kaybetmiş Amerikan işçilerinin işleri için artan rekabetle karşı karşıya

Page 62: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

52

gelmeme hakkı varsa, bu durumda göçe izin verilmemelidir denilebilir (Macedo, 2007, s.63-

81). Bununla beraber bu işçiler zarar görmeme hakkına sahip olsalar bile en azından, işçilerin

orantısız şekilde karşılaştıkları maliyetler için yeterli bir şekilde tazmin edilebilecekleri bir

yol bulunacaksa buradan da, ekonominin yabancı işçilere açılabileceği ortaya çıkar.

Bütün bu değerlendirmelerden sonra ekonomik gerekçelerle kapalı sınırları

savunanların en önemli gerekçesinin göçe maruz kalan ülkenin kendi vatandaşının artan

rekabet nedeniyle kendi işini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalma ihtimalinden dolayı

olduğunu söyleyebilirim.

2.2.2.3. Devlet İmkanlarının Paylaşımı

Kapalı sınırları savunanların başka bir tezi ise refah ödemeleri ve sağlık sigortası gibi

devlet yardımlarının dağıtılması konularını ele alır. Burada temel fikir gelişmiş ülkelerin

mevcut devlet yardımlarının devam ettirebilmek için göçmenlere karşı sınırlama getirilmesi

gerekliliğinin savunulmasıdır. Eğer refah sahibi olan bir devlet sınırları içine gireceklere

herhangi bir kısıtlama getirmez ise bunun sonucunda, Dünyanın birçok bölgesinden çok

sayıda fakir insanın refah sahibi ülkeye o ülkenin mevcut refah ve sağlık olanaklarından

faydalanmak için akın edeceğinin öne sürülmesidir. Bunun sonucunda devlet imkanları eski

oranlarında dağıtılmamış olacağı, böylece şu anki küresel yoksulluk düzeyinin de göz önüne

alınmasıyla hem açık sınırlara sahip olup hem de refah sahibi bir ülke olunamayacağının

varsayılmasıdır.

İskandinav ülkeleri gibi zengin ülkelerin göç üzerindeki tüm sınırlamaları kaldırması

durumunda göçmenlerin akınına uğrayacağı bir gerçektir, fakat bu gerçeğin insanları

dışarıda tutmayı haklı gösterdiğini kabul etmek tartışmaya açık bir konudur. Bu durumda ya

herkesin taşınma özgürlüğü hakkına saygılı olmak ya da devletlerin vatandaşlarına etkin bir

şekilde daha fazla sağlık güvencesi ve zenginlik aktarmasını seçmek ile karşı karşıya kalınır,

özgürlükçüler ilk savı desteklemektedir. Bununla birlikte yalnızca iki seçenek olmadığını

bilmemiz önem arz etmektedir. Belki de en iyi cevap ikisinin ortasında bulunabilir. Mesela

zengin olan devletler sınırlarını herkese açabilir ve sonrasında yeni gelen yabancılara refah

payından hiç bir şey sağlamaz ya da en azından geçici olarak bir yarar sağlamazlar. Bunu şu

şekilde örneklendirebilirim: Norveç'in göçmenlerin ülkeye girdikleri andan itibaren

gelirlerini ve servetlerini vergilendirmesini bununla beraber göçmenlerin devletin hazinesine

beş yıl gibi bir süre boyunca katkıda bulunmaz ise yerlilerin sahip olduğu haklara sahip

Page 63: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

53

olmayacağını şart koymasını varsayalım. Eğer göçmenler bekleme süreci boyunca elde etmiş

oldukları gelirden dolayı yardım etmeye zorlanır ise böyle bir düzenleme ev sahibi ülkenin

devlet yardımlarını sağlaması için kapasitesini tehlikeye atmaktan ziyade güçlendirir.

Bununla beraber göç etmiş olduğu ülkeye gelen göçmen zaten yaşama koşullarını

iyileştirmek için göç etmiştir. Bu nedenle, bazıları göçmenlerin ülkeye ayak basar basmaz

ve davam eden uyum sağlama döneminde maddi olarak daha fazla yüke maruz kalmasının

tam bir kayıpla karşı karşıya gelmesine yol açacağını savunur.

2.2.2.4. Politik İşlevsellik

Sınırları kapatmanın devletin hakkı olduğunu iddia eden görüşlerden biri de

görevlerini tam bir şekilde yerine getirebilmesi için refah sahibi devletlerin yabancıları

dışlaması gerektiğini savunan liberal milliyetçi yaklaşımdır. Bu görüş, gelişmiş devletlerin

demokrasisini canlı bir şekilde sürdürmesi bunun yanı sıra refah devletinin olanaklarından

vatandaşlarının eşit şekilde yararlanmaya devam ettirmesini sağlayacak siyasi fedakârlıkları

yalnızca o ülkenin vatandaşlarının birbirine sağlayacağını vurgular ve gelişmiş ülkelerin

vatandaşlarının istedikleri gibi çalışabilmesi için yabancıların dışlanması gerekliliğini

savunur. Bu gelişmiş devletin vatandaşları özellikle birbirleri için fedakârlık yapmaya

isteklidirler çünkü onlar birbirleriyle özdeştirler. Vatandaşlar arasında bu ortak his

olmasaydı, demokratik süreçte yurttaşların çok daha azı başkası için fedakârlık yapmaya

veya zenginliklerin bir kısmını alt gelir grubu vatandaşlara vermeye meyilli olurdu. Burada

en önemli nokta yurttaşlar arasındaki bu tanımlamanın ortak kültür paylaşımı olmasına bağlı

olmasıdır. Öyle ki uzunca bir süre bir arada yaşayan bir devletin halkları kendi kültürel

karakteri altında bir medeniyet havzası oluşturur ve bu bireyler birbirleri için fedakârlık

yapmaktan kaçınmazlar.

Bu fedakârlık örneğini ülkelerin başına bir felaket geldiğinde daha açık bir şekilde

görebiliriz. Her ne kadar yardım faaliyetinin siyasi ya da dini gerekçelerle yapılmadığını

varsaysak bile bunun böyle olmadığı aşikardır. Örneğin Türkiye'de 17 Ağustos 1999 yılında

meydana gelen deprem felaketinde dışarıdan yardım faaliyetleri olsa bile yurttaşlar

arasındaki yardımlaşma duygusunun yerini dışarıdan yapılan yardımların hiçbirisi

tutamazdı. Bu göstermektedir bir devlete yürekten bağlılığın ve birbirine fedakârlık yapma

motivasyonunun kaynağı yüzyıllar boyunca o ülkede oluşturulan ortak kültürel ve inanç

birliğidir. Bu kültürel birlik ile birlikte inanç temelli ahlak anlayışının, söz konusu süreçte

Page 64: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

54

en önemli teşvik aracı olduğunu belirtmek mümkündür. Yardıma muhtaç olanlar ile ilgili

birçok ahlaki ilke ve söz, Müslüman toplumlarda hala oldukça diri bir şekilde yaşamaktadır.

Bu ahlaki ilkeler, yalnızca mücerret nazariyatlar değildirler, bizatihi toplumsal işleyiş ve

beşeri münasebetlerde kurucu unsurdur. O sebeple politik işleyişler önemli iken onun alt

katmanlarının yaslandığı insan ve toplulukların eylemlerini tanzim ve teşvik eden bir de

ahlaki ilke ve buyruklar vardır.

2.2.2.5. Güvenliğin Sağlanması ve Terör

20. yüzyılın sonu ve 21. yüzyılın başında toplu sivil alanlarda intihar eylemlerinin

yaygınlaşması ve terör eylemlerinde toplu katliamların meydana gelmesi, vatandaşın

güvenliğini sağlamak için göçün sınırlandırılmasının gerekliliği, halklar ve devletler

nezdinde artan bir ihtiyaç oldu. Uluslararası teröristlerin varlığı göz önüne alındığında, en

azından bazı yabancıların neden olduğu tehdidin sorgulaması gerekliliği ortaya çıkmıştır.

Küçük terörist grupların bile toplu sivil alanlarda yaptıkları terörist saldırılar masum sivil

halk üzerinde korku ve travmaya yol açabilmektedir.

Hiç kimse masum insanları terörist saldırılardan korumanın ahlaki önemini

yadsıyamaz fakat eleştirmenler göç üzerine konulan sınırlamaların arzulanan güvenliği

sağlayıp sağlamayacağı konusunda sorular yöneltirler. Bu eleştirmenlerden Kukathas,

(2014, s.376-388) iki önemli endişesini dile getirir. Bunlardan ilki göçü sınırlandıracak

kanunlar yasal göçü oldukça düşürürken, yasal olmayan bütün göçmenleri ise

engelleyemeyecektir. Böylece yabancı teröristler amaçlarını gerçekleştirmek için saldırı

yapmayı amaçladıkları ülkeye yasadışı olarak girmekten alıkonulamayacaktır. İkinci

endişesi ise bir ülke bir şekilde bütün yasal veya yasal olmayan göçü elemeden geçirse bile

bu yeterli olmayacaktır çünkü yabancılar rutin olarak ülkelere göçmen olarak değil kısa

süreli turistik seyahatler, misafir çalışanlar, ziyaretçi öğrenci veya kısa süreli iş gezileri için

giriş yapmaktadırlar. Böylece bir ülke bütün göçü engellemeyi başarsa bile geçici vizelere

sınırlama getirmediği sürece bütün yabancı teröristleri dışarıda tutmakta zorlanır.

2.2.2.6. Politik Özerklik

Bir ülkenin sınırlarını kapatmaya hakkının olduğunu iddia eden bir başka görüş ise

sınırları kapatma hakkının politik özerklik için bir bileşen olduğunu öne süren görüştür. Kant

(1984, s. 228) her ne kadar kozmopolitliği savunsa bile her devletin egemenlik haklarına,

Page 65: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

55

bağımsızlığına vurgu yapar ve hiçbir devletin başka bir devleti egemenlik altına almaya

çalışmaması gerektiğini belirtir. Devletler birer eşya değildir bu nedenle devletler için bir

miras ilişkisi düşünülemez. Kant her devletin kendi hakkındaki kararı ancak kendisinin

verebileceğini ileri sürmektedir. Wellman (2008, s. 109-141) ise meşru bir devletin

örgütlenme özgürlüğü hakkının o devlete belirli bir göçmeni kabul edip etmemeyi seçme

hakkı verdiğini iddia eder. Böyle bir tez meşru devletlerin politik olarak özgürlüğe sahip

olduğunu bununla birlikte örgütlenme özgürlüğünün politik özgürlüğün önemli bir bileşeni

olduğunu ve örgütlenme özgürlüğünün birine başkalarıyla ilişki kurmayı reddetme hakkı

verdiğini öne sürer. Bunu bir birey üzerinden ele alırsak bir kadına zorla sunulan eş

adayından başka seçme hakkı olmadığını varsayalım. Burada nasıl ki bir bireyin kişisel

özgürlüğünü belirlemesinin korkunç bir ihlali varsa buradan hareketle, benzer şekilde bir

siyasi topluluk hangi göçmenlerin ülkesine kabul edilip edilmeyeceği yetkisine sahip değilse

o siyasi topluluğun politik özgürlüğe sahip olduğunu düşünemeyiz.

Bu düşünce çizgisinde olanlara göre bir ülkeye giriş için başvuranları taramadan

geçirmenin o ülkenin hakkı olduğu açıktır. Bu yalnızca bir devletin kendi kaderini tayin etme

hakkının standart bir bileşeni olarak görülür. Ancak bu argümanlar dizisine itiraz edebilecek

karşı argümanlar da ortaya konulabilir (Fine, 2010, s. 338-356). Bunlardan biri kurumsal

siyasi varlıkların ahlaki haklar için uygun olup olmadığını sorgulanmasıdır. Bireyselciler

açısından bakarsak yalnızca bireylerin ahlaki olarak önem taşıdıklarını ve dolayısıyla siyasi

devletlerin son derece değerli araçlar olsalar bile, yalnızca araç olduklarını ve onlardan

ahlaki haklara duyarlılık bekleyemeyeceğimizi iddia ederler. İkinci olarak ülkelerin bir

şekilde ahlaki haklar için vasıflansa bile, bir bireyin evlilik teklifini reddetme hakkını

göçmenlerle ilgili olarak bir ülkenin örgütlenme özgürlüğüne benzetmek mantıklı

görünmüyor. Birey için medeni örgütlenme özgürlüğü, potansiyel vatandaş olmaya aday

göçmenleri dışlama hakkıyla kıyaslanamayacak kadar daha önemli olsa gerektir. Böylece,

kişisel ve siyasi örgütlenme özgürlüğü arasındaki benzeşimin makul olmadığı açıktır.

Göçmenleri reddeden devletler, sadece göç etmek isteyenler ile siyasi olarak ilişki kurmayı

reddetmiyorlar, aynı zamanda onları zorla devletin topraklarının dışında tutuyorlar.

Sonuç olarak tüm bu kaygılar göz önünde bulundurulsa bile, politik özerklik tezinin

yalnızca meşru devletlerin yabancıları dışlamak için bir doğal hakka sahip olduğunu iddia

ettiği unutulmamalıdır. Bu durum sadece meşru devletlerin ahlaki olarak kendi kaderini

tayin etme haklarına sahip olma koşuluyla önemlidir, çünkü birçok devletin yasadışı

Page 66: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

56

olduğuna dair varsayımlar göz önüne alındığında, bu tez birçok ülkenin göç politikalarını

haklı çıkarmayacaktır. Ayrıca politik özerklik tezinin, yabancıların hepsini dışlamak için bir

doğal hak olması gerekliliğini savunması eleştirilmek için dikkat çekici görülebilir, çünkü

böyle bir hakkın doğal olması çeşitli yabancıların kabul edilmek zorunda olabileceği

durumlarda (zorunlu göçe tabi olan mülteciler vb.) haklarının ihlal edilme olasılığını ortaya

çıkarabilir. Örneğin, eğer bir mülteci zulümden kaçmak için giriş elde etmeye ihtiyacı varsa,

meşru devletin örgütlenme özgürlüğü hakkı ister istemez bu bireysel özgürlük taleplerinin

gölgesinde kalıyor. Bunu güncel bir örnek ile açıklayabilirim. Suriye'de devam etmekte

savaş sebebiyle milyonlarca sivil ülkelerini terk etmek zorunda kaldı. Bu insanlar Türkiye

ve Ürdün gibi ülkelere sığınmak zorunda kaldılar. Ülkelerine dönmeleri durumunda

öldürülmeleri mukadder olan bu sivillerin durumu ortadayken politik özerklikten

bahsedilemeyebilir. Bu durumda ahlaki değerler öne çıkar ve bu sivillerin canlarını

kurtarmaları için politik özerklik ikinci plana itilmelidir.

2.2.2.7. Demokrasi ve Kendi Kaderini Tayin Etme

Demokrasinin asıl erdeminin kendi kaderini tayin etmekten kaynaklandığı

düşünülürse, demokratlar genellikle kendi problemlerinin çözümünde egemenlik sahibi olan

sınırlı grupları destekler. Türkiye’de bulunan mültecileri düşünürsek bir anda gelen sayıca

fazla Suriyeli mülteci Türkiye’de oy kullanmış olsaydı, muhtemelen seçim sonuçlarını

etkileyecekti. Bunun sonucunda yönetim özellikle başkanlık sisteminin olduğu Türkiye’de

yönetimi değiştirme gücüne sahip olacaktı. Oysa bu mültecilerin geçici olarak misafir

olduğu belirtilmektedir.

Whelan (1988, s. 28), demokrasinin, insanların her birinin ayırt edici özellikleriyle

hüküm sürdüğü alandaki yurttaşların halklara bölünmesini gerektirdiğini belirtir, Bununla

beraber bu insanların siyasal anlamda demokratik siyasal haklar kullanmaya uygun olanlar

olarak görüldüğünü öte yandan başka bir yerde vatandaş olmasına rağmen yaşadığı yerde

yabancı olarak görülme durumları olanların olduğunu vurgular. Burada temel fikir

demokrasileri işlevsel ve etkin hale getirmektir, aynı insanlar tarafından konulan ve bu

konulan kuralların maruz kaldığı insanlar aynı olmalı. Fakat bu sadece aynı gruptan olan

bireylerin oylamasıyla sonuca bağlanır. Eğer üyelik sürekli değişirse bunun sonucunda bir

ülkenin gerçekten de kendi kaderini tayin etme ya da politik özerkliği söz konusu

olmayacaktır. Çünkü oy veren kişi sonuçlardaki etkide kendisini göremeyecek. Cole (2000,

Page 67: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

57

s. 184) ise daha büyük federal yapılarda yerel ve bölgesel demokratik birimlerden bahseder

ve demokratik hakların bir bölgeye serbestçe giren, çıkan ve ikamet ettikleri sırada yerel

demokratik hakları kullanan kişilerin o bölgede sınırlandırılabileceğini açıkça ortaya koyar.

Demokrasi hem açık sınırları hem de kapalı sınırları savunanların kullandığı bir araç.

Ancak kapalı sınırları savunanlar için demokrasiye bakış açısı sonradan bir ülkeye göç

ederek ya da mülteci olarak gelenlerin o ülkenin kendi vatandaşlarının kaderini tayin etmesi

üzerine herhangi bir etkide bulunmaması gerektiği düşüncesine dayanmaktadır.

2.2.2.8. Realizm Odaklı Yaklaşım

Bir zamanlar siyasal devletlerin yabancı devletlerle ve bireylerle olan ilişkilerinin

ahlakla kısıtlanmadığını iddia eden realistler, uluslararası ilişkilere egemen oldu. Bu

yaklaşımı motive eden temel fikir çoğu zaman ahlakın, yalnızca onları uygulayabilen

egemenlerin huzurunda bağlayıcı olan sözleşmelerden ibaret olduğu Hobbes'ın

varsayımıydı. Devletleri cezalandırabilecek dünya egemenliği bulunmadığı için onlar

uygulamak zorunda olduğu herhangi bir sözleşmeye ahlaki olarak bağlı değildiler. Realistler

geleneksel olarak devletlerin yabancılar ile olan ilişkilerini devletlerin ulusal çıkarlarını en

iyi sağlayacak biçimde düzenlemesi gerektiğini savunur. Eğer bu savın doğru olduğu kabul

edilir ve buna göre hareket etmek gerekir ise, devletlerin yabancı devletlere veya bireylere

herhangi bir görev ve yükümlülüğü olmayabilir, bu nedenle de yabancılara sınırlarını açma

görevi yoktur sonucuna varılabilir. Realistlerin bugün birçoğu, kısmen de olsa Hobbes'ın

ahlakla ilgili yaklaşımını reddettikleri için gerçekçiliği tam anlamıyla desteklemekte

isteksizdir ve devletlerin tek veya küresel bir egemenliğin yokluğunda bile sorumlu

tutulabileceğine inanıyorlar. Diğer taraftan, kapalı sınırları savunmanın sadece

gerçekçilikten kaynaklanmadığını belirtmek gerekir. Çünkü açık sınırlar bir ülkenin ulusal

çıkarlarına olabilir. Bu sadece herhangi bir ülkenin göçmenlikten çeşitli şekillerde

faydalanabileceği anlamına gelmiyor, aynı zamanda bir ülkenin kendi vatandaşları için

devletinin sınırlarının kontrollü geçişli olmasını gerektiren haklara da sahip olabilir. Örneğin

nitelikli bir çalışanı yurt içinde bulmakta zorlanan birisi sınırların geçirgen olması sayesinde

istediğine ulaşır.

Öte yandan, ölüm tehlikesi altındaki mültecilerin durumu bakımından yaşam hakkının

önceliği ve aciliyeti ahlaki olarak sınırları açmak gereğini ortaya çıkarır. Abizadeh’in delikli

sınırlar savunusu da liberal eşitlikçi değerlere yaslanmaktadır. Liberal eşitlikçiliğin,

Page 68: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

58

yurttaşlar ve sınırların dışında kalanlar arasındaki tutarsızlığı, Singer’ın “tercihlerin eşitliği

ilkesi” ile çürütülebilir. Bu ilkeye göre, hepimiz ötenaziyi tercih etmek yerine hayatta

kalmayı tercih ediyorsak, bu tercihe herkes tarafından saygı duyulması gerektiğinin altını

çizer. Singer, birisini öldürmek ve birisinin ölümüne seyirci kalmak arasında farkın olduğun

ancak ahlaken aradaki bu çizginin kalın olmadığını öne sürer. Ona göre, bir kimsenin kendi

tercihi değilse, o kişinin ölümüne seyirci kalmak, onu doğrudan öldürmek kadar olmasa da

ahlaken suçtur. Singer'ın görüşünü baz aldığımızda ölümden kaçarak sınırlara gelenlere

kapıyı kapatmak işlenen cinayete ortak olma anlamına gelir (Akt. Kibar, 2018, s. 59).

2.2.2.9. Egoist Bakış Açısı

Antik çağlardan günümüze bencillik anlamına gelen egoistlik, felsefi olarak ele

alınmış. Bu konuyla ilgili filozoflar görüşlerini ortaya koymuş. Felsefenin alanına giren Etik

egoizm tanımı yapılmıştır. Buna tanıma göre bu görüş kişinin kendi menfaatini en üst düzeye

çıkaracak bir eylemin ahlaki olarak doğru olmasının gerekli ve yeterli olduğunu iddia eder.

Aristoteles felsefesinde olumlu bencillik ve olumsuz bencillik olarak nitelenen iki tür

bencillik vardır. Ona göre olumsuz bencillik, geleneksel olarak bilinen bencillik anlayışıdır.

Aristoteles, zenginlikte, onurda, bedensel hazlarda daha büyük kısmı kendine ayıranlara

olumsuz anlamda bencil diyor. Aristoteles olumlu anlamda kullandığı bencilliğin ise erdeme

sahip olan kişilerde bulunması gereken bir meziyet olarak görüyor. Bu bencillik ise kendi

ifadesiyle şöyledir:

''Biri her zaman daha çok adil, ölçülü ya da erdeme uygun başka eylemler yapmaya

çalışırsa, genellikle hep kendisi için güzel olana özen gösterirse, kimse ona bencil

demeyecek, kınamayacaktır'' (2017, s. 186- 1168b).

Bernard Mandeville ise Arılar Masalı isimli eserinde ''Homurdanan Arılar veya

düzenbazın dürüstlüğe dönüşü'' başlıklı kısımda bencillik konusunu işler. Mandeville, insan

topluluklarını aynı kovanındaki arılara benzetir. Arı kovanındaki arıların, tek bir amaç için

bir araya geldiğini söyler. Ona göre bu amaç arıların kendi kibirleri doğrultusunda hareket

etmeleri ve bu anlamda kendi isteklerini gerçekleştirmeleridir. Mandeville'in betimlediği bu

arı kovanında insanlar kibir, şehvet veya arzu gibi bireysel ve bencil karakterli eylemleri

yapmanın peşinde koşmaktadır. Mandeville'e göre insan eylemlerinin ''bencil'' bir ahlaki

boyutu vardır. Mandeville, insanların bencil eylemleri ile düzenbaz eylemleri arasında bir

Page 69: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

59

paralellik olduğunu iddia ederek düzenbaz eylemlerin doğal bir yapıda olduğunu iddia eder

(Akt. Günör, 2016, s. 526-527).

Hobbes da insanların kendisini güvenceye almak için bencil ve bireysel güdülerle

yönlendirildiğini ifade eder (Ben-Amittay, 1983, s. 163). Hobbes insanın doğal durumu

tanımı yaparken, insanların içinde bulunduğu eşitlik durumunun, her bireyin amacına ulaşma

umudunun da eşit olmasına yol açtığını ifade eder. Aynı hedefe koşan iki insan, hedefe

ulaşma noktasındaki eşitlikten dolayı kimseye bir öncelik tanımaz, bunun sonucunda kavga

ve kargaşa ortamı oluşur. Herkes birbirini mağlup etme veya boyunduruğu altına almaya

çabalar. Ona göre, insanlar devamlı bir ölüm korkusu içinde tetikte beklemektedirler. İşte bu

sebeple Hobbes'ın ''doğal hâldeki insan''ı: Her ne kadar Hobbes'ın ünlü eseri Leviathan’da

bulunmasa bile, milattan önce üçüncü yüzyılda yaşamış Romalı ozan ve oyun yazarı Titus

Macchius Plautus tarafından kullanılmış “Homo homini lupus” yani “insan insanın

kurdudur” sözüyle tanımlanmaktadır. Buna göre insan diğer insanlarla baş edebildiği sürece

hayatta kalabilmektedir (Akt. Karagözoğlu, 2006, s. 224). Hobbes’a göre asıl olan bireydir,

toplum ise bir kurgudur. Ona göre belirleyici olan bireyin çıkarlarıdır. Toplum bireylerin

çıkarlarını gerçekleştirme aracıdır. Hobbes toplum felsefesinin temelleri ''bencillik'',

''bireycilik'' ve ''faydacılık'' gibi felsefi görüşlerin ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır (Akt.

Çapar & Yıldırım, 2012, s. 85). Hobbes, aynı anda iki kişinin bir şeyi arzu etmesi

durumunda, birbirlerine düşman olacağını bunun sonucunda varlığını korumak veya bazen

de sadece zevk almak için birbirlerini yok etmeye veya egemenlik altına almaya çalışacağını

ifade eder. Ona göre, insan doğasında üç temel kavga nedeni vardır. Bunlardan ilki rekabet;

ikincisi güvensizlik; üçüncüsü ise şan ve şereftir. Hobbes, mal mülk, şeref, buyurma veya

başka bir kudret konusunda rekabetin, düşmanlığa ve savaşa götüreceğini, çünkü bir rakibin

arzusuna ulaşma yolunun diğerini öldürmek, boyunduruğu altına almak, yerinden etmek

veya kovmak şeklinde ortaya çıkacağını belirtir (2007, s. 76-93-94).

Etik egoist için en yüksek kazancı getiren işler veya getirisi en fazla olan çıkara

ulaşılması için yapılması gerekenler neyse en öncelikli listesinde yer alacaktır. Ancak genel

ahlaki kuramlar için bu durum farklıdır. Bu kuramları savunanlar ise yardım yapılan kişilerin

en fazla derecede faydalanmasına odaklanırlar. Bunu şu şekilde örneklendirebiliriz. Yardım

faaliyetinde bulunmak isteyen işadamı yardıma en çok ihtiyacı olan savaşta yetim kalanların

çocuklarının ihtiyacını gidermek yerine sanat merkezi açmayı düşünebilir. Böylece toplum

tarafından sanatsever bir insan olduğunun ona daha fazla getirisi olacağını düşünür. Ancak

Page 70: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

60

genel ahlaki kuramlar için yetim çocukların hayatta kalmasın ve onların yaşamının

kolaylaştırılması daha çok önemlidir. Bu örnekte ortaya koyulduğu gibi etik egoizm ile

ahlaki kuramlar karşı karşıya gelir. Etik egoist için öncelik en yüksek faydayı getiren her ne

ise ona yönelmektir.

Etik egoizm bireyleri ele alan bir tanım olarak ortaya çıkar ancak egoizmin

kitleselleştiğini ifade etmek de mümkün olsa gerek. Bir devletin vatandaşları egoist

olduğunda kendisi için en iyi çıkarın devletinin refah sahibi olduğunda ondan kendisine

gelecek paydan kendisinin de faydalanacağını bilir. Böylece egoistlerin örgütlenmesi ve

devleti yönetir hale gelmesi diğer devletlerin veya toplulukların haklarını gasp etmeye kadar

gider.

Page 71: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

61

BÖLÜM 3

GÖÇ VE AHLAKA DAİR GÖRÜNÜR ALAN İNCELEMESİ:

SİNEMA ÖRNEĞİ

3.1. Sinema ve Felsefe

Sinemanın bulunması hareketin teknolojik olarak kaydedilmesinin başlamasıyla

ortaya çıkar. Hareketi kaydetmeyi başaran teknolojik gelişme ile insanoğlu hareket ve

imgeleri birleştirmeyi başardı. Kaydedilen bu görüntülerin kendine ait özellikleri ile daha

önce hiç tecrübe edilmemiş olan sanatsal bir yapı olmuştur.

Sinema kişilerden çok kitleler üzerinde etkili olan sanat dallarından biridir. Öyle ki

sinema ona ilgisi olsun veya olmasın her insanın yaşamında bir yer edinmiştir. Sinema

dışındaki sanat dalları için bu söylenemez. Sinemanın geniş kitlelere seslenmesinin nedeni

teknolojinin gelişmesi ile her insanın film izleme olanağının artmasıdır. Sinema eğlendirir

ve insanlar filmlerde kendi yaşamlarından veya başkalarının yaşamalarından izler bulurlar.

Bununla birlikte başkalarının hayal aleminde gezinme fırsatı bulurlar. Dolayısıyla,

sinemanın hitap ettiği kişi sayısı oldukça fazladır. Bu yüzyılın en büyük kitlesel

sorunlarından olan göç problemini kitlelere en iyi şekilde anlatan sinemadır. Ancak burada

göç temalı filmler hem göçün hem de sinemanın oturduğu zeminde felsefi açıdan incelemeye

tabi tutulacak. Zorunlu göçe maruz kalanın duygularını nasıl anlayabiliriz? Maruz kalınan

durumların ahlaki boyutlarını nasıl değerlendirmek mümkündür? Yazılı olarak dile getirilen

bir insanın dramı ne kadar insanoğlunu etkilese bile sinemanın sahip olduğu enstrümanlar

sayesinde bu anlatılmak istenen doğru bir şekilde muhatabına iletilir. Sinema, diğer sanat

dallarını kendi bünyesinde birleştirebilen çok yönlü yapısı nedeniyle gerçekleştirdiği

ortaklıkla, tarihi boyunca ilgililerini, gelişen teknoloji ve yeniliklerle sonraki adıma ulaştıran

bir sanat disiplini olmuştur. Aynı zamanda, karma yapısı sayesinde günümüzün görsel

çağında kitleleri peşinden sürükleyen bir yeteneğe de sahiptir. Bu karma yapı müzik, tiyatro,

fotoğraf ve resim gibi disiplinlerden aldığı etkilerle oluşmuştur (Akdemir & Yıldız-İlden,

2016, s. 106). Kurosawa’nın kendisiyle yapılan bir röportajda sinemanın ne olduğu

konusunda yıllarca düşündüğünü ve nihayetinde sinemanın sesin, rengin, ışığın, hikâyenin,

senaryonun, kameranın, açılar ile müzik gibi pek çok öğenin bir araya geldiği ve bunların

Page 72: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

62

bir sanat eseri içerisinde işlendiği bir kompozisyon olduğuna karar verdiğini söyler. Bununla

beraber ona göre, bir film her şeyden önce görüntülerin ve sesin birleşimidir (Özön, 1968, s.

435-437).

Badiou ise sinemanın tanımlanamayacağını ifade eder. Ona göre sinema felsefe,

psikoloji ve sanat gibi birçok enstrümanın birlikteliğinden doğan bir sanattır. Sinemanın

diğer bir önemli özelliği kitlelere hitap edebilen bir sanat olmasıdır. Sinemanın en şaşırtıcı

yönü ise diğer sanat dalları şiir, resim, tiyatro gibi sanat dallarının o alanlardaki seçkin

kesimin ilgi alanına girerken sinemanın muhatabının bütün insanları kapsayabilmesidir.

Sanattan anlayabilmesi için insanların o sanat dalı hakkında iyi bir eğitim alt yapısına sahip

olması gereği vardır. Sinemanın diğer sanatlardan farkı hem seçkinleri hem de sıradan halk

kesimlerini yan yana getirmesidir. Kitle sanatı olması, sinemanın demokratik yönüne işaret

eder, bununla birlikte sanat olması, seçkin (aristokratik) olan yönünün olması paradoksal bir

durum oluşturur. Kitle sanatı dediğimizde; sinema, kitle ile sanatı yan yana getirdiği için

kitle ile sanatın bir araya geldiği tuhaf bir sanat ortaya çıkartır (Akt. Öztürk, 2017, s. 182).

Deleuze, sinemayı bir felsefi yaratım ve bir düşünce faaliyeti olarak değerlendiren ilk

filozoftur. Bununla beraber Deleuze, sinemayı bir etik estetik kuram ortaya atmak için değil,

kavram yaratan insanların sezgilerini harekete geçiren ve farklı duyumsama pratikleri

oluşturan bir sanat olma boyutuyla ele alır. Deleuze, sinemanın asıl olarak felsefi

kavramlarla ele alınması gerektiğini vurgular. ''Buna göre Deleuze, verili kodlar içine

sıkışmış düşünceye tabi olan bir sinemadan çok, yaratıcı bir eylem olarak düşünceye yeni

yollar açan bir sinemadan bahseder. Bir başka deyişle, önceden belirlenmiş tek bir aşkın

bütüne sürekli olarak eklenilen düşüncenin rasyonel tekdüzeliğine karşı düşünceyi yapıcı bir

çoğulculuğa açan Deleuze, bir sinema kuramı sunmaktan ziyade kavramsal bir pratik olan

sinema kuramının felsefi bir icat olarak nasıl çalıştığını vurgulamaktadır'' (Yetişkin, 2011, s.

124). Deleuz'un sinemayı önemsemesinde temel etmen düşüncedir. Çünkü günümüzde

düşündüğümüzü zanneden varlıklarız ama düşünmemekteyiz. Burada önemli olan bir diğer

nokta ise kanaat ile düşüncenin karıştırılmasıdır. Deleuze düşüncenin üç damarından

bahseder; bunlar sanat, bilim ve felsefedir. Deleuze'e göre; felsefe kavramlarla yapılır. Sanat,

yani konumuz olan sinema, düşüncenin duyumsal olan kısmını oluşturur. Bilim ise

fonksiyonlarla çalışır. Deleuze üçü arasında hiyerarşik bir sınıflama yapmamıştır hepsini

düşüncenin farklı tarzları olarak görür. Deleuze açısından felsefe kavramlarla, sinema ise

imajlarla üretilir. Bir sinema yönetmeni aslında imajlarla düşünen insandır ve imajlarla

düşünen bir sinema yönetmeni aynen felsefe yapan bir felsefeci kadar önemlidir. O yüzden

Page 73: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

63

felsefecinin, felsefenin sinema üzerinde egemenlik kurmasından söz edilemez. Felsefenin

yapacağı sadece imajları sınıflandırmaktır. Delueze ''imajları sınıflandırabiliriz'' der.

Deleuze, ''sinemada fikirler vardır, felsefede ise kavramlar vardır'' der. Bu noktada felsefenin

sinemaya katkısı değil de; sinemanın, felsefeye kavramların üretilmesinde nasıl bir katkısı

olabilir sorusu yöneltilebilir. Deleuze, özellikle felsefenin asıl olarak pratikten yani

hareketten türeyebileceğini göstermek için ise Bergson’a başvurmuştur. Çünkü Bergson’da

hareket ile imge diyalektik bir düzlemde değil, birbirine gerektiren bir içkinlik düzleminde

kavranır. Hiçbir aşkınlık tuzağına düşmeden Bergson, hareket ile imge arasında içkinlik

düzlemini kurmuştur. Deleuze, Bergson’dan da etkilenerek, imajları zaman-imaj ve hareket-

imaj olarak ikiye ayırıyor (Akt. Öztürk, 2017, s. 183) Deleuze, sinemanın ilk dönemlerini

İkinci Dünya Savaşına kadar olan dönem- hareket-imge kavramı çerçevesinde açıklar.

Bunun nedeni eyleyen ve hayatını bu eylemlerle dönüşüme uğratabileceğini düşünen insanın

varlığıyla alakalıdır. Bu nedenle sinema da bu dönüştürme faaliyetlerini hareketle sağlar.

Ama savaş sonrası toplama kamplarıyla, faşist ideolojilerle ve savaş trajedileriyle yıkılmış

bir Avrupa’nın varlığı, insanların kendi hayatları üzerine söz söyleme ve eylemde bulunma

istekleri üzerinde olumsuz bir etkide bulunmuştur.

Bu nedenle Deleuze, savaş sonrası sinemasını açıklayabilmek için hareket-imge

kavramını değişikliğe uğratır (2014, s. 272). Savaş sonrası İtalyan gerçekliğiyle oluşmaya

başlayan sinema için kullandığı “zaman-imge” kavramını kullanır. Düşünce anlamında

zaman-imaj zamanı bize doğrudan verdiği için yeni oluşumlara ışık tutulabilir. Çünkü

belirsiz olanın üzerinde düşünmeye başlandığında geleceğin nasıl olabileceği üzerinde de

pek çok ihtimalin olabileceğini de kavramaya başlarız.

Bergson eski felsefe ve bilimin anladığı zamanın bir cinsten olan ölçülür mekandan

ibaret olduğunu ifade eder. Oysa somut zaman, bilincimizin bir oluşu ve yaratıcı bir

evrimdir. O halde canlı zaman ancak bilinçte görülebilir. Onun her anında eşsiz bir değişme

ve nitelikten ibaret bir yenilik vardır. Bergson saatle ölçülen zaman ile yaşanan öznel,

yaratıcı zamanı yani ''süre''yi kurgulamıştır. Bunun sonucunda sürenin asıl realite olarak fark

edilmesini sağlayıp ruhun yaşadığı süre ile mekanda geçen, parçalanabilen zamanı

ayırmıştır. Ona göre, yaşayan öznenin zamanı ile mekanda geçen, saatle ölçülebilen

niceliksel zaman oldukça farklıdır (Bayraktar, 2010, s. 125-126).

Page 74: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

64

Bergson'a göre yalnızca soyut zaman ve mekan önce ve sonralara ayrılabilir, yalnızca

soyut zamanda ve mekanda ayrı ve belirgin bölümler arasında fark vardır. Bu bağlamda

Bergson için zaman-imaj şekerin çayda erimesine benzetilir. Bergson şöyle der:

''Bir bardak suya şeker koyduğumda, şekerin erimesini beklemek zorundayım'' (1922, s. 10).

Deleuze Bergson'un bu ifadesini biraz tuhaf bularak cevap olarak:

''Çünkü kaşığın hareketinin şekerin erimesini hızlandırabileceğini unutmuş

görünmektedir. Peki ama asıl söylemek istediği şey nedir? Şeker parçacıklarını

ayrıştıran ve onları suyun içinde yüzer hale getiren nakil hareketinin kendisinin bütünde,

yani bardağın içeriğinde bir değişimi, içinde bir parça şeker olan suyun şekerli su haline

doğru niteliksel bir geçişini ifade ettiğidir. Eğer bir kaşıkla karıştırırsam, hareketi

hızlandırırım, ama aynı zamanda artık kaşığı da içeren bütünü değiştirmiş olurum ve

hızlandırılmış hareket de bütünün değişimi ifade etmeye devam eder'' (2014, s. 20).

ifadelerini kullanır. Şekerin çayda erimesini beklerken sizin içinizde bazı değişiklikler

olmaya başlar. Herkeste şekerin çayda erimesini bekleyişi birbirinden farklıdır. Çünkü

belirsiz olan haldeki zamanın nasıl bir yol alacağı konusunda fikir sahibi değiliz. Dolayısıyla

her zaman yeni oluşumlara gebe bir umut, bir mucize vardır. İşte öngörülemezlik bunun

kendisi, sinemada yeni imajın bize habercisi. Zaman imaja girdiğimizde artık basmakalıp

imajların yerine yeni yaratıcı imajlar girmeye başlar. Bir sonraki sahnenin nereye gideceği

konusunda fikir sahibi olunamaz. Sinemanın düşünceye sağlayabileceği en önemli

imkânlardan birisi de budur. Bergson felsefeyi, düşüncenin olağan istikametine yönelik

müdahale olarak ifade eder. Ona göre, düşünce olağan bir istikamete gittiğinde felsefe ona

müdahale eder. Bu durum, olağanın olağan olmadığı üzerine düşünmemize yardımcı olur.

Bergson’dan etkilenen Deleuze ise felsefe kavramlar icat etmektir der. Böylece

yaratıcılığa ve üreticiliğe vurgu yapar. Deleuze felsefenin, paradoksların olduğu durumda

yapıldığını ifade eder. Olağan dışına çıkmak sinemada mümkündür ve sinema şaşırtarak

düşünmeye yol açar. Sinema gerçekliğin farklı görünüşlerini de ortaya koyar. Alışkanlıklar,

varlıkla aramıza giren unsurlar haline gelmeye başlıyor varlığın kendisini görememeye

başlıyoruz. Sinemanın bize sağlayabileceği en önemli katkılardan biriside bir başkasının

gözünden bir hayat nasıl görüldüğünün ortaya konulmasıdır. Sinemanın bize verdiği

derslerden biri de umuttur. En kötü koşullarda bile mucize olabilir. Bir başka sinema filozofu

Rancière ise ''Sinema paradoksal bir sanattır'' der. Yani sinema, hem Aristo’nun belirttiği bir

hikayenin oynandığı temsili rejime elverişli bir sanat hem de fark anlarının olduğu o an

düşünmemize yol açan estetik rejimin olduğu bir sanattır. Rancière aynı zamanda sinemada

temsili rejim ve estetik rejim dışında, bir de etik rejim olduğunu söyler. Etik rejim iyi ve

Page 75: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

65

kötüyü içermektedir. Buradan hareketle sinemada ahlaki sorular sormaya başlarız

(Akt.Öztürk, 2017, s. 181-188).

Sinemaya dair bütün bu değerlendirmelerden sonra göç ve mültecilik sorununu ahlaki

olarak sinema üzerinden ilişkilendirerek değerlendirmeye geçebilirim.

3.2. Sinemada Ortaya Çıkan Göç filmleri üzerinden Mülteciliğin Ahlaki ve

Siyasi olarak Değerlendirilmesi

Siyaset için genel bir tanımlama yapılırsa, siyaset: İnsanların hayatlarını düzenleyen

genel kurallar koymak, muhafaza etmek ve gerekli durumlarda değiştirmek için yürüttükleri

faaliyetlerdir. Siyaset istenilen hedefe ulaşmak için bazen çatışma bazen de işbirliği içinde

icra edilir (Heywood, 2017, s. 24). Max Weber ise siyaseti, devletler arasında veya bir devlet

içinde bulunan güç öbekleri arasında iktidarı paylaşmak veya iktidarın paylaşımında etkili

olmak için verilen mücadele olarak tanımlar (Akt. Akyüz, 2009, s. 95). Ahlakın kaynağı ne

olursa olsun, modern iktidarı kullanan siyaset ile iç içedir ve siyasal eylemler diğer tüm

eylemler gibi ahlak konusunun içindedir (Bayram, 2006, s. 232-233).

Siyaset ülkeler üzerinde doğrudan, uluslararası kurumlar üzerinde ise dolaylı yoldan

insanların günlük yaşamı üzerinde etkiye sahiptir. Bu etkilenmeye maruz kalan en büyük

gruplardan birisi de korunmaya muhtaç mülteciler ile çeşitli nedenlerle yer değiştiren

göçmenlerdir. Çünkü mülteciliği doğuran ana sebebin savaşlar ve terör olduğu bir gerçektir.

Dolayısıyla karar alıcı mekanizmalar bir siyasi amaç güderek bu savaşlara karar verir.

Böylece güvenlik endişesiyle on milyonlarca insan mülteci durumuna düşebilmektedir. Öte

yandan sınırlarında değil de binlerce kilometre uzaktan gelerek başka ülkelere savaş açan

egemen güçler savaş ortamından kaçan sivilleri mülteci olarak kabul etmemektedir. Irak'ta

olduğu gibi savaşa ahlaki bir kılıf bulmak isteyen ABD kitle imha silahını bahane ederek

esas amacını gizlemiş ve ahlaki gerekçe gibi görünen savaş sebebi siyasi amaç için

araçsallaştırılmıştır.

Mülteciler çoğunlukla çaresizdirler ve sürekli olarak öldürülme ihtimali ile karşı

karşıyadırlar. Son yıllarda artan mülteci sayısı ve Dünya devletlerinin mültecilere karşı sert

tutumu göçün ahlaki olarak değerlendirilmesinin önünü açtı. Rula Jabreal, Suriyeli

mülteciler üzerine çalışmasının sonuçlarını 28 Eylül’de The New York Times International

Edition’da, ''Türkiye’nin mülteci yanıtındaki fark'' başlıklı makalesiyle yayımladı. Jebreal’a

Page 76: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

66

göre, Avrupa ve ABD hem yük ve çaba paylaşımında hem de ahlaki ve insani yaklaşım

bakımından Suriyeli mülteciler konusunda çok kötü bir sınav vermiştir (Akt. Keyman,

2017).

Bu bağlamda mülteciliğin ahlaki olarak ele alınması gereklidir. Bu öncelikle

uluslararası siyaset ve siyasi metinler bağlamında önceki bölümlerde ele alınmak ile birlikte

yer yer meselenin ahlaki boyutları da değerlendirme konusu yapılmıştır. Bu konu, belirli

oranda gerçekliği yansıtması ve daha bilinebilir bir alan sunması bakımından sinema

üzerinde serim yapılarak iki sinema filmi ile daha ayrıntılı bir şekilde irdelenecektir. Filmleri

bu bağlamda irdelerken yukarıda çerçevesini çizdiğimiz olgular ile birlikte değerlendirmeye

gayret edeceğiz. Bu filmler “Bu Dünyada” ve “Otel Ruanda”dır.

3.2.1. Bu Dünyada

Yönetmen: Michael Winterbottom Senaryo: Tony Grisoni Oyuncular: Jamal Udin

Torabi:Jamal, Enayatullah: Enayat rolünde, Imran Paracha: taşıyıcı, Jamau: Enayet'ın

babası,Mirwais Torabi:Jamal'in erkek kardeşi Yapımcı: Andrew Eaten, Anita Overland,

Yıl: 2002 Süre: 90 Dakika

Film Pakistan'ın kuzeybatısında Peşaver kentinde bulunan Şamşatu mülteci

kampında yaşayan iki gencin Londra'ya kadar uzanan hikayesini anlatır. Şamnu mülteci

kampının ilk sakinleri Afganistan'ın 1979 Sovyetler birliği tarafından işgali ile gelenler son

sakinleri ise Amerika Birleşik Devletleri'nin 7 Ekim 2001'de bombardımanı sonrası zorunlu

olarak göç edenlerdir. Kampta 53 bin Afgan mülteci yaşamaktadır. Bu mülteci kampına

gelenlerin hepsini can güvenliklerinin olmaması sebebiyle ülkelerini zorunlu olarak terk

edenler oluşturur. Filmde Afganistan'ın bombalanması için 7,9 milyar dolar harcama

yapılırken mülteciler için verilen günlük istihkak ve barınma ihtiyacının giderilmesi için

verilen malzemelerin azlığına vurgu yapılır.

Film Kuranı kerimin Fatiha suresini okuyan bir ses ile başlar. Film başlar başlamaz

insan yaşamında din ve kültürün ne kadar iç içe geçtiğini ortaya koyuyor, insanlar en zor

şartlarda bile inanç ve kültürlerini korumaya adeta ant içmişlerdir. Bir sonraki sahnede yaşlı

bir mülteci el arabasını hareket ettirir. İnsanların bakışlarında ve yüz hatlarında kırgın ve

mutsuz oldukları görülebilir. Hayatın çocukları en acımasız şekilde bir mülteci kampında

karşılamasına rağmen çocukların geleceğe dair umutları ya da henüz hayatı

Page 77: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

67

anlamlandıramamanın yansıması yüzlerinde gülümseme olarak belirir. Burada çocukların

mülteci kampında doğmaları onların hayatlarının sonuna kadar burada kalmalarını mı

gerektirmeli sorusu yöneltilebilir? Bu ahlaken doğru mudur? Hangi ahlak anlayışı bunu nasıl

yorumlar? Ülkeleri bombalandığı için ülkelerini terk etmek zorunda kalan ve savaşta taraf

olamamış olan Afganistanlılar'ın bir suçu var mıdır, var ise o nedir? Filmde belirtildiği gibi

Afganistan'ın bombalanması için 7,9 milyar dolar harcanır. Eğer bu para Afganistan'ın alt

yapısı için harcansaydı ekonomisi düzelmiş olabilirdi ve Afganistan terör üreten bir merkez

olmaktan çıkabilirdi. 11 Eylül terör saldırısının faillerinin hiç birisinin Afganistan vatandaşı

olmamasına rağmen başkalarının yaptığı eylemlerden dolayı Amerika'nın tüm Afganistan'ı

işgal ederek onları radikalleştirmesi ya da vatanlarından göçe zorlaması ahlaken ve siyaseten

adil midir? Yoksa bu meselenin bu hallere evrilmesinin bir ahlakı da var mıdır? Teröristlerin

bombalandığı gerekçesiyle onları yerlerinden etmek ve onları adeta açık hava hapishanesini

andıran mülteci kamplarında tutmaya zorlamak hangi ahlak türü ve ilkesiyle

bağdaştırılabilir? ahlaki mi? Diğerkamlık yaparak bu soruları kendi vicdanımıza

sorduğumuzda mültecilere hiç de adil bir yaşamın sunulmadığını ifade etmek zor değildir.

Filmde tüm bu çaresizlikler içerisinde umuda yolculuk için canlarını ortaya koyan iki

genç göçmenin yaşadıkları anlatılmaktadır. Filmin kahramanı henüz gençliğe yeni adım

atmış 16 yaşındaki Jamal (Cemal) ve yaşça ondan biraz daha büyük olan Enayat'tir. Jamal

günlüğü bir dolardan daha az bir ücretle tuğla fabrikasında çalışmaktadır. Jamal amcasından

telefon gelmesiyle Pakistan'da bulunan mülteci kampından Peşaver'e gider. Peşaver'de

yemek yerlerken amcaları Enayet’i Londra’ya göndermek istediğini söyler. Jamal onu

götürebilecek birini tanıdığını ve göçmen kaçakçısı ile konuşabileceğini söyler. Jamal

Enayet'i de yanına alarak göçmen kaçakçısını bulur. Enayet anlaşmak için göçmen

kaçakçısını, babası ve amcasının yanına götürür. Göçmen kaçakçısı onların iyi bir geleceği

olması için yardımcı olmak istediğini söyler.

Ancak Londra'ya giderken birisinin İngilizce bilmesi işlerini kolaylaştıracaktır.

Göçmen kaçakçısı ile Enayet'in amcası ve babası anlaşmaya varırken, Jamal Enayet’in

İngilizce bilmediğini belirtir. Onunla kim gidecek? diye sorar. Kendisi İngilizce bilen Jamal

böylece Londra'ya gitme fırsatını yakalar. Artık iki Afgan mültecinin tehlikeli Londra

yolculuğu kesinleşmiştir. Londra'ya kara yoluyla ve yasa dışı (illegal) yollardan

gideceklerdir. Göçmen kaçakçısı onları alıp birlikte çalıştığı diğer göçmen kaçakçısına

götürür. Bu yeni göçmen kaçakçısı yolun tehlikeli olduğunu söylese de umuda yolculuk için

Page 78: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

68

karar verilmiştir. Anlaşmaya varılan miktarda para bu yeni göçmen kaçakçısına verilir.

Göçmen kaçakçısı Londra’ya gidince aramasını ve bundan sonra göçmen kaçakçılarının

payını vereceğini söyler. Enayat için veda programı düzenlenir ve ona hatıra için hediyeler

verilir. Mülteci kampına dönen Jamal de kardeşleri ile vedalaşır. Jamal Peşaver'de otobüs

kalkmak üzereyken onu bekleyen Enayet'e yetişir. Göçmen kaçakçısı Jamal ve Enayet’e

Ketta’ya ulaştığında arayacağı numarayı ve kimlik kartlarını verir. Jamal’in Enayet ile

Londra’ya uzanması beklenen yolculukları başlar. Peşaver’den yola çıkan ikili önce Ketta’ya

varır. Ketta’da aramaları için verilen numarayı ararlar ve otogarda olduklarını söylerler.

Jamal ve Enayat’i Ketta'daki göçmen kaçakçısı taksi ile otogardan aldırır ve kalmaları için

bir eve götürür. Ertesi gün üstü açık Toyota marka pikap ile yola çıkarlar.

Yolda Jamal Enayet’e İngilizce öğretmeye başlamıştır bile. Bir süre sonra yolda mola

verirler Enayet namazını kılar ve yolculuğa devam ederler. Biraz gittikten sonra Şaman Ali

adında biri ile görüşüp araba değiştirerek onun pikabına binerler. Yolda Pakistan güvenlik

kontrolünün sorgulamasıyla karşılaşırlar. Bu sorgulama karşısında Dalbadin’den giysi alıp

Ketta’da satacakları yalanını söylemelerine rağmen, Pakistan güvenlik görevlisi onlara

inanmaz. Onları arabadan indirir ve çadırların arkasına götürerek çantalarını arar. Güvenlik

görevlisi, çantada Enayet'in volkmenini görür, güvenlik görevlisine rüşvet vermeden yola

devam edemeyeceğini anlayan Jamal, Enayet’in volkmenini güvenlik görevlisine hediye

eder. Böylece yollarına devam ederler. Yolda Enayat Jamal ile kendisine ait volkmenini

güvenlik görevlisine vermesinden dolayı tartışır. Burada bir problem ile karşılaşınca nasıl

davranmaları gerektiği noktasında ikilinin olayları değerlendirmede fikir ayrılığı ortaya

çıkar.

Jamal Enayet'e göre daha küçüktür ama onun dil bilmesi daha önce Londra'ya gidenleri

tanıyor olması Londra’ya ulaştıkları takdirde bir volkmenin ne kadar değersiz olduğunu

tasavvur etmede Enayet’ten daha iyi durumdadır. Jamal Londra'ya ulaştığında çok farklı bir

dünyanın kendisini beklediğini tahmin edebilmektedir. Enayet'in Londra'ya gitme fikri ise

amcasının, isteği ile olur. Londra'ya ulaştığında önemli olanların önemsiz hale geleceğini

anlayamamaktadır. İkili bir süre yola devam ettikten sonra yolculuk ettikleri pikaba yolda

meyve kasaları da yükleyerek Taftan’a ulaşırlar.

Taftan'a vardıktan sonra, Enayet bir adama burası Jamal Şer otel mi? diye sorar.

Burada kendilerine yardımcı olmasını bekledikleri Ferit adında birini aradıklarını söyler.

Kendisi de göçmen kaçakçısı olan adam Ferit adında birisini tanımadığını söyler. Sonra onu

Page 79: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

69

neden aradıklarını sorar onlarda şahsi bir mesele derler. Adam Ferit sonra gelecek der ve

İran'a mı gidiyorsunuz diye sorar? İran'a gitmek istediklerini söylemek istemezler ama

konuştukları kişi bir göçmen kaçakçısıdır ve onların İran'a gitmek istediğini anlar. Yalan

söylemeyin der ve İran'a gidiyorlarsa güvenliklerini garanti edebileceğini söyler. İran'a

gitmeden paralarını rupiden riyale çevirmeleri gerektiğini belirtir. İnsan kaçakçılığı ile insan

ticareti arasındaki fark bu sahnede net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. İnsan kaçakçısı onlara

güvenliklerini garanti edeceğini söylüyor ve onları karar vermeleri için özgür bırakır. İnsan

ticareti yapan birisi bunu söylemez ve onları dediklerini yapmaları için zorlar.

Diğer taraftan en başında dediğimiz gibi tehlikeleri kabullenerek çıkılan bir umuda

yolculuk var ve kaçak göçmenler tüm tehlikeleri baştan kabullenmiştiler. Adama güven

duymak zorundadırlar. Enayat parasını göçmen kaçakçısına verir. Adam paralarını riyale

dönüştürür ve paralarını saymasını ister. Enayet sana güveniyorum demesine rağmen adam

parayı saymasını ister ve iyi bir olduğumu nerden biliyorsun diye ekler. Bu soru iyi birisi

olan Enayet için anlamlıdır. İnsanlar herkesin kendileri gibi iyi niyetli olduğunu düşünür

ancak bunun her zaman böyle olmadığını bu soru düşündürtmektedir. Dışarı çıkarlar ve

göçmen kaçakçısı onlara eğer İran vizeniz varsa kuyruğa girin yoksa benimle gelin der. İran

vizesi olmayan iki kaçak göçmen bundan sonraki her bir ülkenin sınırlarını izinsiz geçerken

kaçakçılarına tabi olmak zorundadırlar. Yani bu uluslararası tanıma göre yasadışı göç

anlamına gelmektedir. Göçmen kaçakçısı onları Toyota marka pikaba götürür. Pikap ticari

mal yüklüdür. Buradan adamın İran'ın Zahedan şehrine hem mal taşıdığı hem de kaçak

göçmen taşıdığı anlaşılır. Göçmen kaçakçısı onları yasadışı bir yoldan geçirip İran'ın

Zahedan şehrine ulaştırır. Böylece ikilinin hukuki anlamda yasadışı göçmenliği başlamış

olur.

İki kaçak göçmen İran'ın Zahedan kentine ulaşınca Behrouz adında göçmen

kaçakçısını telefonla arar. Behrouz onları konaklayacağı evine götürür. Jamal ile İngilizce

konuşurlar bu sırada Enayet Jamal'e göçmen kaçakçısı Behrouz'a her şey hakkında bilgi

vermemesi için uyarır. Enayet Jamal'e göre biraz daha temkinlidir ve herkese

güvenmemektedir bu konuda yol boyunca Jamal'e uyarılarını sürdürür. Bir nevi ağabeylik

yapar. Ancak Jamal'in dünyayı Enayet'ten daha iyi tanıdığı daha evrensel olduğu açıktır.

Behrouz onları Tahran'a gönderecektir ama onlardan giysilerini değiştirmesini ister. Daha

önce hiç böyle bir durumlar karşılaşmamış olan Enayet bunu yapmak istemez. Göçmen

kaçakçısı Behrouz, Jamal'in tercümanlığında Enayet'e Tahran'da dikkat çekmemek için

Page 80: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

70

İranlı gibi görünmeleri gerektiğini söyler. Böylece Enayet giysilerini değiştirmeye ikna olur.

En son yasadışı göçmenlerin başlarındaki yöresel şapkaları da çıkaran Behrouz bu giysilerin

artık gereksiz olduğunu söyleyerek çöpe atar. Enayet giysilerinin atılmasından rahatsızdır.

Enayet'in gideceği yerlerde de aynı giyim tarzının olacağını sanması Dünya'da ki yaşamdan

kopukluğunu ve onun yerelliğini göstermesi açısından önemlidir.

Buradan yasadışı göçmenlerin bile en zor şartlarda yöresel kıyafetiyle bir bütünlük

hissetmesi onun kaçak göçmen olarak gittiği yerden ikamet etmesi için gerekli izinleri

aldığında bu yöresel giysiler ile orada yaşamını devam ettirme eğiliminde olduğunu gösterir.

Bunun örneklerini İngiltere’de yaşayan Sihler’de görmek mümkün. Hindistan’da uğradıkları

ayrımcılık sonrası batı ülkelerine iltica eden Sihler İngiltere’de kamu adına çalışırken bile

çok uzun yıllardır yaşamlarını İngiltere’de sürdürmelerine rağmen yöresel kıyafetlerini

kamusal alanda hizmet alırken ve verirken giymeye devam ederler. Behrouz onları bir odaya

yerleştirir ama günlüğüne 10 bin riyal ister. Enayat Jamal'e biz ona para vermiştik oda için

neden daha fazla para istiyor diye söylenir. Jamal'e onun bir dolandırıcı olduğunu ve ona

güvenmediğini anlatır. Ama buna karşı çıkmaları onları yolundan alıkoyabilir. Bu yüzden

göçmen kaçakçısının isteklerini yerine getirmek zorunda hisseder.

Jamal bir taraftan da Enayat'a İngilizce temel bilgileri öğretmeye devam eder. Bununla

birlikte Enayat en zor koşullarda bile namazlarını hiç kaçırmaz. Din ile kültür iç içe geçmiştir

ki göçmenler gittikleri yere kültürleri, dinleri, yaşam ve giyim tarzları ile giderler. Göçmen

Kaçakçısı Behrouz, Enayat ve Jamal'e yolda nasıl davranmaları gerektiği hakkında bilgi

verir. 10 gün Zahedan'da kalan iki kaçak göçmen için artık Tahran'a gitme vakti gelmiştir.

Behrouz onları otobüs garında bir arkadaşına emanet etmeden önce Tahran'a varınca onları

karşılayacak olan meslektaşı olan göçmen kaçakçısının telefon numarasını verir ve yolculuk

başlar. Yolda giderken Peştuca konuşan Jamal'i uyaran Enayat fark edilememeleri için ondan

Farsça konuşmasını ister. Yolda gördükleri trafik kazası yolculuklarının her aşamasının

tehlikeyle dolu olduğunu gösterir. Bir süre sonra Tahran'a giderken otobüste güvenlik

birimlerin sorgulamasına takılırlar. İranlı güvenlik personeli onlara nereli olduklarını sorar

ve ekler Afganistanlı mısınız? Onlar ise Behrouz’un onlara tembihlediği gibi Tahran'da

inşaat işinde çalışıyoruz cevabı verir. Ama güvenlik görevlisi kimliklerini ister.

Kimliklerinin olmadığını söyleyen Jamal ve Enayat, İranlı olduklarını söyleseler dahi

güvenlik görevlisini inandıramazlar. Güvenlik görevlisi onları otobüsten indirir. Eşyalarını

inceleyen İran güvenlik kuvvetleri iki mülteciyi otobüsten alarak onları geldikleri ülke olan

Page 81: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

71

Pakistan'ın bilinmeyen bir çölünün ortasında bırakır. Jamal ve Enayat sırt çantalarıyla bazen

yaya olarak bazen de yolda giden arabalara binerek çileli bir yoldan sonra tekrardan Taftan'a

ulaşırlar. Pes etmezler ve Londra’ya ulaşmaya kararlı oldukları için Taftan’da kendilerine

yardımcı olan insan kaçakçısını tekrar bulurlar. İnsan kaçakçısı onları İran'a götürmesi için

tekrar para ister. Enayat zor günler için ayakkabısının içinde sakladığı dolarlarını ona verir

ve yeniden umuda yolculuk başlar. Jamal ve Enayat bu kez güvenlik kontrolüne

yakalanmadan Tahran'a ulaşırlar.

Tahran'da Behrouz'un verdiği numaradan göçmen kaçakçısına ulaşan jamal ve Enayet

Tahran'da beş gün kalır. Daha sonra göçmen kaçakçısı onları meyve taşımacılığı yapan bir

kamyonete götürür. Enayet meyve kasalarının ortasında gizlenmeleri için açılan alanda

yolculuk yapmak istemese de kamyonete binmekten başka çaresi yoktur. Bu kadar uzun ve

zor bir yol gelmişken geri dönemeyeceğini anlayan Enayet işçilerin ittirmesiyle kendisinden

önce yerini almış olan Jamal'le yeni bir yolcuğa daha başlar. Yolculuk Türkiye sınırında

bulunan Maku'ya kadar sürer. Meyve yüklü kamyonetten iki sığınmacıyı alan bu kesimdeki

göçmen kaçakçısı onları sınırdaki köylerine götürür. Yolda kaçakçı ile iletişim kurmaya

çalışsalar da birbirlerinin dillerini bilmedikleri için başarılı olamazlar, ona tabi olarak

göçmen kaçakçısının sınırdaki köyüne giderler. Kaçak göçmenler köylüler tarafından

oldukça sıcak karşılanır.

Kaçak göçmenlerden Jamal'e, kadınlardan birisi merhamet göstererek başını okşayıp

Allah seni korusun der. Ancak köylülerin bu misafirperverliği Levinas’ın bahsettiği

adanmışlık şeklinde bir misafirperverlik mi? Köylülerin misafirperverliğine adanmışlık

diyemeyiz her ne kadar merhamet gösterisi yapsalar ve en iyi şekilde konuk etseler bile

misafirperverlikleri para karşılığındadır. Bununla birlikte misafirperverlikleri para

karşılığında olsa bile köylülerin merhametinin tamamen para karşılığı olmadığı açıktır.

Çünkü bunu yapmadıklarında onlara neden merhamet göstermediniz diye hesap soracak olan

yoktur. Burada Derrida’ya göre konksever-mez-lik düşüncesi daha net görülebilir. Yani

Derrida konukseverlik düşüncesini ve bu düşüncenin olanaklı içerimlerini, ki bu içerimler

bir olanaksızlık biçiminde sunuluyor. Derrida, koşullu misafirperverliğin, misafirperverlik

olmadığını belirtmiştir. Bir süre köyde kalması gereken iki kaçak göçmen köylü çocuklar ile

güzel bir iletişim kurarlar. Evlerinde misafir oldukları ailenin göçmen kaçakçısının oğlu

Jamal’in ayakkabısının eskidiğini görür ve onun için senin paranı kullandım diyerek ona

ayakkabı satın alarak hediye eder. Jamal'de ona teşekkür eder. Burada göçmen kaçakçısının

Page 82: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

72

çocuğu yaşının verdiği olması gereken insan fıtratının bozulmamışlığından dolayı

Levinas’ın bahsettiği başkasının özünü kendinden üstün tutma olarak tanımladığı koşulsuz

misafirperverliğin küçük bir yansıması görülebilir. Küçük çocuk onların fakirliğini görür ve

meslekleri olan kaçakçılık parasından feragat ederek ona ayakkabı alır. Ancak bu yine de

Levinas’ın koşulsuz misafirperverliğini karşılamaz. Koşulsuz olması için onların parası ile

değil kendi cebinden harcayarak bunu yapması gerekirdi.

İki kaçak göçmen köyde geleneksel dini anma etkinliklerine de şahit olurlar. Karlı

dağlara bakan Enayet'in hedefine ulaşması için bu dağları geçerek Türk topraklarına

ulaşması gerekmektedir. Jamal ve Enayet kadınların yöresel uğurlama törenleri eşliğinde

köylüler ile vedalaşır. Jamal'e ayakkabı hediye eden küçük çocuk ile birlikte yola çıkan

Jamal ve Enayet gece sınırı geçmeye başlarlar bu sırada yolda, atlar ile kaçak mal ticareti

yapan kaçakçılar ile karşılaşırlar. Yolarına devam ederken sınırda devriye atan Türk

güvenlik görevlilerinin dur ihtarının ardından silah sesleri ile kendilerini karla kaplı yere

atarlar. Devriye atan askeri cipin ayrılması ile kendilerine eşlik eden küçük çocuk geri

kaçmak ister ama Jamal ve Enayet kararlıdır. Türkiye'ye doğru gidelim diyerek karla kaplı

dağları aşarak yollarına devam ederler. Gece uzun ve tehlikeli bir yolun sonunda sabah

olunca ulaşmak istedikleri Türk köyüne varırlar. Köyde kısa bir süre kaldıktan sonra köyden

hayvanları taşıyan kamyonetin kasasında başka bir kamyonete kadar yolculuk yaparlar.

Ardından içinde Danimarka'ya giden kaçak göçmen bir ailenin bulunduğu kamyonete

aktarma yaparlar. Artık yolculukları bu aile ile devam edecektir. Aile Mehdi adında bir

bebekleri olan karı kocadan oluşmaktadır. İstanbul'a ulaşan aileyi buradaki göçmen

kaçakçısı karşılar. Göçmen kaçakçısı Jamal, Enayet ve Danimarka'ya gitmek isteyen aileyi

kaçak göçmenlerin ikamet ettiği eski bir binaya götürür. Jamal, Enayet ve ailenin babası

İstanbul'da bir süre mutfak eşyası imalatı yapan atölyede çalışırlar. Burada ise kaçak

göçmenlerin göç ettikleri ülkeye ekonomik etkileri görülmektedir. Ekonomik gerekçeler ile

sınırların kapatılmasını savunanların tezlerinden olan kaçak göçmenlerin bulundukları

ülkenin vatandaşlarının işini elinden aldığı iddiası bu sahnede görülmektedir. Sınırların

kapalı olmasını savunanlar toplumun alt kesimlerinin işini kaybedeceğini öne sürmekteydi.

Buna karşı açık sınırları savunanlar ise ucuz işçilik sayesinde ürünlerin daha ucuza mal

edileceğini ve ülke ekonomisinin toplamda kazançlı çıkacağını iddia etmekteydi. Bir süre

sonra üçlü arasında güzel bir arkadaşlık olur. Bu arkadaşlık yol arkadaşlığıdır ve

birbirlerinden ayrılmazlar. Mutfak eşyası imalatında çalışırken ihracat ürünleri taşıyan

Page 83: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

73

tırların konteynırlarında göçmen kaçakçılığı yapan başka bir göçmen kaçakçısı gelerek

Jamal, Enayet ve aileyi alarak üstü kapalı kamyonete bindirip limana götürür.

Jamal, Enayet ve aile artık Avrupa’ya adım atmak için yeni bir tehlikeli yolculuk daha

yapmak zorundadırlar. Enayet yollarının kasasız belasız geçmesi için ellerini açarak içinden

dua ederler. Mutludur ve yüzünde umut gülümsemesi ile biz Londra’ya gidiyoruz der.

İhracat için taşıma yapan tırların kasasında bulunan bir konteynere hepsi biner. Konteynırda

başka kaçak göçmenler de vardır. TIR’ın gemiye yüklenmesi ile İtalya’ya giden gemi

hareket eder. Konteynırın içinde her biri ayrı bir coğrafyadan gelen kaçak göçmenler

birbirlerine isimlerini ve memleketlerini sorar.

Ancak yolculuk başladıktan saatler sonra konteyner demirlerine yumrukları ile

vurmaya başlayan kaçak göçmenlerden bağırma ve çığlık sesleri ardı ardına gelir. Kaçak

göçmenler Kapıyı açın! Kapıyı açın! Durun! diye bağırmaya başlarlar. İçerde can pazarı

yaşanmaktadır. Konteynır çok sayıdaki kaçak göçmen için havasız kalmıştır. Kaçak

göçmenler oksijensiz kaldıkları için gittikçe güçten düşerler. Enayat, Jamal diye seslenir.

Jamal he diye cevap verir. Enayat, Jamal'e çok kötü oldum der. Jamal bende, bende burada

kötü hissediyorum şeklinde cevap verir. Enayat bebek Mehdi'yi düşünmektedir Mehdi'de

kötü oldu der. Jamal Enayet'e bir şeyler yapmasını ister ve Enayet bir şey söyle diye seslenir.

Enayat, çıkarın beni! çıkarın beni! diye bağırmaya başlar. Jamal'de Kapıyı açın! Enayet

birşey söyle! Beni dışarı çıkartın! diye bağırmaktadır. Bağrışmalar bir süre sonra yerini

sessizliği bırakmaya başlamıştır. Enayet oksijen yetersizliğinden artık bilincini kaybetmiştir.

İçerde tek canlılık belirtisi olan Jamal yerde canlılık belirtisi olmayan Enayat'a panik içinde

seslenmeye devam eder. Jamal Enayat! Sana ne oldu! diye bağırmaktadır.

Yaşanan can pazarının ardından gemi 40 saat sonra İtalya'nın Trieste şehrine gelir.

Kaçak göçmenlerin içinde bulunduğu konteynırı taşıyan Tır gemiden ayrılır. Tır şehrin

içinde bulunan yükünü indireceği yere geldiğinde kaçak göçmenlerin bulunduğu konteynırın

kapısı açıldığında Jamal'in bilinci yarı açıktır ve ölmüş olan annesinin kucağında olan bebek

Mehdi'den ağlama sesi gelmektedir. Jamal ve bebek haricinde bütün kaçak göçmenler

hayatını kaybetmiştir. Görevliler Jamal'e yardımcı olmak isterken o kendini dışarı atma

telaşındadır. Görevliler bebek ile ilgilenirken kendini dışarı atan Jamal hala umutlarının

peşindedir ve durmadan uzun bir süre koşarak uzaklaşır ve izini kaybettirir. İki hafta bu

şehirde kalan Jamal başka bir kaçak göçmen ile çantalarında seyyar olarak bazı ürünler satar.

Page 84: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

74

Bu sırada işyeri sahipleri veya işyeri sorumluları onun mekanlarında satış yapmasına izin

vermeyerek dışarı çıkmasını isterler.

Ancak Jamal hala Londra'ya bir şekilde ulaşmayı planlamaktadır. Bunun için paraya

ihtiyacı vardır ve seyyar satış yaptığı sırada bir restoranın dış bölümünde oturan bir kadının

çantasını gizlice çalar. İçindeki paraları alıp istasyondan Paris'e bilet alır ve Paris'e yolculuğu

başlar. Yolda giderken konteynırda yaşanan can pazarı aklına gelir hala Enayet'in yardım

çığlıkları kulaklarında çınlamaktadır. Jamal Paris'ten sonra İngiltere'ye geçiş yapmak için

Sangatte'ye geçer. Orada kaçak göçmenlerin toplanma noktası olan çadırlara geçer. Sessizce

bekleyen Jamal orada Yusuf adında başka bir kaçak göçmenle tanışır. Sahilde diğer kaçak

göçmenler ile futbol oynayan Jamal hareket halinde bir gemi görünce arkadaşını kaybettiği

gemiyi anımsar ve yaşadığı travmanın etkisiyle oyunu bırakıp gemi diye seslenir ancak

Jamal'in yaşadıklarını bilmeyen diğer kaçak göçmenler hadi oyna, oyununa devam et derler.

Jamal yolda Enayet'in zorla güldüğü fıkraları artık yeni arkadaşı Yusuf'a anlatır.

Yusuf daha önce Londra'da çalışmıştır. Jamal'e daha önce Londra'da restoranda müdür

yardımcısı olarak çalıştığını gidince ona iş vereceğini söyler. Jamal son bir kez daha tehlikeli

geçiş yapacaktır. Yusuf ile birlikte yük taşıyan tırların olduğu alanı çevreleyen telleri metal

makaslar ile kesip, ellerinde tahtalar ile tırların arasına girerler. Kasasının altı boşluk olan

tırların demirlerine tahtaları yerleştirip düşmeyecek şekilde bir yer yaparlar. Kasanın

altındaki boş bölgede hazırladıkları yere gizlenen Yusuf ve Jamal kamyonetin kasasının

altında gizlice Londra'ya geçerler. Çok uzun ve tehlikeli yolculuktan sonra Jamal yol

arkadaşı Enayet'i kaybederek Londra'ya ulaşır. Jamal Restoranda bulaşıkçı olarak çalışmaya

başlar artık Afganistan'ı arayıp Londra'ya ulaştığını haber vermelidir. Enayet'in babası ile

görüşen Jamal Londra'ya vardığını söyler. Enayet'i sorunca Jamal acı haberi verir ve Enayet

Bu Dünya'da değil der. Enayet’in babası zor şartlardaki yaşam şartlarının üzerine birde

evladını kaybetmenin acısını yaşar. Ancak Jamal umuda yolculuğun sonunda istediğine

kavuşmuştur. Jamal Müslümanların toplanma noktası olan Camiye giderek namaz kılar. Ve

film, namaz kılarken biter. Jamal iltica başvurusunda bulunmasına rağmen kabul edilmez

ama kendisine İngiltere'ye özel giriş izni verilir. Ancak bu özel izin 18 yaşına kadar

geçerlidir.

Filmde mültecilerin umut yolculuğunda ölümü bile göze aldıkları net bir şekilde

görülmektedir. Uluslararası göçmen kaçakçılığının nasıl yapıldığı görülmektedir. Göçmen

kaçakçıları her ülkede belli güzergahlar üzerinde para karşılığında bu işi yapmaktalar ve

Page 85: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

75

adeta eski posta sistemi olan ulaklar gibi çalışmaktalar. Kaçak göçmenler gittikleri ülkelerin

sınırlarını yasadışı yollardan geçmekteler. Burada kaçak göçmenlerin neden yasal yollarla

sınırı geçmedikleri sorusu yöneltilebilir ancak ülkelerin vize rejimini göz önüne aldığımızda

bunun ciddi oranlarda zorluklar taşıdığını belirtmek gerekir. Refah sahibi ülkelerin fakir

ülkelerin topraklarını bombalayarak o ülkeleri istikrarsızlığı ve fakirliği mahkum edip diğer

taraftan sınırlarını korumaya almaları ne kadar ahlaki yahut hangi tür ahlak anlayışı ile bu

durum bağdaştırılabilir? Afganistan'da yaşayanların o ülkeden çıkartılarak adeta hapishane

gibi belli bir alana sıkıştırılmış mülteci kamplarında hayatlarını devam ettirmeye zorlamak

insan fıtratında olması gereken ahlak kurallarının dışına çıkmak olsa gerek.

Filmde kaçak göçmenlerin dini ve kültürel özelliklerini gittikleri her yerde devam

ettirmeye çalıştıkları görünmekte. İlk yaşadıkları şok İran'da Behrouz'un onların giysilerini

aşağılayarak çöp kutusuna atmasıdır. Ama giysiler Enayet için hala giyilebilecek giysilerdir.

Ancak İran ile kültürel yakınlığa rağmen giysilerinden dolayı aşağılanma ile

karşılaşmışlardır. Enayet her gittiği yerde bütün zorluklara rağmen namazlarını kılmaktadır.

Filmin son sahnesinde ise Jamal camiye giderek namaz kılmakta. Buradan da anlaşılacağı

üzere Jamal henüz çocukluk ve gençlik çağı arasında bir yaşta olmasına rağmen dini ve

kültürel kodlarını korumaktadır.

Açık sınırlara karşı çıkanların argümanlarından biri de göç edenlerin göç ettikleri

ülkenin kültürel yapısı üzerinde sert değişimlere yol açacağını öne sürmeleriydi. Ancak

burada Jamal'in hangi Hristiyan ya da kendi dininden olmayan birisinin kültürel yapısını

değiştirmeye zorlayacağı sonucu çıkartılabilir. Göçmenler egemen kültürün etkisinde uzun

süre geçmesiyle aslında kendi kültüründe bir erozyona maruz kalacaktır. Korkmaz'ın da

belirttiği gibi melez bir kültür oluşacak, dahası belki de birkaç nesil sonra asimile olacaktır.

Bu ise egemen kültürün ve Avrupa'da aşırı sağın yapmak istediğidir.

3.2.2. Otel Ruanda

Yönetmen: Terry George Senaryo: Keir Peirsen, Terry George Oyuncular: Don

Cheadle: Paul Rusesabagina, Desmond Dube: Dube, Hakem Kae-Kazim: George

Rutaganda, Tony Kgoroge: Gregoire, Nick Nolte: Colonel Oliver (BM komutanı Albay

rolünde), Fana Mokoena: General Bizimungu Sophie Okonedo: Tatiana Rusesabagina

Yapımcı: Terry George, A. Kitman Ho Yıl: 2005 Süre: 121 Dakika.

Page 86: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

76

Filme başlamadan önce Ruanda’nın yakın dönem tarihine kısaca değinmekte fayda

var. Ruanda 1916 ile 1962 yılları arasında Belçika’nın sömürgesi olan bir ülkeydi. Ülkenin

çoğunluğunu Hutular oluşturuyordu. Ancak sömürge döneminde Tutsileri üstün olarak

gördüler ve onların ülke içinde daha fazla güçlenmelerini sağlayacak olanaklar verdiler.

Bunun sonucunda Tutsiler ülke içinde güçlendiler. Bu durum ülkenin çoğunluğunu oluşturan

Hutular arasında biriken bir toplumsal kine dönüştü. Belçikalılar ülkeyi terk ettikten sonra

da iki etnik grup arasındaki gerilim çatışmalara dönüştü. Çoğunluğu Tutsilerden olan bir

milyonun insanın hayatını kaybettiği soykırıma dönüştü.

Hotel Ruanda filmi 1994 Ruanda soykırımı sırasında ailesinin ve bir grup mültecinin

hayatını, onları otelde gizleyerek kurtaran otel müdürünün hikayesini anlatır. Filmde Paul

Rusesabagina zengin müşterileri olan Ruanda’nın Kigali şehrinde bulunan Milles Collines

otelde müdür yardımcısı olarak çalışmaktadır. Paul müşterilerine nasıl davranması

gerektiğin bilen ve aynı zamanda insan psikolojisinden anlayan, zeki, dirayetli ve kibar bir

karakter olarak karşımıza çıkmaktadır.

Film radyoda yayınlanan birkaç haberin ardından, yine Radyoda yayınlanan

provakasyon konuşması ile başlar. Radyo sunucusu tarihe göndermede bulunarak Ruanda

toplumunda yaşayan Tutsilerin sömürgeci Belçika ile birlik olup Hutuların topraklarını

çaldığını ve Hutulara zulüm yaptığını söyler. Bu yüzden Tutsilerden nefret ettiğini

söyleyerek onları hamam böceği katiller olarak tanımlar. Ayrıca dikkatli olunması gerektiği

vurgulanarak korku ortamı oluşturulmaya çalışılır. Bu korku ortamının oluşması için

komşular hedef gösterilir. Nefret, kitle iletişim aracı olan Radyo ile tüm topluma zerk edilir.

Sömürgeci devletlerin sömürdükleri toplumu ayırma ve o toplumun bir grubu üstün tutarak

''böl, parçala, yönet'' taktiği uygulaması, uzun zaman barış içinde yaşayan toplumları

birbirine karşı öfke biriktirerek, nefrete varan bir düşmanlığa götürür. Ötekileştirme,

ayrımcılık ve nefret bir topluluğun diğer bir topluluğa soykırım suçunu işlemesine kadar

götürebilir.

Paul zengin insanları nasıl memnun edeceğini iyi bilmektedir. Yolda giderken şoförü

Dube’ye elindeki Kohibo purosunun 10.000 frank olduğunu ancak kendisi için bundan daha

değerli olduğunu, çünkü bununla zenginleri memnun ederek isteğini yaptırdığını anlatır.

Paul, George adında bir toptancıdan otelin ihtiyaçlarını tedarik etmektedir. Bu purodan

malzeme tedarikinde sorun çıkarmaması için ona verir. Hutular ile Tutsiler arasındaki

çatışmalar ortaya çıkma eğilimindedir. George da bir Hutu olan Paul’dan siyasete yani Hutu

Page 87: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

77

gücüne girmesini ister ve ona Hutuların simgesi olan bayrağı verir. Paul siyaset ve mitingler

için zamanının olmadığını söyleyerek konuyu geçiştirir. Paul, George’a alacağı ürünlerin

parasını verir ve malzemeleri yüklemek için depoya inerler. Bu sırada depoda iş kazası

sonucu sandığın kırılması ile sandıktan palalar yerlere saçılır. Paul ve şoförü şaşkınlık

içindedirler. Aslında bu palalar beklenen iç savaş için hazırlık yapıldığını göstermektedir.

George palaların Çin’den ucuza getirttiğini söyler.

Paul ve şoförü malzemeleri arabaya yükleyip otele dönerken Dube Radyo yayınında

Rutaganda’nın Hutulara bütün Tutsileri öldürmelerini söylediğinden bahseder ve onun kötü

biri olduğunu belirtir. Biraz ilerledikten sonra sokaklara çıkan yüzlerce Hutu marşlar

söyleyerek arabanın etrafını sarar. Şoför Dube, Tutsi olduğu için korkarak başını eğerek

saklanmak ister. Paul’un uyarması ile onlardanmış gibi davranmaya başlar. Dube

isyancılardan bazılarının komşusu olduğunu söyler. Tam bu sırada Paul George’un verdiği

Hutu simgesi bezi isyancı Hutulara göstererek kurtulurlar. Otele dönen ikili müşterilerine

en iyi şekilde ikramda bulunmak için çabalamaya devam eder. Otelde Birleşmiş Milletler

Komutanı Albay Colone Oliver ve General Bizimungu ülkenin geleceğine dair konuşurlar.

Albay, Generale devam eden barış görüşmelerini hatırlatarak Hutu İnterahamwe ve milis

grubunun barış anlaşmasını kabul etmeyeceği duyumunu aldığını söyler. General Albay’a

cevaben Birleşmiş Milletlerin bu grup hakkında endişe etmemesi gerektiğini ve onları

kontrol edeceklerini belirtir. Paul iki askeride memnun edebilmek için elinden gelen tüm

gayreti gösterir. Onlara en güzel menüler ve viskilerden ikram eder.

Otelde işlerini bitiren Paul evine döner. Evde eşinin erkek kardeşi ve ailesi misafirdir.

Akşam evin içinde otururlarken Paul’un oğlu gelerek sokakta askerlerin olduğunu söyler.

Hep birlikte bahçeye çıkarlar ve kapı aralığından olan biteni gözetlemeye başlarlar. Askerler

Tutsi olan karşı komşularını şiddet uygulayarak evden götürmeye çalışmaktadır. Bu durumu

gören Paul eşinin kardeşinden bu gece kalmaları gerektiğini söyler. Paul ve eşi Tatiana neden

komşularının siyasetle ilgili biri olmaması rağmen tutuklandığını anlamaya çalışırlar.

Tatiana Paul’dan ordudaki bağlantılarını kullanarak komşularına yardımcı olmasını ister.

Ancak Paul bunu yapamayacağını çünkü bunu en kötü zaman geldiğinde kendi ailesi için

yapmak istediğini söyler. Paul komşusunu kurtarma ihtimali varken bu kredisini kendi ailesi

için saklar. Burada Paul’un bencilce davranarak komşularını ölüme terk ettiği söylenebilir.

Elindeki imkanı kullanarak onların hayatını kurtarabilirdi. Ancak olaylar henüz katliam

Page 88: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

78

boyutuna varmadığı için onu öldürecek kadar ileri gitmeyeceklerini düşünmesi bu

suçlamada hafifletici neden olarak görülebilir.

Paul ertesi gün işine döndüğünde otele ülkedeki olayları takip etmek için bir

kameraman ve muhabir gelir. Gazeteciler etnik savaşın nedenini anlamak için yerel bir

gazeteciye Hutu ve Tutsi farkını sorar. Verilen cevap manidardır. Belçikalı sömürgecilere

göre diyerek başlar ve burun yapısı ile ten renklerinden dolayı ayrım yapıldığını söyler.

Ayrımın tarihi sömürge ile başlamıştır. Bu ayrım ise tamamen antopolojik özelliklere

göredir. Paul, bölgeye gelen gazeteciye Benedict’in bölgedeki en iyi yerel gazeteci olduğunu

söyleyerek verilen cevapları onaylar. Bölgeye gelen kameraman birbirlerine çok benzeyen

bu insanların nasıl düşman olduğunu anlamakta zorlanmaktadır. General Bizimungu bu iki

gazeteciyle röportaj verir. Televizyon haberlerinde Birleşmiş Milletlerin Hutu milislerini

gizlice eğiterek silahlandırdığı iddia edilmektedir. Ancak Ruanda ordusu başkomutanı

Bizimungu verdiği mülakatta bu iddiayı yalanlayan bir açıklama yapar. Ruanda başkanı ile

isyancı Tutsi milisleri arasında devam eden görüşmelerin akabinde barış anlaşmasının

Tanzanya’da imzalanması planlanmaktadır. Bizimungu ordunun desteğinin başkanın

arkasında olduğunu açıklayarak mülakatını bitirir. BM komutanı Albay ise otelde

bulunanları rahatlatıp korkularını gidermek için onlara hitap eder. Barış görüşmelerinin

başladığını ve barış anlaşmasının imzalanacağını söyler.

Paul’un kayınbiraderi eşi ile akşam saatlerinde otele gelir ve çok güvenilir

kaynaklardan aldığı bilgilere göre yakında şifreli bir cümle ile katliamın başlayacağını

söyler. Şehri terk etmeleri gerektiğini anlatır. Ayrıca Paul’un eşi Tatiana Tutsi olduğu için

onu da götürmek isterler. Ancak Paul Uluslararası örgütlere çok güvenmektedir. BM’nin ve

Dünya basının burada olduğunu, barış anlaşmasının imzalandığını söyler. Bu yüzden endişe

etmemeleri gerektiğini anlatır. Tatyana ile birlikte konuşmak için onları ertesi gün kendi

evlerine davet eder. Bu sırada elektrik kesilir. Paul, onları uğurlayıp evine doğru yol alır.

Ancak gördükleri karşısında şaşkındır. Elektriklerin kesilmesi ile milisler ve ordu hareket

geçmiştir. Caddelerden kadınların çığlık sesi ve silah sesleri gelmektedir ayrıca evler de

ateşe verilmektedir. Paul evlerinizde kalın anonsu yapan askeri araçların yanından geçerek

evine ulaşır. Elektrikler olmadığı için el feneri ile içeri girer. İçerde kimse olmadığını

görünce odaları tek tek kontrol eder. Komşuları ve ailesinin bir odada gizlendiğini görür.

Neden burada olduklarını sorar. Komşuları evlerinin yakıldığını söyler. Tatyana başkanın

öldürüldüğünü anlatır. Paul, barış anlaşmasının imzalanmasına rağmen başkanın neden

Page 89: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

79

isyancılar tarafından öldürüldüğüne anlam veremez. Paul kendi ailesinin güvenliğinden

endişe ederek, komşularının evinde toplanmasından rahatsız olur. Paul hala başkanın

öldürüldüğüne inanmakta zorlanır. Bu arada Paul oğlu Roger’ın olmadığını fark eder. Diğer

oğlu elys, komşusu olan arkadaşı için endişelenerek dışarı çıktığını söyler. Paul el fenerini

alarak hemen onu aramaya çıkar. Onu evin bahçesinde otların arasında kana bulanmış şok

halindeyken bulur. Onun yaralı olduğunu düşünür ancak Roger’ın yaralı olmadığı ve

üzerindeki kanın başkasından bulaştığını anlayıp rahatlar. Ertesi gün ağardığında şehrin

üstünde dumanlar yükselmektedir ve silah sesleri duyulmaktadır. Bu sırada Hutu gücü

Radyosundan başkanın Tutsi hamam böcekleri tarafından öldürüldüğü bilgisi

yayınlanmaktadır ve Hutular için şifreli cümle anons edilmektedir: ”Yüksek ağaçları

kesmeliyiz”. Paul’un evindeki komşularından biri askerlerin geldiğini söyler. Paul sakin

olmalarını ister. Askerlerin komutanı ile konuşur ve General Bizimungu’nun yakın dostu

olduğunu söyler. Hutu kimliğini gösterir. Komutan Paul’a sert bir şekilde diplomat otelde

mi çalışıyorsun şeklinde soru yöneltir. Paul, Milles Collines otelde çalıştığını söyler. Bu

sırada askerler Paul’un ailesini ve komşularını götürmektedirler. Komutan Paul’dan

kendisiyle gelmesini ister ve kapanan Diplomat Otelin anahtarlarını askerlerin kullanması

için kendisine vermesini ister. Çünkü, Paul Diplomat otelin anahtarlarının yerini

bilmektedir. Ancak Paul ailesini bırakamayacağını söyler. Bunun üzerine komutan bu kadar

insanı taşıyamam der. Tatiana arabalarının olduğunu söyler ve hepsi otele ait olan arabaya

sıkışıp askerlerle birlikte Diplomat Otel’e doğru yola çıkarlar. Giderken yerde yatan

cesetlerden büyük bir katliamın başladığını anlarlar. Palalı ve silahlı Hutu milislerinin şehrin

cadde ve sokaklarında büyük bir soykırıma başladığına şahit olurlar. Çocuklar ve kadınlar

dahil tüm siviller katledilmek için meydanlarda toplanırken evler de yağmalanmaktadır.

Askerler ve mülteciler Diplomat otele ulaşırlar. Paul iki asker eşliğinde müdürün ofisinde

dolapların arkasına gizlenmiş olan kasaya yönelir. Kasadaki anahtarları alır bunun yanı sıra

kasada bulunan dolarları da askerler görmeden cebine koyar. Mücevherlerin bulunduğu

kutuyu açar ancak askerlerin seslenmesi ile onların mücevherlere el koyacağı korkusu ile

kutuyu geri kapatır ve anahtarları aldım diye konuşur. Paul burada otelin parasını çalarak

hırsızlık yapmıştır ancak normal zamanda standart ahlak kuralları bakımından suç olan bu

eylem burada hoş görülebilir. Bu parayı ailesini ve korumaya aldığı mültecileri kurtarmak

düşüncesiyle almıştır. Tekrar dışarı çıkarken otomatik silah sesleri eşliğinde bir asker ''yere

yat'' diye bağırmaktadır. Paul eşinin ve mültecilerin yere yatırıldığını görür. Elinde bir tomar

anahtar ile korku içinde komutana yaklaşan Paul efendim aldım işte diyebilir ancak.

Komutan kendisine doğru gelen Paul’a bir tokat atar, onu hainlikle suçlar ve elindeki kimlik

Page 90: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

80

kartlarını Paul’ ün üstüne fırlatır ve ekler mültecilerin Tutsi hamam böceği olduğunu söyler.

Komutan Paul’dan en zor olanı ister. Silahını uzatır ve ondan içinde eşinin ve çocuklarının

da bulunduğu mültecileri öldürmesini ister. Ancak Paul silah kullanmasını bilmediğini

gerekçe göstererek bunu reddeder. Komutan silahı Paul’u kafasına doğrultur ve bunu

yapmadığı takdirde ilkönce onu öldüreceğini söyler. Bunun üzerine Paul komutana para

teklif eder. Komutan ne kadar teklif ettiğini sorar. Ailesini ve mültecileri kaybetmek

istemeyen Paul fiyatı komutanının belirlemesini ister ancak komutan her biri için Afrika

şartları göz önüne alındığında çok yüksek bir rakam olan 10.000 Frank ister. Paul bunu

ödeyemeyeceğini söyleyince Komutan silahını mültecilere doğrultur. Paul bu defa en

azından ailesini kurtarmak için cebinde olan 1000 dolar ve 50.000 frank ayrıca yüzüğünü

ona uzatır. Eşini ve çocuklarını kurtarır kalan mültecileri de kurtarmak için mültecilerin

üzerinde bulunan değerli eşyaları da teklif ederler. Komutan bunu kabul etmez. Paul bu kez

100 bin frank teklif eder. Ancak bunu Milles Collins’e gidince vereceğini söyler. Komutan

otele gidince Birleşmiş Milletler’e sığınacağı gerekçesi ile kabul etmek istemez ancak Paul

ikna kabiliyetini kullanarak komutana söz verir. Komutanın paraya karşı zaafı olduğunu

anlayan Paul 100 bin Frank’ı vurgulayarak yineler. Komutan ikna olur ve Milles Collins’e

giderler. Hemen içeri giren Paul çelik kasadan parayı alır ve dışarıda mültecileri rehin tutan

Hutu Komutan’a uzatır. Parayı alan komutan onları serbest bırakır arkasından Paul için vatan

haini diye konuşur. Paul ailesini ve mültecileri alarak otele girer. Ülkede olaylar tamamen

kontrolden çıkmaya başlamıştır. Otel yetkilisi Paul’u beklemeden anahtarları Dube’ye

vererek otelden ayrılma telaşındadır. Tam bu sırada Paul gelir. Yetkinin Paul’da olduğunu

söyleyerek anahtarları ona verir ve ülkeyi terk eder. Paul resepsiyona geldiğinde tüm

beyazların oteli terk etmekte olduğunu görür. Resepsiyonda ailesi ve Odette için birer oda

ayırtır. Tatiana’nın komşularını hatırlatması ile de diğer mülteciler çalışanların odasına

yerleştirilir. Oteldeki işlerinin başına dönen Paul, beyazların ülkelerine dönmek için

pasaportların verilmesi ve diğer istekleri yerine getirmeye çalışır. Batılı ülkelerin

vatandaşlarının ölüm tehlikesi anlar anlamaz oteldeki beyazları tahliye etmesi ancak oteldeki

mültecilerin ölüme terk etmesi çalışmanın önceki bölümlerinde Singer'in de belirttiği gibi

neredeyse cinayete ortak olmak anlamına gelmektedir.

Soykırım ve katliamın başlaması otelde çalışanların disiplini kaybetmesine sebep

olmuştur. Hatta çalışanlardan birisi Kral dairesine yerleşir ve Paul’u otelde sakladığı

mültecileri Hutu milislerine söylemekle tehdit eder. Paul, kral dairesine yerleşen

Gregoire’ye bir şey yapamaz. Çaresiz şekilde Kral dairesinden ayrılır. Otelin giriş kapısına

Page 91: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

81

başka mülteciler otelde kalmak için gelirler ancak Paul otelde bir oda olduğunu söyler. Bu

sırada yetimleri kurtarmak için yoğun bir çaba sarf eden BM’nin kadın çalışanı Pat Archer

bir minibüs içinde San Fransis yetimhanesinde bulunan yetimleri otele getirir. Paul tamamen

korumasız olan çocukların soykırıma kurban gitmemeleri için otele almak zorundadır.

Kalan tek odaya onları yerleştirir. BM çalışanı on tane daha yetim olduğunu söyleyerek

onları getirmek için yola çıkarken Paul BM çalışanından San Fransis yakınlarında oturan

kayınbiraderi ve ailesini otele getirmesini ister. Paul adresi ve fotoğraflarını ona verir

ardından eşi ve çocuklarının bulunduğu odaya döner. Eşi Paul’a canlarını kurtardığı için

komşularının teşekkürünü iletir. Ancak Paul onları getirdiği için pişmandır. Çünkü o hala

her şeyin kısa süre içinde düzeleceğine inanmaktadır ve otelin saygınlığını zarar verdiği için

işinden kovulacağından korkmaktadır. Eşiyle konuşurken bir anda yetimler aklına gelir ve

hızla yetimlerin barındığı odaya yönelir. Bir Otel çalışanı bayandan onların bakımını

üstlenmesini ister ve ona yardımcı göndereceğini söyler. Paul bir taraftan kendi ailesi ve

komşularının hayatını kurtarırken diğer taraftan katliamdan kaçan herkese imkan elverdiği

ölçüde yardımcı olmaya çalışmaktadır. Paul zor zamanda bunu yaptığı için bir kahraman

oldu. Hiç kimseye hayır diyemedi ama ahlaki anlamda da hiçbir cinayete katkıda

bulunmamış oldu. Zor zamanlarda genel ahlak kurallarını yerine getirmek bile insanı

yüceltir.

Otelde bulunan yabancı basın mensubu BM komutanı Albay ile röportaj yapar.

Gazeteci misilleme katliamların olduğuna dair duyumlar aldıklarını söyler. BM’nin dökülen

kanı durdurup durdurmayacağını sorar? BM komutanı Albay barışı tesis etmek için değil

korumak için orada olduklarını söyler. Olaylara müdahale emrinin olmadığını anlatır.

Röportaj bittikten sonra kameraman muhabire otelin dışına çıkarak olayları

görüntülemeliyiz der. Ancak muhabir risk almak istememektedir. Saha kuralı gereği zırhlı

araç olmadan dışarı çıkamayacağını söyler ve Kameramana oteldeki mültecilerden görüntü

alması direktifini verir. Ancak kameraman Muhabirin direktiflerini uymaz ve yerel gazeteci

ile otelin dışına çıkar.

Otel tıka basa dolmuştur. Paul BM komutanı Albaya otelin kapasitesinin üstüne

çıktığını ve onları barındıramayacağını söyler. Albay’dan mültecileri BM tesislerine

götürmesini ister. Albay mülteci kampının yeni mültecileri alamayacak kadar dolu ve saldırı

tehdidi altında olduğunu gerekçe göstererek Paul’un isteğini geri çevirir. Ancak olaylar

sakinleşince onları götürebileceğini belirtir. Paul umutsuzca işinin başına döner. Elinde

Page 92: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

82

servis tabakları ile otel mutfağına girdiğinde tüm çalışanlar Radyonun başında toplanmıştır

ve Radyodan Tutsilerin adaletten kaçtığı, liderinin saklandığı ve durdurulması anonsu

geçmektedir. Paul elindeki tabakları bulaşık tezgahına doğru ittirir ve çalışanlardan Radyoyu

hemen kapatmasını ister. Aşçı radyoyu kapatır. Paul kızgın bir şekilde herkesin işinin başına

geçmesini ister ve işletmemiz gereken bir otel var der. Aşçı artık burada iş olmadığını,

yetkilinin gittiğini söyler. Paul aşçıya artık patronunuz benim cevabını verir. Ancak orada

bulunan çalışanlar Paul ile dalga geçerek gülüşürler. Paul kızgın bir şekilde mutfağı terk

ederek Belçika’da bulunan otel sahibine telefonla ulaşır. Telefon görüşmesinde patron otelin

kapatılması için görüşlerin olduğunu Paul’a anlatır ve Paul’un fikrini sorar. Paul ise

batılıların anlayacağı dilden konuşur ve otelin kapanmasının otel müşterilerinin gözünde

itibar kaybına uğrayacağını belirtir. Ayrıca otelin BM tarafından korunduğunu vurgular.

Böylece patronunu ikna eder. Patronundan ayrıca tüm yetkinin kendisinde olduğuna dair bir

mektubu fakslamasını ister. Böylece çalışanlar üzerindeki otoritesini yeniden kurmayı

planlamaktadır. Mektubu alır ve çalışanlar ile bir toplantı yapar. Çalışanların önünde

mektubu açıklar ve buruşturarak mektubu unutun der. Çalışmak istemeyenlerin

gidebileceğini söyler ve ekler ''şimdi herkes işinin başına dönsün''. Şunu söyleyebiliriz zor

zamanlarda dayanışma göstermek yerine bireyler kendini düşünmektedir. Hobbes'ın

belirttiği gibi insanlar kendisini korumaya almak için bencilce hareket ederler.

Paul kliması bozulan gazetecilerin odasına uğrar. Muhabir BM Albay ile yaptığı

röportajları haber merkezine geçmek için hazırlık yapmaktadır. Muhabir BM komutanı

Albay ile kayıt cihazına kaydettiği görüntüleri haber merkezine geçmeden bir kez daha

izlerken Paul da görüntüleri bir yandan izler. Albay, ordunun Somali’de Amerikalılara

yapılanların izinden giderek kendilerini korkutmak istediğin böylece BM’yi ülkeyi terk

etmeye zorladığını anlatır. Albay muhabirin başarılı olacaklar mı sorusuna, hayır BM burada

kalmaya devam edecek şeklinde cevap verir. Tam bu sırada muhabirin direktiflerini hiçe

sayarak dışardan görüntü almaya giden kameraman içeri girer. Muhabir kameramana çıkışır

ve ekibin güvenliğinin sorumluluğun kendisine ait olduğunu söyler. Ancak kameraman

çekmiş olduğu görüntüleri kayıt görüntüleme cihazına koyar ve oynatmaya başlar.

Görüntülerde tam bir vahşet yaşanmaktadır. Bağıran ve korkudan çığlık atan kadın sesi ile

başlayan görüntü yerde yatan cesetler ve palalı katiller ile devam eder. Kadrajdaki

görüntüleri gören muhabir ve Paul korku ve şaşkınlık içindedirler. Muhabir hemen haber

merkezini arayarak elinde katliam görüntüleri olduğunu, akşam haberlerini yetişip

yetişmeyeceğini sorar ve son dakika haberi olarak verilmesini ister. Kameraman lobide

Page 93: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

83

Paul’un yanına gelir ve Paul’un yanında görüntüleri izlettiği için üzgün olduğunu belirtir.

Paul buna cevap olarak katliama müdahale edilmesi için Dünyanın bu görüntüleri izleyecek

olmasından duyduğu memnuniyeti dile getirir. Ancak kameraman bu görüntüleri

izlediklerinde bile hiçbir şeyin değişmeyeceğine inanmaktadır. Paul işlenen insanlık

suçlarına Dünya'nın tepki vereceğini düşünmektedir. Çok sayıda olayı kayda geçen

kameraman ise tecrübesine binaen bu insanların hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam

edeceğini bilmektedir. Dünyada onca acı ve katliama modern dünya insanı o kadar

duyarsızlaşmıştır ki bana dokunmayan yılan bin yaşasın durumundadır. Vicdan denen adalet

terazisinin ayarları bozulmuştur.

Ertesi gün olaylar artık çığırından çıkmıştır. Kana bulanmış şekilde otele sığınmak

isteyen mülteciler, palalı Hutuların önünden kaçarak kendilerini en azından BM koruması

olan otele atarlar. BM askerleri sayıları az olduğu için saldırganlara ateş edemez. BM

komutanı Albay, Paul’a yaklaşır ve 10 Belçikalı BM askerini başkanın eşini korurken

kaybettiğini söyler. Albay Paul’a Avrupalıların müdahale gücü göndereceğini belirterek

mültecileri otele almasını ister. Oteli koruması için ayrıca en iyi iki teğmenini desteğe

göndereceğini ekler. Paul otelin barındırabileceği insan kapasitesinin üstüne çıkmasına

rağmen onları otele almak zorunda kalır. Paul’un Kayınbiraderi ve ailesini bulmasını istediği

BM çalışanı otele dönmüştür. Paul ve Tatiana onunla lobide görüşürler. Tatiana hemen

kardeşi ve ailesini sorar. BM çalışanı kadın evlerinin boş olduğunu ancak yaşlı bir kadının

kendisine seslendiğini ve yanında iki çocuğun güvende olduğunu söyler. Tatiana umudunu

keser ve kardeşi ile eşinin öldüğünü kabullenir. BM çalışanından çocukları getirmesini

isterler ancak BM çalışanı bunun mümkün olmadığını isyancıların her yeri tuttuğunu ve

yetimhanedeki çocukları bile öldürdüğünü söyler. Yetimhanedeki durumu onlara anlatır.

Milislerin yetimhanede çocukları öldürdüğünü ve çocuklardan birisinin beni öldürmeyin

''söz veriyorum bir daha Tutsi olmayacağım'' dediğini aktarır. Bu sırada Tatiana daha fazla

dayanamayacağını söyleyerek masayı terk eder. BM çalışanı devam eder. Hutuların gelecek

nesli yok etmek için çocukları hedef aldığını söyler. İşte bu insanlığın kendi olmaktan çıkıp

başka bir varlığa dönüşme hali. Küçük çocuğun ''söz veriyorum bir daha Tutsi olmayacağım''

sözünü söyleten insanların nefret ve antropolojik ayrımı sonucu ortaya çıkan katliamın eseri

olarak tarihe yazıldı. Egemen güçlerin hiçbir feryadı duymadığı zamanlar oldu. Küresel

vicdanın harekete geçmesi, bireysel vicdanların harekete geçmesinden sonra olmakta bu kısa

sürede ise milyonlarca insan hayatını kaybedebilmektedir.

Page 94: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

84

Ertesi gün Avrupalı müdahale gücü gelir. Otelde herkes mutlulukla sevinç çığlıkları

atmaktadır: “geldiler geldiler, güvendeyiz, sonunda geldiler!!!”. Mülteciler sevinçle

askerlere sarılır. Herkes sevinçten birbirine sarılmaktadır. Ancak askerlerin komutanı ile

görüşen Albay kepini sinirle yere fırlatır ve lobiye geçer. Paul lobide Albaya ne içmek

istediğini sorar ve onu tebrik eder. Ancak Albay tebrikler mi? diye sorar ve ekler: Benim

yüzüme tükürmelisin. Albay devam eder Paul’a “sen bir pisliksin, senin bir pislik olduğunu

düşünüyoruz Paul” der. Paul siz kimsiniz efendim diye sorar. Albay Batı, tüm güçlü devletler

senin bir hayvan pisliği olduğunu düşünüyorlar diye cevap verir. Paul ne demek istediğini

sorar? Albay Batılıların Afrikalılara ırkçı bakış açısını Paul’un yüzüne haykırır: ''Senin

hayvan pisliği olduğunu düşünüyorlar Paul'' der. Bu otele sahip olsan bile bir siyah olduğunu

ve bu katliamın durdurulmayacağını ona anlatır. Paul eşinin yanına gider ve ona durumu

anlatır. Kendi kendini suçlar ben aptalım diye söylenir. O kadar ikram ve hizmetin

karşılığında ölüme terk edilmeleri Paul’da aşağılık duygusuna yol açar. Eşi onun aptal

olmadığını bildiğini söyleyerek teselli eder. Karar gereği bütün beyazlar ülkeyi terk

edecektir. Beyazlar otelde kalan siyahların kedilerini ölüme terk etmemeleri için

yalvarmaları arasında otelden ayrılırlar. Paul batılılar için insan olarak görülmediklerini

geçte olsa anlamıştır. Paul’un eşi ondan çocukları alarak kendisini terk etmesini ister.

Gerekçe olarak Paul’un Hutu olduğunu ve yanına çocukları da alarak onların hayatını

kurtarmasını ister ancak Paul bunu reddeder ve uyurlar. Paul, sabah olduğunda kafasına

doğrultulan silah ile uyanır. Askerler herkesin oteli terk etmesini ister. Paul askerleri

oyalamak için duş alacağını söyleyerek, on dakika süre alır. Askerler odadan ayrılınca eşine

çocukları alarak çatıya çıkmasını ister ardından hemen General Bizimungu’ya ulaşmak ister

ancak ulaşamaz. Paul Belçika’da bulunan otelin sahibine ulaşır ve öldürüleceklerini anlatır.

Patronu hemen Belçika başbakanının aranması talimatı verir. Paul’un patronu kimi araması

gerektiğini sorar. Paul Fransızların Hutulara yardım ettiğini ve yalnızca onların kendilerini

kurtaracağını anlatır. Patronu Paul’dan askerleri oyalamasını ister. Bu sırada patronu Fransa

Cumhurbaşkanına ulaşır ve oteldekilerin hayatını kurtarır. Paul askerler gittikten sonra

patronu ile telefonda görüşür. Paul’un patronu otelde bulunanları almaları için Fransız ve

Belçikalılara yalvardığını ancak bunu yapmayacaklarını beklediğini söyler. Batılı devletler

için onların hiçbir değerinin olmadığını anlatır. Burada net bir şekilde Fransa'nın soykırıma

ortak olduğu anlatılmıştır.

Egemen güçler için insanların hiçbir öneminin olmadığı, onlar için önceliğin soykırım

sonrası oluşacak yapıdaki çıkarlarının korunması ve yeni kazanımlar olduğu açıktır.

Page 95: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

85

Kendilerini kurtarmak için kimsenin gelmeyeceğini anlayan Paul, otelde bulunanları toplar

ve yurtdışında güçlü olan tanıdıkları ile iletişime geçerek onları harekete geçirmesini ister.

Yardım gelmediği takdirde öleceklerini onlara anlatması gerektiğini söyler. Paul onlarla

iletişime geçtiklerinde bunun onlarla son görüşmeleri olduğunu hissettirmelerini, yardım

göndermedikleri takdirde vicdanlarının onları rahatsız etmesini sağlamayı ve onları

utandırmalarını ister. Paul artık kendi kendilerini korumaları gerektiğinin farkındadır. Hutu

milisler geldiğinde oteldeki herhangi bir bilgiye ulaşmamaları için otelde kalanları gösteren

tüm listeleri imha eder. Oda kapılarının üstündeki numaraları siler. Ertesi gün Bizimungu

otelin lobisine gelir ve Paul onunla görüşür. General Bizimungu ona beyaz dostlarının onu

terk ettiğini vurgular ve Paul’u koruyacağını ekler. Paul Bizimungu’ya bile güvenmediği

için ona ABD’nin uydularla her şeyi izlediği yalanını söyler. Bu sırada olayların kontrolden

çıkmasından sonra Paul’a itaat etmeyerek onu isyancılara ihbar etmekle tehdit eden çalışanı

Gregoire’yı General Bizimungu’yu kullanarak otoritesini ona kabul ettirir. Paul filmde

zekasını en üst düzeyede kullanarak iyi bir idareci olduğunu gösterir. Zor zamanlarda ve

stres altında oteli iyi bir şekilde idare eder, aksi takdirde ailesi ve otelde ki tüm mülteciler

katliama uğrayabilir.

Otelde erzak bitmiştir. Paul Gregoire ile George’dan erzak satın almaya giderler.

Yolda giderken her yerin talan edilerek ateşe verildiğini görür. George’un işyerinin Tutsi

kadınlara tecavüz merkezi olarak kullanıldığına şahit olur. Paul siparişleri fiyatları iki katına

çıkmasına rağmen alır. Bu arada Goerge otelde bulunan hamam böceklerini ona teslim

etmesi halinde eşini ve çocuklarını almasına izin vereceği imasında bulunur ve otele nehir

yolundan dönmesini ister. Paul, Gregoria ile otele dönmek üzere yola çıkar. Biraz ilerler,

ancak yolda minibüs ilerlemekte zorlanır. Aşağı inip baktıklarında korkunç bir manzara ile

karşılaşırlar. Yollar tamamen katliama maruz kalmış yüzlerce ceset ile kaplıdır. Otele

dönerler ama Paul olayın şokunu üzerinden atmakta zorlanır. Bu zor şartlara rağmen eşinin

doğum gününü otelin çatısında kutlamaktan geri durmaz. Eşine daha önce anlatmadığı

anıları anlatır ve ailesinin moralini yüksek tutmayı başarır. Bu sırada kulakları sağır eden

silah sesleri şehri bastırmaktadır. Doğum günü sürprizinin ardından, katliama uğrayacağını

düşünen Paul çocuklarının gözleri önünden öldürülmemek için ondan Hutu milislerinin otele

gelmesi halinde otelin çatısına çıkmasını ister.

Ertesi gün hiç beklenmedik bir durum ortaya çıkar. Oteldekiler başka ülkeler

tarafından mülteci olarak kabul edilmiştir ancak farklı ülkelere paylaştırılırlar. BM albayı

Page 96: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

86

elindeki bir listede mülteci olarak başka ülkelere kabul edilenlerin ismini okur. Paul ve eşi

de listededir. Ancak Paul’un eşi yeğenlerini almadan gitmek istemez. Paul BM çalışanından

yaşlı kadının yanına giderek iki çocuğu getirmesini ister ancak BM çalışanı şehrin o tarafının

tamamen yok olduğunu ve kızların muhtemelen öldüğünü söyler. Paul ısrar eder ve BM

çalışanını bunu denemesi için ikna eder. BM çalışanı ise 20 yetimi düşünmektedir. Paul

onları kabul ederek onları kabul edecek bir ülke bulacağı sözünü verir. Paul ve eşinin, BM

çalışanın kızları getirmesi için bekleyebileceği zaman ertesi gün saat 7’ye kadardır. Çünkü

ilk grubu götürecek konvoy bu saatte yola çıkacaktır. Ancak BM çalışanı dönmez ve konvoy

hareket etmek üzeredir.

Mülteciler BM kamyonlarına biner. Paul eşini ve çocuklarını kamyona bindirdikten

sonra kamyon tam hareket ederken kalan mültecileri korumak için hayati bir kara verir. Eşi

ve çocuklarının bağrışmaları arasında hareket eden kamyona binmez ve otelde kalır. Ahlaki

olarak en takdir edilmesi gerekeni yapan Paul kendi hayatını kaybetme tehlikesi olmasına

rağmen adeta mülteciler için kendini feda eder. Konvoy hareket eder ancak yolda pusuya

düşürülür. Hutu milisleri mültecileri BM askerlerinin elinden alarak öldürmek isterler. BM

askerleri ile Hutu milisleri arasında çatışma çıkar. Devam etmeleri halinde öldürüleceğini

anlayan BM komutanı Albay, konvoyu hızla geri döndürür. Hutuların Radyosundan

konvoydaki mültecileri öldürme anonsları geçildiğini duyan Paul hemen General

Bizimungu’yu arar. Kısa bir süre sonra konvoy otele geri döner. Mültecilerin bazıları

yaralanmıştır. Tatiana, Paul’a kendisini terk ettiği için çok kızgındır. Bir süre sonra General,

Bizimungu otele gelir ancak Paul’un ona verecek rüşveti kalmamıştır. Bizimungu artık

onları korumayacağını söyleyerek polis ve korumaları otelden çeker. Artık korumasızdırlar.

Otele gece saldırı yapılır ve bazı mülteciler yaralanır. Bu sırada isyancı Tutsi milisler Hutular

karşısında askeri başarı elde etmeye başlamıştır. BM komutanı Albay, Tutsi isyancılar ile

Hutu milisler arasında esir takası olacağını ve bu takastan onlarında yararlanacağını bildirir.

Ancak Albay bunun iki gün içinde olacağını ekler. Paul iki gün dayanamayacaklarını,

verecek rüşveti de olmadığı için öldürüleceklerini söyler. Paul uyumaya hazırlanırken otel

diplomatta gördüğü mücevherler aklına gelir. Bunları General Bizimungu’ya rüşvet olarak

verebileceğini düşünerek hemen ona gider ve polis koruması ister. Hemen otel diplomata

gitmek üzere yola çıkarlar.

Yolda BM çalışanı kadının kullandığı aracın Hutu milisleri tarafından ters çevrildiğini

görür ve onun öldüğünü düşünür. Biraz ilerleyince çatışmaların yoğunlaştığını ve yolda

Page 97: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

87

isyancı Tutsilerin şehri almak üzere olduğunu görürler. Otel diplomata varırlar. Paul

mücevherleri ve viskiyi General Bizimungu’ya verir. Ancak Paul General Bizimungu’dan

hiç beklemediği bir teklifle karşılaşır. General onunla otele dönmek yerine, yeni karargahına

götürmek ister. Paul şiddetle karşı çıkar. Bizimungu’ya onun savaş suçlusu olduğunu

hatırlatır. Kendisini öldürse bile otele döneceğini söyler. General Bizimungu kendisinin

suçsuz olduğunu kanıtlaması için Paul’un şahitliğine ihtiyacı vardır. Paul, General

Bizimungu ve askerleri ile otele döner. Otele geldiklerinde Hutu milisleri mültecileri otelin

önünde toplamaya başlamıştır. Milislerin içinde otelin eski çalışanı Gregoire da vardır.

Bizimungu ve askerleri onları kurtarır. Paul eşini görememiştir. Endişe içinde eşini aramaya

devam eder. Onları duşa kabinin içinde saklanırken bulur.

Artık canlarını kurtarma vakti gelmiştir. Konvoy ile güvenli bölgeye geçmek için

otelden ayrılarak yola çıkarlar. Yine saldırıya uğramak üzereyken isyancı Tutsilerin

kontrolünde bulunan güvenli bölgeye geçerler. Mülteci kampına gelen grup hayatta

kalabildikleri için çok mutludur. Ancak Tatiana elinde yeğenlerinin resimlerini göstererek

kamptaki diğer mültecilere onları sorar bir taraftan da mültecilerin resimlerinin sergilendiği

alanda onların resimlerini ararlar ama onlara ulaşamazlar. Ümitlerini kaybederek ülkeyi terk

etmek için otobüse binerler. BM çalışanı Milles Collines’te bıraktığı bir yetimi görür ve

Milles Collines kamyonlarının mülteci kampına geldiğini öğrenir. Mültecileri taşıyan otobüs

hareket eder. BM çalışanı onların arkasından koşar ve camdan görmeleri için yukarı

sıçramaya çalışır bir yandan da bağırır. Onu gören Paul ve Tatiana hemen otobüsü durdurur.

Aşağı inerler BM çalışanı onları yetimlerin yanına götürür. Hiç beklemediği bir sürprizle

karşılaşan Tatiana yeğenlerine ulaşır. Umudun sonu güzel bir şekilde sonuçlanmıştır. Onlara

sarılan Tatiana sevinç çığlıkları içinde gözyaşlarına boğulur ve başka bir ülkede yeni bir

hayata adım atmak için yolculukları başlar.

Otel Ruanda filminin kahramanı Paul üzerinden zor zamanlarda nasıl yüksek bir ahlaki

tutum takınılacağı ortaya konulmuştur. Kendisini, ailesi ve mültecilerin hayatını kurtarmak

için ortaya koyan bir insan olarak Paul diğerkamlığın temsil en iyi şekilde göstermiştir.

Burada ayrıca Batılı Devletler'in çıkarcı ve ırkçı davranışları da ortaya konulmuştur. Filmde

onların Batılıların gözünde bir pislik olduğu gerçeğini Birleşmiş Milletler Albayı Paul'un

yüzüne haykırmıştır. Aslında bu katliamın ortakları katliamı engelleme imkanı varken bunu

yapmayıp Ruandalıları ölüme terk eden Batılı egemen güçlerdir.

Page 98: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

88

Page 99: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

89

SONUÇ

Göç olgusu insanlığın var olmasıyla ortaya çıkmıştır. Tarih boyunca bireyler ve

toplumlar göç etmeye devam ettiler. Bu çalışmada göç ahlaki anlamda masaya yatırıldı.

Çalışma sonucunda, göçün ahlaki anlamda en önemli ayrımının zorunlu ve gönüllü göç

olmasıyla ilgili olduğu görülmüştür. Gönüllü göç kişinin rızası doğrultusunda

gerçekleştirdiği bir eylemdir. Gönüllü göçün esası kişinin daha iyi yaşam standardı

arayışının sonucunda gerçekleşmektedir. Burada herhangi bir zorlama yoktur. Göç edenler

ve göçü kabul edenler bu eylemden razı ise memnun olmayan taraf kalmamaktadır. Bununla

beraber, gönüllü göçün alt başlığı olan beyin göçünde tartışmanın konusu refah sahibi

devletlerin geri kalmış ülkelerdeki yetenekli insanları toplayarak onların gelişmesini

engellediği noktasındadır. Diğer taraftan göç edenler kendi rızası ile göç etmektedir. Burada

vurgulanması gereken diğer bir nokta herkes her istediği yere göç edebilir mi sorusunun

cevabıdır. Yeni bir yurt arayışı girişiminde bulunmak isteyen ve kendi rızası ile göç etmek

isteyen kişi açısından bir sorun yok, bu kişinin özgür iradesiyle alması gereken bir karar.

Ancak refah sahibi ülkelerin vatandaşları ve bu yurttaşların demokratik olarak seçmiş olduğu

devlet yönetim mekanizmaları, kendi vatandaşlarına yapılan hizmetlerin aksayacağı veya

refah düzeylerini düşüreceği endişesiyle konforlu bir yaşam için yapılan gönüllü göçlere

karşı çıkmaktadır. Bu noktada açık sınırları ve kapalı sınırları savunanlar karşı karşıya

gelmekte. Gönüllü göç bakımından bakıldığında ahlaki anlamda keskin ifadeler kullanmak

mümkün görünmemekte. Zorunlu göç gibi gönüllü göçünde kitleselleşmesi hukuki bir tanım

olan yasadışı göç tanımını ortaya çıkarmıştır. Ancak yasadışı göçte her birey yasal yollara

başvurmasına rağmen vize engeline takılmaktadır. Varoluş felsefesi açısından konu ele

alındığında kendini inşa eden bireyin özgür hareket edebilme hakkı elinden alınmaktadır.

Modern Dünya için göçün problemli tarafı zorunlu göç ve yasadışı göçtür. Ahlaki

anlamda çözüm isteyen sorulara cevap verilmesi gereken en önemli nokta mülteciliği

doğuran zorunlu göç konusundadır. Zorunlu göç mültecilerin göç etmediği takdirde ölümle

karşı karşıya geleceği durumlarda ortaya çıkmaktadır. İnsanlar arasındaki rekabetin

sonucunda çıkan savaşlar ve terörizm mülteciliğin ana sebebidir. Canlarını kurtarmak

isteyen siviller yerlerini terk ederek güvenli buldukları en yakın ülkelere oradan da daha iyi

yaşam standardına ulaşabileceği ülkeye yönelmektedir. Sınırlarına dayanan ölüm tehlikesi

altındaki insanlara sınırları kapatmak cinayete ortak olmak anlamına geleceğinden bunun

Page 100: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

90

gayri ahlaki olduğu nettir. Ancak nefret ve bencillik insanların bu suça ortak olmasına

sebebiyet vermektedir.

Küresel vicdanın sesi görünümünde olmasına rağmen göç sorununa kapsamlı bir

çözüm sunamayan mültecilerin hukuki durumuna ilişkin sözleşme, tüm devletlerin temsil

edildiği Birleşmiş Milletler’de 1951 yılında imzaya açılarak Cenevre Mülteciler Sözleşmesi

olarak imzalandı. Bu sözleşme imzalanmasına rağmen uygulamaya tam anlamıyla

geçirilemediği bir gerçek. Türkiye'de bu sözleşmeye 1961 yılında taraf olmuş. Ancak

aralarında Türkiye'nin de olduğu bazı ülkeler bu sözleşmeyi coğrafi çekince şerhi koyarak

imzaladığı için Avrupa dışından gelenleri mülteci olarak kabul etmemektedir. Suriyeli

göçmenler de buna dahildir ve geçici koruma statüsünde misafir edilmektedirler.

Küresel bir sorun olan göç sorunu için ''sana nasıl davranılmasını istiyorsan öyle

davran'' prensibi esas alınarak bir teklifte sunulabilir. Bu şekilde bir yaklaşım, insanları

bugün başkasının başına gelen felaket yarın benim başıma gelebilir şeklinde bir düşünmeye

sevk edebilir. Böylece inanan ve inanmayan tüm insanların desteğinin alınabileceği yeni bir

mülteci sözleşmesine kapı aralanacaktır. Bunun yanı sıra egemen devletlerden başka

ülkelere yapılan askeri bir müdahale sonucu ortaya çıkacak mültecileri kabullenmesi

zorunluluğunun getirilmesi, savaşlar sonucu ortaya çıkacak mülteci sayısını da azaltacaktır.

Çünkü ortaya çıkacak mültecileri kabul etmek istemeyen güçlü bir ülke buna sebebiyet

verecek eylemlerden de kaçınacaktır. İç savaş durumunda ise Dünya’nın her tarafındaki

ülkelere coğrafyasının el verdiği ölçüde mültecilerin dağıtımı yapılırsa evrensel vicdan

rahata erebilecektir.

Bu çalışmada göç ve mültecilik konusunu doğuran nedenleri bunun yanı sıra göçün ve

mülteciliğin tarihi ve ahlaki zeminde incelemesi yapıldıktan sonra konunun günümüz

dünyasının her bireyine hitap eden iki sinema filmi üzerinde incelemesi yapıldı. Buradaki

amaç göç ve mültecilik konusunun sinemada birebir yaşatılarak insanların empati yapmasını

sağlamaktır. Burada sinemanın kendi içinde düşündürten yönü olduğu için felsefi anlamda

sinemanın değerlendirilmesi de yapıldı. Bu Dünyada filmi bize gösterdi ki, terörü yok etmek

bahanesi ile bir ülkenin başka bir ülkeye müdahalesi sivillerin yaşamını tehlikeye

atmaktadır. Bunun sonucunda başka bir ülkeye sığınan siviller mülteci kamplarında insani

koşulların altında yaşam mücadelesi vermektedir. Ancak umudunu kaybetmeden yaşama

tutunmak zorunda olan mülteciler ikinci bir riski göze alarak yasadışı yollardan hayatlarını

riske atarak gelişmiş ülkelerin yolunu tutmaktadır. Bu noktada sorulması gereken soru:

Page 101: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

91

Afganistan'a müdahalede bulunan koalisyonun içinde yer alan ve sivilleri bombalayan

İngiltere'nin yaptığı mı ahlaki yoksa yaşamak için birçok yer değiştirerek en son çareyi

kendisini bombalayan ülkeye egemen güçlerin yasadışı olarak niteledikleri göç girişiminde

bulunan mültecilerin iltica mücadeleleri mi ahlaki? Vicdanının sesini dinleyen elbette

mültecilere hak verecektir.

Değerlendirmeye tabi tuttuğumuz diğer bir film ise Otel Ruanda. Batılı bir ülke olan

Belçika tarafından yıllar boyu sömürgeye tabi tutulan Ruanda halkı fiziksel özelliklerine

bakılarak iki kısma ayrıldı. Egemen güçlerin bir taktiği olan ''böl, parçala, yönet'' taktiği

burada da uygulandı. Önce insanlar fiziksel özelliklerine bakılarak etnik olarak ayrıştırıldı.

Azınlık olanlar çoğunluk olanlara karşı güçlendirildi. Ülkeyi terk ederken de birbirine nefret

biriktiren iki topluluğu arkalarında bıraktılar. Bu nefret tohumları filizlendi ve bir milyon

insanın hayatını kaybettiği bir soykırıma dönüştü. Bu iç savaş sırasında Birleşmiş Milletlerin

yetersizliği ya da egemen güçlerin iki ay süren iç savaş boyunca bilinçli olarak hiç bir şey

yapmaması Otel Ruanda filminde tüm çıplaklığıyla ortaya konulmaktadır. İç savaşın kitle

iletişim vasıtaları ile nasıl hızla yayıldığı da filmde görülmektedir. Fransa gibi batılı ülkelerin

gelecek çıkar hesaplarını düşünerek bir gruba destek verdiği film devletlerin çıkarı için bir

milyon insanın katledilmesine seyirci kalabileceğini ya da katliamları gizli bir şekilde

destekleyebileceğini göstermektedir. Egemen ülkelerin vicdanların karardığı ve gözlerini

kapattığı iç savaşta yıllar sonra günah çıkarma yarışına giren yine Batılı Devletler oldu. Dış

dünyanın yanı sıra Otel Ruanda filminde ülke insanların nasıl canavarlaştığını görmek de

mümkündür. Biriken nefret yıllarca beraber yaşadıkları insanları hiçbir ahlaki değer

tanımadan çocuk veya kadın olduğuna bakılmaksızın toplu katliama kadar götürmüştür.

Bunun adı elbette soykırımdır. Öte yandan filmde hayatını kurtarmak için otele sığınan

insanlar arasından batılı ülke vatandaşlarının otelden kurtarılması geriye kalan Ruandalı

Tutsilerin ölüme terk edilmesinin cinayetten belki de hiç farkı yoktu. Ancak Otel müdürünün

zekice insanların vicdanlarını kullanarak onları harekete geçirerek Otele sığınan

Ruandalıları kurtarması takdire şayandı.

Sonuç olarak belirtmem gerekir ki, bu tezde öncelikle göç olgusunun farklı yönlerini

ele aldım. Ardından onun ahlaka taalluk eden yönleri üzerinden göç ve ahlak ilişkisini

irdelemeye çalıştım. Bunu hem göç olgusunun kendisine hem de kendisine göç ve mültecilik

sorunlarını mesele yapmış ve sinemaya uyarlanmış iki senaryo üzerinden uyguladım. Birer

sinema filmi olmasına rağmen her iki film de gerçeklere dayanmakla birlikte gerçeklerin

Page 102: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

92

yaşattığı zorluk ve beraberinde gelen acıların bizatihi yansıtılması mümkün değildir. Bu

filmlerin yansıttığı acıların elbette duygular yoluyla insanlara anlattığı ve hissettirdiği çok

şey vardır. Ancak duyguların geriye çekilip meselenin ahlaken irdelenmesi söz konusu

olduğunda ise mültecilerin yaşamak zorunda kaldığı bütün durumlarda, meselenin elbette

ahlaki birer meşruiyeti vardır. Kimi ahlak anlayışları toplumsal, siyasal ve ekonomik bir

değer olarak temayüz etmiş olan çıkarın çevresinde teşekkül etmiş ve vicdanları yaralasa da

uygulayıcılar tarafından meşruiyeti kabul görmüşlerdir. Bu ahlak türlerini faydacı, yararcı

veya hazcı, dahası ödev ahlakı çerçevesinde öncelikle batılı birey, toplum ve siyasal birlikler

kabul edebilirler. Ancak mülteciliğin içinde yaşandığı durumların siyasi ve ekonomik

bağlamları olduğu gibi insani boyutları çok daha etkindir. Yalnızca “kendine yapılmasını

istemediğin bir şeyi başkasına yapma” ahlaki düsturunu ilke alan bir bakış açısı ve yaşam

biçimi, siyasi ve ekonomik çıkarın ötesine geçecek bir vicdan tesis etmeye yetebilmektedir.

O sebeple yalnızca antropolojik temellendirmenin üzerinde şekillenmiş ahlak anlayışları ile

değil teolojik/dini temellendirmeye yaslanan ahlak anlayışlarının yaygınlık kazanmasına da

ihtiyaç vardır.

Page 103: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

93

KAYNAKLAR

Abdülazîz bin Muhammed S. (2007). Hukûku’l-Lâciîn Beyne’ş-Şerî’ati ve’l-Kanûn, Yüksek

Öğretim Fakültesi, Yüksek Lisans Tezi, Riyad: Nâyif el-Arabiyye li’l-U’lûmi’l-

Emniyye Üniversitesi.

Abizadeh A. (2008). Democratic Theory and Border Coercion: No Right to Unilaterally

Control Your Own Borders. Political Theory, 36:37-65.

Akdemir E, Yıldız-İlden S. (2016). Ressam Yönetmen Olarak Akira Krosawa ve Dreams

Filmi. Sosyal Bilimler Araştırmalar Dergisi, 6 (14):106.

Akıncı B, Nergis A, Gedik E. (2015). Uyum Süreci Üzerine Bir Değerlendirme: Göç ve

Toplumsal Kabul. Göç Araştırmaları Dergisi, 2:64-65.

Aktaş D. (2016). Kent, Göç, Sanat ve Sanatçı İlişkisi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Kentsel

Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Yeditepe

Üniversitesi.

Akyüz O. (2007). Misyonerlerin Faaliyetleri ve Propaganda Teknikleri, İstanbul, Neden

Yayınları,

Akyüz Ü. (2009). Siyaset ve Ahlak. Yasama Dergisi, 11:95.

Ali Mustafa F. (2012). El-lücûü’s-siyâsiy Beyne akdi’l-emân, Fi’l-fıkh’i’l-islâmî Ed-

düveliyyi’l-amm. Mecelletü Buhûsi İslâmiyye ve İctimâiyye Mütekaddime, (2)3.

Altuğ Y. (1995). Terörün Anatomisi, İstanbul, Altın Kitaplar Yayınevi.

Aristoteles. (2017). Nikamokhas’a Etik, Ankara, Bilgesu Yayıncılık.

Atmaca T. (2009). Sömürülen Topraklarda Sürgünler ve Soykırımlar, Ankara, Grafiker Ltd.

Şti.

Aydoğan A, Öztürk A. (2007). Açıklamalı Türk Yabancılar Yasası, Ankara, Özbay Ofset.

Bag M. (2018/ 26 Ekim). ABD'nin 17 yıllık Afganistan savaşı: Afganlar ABD'nin savaşı

kasten bitirmediğini düşünüyor. https://tr.euronews.com/2018/11/26/abd-nin-17-

yillik-afganistan-savas-afganlar-abd-nin-savas-kasten-bitirmedigini-dusunuyor. 05

Mayıs 2019.

Bayraktar L. (2010). Bergson'da Ruh-Beden İlişkisi. İstanbul, Dergah Yayınları

Bayraktar L. (2018). Göç Felsefesi. Türkyurdu Dergisi, 368:14-15.

Bayram AK. (2006). Siyasetin Ahlakîlik Problemi, II. Ulusal Uygulamalı Etik Kongresi,

ODTÜ Felsefe Bölümü, Ankara – Türkiye, Bildiriler Kitabı: 232-233.

BBC (2014). BM: Mülteci Sayısı 2. Dünya Savaşı'ndan Bu Yana en Yüksek Seviyede.

https://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/06/140620_multeci_sayisi_tepede. 14

Mayıs 2019.

Page 104: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

94

BBC. (2018a/31 Ekim). Mültecileri Tekmeleyen Macar Kameraman Aklandı.

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46044914. 28 Ekim 2019.

BBC. (2018b/20 Haziran). Macaristan'da ''Mülteci Karşıtı Önlemler Anayasaya

Girdi:Yardım Edene Ceza. https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-44542375. 28

Ekim 2019.

Ben-Amittay J. (1983). Siyasal Düşünceler Tarihi. Çeviri: Kılıçbay MA, Köker L. Ankara,

Savaş Yayınları.

Bergson H. (1922). Creative Evolution. Mitchell A (Editör), London, Macmillan and Co,

Limited.

Betts A. (2017). Zorunlu Göç ve Küresel Politika. Çeviri: Meltem S. Ankara, Hece

Yayınları.

Bilgiç MS. (2009). Terör ve Terörle Mücadele. İstanbul, BİLGESAM Yayınları, Rapor-17,

9-10.

Bilgin Ö. (2010). William James Pragmatizmine Eleştirel Bir Yaklaşım. Fırat Üniversitesi

İlahiyat Fakültesi Dergisi, 15 (1):163-182.

Birleşmiş Milletler Türkiye Dergisi. (2018). UNHCR raporuna göre 2018 yılında her gün

ortalama altı kişi Akdeniz’i geçmeye çalışırken hayatını kaybetti.

https://www.bmdergi.org/language/tr/unhcr-raporuna-gore-2018-yilinda-her-gun-

ortalama-alti-kisi-akdenizi-gecmeye-calisirken-hayatini-kaybetti/. 02 Mayıs 20019.

Bozkurt N. (1995). Eman. Ankara, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, XI/75.

Carens J. (1987). Aliens and Citizens: the case for open borders. Review of Politics, 49:251-

273.

Castles S, Miller MJ. (2008). Göçler Çağı - Modern Dünyada Uluslararası Göç Hareketleri.

Çeviri: Bal BU, Akbulut İ. İstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları.

CBC NEWS. (2017/ Şubat). One Year on: Canada’s Refugee Program.

https://media.curio.ca/filer_public/e3/69/e3695bde-9d71-4abd-a30b-

13242023244f/nir1702syrianrefugees.pdf. 11 Kasım 2019.

Cervantes M, Guellec D. (2002). The Brain Drain: Old Myths, New realities. OECD

Observer, 230:40.

Cevâd A. (1993). El-mufassal Fî târihi’l-Arab Kable’l-islâm. Câmiatu Bağdât, 3: 354.

Christiano T. (2008). Immigration, Political Community and Cosmopolitanism. San Diego

Law Review, 45:933-961.

CNN. (2016/28 Nisan). Austria Passes Tough New Asylum Laws as Attitudes to Migrants

Harden. https://edition.cnn.com/2016/04/28/europe/austria-tough-migrant-

laws/index.html. 11.11.2019.

Page 105: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

95

Cole P. (2000). Philosophies of Exclusion: Liberal Political Theory and Immigration.

Edinburgh, Edinburgh University Press.

Cornelius W, Rosenblum MR. (2004). Immigration and Politics, Center for Comparative

Immigration Studies. University of California Working Paper, 105:102.

Cunliffe K. (2017) Holding the World Accountable: A Philosophical Analysis of the

Refugee Crisis and the Moral Obligations of the Global Community, Boulder CU

Scholar, Undergraduate Honors Theses, University of Colorado, 21.

Çapar S, Yıldırım Ş. (2012). Hobbes ve Lock'un Devlet Düşüncesine Katkıları. Türk İdare

Dergisi, 474:85.

Çırakman E. (2000). Levinas’ta Öteki ve Adalet: Eleştirel Bir Not. Doğu Batı Düşünce

Dergisi, 13 (1):180.

Çora AN. (2008). Uluslararası Terörizm ve Failleri. İstanbul, Toplumsal Dönüşüm

Yayınları.

Deleuze G. (2014). Sinema 1: Hareket-İmge. Çeviri: Özdemir S. İstanbul, Norgunk

Yayınları.

Derrida J. (1999). Adieu to Emmanuel Levinas. Braut PA, Naas M, Hamacher W, Wellbery

DE. (Çeviri editörleri). California, Stanford University Press.

Derrida J. (2010). Ağırlama Sözcüğü. MonoKL, 8-9:562.

Derrida J. (2012). Konuksev (-er/-mez-)lik Jacques Derrida ile Birlikte Pera Peras Poros.

Çeviri: Keskin F, Sözer Ö. İstanbul, Türkiye İş Bankası Yayınları.

Deutsche Welle. (2019). BM: Afganistan’da Sivil Ölümleri Rekor Düzeye çıktı.

https://www.dw.com/tr/bm-afganistanda-sivil-%C3%B6l%C3%BCmleri-rekor-

d%C3%BCzeye-%C3%A7%C4%B1kt%C4%B1/a-47665457. 01 Mayıs 2019.

Direk Z, Gökyaran E. (2010). Sonsuza Tanıklık: Emmanuel Levinas’tan Seçme Yazılar.

İstanbul, Metis Yayınları.

Dodani S, LaPorte RE. (2005). Brain Drain from Developing Countries: How can Brain

Drain be Converted into Wisdom Gain?. Journal of the Royal Society of Medicine, 98

(11):487-491.

Dugard J. (1974). International Terrorism: Problems of Definition. International Affairs, 50

(1):67-81.

Durmaz O. (2014). İslâm’da Mülteciler Hukuku, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans

Tezi, Çanakkale: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi.

Durmuş M. (2015). Savaşlar ve İşçi Sınıfı. Türk Tabipler Birliği Mesleki Sağlık ve Güvenlik

Dergisi, 58-59:29.

Dünya Atlası. (2017/17 Ekim). Tarihteki Büyük Göçler.

https://www.dunyaatlasi.com/tarihteki-buyuk-gocler/. 18 Nisan 2019.

Page 106: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

96

Eisenstadt O, Katz CE. (2016). The Faceless Palestinian: a History of an Error. Telos

Dergisi, 174:10.

Emmer PC, Lucassen L. (2012). Migration from the Colonies to Western Europe since 1800.

http://ieg-ego.eu/en/threads/europe-on-the-road/economic-migration/pieter-c-emmer-

leo-lucassen-migration-from-the-colonies-to-western-europe-since-1800. 19 Nisan

2019.

Eren V, Özel M, Altınkaya ÖF. (2010). Terörün Sosyal Psikolojisi, Türkiye’de Göç,

Gecekondu ve Terör Üzerine Bir Araştırma: Adana Kenti Örneği. Sever M, Cinoğlu

H, Başıbüyük O. (Editörler), Ankara, Polis Akademisi Yayınları, 255-275.

Ermumcu S. (2013). Sığınmacıların ve Mültecilerin Sosyal Güvenlik Hakkı. Çalışma

İlişkileri Dergisi, 4 (2):66-70.

European Commission. (2015/05 Nisan). https://ec.europa.eu/home-affairs/content/geneva-

convention-1951-and-protocol-1967_en. 01 Mayıs 2019.

Faist T. (2003). Uluslararası Göç ve Ulusaşırı Toplumsal Alanlar. Çeviri: Gündoğan AZ,

Nacar C. İstanbul, Bağlam Yayınları.

Foulkuie P. (1973). Varoluş Felsefesi. Çeviri: Nurettin Topçu, İstanbul, Hareket Yayınları.

Fine S. (2010). Freedom of Association is not the Answer. Ethics, 120 (2):338-356.

Freeman M. (2016). ISIS is a US-Israeli Creation. Top Ten ''Indicaitons''.

https://www.globalresearch.ca/isis-is-a-us-israeli-creation-top-ten-

indications/5518627. 13 Nisan 2019.

Gültekin AC. (2014). Bağışlanan Konukseverlik ve Konuksever Bağışlama: Derrida

Felsefesinde Etik (olanaksız) ve Politika (olanaklı) İlişkisi. Felsefe ve Sosyal Bilimler

Dergisi, 17:20-23.

Günör RB. (2016). Bernard Mandeville'in Arıların Masalı Adlı Eseri Hakkında Bir

İnceleme. İdil Dergisi, 5 (22):526-527.

Gür N. (2014). Köle Ticareti ve Ekonomik Gelişme. International Revıew of Economics and

Management, 2 (2):51.

Gürbüz A. (2014). Günümüz Batılı Politik Yaklaşımların Kökeni Olarak İngiliz

Yararcılığı/utilitarianism. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 72

(1):133-171.

Gürkan M. (2006). Sosyolojik Açıdan Göç ve Yasadışı Göç Hareketleri, Sosyal Bilimler

Enstitüsü, Sosyoloji Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale: Kırıkkale

Üniversitesi.

Gürsoy-Naskali E, Şahin L. (2007). Stalin ve Türk Dünyası, İstanbul, Kaknüs Yayınları.

Page 107: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

97

Hardin G. (1974). Lifeboat ethics: The Case against Helping the Poor. Psychology Today,

8:38-43.

Heywood A. (2017). Politics. Çeviri: Özipek BB, Seçilmişoğlu B, Yayla A, Başdemir HY.

Siyaset. İstanbul, Adres Yayınları.

Hiers RH. (2010). Justice and Compassion in Biblical Law. Edinburgh, A&C Black.

Hindy L. (2018/ 06 Eylül). Germany’s Syrian Refugee Integration Experiment.

https://tcf.org/content/report/germanys-syrian-refugee-integration-

experiment/?agreed=1. 11 Kasım 2019.

Hobbes T. (2007). Leviathan. Çeviri: Lim S. Ankara, Yapı Kredi Yayınları.

Human Rights Watch. (1999/ 1 Mart). Leave None to Tell the Story: Genocide in Rwanda.

https://www.refworld.org/docid/45d425512.html. 04 Ekim 2019.

Huntington S. (2004). Who are We?: The Challenges to America's National Identity. New

York, Simon and Schuster.

International Organization for Migration. (2009). Göç Terimleri Sözlüğü ve Uluslararası

Göç Hukuku. Çeviri: Çiçekli B. İsviçre, IOM Publications.

International Organization for Migration. (2009). Göç Terimleri Sözlüğü. Editör: Perruchoud

R, Redpath J. 2. Baskı. İsviçre, IOM Publications.

Işık O. (2018/ 30 Ekim). BİA Haber Merkezi. https://m.bianet.org/bianet/goc/202145-

almanya-ya-isci-gocunun-57-yili. 27 Nisan 2019.

İçduydu A. (2007). The Politics of Irregular Migratory Flows in the Mediterranean Basin:

Economy, Mobility and Illegality. Mediterranean Politics, 12 (2):141–161.

İçduygu A. (2004). Türkiye'de Kaçak Göç. İstanbul, İstanbul Ticaret Odası.

İncil. Exodus 12:48, Exodus 12:49, Numbers 9:14, Matta 25:31-46.

İpşirli M. (1995). Eman-Osmanlı Dönemi. Ankara, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi.

Kaçar G. (2016). Türkiye'de Beyin Göçü ve Tersine Beyin Göçü Olgularının

Değerlendirilmesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı,

Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir: Eskişehir Osmangazi Üniversitesi.

Kant I. (1984). Seçilmiş Yazılar. Çeviri: Bozkurt N. İstanbul, Remzi Kitabevi.

Karabulut T. (2017/11 Ağustos). Mülteci Krizi ve Demokrasi Üzerine Düşünceler. Ayrıntı

Dergisi, 22. http://ayrintidergi.com.tr/sayi-22-agustos-eylul-2017/. 10 Kasım 2019.

Karagözoğlu H. (2006). Homo Homini Lupus: Thomas Hobbes’un Ahlâk Felsefesi Üzerine.

M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Dergisi, 30 (1): 215-242.

Kesgin A. (2011). Sömürgecilikten Küreselleşmeye Siyasetin Pragmatik Temelleri. Ankara,

Phoenix Yayınevi.

Page 108: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

98

Keyman F. (2017/05 Ekim). Mülteci Krizi ve Türkiye: Ahlaki Realizm.

https://www.aa.com.tr/tr/analiz-haber/multeci-krizi-ve-turkiye-ahlaki-realizm-

/927594. 02 Ekim 2019.

Kibar S. (2010). Levinas’ta Adaletin Terazisi Yok!. MonoKL, 8 (9):443.

Kibar S. (2018). Sınırların Kapalı Kalması mı, Açılması mı, İşte Bütün Mesele Bu mu?.

ODTÜ Uygulamalı Etik Kongresi, Ankara – Türkiye, Bildiri Özetleri Kitabı: 59.

Koç-Akgül S, Pazarbaşı B. (2018). Küresel Ağlar Odağında Kültür, Kimlik ve Mekan

Tartışmaları. İstanbul, Hiperlink Yayınları.

Korkmaz A. (2011). Göç ve Din. Konya, Çizgi Kitabevi.

Kukathas C. (2014). The Case for Open Immigration. In: Cohen A, Wellman C.

Contemporary Debates in Applied Ethics, 2nd Ed. Malden, John Wiley and Sons.

Kur'an-ı Kerim, 7:10.

Laczko F, Thompson D. (2000). Migrant Trafficking and Human Smuggling in Europe: A

Review of the Evidence with Cases from Hungary, Poland and Ukraine. Geneva, IOM

Publication.

Lea HM. (2006). İspanya Müslümanları-Hristiyanlaştırılmaları ve Sürülmeleri. Ankara,

İnkilap Yayınları.

Levinas E. (2003a). Bütünlük ve Sonsuza Önsöz, Sonsuza Tanıklık. Çeviri: Direk Z. İstanbul,

Metis Yayınları.

Levinas E. (2003b). 'Başka’nın İzi,' Sonsuza Tanıklık. Çeviri: Gökyaran E. İstanbul, Metis

Yayınları.

Loescher G, Monahan L. (1989). Refugees and International Relations. NewYork, Oxford

University Press.

Macedo S. (2007). The Moral Dilemma of U.S. Immigration Policy: Open Borders versus

Social Justice?. In: Swain C. (ed). Debating Immigration, New York, Cambridge

University Press.

Massey D S. (1999). Why does Immigration Occur? A Theorical Synthesis. In: Hirschman

C, Kasinitz P, DeWind J. (eds). The Handbook of International Migration: The

American Experience, New York, Russell Sage Foundation.

Matiuta C. (2014). The Bosnian Diaspora: Integration in Transnational Communities.

Journal of Identity and Migration Studies, 8 (1):141.

M'baye B. (2006). The Economic, Political, and Social Impact of the Atlantic Slave Trade

on Africa. The European Legacy: Toward New Paradigms, 11 (6): 607-622.

McConnel A. (2016). UNHCR’nin Bakış Açısı: ‘Mülteci’ ya da ‘Göçmen’ – Kelime Seçimi

Önem Taşır. Birleşmiş Milletler Türkiye Dergisi, 1-2.

Page 109: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

99

Mevsılî, Abdullah b. Mahmud b. Mevdûd Mecdüddîn Ebü’l-Fadl. (1937). El-İhtiyâr li

Ta’lîli’l-Muhtâr, Matba’atü’l-Halebî, Kahire.

Mill JS. (1986). Faydacılık. Çeviri: Coşkunlar N. İstanbul, MEB Yayınları.

Miller D. (2005). Immigration:The Case for Limits. In: Cohen A, Wellman C. Contemporary

Debates in Applied Ethics, 2nd Ed. Malden, John Wiley&Sons.

Neoldu.com, (2015/27 Haziran). Beyin Göçünün Nedenleri. https://www.neoldu.com/beyin-

gocunun-nedenleri-2736h.htm. 10 Nisan 2019.

Ofer D. (1996). Holocaust Survivors as Immigrants: The Case of Israel and the Cyprus

Detainees. Modern Judaism, 16 (1):1-23.

Önkal, A. (1998). Hicret. İstanbul, DİA, XVII, 458.

Öncü A, Weyland P. (2005). Giriş: Küreselleşen Kentlerde Yaşam alanları ve Kimlik

Mücadeleleri. İçinde: Öncü A, Weyland P. Mekan, Kültür, İktidar, Küreselleşen

Kentlerde Yeni Kimlikler, İstanbul, İletişim Yayınları.

Özön N. (1968). Akira Kurosawa ve Onun Sinema Üzerine Düşünceleri. Türk Dili, 196:435-

437.

Öztürk S. (2017). Sinema ve Felsefe İlişkisi Üzerine. Sine Filozofi Dergisi, 2 (3):181-188.

Paydak A. (2012). Küreselleşme ile Değişen Göç Kavramı, Sosyal Bilimler Enstitüsü,

Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Adana: Çukurova

Üniversitesi.

Pazarcı H. (2012). Uluslararası Hukuk. Ankara, Turhan Kitapevi.

Peköz M. (2002). Avrupa Birligi’nde Göçmenler Almanya’da Türkler/Kürtler. İstanbul,

GünYayıncılık.

Petersen W. (1958). A General Typology of Migraiton. American Sociological Review,

23:259-263.

Pieters JN. (2005). Göç Sürecinde İslam: Minaresiz Camiler. İçinde: Öncü A, Weyland P.

Mekan, Kültür, İktidar, Küreselleşen Kentlerde Yeni Kimlikler, İstanbul, İletişim

Yayınları.

Platon. (2006). Kriton. Çeviri: Öktem F, Türkkan C. İstanbul, Kabalcı Yayınları.

Platon. (2019). Devlet. Çeviri: Eyüboğlu S, Cimcoz MA. İstanbul, İş Bankası Kültür

Yayınları.

Ponting C. (2008). Dünyanın Yeşil Tarihi Çevre ve Uygarlıkların Çöküşü. İstanbul, Sabancı

Üniversitesi Yayınları.

Reed E. (2010). Refugee Rights and State Sovereignty: Theological Perspectives on the

Ethics of Territorial Borders. Journal of the Society of Christian Ethics, 30 (2):63-64.

Page 110: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

100

Reuters. (2017/28 Ocak). Trump Bars Door to Refugees, Visitors from Seven Mainly

Muslim Nations. https://www.reuters.com/article/us-usa-trump-refugees/trump-bars-

door-to-refugees-visitors-from-seven-mainly-muslim-nations-idUSKBN15B2HL. 11

Kasım 2019.

Rousseau JJ. (2012). Toplum Sözleşmesi. Çeviri: Günyol V. İstanbul, İş Bankası Yayınları.

Rutli EA. (2017). Yapısökümü Etik Açıdan Okumak: Derrida ve Konuksevelik Düşüncesi.

Temaşa Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, 7:130-141.

Rümelin JN. (2016/14 Kasım). Felsefe ve Göç.

https://www.deutschland.de/tr/topic/politika/felsefe-ve-goc. 05 Şubat 2019.

Sander O. (1989). Siyasi Tarih: Birinci Dünya Savaşının Sonundan 1980'e Kadar. Ankara,

İmge Kitabevi.

Sartre J. P. (2005). Varoluşçuluk. Çeviri: A. Bezirci. İstanbul, Say Yayınları.

Sarısır S. (2010). II. Dünya Savaşı Yıllarında Anadolu Sahillerine Sığınan Yunanlı

Sivil Mülteciler. Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 27:511-518.

Sever H. (2014). Yasadışı Göç ve Göçmen Kaçakçılığı. Ankara, Adalaet Yayınevi.

Smith J. (2005). Jacques Derrida: Live Theory. New York, Continuum.

Stalker P. (2002). Migration Trends and Migration Policy in Europe. International

Migration, 40 (5):151-176.

Stocker B. (2006). Derrida Etiğinde Çelişki, Aşkınlık ve Öznellik. Çeviri: Ejder Ö. Cogito

Dergisi, 47-48.

Stratejikortak, (2016/ 16 Aralık), Yugoslavya'nın Dağılışı: Bir Devrin Sonu.

https://www.stratejikortak.com/2016/12/yugoslavyanin-dagilisi-2.html. 15 Nisan

2019.

Şemşit S. (2018). Avrupa Birliği Politikaları Bağlamında Uluslararası Göç Olgusu ve

Türleri: Kavramsal Bakış. Yönetim ve Ekonomi Dergisi, 25 (1):283.

T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü. (2015). Kitlesel akınlar.

http://www.goc.gov.tr/icerik3/kitlesel-akinlar_409_558_559. 14 Mayıs 2019.

T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü. (2019). Geçici korumaya ait kayıt

işlemleri. https://www.goc.gov.tr/gecici-korumaya-ait-kayit-islemleri. 11 Kasım

2019.

T.C. İçişleri Bakanlığı. (2016). Terör Çalıştayı Raporu. Ankara, Polis Akademisi Yayınları,

1:7-8.

Taşdemir F. (2006). Uluslararası Terörizme Karsı Devletlerin Kuvvete Başvurma Yetkisi.

Ankara, USAK Yayınları.

Page 111: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

101

Tatar T. (2011). Sömürgecilik ve Kızıl - Kara katliam. Sosyoloji Konferansları Dergisi, 44

(2):195-220.

Toksöz G. (2006). Uluslararası Emek Göçü. İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,

11.

Tuzcu P. (2008). Zorunlu Göç ve Küresel Dönemde Değişen Nitelikleri: Türkiye Üzerine

İnceleme, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset ve Sosyal Bilimler Ana Bilim Dalı,

Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli: Kocaeli Üniversitesi.

Tümtaş MS. (2007). Türkiye’de İç Göçün Kentsel Gerilime Etkisi: Mersin Örneği, Sosyal

Bilimler Enstitüsü, Sosyoloji Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Muğla: Muğla Sıtkı

Koçman Üniversitesi.

Türkiye Barolar Birliği. (2006). Türkiye ve Terörizm. Ankara, Türkiye Barolar Birliği

Yayınları.

Uehling G. (2004). Irregular and Illegal Migration Through Ukraine. International

Migration, 42 (3):79.

Uluslararası Af Örgütü. (2017/12 Eylül). Bosna-Hersek: Savaş Yıllarında Cinsel Şiddetten

Sağ Kalan 20 Binden Fazla Kişiye Adalet Sağlanması için Son Şans.

https://www.amnesty.org.tr/icerik/bosna-hersek-savas-yillarinda-cinsel-siddetten-

sag-kalan-20-binden-fazla-kisiye-adalet-saglanmasi-icin-son-sans. 10 Eylül 2019.

UNHCR. (1989). Implementation of the 1951 Convention and the 1967 Protocol Relating to

the Status of RefugeesImplementation of the 1951 Convention and the 1967 Protocol

Relating to the Status of Refugees.

https://www.unhcr.org/excom/scip/3ae68cbe4/implementation-1951-convention-

1967-protocol-relating-status-refugees.html. 02 Kasım 2019.

UNHCR. (1992). RLD1 - An Introduction to the International Protection of Refugees.

https://www.refworld.org/docid/3cce9a244.html. 02 Nisan 2019.

UNHCR. (1997). Dünya Mültecilerinin Durumu 1997-1998: Bir İnsanlık Sorunu. Ankara,

Numune Matbaası, 51.

UNHCR. (2005). https://www.unhcr.org/3ae6bd5a0.pdf. 13 Mart 2019.

UNHCR. (2017). Population Facts. Population Division Dergisi, 5:1.

UNHCR. (2018/19 Temmuz). https://www.unhcr.org/tr/19707-zorla-yerinden-edilen-insan-

sayisi-2017de-68-milyonu-asti-multeciler-icin-kuresel-bir-anlasmanin-saglanmasi-

kritik-onemde.html. 17 Nisan 2019.

UNHCR. (2019/21 Kasım).

https://data2.unhcr.org/en/situations/syria#_ga=2.47217255.1591910414.155681910

5-1240381997.1554575298. 14 Mayıs 2019.

Uzunçayır C. (2014). Göçmen karşıtlığından islamofobiye Avrupa aşırı sağı. Siyasal

Bilimler Dergisi, 2 (2):145.

Page 112: GÖÇ VE AHLAK - acikerisim.ybu.edu.tr:8080

102

Weiner M. (1995). The Global Migration Crisis: Challenge to States and to Human Rights,

New York, Harper Collins.

Wellman C. (2008). Immigration and Feedom of Association. Ethics, 119:109-141.

Wells S. (2004). Improvisation: The Drama of Christian Ethics. Grand Rapids, Brazos Press.

Whelan F. (1988). Citizenship and Freedom of Movement: An Open Admission Policy?. In:

Gibney M. Open Borders, Closed Societies: The Ethical and Political Issues, London,

Greenwood Press.

Whitehouse. (2019/23 Ocak). Remarks by President Trump on the Situation in Northern

Syria, https://www.whitehouse.gov/briefings-statements/remarks-president-trump-

situation-northern-syria/. 01 Kasım 2019.

Yenişafak. (2019/14 Ekim). 750 bin Kürt YPG'den Kaçtı.

https://www.yenisafak.com/dunya/750-bin-kurt-ypgden-kacti-3510272. 31 Ekim

2019.

Yetişkin E. (2011). Sinematografik Düşünebilmek: Deleuze’ün Sinema Yaklaşımına Giriş.

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 40:124.

Yıldırım H. (2011), Sömürgeci Batının Barabarlık Tarihi: Haçlılar, Misyonerler, Okullar

ve Soykırımlar. İstanbul, Kumsaati Yayınları.

Yıldız T, Yıldız İ. (2017). Suriyelilerin Türkiye Ekonomisinde Kayıtdışı İstihdama Etkileri

ve Bunun Yansıması Olarak Türkiye'ye Maliyetleri Üzerine bir İnceleme. İktisadi

İdari ve Siyasal Araştırmalar Dergisi, 2 (3):30-46.