20
Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Veli Merkezi o HA v lD . . "i:. ·- ' 1\1 - . . ' ' . . : ' ,, I ,. - . •, . ,, ·. - . ; " .. . . : . - . . - . .. ;. Dergisi Research Quarterly 2003/26

HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

  • Upload
    others

  • View
    6

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli

Araştırma Merkezi

o

~

HA.· e~ a--- ıg8(f~Aş· v-· ~~ lD .ın~ . . ~- ,· "i:. ·- • '1\1 - • . . ' ' -~u-. . : ' ,, • I ,. - -·~ ·~ -· ,· .

•, ~ . ,, ·. ·~· - . ; ~ " . . . ~ . : . - . . - . .. ;.

Araştırma Dergisi Research Quarterly

Sum~~~ 2003/26

Page 2: HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

AŞii< VEYSEL'İN ŞİİRLERİNDE MİSTİK UNSURLAR

Doç. Dr. Pakize AYTAÇ

G. O. Fen Edebiyat Fakültesi

ÖZET

Aşık Veysel Cumhuriyet Dönemi

Halk şiirinde gelenekle beraber deği­

şim. ve dönüşümü başarabilmiş aşıkla­

rımızdan biridir. Çağmın şartlarını bü­

yük bir ustalıkla değerlendiren Veysel bir halk filozofudur. O, şiiri bir emek

işi, bir bilgi işi olarak değerlendirir.

Bu yazıda Veysel'in şiir/erindeki (8)

mistik unsur üzerinde durulmuşt'-!r. Ka­inatm yaradılışı, insanm yaradılışı, Al­

lah Fikri, Vahdet-i Vücut anlayışı, Bilgi­

Var/ık-Ahlak Görüşü, Aşk, Gönül-Akı/, Nefis ve Ölüm kavram/an, Veysel'in şi­

ir/erindeki anlam derinliği eşliğinde

yorumlanmıştır.

ABSTRACT

MYSTICAL ELEMENTS iN THE POEMS OF AŞIK VEYSEL

Aşık Veysel is one of our enraptu­

red poets who was able to succeed in

the alteration and conversion together

with tradition in folk poem in Republi­

can perioc:h Veysel, who evaluated the .

conditions of his era with great profici­

ency, is a folk philosopher. He evalu­

ates poem, is a work of labor, a work of

knowledge.

in this pape;, it was emphasized on

the mystical element in the poems (8)

of Veysel. Creation of Universe, creati­

on of human beings, the idea of God,

the understanding of monotheism,

Knowledge-existence-ethics view, lo­

ve, heart-wisdom, soul and death con­

cepts, have been interpreted in the po­

ems of Veysel in the accompany of

depth of meaning.

Anahtar Kelimeler: Aşık Veysel,

Şiir, Mistik.

Key Words: Aşık Veysel, Poem, Mystical

Aşık Veysel Cumhuriyet Dönemi

halk şiirinde gelenekle beraber değişim

ve dönüşümü başarabilmiş aşıklarımız­

dan biridir. İşlediği konuların zenginli­

ği, şiirlerindeki "klasik eda yanında,

yeni buluşlar, ~enzetmeler ve ifade gü­

cü" (Gökyay 197 4: 1) ona çağdaş nite-

1 ikler taşımıştır. Çağınıl) şartlarını şaşı­

lacak bir sezgi gücüyle .dile getiren

Veysel, içinde yaşadığı toplumsal dina-

Page 3: HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

miklerin zorlamasıyla aydın bir kitlenin içinde olmuştur. Ahmet Kutsi Tecer,

Baki SOha, Sabahattin Ali ... gibi edebi­

yatçılardan aldığı fikirlerin yanı sıra;

Yunus'tan, Karacaoğlan'dan tekke aşık­

larından yorumlayarak oluşturduğu iç dünyası ona "halk filozofu" unvanını

sağlamıştır.

Gelenekle yenilik onda bir bütün­

dür. Geleneğin belli başlı esaslarından

biri olan "bade içme" aşığımızın gele­

nekten aldığı unsurlardart biridir.

Kırk yaşımdan sonra kalbime ilham

Erişti Mevla'dan bir ihsan oldu

Hakk'ı bilenlere hazırdır heran

İnkar edenlere sır nihan oldu

ve

Elinden bir dolu içtim

Türlü türlü derde düştüm

Cümle varlığımdan geçtim

Senin yolunda yolunda

Ancak, çıraklık, mahlas alma, hika­

ye anlatma ve irticalen şiir söyleme

yoktur. O, şiiri bir emek işi, bir bilgi işi

olarak değerlendirir. İbrahim Arslanoğ­lu'nun yaptığı bir röportajda:" ... irtica­

len söylemek istemem. Manasız, man­

tıksız bir şey olur. Hem de ömürlü ol­

maz. Şiirde yaşama kudreti olmalı.

Herkes benimsemeli." diyerek şiirin

bir ilham işi olduğu kadar, bilgi mese­lesi olduğunu da ifade eder.

Veysel; hayatın ona getirdiği yükle­

ri taşımasını bilmiş kaderine rıza gös­

termiş ve çileden saadete uzanan yolu bulmuştur. "Hayatım" adlı şiirinde:

"Kader ile bölemedim kozumu"

veya;

"Talih, çile, kader sözü bir etmiş

Her nereye gitsem gezer peşimde"

dese de; Gönlümde teselli kendimde

buldum.

beytinde, kendini sevgide bu l uşu­

nu, sabra sığınışını ve teselliyi bu şekil­

de bulduğunu dile getirmiştir.

Bizim mistik düşüncemiz bütün

Doğulu ve Batılı mistiklerden ayrıdır.

Bizde mis~ikler, insanı ölümsüz bir yol­

culuğa çıkarmaktalar; hedefe (Fena fil­lah) ulaşan kişiyi tekrar ve faal olarak

halka döndürmektedirler. Tasavvuf bu­

na "beka" da fark makamı demektedir.

Mirac bunun en bariz örneğidir.

Bizim mistik dünyamız seyirlerini

"ölmeden önce ölerek" tamamlar.

Diğer mistik inançlarda hedefe ula­

şan veya ideal makama (mesela Nirva­

na'ya) ulaşan kişi faaliyetini tamamlar.

Varlığın faaliyetini durdurması gerçek­te bir başka bir ölümdür. Halbuki insan

ölümsüzdür (fatçı 1997: 507).

Batı felsefesinde de aynı şeyler var­dır. Nazari ve kitabi teorilerde mahpus

kalmış, sadece zihni faaliyetleri geliş­

tirmiş olan bu dünyanın meşhur Ni­

etzche'si bile üstün zekasına ve bir fel­

sefi ekolün zirve adamı olmasına rağ­

men acı bir feryat ile: "Tek başımayım.

Vahşi bir ormanın içinde kaybolmuş

gibiyim. Yardıma muhtacım." çığlığını

atarken, Veysel gibiler mütevazi kültür­

leri içindeki manevi antenleriyle, Batı-

Page 4: HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

nın bu kuru kalıplar içinde hapsolup

kalmış cansız varlık anlayışı yerine, ha­

yatın bütününe sirayet etmiş ve bütü­

nünde söz sahibi olmuş, aktif ve canlı

bir terbiye sisteminin deruni alışkanlık­

larla törpülenip inceltilmiş manevi

bünyesi ile kemale ermişlerdir.

Bizim hayat felsefemizi yoğuran dü­

şüncenin hamurundaki mayada insan-ı

kamil olmaya karşı bir yöneliş ve akış ., vardır. Biz, şuuraltını fethederek büyük

bir ruh ve mana medeniyeti, inanılmaz

bir hikmet ve irfan saltanatı kurmayı ba­

şarabilmişiz(Ayverdi 1978: 343).

Bu girişten sonra Veysel' deki mistik

unsurlarla ilgili kavramsal çerçeveyi

sekiz başlık altında ele alacağız :

1. Yaratılış

1.1. Kainatın Yaratılışı

1.2. İnsanın Yaratılışı

2. Allah Fikri

3. Vahdet-i Vücut Anlayışı

4. Bilgi, Varlık, Ahlak Görüşü

5. Aşk

6. Gönül, Akıl

7. Nefis

8. Ölüm

1. Aşık Veysel' de Yaratılış Fikri:

1.1. Kainatın Yaratılışı

Veysel yaratılış konusunda derin

bir tefekkür eseri olan şu mısraları_ dile

getirir.

Göklerden süzüldüm tertemiz in-

dim

Yere indim yedi renge boyandım

Boz bulanık bir sel oldum yürü­

düm

Çeşit çeşit türlü türlü boyandım

Veysel yoktan geldim yok olup

gittim

Ben deyenler yalan, gerçeğ i seçtim

Bir buhar halinde göklere .uçtum

Kayboldum o sırlı renge boyandım

İnsanoğlu doğarken tertemizdir. Yere iner, kalıptan kalıba girerek varlık

dairesini tamamlar. "Yedi renge boyan­dım." tabiri nefsin yedi mertebesiyle il­

gilidir (Nefs-i emmare, levvame, ül­himme, mutmainne, raziyye, marziyye, safiyye).

Yoktan geldik yok olup gideceğiz.

Allah'tan geldik, tekrar ona döneceğiz.

Tabiata Veysel aşık

Topraktan olduk kardaşık Aynı yolcuyuz yoldaşık

mısralarında görüldüğü gibi, Vey-sel tabiata hikmet dolu gözlerle bakar. Mebde nrdur. Ondan ateş, ondan ha­

va, ondan su ve ondan toprak olmuş­.tur. Esas bu dört unsurdur. ısının, ateşin

şiddetinden, buhar olmak suretiyle ha­

va zuhur etmiştir. Rüzgar bulutların

oluşumunu sağlamıştır. Bu şemaya gö­re yaratılış tedricidir.

Kimse bilmez dünya nasıl

kurulmuş . Her cisme birer zerre verilmiş Cümle varlık bir kuvvetten var

olmuş

Gelen ne, giden ne, yol ne,

yolcu ne? . Karanlıkları yırtacak bir ışık bir

şimşek gibi dünyamıza düşen bu dört­lüklerinin izahı bile sayfalar alabilecek

derinliktedir.

Page 5: HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

. Nuru ile bu alemi kapladı

Azimdir Kerim'dir GafOr'dur adı:

Allah, bütün mahlukatta nar olarak

tecelli etmiştir, düşüncesini mısralarda

açıkça görüyoruz.

Fizik verilerine bakıldığında ale­

min madde ve enerji biçiminde şekil­

lendiğini görüyoruz.

"Quantum teorisi'1yle dile getirilen

"enerji"nin "nur" ile izahına çalışıldığı

bilinmektedir.

Nur'un hız kaybederek, ışık hızına

düşmesiyle, kesikli yani "kuant denen

enerji tesbihçileleri" biçiminde salındı­

ğı ve böylece maddeyi yarattığı savu­

nulmuktadır.

Maddenin asıl kökeninin enerji ol­

duğu artık biliniyor. Neye benzediği

bilinmeyen bu enerjinin tek yapısı ise

"kuantlar" dır. Boyutsuz, sayısız nokta­

cıktan o l uşan kuantlar, evrenin tek ya­

pı taşı zerrelerdir.

Quant ismi, latince "kemiyet, mik­

tar, sayım" sözünden türetilmiştir. Ev­

rendeki kuant sayılı yani sonlu bir mik­

tarda yaratılmıştır. Enerji ise sonsuzdur.

Bu enerji nurdur.

Kainatın muhteşem nizamı önünde

ve tabiat kanunlarının asla şaşmayan

hakimiyeti karşısında düşünen insanın,

bu nizamın bir kurucusu bulunduğu

inancına ulaşması güç bir şey değildir.

Bunun için zihni alışkanlıklardan sıyrıl­

mak ve kibrin idare ettiği taassuplardan

kurtulmuş olmak kafidir. Sadece zeka­

nın ve nazarltefekkürün zihni ulaştırdı-

ğı bu ~nanış yolu, gece olup ayın doğ- ·

duğunu, sabah olup güneşin doğduğu­nu gören Hazreti İbrahim'i bu hadise­

den, hepsinin hakim ve sahibi olan bir

Allah'ın varlığı şuuruna ulaştırmıştır.

İngiliz fizikçisi Eddington da Madde

Aleminin Yapısı adlı eserinde, bütün tabiat olaylarının bağlandığı ve kendi­

leriyle açıklandığı tabiat kanunlarının,

ancak bu kanunları yaratmış olan bu

kudrete anlaşılması kabil olduğunu ifa­

de etmekte.dir. Bu kudret, Allah'tan

başka bir _şey değildir.

Elhasıl, her akıl sahibi olan ve her

düşünebilen insan kainata dikkatini çe­

virdiği zaman, onda hüküm süren ilahi

kudreti anlayabilir. Ancak dindar ol­

mak için bu kadarı kafi değildir. Al­

lah'ın kendi üzerimizde de hakimiyeti­

ni kabul etmek ve bu hakimiyete teslim

olmak lazımdır. İnsan zekasının, kainat

üzerinde mutlak hakimiyete sahip bir

kudretin varlığını tanıması pek güç de­

ğildir (Topçu 1978: 73)

Bugünün bilim ve tekniği şu haki­

kati ortaya koymuştur ki, cans ız say ı lan

her şeyde, insanların farkına varama­

dıkları bir canlılık, şuur vardır.

Çünkü etrafımızda gördüğümüz

bütün eşya, bütün varlıklar, atomlar­

dan meydana gelmiştir. Her atomun

ortasında proton ve nötronlardan ibaret

bir çekirdek vardır. Bu çekirdeğin etra­

fındaki elektronlar akla şaşkınlık vere­cek bir hızla dönmektedir. Mesela hid­

rojen atomundaki elektron, çekirdeği

etrafında saniyede elli bin km. h ız la

Page 6: HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

döner. Sanki bir zerre yani bir atom,

koca bir güneş sistemindeki eşsiz niza­

mın en mükemmel modelidir. Atom,

bizim içinde bulunduğumuz güneş sis­

teminin bir örneğidir. Atomun çekirde­

ğinin güneş elektronlarını da yıldızlara

benzetmek mümkündür. Atomların de­

rinliklerine dalarsanız, bir zerreyi mil­

yarlarca defa büyütürseniz, karşınıza

koca bir alem çıkar; akıl almayacak ka-~

dar müthiş bir alem. Bir atomun çapı

milimetrenin on milyonda biri kadar­

dır. Bir zerre içinde bir güneş manzu­

mesi gizli. Bu hakikati sezmiş Gülşen-i

Raz sahibi: "Bir damlanın gönlünü yar­

san, ondan yüzlerce duru deniz mey­

dana gelir." diye yazmıştır (Gölpınarlı

1972: 89).

Kainattaki bu gizli kuweti Veysel

mısralarında söyle ifade etmektedir:

Mevcudatta olan kudret ü kuvvet

Senden hasıl oldu sen verdin hayat

Yoktur senden başka ila-nihayet

i~anıp kanmışım sen varsın orda

Sadece bu dünyanın değil, ötelerin

maverasında iç gözüyle büyük hakikat­

ler gören Veysel; bilişin, görüşün olu­

şun, kamilliğin sembolüdür:

Çeşitl i çiçekler yeşil yapraklar

Renklerin içinde nakşını saklar.

Karanlık geceler aydın şafaklar

Uyanır cüml' alem sen varsın orda

Eşyaya ya da varlıklara ruhu varmış

gibi davranmak s ıradan düşüncelerin

kavrayabileceği bir olay değildir. "Ca-

mid denen eczamda da hayat mevcut­

tur. Yalnız onlardaki hayat batındır." (Bayraktar 1989: 11 ). Görecek göz is­

ter.

İnsanın varlığa bakışı, farklıdır. Se­beplere bağlı yüze bakan ilimle, Al­

lah'a bağlı yüze bakan mistisizmin, ba­

kışları gibi ulaştıkları neticeleri arz o

edişleri de değişiktir. Muhyiddini Arabi

hazretleri bu noktada şu tespitini lütfe­

diyor:

"Bu aleme üç hal üzre yaklaşırız :

1. Akil yaklaŞma (Bundan müspet

ilimler doğar.).

2. Hali yaklaşma (Birinciyle, üçün­

cü arası bir keyfiyete sahiptir.).

3. Sırrı yaklaşma (Enbiya ve evliya­

nın yaklaşması).

Bu yaklaşımların birincisinden akil

ilimler, ikincisinden hal ilimleri

(ulumu'! ahval), üçüncüsünden de sırlara ait ilimler (ulOmu'I esrar) doğar

... " Hz. Mevlana diyor ki: "Her nefeste

dünya ve içindekiler yeniden varol­maktadır; ancak varlık alemindeki bu

sürekli yenilenişten biz haberdar ola­

mıyoruz. Ömür, akan bir nehir gibi hep

yenilenmekte, fakat ceset şeklinde bize

görünen oluş hep aynı sanılmaktadır.".

Varlığın sebeplere bağlı yüzüne

bakan ve o yüzden bir takım neticeler

çıkaran akıl ve rıefs olup, ancak varlı­

ğın basit mertebeleri olan halk ve şeha­

det alemlerine nüfuz edebilirler. Felse­

fe de bu kategori içinde mQtalaa edil­miştir (Sunar, 1974).

Page 7: HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

HCı çeker iniler çalınan sazlar

Kükremiş dalgalar coşar denizler

G_üneş doğar perdelenir yıldızlar

Saçar kıvılcımlar sen varsın arda

Cansız sayılan her şeyde, insanla-

rın farkına varamadıkları bir canlılık,

bir şuurun var olduğunu söylemiştik,

bu düşünce mısralara böyle siniyor.

Kainattaki bütün varlıkların Allah'a

yönelmesi, onu tesbih etmesi insanı

hem titreten hem de k~ndisine doğru

çeken bir sırdır. Bu sır bizi sınırlı olanın

hapsinden kurtararak sonsuzluğa tasar­

ruf etmeğe götürür. Mevlana bu konu­

da şunları söyler: "Ben öyle zerreler

görüyorum ki, ağızlarını açmış dönü­

yorlar. Eğer onların küçüklüğünden

bahsedersem söz uzar." .

Mevlana, atomu görmüş ve bunu

adeta hiç değişmeyen ve hiçbir an sü­

kun bulmayan kainatın zikir ve hareke­

tini bu suretle ifade etmiştir.

Bizim cansız gördüğümüz varlık­

lar, bileşimleri sebebiyle bir iç dina­

mizme sahiptir. Fizikçiler bile artık ka­

os demekten vazgeçerek, alemin çok

ince bir kozmik düzene sahip olduğu­

nu kabul etmekteler.

Fizik "Her şey hareket halindedir."

diyor. Kur'an da "Her şey Allah'ı tesbih

eder." diyor. Evrensel gerçekler, fıtrat

kanunları ilimde buluşuyor; bunu Vey­

sel şiirlerinde son derece açık biçimde

ifade ediyor.

Bu dünyayı kuran mimar

Ne hoş, sağlam temel atmış

İnsanlığa ibret için

Kısım kısım kul yaratmış

Kazması yok, küreği yok

Ustası var, çırağı yok

Gök kubbenin direği ·yok

Muallakta bina çatmış

Allah'ın kainatta tecelli ettiği fikri

tasavvufun önemli konularındandır :

Zahir batın her irenkten görünür

Gahi doğar amma gahi durulur

Nerde qaksan arda hazır bulunur

Kim ~emiş hakkında lamekan oldu

Veysel, tabiattaki, her renkte, her . . seste her nefeste, her duyulanda; yara-

tı! ışın, sonun, varlığın manasını arayan

bir tefekkür sahibidir.

Dalgın dalgın seyreyledim dünyayı

İrenkler ne, çiçekler ne, koku ne?

Bir arama yaptım kendi kafamı

Görünen ne, gösteren ne, görgü ne

Hakikat arayışının sancılarını çe-

ken aşığımız, tabiatı bir obje olarak de-.

ğil, yaratıcıya atıfta bulunan bir varlık

bütünü olarak görüyor:

Göz ne görülmez duyulan sesler

Nerden uyanıyor bizdeki hisler

Şekilsiz gölgeler canlar nefesler

Duyulan ne, giden ne, yol ne, yol-

cu ne?

Kainattaki varlıkların her zerresi

her hareketi bir asla bağlıdır. Ondaki

ihtişam göz kamaştırıcıdır. Arzın teka­

mülünden sonra, insanın yaşamasına

uygun bir ortam doğunca insanın yara­

tılışı ortaya çıkıyor.

Page 8: HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

Evren insanoğlunun açılımıdır. To­

humla, tohumu içinde saklayan meyve

arasındaki gidiş geliş, insanla evren

arasında da yaşanır.

Burada, insanın yaratılışını ele al­

mak gerekiyor. Ancak, konuya girme­

den önce şu hakikati belirtmekte fayda

vardır: Şuur insanda tekamül eder.

Gerçi cansız varlıkların da ayrılıkları

vuslatları vardır ama .. kendinin farkına varan şuur kamil insanda mevcuttur.

Bu şuur kamil insanda kainatın oluşuna

iştirak ve varlıkla tasarruf şeklinde zu­

hur eder.

1.2. insanın Yaratılışı :

Batı'da insanın "herşeyin merkezi

olarak ele alınıp değerlendirilişi, her ne

kadar 18. yy.a kadar inerse de bu ko­

nudaki çalışmalar gerçek kimliğine 20.

yüzyılda kavuşmuştur. Ekzistansiya­

lizm, Freudçuluk, Pragmatizm ve çok

sayıda idealist öğretiler, antropolojik

ögeler taşırlar. Bütün bu öğretilerde, in­

san temel hakikattir; dünya insanın ta­

biatından doğan bir olgudur. (Hançer­

lioğlu 1989: 87)

Batı'nın ancak 20. yy.da sistemleş­

tirdiği bu bilgi, bizde daha 13. yy.larda

bile gündemdedir. Şöyle ki:

Hak insandır, tecelli insandadir.

Kainattaki bütün varlıkların tecelli­

yatı kedine göredir. Bu nebatın tecelli-.

yatı unsurların yardımı ile fidan sür­

mek, bir ağacın tecelliyatı mevve yap­mak bir hayvanın ·tecelliyatı yavrusuna

bakmak kabilindendir. Bir insanın te­

celliyatı ise bütün kainatı maddi ve ma­nevi idare etmek, tabii olayların önüne

geçmek, icatlarda bulunmak gibi yara­

tıcı bir tecelliyattır. Çünkü, in.san kül­dür, Hakk'tır (Sunar 197 4: 113).

İnsan akla ve tefekküre sahip oldu­

ğundan her ıeye ilmi i le tasarruf edebi­

lir ve her şeyi idare edebilir.

Yaratılmışların en şereflisi insan,

kendisini idrak etmek ve kendisini ya­

ratan Allah'taki güzelliği sevmek, "giz­

li hazine" yi keşf~tmek ve ona layık ol­mak üzere vücut bulmuştur. Yaradılışın

sırrını çözmek, içe yönelmek beşeri

benliği ilahi benliğe ulaştırmak insanın

asli görevidir.

Bu konuda Veysel'e kulak verilim:

Gözümde saklarım güzelliğini

Her neye baksam sen varsın orda

Kainatın güzelliğini özünde sakla-

mak, tasavvufi açıdan yaratılışın sırrını

iç alemde keşfetmek, beşeri olandan

ilahi olana yürümek, cüz'ün küll'e yü­rümesi olarak değerlendirilir.

Cüz kendini küll'e verince, Al­

lah'ın zatı ile zevke dalar ki ayni miraç­

tır. Bu da o cüze en büyük nimettir.

Çünkü, bu mertebede o kimse artık iki

alemin hakikat!arını keşf eder, yani

milk ve melekGt alemlerindeki sırları

bilip kavrar (Sunar 1974: 270).

Arif kimse Allah'ı camiden ve Ka­be'den önce kendi zatında bulur. Yeter

ki kendi zatını örten sıfatla~ı, perdeleri aradan kaldırsın, bunun bilgisine ulaş-

Page 9: HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

sın. Eğer, bu bilgiye ulaşmamışsa taş toprak kabilinden kalır ki halkın hali budur.

Eşyayı bilmek, çokluğu incelemek,

eksik ve yüzeysel ilime tekabül eder. Hakiki ilim, hakiki bilgi yalnız birliğin

ilmindedir. O da ariflik (Gnosis)'le elde edilebilir. Arif duygudan düşünceye

yükselendir. Arif irfanıyla önce kendi

içine bakarak, içindeki alemi görecek dışardaki alemi bu yolla anlamaya ça­lışacaktır.

Arif irfanıyla, nefsi tabiatın potasın­da erimekten ve ruhu cemiyetin oca­

ğında yanmaktan kurtaracaktır. Vey­sel'in hali budur.

İnsan kimliği ve özü itibarıyla son­ludur; sonsuz varlığı yaşayamaz, ama

düşünür ve bu düşünce insani varlığ;n kendini aşmak için yaptığı en büyük çabadır. Eşref-i Mahlukat payesi insana

bu sebeple layık görülmüştür.

Allah, "Biz emaneti göklere, yere, dağlara teklif ettik, onlar emaneti yük­

lenmekten çekindiler, ona hıyanet et­

mekten endişeye düştüler de onu insan

yüklendi." buyurmaktadır. Bu emanet­ten maksat, Hakk Sureti ve Allah Bilgi­

si' dir.

Zira, insan, Hakkı'ın sureti olmak üzere yaratılmıştır. Küll sureti ancak,

insandadır.

İnsan, Rahmani sureti kabulden

önce maddesi bakımından pek zalim ve gaddar ve pek cahil ve nadan idi. O

sureti kabul edince arif, alim ve pek gü­zel ve yakışıklı oldu. Bu yüzden deme-

!ekler bile insana sacde ve boyun eğ:

mekle emrolundu.

Düşünen, gören, işiten, şuurla va­

zife yapan en şerefli bir mahluk insan,

bir gelişmenin varlığına delalet eder.

İnsanın çeşitli istihalelerden sonra

meydana gelişi, fiziki yapısının mayası­nın kuru veya yapışkan çamur oluşu,

belki de onun hangi çeşit nefsani arzu­larla dolu oluşunun bir tezahürüdur.

Buradaki istihale bizatihi kendi as­lındaki bir .tekamüldür. Arzın esas un­

suru olan su ile toprağın karışımından

meydana gelmiş olan çamurun madeni ayrılmış, ondan nebat ve hayvan zuhur

etmiş, en sonunda da süzülmenin neti­

cesi saf madde olarak insan yaratı! mış ve bu ilahi laboratuarda süzülme işle­

minin son kademesi insan olmuştur

(Sunar 1974: 171).

Varlığın algılanması insanla olur.

Allah'tan insana ve aleme doğru bir

açılış vardır ki, alemin anlaşılması bu

sebeple insan iledir. Çünkü insan, teka~ mülün zirvesidir.

Veysel:

Allah'ın varlığı mevcut insanda

İlim, akıl, fikir, sermaye sende derken; insanın bir yandan kainatın

özeti oluşu, öte yandan ruhu bünyesin­de şerefle taşıdığı için bütün kainatı

kapladığı fikri üzerinde durmaktadır.

İnsan tabiatı gereği, maddesi gereği hayvanlığa meyyaldır. Bu hayvanlıktan

kurtarabilmek, maddesini azaltmak ve

bu suretle ruhunu kuvvetlendirip fazla­ca hakikati tefekkür etmekle kabildir ki

Page 10: HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

tefekkür nerede ise ruh da oradadır de­

dikleri de budur. Tefekkür sonunda in­

sanın, her şeyin aşk ve sevgiye bağlan­

dığını bilmesi, his etmesi ve fiilen o aş­

kı yaşaması lazımdır. Bunu da yapacak

tefekkürdür. Tefekkür olmazsa hakikat

bilinmez, hakikat bilinmezse ona aşık

olunmaz, bilgisiz ve aşksız bir hayat ise

hayvani bir hayattır (Sunar 1974: 388).

Yedi yer yedi göğü

Dağ denizi her şeyi

Uçmağ ile tamuyu

Cümle vücOdda bulduk

Tevrat ile incili

Kur'an ile zebur'u

Manasındaki nuru

Cümle vücOdda bulduk

Veysel'in bu saydıklarının hepsinin

manasını insanın özünde görmek bura­

ya kadar özetlediğimiz insan görüşüyle

bütünleşmektedir.

Zat-ı Bari öyle bir hüviyet-i sariye­

dir ki (her şeye ulaşan, her şeyde var

olan güç) tahsis ile görünmekten soyut­

lanmıştır.

Muhiddin-i Arabi: "Bazı bilgeler ...

Allah aleme nazar etmeden de bilinir"

savındadırlar. Bu düşünce yani ıştır.

Şüphesiz Allah zatının başlangıç ve so­

nu olmadığı bilinen bir gerçektir. insan

(kul) bilinmedikçe zat'ın ilah olduğu

bilinmez. Öyleyse insan (kul) Allah'a

kanıttır. Şüphe yok ki, evren denilen

varlık, ayan-ı sabite süretlerinde

Hakk' ın belirmesinden başka bir şey

değildir. (Fusus ül Hikem: 64).

2. Allah Fikri :

Veysel'de Allah sevgisi, kuru; yap­

macık, zihni değildir (Tatçı 1997: 488). İlml, fazlı, irfanı, imam, ahlak ve sana­

tıyla bir bütün oluşturan; halk irfanını

mayalayıp bereketlendiren bu şair:

Cümle canlı her topraktan

Var olmuştur, Emir : Hakk'tan

Rahmet dile sen Allah'tan

Tükenmez rahmet kapısı

derken, Allah'ın rahmet kapısının

tükenmez ihsanıııı dile getirmektedir.

Allah birdir peygamber Hak

Rabbül alemlndir mutlak

Senlik benlik nedir bırak

Söyleyim geldi sırası

derken de; insan olmanın, ruhun­

da inkılap geçirmenin içten ruh değiş­

mesine uğramanın, insanlık idealine

ulaşmanın önemine işaret eder.

Hayyam'a görünmüş kadehte,

meyde

Neyzen'e görünmüş kamışta,

neyde

Veysel'e görünür mevcOd her

şeyde

Ne sen var ne ben var bir tane

Gaffar

Veysel'in Allah'ı kavrama mantığı

rasyonel ve insanidir. Dünyaya açılan penceresinin çapı oldukça geniştir.

3. Vahdet-i VücOd Anlayışı:

Lügat manası "varlığın birliği" de­

mek olan vahdet-i vücOd tasavvufi bir

terim olarak bilme, Allah'tan başka

Page 11: HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

varlık olmadığının idrak ve şuuruna sa­

hip olmak anlamına gelmektedir. ·

Vücud'un yani varlığın tek olup

bunun da Vücud-ı ilahiden ibaret ol­ması ve ondan başka bir vücudun var-

1 ığına imkan bulunmaması (Köprülü

1918: 15) şeklinde de izah edilir. Bu

görüş bir çok mutasavvıf tarafından be­

nimsenmiş ve üzerinde çok tartışılmış­

tır. "Bilhassa Muhyiddin ibnü'l-Arabl

(560-630/l 165-1240)'d~n sonra, belir­li ve tertip edilmiş bir meslek olarak İs­

lam tasawufunun mühim bir esasını

teşkil etmiştir. Bundan sonra bu mes­

lek, bütün islam alemindeki mutasav­

vıflarda olduğu gibi, Türk mutasavvıfla­

rının önemli bir kısmında hakim görüş

olarak benimsenmiştir.

Vahdet-i vücud nazariyesine sahip

olan ehl-i tasavvufa göre, kendi zatıyla

kaim olan vücud birdir ve bu da Allaha Teala'nın vücududur. Bu vücud, vacip,

kadim ve ezelldir. Çokluk, parçalan­

ma, değişme ve bölünme kabul etmez.

Gölge nasıl, şahsın veya cismin vücu­

dundan başka vücuda sahip değilse,

varlıklar da Allah'ın vücudundan başka bir vücuda sahip değildir. Vahdet-i vü­

cud, varlığın birliği inancıdır. Bu fikre

göre, bütün varlıklar bir vücuttan iba­

rettir. O da vacibü'l-vücOd olan Al­

lah'ın zatıdır. Görünen alem Allah'ın

esma ve sıfatının tecellileridir. Onu za­

tıyla bilmek ve anlamak mümkün de­

ğildir. O, ancak sıfatlarıyla anlaşılabi­

lir. Allah, her türlü noksanlıktan mü­

nezzehtir.

Vahdet-i Vücud'u ezelde, hal' de ve

ebed'de olmak üzere üç halde incele­

yebiliriz.

a. Ezelde Vah~et-i VOcOd :

Ezelde Allah'ın "zat"ından başka

hiçbir şey yoktu. Allah gizli bir hazine

(Künt-ü kenz)'dir ve bilinmek iste­

miştir. Vahdet-i vücud fikri La-mekan,

künt-ü kenz kavramlarıyla açıklanabilir.

Allah vardır. Onunla beraber hiçbir

şey yoktur. Ezelde vahdet, ondan başka

hiçbir varlığın olmadığı söylenerek bil­

dirilir.

O, baki'dir yani ebediyyen var

olandır ve varlığı vazgeçilmez, olandır

ki vacib-ül-vücud'dur. Her şey onun

"kün" emriyle vücuda gelmektedir.

Aşkımın temeli sen bir alemsin

Sevgi muhabbetsin dilde kelamsın

Merhabasın, dosttan gelen selamsın

Duyarak alırım sen varsın orda

Mevcudatta olan kudreti kuvvet

Sende hasıl oldu sen verdin hayat

Yoktur senden başla ilanihayet

İnanıp kanmışım sen varsın orda

Veysel'i söyleten sen oldun mutlak

Gezer daldan dala, yorulur ahmak

Sen ağaç misali, biz dalda yaprak

Meyve çekirdeksin, sen varsın orda

Kainattaki her şey birer "nakış ve

suret" ten ibarettir, hepsinin aslı Al­

lah'tır. Alemdeki bütün mevcudat, as­

lında Onun vücududur.

Page 12: HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

Vahdet-i vücOd'a dayalı yaratılış

inancına ve kozmik şuura sahip olan Veysel, zerreden küreye bütün yaratıl­

mışın özündeki yaratıcı gücü şöyle dile

getirir:

Kimse bilmez dünya nasıl

kurulmuş

Her cisime birer zerre verilmiş

Cümle varlık bir kuvvetten var

olmuş

Gelen ne, giden ne, yol ne,

yolcu ne?

onda "Vahdet-i vücüd" noktasına varan tasawuf neşesi;

Saklarım gözünde güzelliğini

Her nereye baksam sen varsın arda

Kalbimde gizlerim muhabbetini Koymam yabancıyı, sen varsın

orda

mısralarında, şiirinin temel düşün­

celerinden biri olan birlik düşüncesi, Yunus'ta felsefi bir dünya görüşüne dö­

nüşürken, Veysel'de Karacaoğlan'ın

güzellik duygusuyla kaynaşır. Pir Sul­

tan f\bdal' ın topluma seslenen yüreğiy­

le, Dadaloğlu'nun dağlar dolusu sesi

bütünleşir.

Ona göre; kainat, bütün varlıkların

bir tek nurdan var oluşunu belgeler:

Nuru ile bu alemi kapladı

Azimdir, Kerim'dir, Gafür'dur adı.

Her nesnede mevcüd her cesedde

can

Anın için dedik biz ona canan

Evvel ahir Odur, Onundur ferman

Ne sen var, he ber va~, bir tane

Gaffar

Veysel; çokluk içinde dağılan ira­

deyi birlikte toplayıp; insanlığın yerde­

ki bütün bayağı ihtiraslara bulaşıp, kir­

lenip, kararmasına, körleşip hoyratlaş­

masına engel olacak güzellik·lere açıl­

masını diler.

O cihana sığmaz ondadır cihan

O meka'na sığmaz ondadır mekan

O devrana sığmaz ondadır devran

Ne sen var ne ben var bir tane

Gaffar I

"Ümidi ve · dayanağı kaybolmuş

topluluklara; ilahi heyecanın, saf ima­

nın, aşkın kapılarını açarak, onu bir ruh

hijyerine götürmek" ona göre büyük

bir hamledir.

Irmak olup kavuşunca denize

Dalgalandık coştuk biz bize

Bu beyitte deniz vahdeti temsil

eder. Dört bir yandan akan bütün ır­

maklar geçici varlıklarını Cenab-ı Al­

lah'ın mutlak varlığında yok ederler.

Veysel, bu vahdet denizine dolma­

nın ancak, "küşe-i vahdet"e varmakla

mümkün olacağına inanır.

Küşe-i vahdete çekilsem dursam

Mihnet-i dünyanın derdi bırakmaz

Bitmez bu dünyanın kuru davası

Çekil Veyse.1 bir kOşe-i vahdete

4. Bilgi, Varlık, Ahlak Görüşü:

Aşık Veysel'in kainat görüşünü açık­

larken ifade ettiğimiz bir nur enerjisi

Page 13: HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

vardı. Bu nur enerjisi bizi, soyut alem­

den somut aleme geçirmekteydi. ilim

soyut _ve somut bütün alemleri içine

almaktadır. Biz bir yandan, madde (nar

enerjisi) öte taraftan manayı ifade eden

ve kuantlaşma özelliği olmayan nur'un

sebebi ve sonucu olan il imin, bilginin

insanoğlunun görüş ve değer yargıla­

rıyla yorumlanması gerektiğini düşünü­

yoruz. Elmalıf ı'nın, tefsirinin 2. cildinin

212 sayfasında şöyle bir q.nl ayışa rastı ı­

yoruz: "Ezelden ebede doğru zincirle­

me ol arak akıp giden sebep ve sonuç­

lar ilişkisi bir bütün haf inde yaratılışın

başlangıcı ve sonucu itibarıyla Allah'a

dayanır. Bu, akıl ile ilmin alanıdır. Bu

ikisi birlikte gözetildiği takdirde akıl ile

kalp birleşecek ve o zaman insan, in­

san-i kamil olacaktır11 şeklinde özetle­

mektedir.

Hz.Peygamber'in 11 Faydasız ilim­

den Allah'a sığınırım. 11 hadis-i şerifi

üzerinde bu ani amda düşünmek gere­

kir. Bilme, görme, olma (ilm-el yakiyn,

ayn'el yakiyn, hakk-el yakiyn) olgusu­

nun nasıl uzun bir mücadele ve müca­

hade yoluyla kazanıldığı, keşfi hakikat

bilgisine ulaşarak dünyayı bir bütün

halinde kavramanın ne kadar zor oldu­

ğu bilinen bir gerçektir.

Tasavvufi bilgi, bu sebeple, tefekkür

üzerine oturtulmuş bir alandır. Tasavvuf

dilinde görmeye idrak denir. Özel anla­

mı ile her şeyi ruhen müşahede etmektir

ki buna (istiğrak hali) de denir.

ŞuhOd, görme hem dışa hem de içe

aittir. Dışa ait şuhOd göz ile görmedir,

içe ait şuhOd da ruh ile idratir. Tefek­

kür, idrak, tedbir her şeyi kemale götü­

ren araçlardır.

Gerçek ilim küll'e varmakla olur,

küll'e varılmazsa tefekkür noksan ve

gerçekte ilim dışı olur. Tefekkür denizi­

ne dalmak, insanın, ezeldeki aslını ara­

maktır ki tekrar asla dönüştür.

Tefekkür, tecelliyatı doğurur ki ru­

hun terbiyesidir. Ruhlarını terbiye

edenlerin en büyükleri Nebilerdir. On­

lar, bilgisiz aşk olmayacağını bilirler.

Veysel bu sebeple;

"Cahil beni görebilmez11

mısrasında , "akıl + idrak+ gönül

gözü11 ile görmeyi önemser.

Gözsüz beni kim gördü?

feryadıyla bilgisiz insanların ne ka­

inatı ne insanı ve ne de Allah'ı bileme­

yeceğini haykırır.

Cahillere cennetin kapıları açıla­

maz, çünkü, cennete girmek bilgi işi­

dir. Bilgisiz bir ruh nura ulaşamaz. Bi l­

gisiz ruhlar ölümden sonra bilgisizi ik

derecelerine göre yıldızların birinde

saplanıp kalırlar veya esfe/'de dolaş ıp

dururlar. Semaların kapılarının açılma­

sı ancak bilgi ile mümkündür. Çünkü,

Mirac bilgi iledir. Kapıları açacak olan,

yani bilinmeyenleri keşfedecek olan

bilgidir. Bilgili ruh cennette, bilgisiz

ruh da cehennemde sayılır (Sunar

1974: 387).

Page 14: HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

Oysa, Veysel felsefenin başlıca ko­nularından olan varlık, bilgi ve ahlak

konularını dile getirirken insan denen

muammanın ne olduğunu sormuş, var­

lık sebebini çözmeye çalışmıştır. O mahviyyet sahibi, mistik bir otoritikçi­

dir.

Veysel, varlık sebebini çözmeye

çalışırken mistik bir tavırla şöyle sızla-

nır: ,_

Varlık noktasını açık gösterdi

İrade-i cüz'ün eline verdi

Hakk'ı bilen her eşyayı hak gördü

VücOdun şehrine O sultan oldu

Varlık konusundaki derinliğini şu

şiirinde, mevcOdattaki kudret ve kuv­

veti düşünerek şöyle anlatıyor:

Yıllarca aradım kendi kendimi

Hiçbir türlü bulamadım ben beni

Hayal mıyım ürüya mı bilinmez

Hiçbir türlü bulamadım ben beni

İnsan mıyım mahluk muyum

ot muyum

Ekilir biçilir bir nebat mıyım

Yoksa görünüşte bir sıfat mıyım

Hiçbir türlü bulamadım ben beni

Leyla mıyım Mecnun muyum

çöl müyüm

Arı mıyım çiçek miyim bal mıyım

Köle miyim bir güzele kul muyum

Hiçbir türlü bulamadım ben b~ni

Varlığım yokluğum bir Veysel adım

Gök kubbede kalacaktır ses kadim

Elli üç yıl kendi kendim aradım

Hiçbir türlü bulamadım ben beni (s. 227)

Hakikat aşkına gönül veren Veysel,

"Mutlu toplum erdem li bireylerden

oluşur, erdemi sağlayacak olan da hik­

mettir.", görüşüne sahiptir. Allah'ın ah­

lakı ile ahlaklanmak gerektiğine inan­

maktadır.

Türk ahlakının dayandığı temeller

incelendiğinde; "devirlere, dillere, me­

deniyetlere, modalar, fikirler ve ihti-o

yaçların değişmelerine rağmen her za-

man aynı kalan bir güç vardır. Bu güce,

yüksek ve insani konulara çevrildiği,

yükseldiği ve yüceldiği zaman "aşk"

adını veriyoruz". ,

Aşk, ruha teslim olmaktır. RGh, eş­

yayı ahenk içinde toplayan, fiillerimize

bütünlük veren aşkla beraber kemale eren bir varlık bilincidir. Fertte toplumu,

insanda insanlığı sevmek parçaya değil

bütüne ulaşmak mertebelerinde varlığın

safha safha zuhurunu görmektir.

insan gerçeği üzerine ahlaki bina

kurulduğu an, insanlık aşkın küllileş­

inesi; alemin, insan denilen bir mihrak

etrafında yer alması manasına gelir.

ROh ve ahlak asaletinin, vehimler ve

kuruntulardan uzak dünyasında; ahlak­

lı olmakla kuvvetli olmak arasında hiç­bir fark yoktur. Yüce ve evrensel bir

sevgi erdemine yol açan ahlak', insanı

bencilliğin tutsaklığından, negatif tut­

kuların baskılarından kurtararak gönül­

ler arasında ruh kaynaşması sağlar.

ROh olmadıktan. sonra kalıp neye ya­

rar? İkbal hırsı ve çıkar kaygısı olma­yan, ahlaki seviyenin, zamanlar ve me­

kanlar üstünde devam eden evrensel

niteliği üzerinde durmak gerekir.

Page 15: HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

5. Aşk:

Mistik idrakin temelinde "aşk" var­

dır. Aşk, var oluşun sebebidir. Eşyanın

sırrını da aşk ile öğrenebiliriz. Bu gö­

rüşe Aşık Veysel de katılır. Bir kıt'asın­da Veysel, aşk kavramını estetik olarak

ele alır. (Buna göre, aşk "tütünsüz bir

ateş"; "ceset sobasında, kalp ocağında

yanan bir ateş"tir. Buradaki somut ben­

zetme unsurları Anadolu köy evinin bir

odasının tipik bir tasvirin! gözler önüne

sermektedir: Sobalı, ocaklı küçük bir

ev. Veysel, aşk gibi soyut bir konuyu

anlatırken sosyal hayat ve geleneği

edebi olanla çok güzel birleştirmekte­

dir (Tatçı 1997: 500).

El vurma yarama yaklaşma kardaş

Derdimi söylesem tükenmez

baş baş

İçimde yanıyor tütünsüz ateş

Ceset soba gibi kalbim bir ocak

Dünyaya mana ve hikmet dolu

·gözlerle bakan Veysel, hakikat ve ma­

rifetin diliyle konuşmaktadır. Yanmak

nasıl bir oluş hamlesidir?

Aşk oduna var mı evez

Ona yanan yandım demez

Bu yangını görmeye akıl ve idrak

gözü yetmez, gönül gözü gerekir.

"Gözsüz beni kim gördü?"

Aşıklar Allah'ın dili ile konuşurlar.

Bilgileri de vehbi'dir.

Herkese gizlidir bu sırr-ı hikmet

Her nesnede vardır bir türlü hikmet

Veysel'i söyletir bir büyük kuvvet

Söyleyen ne, söyleten ne Tanrı ne?

insanın iç dünyasını yıkan, madde-

siyle manasının ara.sına karlı dağlar ko­

yanlara karşı o, aşkla seslenir:

Aşk denilen bir deryaya

Çıkamazsın girme gönül

Marifet, bilgi; aşk ve sevgi varlığın

iki temel gereğidir. Bu aşk bir deryadır,

haddi bulunmaz.

Aşka mahkumuz. ezelden

Bu menzilde dur durak yok, engin­

lere açılmak, sonsuzluğa aŞık olmak,

her gün yeni kıtalar keşfeden bir aşık

gibi yol almak ...

Sevda derler bir sahile ulaştım

Aşkım deryasına daldı gizlendi

Kainatın mevcudiyetine sebep aşk-

tır, mevcudatı hareket ettiren aşktır. Aş­

kı, layıkı ile tatabilmek için de som ve

ulvi bütün mertebeleri birer birer geç­

mek, kah acılarla, kah zevklerle dolu

olmak gerekir ki, zaten hilkat de yaratı­

lış da bu süretledir; ezeli kanun da bu­

dur:

Aşk, insanda tamamlanır. Çünkü,

insan cevherdir, alemin zübdesidir.

Güzelliğin on par'etmez

Bu bendeki aşk olmasa

mısralarına göre, "aşk" ve "insan­

lık" iki büyük hakikat, "biri başlangıç,

öteki sona ermek, biri yola çıkmak,

öteki ulaşmak"tır.

Page 16: HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

Aşk'a erenlerin birbirine hitabı gö­

nül diliyledir. Onlar, kemal ehlidir, ne

vaaz ne nasihat ne de telkine ihtiyaçla­

rı vardır. Aşk'a erenler ruhlarında hür­

riyet olanlardır. Dışlarındaki hiçbir

kuvvete, hiçbir varlığa, hiçbir kütleye

muhtaç olmadan kendi başlarına bir

şahsiyet olanlardır.

Aşk ve şevkle pasif ve durgun top­

lulukları uyanık ve cevval bir zihniyete

davet, ortak ülkülere bağlı irfan mer­

kezleri kurmak suretiyle kolayca başa­

rılabilir.

Aşıklar, ilahi hikmetin diliyle konu­

şurlar. Bilgileri de vehbldir. O sebepten

anlamak için üzerlerinde durmak ve

düşünmek gerekir.

Herkese gizlidir bu sırr-ı hikmet

Her nesnede vardır bir türlü hikmet

Veysel'i söyletir bir büyük kuvvet

Söyleyen ne, söyleten ne, Tanrı ne?

~· Akıl, Gönül:

Türk tefekkürünün mayasında in­

celtilmiş bir manevi bünye, insandan

topluma yayılan fazilet, feragat, safvet

ve sevgi gibi duygular, madde ile ma­

nanın arasını bulan bilgelerin, akıl ile

gönül sentezi hakim görüş olarak bi­

reyden topluma uzanan bir felse.fi ze­

mindir.

Maddeyi şahlandıran, manayı sin­

diren beşeri hırsları bileyen bugünün

dünyasının bu uyarıcı ve istikamet ve­

rici felsefeye ihtiyacı vardır. Aklın irade

ile birleşmesi, hayalin hakikat haline

dönüşmesi, fikrin fiile ulaşma.Si ariflerin

dünyasıdır.

Arifler akıl ile, fakat tamamen zatı

bir görüş ve zati bir idrakle, · vasıtasız

olarak her şeyi idrak ederler ve hakika­

ti bulurlar. Akıl ile hikmet arasında sıkı

bir yakınlık.Yardır. Bir olayın ezeli giz­

li kanunlara bağlanması hikmettir, bağ­

lanan yerde akıldır. Hikmet, Allah'ın

sıfatlarındandır (Sunar 197 4: 260).

Akla, ilimle aydınlanmış akla ve il­

me çok değer veren tasavvufi yapı Hz. Muhammed'in "Ben il im şehriyim.",

vasfını dikkate alarak gönle yol kateder. Aşkın mekanı, gönül batını (iç, öz) bir

idrak mahallidir. Bütün soyut ve fizik ötesi olgular gönülde kavranır, bilinir.

Veysel, insan kalbinin aslının "nur"

olduğunu söyler. Varlık aleminde görü­

nen kuvvet ve hakikat gönüldür. Bir

yandan;

Bilirim aslını nursun gevhersin

Bütün mevcudatta her şeyde varsın

Yenilmez yorulmaz ne hoş

damarsın

derken, öte yandan da:

Gönül der Veysel'e ey ahmak kişi

Bensiz yürümüyor dünyanın işi

Bütün dünya benden al ı r cümbüşü

Bensiz damarlarda oynamaz kanın

diyerek, güzelliklere yol bulmak,

yaratılış sırrını anlamak, nerede gelip nereye gittiğini çözmek, içe yönelmek, hakikate gönül vermekle mümkün ola­

cağına işaret eder.

Page 17: HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

İnsanoğlu, afakta, dışarıda gezmek-.

le kendi muammasını çözemez. İki zıt

kutbu kendisinde toplayan insan, her

an bir çatışma içindedir. Zıt kutuplar­

dan sıyrılıp birliğe dönmek, kurtuluşa

dönmek demektir.

insan nefsinden; ikiliklerden, dün­

yanın engelleyici zorluklarından kur­

tulmak istiyorsa, "ben" inden hareket

etmeli, beşeri benliğini, ilahı benliğe

tebdil etmelidir. Bu da ancak, akılla

gönlün bir arada seyriyle mümkün ola­

bilir.

7. Nefis:

Nefs, lügatte; ruh, can, ceset, kan;

bir şeyin zatı, ayni, cevheri, kendisi;

azamet, hamiyyet, izzet, gıybet, irade,

işkence, ukubet gibi çeşitli anlamlarda

kullanılmıştır. Nefis veya ruh ayrıca

Cibril, İsa, üflemek, Nebilik, emri, Al­

lah hükmü ve emir. .. gibi anlamlara da

gelir (Cebecioğlu 1997: 547).

Kur'an daki nefisin sıfatları ile ilgili

ayetlere ve nefisteki hakim olan özel-

1 i klere göre tasavvufta nefis mertebele­. ri şunlardır:

1. Nefs-i Emmare: Bu hal, iç güdü­

sel dürtülere, maddi istek ve arzulara

engel konulmasına karşı çıkan, bu ko­

nuda bir kural tanımayan, zevk ve eğ­

lenceden başka bir şey düşünmeyen ki­

şilerin bulunduğu haldir diyebiliriz.

2. Nefs-i Levvame : Kötüleyici, kı­

nayısı nefis demektir. Bu durumda olan

insan kötülük yaptıktan sonra kendini

ayıplar, pişmanlık duyar. Fakat fam

olarak kötü hareketlerden kendini kur­

taramaz.

3. Nefs-i Mülhime: İlham eden ne­

fis demektir. Bu haldeki nefis yapılma­

s ı veya yapı lmaması kötü olan davra­

nışlardan sakınmak, güzel olana davra­

nışları yaparak korunmak gerektiğini

telkin eder.

4. Nefs-i Mutmainne : Emin olan,

rahat olan nefis demektir. Bu haldeki

insan her şeyden çok Allah'ı sever.

Kalbi onunla mutmain olmuştur. Gön­

lünden dünyaya ait maddi istek ve ar­

zuları çıkarmıştır.

5. Nefs-i Raziyye : Allah tan razı

olan nefistir. Bu haldeki alemde var

olan her şeyi, itirazsız, gönül hoş­

nutluğu ile kabul edip, haz ve zevk du­

yar. Yalnız Allah'la meşgul olur.

6. Nefs-i Marziyye : Razı olunan,

Allah'ın razı olduğu nefistir. Övülmeye,

övmeye, şöhrete ihtiyacı yoktur.

7. Nefs-i Kamile : Manevi olgunlu­

ğun son basamağıdır. Burada mücahe­

de tamamlanmış, nefis olgunlaşmış ke­

male ermiştir.

İnsan, kendi iç varlığını araştırıp

öğrendiği takdirde, kendini bilir, kaina­

tı anlar, onu yaratan yaratıcıyı kavrar.

İlim-i ledün bilgisini elde edenler, "İlim

ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir." ,

fikrine ulaşabilirler.

Page 18: HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

Çünkü nefsini bilen kişi Allah'ı bi­

lirmiş mısraında Niyazi Mısrl'nin söy­

lediği ile Aşık Veysel'in ifade ettiği,

Topraktandır cümle beden

Nefsin öldür ölmeden

aynı derinliği taşırlar.

Nefsin özünü, zatını ve mahiyetini

kavramamız mümkün değildir; ancak

onu işlevleri ile anlayabilir ve varlığını

kabul edebiliriz.

9. Ölüm Anlayışı:

Batı'da ölümü inceleyen, "Tanato­

loji (fhanatology)" adlı bir bilim dalı

geliştirilmiştir. Batı dünyası ölümü ge­

niş bir perspektifle incelemiş, tartışmış

ancak felsefi anlamda fazla mesafe kat

edememiştir. Paradoksal çözümler,

rasyonel bakış açıları; kaos, boşluk ve

hiçlik üretilmiştir.

Yunan felsefesine bakıldığında, ilk­

çağdaki Stoacılar "Ölüm her an hatır­

lanmalıdır." derken; Epikürcüler "Biz

var olduğumuz sürece ölüm yoktur,

ölüm geldiğinde de biz yokuz." (Öner

1989: 18) felsefesine sahip oldukları

görülür.

Bizim dünya görüşümüzde ölüm,

ayrılık değil, "Hayat-ı ebediyenin mu­

kaddimesidir, mebdeidir ve vazife-i ha­

yat külfetinden bir paydostur, bir terhis­

tir, bir tebdil-i mekandır. Berzah alemi­

ne göçmüş yakınlarına kavuşmaktır.".

Yaşam ile ölüm, aydınl ık ile karan­

lık gibi, ilk bakışta birbirine zıt görün-

mektedir. Ancak ölümün varlığı, haya­

tın yaşanan yönüne, yani yaşamın ken­

disine bir şekil ve anlam kazandırmak­

tadır (Geçtan 1994: 169). Ölüme yak­

laşım tarzı ile varoluşa yüklenilen an­

lam arasında karşılıklı bir ilişkiden bah­

sedilir. İster genç olsun isterse yaşlı ol­

sun bütün bireylerin varoluşsal yapıla­

rının temelinde ölüm anksiyetesi, kor­

kusu vardır.

Can kafeste durmaz uçar

Dünya bir han,,konan göçer

Ay dolanır, yıllar geçer

Dostlar beni hatırlasın

Bireylerin bilinçaltında ve toplu­

mun kültür düzeyinde ölüm olgusu ko­

lay ve basit algılanmamış; bilakis her

çağda bireyler, ölümün basitliğini ka­

bul etmeyip ölüm olgusuna bir takım

sembolik ifadeler yüklemek suretiyle,

ol_guyu anlamland ırmaya çalışmış l ardır

(Hökelekli 1991: 153).

Düşünülürse derince

Irak, görünür görünce

Yol bir dakka miktarınca

Gidiyorum gündüz gece

Ölüm bir kalıptan baŞka bir kalıba geçiştir ve bize çok yakındır.

Gemi bekliyor limanda

Gideceğim bir ummanda

Gözüm kalmadı cihanda

Gelmez yola gidiyorum

Veysel'de ölüm fikri derindir. İnsa­

nın yok olup gitmediğini, varlık alemi-

Page 19: HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

ni bir başka boyutta devam ettirdiğini

düşünür. Ölümde hayatın ölmezliğini

görmek, hayatın bir başka biçimde ye­

nilendiğini hissetmek bize mahsus bir

düşünüştür.

Kültürümüzdeki bu temel anlayış

Veysel'in de ölüm karşısında immora­

list (ölümsüzlüğe inanan) olmasına se­

bep olmuştur. Ona göre ölüm basit in­

sanların sonudur. Ölümü anlatırken,

insanı toprakta kaybolup gidecek bir

varlık olarak değerlendirmez. İnsanı

şah damarından yakalayıp varlık ale­

minin içine bırakır. Ebedi bir hayatı ya­

şamaya hazırdır artık insan! Onda

ölüm bu anlayışla yeni bir boyut kaza­

nır (Tatçı 1997: 496-497).

Aslıma karışıp toprak olunca

Çiçek olur mezarımı süslerim

Dağlar yeşil giyer bulutlar ağlar

Gökyüzünde dalgalanır seslerim

Evvel de topraktır, sonra da adım

Geldim gittim bu sahnede oynadım

Türlü türlü tebdilata uğradtm

Gahi viran şen olurdu postlarını

Devriye türünde yazılan bu şiir'de

(Bakara Suresi a.156) Allah'tan gelen

Allah'a dönecektir ayetine atıf vardır.

Derin bir tefekkürün eseri olan top­

rakla, yokluğu; çicekle yeniden doğuşu

ifade eden Veysel, insanı ölümlü (top­

rak), ölümsüz (ruh) yönleriyle birlikte

ele alır. İnsan, varlığı kendisinde topla­

yan şerefli yaratılmış yapısıyla ele alın­

mıştır.

Ölümden ne korkarsın/ korkma

edebi varsın veya Herdem yeniden do_- ·

ğarız bizden kim usanası diyen Yu­

nus'la Veysel aynı eksendedir.

Açar solar türlü çicek

Kimler gülmüş, kim gülecek

Murat yalan, ölüm gerçek

Dostlar beni hatırlasın

Ölüm gerçek, yeter ki ruh olgunla­

şıp, aslı ile birleşmeye layık hale gele­

bilsin. Gaflet tuzağına düşmesin.

Bir gemi deryada bocalar gibi

Geçirdim gönümü gaflet içinde

Evvel de topraktır sonra da adım

Geldim gittim bu sahnede oynadım

Türlü türlü tebdilata uğradım

Gahi viran şen olurdu postlarını

Bu dünya bir sahnedir. Herkes

oyununu oynayacak ve birgün asli va­

tanına dönecektir.

Can bedenden ayrılacak

Tütmez baca, yanmaz ocak

Selam olsun kucak kucak

Dostlar beni hatırlasın

Ölümü, bedenin tükenişi olarak

düşünürsek; "tütmez baca", "yanmaz

ocak" terimleri bizi üzerinde düşün­meye davet eder.

Ne zaman toprakla birleşir cismin

Cümle mahluk ile bir olur ismin

Muradı, maksudu, hepsi yalan

Ölümü dünyada hakikat gördüm

Page 20: HA.· v-· lDisamveri.org/pdfdrg/D01093/2003_26/2003_26_AYTACP.pdfkun bulmayan kainatın zikir ve hareke tini bu suretle ifade etmiştir. Bizim cansız gördüğümüz varlık lar,

O hakikat sırrına ermiş olduğu açık

olan Veysel, ölmeden evvel ölmenin

ne anlama geldiğini çok iyi bildiği için;

Ecel gelir ölüm haktır

Saklanmaya imkan yoktur

gerçeğine parmak basar.

Çünkü pervaneye ateş mübahtır

Cesette emanet bir can görünür

Her canlı bir gün° emaneti teslim

edecektir.

Her mü'minin iki kapısı vardır : Bir

kapıdan mü'minin ameli yükselip çı­

kar, ötekinden rızkı iner. Mü'min ölün­

ce bu iki kapı ona ağlar (Tirmizl: 29)

Alimler alemi ölçer biçerler

Hanını hasını eler geçerler

Bu dünya fanidir konar göçerler

Veysel der ki: gel barışak küslerim.

Dünya malına tamah edenlere şöy-

le seslenir:

Nuşirevan Adil nerede tahtı

Süleyman mührünü kime bıraktı ?

Bunların dışında, Veysel'in tasav-

vufi dünyasında zihnen ve manen bağ-

1 ı olduğu iki mana sultanına şiirler var­

dır. Hacı Bektaşi Veli ve Mevlana. Her

ikisinin de 13. yy.da Anadolu'da Türk

birliğinin kuruluşunda, İslam'ın hoşgö­

rü ve tefekkürünün yorumlanmasında

payı büyüktür.

Şairimizin yazdığı bu iki Niyazna­

me mutlaka bu gerçeği görmek açısın­

dan ele alınmalıdır.

SONUÇ:

Dünyamızın mihver insandan

mahrum kalması demek, beşeriyetin

ölümü demektir. Kafası cemiyetin bü­

yük davalarıyla uğuldayan Aşık Vey­

sel'in, bu manada bize verdiği malze­

me oldukça geniş ve derindir.

o

KAYNAKLAR A YVERDİ, Samiha; Milli Kültür ve Marif Dava­

mız, isı., 1978

BAKİLER, Yavuz Bülent; Aşık Veysel Kült. Bak.

Yay., Ank., 1989 ·'

BAYRAKTAR, Mustafa; Tasavvuf ve Modern Bi­

lim, isı., 1989

ÇELEBİOGLU, Ethem; Tasavvuf Terimleri ve De­

yimleri Sôzlügü, Ank., 1997

GENÇT AN, Engin; Varoluş ve Psikiyatri , İst., 1994

GÖLPINARLI, Abdülbaki; Gülşen·i Raz Şerhi,

MEB, İst., 1972

GÖKYAY, Orhan Şaik; #Veysel, Şiirleri ve Yap­

tığı" TFA, Mart 1974, Nu: 296, Yıl 25, C.15

HANÇERLİOGLU, Orhan; Felsefe Sözlügü, ist.,

1989

HÖKELEKLİ, Hayati; "Ölüm ve Ölüm Ötesi Psikoloji" UÜİFD, C.3, S-3 Bursa, 1991

KÖPRÜLÜ, Fuad; Türk Edebiyatında ilk

Mutasavvıflar, İst., 1991

ÖNER, Necati; Stres ve Dini İnanç, Ank., 1989

SUNAR, Cavit; Tasavvuf Felsefesi ve Gerçek Fel­

sefe, Ank., 1974

SUNAR, Cavit; Melamilik ve Bektaşilik, Ank.,

1975

TATÇI, Mustafa; Edebiyattan İçeri, Ank., 1997

TOPÇU, Nurettin; Milliyetçiliğimizin Esasları,

ist., 1978

ÜLKEN, Hilmi Ziya; "İslam Düşüncesi", il. fs/am

Felsefesi Tarihi, İst., 1957