24
Hüseyin Gülerce ve benzerleri yaklaşık 2,5 yıldan bu yana ifa- de vermeye doyamadılar. Bugün deniz bitti. Ona buna iftira attık- ça batan, battıkça daha fazla ifti- ra atan Gülerce gibilerinin sanık sandalyesine oturacağı günler çok uzakta değil. Fatih Terim aslında Euro 2016’dan sonra tartışılmaya başlanmıştı. Fakat usta bir manevra yaparak tartışmayı oyuncuların üzerine yıktı. Terim’in istifası doğru an- cak zamanlaması yanlış oldu. Yanlış zamanda doğru istifa Tanık gelip sanık çıkacaklar... 28 TEMMUZ 2017 CUMA GÜNLÜK E-GAZETE — SAYI: 243 WWW.TR724.COM — @TR724COM EFE YIĞIT’IN DOSYASI 21’DE MEHMET YILDIZ’IN HABER YORUM’U 6’DA İ lahiyat Fakültesinde okurken Ha- dis derslerimize gelen merhum Prof. Dr. Ali Yardım’ın çok sevdiğim bir ifadesi vardı: “Zırva, tevil götürmez…” Diyanetin Hizmet ve hususiyle Hoca- efendi hakkında hazırladığı raporu okuyunca bu cümle geldi aklıma. Ra- por değil aslında, neresinden tutsan dökülen saçmalıklar manzumesi bir zırva! Rapor, Bediüzzaman’ın “Tükü- rün zalimin hayâsız yüzüne!” muame- lesini hak ediyor ama hakikate olan vefamız bu iftiralara sessiz kalmama- yı salıklıyor. Hocaefendi’nin talebeleri eminim ki bir tekini bile atlamadan, bütün iftira ve isnatlara gereken ce- vabı en kısa zamanda vereceklerdir. Ama raporun pespayeliğini ortaya koymak adına kısaca birkaç noktaya işaret etmekte fayda var. 6 80 Alman şirketini ‘terör örgüt- leri ile iltisaklı’ diye fişleyen ve listeyi Interpol’e bildiren AKP iktida- rı, Alman hükûmetinin sert tavrına mukabil geri adım attı. ‘İletişim ka- zası’ diyerek skandalı geçiştirmeye çalışan Başbakan Yıldırım, 19 Alman şirketinin müdürlerini Çankaya Köş- kü’nde kahvaltıda ağırladı ve, “Hata oldu, fazla büyütmeyelim” dedi. Kahvaltıyla tatlıya bağlanabilse keşke! SEMIH ARDIÇ’IN ANALIZI 10’DA Görmezlerin Raporu SEFER CAN YAZDI, 8’DE A. SALIH GÜVEN YAZDI, 19’DA Görmez’in kızının evindeki kriz masası Kendi dilinden DİB isimli teşkilatın konumu [1] Kavurmalı kaşarlı terörist pidesi! ERHAN BAŞYURT’UN YORUMU 14’TE Çok şükür, oğlum kumarbaz oldu! ALPER ENDER FIRAT’IN YAZISI 16’DA 15 Temmuz zekâ testinin cevap anahtarı [2] VEYSEL AYHAN’IN YORUMU 17’DE FAIK CAN’ IN YORUMU 2, 3, 4 VE 5’TE MEHMET EFE ÇAMAN YAZILARIYLA TR724’TE ILK YAZISI SAYFA 12’DE Başlangıç ve Son Ben kâhin değilim. O yüzden Matrix’teki kâhinin bilgeliği olsun benim bu ilk yazıdaki kehanetim: başlangıcı olan her şeyin bir sonu vardır. O sona koşuyorsunuz.

GÜNLÜK E-GAZETE — SAYI: 243 28 TEMMUZ 2017 CUMA … · (Şimdi bu ifademden “Fethullah Gülen’in sözle-rini Kur’an’a benzetti” yorumunu çıkaracak beyin fukaraları

  • Upload
    others

  • View
    3

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Hüseyin Gülerce ve benzerleri yaklaşık 2,5 yıldan bu yana ifa-de vermeye doyamadılar. Bugün deniz bitti. Ona buna iftira attık-ça batan, battıkça daha fazla ifti-ra atan Gülerce gibilerinin sanık

sandalyesine oturacağı günler çok uzakta değil.

Fatih Terim aslında Euro 2016’dan sonra tartışılmaya başlanmıştı. Fakat usta bir manevra yaparak tartışmayı oyuncuların üzerine yıktı. Terim’in istifası doğru an-cak zamanlaması yanlış oldu.

Yanlış zamanda doğru istifa

Tanık gelip sanık çıkacaklar...

28 TEMMUZ 2017 CUMAGÜNLÜK E-GAZETE — SAYI: 243 WWW.TR724.COM — @TR724COM

EFE YIĞIT’IN DOSYASI 21’DE

MEHMET YILDIZ’IN HABER YORUM’U 6’DA

İ lahiyat Fakültesinde okurken Ha-dis derslerimize gelen merhum

Prof. Dr. Ali Yardım’ın çok sevdiğim bir ifadesi vardı: “Zırva, tevil götürmez…” Diyanetin Hizmet ve hususiyle Hoca-efendi hakkında hazırladığı raporu okuyunca bu cümle geldi aklıma. Ra-por değil aslında, neresinden tutsan dökülen saçmalıklar manzumesi bir zırva! Rapor, Bediüzzaman’ın “Tükü-rün zalimin hayâsız yüzüne!” muame-lesini hak ediyor ama hakikate olan vefamız bu iftiralara sessiz kalmama-yı salıklıyor. Hocaefendi’nin talebeleri eminim ki bir tekini bile atlamadan, bütün iftira ve isnatlara gereken ce-vabı en kısa zamanda vereceklerdir. Ama raporun pespayeliğini ortaya koymak adına kısaca birkaç noktaya işaret etmekte fayda var.

6 80 Alman şirketini ‘terör örgüt-leri ile iltisaklı’ diye fişleyen ve

listeyi Interpol’e bildiren AKP iktida-rı, Alman hükûmetinin sert tavrına mukabil geri adım attı. ‘İletişim ka-

zası’ diyerek skandalı geçiştirmeye çalışan Başbakan Yıldırım, 19 Alman şirketinin müdürlerini Çankaya Köş-kü’nde kahvaltıda ağırladı ve, “Hata oldu, fazla büyütmeyelim” dedi.

Kahvaltıyla tatlıya bağlanabilse keşke!

SEMIH ARDIÇ’IN ANALIZI 10’DA

Görmezlerin Raporu

SEFER CAN YAZDI, 8’DE A. SALIH GÜVEN YAZDI, 19’DA

Görmez’in kızının evindeki kriz masası

Kendi dilinden DİB isimli teşkilatın konumu [1]

Kavurmalı kaşarlı terörist pidesi!

ERHAN BAŞYURT’UN YORUMU 14’TE

Çok şükür, oğlum kumarbaz oldu!

ALPER ENDER FIRAT’IN YAZISI 16’DA

15 Temmuz zekâ testinin cevap

anahtarı [2]

VEYSEL AYHAN’IN YORUMU 17’DE

FAIK CAN’IN YORUMU 2, 3, 4 VE 5’TE

MEHMET EFE ÇAMAN YAZILARIYLA TR724’TE ILK YAZISI SAYFA 12’DE

Başlangıç ve Son

Ben kâhin değilim. O yüzden Matrix’teki kâhinin bilgeliği olsun benim bu ilk yazıdaki kehanetim: başlangıcı olan her şeyin bir sonu

vardır. O sona koşuyorsunuz.

28 TEMMUZ 2017 CUMA 02 YORUM

İLAHİYAT FAKÜLTESİNDE okurken Hadis derslerimize gelen merhum Prof. Dr. Ali Yar-dım’ın çok sevdiğim bir ifadesi vardı: “Zırva, tevil götürmez…” Diyanetin Hizmet ve hususiyle Hocaefendi hakkında hazırla-dığı raporu okuyunca bu cüm-le geldi aklıma. Rapor değil aslında, neresinden tutsan dö-külen saçmalıklar manzumesi bir zırva!

Güya Hocaefendi’nin İslam’ın temel öğretilerine aykırı sözle-rini tespit etmek için çalışmış-lar. Ama maksat aykırı sözleri tespit değil de “Hocafendi’yi İslam’a aykırı göstermek” olunca, ancak bir trolün kaleminden çıkacak zavallılıkta bir metinle karşı-laşıyoruz. Rapor dedikleri şey, okuyan kişide “Aca-ba bunu Fatih Tezcan’a mı yazdırdılar?” düşüncesi oluşturacak bir ucûbe!

Hocaefendi hakkında benzeri tezviratlar eskiden beri yapılıyor. Nuh Mete Yüksel’in iddianamelerin-den, Haydar Baş tayfasının iftiranamelerine kadar geniş bir yelpazede aynı konular yıllardır ısıtılıp duruyor. Bu metni hazırlayanlar da ya MİT’ten ha-zır bir kısım dökümanları almışlar (malum, akşam yemeklerini MİT’te yemeyi tercih ediyor Görmez adam) ya da ulusalcı-Ergenekoncu tayfanın tezvi-ratlarını bir araya getirmişler. Çünkü değil bir din işleri yüksek kurulu üyesinin, insaflı herhangi bir üniversite öğrencisinin bile yapmayacağı çarpıt-malara imza atmışlar.

Eğer Hocaefendi’nin kitaplarını tamamen okusa-

lardı bu neticeleri çıkarmaları mümkün olmazdı. Tabii iman-ları ve insafları varsa. Tamamı-nı okumalarına rağmen bun-ları yazdılarsa, Hocaefendi’ye olan hasetleri veya günümüz Firavunu’ndan korkuları iman-larının önüne geçmiş demek-tir. Bakış açıları da, metinlere getirdikleri kısa yorumlar da asırlardır Anadolu toprakların-da yaşanmış tasavvuf ağırlıklı Ehli Sünnet anlayışından çok, Abdülaziz Bayındır tipi Harici, Selefi bakışı yansıtıyor.

Uyguladıkları yöntemin aynı-sını ateistler Kur’an ayetleri-

ne ve Efendimiz’in hadislerine karşı uyguluyorlar. (Şimdi bu ifademden “Fethullah Gülen’in sözle-rini Kur’an’a benzetti” yorumunu çıkaracak beyin fukaraları da olacaktır.) Son zamanlarda özellikle sosyal medyada bilinçli bir şekilde Kur’an ayet-lerine yönelik saldırılar var. Ateistler bir tek ayeti alıp, bağlamından kopararak insanların zihinlerini karıştırmak, imanlarını kaybettirmek için yoğun çaba harcıyorlar. Paylaşımların aldıkları beğenile-re ve retwitlere bakılınca maalesef başarılı da olu-yorlar. Görmez’in raporcuları da Hocaefendi’nin söylemleri ve kitapları konusunda aynı metodu kullanıyorlar. Bağlamından, siyak ve sibakından kopararak salt bir paragrafı ya da cümleyi alıp, söyleyeni mahkûm etmek istiyorlar.

Rapor, Bediüzzaman’ın “Tükürün zalimin hayâ-sız yüzüne!” muamelesini hak ediyor ama haki-kate olan vefamız bu iftiralara sessiz kalmama-

GÖRMEZLERIN RAPORU!FAIK CAN

Maksat aykırı sözleri tespit değil de “Hocafendi’yi İslam’a

aykırı göstermek” olunca, ancak bir

trolün kaleminden çıkacak zavallılıkta bir metinle karşılaşıyoruz.

Rapor dedikleri şey, okuyan kişide “Acaba

bunu Fatih Tezcan’a mı yazdırdılar?”

düşüncesi oluşturacak bir ucûbe!

[email protected]

28 TEMMUZ 2017 CUMA 03 YORUM2. SAYFADAN DEVAM

yı salıklıyor. Hocaefendi’nin talebeleri eminim ki bir tekini bile atlamadan, bütün iftira ve is-natlara gereken cevabı en kısa zamanda ve-receklerdir. Ama raporun pespayeliğini ortaya koymak adına kısaca birkaç noktaya işaret et-mekte fayda var.

DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU (!) NE İŞ YAPAR

Raporun önsözünü Görmez başkan yazmış. Din İşleri Yüksek Kurulu’nun “Toplumu din konusun-da aydınlatmak gibi kutsi bir görevi” olduğundan bahisle, toplumu hizmet ve Hocaefendi hakkında uyarmak ihtiyacı doğduğunu anlatmış. Ama bu kurulun toplumu başka hangi hayati konularda uyardığından bahsetmemiş.

Sözgelimi, televizyonlarda, sosyal medyada he-men her gün maaşlı diyanet hocalarının arkasında namaz kılan cami cemaatinin dinle ilgili cehalet-lerinden örnekler yayınlanıyor. Güleriz ağlanacak halimize, dedirten rezillikler sergileniyor. Kelime-i tevhidin anlamını bilmeyen, dört halifenin isimle-rini sayamayan, büyük peygamberlerden ve on-lara gönderilen kitaplardan habersiz bu cami ce-maatini eğitmek ve aydınlatmak için Görmezgiller ne yapmayı planlıyorlar?

Ya da, camileri ibadethane ol-maktan çıkarıp parti bürosuna çeviren, cemaatini devlete ispi-yonlayan, insanların arasına ay-rılık tohumları eken, vaazlarında Allah’tan daha çok Tiran’ı anla-tan, slaytlarında ayetleri değil, siyasi içerikli gazete küpürlerini gösteren memurlara yönelik di-yanetin bir çalışması var mı?

Ateistlerin, yukarıda anlattığımız faaliyetleri ya da Kur’an’a attıkla-rı iftiralara dair, bu kurul şimdiye kadar neler yapmış?

Televizyonlarda her gün ayrı bir şarlatan çıkıp dini konularda ahkâm kesiyor. Kimisi hadisleri “deve sidiği” üzerinden tamamen itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Bir başkası Kader’i inkâr ediyor. Hazre-ti Âdem’i ilk insan olarak kabul etmiyor, Kur’an Müslümanlığı deyip insanları hadisten soğutuyor. Görmez başkan ve kurulu sadece seyrediyor.

Dili sakalından uzun, uçkuru dilinden gevşek biri ise yanmayan kefenden, terliğe kadar istismar et-medik hiçbir kutsal bırakmıyor. Sümük-ü şerif tar-tışmalarıyla insanlara dini nahoş göstermek için elinden geleni yapıyor. Görmez başkan ve yüksek

kurul yine seyrediyor.

Altı yedi yaşında kızlarla evlenmek fetvası veriyor bir başkası, kadınların evde oturmaları gerektiği-ni söyleyerek. Bütün sosyal medya ayağa kalkıyor ama Din işleri yüksek kurulumuz bu konuda top-lumu bilgilendirmek ihtiyacı duymuyor.

İŞİD fetvacısı Ebu Hanzala lakaplı adam her taraf-ta konferanslar verip video sohbetleri yayınlıyor. Kafa kesmekten, intihar eylemlerine kadar pek çok konuda fetva veriyor. Görmez adam onu da görmüyor.

Kedicikleriyle her gece ayrı bir rezilliğe imza atan serseri kılıklı herifin biri, Kur’an’ı, İslam’ı dilediği gibi yorumlayıp insanların zihinlerini idlal edebili-yor. Diyanet bunların da tamamını sadece seyre-diyor.

Zıplayarak müzik eşliğinde zikir yapanlardan, in-sanları silahlanmaya çağıranlara kadar onlarca nev-zuhur tip dinin köküne kibrit suyu döküyor ve Görmez başkan ile tayfası hiçbir şey yapmıyor. Yoksa bu konularda açıklama yapmak, toplumu

aydınlatıp bilgilendirmek için Tiranlarından izin veya emir mi bekliyorlar?

Zalim, hırsız, ahlaksız ve katil bir diktatör, kendisini “rahme-tim gazabımı aşacaktır” söyle-miyle pazarladı. Yalakaları ta-rafından kendisine neredeyse ulûhiyet isnat edildi, peygam-bere benzetildi. Ona dokunma-nın ibadet olduğu bile söylendi, körü körüne itaat ve biat edile-ceği duyuruldu. Doğduğu bel-de mübarek olarak tanımlandı, onun sünnetine (!) uyma çağrı-ları yapıldı. Bütün bunlara karşı Görmez başkandan ve tayfa-sından tek bir itiraz, düzeltme

ya da ikaz duyulmadı. Belli ki onlar Allah’tan, ahiretten, hesaptan, haşirden, azaptan değil, Tiran’dan korkuyorlar.

İşte bu adamlar, Hocaefendi hakkında toplumu uyarmak için rapor hazırlamışlar. Rapora şu cüm-leyle giriş yapıyorlar: “Çalışmanın daha kolay oku-nabilmesi ve anlaşılabilmesi için uzun ilmi tahlil-ler yerine kısa açıklamalarla yetinilmiştir.” Neden, çünkü uzun ilmi tahlillere girerlerse, oluşturmak istedikleri algının tutmayacağını biliyorlar. Demek ki, seksen yıldır ellerinde tuttukları camilerin ce-maatini kandırmak için bu kadarını yeterli görü-yorlar.

Kedicikleriyle her gece ayrı bir

rezilliğe imza atan serseri kılıklı

herifin biri, Kur’an’ı, İslam’ı dilediği

gibi yorumlayıp insanların

zihinlerini idlal edebiliyor. Diyanet

bunların da tamamını sadece

seyrediyor.

28 TEMMUZ 2017 CUMA 04 YORUM3. SAYFADAN DEVAM

17/25 ARALIK HIRSIZLAR BAYRAMI MÜNASEBETİYLE

Kendilerine gelmesi muhtemel “Bugüne kadar niye böyle bir rapor hazırlama ihtiyacı duymadı-nız?” eleştirisinin önünü almak için de bütün AKP kurnazları gibi “17/25 Aralık sürecine kadar bu ya-pıyı fark etmedik” ifadesine sarılıyorlar. Bu aynı zamanda Diyanet’in hizmete olan düşmanlığının tamamen ahlaksız bir siyasi iradenin talimatıyla başladığının da itirafı! 17/25 Aralık’tan sonra ca-milerde hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, zulüm vb ko-nuların işlendiği hutbelere yer verilmemesi de Di-yanet’in nasıl bir Görmezliğe savrulduğunun ayrı bir göstergesi.

Raporda yer alan, Hocaefendi’nin kendisini seçil-miş bir kişi olarak anlattığı iddiası da tamamen bir niyet okuma ve iftiradan ibaret. Elli senedir yaptığı bütün konuşmaları, yazdığı bütün eserleri ortada olan bir insan Hocaefendi. Bir tek yerde bile ken-disine olağanüstü bir sıfat izafesinde bulunmadığı gibi bulunanlara da sert tepki veriyor. Hocaefendi bunla ala-kalı sevenlerine defalarca ikaz-larda ve uyarılarda bulundu. Sıradan bir kulluğu her türlü manevi makama tercih ettiğini yüzlerce defa söyledi.

Kendisine yapılan ulûhiyet, peygamberlik vb isnatların hiçbirine itiraz etmeyen Ti-ran’larına tek ses etmeyip, Ho-caefendi’yi seçilmişlik pozis-

yonuna sokma gayreti içine girmek için herhalde Görmez olmak gerekiyor.

Görmez adamlar, Hocaefendi’nin üçüncü şahıslar üzerinden anlattığı hakikatleri bile sanki kendisini kastetmiş gibi yansıtıyorlar. Onlara göre güya Ho-caefendi sohbetlerinde “ehl-i keşiften biri” “nâkil” “âlem-i menamda” “yakazaten görülmüş” gibi ifadeler kullanıyorsa kendisini anlatıyordur. Peki, buna dair en ufak bir delilleri var mı? Hayır! Ama mesele algı oluşturup mahkûm etmek olunca di-nin en çok nefret ettiği suçlardan olan iftiraya sa-rılmak Din İşleri Kurulu’na nasip oluyor!

Birinci bölümde yaptıkları ilk alıntı, ne kadar art niyetli olduklarını bir kere daha gösteriyor. Fasıl-dan Fasıla-4 adlı eserin Tevazu ve Kibir başlıklı bölümünde Hocaeefendi tevazu ve kibir arasın-daki dengeyi anlatıyor. Cenab-ı Hakk’ın ekstra-dan lütuflarına mazhar insanların tevazularının küfran-ı nimet manasına gelebileceği tehlikesin-

den bahsediyor. Ve diyor ki: “Şayet Allah kendi katından göndermiş olduğu bir kısım ışınları o şahıslar üzerinde kı-rıp başkalarına yansıtıyorsa, o insanın bu iş için kendisini seçen Rabbi’ne karşı şükran duyguları ile iki büklüm ol-ması gerekmez mi?.” Bura-dan Hocaefendi’nin vahye, ilhama, keşfe mazhar oldu-ğunu ve Allah’ın onun üzerin-den insanlara mesaj dağıttığı

Elli senedir yaptığı bütün konuşmaları,

yazdığı bütün eserleri ortada olan bir insan

Hocaefendi. Bir tek yerde bile kendisine olağanüstü bir sıfat

izafesinde bulunmadığı gibi bulunanlara da

sert tepki veriyor.

28 TEMMUZ 2017 CUMA 05 YORUM4. SAYFADAN DEVAM

sonucunu çıkarmışlar.

BU KADAR CEHALET İÇİN GÖRMEZ OLMAK GEREKİR

Bir başka alıntıları ise tamamen cehl-i mürekkep örneği. Hocaefendi söz konusu metinde, hara-ma karşı gözlerini kapatma iradesini gösteren bir mü’mine Allah’ın imandaki lezzeti duyuracağını anlatıyor. Devamında da diyor ki: “O kişinin haram karşısındaki tutumu, devamında Cenab-ı Hakk’ı müşâhede gibi mühim bir neticeyi de semere ve-recektir. Bu müşâhede ötede olabileceği gibi bu dünyada da olabilir.” Bu ifadelerden yola çıkarak Hocaefendi’nin Allah’ı gördüğünü iddia ettiği if-tirasını atıyorlar. Ardından Allah’ın bu dünyada gözle görülemeyeceğine dair ayetleri sıralıyorlar.

İyi de Hocaefendi gözle görmekten değil, gaspçı İstanbul Müftüsü, Tasavvuf Profesörü Hasan Ka-mil Yılmaz’ın da çok iyi bildiği ve tamamen tasav-vufi bir terim olan “müşâhede”den bahsediyor. Bunu bahseden ilk insan da Hocaefendi değil. Ta-savvuf kaynakları müşâhede ile alakalı yüzlerce sayfa malumatla dolu. Tasavvuf ehli, müşâhedeyi görmekten ayrı tutarlar. Görmek basarla (gözle) alakalı bir eylem iken, müşâhede basiretle (kalp gözü ile) alaka-dardır. Müşâhede Hakk’ın Zat’ını değil, eserini, eserlerdeki tecelli-lerini seyretmektir ve Hak yolcu-larına bu dünyada ihsan edilmiş bir mazhariyettir. Mesele bu ka-dar açık iken, müşâhedeyi gözle görmek olarak tahrif edip üstüne Hocaefendi’ye Allah’ı gördüğü iftirası atmak ahirette hesabı ve-rilemeyecek büyük bir bühtandır.

Üzerinde tepindikleri bir diğer konu da rüyalar ve yakazalar. Güya Hocaefendi, hizmeti rü-yalara, yakazalara göre yönetip yönlendiriyormuş. Evet, Hocae-fendi rüya ve yakazalara ehem-miyet verir. Onları, bir kısım za-hiriler veya selefiler gibi yok saymaz. Ama rüyalara yaklaşımı Ehl-i sünnet ulemasının yakla-şımları gibidir. Bunu da eserlerinde detaylı olarak ortaya koyar.

Eğer Görmez ve adamları hakikati anlamanın peşinde olsalardı ilk alıntılarını yaptıkları Fasıl-dan Faslıla-4 kitabında Rüyanın Hakikati başlı-ğına bakarlardı. Orada Hocaefendi’nin “Rüyalar

Kur’an ve Sünnet gibi üzerine hüküm bina edile-cek esaslar değildir. Onların ahkâmda esas kabul edilmeleri de doğru değildir. Sadece şahıslar, rü-yadan aldıkları hakikatlerin meşruluğu (Kur’an ve Sünnete uygunluğu) derecesinde onları kendi hayatlarında uygulayabilirler. Bunda da bir gü-nah ve sorumluluk yoktur. Fakat insan, bunlarla (rüyalarla) başkalarını ilzam etmeye (susturup ikna etmeye) kalkışmamalıdır.” Bunu açıkça ifa-de eden bir insanı rüyalar ve yakazalar üzerin-den vurmaya çalışmak en hafif tabiriyle âdîlikten başka bir şey değildir.

Görmezlerin takıldıkları bir diğer yer de “Müslü-man İsevîler” ifadesi. Hocaefendi o sohbetinde bir tespitte bulunuyor. “Kilisede olup Efendi-miz’in peygamber olduğuna inanan ve kendileri-ni Müslüman İsevî’ler olarak tanıtan insanlar var. İseviyetin tasaffisi adına bunu önemli görüyo-rum” diyor. Bu ifadeyi ilk kullanan da Hocaefendi değil. Görmezlerin baskısını yapıp meydanlarda sallasın diye Tiranlarına verdikleri Mektûbat’ta Bediüzzaman Hazretleri aynı ifadeyi kullanıyor: “Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı ulûhiyet niyetiy-

le medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Dec-cal komitesini, Hazreti İsa (as)’ın din-i hakikisini İslâmiyet’in ha-kikatiyle birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevi cemaati namı altında ve “Müs-lüman İsevîler” ünvanına layık bir cemiyet…. Beşeri inkâr-ı ulû-hiyetten kurtaracak” (Mektubat s. 441) Bu ifadenin yanlış oldu-ğuna dair herhangi bir izahta ve geçerli delillendirmede bulun-madan cami cemaatine yöne-lik inşa ettikleri algıya bir tuğla daha koyuyorlar.

Hâsılı rapor, baştan aşağı benze-ri iftiralarla dolu; bırakın ilmîliği ve ahlâkiliği, insani ve İslâmî ol-maktan uzak, sahibini dünyada rezil, ahirette perişan edecek bir günah vesikası. Selefi ve Vehhabi zihniyet aynı yaklaşımlarla yıllar-dır Muhyiddin İbn Arabi’yi, Ab-dülkadir Geylani’yi ve daha pek

çok Hak dostunu tekfir ediyor. Eğer Görmezler, baskısını yaptıkları Risale-i Nur’lara aynı haince metotlarla bakarlarsa, Bediüzzaman Hazretlerini de –haşa- benzer isnatlarla mahkûm edebelirler. Kim bilir, belki onu yapmak için de bir emir bekli-yorlar!

Rapor, baştan aşağı benzeri iftiralarla

dolu; bırakın ilmîliği ve ahlâkiliği, insani ve İslâmî olmaktan

uzak, sahibini dünyada rezil,

ahirette perişan edecek bir günah vesikası. Selefi ve Vehhabi zihniyet

aynı yaklaşımlarla yıllardır Muhyiddin

İbn Arabi’yi, Abdülkadir

Geylani’yi ve daha pek çok Hak

dostunu tekfir ediyor.

HABER YORUM

CUMHURİYET GAZETESİ yönetici ve yazarların-dan oluşan 19 kişi hakkında "PKK, FETÖ ve DH-KP-C'ye müzahir oldukları" iddiasıyla açılan da-vanın görülmesine hafta başında başlandı.

Medyaya yansıdığı kadarıyla yapılan savunmala-ra bakıyorum, Cumhuriyetçiler PKK ve DHKP-C’ye müzahir olmaktan daha çok, "FETÖ" diye bahset-tikleri Gülen Cemaatine müzahir olma konusuna çok tepkililer. Gerek Cumhuriyet yazar ve yöneti-cileri gerekse medyadaki destekçileri, Cemaati ka-ralama yarışına girmiş vaziyette. Cumhuriyetçile-rin PKK ve DHKP-C’ye müzahir olup olmadıklarını bilmiyoruz ama Gülen Cemaatine müzahir olma konusunda savcılar hayal güçlerini fazla zorlamış diyebiliriz. Zaten Cumhuriyetçiler de bunun aksini ispatlamak için kendilerini savunmaktan daha çok ha babam Cemaate saydırıyorlar.

Cemaate mesafeleri açısından şu günlerin AKP’sin-den pek de farkları olmayan Cumhuriyet ekibinin tek iyi yanı basın özgürlüğü, insan hakları ve hu-kuka saygı konusunda Erdoğan ve AKP’den biraz daha hallice olmaları. O da şimdilik. Bu davanın 1 numaralı sanığı Can Dündar’ın Zaman yazarları için 3’er müebbet istendiği iddianame ortaya çık-tığı zaman attığı tweet’e, bizim Barbaros Kartal’ın "Sizinle bizi aynı örgüte terörist diye yazan ada-letsizliğe tüküreyim" demesi unutulmaz.

14’Ü MAHALLEDEN 17 TANIKİddianamede Cumhuriyetçilerin işledikleri suçla-rın (!) 17 tanığı var. 12 tanesi içeriden, Cumhuriyet muhabirleri veya vakıf yöneticileri. Cumhuriyetçi-lerin bu tanıklara pek itirazı yok ama Cem Küçük, Latif Erdoğan, Hüseyin Gülerce’nin tanık olması-na çok bozulmuşlar.

Önceki gün mahkemenin hâkimi ile Cumhuriyet gazetesi icra kurulu başkanı Akın Atalay arasın-da Hüseyin Gülerce diyaloğu geçti. Atalay, "Bizim davamızda tanıklar Cem Küçük, Latif Erdoğan, Hüseyin Gülerce... Bu seviye ve kalitede yürütü-len soruşturmada 9 aydır tutukluyuz" diye tepki gösterince mahkeme başkanı, "Bunların bir kıs-mını tanık olarak çağıracağız. Gülerce’yi değil tabii. Dışarıdan dedikodu mahiyetinde olanların hukuki değeri yok" deyivermiş. Ertesi gün Sözcü

mahkeme başkanının bu cümlesini manşete çek-mişti.

MAHKEME BAŞKANI İDDİANAMEYİ OKUMADI MI?Ne anlıyorsunuz mahkeme başkanının bu cümle-sinden? Hüseyin Gülerce gibilerin (gibilerin derken sanırım Latif Erdoğan ve Cem Küçük’ü kastediyor) söylediklerinin hiçbir hukuki değeri yoktur. İyi de o zaman bu isimlerin tanık olarak iddianamede işi ne? Mahkeme başkanı iddianameyi okumadı mı yoksa? Okuduysa bu iddianame kendi mahkeme-sine sunulduğu zaman, "dedikodu mahiyetinde olan bu beyanların hukuki değeri yok" diyerek neden iade etmedi. Bu yetkisi vardı çünkü.

Aslında tespit çok doğru. Hüseyin Gülerce, Latif Erdoğan ve Cem Küçük’ün iddialarının dediko-dudan öte bir değeri yok. Tanıkların beyanlarında sıkça geçen, "duydum, tahmin ettim, düşünüyo-rum vs" şeklinde tahmin ve yorumlardan ibaret beyanların delil olarak kabul edilmesi zaten saç-ma. Örneğin Cem Küçük’ün "Medya sektöründe çalışan herkes bilir ki Cumhuriyet gazetesi FETÖ nün gizli yayın organıdır" ifadesi, Hüseyin Güler-ce’nin STV’de Taraf’a senet karşılığı para verdikle-ri iddiası ve bundan hareketle "Taraf’a verdilerse kesin Cumhuriyet’ e de vermişlerdir..." çıkarımı, Latif Erdoğan’ın baştan sonra dedikodu, tahmin ve yorumlardan ibaret iddialarını savcıların neden ciddiye aldığını anlamak zor. Savcılar, suçlamak için gazetecilik faaliyetlerinden başka delil bula-mayınca bu adamların dedikodularına sarılmış ol-masından başka izahı yok.

Tanık gelip sanık çıkacaklar...

MEHMET YILDIZ [email protected]

“Bunların bir kısmını tanık olarak çağıracağız. Gülerce’yi değil tabii. Dışarıdan dedikodu mahiyetinde olanların hukuki değeri yok”

0628 TEMMUZ 2017 CUMA

KADROLU İFTİRACILARHüseyin Gülerce ve benzerleri yaklaşık 2,5 yıldan bu yana ifade vermeye doyamadılar. (İddianame-ler ve eklerinden takip edebildiğimiz kadarıyla Gü-lerce 23 Ekim 2014, 07 Mayıs 2015, 09 Eylül 2015, 24 Ocak 2016 ve 20 Aralık 2016 tarihlerinde ayrı ayrı ifade vererek benzer iddiaları tekrarlamış.) Bir yandan emniyet ve savcılıklarda devam eden so-ruşturmalara yön verecek ifadeler verirken diğer yandan gündüz gazete köşelerinde gece televiz-yon ekranlarında aynı iftiraları tekrarladılar. Anlat-tıklarının bir kısmı kendi dönemlerinde yaptıkları işler, bir kısmı da tahmin ve çıkarımlardan ibaret. Bunların hali yukarı mahallede söylediği yalana aşağı mahallede kendisi inanan dedikoducu ma-halle karılarından farksız. Savcıların tanık beyanı diye iddianamelere koyduğu kısımlar da nedense bu dedikodu kısımları.

Gülerce’nin, 18 yıl önce kısa süre başında bulundu-ğu, onu da çoğu zaman Yalova'daki evinden yö-nettiği Zaman Gazetesiyle ilgili anlattıklarının bir kısmı doğrudan kendini ilgilendiriyor. Eğer ortada bir suç varsa öncelikle kendisinin hesabını verme-si gerekir.

Diğer yandan Cemaatin içindeyken kendisini Ce-maatin sözcüsü yerine koyup girdiği angajmanla-rın, dolayısıyla kırdığı cevizlerin haddi hesabı yok deniyor. Mesela Zaman’ın başından ayrıldıktan sonra Abdullah Öcalan'ın avukatlarıyla ne görü-şüp ne sözler verdiği, Hizbullah resmi temsilcile-riyle kendi evinde ne görüşüp ne sözler verdiği, bu aralar nedendir bilinmez coştukça coşan Cüb-beli Hocayla tek başına ne görüşüp ne sözler ver-diği hala tartışılır. Bunlardan bir tanesi de Metro Turizm'in sahibi Galip Öztürk'le yaptığı görüşme. 2012 yılında bir gazetede üç gün üst üste manşet olunca neler konuşulduğunu öğrendiğimiz bu görüşmede Ce-maat adına Galip Öztürk'ten rüşvet istediği iddia ediliyor. Gazete yönetimi 3 gün üst üste manşet olan haber üzerine kendisini arayıp bir açıklama yapmasını istediği zaman Gülerce, "Evet öyle bir görüşme yaptım ama kesinlikle para istemedim, siz bir açıklama yazın benim adıma gönderiverin" der. Bugünlerde hem Galip Öztürk hem Gülerce, Saray'ın kanatları altında işlediği suçları örtbas etme çabasında. Öyle bir görüşme oldu mu ve öyle bir para istendi mi? Şimdi kendi aralarında görüşüp halletsinler artık!

Bütün bu olanlardan anlaşılan, Gülerce aslında ta o günlerde kimin adına yaptığı belli olmayan ama

hepsi de tek başına yaptığı bir dizi görüşmede, Cemaatin yoluna mayın döşemiş adeta.

CEMAAT ALEYHİNE KONUŞUNCA MUTEBER, BAŞKALARI ALEYHİNE KONUŞUNCA DEDİKO-DUCUSorun şu ki Gülerce gibilerin iftiraları Saray sav-cıları tarafından ciddiye alınarak masum insanlar suçlanıyor.

Peki CHP, Hürriyet, Cumhuriyet ve Sözcü tayfası Gülerce’nin Gülen Cemaati aleyhine anlattıklarına inanıp da kendileriyle ilgili iftiralara tepki göster-melerine ne demeliyiz! On binlerce insan Gülerce gibilerin attıkları iftiralar yüzünden cezaevlerinde işkence altında inliyor. Kendilerine gelince ‘parke-ci, pideci davası’ diyerek itiraz edenler aynı yönte-min başkalarına uygulanması karşısında kıllarını kıpırdatmıyor.

Aydın Doğan’ın adamları farkında değil sanırım, aynı iddianamede geçen Gülerce’ye ait şu cümleler Cumhuriyet’in başına gelenlerin Doğan Grubu’nun da başına geleceğinin habercisi: ‘... Gülen'in 1995 yılında, Aydın Doğan ziyaretinde Gülen'in özellik-le yurt dışındaki Türk okullarını gündeme getirdi-ğini, Aydın Doğan'ın Gülen'in anlattıklarından çok etkilenerek heyecanlandığını, "size söz veriyorum 1 milyon broşür bastırıp bu hizmetlerinizi halka duyuracağım" dediğini, ... beyan etmiştir.

Bugün deniz bitti. Ona buna iftira attıkça batan, battıkça daha fazla iftira atan Gülerce gibilerinin sanık sandalyesine oturacağı günler çok uzakta değil. Bir yandaş gazetenin dünkü manşeti, iftira-cıların akıbetinin ne olacağına dair az çok bir fi-kir veriyor sanırım. Allah C.C. sadece imhal ediyor (süre veriyor) ama asla ihmal etmeyecek.

HABER YORUM0728 TEMMUZ 2017 CUMA

6. SAYFADAN DEVAM

Bir yandaş gazetenin dünkü manşeti, iftiracıların akıbetinin ne olacağına dair az çok bir fikir veriyor sanırım. Allah C.C. sadece imhal ediyor (süre veriyor) ama asla ihmal etmeyecek.

SEFER CAN [email protected] @can_sefercan

15 TEMMUZ’DAN kahramanlık pos-tu devşirme furyası dinmedi gitti. Son destan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’e dair. Hürriyet’te Abdülkadir Selvi, o gece Görmez’in yaşadıklarının hikâyesini yazmış. Koltuğu sallantıda olan Başkan’ı kurtarmaya çalışırken iyice batırmış.

İlk göze çarpan, onun da darbeyi eşin-den öğrenenler cemaatinden olma-sı. Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal’ın bile haberi eşinden aldığını dü-şündüğümüzde normal; ama MİT binasında Müs-teşar Hakan Fidan’la yemekteyken telefon gelmesi alaycı gülüşlere yol açıyor. Görmez, eşine “Ben de bu işi en önce haber alacak bir yerdeyim, onlar öyle bir şey demedi, belki terör saldırısıdır” demiş. Ha-kan Fidan’a laf çarpmayan bir Görmez kalmıştı! İşin ilginç yanı Bayan Görmez de bir cumhurbaşkanlığı çalışanının eşinden duymuş. Cumhurbaşkanı Er-doğan enişteden, Başbakan Yıldırım eşten dostan öğrenmişti ‘darbeyi’... Canına yandığımın ülkesin-de gerçek muhatabından bilgi alan bir kişi bile yok. Hakan Fidan’a kim söyledi acaba! Bu ‘darbeyi tesadüfen öğrendim’ repliği önceden biliniyordu suçlamasına cevap olarak senaryoya ya-zılmış. Lakin yalan öyle kötü bir yorgan ki bir tarafı kapatırken başka yerleri açıkta bırakıyor.

Selvi’nin yazısında Görmez’i zor du-rumda bırakacak ayrıntı bu değil. Hi-kayenin MİT’ten çıkış kısmı ve sonra yaşananlar dikkatle not edilmeyi hak ediyor. Sığınaktalarken ikinci patla-mayla darbe olduğunu anlayan Baş-kan kahramanca öne atılmış ve “Beni buradan çıkarın, benim vazifelerim var, yapmam gereken işler var” demiş. Görevlilerin en güvenli yer burası de-mesine aldırmadan gitmek için ısrar etmiş. Ona MİT’ten zırhlı bir araç ver-mişler, Suriyeli misafir Muaz el Hatip’i

Görmez’in mercedesine bindirip ikisini ters istika-metlerde yola çıkarmışlar. Doğruysa, zavallı misafiri açıkça yem yapmışlar.

Selvi’nin hikayeye gizem katmak için yazdığı ay-rıntılar da Başkan’ın karizmayı çiziyor. “Araç, MİT’in iki No’lu kapısından Formula 1 yarışındaki gibi fırla-yarak çıktı. MİT’in etrafını dolaşıp Demetevler’deki sokak aralarına girdi. O arada şüphelenen Görmez, ‘Ne oluyor, nereye gidiyoruz’ diye sordu. Öndeki görevli geriye dönerek, ‘Darbe oluyor hocam’ dedi. Görmez’in yüzünün gerildiğini görünce, ‘Siz merak etmeyin, sizi koruyacağız’ diye konuştu.”

Burada filmi biraz başa saralım. Görmez, MİT’teki-lere ‘önemli işlerim var gitmem lazım’ demişti. Fa-

Canına yandığımın

ülkesinde gerçek

muhatabından bilgi alan bir kişi bile yok.

Hakan Fidan’a kim söyledi

acaba!

YORUM08

Görmez’in kızının evindeki kriz masası

28 TEMMUZ 2017 CUMA

kat anlıyoruz ki kızının evine gitmiş. Bunu senaryo-ya uydurmak gerekiyor. Hemen bir telefon sahnesi: “O arada Diyanet İşleri Başkanı’nın telefonu çaldı. Tanımadığı bir numaraydı, yine de açtı. Çok otori-ter bir ses, ‘Mehmet Görmez’le mi görüşüyorum?’ dedi.” Otoriter ses tonundan bunun bir asker oldu-ğunu anladınız doğal olarak. Ben biraz daha detay vereyim. Otoriter sesli adamın yanında bilgisayarın başında kulaklıklı biri daha var. ‘Biraz daha konuştur yerini tespit etmek üzereyiz’ diye fısıldıyor. O kadar casus filmi izlemiş, yer mi Anadolu çocuğu! Hemen kapatmış telefonu.

Selvi’den devam edelim: “Eşini aradı. Eşi, ‘Burası tekin değil, evin etrafında birileri var. Seni almaya gelmişler. Buraya gelme’ dedi. Bağlıca’da oturan büyük kızının evine geçti. Eve girmişti ki telefonu tekrar çaldı. Arayan aynı numaraydı. Telefonu açtı-ğında aynı ses daha otoriter bir ses tonuyla, ‘Beni iki dakika dinlemeniz lazım’ dedi. Görmez telefonu kapattı, yeri belirlenmesin diye kartı çıkarıp batar-yayı ayırdı.” Görevimiz tehlike filmi gibi yalnız son sinyal verdiği yeri şaşırtmak için eve gelmeden te-lefonu kapatması gerekiyordu.

SELA OKUMA FİKRİ KİMDEN ÇIKTI?“MİT’ten çıktığı andan itibaren, ‘Ben ne yapabilirim’ diye düşünüyordu. Kıbrıs Barış Harekâtı başlayın-ca din görevlisi olan babası, ‘Mehmet, minareye çık, sala ver’ demişti. Onu hatırladı. 13 yaşındayken babasının verdiği ta-limat, darbe gecesine damgasını vurdu.” Sela fikrinin nasıl çıktığını Selvi’ye böyle yazdıran Görmez, darbeden birkaç gün sonra NTV’de bambaşka bir kurguyla anlatmıştı: “15 Temmuz gecesi her Türk vatan-daşı gibi saat 10’a doğru haberle-ri aldık. Bize düşen vazife nedir? Sadece namaz kıldırmak değildir. O gece kriz masası kurduk ve ca-milerden sela okuttuk. Arkadaşla-rımızla istişare ettikten sonra din görevlilerimize mesaj göndererek minarelere koşarak, sela okuyarak milletimizin ya-nında yer alalım dedik.”

İki rivayeti birleştirdiğimizde karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor: Görmez, kızının evinin muhtemelen mutfağında kriz masası kuruyor. Arkadaşlarıyla istişare ediyor. Ve babasından aldığı ilhamla sela okuma talimatı veriyor. Ama telefonunun batar-yasını bile çıkardığı için iletişimi nasıl sağlıyor, bil-miyoruz. Bu konuda ayrıntı vermiyor. Herhalde meslek sırrı!

Daha darbecilerin ismini cismini kim olduklarını bilmeden dakikasında Gülen hareketine mensup insanların yaptığını anlayan devletimiz sela oku-manın kimin aklına geldiği konusunda bir ağız bir-liğine varamadı. Benim tespit edebildiğim uzun bir liste var.

İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan: Sela-lar konusunda bir müdür yardımcımız müftümüzle görüştü, müftümüz, bunun Diyanet İşleri Başka-nımızın talimatıyla olacağını söyledi, orayla irtibat kuruldu.

Emniyet Genel Müdürü Celalettin Lekesiz: Diyanet İşleri Başkanlığıyla irtibat kurularak ülke genelin-de sela okunması hususu paylaşıldı. 01.20’de, aşa-ğı yukarı 01.20’den itibaren ülkemizin her tarafında camilerden sela okunmaya başlandı. Konuya ilişkin değerlendirmeler yapılırken arkadaşlarımızdan, dai-re başkanlarımızdan falan birisinin fikri. Genel kabul görmesi sonucunda da Diyanetle irtibat kuruldu.

Ankara Valisi Mehmet Kılıçlar: İl Müftümüz Mefail Hızlı aradı, bana camilerden ezan ya da sela okutul-masını teklif etti. Ben de bunun çok uygun olaca-ğını ancak seladan sonra da Cumhurbaşkanımızın meydanlara çıkılması talimatının da tekrar edilmesi gerektiğini söyledim. O da organize edip 01.20’de Ankara’da -Diyanet İşleri Başkanlığı bu kararı al-

madan önce- 3 bine yakın camiden sela okunmaya başlandı.

Ülke TV Genel Yayın Yönetmeni Ha-san Öztürk: Ülke TV Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Çelik’e aittir. Zira o gece saat 22.30 sularında kendisiy-le yaptığım telefon konuşmasında, şöyle bir kanaat oluştu: “Mutla-ka medya grubu olarak milleti bu darbe teşebbüsüne karşı harekete geçirmeliyiz. En etkilisi de sela ve ezan okunsun diye ekrandan çağ-rılar yapmaktır.” Ülke Tv canlı yayı-nında ilk çağrıyı biz yaptık, Turgay

Güler ile birlikte.

Zeytinburnu Tepebağ Dutluk Camii İmamı İbrahim Köse: “Zeytinburnu Müftüsü İsmail Gökmen hoca-mı aradım. Değerli müftümüz dedi ki; “Hoca efen-di, benim tecrübeme göre böyle durumlarda sela verilmesi lazım.”

“Yalan söyleyenlerin güçlü hafızaya ihtiyaçları var-dır” sözü boşuna değil. Her seferinde ayrı bir hikaye dinliyoruz, hafızası zayıf insanlardan.

8. SAYFADAN DEVAM

28 TEMMUZ 2017 CUMA YORUM09

Görmez, kızının evinin muhtemelen

mutfağında kriz masası kuruyor. Arkadaşlarıyla istişare ediyor. Ve babasından

aldığı ilhamla sela okuma talimatı

veriyor.

10 HABER ANALIZ

ALMANYA’NIN kendi şirketleri-nin fişlenmesine, vatandaşlarının tevkif edilmesi gibi diğer hukuk ihlallerine artık tahammül gös-termeyeceğini anladıkları andan itibaren manevra üstüne manev-ra yapıyorlar.

Evvela 680 şirketin bilgilerinin Interpol veri tabanına yüklen-mesine ‘iletişim kazası’ diyerek skandalı unutturmaya çalıştılar. Almanya’nın malî müeyyideler dahil her nevi adımı atmak için harekete geçtiğini görünce Baş-bakan Binali Yıldırım, 19 Alman şirketinin en üst seviyedeki mü-dürlerini kahvaltıda ağırladı.

‘HATA OLDU, UNUTALIM’ DEMEK KOLAYÇankaya Köşkü’nde misafirlerine hitap ederken ‘Bir hata olmuş, buna takılmayalım’ mesajı veren Yıldırım’ın bu adımının Berlin’i tatmin etme ihtimali o kadar az ki! İşi gücü bırakıp 680 şirke-ti tek tek fişlemek, bunların terör örgütleri ile iltisaklı olduğunu belirterek listeyi Interpol’ün veri tabanına yüklemek tek kelime ile dehşetengiz bir adım.

O şirketlerin, dolayısı ile Almanların neler hissettiği-ni bir düşünün. İhracatının yüzde 10’unu sırtladığınız, 60 binden fazla kişiye iş imkânı sunduğunuz, bilgi ve tecrübenizi aktardığınız bir devletin gıyabınızda sizi ‘teröre destek vermekle’ itham ettiğini gazetelerden öğreniyorsunuz. İtibarınız mesnetsiz ve en ağır it-hamlarla yerle bir edilmiş, sizin haberiniz yok. Fişle-meyi devlet yaptığına göre aslı arşivlerde bir yerlerde

muhakkak duracak.

SUÇ VE SUÇLULARLA MÜCADELE METODU BU MU?Ortaklarınıza, tedarikçilerinize, müşterilerinize, bankalara veya halka açık iseniz yatırımcılara ne diyebilirsiniz ki! Bir şirket ya da ferdin suçsuzluğunu ispat etme-sinden daha garip ne olabilir ki! Bir an için iddiaların doğru oldu-ğunu farzedin. O halde bile suçun ve suçluların üzerine böyle idarî kararlarla gidilmesinde bir yan-lışlık, hukuk tanımazlık yok mu? Mahkemeler ne işe yarar?

Mülkiyet hakkını ayaklar altına alan bir iktidarın neler yapabile-ceğini Hizmet Hareketi’ne men-sup işadamları üç senedir esefle ve çaresizlik içinde müşahede

ediyor. Haklarında mahkeme kararı olmadan şirket-lerine el konuluyor, banka hesapları bloke ediliyor, itibarları ve markaları sıfırlanıyor. Fişleme mağduru Alman işadamlarının neler hissettiğini en iyi onlar anlayacaktır.

FIRSATIN BULDUKÇA TÜRKİYE’DEN KAÇACAKLARMahremiyetine tecavüz edilmiş, itibarı ayaklar altına alınmış bu kadar Alman şirketinin bu saatten sonra Türkiye’ye bakışı değişecektir haliyle. Alenen kavga etmeyecekler, hükûmetin bu rezaletine cevap ver-meyeceklerdir elbette. Fırsatını buldukça yatırımlarını başka memleketlere yönlendireceklerdir. 680 Alman şirketinin başına gelenlerin tekrar etmeyeceği ya da

Kahvaltıyla tatlıya bağlanabilse keşke!

SEMIH ARDIÇ

680 Alman şirketini ‘terör örgütleri ile

iltisaklı’ diye fişleyen ve listeyi Interpol’e

bildiren AKP iktidarı, Alman hükûmetinin sert tavrına mukabil

geri adım attı. ‘İletişim kazası’ diyerek

skandalı geçiştirmeye çalışan Başbakan Yıldırım, 19 Alman

şirketinin müdürlerini Çankaya Köşkü’nde kahvaltıda ağırladı ve, “Hata oldu, fazla büyütmeyelim” dedi.

[email protected]

28 TEMMUZ 2017 CUMA

11 HABER ANALIZ10. SAYFADAN DEVAM

28 TEMMUZ 2017 CUMA

kalan 6 bin 120 Alman şirketi ile diğer yatırımcıların da başına gelmeyeceği ne malum!

SUN’İ GÜLÜCÜK DAĞITMAKLA OLMAZMercedes (Daimler), BASF, Bosch, Siemens, Metro ve Krone gibi dünya devlerinin Türkiye’de maruz kaldık-ları şoka mukabil suni gülücük dağıtmaktan medet umanlara ne denilebilir ki! ‘Fazla alınganlık etme-sinler ve kahvaltıdaki ikramın hatırına unutsunlar o skandalı, öyle mi?

Türkiye’yi medenî ve demokrat dünyada beş kuruş faydasını göremediğimiz yalnızlığa mahkûm eden-ler, baskı ve zulümlerine göz yumması için Alman-ya’yı hedefe koydu. Almanya’ya diz çöktürebilecek-leri vehmi ile fişlediler 680 şirketi. Güya Almanlar paniğe kapılıp soluğu Saray’da alacaktı.

ERDOĞAN İÇİN PABUÇ BU SEFER PAHALIİrrasyonel siyasetin banisi AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan su sefer baltayı taşa vurdu. Gerilimi tırman-dırmamak adına Almanya’nın tercih ettiği mutedil ve diplomatik tavrı sömürerek muvaffak olacağını zan-netti. Yanıldığını anladığında iş işten geçmişti.

Nitekim Gazeteci Deniz Yücel ve altı Alman vatandaşının tahliyesi-ni beklerken iki hafta evvel insan hakları müdafiî Peter Steudtner’in Türkiye’de hapse atılması ve 680 şirketinin fişlendiğinin ortaya çık-ması Alman Hükûmeti için barda-ğı taşıran son damla oldu.

Almanya’da gazetelerden radyo-lara kadar bütün medya vasıta-larında ‘Erdoğan’a ve Türk hükû-metine daha fazla müsamaha gösterilmemesi’ talepleri dile getiriliyor. Bu hususta kamuoyu baskısı o kadar arttı ki Başba-kan Angela Merkel bile o serinkanlı üslubunu Türkiye bahsinde değiştirmek mecburiyetinde kaldı.

BERLİN, AB NÜFUZUNU TÜRKİYE’YE KARŞI KULLANIYORAlmanya’nın karşı hamlesinde dikkat çeken bir husus var: Doğrudan Türkiye ile muhatap olmadan, Avrupa Birliği (AB) nezdindeki nüfuzunu kullanmak suretiyle Erdoğan’ın tek adam rejimini köşeye sıkıştırıyor. T.C. pasaportu ile AB’de vizesiz seyahat hayali fişleme skandalını müteakip suya düştü. Müzakereler askıya alındı. Gümrük Birliği’nde de Ankara’nın talep ettiği değişiklikler şu anda kale alınmayacak.

Ne vakit OHAL kaldırılır, mahkemeler üzerindeki Saray vesayeti sona erer ve demokratikleşmeye matuf kalıcı adımlar atılır o vakit müzakere masasına geri dönüle-cek. Aksi takdirde katılım öncesi malî yardımlar kesile-cek, siyasî tecrit daha derinden hissettirilecek.

MADEM GÜZEL GELİŞMELER OLACAK, NİYE BEKLİYORSUNUZ?Çankaya’da misafirlerle dertleşirken sonbaharda bazı müspet gelişmelerin olabileceğini söyleyen Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci, Erdoğan’ın mevcudiyetinde güzel gelişme olamayacağını unuttu herhalde. Nor-malleşme için ‘derhal’ demek yerine sonbahar sonra-sını telaffuz etme gafletinde bulunan Zeybekci duru-mun vahametini hâlâ idrak edememiş. Almanya’da açıklanan en son anketten haberi yok herhalde.

10 ALMAN’DAN 8’İ: TÜRKİYE’DE DEMOKRASİ YOKAlmanya’nın önde gelen dergilerinden Der Spiegel’in anketine katılan 5 bin 92 kişiden yüzde 92’si mevcut siyasi şartlar altında Türkiye’ye tatile gitmeyi düşün-mediğini söylüyor. Aynı ankette her 10 Alman’dan 8’i Türkiye’de demokrasi olmadığını ve Berlin’in Anka-

ra’ya karşı tutumunu sertleşmesi gerektiğini söyledi. Ankete katı-lanların yüzde 84’ü Türkiye’nin AB üyeliğine de karşı. Yüz kişiden 82’si de Türk siyasetçilere Alman-ya’da etkinlik yasağı getirilmesi kararını destekliyor.

Özür kahvaltısında muhatapları-na, ‘Şimdilik OHAL rejimi ile idare edin. Sonbahardan sonra güzel gelişmeler olabilir’ demekle “Bu-gün param yok, fakat söz veriyo-rum: Borcumu 30 Şubat’ta öde-yeceğim.” deme arasında hiç fark yok. AB’de yükselen Türkiye kar-şıtlığının bedelini yine 79 milyon vatandaş ödeyecek.

BU NUMARALAR ÇOK SIRITIYORTürkiye’nin maruz bırakıldığı demokrasi ve insan hakları krizi kahvaltı ile tatlıya bağlanabilecek kadar basit olsaydı keşke! Samimi adımlar atarak Türkiye’yi yeniden demokratik hukuk devleti seviyesine çıkar-mak yerine kahvaltılı toplantılar tertip etme numara-ları artık Avrupa’da çok sırıtıyor.

Özürleri kabahatinden büyük insanların en bariz vas-fı inandırıcı olmamalarıdır. Türkiye’nin talihsizliğine bakın ki dün ‘ak’ dediğine bugün ‘kara’ diyebilecek kadar pişkin ve özrü kabahatinden büyük adamlar tarafından idare ediliyor.

İrrasyonel siyasetin banisi Erdoğan su sefer baltayı taşa

vurdu. Gerilimi tırmandırmamak

adına Almanya’nın tercih ettiği mutedil

ve diplomatik tavrı sömürerek

muvaffak olacağını zannetti. Yanıldığını anladığında iş işten

geçmişti.

12 YORUM

MERHABA. Yazdığım gazeteyi kapatıp yağmalayan, meslektaşlarımı hukukta karşılığı olmayan suçlarla ve anayasal düzenin adli sisteminde yeri bulunma-yan prosedürlerle hapse atan, suçun şahsiliği ilkesini ayaklar altına alarak ailelerine, eş ve ço-cuklarına da zulmeden, mülkiyet hakkını bile tanımayıp insanla-rın mallarına ve taşınmazlarına el koyan bir kuralsız-kanunsuz ülke haline geldi Türkiye.

Bu nedenle uzun bir süredir ya-zamadım. Şimdi yeni bir mecra-da yeniden karşınızdayım. Farklı sesleri, eleştirileri, yanlışları ve hataları özgürce dillendiren in-sanları engelleyebileceklerini sanıyorlar. Türkiye, tarihinin en karanlık dönemini yaşıyor. Anayasanın rafa kaldırıl-dığı, tek adam rejiminin kuytu, karanlık dehlizlerin-de insanlara işkencelerin yapıldığı, uğradığı korkunç hukuksuzluklara karşı mücadele etme cesaretini bulabilenlere cebirle ve kaba kuvvetle vahşice sal-

dıran bir korku devletinin, aydınlığı ve demokrasiyi yenebileceğini düşünüyorlar. Yeni doğmuş bebek-leri sezaryenli karnının dikişleri patlayan anneleriy-

le beraber izbe zindanlarına tı-kan, tutuklanan siyasi suçluların eşlerinin ve çocuklarının pasa-portlarını hukuksuzca iptal eden, aylar boyunca iddianamesi bile yazılmadan masum insanları sırf muhalifler diye içeri tıkan bir rejimin hakkı ve adaleti boğabi-leceğine inanıyorlar. Tapu daire-sinden daha sadık bir rejim apa-ratı haline getirilen akademinin mevcut konjonktür nedeniyle susan hocalarının, yaptıklarının doğruluğuna inandığını zanne-diyorlar. Paraya boğdukları fi-yatlandırılmış kalem tetikçileri-

nin hep kendilerine sadık olacağını hayal ediyorlar. İçeri tıktıkları Kürt milletvekillerinin, kayyım atadık-ları belediyelerin, el koydukları Süryani kiliselerinin, yağmaladıkları zeytinliklerin, 17-25 Aralığın, kont-rollü darbenin unutulacağını umuyorlar.

Başlangıç ve Son

28 TEMMUZ 2017 CUMA

MEHMET EFE ÇAMAN [email protected] @MehmetEfe_Caman

Şimdi yeni bir mecrada yeniden

karşınızdayım. Türkiye, tarihinin en

karanlık dönemini yaşıyor. Farklı sesleri, eleştirileri, yanlışları

ve hataları özgürce dillendiren insanları

engelleyebileceklerini sanıyorlar.

13 YORUM28 TEMMUZ 2017 CUMA

12. SAYFADAN DEVAM

Oysa tarih unutmaz. İnsanlar unutmaz. Gerçekler unutmaz, unutulmaz. Olanları biliyoruz. Çünkü ya-şadık, gördük, konuştuk, tartıştık. Geleceğinin par-lak olduğuna inandığımız, sonraki nesillerine miras bırakmak istediğimiz demokratik bir hukuk devleti-nin hayallerini kurarken, kendi çıkarlarınız için ülkeyi nasıl bir kaosun ve belirsizliğin içine sürüklediğinizi, yargıyı ele geçirip hukuk devletini nasıl darmada-ğın ettiğinizi, yangından mal kaçırır gibi geçirdiği-niz yasaları ve KHK’ları, muhalefeti nasıl havuç ve sopa taktiği ile yola getirdiğinizi biliyoruz. Tarih de biliyor. İnsanlar unutmaz, unutmayacak. Gerçekler unutulmayacak.

Ne kadar gizleyebileceğinizi sanıyorsunuz ger-çekleri halkınızdan? Gerçekten inanıyor musunuz yarattığınız bu zulüm mezbahasının sonsuza dek baki kalacağına? İşbirliği yaptığınız odakların si-zinle kurdukları kirli ve kanlı koalisyonu sahi daha ne kadar devam ettireceklerini sanıyorsunuz? Hu-kuksuzlukta aradığınız şahsi güvenliğinizin esa-sında tam da hukuksuzlukta eridiğini ve bir gün yitip gideceğini gerçekten görmüyor musunuz? Yaklaşan kaçınılmazın kapınızı çaldığında, yok ettiğiniz hukuk ve adaletten mahrum olacak ol-manız hiç mi endişelendirmiyor sizleri? Hukukun herkese lazım olduğunu yaşayarak öğrenecek, hukuku bitirenler. Hukuk böyle bir şeydir çünkü. Kendini bitirene bile öğretir neden elzem olduğu-nu. 28 Şubatçı generaller de ta-sarladıkları düzenin kaçınılmaz yoldaşı olan hukuksuzluğun bin yıl süreceğini zannetmemiş-ler miydi? Oradan devşirdikleri mağduriyet edebiyatıyla ikti-dara gelenler, kendilerini mağ-dur edenlerin hukuksuzluğunu kaça katladılar sizce? Bu zulüm mezbahası da bir gün bitecek. İşbirliği yaptığınız odaklar siz-

den nefret ediyor çünkü. Tıpkı bugün ipini çektik-lerinizden nefret ettikleri gibi. Sizin kontrol ettiği-ni sandığınız şey aslında sizi kontrol ediyor. Hiçbir şey hakkında tutarlı ve değişmeden, bugüne dek süregelen bir siyasi pozisyonunuzun olmamasının da sebebi bu. Gücünün kaynağını kontrol edeme-yen, yarattığı rejimin dinamiklerini kontrol edeme-yen, parası kesilse satın aldığı medyayı ve yazar (!) kasalarını kontrol edemez olan bir diktatörlüğü Türk tipi başkanlık olarak pazarlayan bir aciz rejim var. O kadar çaresiz ki, giderek hızlanmak zorunda olduğu bir amok koşusunda ve koştuğu parkurun sonunda kendi iktidarının da sonu olduğunun far-kında bile değil.

Kapatın gazeteleri. Olsun varsın. İçeri atın yazarla-rı, gazetecileri, profesörleri, karikatüristleri, insan hakları savunucularını, Kürtleri, ulusalcıları, Barış Akademisyenlerini, bebekleri, neneleri ve dedeleri, olsun varsın. Bir imzayla işine son verin yüz binle-rin, olsun varsın. Doksan bin canı kodeslerde sürün-dürün, yargısız-delilsiz-iddianamesiz, olsun varsın. Görevden alıverin binlerce yargıcı, savcıyı, polisi, ol-sun varsın. Olsun varsın! Olsun varsın!

Askıya aldığınız anayasayı, o anayasanın düzenini, bağımsız yargıyı, o yargının vazgeçilmezi olan güç-ler ayrılığını, evrensel ve vazgeçilmez insan hakla-rını, demokrasiyi, adaleti ve şeffaflığı, kısacası si-

zin ışıktan nefret eden yarasalar gibi nefret ettiğiniz tüm evren-sel ilkeleri savunmaya devam edeceğim, devam edeceğiz. Ge-ciktirebilirsiniz belki, ama engel olamazsınız. Ben kâhin değilim. O yüzden Matrix’teki kâhinin bilgeliği olsun benim bu ilk yazı-daki kehanetim: başlangıcı olan her şeyin bir sonu vardır. O sona koşuyorsunuz.

Ben kâhin değilim. O yüzden Matrix’teki

kâhinin bilgeliği olsun benim bu ilk

yazıdaki kehanetim: başlangıcı olan her

şeyin bir sonu vardır. O sona koşuyorsunuz.

14 YORUM

TÜRKİYE’DE MEDYAYA baskının ve suç uydurma yöntemiyle özgür/muhalif gazetecilerin nasıl sus-turulduğunun her gün yeni bir örneği ile karşılaşı-yoruz.

Cumhuriyet Gazetesi yazar ve yöneticilerinin yargı-landığı davada, İddianame’den ortaya saçılan saç-malıklar zincirin son halkası…

***Ülke hukuktan uzaklaştığı ve demokrasiyi terk etme yoluna girdiği için aslında hiçbiri artık şaşırtıcı de-ğil…

Şaşırtıcı olan, halen aynı çarklar ve kumpaslar tara-fından öğütüldükleri halde, mağdurların kendi ara-larındaki düşünce farklılıkları nedeniyle, bir diğeri-nin uğradığı hukuksuzluklara seyirci kalması…

SAVCI, LİSTEDEKİ GAZETECİLERE SUÇ UYDURMUŞ Bugüne kadarki tüm medya iddianameleri gibi bu da bir komedi. Trajikomik…

Savcıya muhtemelen bir liste verilmiş ve bu isimleri tutuklatması istenmiş…

O da oturmuş, aslı var ya da yok üretebildiği tüm suçlamalar, hukuka uygun ya da değil şüphe uyan-dıracak ne bulabildiyse bir torbaya doldurup veri-len listedeki isimlerin hapse atılmalarını sağlamış.

Türkiye’de hukuk birkaç yıldır maalesef bu şekilde işliyor.

Bakın 9 aydır tutuklu gazeteciler hangi saçma suç-lamalarla özgürlüklerinden mahrum bırakılmış…

PARKECİ’NİN OĞLUNUN YEMEK YEDİĞİ RESTORAN’IN…Cumhuriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkanı tutuklu Avukat Akın Atalay, 6 buçuk yıl önce evinin salonu-nu bir parkeciye yaptırıyor ve 2 bin 500 lira ödüyor. O parkecinin bir oğlu Bursa’da bir restoranda ye-

mek yiyor. O restoranın sahibi hakkında MASAK’ın bir raporu varmış. Atalay’dan hesabını vermesi is-teniyor…

Peki o parkeciyle 6 buçuk yıl boyunca görüşen baş-ka kimse hakkında işlem var mı? Yok!

TURİZM FİRMASINI ARAMAKTAN TERÖR SUÇLUSU!Cumhuriyet Gazetesi yazarı tutuklu Hakan Kara, hakkında 2014’te FETÖ soruşturması başlatılan ETS Turizm firmasını aradığı için suçlanıyor.

Reklamları ulusal gazeteler ve televizyonlarda ya-yınlanan firmayı Bodrum’da tatile gitmek için ara-dığını belirten Kara, ETS’yi son dört yılda kendisi gibi 2 milyon 400 bin kişinin aradığını belirtiyor…

Peki arama yapan diğer 2 milyon 400 bin kişi hak-kında dava açılmış mı? Hayır!

ETS firması ceza almış mı? Hayır!

ETS halen reklam verip faaliyetlerine devam ediyor mu? Evet!

BYLOCK YOKKEN BYLOCK İLE GÖRÜŞMÜŞ (!)Hakan Kara, 2013’te ByLock kullanan bir şahısla te-lefonda görüştüğü için suçlanıyor.

2013’te ByLock programı henüz yokmuş!

Daha ilginci, suçlamaya dayanak yapılan E.A. isimli şahıs hiçbir zaman ByLock da kullanmamış!

Hoş! ByLock kullansa da bir suç değil. Suç, ancak yazılan mesajların içeriği ortaya konularak yönelti-lebilir…

Kara suçlamanın nasıl mantık dışı olduğunu basit bir matematik hesabıyla gösteriyor:

‘MİT’e göre 200 bin ByLock kullanan var. Her biri 3 yılda toplam 60 ayrı insanla görüşmüş olsa, benim gibi 12 milyon kişi eder…’

Kavurmalı, kaşarlı terörist pidesi (!)

ERHAN BAŞYURT [email protected] @erhan_basyurt

CUMHURIYET DAVASI VE SUÇ UYDURMALAR…

28 TEMMUZ 2017 CUMA

Peki, suç olmadığı halde ByLock kullananlarla gö-rüşen tek bir AK Partili bakan veya vekile dava açıl-mış mı? Hayır!

BAŞKASININ TELEFONUNDAN GAZETECİYE NE?12 milyon hesabı size şaşırtıcı geldiyse hemen be-lirtelim. Cumhuriyet Davası’nda tutuklu gazeteciler Kadri Gürsel ve Turhan Günay gibi birçok isim, tele-fonuna ByLock indiren şahıslar tarafından normal GSM hattı üzerinden arandıkları için ‘terör örgütü üyesi’ suçlaması yapılıyor…

Gazeteci ne yapabilir… Kendisini arayan numaralar-dan önce Cumhuriyet Savcılığı’ndan ‘temiz kâğıdı’ mı isteseydiler… ‘Gönder bir bakayım telefonunda ByLock yoksa sana cevap vereyim’ mi? Deselerdi…

Böyle saçma suçlama olmaz. ByLock kullanmak suç değil. Suç bile olsaydı, suçun şahsiliği söz konusu. Başkasının telefonundaki bir program nedeniyle, bir gazeteci nasıl suçlanabilir?

Savcılar, kendilerine tutuklamaları talimatı verilen gazetecileri gerçek veya yalan bilgilerle ByLock ile irtibatlandırıp, uzun tutukluluk yoluyla keyfi ceza-landırmaya maruz bırakıyor…

O TAMİRCİNİN 8 YIL ÖNCE ÇALIŞTIĞI FİRMAYA…Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyesi Önder Çe-lik, 2011 yılında oto tamircisine yaptığı 345 lira hava-le nedeniyle suçlanıyor. Nedeni, o oto tamircisinin 2009’da çalıştığı şirketin şüpheli görülüp işlem yapılmasıymış!

Çelik haklı olarak soruyor: Yani be-nim 6 yıl önce gönderdiğim hesa-bın sahibinin, bundan 8 yıl önce ça-lıştığı şirketin işlem görmüş olması sebebiyle ben şüpheli hale gelmi-şim. Bu kadar komiklik olmaz…

Peki o oto tamircisine arabasını veya o firmaya arabasını tamir etti-ren herkes suçlanmış mı? Hayır!

Savcılar, karpuz gibi seçmece veya kesmece yapıp, keyiflerince kimi suçlayacaklarsa, kesip biçip ona suç uyduruyorlar. Yazık!

KAVURMALI, KAŞARLI, TERÖRİST PİDESİ (!)Cumhuriyet Gazetesi Ombudsmanı Güray Öz, FETÖ şüphelisi ile iletişim kurmakla suçlanıyor.

Öz gerçeği açıklıyor: İletişim kurduğum iddia edilen

kişi Çankaya’da bir pidecidir. Ben arada bir pide ıs-marladığım bir pidecinin, hakkında soruşturma yü-rütülen bir kişi olduğunu bilme şansına nasıl sahip olabilirim ki?..

Peki, o pideciyi arayan herkes hakkında işlem baş-latılmış mı? Hayır!

Muhtemelen o pideci de böyle bir iftiranın mağdu-ru…

Hukuk olmayınca gerçekler kimin umurumda…

‘İddianame ve suçlamalar şişirilsin, masum insanlar kendilerini aklayana kadar özgürlükleri ellerinden alınsın’ mantığıyla hareket ediliyor ve yargı bir inti-kam aracı gibi kullanılıyor.

UMARIM TÜM GAZETECİLER ÖZGÜRLÜĞÜNE KAVUŞURCumhuriyet Gazetesi’nin yayınlarına ilişkin saçma sapan suçlamalara, gazeteciliğin nasıl suç sayıldı-ğına dair savcının uydurmalarına değinmeyeceğim hiç…

Sadece Cumhuriyet’ten 20 küsur gazeteci işte bu ipe sapa gelmez iddialarla demir parmaklıkların ar-kasında…

Benzer hukuksuz ve mesnetsiz suçlamalarla hap-se atılan gazetecilerin sayısı 250’ye ulaştı. Türkiye

artık dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi…

Hidayet Karaca’dan Mehmet Ba-ransu’ya, Ahmet Altan’dan Ali Bu-laç’a, Mümtazer Türköne’den Naz-lı Ilıcak’a, Ahmet Turan Alkan’dan Gültekin Avcı’ya, Ahmet Şık’tan Murat Aksoy’a kadar…

Hepsi de sadece ve sadece gaze-tecilik yaptıkları için uydurma suç-lamalar ve hukuksuz gerekçelerle hapiste tutuluyor.

Uzun tutukluluk yoluyla keyfi ceza-landırmaya maruz bırakılıyorlar.

Cumhuriyet davası tutuklularından Özgür Gündem gazetesi tutuklularına, Zaman gazetesi tutuklula-rından İpek Medya tutuklularına, internet medya-sından TRT çalışanlarına kadar tüm masum mes-lektaşlarımın hiçbir ayrıma tabi tutulmadan bir an önce salıverilmelerini temenni ediyorum…

15 YORUM28 TEMMUZ 2017 CUMA

14. SAYFADAN DEVAM

‘İddianame ve suçlamalar

şişirilsin, masum insanlar

kendilerini aklayana kadar

özgürlükleri ellerinden alınsın’

mantığıyla hareket ediliyor ve yargı bir intikam aracı gibi kullanılıyor.

‘SAFFET YİNE gelini dövmüş, kızcağız da evi terk etti. Saffete boşanma davası açmış. Yeter bu ka-dının çektiği, sürekli dayak, sürekli dayak. Nasıl bir evlat ne laftan anlıyor, ne sözden, ne anne sözü din-liyor ne baba sözü dinliyor.’

Türkiye’nin büyük ilçelerinden birinde cam kenarına oturmuş iki yaşlı kız kardeşten abla olanı oğlunu kar-deşine şikayet ediyor.

Bu kez niye kavga etmişler diye soruyor diğer kadın. ‘Saffet yine kumarda bir sürü para kaybetmiş, ge-lin buna söylenince onu dövmüş. Yıllardır kazandı-ğı her şeyi kumarda yiyor, içkisi, kumarı her zıkkımı var. Şu yaşa geldim elinden bir hayır görmedim. Bu kadar işlek dükkanı var ama ellerinde avuçlarında hiçbir şeyleri yok. Bundan sonra da bir şey olacağı yok yeter boşansın bari gelin kurtarsın kendini.’

Diğer kız kardeş de küçük oğlu Hayrullah’tan yana çok dertliydi: ‘Saffet’in bir benzeri de Hayrullah, yine günlerdir eve gelmiyor. Bu yaşa geldi bir bal-taya sap olamadı. Ne okudu, ne bir meslek edindi, hayta geldi hayta gidecek. Ne yiyor, ne içiyor, ne kullanıyor bilmiyorum. Artık abi kontrolü de yok. İyice zıvanadan çıktı.’

Hayrullah’ın annesi iç çekerek pencereden boşluğa bakar gibi baktı. ‘Ama’ dedi, ‘İbrahim öyle mi? O bu yaşa kadar bizi hiç ama hiç üzmedi. Her zaman so-rumluluğunu bildi. Kendi çabasıyla, kendi gayretiyle okudu. Sen de şahitsin çocukluğundan beri herkes parmakla gösterirdi. Bir günden bir güne ne bana ne babasına ne de büyüklerine en küçük bir saygı-sızlığı olmadı. Ne güzel yüreği vardır İbrahim’in.’

İbrahim gerçekten de çocukluğundan beri mahal-lesinde, ilçesinde, akrabaları arasında hep parmakla gösterilen bir öğrenci olmuştu. Başarı ve iftiharlarla geçen öğrencilik yıllarından sonra Polis Akademisini bitirmiş ve emniyet teşkilatında görev almıştı. Mezun olduktan sonra kendi isteğiyle Doğu’ya gitmiş, tayi-nini kendi memleketine aldırmak için ailesinin bü-tün baskılarına da direnmişti. Bütün meslek hayatını güneydoğuda geçirmiş, oranın problemleriyle sahici olarak ilgilenmiş, bölgede yaşayanların büyük sevgi-sini kazanmıştı.

İbrahim, en son bir ilçede emniyet müdürüyken 10 ay önce tutuklandı.

Neredeyse 20 yıldır Polis, bir kişi de İbrahim hakkın-da kötü konuşsun. Bana kötü davrandı, bana haksız-lık etti desin. Bir kişi bana hak etmediğim şu mua-meleyi gösterdi desin. İbrahim’in annesi konuştukça öfkeleniyor, öfkelendikçe sesini yükseltiyordu. ‘Hadi televizyona ilan verelim, İbrahim’den şikayetçi bir kişi çıksın oğluma cezasını kendi ellerimle verece-ğim’ Bak Hayrullah’a, tam bir hayırsız evlat. Ne kadar hayırsızsa o kadar özgürlüğü var, kimse ne yapıyor-sun diye sormuyor bile.

Abla çaresizlik içinde konuşana kardeşinin sözünün arasına giriyor, diyor ki ‘Ama İbrahim de çok dine düştü, fazla dinci oldu, cemaat memaat, çok şükür Saffet’in böyle şeyleri hiç olmadı. Öyle olsaydı şim-di o da hapislerdeydi.’

NOT: Yurt dışına çıkmadan aylar önce şahit olduğum bu konuşmada isimler güvenlik açısından değiştiril-miştir.

Çok şükür, oğlum kumarbaz oldu!

ALPER ENDER FIRAT

16 YORUM28 TEMMUZ 2017 CUMA

17

11 Genelkurmay, darbe geliyor diye 18.00 itiba-riyle hava uçuşlarını yasaklattığı halde her nasılsa bunu duymayıp düğünlerde dans edip eğlenen ve uslu uslu gözaltına alınmayı bekleyen kuvvet ko-mutanlarının ve 22 generalin mensubu olduğu or-dunun adı neydi?(A) KIZIL ORDU, (B) ORIGAMI ORDUSU, (C) KAĞIT-TAN KAPLANLAR ORDUSU, (D) TÜRK ORDUSU

Evet profesyonel yardım almazsanız yaptığınız filmin kurgusu böyle tel tel dökülür. Artık TSK böyle bir ap-tal konuma düşürülen ve bunu yadırgamayan gene-rallere emanet. Cevap Türk ordusu.

15 Temmuz akşamı bir darbeye üzülen 80 milyon halk var. Bir de o akşam kendisinin adam yerine ko-nulmamasına üzülen bir başbakan:12 Kendini gerçekten başbakan sanıp MİT müs-teşarı kendisini darbe hakkında bilgilendirmediği için dertlenen ve karalar yakan sâfikalp 23 Nisan Başbakanının adı nedir?(A) CIN ALI, (B) ZEYNEL ABIDIN BIN ALI, (C) MALUM BINALI, (D) ALI VELI 49 ELLI

On yıl içinde en az 140 milyon euroluk bir servet elde eden ve bunu yurt dışında istiflemeyi beceren bir ak-lın kendisinin göstermelik bir ‘23 Nisan Başbakanı’ olduğunu anlamaması çok ilginç! Yunan mantıkçıla-rının bile çözemeyeceği bir problematik! Cevabı tabii ki bizim sözde başbakan!

Bu soru 15 Temmuz iftirasının atıldığı saati gösteri-yor:13 15 Temmuz günü 22.30’da darbe girişimi baş-lar başlamaz “Esas kanaati kendim oluşturdum. …. ile istişare ederek, beraber konuştuk, bunun (ce-maatin) asker içerisinde bir kalkışması olduğu ka-naatine vardık. (…) O anda doğru da olabilirdi, yan-lış da.” diyen Başbakan Yıldırım’ın bilgi kaynağı ve iftira işbirlikçisi kimdir?(A) ENIŞTE, (B) KAYINÇO, (C) BALDIZ, (D) REIS

Aslında Binali Bey’in kanaat oluşturacak falan bir ko-numu yok. ‘bari bir icraat yapmış görüneyim’ derken

büyük bir pot kırıyor. Araya reklam girerken yargısız infaz yaptığını ve suç ortağını itiraf ediyor. İşin içyü-zü zaten Alman dergisi Focus’ta çıkmıştı: Haberde, İngiliz istihbaratının Türk hükümetinin e posta ve di-ğer yazışmaları kayda aldığı ve yetkililerin “Fethullah Gülen’in darbeyi azmettiren kişi olarak ilan edilsin” diye emrettiği yer alıyordu. 15 Temmuz’un çoğu so-rusu gibi bu sorunun cevabı da “reis”.

15 Temmuz’un prodüksiyonu tamamen MİT’e ait. Bu soru Fidan’ın gizemi aydınlatıyor:14 Binlerce istihbarat personeli olmasına rağ-men darbeyi önceden öğrenip cumhurbaşkanına haber vermeyen ama yine de makamını koruyan ve el üstünde tutulan istihbarat şefinin başında oldu-ğu kurumun adı?(A) RIT, (B) MOSSAD, (C) MIT, (D) SADAT

Varsayalım ki 12 Eylül 1980 darbesi o gece başarı-lı olmadı ve bastırıldı. Başbakan Süleyman Demirel kendisine darbeyi haber vermeyen MİT müsteşarını o makamdan alıp yargılatmaz mıydı? Hiç bekleme-den o gece makamından alır yargılatırdı.

Peki, Hakan Fidan halen el üstünde tutuluyorsa bu-nun anlamı ne?

Sizce şu an Erdoğan’ın vazgeçemeyeceği tek isim kimdir? Tabii ki Hakan Fidan. Zaten onsuz prodük-törü olduğu bu filmi gerçekleştiremezdi. O yüzden başbakanlar, Efkan’lar, diyanet reisleri gider ama Ha-kan Fidan gitmez. Yeni bir senaryo gerekirse buna yataklık ve çanaklık edecek bir başka MİT müsteşarı bulmak imkansız. Cevap kuşkusuz C seçeneği.

Bu soru hutbe vererek genelkurmay başkanı aday-lığını kesinleştiren, 15 Temmuz akşamının yardımcı erkek oyuncusu ve görsel yönetmeni hakkında:15 Darbe akşamı TV’lerde vatan kurtaran Süper-man olarak yayından yayına koşan, darbeci oldu-ğunu iddia ettiği Tuğgeneral Semih Terzi’yi bizzat uçakla Ankara’ya getirten, sonra 8 defa telefonla arayıp infaz emri veren, Ömer Halisdemir’e öldür-ten ama ilginç bir biçimde Halisdemir’i öldüreni de

15 Temmuz zekâ testinin cevap anahtarı [2]

YORUM

VEYSEL AYHAN [email protected] @veyhann

28 TEMMUZ 2017 CUMA

18 YORUM28 TEMMUZ 2017 CUMA

17. SAYFADAN DEVAM

sabahleyin tebrik eden, zamanın ruhunu yakalayıp bayramda minbere çıkıp hutbe veren üstün manev-ra yetenekli paşa kimdir?(A) EVREN PAŞA, (B) GENERAL MOTOR, (C) ZEKAI PAŞA, (D) ZEKI MÜRENPaşa bugüne kadar rolü çok iyi götürdü. Ne Kenan Evren’in manevra kabiliyeti, ne de Zeki Müren’in kıv-raklığı bu rolü kaldırmazdı. Birkaç aşir ezberlerse, bir-kaç Necip Fazıl şiiri bilen Hulusi Paşa’yı kesin ekarte eder. Cevap tabi ki Zekai Paşa.

Ama bir gün 15 Temmuz’un kirli yüzü aydınlandığın-da işi çok zor. Paşamızın ilk yargılanacağı suç herhal-de taammüden cinayete azmettirmek olacaktır. Bu soru Erdoğan darbesinin TSK üzerindeki korkunç sonuçlarına göz yuman komutan hakkında:16 Darbeyle hiçbir ilgisi olmayan 140 genera-linin en ağır işkenceleri görmesine ve tutuklanma-sına; askeri okulların kapatılmasına, 16 bin harbi-yelinin sokağa atılmasına ve harp okullarına AKP teşkilatlarınca referanslı trollerin doldurulmasına ses çıkarmayan, askerlik onurunu Saray’a paspas eden askeri tarihin en renksiz ve uydu genelkurmay başkanı kimdir?(A) VELI KÜÇÜK, (B) ÇETIN DOĞAN, (C) LEVENT ER-SÖZ, (D) HULUSI AKAR

Dünya askeri tarihinde hiçbir genelkurmay başkanı ordusunun yok edilişine bu kadar duyarsız kalma-mıştır. Acı cevap Hulusi Akar.

15 Temmuz’un asıl amacı bu soruda gizli:17 Darbe girişimi gecesi 04.20’de derhal soruş-turma açılıp darbeyi önlemek için gözaltına alınıp tutuklanan 2 bin 745 kişinin mesleği neydi?(A) ASKERLIK, (B) HAKIM VE SAVCI, (C) ÖĞRETMEN, (D) EV HANIMI

Bunlar tabi ki asker değil. Önceden eldeki fişleme-lere göre tutuklanması kararlaştırılmış yargıçlar. Do-layısıyla o gece yargıçlara alelacele gözaltı yapmak filmin bir başka çekim hatası. Cevap B.

15 Temmuz darbe girişiminden 19 ilde toplam 40 dava açıldı. Bu davalardaki toplam sanık sayısı 2.064. Ama darbe bahanesiyle asker olmayan 156 bin sivil meslekten atıldı. 50 bin öğretmen, doktor, mühen-dis... tutuklandı. Yani konu darbe falan değil eldeki fişlemelere göre muhalifleri tasfiye etmek.

Aşağıdaki soru iddianame hazırlayan savcıların zeka durumunu hakkında en ciddi veri:18 “Cemaat mensuplarının çok azı darbeye ka-tıldı. Büyük kısmı bir sonraki darbe için bekletildi” diyen zeka engelli savcının adı nedir?

(A) IRFAN FIDAN, (B) SERDAR COŞKUN, (C) CAN TUNCAY, (D) ISLAM ÇIÇEK

Bir insan böyle iddianameler yazıp nasıl kendini mas-kara haline getirir anlamak mümkün değil. Cevap Can Tuncay. Yani Ahmet Altan’ın yaptığı savunma ile yerin dibine batırıp rezil ettiği savcı. Onurlu bir savcı ayda 1 milyon maaş alsa böyle bir iddianameye imza atmaz. Keşke Saray bunların hakkını tam verebilse!

Erdoğan darbesinin 1 yıllık suç envanteri bu soruda:19 Darbeyi önledik diyerek şimdiye kadar yapıl-mış tüm darbelerden daha fazla insan tutuklatan, işkence gördüren, 17 bin kadını darbeci diye hap-se tıkan, 560 bebeği zindanda tutan, 155 bin kamu çalışanını meslekten atan, 15 üniversiteyi kapatan, 966 şirketi gasp edip halkın 48,5 milyarlık varlığına el koyduran darbeci başkomutan kimdir?(A) CEMAL GÜRSEL, (B) KENAN EVREN, (C) MUHSIN BATUR, (D) RECEP TAYYIP ERDOĞAN

Kenan Evren bile bu kadar büyük bir kitleye zulmet-memişti. Hukukta “suçun şahsiliği” ilkesini yok edip eş ve çocuklara, akrabalara, yaşlılara, engellilere, ha-mile kadınlara ve bebeklere zulmetmek 15 Temmuz darbesi başkomutanına nasipmiş! Yani bu mazlum-ların her biri için dünya ve ahirette hesap vermek Re-cep Tayyip Erdoğan düşüyor.

Bu soru son model Mercedesler hakkında. Yani is-tese Almanlar’ın Stuttgart’taki merkezden rahatça kod girip kilitleyebildikleri, çalıştırabildikleri isterlerse tüm fonksiyonlarıyla oynayabildikleri “hasbelkader” üretilmiş otomobillerle ilgili:20 En milli dünya liderimizin hem üreticisine küfredip hem de sülalece hasbelkader üstünden inmediği otomobilin markası nedir?(A) ŞAHIN, (B) DOĞAN, (C) ANADOL, (D) MERCEDES

Havaalanlarını kim yapıyor? Almanlar. Köprü ve tü-nelleri kim yapıyor? Alman ortaklığı. Kullandığınız metrobüsler nereden? Almanya. Tüm belediyele-rin kullandığı otobüsleri kim imal ediyor? Almanlar. Başta Erdoğan olmak üzere tüm devlet erkanının 2 yılda bir üst modelini aldığı Mercedesleri kim üreti-yor? Almanya. 2016’da 22 milyar dolarlık malı nere-den aldık? Almanya’dan.

Tüm bunlardan sonra Erdoğan Almanlar için ne di-yor: “hasbelkader yakaladıkları zenginlikle, şimdi bizi tehdit etmeye kalkıyorlar” Biraz samimi olsa bir daha Mercedes’e binmez ama...

Keşke bu sözü Almanlar duymasa da bir taraflarıyla gülmese!

Kendi dilinden

DİB isimli teşkilatın konumu [1]

YORUM19

BAŞLIK YANLIŞ DEĞİL. Onlar “Ken-di Dilinden F..Ö: Örgütlü Din istisma-rı” adını verdiler rapora, ben ise bu-nun DİB’in kendi bulunduğu yeri ve seviyeyi anlatan bir rapor olduğuna ve olacağına inanıyorum. Nezake-timi Allah’a hesap vereceğim şuu-ruyla koruyor ve onun için “Kendi Dilinden DİB İsimli Teşkilatın Din İs-tismarı” yerine “Teşkilatın Konumu” diyorum. Zira diğeri müthiş bir itha-mı bünyesinde barındırıyor.

Bu eksen üzerine oturtacağım de-ğerlendirmelerin tabana intikali ile meselenin tekfire kadar uzanacak kapıları açacağını düşünüyorum. Malum, halkımızın hatta İmam Ha-tip mezunu olan Recep Tayyip Erdoğan dahil birçok üst seviye devlet kademelerinde görev yapan zeva-tın dini bilgi seviyesi malum. Mecazın ve teşbihin dahi hakikat zannedildiği bir zemin orası. Delil mi istersi-niz? İddianamelere bakın yeter. Ama ben onlar gibi yapmam, istesem de yapamam. Böyle bir kapı ara-lamaya sebebiyet verecek yaklaşımları en azından hakikate saygısızlık ve alnı secdeli bu rapora imza atan insanların dünyevi ve uhrevi hukukuna tecavüz sayarım. Kul hakkından çok korkarım. Onlar korkmu-yormuş, beni alakadar etmez. Ahirette Allah’ın huzu-runda tek tek hesaplaşırlar Fethullah Gülen ve Cema-ati ile. Herhalde bunu da düşünmüşlerdir söz konusu çalışmayı yaparken ve ekranlar karşısına çıkarken.

RAPOR ÖNCESİ İLK DEĞERLENDİRMEYukarıda DİB’in kendi bulunduğu yeri ve seviyeyi anlatan bir rapor olduğuna ve olacağına inanıyorum dedim. Olduğuna inanıyorum, çün-kü gerek Görmez Başkan’ın rapor sunumunu gerekse bugünkü ga-zete manşetleri ve değerlendirme yazıları bunu gösteriyor. Olacağına inanıyorum, çünkü bu kadar iddialı ama aynı ölçüde temelsiz, sathi bir metin olduğu inancı oluştu bende dinlediğim sunum konuşması ve hakkında yazılanlardan. Raporu henüz okumadım. Bu yazı biter bit-mez başlayacağım okumaya. Dola-yısıyla raporun içeriği ve temelsiz,

sathi diye başkalarının kanaati olarak nitelendirdi-ğim rapor hakkında sanırım daha çok yazı yazarım. Onun için zaten yazını başlığına 1 koydum. Deva-mı gelecek manasına. Fakat tam aksi bir sonuçla karşılaşır, kendi okumalarımda raporun hakikaten ayaklarını yere sağlam bastığını, delillendirmelerin muhkem olduğunu görürsem, o zaman özür diler, rapor değerlendirme yazılarıma son veririm veya ben de katkıda bulunurum.

Bununla durduğum yeri göstermek istiyorum. Önemli olan hepimizin dini olan İslam’dır. Onun muhafazası esastır. 1980 yılından beri de İslam dini okumaları yapan bir insan olarak bu konuda söz

ABDULLAH SALIH GÜVEN

Nezaketimi Allah’a hesap vereceğim

şuuruyla koruyor ve onun için “Kendi

Dilinden DİB İsimli Teşkilatın

Din İstismarı” yerine “Teşkilatın

Konumu” diyorum. Zira

diğeri müthiş bir ithamı bünyesinde

barındırıyor.

28 TEMMUZ 2017 CUMA

YORUM2028 TEMMUZ 2017 CUMA

19. SAYFADAN DEVAM

söyleyebileceğimi ve kalem oynatabileceğimi dü-şünüyorum.

Şu an itibariyle şahsen benim elimdeki en somut veri, Görmez Başkan’ın rapor sunum konuşması. Başkanı ilahiyat talebeliğinden beri tanırım. An-kara İlahiyat koridorlarında Milli Görüş safların-da verdiği mücadele günlerini hatırlıyorum. Milli Görüşçülerin lideri ve ağabeyleri sayılan Hasan Hüseyin Ceylan ve Zahit Akman’larla sürekli grup halinde gezmeleri, Ülkücülere nazire yapmaları, çalım satmaları hala gözümün önünde. Ülkücüler de Milli Görüşçülere aynı şekilde davranıyordu.

RAPORU SUNDUĞU KONUŞMADAKİ HÂLİ AÇIKBunlar bir kenara, Görmez Başkan meramını insa-na itminan veren tok sesiyle, kısa ve net cümleler-le, muhkem ifadelerle, selis bir beyanla ve insanı kıskandıracak bir akıcılık içinde konuşurdu. Dünkü konuşmayı dinleyinceye kadar da benim gözüm-de öyleydi. Fakat nedendir bilmem, dün önündeki yazılı metni okuyamayacak kadar tutuktu. Ara sıra metin dışına çıkıp bazı kelime ilaveleri yapmaya kalktığı her an, insicamını kaybetti. Sanki aklı başka yerlere kaydı. Cümleleri yarım kaldı. Kiminde özne kayboldu, kiminde yüklem. İrticali konuşmalarda normal diyebilirsiniz. Ben de katılırım normal ama daha 2 hafta önce 15 Temmuz’un yıl dönümünde Görmez Başkan’ın cami minberinde verdiği irticali hutbeye bakın, tam aksini görür-sünüz. Sanki bir bedende iki ayrı kişi dersiniz bu iki konuşmayı mu-kayese edince. Halbuki konu aynı. Muhteva aynı. Sadece muhatap değişik. Camide muhatap herkes, burada ise seçkin davetli zevat!

Mesela şu açılış cümlesine bakın: “Bu çalışmanın çok önce başlayan bir çalışma olduğunu… doğrusu… Diyanet işleri Başkanlığındaki gö-rev hayatımın son günü bile olsa, son günleri bile olsa, tarihe not düşmek bakımından böyle önemli bir vazifeden… böyle önemli bir vazi-feyi yerine getirmekten dolayı… bunun çok önemli olduğunu… ifade etmek istiyorum.” Noktaları ben koydum. Onlar Başkan’ın çok kısa süreyle de olsa durduğu, düşündüğü veya yutkunduğu anları temsil ediyor. Evet, muhteva anlaşılıyor amenna ama ya in-sicam? Ya insanın içine itminan salan tok ses? Nere-de kısa net ve muhkem ifadeler? Ve nerede akıcılık?Pekâlâ bu durum ne anlatıyor? Birincisi, uzmanların-dan görüş almak lazım. Beden dili uzmanları, konuş-manın muhtevası, muhatapları, önemi ve konuşma-cının ses, el-kol hareketleri, yüz mimiklerinin hepsine

birden bakarak yorumlarda bulunabilir. Yüzde yüz isabet eder ya da etmez bilemem ama en azından ilmi bilgi ve tecrübe üzerine kurulu yorumlarıyla biz-lere bir fikri verebilir.

İkincisi, benim şahsi kanaatim, Başkan Görmez’in vicdanı henüz ölmemiş. Dili önüne koyduğu metni konuşurken, kalbi ve gönlü imanının baskısı altında. Sanki Kur’an’ın ifadesiyle “akleden kalbi” şöyle ses-leniyor ona: “Allah var, ahiret var, hesap var, mizan var, bugün suçladığın Fethullah Gülen ile yevmu’l haşr’de yüzleşme ve hesaplaşma var. Tamam sütten çıkmış ak kaşık değil ama bu kadar da olmaz. İlmi tenkiti hak eden, içtihadi düzlemde kabul edilebilir farklılıkları ihtiva eden görüşleri yok değil ama İslam tarihinde bunları seslendiren, böylesi görüşleri be-nimseyen nice ulemamız var ve bunların hiçbirisine biz ‘terörist başı’ demedik, demiyoruz. Dersek o yüce zatların ruhaniyetlerine haksızlık etmiş, kul hakkına girmiş oluruz.”

DEĞMEZDİ BE MEHMET BEY!Tekrar söylüyorum, Görmez Başkan’ın rapor sunum konuşmasındaki önündeki yazılı metni okurken yap-tığı hataları, dil sürçmelerini, metin dışına çıkıp ilave-lerde bulunduğu zaman insicamı kaybetmesini vic-danının, kalbinin, ‘fuad’ının baskısına bağlıyorum. Ve diyorum ki tıpkı “ibret-i alem” olsun diye geri iade edeceğini söylediği Mercedes’i iade edememesinde

gördüğü dünyevi baskı gibi bir bas-kı daha gördü ve tercihini o baskıdan yana kullandı. Her neyse yevme tüb-le’s serâir’de bu merakımızı gideririz. Nasıl olsa “her gelecek yakındır”.

Sonuç itibariyle; bu rapor Fethullah Gülen Hocaefendi ve görüşlerini dini açıdan incelediği ve kendilerine göre nihai hükmü verdiği iddiasıyla Diya-net’in kendisini bağladığı bir rapor olarak tarihe mal oldu. Başkan’ın de-diği gibi Selçuklular döneminde Haş-

haşiler, Osmanlı’larda Kadızadeler ve şimdi de o “Ce-maat” diyor. Gerçekten öyle mi? Raporu okuyunca göreceğiz. Onların görüşlerini temellendirdikleri de-liller ile Haşhaşiler, Kadızadeler ve Cemaat mukaye-sesi yapacağız. Bakalım o zaman ne çıkacak? Belki de karşımıza “siyasete eklemlenmiş bir Diyanet” çı-kacak.

Söz sözüm: Değmezdi be Mehmet Bey! Diyanet İş-leri Başkanlığının son günlerinde dünyevi ve uhrevi sorumluluğu mucip böyle bir çalışmaya imza atma-ya inan değmezdi. Ne diyelim, “er-Râdi bi’d dararı lâ yünsaru leh”. Ahirette hesaplaşmak üzere.

Benim şahsi kanaatim, Başkan Görmez’in vicdanı

henüz ölmemiş. Dili önüne

koyduğu metni konuşurken, kalbi ve gönlü imanının

baskısı altında.

21 SPOR DOSYA

BEKLENEN GELIŞME yaşandı ve Fatih Terim göre-vinden istifa etti. Terim aslında Euro 2016’dan son-ra tartışılmaya başlanmıştı. Ancak usta bir manev-ra yaparak kendi üzerinden yürütülmesi muhtemel tartışmayı prim pazarlığı yapan oyuncuların üzeri-ne yıktı. Terim’in istifası doğru ancak zamanlaması yanlış oldu. Neden mi?

ŞANSA TURNUVAYA KATILDIKEuro 2016’ya biraz da şansımızın yardımıyla katıldık. Evimizde oynadığımız son İzlanda maçını kazan-mamız yetmiyordu. İzlanda’yı ne kadar farklı skorla yenersek yenelim, Kazakistan’ın deplas-manda kazanması, Ukrayna’nın berabere kalması, İspanya’nın rakibini yenmesi gibi uzayıp gi-den bir liste vardı. Kader yüzü-müze bir kez daha gülerken son dakikada Selçuk İnan’ın serbest vuruştan attığı golle İzlanda’yı yeniyor, diğer skorlar da tam istediğimiz gibi olunca adımızı en iyi ikinci kontenjanından di-rek Euro 2016’ya yazdırıyorduk.

Açıkçası Euro 2016’ya katılmak büyütülecek bir başarı değildi.

Zira, Galler, Arnavutluk ve İzlanda gibi ülkeler tarih-lerinde ilk kez Avrupa şampiyonası finallerine katı-lırken, bunda finallerde mücadele edecek takım sa-yısının 24’e çıkarılmış olması büyük rol oynuyordu. UEFA’ya üye ülke sayısının 54 olduğu düşünülürse, neredeyse iki takımdan biri turnuvada mücadele etmişti.

BAŞARISIZLIĞA PRIM TERIM’IN INISIYATIFINDEYDI24 takımın katıldığı, 16 takımın ikinci tura kaldı-

ğı Euro 2016’da Türkiye olarak kötü bir sınav verdik ve İspanya, Hırvatistan ve Çek Cumhuriye-ti’nin olduğu gruptan çıkama-yıp evimize döndük. Turnuvaya katılmak başarısızlık değildi an-cak gruptan çıkamamanın adı net olarak başarısızlıktı. Şam-piyon Portekiz’in kupayı kazan-ma priminin 250 bin Euro oldu-ğu Euro 2016’da, Türkiye Futbol Federasyonu’nun (TFF) finalle-re katılma primini 500 bin Euro olarak tespit etmesi tartışmaları da beraberinde getirdi. Primin 500 bin olmasına karşılık, hangi oyuncunun ne kadar prim ala-

28 TEMMUZ 2017 CUMA

[email protected]

EFE YIĞIT

AFP

Terim aslında Euro 2016’dan

sonra tartışılmaya başlanmıştı. Ancak

usta bir manevra yaparak kendi

üzerinden yürütülmesi muhtemel tartışmayı

prim pazarlığı yapan oyuncuların

üzerine yıktı. Terim’in istifası doğru ancak zamanlaması yanlış

oldu.

TERIM’IN YANLIŞ ZAMANDA DOĞRU ISTIFASI

2228 TEMMUZ 2017 CUMA

21. SAYFADAN DEVAMSPOR DOSYA

cağında inisiyatif Terim’e bırakılmıştı.

Terim ise loto kuponu doldurur gibi oyuncularına prim yazınca, Euro 2016 yolunda tüm maçlarda oynamış Burak Yılmaz gibi bazı oyuncular kazan kaldırıp, haksızlığın nedenini sorguluyordu. Arda Turan kaptan olarak arkadaşları adına elçilik vazi-fesini üstlenip, Terim’le prim konusunu konuşur-ken hocanın ‘kararlarımı kimse sorgulayamaz’ tav-rı kampın tadını tuzunu kaçırmakla kalmayıp, milli oyuncuların prim derdine düştüğü şeklinde basına yansıdı. Nitekim olayda adı geçenler ‘prim kavgası yok’ dese de ateş olmayan yerden duman çıkmaya-cağını düşündü herkes.

TERİM GÖREVİ O ZAMAN BIRAKMALIYDIFutbolun yazılı olmayan kuralı çok açık: Başarısız hoca görevi bırakır. Nitekim, çalıştırdıkları takımları Euro 2016’ya taşıyamayan 11 hoca görevinden ay-rılmıştı. Euro 2016’yı ıskalayan bu ülkeler kan de-ğişimine giderek Rusya’nın ev sahipliği yapacağı 2018 Dünya Kupası’na yeni hocayla katılma yolları-nı arıyordu. Teknik adamlarda yaprak dökümü Euro 2016 sonrası da devam ediyordu. Finallerde hayal kırıklığı yaşatan hocalar bir bir görevi bırakıyordu. Kimler yoktu ki? Örneğin İspanya’yı dünya ve Av-rupa şampiyonu yapmış Vicente del Bosque göre-vi bırakanlardandı. Keza İngiltere, Rusya, Ukrayna, Belçika, İsveç gibi ülkelerin teknik adamları başarı-sızlıkta faturayı üzerlerine alıp, görevlerinden istifa ediyordu.

Bu noktada gözlerin çevrildiği isim doğal olarak Fatih Terim oldu. Grup maçları sonunda evine dönmek tartışmasız başarısızlıktı ve fatura-nın adresi belliydi. Terim, yukarı-da ifade ettiğimiz gibi tartışmanın odağındaki isim olması gerekirken usta bir manevrayla prim pazarlı-ğı yapan oyuncuları basının önüne atıp görevinde kaldı.

RUSYA YOLUNDA, ARDA’YI KAYBETTİKRusya yolunda rakiplerimiz güçlüydü ve bu kez grupta ikinci olmak bile dünya kupası biletini al-maya yetmiyordu. Hırvatistan ve Ukrayna beraber-liğine İzlanda yenilgisi eklenirken, grubun en zayıf takımları Finlandiya ve Kosova’yı yenerek geçici bir bahar yaşıyorduk. Grupta hala ilk ikide değil-dik ama Rusya hayalleri kuruyorduk. Kaptan Arda Turan’ın Kosova maçı öncesi kampta gazeteci Bilal Meşe ile arasındaki tatsızlığı, pazu gücüyle çözmeye kalkmasıyla hem kaptanımızı hem de en iyi oyun-cumuzu kaybettik. Terim’in Arda krizinde başarısız

yönetimi gözden yine kaçtı. Terim, Arda’yı basının önüne atarken, yine gemisini yürütmeyi başarmıştı. Ancak çekirge bu kez sıçrayamadı. Terim’in damat-larıyla birlikte mekân basıp, kavgaya karışması top-lumun genelinde tepki topladı. Artık suçu başkası-na yıkacak kimse yoktu. Kavga etmesi yetmiyor gibi bir de üstüne basın toplantısı düzenlemesi Terim’e en büyük destekçilerini bile kaybettiriyordu. Geriye tek seçenek kalıyordu: İstifa.

ALACAĞINI DA TAHSİL EDİP İSTİFA ETMEK NEDİR?Terim doğru olanı yapıp istifa ederken, fedakarlığı yine federasyon yaptı. Bir yıllık alacağı olan 3,5 mil-yon Euro ödendi. Zaten Terim’in aldığı ücret uzun zamandır tartışılmıştı. Avrupa’nın en çok kazanan milli takım hocalarından biri olmasına karşılık, aldığı ücretin karşılığını verecek bir başarı grafiği yakala-yamadı. 5 yıllık anlaşma imzalayan ancak 4. yılında görevi bırakan Fatih Terim’e federasyon 18,5 mil-yon Euro net ücret ödemiş oldu. Euro 2016 sonra-sı Terim’in istifa etmemesinin bir nedeni de istifası halinde tazminat alamayacak olması gösterilmişti. Terim paraya ihtiyacı olan biri değildi ama hani yıl-lık 3,5 milyon Euro da iyi bir paraydı. Terim’in göre-vi bırakmasına karşılık 1 yıllık alacağını tahsil etme-si, Euro 2016 sonrası ortaya atılan tazminat alamaz iddiasının aslında doğru olduğunu gösterdi.

YENİ GELECEK HOCAYLA RUSYA’YA GİTMEK ZOR…Terim, yanlış zamanda istifa etti. Çünkü yerine gele-cek hocanın Rusya biletini alması için önünde 4 maç var. Ve bu maçların 3’ü gruptaki güçlü rakiplerimiz

Hırvatistan, İzlanda ve Ukrayna’ya karşı. Yeni hocanın takımı tanımak için önünde hiç vakti yok. Muhte-melen zaten kaçmış olan Rusya treni yeni hocayla birlikte tamamen kaçıp gidecektir. Bunun sorumlusu ise yeni hoca değil Fatih Terim’dir. Fatih Hoca, Euro 2016 sonrası gö-revi bırakmış olsaydı yeni hocanın takımı tanıması için daha çok za-manı olacak ve takımda yeni bir

yapılanmaya gidecekti. Türkiye olarak zaten Dünya ve Avrupa kupası finallerini kaçırmaya alıştık. Fut-bolcuların kaybedilen her maç sonrası ‘önümüzde-ki maçlara bakacağız’ klişesi Türkiye için kaçırılan her turnuva öncesi ‘önümüzdeki finallere bakaca-ğız’ şeklinde oldu. Rusya 2018 biletini alamazsak bunun tek sorumlusu Demirören yönetimi ve Fatih Terim olacaktır. Başarının cezalandırıldığı günümüz Türkiye’sinde ise başarısızlar koltukta kalmaya veya Terim gibi istifa edip giderken geri kalan alacağını tahsil etmeye devam edecektir. Kaybeden Türkiye oluyor. Sahi kimin umurunda bu!

Terim, yanlış zamanda istifa

etti. Çünkü yerine gelecek hocanın

Rusya biletini alması için

önünde 4 maç var.

KÜNYE

Bir grup gazeteci tarafından kendi imkânları ile yayın hayatına başlattığı Tr724.com Basın Meslek İlkeleri ve uluslararası medya etik kurallarına uygun habercilik yapmaktadır. Yayınlanan makale ve yorumlardan yazarları sorumludur. Tr724’de yayımlanan tüm haber, yazı, yorum ve analizler kaynak gösterilerek kullanılabilir.

GENEL YAYIN YÖNETMENI Selim GÜNDÜZ | [email protected]

HABER DIREKTÖRÜ Sefer CAN | [email protected]

YAYIN KOORDINATÖRÜ Ali Mirza YAZAR | [email protected]

YAZIIŞLERI MÜDÜRÜ Erman YALAZ (Web) | [email protected] Kemal AY (e-gazete) | [email protected]

TASARIM Alper UYANIK | [email protected] Zülfikar ALİ | ZulfikarAli@ Tr724.com

SOSYAL MEDYA EDITÖRÜ Ömer Özdemir | [email protected]

IMTIYAZ SAHIBI TEMSILCISI VE HUKUK DANIŞMANI Mehmet YILDIZ | [email protected]

REKLAM | [email protected] E-GAZETE | [email protected]

@[email protected] /Tr724comegazete.Tr724.com www.Tr724.com

GÜNLÜK E-GAZETE 28 TEMMUZ 2017 CUMASAYI: 243

ARKA SAYFA

YAZ AYLARINDAKİ ısı ve nem artışından en çok ha-mileler mustarip. Sıcak basmaları, avuç içinde ayak tabanlarında yanmalar, alerjik problemler, bulantı ve kusmalardaki artışın yanı sıra halsizlik, uykusuzluk ve nefes darlığı gibi birtakım şikâyetler de bu dönemde baş gösteriyor. Uzmanların, yazı sağlıklı geçirmek is-teyen hamilelere tavsiyeleri şunlar:

DIŞARIDAKİ işlerinizi, güneş ışınlarının az etkili ol-duğu sabah ve akşam saatlerinde yapın.

AÇIK renkli, pamuk, keten ve ipekten oluşan kıya-fetleri seçin.

BOL BOL sıvı tüketin. Az sıvı tüketimi gebelik-te sık rastlanan; idrar yollu enfeksiyonu, kabızlık ve hemoroid sıkıntılarında artmaya neden olur. Tedavi edilmeyen idrar yolu enfeksiyonu erken doğum ve düşük tehdidi gibi pek çok probleme neden olabi-lir. Normal şartlarda bir gebenin 2 litre su tüketmesi gerekir. Yazla birlikte bu miktar, her saatte 250-300 cc su tüketmesi gerekir. Elektrolit ve mineral kaybını azaltmak için sodyumu azaltılmış soda içilebilir. Aşırı çay ve kahve tüketiminden kaçınmak gerekir.

ÖDEMLE mücadele etmek için tuz alımını en aza indirin. Ama tümüyle kesmeyin. Sizin ve bebeğinizin tuza ihtiyacı var. Ayaklarınızdaki şişliği azaltmak için soğuk su banyoları ile birlikte ayaklarınızı yukarı kal-dırarak dinlenin.

SIK SIK şekerleme yapın. Egzersiz tercihlerini yüz-me, yürüyüş ve bisiklete binme yönünde kullanabi-lirsiniz.

GÜNEŞ ışınlarından korunun. Güneşe çıkarken en az 30 faktörlü güneş kremleri kullanın. Akşam ye-meklerinde ekşili gıdalar, barbekü soslar içeren gı-dalar gibi reflüyü arttıran gıdalar uzak durun. Ayrıca akşamları aşırı kalorili ve ağır gıdalardan yerine daha hafif ve hazmı kolayları tercih edin ve yedikten sonra en az bir saat yatağınıza gitmeyin.

SICAKLIK 32 dereceyi aştığında, bir fan veya kli-malı ortamlarda bulunun. Sıcak basmalarını engel-lemek için, sık sık ılık duş alın. Yanınızda taşıyacağı-nız spreyli sular serinlemenize yardımcı olur. Soğuk yoğurt ve sütten yapılmış meyveli içecekleri yemeyi ihmal etmeyin.

YAZ DÖNEMİ HAMİLELERİNE UZMAN TAVSİYELERİ