12
GENC BAKIŞ Mart 2009 Bahar Şenliği Geliyor! Öğrenci arkadaşları- mızın uzun zamandır olmasını istedikleri bahar şenliği bu yıl olacak. 5’te Fatih Koleji’nde 5-17 Ocak 2009 tarihleri arasında bilgisayar zümresi tarafından hazırlanan çok sayıda etkinlik gerekleştirildi. Bu etkinliklerle, geliştirilen son teknolojiler ve teknolojinin bilinçli kullanımı hakkında bilgi aktarımı, çeşitli yarışmalarla öğrencilerin bu etkinliklere aktif katılımı hedeflendi Etkinlikler kapsamında Pro-Line teknoloji firmasına gezi, bilgi ve iletişim çağında bilgi güvenliği konulu seminer, çeşitli alanlarda yarışmalar, 3D görüntülü resim ve film gösterimleri düzenlendi. Gerçekleştirilen bu etkinliklerde günümüz teknolojisiyle kullanılan sistemler, hackerların teknolojisi, Google’ın Türkiye serverı hakkında geniş çaplı bilgi edinildi. BİLGİ ve İLETİŞİM ALANINDA BİLGİ GÜVENLİĞİ SEMİNERİ Bilgisayar ve teknoloji etkinlikleri kapsamında Fatih Anadolu Lisesi öğrencilerine 14.01.2009 tarihinde Fatih Fen Lisesinde bilgisayar öğretmeni ve bilgisayar olimpiyat sorumlusu olarak görev yapan Faruk Bulut tarafından, “Bilgi ve İletişim Alanında Bilgi Güvenliği” konulu seminer düzenlendi. Okulumuzun konferans salonunda düzenlenen seminerde hackerlar ve crackerlar hakkında bilgi edinilmesi internet ve mobil telefonların bilinçli kullanılması amaçlandı. 3’te Fatih Koleji’nde BİLGİSAYAR ve TEKNOLOJİ ETKİNLİK GÜNLERİ PRO-LINE FİRMASINA GEZİ Fatih Anadolu Lisesinde “Bilgisayar ve teknoloji etkinlikleri” kapsamında 06.01.09 tarihinde Pro-Line teknoloji firmasına gezi düzenlendi. 2’de Paintball Turnuvası Gerçekleştirildi Geçtiğimiz hafta okulumuzda öğretmen- lerimizin organize eiği paintball turnu- vası gerçekleştirildi. Bu aktiviteye her gün ortalama 30-35 öğrenci katıldı. Spor‘da Masa tenisi turnuvası başladı! Spor'da Fatih Koleji’nde Counter-Strike Yarışması Heyecanı Okulumuz bilgisayar zümresi tarafından Counter-Strike yarışması düzenlendi. 6‘da Fatih Koleji öğrencileri Kimya Öğretmeni Tolga Başbuğ rehberliğinde özgün deney tasarımları yaptılar. Öğle arasında uygulanan deneyler, okul öğrencilerinde ilgi uyandırdı. 3’te Fatih Koleji’nde ÖZGÜN DENEY TASARIMLARI KARTEPE'DEYDiK Yarıyıl tatilinin bir kısmını geçirmek için Fatih Koleji öğrencileri Kartepe’ye gii. 2’de Proje Olimpiyatları Sonuçları Açıklandı Fatih Koleji, yine proje olimpiyatlarında damgasını vurdu. Okılumuzdan 2 Bilgi- sayar, 1 Matematik, 1 Tarih olmak üzere toplamda 4 proje ilk aşamayı geçti. 12’de

Genç Bakış (Mart '09)

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Özel Fatih Lisesi okul gazetesi Genç Bakış Mart'09 sayısı. Tasarım bana aittir. Eski sayılar için: www.fatihkoleji.com/yayinlar/gencbakis

Citation preview

Page 1: Genç Bakış (Mart '09)

GENCBAKIŞMart 2009

Bahar ŞenliğiGeliyor!Öğrenci arkadaşları-mızın uzun zamandır olmasını istedikleri bahar şenliği bu yıl olacak. 5’te

Fatih Koleji’nde 5-17 Ocak 2009 tarihleri arasında bilgisayar zümresi tarafından hazırlanan çok sayıda etkinlik gerekleştirildi. Bu etkinliklerle, geliştirilen son teknolojiler ve teknolojinin bilinçli kullanımı hakkında bilgi aktarımı, çeşitli yarışmalarla öğrencilerin bu etkinliklere aktif katılımı hedeflendi

Etkinlikler kapsamında Pro-Line teknoloji firmasına gezi, bilgi ve iletişim çağında bilgi güvenliği konulu seminer, çeşitli alanlarda yarışmalar, 3D görüntülü resim ve film gösterimleri düzenlendi. Gerçekleştirilen bu etkinliklerde günümüz teknolojisiyle kullanılan sistemler, hackerların teknolojisi, Google’ın Türkiye serverı hakkında geniş çaplı bilgi edinildi.

BİLGİ ve İLETİŞİM ALANINDA BİLGİ GÜVENLİĞİ SEMİNERİBilgisayar ve teknoloji etkinlikleri kapsamında Fatih Anadolu Lisesi öğrencilerine 14.01.2009 tarihinde Fatih Fen Lisesinde bilgisayar öğretmeni ve bilgisayar olimpiyat sorumlusu olarak görev yapan Faruk Bulut tarafından, “Bilgi ve İletişim Alanında Bilgi Güvenliği” konulu seminer düzenlendi. Okulumuzun konferans salonunda düzenlenen seminerde hackerlar ve crackerlar hakkında bilgi edinilmesi internet ve mobil telefonların bilinçli kullanılması amaçlandı. 3’te

Fatih Koleji’ndeBİLGİSAYAR ve TEKNOLOJİ

ETKİNLİK GÜNLERİ

PRO-LINE FİRMASINA GEZİFatih Anadolu Lisesinde “Bilgisayar ve teknoloji etkinlikleri” kapsamında 06.01.09 tarihinde Pro-Line teknoloji firmasına gezi

düzenlendi. 2’de

Paintball Turnuvası Gerçekleştirildi

Geçtiğimiz hafta okulumuzda öğretmen-lerimizin organize ettiği paintball turnu-vası gerçekleştirildi. Bu aktiviteye her gün ortalama 30-35 öğrenci katıldı. Spor‘da

Masa tenisi turnuvası başladı!

Spor'da

Fatih Koleji’nde Counter-Strike Yarışması HeyecanıOkulumuz bilgisayar zümresi tarafından Counter-Strike yarışması düzenlendi. 6‘da

Fatih Koleji öğrencileri Kimya Öğretmeni Tolga Başbuğ rehberliğinde özgün deney tasarımları yaptılar. Öğle arasında uygulanan deneyler, okul öğrencilerinde ilgi uyandırdı. 3’te

Fatih Koleji’nde

ÖZGÜN DENEYTASARIMLARI

KARTEPE'DEYDiK

Yarıyıl tatilinin bir kısmını geçirmek için Fatih Koleji öğrencileri Kartepe’ye gitti. 2’de

Proje Olimpiyatları

Sonuçları AçıklandıFatih Koleji, yine

proje olimpiyatlarında damgasını vurdu.

Okılumuzdan 2 Bilgi-sayar, 1 Matematik, 1 Tarih olmak üzere toplamda 4 proje ilk

aşamayı geçti.12’de

Page 2: Genç Bakış (Mart '09)

‘‘‘‘yeni tasarımnasıl olsa daha iyi olurdu?fikirlerini bize gönder:[email protected]

fikrin gerekli!

‘‘OKULUN NABZIM. Rasit Akınalp

Kış Okulu Kış okulu… Aslında bu ismi Fatih Koleji içinde ilk defa duydum. Çünkü biz genelde böyle şeyler için kısaca “program” diyoruz. Yarıyıl tatilinden hemen önce bütün Fatih Koleji kurumları gibi biz de kış okulundaydık. 11. Sınıflar olarak Kocaeli’nde ders çalışmasıyla, gezmesiyle dolu dolu bir program yaşadık.

Yola her zamanki gibi rötarlı çıktık. Sanırım kalabalık bir grup olmamızdan kaynaklanıyor. Sonra bavullarımız bagajlara sığmayınca aracın koridoruna köşendi. Aramıza set çekilmiş gibi oldu. Hatta “Fatih duvarı” diye espriler bile yapıldı. Tabii bunların hepsi işin eğlencesiydi.

Oraya vardığımızda mevsim kış ortası olmasına rağmen çok sıcak bir havayla karşılaştık. Bunu hepimiz Kocaeli’nin bir sanayi şehri olması nedeniyle sera etkisinin burada açıkça görülmesi şeklinde yorumladık.

Yurdu gördüğümüzde her zamanki gibi onu bizim yurtla karşılaştırdık. Genelde içindeyken hep eleştirmemize ve sevmememize rağmen bizim yurt bu karşılaştırmadan galip çıktı. Ama orası da bir Anadolu yurdu olarak makul olarak nitelendirilebilir.

Gelelim ders çalışmaya. Aslında bu program bir ders çalışma programıydı. Günlük çizelgede de etütler yeterince vardı. Ama ders deyince iş öğrencide bitiyor. Biz de okul bitiminin verdiği rehavet, arkadaşlarla birlikte olmanın verdiği konuşma isteğiyle etütleri pek verimli geçiremedik. En azından ben yapamadım.

Gezmek konusunda diyecek hiçbir şey yok. Çünkü her şey çok güzel ve eğlenceliydi. Kar tepe’de, İstanbul da hasret kaldığımız kara doyduk. Maşukiye’de dağların arasında, bir ırmağın üstünde yemek yedik. Bence bunların en güzel yanı da toplu halde bir dönemin tüm öğrencileriyle yapılmasıydı. Çünkü bir şeyi tek başına yapmakla onu arkadaşlarınla yapmak arasında çok büyük fark var. Bunların hepsi aklımızda ömrümüzün en güzel yıllarında geçirdiğimiz hoş ve unutulmaz anılar olarak kalacak.

Program herkesin iyi bir tatil geçirmesi dilekleriyle bitti. Daha sonra ne mi oldu, bunları kendi adıma yazacağım ve umarım hiç kimsenin tatili böyle geçmemiştir.

Programdan sonra evde geç yatıp geç kalkmaya başladım. Gün boyunca televizyon seyredip bilgisayar oyunları oynamak dışında neredeyse hiçbir şey yapmadım. Aslında sorumluluklarımın farkındayım. Değişen sınav sistemiyle artan soru sayıları daha çok çalışmamızı ve kitap okumamızı gerektiriyor. Ama tatil deyince anladığımız tek şey yatmak. Umarım ileride bu anlayışımı değiştirebilirim. Yeni ders döneminin hepimiz için başarılı ve güzel geçmesini diliyorum…

GENCBAKIŞ

Fatih Koleji, kış okulu etkinliklerinin bir ayağını da Ankara- Kızılcahamam’da gerçekleştirdi. Program kapsamında öğrenciler, Türkiye’nin beş yıldızlı otellerinden olan Kızılcahamam Asya termal tesislerinde çeşitli aktivitelerle eğlenerek birinci dönemin yorgunluğunu attılar. Program renkli görüntülere sahne oldu. Programda en çok dikkati çeken ise bir grup lise iki öğrencisinin -5 °C ‘ de kartopu oynayıp kardan adam yapmak yerine yaptıkları voleybol maçı oldu. Gece 11’de yapılan voleybol maçında donma tehlikesine rağmen, öğrenciler voleybol tutkularından vazgeçmediler.

FHA-Nurefşan Sertbaş

FATİH KOLEJİ KIŞ OKULLARI

Fatih Koleji 11. Sınıf öğrencileri gelenekselleşmiş kış okulu programı için Kocaeli’ne gitti. Önümüzdeki

yıl ÖSS sınavına girecek olan öğrenciler, uzun yarıyıl tatilinin bir kısmını arkadaşlarıyla birlikte bazen

ders çalışarak bazen de dinlenip eğlenerek geçirdiler. Öğrenciler kış okulu programının çok verimli, aynı

zamanda çok eğlenceli geçtiğini söylediler.

(Birinci sayfadan devam)Gezide öğrenciler, teknoloji üzerine başarılı projeler üreten ve alanında söz sahibi olan Pro-Line’ı tanıma, ürettikleri projeler hakkında bilgi edinme ve kullandıkları son teknolojileri yakından inceleme fırsatına sahip oldular. Firma Genel Müdürü Ozan Dilsizoğlu, geziye katılan öğrencilere verdiği seminerde firmanın 2003 yılında kurulmuş bir teknoloji şirketi olduğunu, 120 personelle faaliyetlerini İstanbul (merkez) ve Ankara bölge müdürlüğü olmak üzere devam ettirdiğini kaydetti. Bunun yanında Dilsizoğlu, firmanın müşterilere uygun olarak network vb. teknolojileri çeşitli projelerle üretmek bu alandaki sektör ihtiyaçlarını karşılamak gibi bir misyonu olduğunu da belirtti. Daha sonra firma yetkilileri tarafından, geziye katılan öğrencilere firmanın geliştirdiği örnek projeler tanıtıldı.

Akıllı görüntü sistemleri (MOBESE)Pro-Line Genel Müdürü Dilsizoğlu, teknolojinin inanılmaz bir hızla gelişmekte olduğunu ve bu durumun birçok sektöre yenilikler getirdiğini belirtti. Bu gelişmelere bağlı olarak akıllı görüntü sistemlerini geliştirdiklerini ve sistemin İstanbul’un birçok yerinde kullanılmakta olduğunu kaydeden Dilsizoğlu, kullanılan mobese kameralarının İstanbul’da suç oranlarının azalmasına büyük katkı sağladığını söyledi. Son gelişmelere bağlı olarak EDS sistemlerinin otoban giriş-çıkışlarında ve trafik ışıklarının kullanıldığı birçok yerde kullanıldığı belirtti. Buna ek olarak yapılan sistemlerle sürücülerin elektronik olarak denetlemesinin gerekleştirildiğini de kaydetti.

Süper bilgisayarGenel Müdür Dilsizoğlu, örnek projelerin tanıtımından sonra okulumuz öğrencilerine süper bilgisayar teknolojisinden de bahsetti. Süper bilgisayar projesini Türkiye‘de üreten tek firma olarak ürettikleri bilgisayar ile dünyada 243. gelişmiş bilgisayara sahip olduklarını belirtti. Günlük hayatta kullanılan bilgisayarların yaptıkları işlemlerin 50.000-60.000 katı işlemin tek bir bilgisayarda yapılmasıyla süper bilgisayarların meydana geldiğini kaydetti. Süper bilgisayarların günlük yaşamda gerçekleşmesi imkansız olan ya da yüksek maliyet gerektiren deneylerin sanal ortamda gerçekle birebir değerlerde tanımlanan simülasyonlarla gerekleştirildiğini belirtti. Sanal ortamdaki değerlerin sonuçlarınabakılarak projelerin üretildiğini söyledi. Süper bilgisayarlara örnek olarak meteorolojinin hava tahmin raporlarını oluşturduğu bilgisayarlar ile şu an yapımına ara verilen CERN deneyinde kullanılan bilgisayarların verilebileceğini belirten Dilsizoğlu, süper bilgisayarlar ile yüksek teknolojiye geçiş yapan firmaların artacağına dikkat çekti.

Google serverıGezide son olarak firma bölümlerinin tanıtımını bizzat kendisi gerçekleştiren Genel Müdür Dilsizoğlu, katılımcı öğrencilere gezilen bölümler hakkında geniş çaplı bilgi verdi. Google’ın Türkiye serverı yakından tanıtıldı. Bu bölüme girilmesine normal ziyaretçiler için izin verilmediğini; fakat Fatih Koleji öğrencilerinin onun için ayrı bir değer taşıdığını belirten Dilsizoğlu, Google gibi büyük bir arama motorunun Türkiye serverlığını yapmanın kolay olmadığını; fakat bunun için gerekli alt yapı ve donanıma sahip olduklarını belirtti. Gezi, firma çalışanları ile yenilen keyifli bir öğle yemeğiyle sona erdi.

FHA - Abdürrahim Keçebir / Halil İbrahim Kovar

Pro-Line Firmasına Gezi

Fatih Koleji öğrencileri edebiyat etkinlik günleri kapsamında seçtikleri konuların sunumunu yapıyorlar. Her öğle arasında bir öğrenci, bir kitabı veya bir sanatçımızı tanıtıyor.Sunumlar, öğle tatilinin ikinci kısmında Fatih Anadolu Lisesi konferans salonun-da gerçekleşiyor.Şu ana kadar öğrencilerin sunum yaptıkları konular şöyleydi:11-C sınıfından Murat Gül, Tanzimat dönemi edebiyatçılarımızdan Şinasi’yi,11-E sınıfından İbrahim Sevim, dünyaca ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’u,11-E sınıfından Büşra Demirkol, Bozkırkurdu isimli kitabı,sunumlarla arkadaşlarına tanıttı.

FHA

Edebiyat Sunumları

okul gündemi / 2 .

.

TC Nüfus Cüzdanı ProjesiFirmada verilen seminer kapsamında kısa bir süre önce gündeme gelen TC nüfus cüzdanı projesi tanıtımı yapıldı.

Bu projeyle üretilen kart sayesinde genel vatandaşlık bilgilerinin yanı sıra, kartta kullanılan çip sayesinde kartın 50-60 farklı özellik daha göstereceği kaydedil-di. Vatandaşların par-mak izini de barındıracak olan kartın özel güvenlik

sistemleriyle kopyalanma ve sahtesinin yapılmasına karşı korunacağı belirtildi. Bu proje hakkında bilgi veren Ge-nel Müdür Dilsizoğlu, kartların kullanılacağı özel kart okuyucuların TÜBİTAK tarafından hazırlandığını belirtti. Kartın sahip olması planlanan özelliklerinden bazıları şöyle şunlar: sağlık karnesi, vergi kartı, evlilik cüzdanı, banka kartı (özel pin kodu ile kullanılıyor) , sigorta kartı...

Page 3: Genç Bakış (Mart '09)

MatematikKütüphanemi düzenlerken 9.sınıftaki matematik defterimi buldum. Karıştırıp hatıra dehlizlerine dalmışken o zamanlar defterin üstüne almış olduğum bir nota ilişti gözlerim. Not şöyleydi:-Bırak artık çalışmayı!-İmtihan yarın. Matematik.-Bırak. Matematik kadar taş düşsün başlarına o hocaların. Bırak. Öldürecekler seni!

(Peyami Safa/Yalnızız)Bir de önceki gün, biraz sorumsuzluk yapıp dersin başlamasından sonra sınıfa giren arkadaşlarımıza kızdığı için bir öğretmenimizden, “yırtarım o gazetenizi” tehdidini almıştık sınıfça. Tüm bunların üstüne matematik ve hayatla ilgili tekrar düşünmeliyim galiba, dedim. Matematik, formel bir bilim, gerçekte yok. Elimde 5 taş olsa da o elimde tuttuğum 5 değil mesela; ama zihnimizde varlığını kabul edip simgeleştirdiğimiz o gerçek olmayan şeylerin gerçek hayatta iz düşümleri var. Fizik’te çekim potansiyel enerjisi kanununa göre gezegenler birbirlerine çarpmadan yörüngelerinde kalıyor, yani evreni kapsayan bir gerçeklik alanı var matematiğin aslında. Tıpkı hayaller gibi... Bir şey okumuştum, anlamamıştım; ama çok güvendiğim biri yazdığı için hep aklımda tutmuştum, şimdi anlıyorum “Hayallerinizden dahi sorumlusunuz.” derken ne demek istediğini yazarın. Hayaller, gerçekte yok gibi gözükse de gerçeğin ta kendisi olabilecek potansiyele sahiptir. Hayatınızdaki hedeflere, uğraşılarınıza bir bakın, ne için? Hayalleriniz. Önce hayal edersiniz, başarabileceğinize inandıkça hayalleriniz düşüncelere döner, düşünüyorsanız hedefleriniz vardır artık ve hayatınızı hedeflerinize göre şekillendirmeye başlarsınız. Gerçek hayatta ne işime yarayacak ki diye sorsanız da kendinize, hukuk kazanmak için logaritma öğrenmek gibi… Ki zaten kâşifi, zevk için bulmuştur Logaritma’yı, hayatta işe yarasın diye değil. Yani hayalleriniz hayatınızın tohumudur. Mevlânâ’ca ifadesiyle siz neyi arıyorsanız o’sunuzdur. “Bu kadar hafif, basit bir şey nasıl böyle etkileyici olabilir ki?” mi diyorsunuz? Size gerçek hayattan bir örnek vereyim; atom bombası. Evet, o en basit yapı taşının, neredeyse en küçük parçacığın içinde dünyaları sallayacak bir kuvvet gizlidir, hayallerin gücü gibi. Atomdaki enerjiyi açığa çıkarabilmek için onu parçalamak gerekir, hayallerdekini gerçeğe dönüştürmek içinse inanç ve tabii ki sa’y ü gayret, aktif sabır... Düşünsenize, herkes hayal eder; ama kimler hayallerini gerçekleştirmeyi başarır? Başaranlar inanarak yılmadan çalışanlardır, yeri geldiğinde durmasını da bilip tevekkül eden; ama sabrında bile aktif olanlardır. Hepimizde bir kaç kg.lık beyin, yumruğumuz büyüklüğünde bir kalp, iki böbrek, bir karaciğer var, farkımız yok şimdiye dek başaranlardan. Herkes her şeyi başarabilir pekâla. Sadece bilincinde olmak gerek yaşamanın. Yaşamak, matematik çalışmak, etüdü kaynatıp geyik çevirmek, gülmek, uyumak, edebiyat parçalamak mıdır, ya da sadece hayal kurmak mıdır? Elbette sadece bunlar değil. Yaşamak; okul bahçesinde açan mavi bir çiçeğin öyküsünü dinlemektir. Yerin altında, karanlıkta bir başına, o zayıf, nazenin kökleriyle hayata tutunmaya çalışmasını, hiç yılmadan, pısırık kalmadan, karanlıkların içinde başını dik tutup güneşe ulaşma çabasını, günlerce ışıksız ve tek başına mücadele ettikten sonra o narin başını uzatıp gülümseyişini görmektir çiçeğin. Tüm bu çabanın sen gör, düşün, tefekkür et, tebessüm et, diye olduğunu bilmektir. Kendinin, hayatın, yaşamanın farkında olmaktır bu. Sizin için her geceden sonra güneşler doğuyor, ümidinizi asla yitirmeyin diye; çiçekler mücadele ediyor bir tebessümünüz için; yıldızlar parlıyor, depremler oluyor, gezegenler birbirine çarpmadan koşturuyor, dünya dönüyor sizin için! Görün, düşünün diye... Kendinizi hafife almayın, deryalara tâlip olarak yaratılmışken damlalarda boğulmayın, hayalleriniz hayatınızın tohumuyken ve hayatınız için tüm bu evren o müthiş dengesindeyken, siz bu kadar özelken, kemal noktanızı, zirvenizi, kendi kendinizi düşürmeyin. Hayal ederkenki sorumluluk sanırım bu, o eskizlerle kaderimizi çiziyor olabiliriz ve ne için burada, dünyada olduğumuzu unutup boş hayallerle o atom bombasını patlatmadan; hatta farkında bile olmadan gücümüzün, kendimizi harcayıp gidebiliriz, damlalarda boğulacak kadar küçülebiliriz de muazzam Bir’in nefesi varken ruhumuzda... Yaşamak ne kadar zor... Yine 9.sınıf matematik defterimden mantıklı bir alıntı; Hayat zor, Matematik de zor, öyleyse hayat matematik mi?Gazetemizi yırtma potansiyelindeki hocam, hayat matematik mi?.. Sahi hayat nedir hocam, bize bunu öğretsenize...

KALEM KUTUSUBÜŞRA DEMİRKOL

~ Misafir Kalem ~

Mümtaz Salih ERDEM

Selamların En güzeliyle,Kalem, kağıt çoğu zaman yeterli olmaz yazmak için. Sinesi sığ olanların; ne susuzluktan çatlamış dudaklara vaat edebileceği bir yudum tatlı suyu, ne de Kays’a “Artır ya Rab” dedirten, içtikçe susatan, derya misali bir gönlü bulunmaz...Gönül sığlığımızın yanında, istidadımızın da sınırlılığına rağmen; dosta vefa, sinesi hûn olanların dilinde dua ve ‘bir ricaya cevap’ olur temennisi ile yazmak gerekti... Üstad Necip FAZIL; “Otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum,Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum” diyor.Ortalama bir ömrün yarısına yaklaştığım bu günlerde, yüreğimde Necip Fazıl’ınkine denk bir sızı duyuyor ve değerlendiremediğim her günün omuzlarımı çatırdatan ağırlığı altında eziliyorum... Gençlik yıllarında, istikbalin ufuklarını hayalleriyle yırtmak isterken, fark etmez ayağına takılanları insan. Oysa; taştır, topraktır, dikendir, yürüdüğü yollar. Dibi görünmeyen uçurumlar, çetin vadiler, bakışları vaha vaha bulandıran çöller vardır amansız... Kimi zaman, bir kartal kesilir zorluklar karşısında. Emin bakışlarıyla aşar karşılaştığı engelleri. Ve yine bir kartala yakışır edayla en yüksek zirveye kurmak ister yuvasını. Oysa kendi kurduğu; gururdan dağın zirvesine sevdalanmıştır bilmeden...Kimi zaman, şahin kesilir; bir serçeyi, bir güvercini av edinir kendine. Vazgeçemez avından, uçsuz bucaksız çölleri aşmak için verilen kanatlarını zayi eder küçük hevesler uğruna. Kimi zaman elde eder aradığını, kimi zaman kaybeder. Yazık...Kimi zaman, bir tavus kuşuna benzer, renkli tüylerine sevdalanır, baki zanneder her birini, o kadar meşguldür ki allı-pullu tüyleriyle, sesinin çirkinliğinin bile farkına varmaz. Her mekânda kendisinden bahsedilsin ister, hep beğenilmek arzusuyla yaşar. Ne acı...Kimi zaman, bir gülzâra düşer yolu, bülbül olur. Ve âlemin en güzel şarkılarını terennüm eder kendince güle. Bir de boynunu büktü mü gül, kendinden yana, en hoş bâdeyi tattığını sanır. Us ile geçilmeyecek dağları, ser-hoş aşarım sanır... Ya da müptelası olur, geçmek için geldiği bağın...Zamanla vücudunu saran yaralar ruhuna sirayet eder, ufka bakan gözleri sislenir ve neden sonra anlar hatalarını... Hazzı çoktan uçup gitmiş, anlık zevklerden geriye kalan pişmanlıklarla doldurmuştur küfesini...İyi bir nâsih değilim, nasihat nedir bilmem. Eğer denildiği gibi nasihat, edinilen tecrübelerin paylaşılması ise, ve akıllı insan sadece kendi tecrübelerinden değil, başkalarının tecrübelerinden de ders alıp, istifade edense; aklıselim insanlar olma yolunda olan gençler olarak sizin de aynı tecrübeleri ruhlarda bırakacağı derin izlerle yaşamamanızı temenni ediyor, her birinizi “En Emin Olan”a emanet ediyorum...

Tacikistan

(Birinci sayfadan devam)Seminerde hackerların yaptıkları sistemleri ve kullandıkları programları farklı bilgisayarlara girerek veri almak amacıyla kullandıklarını kaydeden Bulut, crackerların ise şifre kırma amacıyla internet dünyasında yer aldığını belirtti. Hacker olan kişilerin bir bilgisayar mühendisinden daha fazla akademik bilgiye sahip olduklarını, bu durumun daha farklı ve gelişmiş programları kullanmalarına olanak sağladığını belirtti. Bunun yanında hackerların istedikleri bilgiyi elde etmek için eşitli virüs, trojen dosya, truva atları gibi elektronik silahları kullandıklarına dikkat çekti.

Hackerlarla mücadeleDüzenenlenen seminerde Faruk Bulut hackerlarla mücadele için okulumuz öğrencilerine akıllı virüs programlarını, iyi bir firewall ve lisanslı yazılım kullanımını tavsiye etti. Bunun yanında internetten indirilerek kullanılan programların virüs içermesi açısından bilgisayarlar için sakıncalı olabileceğini ve bu konuda dikkatli olunması gerektiğini belirti.

MSN ve Facebook KullanımıSeminerde MSN, Facebook ve mobil telefon gibi uygulamaların Türkiye’de çok kullanıldığından bahseden Bulut, birçok kişinin kayıtlı adresi bulunduğu sitelerde bilinçli kullanımın gerekliliğine dikkat çekti. Sitelerde yapılan faaliyetlerin, görüşmelerin kayıt altına alındığını ve gelecekte birey için iş hayatı, evlilik gibi durumlarda sorunlara yol açabileceğini söyledi. Uzun süreli Facebook ve MSN kullanımının yerine çeşitli sosyal etkinliklere daha fazla zaman ayrılabileceğinden söz eden Bulut, internette harcanan zamanın sınırlandırılması gerektiğine dikkat çekti.

FHA - Abdürrahim Keçebir / Halil İbrahim Kovar

Fatih Koleji’nde Bilgi ve İletişim Alanında Bilgi Güvenliği Semineri

Karbon dioksit, CO2, bilindiği gibi havadan ağır ve normal şartlarda başka havada reaksiyona gireceği gazlar olmadığı için yangın söndürücülerde kullanılır. Kuru buz katı CO2 tir. -78.5 oC de süblime/kırağılaşma gösterdiğinden becerikli bir soğutma aracı olarak kullanılır. Yoğunluğu 1.2 g/cm3 olduğundan suyun içine atıldığında gaz fazına geçecek, bu sırada etraftan ısı çekmek isteyecek (endotermik değişim) ve bulunduğu ortamın sıcaklığını hızlı bir şekilde düşürecektir. Değişik formları balıkçı tezgâhlarında uzun yola gönderilecek ilaç, aşı, dondurma gibi paketlerin içine konur (Şekil 2) Dekoratif amaçla da kullanılmaktadır. Şekil 1 de CO2 in kritik faz diyagramı görülmektedir.

Tasarladığımız Deneyin Amacı: CO2 in havadan ağır bir gaz olduğunu, oda sıcaklığında inert yani tepkimeye girmeyen bir gaz olduğundan yangın söndürücü olarak kullanılabildiğini göreceğiz.

Gerekli Malzemeler: 300 gr Kuru Buz, Lastikli Çorap, Tıpa, Mum, 10 lt’lik yuvarlak bidon, Erlen, Plastik boru, su

Deneyin Yapılışı: İçine bir miktar su konan erlene takılan delikli tıpa ve boru yardımıyla, altı delinmiş ve ağız kısmı lastikli çorapla kapatılmış olan bir bidon Şekil 4‘teki düzenek şekilde hazırlanır. Tıpayı açıp erlene bir miktar kuru buz konulur. Oluşan gaz fazındaki CO2 plastik boru yardımıyla bidona dolar. Şekil 4 de olduğu gibi 5-6 metre mesafede duran yanan muma doğru bidonun delik ucu tutulur. Diğer uçtaki elastik çorap yay gibi gerilir. Çorap bırakıldığında alt kısımdan çıkan halka

şeklindeki CO2 dumanı muma u l a ş t ı ğ ı n d a mumu söndürür. CO2 havadan ağır olduğu için delik uç aşağı doğru tutulmamalıdır.

Sonuç: CO2 oda şartlarında havada tepkimeye girecek bir madde içermez. Bu yüzden yangın söndürücülerde kullanılır. Havadan ağır olan gazların varlığı yanıcı maddenin havadaki oksijenle ilişkisini kestiğinden güvenlik önlemi olarak kullanılır.

Önemli Bilgi: Bununla birlikte doğal gaz CO gibi zehirleme riski büyük olan gazlar da havadan ağırdır. Olası bir zehirlenmede kazazede yerden yüksek bir yere alınmalı, kapalı alandaki alt katmandaki zehirli gazlar pencereler açılıp bir süpürge yardımıyla yerden süpürme hareketi yapılarak uzaklaştırılabilir.

Özgün Deney Tasarımları: Söndüren Oklar

Şekil 3

Şekil 4Şekil 2

Şekil 1: Kritik faz diyagramı

..3 \ okul gündemi

Page 4: Genç Bakış (Mart '09)

Eğitmek... İnsanları farklı ideolojilerin tesiri altında bırakmanın en etkili yolu onları eğitmek olsa gerek. Tabiî ki bu eğitimin, kişiyi kendi özgür iradesiyle seçim yapabilmesine, kültür ve değer yargılarının gerektirdiği kararları alabilmesine imkân sağlayacak bir eğitimden uzak olması gerektir. Çünkü insanları, kendi düşüncelerinin ve çıkarlarının esiri etmek istiyorsan, onları bu “düşünme” ve “karar verme” yetilerinden yoksun bırakmalısın. Bunu da eğitimle, kişilerin düşünce dünyasının sınırlarını belirleyerek, neyi düşünüp neye karar vereceğini aşılayarak gerçekleştirebilirsin. Tıpkı tarihte olduğu gibi… Sadece tarihte değil günümüzde de aynı durum geçerli. İnsanoğlu var olduğu müddetçe de geçerli olacağını söylemek yanlış olmasa gerek! Ancak bu durumu somut bir şekilde bize tarih gösteriyor. Önce günümüze sonra tarihe bakalım ve tarihin tekerrür edişini tekrar görelim.

Bugün Dr. Theodor Herzl’in “Bugün ve gelecekte, belki de kıyamete kadar güçlü, daima haklı karşısında galebe çalacaktır.” sözünü, Filistin üzerinde politikası olarak gören İsrail’in gücünü teknolojisinden yani eğitimden aldığını görürüz. Yeryüzünde en zeki kavim olarak görülen ve bunu kötü emelleri doğrultusunda kullanan İsrail, eğitim gücünü düşmanı sinsice mağlup etmek için değil de, daha çok bu gücü, mekanik saldırıya dönüştürerek hareket etmektedir. Bu da savaş yoluyla sağlanmaktadır. Ancak bu durumun savaş boyutuna dönüşmeden önceki aşamaları için, bu eğitim gücünün insanlar üzerinde (bilhassa Filistin yöneticilerinde) ne gibi tesirler bırakmak için kullanıldığı konusunda, zihnimizde soru işaretleri bulunduğunu da göz ardı etmemek gerekir. İsrail’in şu anki acı başarısı, minarenin çalınması için gereken kılıfın hazırlandığını gösterir ki, kılıf eğitimle en iyi şekilde hazırlanmıştır. Tarihe, Osmanlıya, döndüğümüzde Arap isyanlarının temelinde İngilizler tarafından milliyetçilik düşüncesiyle beyinleri yıkanmış, kültür ve inanç değerleri yozlaştırılmış, Arap halkı olduğu görülür. Bu bölgede açılmış okullar, yabancı okullar, Araplara kendi tarihlerini, ne kadar üstün bir ırk olduklarını öğretiyorlardı. Ama neden? Buna Belleten dergisinin 203. Sayısı en mükemmel cevabı veriyor olsa gerek: “Bu eğitim hareketlerinin sonucunda, Orta Doğu’da açılan yabancı okullar Arap milliyetçiliğinin yeşermesinde etkili olmuştur.” Bu milliyetçilik akımının tesiri altında da Müslüman bir ırk, yine Müslüman olan Osmanlıya karşı ayaklanıyordu… Sadece Araplar değil, kendi içimizde de yine bu yabancı okulların eğitimiyle, kendi aleyhimizde faaliyet gösteren kimseler görmek mümkündü. Bunun yanında da eğitim amaçlı bu kurumlar, yine amaçları dışında zararlı faaliyetlere mesken tutuluyordu. Yine adı geçen dergide Merzifon’daki Amerikan Kolejinin Pontusçu Rumların bir üssü olarak kullanıldığının belgelerle sabitlendiği ifade edilmektedir. Yine tüm bu durumların, insanların çeşitli kesimlerin çıkarları doğrultusunda eğitilmesi sonucu ortaya çıktığı görülmektedir. Osmanlı yöneticileri elbette bunlara göz yummamıştı. Ancak Dr. Herzl’in sözünün acı bir örneği burada da kendini göstermişti. Haklı olduğumuz halde, bu yabancı okulların denetim altına alınması, kapatılması gibi girişimler, güçlü devletlerin savaş tehditleriyle son bulmuştu.

Geçmişin bu karanlık sayfalarına meydan okurcasına, bugün başbakanımız İsrail’e olan tepkisini dile getirmesini, sadece sözde kalan bir girişim olarak görüp, silahımızı dahi İsrail’den alırken, başbakanımızın bu tavrıyla ne yapmaya çalıştığını sorgulayanlara cevap yine başbakanımızın kendisinden geliyor. Çanakkale Zaferini hatırlatan başbakanımız, o zaman düşmandan daha mı üstün idik de savaşı kazandık diyerek her şeyi gözler önüne seriyor. Gerçekten de öyle! Biz o zaferi kazandığımızda, Osmanlı teknolojisi kendi silahını üretecek durumda idi de, şimdi geriye mi gittik? Tüm halkımızı bunlar üzerinde düşünmeye/düşündürmeye davet ediyorum.

GENCBAKIŞ

‘‘ODAK NOKTASIYunus Emre Akbaba

Filistin Sorunumuz’a Kolalı Yaklaşımlar 2009 yılındayız. 3. Milenyum’a gireli dokuz sene oldu. Hayırlı olsun. Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir bilgi: “Geçen 3500 yılın, sadece 230 yılı barış içinde yaşanmıştı.” Bu düşünceler içerisindeyken hayalimde bir resim canlanıyor: Televizyon karşısında bir şahıs, elindeki kuru yemişleri yemeye devam ederken maç sonucunu sorar gibi mutfaktan bir ses filana sesleniyor: Kaç ölü, kaç yaralı varmış? Bizimki skoru bildiriyor: 500 ölü, 2000 yaralı ve başlıyor tehditler, laflar, küfürler, beddualar… Kahrolsun İsrail, Filistin’e özgürlük. Bu arada bir de tükürük fırlatıyor televizyonun camına, pardon ağabeyler LCD ekranına. Ve ardından yine o eski hayat, başlıyor lıkır lıkır içmeye yarım kalan kolasından.

Buraya kadar bilinmeyen birinin zatında maa-lesef, insanlık âleminin içinde bulunduğu gaf-letten bahsettik. “Uyandırabilene aşk olsun!” dedirtecek cinsten. Buradan çoğunuzun tep-kisini şimdiden duyar gibiyim; ama kusura bakmayın, bu böyle. Evet, samimiyiz çoğumuz. Buna gönülden inanıyorum. O sokaklardaki, meydanlardaki yürüyüşler riya, gösteriş o-lamaz; ama takkelerimizi önümüze alıp şöyle bir düşünmemiz gerekmez mi? Biz bu kadar tepkiliyiz; ama yine de vahşet zaman zaman, şimdiki gibi, ara da verilse tüm hızıyla sürmüyor mu? Meydanlardaki adımlarımız İsrail’i yıkacak gibi oluyor mu? Seslerimiz onları sağır edebili-yor mu? Veya televizyona fırlattığımız tükürük televizyonun ekranını kirletmekten öteye geçi-yor mu? Sizleri ümitsizliğe sevk etmek değil amacım; haklılığımızı dünyaya duyuracak mi-tingler, söyleşiler mutlaka yapılmalı; ama mesela düşmanın silahı ile silahlanıyor muyuz? Allah aşkına şunları bir vicdanımıza soralım: Acaba İsrail’in Gazze’ye saldırmasıyla bizim onlara parasal olarak destek olmamız arasından kaç gün geçti? Evet, buna gülenler olacak “Bir parça kola, bir şişe sudan ne olacakmış?” diyenler çıkacak. Ama ben dil, din ayırmadan vicdan sahibi on binlerce kişinin birlik ve beraberlik içerisinde yapacakları bir boykotun yaşlı dünyamızda savaş çıkarıp, kan ve gözyaşıyla beslenen devletlere önemli bir darbe indireceğine inanmaktayım ve hiçbir zaman bu inancım sarsılmayacaktır. Siz is-terseniz “Kelebek Etkisi” deyin, isterseniz “Dam-laya damlaya göl olur.” deyin, buna inanmamız şart. Okulumuzda verilen hacker seminerinde seminerci şöyle diyor: “Yapılan bir araştırmaya göre; sadece Amerika’da, hackerlerin gönderdiği gereksiz mailleri silmek ABD’yi iki milyar dolar zarara uğratmış.” Şimdi daha iyi anlaşılır mil-yonlarca insanın boykotla neler yapabileceği?

Hep sadece başkalarından bekleyerek, icraat göstermeksizin yaşamaya alıştığımız gibi tep-kilerimiz de kuru kuru oluyor maalesef. Ben hiç kendimize örnek alacağımız kişilerin, ev-lerinde oturup sadece vah vah ederek, sadece dua ederek veya sadece mitinglere katılarak düşmanların tehlikelerinden, saldırılarından ko-runmaya çalıştığını duymadım. Tekrar ifade edi-yorum ben dualarınızı bırakın, mitingler düzen-lemeyin demiyorum, neden bir de işi icraata dökmüyoruz. Allah(c.c) da bizden bunu istemi-yor mu? Allah elbette mazlumun imdadına yetişecek, bu kesin ; ama bizim onlarla birlikte mahvolmayacağımız garanti mi?

Evet demek ki icraat de olacak. Yoksa bu işin sonu gelmez, gelse de bu bizim sonumuz olabilir. Şimdi yüzlerce ölü var, birkaç ay sonra bu unutu-lacak ve belki de yenileri olacak. Evet, yüzlerce can. Hani bir tanesi bile esir alınınca bir ülkeye savaş açılan canlardan… Peki, Filistinlilerin canı bu kadar ucuz mu? Gazze’nin bombardıman altındaki halkı adına sizi sesleniyorum. Bu kül-türel, ekonomik, sosyal, siyasi, askeri her türlü tepkiye ve boykota katılın. Bu vahşete bir de bu şekilde “DUR!” deyin.

Vicdanlarımıza sunulur.

Okulumuz Öğrenci Meclisi, Rehber Öğretmen Mehmet Atmaca başkanlığında ilk dönem yaptığı toplantıların dördüncüsünü, 13 Şubat 2009 tarihinde gerçekleştirdi. Bu toplantıda ilk dönem gerçekleştirilen çalışmaların değerlendirilip, ikinci dönem yapılması düşünülen çalışmalar hakkında kararlar alındığı öğrenildi. Toplantı sonrası Meclis Başkanı Ahmet Ziylan ilk dönem yapılan çalışmalar hakkında şunları söyledi: “Beden Eğitimi zümresiyle ortaklaşa sınıflar arası futbol turnuvası düzenlendi, spor salonunu öğle araları öğrencilerin kullanımına açıldı, okulumuzun temizliği konusunda ciddi mesafeler alındı, yatılı öğrencilerimizin yurtta yaşadığı problemlerin birçoğu çözüme kavuşturuldu, sene başında kardeş okul projesine destek olundu, daha sonra Van ili Gevaş ilçesindeki Atatürk İlköğretim okuluna kitap toplama ve Gazze için yardım kampanyaları düzenlendi. Bu çalışmalarda bize yardımcı olan tüm idareci ve öğretmenlerimize, öğrenciler adına teşekkür ediyorum”. Başkan Ziylan ayrıca “Çalışmalarımız ikinci dönemde bütün hızıyla devam edecek. Sosyal, sportif ve kültürel etkinlikler ile okulumuzdaki ortak yaşam alanlarıyla ilgili, gerekli birimlerle görüşerek daha güzel bir okul ortamı oluşturmaya çalışacağız. Dönem sonuna doğru Kardeş okulumuza bir ziyaret daha gerçekleştireceğiz; ikinci dönem bu konularla ilgili çalışmalarımız olacak.” dedi.

FHA

Öğrenci Meclisi 4. Toplantısını Yaptı

‘‘AKS-i GÜNDEMMurat Karatas

Fatih Koleji öğrencileri, sinemadaki en yeni teknolojileri yakından takip etme imkanı buldular. 5-17 Ocak 2009 tarihleri arasında bilgisayar züm-resi tarafından gerçekleştirilen etkinliklerden biri de 3D görüntülü resim ve film gösterimleriydi. FHA- Abdürrahim Keçebir / Halil İbrahim Kovar

3D Görüntülü Resim ve Film Gösterimi

okul gündemi / 4 .

.

Page 5: Genç Bakış (Mart '09)

..5 \ okul gündemi

Sesler Sesler, sesler ve sesler… Hayatlarının en gürültülü günlerini yaşayan Gazzeli insanlar… Yardım istemek için bağırsalar bile duyulmuyor sesleri. Onların seslerinden daha çok çıkan bomba sesleri bastırıyor feryatlarını. Bir kesilse o bomba sesleri; anne-sinin babasının parçalanmış bedenlerinin başında ağlayan çocuk sesleri, hastanelerden yükselen feryat figanlar, evladını kaybeden anaların feryatları duyulacak. Ah bir kesilse o bomba sesleri…

Gazze’den yükselen sesleri duymadan geçenler var. İnsanların yok yere öldürülmesini normal karşılayanlar ve katliama ses çıkartmayanlar var. Tabii, onlar da ne yapsınlar ki? İki insanın canı kurtulsun diye kendi çıkarlarından vazgeçecek değiller ya. Şükür ki ses çıkartmayanlardan, çıkarlarımız için olayları nor-mal bir şeymiş gibi algılayanlardan değiliz. Yapılanlara karşı ilk günden beri sesimiz kat be kat artarak çıkıyor. Gazze’de patlayan her bombayla sesimiz yükseliyor. Kimsenin sesinin çıkmadığı yerde Türk’ün sesi çıkıyor. Osmanlı zamanında olduğu gibi yine Osmanlı’nın torunları Türkiye Cumhuriyeti’nin evlatları sahip çıkıyor kardeşlerine. Sahiplenmemiz lafta değil bu sefer. Nitekim bunu Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos’ta İsrail Hükümetine karşı yaptığı konuşma kanıtlıyor.”Öldürmeyi iyi bilenlere” karşı yapılan konuşma bazı kimseler tarafından yerel seçimin bir parçası olarak yorumlansa da Erdoğan’ın yaptığı çıkış çok daha insancıl bir amaç içindi. Evet, değil sadece her Müslüman’ın dünya üzerinde yaşayan her insanın sesinin çıkması gerektiği gibi çıktı Erdoğan’ın sesi. Gazzeli Müslümanların ahlarına karşılık bir ses. Ve aynı gün içerisinde Gazze’den gelen yüz binlerce parçalanmış yüreğin sesi. Keşke bütün dünya aynı şekilde ses çıkarabilseydi. Halbuki çoğunluk utanç verici bir sessizlik içinde.

Gazze!!! Küçücük çocuk cesetlerinin, harap olmuş binaların, paramparça ailelerin ve yüreklerin şehri Gazze!!! Çaresizliğin,açlığın,ümitsizliğin,kimsesizliğin çığlıklarının yükseldiği şehir Gaz-ze!!! Vatansız bir millet için milletsiz bir vatan toprağı seçilmiş Gazze!!! Birtakım şer güçlerin hayalperest idealleri uğruna üzeri-ne kanlardan, fosfor bombalarından ağlar örülmüş Gazze!

Fatih Koleji, Gazze’ye Yardım İçin Kolları Sıvadı

Gazze’de yaşanan vahşet, tüm dünyanın vicdan sahibi insanları gibi okulumuzun duyarlı öğrencilerini de etkiledi. Yaşananlardan etkilenen okulumuz öğrencilerinin yardım eli, bu kez de başta çocuklar olmak üzere ateş altındaki Gazze halkı için uzandı. Gazzeli sivil halkın acılarını hafifletmek amacıyla Kimse Yok mu Derneği’nin başlattığı kampanyaya destek ol-mak için Fatih Koleji öğrencileri de seferber oldu ve aralarında topladıkları beş milyar lirayı Kimse Yok mu Derneği aracılığıyla Filistin’e gönderdiler.

FHA-Zeynep Aytekin

Bu Bahar Okulda Şenlik Var!Nihayet beklenen oldu. Öğrenci arkadaşlarımızın uzun zamandır olmasını istedikleri bahar şenliği bu yıl olacak. Okul başkanımız Ahmet Ziylan seçim vaadi olan bahar şenlikleri için çalışmalara başladıklarını açıkladı. Öğrencilerin okul stresini atmak için sık sık talep ettikleri şenliğin renkli görüntülere sahne olması bekleniyor. Öğrenciler tarafından büyük merakla beklenen şenlikler konusunda okul başkanı Ahmet Ziylan “ Arkadaşlarımızın istedikleri her şeyi yapmaya çalışıyoruz. Bu bahar şenliğinin Fatih Koleji tarihinde unutulmaz bir yeri olacak.”diyen Ziylan, yapılacak sürprizlerle ilgili ise bilgi vermi-yor. Öğrencilerin merakla beklediği şenliklerin tarihi, henüz belli değil; ancak gelenekselleşmesi planlanıyor. Tüm Fatih Kolejine iyi eğlenceler!

FHA-Zeynep Aytekin

‘‘Hansa Karabas

Fatih Anadolu Lisesi, 2009 Şubatının son haftasında Fatih Üniversitesi öğrencilerinin oynadığı “Benden sonra Ölüm Gelir” adlı oyunu seyrettiler. Fatih Koleji’nin Beylikdüzü kampüsü konferans salonunda sahnelenen oyun öğrencilerin bir hayli ilgisini çekti. Oyuncuların performansını beğenen öğrenciler, oyunu çok beğendiklerini, hayattan bir sahnenin trajikomik bir şekilde yansıtıldığını ifade ettiler. FHA

Benden sonra ölüm gelir>

Yukarıda karikatürlerini gördüğünüz sırtı dönük karakterin ismi Hanzala. Adı Filistin ile özdeşleşmiş ünlü karikatür sanatçısı çizer Naci Salim El Ali’nin tiplemesi olan Filistinli bir kız çocuğu. Filistin dramının en kanlı günlerinde dünya Hanzala ile İsrail katliamlarının şiddetini idrak edebiliyordu. En az sapan taşı kadar tehlikeli çizgiler çizen Naci Ali’yi faili meçhul bir cinayetle kaybettik. Hanzala’yı çizmeyi bir kadın çizer sürdürüyor.

.

Page 6: Genç Bakış (Mart '09)

GENCBAKIŞ

okul gündemi / 6 .

Krizlerin Etkisi Dünya tarihinde insanlık birçok olaydan etkilenmiştir. Bu olaylardan kimileri bazı alışkanlıkları silmiş, kimileri de alışkanlıklarla sınırlı kalmamış, hayatımızı tamamen değiştirmiştir. Krizler bence hayatımızı tamamen değiştiren olaylar grubundadır; aynen dünya savaşları gibi.

Dünya savaşlarının temeline baktığımızda aynı tablo karşımızdadır. Enflasyon ve ekonomik kargaşa yani krizler. İnsanlık bu krizlerden kurtulmanın yolunu savaşmak olarak görmüştür maalesef. 1. Dünya Savaşı öncesine gittiğimizde ekonomik kriz varken savaş bittiğinde silah üretimlerinin tavan yapmasından ötürü krizden eser kalmamıştır.

Ama insanlık asıl büyük ekonomik darbeyi 1929 yılında başlayan büyük buhranda almıştır. Dünya ekonomisi daha birkaç sene geçmeden dış ticarette %65 küçülmüştür. Bunun sonucu olarak işsizlik tırmanmış, iç ve dış piyasada talep azalmıştır. Devletler bu duruma engel olmak için birçok önlem alsalar da buna bir çare bulamamışlardır.

Almanya 1930’ların sonuna doğru buna çare bulup Versay Antlaşmasını dinlemeyerek silah üretimine ağırlık vermiş, işsizlik neredeyse bitmiştir.

Birleşik Devletler ise ekonomik krizden en çok etkilenen ülkelerden biridir. Devlet, halkı sıradan belediye işçiliklerinde kullanarak hem belediye işlerini yürütmüş hem de işsizliği geçici bir müddet de olsa engellemiştir.

Birleşik Devletlerde kriz, savaşa girişin 1. Yılında sona ermiştir ve işsizlik sıfırlanmıştır. Tüm bu örneklerden de anlaşılacağı üzere krizlerin büyük etkileri olmuş ve devletlere ağır sorumluluklar yüklemiştir. Devletler krizi bitirmek için çözümü savaşta görmüş ve savaşlara girerek krizleri bitirmişlerdir.

2009 yılında da büyük bir buhran yaşanmakta. Bunun etkilerinden kurtulmak için devletler yine çeşitli önlemler almakta. Mevcut hükümet de bu konuda iddialı “Krizden en az etkilenecek ülke biz olacağız diyor.” Birleşik devletler 700 milyar dolarlık kurtarma paketini açıklıyor. Ne dersiniz insanlık akıllandı mı? Yoksa sadece müfredatı işleyip savaşa giden yolu mu oluşturuyorlar?

‘‘H. Alper Tosun

[email protected]

Okulumuz bilgisayar zümresi tarafından Counter-Strike yarışması düzenlendi. Hayli heyecanlı geçen yarışmada öğrenciler, Counter-Strike oyununda belirlenen bölümleri 4’lü gruplar halinde geçtiler. Sonuç, takım skorlarına göre belirlendi ve dereceye gi-ren gruplar ödüllendirildi. Yarışmayı birincilikle bitiren grubun elemanları şu isimler oldu:11/D den YUSUF GÜNEŞ11/D den ABDULLAH GÜR11/C den ERTUĞRUL ÖZARPACI11/C den ÖMER BEKİROĞLU

FHA - Abdürrahim Keçebir / Halil İbrahim Kovar

Fatih Anadolu Lisesinde Counter-Strike

Yarışması Heyecanı

Okulumuz bilgisayar zümresi tarafından “Altın Klavye” yarışması düzenlendi. Yarışma kapsamında yarışmacılar, verilen metinleri en hızlı şekilde yazmaya çalıştılar. Yarışma öğle arasında bilgisayar laboratuarında yapıldı ve kıyasıya bir yarış sonunda yarışmada ilk üçe giren öğrencilere hediyeler verildi.Yarışmada dereceye giren Ensar ÇELİK, Bilal ŞENTÜRK ve Suheyb AYDIN 4GB USB belleklerle ödüllendirildi.

FHA - Abdürrahim Keçebir / Halil İbrahim Kovar

Altın Klavye Yarışması

Düzenlendi

Okul Müdürümüz Aytekin Özçelik yarışmada dereceye girenlere ödüllerini verirken

İrlanda’da Türk İzleri İrlanda’nın Drogheda kentinin, İrlanda Premier liginde şampiyonluğa oynayan Bordo-Mavi renklere sahip, ambleminde de ayyıldız olan bir takımı var: Drogheda United.

Peki ama, nedir bu Türk sevgisinin nedeni: Olayın kökeni ta 1847 yılına dayanıyor. Yaklaşık bir buçuk asır önce Avrupa’da ortaya çıkan kıtlık her yeri etkilediği gibi Britanya’yı da etkisi altına almıştı. Dönemin en çok tüketilen besini olan patates tarlalarının mantar virüsü kapmaları, bu sefaletin yaşanmasındaki en büyük etkendi. Beş yıldan fazla süren bu kıtlık döneminde yaklaşık 1 milyon kişi hayatını kaybetti ve 500 binden fazla insan ise adayı terk etmek zorunda kaldı. Yaşanan kıtlığın en çok etkilediği bölgelerden biri de Drogheda idi. Osmanlı’da, dönemin padişahı Sultan I. Abdülmecit, tahıl yüklü beş gemi gönderir İrlanda’ya. İngilizler gemileri Dublin limanına sokmaz. İngilizler Osmanlı gemilerinin yanlarında getirdikleri tahıl ve gıda malzemelerini kabul etmeyerek limanlarını kapatmışlardı. Osmanlı gemilerinin getirdikleri tahıl ve gıda maddelerini bırakabilecekleri en uygun yer ise dönemin en işlek ticaret limanı olan “Drogheda Limanı”ydı. Gemiciler, yüklerini Drogheda limanına boşaltırlar. Yapılan yardımlar sayesinde halkın büyük bir sevgisini kazanan Osmanlı’nın anısına şehrin sembolüne ay-yıldız verilir (1847). Türk dostu bir kent olan Drogheda, İrlanda’nın doğu kıyısında, Dublin’in kuzeyinde bulunan 32.000 nüfuslu bir liman kasabasıdır.

Bugün, Drogheda şehrinin merkezinde yapılan yardımlardan ötürü bir anıt bulunmaktadır. 2006 Mayıs’ında, eskiden belediye binası, günümüzde ise İrlanda’nın en önemli otellerinden biri olan Westcourt Oteli’nin içinde de Türk halkına teşekkür ifadeleri içeren bir şükran plaketi törenle asılmıştı. Drogheda United, 1919 yılında İrlanda’nın Drogheda kasabasında kurulmuş olan spor kulübüdür. Bayrağında ay-yıldız bulunan ve renkleri bordo-mavi olan takım Trabzonspor ile kardeş takımdır. Bahsettiğimiz gibi bu dostluğun ve kentin bayrağındaki ay-yıldızın sebebi, kurulduğu kasabanın tarihte Osmanlı ile kurduğu iyi ilişki ve kıtlık dönemindeki Türk desteğidir.

‘‘TERS KÖSEIbrahim Sevim

.

INEPO coşkusu

yeniden!

Fatih Fen Lisesi'nin organizatörlüğünde gerçekleşen Uluslararası Çevre Proje Olimpiyatları’nın (INEPO) ulusal ayağı, 14 - 15 Mart tarihlerinde gerçekleşecek. Açılış kurdelasını Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in keseceği organizasyona, 510 proje katılmıştı. Bu projeler içinden seçilen en iyi 114 proje, Fatih Koleji Beylikdüzü Kampüsü’nde jüri karşısına geçecek. Jüride Yıldız Teknik, Boğaziçi, Fatih gibi seçkin üniversitelerden öğretim üyeleri ve çevre konusunda uzmanlar bulunuyor. Jürinin beğenisini kazanan projeler, INEPO uluslararası ayağında ülkemizi temsil edecek. En iyi proje ise, Uluslararası Intel ISEF yarışmasında ülkemizi temsil etmeye hak kazanacak. 14 - 15 Martta Beylikdüzü Kampüsü’müzde buluşalım!

FHA - Mustafa Kutsal

Page 7: Genç Bakış (Mart '09)

..7 \ türkiye & dünya gündemi

TARİH İLMİ ve EĞİTİMİ (1)

BİR İLİM DALI OLARAK TARİHS E Y F U L L A H A R P A C I

İnsan topluluklarında ve toplumlar arasında geçmişte meydana gelen olayları ve gelişmeleri, belirli yer ve zaman

göstererek, sebep-sonuç ilişkilerini araştırıp inceleyen bilim dalına “tarih” denir.

Böyle başlar genellikle okullarda tarih derslerimiz. Öğretmen sorar, bizler de sırayla tarih nedir sorusuna cevaplar arar ve neticede bu tanıma ulaşırız en nihayetinde…Bazen tarihin bir ilim mi, yoksa bir film mi olduğu konusunda neşeli tartışmalar yaparız. Zira her ne kadar tarih bir ilim dalı olsa da “tarihin tekerrürden ibaret sayıldığı” anlayışını destekler mahiyette gelişen bir takım trajikomik olayları gördükçe, insanoğlunun binlerce yıllık tecrübeden faydalanmak yerine aynı hatalara yüzlerce defa düşmesi, bizi bu konuda gerçekten bir iç muhasebeye ve derin tahliller yapmaya sürükler… Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy ne güzel özetlemiş meseleyi: Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar;Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi? Fazlasına ne hâcet… Tarih gerçekten kıymetli bir ibretler yumağı ve yaşanmış tecrübeler deryasıdır. Zaten bu yönüyle de görebilen gözlere, geleceğe daha emin adımlarla yürümek için ışık tutar, yol gösterir. Şahit olduğu hadiseler ve verdiği dersler ışığında insanoğlunu tefekkür edebildiği nispette hem içinde bulunulan anın ve hem de gelecekte yaşanılan zamanın tüm koşullarına hazır hale getirir. İşte bu vesileyle toplumlar, yaşadıkları zamanı daha iyi idrak eder, mutlu olur ve neticede yarınları adına daha çok ümitvâr olur.

Yine bütün sosyal bilimlerin arasında çok özel bir yeri olan tarihin görevi; toplumlara nereden geldikleri ve nereye gittikleri, hadiseler karşısında ne gibi tavırlar sergilemeleri gerektiği şuurunu vermektir. Bu sebeple tarih araştırmaları, kültür politikalarının oluşmasında ve toplum kalkınmasında son derece önemli bir role sahiptir.

Tarih; değişmenin, ilerlemenin ve kalkınmanın bilimidir. Ve bu meyanda tarihten alınacak birçok ders vardır. Yine tarihî vakalar, savunduğumuz dünya görüşlerinin ya da ideolojilerinin aklama aracı olmaktan çok, bir bilgi ve bilinçlenme kaynağı olarak incelenmelidir. İşte tarih, ancak o zaman, yukarıda bahsedilen hedeflere ulaşmada gerçek vazifesini ifa edebilir.O halde bir kez daha tarihin ibretlerle örülü sayfalarına dönersek, nedir o zaman bir olayı ilmi anlamda “tarih” haline getiren unsurlar? Hangi şartlar ve hangi vasıflar altında bir hadise “tarih” olur?

Tarihi bir olayın meydana gelebilmesi için öncelikle olayın insana dayalı olarak gelişmesine ve yaşandığı belirli coğrafi bir yerin/mekanın olmasına ihtiyaç vardır. İkinci olarak olayın yaşandığı zamanın bilinmesi şarttır. İlmi anlamda bir çalışma için olayın sebep-sonuç ilişkisi içinde incelenmesi gerekmektedir. Bu noktada tarih ilminin diğer tüm ilim dallarının verilerinden de faydalanması hem çok doğal hem de çok zaruridir. İşte bu özelliklerden herhangi birisinin eksik olması durumunda yaşanılan hadise “tarihi bir olay” sıfatına asla sahip olamaz.

Peki tarih ilmi nasıl bir gelişim süreci yaşamış ve hangi aşamalardan sonra bugünkü haline ulaşmıştır? Şimdi biraz da meselenin bu yönünü ele alalım.

Tarih İlminin Gelişim Süreciİlk olarak eski Yunan’da “epos” adıyla ağızdan ağza dolaşan hatıraların, şairlerin eliyle nazım olarak söylenmesi şeklinde ortaya çıkan tarih ilmine, bundan sonraki merhalede “tarihin babası” sayılan Heredotos, insanı merkez haline getirerek vermiş olduğu destekle önemli bir merhale kazandırmıştır.

Bu dönemde olayların tenkidi yapılmadan yalnızca hikayelerinin anlatımı ile devam eden tarih ilmi zamanla; sebep-sonuç ilişkisi, muhakeme ve tenkit unsurlarının da yazım ve araştırmalara uygulanmaya başlamasıyla birlikte, tarih bir bilim olma yolunda ciddi bir ilerleme kaydetmiş oldu.Bu arada Heredotos ile başlayan hikayeci tarihin yanında geçmiş olaylardan dersler çıkarmak, geleceğe doğru gidilen yolu doğru çizmek, okuyucuya ahlaki ve milli duygular aşılayabilmek maksadıyla “öğretici tarih” namıyla yeni bir tarih anlayışı ortaya çıkmıştır. “Thukydides’in”, “Peleponneslilerle Atinalıların Savaşı” adını taşıyan eseri ile öncülük ettiği bu tarih yazıcılığı tarzı, yalnızca edebi bakımdan değil kullandığı metod ve zihniyet bakımından da kendinden önceki tarih anlayışından büyük bir farklılık göstererek tarih yazıcılığına büyük bir ivme kazandırdı. Thukydides’in eseri aynı zamanda siyasi karakterli bir çalışma olduğu için, onun bu hizmeti

tarihin artık aynı zamanda sosyal ilimler arasında da bir yer edinmesine vesile olmuştur.

“Thukydides’in” tarih adına açtığı çığır özünde tarih hakikatlerini ortaya koyduğu halde, örnek olmak ve mensup olduğu milletin heyecanını artırmak prensibi ile hareket ettiğinden, bunu benimseyen ve onun yolundan giden tarih yazıcılarının eserlerinde ekseriyetle hep zaferler ve parlak olayların işlenmesine özen gösterilmiş, başarısızlıklar ve hayal kırıklıklarının karşısında sessiz kalınması tercih edilmiştir. Neticede bu

tutum bir dönem, tarihin öğretici ve toplumları yönlendirici sıfatından dolayı bilimsel anlamda önemli bir zaaf olarak karşımıza çıkmıştır.

Uzun yıllar boyunca kısıtlı imkanlarla insanlığa hizmet etmiş olsa da bilimsel olarak kısır bir döngüyle çalışmalarını sürdürmüş olan tarih ilmi, 19.yüzyıla gelindiğinde gerek dünya konjonktürünün o zamanki görünümü ve gerekse bilimsel alanda ortaya çıkan önemli bir takım yeniliklerin etkisiyle yazılış tarzı olarak yepyeni bir değişim yaşamıştır. Buna göre olayların artık sade anlatımı ya da istikbale matuf öğretici vasfı yanında esas çıkış sebepleri, bunları hazırlayan amiller ve çeşitli olayların sebep-sonuç ilişkilerinin araştırılmasına başlanmıştır ki, böylece artık tarih bir ilim olma hüviyetini kazanmıştır.

Tarih boyunca bütün insanlar belirli bir takım birikimlere ve kültürlere sahip olmuşlar ve elde ettikleri müktesebat ile gerek küçük topluluklar ve gerekse oldukça büyük devletler halinde geçmişlerinden devraldıkları değerlerle kendi tarihi tecrübelerini yaşamışlardır. Bu noktadan hareketle değişik dönemlerde ve çeşitli mahfillerde “tarihin tekerrürden ibaret olduğu” varsayımı, insanları tarihi anlama ve algılamada bir takım dar kalıplara mahkum etmiştir.

Hakikaten tarih, geçmişin tecrübelerinden ders alınmadığı takdirde yalnızca bir tekerrür olmaya mahkumdur. Hatta gelecek yıllar boyunca da bu böyle olacaktır. Ancak ifadenin gelip dayandığı bu noktada, tarihin özü ve merkezi itibariyle esasen yalnızca bir tekerrür döngüsüne mahkum olmadığını, aksine oldukça dinamik, yeni olgu ve oluşumlara son derece açık bir ilim dalı olduğunu izah adına Mehmet Akif’in başta da dile getirdiğimiz ifadeleri tek başına yeterli olsa gerek… Zaten önemli olan da yaşanan tecrübelerden gerekli dersleri çıkarmak, istikbale ait atılacak adımlarda ve alınacak kararlarda buna göre daha dikkatli, daha hassas davranmak değil midir? Tarihin bu düğüm noktasında “mantık ve ilim” prensiplerinin çok dikkatli bir biçimde göz önünde tutulması gerekir.

Geldiğimiz noktada tarihin ilim sıfatı kazanabilmesi, diğer bir ifadeyle “ilmi tarihçilik” yapılabilmesi için ise tarihin, diğer sosyal ilimlerle (ör. Sosyoloji-İktisat-Diplomatik-Siyaset) ilişkisine ehemmiyet verilmeli, mantıklı ve kat’i bir neticeye ulaşabilmek için bu ilimlerin her türlü bilgi birikiminden faydalanması sağlanmalıdır.

İstanbul 1453 Panoramik Müzesi için hazırlanan tanıtım broşürünün yazı başlığı, bu. “Fetihten tam 555 yıl sonra, ister Sultan II. Mehmet`in ordusunda bir asker, ister bağımsız bir gözlemci veya yabancı bir gezgin olarak İstanbul`un fethine yeniden tanık olacak ve şehre giriliş anını neredeyse aynen yaşayacaksınız. Macar topçu ustası Urban’ın döktüğü toplara dokunup Konstantinopolis`in surlarına doğru onların patlamalarına şahit olacaksınız. Sultan II. Mehmet’in binlerce askerinin tekbir seslerini ve mehter marşını duyup belki de eşlik edeceksiniz. Dörtnala kalkmış atların nal seslerini, savaşan askerlerin kılıç şakırtılarını işitecek, kılıçlardan damlayan kanları görecek, atılan okların kulağınızın dibinden geçtiğini hissedeceksiniz...Dünyada Waterloo Savaşı Panoraması, Osmanlı-Rus Savaşı’nı anlatan Kırım Savaşı Panoraması, Plevne Müdafaası Panoraması ve Mesdağ Panoraması gibi yaklaşık 30 kadar panoramik müze bulunmakta. İstanbul 1453 Panoramik Müzesi’ndeki resmin, dünyada mevcut 30 kadar panoramik müzeden ayrılan tarafı, hem yatay hem dikey olarak tam panorama olmasıdır. İzleyiciler, platforma çıktığı anda kısa süreliğine de olsa bir şok yaşamaktadır.Bu müze şu an Türkiye’de bir ilk; ancak kültürümüzü sergilemek, İstanbul’un fethinin kılıçla savaşmaktan ibaret olmadığını göstermek için İstanbul 1453 Panoramik müzesinin çok güzel bir proje olduğuna inanıyorum. Gerçekten görülmeye değer…

FHA- Nurefşan Sertbaş

İstanbul’un Fethine

Davetlisiniz!

İlk olarak 2006 yılında piyasaya sürülen Google Earth programı, 5. ciddi güncellemesi ile kullanıcıların okyanus yüzeyinin altına dalabilmelerini, hatta okyanusların bilinen en derin yeri olan Mariana Çukuru’nu 3 boyutlu olarak gezebilmelerini sağlıyor.

Çevrenizin nasıl değiştiğini merak ettiyseniz yeni sürüm okyanus gözlemleri, iklim değişikliği ve nesilleri tükenme tehdidi altında olan türlerle ilgili bilgi ve makalelere ulaşmanızı sağlayarak sörf, dalış ve gezi noktaları ile gemi enkazları gibi ilginç bilgiler sunuyor. Bilgiler National Geographic, BBC Earth gibi içerik sağlayıcılar tarafından yayınlanan canlı video ve fotoğraflarla besleniyor.

FHA- Nurefşan Sertbaş

Google Earth,şimdi okyanus derinliklerinde

Genel Yayın Sorumlusu:Fatma Yavuz

Danışma Kurulu:Seyfullah ArpacıVedat Aydoğan

Yasin KırılmışYasemin TürkmenYusuf Kenan Can

Aziz Aydın

Tasarım & Mizanpaj:Mustafa Kutsal

(http://duppata.blogspot.com/)

Yayın Heyeti:Büşra DemirkolHansa Karabaş

Mehmet ÖztürkMurat Karataş

M. Raşit AkınalpNurefşan SertbaşÖmer Faruk Torlak

H. Alper TosunZeynep AytekinH. İbrahim Kovar

Yunus Emre AkbabaSelman Günaydın

Abdurrahim Keçebir

Özel Çağ Öğretim İşletmeleri adına İmtiyaz Sahibi:Aytekin Özçelik

Genç Bakış Özel Fatih Anadolu Lisesi Basın Yayın Kulübü Yayın Organıdır.

GENCBAKIŞ

E-Posta: [email protected]: (212) 872 61 21 (10 hat)

Faks: (212) 872 61 37http://www.fatihkoleji.com/yayinlar/gencbakis/

Page 8: Genç Bakış (Mart '09)

GENCBAKIŞ

röportaj - kültür & sanat / 8 .

Fatih Anadolu Lisesinde Filistin yararına başlatılan yardım kampanyası ile ilgili okul başkanımız Ahmet Ziylan ile bir röportaj yaptık. Keyifli okumalar diliyoruz.

Genç Bakış: Öncelikle yardım kampanyası konusundaki tutumunuzdan dolayı tüm arkadaşlarım adına teşekkür ederim.Ahmet Ziylan: Rica ederim. Bu bizim görevimiz. Ben de Başta Zafer Hoca olmak üzere tüm hocalarıma, bu organizasyonda gönüllü olan, bağışta bulunan tüm arkadaşlarıma teşekkür ederim. Asıl teşekkürü hak eden onlar…

Genç Bakış: Yardım organizasyonu nasıl başladı. Kimin fikriydi?Ahmet Ziylan: Kampanyanın başlamasından bir önceki gece televizyonda Gazze’ deki insanların dramını, çektikleri acıyı izlerken onların acılarına merhem olur ümidiyle başlatmayı düşündüm, ertesi gün hemen Kurban Hoca’yla paylaştım bu fikrimi, o da beni destekledi ve böylece kampanya başlamış oldu. Zaten daha sonra Kimse Yok mu derneği de bir kampanya başlatınca yapacağımız yardımların rotası belli olmuş oldu.

Genç Bakış: Peki televizyonda en çok etkilendiğiniz olay ne oldu da kampanya fikri doğmuş oldu?Ahmet Ziylan: Gazze'de insanlar "yoklar"dan bahsetmek istemiyor. Bir doktor, "4 aylık bebeğime pilav yedirdim. Süt yok. Karın ağrısından sabahtan beri ağlıyor. Bebek bağırsağı bu tür yemeği hazmetmiyor; ama çare yok. Susturmak için ağrı kesici veriyorum. Bütün bunlara rağmen, Allah sabır vermiş sabrediyoruz. Ekmek de istemiyoruz, elektrik de. Sadece normal bir insan gibi yaşamak istiyoruz" demişti. En çok bundan etkilendim.

Genç Bakış: Ne kadar para toplandı?Ahmet Ziylan: 5 milyar Türk Lirası (5 bin YTL). Toplanan yardımlar Kimse Yok mu Derneği’nin hesap numaralarına yatırıldı.

Genç Bakış: Ne kadar sürede?Ahmet Ziylan: 5 gün.

Genç Bakış: Bu kadar kısa bir süre için büyük bir miktar. Anlaşılan öğrenci arkadaşlarımızın büyük desteği söz konusu. Ahmet Ziylan: Evet Filistin, hepimiz için kanayan bir yaradır. Şu anda o topraklarda yaşananlar, vicdan sahibi hiçbir insanın duyarsız kalamayacağı kadar acı ve üzüntü verici. Bu manzaraya kayıtsız kalmak istemeyen tüm arkadaşlarımızın yardımlarını Filistinli kardeşlerimize ulaştıracağız.

Genç Bakış: Öğrencilerin bu yardımla ilgili görüşleri nelerdi? Siz nasıl tepkiler aldınız?Ahmet Ziylan: Tepki denince insanın aklına olumsuz şeyler geliyor, biz tam aksine destek aldık, herkes bu konuda elinden gelen desteği gösterdi ve bütün herkesten tebrik aldık.

Genç Bakış: İşte o tebrikler neler?Ahmet Ziylan: En büyük tebrikler yapmış oldukları yardımlardır. Herkesin yaptığı yardım, bize ne kadar destek verdiklerini bir daha açıklıyor.

Genç Bakış: Yardımlar nasıl toplandı?Ahmet Ziylan: Ben ve sınıf arkadaşlarımızdan Şanver Şanlıoğlu, Turgut Karagözlü, Merthan Erdoğan ve Osman Başer’le birlikte bütün sınıfları gezdik ve herkese bu yardımın Gazze’deki kardeşlerimize gideceğini söyledik, zaten onlar da gereken ilgiyi gösterdi ve yardım ettiler.

Genç Bakış: Diğer görevliler. nasıl şeçildi?Ahmet Ziylan: Aslında herkes bu görevi yapmak istedi; görevi üstlenecek olan arkadaşlarımızı Zafer Hocamız seçti.

Genç Bakış: Sizin bu konudaki görüşleriniz neler? Gazze hakkında ne düşünüyorsunuz?Ahmet Ziylan: iİsanların acı çektikleri bir yer, bazı insanlar belki ertesi sabahı bile göremeyecekler. İnsanların acımasızca öldürülmesi hiç de adil bir durum değil. Şu anda görünürde savaş yok; ama şartlar pamuk ipliğine bağlı. Uzun yıllardan beri değişmeyen bir durum bu.Ve bu durumun tekrar başlamamak üzere sonlanması lazım.

Genç Bakış: Peki ülkemizde Gazze ile ilgi yaklaşımları nasıl buluyorsunuz?Ahmet Ziylan: ''Türkiye artık sadece çevresinde olanlar konusunda değil, dünyada olup bitenler karşısında da bu duyarlığını göstererek, tarihi derinliğine önemli bir kayıt düşüyor, önemli sayfalar ilave ediyor. 'Atatürk'ün ''Yurtta sulh, cihanda sulh.'' ilkesi çerçevesinde misyon üstlendidüşünüyorum.

Genç Bakış: Bu yardımlar toplanırken sizi etkileyen olaylar oldu mu? Bir tanesini anlatır mısınız? Ahmet Ziylan: Herkes kendi imkânları nispetinde yardım etmeye gayret ediyor. Önemli olan bu bilincin oluşmasıdır. İlk gün habersiz olarak yardım toplamaya başladık. Bu yüzden arkadaşlarımızın harçlıkları dışında paraları yoktu. Buna rağmen paralarını getirip bağışladılar. Bunun dışında her sınıfa 2-3 kere gittik. Ve önceden para veren arkadaşlarımız her gidişimizde tekrar tekrar bağışta bulundular.

Genç Bakış: Buradan öğrenci arkadaşlarınıza ne söylemek istersiniz?Ahmet Ziylan: İstanbul’un yarısı bile etmiyor ama gördüğünüz gibi bize bile kafa tutuyorlar, bu olaya en iyi çözüm çalışmaktır yardımlar bir yere kadar bu konuya kesin çözüm onlardan daha fazla çalışmak ve çabalamaktır. bu katliam ve trajedi karşısında sadece yardım yapıyor ve yaraları sarıyor olmak bile bizmahcup ediyor. Asıl yapmamız gereken kirli güç gösterisini sona erdirmektir.

Genç Bakış: Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?Ahmet Ziylan: Dilerim ki Gazze benzeri olaylar, dünyanın hiçbir yerinde yaşanmasın. Çocuklar, kadınlar, insanlar öldürülmesin. Şehirler tarumar edilmesin, yıkılmasın.

Genç Bakış: Bu yardım faaliyeti, öğrenci arkadaşlarımız tarafından takdirle karşılandı; gazetemiz ve tüm öğrenci arkadaşlarım adına teşekkür ederim.Ahmet Ziylan: Başkan olarak hangi olumlu katkıyı sağlayabilirsek onu yapmayı bir borç olarak görüyoruz.

Röportaj: Zeynep Aytekin

sineperdeBenjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi /The Curious Case Of Benjamin Button

Tür: Fantastik / Romantik / Dram / Gizem Gösterim Tarihi : 6 Şubat 2009 Yönetmen : David Fincher Senaryo : Eric Roth , Robin Swicord , Francis Scott Key Fitzgerald (Kitap) Görüntü Yönetmeni : Claudio Miranda Müzik : Alexandre Desplat Yapım : 2008, ABDOyuncular: Brad Pitt (Benjamin Button) , Cate Blanchett (Daisy), Tilda Swinton (Elizabeth Abbott) , Elle Fanning (6 Yaşındaki Daisy) , Julia Ormond (Caroline) , Jason Flemyng (Thomas Button) , Elias Koteas (Monsieur Gateau)

Birinci Dünya Savaşı'nda oğlunu kaybeden kör bir saatçi tren istasyonuna yaptığı bir saati geri işlenmesi üzerine kurar, gidenler belki geri döner düşüncesiyle...Bu saat bir mucizeye sebep olur ve 1918'de savaşın bittiği gün doğan Benjamin Button'un hayat saati tersine işler. O 80'lerinde bir yaşlı olarak doğmuştur ve hayatı bir bebekliğinin ulaşabileceği ilk evresinde son bulacaktır.Benjamin tersine giden gelişmesinde ortama ayak uydurmaya çalışırken daha küçük yaşlarda bir kıza aşık olur. İlk önceleri kendi yaşlı görüntüsünden dolayı ondan uzak kalmaya çalışırken yaşları birbirlerini yakaladığında mutluluğu bulur; ama ikisinin de daha gideceği yol vardır.Birçok ödül, 5 Altın Küre adaylığı ve birçok otorite tarafından da 2008'in en iyi filmleri arasında gösterilen film, sinematografik kalitesinin yanı sıra hayata dair gerekli öğretileri de insanlığa hatırlatıyor.

Eleştiri:Öncelikle filme konu olan kitabın yazarını tebrik etmek gerekir, kendisi orijinal bir konu bulmuş. Senaristler de bunu sinemaya iyi uyarlamışlar. Filmin orijinal konusuna oyuncuların yüksek performansı da eklenince filmin tadına doyum olmamış. Filmi izlerken zaman zaman gülüyor, zaman zaman duygulanıyor, zaman zaman da ağlıyorsunuz. Film komediyi de duygusallığı da tam ayarında tutmuş. Filmin konusu gerçeklik dışı olmasına rağmen hiçbir yerde “saçmalamışlar” veya “saçma sapan bir konu” dedirtmiyor. Aksine konunun daha önceki her konudan daha iyi olduğunu düşünüyorsunuz. Tabii ki burada oyuncuların hakkını da yememek lazım. Yazımı okuyanlar filmi abarttığımı düşünebilirler; fakat 13 dalda Oscar’a aday gösterilen (toplam 25 dal var. Fakat “Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi - The Curious Case of Benjamin Button” bunlardan 8 dalda aday gösterilemiyor; çünkü bunlar farklı ülkelerden animasyon filmler… vb. Fakat 13 dalda Oscar’a aday gösterilmesine karşın sadece 3 dalda (En iyi sanat yönetmenliği, en iyi makyaj ve en iyi görsel efekt) Oscar ödülüne layık görüldü. Bu üç dalda Oscar alan film hakkında söylenenlerin hiçbir zaman abartı olmayacağı görüşündeyim.Tabii filmin tamamı için güzel diyemeyeceğim; mesela filmde gereksiz yere (konuyu farklı açıdan yansıtmak amacıyla) konulan birtakım sahneler gereksizdi. Fakat bu, günümüzde artık sinema sektörünün olmazsa olmazı (!) gibi algılanıyor. Halbuki bu tür sahnelerin olmaması bence kaliteyi artırır. Şunu da takdir etmeliyiz ki filmin güzel yönleri ağır basıyor. Bu filmi izlemelerini (mümkünse sinemada) okuyucularımıza tavsiye ediyorum.İYİ SEYİRLER!

Ömer Faruk Torlak

RÖPORTAJ:Okul Başkanımız Ahmet Ziylan’a Sorduk

Değerli okurlarımız;

Genç Bakış, kasım ayında ilk sayısı ile yayın hayatına merhaba, demişti. Bu ay da üçüncü sayımızla karşınızda olacağız. Genç Bakış yayın heyeti olarak bu gazetenin tek değili ama en önemli amacı ilgililere sizlerin sesini duyurabilmek… Sıkıntılarınız hakkında fikir sahibi olmak ve ters gittiğini düşündüğünüz şeylerin olumlu yönde değişmesine katkıda bulunmak…

Bu bağlamda sizlerin yazılarına da bu köşemizde yer vermek istiyoruz. Bize her konuda yazabilirsiniz: Takdir ettiğiniz, herhangi bir güzelliği paylaşmak istediğiniz durumlar, hoşlanmadığınız durumlar, gerçekleştiği

takdirde bazı şeylerin daha iyi olacağını düşündüğünüz durumlar… Bize yazın. Dilerseniz; bu köşede yazınızı yayınlayarak hissiyatınıza tercüman olabiliriz.Aynı şekilde gazetemiz hakkındaki önerilerinize, düşüncelerinize de bu köşede yer vermek istiyoruz. Hedefimiz bütün Fatih Koleji ailesi. Çünkü Genç Bakış, sizin gazeteniz. Görüş ve düşünceleriniz için irtibat adresimiz; [email protected]

Hepinize başarılı bir dönem diliyoruz.Genç Bakış Yayın Heyeti

sizinsesiniz

Page 9: Genç Bakış (Mart '09)

..9 \ kültür & sanat

Yaşama(ya) Dair...Küçükken, kitap okuma saatini beklerdim, geceye kadar geçmezdi vakit; hikayelerin anlatıldığı o zamansa, rüzgar kanatlılar gibiydi. O an anlamıştım acının zor, mutluluğun ise kısa olduğunu. Beklerken, saatin tiktaklarını beynimde hisseder, kavuşmada ise anlayamazdım zamanı…

Şimdi ise hızlandırılmış bir hayattayız sanki. İyi de olsa kötü de olsa hemencecik geçiyor, daha hızlı dönüyor dünya. O yüzden yaşamalı insan dibine kadar.

Bir filmi olmalı insanın mesela, defalarca sıkılmadan izleyeceği, sonunu bilmiyormuş gibi , heyecanla. “Merhaba” diyebilmeli bir çiçeğe, mendil satan bir çocuğa. İlginçliğini hayatın, görebilmeli. Şalvar giyip üzerine fular takabilmeli. Bir köyü olmalı insanın, “ Hangi köylüsün ?” dendiğinde düşünmeden cevap verip, her şeyden sıkıldığı bir anda gidip doğayı koklayabileceği. Bir çocuğa sarılabilmeli kayıtsızca ve bebeğin elini tuttuğu gibi sımsıkı tutunmalı hayata. İnsan olduğun fark etmeli bir de ve çevresindekilerin de insan olduğunu. Hata yapabileceğini bilmeli; ama her hatadan sonra iyiye yönelebilmeli daha çok. Bin defa yapmış olsa da; özrü ve teşekkürü sıklıkla kullanmalı ve affedebilmeli insan, merhametli olmalı ki merhametle muamele görsün. Değişebilmeli; lakin yavaş ve aheste değil, aniden olmalı değişim, bütün tereddütlerden arınmış, bir anda dank etmeli kafasına ne varsa.

Umudunu kurşun gibi taşımalı kalbinde, bütün musibetler onu buluyormuş gibi düşündüğünde şükretmeli sadece ve sabır da elbette. Bütün güzellikler kendi için sandığında, ayağını yerden kesmemeli. Ayık olmalı yani her daim. Şu garip dünya yuvarlanıp giderken, yaprağın hışırtısını duyacak kadar hassas olmalı. Pişman olduğu zamanlarsa susmalı bazen, ruhu anlatmalı her şeyi, sükûtun en güzel cevap olduğunu bilmeli.

Bir dostu olmalı muhakkak; yalnız olmadığını ve ne olursa olsun yanında olacağını hissettirecek bir dost… Nihayetsizce verebileceği sevgisini; kötülüklerden, çıkardan uzak tutabileceğin ve sarılabileceğin boşlukta hissettiğinde. Mıymıntı olmamalı ve kendi olmalı, en çok ona kızmalısın, küsmelisin; ama her şeyin sonunda yine ona ihtiyaç duyduğunu, olmadığı zaman kendini eksik hissedeceğini bilmelisin. Yani kelimenin manasıyla “dost” olmalı. Ve teşekkür edebilmelisin “teşekkürler”.

Aya bakabilmeli insan ve hayal kurmalı. Hayretin bittiği anda yaşayamayacağını öğrenmeli. Hür yaşayabilmeli, bir şeylerin esaretinde olmamalı ve önyargılarından sıyrılmalı. Aynası olmalı içinde yeni bir dünya olan ve konuşabilen hiç susmadan. Ve gözü gibi bakmalı ona. Gözü de görebilmeli siyahtan yeşile binlerce renk olduğunu. Bazen saatlerce-günlerce kararsız kalmalı, bazen “bir an”da vermeli kararı ya da taş-kağıt-makas oynamalı.

2x2, 5-1, 4x1, hepsinin cevabının 4 olduğunu ama bambaşka rakamlarla ve işlemlerle bulduğunu; yani tek bir gerçek olsa da binlerce doğrunun olabileceğini, bir başka gözlükten, bakıştan denemesi gerektiğini bazen, bilmeli.

Çemberi olmalı insanın hiç geçemeyeceği; ama sınırlarında yaşamalı aynı zamanda, bir o köşede, bir bu köşede hayatı… Değerlerini unutmadan. Unutuyordum bu arada ailesini hep sevmeli ve ailesi gibi hissettiklerini… Yaşamalı yani dibine kadar. Kusmalı tüm kötülükleri, kırıkları, hataları, yinelemeli kendini ve affetmeli doğan gün adına zamanın böyle hızlı olmasını… Her şeyden önce bir gülümseme olmalı yüzünde, hüzünlü ve gerekirse beklemeli, sorgulamadan; ama bekletmemeli. Önce kendisi değişmeli, sonra susup hayata göstermeli bunu. Sus, işte böyle!

Bahtiyar Vahapzade 13 Şubat’ta hayata gözlerini yuman değerli Azeri şair Bahtiyar Vahapzade Türkiye sevgisiyle dolu bir insandı. Dost ve kardeş ülke Azerbaycan‘ın bu büyük kaybını, kendi kaybımız sayarsak herhalde tabirde hata etmiş olmayız. Şairin Türkiye-Azerbaycan arası ilişkilerin daha da gelişmesini istemesini ve Türkiye ‘yi sevmeyenlere karşı katı tavrını, etkileyici ve samimi yaklaşımlarını eserlerinde de hissetmek mümkün. Bize karşı olan derin hislerinden ilham ve cesaret alarak ben de yazımda kendisinden şairimiz/sanatçımız diye bahsetmek istiyorum. Bu yüce değerin Türkiye sevgisi dışında Türkiye‘ ye karşı yerinde eleştirileri de yok değil. Bir yazısında bunu şöyle dile getirmiş: “Büyük Türk şairi Yunus Emre’nin dilini çağdaş Azeri Türk‘ü, Türkiye Türk’ünden daha yahşi anlıyor. Görüldüğü gibi Türkiye Türkçesi kendi kökünden bu kadar ayrılmıştır.” Tabii üzülerek de olsa kendisine hak vermemek mümkün değil. Edebiyatçımızın bu içten eleştirileri, zannediyorum, özgürlüğe düşkünlüğünden ileri geliyor/geliyordu. Çünkü hür olmayı kendine hedef olarak belirlemiş bir kişi, düşüncelerini açıklamakta ve onları benimsetmekte de etkilidir. O, “halk şairi” olarak anılan biriydi ve anılmaya da devam edecektir. Onun eserlerine baktığınızda Namık Kemaller, Mehmet Akifler görüyorsunuz. İnsanın kendinden parçalar görmesi samimiyeti, ona karşı olan sempatiyi daha bir artırıyor olsa gerek. Tek yönlü bir şair olmakla yetinmeyen Vahapzade, yukarıda da bahsi geçtiği gibi dil üzerine fikirlerini yazmış, Sovyet rejimi devrindeki halkın mücadelesinde bir numara olmuştu. Eserlerinde bu konuların yanında örf ve adetler, yaşam, din gibi konulara da değinen şairimiz; işinin ehli bir insan olarak görevini en iyi şekilde tamamladı ve aramızdan ayrıldı. Çok az kişiye nasip olabilecek bir yaşam ve ölüm… Keşke bizler de kendi sorumluluklarımızın gereklerini yerine getirebilsek, mesela öğrenci olmamızın hakkını tam anlamıyla verebilsek, değil mi? Bütün Türk dünyasının bu yüce şairini daha yakından tanımak, içtenliğini geç de olsa kavramak istiyorsanız; şairin “Ömürden Sayfalar” isimli derleme eserini önerebilirim. Böylesine bir çınarın devrilmesi elbette hem edebiyat camiası, hem de insanlık adına büyük bir kayıp… Hepimizin başı sağ olsun. Ben de sizlere şairimizin “Elveda” isimli şiirini bu köşeye taşıyarak sizlere veda etmek istiyorum:Diyorum;Sefası bitti ömrümün,Şimdi dağa çıkarım, düze elveda,Düze duman çöker, düze kar yağar,Bahara elveda, yaza elveda....Şimdi öz kökünden süzülen benim,Özge budaklara dizilen benim,Şimdi ne sen sensin ne de ben benim,Biz ki biz değiliz bize elveda…

‘‘ÖZLÜ-YORUMMehmet Öztürk ‘‘Selman Nacar

Bu seneki Oscar ödüllerinin sahipleri belli oldu. Sunuculuğunu Avustralyalı tiyatro ve sinema oyuncusu Hugh Jackman’ın yaptığı törende, geceye 8 ödülle Milyoner (Slumdog Million-aire) damgasını vurdu. 13 dalda Oscar’a aday gösterilen Benja-min Button’ ın Tuhaf Hikayesi (The Curious Case of Benjamin Button) ise 3 Oscar’la geceden ayrıldı.

Hayatla mücadelesine, Hindistan’ın Mumbai kentinin kenar mahallesinde başlayan bir çocuğun, zorluklar içindeki büyüme sürecini, bir aşk hikayesini de içine katarak, katıldığı bir yarışma programı çer-çevesinde ele alan Milyoner (Slumdog Millionaire), 8 dalda Oscar ödülüne layık görüldü En iyi yardımcı erkek oyuncu ödülüne, 13 ay önce hayatını kaybeden Heath Ledger, The Dark Knight filmindeki “Joker” rolüyle layık görüldü. Ledger’ın heykelciğini; annesi, babası ve kız kardeşi aldı. Aktör, Oscar’a ölümünden sonra layık görülen ikinci sanatçı oldu. Peter Finch de 1976 yılında Oscar’a layık görülmüş, ancak kazandığı ödülü görememişti.

Gecede, 25 kategorinin en iyileri belirlendi. Ödül listesi şöyle: En iyi yardımcı kadın oyuncu: Penelope Cruz (Vicky Cristina Barcelona) En iyi özgün senaryo: Dustin Lance Black (Milk) En iyi uyarlama senaryo: Simon Beaufoy (Slumdog Millionaire) En iyi animasyon: WALL-E En iyi kısa animasyon: La Maison en Petits Cubes En iyi sanat yönetmenliği: The Curious Case Of Benjamin Button En iyi kostüm tasarımı: The Duchess En iyi makyaj: Greg Cannom (The Curious Case Of Benjamin Button) En iyi görüntü yönetmenliği: Slumdog Millionaire En iyi kısa metrajlı film: Spielzeugland (Toyland) En iyi yardımcı erkek oyuncu: Heath Ledger (The Dark Knight) En iyi belgesel: Man On Wire En iyi kısa metrajlı belgesel: Smile Pinky En iyi görsel efekt: The Curious Case Of Benjamin Button En iyi ses kurgusu: The Dark Knight En iyi ses miksajı: Slumdog Millionaire En iyi kurgu: Slumdog Millionaire Onur ödülü: Jerry Lewis En iyi film müziği: Slumdog Millionaire En iyi orijinal şarkı: Jai Ho (Slumdog Millionaire) En iyi yabancı film: Departures (Japonya) En iyi yönetmen: Danny Boyle (Slumdog Millionaire) En iyi kadın oyuncu: Kate Winslet (The Reader) En iyi erkek oyuncu: Sean Penn (Milk) En iyi film: Slumdog Millionaire

FHA- Ömer Faruk Torlak

Oscar Ödülleri Sahiplerini Buldu

kitaplık

• Kitabın Adı: Çavdar Tarlasında Çocuklar• Orijinal Adı: The Catcher in Therye• Sayfa Sayısı: 200• Yayın Evi: YKY• Basım Tarihi: 2007 • Yazarın Adı: J.D. Salinger

Kitabın Özeti:Holden on altı yaşında Amerikalı bir gençtir. Yatılı kaldığı kolejde birden fazla dersten kalınca okuldan

atılır. Daha önce de aynı şeyleri yaşamış olduğundan devamlı meşgul olan ailesine haber vermeden bir müddet kendi başına gezer. Gittiği yerlerde beklediğini bulamaz, en sonunda soğuktan hastalanır ve hastaneye kaldırılır. Evet, aslında kitap bundan ibarettir. Kitap Holden’ın ağzından, yani kültürü ve yaşayışı bizimkinden çok daha farklı olan, Amerikalı bir gencin ağzından yazılmıştır. Kitap başta oldukça itici ve ilgisi olmayana bile bir edebiyat katliamı olarak görünür. ‘Sonra lokantaya falan girdim. Vay canına, felaket bir yerdi. Bittim buna.’ gibi ifadelerden oluşsa dahi, akıcı bir kitaptı diye anlatırsınız çevrenizdekilere. Kesinlikle sizin için bir şey ifade etmeyen; hatta böyle bir kitap nasıl biter diye merak ettiğiniz bir kitap... Ve anlatılmak istenen asıl şeyin birkaç cümle olduğunu sonradan anlarsınız: Holden devamlı değişen fikirlerinin ve kardeşini görme isteğinin etkisiyle bir gece gizlice evine girer. Küçük kız kardeşi hemen ağabeyinin okuldan atıldığını anlar ve aralarında tartışmaya başlarlar. Holden okulun ne kadar berbat ve ne kadar iğrenç insanların bulunduğu bir yer olduğunu anlatmaya çalışır. Ama kardeşinin kendi geleceği hakkında sorduğu sorulara cevap veremez. Hiçbir mesleği beğenmediği, hepsini yalancı veya komik bulduğu için kardeşinin sorusu için bir müddet düşünür. Diğer insanlar gibi olması gerektiğini o da bilir, ve bir cevap vermesi gerektiğini de… Sonunda asıl isteği şeyi anlatmak zorunda kalır. Aynen şunları söyler: Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta -yetişkin hiç kimse, yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterim. Biliyorum, bu çılgın bir şey.Holden bizden çok da farklı değil aslında. Biz daha şanslıyız elbette. Tutunduğumuz değerler var. Yine de bir genç olmanın verdiği bir takım sorunlardan uzak olmamız mümkün değil. Holden’ın kalbinden geçenleri birkaç argo tabire sığdırmasını yadırgamamak lazım. Anlatmak istediği çok şey var. Ama anlatamıyor. Devamlı kendini ifade etmeye çalışıyor, ama beceremiyor. O insanların gözünde daima serseri genç olarak şekilleniyor. Holden belki de bize o kadar da yabancı değil. Ya da bizde kendimiz için düşündüğümüz, ya da bizim için düşünülmüş şeylerin dışında, belki biz de çavdar tarlasında çocukları yakalamak isteyen biri olmak istiyoruz.

Betül Topçuoğlu

Page 10: Genç Bakış (Mart '09)

GENCBAKIŞ

eğitim / 10 .

2006 yılında değişen ÖSS sistemine yeni alışmışken; değişen YÖK başkanı ile 2010 yılında ÖSS için yeni bir senaryo ortaya atıldı. Henüz kabul edilmiş olmamakla beraber ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan’ın basın toplantısında dile getirdiği sistem kafaları karıştırmaya yetti de arttı bile.Ortada YÖK tarafından (yazının kaleme alındığı tarih itibariyle) henüz kabul edilmiş bir durum olmamakla birlikte düşünülen ÖSS sistemi hakkında detaylı bilgi vermeye çalışalım.

• Sınav 2 aşamalı olarak yapılacak. NİSAN ayının ilk haftası yapılması planlanan Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) adı ile anılan sınav ortak ve tek bir sınav olacak. Bütün lise ve dengi okullarından mezun olan veya olabilecek lise 4 öğrencileri bu sınava girecekler. Adaylar YGS’ den aldıkları puanla, açık öğretim ve örgün ön lisans programlarına yerleşecekler.Bu sınavda tüm adayları, temel bilgi düzeyleri ölçecek olan Türkçe, Sosyal bilgiler (tarih, coğrafya, felsefe), Matematik(Geometri) ve Fen bilimlerinden (Fizik, Kimya, Biyoloji) soruları sorulacak. Bu soruları bölüm başına 30 soru ve toplam 120 soru düşünülmekle beraber henüz bir karara varılmış değil.Aynı zamanda bu 1.aşama sınavında, öğrencinin başarılı sayılıp 2.aşama sınavına girmesi için gerekli olan puan barajı da henüz belirli değil.

• Gelelim 2. aşamaya. Bu aşamanın ismi Lisans Yerleştirme Sınavları (LYS). Haziran ayında iki hafta içerisinde ve 5 ayrı sınavdan oluşacak şekilde düşünülüyor. LYS, örgün lisans programlarına yerleştirmede esas alınacak başarı puanını belirleyecek. LYS’nin 5 ayrı sınavı şu şekilde düşünülüyor:(LYS 1), Matematik-Geometri Sınavı (LYS 2), Fen Bilimleri (Fizik, Kimya, Biyoloji) Sınavı (LYS 3), Türk Dili ve Edebiyatı-Coğrafya 1 Sınavı (LYS 4), Sosyal Bilimler (Tarih, Coğrafya 2, Felsefe grubu) Sınavı (LYS 5), Yabancı Dil Sınavı Bu 5 sınav türünden LYS puanları Matematik-Fen (MF), Türkçe-Matematik (TM), Türkçe-Sosyal (TS), Yabancı Dil (YD) olmak üzere 4 grupta hesaplanacak. Bu puan türleri hesaplanırken düşünülen sınav türleri şu şekilde:

• Bunlardan her bir gruba giren puanın hesaplanmasında, YGS’ deki Temel Matematik ve Türkçe testleri belli oranda dikkate alınacak.

• Sınava giren adaylar arzu ettikleri takdirde mezun oldukları alanların

dışındaki sınavlara da girebilecekler. Örnek vermek gerekirse; MF ’den mezun aday, Sosyal programını tercih etmek isterse, MF bölümünün ilgili LYS sınavlarının yanı sıra TS grubundakilerin katıldığı LYS sınavlarına girecek. Başka bir deyişle öğrenci hangi oturuma gireceğini kendi karar verecek.

• LYS’ deki testlerin puanlardaki ağırlıkları, puan türlerinin hesaplanması, üniversitelerin hangi puan türünden öğrenci alacağı gibi konuları, YÖK daha sonra belirleyecek. Fakülteler hangi testlere göre öğrenci alacağını açıklayacak. Buradaki en önemli nokta ise Moleküler Biyoloji ve Genetik okumak isteyen bir öğrenci ‘Matematik’ ve ‘Fen’ testini çözecek. Fen testi içinde yer alan ‘Biyoloji’ sorularının standart sapmaları fizik ve kimya sorularından farklı hesaplanacağından ‘Biyoloji’ sorularının önemi artacak. Yani hangi mesleği seçerseniz o meslekle ilgili olan soruların katsayıları diğer sorulardan farklı olacak.

• Katsayıların değişmesi net bir bilgi olmamakla beraber değiştirilmesi de gündemde. YÖK Kanunu’nda, yükseköğretime geçişte farklı katsayılarla ilgili ifadeler yer alıyor. Bu doğrultuda kanun değişikliği olmazsa, yeni sistemde de katsayılar bulunacak ancak mevcut sistemdeki 0.3 ve 0.8 olan katsayıların oranları değiştirilecek.

• Soru ve ders içerikleri değişmeyecek.Sorular lisede görülen ders müfredatından çıkacak.Ancak eski sistemde 30 olan bölüm soruları net olmamakla beraber 50 veya 60 soru olarak düşünülüyor.Bununla bağlantılı olarak da sınav süresinin değişmesi planlanıyor.

Sonuç olarak 2010 ÖSS sınavını kısa ve özlü olarak özetlemeye çalıştık.

Burada dikkati çeken en önemli nokta, sınavın nasıl, nerede, ne zaman, ne şekilde olacağı değil. Sınava girecek adayın ne olursa olsun oturup düzgün ve planlı bir şekilde ders çalışıp kendini üniversiteye hazırlaması. Gerisi boş laf. Size şimdiden iyi ders

çalışmalar. Çalışan kazanır.

Ogün MazlumÖSS Koordinatörü

[email protected]

2010 ÖSS Seneryoları Anne deyince herkesin kafasında üç

aşağı beş yukarı birbirine yakın tonlarda bir anne tanımı canlanır. Ama baba deyince hepimizin baba algısı ve babalık anlayışı farklı desenlerde oluyor. Aslında çocuğun anneye de babaya da eşit derecede ihtiyacı varken, babalar hep biraz geri duruyor ya da öyle olması bekleniyor. Bunun sonucunda baba kavramının içi boşaltılmış oluyor. Babalık rolü anneye göre sanki biraz daha flu, daha gizemli. Sevgisini, ilgisini, açıkça gösteren babaların sayısı özellikle bizim toplumumuzda çok fazla değil. Sabah işe giden, akşam işten gelen, gazetesini okuyan, daha çok kendi tercih ettiği zaman dilimlerinde ailesiyle ilgilenen, yaklaşılması bazen zor, anlaşılması daha da zor, içimizden geleni söyleyemediğimiz babalar var çevremizde… Gece gündüz çalışan, çocuklarına iyi bir gelecek kurmaya çabalayan babalarımız gelecek kaygısıyla hep koşturmaktadır. Oysa babalık sadece eve ekmek getirmek değildir. Baba, eve getirdiği her lokmayı tatlı eyleyen insandır.

Erkeklerin sevgiyi, ilgiyi göstermemeleri gerektiği konusunda içselleştirdikleri bir tutumları da var. Özellikle günümüzde erkek olmak ve baba olmak giderek zorlaşıyor. Çünkü kültürel değerlerin her geçen gün değişmesiyle birlikte erkek biraz daha arada kalıyor ve üstlendiği rollerle ilgili olarak bocalıyor.

Bizim babalarımız sevgisini gösteremeyen, çocuklarını kucağına alıp öpemeyen babalardı. O yüzden anneler günü çiçekli, kalpli, bıcır bıcır, çokça dışarıya yansıyan bir gün olarak kutlanırken; babalar günü babanın ağırlığına uygun şekilde belirli bir mesafeden kutlanıyor. Genellikle insanların babalarından söz ederken “Babam çok iyi bir babaydı. Gerçi sevgisini pek göstermezdi; ama bizi sevdiğini bilirdik…” gibi ifadeler kullanmaları da bu mesafeyi açıklıyor; fakat şunu da unutmamak lazım: Babalar doğal olarak kendi rollerini babalarından öğreniyorlar. Babalarından çok farklı olmak isterken bile, referansları kendi babaları olduğu için farklı çelişkiler içinde bulabiliyorlar kendilerini. Anne baba ve bebek üçgeninde, babanın ilişkiye ne kadar dâhil olduğu, bebeğin o üçlü ilişki içinde kendisini nasıl konumlayacağı bakımından çok önemli. Özellikle de babanın bebekle olan ilişkisi, bebeğin babayı içselleştirmesine yardım ediyor. Baba ilişkinin içine girerse, bebeğin üçüncü kişiyi kabul etmesi, benimsemesi de kolay oluyor. Ama baba bebeğe mesafeli, uzak durursa, bebeğin de babayı içselleştirmesi kolay olmayacaktır. Oysa kişiliğin bütünselleşmesi için anne ve babanın birlikte kabullenilmesi gerekir. Tıpkı şiirde geçtiği gibi, “Okul binası babaysa, öğretmen anne” diye.

Günümüz erkekleri, ben babamdan farklı olacağım derken, aşırı hoşgörülü olup tefrite de düşebiliyorlar. Bu da sağlıklı değil tabii; çünkü çocuklar, babalarıyla ilişkiye ihtiyaç duydukları kadar, babalarının gerektiğinde onlara hayır demesine, dur demesine, kendilerine sınır koymasına da ihtiyaç duyuyorlar. Ve günümüz babaları ara sıra otorite kurmaya çalıştıklarında da bu kez aşırı sert olabiliyorlar; çünkü bildikleri otorite

şekli bu. Baba sert bir otoriteyse, kişinin ileride otorite ile kurduğu ilişkiler de sancılı oluyor. Örneğin; bazı insanlar var ki, kendisinden daha üst görevde olan

birisiyle karşılaştığında ne yapacağını bilemiyor, kendini konumlamakta

zorluk çekiyor. Çünkü bizim kendimizi konumlama sancımız, bebekliğimizde anne ve babayla olan ilişkilerimizle başlıyor, orada öğreniliyor.

Bir de hayatta olup da hayatımızda olmayan babalar söz konusu

hayatlarımızda. Baba bir referans noktası. Karşımıza

çıkan erkekleri, onlarla kurduğumuz ilişkileri hep o

referansa göre değerlendiriyoruz. Ve ne yazık ki, parçalanmış ailelerden

gelen kız ya da erkek çocuklar ilişkilerinde genellikle güven, tutarlılık ve devamlılık sorunları yaşıyorlar. İyi bir baba konuşan bir babadır. Eğer sevgisini gösteremiyorsa bile, “Biliyor musun, seni öpmekte, sana sevgimi göstermekte zorlanıyorum.” diyebilen babadır. O yüzden de sınırları belli bir prototip seçmek yerine; duygu ve düşüncelerini paylaşan, yapamadıklarını da söyleyebilen bir baba olmaya çalışılmalıdır. Bu hayatın prova olmadığı, bu hayatın bir kez yaşandığı ve sevdiklerimizin yanında olmamız gerektiği unutulmamalıdır. Dünyada hiçbir insan yoktur ki son nefesinde “Keşke işime daha çok zaman ayırsaydım.” demiş olsun.

Babayla tamamlanmaya ihtiyacımız var, aksi takdirde bir şeyler yarım kalıyor. “Babam ve Oğlum” filminden de hatırlarsanız, ilişkideki çatışmaya, arada yaşanan onca kırgınlığa rağmen ölümden önce babayla vedalaşmak, o güne kadar söyleyemediklerini söyleme, paylaşamadıklarını paylaşma isteği vardı. Sonuçta, sadece iyi çocuk olmak için değil, kişiliğimizin tamamlanması, güven problemini yaşamamak, kendimizi iyi hissetmek için, babamızla da ilişkilerimizi belli bir dengede tutmaya ihtiyacımız var. Bunun için, biz de sevgimizi kızgınlıklarımızı, isteklerimizi söylemeliyiz babalarımıza… Ve anne-babalarımızı affettiğimizde mutlu olmaya başlayacağımızı da bilmemiz gerekiyor; çünkü anne ve babalarımız bizim kişiliğimizin oluşmasında ve tamamlanmasında çok önemli unsurlar. Anne babalarımızla ilişkilerimiz eksik kaldığında biz de eksik kalıyoruz. Onlarla ilişkilerimizi düzenlediğimizde biz de tamamlanmak yolunda, bütünselleşmek yolunda önemli adımlar atıyoruz. Aksi takdirde, bir yerlerde bir şeyler eksik kalıyor.

Velhasıl babamızın oğlu olarak hayata başlıyor daha sonra oğlumuzun babası oluveriyoruz. Bir süre sonra tahterevalli misali roller değişiyor ve babamızın babası oluyor onu koruyup kollamaya başlıyoruz. O güne kadar hep veren baba bu sefer almaya başlıyor, ektiğini biçmeye başlıyor. Bir gün bizler de oğlumuzun oğlu olacağız, yaptıklarımız ya da yapmadıklarımız bize geri dönecek. Zaman denilen makine tahterevalli gibi bir aşağı bir yukarı taşıyacak bizi, oğlu babaya, babayı oğula dönüştürecek, küçükleri büyütüp, büyükleri küçülterek bu hayat oyununun son durağında başlangıç noktasına döndürecek.

Mehmet AtmacaPsikolojik Danışman

Sana İhtiyacım Var Baba!

Page 11: Genç Bakış (Mart '09)

K|SA

K|S

A

...11 \ spor

karamboL

Paintball Turnuvası Gerçekleştirildi(Birinci sayfadan devam)Okulumuzun arka bahçesindeki geniş çimenlikte 150‘yi aşkın öğrenci bir hafta boyunca kurdukları takımlarla yağmur çamur demeden mücadele ettiler. Amaç sınav dönemi öncesi stres atmak olunca, kamuflajlarıyla çamurlu sulara yatan, en-gelleri atlayan öğrenciler hafta sonuna tatlı bir yorgunlukla girdiler. Oynayanlara sorulduğunda ise bir daha böyle bir hakkım olsa yine oynarım, dediler.

PAINTBALL HAKKINDA BİLGİLERPaintball, bir savaş ve strateji oyunudur. Takım ruhunu pekiştiren bir hoş vakit geçirme aktivitesidir. Paintball, 25 yıllık kısa tarihinin yanında 100’den fazla ülkede 10 milyondan fazla profesyonel sporcu ile kurulan federasyonlarla ulusal ve uluslar arası müsabakalarının da yapıldığı bir spor dalı haline gelmiştir. Paintball, giyilen kamuflajlar ve boncuk şeklinde, çarptığı yerde patlayan, içinde gıda boyası bulunan renkli mermilerin kullanıldığı havalı tabancalarla doğal ya da yapay sahalarda oynanır.

FHA - Abdurrahim Keçebir

Fatih Anadolu Lisesi pansiyonunda kalan öğrenciler arasında futbol turnuvası düzenlendi. Turnuvaya Fen Lisesi ve Anadolu Lisesinden iki takım katıldı.İlk turların bittiği turnuvada maçlar heyecan veriydi. Hakemliğini belletmenlerin üstlendiği maçlar olumsuz hava koşullarına rağmen güzel geçti. Turnuvaya katılan bütün arkadaşlarımıza başarılar diliyoruz.

FHA - Selman Günaydın

Masa tenisi turnuvası başladıOkulumuzda Yahya Şentürk Bey ve Mehmet At-maca Bey önderliğinde masa tenisi turnuvası başladı. Turnuvaya 32 öğrenci katıldı. İlk üçe girecek öğrencilere ödül verilecek olan turnu-vada maçlar oldukça heyecanlı geçiyor. Turnu-vaya katkılarından dolayı Yılmaz Yıldız Bey’e ve Mehmet Öztürk arkadaşımıza da teşekkür eder, katılan öğrencilere de başarılar dileriz.

FHA - Selman Günaydın

Vodafone McLaren, Mercedes yeni Formula 1 aracını tanıttıVodafone McLaren, Mercedes Formula 1 takımı, 2009 FIA Formula 1 dünya şampiyonasında yarışacak aracı MP4-24’ü İngiltere’deki merkezinde tanıttı.Dünya şampiyonu Lewis Hamilton ve takım arkadaşı Heikki Kovalainen tarafından tanıtılan MP4-24, 2009 sezonu öncesinde belirlenen yeni kurallara göre Formula 1’in çehresi de değişti. Böylece dünya şampiyonluğu kazanan, önceki seferine benzemeyen yeni bir model ortaya çıkmış oldu. Vodafone McLaren Mercedes ‘ in dünya şampiyonu pilotu Lewis Hamilton,’’Ne zaman yeni bir araba pistlere çıksa yarış pilotu duygusal anlar yaşar. MP4-24’ün çıkışı benim için ayrı bir anlam taşıyor; çünkü bu araç müthiş görüntüsünün yanı sıra üzerinde dünya şampiyonunun numarası olan ‘1’i taşıyor. Yeni kuralları da göz önünde bulundurursak, bence bu yıl dünya şampiyonluğunun yolu açık.Bu ise tüm Formula 1 meraklıları için heyecan verici bir durum. Başarılı bir sezon daha geçirmeyi ve şampiyonluk için yarışmayı ümit ediyorum. Gerekirse mücadeleyi son yarışa kadar sürdürürüm; ama şampiyonluğu son yarışa kalmadan bağlarsam daha iyi olur elbette.’’ dedi. Heikki Kovalainen ise ‘’ Bu araba biçimlenirken uzaktan izleme fırsatını bulduğum için kendimi şanslı sayıyorum. Working’de, Brixworth’da Stuttgart’ta herkes inanılmaz bir tempoda çalışıyordu. Kış boyunca, gelecek sezon için iyi bir hazırlık yaptım. Sezona mümkün olabilecek en sıkı girişi yapmak için mühendislerle birlikte çok çalıştım. Pek

çok kural değiştiği için çabuk adapte olmak çok önemli. Kendimi yeni sezona her zaman hazır hissediyorum.’’

diye konuştu.Hedefimiz hem pilotlar hem markalar

şampiyonluğu McLaren Grubu Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su ve Vodafone McLaren Mercedes Takım Kaptanı Ron Dennis de şunları söyledi: ‘’2008 Pilotlar Dünya Şampiyonası’ndaki

zaferimize rağmen önümüzdeki sezon için yaptığımız hazırlıklarda hiçbir konuda ‘Nasıl olsa yine kazanırız’ demedik.Aksine, büyük değişime uğrayan kurallarla bambaşka bir nitelik

kazanan bu yeni dönemi anlayabilmek için her zamankinden daha yoğun ve kapsamlı çalıştık.Yaptığımız teknik değişikliklerin boyutu ortada; bu yüzden önümüzdeki sezonu rekabet açısından değerlendirmek zor.Ancak biz takım olarak ortaya koyduğumuz çabadan gurur duyuyoruz ve heyecanlı bir Formula 1 yarış sezonu daha yaşamak için

sabırsızlanıyoruz.Her zaman olduğu gibi,biz kazanmak için varız.Hedefimiz ise bu yıl hem pilotlar hem de markalar şampiyonluğunu birlikte kazanmak’’ dedi. Kaportası büyük ölçüde değişen , ön ve arka kanatlarına yeni şekil verilen, kaygan lastikleri olan ve üzerinde kinetik enerji geri kazanım sistemi (KERS) bulunan MP4-24, teknik kurallarda yapılan büyük değişikliklere uyum sağlaması için Eylül 2007’den bu yana geliştiriliyordu.

FHA - Abdurrahim Keçebir / Halil İbrahim Kovar

Fatih Koleji’nin eski mezunlarından Usain Bolt’la röportaj yaptık. Kendisinin çok mutlu olduğu belli oluyordu, yazın olimpiyatlarda 100 m. rekoru kırdı ya.

Usain Bolt: Hoş geldiniz arkadaşlar.Karambol: Hoşbulduk efendim.Usain Bolt: Hayırdır hangi rüzgar attı sizi buraya?Karambol: Malumunuz siz de eski bir Fatih koleji mezunusunuz. Sizinle bir röportaj yapalım dedik.Usain Bolt: Hadi bakalımKarambol: Kaç yılı mezunusunuz?Usain Bolt: 2000Karambol: Yurttan neleri hatırlıyorsunuz?Usain Bolt: Valla aradan uzun zaman geçti ama bir karambolleri bide mercimek çorbasını unutamıyorum.Karambol: Karambollerden kaça kaça bu hız ve reflekslerinizin bu hale geldiğinin söylüyorlar.Usain Bolt: Doğru.Mesela biri “karamboool” diye bağırınca 5 saniye içinde bulunduğunuz odadan kaçıp belletmen odasına yetişmeniz gerekir. Yoksa üstünüzde 10x70’den 700 kiloyu üstünüzde bulursunuz. Baktım kaça kaça 100 metreyi 10 sn.de koşuyorum sonra dedim neden 100 metre koşucusu olmayayım ki. Ve şimdi bu günlerdeyim.Karambol: Yurtta olan himmetleri biliyorsunuz.Nasıldı?Usain Bolt: Himmetlerde herkes koyduğundan fazlasını almak için hayvan gibi saldırıyor bense formumu korumak için çok az yiyordum.Ancak süper bir ortam oluyordu. Karambol: Peki mercimek çorbası hakkında ne diyorsunuz?Usain Bolt: Sizin zamanınızda yine iyi bizim zamanımız da bide mercimeğin yanında patlıcan vardı.Neyse konuyu dağıtmayalım, biz mercimeğin sanayi atıklarından yapıldığını düşünüyorduk.Yeterli oldu herhalde.Karambol: Belletmenler hakkında ne düşünüyorsunuz?Usain Bolt: İyi çocuklardı ama sabah etüdünden her dönem kavga ediyorduk ama şimdi özlüyorum keratalarıKarambol: Peki şu anki hayatınız nasıl?Usain Bolt: Şu an Vegas’ta yaşıyorum.Ancak burada hayat ışıltılı yapmacık ve sahte. Yurttaki o uhuvveti hala arıyorum.Karambol: Peki, son olarak imkanınız olsa yurda tekrar dönmek istermisiniz?Usain Bolt: No comment Karambol: Pekala, zamanımız doldu her şey için teşekkürlerUsain Bolt: Asıl ben teşekkür ederim sayenizde eski günleri bir yad ettik böylelikle.

KARAMBOLÜN İNSAN SAĞLIĞINA YARARLARI- Karnınıza yapılan baskıdan yediklerinizi daha etkin ve hızlı sindirirsiniz- 10-15 saniye nefessiz kalıp Oksijenin değerini anlarsınız TEMA’ya bağış yapmaya karar verip bir hayır işine imza atabilirisiniz- Karambolden kaçarken hızını ve refleksinizi artacağından bir Petr Cech olabilirsinz- Karambol yapanları ispiyonlayıp belletmenler nazarındaki değeriniz artar ve katta bir dokunulmazlığınız olur.- Karambole alınırken sağa sola tutuna tutuna kol kaslarınız güçlenir üstünüze atladıklarında karnınıza yapılan baskıdan göbeğinizi eritip üçgen vücut sahibi olabilirsiniz.

NOT: Jamaikalı rekortmen atlet Usain Bolt’un gençliğinde Fatih Koleji Yurdunda kalırken uğradığı karamboller sayes-inde bu konuma geldiğini yaptığımız röportajdan öğrendik.

Onur Dur

Sevgili okurlarımız, spor yazar ve yorumcularımızın söylediği ilginç, komik, unutulmayan sözlerini yayınlamaya başlıyoruz bu sayımızda:

• "Tugay, vurursa gol olur, vuruyoooor, aut..." (Bülent Karpat)

• "Ben ona dırdırın kralını yaparım, ama lisanına hâkim değilim." (Ahmet Çakar, Lucescu'ya çatarken)

• "Walsh ikinci yarı çok etkisiz, kendisini oyunda hiç göremiyorum..." (Can Bartu, Beşiktaş maçını yorumluyor; ancak Walsh devre arasında oyundan çıkmıştır)

• "Dokunuşu, vuruşu, şut orta karışımı vuruş şutu..." (Şansal Büyüka)

• "Bu akşam değerli konuklarımızın yanında çok daha değerli iki konuğumuz var..." (İlker Yasin)

• "Süper Lig'de ilk altı takımda altı takım var..." (Rıdvan Dilmen)

• "O üçlüğü yemeseydik Amerika'yı yenerdik di mi Batur Abi?" (Murat Kosova)

• "Özellikle yukarıdan yağmur yağınca..." (Lig TV mu-habiri, FB-BJK maçından önce)

• Adnan Aybaba: Delgado müthiş bir gol attı. Serhat Ulueren: Golü gördün mü ki? Adnan Aybaba: Serhat, sen güzel goldü, uzaktan vurdu dedin ya.

Serhat Ulueren: Ya yalan söylediysem. Adnan Aybaba: Sen yalan söylemezsin Serhat Gökmen Özdenak: Yazını yazdın mı sen Adnan? Adnan Aybaba: Yazdım. Ben skor yazarı değilim. (Telegol)

• "Bizi izleyenler kitlesel insanlar..." (Ziya Şengül)• "Oğuz'u bırak nadasa, bir yıl gözükmesin..." (Ahmet

Çakar)• "Bu pozisyon, pozisyon icabı bir pozisyon..." (Erman

Toroğlu)• "Sayın Şengül, lütfen cetrefilli cetrefilli konuşmayın..."

(Ahmet Çakar)• Ziya Şengül ve Ahmet Çakar Telegol programında

feci kapışır; Çakar, Ziya Şengül'e bir daha 'abi' demeyeceğini iddia eder, bir hafta sonra: Abi, sözünü balla kesiyorum..." (Ahmet Çakar)

• Güntekin Onay: Hocam, peki burada faul var mı? Ahmet Çakar: Tabii, bu sabaha kadar kırmızı kart!!!

• Adnan Aybaba: Maçın içinde yapılması gereken değişiklikleri hissedip bunu alacaksın. Bu meziyet bende var. Ne gülüyorsun? Serhat Ulueren: Gülmüyorum. Adnan Aybaba: Pratik zeka yani! Anlatabildim mi? Serhat Ulueren: Tebrik ederim. Adnan Aybaba: Zico'da, Gerets'de, Tigana'da bendeki

şu pratik zeka yok. (Telegol)• "Faul, faul!.. Yok ya, faul değilmiş, sanırım ben gaza

gelmişim..." (Murat Kosova)• "Bugün baktım gazetelere kimse yazmamış, ben de

yazmamışım..." (Haşmet Babaoğlu)• "96'lı yıllar ne güzeldi..." (Vedat Okyar)• Kazım Kanat: Görüşlerine katılıyorum.

Ahmet Çakar: Saçmalıyor muyum? Görüşlerime katılıyor musun? Kazım Kanat: Saçmalıyorsun... (Santra)

• "En sevdiğim futbolcu şu panço denilen oğlan, pançu mu o..." (Ömer Çavuşoğlu)

• "Eee, tabi sevgi olayı Ercan..." (İtalyan hakem Collina oyundan çıkan Hagi'nin elini sıkınca Tanju'nun Ercan Taner'e ettiği laf)

• "You... Without ball, shut up!!!" (Fatih Terim rakip futbol-culardan birine sesleniyor)

• "Milli takımımıza resmen büyüsüz bir değnek değmiş durumda..." (Murat Kosova)

• Abidin Aydoğdu, Danimarka-Fransa maçını anlatırken, Zidane koşarken topa basar ve düşer: "Evet Zidane'dan fantastik hareketler..."

• ”Ve Michael Jordan bugün futbolu bıraktı!!!” (SkyTürk spor haberleri sunucusu)

Mustafa Hakyemezoğlu

SPORGEN

Ç BA

KIŞ

Page 12: Genç Bakış (Mart '09)

Tübitak tarafından düzenlenen Ulusal Proje Olimpiyatları’nın sonuçları açıklandı. Etkin olarak projelere katılan okulumuzdan 2 Bilgisayar, 1 Matematik ve 1 Tarih projesi olmak üzere toplam 4 proje sergilenmek için İstanbul’a çağrıldı. Bilgisayar alanında proje yapan Selman Günaydın, Yunus Emre Akbaba, Ahmet Bahadır Erkan ve Muhammed Sadık Yıldız arkadaşlarımız, projelerinin ilk aşamayı geçmesinin kendileri için sürpriz olmadığını belirttiler. Ayrıca Matematik alanında proje yapan Murat Karataş ve M. Raşit Akınalp ise, durumun kendileri için sürpriz olduğunu, geçtikleri için çok mutlu olduklarını belirttiler. Tarih alanında proje yapan Mehmet Karaca ise bunun kendi adına bir ilk olduğunu ve çok heyecanlandığını söyledi. Arkadaşlarımızın projeleri yapmasında emeği geçen Fatih Koleji Bilgisayar Olimpiyat Direktörü Faruk Bulut Bey’e, Tarih Öğretmeni Seyfullah Arpacı Bey’e, Matematik Öğretmeni Reyhan Yıldırım Bey’e ve Bilgisayar Öğretmeni Tanju Soytekin Bey’e teşekkür eder, arkadaşlarımızın geri kalan aşamalarda da başarılar dileriz.

FHA - Selman Günaydın

Tübitak Proje Olimpiyatları’na Fatih Koleji Damgası

GENCBAKIŞ

okul gündemi / 12 .

Projesi ilk aşamayı geçen arkadaşlarımız (soldan sağa) Murat Karataş, M. Raşit Akınalp, Selman Günaydın, Y. Emre Akbaba, M. Sadık Yıldız