35
ISSN 1307-007X 9 7 7 1 3 0 7 0 0 7 0 1 6 0 1 HORTLATILAN PROJE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI DUVARLARI HAYKIRAN ŞEHİR KUDÜS ORTADOĞU’DA İSLAMİ HAREKETLER

Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

Citation preview

Page 1: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

ISSN 1307-007X

9 771307 007016

01

HORTLATILAN PROJE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI DUVARLARI HAYKIRAN ŞEHİR KUDÜS ORTADOĞU’DA İSLAMİ HAREKETLER

Page 2: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

SahibiPINAR YAYINLARI A.Ş. Adına

Şemsittin ÖZDEMİR

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüFurkan Gençoğlu

Yayın SorumlusuMehmet Semih Özdemir

Yayın KuruluFurkan Gençoğlu

Mehmet Semih ÖzdemirFatih Yavuz

Furkan KahramanAsım Ebrar Yıldız

Uğur DemirelSümeyye AkgülZozan Demirci

Ayşenur ÖzdemirSenanur Yaşaroğlu

Gülsüm Cemile Damar

Bu Sayıya Katkıda BulunanlarDücane Demirtaş

İsmail ÇoktanAhmet Semih Şenlikoğlu

Furkan GençoğluEnes Günaslan

Senanur YaşaroğluÖmer Deniz Övün

Yasemin Özenç KandemirYusuf Mahitapoğlu

Rukiye Feyza YıldırımAyşe Afife Karaaslan

Ceyda UyarMahinur Özdemir

Büşra AkgülTalha Ulukır

Toleuzhan GaliyevaBegüm Kıtay

Beyzanur YaşaroğluÖmer Faruk Yakupoğlu

Adresİskenderpaşa Mah. Yeşiltekke Sok.

No:4/1 Fatih / İ[email protected]

Görsel YönetmenTekin Öztürk

Grafik TasarımProjesanat Tan. Org.Tel: 0212 640 20 90

www.projesanat.com.tr

BaskıSanatkar Ofset Son. Tic. Ltd. Şti.

Maltepe Mh. Litros Yolu2. Matbaacılar Sit. 4NF/4-5

Topkapı / İST.Tel: (212) 567 39 40-41

Allahın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Sevgili Arkadaşlar

S on 200 yıldır İslam Coğrafyası gayrı İslami odaklar tarafından kuşatılma altına alındı. İslam Kültür ve Medeniyet değerlerine

savaş açan bu odaklar İslam Coğrafyasında her türlü maddi mane-vi değerlerimizi tahrip ettiler. İslam Ülkeleri yeraltı zenginlikleri sömürüldü ve batı-doğu emperyalist bloklarının kullanımına su-nuldu. Küresel emperyalist güçler İslam toplumlarını baskı altına almak ve sindirmek için kuklalarını İslam ülkelerinin yönetimleri-ne tayin ettiler. Batının muhteşem olarak lanse edilen medeniyeti İslam topraklarından katledilen çocukların, kadınların, sömürülen yeraltı kaynaklarının, kaçırılan kültürel mirasın üzerinden inşa edildi.

Coğrafyamızda süren yangını tahlil etmeye çalıştığımız bu sa-yımızda Dücane Demirtaş 1 Kasım seçimleri sonrası Türkiye ve bölge ülkeleri arasındaki ilişkileri değerlendiriyor. Ahmet Semih Şenlikoğlu İslam coğrafyasında yeşeren İslami hareketleri sizlere tanıtıyor. Furkan Gençoğlu Suriye Devrimi ve gelinen noktayı irde-liyor. Talha Ulukır savaşın yıkıcı boyutunun ele alındığı “İçimdeki Yangın” filmini tahlil etti. Ayrıca Yusuf Mahitapoğlu yazar Kürşad Atalar ile “Düşüncenin Okullaşması ve İslam Coğrafyası” üzerine konuştu.

Genç Öncülerin genç yazarları olarak temel gayemiz, toplumsal yaşamımızda karşılaştığımız iyilikleri,kötülükleri,kolaylıkları, sı-kıntıları siz değerli okurlarımıza en anlaşılabilir şekilde aktarmak-tır. Kadromuz adaletle şahitlik vazifesini unutmayarak, bu bilinçle yazılarını kaleme almaktadır. Çünkü bu bize inandığımız rabbimi-zin vahiyle sabit kıldığı bir görevdir. Çıkarttığımız bütün sayıları bu görev bilinci ile çıkartıyoruz. Bu çalışmamızın hayırlara vesile olmasını diliyor, keyifle okumanızı temenni ediyoruz.

Allah’a emanet olun.Ey inananlar! Kendinizin, ana babanızın ve en yakınlarınızın

aleyhine dahi olsa, adaleti titizlikle ayakta tutan ve sırf Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın)! Çünkü Allah her ikisine de (siz-den) daha yakındır. Öyleyse, kendi boş arzu ve heveslerinize uyma-yın ki adaletten uzaklaşmayasınız. Eğer (gerçeği) çarpıtırsanız ya da (şahitlikten) kaçınırsanız, biliniz ki Allah bütün yaptıklarınız-dan haberdardır. Nisa/135

Ocak’16 • 1

EDİTÖR'DEN

Page 3: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

30

41

26

08

18

Ocak 2016 • Sayı 99 • Yıl 13

Seçimler ve Coğrafyamızdaki Yoğun Hareketlilik / Dücane DEMİRTAŞ .............................. 4

Yemen Krizi ve Arkaplanı / İsmail ÇOKTAN .................................................................... 8

Ortadoğu’da İslami Hareketler / Ahmet Semih ŞENLİKOĞLU ......................................... 13

Suriye’de Sona Yaklaşırken / Furkan GENÇOĞLU .......................................................... 18

Toparlanın Gitmiyoruz / ENES GÜNASLAN ................................................................... 20

Kürşat Atalar ile Röportaj / Yusuf MAHİTAPOĞLU ....................................................... 22

Hortlatılan Proje Medeniyetler Çatışması / Ömer Deniz ÖVÜN ....................................... 26

Duvarları Haykıran Şehir Kudüs / Senanur YAŞAROĞLU ............................................... 30

İslam’ın Kızları ile “İslam Davasına Nefer Olmayı” Konuştuk / Yasemin Ö. KANDEMİR..... 32

Camilerle Derdim Var (!) / Ayşe Afife KARAASLAN .......................................... 36

Her Müslümanın Günlük Yapması Gereken14 Salih Amel ............................... 38

Gerçeğe Atılan En Sahici Adım; 9 Yaşının Şiarı / Rukiye Feyza YILDIRIM ........ 41

Rand Raporu (Özet) ................................................................................... 44

Bir İç Savaş: İnfak / Ceyda UYAR............................................................... 47

Çıkmazlarım / Mahinur ÖZDEMİR................................................................ 48

Kitap Kritiği; Ali Şeriati- Dua / Büşra AKGÜL ......................................................... 49

Syracuse Problemi: İçimdeki Yangın ............................................................................. 50

Yetimsizseniz Yetim Sizsiniz / Toleuzhan Galiyeva ......................................................... 52

İslam Coğrafyasından Haberler ..................................................................................... 58

Şiir / Sihirbaz / Begüm KITAY ..................................................................................... 60

Objektifimden ............................................................................................................. 61

Üniversitelerden Haberler ........................................................................................... 62

Etkinlik / “Yaş Gruplarına Göre Televizyonun Etkileri” Çalıştayı ....................................... 64

Yemen Krizi veArkaplanı

İsmail ÇOKTAN

Suriye’deSona Yaklaşırken

Furkan GENÇOĞLU

Duvarları Haykıran Şehir

KUDÜSSenanur YAŞAROĞLU

HORTLATILAN PROJEMEDENİYETLER ÇATIŞMASI

Ömer Deniz ÖVÜN

Gerçeğe AtılanEn Sahici Adım; 9 Yaşının ŞiarıRukiye Feyza YILDIRIM

2 • Ocak’16 Ocak’16 • 3

Page 4: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

ülkede “refah=Müslüman iktidarlar” imajını kesinlikle yıpratmamalıyız. Kanaatimce bu vaatlerin en keyifli sonucu Türkiye’deki çirkef solculuğun bir ay daha devrim yapamamasını izlemek olacaktır.

-Seçimlerin arifesinde cemaatin yayın or-ganlarına, bankalarına ve kuruluşlarına yö-nelik operasyonlar hızlandı, kayyumlar atan-dı, bilmem kaç tane savcı-hakime yurt dışına çıkma yasağı konuldu… Maalesef ilginçtir hala bütün bu olayları hükümet-cemaat çıkar kav-gası olarak görüp “onlar başa gelince de size aynısını yaparlar” “bu yapılanlar haksızlık ve usulsüzlük” diye söylenen cenahlar var. O hal-de karşımızdaki Paralel İhanet Çetesi’ni bir kez daha hatırlayalım. Zannedildiğinin aksine karşımızda dershanelerden kazandığı üç beş kuruş için ya da elde edeceği bir iki üst düzey mevki için ortalığı yangın yerine çeviren bir dini yapılanma yok, karşımızda 90’nı aşkın ülkede CIA ile işbirliği içinde 3.dünya ülkelerinin yerel yöneticilerini ve bürokratlarını Avrupalı beyaz adam kafasıyla yetiştiren bir örgüt var. İnsan-ların yatak odalarının şantaj niyetiyle izleyen, himmet adı altında memleket sermayedarın-dan haraç toplayan, itaat etmeyenin itibarını yok eden ve kendisi dışındaki her İslami STK ve cemaati temizlikçisine kadar dinlemiş bir örgüt var, daha da vahimi bu listeye istihbarat başkanı, başbakan, genelkurmay başkanı ve cumhurbaşkanın dahil olması. Bu omurgasız örgüt Müslümanların itibarını hiçe sayıp son iki yılda solcusundan, ulusalcısına, İrancısından, kemalistine kadar “yeter ki Tayyip gitsin” şia-rıyla kimle ne zaman ne kadar işbirliği halinde olduğunu dahi hatırlamayacak kadar omurga-sız bir hale gelmiştir. Hem düşünsenize eğer 17- 25 Aralık başarılı olmuş olsaydı, bugün ül-kede İran konsolosluğunun ajanı olarak çalışan malum şahıslarla aynı örgütün üyesi olmaktan yargılanacaktık. Şimdi bu örgütün yaptığı her faaliyeti fonlayan ve legal işleyen bir serma-yesi var ve bu sermayenin legal yollarla bitiril-mesinden yani sinek avlamak yerine bataklığı kurutmaktan daha doğal ne olabilir? Göze göz dişe diş, karşımızda ümmete ve İslam’a ihanet

etmiş böylesi bir örgüte cici çocuk muamelesi mi yapılacaktı?

-İslami STK ve dernekler olarak toplumsal hareketleri yönlendirmek ve gündem oluştur-mak için ne denli yetersiz olduğumuzu inşal-lah fark ettik. 1 kasım sonrası umulur ki İslami stk ve dernekler falanca hocayla falanca yerde piknik yapıp sohbet düzenlemek, konferans vermek ya da İslam’ın konuşmadığı alanda “kader, şefaat, hz.isa, sahur vakti vb.” teolojik mevzuları konuşma ferasetini(!) göstermek yerine herhangi bir alanda çözüm odaklı ve kolektif faaliyetler yürütürler. Türkiye’deki der-nek ve vakıflar Allah’tan çok Allahçı olup dinin konuşmadığı alanda susmayı becerebilir ve kompleks içinde İslam’ın ve kendilerinin ne ka-dar cici olduğunu izah etmek yerine mahallele-rinin problemleriyle ilgilenirlerse Davutoğlu ve Erdoğan’a asgari yardımda bulunmuş olurlar. Zira unutulmasın ki komik komik argümanlarla birbirini dışlayarak haz alan ve “dincilik” oyunu oynayan her kesim düşmandan gelecek balyo-zu başına beraber yer, tıpkı cemaatin ses ka-yıtları listesinin ifşasından sonra birbirine her gün küfreden iki cemaatin aynı ağızdan bağır-ması gibi.

-1 Kasım’dan sonra önümüzde ya verimli kullanıp ülkede iktidarı tamamen ele geçirece-ğimiz bir 4 yıl ya da enerjimizi yanlış yere yön-lendirmemizin sebebi olarak sonumuz olacak bir 4 yıl var. Bu bizim son şansımız bu yüzden 5 yıllık 10 yıllık 50 yıllık planlarımızı yeniden

1 Kasım seçim sonuçları Ak partinin ezici yüzde 49.5’luk ezici galibiyetiyle sonuç-

landı. HDP yüzde 10 barajını kıl payıyla geç-mesine rağmen oyları yüzde 13’e değin düşen MHP’den daha fazla vekil çıkarttı ve 3. Parti oldu. Amerika, İran ,Mısır ve Kuzey Irak’ta bir dizi devam edecek olan seçimlerin bölge için en kritik olanı atlatmış bulunuyoruz.

-Bize ders olsun ki, idealimizin yüceliği içinde bulunduğumuz realiteyi gölgelemesin. Eğer halka hak, adalet ve özgürlüğün yanın-da boğazlarını ve ceplerini ilgilendirecek im-kanlar sunmazsak davamız “Tayyip Erdoğan Fan Club” olarak romantik İslamcılığın elinde kalır. Bu yüzden denilebilir ki, atacağımız her adımda sıradan insanların sıradan menfaat ve

kaygılarını göz önünde bulundurmalıyız. Zira hatırlanırsa Kuran’ın müminlere vaadi bile en başta ve en son da aynı değildir, şatafatlı cen-net tasvirinin insan bünyesindeki reel karşılığı ancak Tevbe 72’de ideal olan Allah’ın rızasına yöneltilmiştir, bu ise Allah’ın insan tabiatına uygun hareket etmesi ve tedriciliğin ta ken-disidir. İnsanlara şan, şeref ve haysiyet vaad ederken onların mide ve ceplerini de düşün-mek dengeyi tutturmak demektir. Mazlumla-ra kucak açıp ev sahiplik yapmak bir şeref ve onurdur fakat her akşam sofraya oturunca bu insanlar şeref ve onur yiyemez. Halkın kaygıla-rını ve korkularını doğal karşılamalı ve insan-ların zam, ikramiye vb. taleplerini hor görüp zayıflıkla suçlamamalıyız. Daha da fazlası, bu

Seçimler ve Coğrafyamızdaki

Yoğun HareketlilikDücane DEMİRTAŞ

4 • Ocak’16 Ocak’16 • 5

Karantina Karantina

Page 5: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

hatırlanmalı. Golan hareketinin ve KYB’nin İran konsolosuyla beraber hazırladıkları yasa tasarısında başkanın doğrudan halk tarafında seçilmesi yerine parlamento tarafından seçil-mesi ve Barzani’nin yetkilerinin kısıtlanması planlanmıştı. İran’ın içişleri bakanın Kandil da-ğına çıkıp bayrak dikmesi ve Ruhani’nin “İran olmasaydı Erbil işgal edilirdi” şeklinde kullan-dığı ifadeler İran’ın ne denli Kuzey Irak’la il-gili olduğunu gösteriyor. PKK PYD artık doğ-rudan Barzani’nin karşısında. Geçen günlerde Sincar’ın yeniden ele geçirilmesinden sonra PKK bölgede özerk yönetim ilan etti. Bu arada Barzani maddi sıkıntı da 3-4 aydır memurların maaşlarını veremez halde.

Erdoğan’ın seçimlerden zaferle çıkmasının ardında bölgede iki gücün etkin desteği var, bunlar Katar ve Suudi Arabistan. Hem Suud kralı hem Katar emiri doğrudan Erdoğan ile güzel bir ilişki içerisinde. 2013’ten beri Tür-kiye ekonomisinin ayakta kalmasını sağlayan güç Körfez sermayesi. Özellikle bu sene için-de dar boğaza giren ekonominin imdadına kral Selman’ın Alman ve İngiliz borsalarından çektiği milyarlarca dolarla yetiştiği ve Ak par-tinin seçim vaatlerinin maliyetleri içinde gözü-nü kırpmadan yardım edeceği aşikar. Türkiye Katar’da 3500 kişilik askeri üs kurduğunu ve Kuveyt’tekine benzer bir emir darbesiyle yüz-leşmedikçe politikasının dümenini Erdoğan ile beraber kırdığını biliyoruz. Bu ilişkinin sonu-cuyla ilgili daha ilginç birkaç noktaya temas edersek; dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip Katar’ın bu petrol ve doğal-gazı Türkiye üzerinden dünya pazarına sunma-sı için harita üzerindeki tek engel IŞID. İlginçtir Volkswagen skandalından da en çok etkilenen-lerden biri de Katar. S. Arabistan ile ilgili ilginç olansa şudur ki Ankara patlamasından sadece 20 dakika sonra DEBKA adlı bir İsrail ajansının “Suud kralı öldü” başlıklı haberini vermesidir. Petrolden elde ettiği geliri Türk bankalarına yatıran Katar ya da Suud liderlerine acaba bir emir darbesi yapılabilir mi? Ya da buna gerek kalmadan onlar kendileri delirir, hastalanır ya da ölürler mi o bilinmez.

Suriye ise Rus müdahalesiyle daha çok için-den çıkılamaz bir noktada. Muhaliflerin özel-likle doğrudan Türkiye ile ilişkili muhaliflerin Lazkiye’yi ele geçirmelerine çok az kalmıştı. Rusya savaş uçaklarını kitleyerek ve sınır ihlali yaparak güvenli bölge gibi bir şeyi asla tanı-mayacağını ispat etmiş durumda. Yaptığı hava saldırılarının neredeyse tamamı muhalifleri hedef almakta. Suriye masasında öyle görü-lüyor ki çözümün tek yolu olan İran-Türkiye işbirliği mezhepçi, katil ve rus-çin emperya-lizminin bölgedeki karakolu olan İran yöneti-mi sebebiyle tıkanmış vaziyette. Erdoğan için zor olansa sanrım masaya bir uluslararası taşeron(PYD), iki hain(İran-Hizbullah), Rusya ve Amerika ile oturmak olacaktır. Zannım o ki Su-riye, Erdoğan’a karşı oynanabilecek her kartın merkezi olabileceğinden bundan kolay kolay vazgeçilmeyecektir. Herkes biliyor ki bugün Esad gitse şu an istihbarat cenneti olan Suriye içinde dış güdümlü iktidar mücadelesi devam edecek. Doğrudan hem ABD hem Rusya hem İran hem İsrail hem S.Arabistan hem batı hem de Türkiye’nin politik çıkarlarının çarpıştığı bir coğrafyadan bahsediyoruz. Rus uçağında dü-şürülmesinin ardından Ruslar Afrin’e tonlarca silah göndermekte dahası eğer muhaliflerin ellerindeki Azez düşerse Cerablus’ta IŞID’ın kendisine yenilemeyeciği hiçbir güç yoktur. Bu sayede Türkiyenin bölgeyle bağlantısı tama-men kopmuş olacak.

gözden geçirmeliyiz. 2023 hedefimiz bu ülke-de uluslarası sermayenin taşeronu olarak iş yürüten malum sermaye ve medya gruplarına kayyum atamak ve dibine kadar menfaatlerin-den yararlandıktan sonra dünya da iki gruplu şeytanın tiyatro grubu olan NATO’dan çıkmak olsun ki herhalde bu cumhuriyet tarihindeki ilk tam bağımsızlık girişimi olur.

-Kuşkusuz Doğan medyası, Koç ve Cemaat bu seçim sonuçlarını politika belirlemek için bekliyorlardı. Tıpkı Medine’deki Yahudiler gibi güce tapan ve güç kimin elindeyse onun eline bakan bu grupların gazetelerinin pişman ol-duk söylemleri bu şekilde değerlendirilebilir. “Tayyip Erdoğan’ı peygamberle mi kıyaslıyor-sun” deyip ardından yapılan her işi “peygam-ber öyle yapmazdı ama” diyen kesime nispet, bu güruha dair ilişkimizin Medine Yahudilerine dair ilişkiye benzetiyorum. Ne olursa olsun bu güruhla ilişkimizdeki anahtar nokta “güç” tür. Müslüman kendisine düşman olmayan ya da ortak çıkar ve hukuku çiğnemeyen herkese hangi dinden dahi olsa nasıl “biz” demek zo-rundaysa ortak çıkar ve hukuka ihanet edip ku-yusunu kazan herkese de safa yatmadan “düş-man” demesini bilmelidir.

-Önümüzde dengeleri değiştirecek birkaç seçim daha var. ABD başkanlık seçimleri, İran ve Mısır seçimleri ve Kuzey Irak başkanlık tar-tışmaları. Bunlardan her birinin sonucu doğru-dan Türkiye’nin iç ve dış politikası etkileyecek-tir.

-Amerikan seçimlerinde Cumhuriyetçi ta-rafın muhtemel adayı Amerikan ve Siyonist sermayenin doğrudan arkasında olduğu emlak milyarderi Trump( şu Trump tower’ların sahi-bi) iken Demokratların muhtemel adayı dışiş-leri bakanlığı boyunca Türkiye ile yakın ilişkide olan Clinton. Bilindiği üzere Amerikan istilala-rının neredeyse tamamı Cumhuriyetçi başkan-lar tarafından başlatıldı, Trump’ın dış politika ekseni tıpkı Bush dönenimde olduğu gibi kor-ku üzerine kurulacak bir imparatorluk ve yine korkunun meşrulaştıracağı yeni işgaller. Bu çok basittir, göçmenleri istemiyor musunuz fakat aynı zaman da ilerici çağdaş ve insancıl

mısınız? O halde hemen bir bomba patlatın ve insanlarınızın yaşayacağı korku size yapmak istediğiniz şeyin kudretini sağlayacaktır.

-İran’daki seçimlerin kıymeti bizi İran’da seçim olduğu yanılgısına kaptırmasın. Bu-rada dikkat edilecek husus; Hameney’in Ru-hani kartını çekerek reform isteyen özellikle Ahmedinecad döneminde çileden çıkartılmış kitlenin gazını nasıl alınacağıyla alakalı. Doğ-rudan yönetimle alakası olmayan ve teokratik otoriteye bulaşmayan bir dizi reform paketi ve rejim bekçilerinin birkaç kuklasıyla beraber Ahmedinecad dönemine dair birkaç yolsuzluk haberleri manşetlerden Nükleer müzakereler-den sonra düşmedi düşmeyecek. İran’da bas-tırılmış ve hiç gündeme getirilmemiş bir Kürt ve Azeri sorunu olduğu da unutulmamalı. Bu sayede Ruhani’nin Kürdistan eyaletinin merke-zi Senendec’de düzenlediği basın toplantısında neden “Biji Kürdistan” diyerek başladığı anla-şılabilir.

Mısır’da geçen başkanlık seçimi Sisi’nin %45 katılımla %90 oy almasıyla sonuçlanmış-tı. Bugünlerde yapılan seçime katılımın ise çok daha düşük olduğu söyleniyor. Mısır’da Sisi’ye karşı duracak İhvan gibi bir oluşumun olma-sı artık imkânsız kuşkusuz. Fakat parlamento seçimlerini boykot çağrısı, katılımın düşük ol-masıyla meşruiyeti olmayan bir meclis oluştu-racaktır bu ise Türkiye için Ortadoğu gibi bir bölge de her an değişen şartlar içinde kulla-nılabilecek bir koz. Kraliçe’nin Sisi’yi bırakmak için hiçbir sebebi yok belki bu neden kaos ve kargaşanın içinde olan bir ülkeye 3 yılda 128 milyar dolardan daha fazla yatırım yapıldığını açıklar ya da neden Pirelli gibi uluslararası şir-ketlerin Mısır’a darbeden sonra fabrika kurup bir gün için üç-dört yevmiye verdiklerini izah eder.

Kuşkusuz bu ortamda Türkiye için en kritik bölge Kuzey Irak. Barzani, sadece şii-ameri-kan yanlısı merkezi yönetime posta koymakla kalmadı, aynı zamanda kendi petrolünü sat-mak ve Türkiye ile özellikle ekonomik alanda iş kurmakla batıya rest çekmiş oldu. IŞID’ın rotasını neden doğrudan Kerkük’e yönelttiği

Türkmen Dağı

6 • Ocak’16 Ocak’16 • 7

Karantina Karantina

Page 6: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

rafından kuşatılmak isteniyor, bu devrimlerin ikinci adımı İran’ın bir ABD-İsrail işgaline uğ-ramasıdır’’ ve ‘’İran bölgede Filistin direnişine destek veren tek ülke ve bu devrimler İran’ın Filistin etrafında kurduğu direniş eksenini çö-kertmek amacıyla ortaya çıkarıldı’’ gibi sözleri İran’ın daha önce zaten Irak’ta var olan oto-ritesini güçlendirmesi ve Suriye ve Lübnan’da daha evvel müttefikleri yoluyla kurduğu hege-monyayı bu ülkeleri direkt kendi etkisine ala-cak bir müdahalede bulunması sonucu izledi.

Nihayetinde İran’ın bölgede yayılması ve Arap ülkelerinden ‘’Başkent’i Bağdat olan bir Pers imparatorluğunun vilayetleri’’ diye bah-setmesi bölgedeki Arap milliyetçiliği ve Sünni toplulukları rahatsız etmiştir. Buna rağmen Arap devrimlerinde İran’ın Şii motifler altında yaptığı askeri müdahalelere rağmen ciddi bir Sünnici karşı koyuştan çok bölgesel nedenlerin öne çıktığını görebiliriz.

İran’ın müdahaleleri belirttiğim gibi Arap milliyetçiliği ve Sünni mezhepçiliğini hareke-te geçirmiş ve zaten öteden beri Fars körfe-zindeki bir hakimiyet mücadelesi şeklinde var olan İran-Suudi çekişmesini tüm bölgeye fiilen yaymakla birlikte bu çekişmeyi salt bir petrol çekişmesi şeklinden çıkararak Arap-Fars ya da kısmen Sünni-Şii savaşına dönüştürmüştür.

Suriye ve Irak’ta, İran’ın tüm saldırılarına rağmen Suudi Arabistan’ın direkt müdahalesi olmamasına rağmen İran’ın, Suudi Arabistan’ın arka bahçesi olarak nitelenebilecek Yemen’de meydana gelen devrime karşı ülkedeki Şii azınlığı kullanarak bir karşı devrim/darbe gi-rişiminde bulunması Suudi Arabistan’la İran’ı tamamen karşı karşıya getirmiştir.

Yemen Devriminin Seyri

Yemen’de Suudi Arabistan tarafından des-teklenen 32 yıllık Ali Abdullah Salih yönetimine karşı ilk gösteriler, Ali Abdullah Salih’in iktidarı oğluna bırakma planından vazgeçerek erken seçime gitmesi ya da istifa etmesi talebiyle 11 Şubat 2011 günü ülkenin en büyük üçüncü şehri Taiz’de yapılan yönetim karşıtı gösteri-lerle başladı.

Ali Abdullah Salih’in iktidarı oğluna bırak-mayacağını beyan etmesine rağmen erken seçime gitmemekte ısrarlı olması devriminin Yemen’in diğer büyük şehirlerinden Aden’e sıç-ramasına ve nihayetinde 15 Şubat günü San’a da yapılan gösterilerle tüm ülkeye yayılmasına sebep oldu.

Devrimin başlangıcından sonra Yemen Ordusundan bazı subayların Ordu’dan ayrıla-rak göstericilere katılan General Ali Muhsin El Ahmar ile birlikte ordudan ayrılması ve Ali Abdullah Salih karşıtı gösterilere katılması Ye-men ordusunda bölünmelere sebep oldu ve Ordu’daki Ali Abdullah Salih’in oğlu Ahmet Ali Abdullah Salih’e bağlı olan ordunun büyük bö-lümünü oluşturan kısmı rejimin yanında dur-maya devam etti.

Salih rejiminin Taiz, San’a ve Aden’de göste-ricilere ateş açması bazı kabilelerin silahlana-rak San’a ve Taiz’de orduya karşı çatışmalara girişmesine sebep oldu.

San’a da Haşd kabilesi lideri Şeyh Sadık El Ahmar’a bağlı silahlılar rejim güçlerine karşı çatışmalara girişerek Sana’daki değişim mey-danında gösteri yapan binlerce Yemenliyi ko-rumaya çalışıyordu.

Çatışmalar giderek şiddetlenerek 4 Nisan günü Cumhurbaşkanlığı Sarayı yakınlarına taşındı ve Cumhurbaşkanlığı sarayına yapılan bombardımanda Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih ağır yaralanarak tedavi görmek üzere Riyad’a götürüldü.

Ali Abdullah Salih, Riyad’da tedavisini ta-mamladığında herkes ondan istifa etmesi-ni beklemesine rağmen o istifa etmeyerek Yemen’e geri döndü.

Dönüşünü müteakip Taiz’de ordu güçle-ri Özgürlük Meydanında Toplanan kalabalığa

Ş ubat 1979’da İran’da, Şah’ın devrilmesiyle kurulan ‘’İran İslam Cumhuriyeti’’ Ortado-

ğu’daki dengeleri kökten sarsmıştır. Devrim sonrası İran’ın, Devrimi tüm Ortadoğu’ya yay-maya çalışması bölgedeki Arap-İsrail savaşı dışında yeni bir bölgesel çekişme alanı doğur-muştur.

Devrim İslamcı mollalar tarafından yapıl-mıştı ve bu mollalar İsrail’i haritadan silmekle tehdit ediyordu. Bölge’de Araplara tek başına karşı koyan İsrail giderek daha fazla tehlike al-tına giriyordu. Ayrıca İran İslam Cumhuriyeti rejiminin Filistin’deki İslami hareketleri desteklemesi de Filistin-İsrail sa-vaşında yeni bir umut doğurmuştu.

İran İslam Devrimi’nin o l d u ğ u tarih-t e n

sonra devrime yönelik genel algı aşağı yukarı böyleydi ta ki 2010 yılı sonunda Tunus’ta ateş-lenen devrim fitilinin bütün Ortadoğu’ya yayıl-masına kadar.

İran’ın devrim karşısındaki tutumu başlan-gıçta ‘’Bu devrimler İran İslam Devrimi’nin bölgedeki yansımasıdır’’ şeklindeki bir yakla-şımla aslında İran’ın bölgeye yaymak istediği devrim için bir yol bulduğunu gösteriyordu. Fa-kat Devrim hareketinin yayılarak büyük oranda İran’ın etki alanındaki Irak-Suriye-Lübnan hat-tına taşınması İran için bu devrimleri kontrol

etmenin imkansız olduğunu ortaya koydu.Başlangıçta, Arap intifadaları için ‘’İran

devriminin bölgedeki yansımaları’’ gibi destek ifadeleri kullanan İran, devrim-lerin söz konusu hatta taşınmasının ar-

dından ‘’İran, bu devrimlerle ABD ve İsrail ta-

Yemen Krizi ve Arkaplanıİsmail ÇOKTAN

Gösteriler - Şubat 2011

8 • Ocak’16 Ocak’16 • 9

Karantina Karantina

Page 7: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

na tepki gösteren Husiler, Hadi’nin Cumhur-başkanlığını kabul etmediklerini ilan etti.

Husiler, Yemen’deki 3 yıllık devrim ve dev-rim sonrası oluşan görece rahat dönemi çok iyi değerlendirdiler ve bu süreçte İran’dan ciddi miktarda silah ve mühimmat elde ettiler.

2014 yılı yazında Yemen Ordusundaki Ali Abdullah Salih’e bağlı güçlerle anlaşma-ya varan Husiler İran’ın ciddi silah desteğiyle İmran’da başlangıçta El Kaide’ye karşı savaşa-rak Sana’ya doğru harekete geçtiler.

21 Eylül 2014 günü Sana’yı kuşatan Husi-ler kışlalarından çıkmayan Ali Abdullah Salih yandaşı askerlerin bakışları arasında ciddi bir direnişle karşılaşmadan Başkenti ele geçirdi.

Husiler hareketlerinin darbe olmadığını göstermek için yaklaşık 2 ay Devlet Başka-nı Hadi ile diyalog görüşmeleri yaptılar fakat Hadi’nin diyalog görüşmelerinden çekilerek istifa etmesi üzerine onu tutuklayarak ev hap-sine aldılar.

Hadi’nin Şubat 2015’te kaçarak Aden’e ulaşması ülkede yeni bir iç savaş için tüm şart-ları olgunlaştırmıştı. Husiler ve Salih’e bağlı güçler Hadi’nin kaçışından sonra Aden’e yürü-meye başladı, önce İbb ve Sonra Taiz’i ele geçi-ren Husiler ve Salih’e bağlı güçler nihayetinde Bab El Mendeb Boğazını da kontrol altına aldı ve Aden’i kuşattılar.

Husiler’in Aden’e yaklaşmasından sonra Devlet Başkanı Hadi, Suudi Arabistan’a kaçtı ve Suudi Arabistan’ı müdahale etmeye davet etti. Husilerin adım adım gelen darbesini izleyen Suudi Arabistan’ın bu noktada devreye girerek müdahalede bulunması oldukça ilginçtir. Bana kalırsa Suudi Arabistan ve İran arasında başa-rısız bir ittifak olduğunu gösteriyor.

Zira Ali Abdullah Salih’i Suudi Arabistan desteklerken Husileri de İran’ın desteklemesi ve bu iki gücün ortak bir darbe yapması bu du-rumu kanıtlar bir niteliktedir.

Husilerin Aden’e saldırması ve daha önce de Anayasayı feshetmesi bu ittifakı bozmuştur.

2015 yazında Aden’de başlayan çatışma-lara Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin oluşturduğu Arap koalisyonu Husiler ve Ali Ab-dullah Salih’e bağlı güçlere karşı Kararlılık Fır-tınası adını verdikleri hava bombardımanları başlatarak karşılık verdi ve 2015 sonuna kadar San’a hariç güneyden kuzeye doğru bütün şe-hirler Yemen Halk Direniş Komitaları ve Arap Koalisyon güçlerinin eline geçmiş durumda San’a ve kuzeyi ise hala Husilerin kontrolünde, iç savaştan yararlanan El Kaide ise Yemen’in güneyindeki Hadramut bölgesinin en büyük şehri Mukalla ile beraber yine güneydeki Eb-yen vilayetinin en büyük iki şehri Caar ve Zen-cebarı elinde tutuyor.

Güney Yemen Sorunu

Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasından sonra ortaya çıkan Ulus Devletlerle, Osmanlı İmparatorluğunun İslam coğrafyasında hakim olduğu yerlerde 25’i aşkın ulus devlet kurul-muştu. Yemen’de biri San’a merkezli diğeri Aden merkezli kurulan Kuzey ve Güney Yemen arasında yıllarca devam eden ayrılık 90’ların başında vuku bulan iç savaştan sonra iki tara-fın birleşmesi ve Yemen Arap Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla sona ermişti.

Halihazırda Cumhurbaşkanı olarak tanı-nan Abdu Rabbu Mansur Hadi’nin çabaları Yemen’in birleşik bir cumhuriyet olmasında önemli bir rol oynasa da Güneylilerin sorunu hiç bitmedi.

Güney Yemen’de ortaya çıkan birçok hare-ket hala Güney’in ayrılmasını talep ediyordu, özellikle bazı sol menşeli hareketler merkeze karşı silahlı mücadele sürdürsede bu çok etkili olamıyordu.

Şubat 2011’de başlayan halk ayaklanması esnasında Aden’de yapılan gösterilerde Gü-neyli göstericiler bağımsızlık talep eden döviz-ler taşıyorlardı.

gece baskını düzenleyerek meydanı dağıtmaya çalıştı fakat meydan buna direndi ve sonuçta onlarca kişi öldü yüzlerce kişi yaralandı.

Çatışmaların giderek şiddetlenmesine ve artık iç savaş havası estirilmesine içte ve dış-ta tepkiler verildi. Taiz’de özgürlük meydanına yapılan baskın sonrasındaki Cuma gün göste-riciler San’a, Aden ve Taiz gibi büyük şehirler-de Barış Cuması ve İç Savaşa Hayır adı altında gösteriler düzenledi ardından BM ve Körfez ül-kelerinin arabuluculuğuyla Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da Körfez Görüşmeleri adı al-tında görüşmeler başlatıldı ve 21 Şubat 2012 günü görüşmeler Ali Abdullah Salih’e siyasi do-kunulmazlık verilerek iktidarı yardımcısı Abdu Rabbu Mansur Hadi’ye devretmesi ve 2 yıllık geçiş sürecinden sonra Salih’in ya da oğlunun katılmayacağı bir seçime gidilmesi kararıyla sona erdi.

Bu karardan sonra Ali Abdullah Salih teda-visini tamamlamak üzere ABD’ye gitti.

Yemen’li göstericiler her ne kadar Salih’e dokunulmazlık verilmesine itiraz ettiyse de karar göstericilerin önde gelenleri tarafından kabul edilerek uygulanmaya başlandı.

Yemen’deki Husi Sorunu

Yemen nüfusunun çoğunluğunu Sünniler teşkil etse de Yemen’de önemli bir Şii/Zeydi nüfus bulunmaktadır. Zeydiler kimi raporlara göre Yemen nüfusunun %12-20 arasındaki bir bölümü oluşturuyor.

Zeydilerde 12 İmam itikadının olmaması onları diğer Şiilerden ayıran en büyük farktır.

Buna rağmen çoğu alim Zeydileri Şii mezhebi içerisinde görmektedir. Bunun nedeni ise Zey-dilerin diğer Şiilerin aksine Muhammed Bakır ( r)’a değil 5. İmam olarak yine Peygamber (a)’ın torunlarından Zeyd Bin Ali Bin Zeynelabidin’e bağlı olmaları ve İmam Zeyd’i son imam ola-rak görmeleridir.

Husiler ise Zeydi toplulukta İran’la ilişki-lere girerek Siyasal olarak öne çıkan gruptur. Husilerin merkezi Sana’nın kuzeyinde İmran beldesidir bu belde Suudi Arabistan’ın Necran vilayeti sınırına yakın bir bölgedir.

Zeydiler, Osmanlı imparatorluğu dönemin-de sık sık merkezi yönetime karşı İsyan eden bir topluluktur. İmparatorluğun yıkılmasından sonra kurulan Ulus devlet sürecinde Yemen Güney ve Kuzey Yemen olarak ikiye bölünmüş ve Kuzeyde Suudi Arabistan’a yakın Sünni yö-netim hakim olmuştu Husiler bu süreçte gide-rek siyasileşmiş ve 1979’daki İran devrimiyle beraber İran’la dirsek temasına girerek Yemen yönetimine karşı silahlı mücadeleye girişmiş-lerdir.

1993 yılında Yemen iç savaşının Güney ve Kuzey Yemen’in birleşerek tek devlet haline gelmesiyle birlikte sona ermesi Husi sorununu ülkenin en önemli sorunu haline getirmiştir.

Husiler 90’lar boyunca mücadelelerini sür-dürerek 2001 yılında 11 Eylül saldırılarından sonra El Kaide’nin Yemen’de ortaya çıkmasını bahane ederek El Kaide ve Yemen ordusuyla çatışmalara girişmeye başladılar.

2005-2010 yılları arasında Husi ve El Kaide hareketlerini bahane gösteren ABD ve Suudi Arabistan Yemen’de defalarca hava saldırıları düzenlemiştir. İran ise bu süreç boyunca Husile-re silah ve para yardımı sağlayarak Husiler üze-rinden ülkede nüfus elde etmeye çalışıyordu.

Yemen’de Ali Abdullah Salih’in istifasıyla so-nuçlanan gösterilerin yapıldığı tarihlerde Husi-ler, El Kaide’ye karşı çatışmalarını sürdürme-lerine rağmen Ali Abdullah Salih karşıtı devrim hareketine hiçbir şekilde katılmadılar Şubat 2012’de Körfez görüşmelerinin Ali Abdul-lah Salih’in yetkilerini yardımcısı Abdu Rabbu Mansur Hadi’ye devretmesiyle sonuçlanması-

Husiler

10 • Ocak’16 Ocak’16 • 11

Karantina Karantina

Page 8: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

Körfez görüşmelerinde de bağımsızlık talep etmişler fakat güney kökenli bir siyasetçi olan Abdu Rabbu Mansur Hadi’nin Cumhurbaşkanı olması ve Güneyin sorunlarını çözme vaadi ve-rilmesi Güney Yemen’lilerin Hadi’ye güvenme-sini sağlamıştı.

Güney’deki başlıca sorunlardan biri fakirlik. Güney Yemen’de Hadramut bölgesi belki de dünyanın en fakir bölgeleri arasında üst sıra-larda sayılabilir. 2013 yılında Güney Yemen’in Ebyen şehrinde açlıktan kaynaklanan ölümler meydana geliyordu.

Ayrıca Güneylilerin Yemen siyasetinde etki-li olması da sürekli engelleniyor. Abdu Rabbu Mansur Hadi’nin bir Güneyli olarak ülkenin ba-şına geçmesi bu sorunların aşılmasında ciddi bir adım olarak sayılsa da Hadi’nin ömrünün Husi darbesi yüzünden kısa olması Güney’deki umutsuzluğu artırıyor.

Bütün bu sorunların çözümü istikrarlı bir Yemen’e bağlı. Yemen’in istikrara kavuşarak Güney sorununa ciddi bir şekilde eğilmesi bu kangrenleşmiş yaranın tedavisinde önemli bir aşama olabilir ama mevcut duruma bakıldığın-da Yemen’in istikrara çok uzak olduğu açıkça görülüyor.

El Kaide (Ensar El Şeria)

El Kaide’nin Yemen kolu Ensar El Şeria ha-reketi 11 eylül 2001 saldırılarından sonra El Kaide lideri Usame Bin Laden’in yakın dostla-rından Enver El Evlaki tarafından kuruldu.

ABD’nin Irak ve Afganistan işgallerinden sonra Aden körfezi’nde ABD üslerine yöne-lik saldırılar gerçekleştirmesi üzerine ABD, Yemen’de El Kaide’ye yönelik hava saldırıla-rı başlatmıştı. Özellikle 2005 yılından sonra yoğunlaşan hava saldırılarında son olarak 30 Eylül 2011’de hareketin lideri Enver El Evlaki öldürüldü.

Buna rağmen Yemen El Kaidesi giderk gü-cünü arttırıyor. Husilerin 2014’te yaptığı dar-be sırasında Hadramut’un başkenti Mukalla’yı ele geçiren örgüt 7 Ocak 2015’te Paris’te Pey-gamber (a)’ın karikatürlerini yayınlayan Char-lie Hebdo dergisine yönelik yapılan saldırının

emrini vermekle biliniyor. Saldırıda 12 karika-türist öldürülmüş ve bu saldırı Dünya’da ciddi bir ses getirmişti.

Yemen El Kaidesi geçtiğimiz hafta da Yemen’in Güney vilayetlerinden Ebyen’in 2 bü-yük şehri Caar ve Zencebar’ı ele geçirdi.

Sonuç

Yemen’in bütün bu iç sorunlarla uğraşırken bölgesel güçler İran-Suudi Arabistan arasında-ki çekişmeye ve ABD-El Kaide çatışmasına da sahne olması ülkedeki Siyasi ve İnsani durumu çok daha fazla zorlaştırıyor.

Halkın özgürlük ve onur talepleri adı isterse Husi olsun ister Suudi Arabistan ister İran olur-sun çeşitli yerel ve bölgesel aktörlerle engelle-niyor. Yemen’deki Güney-Kuzey bölünmüşlüğü ise ülkenin içinde bulunduğu durumu daha bir çıkmaza sürüklüyor.

Şuanda Yemen’de devam eden iç savaş-ta Husiler her ne kadar geriletilmişsede hala Başkent Sana’yı ellerinde tutuyorlar bu da sa-vaşın uzamasına ve devrimin asıl hedeflerin-den daha çok uzaklaşmasına neden oluyor.

Husilerin, iran’ın Suriye’de zor durumda ol-ması ve kısıtlı miktarda yardım ulaştırmasının yanında Arap koalisyonun hava saldırıları ve Yemen Halk Direniş Komitalarının saldırıları karşısında daha fazla mukavemet gösterebile-ceğini düşünmüyorum.

Yine de Husiler bertaraf edilse bile bu Husi-lerin Yemen’deki varlıklarını buharlaştırmaya-caktır. Dış müdahalelerin ve etkilerinin devam etmesi ise Husi sorunun sürekli devam etmesi anlamına geleceğini net olarak söyleyebiliriz.

Zira Suudi Arabistan Husileri vururken İran destekliyor ve bu yapılırken özellikle İran tara-fından mezhebsel temele oturtuluyor.

Öyle sanıyorum ki Yemen’deki sorunların çözülmesi sorunlara yaklaşımların Mezhep ya da bölgesel etnisite temelli yaklaşımların aşıl-ması ve dış müdahalelerin Yemen’in toplumsal sinir uçlarına dokunmasının önüne geçilerek Yemenli-Yemenli diyaloğuyla mümkün olabilir. Tıpkı bütün bölgedeki sorunlarda olduğu gibi.

İ slam’ın tebliğiyle birlikte yükselişe geçen İs-lam fikriyatı, yaklaşık 640’lı yıllarda Asya’ya,

710’lu yıllarda ise Avrupa’ya girmeye başla-mıştır. Yine bundan kısa süre sonra Asya, Av-rupa ve Afrika kıtalarından oluşan Eski dünya, İslamiyet’in tesiri altına girmiştir. Gerçi daha ilk yıllarında Habeşistan’a ve Ortadoğu’nun çeşitli bölgelerine yayılan İslam için bunu pek sürpriz saymamak gerekir.

İslam, İsevilik gibi Filistin’de doğup Avrupa’da yeşerecek bir din olmadığını, doğ-duğu topraklara bağlı kaldığını ama buna rağ-men etkisinin tüm dünyada her renk, her ırk ve her dilden insana ulaşabileceğini göstermiştir daha ilk yıllarında. Tüm dünyaya yayılmasına rağmen yine de merkez değişmemiş ve Orta-doğu, İslam’ın merkezi olarak kalmıştır.

Ortadoğu’nun İslam’ın merkezi olması, yüz-yıllardır bölgenin sürekli yorulmasını, gündem-de olmasını aynı zamanda da aktif olmasını sağlıyor. Yüzyıllardır gündemde olan Ortadoğu 19.-21. Yy. arası daha fazla kıymete biniyor ve dünya üzerinde birilerinin dikkatini çekiyor.

Ortadoğu zor bölge tabi. Kolay zapt edi-lemez, farklı, dikkat çekici, zengin, değerli ve stratejik. Aynı zamanda merkez. Ama sadece İslamiyet’in değil, dünyanın da merkezi. Adeta bir kesişim noktası. Hangi yola çıkmak ister-sen iste, Ortadoğu’nun kapısından geçeceksin. Hangi devlet böyle bir bölgeyi elinde tutmak istemez ki? İşte bu düşünce batılı devletlerin çeşitli örgütlerle Ortadoğu’ya müdahale etme-sini; Ortadoğu’nun sürekli yorulmasını, aktif ve gündemde olmasını sağlamıştır.

Gündemde ki Ortadoğu’da her devletin farklı bir planı varken, İslam medeniyeti de kendi içinde siyasallaşmaya gitmiştir. Bu siya-

sal İslam kavramı çerçevesinde yakın tarihi-mizdeki bazı oluşumları kuruluş tarihine göre kısaca tanıyıp daha sonra ise bu oluşumların Ortadoğu açısından önemini ve İslam dünya-sındaki etkisini konuşalım.

İHVAN-I MÜSLİMİN (MÜSLÜMAN KARDEŞLER):

Kısa adıyla İhvan, Arap dünyasının en et-kili, en büyük ve ilk çağ-daş-entellektüel İslamcı teşkilatı sayılmaktadır. 1928 yılında Hasan el-Benna ve beraberindeki 6 kişi tarafından Mısır’da kurulmuş bir teşkilat.

Hasan el-Benna, Raşid Bölgesindeki Mah-mudiye ilçesinde 1906 yılında doğmuştur. Ba-bası İslami değerlere alakalı biri olduğundan onunda bir İslam Alimi olmasını istemiş, ken-disi de İslami ilimlere ilgili olmasına rağmen Hasan el-Benna, babasının bu isteğine cevap vermemiş ve başöğretmenler yetiştirme oku-luna kayıt yaptırmıştır. Henüz 13 yaşındayken İngilizlere karşı yapılan protestola-ra katılır.

Onun İslam hassasiyeti, ay-kırı gençliğiyle bütünleşmiş ve Mısır’ın yeni bir lider ihtiyacını karşılamaya yetmişti. Okulday-ken; Genç Müslümanlar Cemi-yeti, İslam Ahlakının Asaleti gibi cemiyetlerde aktif olmuş-tur.

Üniversite yıllarında Reşid Rıza, Abdülhamid Said gibi önde gelen fikir adamla-rıyla görüş alışverişinde

ORTADOĞU’DA İSLAMİ HAREKETLER(İHVAN-NAHDA-HİZBULLAH-HAMAS)

Ahmet Semih ŞENLİKOĞLU

Hasan El-Benna

12 • Ocak’16 Ocak’16 • 13

Karantina Karantina

Page 9: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

lerde bulunmuştur. Tabii bu ülkelerin bazıların-da siyasal parti haline gelmiş ve ülke üzerinde önemli bir yer edinmiştir. ABD ve İngiltere’de de faaliyetleri bulunmaktadır.

İhvanın yönetimi Türkiye’deki vakıfcılık ve dernekçilik yönetimine benzer. Bir Genel kurul vardır ve buna Şura Meclisi denir. Şura Meclisi, İhvana üye kişilerin seçtiği delegeler tarafın-dan oluşturulur ve en genel karar alma orga-nıdır. Bir de yürütme ofisi adı altında yönetim kurulu vardır.Yürütme ofisi; genel sorumlular, yönetim kurulu ve şura meclisi tarafından gö-revlendirilmiş kişilerden oluşur.

İhvan-ı Müslimin, 2010 yılında başlatılan Arap Baharında önemli görevler üstlenmiş ve diktatörlüklerin yıkılmasında büyük pay sahibi olmuştur. Mısır’da 2012’de yapılan seçimlerde, ihvanın adayı Muhammed Mursi %52’lik tari-hi oyla Mısır’ın demokratik yollarla seçilen ilk Cumhurbaşkanı olmuştur. Ancak kaderin cilve-sine bakın ki seçilmiş bir Cumhurbaşkanı olan Mursi’nin, yeni protesto gösterileriyle birlikte iktidardan el çektirilmesine göz yumuldu. İşte o süreçten sonra Mısır, yeniden diktatör bir yö-netimin kucağına itildi. Bu da acı bir tesadüftür.

Bazı ülkelerce terör örgütü ilan edilen ihvan faaliyetlerine devam ederken, Mısır Devletinin de 2013 yılında terör örgütü ilan etmesiyle ar-tık yavaşlama evresine geçmiştir.

( Norveçli tarihçi ve Ortadoğu araştırmaları profesörü Brynjar Lia’nın, Müslüman Kardeş-lerle ilgili yazmış olduğu 1928-1942 yıllarını kapsayan ‘Müslüman Kardeşlerin Doğuşu’ adlı kitabı, bu konuda daha derin bilgi sahibi olmak isteyenlerin okuyabileceği bir kitaptır. Tavsiye ederim.)

NAHDA:

Tunus’ta 1981 yılında Raşid Gannuşi ve Abdülfet-tah Muru tarafından kuru-lan Nahda, ‘ılımlı islam’ gö-rüşünü benimsemektedir. Misyonunu kısaca özetler-sek; ekonomik kaynakların adil dağılımını, çok partili demokratik hayata geçilmesini, günlük hayata dindarlığın daha fazla girmesini ve en önemlisi de bunların şiddete başvurmadan yapılmasını savunmuştur. Ancak 1989 yılında yapılan se-çimlerden sonra şiddet konusundaki tavırları-na pek riayet edememişlerdir.

Raşid Gannuşi, 1941 yılında Tunus’ta doğ-muştur. Kuzey Afrikanın en eski toplulukların-dan biri olan berberilerdendir. Eğitimini Mısır ve Suriye’de almıştır. 1970’lerde tekrar ülke-sine dönen Gannuşi, kendisini Müslüman de-mokrat olarak tanımlamıştır ve 1981 yılında İslami Eğilim Hareketinin kurucusu olmuştur.

Kuruluşta ki adı ‘İslami Eğilim Hareketi’ olan teşkilat, bugünkü adını yasal olabilmek için 1989 yılında almıştır (Nahda Hareketi). Ancak buna rağmen otoriter Zeynel Abidin Bin Ali yönetimi boyunca parti yasadışı olarak kal-mıştır.

2010 yılına gelindiğinde Nahda Hareketini Yasemin Devriminin tam ortasında göreceğiz. Bu arada biraz Yasemin Devrimini özetleyelim. Yasemin Devrimi, Tunus’un otoriter lideri Bin Ali’ye karşı başlatılan protestonun büyümesiy-le Bin Ali’nin devrilmesine yol açan hadisenin adıdır. Bu hadise, bir zaman sonra diğer ülke-leri de etkileyecek ve Ortadoğu’da Arap Baharı süreci başlayacaktır.

bulunur ve başöğretmen okulundaki aktifliğini Üniversite yıllarında da sürdürür. Mezun ol-duktan sonra ise İsmailiyye’de bir okula atanır ve öğretmen olarak çalışmaya başlar.

Hasan el-Benna’nın öğrencilik yıllarındaki aktifliği ve İslam hassasiyeti, onun bu konu-lardaki duyarlılığını artırmış ve beraberindeki altı arkadaşıyla birlikte İhvan-ı Müslimin’i kur-masına vesile olmuştur. Bu cemiyetin ilk faa-liyetleri, gençlere Kur’an’ı öğretme ve onları İslami yaşantıya teşvik etmekti. Cemiyet, kısa sürede üye kabul etmeye başlamıştı ve Hasan el-Benna, gençler dışındaki ilk davetini Süveyş Kanalında çalışan işçi ve esnaflara yapmıştı. Cemiyete giren üyelere sadakat yemini ettiri-yorlar ve yeşil bandlar takıyorlardı. Sonraları biraz daha kurumsallaşan Cemiyet, resmi bir marş benimsemişlerdir ve Kur’an’ın altında çaprazlama duran iki kılıcı sembol olarak kul-lanmaya başlamışlardır.

Müslüman Kardeşler Cemiyetinin ilk genel başkanı olarak çeşitli dergilere ve gazetelere yazı veren Hasan el-Benna, aslında bu yazıla-rında Cemiyetin izleyeceği yolun rotasını çiz-meye başlamıştı. Böylelikle İslam Medeniyeti içerisindeki çağdaş- entelektüel bir teşkilat, misyonunu ortaya koyuyordu.

Karşılığı Ümmetçilik olan Pan-İslamist ide-olojiyi benimseyen bu teşkilat, Müslüman olan herkesi kardeş kabul eder ve ırkçılığa dayanan diğer görüşleri reddeder. İhvan, 1928’de kurul-masına rağmen 1938’de siyasi nitelik kazan-maya başlamıştır. Müslüman Kardeşler Hare-keti; daha okul yıllarında babasının vefatıyla birlikte ailesinin bütün yükü sırtına binen ve bunca zorluğa rağmen pes etmeyen ve ülkenin aydınları arasında yer alan Seyyid Kutub’dan etkilenmiştir.

Seyyid Kutub, İslami usulde eğitim veren El-Ezher’de orta ve lise eğitimini bitirdikten son-ra, Kahire Üniversitesinin Darul Ulum fakülte-sine girmiştir. Mezun olduktan sonrada aynı fakültede öğretim görevlisi olarak başlamıştır.

Yöneldiği İslamcı düşünce, bir süre son-ra onun bu konuda kimileri tarafından üstad olarak anılmasına vesile olmuştur. Gerçekten de Seyyid Kutub, fikirlerinden dolayı hapsedil-dikten sonra özellikle siyasal İslam konusunda

otorite sayılmalıdır ve sayılmıştır.Seyyid Kutub’un davası Müslüman kar-

deşlerin davasıyla örtüşüyordu. Onun davası Kur’an davasıydı. Ve bu dava uğruna feda et-tikleri ise belki bugün çoğumuzun vazgeçe-meyeceği şeylerdendi. Ailesi gözlerinin önün-de zulme uğramış, yeğeni şehid edilmiş hatta bizzat kendisi hapishanede gardiyanlar tara-fından yoğun işkencelere maruz kalmıştı. Yine de hak bildiği yoldan dönmedi ve onu idama mahkum eden hakimin ‘’Eğer Cumhurbaşka-nı Cemal Abdunnasır’a karşı söylediğin sözler için özür dilersen hükmün düşecek ve affedile-ceksin’’ sözü üzerine; ‘’ Eğer idamı hak etmiş olarak hakkın emri ile ipe çekiliyorsam buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer batılın zulmüne kurban gidiyorsam batıldan merhamet dile-yecek kadar alçalamam.’’ diyerek dik duruşu-nu bozmamış ve yetişen Müslüman gençlerin zihninde bir kahraman olarak kalmıştır. Belki de bugün hala unutulmamasının sebebi idam hükmü verilirken söylediği sözlerdir, kim bilir?

1952’deki Hür Subaylar Darbesinde sonra Mısır’da ki tüm siyasi partilerle birlikte kapa-tılan ihvan, çalışmalarına ara vermemiş ve öğrenciler arasında sıkı bir teşkilatlanmaya giderek hem teşkilatını genişletmiş, hem de gençler arasındaki popülerliğini arttırmış-tır. İhvanın, şiddet yanlısı radikal kesimleri her ne kadar o dönemin diktatörü tarafından bastırılsa da, etkisi altına aldığı STK’larla bü-yük faaliyetler yapmış ve etkinlik çevresini genişletmiştir. Zamanla Ortadoğu’nun çeşitli bölgelerinde bu yapı şube halinde oluşturul-muş ve o bölgelerde siyasi bir güç olmuştur. Bahreyn’de, Suriye’de, Ürdün’de, Irak’ta, Suudi Arabistan’da, Filistin’de, Yemen’de, Umman’da hatta şia mezhepli İran’da bile çeşitli faaliyet-

Seyyid Kutub

GannuşiMuhammed Mursi

14 • Ocak’16 Ocak’16 • 15

Karantina Karantina

Page 10: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

HAMAS:

1987 yılında Mısır’daki Müslüman kardeşlerin Fi-listin kanadı olarak kurulan Hamas, ilk intifadanın baş-langıcıyla kurulmuştur.

İdeoloji konusunda Müs-lüman kardeşler tarzını benimsemiştir. Daha doğrusu Müslüman Kardeşlerin Filistin büro-su olarak faaliyet yürütmektedir diyebiliriz. Asıl amacı İsrail’in işgal ettiği Filistin bölgesini tekrar toplayıp yeniden Filistin İslam Devleti’ni kurmaktı. Teşkilat’ın siyasi kanadının yanında askeri kanadı da bulunmaktadır (El-Kassam Tugayı).

1967 yılında başlayan Arap-İsrail altı gün savaşlarından sonra İsrail’in, Fi-listin üzerinde ki baskıları artmış-tı. Ambargolar, suikastler, cami ve ev baskınları artık Filistin’de halka rahat yaşam hakkı tanımı-yordu. İsrail o dönemde de bu-gün olduğu gibi Ortadoğu’nun şı-marık çocuğu rolünü oynuyordu ve uluslararası savaş hukukunun temel kurallarını bile ihlal ediyor-du. Bu baskılar günümüzde de devam etmektedir.

İsrail baskılarına çeşitli grup-lar direnmeye çalışmıştır ancak küçük direnişler olduğu için pek faydalı olama-mışlardır. Bu sonuç Filistin’de büyük bir ayak-lanmanın yani birinci intifadanın temellerini atmıştır. 1987 yılında başlayan birinci intifada Ülke genelinde yayılmış ve binlerce Filistinlinin bilinçlenmesini sağlamıştır. İsrail tarafından az olsada, Filistin tarafından çok kayıp verilmiştir. Birinci intifadanın 1993 yılına kadar sürmesine rağmen Filistin bağımsızlığı kazanamamıştır.

Kutsal amacı kendine misyon edinen bu teşkilatı Şeyh Ahmed Yasin ve beraberindeki iki kişi kurmuştur. İşgalci İsrail’e karşı eylemler düzenlemişlerdir. Ahmed Yasin, Kahire’de oku-duğu yıllarda Müslüman Kardeşlerle tanışmış ve etkilenmiştir. Gazzeye döndüğünde öğret-menlik yapmaya başlamış aynı zamanda da camilerde vaazlar vererek halk nezdinde belli

bir konuma gelmiştir. Hızla yükselen Ahmed Yasin, 1987 yılında Hamas’ın kurmuştur.

Ahmed Yasin’in kurduğu Hamas, yeni kurul-masına rağmen birinci intifadada kendine ça-bucak yer edinmiş ve eylemleriyle İsrail’e karşı bir güç haline gelmişti. Ahmed Yasin, 2004 yı-lında İsrail’in düzenlediği suikast sonucu öldü-rülmüştür.

Hamas’la, Filistin Kurtuluş Örgütü arasın-da temel düşüncede bir sorun çıkmıştır ve bu sorun, FKÖ’yle Hamas’ın çatışmasına dahi yol açmıştır.

Temel düşüncedeki sorunu şu şekilde ta-nımlayabiliriz: FKÖ, Filistin sınırları dışında bir İsrail devletinin varlığını kabul ederken ve Filistin’in laik bir devlet yapısına sahip olması gerektiğini düşünürken; Hamas, bölgede İsrail

diye bir devletin varlığının kabul edilemeyeceğini ve Filistin’in İs-lam Devleti olması gerektiğini savunmaktadır.

2000 yılında başlayan ikinci intifada da, Hamas, İslami Cihad ve el fetih; Filistin halkıyla birlik-te İsrail’e karşı yeniden direnişe başlamış. Birçok kişinin hayatını kaybettiği bu direniş, 2005 yılın-da sona ermiştir. Hamas’ı burada da aktif halde görebiliriz.

Hamas’ın şu andaki Siya-si Büro şefi Halid Meşal’dir ve

Hamas’da yine diğer teşkilatlar gibi bazı ülke-lerce terör örgütü listesine alınmıştır.

Yukarıda tanımladığımız teşkilatlar, Orta-doğu açısından büyük önem arz etmektedir. Ortadoğu’da kurulan birçok İslamcı örgüt var-dır. Ancak bunlar, Ortadoğu’da derin iz bırak-mış ve büyük kitlelere ulaşarak teşkilatlarını genişletebilmişlerdir. Tabi hangisinin gerçek İslam konusunda ilerlediği ya da hangisinden yana tavır alınmalı konusunda herhangi bir şey söyleyemeyiz. Ama şu belirtilmeli ki Ortadoğu bölgesinde neredeyse her insan bu örgütler-den herhangi birini kendisine yakın görmüş ve ülkesinde şubesi bulunmamasına rağmen gerek protestolarla gerek yaptığı çeşitli etkin-liklerle ideolojisine uygun olan tarafı destekle-miştir.

Bin Ali’nin Nahda Hareketine karşı düzen-lediği yaptırımlar, Hareketin yasallık kazan-masına engel olmuş, bu yüzdende seçimlerde halkın huzuruna çıkılamamasını sağlamıştır. Hatta Gannuşi ülkeden sürgün edilmiş ve an-cak Yasemin Devriminin başlamasıyla ülkesine geri dönebilmiştir.

Nahda mensubu kişiler, bu protestoda bü-yük oranda rol almışlardır ve Nahda, Bin Ali’nin devrilmesinden sonra yasallık kazanmıştır. Ha-reket artık Tunus’un en büyük ve en yaygın teşkilatlı partisi haline gelmiştir. Ülkedeki laik kesimin endişelerine rağmen 2011 yılında ya-pılan Kurucu Meclis seçimlerinde, %40’lık oy oranıyla açık ara farkla birinci parti olmayı başarmıştır. 2014 yılında yapılan parlamento seçimlerinde ise %31’lik oy oranıyla ikinci par-ti olabilmiştir. 2014 seçimlerindeki sonucun, Gannuşi’nin ülke içinde karışıklık çıkmasın diye laik kesime bazı tavizler verdiğinden dolayı ya da tekrar aynı düşünceyle bir cumhurbaşkanı adayı çıkarmamasının bir sonucu olduğunu düşünebiliriz. Tabi bu kararlar tartışılabilir.

Şunu tekrar belirtelim ki Nahda Hareketi, Tunus’ta birçok insanın ufkunu genişletmiş, her ne kadar 2014 seçimlerinde ikinci parti olsa da iktidar olduğu dönemde almış olduğu kararlarla insanların sempati duyduğu bir par-ti olmuştur.

HİZBULLAH:

Hizbullah,1982 yılında İran İslam Devriminden etkilenerek kurulmuştur. Lübnan’da kurulan teşki-lat, şii İslamcılık ideolojisi-ne sahiptir ve adı Allah’ın partisi (ya da taraftar-

ları) anlamına gelmektedir. Aslında Lübnan Hizbullah’ı, 1970’lerden sonraki küçük grupla-rın 1982’de birleşmesiyle oluşmuştur. Bu yüz-den kesin bir kurucusu yoktur. Bu gruplardan en önemlisi de 1960 yılında İran’dan Lübnan’a gelen İranlı Molla Musa Sadr’ın kurduğu Emel Hareketidir. Dolayısıyla Hizbullah hareketinin kurucusu olarak Musa Sadr ismini telaffuz ede-biliriz.

İran’la aynı gö-rüşü benimsediğin-den, İran-Hizbullah arasında farklı bir bağlantı var diye-biliriz. İran’a sem-pati duyanların Ortadoğu’da oluş-turduğu bir hareket olan Hizbullah, İrancılık görüşünü benimseyen Ortadoğu’da bu kadar geniş yapılı tek teşkilattır. Hatta bu yaklaşım bazı kişiler tarafından daha da ileriye götürü-lerek ‘Hizbullah, İran’ın Ortadoğu’daki maşası-dır’ sözü bile telaffuz edildi.

Hizbullah, faaliyetlerini siyasi ve silahlı mü-cadele olarak sürdürmektedir. Kuruluşundaki asıl amaçlardan biride Güney Lübnan’daki İs-rail işgaline karşı mücadele vermektir. İran’da-ki devrimi bölgeye yaymakta amaçlarından biridir.

Lübnan iç savaşı boyunca Hizbullah, ABD ve Avrupa askerlerinin Lübnan’dan atılması ama-cıyla birçok bombalama eyleminde bulunmuş-tur. İç savaştan sonraki dönemde ise bütün silahlı mücadele gruplarının silah bırakması kararına da uymayarak silah bırakmamıştır. Bu kararından sonra Güney Lübnan’da gerilla taktiği uygulayarak İsrail’in Lübnan’dan çekil-mesinde büyük rol oynamıştır.

2006 yılında İsrail’e karşı savaş açmıştır. Daha doğrusu İsrail ablukası altında bulunan Lübnan’da, İsrail askerlerini kaçırmış ve son-raları İsrail yerleşim bölgelerine roket, füze ve havan saldırılarında bulunmuştur. 1 ay süren savaşta İsrail ateşkes önermiştir ve Lübnan üzerindeki ablukayı da kaldırmıştır.

Hizbullah, Ortadoğu’da yasal bir örgüt olarak kabul edilirken ABD, Kanada, İsrail ve Avustralya tarafından terörist ilan edilmiştir. Şu anda ki Genel Başkanı, adını 2000’lerde sık-lıkla duyduğumuz Hasan Nasrallah’tır.

Arap baharının Suriye’ye yayılmasıyla birlik-te yine İran yanlısı diktatör Esed, bölgedeki en büyük yardımlardan birini yine İran tarafından desteklenen Hizbullah’tan görmüştür. Teşkilat, Esed’in devrilmemesi için mücadele etmiş ve Suriye’de rejim askerlerini desteklemiştir.

Musa Sadr

Şeyh Ahmet Yasin

16 • Ocak’16 Ocak’16 • 17

Karantina Karantina

Page 11: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

Suriye’de Sona YaklaşırkenFurkan GENÇOĞLU

karşılık batı toplumlarında göçmen karşıtlı-ğı artıyor, ciddi sosyal patlamalar yaşanıyor. Arabistan ise yemen’de yaşanan husi darbesi ile uğraşıyor. İran’ın Yemeni işgal etme girişi-mi ile Arabistan’a Suriye’deki selefi gruplara verdiği destekten ötürü İran tarafından bedel ödetilmek isteniyor.

Diğer taraftan İran-Rusya-Çin hattında İran onlarca generalini savaşta kaybetmiş durumda. Muhalif gruplar gerek İran devrim muhafızlarına gerek Afgan şii milislere cid-di bedeller ödetiyorlar. İran hiç ummadığı bir direniş dalgasıyla karşılaştığı Suriye işgalinde çok zorlu günler geçiriyor. Esad rejiminin se-küler-laik endişeleri ve İran’ı bölgede aslında çok fazla istememesi gerçeği de giderek gün yüzüne çıkıyor. Rusya’nın aktif müdahalesi bu yüzden hem Türkiye’de baas yanlısı sol çevre-lerde hem Nusayri rejim tarafından ekstrem bir sevinçle karşılandı. Hizbullah güçlerinin Zebadani’de 6 aylık ateşkes isteyip geri çekil-mesi ile savaş Halep ve Türkiye sınırında yo-ğunlaştı. İran ve Hizbullah’ın Sünni İslam dün-yasına İsrail karşıtlığı ve 2006 İsrail-Hizbullah savaşı ile elde ettikleri prestij sıfırlandı. Sünni dünyanın İran ve Hizbullah’a mezhepçilik suçlaması yapmasına karşın muhatap klasik Siyonizm nefreti dışında bir argüman ürete-memesi, işgalini gerekçelendirememesi İslam dünyasındaki mezhepsel ayrışmayı iyice gün yüzüne çıkartıyor. Rusya ise uçak gemilerini, savaş gemilerini ve askerlerini Suriye rejimini korumak adına bölgeye yığdığından beri ilk bedellerini ödemeye başladı. Rusların hava saldırılarıyla açtığı koridorda ilerlemek iste-yen rejim güçleri çok yoğun direnişle karşıla-şıyor. Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen ve ha-len devam eden Bayırbucak Türkmen direnişi en bariz gösterge. Çin meseleye henüz aktif olarak müdahil olmuş değil fakat Rusya-İran hattının yanında saf tuttuğu herkesin malumu.

Sonuç olarak;Suriye ülke olarak tamamen harap olmuş

durumdadır. Savaş bugün bitse dahi Suriye’nin yeniden inşası ve toparlanması en az 30 se-neyi bulacaktır. Suriye ayriyeten büyük doğal kaynakların bulunduğu bir ülke de değildir. Savaş zaten doğal kaynakların kazanımı adına başlamamıştır. Suriye Devrimini başlatan Suri-ye halkıdır. Fakat devrim küresel emperyalist

güçler tarafından akamete uğratılmış ve adeta Suriye toprakları batı ve doğu emperyalizmi-nin savaş alanı olarak kullanılmaya başlanmış-tır. Bölge emperyalist devletlerin istihbarat ajanlarının cirit attığı bir meydan haline gelmiş durumdadır. Bu kadar çok istihbarat örgütü ve bu kadar çok terör örgütünün bulunduğu bir yerde istikrar ve barış beklemek çok gerçekçi bir yaklaşım olmaz. Bu örgütler istikrara değil karşı tarafa daha çok zarar verme ve daha bü-yük operasyonlar yapma gayreti içindedirler.

Son tahlilde çatışmanın bitmesi için Ulusla-rarası unsurlarının bir tarafta İran-Rusya-Su-riye bir tarafta Türkiye- Katar- Fransa- Suudi Arabistan ortada da ABD’nin bir ortak nokta-da buluşması lazım. Yoksa bir yandan Rusya ve İran rejime inanılmaz destek verirken bir yandan Suriye’de muhalifler sürekli toplumsal taban kazanırken bu işin savaşla bitmesinin imkanı yoktur. Bütün savaşlar ateşkes ve mü-zakere ile son bulur. Kimsenin kimseyi sonu-na kadar yok etme gücü yoktur. Önümüzdeki süreçte masaya oturmadan önce tüm taraflar son kozlarını oynamaya devam edecektir. Çünkü tüm tarafların en büyük amacı masaya en güçlü biçimde oturabilme iradesine sahip olmaktır. Rusya’nın hard power saldırılarının artmasının sebebi Esad rejiminin bir Nusayri kantonuna dönüşmemesi en azından bölgede Rus ve İran menfaatlerini koruyup kollayabile-cek otonom bir yapıya kavuşmasını sağlamak-tır.

S uriye halkının diktatör Beşşar Esad rejimi-nin insanlık dışı uygulamalarına isyan et-

mesi ve silahsız bir biçimde başlayan isyanına rejim tarafından katliam, tecavüz, yağma ile cevap verilmesi sonucunda silahlı bir direni-şe evrilen Suriye Halk Devrimi Mart-2016’da 5. yılına giriyor. 5 yıllık süreçte Suriye İnsan Hakları Örgütü (SNHR) verilerine göre (Ağus-tos 2015) yaklaşık 180 bini sivil 215 bin insan hayatını kaybetti. 4 milyon Suriye’li Türkiye, Lübnan, Ürdün gibi komşu ülkelere sığınmış durumda. Yaklaşık 2 milyon Suriye’li mülteciye ise ülkemiz Türkiye evsahipliği yapıyor. Yakla-şık 7.6 milyon Suriye’li ise ülke içinde yer de-ğiştirmek zorunda kaldı.

Rejim gelinen noktada ülkenin güneyine ve Lazkiye-Tartus ekseninde sahil kısmına sıkış-mış durumda. Ülke topraklarının sadece %30-40 arasını kontrol edebiliyor. Rejim güçlerinin askeri varlığının yarısından fazlası kayıplar ve firarlar ile yok oldu. Esad rejimi hapishanelerde yatan genelde yüz kızartıcı suçlar işlemiş olan “şebbiha” ismi verilen Nusayri çeteler, İran devrim muhafızları, Afgan şii milisler, Hizbul-lah militanları ve Türkiye’den bölgeye savaş-maya giden alevi sosyalist grupların desteği ile varlığını koruyabiliyor. İdlip, Dera ve Halep kırsalı ise muhaliflerin elinde. DAEŞ ise Rakka merkezli kurduğu devlet ile ülkenin doğusunu Irak sınırını kontrol ediyor. Kuzeyde ise PKK Suriye yapılanması PYD güçlerinin Amerika

öncülüğünde kurulan koalisyon desteği ile kur-dukları kantonal yapılanması mevcut. Türkiye sınırının büyük kısmınını PYD kontrol ediyor.

Uluslararası kamuoyu artık bu iç savaşa bir son vermek için epeydir görüşmelerini sür-dürüyor. Cenevre görüşmelerinden bir sonuç çıkmasa da artık mülteci krizinin ve daeş ey-lemlerinin batıyı ciddi anlamda tehdit etmesi, meselenin Ortadoğu halklarını değil batı halk-larını da mağdur etmeye başlaması batı ülke-lerini yeni hamleler yapmaya itiyor. Antalya’da toplanan G20 zirvesinde meselenin tarafı olan ülke heyetleri çözüm için karşılıklı görüşmeler yaptılar. Ve tahminlere göre yakın bir zamanda tarafların masaya oturması planlanıyor.

Taraflar ise ağır bedeller ödemeye devam ediyorlar. Amerika- Türkiye- Katar- Arabistan- Fransa hattında Türkiye mültecilere ev sahibi konumda olması, 5 yıldır ülkenin çeşitli yerle-rinde iç huzuru yok etme amaçlı terör eylem-lerinin gerçekleşmesi, ülke içi çıkan isyanlarda Esad yandaşı temsillerin öne çıkmasıyla en bü-yük bedeli ödeyen ülke olarak görünüyor. Mül-teci meselesinde 7.6 milyar liralık bir harcama ile hazinesinden kaynak aktarması Türkiye’yi ekonomik olarak zora sokmuş durumda. Gö-rünen o ki Türkiye’nin 2 milyon yeni vatandaşı olacak. Fransa ise göbeğinde patlayan bom-balarla sarsılmış durumda. Ayrıca batıya doğ-ru akan göç dalgaları AB-ABD eksenini ciddi anlamda rahatsız ediyor. Bu göç dalgalarına

18 • Ocak’16 Ocak’16 • 19

Karantina Karantina

Page 12: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

İslam’ı yeni bir dille çağın insanına anlat-ma sorumluluğumuz devam etmektedir. Mo-dernizm karşısında savunmacı ve eklektik bir dilden uzak durmamız gerekiyor. Fakat gerekli donanımdan mahrum olduğumuz için gere-ken özgüvene sahip değiliz. İslamcılık ilk çıkış evresinde (Efgani ile başlayan evre) savunma-cı ve aceleci bir tarz öngörmüştü. Ama daha sonra Kutup ve Mevdudi’nin güçlü söylemi be-raberinde bir özgüven sağladı ve bir çok coğ-rafyada İslami dönüşümlere ve kalkışmalara sebebiyet verdi. Ama Kutup ve Mevdudi söy-lemi sonrasında sistematik bir düşünce oluş-turamadı. Burdan bir sıçrama daha yakalaya-biliriz kanaatindeyim. Bilinç düzeyi yüksek, iç tutarlılığı olan tüm başlangıçlar netice itibari ile toplumların dikkatini çekebilmiştir. İslami bilgi de ideolojik safiyeti yeniden yakalama bilinciyle yeniden yorumlanmalıdır. Modern akılla hesaplaşma evresini tarihte tecrübe et-miştik ve başarabilmiştik. Bu sürecin bir ben-zerini Grek-Yunan felsefesine karşı yaşamıştık ve felsefeye bilgi/bilinç temelinde ve ontolojik olarak cevap vermiştik. Gazali’nin Nizamiye okullarında felsefeye karşı verdiği mücadele ve İbn-i Teymiyye’nin Yunan-Hint felsefelerinin etkisi altındaki tasavvuf nazariyelerine karşı verdiği mücadele bizler için esaslı birer müca-dele örneklikleridir.

Modern Batı halihazırdaki tükenmişliği ile İslam dünyasında yeni bir zemin yakalayamıyor ama düşünsel, siyasal süreçlerin de istikameti-ni belirlemeye devam ediyor. Küresel ve yerel ölçekte bir İslami bilinçlenme evresi yaşanıyor. Fakat siyasi bilinci gelişmemiş, ancak tabanda güçlü olan uzlaşmaya müsait geleneksel yapı-larla ittifaklar oluşturularak, gelişmelerin ve İslami taleplerin yönü tayin edebiliyor.

Müslüman dünyanın bir asırlık İslamcı-lık düşüncesi belirli bir birikim oluşturdu. Bu doğrudur. Ancak Müslümanların potansiyelle-rini ortaya çıkarabilecek olan şey de temelde ‘iman’dır. İman ise bilgi ve bilinçle kavileşir. İdeolojik safiyet ve düşünsel netlik konusunda yeni tanımlamalar ve tartışmalar yapmalıyız. Müslüman halkların yeniden tanımlanması noktasında Seyyid Kutup üstadın Yoldaki İşa-retler’inde bir manifesto ortaya konulmuştu. Kutup Müslüman coğrafyasındaki bütün rejim-lerin gayri İslami olduğu ifade edip Müslüman topraklarında yaşayan halkları da cahiliye top-

lumu olarak tanımlamıştı. Bu o zaman düşün-cede yeni bir şeydi. Meselenin çok daha derin-lerde olduğuna işaret ediyordu. Hakları İslami harekete kanalize etmek ve örgütsel bir güç oluşturmak yeterli değildi. Bilinç gerekti.

Halkların demokrasiyle sınandığı süreç-ler yaşıyoruz. Malumunuz seçim arefesi. İsla-mi düşünce ve karakter köklü sorgulamalar yapabilmelidir derken, köklü eleştirilerinin yönelmesi gereken bir diğer kavramın da de-mokrasi olduğunu hatırlatmalıyız. Demokrasi, “Oy verip vermeme” ölçeğinden daha derinlikli sorgulanması gereken bir kavramdır. Evet, ço-ğunluğun Hakkın karşısında bir değer ölçüsü kabul edilmesi itiraz noktasıdır. Ama ‘Halkın değil Hakkın’ iradesinin öncelenmesi, bilgi dü-zeyinde savunulabilmelidir. Demokratik-mo-dern algıdan neşet eden “eşitlik-insan hakları-ilerleme” gibi daha rafine kavramlara karşı da esaslı sorgulamalar yapabilmeliyiz.

Gelenekçi tasavvuf çevreleri siyasal süreç-lere aktif katılımı tercih etmekten çok, genel-likle siyasal kanalları çıkarları ölçüsünde kul-lanmayı tercih ederler. İslamcıların ise yöntem konusunda özgün bir yaklaşımı mevcuttur. Dünyanın en önemli stratejistleri arasında ismi sayılan ABD’li siyaset bilimci Brezezinski gibi Fuller gibi stratejistlere göre bu yaklaşım İslamcıları potansiyel tehdit konumuna getir-mektedir. Zira sadece bu grup moderniteye karşı alternatif üretebilir. Sadece bu grubun gerçek bir toplumsallaşmaya yönelik programı olabilir.

Evet, zaman içerisinde sosyolojik alt yapı şartları değişmektedir. İslami hareketin yeni bir toplum tanımına ve mücadele stratejisine olan ihtiyacı öncelenmelidir. Bendeniz de ‘da-vetin gereğini yerine getirmek’ söyleminin içi-ni doldurmaya yönelik bir başlangıç gereklidir diye düşünenlerdenim.

İslami uyanış gerçeği içinde yer alan grup-ların din-toplum-siyaset ilişkisi noktasında-ki önemli ayrışmaları görmesi gerekiyor. Ak parti’nin akibeti ile İslamcılığın akibetini öz-deşleştirmek (ki Milli Görüş çizgisi ve Ak Parti en başından beri İslamcılık gibi bir iddiasının olmadığını deklare ediyor.) sağlıklı bir çıkarım olmaz. Okuyucumuz bilir. Kaygımızın merke-zinde olan başka meseledir. Vesselam.

M odernizmin iflas ettiği, postmodernizmin derde deva olmadığı bir vasatta, İslam’ı

asrın idrakine söyletebilmek için hakikat iddi-amızı daha yüksek perdelerden ifade etmemiz gerektiğini söylüyor ve şairin sözünde ifade edildiği gibi “toparlanın gitmiyoruz!” diyoruz.

Müslümanların ‘neyi nasıl yapacaklarına ilişkin öngörüleri olan’ ilimde liyakatli liderlere olan ihtiyacı, eksikliğini bu süreçte daha fazla hissettirmektedir. Modernizme ve küresel/böl-gesel gerçeklere nüfuz edebilecek bir bilincin bölge Müslümanlarında olmadığına şahit olu-yoruz. Müslüman kitleleri yönlendiren cemaat ve gruplar, tabanlarının bilgi-bilinç düzeyini yükseltecek çalışmalar yapmaktan çok onla-rın itaatini istemeyi yeterli buluyorlar. Esaslı zihinsel dönüşümlere, hazırlıklı başlangıçlara, bilinçle atılacak adımlara ihtiyacımız var. ‘Ker-van yolda düzülür’ mantığından hareketle ker-vana katılıp, yolda dava adına amansız bir çok yanlışa imza atmayı terk etmemiz gerekiyor.

Asırların getirdiği cehaletin esiri olan mu-hafazakar halk kitleleri davete müsait bir vazi-yet arz edebilirler ama kendilerine sunulanları

sorgulayabilecek bilgi temelleri mevcut değil-dir. Cemaatler bu halk kitlelerini eğittiklerini iddia ederler ama, bu yapılar yüksek düzeyli ilmi/entelektüel herhangi bir tartışmanın ta-rafı olmaktan uzaktırlar.

Modern bir evrede yaşıyoruz ve bu evrede din geleneğin unsurlarından biri olarak telakki ediliyor. Bu yapılar modernitenin mağlup edil-mesine yönelik bir içerik üretemiyorlar.

Yeni evrede Türkiye’deki Müslümanlar siyaset-para-iktidar-mülk gibi olgularla yeni tanışmaktadırlar. Artık varlıkla imtihan söz ko-nusudur. Müslümanların büyük güçleri, ordu-ları olabilir, savaşlara katılabilirler ama nehir imtihanını geçebilen çok az insan unsuru mev-cuttur. Nehri geçenler iman sahibi olmakla bir-likte bilinç sahibi olanlardır.

İslam dünyasındaki bilgi merkezlerinin çöz-mek durumunda olduğu en esaslı sorun sahip olduğumuz bilgi ve bilinç konusundaki yeter-sizliğimizdir. Kanaatlerimizi okuyucu ile pay-laşma arzumuzun sebebi sahici bir tartışma zemini oluşturabilmektir. Elbette ki bunu sü-rekli terör ve seçim gündemiyle meşgul olan bir ülkede başarabilmek zordur.

20 • Ocak’16 Ocak’16 • 21

Karantina Karantina

Page 13: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

Kürşat Atalar ileDüşüncenin Okullaşması ve

İslam Dünyası Üzerine Konuştuk

Röportaj: Mahmut Yusuf MAHİTAPOĞLU

Genç Öncüler: Hocam öncelikle bizleri ka-bul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Düşüncenin Siyaseti, Düşüncenin Okullaşması ve Çağdaş Sembol Şahsiyetler kitaplarınızı bir bütün ola-rak ele aldığımızda, düşüncenin okullaşması nasıl bir süreçtir? Sizin çağdaş sembol şahsi-yetler olarak belirtmiş olduğunuz bu şahsiyet-ler okullaşma sürecinde nerede durmaktadır-lar?

Kürşat Atalar: Soruda da belirtmiş oldu-ğunuz gibi bunların belirli bir düşünce sistema-tiği içerisinde yeri var. Özel olarak planlanarak yazılmış kitaplar değiller ama bir düşüncenin dışa aksetmesi açısından birbirileri ile tutar-lılığı olan kitaplar. Bu noktada Düşüncenin Okullaşmasının özel bir yeri var. Düşüncenin Siyaseti, Çağdaş Müslüman Sembol Şahsiyet-ler, Keşke Bilselerdi kitapları ve Araştırma ve Kültür Vakfı’nda yapmış olduğumuz Müslüman Zihnin İnşası programları ile doğrudan veya dolaylı olarak alakalıdır. Dolayısıyla öncelikle düşüncenin okullaşmasından neyi kastediyo-rum ondan kısaca bahsedeyim. Düşüncenin okullaşması adlı kitapta aslında bizim Müslü-man camiaya yönelik bir öneri de bulunmaya çalışıyorum. Buna farklı bir öneri, farklı bir tez diyebilirsiniz, farklı bir düşünce diyebilirsiniz veya isteyenler bir fark da görmeyebilir. Bence

bir fark var. Orası önemli. Bu da çağdaş Müs-lüman düşünce olarak ifade etmeye çalıştığım Cemaleddin Afgani ile başlayan ve günümüze kadar devam eden süreç içerisinde hâlihazırda içinde bulunduğumuz çağdaş Müslüman dü-şüncenin gelişim evreleri açısından yaşamış olduğumuz bazı tıkanıklıkları aşmak için öner-miş olduğumuz, birtakım fikirleri içermektedir. Nedir bu? Kısaca sürece bakmamız lazım. Sü-reci daha iyi tanıdığımız zaman bu tıkanıkları da daha iyi anlayabiliriz. Süreç Cemaleddin Afgani ile şöyle başlıyor ki, bunu ıslah ve ihya çabası olarak nitelendirebiliriz. Müslümanlar Afgani’ye kadar bir tecrübe yaşadılar. Bunun zaferler ile dolu olan bir dönemi olduğu gibi gerileme duraklama dönemlerinin olduğunu da görüyoruz. Afgani bu gerileme döneminin sonunda gelen bu makûs tarihi değiştirmek isteyen bir düşünce veya eylem adamı olarak nitelendirebilir. Bu manada bir sembol şah-siyettir de aynı zamanda. Afgani kendisinden önce gelenlerden farklı bir yerdedir ve öze dö-nüş veya uyanış olarak ifade etmiş olduğumuz içtihat kapısın açılması ve düşüncenin yeniden inşası gibi fikirleri ısrarla savunmuştur. Afgani de tabi ki Müslümanların birliği gibi bir düşün-cede var ama o siyasi açıdan değerlendirilecek bir şey iken, düşünce açısından önceki dönem-lerden farklı bir kırılmayı sembolize eden bir

isimdir. Mesela benzer dönemde Muhammed İkbal’in en önemli kitabı kabul edilen İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden İnşası kitabının baş-lığında da aynı zihniyet görülebilir rahatlıkla. Bu dönemin bütün Müslüman münevverle-rinde aynı çabayı görebiliriz. Bu dönemi ilk dönem olarak, Seyyid Kutub, Mevdudi ve Ali Şeriati’yi öze dönüş ve uyanış açısından orta dönem ve gelişme döneminin sembol şahsi-yetleri olarak görebiliriz. Müslümanlar bu dö-nemde kaybettikleri şeyi arıyorlar. Buna ikti-dar, güç veya medeniyet de diyebiliriz. Onun da yolunun düşünce üzerine yoğunlaşmak ve düşünceyi değiştirmek olduğuna dair tespittir bütün bu çalışmalar. Bunu yapmadaki amaçla-rı da Mevdudi’nin Gelin Dünyayı Değiştirelim adlı kitabının başlığında olduğu gibi dünyayı değiştirmek. Düşünceyi değiştirmeyi çalıştı-lar ama dünya hala istenen ölçüde değişme-di. Bana göre ise bireysel anlamda değişimi sağlamayı başardık ama toplumsal anlamda değişimde başarılı olamadık. Demek ki burada bir problem var. İşte düşüncenin okullaşması bu tıkanıklığı aşmak için yapılması gerekenlere dair bir öneri içeriyor. O da şudur; O dönemde düşüncenin değişmesi ile beraber kurulan iki tane hareket var. İki tane enternasyonal diye-bileceğimiz İhvan ve Cemaat-i İslami gibi yerel ölçekte ise yüzlerce hareket ve grup var. Bun-ların bütün amacı dünyada kitlesel değişimi sağlamak. Bütün bu hareketlerin amacı dünya-yı değiştirmektir. Yoksa bunlar fikri tartışmalar olsun diye yapılmıyor. Teoride çok güçlüyüz de pratik de mi zayıfız? Yoksa başka bir şeyler mi aramamız gerekiyor? Ya da teori de güç-lü olduğumuzu sanıyorken aslında o kadar da güçlü değil miydik? Bence sorun tam olarak da burada yatıyor benim, düşüncenin okullaşma-sı kitabında da ifade etmeye çalıştığım nokta tam olarak burasıdır. Benim düşüncem, vakıf-lar ve derneklerde insanları Müslümanlaştıra-cak güce sahibiz ama aynı gücü toplum kar-şısında bulamıyoruz. Toplum bir beden gibidir ve muhatabını da kendisi gibi ister. Toplumun karşısına çıktığın zaman insanları değiştirecek güce sahip olman gerekir. Bu kemiyet üstünlü-

ğü değil keyfiyet üstünlüğüdür. Bu noktada dü-şünceyi ve dünyayı değiştiremediysek keyfiyet olarak neleri yaptığımızı ve neleri yapamadığı-mızı iyi olarak anlamamız gerekiyor. Bu nokta-da Ali Şeriati’nin ismini önemli görüyorum. Ali Şeriati, Seyyid Kutub ve Mevdudi’ye nispeten günümüze daha yakın olduğundan sorularımı-za cevap olarak Ali Şeriati’de daha fazla şey bulabiliriz. Bizler ellili yıllardan sonra küresel bir dünyada yaşamaya başladık. Toplumsal değişimleri başarabilmek için bu küresellik özelliğini göz önüne alıp ona göre hareket et-memiz gerekiyor. Düşüncenin okullaşmasında biz bunu şöyle ifade ediyoruz: Batı düşüncenin temelini ve gelişimini çok iyi bilmek toplum-sal değişme açısından büyük önem arz ediyor. Bizim keyfiyet noktasındaki zaafımızın önem-li bir kısmı da burada yatıyor. Çünkü Batı dü-şüncesi hâlihazırda bütün küreyi, özellikle de gençleri etkiliyor ve insanlar dönüşüyor. Bu sa-dece Müslüman dünyada olmuyor. Batı, Asya ve Afrika da aynı anda değişiyor. Modern dü-şünce insanları değiştirince, siyasi yapıları -ki bunlara modern uluslar diyoruz- da buna göre değişiyor. Dünyayı değiştirmek böyle bir şey-dir. Dünyayı değiştirmek için öncelikle fikri bir

22 • Ocak’16 Ocak’16 • 23

Karantina Karantina

Page 14: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

üstünlük sağlamak gerekiyor. Seyyid Kutub ve Mevdudi’de asıl muhatap Müslüman halk iken Ali Şeriati muhatap kitlesini genişletmiştir. Ali Şeriati’nin konuşmalarında batı düşüncesin-den bahsetmesinin sebebi, küresel mevzula-rı anlatırken batı düşüncesine atıf yapıyor ve İslam bence bu konuda böyle yapar demektir. Bana göre saydığım isimler içerisinde en ba-şarılı olan Ali Şeriati’dir. Şeraiti’ye göre batıyı yenmek için önce batıyı bilmek lazım. Ancak kitapta da belirttiğim gibi o da yeterli değil-dir. Bunun mütekâmilen yapılması gerekiyor. Bu şekilde hareket etmediğimiz sürece küre-sel anlamda başarı sağlayamayacağımız gibi, yerel ölçekte de başarılar sağlayamayız. Ön-celikle batının cazibesini kırmamız gerekiyor. Ekonomi, siyasi anlamdaki gelişmeler ile mü-cadele edilmez. Önemli olan düşüncede, ide-olojide devrimin gerçekleşmesidir. Bunun ise çok yoğun okumalar ve çok yoğun çalışmalar ile olabileceği aşikârdır. Burada şunu da belirt-mek isterim ki bu saydığım isimlerin hepsinin eksik yönleri vardır ve bu bir kişinin altından kalkabileceği bir yük değildir. Bir devlet bu yükü sırtlasa onun bile eksik kalacağı nokta-lar muhakkak olacaktır. Klasik dönemimizdeki Beytü’l-Hikme tarzı bir yapılanma olmadan okullaşmasının olması çok zor gözüküyor. Ama önemli olan önce amacı ve yöntemi belirle-mektir ki benim de bu kitaplardaki hedefim bu yöndedir. Gerçek başarıyı ideolojik ölçüdeki ka-zanımlarımızda aramamız gerekiyor.

Genç Öncüler: İslam coğrafyasında çatış-maların devam ettiği hepimizin malumu. Bu çatışma görüntüleri, özellikle de Avrupa’nın

içinde yapılan bazı saldırlar ile Müslümanla-rın kullanıldıkları ve imajlarının sarsıldığını, üzerlerine bazı iftiralar atıldığını da rahatlıkla söyleyebiliriz. Siz bu örgütlerin faaliyetlerini ve konumlarını nasıl görmektesiniz?

Kürşat Atalar: Taliban, İŞİD gibi örgütle-rin batı tarafından bizim aleyhimize kullanıl-dıkları açıktır. İslam’ın imajını çizmek için bu yapılanmalara destek veriliyor ve bizler de bunların da yapılarının buna müsait olduğunu görüyoruz. Batı bunu neden yapıyor? Tabii ki de İslam’ı sevmemesini hemen söyleyebiliriz. Yalnız bence bundan daha önemli ve hemen hemen hiç değinilmeyen bir nokta daha var. İs-lam Ortadoğu’da zaferler mi kazanmaya baş-ladı? İslami hareketlerin Ortadoğu dünyasında yapmış olduğu çabalar semeresini vermeye başladı. Batı’nın korkusu bu yönde oldu. Son olarak BOP projesini de bu yüzden devreye soktular. Müslümanlar önemli ölçüde ideolojik üstünlüğü ele geçirdi. Bu başarılar ile küresel anlamda başarılı olmak mümkün değil ama bu kadar başarılı ile bile liberalizm, sosyalizm ve komünizmin etkisini kırabildik. Batının bu tarz örgütleri de kullanılması da işte bu akımın önü-ne geçmektir. Bu noktada bu örgütler aracılığı ile daha korkunç sahneler yayınlanıyorsa bil ki sen daha başarılısındır. İşte medya bu yorumu yapmıyor. Medyanın İslam imajını zedeleme-ye yönelik çalışmasında ise batının, insanların Müslümanlara inanması ve onlara yönelmesi korkusu vardır. Biz bu noktada önemli başarı-lar kazandık. Düşüncenin okullaşmasında be-nim yapmaya çalıştığım ise eksik olan noktayı tamamlamaya çalışmaktır. Güncel olarak ya-şanan patlamalar ve saldırıların siyasal ortam-la ilgili olduğunu düşünüyorum.. Bu saldırılar örgüt görünümü ile batılılar tarafından da ya-pılabilir, Müslümanlar tarafından da yapılabilir. Uygun yerde batı tarafından yapılan herhangi bir patlama Müslümanları birbirine düşürebi-liyor. Bu noktada uyanış dönemlerinin slogan-larına sürekli atıf yapılması gerekiyor. İran’da, devrimde “ne Şii ne Sünni” sloganı buna örnek olarak verilebilir. Hâlihazırda bir Şii-Sünni ça-

tışmasından korkuluyor. Buna girmemek için bunların üzerine fazla gitmemek de icab ediyor. Bunlar tartışılır ama ayrılık noktala-rı haline gelmemelidir. Bakış açımız bu şe-kilde olursa o zaman bu örgütlerin ortaya çıkmasını veya büyümesini engelleyebiliriz. Batının bu gibi örgütleri kullanmasının asıl sebebi fikri düzeyde bizi mağlup edebilmek. Siyasi veya ekonomik anlamda bölgeye sü-rekli olarak sahip olunmayacağını biliyorlar. O yüzden uyanış hareketlerinin, ideolojik ge-lişmelerin varlığından rahatsızlık duyuyor. Bu örgütlerin faaliyetlerini bu ana resim içe-risinde görmek gerekiyor. Yerel ölçekte ne yaptıkları ise bu bağlamda ele alınmalıdır. Irak’ta Saddam ile beraber sünniler sistem dışında bırakılıp baskılanınca yok olma teh-likesi ile karşı karşıya kaldılar. Buna binaen Suriye’deki olaylarda ortaya çıkınca böyle bir ortamda IŞİD’in çıkması oldukça doğal olmaktadır. Ilıman ideolojiler ile değil radi-kal ideolojiler ile savaşılır. Sert bir ortamda olacak ki örgütler savaşçı toplayabilsin, şe-hitlik makamına ulaşmak istesinler. Sünniler bu örgüt üzerinden kendilerine bir çıkış yolu buldular. Amerika’nın IŞİD’i desteklediğine dair haberleri de böyle okumak gerekiyor. Ameri-ka Sünnilerin bölgede yok olmasını istemiyor. Daha sonra kurulacak olan düzende Sünnilerin de temsil edilmesi gerekiyor. Bence IŞİD gibi bir örgütün bu şekli ile devamı mümkün gö-zükmüyor. IŞİD’in üst kademisi yok olur, silahlı sünni gruplar siyasi yönetime eklenir. Suriye özelinde konuşacak olursak da “düşmanımın düşmanı dostumdur”, mantığı çok iyi bir bi-çimde işliyor. Suriye’de Türkiye’nin düşmanı IŞİD ise dostu Kürt gruplar oluyor, askerlerini eğitiyor ya da İran kendi çıkarları için Suriye rejimi ile beraber hareket ediebiliyor. Bu nok-tada bizim özellikle Müslüman gençlerin kafası ciddi anlamda karışık durumda bulunmaktadır. Türkiye neden Amerika ile birçok konuda ortak hareket ediyor? Bu konuda her devlet siyasi sahadaki geleceğine yönelik hareket ediyor. İran Suriye rejimini destekliyor çünkü Esad’ın devrilmesi ile beraber sıra kendilerini gelecek-

tir. İran’ın Rusya ile ilişkilerini de düşmanını arttırmamaya yönelik hamleler olarak göre-biliriz. Bunların doğru olmadığını tabi ki kabul ediyoruz ama bu ilişkilerin tamamı siyasi yön-dedir. Suriye’de veya Irak’ta savaşan grupların da yaptıkları faaliyetlerin kimin işe yaradığını iyi bir şekilde değerlendirmeleri gerekir. Eğer düşünce yalnızca Esad’ı göndermek ve bu da Amerika’nın işini gelecek ise o zaman kime yardım edilmiş olunuyor? Esad sonrasını iyi bir şekilde düşünmek ve tesis etmek lazım geli-yor. Sonuç olarak; düşüncenin okullaşması ve Müslüman âlemin öze dönüşünü ve uyanışını gerçekleştirmek için sürekli okumak ve düşün-mek, keyfiyet cihetinden iyi yerlere gelmemiz gerekmektedir.

Genç Öncüler: Hocam bu keyifli sohbet için teşekkür ediyoruz.

Kürşat Atalar: Ben de sizlere teşekkür ediyorum.

İslam Ortadoğu’da zaferler mi kazan-maya başladı? İslami hareketlerin Ortadoğu dünyasında yapmış olduğu çabalar semeresini vermeye başladı. Batı’nın korkusu bu yönde oldu. Son olarak BOP projesini de bu yüzden dev-reye soktular. Müslümanlar önemli öl-çüde ideolojik üstünlüğü ele geçirdi. Bu başarılar ile küresel anlamda başarı-lı olmak mümkün değil ama bu kadar başarılı ile bile liberalizm, sosyalizm ve komünizmin etkisini kırabildik. Batının bu tarz örgütleri de kullanılması da işte bu akımın önüne geçmektir. Bu noktada bu örgütler aracılığı ile daha korkunç sahneler yayınlanıyorsa bil ki sen daha başarılısındır.

24 • Ocak’16 Ocak’16 • 25

Karantina Karantina

Page 15: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

HORTLATILAN PROJEMEDENİYETLER ÇATIŞMASI

Ömer Deniz ÖVÜN

T ed ve Barbara Olson New York’un seçkin çiftlerinden biriydi. Ted Olson 11 Eylül

2001 günü işine gitmek için 06.00 da evinden ayrıldı. Barbara Olson’da ondan biraz sonra çıktı, uçağa yetişmesi gerekiyordu. Los Ange-les’teki bir medya konferansına davetliydi. Ted Olson ofisindeki televizyondan Dünya Ticaret Merkezinin(DTM) ikiz kulelerine iki uçağın çakıl-dığını dehşet içinde izlerken, eşinin telefonda olduğu haber verildi. Barbara uçağımız kaçırıl-dı haberini verdikten sonra bağlantı kesildi. Ted Olson eşiyle yaptığı konuşmadan birkaç dakika sonra televizyonda Pentagon’dan dumanlar yükseldiğini görünce gerçeği herkesten önce sezmişti. 11 Eylül 2001 New York’taki DTM ve Pentagon’a saldırı gerçekleşmişti. ABD, 1941 yılında Japonların düzenlediği Pearl Harbour baskınından beri ilk defa böyle geniş çaplı bir saldırıya uğruyordu. En büyük travması sağlık

sigortası ve ekonomik krizler olan Amerikan halkı, üçüncü dünya ülkeleri gibi bu tarz sal-dırılara alışık olmadığı için olup bitenleri bü-yük bir korku ve şaşkınlık ile izliyordu. Tabi bu saldırıyı coşku ve sevinç içinde kutlayanlarda yok değildi. Latin Amerika ve Ortadoğu ülkeleri gibi. 11 Eylül saldırısından 4 gün sonra kürsü-ye geçen G. W. Bush şöyle başlıyordu konuş-masına: “ we are so good…” (biz öyle iyiyiz ki, kim bizim kötülüğümüzü istemiş olabilir?) Bir başka deyişle; Eğer birisi iyiliğin ta kendisi(!) olan ABD’nin kötülüğünü istediyse o ancak kö-tülüğün ta kendisi olabilir. “Ya bizden yanasınız ya da bize karşısınız”. Aynı düşünce zemininde değerlendirince Bush’un “Axis of Evil” (Şeytan/kötülük ekseni) dediği Irak, İran, Kuzey Kore ya da Huntington’un Medeniyetler Çatışması tezi daha fazla anlam kazanıyor.

Harvard Üniversitesinde görev yapan Si-yasal Bilimler Profesörü S.Huntington, 1993 yılında Foreign Affairs dergisinde yayınlanan “Medeniyetlerin Çatışması” konulu makalesi-ni 1996 yılında “Medeniyetlerin Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Yapılması” adıyla kitaplaştırdı. Huntington’un bu tezi 11 Eylül saldırılarının ardından tekrar ilgi odağı haline geldi. Huntington Medeniyetler Çatışması kav-ramı ile, önümüzdeki dönemde uluslar arası it-tifakların kurulmasında medeniyetlerin belirli olacağı ve dolayısıyla olası çatışmaların farklı medeniyetler arasında gerçekleşeceğini ifade ediyor. Bunun sonucunda Huntington özellik-le tarihi, ideolojik ve dini kültürel sebeplerle birbirine düşmanlık güden medeniyetlerin çatışmasının kaçınılmaz olduğunu ileri sürer. Bu düşünceden hareketle Huntington, dün-yayı sınırları kesin olarak belirlenmiş dokuz medeniyete(Batılı, İslam, Latin Amerikalı, Çinli, Hindu, Ortodoks, Budist, Japon) ayırır. Dahası dünyanın geleceğine yön verecek olan en ge-niş coğrafyalara yayılmış iki medeniyet(Batılı ve İslam) arasında kaçınılmaz bir çatışma ola-cağını iddia eder.

Demokratik bir süreç ve bir hükümet tara-fından verilen bir emirle, bir nesille bile değil sonraki nesilleri de etkileyebilecek tahribata sahip olan atom bombalarını kullanan ABD, bu kez rotasını Afgan dağlarına ve ardından Irak’a çevirmişti. Sonrasında ise Afrika, Yemen, Libya ve Suriye gibi ülkelere… Gerçekten-de Amerika’da yakın geçmişte neo-con’ların Ortadoğu’da izlediği politikalar, Cumhuriyetçi ABD başkanı George W. Bush yönetiminin de Huntington’un tezini benimsediğini ve politi-kalarını ona göre ayarladığının bir göstergesi kabul edilebilir.

Tarihler 7 Ocak 2015 i gösterirken Fransa’nın başkenti Paris’te mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yapılan saldırıda derginin tüm yetkilileri dahil 12 kişi öldürüldü. 13 Ka-sım Cuma akşamı başkent Paris’te 6 noktada gerçekleştirilen saldırılar ise 129 kişinin ölümü ile sonuçlandı. Yemen El Kaidesi ve IŞİD’in üst-lendiği bu saldırılar, ne ilginçtir ki özellikle Batı medyasında ve Türkiye’de aceleci bir şekilde “Avrupa’nın 11 Eylül’ü” olarak nitelendirildi. Gerçekten de öyle mi? İlk olarak saldırılarda ölenlerin sayısal büyüklüğü bakımından fark-lılıklar vardır. Paris’teki saldırılarda toplamda 141 kişi ölürken, Abd’de 3000 kişinin öldüğü söylenmektedir. İkinci olarak seçilen hedefler bakımından da farklılıklar vardır. ABD’nin fi-nans kapital sisteminin sembolik merkezi olan Twin Towers binaları hedef alınırken, Paris’te ise Avrupa’nın çok duyarlı olduğu “ifade özgür-lüğünü” sembolize eden bir karikatür dergisi, sosyal hayatın merkezi konser ve stadyumlar

26 • Ocak’16 Ocak’16 • 27

Karantina Karantina

Page 16: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

hedef alınmıştır. Avrupa’nın 11 Eylül’ü benzet-mesi Fransa’nın Amerika neoconlarının kuca-ğına itilmek istendiğinin bir göstergesi. Fransa Cumhurbaşkanından Bush’un rolünü üstlen-mesi istenirken François Hollande gerçekleşen olayların hemen ardından “biz bir dinle savaş halinde değiliz’’ tarzı yumuşak ifadeleri Fransız Liderlerin bu rolü üstlenmediklerini gösteriyor. Paris olayları sonrası en çok konuşulan, yazılıp çizilen konuların başında 11 Eylül ve tekrardan Huntington’un adı ile özdeşleşmiş Medeniyet-ler Çatışması ikinci kez ilgi odağı haline geldi.

Yayınlandıktan sonra ciddi eleştirilerin yö-neltildiği ve çürütülmeye çalışıldığı(ki doğuşu itibari ile çürük) bu tez ikinci kez gündeme düşmeyi hak ediyor mu? Öncesine gitmeden 2001- 2015 dönemleri arası problemleri in-celediğimizde Medeniyetlerin Çatışmasının ne kadar çürütüldüğünü görebiliriz.

İlk olarak 24 Kasım 2012 tarihinde 5+1 ül-keleri ile İran arasında Nükleer Müzakerelerde varılan ön Anlaşma ve İran-ABD ilişkilerinin yeni bir boyut kazanması ve İran’ın ABD eli ile yeniden Uluslar arası sisteme dahil edilmesi örnek verilebilir. Peki, iki taraf neden anlaşma gereği hissetti? İki ülke arasındaki derin ide-olojik karşıtlık ve siyasal düşmanlığa rağmen tarafların bir anlaşma zemini aramaları her iki ülkenin de içinde bulundukları reel duru-mun dayatmasından ve önceki tavırlarının her iki ülkenin de amacına ulaşmasına yardımcı olmamasında kaynaklanmaktadır. Devrimin

ilk heyecanını kaybeden İran’ın en önemli so-runlarından biride ekonomik ambargoların İran ekonomisine açtığı yaralardır. Dünyanın önemli petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip olmasına rağmen bunları uluslararası piyasaya arz etmekte yaşadığı sorunlardan dolayı İran nefes alamaz konuma gelmiştir. Bu ABD’nin işine de yarayacaktır. Ambargoların kalkma-sı neticesinde İran’ın petrol ihracatına başla-masının petrol oranlarında yüzde 10 civarı bir düşüş sağlayacağı öngörülmektedir. Bu düşüş ABD’nin yıllık 80 milyar da tasarruf etmesini sağlayacağı gibi diğer ülkelere karşıda kulla-nacaktır.( Rusya’ya karşı Petrol varilinin 45, 60 Brente düşürülmesi) Derin ideoloji ve medeni-yet farkı, çatışmadan ziyade yeni ittifaklara se-bebiyet vermiştir. Huntington’un yanıldığı veya pas geçtiği bir nokta 1995’te DTM kurulması ile küreselleşmeyi bir ekonomik faaliyet olarak düşünme fikrinin oluşması.

İkinci olarak 2013 yılı Kasım ayında Ukrayna Devlet Başkanı Yanukoviç’in AB Ortaklık Anlaş-masını imzalamaması ve muhaliflerin sokakla-ra dökülmesi ile başlayan çatışmalar sonucu Yanukoviç’in ülkeyi terk etmesinin ardından bölgedeki jeopolitik dengelerin bozulmasın-dan endişelenen Rusya’nın Kırım’ı toprakları-na katması Batı’yı karşısına almaya yetecektir. Karşılıklı yaptırımlara sebebiyet veren Ukray-na Krizi Soğuk savaştan sonra uluslar arası sistemde yeni bir ideolojik- ekonomik ittifak ve çatışmalara zemin hazırlayacaktır. “İdeoloji

temelinde ittifaklar kurmak ve destek sağlaya-bilmek imkânı git gide azaldıkça hükümetler ve gruplar, sürekli artan bir şekilde ortak din ve ortak medeniyet kimliğine müracaat etmek suretiyle destek sağlamaya teşebbüs edecek-lerdir” diyen Tarihin Sonunu getiren Fukuyama ve fikirdaşı Huntington Ukrayna krizinde aciz kalmışlardır. Çünkü Ukrayna krizine bakıldığın-da temeli milli, gövdesi ekonomik sebeplerle şekillenen bir kriz olduğu görülecektir.

Son olarak da İslam Coğrafyasının tama-mında başlayan ve adına Arap Baharı adı verilen Müslüman ülkelerdeki Ulusalcı-Sos-yalist diktatörlerin kendi halkları tarafından sarsılmaları örnek verilebilir. Uluslar arası aktörlerin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki ge-lişmelere karşı geliştirdikleri politika, ittifak-larda Huntington’u fazlasıyla aciz bırakmıştır. Huntington’u aciz bırakmıştır ifadesi yanlış anlaşılmamalıdır. Huntington derken emper-yalizmin Ortadoğu politikası kastedilmektedir. Suriye ve Mısır’da meydana gelen gelişmeler incelenirse bile görülecektir ki Batı ve ABD şaşkınlık içerisindedir. Şuan Suriye krizinde gerçekleştirilen ittifaklara baktığımızda çoğu-nun ideolojik ve ekonomik ittifak ve çatışmalar olduğu görülecektir. Mini Dünya Savaşını andı-ran Suriye’deki hakikat mücadelesinin neleri değiştireceği bilinmektedir.

Mısır’da yaşanılan olaylarda üzerinde en çok konuşulan konuların başında Batı ve ABD’nin Mısır’da yapılan darbeye darbe diyememesi ol-muştur. Cemil Meriç ifadesi ile, “Şiddet(Darbe) Avrupa’nın Tanrısı. Çağdaş Avrupa’nın en in-sancı(!) filozoflarına bir göz atın, hepsi şiddete aşık. Soyumuzun alınyazısıymış bu. Kullanılan şiddet, şiddeti kökleştiriyor mu, yok mu ediyor; bizi geriye mi götürüyor ileriye mi? İşte, asıl mesele” diyorlar.

ABD’nin darbeye darbe diyememesi had-dinden fazla konuşuldu. Fakat asıl konuşulma-sı gerekenler konuşulmamıştır. 25 Ocak Mısır Devrimi ile Amerika’nın Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün yaptığı açıklamada; Amerikan dış siyasetinin yaşadığı hafıza kaybının belirtile-ri görülmekteydi. Sözcü şunları söylüyordu. “Orada bir şeyler oluyor ve biz neler olduğunu anlamaya çalışıyoruz.” Amerikan Dışişleri söz-

cüsünün sözlerini tercüme edersek, Ortadoğu projemiz iflas etmiş durumda. Medeniyetler Çatışmasındaki üç ülkenin (Türkiye-İran-Mısır) politikaları bizi şaşkına çevirmektedir. Fakat Batı ve ABD’nin yaşadığı bu hafıza kaybını iyi okuyamayan coğrafyamızın basiretsiz ulus devletleri yüzünden büyük bir fırsatı kaçırıp 25 Ocak Devrimi ve Mısırlı kardeşlerimizi emper-yalizmin pençesine bıraktık.

Evet, tekrardan konumuza dönecek olursak 11 Eylül ve Paris olayları ile hortlayan Medeni-yetler Çatışması hiçbir zaman mümkün olma-mıştır. Derin ideolojik ve medeniyet farklarına sahip ülkeler biri birleriyle ittifaklar kurmakta ve aynı kültür ve medeniyetlere sahip ülkeler birbirleriyle çatışmaktadır. Peki, 11 Eylül ve Paris saldırılarının sebebi nedir? Ayrıca ince-lenmesi gereken bu konuya değinecek olursak şunlar söylenebilir.

2002 Afganistan 2003 Irak ve 2011 Mısır ile gelen demokrasi, sözde şeriat ve krallıklar ile bunaltılmış toplum, siyasal sistemin adının emirlik, saltanat, krallık, demokrasi ve cumhu-riyet olması toplumda yeterli umut ve güven oluşturmamıştır. Batının oluşturduğu Medeni-yetler Çatışması ve Yeni Dünya Düzeni gömleği İslam Coğrafyasına dar gelmekte ve yırtılmak-tadır. Demokrasi oyununu kuralları içinde oy-namak aşırıları ılımlaştırırken, Batı, bölgedeki demokratik mücadeleleri desteklemek yerine kendi aktör ve marjinallerini yaratmaktadır. Batı ve ABD’nin çifte standartlarına rağmen İslam Dünyası büyük bir modernleşme zorlu-ğuna sahip olacak. O vakte kadar da karışıklı-ğını 11 Eylül ve Paris saldırıları gibi olaylarla Batı’nın içine dökecektir.

28 • Ocak’16 Ocak’16 • 29

Karantina Karantina

Page 17: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

M uhakkak ki, gittiğiniz her şehir izler bıra-kır ruhunuzda, yüreğinizde. Bazı şehirleri

kokusuyla, bazısını insanıyla, iklimiyle hatırlar-

sınız...

Mekke’ye gitmişseniz, adını her duyduğu-

nuzda gül kokusu gelir burnunuza. Gördüğünüz

her yeşil renk “Ah Medine’de olsam” dedirtir

size. El Halil, sessizliğin çığlığıdır kulaklarınız-

da.

Ve Kudüs!

Duvarları haykıran, sokakları konuşan şe-

hir…

Çocukları şen, gençleri cesur, anaları vakur

şehir…

“(İbadet için) sadece şu üç mescide yolcu-

luk yapılır: Mescid-i Harâm, Mescid-i Nebî ve

Mescid-i Aksâ.» hadisinde geçen üç mescitten

birinin sahibi; “ Oraya (Mescidi Aksa’ya) gidin

ve içinde namaz kılın. Kandillerinde yakılmak

üzere oraya zeytinyağı gönderin “ hadisiyle,

sevdalılarını yollara düşüren şehir.

Kudüs tarihi işgallerle, kıyamlarla, acılarla

dolu. Bu uzun soluklu ve bizi yakından ilgilendi-

ren tarihi elbet bilmek mecburiyetindeyiz. Çün-

kü, geçmişini bilmediğimiz kutsalımızın gelece-

ğini şekillendirmeye çalışmak boş bir çabadan

ibaret kalır. Ama ben bana ayrılan bu sayfada

Kudüs tarihini özetleme niyetinde değilim. Ben

yapabildiğim en iyi şeyi yapmaya çalışacağım:

‘Kudüs nasıl sevilir?’, bunu anlatmaya çalışaca-

ğım. Ben Mescid-i Aksa aşığı doğmadım; gör-

düğüm manzaralarla, duyduğum hikâyelerle

onu sevmeyi öğrendim. Aksa’ya giden yolda

yanımda oturan teyzenin, evini satın alma-

ya çalışan siyonistlere cevabıyla sahiplendim:

“Aksa’nın, buranın sahibi ben değilim, ümmet-

tir, gidin hepsinden isteyin bu evi.”

Ben mescidi Aksa’yı sevmeyi, Filistin’den

çok uzaklarda olan mazlum Moro’dan; “Önce

Mescid-i Aksa!” diyen ümmetin çocuğundan

öğrendim. “Sizden bizim için savaşmanızı is-

temiyoruz, sadece yaşadığımız zulmü dünyaya

anlatın” diyen güzel kızın onurunu kuşandım.

Müslüman gençlere bedava uyuşturucu dağı-

tan İsrail’in nefreti biledi beni. Yanından geçen

küçücük çocuğu, omzundan düşürmediği koca-

man silahıyla korkutan İsrail askerinin gözün-

de gördüm korkularını.

Kurşuna dizilerek şehit edilen gencin tebes-sümü de, askerlerin evini yıktığını duyduğunda “Elhamdülillah” diyen amcanın mutluluğu da benim.

Aslında biz yıllarca “Terörist İsrail Devleti” analizlerimizde, “Aslında fotoğraflarda gördü-ğümüz Kubbet-üs-Sahra imiş, Mescid-i Aksa değil, hepsi İsrail’in oyunları” polemiklerinde boğulmuşuz. Kudüs’e yardım için düzenlenen kermeslerde toplanan parayı; bilinçlendirme için yapılan seminerlerde katılımcı sayısını önemli sanmışız. Sosyal medya hesaplarımızı Kubbet-üs- Sahra ile süslemişiz. Ama biz sev-meyi, dertlenmeyi unutmuşuz. Şimdi acısını ciğerimizde, sevgisini yüreğimizde, mücade-lesini ruhumuzda hissetme zamanı Mescid-i Aksa’nın. Şimdi Aksa’da futbol oynayan çocuk kadar şen, içeri alınmadığı için kapısında mu-rabıt olan genç kadar cesur olma zamanı.

Şimdi Filistin’de sokak duvarlarını süsle-yen resimlere ellerini sürterek yürümenin, Zeytindağı’ndan gecenin güneşi Kubbet-üs-Sahra’yı izlemenin, Kıble Mescidi’ne sırtını yaslamanın hasretiyle Rabbe yakarma zamanı.

Allah hepimizi Mescid-i Aksa muhafızların-dan eylesin!

Rabia Savaş’a Teşekkürlerimle:Kudüs’e gitmeme vesile olan, acısını ve sev-

gisini içime işleyen Rabia Savaş ablama teşek-kür etmeden bitirmek istemedim. Heyecanlı genç bir Müslüman’ın ümmet için neler yapa-bileceğini gösterdi, ufkumu genişletti. Bana Kudüs’ü sevmeyi öğreten Rabia ablamdan Al-lah razı olsun.

DuvarlarıHaykıran ŞehirKUDÜSSenanur YAŞAROĞLU

30 • Ocak’16 Ocak’16 • 31

Karantina Karantina

Page 18: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

İslam’ın Kızları ile“İslam Davasına Nefer

Olmayı” Konuştuk.Röportaj: Yasemin ÖZENÇ KANDEMİR

T anımayanlar için ufak bir girizgah yap-mak istiyorum: İslâm’ın kızları, biri

Avusturya’nın Viyana, diğeri Yukarı Avustur-ya eyaletinden İslam davasına nefer olmuş, Allah’ın Avusturya‘da filizlenmesi için seçtiği-ni ümit ve dua eden iki genç.. İslâm’ın kızları İnternette, web sayfaları olan https://bena-talislam.wordpress.com adresinden ve ilgili facebook, instagram ve twitter hesaplarından çalışmalarını paylaşan, rayından çıkmış bütün dünyayı, İslam ile nizama koymayı kendilerine dert edin-miş ve şimdilik Avrupa’nın Avusturya ülkesinde gö-revlendirilmiş, ileride ta-yini çıkarsa gittikleri yerde de aynı çaba ve gayretler-le imar etmeye çalışacak ve İslam’a dair tohum-lar ekecek gençlerden olu-şan bir platform.

Genç Öncüler: Öncelikle teklifimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Bizler de çok teşekkür ediyoruz, umarız okuyanlar için hayırlara, güzel örnekliğe vesile olur. Girizgahta sanırım bizler hakkında bilin-mesi yeterli olacak bilgiler aktarılmış, Allah razı olsun. Sadece şunu ilave edebiliriz belki, şimdilik 3 kişilik bir ekip olarak çalışıyoruz ama bu röportajdan sonra güzel çalışmalarıyla ara-mıza davasında samimi ve gayretli kardeşle-rimiz katılır ve daha güzel çalışmalar ortaya koymak nasib olur inşallah.

Genç Öncüler: Sayfa adınız neden “benâtalislam – بنات اإلسالم”? Neden kendinizi “İslam’ın kızları” kimliği ile tanıtmayı tercih ediyorsunuz?

Bizi tanımlayabilecek bir isim aradık, bu noktada yaşantımızı özetleyen, kimliğimizi açıklayan, her şeyimizi belirlemesi açısından kendimizi “İslam’ın Kızları” olarak tanımlamak istedik . İslam’a dair her hususun üzerimizde

görünmesi, okunabilmesi ve İslam ile özdeşleşmiş olmayı niyaz ediyo-

ruz. İslam’ın kızları aslında bir çağrı, bir davet. “İslam ile

bütünleş, Mümin ol!” çağrı-sıdır. İslama göre şekil al-mayı, kendine, çevresine, eşyaya, hayata ona göre şekil vermeyi barındıran bir mesaj. Müslüman genç bayan kardeşlerimize bu noktada kimliklerini oluş-

tururken inşallah bir far-kındalık ve fikir oluşturur he-

yecanıyla, kullanmakta tereddüt etmediğimiz bir isim oldu.

Genç Öncüler: İnternet sitenizi incelediği-mizde çok çeşitli alanlarda çalışmalarınız ol-duğunu gördük.. Fıkıh, Hadis, Hayatu’s Sahabe, Kur’an, Siyer, Örnek Şahsiyetler, Aile ve Evlilik, Çocuk, Eğitim, Psikoloji vb. Elbette Müslüman-lar, kendilerine güç ve umut verecek ilimlerle kendilerini donatmalıdırlar. Ancak bu kadar farklı alanda çalışmalar yapabilmenin zamanı iyi yönetmeyi gerektirdiği de yadsınamaz bir gerçek.. Zamanı iyi yönetebilmek hususunda neler söylemek istersiniz?

Bir çok konuda ihtisas sahibi olan insanla-rın varlığı bir hakikattır, yine de her insan bir çok konuda uzmanlaşma imkanını yakalaya-maz. Genelde her müslüman için geçerli olsa da, özelde kendini davet alanında yetiştirmeyi arzulayan bir kişi her konuda asgari derecede konuşma yapabilecek düzeyde fikre sahip ol-malıdır. Bundan dolayı kendimizi her alanda bilgi sahibi kılmak için, biraz da yaratılışımız-dan gelen merak ve öğrenme arzusundan do-layı, yetiştirmekteyiz. Hal böyle iken böyle bir deryaya dalınca ister istemez ortaya her alan-dan nasibinize düşen kadar bir bilginiz oluyor.

Zamanı yönetmeye gelince; Abdulfettah Ebu Gudde merhumun “Alimlerin Gözüyle Za-manın Kıymeti” kitabını okuduktan sonra za-manı iyi yönetmeye dair bir şeyler söylemeye utanıyor insan. Büyük üzüntüyle beraber ya-naklarımız kızarsa da, onların zaman hassasi-yetini kazanmak için Rabbimize dualar ediyo-ruz.

Zamanın bereketlenmesi ile birçok iş be-cermeyi, inşaallah samimiyetle Allah’ın dini-ni dert edinmeye karşılık, Rabbimizin ihsanı diye umut ediyoruz. Bir müslümanın gününü bereketli geçirme arzusu ve gayreti olursa, Rabb’imiz çalışmalarına bereket vermekte.

Zamanı iyi yönetmek hususunda Rabbi-mizin çok ince mesajları var; zamana yemin etmesi, bir işi bitirince diğerine girişmemizi emretmesi bir namaz ayeti gibi yankı bulma-lı hayatımızda. Buna iman ederek günümüzü planlamak için çalışmaktayız.

Etkili olması bakımından ölümü sıkça an-mak, bu dünyanın amel toplamak için tek fırsat olduğunun ve ahirette her bir saniyemizin he-sabını vereceğimizin şuurunda olmak da yar-dımcı olabilir. Uyku ve yemek düzenine dikkat etmek de çok önemli! Uykumuzdan, Ümmet’in yaralarını sarmak için feda edelim. Ama bir gün az uyuduk diye ertesi gün bunun acısını çıkartmayalım inşaallah.

Genç Öncüler: Okumuş olduğunuz kitap-ların özetini çıkartıp internet sitenizdeki “Ki-taplığımız” bölümünde paylaşıyorsunuz. Kitap okumak sizler için ne ifade ediyor? Özet çıkar-tırken nasıl bir yol izliyorsunuz?

Kitaplar, Âlimler ile onlara ulaşmanın nasi-binde olmayanlar arasında bir köprüdür. Oku-duğumuz her bir kitap hocalarımızın önünde rahleye diz çökmüşçesine bizleri eğitmekte. Kitap okumak kişiye muhteşem ufuklar kazan-dırıyor. Ve her okuma bulanık hayata bakışımı-zı biraz daha keskinleştiriyor, biraz daha açıyor gözleri.

Kitap özeti çıkarmak çok keyifli ve lezzet-li bir iş. Ondan daha lezzetli olan bir şey ise zihninizdeki ve yüreğinizdekileri, heyecanınıza ortak olmasını ümit ettiğiniz kardeşleriniz-le paylaşmaktır. Kitabın özetini çıkarırken bir nevi kitabı süzüyorsunuz. Bu nedenle özet ye-rine özünü çıkarmak desek sanki daha yerinde bir tanımlama olur.

Her kitabın kendine has bir özet metodu olduğunu düşünüyoruz. Bazen giriş kısmında yüreğimizde oluşan derdimizi, özlemlerimizi, hasretimizi dile getirirken bazı kitapları kısa bir özet olarak sunuyoruz. Çoğu kitap tahlili-mizde farkettiyseniz öncelikle bir makale sizi karşılıyor, daha sonra kitabın içeriği hakkında bilgi veriliyor. Bu bize, kitabın düşündürdüğü hissettirdiği ve kattığı şeyleri gösteriyor esa-sen. Verdiğimiz mesaj aslında, okunan kitap ile bir ufuk yakaladığımız ve onun sayesinde gün-demi yorumlayabilmemize vesile olması.

İnsanlar da zaten bunu görmek istiyorlar. Bu yüzden içtenlikle kitabın bize kattığı şeyleri aktarmaya ve içeriği hakkında biraz malumat vermeye çalışıyoruz.

Genç Öncüler: Emri bil ma’ruf ve nehy-i ani’l münker (iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak) görevinizi internet üzerinden ge-rek Türkçe gerekse Almanca sayfalarınızdan ve sosyal medya hesaplarınızdan başarılı bir

32 • Ocak’16 Ocak’16 • 33

Söyleşi Söyleşi

Page 19: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

şekilde yürüttüğünüzü görüyoruz. Sizler gibi internet üzerinden tebliğ çalışmaları yapmak isteyen kardeşlerimize ne gibi tavsiyelerde bu-lunursunuz?

İnternet alemi çok garip, yorucu ve diken-lerle dolu bir ortamdır. Bunun için çok dikkatli adım atmak, her bir kararı veya paylaşımı isti-şare ederek ve üzerinde düşünerek verilmesi gerektiği hususuna dikkat edilmelidir. Şeytanın burada cirit attığını ve 24 saat online çalıştı-ğını hissedebiliyor, görebiliyorsunuz. Bunu, bilhassa Müslüman genç bayanlara neler yap-tırttığına bakınca daha net görüyorsunuz. Bu noktada sağlam bir irade ve halis bir niyet ol-mazsa olmazdır. Bizlerin bu noktada en büyük tavsiyesi, bütün vakti ve enerjiyi bu aleme har-camamak yönünde. Bizim asıl hayatımız sanal değil gerçekte yaşadığımız hayat olduğu için ve ilk görevimiz en yakınlarımızın imanlarıyla ilgilenmek olduğundan, onları emri bil mar’uf ve nehy-i ani’l münker’den mahrum etmeme-miz gerekmektedir. Sanal alem, birebir bede-nen yapılan davet ve tebliğin yerini tutamaz. Çünkü tebliğ yaparken muhatabın kalbine bir köprü kurmak ve kalpteki iman problemle-rini tamir etmek gerekiyor. Bunda da duygu aktarımı ciddi bir rol oynuyor, yani dokunma, hissetme, canlı dinleme, örnek olmak önemli faktörlerdir.

İnternet üzerinden İslam’a hizmet çalışma-ları yapanlar ise, web sayfalarının ve facebo-okun güzel bir yönü olan zamanlama siste-minden yararlanarak çalışmalarını hazır edip planlayabilir ve bu şekilde sürekli girme ihtiyacı hissetmeyip vakitlerinden tasarruf edebilirler. Bu noktada, Hamza Tzortzis’in www.suffagah.com adresindeki “Sosyal Medyayı Kullanırken Kendimize Sormamız Gereken 21 Soru” yazısı-nın okunmasını şiddetle tavsiye ediyoruz.

Genç Öncüler: Çalışmalarınızın genelde gençlere yönelik olduğunu görüyoruz. Sizce “Müslüman Genç” kimdir? “Müslüman” ve “Genç-lik” kavramları sizler için neleri çağrıştırıyor?

İleriki hayat için omurga vazifesini görecek olan fikriyatın, imanın, bakış açısının oluşması

dönemidir gençlik. Bu dönemi iyi değerlendir-meli ve İslam’a göre şekil almalı. Hiçbir izmin, ideolijinin etkisinde kalmadan İslam kalıbına oturtulmuş güçlü bir gençlik. Nasıl bir asker ülkesinin güvenliği için canını hayatını ortaya koyabiliyorsa, Müslüman bir genç de İslam’ın askeri gibi davranıp onun uğruna hayatını feda edebilmeli. Müslüman genç bu davanın sanca-ğını emanet alan ve gelecek nesillere aktar-mak üzere Allah’ın diktiği fidanlarıdır.

„O halde hazırlanın ey gençler! Ve bu-gün çaba gösterin, çünkü yarın iş yapma-ya gücünüz yetmez!” diye seslenmiştir Ha-san el-Benna. İşte bu yüzden gençler! Allah’tan başka kimseden korkmayan, İslam ile tatmin olmuş bu yüzden özenti duyguları olmayan, ahiret inşaatçıları bir gençlik süslüyor hayalle-rimizi.

Genç Öncüler: Gurbette olduğunuz için kendinizi garip hissediyor musunuz? Kavram olarak ele alırsak sizce “gariplik” ne anlama geliyor?

Türkiye’deki kardeşlerimiz gözümüzün önü-ne geliyor… Ve üzülerek şu soru canlanıyor zih-nimizde: „Gurbette olmak mıdır gariplik? Yoksa davanızı anlamayan insanların arasında olmak mı?” ‘İncindiğin yerdir gurbet’ der bir şair. Bu noktada Avusturya’da olmaktan ziyade bizi inciten ve garip hissettiren şey neresi olursa olsun, velev ki bu Türkiye de olsa, İslam’ın haki-miyetinin olmadığı bir yerde yaşıyor olmaktır. Allah’ın kanunlarının şekil vermediği bir yerde yaşamanın acısına karşı sadece tevekkül ilacı ile direnç kazanabiliyoruz. Bu tevekkül ilacı da, Allah bizi burada yaratmakla bir şey amaçlıyor olabilir düşüncesi sanırım.

Derdiniz ve davanız Allah’ın dinini yaymak ise ve en önemlisi de bu ruhlar cennete ait iken ve oraya gitmeden mutmain olmayacak iken mekan ve mesken hiç fark etmiyor.

Garipliğe gelince, Peygamber aleyhisselam Efendimiz’in pınarından yüreğimize su serpen sözleri kulağımızda yankılanıyor: “Şüphesiz İslam garip başladı, tekrar başladığı gibi garip haline dönecektir. Gariplere müjde-ler olsun.” (Müslim)

Fakat bir İslam devletinin hasreti ve umu-du ile de doluyuz. İslam devleti kendiliğinden gelmez, onun için Yesribleri Medine yapacak Mus’ab yürekli gençlere ihtiyaç var. Burası da bir Yesrib, bakarsınız Allah’ın izni ve yardımı ile Medine olur bizim ellerimizle.

Genç Öncüler: Müslümanların birbirlerini aynı cemaatten, tarikattan, mezhepten, va-kıftan olmadığı için ötekileştirdiği hatta tekfir ettiği bir zamanda yaşıyoruz. Böylesi bir fitne zamanında kardeşlik bağlarımızı tekrar tesis edebilmek için ne gibi tavsiyelerde bulunursu-nuz?

Kafirler bile tek millet olabiliyorken bizim birleşemiyor olmamız çok acı. Birleşmeliyiz, bir ümmet görüntüsü vermeliyiz. Muhammed Emin Yıldırım hocaefendinin de dediği gibi, “Ümmetin vahdeti ancak tevhid ile sağla-nabilir. İmanda vahdetin adı tevhid, sos-yal hayatta tevhidin adı vahdettir.”

Rabbimiz, yarattığı dünya için bir nizam ola-rak İslam’ı biçmişse, onun dışına çıkıldığında elbette günümüzde yaşanan olaylar, felaket-ler, bölünmeler zuhur edecektir. Bu durumun tek ilacı ilahî ve nebevî eczanede mevcuttur.

Allah’ın ipi Kur’an’a sarılmadıkça, Sünneti reh-ber edinmedikçe, bize bunları aktaran alimle-ri Peygamberlerin varisleri gibi görüp onlara tabi olmadıkça, bireysel yaşayıp cemaatten koptukça bu hal düzelmeyecektir. Tek çözüm bunları hayata hakim kılmaktan geçiyor.

Genç Öncüler: Son olarak, teklifimizi mem-nuniyetle kabul edip geri çevirmedikleri, sorula-rımızı cevapladıkları için İslam’ın Kızları’na şük-ranlarımızı sunuyoruz. Allah niyetlerini halis, amellerini salih eylesin. Hayırlarına hayır katsın. Rabbim, ayaklarını sabit kılsın ve onları iman-ihlas-amel-hamaset çizgisinden ayırmasın..

Hayır dualarınız ve teklifiniz için bizler te-şekkür ediyoruz. Allah çalışmalarınızı bu garip ümmetin dertlerine derman niteliğine sahip eylesin, birleştirici, yapıcı kılsın, Yesribleri Me-dineleştirme yolunda mihenk taşı eylesin. Al-lah razı olsun.

Not:Çalışmalarını https://benatalislam.wordpress.com adresin-den ve facebook.com/benatalislam facebook.com/benatalislam.de, twitter.com/benatalislam, instagram.com/benatalislam sosyal medya hesaplarından takip edebilirsiniz.

34 • Ocak’16 Ocak’16 • 35

Söyleşi Söyleşi

Page 20: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

CAMİLERLE DERDİM VAR (!)

Ayşe Afife KARAASLAN

D iyanet İşleri Başkanlığı camiler hafta-sında daha çok gençleri ilgilendiren bir

kamu spotu yayınlamıştı: Geç Kalma Genç Gel. İstanbul’da birçok camide bu konu ile alakalı afişler mevcuttu. Kamu spotu başarılı oldu mu olmadı mı bilmiyorum. Lakin bildiğim bir şey-ler, camilerle derdim var...

Müslüman gençler camilerimize çok uğru-yor mu, daha da önemlisi camilerimizde vakit geçiriyorlar mı? Ben de bir genç olduğuma göre soruları doğru soralım: Geçiriyor muyuz?

-Hiç sanmıyorum. Şimdi umutsuz bir pro-filim olduğunu düşünmeyin, buradan konuya girip “Ay zaten Türkiye’de kimse camiye gitmi-yor, cemaat az, gidenler de yaşlı amca ve tey-zeler” edebiyatı yapmak değil niyetim...

Derdim camiler, neden camilerimiz bizim sosyal ortamımız değil? Rabbimiz El-Cami’dir, yani istediğini istediği zaman istediği yerde toplayan. Bu ne de-mektir? Cami nasip-tir. Adımını Bismillah ile içine attığın an-dan itibaren sana ka-pılarını bir bir açar. Der ki: Kardeşim gel, gel ki Rabbinin iste-diklerinden ol!

Elhamdulillah çok güzel bir ülkede yaşıyo-ruz ezan-ı muhammediye yi günde beş vakit duyuyoruz. Peki ya o «çok önemli» işlerimizi yaparken, koştururken durup Rabbin Çağrısı’nı dinliyor muyuz? Bugün hangi ezanda müez-zinden sonra ezanı tekrar ettin? Bunu yapmak sünnet biliyoruz. Mümin bir genciz ve bu olay bizim için çok açık ve net olmalı. Ezan-ı mu-hammediye başlıyor. Oturuyor musun uğraşını bırakıp ezanı dinliyor musun? Ezanın okundu-ğu vakit bizim için bir tefekkür vaktidir. Ezan-larımız bizi yenilemeli kalbimizde zevk uyan-dırmalıdır. Bir de bulunduğunuz yerde bir kaç cami var ise deymeyin keyfinize, bir ezanın bi-tip diğerinin başlaması şükredilecek şeydir. Bu lezzeti en güzel yaşayacağınız yerlerden biri ise Üsküdar’dır:

Mihrimah Sultan ve Yeni Valide Camileri birbirine çok yakındır. Üsküdar’a adım atınca

hangisini seçeceği-me bir türlü karar veremezdim. Bir süredir Yeni Valide Camii resterasyon-da idi bundan ötürü Mihrimah Sultan uğ-rak yerimiz olmuştu lakin restorasyon

bittiğinden beri adımlarım hep Yeni Valide’ye gidiyor. Çok özlemişim anlayacağınız. Saatler-ce bahçesinde oturup çınarları seyretmek ya da gökyüzü ile dua etmek için huzur arayanla-ra alternatif. Huzur camide! Hiç gidip başka yerlerde aramamıza gerek yok. O sırada ezan da okunursa, Yeni Valide ve Mihrimah Sultan Camiilerinin karşılıklı olarak okuduğu ezanlar müstesna güzellerden…

Biz vakitlerimizi ezana göre ayarlarız. Na-maz vakti dışarıda iseniz bu harika bir şey. Adımlar doğru camiye. Camiye erken gidip “camide vakit geçirmek” işlerinizi bereketli kı-lar. İmkan dahilinde vakitlerin çoğunu camide geçirmek camiye namaz vaktinden önce gidip cami ile dinlenmek, cami cemaati ile ahbap ol-mak yanlısıyım.

Camilerimizdeki amca ve teyzeler çok geniş yürekli insanlar. Onların dualarını almak hari-kulade bir şey. Bir gün deneyin oturup sohbet edin onlarla. Siz hiç tanımadığınız birisinden duaları kaparken, karşınızdakini de dünyanın en mutlu insanı yapıyorsunuz. Çok önemli bir sınav öncesi namaz kılmak için Topkapı’daki Gazi Ahmet Paşa Camii’sine girmiştim. Ce-naze varmış. Cenaze sahibinin yakınlarından teyzeler içeride namaz kılıyorlardı. Hikayenin sonunda tahmin ettiğiniz gibi teyzelerin hayır

duasını aldım, sınavımda Allah’ın izniyle çok

güzel geçti. Şu ayrıntıyı da unutmamak lazım

bu insanlar namaz kılan gençleri çok seviyor-

lar. Ama namazımızı edeb çerçevesinde taç-

landırmak da şart.

Asırlık mirasın kubbesini, süslemesini envai

çeşit güzelliğini seyr ederken, hakiki manada

zevk alıyoruz; alışveriş merkezlerinden her-

hangi birine sığınarak değil. Her ikisinde de

gözlerim kamaşıyor. Biri beni yorarken; diğeri

dinlendiriyor, karşıma fırsatlar çıkarıyor.

Cami iyidir kardeşim, iyiliktir. Ne kadar vakit

geçirirsen, o kadar iyiliğin vücut bulmuş halini

görürsün.

Camii sabırdır kardeşim. Nasıl mı? Ne za-

mandır Eyüp’te teravih kılmadığın belli. Cami-

de insanlarla geçirdiğin dakikalar sana birçok

değeri sindire sindire öğretir.

Dışarıdasın arkadaşını bekliyorsun. Cadde-

deki cafe mi kucaklar seni yoksa ahşap oymalı

kapılar mı? Sen git; karşına çıkanlar tecrübe,

hikaye olur…

Biz mekanlarımızı camiye düşürelim, vakit-

lerimizi bereketlendirelim. Camiler bizden razı

olsun inşallah…

36 • Ocak’16 Ocak’16 • 37

Atölye Atölye

Page 21: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

Her MüslümanınGünlük Yapması Gereken

14 Salih Amel

1Namazı Camide Kılmak:Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hadisinde buyuruyor:“Kim sabah akşam camiye giderse, her bir gidişi için Allah o kimseye cennette bir köşk ha-

zırlar.” (Buhari, Ezan 37 – Müslim, Mesacid 285)Hadisten camiiye gitmenin ve cemaatle kılmanın faziletini net bir şekilde anlayabiliyoruz. Ahirette daha iyi bir konum için büyük mükafatlar kazandırdığı gibi, diğer Müslümanlar-la sosyalleşip, onlarla tanışmanıza da olanak sağlayacaktır. Müslümanlar günde beş defa cemaatle buluştuğunda mutlaka aralarında bir yakınlık oluşacak ve de böylece

toplumun yapısı güçlenecektir.

2Cenaze Namazı Kılmak:Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisinde buyuruyor:“Namaz kılınıncaya kadar cenazede hazır olan kimseye bir kırat, gömülünceye kadar hazır bulu-

nana da iki kırat sevap vardır.” “İki kırat nedir?” diye sorulunca, Hz. Peygamber (s.a.s.) “İki büyük dağ gibi” diye cevap verir, yani iki büyük dağ kadar sevap verilir. (Müslim, Cenâiz, 52).Bu hadis, cenazeye katılmanın ve cenaze namazı kılmanın önemini ve anlamını ifade ediyor. Bir kişi cenazeye katıldığında bir dağ kadar büyük bir sevap alır ama gömülünceye kadar kalırsa bunun iki katı kadar mükafatlandırılır. Mükafata ek ola-rak, cenazeye katılmak ve cenaze namazı kılmak, merhumun ailesine ve merhuma saygıyı ve de desteği gösterir. Bu yüzden, kişi çevresindeki Müslüman cenazelerine

katılmaya çaba göstermelidir.

3 Sıla-i Rahime Riayet Etmek (Akrabalık Bağlarını Sıkı Tutmak)Hadislerden birinde buyruluyor: “Her kim rızkının bol olmasını ve ece-linin gecikmesini istiyorsa akrabasını görüp gözetsin” (Buhari, Edeb)

Bu hadis akrabalarla olan ilişkiyi sıkı tutmanın kişinin rızkını bollaştırdığını söylüyor. Buna ek olarak, akrabalık bağlarının sıkı olması, aile içi sevginin

çokluğuna ve ailedeki birliğe işarettir ki bu da güçlü ve birleşmiş bir topluma dönüşme yolunda bir adımdır.

4 Allah’a (subhanehu ve te’ala) Hamd Etmek:Başka bir hadiste, Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor:Her kim, sabah ve akşam yüz kere “Subhanallahi ve bi hamdih” derse günahları denizin köpük-

leri kadar bile olsa bağışlanır.” (Buhârî, Deavat: 27; Müslim, Zikr: 17)Hadisten de anlaşıldığı gibi Allah’a (subhanehu ve te’ala) bu şekilde hamd etmek çok faziletlidir. Hamd etmek insanı hem gururdan uzak tutar hem de ona nefsine hakim olması konusunda yardımcı olur. Yani bir insan O’nu (subhanehu ve te’ala) bu şekilde sabah ve akşam hamd ederse, mükafatına artı olarak bir

de günahlara olan eğilimi azalır.

5 Kur’an Okumak:Kur’an okumayı öğrenmek ve onu günlük okumak Allah’ın (subhanehu ve te’ala) insanlara tali-matlarını daha iyi anlamanın yanında büyük bir mükafatı da vardır.

İbn-i Mes’ud ( r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.v) “Allah’ın kitabından bir harf okuyanın, okuduğu harfe karşılık sevabı vardır. Bir iyilik on katıyla değerlendirilir. Elif, Lâm, Mîm bir harftir demiyorum. Elif de harftir, lâm da harftir, mim de harftir.” buyurmaktadır. (Tirmizî).Hadiste, Kur’an’ın her bir harfini okumak, on katı mükafatlandırılır deniyor. Bu yüzden, Allah’ın kelamını daha iyi anlamanın yanında günlük okuduğumuz

Kur’an’dan büyük bir mükafatımız vardır.

6 Namazı Cemaatle Kılmak:Namaz kılmakla ilgili Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) hadisinde buyuruyor:

“Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir.”Bir Müslüman günde beş defa namaz kılmak zorundadır, ancak, eğer bu namazlar cemaatle eda ediliyorsa, her namaz için kat kat daha fazla mükafatı vardır. Bu yüzden bir Müslüman yalnız namaz kılmaktansa beraber namaz kılabileceği bir cemaat bulmalıdır.

7 Sabah ve Yatsı Namazlarını Kılmak:Bu namazlar bir bakıma bir Müslümanın gününün başlangıcı ve sonudur. Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisinde buyuruyor:

“Kim yatsı namazını cemaatle kılarsa gecenin yansını namazla geçirmiş gibi (sevap almış) olur. Kim de sabah namazını cemaatle kılarsa bütün gece namaz namaz kıl-mış gibi (sevap almış) olur” (Müslim)Hadisten kim sabah ve yatsı namazlarını cemaatle kılarsa tüm gecesini namazla geçir-miş olduğunu anlıyoruz. Bu yüzden, eğer kişi sadece bu iki namazı cemaatle kılıp arasında uyuduğunda bile bu derecede mükafatlandırılıyorsa, bunu alışkanlık haline getirmelidir.

8 Nafile Namaz Kılmak:“Ey İnsanlar! Evinizde namaz kılınız. Zira farz namaz dışındaki namazların en makbûlü, insanın evinde kıldığı namazdır.” (Buhari)

Eğer kişi Allah rızası için nafile namazı kılacaksa, bunun için en iyi mekan evidir. Nafile namazlar farz namazlara ilave olarak kılınır ve de kılan kişi mükafatlandı-rılır. Ancak, eğer bu namazlar insanların içinde kılınırsa, kibri uyandırabilir. Bu yüzden, nafile namaz kılınacaksa, evde kılınmaya çalışılmalıdır.

9 İşrak Namazı Kılmak:İşrak güneşin doğumundan sonra kılınan bir nafile namazdır. Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hususta buyuruyor:

“Bir kimse sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra (mescitte) oturup güneş doğuncaya kadar zikir ile meşgul olursa, güneş doğduktan sonra da iki rekât (İşrak) namazı kılarsa, bir tam nâfile hac ve umre sevabına nâil olur.” (Tirmizi)Bu namazı kılmak için önce cemaatle namaz kılınmalıdır, daha sonra da kalıp zikir ile meşgul olunmalıdır. Ondan sonra işrak namazı kılınır. Bu, kişinin kolayca alışabileceği bir alışkanlıktır ve günlük yapılırsa büyük mükafatlara erişir.

38 • Ocak’16 Ocak’16 • 39

Atölye Atölye

Page 22: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

Gerçeğe AtılanEn Sahici Adım; 9 Yaşının ŞiarıRukiye Feyza YILDIRIM

B u yazıya, en içten yazılmış yazılar nereden başlarsa, tam olarak oradan başlıyorum.

Hayal kurmaya başladığım andan beri -ki yaklaşık 16 yıldır aktif olarak bu işin içerisin-deyim- egodan, kibirden, riyadan ziyadesiyle uzak tuttuğum hayallerimin, içinde bulundu-ğumuz çağın şartları (?!) nedeniyle dönem-le bağdaşmadığından sebep kabule şayan görülmemesi, bana yalnızca “yazık” dedirtti. Kuru bir, yazık.

Hayal, gerçeğe atılabilecek en sahici adımdır. Gerçeğin sokağına, hayalin köşe-sinden döner, kıyısından çıkar, öyle girersi-niz. Gerçeğe giden her yol, hayalden geçer. Ben böyle bildim -yanlışsa da böyle bildim- ve inandım.

İlkokul 2.sınıfta, dağlara taşlara sev-damı anlattığım şiirler yazardım. O yaşta dağı taşı sevmek, sevgilerin en hasıydı, yaşa-madıysanız bilemezsiniz.

Zira dağları taşları severek, Allah’a olan sevgimi taklidî olmanın prangalarından

kurtarıp, tahkiki olmanın eteklerinde dolaş-maya davet etmiştim -ve gözlerimiz hala zirvenin göz alıcılığındadır-.

İlkokul 3.sınıfta, çevremdeki insanlarla mü-nasebetlerimden esinlenerek kaleme aldığım, kendimce “içindekiler” indeksini, yayınevini, basım tarihini ve hatta üzerine “Cağaloğlu / İs-tanbul” yazdığım, pembe, ayıcıklı, parlak bir kabı olan hikâye defterim -daha doğru ifadey-le- kitabım oldu.

Hayaller kurardım; 9 yaşıma tahmin edemeyeceğiniz kadar mana sığdırmıştım. Gecelere kadar, o dönemler evimizde olan kuzine sobanın, yansıması tavana vuran ate-şinin ışığında, muazzam anlatım bozuklukları, imla hataları yaptığım, hatalarımı düzeltmek için de silip silip baştan yazdığım hikâyelerimi yazardım; elimde, kalemim ve kırtasiyeden pahalıya alındığına inandığım için temkinli kul-landığım tek ortalı defterim.

Dedim ya, 9 yaşıma fazlasıyla mana yükle-miştim -aslen, Yaratıcı tarafından yüklenmişti-.

10 İlim için Camiiye/İlim Meclislerine Gitmek:Bir hadiste buyruluyor:“Kim ilim öğrenmek için yola çıkarsa Allah onu cennete giden yolu

kolaylaştırır.” (Taberani)Bir Müslüman her gün camiiye gitmeyi ve orada ilim öğrenmeyi alışkanlık ha-line getirmelidir. Bu oradaki derslere katılmak ile de olabilir, oradaki kitapları okuyarak da.

12 Diğer Müminler İçin de Mağfiret Dilemek:Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) başka bir hadiste buyuruyor:“Hem kendi günahın, hem mümin erkekler ve mümin kadınlar için mağfiret dile.”

(Muhammed, 19)Hepimiz Allah’tan (subhanehu ve te’ala) kendimiz için bağışlanma diliyoruz. An-cak, İslam’da bencillik yoktur ve de bu ayet, bu mesajı mümin kadın ve erkekler için de mağfiret dilememizi söyleyerek bizlere aktarıyor. Bunun bir de mükafatı vardır ki, bu da mağfiret dilenilen her mümin kadın ve erkek için sevap yazılacak olmasıdır. (Taberani)

14 Başkalarına Yardım Etmek:İslam, insanların işlerini birbirine kolaylaştırması taraftarıdır. Müslümanlara, diğer insan-ların hayatlarını kolaylaştırmak için çalışmalarını öğütler. Müslüman olarak bizler

de diğer Müslümanlara yardım etmeyi düstur haline getirmeliyiz. Bu, günlük alışkanlığımız olmalı. Bu, birine valiz taşımasında yardım etmek veya yaşlı birine caddeyi geçmesin-de yardımcı olmak şeklinde olabilir. Bu gibi nazik ve düşünceli tavırlar müslüman-ların faydalanmasına/mükafatlandırılmasına vesiledir.

13 Zikir Çekmek:Zikir çekmek, İslam’ın yaygın nasihatlerinden biridir. Allah’ı (subhanehu ve te’ala) anmak demektir. Birçok çeşidi vardır ve her biri ayrı bir önem arz eder. Çeşidi

ne olursa olsun, kişi bunu günlük alışkanlık haline getirmelidir. Bu, hayatını kesinlikle olumlu yönde değiştirmesine yardımcı olacaktır. Bu yüzden, zikrin çeşidine bakılmak-sızın her gün çekilmelidir. Zikir, insana manevi bir arılık kazandırdığı gibi mükafatlan-

dırılmasına da vesiledir.

Sonuç Olarak;Yukarıda bahsettiğimiz salih ameller Müslümanların günlük yaşamlarına dahil edebileceği eylemlerdir. Bu şekilde, bir Müslüman manevi anlamda derecesini yükseltirken hayatını da daha güzel bir şekilde değişti-recektir.Bu makale Qurantutor.com sitesinden alınarak Genç Müslümanlar ekibi tarafından Türkçeye çevrilmiştir.

11 Ezana Cevap Vermek:Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisinde buyuruyor:“Ezanı işittiğiniz zaman, müezzinin söylediğinin mislini tekrar edin!” (Buhari)

Ezan, namaza çağrıdır. Bir Müslümanın günlük duyduğu çağrıların en mübareğidir. Bu yüz-

den, bir Müslüman bu fırsatı değerlendirmeli ve de çağrıya ardından tekrar ederek cevap vermelidir.

40 • Ocak’16 Ocak’16 • 41

Atölye Atölye

Page 23: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

Hafızamın çok kuvvetli olduğuna inanan ailem, bir gün annemin yarım ağız okuduğu “tebbet sûresi”ni ertesi gün kekelemeden oku-duğumu görünce, hafız olabileceğim konusun-da teşviklere başlamıştı. Fakat bilmiyorlardı, beni “gecelere kadar hikâyeler ve şiirler yaz-maktan, hafız olmaya nasıl vakit ayıracağım” derdine saldıklarını.

Sonra bir gün, ilkokul çapında yapılan şiir yazma yarışmasında birinci olunca, kararı-mı verdim:

Ben Rukiye Feyza, hem şair hem yazar ama önce hafız olacaktım.

Neden sonra -yıllar sonra-, geceler uzadı fa-kat ne şiir ne hikâye yazabilir olmuştum. Tasam, derdim, dünyaya tamahkârlığım artmıştı zan-nımca.

Nihayet, yıllarca kendisine “Ne olacaksın?” diye sorulduğunda, “Hafız, yazar, şair!” cevabı-nı veren Rukiye Feyza’nın kararlılığını yitiriver-dim.

Değişen neydi, bilemiyorum, artık “Her şey gelip geçicidir, Bâki olana bakan ta-rafı müstesna!» şiarında yaşamayı bilen ço-cuk büyümüş, hukuk okumaya karar vermişti. İşin kötüsü, karar verdi miydi, verirdi. Öyle bir verirdi ki, karar vermenin de hakkını verirdi. Sonra bir gün başladı hukuk fakültesine. Sonra bir gün orada da son sınıf oldu.

Şükür ki hala, uçurumları dahi manalı olan 9 yaşının olgunluğunu yaşatıyordu hayal dün-yasında, Rukiye Feyza.

Artık 21 yaşındayım, 20’li yaşların hızında-yım, nazındayım, yazındayım, sazındayım...

“Hepiniz bir gün avukat, hâkim, savcı olma

hayalleri, BMW, Mercedes hiç olmadı bir Volvo

alma hayalleri kuruyorsunuz.» İdari Yargıla-

ma Usul Hukuku hocasının bu kötü ithamıyla,

uyukladığım derste birden irkiliverdim.

Aynı ithamın kötü kokusuyla devam ediyor-

du hoca; “Hiç, bir BMW, Mercedes alma hayal-

leri kurmayanınız oldu mu? Yahut lüks bir ev,

lüks bir hayat...”

Elim istemsiz kalkıverdi.

Sonra, 9 yaşımın manalı uçurumlarından birinden yuvarlanırken buldum kendimi.

“Evet, arkadaşımızın bir BMW alma hayali

yokmuş. Nedir hayaliniz, Mercedes mi?”

Hayır, anlamında kafamı salladım.

“O zaman hiç yoktan bir Volvo?”

“Hiç, araba alma hayali kurmadım.” buz

gibi soğuk, ziyadesiyle samimiydim bunu söy-

lerken.

“Ohooo, o zaman arabayı kullanan şoförü-

nüz olacak, hı?”

“Ne araba ne de onun şoförü, hayalim ola-

maz.”

“(Alaycı bir ifadeyle) Hiç değilse, gözleri-

nizden, ileride çok başarılı ve çok kazanan bir

avukat olma isteğinizin olduğu görülebiliyor.”

“Hayatımda ne avukat ne hâkim ne de sav-

cı olma hayali kurmadım.”

“Peki ya?”

“İlimle hemhâl olma derdindeyim.”

“İlimle hemhâl olma derdindesiniz?”...

(Konuşmanın sonrasını edep’i bir yazıya koy-mak makul olsa da, edebî bir yazıya koymak ma-kul olmaz; şu kadar ki, saygısızlığa 1 kalmıştım.)

Bu konuşmadan sonra gözlerime “yazık!” ifadesi oturdu ve bakışlarımı acımaktan başka bir yöne çeviremez oldum.

Araba hayali kurmak (araba hayali kur-maktan kast edilen bir yerde zengin ve pa-halı bir hayattır), hayal kurmak eylemine başlı başına hakarettir.

Nasıl desem, araba hayali kurmak bir anlamda benim 9 yaşıma sövmektir.

Aradan 12 sene geçmemişçesine, büyüme-mişçesine yahut hiç küçük olmamışçasına, sa-atlerce aklımı -daha çok kalbimi- kurcaladı bu mevzuu. Lüks ev, lüks araba hayali kurmadı-ğım için yadırganmıştım, hocam doçentti ama beni anlayamamıştı; “doçent olmak yetmiyordu fayrap öğrenciyi anlamak için”

Öyleydi. Büyüdükçe hayalleriniz küçü-lüyordu. Hayalleriniz küçülmese, küçültü-lüyordu. Hayalleriniz küçülmese, küçül-tülüyordunuz. Hayalleriniz küçüldükçe, siz küçültüldükçe, büyüyen siz değil, he-vesiniz, hevanız, egonuz, riyanız, kibriniz, karda iziniz, hiç yoktan gece lambası ha-sebiyle gölgeniz oluyordu; ama siz olmu-yordunuz.

Kalbiniz büyümesin diyeydi tüm bu oyunlar. Bir Mercedes’ e, bir BMW’ ye, bir Volvo’ ya, lüks bir hayata, hiçbir gezegenin değerine erişeme-yeceği hayal dünyasını satıvermişti insanlar, doçentler, doçent olamayanlar, insan olama-

yanlar. Bu gerçekle, 9 yaşımdan 12 yıl kadar

az bir süre sonra yüzleşmek yıprattı, takdir

edersiniz.

Sonra Rukiye Feyza, 12 yılı ardında bırak-

mış Rukiye Feyza, o 12 yılını önüne koymaya

karar verdi; 9 yaşında, “Her şey gelip geçicidir,

Bâki olana bakan tarafı müstesna!» şiarında

yaşayan Rukiye Feyza, 21 yaşında, 9 yaşının şi-

arında yaşama kararı aldı.

Hâsılı uyukladığı dersten silkelenerek, yeni

bir yolculuğa, çıktı; avucunda 12 yılı, 21 yaşı,

aklında BMW’ler, Mercedes’ler, kalbinde ilimle

hemhâl olma aşkı, önünde 9 yaşının şiarıyla

yaşama kararı.

- Böylece uzun yollarıma ve uzun yolculu-

ğuma, belki atmosferde zerre dahi olamayan,

belki de atmosferi atmosfer kılacak bir hava

kabarcığı mahiyetinde, bir yolculuk daha ek-

lerken buldum kendimi.

Efendiler bilesiniz ki, zahirde ilme ulaş-mayı arzuladığınız tüm yolculuklarınızda attığınız her adımın yankısını kalbinizde duymuyorsanız, gittiniz yer sadece “Çin’e gitmek için gidilmiş Çin”dir; fakat zahir-de ilme ulaşmayı arzuladığınız o yolcu-luğunuzda, ayak sesleriniz kalbinizden geliyorsa, siz zahirden geçmiş, “Çin’i Çin yapmaya” gidiyorsunuz demektir. -

Çin’in de Rabbi’ne hamdolsun.

Öyleydi. Büyüdükçe hayalleriniz küçülüyordu. Hayalleriniz küçülmese, kü-

çültülüyordu. Hayalleriniz küçülmese, küçültülüyordunuz. Hayalleriniz kü-

çüldükçe, siz küçültüldükçe, büyüyen siz değil, hevesiniz, hevanız, egonuz,

riyanız, kibriniz, karda iziniz, hiç yoktan gece lambası hasebiyle gölgeniz

oluyordu; ama siz olmuyordunuz.

Efendiler bilesiniz ki, zahirde ilme ulaş-mayı arzuladığınız tüm yolculuklarınızda attığınız her adımın yankısını kalbinizde duymuyorsanız, gittiniz yer sadece “Çin’e gitmek için gidilmiş Çin”dir; fakat zahir-de ilme ulaşmayı arzuladığınız o yolcu-luğunuzda, ayak sesleriniz kalbinizden geliyorsa, siz zahirden geçmiş, “Çin’i Çin yapmaya” gidiyorsunuz demektir.

42 • Ocak’16 Ocak’16 • 43

Atölye Atölye

Page 24: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

RAND RAPORU(ÖZET)

Ç ağdaş İslam’ın kendi de-ğerleri, kimliği ve dünyada-

ki yeri üzerine içeride ve dışarı-da yapmış olduğu mücadeleyle meşgul olması ve bu sebepten dolayı kaygan ve sürekli deği-şen bir zeminde bulunması su götürmez bir gerçek. Bibirine rakip fikir ve ideolojiler ruhani ve siyasal liderlik ve baskınlık için birbirleriyle mücadele edi-yorlar. Bu çatışmaların ve fikir ayrılıklarının dünyanın geri ka-lanı için ciddi manada zararı ve ekonomik, politik, sosyal ve güvenliği ilgilen-diren etkileri var. Sonuç olarak, Batı dünyası bu mücadelenin sonuçlarını anlayabilmek ve bunları etkilemek için artan miktarda bir çaba gösteriyor.

Açıkçası, sanayileşmiş modern dünyayı temsil eden ABD ve bütün olarak uluslarara-sı toplum İslam dünyasının sistemin geri ka-lanıyla uyumlu olmasını istiyor. Demokratik, ekonomik olarak ileriye dönük, siyasal olarak istikrarlı, sosyal olarak gelişmeci ve ulusla-rarası norm ve kuralları takip edici. Modern dünya aynı zamanda herhangi bir şekilde or-taya çıkabilecek muhtemel bir “medeniyet-ler çatışması”nı da engellemeye çalışıyor. Bu çatışma Batı dünyasındaki yerel halkla müs-lüman azınlığın aralarındaki anlaşmazlıktan doğabilecek bir huzursuzluk olabileceği gibi İslam dünyasında artacak olan bir saldırganlık,

dolayısıyla terörizmin körük-lenmesi de olabilir.

Dolayısıyla İslam dünyasın-daki karışımın içerisinde yer alan ve global barış ve ulus-lararası toplumla en uyumlu, aynı zamanda demokrasi ve modernizme en yakın olan grupların desteklenmesi akıllı-ca olacaktır. Fakat bu grupları doğru bir şekilde tanımlamak ve onlarla en uygun şekilde iş-birliği yapmak her zaman kolay olmayabilir.

İslam’ın şu anda içinde bulunduğu krizin iki temel unsuru var. gelişme ve atılımdaki başa-rısızlık ve global düzenle aradaki bağlantının kopması. İslam dünyası uzun süreli bir geri kalmışlıkla ve güçsüzlükle anılmakta olup; milliyetçilik, pan-Arapçılık, arap sosyalizmi ve İslami devrim gibi farklı çözüm yolları hep ba-şarısızlıkla sonuçlanmış ve bundan geriye öfke ve kızgınlık kalmıştır. Aynı zamanda, İslam dünyası çağdaş global kültürle aynı basamakta durmamış ve bu durum her iki taraf için de ra-hatsız edici bir durum teşkil etmiştir.

Müslümanlar bu konuda ne yapılması ge-rektiği ve kendi toplumlarının ileride nasıl bir görünüm alması gerektiği konusunda fikir ay-rılığı yaşıyorlar. Dört temel grubu birbirinden ayırabiliriz:

• Fundamentalistler demokratik değer-leri ve çağdaş Batı kültürünü reddediyorlar.

Aşırı uç noktadaki İslam hukukunu ve değerle-rini uygulayabilecekleri otoriter ve baskıcı bir devlet istiyorlar. Bu amaca ulaşmak için yeni-likleri ve modern teknolojiyi kullanmak istiyor-lar.

• Gelenekçiler muhafazakar bir toplum arzusundalar. Modernizm, yenilik ve değişim hakkında şüpheleri var.

• Modernistler İslam dünyasının global modernizmin bir parçası olmasını istiyorlar. İslam’ı yeni çağa ayak uyduracak biçimde mo-dernize etmek amacındalar.

• Laikler İslam’ı Batı dünyasındaki kilise-devlet mantığıyla kabul ediyorlar ve dini özel-kişisel alanla ilişkilendiriyorlar.

Bu gruplar günümüz İslam dünyasında çok önemli yer kazanan bazı temel konularda çok farklı şekilde pozisyon alıyorlar. Bu konuların içinde siyasal ve bireysel özgürlük, eğitim, ka-dının toplumdaki yeri, suç ve adalet, reform ve değişimin yasallaşması ve Batı’ya karşı takını-lan tavır yer alıyor.

Fundamentalistler Batı’ya ve ABD’ye kar-şı düşman olup demokratik ve modern düze-ne değişen boyutlarda zarar verme eğilimin-deler. Bazı geçici taktiksel mevzular haricinde bu grubu desteklemek bir opsiyon olamaz. Gelenekçilerin daha ılımlı görüşleri olmasına rağmen, bu grup içerisinde yer alan insanlar arasında da çok büyük farklılıklar gözlemlen-mekte. Bazıları fundamentalistlere yakındır. Bu gruptaki insanların hemen hemen hiçbiri modern demokrasiyi ve modernizm kültürünü ve değerlerini tüm kalpleriyle kucaklamazken yapabilecekleri en iyi şey bu kavramlarla gö-nülsüz bir barış yapmaktır.

Politikalar ve değerler açısından bakıldığın-da Batı’ya en yakın gruplar ise modernistler ve laiklerdir. Fakat diğer gruplarla kıyaslandıkla-rı zaman daha güçsüz oldukları da bir gerçek. Güçlü bir destek, finansal kaynaklar, etkili bir altyapı ve kamu platformu açısından eksiklik çektikleri görülüyor. Laikler bazen ideolojik sebeplerden ötürü kabul edilemez olmalarının

yanı sıra ayrıca İslami kesimlere de kulağa pek hoş gelmeyen etiketleri var.

Geleneksel İslam anlayışı basıkcı ve otori-ter fundamentalist İslam’ın karşısında duracak bazı unsurları içermesine rağmen demokratik İslam’ı oluşturacak ana aracı oluşturmaya pek uygun değil. Bu rolü üstlenecek grup ise, etkin-likleri baı sebeplerden dolayı sınırlanmasına rağmen yine de İslamcı modernistledir. Bu sı-nırlamalar ve sebepleri raporda incelenecektir.

İslam dünyasının daha geniş bir demokra-si, modernizm, uluslararası dünya düzenine uyumluluk yolunda yapacağı değişimi cesa-retlendirmek için ABD’nin ve Batı dünyasının İslam’ın içindeki hangi unusurları, trendleri ve kuvvetleri güçlendireceğini; düşmanlarının ve ortaklarının gerçek hedeflerini ve bu geniş gündemin sebep olabileceği muhtemel sonuç-ları iyi tahlil etmeleri gerekiyor. Aşağıda belir-tilen unsurlardan oluşacak karma bir yaklaşım en etkili çözüm yolu olacaktır:

• Öncelikli olarak modernistleri destekle- Eserlerini ve çalışmalarını yayınla ve dağıt- Gençlere ve büyük kitlelere hitap etmeleri

konusunda cesaretlendir.- Fikirlerini İslami eğitim müfredatının içine

sok.- Onlar için bir kamu platformu oluştur.- Dinin yorumlanması konusunda temel so-

rular hakkındaki fikirlerini ve yargılarını funda-mentalist ve gelenekselcilerle rekabet edecek şekilde geniş kitlelere duyurmalarına yardım et, çünkü diğer grupların kendi web siteleri,

Rand Düşünce Kuruluşunun, Milli Güvenlik Araştırmaları Dairesi-nin 2003 yılında yayınladığı Uygar ve demokratik İslam, partnerler, kaynaklar ve stratejiler araştırmasının özetidir. Amerikan Devletinin İslam Coğrafyasında planladığı politikalar üzerinde etkili olmuştur.

44 • Ocak’16 Ocak’16 • 45

Rapor Rapor

Page 25: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

yayınevleri, okulları kurumları ve düşüncelerin yaymak için pek çok alternatif yolları var.

- Laikliği ve modernizmi olumsuz etkilen-miş İslami gençliğe karşı bir kültür olarak be-nimset.

- İslam öncesi tarih ve kültür hakkında bil-gi ver ve bu konuların gerek medya gerekse çeşitli müfredatlarda konuşulmasını cesaret-lendir.

- Bağımsız ve bireyci organizasyonların ge-lişimini destekle, bireysel kültürü yücelt, sıra-dan vatandaşların kendilerini eğitebilmelerini ve politik süreçte düşüncelerini rahatlıkla ifade edebilmelerini sağla.

• Geleneksel Müslümanları fundamentalist-lere karşı destekle

- Geleneksel Müslümanların fundamenta-listlerin ortaya koyduğu şiddet ve aşırılık yan-lısı tutumlarını eleştirmelerine izin ver ve bu düşüncelerini yayımlat.

- Gelenekçiler ve fundamentalistler arasın-da oluşabilecek muhtemel ittifakları boz.

- Spektrumun modernizm tarafına yakın duran geleneksel Müslümanlarla modernistler arasındaki işbirliğini destekle.

- Gelenekçileri fundamentalistlerle yapa-cakları tartışmalarda daha başarılı olacak şekil-de eğit. Fundamentalistlerin hitabet açısından üstün oldukları taraflar var. Orta Asya gibi bazı bölgelerde gelenekselcilerin fikirlerinin arka-sında daha sağlam durabilmeleri için gelenek-sel İslam’ın yanı sıra akademik olarak da ciddi bir İslam birikimine sahip olmaları gerekiyor.

- Geleneksel olarak adlandırılan kurumlar-da modernist simaların sayısını arttır.

- Gelenekçiler arasında bulunan farklı grup-lar arasında ayrımcılık yap. Hanefi hukku gibi modernizm anlayışına daha yakın olanları di-ğerlerine karşı destekle. Bu grupları kendi dini düşüncelerini yayma konusunda cesaretlendir ve bu fikirleri gerici Vahhabi anlayışını zayıflat-mak için popüler yap. Vahhabiler’in parası hay-li muhafazakar olan Hanbeli okullarını destek-lemek için kullanılıyor, bu işin finansal boyutu. İslam dünyasının iyice geri kalmış bazı kesim-leri İslam hukukunun uygulanması ve yorum-

lanmasındaki gelişmelerden halen habersizler, bu da işin bilgiyle ilgili boyutu.

- Sufizmi güçlendir.

• Fundamentalistlerle savaş- Onların İslam yorumunu ve çelişkilerini

sorgula.- Yasal olmayan eylem ve gruplarla arala-

rında bağlantı kur.- Şiddet içeren eylemlernin sonuçlarını

abart.- Ülkeleri için gerekli olan pozitif bir kalkın-

macılığı kaldıracak seviyede yöneticilik kabili-yetlerinin olmadığını göster.

- Bu mesajlar için gençleri, dindar gelenek-sel toplulukları, Batı’daki Müslüman azınlıkları ve kadınları hedef seç.

- Terör eylemlerine sempati beslenmesini, kahramanlaşmalarını önle. Onları korkak ve düzen bozucu olarak göster.

- Bu kesimdeki liderlerin yolsuzluk ve iki yüzlülük gibi olumsuz durumlarını ortaya çı-karmaları için gazetecileri ve medyayı cesa-retlendir.

- Bu grup içindeki bölünmeleri destekle.

• Seçici bir şekilde laikleri destekle- Fundamentalizmin ortak düşman olduğu-

na dair onları cesaretlendir. Laiklerin ABD kar-şıtı güçlerle, milliyetçilerle ve solcularla ittifak kurmalarını engelle.

- İslam’da da din ve devletin ayrı olabildiği-ni ve bunun imanı tehlikeye atmadığını aksine güçlendirdiği fikrini destekle.

Hangi yaklaşım ya da hangi yaklaşım kar-ması tercih edilirse edilsin bunun dikkatli ve düşünceli bir şekilde yapılmasını tavsiye edi-yoruz. Bazı konuların sembolik ağırlıkları bu-lunuyor. Amerikalı siyaset adamlarının hangi gruplara yakın duracağı, bunun diğer gruplar üzerine etkileri, yardım etmek istediğimiz ke-simleri yanlışlıkla tehlikeye atıp onların say-gınlıklarını yok etmek, kısa dönemde uygun görünen bazı işbirliklerinin istenmeyen sonuç-ları vs.

BİR İÇ SAVAŞ:

İNFAKCeyda UYAR

İ nfak, ifrat ve tefrit arası dengeyi tutturabil-mektir. Kendine yeteni bilmek, fazlasını sadece

Allah rızası için gözden çıkarmaktır. Böyle yaşa-yabilmek, apaçık mütevazi bir yaşam muvazene-sidir. Halil Cibran’ın şu satırlarında bu insanların bunu nasıl yaptığını anlayabiliriz. ‘…ne acı duyar-lar vermekten dolayı ne keyif arayışındadırlar, ne de hatırlarında erdemli olmak vardır. Şu vadide nasıl saçıyorsa mersinler kokularını havaya, öy-ledir işte verişleri.’(Ermiş, Şule Yayınları syf:20)

Allah bize infak etme eylemini sunarak ben-cillikten kurtulmamızı, tefessüh bir toplum olma-mamızı da istiyor olabilir mi? Yani aile fertleri-nin başını döndüren ihtiyaçlarını karşılamaya ara verip, bir bak etrafına ne halde yan komşun, ne halde Müslüman kardeşlerin. Aynı zamanda bu sana, sende olanların terazide ağır bastığının da uyarısıdır.

Evet, işimizi ciddiye almadığımızın gösterge-sidir aç insanlar. Sosyal medyada bu işin veha-metini itinayla yayınlıyoruz lâkin bilmiyoruz ki bunlar cimriliğimiz hasebiyle infak edemeyişle-rimizin görüntüleri. Kendimizi dünyaya duyuru-yoruz, bakın görün onları nasıl hale sokmuşuz, dercesine. Öyle çok hatalarımız var ki özrümüz, kabahatinden büyük fakat sorunları yazıp kalk-mayalım masanın başından. Ölene kadar akıta-lım mürekkebimizi çözümler üretmek ve eyleme geçmek için. Nurettin Topçu’nun da dediği gibi ‘Hareketin ahlakî oluşu, ferdî ruhlarda kazandığı kıymet yüzündendir’.

Dilimizde tüy bitiren ‘Kur-an ve sünneti şiar edinelim’ söylemini kendimizde işler hale getir-meyi şu ayeti ‘Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?’(61/2) göz önüne

alarak muvaffak olalım. Laf-ü güzâfları bırakıp hakiki mânâda, kardeşlerimizin yüzünü güldüre-bilmenin yollarını arayalım. Neye ihtiyaçları oldu-ğuna dikkat kesilelim. Böylece, biraz olsun elde edemediğimiz muvaffakiyetler, makam, mülk için olan eseflerimize ara vermiş oluruz. İnfağın en güzelini, iyi olanını saptayalım. Kardeşimizin ihti-yacı olsun veya olmasın sevdiğimiz şeyleri put-laştırmamak -ki ancak bu şekilde gerçek erdeme ermiş olacağız-(3/92),varsa ihtiyacını gidermek, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane tohum bulunan(2/286) sıfatına mazhar olmak için infak edeceğiz. Hulâsa kendi devrimimizi gerçekleşti-receğiz.

‘’İhtiyaçtan fazla mal haramdır, hırsızlıktır… Altın ve gümüş, yoksullar üzerinde hegomanya kurmak için kullanılıyor… İnfak edilmiyor… Mülk-te şirk koşuluyor. Kırkta bir diye bir şey tuttu-rulmuş gidiyor. Komşusu açken tok yatmamak için zengin mahallelerine taşınanlar var… Peki sokaktaki açtan, yoksuldan haberiniz var mı? Bu dinin klasik fıkıh anlayışı, yeryüzünün sokak-larında aç gezen 1 milyar insan için ne diyor? O fıkıh,Ömer’i vuranların, Ebuzer’i çöle gümenlerin,Ali’yi hançerleyenlerin,Hüseyin’i su-suz bırakanların,Medine’yi yağmalayarak 900 sahabe kadınına tecavüz edenlerin ve Kabe’yi mancınıkla ateşe verenlerin fıkhıdır.O fıkıhtan bir şey çıkmaz.O zenginlerin, kodomanların, cariye ve köle sahibi olma peşine düşmüşlerin fıkhıdır.Sultanların,harem ağalarının,zindandan İmam-ı Azam’ın kırbaçtan morarmış cesedini çıkaranların,kırkta bircilerin fıkhıdır….’’**

**İhsan ELİAÇIK, Mülk Yazıları,sayfa:385-392,. Aynı za-

manda bu alıntı ‘İtirazım Var’ filminde vaaz sahnesinde bu-

lunmaktadır.

46 • Ocak’16 Ocak’16 • 47

Rapor Atölye

Page 26: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

B ir çocuk masumluğunda düşlerim.Kim-senin hayal bile edemeceği yerlere sak-

ladım onu.Ezmesinler, hırpalamasınlar diye.Belki deonu saklamak en büyük haksızlık-tı ona. Çünkü, haykırmak istiyordu varlığı-nı. Kimse onu esirgememeliydi kimseden. Ağırlığını koyuyordu yüreğime ve yüreğim ol-duğu yere çakılıp kalıyordu. Kıpırdamak ne kelime, nefes almak bile yoruyordu kalbimi.Sınırsız bir rüya mıydı istediklerim yoksa an-layacaklar çoktan uzaklaşmışlar mıydı? Ya da yanı başımdaydaydılar da ben mi bihaberdim. Gönül dostumu göremiyor ama hissediyor-dum; her duamda ve camıma konan her gu-guk kuşunda. Sanki hayallerimi okşarcasına ötüyordu kuşlar ve ağaçlar yapraklarını ye-şertiyordu umut aşılayarak damarlarıma… Yapabileceklerim yaptıklarımın çok ötesinde ve görünmeyeninde.

Nefsim tokatlıyordu beni. Dilim ve gözüm küsüyordu bana. Onlar da farkındaydı yolunda gitmeyen karıncayı ve İbrahim’in suyunu sön-dürmeyi görev bilmiş karıncanın unutulmuş sevdasını.

Beni yakansa; suydu. Bir yanda ibrahim’i yakmaya gücü yetmeyen ateş, bir yanda ateşi söndüren ama beni yakan su. Bu kadar mı uzak-tım hakikate? Bu kadar mı dışımda kalmıştım

kendimin? Bilincim bu kadar mı yok olmuştu? Akıl almaz oyunlar beni içine hapsetmişti. Ben bozmalıydım oyunu, oyuncuları atmalıydım sahneden ve kapamalıydım arsız perdeyi bir daha açılmamak üzere.

Gücümün farkında bile değildim ama gücü-mün üstündeki güç beni biliyordu. Beni seviyor ve beni kolluyordu. Fakat ben bunları haketmi-yor olmalıydım ki; çıkmazlarda yürüyordum.Daldan dala atlıyor ve her dalın yanlış olması-nın kökten değil gövdeden beslendiğini biliyor-dum. Ve bir anda toprak kendini yuttuyor ve dallar paramparça oluyordu.

Güvendiğim çıkmaz sokaklar kendi yollarını açıyor; semalardan bir ses geliyordu. Ruhu-mun aralarına sızıyordu bu ses. Yok olmanın hazzını yaşıyordum. Fakat bu hazzı nefsimle değil, nefsimi bitiren kendimle yaşıyordum. Çünkü artık ben, ‘bendim’ ve kendimi enkazın altından bulup çıkarmıştım.Evet! Bunu başar-mıştım!

İçten ve dıştan gelen sesin nağmelerini bir-leştirdiğimde, aynı ritmi yakaladığım anda ba-şarmıştım.

Senelerin yokluğunu, geçmişin aczini, gele-ceğin muallak oluşunu yok sayıp ; anların var-lığını ruhumda duyduğum an; artık ben vardım ve yok olmak benim değil, her şeyindi!

ÇIKMAZLARIMMahinur ÖZDEMİR

“Deki; Eğer duanız olmasa Rabbimin katında

ne ehemmiyetiniz var.” (Furkan suresi 77.Ayet.

A yeti kerimeden de anla-şıldığı gibi dua; dünyanın

meşgaleleriyle uğraşan, şey-tanın hilelerine yenilen biz ademoğullarında ne yazık ki tam yerini bulamamıştır. Pa-zarlıklı imanı tercih eden biz-ler için dara düştüğümüzde sığındığımız bir kapı olmak-tan öteye geçememiştir dua. Bununla birlikte bizi “rahat-sız etmeye” geldiğini söyle-yen büyük düşünür Ali Şeriati, özellikle Hıristiyan dünyası ve İslam dünyasındaki “Dua” nın karşılaştırmasını yapıyor. Hı-ristiyan dünyasında yoksulluk ve aşk yönü olan duanın, İslam dünyasında yoksulluk ve aşkın yanında sosyal ve siyasal bir yönünün olduğunu vurgulu-yor.

Kitap dört bölümden oluşu-yor, fakat yazar bir bölümünü daha doğrusu eklerini talihsiz bir kaza sonucu kaybettiğini

söylüyor. Yazar, Alexis Carrel ve İmam Seccad’dan çok etki-lendiğini ifade ediyor.

İkinci bölümde Alexis Carrel’in dua kitabının tercü-mesini yapıyor. Carrel, duanın en derin ve en fikri ihtiyaç ol-duğunu, Allah sevmesini bilen bir kimseye kendini kolayca hissettirdiği halde anlamak-tan başka hiçbir şey bilmeyen kimsenin gözünden gizlediğini ifade ediyor.

Üçüncü bölümde yazarı çok etkileyen İmam Seccad’dan sıkça bahsedildiğini görüyo-ruz. Ayrıca duanın sadece zaaf değil, alınacak bütün önlem-lerden sonra tıpkı Peygambe-rimizin Uhud’taki, Hendek’teki duaları gibi olması öğütleni-yor okuyucuya. Duanın yiğitlik ve mertliği öldürmemesi ge-rektiği bilakis canlandırması gerekliliği üzerinde duruluyor. Sabahları dua edip akşama kadar vahşi gibi yaşayanların hiçbir zaman dualarının kabul olmayacağını Carrel ’in dilin-den anlatılıyor.

Hiç sıkıntı çekmeden yiyip içmenin insanın sabrını taşır-dığı, bununla birlikte Avrupalı sanat ve felsefe anlayışının burjuva hayatındaki boşluğu doldurmak için meydana gel-diği gibi gerçekler de sıkça ha-tırlatılıyor.

Duanın insanın ihtiyaçları-na göre şekillendiğini vurgu-layan yazar ‘dua ederken bir çocuğun babasıyla konuştuğu gibi olmalı, tıpkı alacaklı gibi ısrarcı olmalıdır’ diyor ve ken-dince duayı şöyle yorumluyor: Dua kendi benliğinin zindanı-na düşmüş, zindanda olduğu-nun farkına varmış, oradan kurtulma isteğine duyduğu aşk kendini kararsız hale ge-tirmiş bir insan kaygısının ve ıstırabın tecellisidir.

Duanın gücüne inanıp ez-berleri bozmanın vakti gel-miştir. Artık rahatsız edildiği-mize göre içimizi Rabbimize dökmeli, dünyadaki Müslü-man coğrafyada akan kanın hesabının ödetilmesi için du-alarımızı kullanmalıyız. Ezeli düşman şeytanın alt edile-bilmesi için duanın güzellik-lerine, Şeriati’nin deyimiyle zindanlarımızla en büyük zin-danımızdan çıkarak kendimizi bırakmalıyız.”Allah’ım! Beni insanın dört büyük zindanı olan tabiat, tarih, toplum ve benlik’ten kurtar; öyle ki ey benim yaratıcım, sen beni na-sıl yaratmışsan, ben de aynı şekilde kendi kendimin var edicisi olayım; bir hayvan gibi kendimi çevreye değil, çevreyi kendime uyarlayabileyim.”

KİTAP KRİTİĞİ;ALİ ŞERİATİ - DUA

Büşra AKGÜL

48 • Ocak’16 Ocak’16 • 49

Atölye Kitap

Page 27: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

S yracuse Problemi, matematiğin henüz çözülemeyen bir proble-

midir. Lothar Collatz tarafından 1937 yılında ortaya atılmış. “3n+1 Teoremi” olarak da biliniyor. 1985 yılında Paul Erdos, matematiğin henüz bu proble-mi çözmek için yeterli olgunluğa eriş-mediğini söylemiş. Teorem ise söyle: “Elinize herhangi bir pozitif tamsayı alın. Bu sayı çift ise ikiye bölün, tek ise 3 ile çarpıp 1 ekleyin. Bu işlem so-nucunda ulaştığınız sayıyı tekrar aynı değerlendirme ve işleme tabi tutun. Syracuse teoremine göre, seçtiğiniz pozitif tamsayı kaç olursa olsun bu iş-lem eninde sonunda 1 ile sonlanıyor.”

Ölüm asla bir son değildir, en azından savaşın olduğu coğrafyalarda. Ölüm, ölen dışındaki insanlar için yeni bir hikayenin baş-langıcıdır; artık kurallar değişmiş, hayatın ritmi farklılaşmıştır. Her ölüm ardında bir iz bırakır aynı za-manda, sadece bir iz değil tabi acı da bırakır. Hele savaşın olduğu bir coğrafyada ölüyorsanız coğrafya da

ardında bir şey bırakır, yaşlı gözler ve dehşet verici olaylar.

Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve’ün yakıcı bir filmini iz-lediğim için yürüdü bu kelimeler. 2010 yapımı bu film, aynı zamanda Kanada’nın Oscar adayı idi: Incen-dies. Türkçeye İçimdeki Yangın adıyla çevrildi vede Oscar’ı alamadı. Yıllar yılı savaş ve İslamiyet arasında kurulan nedenselliği yıkmak isteyen yönetmen, çizdiği karakterlerin aksi bir biçimde hikaye anlatmayı seçin-ce Batı dünyasını oldukça rahatsız etmiş zamanında.

Nawal Marwan, kanın eksik ol-madığı coğrafyalardan kopup gel-miş bir kadındır. Kanada’ya yerleşen

Syracuse Problemi:İçimdeki Yangın

Marwan’ın ölümüyle başlıyor bizim hikayemiz de. Nawal Marwan vasiyetinde, ikiz çocukla-rından bir şeyler yapmasını ister, bu dedikleri yapılmadığı takdirde de mezar taşı olmadan gömülmek ve kimse tarafından bulunup bilin-memek. Marwan’ın istediği bu şey geçmişe ait-tir, geçmişindeki iki insanı bulmasını ister ço-cuklarından; ikizlerin abileri ve babaları. Onları bulup bir mektup ulaştırmaları gerekmektedir. Mektupları ulaştırma görevi Jeanne’a düşer.Öfkesinin esiri Simon, bu mektupların sahiple-rini bulup onları teslim etmeye yanaşmasa da bir matematikçi olan Jeanne, annesinin vasi-yetini yerine getirmek adına kendisini bu yap-bozun parçalarını tamamlamak mecburiyetin-de hisseder ve hiç bilmediği bir hayatın içine doğru yola koyulur.

Bu yolculuk aslında bilinmeyenin bilinen-den çok daha fazla olduğunu, bilinmeyenin bilinenden daha hakikat olduğunu öğretiyor Jeanne’ye. Eğer başınızı kaldırmaktan tered-düt ettiğiniz bir coğrafyada yaşıyorsanız gör-mediklerinizle anlaşırsınız.

Savaş, insanlar arasındaki bağları genel-de kopartır eğer çok şanslıysanız zayıflayan bağlar ile kurtarırsınız. Marwan ve ailesinin bağları kopmuş mu sayılır yoksa zayıflamış mı sayılır ona tam karar veremiyoruz fakat or-tada bir tahribat olduğu bir gerçek. Birbirini tanımayan, tanıyamayan, öldü zanneden aile fertlerinin tek ortak noktası Nawal Marwan’dır. O hem birbirinden haberdar olanların hem de kendisinden dahi haberdar olmayanların kesi-şim kümesidir. Kopan bağları birleştirmek ona düşmüştür, daha doğrusu bağları birleştirmek-

ten ziyade bir bağ olduğunun haberini verip gerisini taraflara bırakmayı seçmiştir. Savaş, tahrip eder. Sadece coğrafyaları değil ama coğrafyaları da, sadece aileleri değil ama aile-leri de. Filme konu olan aile de aynı şekilde tah-rip olmuşlardandır, sadece o aile değil onların büyük ailesinin onlarla olan bağını da kopar-mıştır, Marwan’ın ilk doğurduğu çocuğun yani ikizlerin abilerinin babasıyla olan bağını da.

Kurgusal olarak oldukça yüksek bir ritme sahip olan film, her karenin belli bir anlama sahip olduğu bir biçimde dizayn edilmiş. Her bir anlam parçası vakit geçtikçe diğer kareler-le de bağlantılanıp daha üst bir anlama çıkıyor. Filmde Jeanne’nin attığı her adım çözülmeye daha çok yaklaşmamızı sağlıyor, onun kararlı yapısı kardeşinin de yolunu aynı yola çevirip işlerin hızlanmasını sağlıyor; nitekim filmin üçüncü perdesi diğer bölümlere nazaran daha hızlı çözülen bir yapıya sahip. Uzun bir sürede içi doldurulan sorular kümesi, tek bir iğne ile deliniyor ve tüm problemler tek bir cümle ile çözülüyor.

Film, Syracuse Problemi üzerine inşa edil-miş; gerek kurgusal anlamda gerek hikayenin başlangıcı ve bitişi anlamında. Farklı yerelere ulaşmak üzere çıkılan yolda ulaşılan yer aynı-dır.

50 • Ocak’16 Ocak’16 • 51

Sinema Sinema

Page 28: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

T ürkiye’ye gelip İslam’ı öğrendiğimden beri hayatımda çok şeyler değişti. İslami Bilimler

açısından sıfırdım. Şimdi alhamdulillah çok şey-ler öğrendim ve öğrenmeye devam ediyorum. Aynı zamanda öğrenmekle kalmadım öğrendi-ğimi pratiğe geçirmeye de çalıştım. Hayatımda ilk defa bir yetimhaneyi ziyaret ettim. Yetimleri bağrıma bastım, onlarla kucaklaştım. Bu zama-na kadar hiç yetimleri ziyaret etmemiş-tim. Onlara görüşüp konuşacağım zaman neler diyeceğimi nasıl davranacağımı çok düşün-müştüm. “Yetim gülerse Dünya güler” ifadesini Hatay’da yaşadım.

Seneler önce Kazak arkadaşlarımla bera-ber Hatay’a gideme-miştik, ama Rabbime çok şükür bu defa fırsat olup Suriyeli minik kar-deşlerimizle ve orada gö-rev yapan güzel insanlarla tanışmak nasip oldu.

Havaalanından indikten son-ra çok heyecanlıydım, çünkü direk Ha-tay’daki “Dünya Şehit Çocukları Okulu’na” gidiyo-ruz dediler. Bizi karşılayan Müfit abi yolda kısaca okul hakkında bahsetti. Okul, Türkler tarafından inşa edilmiş, yanı sıra okulun ve okul öğrencilerin her türlü masraf ve ihtiyaçlarını karşılıyorlarmış. Aynı zamanda başka Müslüman ağabeyler tara-fından Reyhanlı şehrinde “Hamza Hürol Yetim-ler Okulu” yapılmış. Bu mübarek işlerde katkısı olan adamların emeklerini duyduğumda şu ayeti hatırladım: “Herkesin yöneldiği bir yön vardır. O halde HAYIRLI İŞLERDE BİRBİRİNİZLE YA-RIŞIN. Nerede olursanız olun, Allah hepinizi bir araya getirir. Allah şüphesiz her şeye kadirdir.” (Bakara suresi, 148. ayet).

Bu adamlar Kuran-ı Kerim’deki bir ayetini olsa bile hayatlarına geçiriyorlar. Ne güzel bir amel! Kapanmayan amel defteri inşallah! Biz de elimizden ne geliyorsa öyle çaba göstereceğiz. Onlar o okulu yapıyorlarsa biz de okuyan öğren-cilerle ilgileneceğiz. Daha doğrusu ilgilenmeliyiz. Çünkü annesiz babasız kalan küçücük kardeşleri-mizin bize ihtiyaçları var.

Sohbet ederken okula da yaklaştık. Okul avlusuna girdiğimizde Okul

Müdürü Emine hanım ve Okul Yöneticileri (Ahmet abi ve

Osman abi) bizi karşıla-dılar. Erkek Yöneticiler İstanbul’dan gelen he-yetle ilgilenirken, be-nimle Emine hanım ilgilendi. Yakın tanış-mak niyetiyle çay içer-

ken kendi hayatını an-latmaya başladı. Suriyeli

Türkmenlerden olan Emine hanım Arapça ve Türkçe ra-

hat konuşuyor. Eşi mücahit, yir-mi gün cihada gidiyor, yani savaşta,

on günün de ailesiyle geçirmekte. Bir oğlu ve iki kız çocukları varmış. Ama oğlunu kaybetmişler, canını Allah’a teslim etmiş. Allah rahmet eylesin! Yaşadıkları zorluluklar içerisinden bunun gibi ça-lışmalarda çaba gösterdiğinde bana “cesur abla” gibi geldi. Bir kere böylesine yıkıldıktan sonra tek-rar ayağa kalkabilmek ve yeniden hayatı düzene koymak herkesin elinden gelmez. Emine hanım ayrı bir güzel insan. Onunla tanıştığımda sanki önceden de tanıyormuş gibi oldum. Çok sıcaktı. Allah Teala Kuran’da buyuyor ki: “Mü›minler an-cak kardeştirler.” (Hucurat suresi, 10. ayet). Biz de kardeştik. Bizi bağlayan İSLAM’dı. Yoksa ne annemiz ne de babamız birdi.

YETİMSİZSENİZYETİM SİZSİNİZ

Toleuzhan Galiyeva

Okulda, sabahleyin kız çocukları akşam vak-tinde de erkek çocukları okumakta. Biz gittiğimiz vakit akşam idi. Emine hanım çocukları ders ha-lindeyken göstermeye, tanıtmaya ve yetimha-neyi gezdirmeyi teklif etti. Ben de sevine sevine kabul ettim. Her sınıfa girdiğimiz zaman öğren-ciler hece hece her harfin hakkını vererek selam verdiler. Hangi dersi işliyorlarsa bize de anlattı-lar. Okulda her yaştan öğrenciler varmış. Sınıf-ları gezerken girdiğimiz bir sınıf ikinci sınıfı idi. Tecvid dersindeydiler. Hoca “Nebe suresini” oku-malarını söyledi. Onlar okurken her öğrencinin nasıl Kuran okuduğuna dikkat ettiğimde arala-rında en küçüğü ayaktaydı. Kuran ayetlerini tüm gücüyle gayret göstererek, hissederek okuyordu. Ona hayrandım. Yanına gidip öptüğümde mutlu olunca yukarıda yazdığım “Yetim gülerse Dün-ya güler” ifadesi bu olsa gerek. Ders bittikten sonra servis arabası, onları kimisini annelerinin kimisini de ninelerinin yanlarına götüreceklerdi. Bazılarının da ne annesi ne de nineleri yoktu.

Çok eğitimli ve disiplinli olduklarını fark ettim. Servis arabasına geçerken saf kurarak, her sa-fın başında büyük sınıf öğrencileri vardı. Onlarda küçükleri arabadaki yerlerine yerleştiriyorlardı. Gidiyorlar. Bizimle vedalaşıyorlar. El sallıyorlar. Ne tatlı gülüyorlar. Gözleri mutluluktan parlıyor. O bulunduğumuz okulda başka bir hava vardı

Geç olunca Emine hanım okulun yanında otu-ran Ayşe abla’ya beni teslim etti. Emine hanım gibi Suriyeli Türkmenlerden olan Ayşe abla beni evinde misafir etti. Çok hoş bir abla idi. Okul personellerindendi. Evinde çay içerken tanışa-rak hayatını anlattı. Hikayesini anlatırken hem kendisi ağlıyordu hem de beni ağlatıyordu. Şehit eşi olarak anılan Ayşe abla iki çocuk annesiydi. Büyük kızı Tasneem ve oğlu Hasan. Küçük yaş-larına rağmen annesi gibi Arapça Türkçe güzel konuşuyorlardı. Uykuya geçmeden önce bizimle oynayan Tasneem ve Hasan şarkı söyleyerek ve şiir okuyarak eve neşe kattılar. Yorulunca annesi onları yatağa götürdü. Başından geçenleri anlat-maya devam eden Ayşe abla, kocasını sevgiyle, saygıyla ve özlemle andığında gözlerinden yaşlar damlıyordu. Kocası ölmeden önce Ayşe abla ve çocuklarının Suriye toprağından çıkıp, vatanlarını terk edip Türkiye’ye hicret etmesini isteme nede-ni Zalim Esed ordusundan korkmalarıdır. Çünkü Esed ordusunun kadınlara kocalarının ve çocuk-larının önünde tecavüz ettiklerini bilen erkekler buna dayanamayıp hanımlarına yanlarına çocuk-larını alarak hicret etmelerini istemişler. Ağlaya - ağlaya kocasıyla vedalaşan Ayşe abla ayrılmak ne kadar zor olduğunu anlatıyordu. Ancak çok za-man geçmeden, yaklaşık bir aydan sonra kocası-nın şehit olduğu haber gelince aile perişan olmuş.

52 • Ocak’16 Ocak’16 • 53

Atölye Atölye

Page 29: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

sen bana çarşının yolunu göster” der. Ensarın bu husustaki teklifleri çok ileri düzeyde ve insanlık tarihinde örneği görülmemiş işlerdi. Muhacirler iffetli davranır ve izzeti nefis gösterirlerdi. Müs-lümanların kardeşliği onların inançlarının gere-ğidir.

Böylece, Reem kardeşimizle ileride de irti-bat kuralım diye söz verdik. Program bitene ka-dar beraberdik. Vedalaşınca uzun süre sarıldık. İslam’da kardeş olmak ne kadar güzel bir şey. Yeni tanışıyorsun, ama aramızda yakınlık olmaması-na rağmen hiç yabancı gelmiyoruz bir birimize. Program sonrası IHH tarafından misafirler için kurulan kampa gittik. Gecemizi orada geçirdik.

Ertesi günkü hedeflerimizden biri de Reyhan-lı’daki “Hamza Hürol Yetimler Okulu’nu” ziyaret etmekti. Bu okulda öğrencilerin yaşları çok kü-çüktü ve hiç birisinin anne ve babası yoktu. Pazar günü bizler için zamanlarını ayırıp gelen Süriye-li hocalara da çok teşekkürler. Hocaların hepsi Allah’tan korkan, çocukların kendilerine emanet olduğunu bilen, “namazlı-niyazlı”, iyi niyetlidiler. Hatta içlerinden birisinde “lazım sevap” sloga-nı varmış. Her yaptığı işlerinde çok ehemmiyet gösteriyormuş, zor olsa da “lazım sevap” diye çaba gösteriyormuş. Bu arada odada sohbet ederken çocuklar da geldi. Odaya girer girmez İstanbul’dan gelen hocalar tarafına yönelip ön-lerine oturdular. Boyunlarına sarıldılar. Belli ki baba sevgisini arıyorlar. Babalarını özlüyorlar. Hocalar da bu sevgiyi hissetmez olur mu. Onla-rı da karşılıklı öperek, başlarından okşayarak ve sarılarak onların baba sevgisini doldurabilmek

ve hissettirmeye çalıştılar. Herkes toplanınca öğretmen ve öğrencilerle daha yakın tanışmak amacıyla hepimiz salon tarafına geçtik. Suriyeli hocalar, birisi evli, birisi şehit eşi, birisi de genç kız olarak kadrolarını kurmuşlar. Bu yetimler için ellerinden gelen yardımlarını yapmaktadırlar. Çocukların arasında anne babası olmayan, akra-ba olarak sadece ninesi kalan iki kız kardeş bize şarkı – şiirler okudu. Okuduğu şiir anlamı çok acı idi. Anne babasına sevgi özlemlerini, onların şe-hit olup cennete gittiklerini anlatıyordu. Söyle-dikleri çok etkileyiciydi.

Hatay bölgesinden dönerken hem mutluyduk hem de hüzün içerisindeydik. Onlar, yani minik yetimler şehitlikle müjdelenmiş bir anne babanın kızları ve oğulları olarak hayatlarını devam etti-recekler. Sürekli şehit çocukları olarak anılacak-lar. Bizim ise böyle bir şansımız yok, biz onlar gibi anılmayacağız.

Bu yazdıklarımdan sonra size demek istedi-ğim tek bir şey var. “Sakın Allah yolunda öldü-rülenleri ölü sanmayınız, tersine onlar rableri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar.” (Bakara suresi, 154. ayet ve Ali İmran suresi 169. ayet)

FİKSAT’ın Mavi marmara gazisi rahmetli Hamza Hürol adına kurduğu anaokulu ve ilkokul Yöneticilerinden, Dünya Şehit Çocukları okulunu kurduğu ilkokul Müdür- İdare çalışanlarından, Darul Eytam Vakfının şehit çocuklarının eğitim işlerini üstlenen Ensarlardan, İHH’nın gönüllüle-rinden Allah ebediyen razı olsun. Rabbim sonsu-za dek onların gayretlerini arttırsın, çalışma ve emeklerini bereketlendirsin. Amin!

Ne Zalimsin Ey Esed ve Ordusu! Mutluluğa, ferah ve sevgiye dolu olan evi toz duman ettiniz. Çocukların huzurunu çaldınız. Küçüklerin sakin rüyasını mahvettiniz. Savaş etkisinde kalan mi-niklerimiz geceleyin korka - korka uyuyorlar. On-ları anne babasız bıraktın Ey Zalim. Allah mutla-ka ama mutlaka hesabını sorar! Demiyor mu ki Allah Kuran’da: “Sakın Allah’ı, senin davetini en-gelliyen, sana ve mü’minlere baskı ve işkence ya-pan, Allah’ın dinine mânî olan zâlimlerin yaptıkla-rından habersiz sanma. Allah onların cezalarını, korkudan gözlerin belereceği bir güne erteliyor.” (İbrahim suresi, 42. ayet)

Ama ne güzel bir dinimiz var, İslam. Irk, renk, dilimiz farklı olsa da kardeş oluyoruz. Rum sure-sinin 22. ayetinde belirtildiği gibi “Göklerin ve ye-rin yaratılması, renklerinizin ve dillerinizin farklı-laştırılması (da) O’nun alametlerindendir. Bunda, kuşkusuz, (fıtri) bilgiye (anlama ve kavrama yete-neğine) sahip insanlar için dersler vardır!”

Suriye’den hicret ederek muhacir olan kar-deşlerimize Türkiye’deki Müslümanlardan Allah razı olsun. Allah onlara bu yaptıkları iyilik karşılı-ğına Cenneti ikram etsin, inşallah!

Ayşe abla anlatırken evini, vatanını, akraba-larını, arkadaşlarını, hatta buraya ne bavul, valiz, çanta, ne de para getirdiğini söylüyor. Ama şimdi çok şükür her şeyimiz var diye Allah’a hamd ede-rek, Türk Ensar kardeşlerine şükranlarını belirte-rek, tüm Müslümanlar için dua ediyor.

Sabahleyin gitmemiz gereken başka şehirde bulunan yetimler okulu, mültecilerin yerleştiği kamplar ve program vardı. Yine yola çıktık. Yolda öğle namazını Antakya’daki Habib-i Neccar Ca-misinde kıldık. Oradan çıkınca da yolda Yayladağı okuluna da uğradık. O okuldaki yapılan faaliyet-leri gördük, yaptıkları çalışmalardan haberdar olduk. Bir haftadan sonra topluca sünnet yapı-lacağına dair duyuru asmışlardı duvara. Maşal-lah, erkek çocuklara sünnet yapmaları önemliydi. Bunu unutmamaları benim dikkatimi çekti.

Akşamleyin Darul Eytam Vakfı tarafından Ye-timler için program düzenleniyordu. Oraya da ye-tişmek için yine yola çıktık. Çok vakit geçmeden Reyhanlı’ya da ulaştık. 1. Yetim Buluşma progra-mına da geldik. Program, Suriyeli Maryam isimli kardeşimizin Kuran okumasıyla açıldı. Sonra da düzenleyenler tarafından hoş geldiniz gibi konuş-malarla devam edildi. Program boyunca yetimle-rin bizim için hazırlayan tiyatro, şarkı – şiirlerini dinledik. Bu arada akşam vakti girdi. Abdest alma yerini ararken Şehit eşi Reem ile tanıştım. Çok genç bir anne idi. Tanıştırayım diye yanıma oğ-lunu ve kızını getirdi. Küçüklerdi daha. Belki de yeni konuşmayı öğreniyorlardı. Bana çalışmak istediğini söyledi. Size yardım gösterilmiyor mu diye sorduğumda “Ben Üniversite mezunuyum. Diplomam var. Allah Türk Ensarlarından razı ol-sun. Ama çalışıp ihtiyaçlarımı kendim karşılamak isterim” diye cevapladı. Eli boş oturup nasılsa Ensar kardeşlerim yardım edecekler deyip bek-lemek istemeyen kardeşimiz Sahabe hikayesini hatırlattı.

Hikaye de böyle idi. Peygamber Efendimiz di-ğer sahabeler ile birlikte Mekke’den Medine’ye hicret ettikleri zaman Ensar Muhacir kardeşliğini kurmasını emretti. Ensardan bir zat kardeşi olan muhacire malının yarısını vermeyi teklif eder, o da “Allah senin ailene ve malına bereket versin,

54 • Ocak’16 Ocak’16 • 55

Atölye Atölye

Page 30: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

Allah’a IsmarladıkHakan Albayrak

29 Kasım 2015 - Diriliş Postası

Dün sabah, Diriliş Postası’nın patronları Ali Yıldız ve Meh-

met Akosman’la kahvaltı ettik.Kahvaltı bahaneydi; ertele-

yegeldiğimiz o konuyu nihayet konuşup neticeye bağlamamız gerekiyordu.

Konu, benim malum yazıları-mın doğurduğu rahatsızlıktı.

Ali Yıldız, böyle devam edeme-yeceğimizi söyledi.

Mehmet Akosman, gazeteye kattığım kıymetli şeylerin de ol-duğunu belirterek iltifatta bulun-du.

İkisi de aramızdaki muhabbe-tin baki kalacağını söyledi ve ben de bunu teyit ettim.

Neticede Diriliş Postası ile iliş-kim kesilmiş bulunuyor.

Daha doğrusu, bu yazının son noktasını koyduğumda -nasipse şayet- kesilmiş olacak.

İyi mi oldu kötü mü oldu, o tartışılabilir, ama benim gönlüme göre bir gazete oldu.

Özür ve tashih konusu ettiği-miz yazı, haber ve reklamlar ha-riç, geçen 9 ay boyunca çıkardı-ğımız her Diriliş Postası sayısının

her satırını, her kelimesini sahip-leniyorum.

Dünyanın en güzel ekibiyle çalıştım. Okurlarımızın güzel yol-daşlığı, güzel arkadaşlığı kalbime sürur verdi. Hayatımın belki de en güzel dönemini yaşadım Diriliş Postası’nda.

Allah hepinizden razı olsun dostlar.

Diriliş Postası’nın kan kaybet-meden yoluna devam etmesini di-liyorum ve en iyi yayın yönetmeni tercihinin Erem Şentürk olacağını düşünüyorum.

Bununla beraber, ben de ‘mesleğe’ devam etmek istiyo-rum tabii.

Kimsenin başını derde sok-mayacak şekilde yeni bir gazete çıkarmanın yolunu arıyorum; bu-lursam haber veririm inşallah.

Allah’a ısmarladık.Vesselamu aleykum ve rah-

metullahi ve berekatuhu.

Dört ayaklı minare ne zaman düşecek?

Yıldıray OğurTürkiye- 29 Kasım 2015

Tahir Elçi’yi son kez, yine “iki ateşin arasında kalmış” ayak-

larından vurulmuş dört ayaklı mi-

narenin önünde gördük.500 yıldır dört ayağı dört

mezhebin barışını, dirliğini, kendisi ise tevhidi temsil eden minarenin önünde “burada sa-vaşmayın, buradan uzak durun” diyordu.

O dört ayak da çökerse tela-şıyla, heyecanıyla konuşmuştu.

Sonra şehrin ortasında iki po-lis öldürüp koşan PKK’lılar, onlara ateş açan polisler, onlara arka so-kaklardan ateş açan öz savunma milisleri…

O sırada Tahir Elçi de sanki sadece kendisini değil de az önce korumak için önüne geldiği dört ayaklı minareyi de korumak için silahına davranmıştı…

Görüntüler ahlak ve vicdan sa-hiplerine her şeyi anlatıyor. Kim-seyi ikna edemeyiz artık.

Şimdi soru şu. Diyarbakır’da, dört ayaklı minareyi korurken ha-yatını kaybeden 13 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın avukatının, 1994’te 38 insanın uçaklarla katledildiği Kuşkonar’ın avukatının, devlete JİTEM var dedirten davanın avu-katının, cesaretini toplayarak baş-ladığı işi sürdürecek, bunca siyasi kazanımdan sonra hâlâ şehirleri savaş alanına çevirenlere daha da yüksek ve cesurca ses çıkaracak, mahalle baskılarına aldırış etme-den gözlerimizin önünde koşan katillerine “Lanet olsun” diyecek başka biri kaldı mı geriye?

Galiba dört ayaklı minare de yıkılıp yıkılmamaya o zaman ka-rar verecek.

BasındanYansıyanlar

Her şeye rağmen Suriyeliler

Yıldız RamazanoğluSerbesiyet- 12 Kasım 2015

Okula gidebilen çocukların uyum ve dil problemi, Suriye

müfredatına uygun Arapça okul-ların ise paralı ve uzak olması bir problem fakat okulsuz kalan 400 bin çocuğu düşününce zorluklara göğüs germek daha tercih edile-bilir. Okul dışı çocuklar büyük bir toplumsal travmaya dönüşmeden elbirliğiyle bir seferberlik başlat-mamız gerekiyor.

Kimlik ve statü karmaşasına bir an önce son verilmesi lazım. Burada doğanlardan başlamak suretiyle artık gidecek bir ülke kısa vadede olmadığına göre va-tandaşlık verilmesi gerekebilir. Sultanahmet’te Yazarlar Birliğin-de açılan Arapça Kitap Fuarına gösterilen rağbeti, Suriyeli öğ-rencilerin öğretmenleriyle sınıflar halinde fuara gelişini görmek et-kileyiciydi. Artık şehirlerimizin bir parçası Suriyeliler.

‘Terör’ ve ‘Özgürlük Savaşı’

Selahattin Eş ÇakırgilStar Gazetesi- 18 Kasım 2015

Kendileri sivil-savunmasız kitle-leri yüzbinler-milyonlar halin-

de ezerken, iyi.. Ama, sıkıştırılmış, çaresiz bırakılmış kitleler, toplum-lar adına, birileri de herhangi bir itiqadî ve insanî kriteri düşüneme-yecek derecede reflektif tepkiler-le, onlara onların usûlüyle karşılık verince.. İşte o zaman, ‘terör!.’

Halbuki, ‘terör’ü üretenler, en başta da, bu dünyanın maddî açı-dan kendilerini karşı konulamaz güçler olarak gösteren emperya-list odaklar.. Ve kendi ürettikleri bu kanlı tablo karşısında da, sade-ce kendi kayıpları için, bütün dün-yayı gözyaşı dökmeye zorluyorlar, algı operasyonlarıyla..

Sözgelimi, siyonist İsrail reji-mi, Filistin’de 60 yılı aşkın bir za-mandır, en kanlı terör eylemlerini sergiliyor ve bir halkı, kendi evle-rinden-barklarından, yurtlarından kaçmaya zorluyor ve direnenleri binler-onbinler halinde acıma-sızca katlediyor ve emperyalist dünya, insanlık şeref ve haysiyet-leri için, kendi hak ve özgürlükleri direnen bu mazlum Filistin halkını ‘ terörist’ler olarak niteliyor, tıpkı siyonist İsrail rejimi gibi..

Sadece son yıllarda zamanlar-daki Gazze bombardımanlarında işlenen cinayetleri hatırlamak bile yeter..

Son Paris Saldırıları’ndan son-ra, Fransa Başkanı Hollande, ağır bombardıman uçaklarını gönde-rerek Suriye’nin Rakka şehrini ve halkını ezdi- geçti; ‘terör odakları-nın yok edeceğiz’ diyerek..

Niye mi? ‘Terör şüphe-lilerine bile asla merhamet göstermeyecekler’miş..

Biz ki, savunmasız, sivil insan-ların-toplumların, korkutularak, korkutularak, sindirilerek, çaresiz bırakılarak, teslim ve esir alınma-sını, köleleştirilmesini hedefleyen her eyleme, ister Paris’te yapılsın, ister Ankara’da, ister Bağdad’da veya Gazze’de vs. her nerede olursa olsun karşı çıkarken; em-

peryalist güçler, kendi maslahat ve menfaatlerine, kendi değerle-rine karşı gördükleri tehlikeleri en barbarca terör usûlleriyle berta-raf ediyorlar.

O zaman, asıl ‘terör’ün kimler tarafından üretildiğini ve sahne-lendiğini bir daha düşünmek zo-rundayız.

TAKSİM KADİFE DARBESiNiN TASFİYE

SÜRECİProf. Dr. Burhanettin Can

Milli Gazete- 13 Kasım 2015

Sonuç: Taksim Kadife Darbesi-nin Tasfiye Süreci

Şer İttifakı (ABD-İngiltere-İsrail-AB) tarafından Taksim Kadi-fe darbe süreci bir siyasi iktidarı düşürmek amacıyla başlatılmıştır. Ancak 7 Haziran 2015 seçimlerin-den sonra amaç, bir siyasi iktidarı düşürmekle birlikte Türkiye’yi Su-riyeleştirmek ve zihnen bölmek tarzında genişletilmiştir. AKP’nin tek başına iktidar olması, seçim endeksli kadife darbesini sonun başlangıcına getirmiştir. Bundan sonra yapılacak iş, Taksim Kadife Darbe sürecinde rol alan tüm un-surların, belgeli ve delilli olarak teşhir edilip yargı önüne çıkarıl-masıdır.

Bu ülkeyi seven ve Allah’a ve Ahiret gününe iman ettiğini söy-leyen herkes, ülkeyi birleştirici, bütünleştirici ve kaynaştırıcı bir politika ortaya koymalı ve güzel bir dil ve söylem kullanmalıdırlar.

Henüz vakit varken!Yarın çok geç olabilir!

56 • Ocak’16 Ocak’16 • 57

Medya Medya

Page 31: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

İsrail’den 454 Yeni Yerleşim

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 2012’de onay verildikten sonra ABD’nin sert tepkisi üzerine inşaat süreci dondurulan Doğu Kudüs’e 454 Yahudi yerleşimi üzerindeki mo-ratoryumu kaldırdı. Yerleşimler, Filistin top-raklarındaki Ramat Şolomo’ya inşa edilecek. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Filistin top-raklarındaki Ramat Şolomo’ya yeni yerleşimle-rin inşasına tepki göstermişti.

Filistin Devleti ise yeni yerleşimlerin ‘ulus-lararası yasalara aykırı’ olduğu çıkışını yaptı. Açıklamada, İsrail’in Filistin devletinin kurul-masını engellemeye çalıştığı vurgulandı.

Ramat Şolomo ve Ramot’taki yerleşimleri uluslararası toplum tanımıyor.

Aşırı muhafazkârlarla koalisyon hükümeti kuran sağcı Netanyahu, Yahudilerin Kudüs’ün ‘her yerinde yaşamaya hakkı’ olduğunu iddia-sında. Uluslararası Adalet Divanı, yerleşimle-rin yasadışı olduğu kararını verse de İsrail, 2.4 milyon Filistinli’nin yaşadığı Batı Şeria ve Doğu Kudüs’e 500 bin Yahudi yerleşimci yerleştirdi.

Kaynak: Reuters

Katar’la Doğalgaz Anlaşması

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Katar ziyare-tinde iki ülke arasında sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) anlaşması imzalandı. Türkiye ve Katar arasında vizeler de kaldırıldı.

Kaynak: Al Jazeera

İdlib’de İHH’nın Fırını Bombalandı

İHH İnsani Yardım Vakfı, Twitter hesabın-dan, İdlib’e bağlı Serakip ilçesinde bu vakıf ta-rafından işletilen ekmek fabrikasının Rus uçak-ları tarafından bombalandığını duyurdu. Vakıf bombardımanın görüntüsünü de paylaştı. Va-kıf vurulan bina içinde büyük bir değirmen ol-duğunu, buradan 50 bin kişiye günlük ekmek çıkarıldığını ve acil olarak una ihtiyaç duyuldu-ğunu duyurdu.

İslam Coğrafyasından Haberler

Bangladeş’te İki İdam

Bangladeş Yüksek Mahkemesi tarafından Cemaat-i İslami Partisi Genel Sekreteri Ali İhsan Mücahid ile Bangladeş Milliyetçi Parti-si (BNP) milletvekili Selahattin Kader Çovduri hakkında verilen idam kararı infaz edildi. Mü-cahid ve Çovdiri asılarak öldürüldü.

Bangladeş Devlet Başkanı Abdül Hamid’in, Çovduri ve Mücahid hakkındaki af taleplerini reddetmesinden hemen sonra gerçekleştirilen infazın ardından başkent Dakka’daki güvenlik önlemleri arttırıldı.

Kaynak: AA

Biltaci’ye 15 Yıl Hapis Cezası Onandı

Mısır’da aralarında Mısır Müslüman Kar-deşler Teşkilatı’nın (İhvan) siyasi kanadı Hürri-yet ve Adalet Partisi (HAP) Genel Sekreteri Mu-hammed el-Biltaci ve Meşruiyete Destek için Ulusal İttifak yöneticilerinden Saffet Hicazi’nin de aralarında bulunduğu darbe karşıtları hak-kında verilen 15 yıllık hapis cezası hükmünün onandığı bildirildi.

Yargı kaynaklarından alınan bilgiye göre, Yargıtay, Biltaci ve Hicazi ile diğer sanıkların “25 Ocak devrimi sırasında Tahrir Meydanı’nda bir avukatı alıkoyarak işkence yapmak” suçun-dan haklarında verilen 15’er yıl hapis cezasını temyiz duruşmasının ardından onadı.

Biltaci, Hicazi, Katar’ın El-Cezire Televizyonu’nda yayıncılık yapan Ahmed Man-sur ve eski parlamenter Hazim Faruk’a “25 Ocak devrimi sırasında Tahrir Meydanı’nda bir avukatı alıkoyarak işkence yapmak” suçundan 15’er yıl hapis cezası verilmişti.

Kaynak: AA

Fransa’da 3 Cami “Radikal Söylem” Gerekçesiyle Kapatıldı

Fransa İçişleri Bakanı Bernard Cazeneuve, son bir hafta içinde ülkedeki 3 caminin kapatıl-dığını söyledi.

Cazeneuve, başkent Paris’teki terör sal-dırılarından sonra ilan edilen olağanüstü hal uygulamasıyla ilgili olarak düzenlediği basın toplantısında, Seine et Marne bölgesindeki bir camiyle ilgili, “radikal söylem yaydığı” gerek-çesiyle kapatma kararı alındığını belirtti.

Bakan Cazeneuve, camide ve cami yönetici-lerinin evlerinde yapılan aramalarda bir taban-canın ele geçirildiğini ve tabanca sahibinin de gözaltına alındığını ifade etti.

Cazeneuve, 22 kişiye yurt dışı yasağı geti-rildiğini, 9 kişinin de ev hapsinde tutulduğunu bildirdi.

Kaynak: AA

58 • Ocak’16 Ocak’16 • 59

İslam Dünyası İslam Dünyası

Page 32: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

SihirbazBegüm KITAY

Ayağa kalktı sihirbaz adam.

Ve bağırdı son ses:

Onlar ölünce biz daha özgür olacağız!

Ölümün güzelliği işleyecek havaya,

Güzellik soluyacağız gün boyu,

Ciğerlerimiz kan kokacak.

Ama özgür olacağız(!)

Biz.

Özgür.

Olacağız.

Bilmiyordu sihirbaz adam.

Bilemezdi.

Kalbi ve kulakları mühürlüydü.

Duyamazdı.

Gözlerini örten bir perde vardı.

Göremezdi.

Bazı ölümlerin güzel,

Bazı ömürlerin acı olduğunu.

Sihirbaz, şapkasından bir tavşan çıkardı.

Tavşan duyduklarına şaşırdı, düşündü:

Ölüm, özgürlüğü doğuran bir sihir.

Ve yine düşündü.

Şimdiye kadar niye işe yaramadı bu sihir?

Niye ölümle özgürleşemedi bu dünya?

Ömer Faruk Yakupoğlu

Beyzanur Yaşaroğlu

Beyzanur Yaşaroğlu60 • Ocak’16 Ocak’16 • 61

Şiir Foto

Page 33: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

Üniversitelerden Haberler

İTÜ Tevhid ve Adalet Topluluğu’nun çağrısıyla bir araya gelen İTÜ’lü öğrenciler İstanbul Teknik Üniversitesi’nde merkezi bir cami talebiyle ilgi-li basın açıklaması yapmak ve Merkezi Dersliğin önünde namaz kılmak üzere toplandılar.

İlan edilmiş eylem saatinin öncesinde Müslü-manların toplanacağı alanı işgal etmeye kalkan sol-sosyalist gruplar, burada namaz kılınamaz şeklinde ifadeler eşliğinde Müslüman öğrencilere saldırdı. Sözkonusu saldırılara Müslüman öğren-cilerin karşılık vermesiyle beraber; sol-sosyalist gruplar alandan uzaklaşarak sloganlarla yapılan eylemi sabote etme girişimlerine devam etti.

İslam’a düşmanlıklarıyla maruf; Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF), Öğrenci Kolektifleri, TKP gibi sol-sosyalist güruhlar; basın açıklamasının yapıl-dığı esnada; çay bardakları ve taşlarla Müslüman öğrencilere yönelik saldırılarına devam ettiler.

“İTÜ’ye Cami İstiyoruz, Kıyıda Köşede Değil!” pankartını taşıyan Müslüman öğrenciler; tekbir-ler ve“Üniversitede Şebbiha İstemiyoruz!”, “İsla-mi Hareket Engellenemez!” “Katil Rusya İşbirlikçi FKF!”, “Katil Beşar İşbirlikçi Kolektif”, “Katil Esed Üniversiteden Defol!”, “Zalimler İçin Yaşasın Ce-

hennem!”, “Allah Nurunu Tamamlayacak!” gibi sloganlar eşliğinde eylemi sürdürdüler.

Sol-Sosyalist gruplar cami yapılmasını talep eden Müslümanların IŞİD’ci olduğu propagan-dasına sığınarak İslam ve cami düşmanlıkları-nı maskelemeye çalıştılar. İslami değerlere ve Müslümanlara açıkça hakaret eden mezkur çe-telere karşı İTÜ’lü Müslüman öğrenciler şunları söyledi: “Burada gördüğünüz sosyal faşist güruh; Suriye’de ekmek fırınlarını bombalayanların, ka-dın-çocuk ayırt etmeden sivil bir halka karşı kat-liamlarda bulunan zalimlerin işbirlikçileridir. Biz-ler buradan haykırıyoruz: Üniversite’de Şebbiha İstemiyoruz!”.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ‘Müslüman Hanımlar Topluluğu’ isimli öğ-

renci grubu üniversitenin mescidinde toplanarak Kur’an okuma toplantısı düzenlediler.

‘Müslüman Hanımlar Topluluğu’ isimli grup toplandıktan bir süre sonra aynı fakültede bulu-nan ‘Yurtsever Kollektif’ isimli grup tarafından saldırıya uğradı.

Hukuk Fakültesi’nde okuyan kız öğrenciler-den biri olayı şöyle anlattı, “Kız öğrenciler olarak, Kuran-ı Kerim’i okumak ve anlamak için topluluk kurduk. Derslerimizi Hukuk Fakültesi’ndeki mes-citte yapıyorduk. Bugün mescidin önünde top-

lanan sol görüşlü (Yurtsever, Kollektif, Marksist) gruplara temsil kişiler ‘bizden başka bir oluşuma burada izin vermeyiz deyip bizleri’ darp etti”

Ankara Hukuk’ta Kur’an okuyanlara saldırı!

İTÜ’de Cami Eylemine Sol Saldırı!

Öğrencilerin eylemleri sonu-cunda Bilgi Üniversitesi’de

mescit açıldı.Öğrencilerin Bilgi Üniver-

sitesi’nde Mescit’in açılması üze-rine yaptıkları açıklama:

Üniversitelere başörtüsünün gelmesiyle birlikte, Müslüman-ların inançları yaşayabilme öz-gürlüğü de sisteme kısmen dahil olmuştur.

Biliyoruz ki artık üniversite-lerde ibadet etmek serbestleş-tirilmiş, birçok üniversite kam-püslerine mescitler inşa edilerek ibadetler özgürleştirilmiştir. Ay-rıca kampüsünde mescit inşasını reddeden üniversitelerin de sa-yıları git gide azalmaktadır.

Geçmişten bu yana İstanbul Bilgi Üniversitesinde ibadet eden Müslüman öğrenciler birleşerek birçok kez, okul yönetmeliğine mescit taleplerini göndermişler fakat yönetmelik tarafından ta-

lepleri sürekli askıya alınmıştı. Bu zorluklara rağmen öğrenciler yılmadan okulunda mescit hiz-metinin oluşması adına yöntem-ler üretmeye başlamıştı.. İmza kampanyaları düzenledi, rektör-le toplantılar yapıldı, gazetelere haber yapıldı, twitterdan hag-taglar yapıldı, eylemeler düzen-lendi vs.

Son iki yılda yaptıkları eylem ve talep toplantılarıyla okulla-rına mescit açılması gerektiği-ni ikna eden gençler artık ders aralarında koşuşturmaya tabii tutulmadan namazlarını mahal-le camilerinde değil okullarının mescitlerinde kılmaktadırlar.

Artık okul yönetimi, kampüs-lerine mescit açtırarak Müslü-man öğrencilerine dersleri ile ibadetleri arasında tercih yap-mamaları konusunda yardımcı olmuştur.

Sol Saldırganlık Beyazıt Meydanı’nda

Protesto Edildi!

İslam’a olan düşmanlıkla-rıyla maruf sol-sosyalist

grupların son haftalarda üni-versitelerde Müslümanlara yönelik saldırılarını protesto etmek ve saldırılara uğrayan öğrencilerin yalnız olmadığı-nı ifade etmek için Beyazıt Meydanı’nda toplanan Üni-versiteli Müslümanlar, bura-da basın açıklaması yaptılar.

Özgür-Der Üniversite Gençliği, Medeniyet Derneği, Genç Öncüler, Genç Hareket, Yedi Hilal, TÜGVA ve Ana-dolu Öğrenci Birliği’nin yanı sıra pek çok üniversiteden öğrenci gruplarının katıldığı eylemde İTÜ’de cami talebi için bir araya gelen Müslü-manlara yapılan saldırı ve Ankara’da Kur’an okumak için mescitte toplanan ha-nımların hakaretler eşliğin-de engellenmesi lanetlendi.

Eskişehir’de Standa Saldırı Protesto Edildi

Eskişehir’de, Uluslararası Öğrenciler Kulübü ve Genç İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı tara-

fından dün izlenime sunulan sergide stantlara zarar verilmesi protesto edildi.

ESKİŞEHİR: Eskişehir’de, Uluslararası Öğrenciler Kulübü ve Genç İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfı tarafından dün izlenime sunulan “Nepal’de Müslüman olmak sergisi”nde stantlara zarar verilmesi Genç STK’lar Birliği üyelerince protesto edildi.

Bilgi Üniversite’sinde Mescit Sorunu Çözüldü!

62 • Ocak’16 Ocak’16 • 63

Haberler Haberler

Page 34: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

G enç Öncüler Hanımlar Komisyonu, “Yaş Gruplarına Göre Televizyonun Etkileri” ça-

lıştayı düzenledi. Yaş gruplarının dört alanda incelendiği çalıştayın ardından. Her gruptan birer sözcü sunumlarını yaptılar.

İnternetin hayatımıza girmesiyle etkisini yitirdiğini düşündüğümüz televizyonun aslında pek de tahtından inmediğini fark etmiş olduk. Diziler, reklamlar, programlar ve yarışmalar ile 7’den 70’e herkesin ilgisini çekmeye de-vam etmekte olan yayın programlarının kitle-ler üzerinde bıraktığı etki büyük. Bu nedenle karşısında fazlasıyla vakit geçirilen, televizyon hakkında değerlendirmeler yapmak, yayınları-nın empoze ettiği değer yargılarını konuşmak, gelecek adına kaygı taşıyan herkesin sorumlu-luğudur.

Televizyonun “çocukların üzerinde etkileri”

alanında, televizyonun çocuğun toplumsallaş-

masına, psikolojisine, beslenme alışkanlıkları-

na, zihinsel-duygusal-fiziksel gelişimine olan

etkileri irdelenmiştir.

Ergenlik döneminde gençlerin ihtiyaç duy-

duğu rol- modelin televizyon karakterlerinden

seçildiği, kılık kıyafet, arkadaşlık, çevre ve ha-

yat şartlarının bu hayali karakterlerle eşitlen-

meye çalışıldığı gözlemlenmiştir.

Yetişkinler üzerinde ise zaman israfı ve de-

dikodu, gıybet gibi kötü hasletlerin yaygınlaş-

ması, fark edilen ilk sonuçlardır.

Çalıştayda ortaya çıkan fikirlerin bir bildiri

şeklinde yayınlanması düşünülmektedir.

Celaleddin Vatandaş Hocamız ile Siyeri Konuştuk22 Kasım pazar günü hanım kardeşlerimizle birlikte “Hz.Muhammed’in Hayatı ve İslam Daveti” kitabının yazarı Ce-laleddin Vatandaş hocamızı dinledik. Seminerde Celaleddin Hocamız öncelikle elçilik ve vahiy kavramlarını ele aldı. Zira elçinin önemini anlamadan, hayatındaki olayları öğrenmek yetersizdi. Elçinin sadece postacı vazifesi görmeyip, İslam’ı, hayatının her merhalesinde yaşadığını, Hz.Aişe’ye Efendimiz sorulduğunda “O yaşayan Kur’andı.” ifadesini hatırlattı. Kalem suresinde de zikredildiği üzre vahiy önce Efendimiz’i inşa et-miş sonra onun tarafından da çağlara aktarılmıştır.

“Yaş Gruplarına GöreTelevizyonun Etkileri” Çalıştayı

64 • Ocak’16

Etkinlik

Page 35: Genç Öncüler-101- Emperyalist Kuşatma

www.genconculer .com

Açıldı!