16
1 Mülk Süresinin Tanıtımı ve 23-30. Âyetleri 10 Prof. Dr. Mehmet OKUYAN İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI TEFSİR METİNLERİ

İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI …portal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012-2013/ilt_4/ilt406/...konusu kelime, yorumunu yapmakta olduğumuz âyette öncesindeki duy-mayı da kapsayacak

  • Upload
    others

  • View
    11

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI …portal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012-2013/ilt_4/ilt406/...konusu kelime, yorumunu yapmakta olduğumuz âyette öncesindeki duy-mayı da kapsayacak

1

Mülk Süresinin Tanıtımı ve 23-30. Âyetleri10

Prof. Dr. Mehmet OKUYAN

İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI

TEFSİR METİNLERİ

Page 2: İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI …portal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012-2013/ilt_4/ilt406/...konusu kelime, yorumunu yapmakta olduğumuz âyette öncesindeki duy-mayı da kapsayacak

2

İçİndekİler10.1. MÜLK SÛRESİNİN 23-30. ÂYETLERİ 23-30. ÂYETLER: ........................................................................ 310.2. MÜLK SÛRESİNİN GENEL MESAJLARI .....................................................................................................14

Prof. Dr. Mehmet OKUYAN

Ünite: 10 Mülk sûresinin tanıtıMı ve 23-30. âyetleri

Page 3: İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI …portal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012-2013/ilt_4/ilt406/...konusu kelime, yorumunu yapmakta olduğumuz âyette öncesindeki duy-mayı da kapsayacak

3

Mülk Süresinin Tanıtımı ve 23-30. Âyetleri10

10.1. Mülk sûresinin 23-30. âyetleri 23-30. âyetler: قل هو الذي انشاكم وجعل لكم السمع والبصار والفـدة قليلا ما تشكرون ﴿23﴾ قل هو الذي ذراكم في

﴾الرض واليه تحشرون ﴿24ا راوه وانما انا نذير مبين ﴿26﴾ فلم ويقولون متى هذا الوعد ان كنتم صادقين ﴿25﴾ قل انما العلم عند للاه

﴾زلفةا سيـت وجوه الذين كفروا وقيل هذا الذي كنتم به تدعون ﴿27حمن ومن معي او رحمنا فمن يجير الكافرين من عذاب اليم ﴿28﴾ قل هو الر قل ارايتم ان اهلكني للاه

ا فمن كم غورا امنا به وعليه توكلنا فستعلمون من هو في ضلل مبين ﴿29﴾ قل ارايتم ان اصبح ماؤ﴾ياتيكم بماء معين ﴿30

“23. De ki: Sizi yaratan, size işitme duyusu, gözler ve gönüller veren Allah’tır. Ne kadar da azınız şükrediyorsunuz! 24. De ki: Sizi yeryüzünde çoğaltıp yayan O’dur; (mahşerde) sadece O’nun huzurunda toplanacak-sınız. 25. (Buna karşılık inkârcılar:) ‘Eğer doğru söylüyorsanız, bu vaad (tehdit) ne zamanmış?!’ diyorlar. 26. De ki: O bilgi, sadece Allah katında-dır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım. 27. Onu yakından (veya onun yakınlaştığını) gördüklerinde, inkâr edenlerin suratları asılmış olacaktır ve kendilerine, ‘İşte aceleyle (ve alay ederek) istediğiniz (gün veya azap) bu-dur!’ denilecektir. 28. (Ey Peygamber, inkârcılara) de ki: Hiç düşündünüz mü, Allah, beni ve beraberimdekileri öldürse veya bize merhamet etse (bundan size ne?) Peki, ya inkâr edenleri elem verici azaptan kurtara-cak kimmiş! 29. De ki: O, (bize merhamet edecek olan) Rahmân’dır. O’na inandık ve sadece O’na güvendik. Kimin apaçık bir şaşkınlık içinde oldu-ğunu er veya geç anlayacaksınız. 30. De ki: Hiç düşündünüz mü, suyunuz çekiliverse (yerin dibine girip batsa), size bir akarsu kim getirebilir ki!”Sûrenin son grup âyetinde, inkârcı insanlara çeşitli sorular sordurulmak-ta, dikkatleri kıyamete ve mahşere çekilmekte, onların alay konusu edin-dikleri kıyametin bilgisinin sadece kendisinde olduğu bildirilerek, o günde inkârcıların yüzlerinin alacağı hal tanıtılmaktadır. Ardından inançlı insanın Allah bilinci gündeme getirilmekte ve O’ndan bağımsız bir hayatın düşü-nülemeyeceği muhataplara haber verilmektedir.

a) Yaratılış Özelliklerine Dikkat ÇekilmesiYüce Allah, sûrenin 23 ve 24. âyetlerinde insana verdiği çeşitli yaratılış özelliklerini gündeme getirmekte, böylece daha doğru düşünmesi ve şük-retmesi gerektiğini bildirerek hayatın hesap yeri ve zamanı olan mahşere dikkat çekmektedir. “Uzaktan yakına anlatım metodu” gereği, uzaydan, yıldızlardan, yeryüzünden ve kuşlardan söz edildikten sonra, şimdi de in-sanların bizzat kendilerinden söz edilmektedir.

ı. İnsanı Yaratan ve Onu Duyularla Donatan Yüce Allah’tır ,De ki: Sizi yaratan“ قل هو الذي انشاكم وجعل لكم السمع والبصار والفـدة قليلا ما تشكرونsize işitme duyusu, gözler ve gönüller veren Allah’tır. Ne kadar da azı-nız şükrediyorsunuz!” Âyetteki قل kul emri “de, söyle, duyur”, enşee انشاfiili “inşa etmek, yaratmak, var etmek”, جعل ce‘ale fiili “kılmak, yapmak, şekillendirmek”, السمع es-sem‘ kelimesi “işitme duyusu, kulak(lar)”, البصار el-ebsaar sözcüğü “gözler”, الفـدة el-ef’ide kelimesi “gönüller, kalpler”, قليل teşkürûn تشكرون ,”kalîlen mâ ifadesi “ne kadar da azınız, ne kadar da az ماfiili ise “şükretmek” demektir.

Bu ve bir sonraki âyet, sûrenin bundan önceki 20 ve 21. âyetlerindeki soruların cevabı olarak düşünülmelidir. Yüce Allah kendisine rağmen baş-

Page 4: İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI …portal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012-2013/ilt_4/ilt406/...konusu kelime, yorumunu yapmakta olduğumuz âyette öncesindeki duy-mayı da kapsayacak

Tefsir meTinleri

4

110

kasından yardım bekleyen insanlara hiç kimsenin yardım edemeyeceğini, rızıklarını tutup kesmesi durumunda hiç kimsenin onları rızıklandırama-yacağını beyan etmişti. Yorumunu yapacağımız iki âyette ise yardım ve rızıktan da öte, öncelikle onları yoktan var ettiğini ve kendilerine çeşitli özellikler bahşettiğini bildirmektedir.

a) De ki: Sizi yaratan, size işitme“ قل هو الذي انشاكم وجعل لكم السمع والبصار والفـدةduyusu, gözler ve gönüller veren Allah’tır.” Bu âyetin içerik olarak ben-zerleri de Kur’ân’da yer almaktadır. Verilmek istenen mesaj şudur: Yüce Allah her şeyi olduğu gibi insanoğlunu da yaratandır; ona işitme, görme ve algılama gibi çeşitli özellikleri bahşedendir. İnsanların sorumlu tutulacağı gerçeğini unutmamak için onların bilgi edinme yollarının başında gelen işitme, görme ve algılama duyuları üçü bir arada zikredilmekte ve bunların adeta birbirinden ayrılamayan üçlü olduğu öğretilmektedir. İsrâ 17/36’da da beyan edildiği gibi, kendileriyle bilgi edindiğimiz bu üç özelliğimiz aynı zamanda sorguya muhatap kılınacaktır. Bu nedenle, nereden ve nasıl bil-gi edindiğimiz gibi, kazandığımız bilgi de, gerçekleştirdiğimiz eylemler de çok önemlidir.

Kur’ân’da 11 yerde geçen -el-ef’ide kelimesi el-fuâd kelimesinin ço الفـدةğuludur ve insanın manevi dünyası ile duygu ve düşünce yetenekleri için kullanılan bir kelimedir. el-Fuâd kelimesi Kur’ân’da beş kez yer almakta ve her bulunduğu yerde “gönül” anlamı vermektedir. el-Ef’ide ve el-fuâd kelimeleri yedi âyette duyma ve görme duyularının peşinden, muhteme-len onları da içeren bir anlam dizisinde yer almaktadır. Bu bağlamda söz konusu kelime, yorumunu yapmakta olduğumuz âyette öncesindeki duy-mayı da kapsayacak şekilde düşünme, bilme ve inanma gibi insani yete-neklerin tümüne birden delalet eder. el-Kalb kelimesi hem maddî, fiziki, hem de manevi manada kullanılırken, el-ef’ide kelimesi sadece manevi duyular için kullanılır ve insanın bütün bir iç dünyasını ifade eder. Bunun için tekil de gelse çoğul da gelse manevi donanımı ifade eder.

b) تشكرون ما Ne kadar da azınız şükrediyorsunuz!” Bu ifadeye “Ne“ قليلا kadar az şükrediyorsunuz!” şeklinde de meal verilebilir. قليلا ما kalîlen mâ kalıbı benzer şekilde çeşitli âyetlerde de yer almaktadır. Bu ifade Nisâ 4/46, 100, Ahzâb 33/18, 60’taki kullanımlardan hareketle “ne kadar da azı-nız” şeklinde de yorumlanabilir ki bizim tercihimiz bu yöndedir. Buna göre şükrü azlığından değil, şükredenlerin azlığından söz edildiği anlaşılmış olur. Konu şükür olunca az şükürden de elbette söz edilebilir; ancak bazı âyetlerde olduğu gibi mesele iman olunca az imandan değil, iman edenle-rin azlığından söz edildiğini özellikle belirtmek gerekmektedir.

Sûrenin ikinci âyetinde ölümün ve hayatın yaratılış gayesi imtihan olarak belirlendiğine göre, çeşitli varlıklara ibret nazarıyla bakılması istenmek-te, bu arada insana yaratılışında verilen çeşitli nimetlerin de bu imtihanın bir parçası olduğu özellikle hatırlatılmaktadır. Çoğunluğunuz duyduğunuz hakikatleri kabul etmek, gördüğünüz gerçeklere yeterince itibar etmek ve anlayıp aklettiğiniz şeylerin sonucunu düşünmek yerine, başka şeyler yaptınız veya gereken hassasiyeti gerektiği şekilde ve gereken oranda göstermediniz. Allah’ın nimetlerine şükretmek demek, bu nimetleri O’nun rızasına uygun yerlere yöneltmek, yaratılış gayesi doğrultusunda onları

Page 5: İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI …portal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012-2013/ilt_4/ilt406/...konusu kelime, yorumunu yapmakta olduğumuz âyette öncesindeki duy-mayı da kapsayacak

5

Mülk Süresinin Tanıtımı ve 23-30. Âyetleri10

değerlendirmek demektir. İşte insanların çoğu bunu yapmadılar, yapanla-rın çoğu da gereken hassasiyeti göstermediler.

ıı. Yeryüzüne Yayılan İnsanlar Mahşerde Allah’a Sunulacaktır De ki: Sizi yeryüzünde çoğaltıp yayan“ قل هو الذي ذراكم في الرض واليه تحشرونO’dur; (mahşerde) sadece O’nun huzurunda toplanacaksınız.” Âyetteki قل kul emri “de, söyle”, ذرا zerae fiili “çoğaltıp yaymak, yaratmak”, الرض el-ard kelimesi “arz, yeryüzü”, تحشرون tuhşerûn fiili ise “toplanmak” demektir.

Bu âyette de öncekinde olduğu gibi Hz. Peygamber’den Yüce Allah’ı ta-nıtması istenmekte ve Kur’ân’ın inşa etmek istediği Allah tasavvurunun temel değerleri tanıtılmaktadır. Burada dikkat çeken husus, Yüce Allah’ın kendisi hakkındaki bilgileri kendisinin vermeyi tercih etmesi, başkalarının yaklaşımlarının değil, bizzat Yüce Allah’ın verdiği bilgilerin esas alınması-nı istemesidir. Benzer bir ifade Mü’minûn 23/79’da da yer almaktadır.

Bu âyette “çoğaltıp yaymak” anlamını verdiğimiz ذرا zerae fiiline bazı âlimlerimiz “zerre zerre yaratmak, yaymak, çoğaltmak, zürriyet halinde yaratmak” gibi anlamlar vermişlerdir. Kelimenin anlam alanında bunlar da elbette vardır; ancak meselenin “yaratma” ile ilgili kısmı önceki âyette enşee fiiliyle ortaya konulduğu için, burada çoğaltılıp yayma işleminin kast edilmesi gerektiği kanaatindeyiz.

Sadece “Allah’ın huzurunda toplanılması” ifadesi ise, sûrenin asıl konu-sunu oluşturmaktadır. Yaratılış gayesinin “imtihan” olarak belirlendiğinin beyan edildiği ikinci âyetten itibaren, inkârcı muhatapları sürekli olarak mahşere inanmaya davet eden, bunun için kötülere yönelik cehennem azabını, iyilere yönelik ise cennet ödüllerini hatırlatan içerik bunun zo-runlu sonucudur. 15. âyetin sonunda hatırlatılan “dönüş sadece O’nadır” ifadesi ile yorumunu yapmakta olduğumuz ifadenin anlamı aynı noktada buluşmaktadır.

Yoktan var eden varlığın Yüce Allah olduğunu kabul eden müşrik zihniyetin büyük oranda âhirete inanmaması nedeniyle Yüce Allah uzayı, yeryüzünü ve hayvanları olduğu gibi insanı da yoktan var ettiğini, ona işitme gücü, gözler ve gönüller bahşettiğini, sonuçta onu yeryüzünde çoğaltıp yaydı-ğını beyan etmektedir. Daha zor olan bütün bu aşamaları kabul eden bir zihniyetin yeniden diriltilmeye inanmaması anlaşılabilir bir durum değildir. Bu nedenle Yüce Allah mahşeri ve oradaki yargılamayı sıklıkla muhatap-lara hatırlatmakta, yeri geldikçe sert uyarılar yapmakta ve muhatapların daha duyarlı olmaları gerektiğini zihinlere kazımaktadır.

Vahyin inşa ettiği insanda Allah tasavvuru bu sûre genelinde bazı olmazsa olmaz değerler içermektedir. Buna göre, mutlak anlamda bereket kaynağı olma, hükümranlığı elinde bulundurma, eşsiz ve erişilmez bir gücün sa-hipliği, yoktan ve kusursuz yaratma, yaratıklara fıtrat yerleştirme, mesaj iletmek üzere peygamberler görevlendirme, kitap indirme ve âhiret haya-tına inanma vazgeçilmez ilke ve prensiplerden bir kısmıdır. Mutlak aşkın varlık olan Yüce Allah, mahlûkatı yarattığı gibi, onlara bir yaratılış anlamı ve amacı da yüklemiştir. Çünkü Allah demek, anlam ve amaç demektir. İşte bütünüyle Kur’ân ve kısaca Mülk sûresi bu gerçeğin uygulamaya ko-

Page 6: İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI …portal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012-2013/ilt_4/ilt406/...konusu kelime, yorumunu yapmakta olduğumuz âyette öncesindeki duy-mayı da kapsayacak

Tefsir meTinleri

6

110

nulmasında büyük bir misyon sahibidir.

b) İnkâr ve Alayın Sonu: AzapKur’ân’ın sunduğu Allah tasavvuruna karşılık Mekkeli müşriklerin, hatta bütün zamanların inkârcılarının takındığı alaycı ve inkârcı tavır günde-me getirilmekte, buna karşılık Yüce Allah da son derece esaslı cevaplarla kendilerine gözdağı vermektedir.

ı. Kıyametin Kopmasıyla Alay Ediyorlardıصادقين كنتم ان الوعد هذا متى Eğer doğru‘ (:Buna karşılık inkârcılar)“ ويقولون söylüyorsanız, bu vaad (tehdit) ne zamanmış?!’ diyorlar.” Âyetteki يقولون yekuulûne fiili “demek, söylemek”, متى metâ edatı “ne zaman?”, الوعد هذا hâze’l-va‘d ifadesi “bu vaad, kıyamet, diriltilme, azap”, كنتم in küntüm ان ifadesi “eğer iseniz”, صادقين saadikıın kelimesi “samimi kişiler, doğru söy-leyenler” demektir.

Bu âyet Kur’ân’da altı kez geçmekte ve her kullanıldığı yerde kıyameti, mahşeri ve azabı inkâr edenlerin alaycılıkları söz konusu edilmektedir. Bu doğrultuda âyetteki يقولون yekuulûne fiiline “demek, söylemek” anlamı verilebileceği gibi, “meydan okumak, sormak ve alay etmek” anlamları da verilebilir. Çünkü müşriklerin veya inkârcıların psikolojileri bunu gerektir-mektedir. Ayrıca âyetteki هذا الوعد hâze’l-va‘d ifadesi “tehdit edildikleri azap, kıyamet günü, mahşer” demektir. Kendilerine vaad edilen şey, tehdit edil-dikleri azap veya kıyamet-mahşer süreci ile cehennem ateşiydi.

Gerçeği anlasınlar ve yaşasınlar diye Yüce Allah’ın insanoğluna ikram et-tiği çeşitli nimetlerin kadrini ve kıymetini bilmeyen inkârcılar, hiçbir şekilde yapmamaları gereken şeyleri yapar olmuşlardır. İman sahibi olması iste-nenler inkâr sahibi olmayı tercih etmişler, iman savunucularını ise tehditle ve alaycılıkla susturmaya çalışmışlardır. Onlar Allah’ı doğru tanıma nok-tasında bilinçlendirilmeye çalışılırken, tam aksi istikamette tepki vermişler ve başta Hz. Peygamber olmak üzere tebliğ yapan müminlerle alay etmiş-lerdi. Bu durum eskiden böyle olduğu gibi şimdi de aynıdır; muhtemelen gelecekte de devam edecektir. Zaten âyette kullanılan يقولون yekuulûne fiilinin kalıbı geniş zaman ifade etmekte ve bu alaycılığın devam edeceğini ortaya koymaktadır.

ıı. Kıyâmetin Vaktini Allah’tan Başkası Bilemez وانما انا نذير مبين De ki: O bilgi, sadece Allah katındadır. Ben“ قل انما العلم عند للاهise sadece apaçık bir uyarıcıyım.” Âyetteki قل kul emri “de, söyle”, العلم el-‘ılm kelimesi “bilgi, kıyametin bilgisi”, -ındellâh ifadesi “Allah’ın ka‘ عند للاهtında”, نذير مبين nezîrun mübîn tamlaması ise “apaçık uyarıcı, tebliğ edici, adayan” demektir.

a) للاه عند العلم انما De ki: O bilgi, sadece Allah katındadır.” Yüce Allah“ قل bu âyette kıyametin vaktini hiç kimsenin bilemeyeceğini, bu konudaki bil-ginin sadece kendisinde olduğunu açıkça beyan etmektedir. Yorumunu yapmakta olduğumuz âyette kullanılan innemâ edatı bir vurgu edatıdır ve kıyamet konusundaki bilginin sadece Yüce Allah’ın katında olduğunu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Konu çok tartışıldığı ve hakkında birtakım spekülasyonlar da yapıldığı için kıyametin vaktinin bilinip biline-

Page 7: İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI …portal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012-2013/ilt_4/ilt406/...konusu kelime, yorumunu yapmakta olduğumuz âyette öncesindeki duy-mayı da kapsayacak

7

Mülk Süresinin Tanıtımı ve 23-30. Âyetleri10

meyeceği konusuna Kur’ân’ın nasıl baktığını incelemek istiyoruz. 1. A‘raf 7/187’de kıyâmetle ilgili soruya ve ona verilmesi gereken cevaba şu şekilde yer verilmektedir: “Sana, Son Saat’in demir atma zamanından soruyorlar. De ki: Kıyâmetin bilgisi sadece Rabbinin katındadır. Onun vak-tini O’ndan başkası ortaya koyamaz. O, bütün ağırlığını göklerde ve yerde hissettirecektir; size ansızın gelecektir. Sanki sen onu bilebilirmişsin gibi sana soruyorlar. De ki: Onun bilgisi sadece Allah katındadır; fakat insan-ların çoğu bu gerçeği bilmezler.”

Bu âyete rağmen kıyâmet hakkında fikir beyan etmek gerçekten büyük cesaret ister. Çünkü kıyâmetin kopma vakti gaybın konusudur. Gaybı da Yüce Allah’tan başka hiçbir varlık bilemez. Dahası, kıyâmetin gelişi “ani-den” gerçekleşecektir. Âyetlerdeki bağteh kelimesi bu anlamı vermektedir. Aniden gelecek veya gerçekleşecek bir olayın bilinmesi de gelecek ala-metlerinin olması da mümkün değildir. Çünkü alamet varsa anilik ortadan kalkar.

2. Tâhâ 20/15’te bu konuda çok çarpıcı başka bir ifade yer almaktadır: “Kıyâmet mutlaka gerçekleşecektir. Onun bilgisini neredeyse Kendimden bile gizleyeceğim.” Bu ifadesiyle Yüce Allah bu bilgiyi hiç kimseyle paylaş-madığını ortaya koymaktadır.

3. Enbiyâ 21/109’da şöyle buyurulmaktadır: “Eğer yüz çevirirlerse, de ki: Ben size eşit olarak gerçeği duyurdum. Vaad edildiğiniz şeyin (kıyâmetin) yakın mı, yoksa uzak mı olduğunu bilmiyorum.” İşte Yüce Allah, bu âyette de inkârcılara karşı Hz. Peygamber’den kıyâmet hakkında bilgi sahibi olmadığını ilan etmesini istemektedir. Yorumunu yapmakta olduğumuz âyetteki ifadelerle bu âyettekiler adeta birbirinin tamamlayıcısıdır.

4. Lokmân 31/34’te Yüce Allah, gaybına dair üç konuyu gündeme getir-mekte ve onları Kendisinden başka hiçbir varlığın bilemeyeceğini ifade etmektedir. Âyet şöyledir: “Son Saat’in bilgisi sadece Allah katındadır. Yağmuru O yağdırır. Rahimlerdekini de O bilir. Hiçbir can yarın ne kazana-cağını bilemez. Hiçbir can ne zaman öleceğini de bilemez. Allah her şeyi hakkıyla bilendir; her şeyden hakkıyla haberdar olandır.” Burada sözü edi-len “bilinemeyenler” üç başlık olarak belirlenmekte, ilki Son Saat denilen kıyâmet olarak ifade edilmektedir. Bu âyetteki ‘ındehû kelimesinin ‘ılmu’s-sâ‘a tamlamasından önce gelmesi de vurgu içindir ve bu bilgiye başka hiç kimsenin ulaşamayacağını ortaya koymaktadır.

5. Ahzâb 33/63’te şu ifade yer almaktadır: “İnsanlar sana Son Saat’ten soruyorlar. De ki: Onun bilgisi sadece Allah katındadır.” Âyetteki innemâ edatı, bu bilginin sadece Yüce Allah’a ait olduğunu, bu konuda başkasının hiçbir şekilde bilgi sahibi olamayacağını göstermektedir.

6. Nâzi‘ât 79/43. âyette geçen fîme ente ifadesi, özellikle birinin bir baş-kasına, aslında ona sorulmaması gereken bir soruyu sorması durumunda söylenir. Bir anlamda “Bunun seni ilgilendiren tarafı ne?” veya “Bu, seni ilgilendirmez!” demektir. Bu âyete, “Sen nerede, onun vaktini bilmek ne-rede!” veya “Sen nerede, onu anlatmak nerede!” veya “Sen onun vaktini nereden bileceksin ki!” ya da “Sen onu nasıl ifade edebilirsin ki!” şeklinde

Page 8: İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI …portal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012-2013/ilt_4/ilt406/...konusu kelime, yorumunu yapmakta olduğumuz âyette öncesindeki duy-mayı da kapsayacak

Tefsir meTinleri

8

110

de anlam verilebilir. Yazır’ın da dediği gibi, bu âyet, “Onu anlatmak senin görevin değildir” veya “O, senden uzaktır” anlamlarına gelir. “Muhataplar bu konuda soru sorunca, sorularıyla meşgul olma; onları kendi hallerine bırak” anlamı âyetteki kullanımdan hissedilmektedir.

7. Muhammed 47/18’de ise, diğer âyetlerde bulunmayan çok önemli baş-ka bir detay vardır. Âyet şöyledir: “Şimdi onlar Son Saat’in ansızın gelme-sinden başka bir şey mi bekliyorlar? Doğrusu, işte onun bütün alametleri de gelmiştir.” Bu âyette kıyâmetin ansızın kopacağı beyan edilerek, bunu hiçbir mahlûkun bilemeyeceği ifade edilmiş olmaktadır. Kıyâmetin bütün alâmetlerinin de geldiği belirtilerek, artık alâmet arayıp beklemenin de anlamsız olduğu ortaya konulmaktadır. Peygamber olarak öncelikle Hz. İsa’nın, daha sonra Hz. Muhammed’in gönderilmesi ve kaynak olarak da Kur’ân’ın indirilişi kıyâmetin son alametleridir. Bunlardan sonra artık kıyâmetin ansızın kopuşu söz konusudur. Başka alametler beklemek, bu âyetler ışığında desteğini ve anlamını yitirmektedir. Elbette aniden (bağ-teh) gelecek şeyin alâmetinin olamayacağı da herkesin malûmudur.

İşte, kıyâmetin bilinmesiyle ilgili olarak, başta Hz. Peygamber olmak üze-re, bütün yaratılmışların durumu bu âyetlerde açıkça ortaya konulmak-tadır. Konuyla ilgili rivayetlerin bu âyetler çerçevesinde yeniden değer-lendirilmesi ve anlaşılmaya çalışılması gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki Hz. Peygamber Kur’ân’a aykırı şeyler söylemez; Kur’ân’a aykırı konuşan bir insan da peygamber olamaz. Bu nedenle, ilgili âyetleri esas alıp, söz konusu rivayetleri mümkünse yorumlamak gerekir. Yorumu mümkün de-ğilse, bu tür rivayetlerin Hz. Peygamber’e ait olmadığını kabul ederek, ko-nuyu Kur’ân’da sunulan bilgilerle anlamaya çalışmak en isabetli yol olsa gerektir.

8. Hz. Ayşe’den gelen bir rivayete göre, Rasûlüllâh (as) kıyâmet konusun-da çok düşünür, bu konuyu merak eder ve kıyametle ilgili konuşurmuş. Çünkü çevresindekiler onu bu noktada sorularıyla meşgul ederlermiş; o da bu konuda çok düşünürmüş. İşte Nâzi‘ât 79/43. âyet ilgili bağlamda, konunun muhatabının Hz. Peygamber olmadığını beyan etmek üzere in-dirilmiştir. Nâzi‘ât 79/42-44’te de daha pek çok âyette de belirtildiği üzere, Kıyâmetin nihâî bilgisi sadece Yüce Allah’a aittir ve O bunu yaratıkların-dan hiç kimseye bildirmemiştir.

b) وانما انا نذير مبين “Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.” Asıl anlamı “ada-mak” demek olan نذير nezîr kelimesi bu âyette “uyarıcı, tebliğ edici” anlamı-na gelmektedir. مبين mübîn sıfatı ise Hz. Peygamber’in uyarılarını apaçık bir şekilde yaptığını, kapalı konuşmadığını ve muğlak bilgiler vermediğini ortaya koymaktadır. Özellikle kıyametin kopma vaktiyle ilgili bilginin sade-ce Yüce Allah’ın katında bulunduğunu, kendisinin bu konuda bilgi sahibi olmadığı açıkça beyan etmektedir.

Âyetin bu cümlesinde kıyametin kopma vaktini Hz. Peygamber’in de bile-meyeceği dolaylı olarak dile getirilmektedir. Çünkü peygamberler kendi-lerine vahyedilen kadarıyla bilgi sahibi olurlar. İşte bu konuda kendilerine bilgi verilmediği açıkça beyan edildiğine göre, kıyametin kopma vaktiyle ilgili bilgi veren bütün yaklaşımların yeniden gözden geçirilmesi gerek-

Page 9: İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI …portal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012-2013/ilt_4/ilt406/...konusu kelime, yorumunu yapmakta olduğumuz âyette öncesindeki duy-mayı da kapsayacak

9

Mülk Süresinin Tanıtımı ve 23-30. Âyetleri10

mektedir. Âyetin ikinci cümlesinin başında tıpkı önceki cümlede olduğu gibi vurgu anlamı veren innemâ edatı vardır ve bu edat peygamberlik mis-yonunun özellikle kıyamet konusunda apaçık uyarcılık olduğunu ortaya koymaktadır. Bu konuda bir kısım açıklamalarımızı da Nâzi‘ât 79/42-45. âyetleri incelerken yaptığımız için, sözü detaylandırmak istemiyoruz.

Yorumunu yapmakta olduğumuz Mülk 67/26. âyetle ilgili son olarak şunu söylemek gerekir: Bu âyet, kıyâmetin kopma vaktini sadece Yüce Allah’ın bildiğini, bunu Hz. Peygamber’in de bilemeyeceğini açıkça ortaya koy-maktadır. Dahası Hz. Peygamber kıyametle ilgili kendisine sorulan bir so-ruyu şöyle cevaplamıştır: “Ben ve kıyametin yakınlığı şu iki parmağımın yakınlığı gibidir.” İşte bu ifade onun bu konudaki konumunu ve kıyametin yakınlığını açıkça göstermektedir. Söylemek istediğimiz şudur: Kıyamet konusu bir gayb konusudur ve gaybı Yüce Allah’tan başka hiç kimse bile-mez, vesselâm.

ııı. İnkârın ve Alaycılığın Sonu Karanlıktırبه تدعون كنتم الذي الذين كفروا وقيل هذا زلفةا سيـت وجوه ا راوه Onu yakından (veya“ فلمonun yakınlaştığını) gördüklerinde, inkâr edenlerin suratları asılmış ola-caktır ve kendilerine, ‘İşte aceleyle (ve alay ederek) istediğiniz (gün veya azap) budur!’ denilecektir.” Âyetteki راو raevv fiili “görmek”, زلفةا zülfeh keli-mesi “yakın, çok yakın, yüz yüze”, سيـت sîet fiili “kararmak, asılmak, buruş-mak, kötüleşmek”, وجوه vücûh sözcüğü “yüzler”, الذين كفروا ellezîne keferû ifadesi “kafir olanlar, nankörler”, قيل kııle fiili “söylenmek”, تدعون tedde‘ûn fiili ise “iddia etmek, çağırıp istemek” demektir.

Bu âyette inkârcıların reddettikleri şeyi gördüklerinde yüzlerinin alacağı korkunç hal ve kendilerine söylenecek söz dile getirilmektedir.

a)ا راوه زلفةا سيـت وجوه الذين كفروا Onu yakından (veya onun yakınlaştığını)“ فلمgördüklerinde, inkâr edenlerin suratları asılmış olacaktır.” Âyetteki ه hü zamiri, 25. âyetteki الوعد hâze’l-va‘d ifadesine gitmektedir. İlgili âyetin هذا izahında da belirttiğimiz gibi, bu ifade “azap, kıyamet veya mahşerdeki cehennem azabı” olabilir.

1. Sûrenin indirildiği zamanki muhataplar düşünüldüğünde, maksadın “azap, cehennem azabı” olması ihtimali güçlü olur. Dünyada iken alay edip inkâra kalkıştıkları mahşeri ve oradaki azabı yakından görmüş ola-caklardır; bir anlamda azapla yüz yüze geleceklerdir. İşte o zaman inkâra şartlanmış olanların yüzleri kapkara kesilecek, suratları asılacak ve acı ile buruşacaktır.

2. Söz konusu vaad’den maksat “kıyamet” de olabilir. Bu durumda kıya-metin kopma zamanında “Allah’ın diledikleri hariç, göklerde ve yerde bu-lunan herkes düşüp bayılacağı” için, nankörlerin ruhları da bundan elbette etkileneceklerdir.

3. 25. âyetteki el-va‘d kelimesinden maksadı “ölüm vakti” olarak kabul etmemiz halinde, ilgili kişilerin yüzlerinin alacağı kötü durum dile getirilmiş olmaktadır. Çünkü insanlar ölürken mahşerde gidecekleri yer kendilerine gösterilir veya ölüm melekleri onlarla konuşur. İşte bu esnada kötü insan-

Page 10: İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI …portal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012-2013/ilt_4/ilt406/...konusu kelime, yorumunu yapmakta olduğumuz âyette öncesindeki duy-mayı da kapsayacak

Tefsir meTinleri

10

110

ların yüzlerinin asılacağı, hatta yüzlerine ve arkalarına melekler tarafın-dan korkunç darbeler indirileceği beyan edilmektedir.

4. Ebû Müslim gibi bazı âlimler ise, âyetteki fiillerin mazi, yani geçmiş zaman kalıbında olmasından hareketle, mesajı ‘Âd ve Semûd gibi geç-miş kavimlerle ilişkilendirmiş ve maksadı onların helâklerinde yaşadıkları felaketler şeklinde yorumlamışlardır. Hatta müfessir Mücâhid, maksadın Bedir olduğunu belirtmiştir. Bu durumda 25. âyetteki vaadi “mutlak azap” olarak kabul etmek gerekirken, oradaki yekuulûne fiilinin zamanını göz ardı etmek kaçınılmaz olmaktadır. Zamiri uzağa götürmek yerine yakı-na göndermek gerektiği kuralından hareketle, maksadı 26. âyette konusu edilen ve genelde kabul edilen “kıyamet veya mahşerdeki azap” şeklinde anlamanın daha doğru olacağı kanaatindeyiz. Âyet bu şekilde yorumla-nırsa mesajı evrensel olur ve bütün zamanların muhataplarını kapsamına alır.

b) وقيل هذا الذي كنتم به تدعون “Kendilerine, ‘İşte aceleyle (ve alay ederek) iste-diğiniz (gün veya azap) budur!’ denilecektir.” Fussılet 41/31’de de geçen .tedde‘une fiili, Yâsîn 36/57’de yedde‘ûn şeklinde kullanılmaktadır تدعونBazı âlimler bunun ted‘ûne kalıbında “peşine düşmek, acele olmasını is-temek” manasına geldiğini benimsemişken, bazıları ise iddi‘â’ kalıbında “bir şeyin yanlışlığını iddia etmek, bâtıl olduğunu kabul etmek ve reddet-tiğinin kendisine ulaşamayacağını sanmak” anlamlarına geldiğini beyan etmişlerdir.

Her iki yaklaşımın da aslında bu âyetlerin indirildiği dönem müşrikleri için mümkün olduğunu belirtmeliyiz. Çünkü onlar hem azabı ve kıyamet-âhiret sürecinin gerçekleşeceğini reddediyorlardı; hem de buna inananlarla alay ediyorlardı. İşte kendilerine 25. âyette de dile getirilen “acele istediğiniz, alay edip durduğuz, gelmeyeceğini iddia ettiğiniz azap veya kıyamet-mah-şer günü budur” denilecektir. Ayrıca, müşriklerin Enfâl 8/2’de dile getirdik-leri “Ey Allah’ım, eğer bu (vahiy, Kur’ân), senin katından gelmiş gerçekse gökten bize taş yağdır veya elem verici bir azap ver” şeklindeki istedikleri azabın cevabı olarak da kabul edilebilir. Bu arada bir başka ihtimal olarak Sâd 38/16’daki acele azap isteğinin cevabı olması da mümkündür.

Her peygamberin ümmetinde olduğu gibi bu son ümmette de kıyamet-âhiret süreciyle ilgili inkâr veya tereddüt içerisinde bulunanlar vardır. İşte bu alaycı ve inkârcı mantığın derin bir yanılgı içerisinde bulunduğu ve bunu mahşer sabahı fark edecekleri, ancak bunun kendilerine hiçbir fay-dasının olmayacağı bu âyette verilmek istenen asıl mesajdır.

c) Tevhid: İman ve TeslimiyetSûrenin son üç âyetinde ise bir tevhid ilanı, teslimiyet bilinci ve ilâhî kud-retin eşsiz ve erişilmez yapısı gündeme getirilmekte, böylece sûrenin ba-şından itibaren verilmek istenen ortak mesaj şekillendirilmektedir.

ı. Allah’a Güvenenlerin Derdi Başkasına Düşmez ومن معي او رحمنا فمن يجير الكافرين من عذاب اليم ,Ey Peygamber)“ قل ارايتم ان اهلكني للاهinkârcılara) de ki: Hiç düşündünüz mü, Allah, beni ve beraberimdekileri öldürse veya bize merhamet etse (bundan size ne?) Peki, ya inkâr eden-

Page 11: İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI …portal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012-2013/ilt_4/ilt406/...konusu kelime, yorumunu yapmakta olduğumuz âyette öncesindeki duy-mayı da kapsayacak

11

Mülk Süresinin Tanıtımı ve 23-30. Âyetleri10

leri elem verici azaptan kurtaracak kimmiş!” Âyetteki ارايتم eraeytüm fiili “gördünüz mü”, اهلك ehleke fiili “helâk etmek, öldürmek”, رحم rahıme fiili “merhamet etmek”, يجير yücîru fiili “korumak, kurtarmak”, الكافرين el-kâfirîn kelimesi “inkârcılar, nankörler”, عذاب اليم ‘azabün elîm tamlaması ise “elem verici, acıklı, şiddetli azap” demektir.

Müşrikler Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği esasların ilâhî olmadığını, bunları dünya hayatı için kendisinin uydurduğunu düşünüyor ve “helâk olsa da kurtulsak” diyorlardı. Bir başka rivayete göre de, müşrikler Fâtır 35/12 ve Tûr 52/30’da da geçtiği gibi, Hz. Peygamber ve müminler için beddua edi-yorlardı; işte bu ve bir sonraki âyet onların bu zanlarını cevaplamaktadır.

a)ومن معي او رحمنا De ki: Hiç düşündünüz mü, Allah, beni“ قل ارايتم ان اهلكني للاهve beraberimdekileri öldürse veya bize merhamet etse (bundan size ne?)” Buradaki ارايتم eraeytüm fiiline “gördünüz mü, söyleyin bakalım, düşünse-nize, hiç düşündünüz mü, ne sanıyorsunuz” gibi anlamlar verilebilir.

1. “Ölüm” ve “yaşatılma” anlamı verdiğimiz ehleke ve rahıme fiillerinin bir-likte kullanılması son derece dikkat çekicidir. Kanaatimizce burada şöyle bir mesaj vardır: “Hz. Peygamber eğer tebliğinde başarısız olup Allah tara-fından cezalandırılırsa veya çok başarılı olup ödüllendirilirse bundan kime ne? Kâfirlerin bundan herhangi bir sonuç çıkartmasının anlamı yoktur. Çünkü muhataplar Hz. Peygamber ve müminlerdir; müşriklerin bu nokta-da herhangi bir pozisyon alması gerekmez.” Bir sonraki âyette rahmân sı-fatının kullanılması, tebliğde başarının sağlanacağını, böylece müminleri hem bu dünyada, hem de mahşerde merhametin kucaklayacağını dolaylı olarak haber vermektedir.

2. “Beni ve beraberimdekileri” ifadesi gereği, Yüce Allah peygamberini inşa ederken, ona ümmetini sahiplenme duygusunu vermiş, kendisine uygulanacak ölüm veya yaşatılma şeklindeki prosedürün ümmeti için de söz konusu olacağını bilmesini sağlamıştır. İşte Tevbe 9/61, 128 ve Ahzâb 33/6’da dile getirilen “Nebî (as)’ın ümmetine düşkünlüğü” bu cümleyle de ispatlanmış olmaktadır. Böylece, helâkin de rahmetin de hepsini içereceği bilgisiyle kendisini donatmıştır. Fâtiha’da yer alan “Sadece sana kulluk ederiz ve sadece senden yardım dileriz” cümlelerindeki “biz” şuurunda olduğu gibi, yorumunu yapmakta olduğumuz cümlede de “ben” değil, “biz” anlayışı hâkimdir. Böyle temel öğeler, vahyin inşasında sağlam toplum oluşturmak için vazgeçilmez önem arz etmektedir.

3. Bu ifadede tam bir tevhid ve teslimiyet mesajı yer almaktadır. Öldüren de Allah’tır; yaşatan da. Önemli olan, Allah bilinciyle buluşmak ve O’nun istediği gibi yaşamaktır. Allah’tan gelen her şey can baş üstüne; lütfü da hoş, kahrı da. Tevbe 9/52’de belirtildiği üzere, Allah’tan gelen iki şeyin her biri “iki güzelin biri”dir. Yeter ki O’ndan gelsin. Mümin için alternatif aramak da yoktur; ilâhî iradeye rıza göstermemek de. İşte vahiy ile inşa edilmek istenen Müslüman şahsiyetinin temel taşlarından birisi budur. Müslüman, fıtratını yaratıp benliğine yerleştiren ilâhî iradeye tam teslim olmalı ve fıt-ratıyla tamamen uyumlu olan vahyin ilkeleriyle barışık yaşamalıdır. Çünkü Yüce Allah’ın emrettiği her şey iyidir, yararlıdır ve hayırlıdır; yasakladıkları da kötüdür, zararlıdır ve şerdir, vesselâm.

Page 12: İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI …portal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012-2013/ilt_4/ilt406/...konusu kelime, yorumunu yapmakta olduğumuz âyette öncesindeki duy-mayı da kapsayacak

Tefsir meTinleri

12

110

Yüce Allah 28. âyetin ilk cümlesinde sorduğu soru hakkında Hz. Peygamber’e iki tür cevap verdirmektedir. Bunlardan ilki yine soru kalıbın-dadır; ancak alay ve meydan okuma içeriklidir. İşte cümle:

b) اليم عذاب من الكافرين يجير Peki, ya inkâr edenleri elem verici azaptan“ فمن kurtaracak kimmiş!” Bu cümlede hitap “siz” şeklindeki ikinci şahıslardan “onlar” şeklinde üçüncü şahıslara dönüştürülerek bir “iltifat sanatı” yapıl-mış ve “Elem verici azaptan ‘sizi’ kim kurtarabilir ki!” yerine, “Kâfirleri kim kurtarabilir ki!” denmiştir. Böylece mesajın bütün zamanların inkârcılarını içermesi sağlanmıştır.

Âyeti bütüncül olarak okuduğumuzda verilmek istenen mesajı daha net bir şekilde görmekteyiz. Yüce Allah, Hz. Peygamber’den müşriklere şunu söylemesini istemektedir: “Ey inkârcılar, haydi sayalım ki Allah beni ve beraberimdekileri öldürdü veya merhamet edip bir süre daha yaşattı, bun-ların her biri bizim için birdir, bunlar bir tür hayırdır, rahmettir; bundan size ne? Bu iki durumda da sizin ne tür bir kazancınız olabilir ki! Bizim ölümü-müzün size bir faydası olmayacağı gibi, yaşatılmamızın da size herhangi bir bir zararı yoktur. Meselenin bizimle ilgili boyutu budur. Peki, ya sizin durumunuza ne demeli? Sizi o korkunç azaptan kurtarabilecek kimmiş, söyleyin bakalım! Bizim durumumuzu merak edeceğinize, kendi sonunu-zu düşünsenize!”

Nebî (as) bu âyetin tefsiri bağlamında şöyle buyurmuştur: “Biz Allah’a inanan ve ibadetlerle O’na ulaşmaya çalışanlar olarak, isyan durumunda O’nun azabından güvende değilken, siz O’nu inkâr ederek azabından ve cezasından nasıl olur da güvende olursunuz?” Hz. Peygamber’in âyeti açıklaması bütünüyle mesajı ortaya koymaya yetmektedir.

Yorumunu yapmakta olduğumuz âyetteki sorunun ikinci cevabı ise şimdi yorumlayacağımız âyettedir.

ıı. İman ve Tevekkülün Adresi Rahmân Olan Allah’tırحمن امنا به وعليه توكلنا فستعلمون من هو في ضلل مبين -De ki: O, (bize merha“ قل هو الرmet edecek olan) Rahmân’dır. O’na inandık ve sadece O’na güvendik. Kimin apaçık bir şaşkınlık içinde olduğunu er veya geç anlayacaksınız.”Bu âyette hem söz konusu sorunun cevap cümleleri, hem de kâfirlere yönelik bir tehdit ve gözdağı yer almaktadır.

a)توكلنا وعليه به امنا حمن الر هو De ki: O, (bize merhamet edecek olan)“ قل Rahmân’dır. O’na inandık ve sadece O’na güvendik.” Âyetin ilk kısmı, sö-zünü ettiğimiz sorunun ikinci cevabını oluşturan cümlelerdir. Bunlar bir mümin şahsiyeti ve ahlâkı inşa etmenin en temel ve vazgeçilmez ilkele-ridir.

حمن .1 O, Rahmân’dır.” Mümin şahsiyet şunu ilan eder: “Hayata da“ هو الرölüme de karar verecek olan varlık Rahmân olan Allah’tır. Bize yönelik kararı her ne olursa olsun, biz O’nun kararını rahmaniyyetinin sonucu gö-rürüz. İster bu hayattan alıp âhirete gönderir; isterse burada daha uzun yaşatır, böylece daha çok hayır yapmamızın vesilelerini bahşeder.”

Page 13: İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI …portal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012-2013/ilt_4/ilt406/...konusu kelime, yorumunu yapmakta olduğumuz âyette öncesindeki duy-mayı da kapsayacak

13

Mülk Süresinin Tanıtımı ve 23-30. Âyetleri10

Mekkeli müşriklerin Hz. Peygamber’in helâk edilmesine yönelik beddu-aları Rahmân olan Allah tarafından elbette reddedilecektir. Bu nedenle dolaylı olarak kendilerine şu mesaj verilmek istenmektedir: “Ey Mekkeli müşrikler, elem verici bir azaptan kurtarabilecek yegâne varlık Rahmân olan Allah’tır. Gelin, siz de O’na iman edin ve güvenin. Bağışlanma dile-ğinde bulunup Rahmân olan Allah’a tevbe edin. O’nun merhamet kapısı tevbe etmek isteyenler için sonuna kadar açıktır. Unutmayın ki, Rahmân olan Allah, kendisine açılan ellere ve O’na yönelen gönüllere “niye Bana geldiniz?” demeyecek, “niye Bana gelmediniz?” sorusunu yöneltecektir.”

-O’na iman ettik.” Rahmân olan Allah’a inanmak gerekir. Hz. Pey“ امنا به.2gamber ve beraberindeki müminlerin ikinci ilanı Rahmân olan Allah’a imanla ilgilidir. Kurtuluşun en temel ilkesi Allah’a imandır; bu değerden yoksun olanlar kurtuluş yüzü göremeyeceklerdir. İman, inanılması gere-ken değerlere inanmak, onlara güvenmek, kendini güvende hissetmek ve çevresine güven vermektir. İmanın ahlâki sonucu olan “güvenmek” anlamı âyetin üçüncü cümlesiyle de desteklenmektedir.

لنا.3 -Sadece O’na güvendik.” Rahmân olan Allah’a güvenmek ge“ وعليه توكrekir. İman etmek, beraberinde güven varsa imandır. Güvene dönüşme-yen inanç iman değildir. Onun için burada “iman etmek” ve “güvenmek” kavramları peş peşe getirilmiştir. Bu arada bu cümledeki devrik yapı, gü-venilecek yegâne makamın Yüce Allah olduğunu, başka yerlerde güven aramamak gerektiğini, çünkü onların güven kaynağı olamayacaklarını be-yan etmek istemektedir. “İman ve güven” ilişkisi hakkında İnsân sûresinin üçüncü âyetinde detaylı bilgi verdiğimiz için, bu hatırlatmayla yetinelim.

Yorumunu yapmakta olduğumuz bu cümlede Yüce Allah bir tebliğ me-todu öğretmekte, muhataplar bilgilendirilirken tebliğcinin kendi üzerinden mesaj vermesinin de bir yol olduğunu beyan etmektedir. Mekkeli müşrik-ler başta olmak üzere, bütün zamanların inkârcılarına “bir Allah bilinci” vermenin değişik bir anlatımı bu şekilde gerçekleştirilmiş olmaktadır. O, Rahmân’dır, O’na inanmak ve güvenmek gerekir; kurtuluşun yolu budur, diğer yollar çıkmaz sokaklardır.

b) فستعلمون من هو في ضلل مبين “Kimin apaçık bir şaşkınlık içinde olduğunu er veya geç anlayacaksınız.” Âyetin bu son cümlesi Mekke müşriklerinin de-rin ve apaçık bir şaşkınlık ve sapıklık içerisinde olduğunu ortaya koymak-tadır. Tebliğ yaparken bazen kendi kabullerinizi söylemekle yetinirsiniz; bazen de muhatabın durumunu ona söylersiniz ki nerede yanlış yaptığını anlayabilsin.

Mekke müşrikleri inkârda o kadar ısrarcı ve kararlı idiler ki, artık onla-ra takip ettikleri yolun yol olmadığını açıkça söylemek gerekiyordu. İşte Yüce Allah, Hz. Peygamber’den bunu onlara söylemesini istemiştir. Hz. Peygamber’in ve beraberindeki müminlerin şaşkın ve sapkın olduğunu iddia eden bu müşriklere, asıl şaşkınlık içinde bulunanların kendileri oldu-ğunu hatırlatmak gerektiği için âyette bu cümleye yer verilmiştir. Eğer bu iddialarından ve suçlamalarından vazgeçmezlerse, apaçık bir şaşkınlık içinde olduklarını er veya geç anlayacakları tehdit ve gözdağı üslubuyla kendilerine haber verilmektedir.

Page 14: İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI …portal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012-2013/ilt_4/ilt406/...konusu kelime, yorumunu yapmakta olduğumuz âyette öncesindeki duy-mayı da kapsayacak

Tefsir meTinleri

14

110

ııı. Her Şeyi Olduğu Gibi “Su”yu da Yaratan Allah’tırمعين بماء ياتيكم فمن ا غورا كم ماؤ اصبح ان ارايتم -De ki: Hiç düşündünüz mü, su“ قل yunuz çekiliverse (yerin dibine girip batsa), size bir akarsu kim getirebilir ki!” Âyetteki اصبح asbeha fiili “dönüşmek”, كم ,”mâüküm ifadesi “suyunuz ماؤا ye’tî fiili “gelmek”, bâ edatıyla ياتي ,”ğavr kelimesi “yerin dibi, mağara غورا“getirmek”, ماء معينmâin ma‘în tamlaması ise “tertemiz kaynak suyu, göze suyu, akarsu, menba” demektir.

Yüce Allah, sûrenin 21. âyetinde dile getirdiği “rızkı kesmesi halinde in-sanları hiç kimsenin rızıklandırmayacağı” bilgisini bu defa su örnekliğinde sormaktadır. Suya ayrıca yer verilmesinin muhtemel sebebi, suyun insan hayatındaki önemi olabilir.

Mekkelilerin suyu biri Zemzem, diğeri de Meymûn adındaki iki kuyudan elde edilirdi. Yüce Allah, Hz. Peygamber’in Mekkeli müşriklere “eğer su yere batıp gitse onu kim getirebilir ki!” sorusunu sormasını emretmekte-dir. Burada söylenmek istenen şudur: Yüce Allah’ın dışında hiçbir varlık hiçbir şeyi yoktan var edemez; O’na rağmen herhangi bir şey meydana getirilemez.

Sûrenin başından beri, ancak özellikle de 23. âyetten itibaren söylenmek istenen şu olsa gerektir: Allah vardır ve mesele yoktur. Allah’ı ve kudretini kabul etmeyenler akıbetlerini düşünsünler. Din insanlara Allah bilinci ile yaşamayı öğretir. Öyleyse insanlar, özellikle de Müslümanlar Allah yok-muş gibi davranmamalıdırlar. Allah’ın hayata müdahil olduğunu ve insan-ların davranışlarını da akıllarından geçirdiklerini de kaydettirdiğini unut-madan derin bir bilinç ve duyarlı bir hayat yaşayanlar Allah’ın izniyle hem dünyayı dâr-ı selâma dönüştürürler; hem de mahşerde cennet yurdunun sakinleri arasına katılırlar.

Sûrenin ilk âyet grubunu incelerken naklettiğimiz rivayetlere ilave olarak, Rasûlüllah (as) bu sûreyle ilgili şöyle buyurmuştur: “Her kim Mülk sûresini kıraat ederse, Kadir Gecesi hayat bulmuş gibi olur.” Bir başka rivayette ise şöyle buyurduğu nakledilmektedir: “Kur’ân’da 30 âyetlik bir sûre var-dır ki arkadaşının bağışlanmasına kadar ona şefaat eder (onunla birlikte olur).” Bu ve benzer sûreleri kıraat edenler, yani onların anlamını akledip düşünenler ve oradaki ilkeleri hayatlarının vazgeçilmezi yapanlar için el-bette bu müjdeler söz konudur.

10.2. Mülk sûresinin Genel MesaJları(1-6. âyetler): Sûrenin ilk grup âyetinde, öncelikle Yüce Allah’ın mutlak hü-kümranlığı ile kudret ve iktidar sahibi oluşu hatırlatıldıktan sonra, ölüm ve hayatın yaratılış gayesinin insanoğlunun imtihan edilmesi olduğu beyan edilmektedir. Ardından kâinat kitabından olan yedi kat göğün kusursuz yaratıldığı, onların incelenmesi gerektiği, her bakışta bu kusursuzluğun gözlemleneceği, art niyetli araştırmaların başarısızlıkla sonuçlanacağı bil-

Page 15: İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI …portal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012-2013/ilt_4/ilt406/...konusu kelime, yorumunu yapmakta olduğumuz âyette öncesindeki duy-mayı da kapsayacak

15

Mülk Süresinin Tanıtımı ve 23-30. Âyetleri10

dirilmektedir. Daha sonra insanlara en yakın göğün kandillerle süslendiği, özellikle yıldızların astroloji ile ilgilenenler için boş meşguliyetlere neden olacağı, gaybdan haber verme girişimlerinin bir aldatma ve nankörlük ol-duğu, bunu yapanlar ile mutlak anlamda inkârcılar için cehennem ateşinin hazırlandığı haber verilmektedir.

(7-14. âyetler): Sûrenin ikinci grup âyetinde, cehennemin korkunç yapısı gündeme getirilmekte, oraya gideceklerin cehennemin homurtusunu işi-tecekleri, cehennemin öfkesinden neredeyse çatlayacağı, içine her insan grubu atıldığında bekçilerinin onları sorgulayacağı bildirilmektedir. Mahşer-deki sorgulamanın ilk konusu “peygamber gönderilip gönderilmediği”dir. Cevaplar ise çeşitli itiraflar şeklinde gerçekleşecek, kendilerine peygam-berler geldiğini, onları yalanladıklarını ve “Allah hiç kimseye hiçbir şey indirmemiştir; siz ancak ve ancak büyük bir sapıklık içindesiniz” dediklerini itiraf edeceklerdir. Buna ilave olarak, “Eğer gerçeğe kulak verseydik, yani aklımızı çalıştırsaydık cehennemlikler arasında olmazdık” diyerek derin bir pişmanlık içerisine girmiş olacaklar, pişmanlık ve itiraf cümleleri adeta havada uçuşacaktır. Bütün bunlara rağmen, cehennemlikler ilâhî merha-met ve huzurdan uzak tutulacaklardır.

Gaybda bulunan Rablerine derin saygı duyan veya tek başına kaldığın-da O’na haşyet besleyen duyarlı müminlere ise Yüce Allah’ın mağfiretinin ulaşacağı ve onlar için çok büyük ödüller hazırlanmış olduğu müjdelen-mektedir. Hem bu müminler için hem de bütün insanlar için genel bir bilgi olarak, sözü, imanı veya davranışı gizleyenlerle onu açıktan ortaya ko-yanların durumunun Yüce Allah için bir olduğu, çünkü Yüce Allah’ın gö-nüllerdeki her şeyi bildiği beyan edilmektedir. 14. âyette ise, Yaratıcının yarattığı her bir şeyi bildiğine dikkat çekilmekte, O’nun bilgisine hiçbir şe-yin engel olmadığı, O’nun her bir şeyi bütün detaylarına varıncaya kadar bildiği ilan edilmektedir.

(15-22. âyetler): Sûrenin bu âyet grubunda ise kâinat kitabının bir diğer âyeti olan yeryüzüne dikkat çekilmekte, onun insanın hizmetine verildiği, her tarafına gidilerek Yüce Allah’ın yarattığı rızıklardan yararlanılması ge-rektiği ve sonuçta varıp durulacak makamın Allah’ın huzuru olduğu bildi-rilmektedir. Nankörlerin Allah’ın azabıyla yerin dibine batırılabileceği veya üzerlerine taş yağdırılabileceği, hiç kimsenin bundan güvende olamaya-cağı ve önceki kavimlerden gerçeği yalanlayanlara benzer helâklerin uy-gulandığı haber verilmektedir. Bu arada, kâinat kitabının bir başka âyeti olan kuşlara ve onların havadaki uçuşlarına dikkat çekilmekte, bu imkânı bahşedenin sadece Yüce Allah olduğu ve O’nun her bir şeyi gözetlemekte olduğu beyan edilmektedir.

Yüce Allah’ın mutlak kudretine karşılık, nankör ve inkârcı insanlara O’na rağmen hiç kimsenin yardım yapamayacağı, bu tür beklenti içinde bulu-nan kâfirlerin derin bir aldanış içerisinde bulunduğu bildirilmektedir. Ben-zer şekilde Allah’ın rızık veren olduğu gerçeğinden hareketle onun rızkı kısması durumunda insanlara hiç kimsenin nimet veremeyeceği de beyan edilmektedir.

Sûrenin 22. âyetinde hak-bâtıl, iyi-kötü, mümin-kâfir karşılaştırması yapı-

Page 16: İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI …portal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012-2013/ilt_4/ilt406/...konusu kelime, yorumunu yapmakta olduğumuz âyette öncesindeki duy-mayı da kapsayacak

Tefsir meTinleri

16

110

larak, yüzüstü yere kapaklanıp bir adım ötesini dahi göremeyen nankör inkârcı tipin, dosdoğru yolda düzgün bir şekilde yürüyen gibi olamayacağı, çünkü onun hiçbir şekilde yol kat edemediği bildirilmektedir. Hakkı ve ha-kikati savunup yaşamayanların medeniyet sahnesinde başarılı olamaya-cağı, sürüngenler gibi yerlerde sürünecekleri mesajı verilmektedir.

(23-30. âyetler): Sûrenin son grup âyetinde tam bir mümin insan inşa edilmek istenmekte, yoktan var eden ve insana çeşitli duyu organları ile gerçeği algılayabileceği gönüller bahşeden, bu arada herkesin insanoğ-lunu yeryüzüne yayıp çoğaltan ilâhî kudretin huzurunda toplanacağı bil-dirilmektedir.

İnkârcıların alay ederek, dünyevi azabı, kıyameti, mahşeri ve oradaki ce-hennem azabının vaktini sorup dalga geçen zihniyete karşılık Yüce Allah kıyametin vaktini O’ndan başka hiç kimsenin bilemeyeceği, peygamberle-rin bu noktadaki durumunun sadece uyarıcılık olduğu beyan edilmektedir. Alay edip inkâr ettikleri kıyamet veya azapla karşılaşınca, kendilerine “işte acele isteyip alay ettiğiniz gün bu gündür” karşılığı verilecektir.

Sûrenin 27-30. âyetlerinde ise Allah’a güvenenlerin hiçbir şekilde mah-cup olmayacağı, öldürse de merhamet gereği uzun yaşatsa da bunun inkârcıları hiçbir şekilde ilgilendirmediği, onların, kendilerini elem verici azaptan kimin kurtarabileceğini düşünmeleri gerektiği bildirilmektedir. As-lında Yüce Allah’a rağmen hiç kimsenin hiç kimseye yardım yapamayaca-ğı hatırlatılarak, müminlerin sığındığı Rahmân olan Allah’a iman edip O’na güvenmenin insana derin huzur vereceği, bunu inkâr edenlerin de açık bir sapıklıkta kalacağı haber verilmektedir. Son âyette ise insan hayatında çok önemli bir yeri olan suyun yerin dibine çekilmesi veya batması duru-munda Allah’tan başka hiçbir gücün insanoğluna herhangi bir akarsu veya kaynak suyu getiremeyeceği ifade edilmektedir.

Rabbimiz, bizi ve bütün müminleri bu bilinçle hareket eden, hayatı Allah’ın emrettiği gibi yaşayan ve sonunda da ödüllendireceği kulları arasına kat-tıklarından eylesin. Âmîn.