13
GİZLİ DİLLERDE EDEBÎ SAN’ATLARIN İŞLEVİ İnsanlar içinde, belki en çok fikir veya ütopya üreten filozoflar, mütefekkirler, mutasavvıflar; sözü etkili (fasih ve beliğ) söyleyen şâirler, yazarlar, hatipler, toplum önderleri, komutanlar, yöneticiler, öğretmenler hep bu “söylenemeyen” sanki gizli dil denkleminin bir boyutunu keşfedici olmuşlardır. Bu bildiride her iki türlü, yani “bilerek ifade edilmeyen” veya “istense de ifade edilemeyen” durumlardaki “söylenemeyen”i söylemek için araç olan edebî sanatların gizli dillerin oluşumundaki işlevlerine, hem nazarî olarak; hem de örneklerle yaklaşılacaktır. Bilindiği gibi edebî sanatlar ifade araçları işlevi taşıyarak dilin söylem gücünü zenginleştirmektedir. Edebiyat, sadece söylemin açıklığı değildir; bilakis söz söylenemeyen durumlarda yahut belagattaki ifadesiyle "muktezâ-yı hâle" göre söz söylemenin icap ettiği yerlerde ifade etmenin sanatıdır. Durumun ve mekanın gereğine göre ifade etme ise, bazı hallerde Temel Dilin içinde gizli dilleri doğurmuş olmalıdır. Edebiyattaki Edebî sanatlar ise, anlamı müphem kılarak gizli anlamlara çağrışım imkanı sağlayan araç işlevini görürler. Gizli Dil terimi, Dil’in içinde bir gizliliği, esrarlı bir anlamın varlığını yansıtmaktadır. Dolayısıyla Dil ile Gizli Dil ilişkisine değinmek için öncelikle Dilbilimin, “Dil” e yaklaşımını bilmek gerekir. Genel bir tanımlama yaparsak insanoğlu düşünce ile var olmuş ve şüncesini de dil ile ve dili oluşturan kelimelerle ifade etmiştir. Çok şematik bir tasnif yaparsak “kelime” denilen dilin en küçük birim’i, lafız ve manadan meydana gelmektedir. Söz/lafız anlamın sesle şekillenmiş, ifade edilmiş kalıbı veya biçimidir. Anlam/mânâ ise, biçimin içerik/muhtevası kabul edilir; dolayısıyla anlam, maksadı karşılarken; söz, onun araç’ı olmaktadır. Bu ıdan bakıldığında insanoğlunun maksadı çok büyük derinlik, genişlik ve zenginlikler taşır ve insan bu maksadını ifade etmek üzere “dil” yardımıyla meramını anlatmak ister. Acaba bütün diller, insanın meramını, söylemek istediği her şeyi anlatabilir mi? Diller bunu karşılasa bile insan acaba her şeyi açıkça ifade eder mi? Dili en etkili şekilde kullanan şâirler, acaba her şeyi söyleyebilmişler mi? Her şeyi söyleyebilmek için edebiyat sanatı hangi yöntemi kullanmış? Bu sorulara tatmin edici cevap bulunamamıştır. Çünkü hep bir söylenemeyen olmuştur.. “Söylenemeyen” ya şâirin dilinin yetersizliğinden dolayı söylenemez: Sözgelimi Mehmet Âkif’in mısralarındaki gibi… Aczimin giryesidir bence bütün âsârım Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem; Dili yok kalbimin ondan ne kadar bîzârım (Safahat, s.3) Ahmet Hâşim’in ünlü beytinde dediği gibi: Bu bir lisân-ı hafîdir ki rûha dolmakta Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta Ya da “Söyleyen”in (yazan veya konuşan) taşıdığı endişeden dolayı söylenemez; şifreli söylenir.. Harnâme’deki baş kahramanın yani Şeyhî’yi temsil eden Zayıf Eşek’in otlakta görüp: Boynuzu kimisinin ay bigi Kiminin halka halka yay gibi diye tasvir ettiği öküzlerin bolluk içinde yaşamasını görerek kendi çileli hayatını sorgulaması, “irade-i külliyeye” karşı irade-i cüziyyenin bir söylenemeyen “eşitlik” itirazı değil midir? Ki birüz bunlarınla hilkatte Elde ayakda şekl ü sûretde 1

GİZLİ DİLLERDE EDEBÎ SAN’ATLARIN İŞLEVİ ıflar; sözü etkiliweb.deu.edu.tr/ilyas/genc/dosyalar/gizlidiller.pdf · Gizli Dil terimi, Dil’in içinde bir gizliliği, esrarlı

  • Upload
    others

  • View
    7

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: GİZLİ DİLLERDE EDEBÎ SAN’ATLARIN İŞLEVİ ıflar; sözü etkiliweb.deu.edu.tr/ilyas/genc/dosyalar/gizlidiller.pdf · Gizli Dil terimi, Dil’in içinde bir gizliliği, esrarlı

GİZLİ DİLLERDE EDEBÎ SAN’ATLARIN İŞLEVİ

İnsanlar içinde, belki en çok fikir veya ütopya üreten filozoflar, mütefekkirler, mutasavvıflar; sözü etkili (fasih ve beliğ) söyleyen şâirler, yazarlar, hatipler, toplum önderleri, komutanlar, yöneticiler, öğretmenler hep bu “söylenemeyen” sanki gizli dil denkleminin bir boyutunu keşfedici olmuşlardır.

Bu bildiride her iki türlü, yani “bilerek ifade edilmeyen” veya “istense de ifade edilemeyen” durumlardaki “söylenemeyen”i söylemek için araç olan edebî sanatların gizli dillerin oluşumundaki işlevlerine, hem nazarî olarak; hem de örneklerle yaklaşılacaktır.

Bilindiği gibi edebî sanatlar ifade araçları işlevi taşıyarak dilin söylem gücünü zenginleştirmektedir. Edebiyat, sadece söylemin açıklığı değildir; bilakis söz söylenemeyen durumlarda yahut belagattaki ifadesiyle "muktezâ-yı hâle" göre söz söylemenin icap ettiği yerlerde ifade etmenin sanatıdır. Durumun ve mekanın gereğine göre ifade etme ise, bazı hallerde Temel Dilin içinde gizli dilleri doğurmuş olmalıdır. Edebiyattaki Edebî sanatlar ise, anlamı müphem kılarak gizli anlamlara çağrışım imkanı sağlayan araç işlevini görürler.

Gizli Dil terimi, Dil’in içinde bir gizliliği, esrarlı bir anlamın varlığını yansıtmaktadır. Dolayısıyla Dil ile Gizli Dil ilişkisine değinmek için öncelikle Dilbilimin, “Dil” e yaklaşımını bilmek gerekir. Genel bir tanımlama yaparsak insanoğlu düşünce ile var olmuş ve düşüncesini de dil ile ve dili oluşturan kelimelerle ifade etmiştir. Çok şematik bir tasnif yaparsak “kelime” denilen dilin en küçük birim’i, lafız ve manadan meydana gelmektedir. Söz/lafız anlamın sesle şekillenmiş, ifade edilmiş kalıbı veya biçimidir. Anlam/mânâ ise, biçimin içerik/muhtevası kabul edilir; dolayısıyla anlam, maksadı karşılarken; söz, onun araç’ı olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında insanoğlunun maksadı çok büyük derinlik, genişlik ve zenginlikler taşır ve insan bu maksadını ifade etmek üzere “dil” yardımıyla meramını anlatmak ister. Acaba bütün diller, insanın meramını, söylemek istediği her şeyi anlatabilir mi? Diller bunu karşılasa bile insan acaba her şeyi açıkça ifade eder mi? Dili en etkili şekilde kullanan şâirler, acaba her şeyi söyleyebilmişler mi? Her şeyi söyleyebilmek için edebiyat sanatı hangi yöntemi kullanmış? Bu sorulara tatmin edici cevap bulunamamıştır. Çünkü hep bir söylenemeyen olmuştur.. “Söylenemeyen” ya şâirin dilinin yetersizliğinden dolayı söylenemez: Sözgelimi Mehmet Âkif’in mısralarındaki gibi…

Aczimin giryesidir bence bütün âsârım

Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;

Dili yok kalbimin ondan ne kadar bîzârım (Safahat, s.3)

Ahmet Hâşim’in ünlü beytinde dediği gibi:

Bu bir lisân-ı hafîdir ki rûha dolmakta

Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta

Ya da “Söyleyen”in (yazan veya konuşan) taşıdığı endişeden dolayı söylenemez; şifreli söylenir.. Harnâme’deki baş kahramanın yani Şeyhî’yi temsil eden Zayıf Eşek’in otlakta görüp:

Boynuzu kimisinin ay bigi

Kiminin halka halka yay gibi

diye tasvir ettiği öküzlerin bolluk içinde yaşamasını görerek kendi çileli hayatını sorgulaması, “irade-i külliyeye” karşı irade-i cüziyyenin bir söylenemeyen “eşitlik” itirazı değil midir?

Ki birüz bunlarınla hilkatte

Elde ayakda şekl ü sûretde

1

Page 2: GİZLİ DİLLERDE EDEBÎ SAN’ATLARIN İŞLEVİ ıflar; sözü etkiliweb.deu.edu.tr/ilyas/genc/dosyalar/gizlidiller.pdf · Gizli Dil terimi, Dil’in içinde bir gizliliği, esrarlı

Bunların başlarına tâç neden

Bize fakr u ihtiyaç neden

Ya da eşitlik arayan Şeyhî’ye Akıllı eşek’in verdiği cevap irade-i külliyeyi sitem dolu bir kabullenme değil midir?

Bizim ulu işimiz odundur

Od uran içimize o dûndur

Bize çokdur hakîki buyrukda

Nice boynuz kulak u kuyruk da1

Kısaca her iki halde de bir “Gizli Dil”e ihtiyaç olmuş; Gizli Dil ise, bu ihtiyacı edebiyat sanatının ona sunduğu imkanlarla ki Belagat ilminin terimleriyle söylersek Beyan ve Bedi’nin edebî sanatlarıyla karşılama cihetine gitmiştir.

SÖYLENEMEYEN ANLAM NEDİR?:

Kelime olmadan düşünce olamayacağına, kelimeler kavramlarla birlikte oluştuklarına ve kelimenin ses yönü ile ruh-düşünce yönü birbirinden ayrılmadığına göre, anlam konusunda kelimeyi esas alarak ondan hareket etmek gerekir. Bir başka deyişle, doğrudan doğruya “belirtilen” ile “belirti” ele alınmalıdır, çünkü düşünce kelimeyle aktarıldığına göre, kelime olmaksızın onun tarifi zorlaşır. Öyle ki, kavram zihinde uyandığı zaman (konuşurken-düşünürken) kelime; kelime duyulduğu zaman da kavram zihinde uyanmaktadır. Şu halde kelimeler-kavramlar birbirine sıkı sıkıya bağlı olduklarına göre anlam diye bir şeyi kabul etmek yanlış olmayacaktır.

Bilindiği gibi, araç-gereç isimleri, terim niteliğindeki belirtiler ve dilin unsurlarından bir bölümü böylece tek bir kavramı, anlamı yansıtırlar. Bunlara tek anlamlı kelimeler adı verilir, fakat dildeki öteki belirtiler böyle, tek anlamlı değildir. Kelimelerin büyük bir bölümü yeni yeni kavramları anlatan, çok değişik kullanılış yerleri, dolayısıyla çeşitli anlamları bulunan sözlerdir. İşte bir belirtinin birden fazla, çeşitli kavramları yansıtır duruma gelmesine “Çokanlamlılık” adı verilmektedir.

Madem ki kelime denen ses birleşiminin kavramla sıkı sıkıya bağlı olduğu kabul ediliyor, o halde kelimenin anlam’ından söz etmek, onun yansıttığı kavramları teker teker, anlam olarak düşünmek yanlış bir şey olmaz.”2 Anlam ise tek boyutlu değil çok boyutludur.

ANLAM ÇERÇEVESİ

Bir fikrin, duygu ve hayalin kavramları, değişik anlamları “kelime” ile ifade edildiğine göre; kelime’nin cümledeki çekirdek işlevine dikkat çekmek gerekir. Yani bu noktada sadece kelime ile sınırlı kalınmamakta; kelime’nin cümle içindeki işlevi çeşitli kavramları yansıtmaktadır. O halde kelimenin “Anlam Çerçevesi”, işleve göre oluşmaktadır ve bu da genel olarak iki alan şeklinde tasarlanmaktadır:

1.Temel Anlam: Kelimenin anlattığı ilk ve asıl kavram olup sözlük anlamı da denir.

2.Yan Anlam: Kullanımdaki kelime ve cümlenin dilin standart sözlük anlamındaki sapmasıdır. Kelimenin zamanla işlevleri sonucunda kazandığı anlam olup genellikle Belagat kitaplarındaki Mecaz ile karşılanmaktadır. Ancak Yan Anlam, sadece “Mecaz” terimini kapsamamakta, hatta ondan daha fazla anlamları da kapsamaktadır. Belagatın, Mecaz dediği terimi Temel (Tabiî) Yan Anlam ile karşılamak mümkündür ve bu yan anlam ses, şekil, yapı gibi dilbilime ait formların mahiyetinden, yani anlatımdan ileri gelebilir. Bunun 1 Vasfi Mahir Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, Ank., 1964, s.209, 210. 2 Doğan Aksan, Anlambilimi ve Türk Anlambilimi, Ankara, 1978, 54, 55.

2

Page 3: GİZLİ DİLLERDE EDEBÎ SAN’ATLARIN İŞLEVİ ıflar; sözü etkiliweb.deu.edu.tr/ilyas/genc/dosyalar/gizlidiller.pdf · Gizli Dil terimi, Dil’in içinde bir gizliliği, esrarlı

yanında bir de doğrudan Mecaz olmayan, dil malzemesinin kullanıldığı yer, durum ve yapıların birleşmesinden kaynaklanan Çağrışıma Ait Yan Anlam vardır. Dile ait her unsur, beraber kullanıldığı malzemenin etkisiyle, yer aldığı ifade veya metin içerisinde yeni değerler kazanır. Yazan ve konuşan insan, bilerek ve isteyerek, bazen da şuursuz olarak ifadesinde veya metninde çağrışıma zemin hazırlayacak ses, kelime ve yapı gibi unsurları birlikte kullanır. Çağrışıma Ait Yan Anlam, dilin kullanımından doğan değer ile okur’da uyandıracağı imgelerle ilgilidir ve kullanıldığı “bağlam”larda yüklenilen anlamları kapsar.

Sözgelimi bu imgeler, insan zihninde yer eden bir kelimenin anlam çevresinde kişiden kişiye veya toplumdan topluma değişen ve tasarlamalar da denilen “tasavvur”larla meydana gelebilir. Genel tasavvurlar toplumlara göre farklı olabilir; sözgelimi Çanakkale kelimesi Türkiye’de, Yeni Zelanda’da, İngiltere’de farklı anlamları çağrıştırır. Özel tasavvurlar, kişilerin yaş, cinsiyet ve kültürel seviyelerine göre farklı olabilir. Mesela, sarmaşık anlamına gelen “aşk” kelimesi her seviyedeki kişiler için farklı anlamlar çağrıştırabilir.

Yine bu imgeler, “duygu değeri”yle de meydana gelebilir. Dilin bütün kelimelerinde olmamakla birlikte bazı kelimelerinde duygu yoğunluğu, anlamı değerli hale getirir. Tasavvurlarda zihnî imgeler önemli iken; burada insanın duygu yönü önem kazanır; kişilerin ve toplumların eğitimi, yaşı, yaşantıları gibi hususlar bir takım duyguları uyandırır. Kin, sevgi, kızgınlık, kıskançlık, acıma, tiksinme, hayranlık, korku gibi duygular kelimelerin anlamlarını zenginleştirebilir.

Böylece zaman içinde somut kavramlara; yeni somut ve yeni soyut kavramlar; soyut kavramlara ise, yeni soyut ve yeni somut kavramlar eklenebilir. 3 Doğan Aksan bu hususu tablo ile şu şekilde göstermiştir: 4

SOMUT KAVRAMLAR

Kelime

----------------

göz

Temel Anlam

---------------

görme organı

Somut Yan Anlam

----------------------

1.kaynak (su)

2.delik (iğne)

3.bölme

4.ağacın tomurcuklu yeri

Soyut Yan Anlam

---------------------

nazar

SOYUT KAVRAMLAR

Kelime

--------------

eğri

Temel Anlam

------------------------

bir ucundan ötekine yönü değişen

Soyut Yan Anlam

----------------------

1.eğilmiş,

2.kötü,

3.dürüst olmayan

Somut Yan Anlam

---------------------

doğru olmayan çizgi

Görüldüğü gibi Dilbilimin “Dil” e ilmî yaklaşımı budur. Ancak Belagatın Mecaz; Dilbilimin Yan Anlam dediği husus nasıl oluşmaktadır? Muhtemelen gizli dillerin oluşumunu bu alanlarda aramak gerekir.

GİZLİ DİL VE EDEBİYAT SANATI

3 Şerif Aktaş, Edebiyatta Üslûp ve Problemleri, Ankara, 1986, s.86; Aksan, a.g.e., s.57, 58; Aksan, a.g.e., s.57, 58. 4 Aksan, a.g.e., s.57, 58.

3

Page 4: GİZLİ DİLLERDE EDEBÎ SAN’ATLARIN İŞLEVİ ıflar; sözü etkiliweb.deu.edu.tr/ilyas/genc/dosyalar/gizlidiller.pdf · Gizli Dil terimi, Dil’in içinde bir gizliliği, esrarlı

İnsan, (konuşan, yazan), her türlü anlam’ı (içerik=duyumlar, algılar, tasarımlar, kavramlar, önermeler, varsayımlar) tüm açıklığıyla ve bire bir ifade edebilir mi? Yahut ifade etmiş midir? Tarihî tecrübe göstermiştir ki, insanoğlu bunların bir kısmını ifade etmiş, bir kısmını “ifade edememiştir.” İfade edilemediği içi söylenemeyen’i söylemede ifade araçlarından şiir’in eski çağlardan beri kutsal bir boyutu olduğuna dikkat çekilmiştir.

Buna dayalı olarak sözgelimi Divan edebiyatı şâirlerinin amacı eksiksiz ve kusursuz olanı, yani, “mutlak/ideal güzel”i yaratmak olmuştur. Ancak ideal güzeli yaratmak mümkün olmadığına göre şâir ne yapacaktır. Yani ifade edilemeyen amacını kendi hayal dünyasına giderek tasvir etmeye çalışacak; başka bir ifade ile “hüsn-i mücerred” denilen soyut güzelliği, doğada mevcut olan bazı nesnelerle ilişki ve benzerlik kurarak anlatabilecektir.5

Şiir söyleyen şâirlerin ilham’ı meselesi bu nedenle çok tartışılan bir husus olmuştur. İlhamı sağlayan kaynağın şâirin muhayyile’si olduğu ve şâirlerin yetenekleriyle, muhayyilelerinden hakikat hazineleri dedikleri sıradan insanların söyleyemediklerini ifade ettikleri, hatta bunu bir tılsım çözme olarak adlandırdıkları bilinmektedir. Şiir ve şâirin bu varlık tabakaları (ontoloji), çeşitli istiarelerle açıklanmaya çalışılmıştır: Sözgelimi “tûtî-ayna-şeker: söz; bülbül-gül-gülzâr: şakımak; gavvâs (dalgıç)-deryâ-sadef: inci üçlemelerinde; “tûtî-bülbül-gavvâs” şâir’i; “söz-şakımak-inci” ise şiir’i temsil ederler.6

Mevlana ise, gizli dilin varlığını kabul etmiş, ancak şâirden ziyade “okur/dinleyici”yi önemli saymış, okur’un her nesnede var olan anlamı çözmesi için “okuma” eylemini gereği gibi yapmak üzere hazırlıklı olmasını ve şeklî anlamdan çok, öze ait (sembolik=batınî) anlamların varlığına sürekli dikkat çekmiştir.

“-Onların sözlerini dinlemedikçe sen ne bilirsin? Çünkü onların durumları sana gizlidir.

-Sözle, hay huyu duyarsın; yüz kıvrımlı durumunu nasıl görürsün?

-Suretimiz aynı, özellikler birbirine zıt; toprak da aynıdır, canlarıysa çeşitli.

-Aynı şekilde sesler de aynıdır; -ama- bu biri dert dolu, öbürü nazlarla dolu.

-Savaşta atların sesini duyarsın; kuşların sesini dolaşırlarken duyarsın.

-Birisi kinciliğinden, diğeri beraberlikten; o biri zahmetten, diğeri sevinçtendir.

-Onların halinden uzak olan kişiye göre sesler aynıdır.

-O ağaç baltanın darbesiyle sallanır; şu diğer ağaç, seher yelinden.

-Bu ölü mirası kazandan dolayı çok yanıldım; çünkü kazan kapağı örtülü kaynıyordu.

-Herkesin kaynayışı, doğruluk kaynayışı da, yalan ve riya kaynayışı da sana “Gel” der;

-Yüz tanıyan candan koku almıyorsan git, koku tanıyan bir dimağ elde et; o gül bahçesinde dolaşan dimağı. Yakupların gözünü de o aydınlatır.”7

İşte adeta bir “gizli dil” içinde “şâir”in açıkça ifade edemediği, veya “okur”un gereği gibi anlayamadığı “söylenemeyen”i (hem maksatlı ifade edilmeyen, hem de istense de edilemeyen), edebiyat sanatı, kendisine ait araçları, yani Edebî Sanatlar yoluyla söylemeye çalışmıştır. Sözgelimi, Wellek’in “söylenemeyen” in “bilerek ifade edilmeyen” boyutu hususundaki görüşü şöyledir:

“Heinz Verner’e göre; metafor (istiare) bir takım tabuları (yasaklamaları) olan ve bazı şeylerin isimlerinin söylenmesinin yasak olduğu toplumlarda gelişmiştir. Burada hemen Yahudilerdeki metafor

5 Mine Mengi, “Mazmun Üzerine Düşünceler”, Divan Şiiri Yazıları, Ankara, 2000, s.52. 6 Muhsin Macit, “Divan Estetiği”,Eski Türk Edebiyatı El Kitabı Ankara,2002, 48, 49., 7 Mevlana, Mesnevî, Çev: Adnan Karaismailoğlu, İstanbul, 2004, M/III,4766-77.

4

Page 5: GİZLİ DİLLERDE EDEBÎ SAN’ATLARIN İŞLEVİ ıflar; sözü etkiliweb.deu.edu.tr/ilyas/genc/dosyalar/gizlidiller.pdf · Gizli Dil terimi, Dil’in içinde bir gizliliği, esrarlı

zenginliği akla geliyor..(…) Barok döneminde Hıristiyan dini ile ilgili konularla mistik konuları anlatmakta mecazlar kullanılmıştır. Hakikat, karmaşık olduğu; bilgi tarzları, çeşitlilik gösterdiği için bazı hakikatlerin menfî (olumsuz) veya kasten tahrif edilerek belirtilmesi gerekir. Well, yerleşmiş imajları, geleneklere bağlı ve müesseseleşmiş bir özellik taşımalarından, göze hitap eden sanatlar ve sembolik merasimlerle olan sıkı ilişkilerinden dolayı, Kültür tarihine yahut muhafazakar bir din görüşüne, orta çağlara, ruhban sınıfına ve Katolik mezhebine bağlamaktadır. ”8

Batı edebiyatı dışında, kitabî olmayan bilgiler yerine; “hâl”e, “irfan”a veya “yaşantı”ya ait duyumları tercih eden özellikle İslâmî tasavvuf dili de zengin bir gizli dil sayılabilir. Mutasavvıflar, yerleşik din inançlarına, hatta ılımlı Sûfîliğe aykırı görünen deyimler kullanmışlardır. Hallâc’ın “Ene’l-Hak” demesi; Bayezid’in “Hamdolsun bana! İhtişamım en büyük” veya “Cübbemin içinde Allah’tan gayrısı yok” veya Şems-i Tebrîzî’nin ilk tanıştıkları anda Mevlana’ya söylediği belirtilen; “ey dünya ve mana bilgilerinin sarrafı söyle! Muhammed hazretleri mi, Bayezid mi büyük ?” gibi Şathiyat sözleri “istiğrak” (içe gömülme) durumundaki anlatımların ya da çelişkilerin karşılığıdır. Bunların incelenmesi ilgi çekici olduğu kadar çok büyük zorluklar da taşımaktadır. Tasavvufun girift konuları, bu bir bakıma coşkun, bir bakıma hayret dolu sözler tasavvuf yaşantısının derinliklerine ışık tutarsa da, insanoğlunun diliyle hiçbir zaman tam olarak anlatılamayacak ölçüde kapalı ve şifrelidir.9

Her ne sebeple olursa olsun asıl söylemek istediğini, “istediği halde ifade edemediği” veya “bilerek ifade etmediği” için hep bir “söylenemeyen” bilmecesini söyleyemeyen insan, aynı zamanda bunu söylemenin de her zaman yollarını hep aramıştır. Ancak her iki “söylenemeyen” in boyutu şifreli bir söylem dili veya gizli dil yaratmıştır. Bu gizli dil, çeşitli yöntemlerin tanımlamağa çalıştığı şifre sistemi, kodlama, kapalı sistem, mazmunlar örgüsü gibi adlarla karşılanmıştır. Gizli dilin en önemli ifade unsuru “İMGE/İmaj’dir; çünkü gizli dil söyleyemediği her şeyi çeşitli imgelerle söylemiş olduğundan dolayı kısaca İmge üzerinde durmak gerekli olmaktadır:

İMGE NEDİR?:

Sözlük anlamları çok geniştir: Os. Hayal, sûret, resim, timsal, şebeh, suret-i akliye, suret-i zihniye, sûret-i mahsûsa, sûret-i hayaliye, sûret-i ihsâs, tahayyül,; Fr., İng.İmage, İt.imagine; Tr., Duyulur bir kaynaktan gelen tasarım.

Psikolojide imge, bir şeyin insan zihnindeki temsilî (yeniden yaratılmış sûreti), bir hatırası, geçmişe ait bir duygu veya düşünce izidir. İmgeler, bir eser okurken kâbiliyetli her okurun zihninde aynı şekilde canlanabildiği gibi; insandan insana serbestçe değişen görme, işitme, koklama ve diğer duygularla ilgili de olabilir.

Felsefe bağlamında imge; insan bilgisinin ilk aşaması, duyuların getirdiği işaretlerdir. İmge, sadece gözle elde edilemez; işitme imgesi, dokunma imgesi, koklama imgesi, tatma imgesi vardır. İmge, duyuların bilinçteki izidir. Nesnel gerçekliğin yansımalarıdır, tasarımıdır.

8 R.Wellek- A.Warren, Edebiyat Biliminin Temelleri, Çev: Ahmet Edip Uysal, Ankara, 1983,s.265,-273. 9 Geniş bilgi için bkz: Annemarie Schimmel, Tasavvufun Boyutları, Çev:Ender Gürol, İst., 1982, s.133.

5

Page 6: GİZLİ DİLLERDE EDEBÎ SAN’ATLARIN İŞLEVİ ıflar; sözü etkiliweb.deu.edu.tr/ilyas/genc/dosyalar/gizlidiller.pdf · Gizli Dil terimi, Dil’in içinde bir gizliliği, esrarlı

Mantık bağlamında imge; renkler ve sesler beyinde değil, algılarımızın objeleri olarak kendilerini gördüğümüz ve işittiğimiz yerlerde oluşurlar.10 Yani başka bir ifadeyle ve Osmanlı Türkçesindeki şekliyle “aklî, zihnî, hayalî, ihsasa mahsus” sûretlerdir.

İmge, gerek sanatçının yarattığı eserinde, gerekse konuşma dilinde düşünceyi renklendiren, ona etkili bir ifade gücü kazandıran işlevlere sahiptir. İmgeleri Edebî sanatlar11meydana getirir:

Sanatsal Söylem/Dil Kuruluşu Olarak İmge Yaratma:

Şâirin/yazarın (konuşan), dili söylem’e dönüştürmesiyle meydana gelen edebî eser’in içerik/muhteva ile içerik’i somutlaştıran biçim düzlemi, çok karmaşık (kompleks) ve çok katlı yapısıyla sanat olduğu kadar aynı zamanda bir dil kuruluşudur. Söz konusu biçim düzleminde yazar/şair, dilin içinden düşünce ve heyecanlarını en etkili şekilde ifade edecek kelimeler, deyimler, sözdizimi, sesbilgisi, ritmi ile seçme yaparak bir söylem oluşturur. Bu söylem’i gerçekleştirmek için sanatkâr yaratıcılığı ile, dilin ifade gücünü kullanarak imgeler yaratmıştır; dolayısıyla imgelerle anlatılan bir hikaye ve hayal âlemi içinde her zaman bir düşünce vardır. Bu imgeler, gerçekten her iki “söylenemeyen”i söylemede çok etkili olmuş temel unsurlardır.

Sözgelimi Yunus Emre’nin:

Çıkdum erük dalına anda yidüm üzümi

Bostan ıssı kakıyup dir ne yersin kozumı

matlalı manzumesine şerhler yazılmış ve şâirin; “erik dalına çıkıp üzüm yenmesi ve bahçe sahibinin gelip ona çıkışarak niçin cevizimi yedin” sözleriyle ne demek istediği üzerinde ayrıntılı görüşler ileri sürülmüştür.12

Sözgelim Mevlana’nın gazeli de aynı şekilde şerhlere konu olmuştur; “Dün gece, seher vakti gökte nihayet buldum. Haşhaş tanesi içinde örs oldum.

Rum diyarında bir gün deveye nal bağlıyorlardı. Onlardan kaybolan halkayı hakan kulağında buldum.”.13

Retorikçiler, bu imgeleri şâir/yazarın düşünerek seçtiğini söylerken; Freudçu edebiyat araştırmacıları ise bunları şâir/yazarın bilinçaltının ortaya çıkması olarak kabul ederler.

Konuşan ve yazanın ifade etmek istediği maksadını söylemede önemli yeri olan imgeleri meydana getirmede, bu ifade gücünün araçları olan Edebî Sanatların çok önemli işlevleri vardır. Bunlar la ilgili nazari görüşler ve özellikle gizli bir dil sayılan tasavvuf edebiyatından seçilen örnekler aşağıda belirtilmiştir:

1. Mecaz-ı Mürseller (Düz Değişmece/Ad Aktarması/Metonymia) Yoluyla İmge Yaratma:

Kelimelerin asıl anlamları dışında bir anlamı kast etmesini sağlayan Mecaz-ı Mürsel (MM), dilin ifade gücünü kullanmada etkili bir yoldur ve düşünceye hitap ettiği için daha çok zihnî faaliyetleri harekete geçirir, bilinci uyandırır. Okur, MM yoluyla yapılan imgelerin ardındaki söylenmeyeni muhakeme etmeye çalışır. Asla benzetme ilişkisi yoktur, sadece maksat söz konusudur. İstiareden farkı, şâirin çağrışımlarının mantığı ile mi düşündüğü, yoksa insana mı benzetmek istediğidir.

10 Özdemir İnce, s.22, 23. 11 Edebî sanatlar için: Ali Nihat Tarlan, Edebî Sanatlara Dâir, İst., 1930; Kaya Bilgegil,, Edebiyat Bilgi ve Torileri,-I Belagat-, Ankara, 1980; Pospelov, G.N, Edebiyat Bilimi, Çev: Yılmaz Onay, Ankara,--; Wellek, R.-Warre, A, Edebiyat Biliminin Temelleri, Çev: Ahmet Edip Uysal, Ank., 1983; Orhan Soysal, Edebî Sanatlar ve Tanınması, İst., 1998Cem Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara, 1983; Sezai Güneş, Anlatım Bilgisi, İzmir, 2004; Özdemir İnce, Şiir ve Gerçeklik, İst., 2001; 12 Geniş bilgi için bkz: Necla Pekolcay-Emine Sevim, Yunus Emre Şerhleri, Ankara, 1991. 13 Pekolcay, a.g.e.

6

Page 7: GİZLİ DİLLERDE EDEBÎ SAN’ATLARIN İŞLEVİ ıflar; sözü etkiliweb.deu.edu.tr/ilyas/genc/dosyalar/gizlidiller.pdf · Gizli Dil terimi, Dil’in içinde bir gizliliği, esrarlı

Gerek Mevlana ve gerekse Tasavvuf edebiyatı şâirlerinin çok işledikleri Mansur’un Ene’l-Hak sözü bütün Vahdet-i Vücud felsefesinin özüdür. Attar, Hallac-ı Mansur hakkında çok basit, ama yoğun bir hikaye anlatmış; onun hayatını, aşkını ve ölümünü tasvir etmiştir: “Hallac hapisteyken: “Aşk nedir?” diye soruldu. Cevapladı: “Bugün de, yarın da, öbürsü gün de göreceksiniz ne olduğunu.” O gün ellerini ayaklarını kestiler, ertesi gün onu darağacına çektiler, üçüncü günse küllerini rüzgara savurdular..”

Bu tahkiyede adeta Attar, mecaz-ı mürsel yoluyla söylediği sözlerle; “âşığın en büyük günahı olan aşk sırrını açıklama olgusunun simgesi durumuna gelen adamın yani Mansur’un trajedisini yoğun bir biçimde aktarmıştır. Hem nefret edilen, hem aşk uyandıran, hem zındık, hem de acı çekmenin ve kendinden geçmenin ideal kahramanı Hallac-ı Mansur,14 sonraki çağların edebiyatlarında yapılan telmihlerde artık sadece bir maksat için işlenmiştir: Tasavvufun Aşk Şehidi.

Yine Mevlana’nın sözgelimi;

Önümdeki tüm yolları, geçitleri kaparsa,

Kimsenin bilmediği gizli bir yol gösterir D.765.

beyti mecaz-ı mürsel yoluyla insan iradesi ile Tanrı iradesinin yani kaderin çıkmazını çözer. Bilindiği gibi akıl bu çıkmazı çözememiştir; Mevlana, insan iradesinin ancak aşkla Tanrı iradesinin derinliklerinde yeni gizli yolların varlığını ümit eder.15

2.Teşbih (Benzetme) Yoluyla İmge Yaratma:

Bir nesne veya bir kavramın anlamına güç katmak için aralarında gerçek veya mecaz bakımından ilişki bulunan iki şeyden zayıfını güçlüsüne benzetme sanatı olan Teşbih yoluyla imge yaratılır ve dilin ifade gücü kullanılır. Bu şekilde yapılan tasvire dayalı söylemler gösterimi gerçekleştirir ve asla sembolik bir mana taşımamakla birlikte açıkça söylenemeyen anlamları çağrıştırır:

Mihnetler ve acılar Allah’ın yakın olduğunun bir belirtisidir, sözgelimi Hallac’ın, “acı çekme O’nun tâ Kendi’dir” cümlesi sûfîlere göre; Allah insanı ne kadar çok severse onu o kadar sınar, âşığın dayanağı acı çekmektir. Çünkü bütün peygamberler, veliler acı çekmişlerdir. Nasıl ki üzüm suyu, saf şarap haline dönüşmeden sürekli “tahammür” (şaraplaşma) mihnetine katlanarak arınırsa, buğday da, ekmek haline gelinceye kadar ezilir, yoğrulur, görünürde kötü muameleye uğrarsa, insan ruhu da ancak acı çekmekle olgunlaşabilir.

Belaların ardında yine telmih sanatı yoluyla imgeleştirilen Elest meclisi vardır ve ruhlar orada Tanrı’ya söz vermişlerdir: “Kâlû belâ..” Sûfîler bu durumu imgelerle anlatmışlardır. Bu benzetmeler arasında âşık, çevgân topuna benzetilir; bu oyunda, dostun çevgânı, onu nereye iterse, top da başsız ve ayaksız yuvarlanır durur.16

Cüneyd-i Bağdadî’nin “aşk, aşığın sıfatları içinde hiçleşmesidir ve Allah’ın zâtında teyididir”, sözü sürekli ruh arınması için kullanmış, bunun da geleneksel imgesi “aşk ateşi” olmuş ve simgeye dönüşmüştür: İnsan, bir buz parçasıymış gibi çaydanlık içinde, ateşe konacaktır; böylece eriyecek, ısınacak, kaynayacak, sonunda buhar olup uçarak, aşk ateşindeki ısı niteliğine mümkün olduğu kadar yaklaşacaktır.”17

Çağdaş Türk edebiyatı şâirlerinden Sezai Karakoç’un Ping Pong Masası adlı şiirinde işlenen imge de aynıdır: Varla yok arası ha Sezai ha ping pong masası..” İrade-i cüz’iyeyi temsil eden şâirin, irade-i külliye önünde söylenemeyen aczidir.. Divan şâirlerinin teşbih ve mecaz-ı mürsel yoluyla “felek” imgesini ısrarla

14 Annemarie Schimmel, Tasavvufun Boyutları, Çev:Ender Gürol, İst., 1982, .s.65. 15 Schimmel, a.g.e., s.176, 177. 16 Schimmel, a.g.e., s.126. 17 Schimmel , a.g.e., s.124.

7

Page 8: GİZLİ DİLLERDE EDEBÎ SAN’ATLARIN İŞLEVİ ıflar; sözü etkiliweb.deu.edu.tr/ilyas/genc/dosyalar/gizlidiller.pdf · Gizli Dil terimi, Dil’in içinde bir gizliliği, esrarlı

kullanmaları da aynı gerekçe ile kader’e kafa tutamayan insanın felek’ten dem vurması hep söylenemeyen acziyeti değil midir?

3.İstiare (Eğretileme/Deyim Aktarması/Metafor) Yoluyla İmge Yaratma:

Bir şeyi anlatmak için, ona benzetilen başka bir şeyin adını eğretili şekilde kullanma olan İstiare dilin ifade gücünü kullanmada çok ileri bir sanattır. İstiare sanatı, düşünce ile birlikte duygu ve hayalleri somutlaştırarak hatta sergileyerek söylenemeyen bir çok şeyi, ya zihinde canlandırarak anlaşılmasını kolaylaştırır; ya da üstünü örtüp içinden çıkılmaz bir anlam zenginliğine eriştirerek şifreler yaratır. Bu nedenle istiareleri; hissetmek, anlamak, değerini ölçmek için okurun o dili ve edebî geleneği çok iyi bilmesi gerekir.

Sözgelimi, Vahdet-i vücûd nazariyesi, varlık ve yokluk kavramları karşısında her şeyin açıkça söylenemediği ünlü bir nazariyedir ve şâirler, bu nazariyenin anlaşılması için yüzyıllarca çeşitli imgelere başvurmuşlar ve istiare sanatı yoluyla türlü imge ve simgeler yaratmışlardır. Bu imgelerde hep söylenemeyen bir boyut vardır..

Bunlardan birisi “umman-su damlası” imgesidir. Attar’ın Divan’ında söylediği;

Yağmur bulutları gibi gel de ummandan yolculuğa çık.

Yolculuğa çıkmadan inci olamazsın.”

mısraları sonraki şâirlerce de göğe yükselme yolculuğunun imgesi olarak işlenmiştir. Umman, İlahî varlık; su damlası ise insan’dır; böylece damla, denizde (istiridyenin içinde) kaybolmamakta, değerli bir inci halini almaktadır. İnci, ummandan ayrı olamaz; ama ondan da ayrı duran varlığıyla bir mücevherdir.18

Mevlana, Sema imgesini, Bezm-i Elesti temsil etmesi için istiare yoluyla simgeleştirmiştir: O kadarki büyük düşünürün imgeleri, semâ’ın güzellik ve gücü konusunda neredeyse sonsuz derecede zengin… Vecd anında, sevenin kalp perdesinde kendisinin de raksa katılabileceği, sevdiğinin görünümünün uyardığı bu hareketi her defasında yeni imgelerle dile getirmiştir. Onun ney, sema, raks gibi simgeleri sonraki bütün şâirleri, mutasavvıfları, hatta zâhitleri de derinden etkilemiş; dillerinde ifade edemeseler bile onların da söylenemeyen duygularını yansıtmıştır.

Bir çağrı ulaştı Hiçliğe: Evet Evet (Belâ) dedi Hiçlik

Adımımı o tarafa tacağım, taze, yeşil, kıvançla!

Elest’i duydu; koşarak sarhoş geldi,

Hiçlik idi de lâlelerde, söğütlerde, fesleğenlerde Varlık oldu19

4.Temsilî Olarak İmge Yaratma:

a.Temsilî Teşbih Yoluyla İmge Yaratma::

Teşbihin unsurlarını bir tablo çizer gibi paralellik temelinde söyleme ve yayma yolu olan Temsil-i Teşbih, özellikle bilgiye ve öğretiye dayalıdır. Okur, söylemin içindeki benzetme niteliklerinden hareketle tanımlanan, anlatılan, imâ edilen “söylenemeyen” yeni bilgi ve öğretilere vâkıf olur; ancak tasvir edici olması yönüyle heyecan uyandırmaz.

Mevlana’nın Mesnevi’sindeki “kaynar suya giren nohut” söylemi, temsilî teşbih imgesiyle insanlığı hikaye eder. Nohut, İlahî lutfun güneşi, suyu, havası ve toprağıyla beslenir; sonra kaynar suya atılır; ancak

18 Schimmel, a.g.e., 246, 262.. 19 Schimmel, s.165.

8

Page 9: GİZLİ DİLLERDE EDEBÎ SAN’ATLARIN İŞLEVİ ıflar; sözü etkiliweb.deu.edu.tr/ilyas/genc/dosyalar/gizlidiller.pdf · Gizli Dil terimi, Dil’in içinde bir gizliliği, esrarlı

nohut kendisini dışarı atmak istedikçe; Mevlana, onun pişmek için ateşte pişirilmesinin yani çile çekmesinin lazım geldiğini telkin eder:

“Nohut, kaynama vaktinde her zaman kazanın tepesine çıkar ve yüz şamata çıkarır: “-Niçin bana ateş salıyorsun? Madem satın aldın, niçin başı aşağı ediyorsun?”

Evin hanımı kevgir vurup der ki: “-Hayır, iyice kayna, dağlanmaktan sıçrama. Seni kötü gördüğüm için kaynatmıyorum; bilakis senin zevk ve tat alman için kaynatıyorum. Gıda olman, cana karışman için yapıyorum. Bu imtihan seni aşağılamak için değildir…ancak ezelî amaç, senin teslim olmandır. Ey nohut, musibet içinde kayna, ne varlığın ve ne de senin kendin kalsın.”20 (M.III/b.4159-41777)

b.Temsilî İstiare Yoluyla İmge Yaratma::

İstiarenin benzeyen veya benzetilen unsurlarından birisinin nitelikleri itibarıyla söylemin (şiir/ibare) içinde karşılaştırma temelinde söyleme ve simgeleştirmesidir. Temsilî istiarelerle yapılan imgeler, simgeleyici özelliklerinden dolayı çok yüksek düzeydeki heyecan ve düşünceleri uyandırıcı işlev taşırlar. Son derece kapalı olabildikleri için okurun muhayyilesini harekete geçirirler, bu nedenle okurun/dinleyici bu imgelerde söylenemeyenleri anlaması için çağrışım gücüne sâhip olması beklenir.

Yahya Kemal’in Sessiz Gemi şiiri ölüm karşısında söylenemeyen bir çok şeyin perdelerini kaldırmıştır:

Artık demir almak günü gelmişse zamandan

Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan

Mevlana, “insan-ı kâmil”i (müteâl insan=aşkın insan) temsili istiare yoluyla resmetmiştir; sözgelimi O, Mesnevi’de insan-ı kâmil budur gibi bir mutlak öğreti içinde olmamış; hikaye ettiği onlarca kıssanın ardında ideal insanı telkin etmiş; model insan olarak kabul ettiği Hz.Muhammed imgesiyle tarif etmiştir.21

Başka bir imge; satranç oyunudur. Satranç taşları, aynı maddenin parçaları olarak ancak ayrı biçim ve renklerde birbiriyle mücadele ederler. Ne kadar mücadele etseler de sonunda kadere yani İlahî iradeye boyun eğerler. Tavla imgesi de yaratılan dünyanın “altı kapı”ya hapsedilmiş olduğunu ima eden simgedir. Zarın taşlarından hangisi gelirse oyuncu ona göre iradesini kullanır. Satrançta ise taşları kendi iradesine göre kullanır, fakat sonuç hep takdire boyun eğmedir.

c.Teşhis/Kişileştirme:

Bitki, hayvan ve doğa dünyasından varlıkları, insanların bilinçli yaşam ve faaliyetleriyle yine benzerlik temelinde özdeşleştirme sanatı olan Teşhis sanatı da dilin ifade gücünü kullanmada imgeler yaratır. Bu imgelerle, nesneler Tanrı’nın varlığını dile getirir.

“Bahçedeki her bir çiçek, XII. Yüzyıl şiirinde Allah’ı öven bir dil olmuştur. Her bir yaprak, her bir taç yaprağı, eğer insan görmesini bilirse üzerinde Allah’ın hikmetinin yazılı olduğu kitaptır. .. Zambak on dil ile sessizce Allah’ı över; menekşe, lacivert Sûfî giysisi içinde, başını tefekkür halinde dizleri arasına almış alçak gönüllü tavrıyla oturur. Ortası siyah, yaprakları kırmızı lâle, âşıkların yanık yüreklerinden büyür, ya da mutasavvıfa kara-kalpli iki yüzlüleri hatırlatabilir. Nergis, baygın gözlerle yaratan Tanrı’ya doğru bakar, ya da âşığa dostun aralık gözlerini düşündürebilir. Katmerli mor sümbül ise sevgilinin saçının lülelerini hatırlatır.

Yakut, sabırla ve kanını akıtarak paha biçilmez bir mücevhere dönüşen taşın kalbidir. Zümrüt, şeyh gibi yılanların ve münkirlerin gözünü kör edecek güce sahiptir. Değirmentaşı, Sûfî gibi döner durur, su dolabı ise yurdundan ve dostundan ayrı düşen âşık gibi âh çeker. Yağmur Allah’ın rahmetidir, toz toprağa belenmiş

20 Mevlana, a.g.e., M.III/b.4159-4177. 21 Schimmel, a.g.e., s.36.

9

Page 10: GİZLİ DİLLERDE EDEBÎ SAN’ATLARIN İŞLEVİ ıflar; sözü etkiliweb.deu.edu.tr/ilyas/genc/dosyalar/gizlidiller.pdf · Gizli Dil terimi, Dil’in içinde bir gizliliği, esrarlı

kalbe can verir; güneş, yaratılan nesnelerin renkli prizmalarından seyredilen O’nun görkemidir. Bâd-ı sabâ (meltem) gelişen filiz ve goncaları raks ettirir, fırtınası ise, aşk âb-ı hayatından yoksun kalmış, kurumuş çalıları ve ağaçları kökünden söküp çıkartır.

Mutasavvıf-Şâir, yaratılan bütün kesret âleminde O’nun vahdet’ini görür; ebedî güzelliklerin tecellî ettiği her nesnedeki “sessiz belagata” kulak verir; Mecnun olur, Ferhat olur, Züleyha olur: Mevlana’nın dediği gibi;

“Yüz binlerce ad söylese; amacı, dileği hep Yusuf’tur.” (M/6, b.4022-37)22

ç.Mübalağa Yoluyla İmge Yaratma:

Anlatımda gerçeğin sınırlarını zorlayarak anlatılan şeyi abartma sanatı olan Mübalağa imge için her zaman tercih edilmiştir. Bu sanat, alışılmış söylemin dışına çıkar, yüksek heyecanların sonucunda ifade edilecek şeyi olduğundan büyük veya küçük gösterir, yani gerçeği çarpıtır. Ancak mübalağanın da sanatın içinde yapılması gereği vardır, aksi takdirde alaya (Tariz) dönüşebilir.

M.Akif, Çanakkale Şehitleri adıyla bilinen ünlü şiirinde şehit düşen Mehmetçiklere muazzam bir tablo çizer, söylenemeyecek derecede övgü dolu duygularını hayalleriyle süsleyerek tasvir eder, ancak yine de “söylenemeyen” duyguları vardır, onları da mübalağa sanatı ile dile getirir:

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın

Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın

d.Telmih Sanatı Yoluyla İmge Yaratma:

Bilinen bir tarihî olaya, isimler, sözlere sınırlı bir şekilde gönderme yapama sanatı olan Telmih sanatı ile de imge yaratılabilir:

Cüneyd-i Bağdadî’ye atfolunan bir tanıma göre, “sûfî örneği Kur’an’da adı geçen peygamberlerde vardır. Daha sonraki çağlarda peygamberlerin türlü mertebelerden geçerek yükselme ya da onlardan birinin ruhu ile özdeşleşme kimi Sûfî okullarının yönlerinden olmuştur. Sözgelimi tasavvuf edebiyatında Telmih sanatı yoluyla, okur aşağıdaki peygamberleri ve özelliklerini hatırlar:

“Oğlunu kurban eden Hz.İbrahim’in cömertliği; Allah’ın buyruğuna uyup aziz canını teslim eden İsmail’in boyun eğişi; Eyüp peygamberin sabrı; Allah’ın “insanlarla üç gün süre ile işaretten başka bir yolla konuşmayacaksın” (Sure3/36) ve “Rabbine gizli bir çağrıda bulunduğunda” (Sure 19/2) diye hitap ettiği Zekeriya’nın simgeciliği; Hz.Yahya’nın yabancılığı; Hz.İsa’nın hac yolculuğu; giysisi sof olan Hz.Musa’nın sof giymesi; Hz.Muhammed’in fakirliği..”23

e.Tezat Sanatı Yoluyla İmge Yaratma:

Tezat sanatını meydana getirdiği zıtlıklar da söylenemeyenleri söylemede etkili imgelere dönüşmüştür. Özellikle Mevlana, tezat sanatıyla çok parlak imgeler yaratmış, yoğun ve anlatılamayacak seviyede anlamlar çağrıştırmıştır: İnsan, yalnızca tozu görmektedir, onu uçuran rüzgardan habersizdir; denizin köpüğüne bakmakta, dibini görmemektedir. İlahî olan karşıtların buluşmasıdır…Çünkü Mutlak nur, algılanamayacak derecede güçlüdür, madde ortamından geçerek kırılması gerekir. İnsan ışığın varlığını, onun karşıtı işle fark eder.M/1,1133

“Nice düşmanlıklar dostluk aslında 22 Schimmel, a.g.e., s.266, 267. 23 Schimmel, a.g.e., s.25.

10

Page 11: GİZLİ DİLLERDE EDEBÎ SAN’ATLARIN İŞLEVİ ıflar; sözü etkiliweb.deu.edu.tr/ilyas/genc/dosyalar/gizlidiller.pdf · Gizli Dil terimi, Dil’in içinde bir gizliliği, esrarlı

Nice yıkımlar, yenilenmedir” M5/186.

Yaratılan her şeyin iki yüzü vardır ve görünürde mantık dışı olan eylemler derin anlamlar taşırlar, Mevlana’ya göre;

“Kasırga Ad kavmini kırmış geçirmiş

Fakat Süleymana hamal olmuş, onu sırtında taşımıştır.” M:6, b.2660

“Zehir, yılanın hayat unsrudur, ancak başkalarına ölümdür.”24 M:5, b.3295.

e.Simge/Mazmun Yoluyla İmge Yaratma:

Farklı zaman dilimlerindeki soyut kavramların, insanlar arasında sanki gizli bir anlaşmasından doğan veya imgelerin kullanıla kullanıla sembol denilen süreklilik özelliği kazanırlar. Temsili olarak kullanılan imgelere veya işaretlere kendi anlamlarının ötesinde ahlakî ve felsefî değerler yüklenerek eğitici ve açıklayıcı bir duruma getirilir. Bireysel anlamdaki imgelerden doğan simgeler zamanla anonim simgelere dönüşmüştür. Çünkü bir kere istiare (metaforik) olarak doğan imge, “tekrarlanırsa” sembolleşir; hatta mitik (mit: yaratılışa dair hikayedir) bir sistemin parçası olur. “Uyumadan gidilecek bitmeyen yol” mısraında bir yolcu imgesi var ve uyku ölüm’ü sembolize etmektedir. Mevlana’nın ünlü “ney” sembolü bir istiareden hareketle doğmuş ve edebiyatımızda çok şerhlerin yazılmasına neden olmuş adeta gizli bir dildir.

Divan edebiyatında simge ile paralellik taşıyan mazmun meselesi de tam bir tarife kavuşamamıştır. Genel olarak mazmun için “kalıp benzetme, klişe mecaz” veya “mazmun şiirdeki özel anlamdır” şeklinde tanımlar yapılmıştır. Mazmunun edebî sanatlarla ortaya konuluşu, dolaylı anlatımı esas alması, onun “kalıp benzetme ve klişe mecaz” ilişkisini güçlendirmektedir. Divan şâirinin başlangıçta teşbihle, sonra istiare ile ve daha sonra da mazmunlaşarak boyu servi; kirpikleri ok; yanağı gül, güneş ya da aya benzetmesi ideal bir güzelliğin ifade edilemeyen söylemi olmalıdır. Mazmun bazı kullanımlarda mazmun açık ve kapalı istiareler için de kullanılmıştır. Bâkî’nin aşağıdaki beytinde ağaçların sonbaharda yapraklarını dökmesi, el alma, hırka-i tecrid deyimleri bir derviş mazmunu vermektedir.

Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecrîde girdiler

Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan25

Buradaki simge teriminden, Sembolizm akımı veya şâirlerin ferdî plandaki yaratıcılığından doğan simgeler olarak anlaşılmamalıdır.

AnneMarie Schimmel, İran ve Türk Tasavvuf Şiirini incelerken Batıda sık tartışılan bir hususa dikkat çekmiş ve bu edebiyatların tasavvufî düzeyde mi, yoksa erotik düzeyde mi yorumlanması gerektiği sorularına açıklık getirmiştir:

“İslam teolojisinin temelini oluşturan bir takım fikirlerin, Kur’an’dan alınan kimi imgelerin ve sünnetin yada Kitabullah’tan bütünüyle alınan tümcelerin veya hadislerin tamamıyla estetik nitelikte simgelere dönüştüğü sık görülür. Demek ki şiir, dünyevî ile uhrevî imgeler dinsel ile lâik düşünceler arasında yeni ilişkiler yaratma bakımından hemen hemen sınırsız olanaklar sağlamaktadır. Türk, İran ve Urdu edebiyatlarında usta şâirlerin eserlerinde yer alan her şiiri, şöyle veya böyle İslam kültürünün dinî hayatını yansıtır. “İçinde görkemli yapının yansıdığı, cami avlularındaki havuzlar gibidir., güzelliği sığ sudan çıkan dalgacıklar, ya da yosunların yarattığı garip etkilerle daha da artar. Bu bakımdan, Hâfız’ın Câmî’nin ya da

24 Schimmel, a.g.e., s.176, 177. 25 Mine Mnegi, “Mazmun Üzerine Düşünceler”, Divan Şiiri Yazıları, Ankara, 2000, s.50; Cem Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara, 1983, s.412; İskender Pala, Mazmunun Mazmunu, Dergah, Ocak, 1993.

11

Page 12: GİZLİ DİLLERDE EDEBÎ SAN’ATLARIN İŞLEVİ ıflar; sözü etkiliweb.deu.edu.tr/ilyas/genc/dosyalar/gizlidiller.pdf · Gizli Dil terimi, Dil’in içinde bir gizliliği, esrarlı

Irakî’nin şiirlerini yalnızca lâik (dünyevî), ya da yalnızca tasavvufî düzeyde yorumlamaya çalışmak boşuna gibidir. Anlamının açık olmaması özelikle istenmiştir. .. Bir sözcüğü anlamının dokusu ve tadı, bir Acem camisi çinilerinin renk derinliğinin günün saatine göre değiştiği gibi, her an değişmektedir. İran veya Türk şiirinden bir tasavvufî sistem türetilemez, ifade olunan yaşantıları sözcüğü sözcüğüne almak doğru olmaz.” Dolayısıyla her beyit ve mısra’ı teşkil eden her kelimenin ardında “gizli sık dokulu, parıltılı simgeciliğin yarattığı” anlam dünyasını tam karşılıkla çevirmek mümkün değildir.

Tanrı’nın bu dünyada benzeri ve misli yoksa da misal’i vardır ilkesinden hareketle, Ahmed Gazâlî, Mevlana ve Fahreddin Irakî dünyevî veya mecazî aşka eğitici bir misyon yüklemişler ve Allah’a kulluğun eğitimi olarak bakmışlardır. Leyla, devrinde en güzel genç olmasa da Mecnun’un gözünde güzellik simgesi olmuş ve Mecnun nice söylenemeyen duygularını mecaz dili ile terennüm etmiştir.26

GÜL:

Baklî, dünyanın her yerinde en çok sevilen Gül’ü Hz.Peygamber’in de övgülü sözlerinden hareketle; şiirin en güzel imgelerinden biri haline getirmiştir. Bu imgede İlahî Varlık, Gül bulutları içinde kıpkırmızı rengiyle açmış bir Gül’de tecellî etmiş gibi temsil edilir. Gül, gerçekten görkemli bu alımlılığı, parlaklığı ve güzelliğiyle; İlahî güzelliği ve ihtişamı, en mükemmel biçimde açığa çıkardığı için, hem mecazî hem de ilahî aşkı işleyen şiirlerde Gül ve Bülbül imgesine dönüşmüş; daha sonra süreklilik ve tekrarlanma özelliğinden dolayı asırlarca mazmun (simge) olarak kullanılmıştır.

BÜLBÜL:

Baklî’nin özlem duyan ruhu temsil eden “bülbül” imgesi de hem Divan, hem de tasavvuf edebiyatında çok işlenmiş bir başka imgedir. Bülbül, bıkıp usanmadan gül’ü (= ilahî sevgili) terennüm eder, ona duyduğu hasreti ifade eder. Sanki Gül’ün taç yapraklarına bakarak ilahiler okur, dikenlerin acısına ses çıkarmadan katlanır. Ona (Tanrı) duyduğu aşk’ın meydana getirdiği özleyişle “niyaz” da bulunur; gül yani sevgili ise hep “naz” makamındadır.27

Hz.Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicreti, Tasavvuf Yolu örneği olmuştur, yani yurttan yola çıkmak ve gene gerisingeri oraya dönmek (ruhun Allah’tan yola çıkıp, gene Allah’a dönmesinin mikro kozmik bir tasviridir. Ancak böyle bir yolculuk eriştirebilir insanı mükemmelliğe.28

e.Alegori Yoluyla İmge Yaratma:

Temsilî teşbih yoluyla söyleme zamanla simgeselliği hazırlamışsa; simgeler de zamanla alegorik imgeleri meydana getirmiştir. Simgelerle yapılan imgeler, dolaysız ve bağımsız anlamıyla algılanmakta ve dolaylı anlam bundan sonra serbestçe oluşan çağrışım sürecinde ortaya çıkmaktadır. Halbuki alegorilerin işlevi daha başında belli olmakta, okur tek boyutluluğu izlemektedir.

Feridüddin Attar, Kur’an’da Hz.Süleyman’ın kuşların ruhlarıyla gizli bir dille konuşmasından aldığı ilhamla Mantıku’t-Tayr adlı eserinde kuşları konuşturmuştur; şüphesiz bu eserde işlenen “kuşlar” imgesi alegoriktir. Mantıku’t-Tayr hikayesinde Hüthüt, aklı; kuşlar, insanların ruhlarını; Simurg, Tanrı varlığını temsil eder. Kuşların şâhı Simurg’u aramak içinHüthüt’ün peşinde çetin yolculuğa çıkan otuz kuş, yolculuğun sonunda Simurg (Anka) tecelli edince kendilerini onda; onu kendilerinde görürler ve kendilerinin “si murg” (=otuz kuş) olduklarının farkına varırlar. Bu yolculuk teması Ruh’un yolda karşılaşacağı güçlüklerin bir bir anlatıldığı yedi

26 Schimmel, a.g.e., s.249, 257. 27 Schimmel, a.g.e., s.265. 28 Schimmel, a.g.e., s.195.

12

Page 13: GİZLİ DİLLERDE EDEBÎ SAN’ATLARIN İŞLEVİ ıflar; sözü etkiliweb.deu.edu.tr/ilyas/genc/dosyalar/gizlidiller.pdf · Gizli Dil terimi, Dil’in içinde bir gizliliği, esrarlı

vadili Tasavvuf Yolunun temsilidir. Okur bu temsili hikaye boyunca, yapılan alegorileri bilerek kendi yeteneği nispetinde anlayıp yorumlayacaktır.

Yine Mevlana’nın Mansur’un söylediği ünlü “ene’l-Hak” sözünü açıklamak için başvurduğu Şem ‘ (mum) ile Pervane alegorisi vardır: Mansur, aslında ocağa atılan bir demir parçası gibidir; demir öyle korlaşır ki, kendisini artık ateş görmeye başlar. M.2/1445) as.132

5.Kinaye Yoluyla İmge Yaratma:

Kelimelerin, gerçek anlamı ile düşünülmesini engelleyici sebep olmadığı halde, mecazî anlamda kullanılması olan Kinaye sanatı ile imgeler yaratılmıştır. Görünüşte kelimenin hem asıl, hem de mecaz anlamıyla kullanıldığı, ancak asıl anlamı kasteder görünerek arka plandaki anlamı yansıtılır. Kinayede asıl amaç, açıkça söylenemeyecek durumların imâ edilmesi, eleştiri sertliğinin yumuşatılması, küçümseme, alay etme gibi niyetleri hissettirmedir.

Yunus Emre’nin ünlü;

Şu karşıma göğüs geren

Taş bağırlı dağlar mısın

Mısraları sevgiliye bir sitemi kinayeli bir şekilde yansıtmaktadır. “Taş bağırlı dağlar”, merhametsizlik mecazını vermekte, ancak İstifham sanatıyla bu niyetini hafifletmektedir.

Sonuç olarak; insanoğlunun en önemli açmazlarından olan düşündüklerini söyleyememe meselesini çözmede felsefe ve tasavvufun aracı olan Diller kendi içinde Gizli Diller denilen özel veya sembolik ifade yolları meydana getirmiştir. Bu ifade yollarının araçları olan Edebî Sanatlar geniş ve zengin ifade etme imkânlarıyla söylenemeyen’i söylemede işlev yüklenmişlerdir.

13