Upload
others
View
6
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli
Araştırma Merkezi
o
~
HA.· e~ a--- ıg8(f~Aş· v-· ~~ lD .ın~ . . ~- ,· "i:. ·- • '1\1 - • . . ' ' -~u-. . : ' ,, • I ,. - -·~ ·~ -· ,· .
•, ~ . ,, ·. ·~· - . ; ~ " . . . ~ . : . - . . - . .. ;.
Araştırma Dergisi Research Quarterly
Sum~~~ 2003/26
AŞii< VEYSEL'İN ŞİİRLERİNDE MİSTİK UNSURLAR
Doç. Dr. Pakize AYTAÇ
G. O. Fen Edebiyat Fakültesi
ÖZET
Aşık Veysel Cumhuriyet Dönemi
Halk şiirinde gelenekle beraber deği
şim. ve dönüşümü başarabilmiş aşıkla
rımızdan biridir. Çağmın şartlarını bü
yük bir ustalıkla değerlendiren Veysel bir halk filozofudur. O, şiiri bir emek
işi, bir bilgi işi olarak değerlendirir.
Bu yazıda Veysel'in şiir/erindeki (8)
mistik unsur üzerinde durulmuşt'-!r. Kainatm yaradılışı, insanm yaradılışı, Al
lah Fikri, Vahdet-i Vücut anlayışı, Bilgi
Var/ık-Ahlak Görüşü, Aşk, Gönül-Akı/, Nefis ve Ölüm kavram/an, Veysel'in şi
ir/erindeki anlam derinliği eşliğinde
yorumlanmıştır.
ABSTRACT
MYSTICAL ELEMENTS iN THE POEMS OF AŞIK VEYSEL
Aşık Veysel is one of our enraptu
red poets who was able to succeed in
the alteration and conversion together
with tradition in folk poem in Republi
can perioc:h Veysel, who evaluated the .
conditions of his era with great profici
ency, is a folk philosopher. He evalu
ates poem, is a work of labor, a work of
knowledge.
in this pape;, it was emphasized on
the mystical element in the poems (8)
of Veysel. Creation of Universe, creati
on of human beings, the idea of God,
the understanding of monotheism,
Knowledge-existence-ethics view, lo
ve, heart-wisdom, soul and death con
cepts, have been interpreted in the po
ems of Veysel in the accompany of
depth of meaning.
Anahtar Kelimeler: Aşık Veysel,
Şiir, Mistik.
Key Words: Aşık Veysel, Poem, Mystical
Aşık Veysel Cumhuriyet Dönemi
halk şiirinde gelenekle beraber değişim
ve dönüşümü başarabilmiş aşıklarımız
dan biridir. İşlediği konuların zenginli
ği, şiirlerindeki "klasik eda yanında,
yeni buluşlar, ~enzetmeler ve ifade gü
cü" (Gökyay 197 4: 1) ona çağdaş nite-
1 ikler taşımıştır. Çağınıl) şartlarını şaşı
lacak bir sezgi gücüyle .dile getiren
Veysel, içinde yaşadığı toplumsal dina-
miklerin zorlamasıyla aydın bir kitlenin içinde olmuştur. Ahmet Kutsi Tecer,
Baki SOha, Sabahattin Ali ... gibi edebi
yatçılardan aldığı fikirlerin yanı sıra;
Yunus'tan, Karacaoğlan'dan tekke aşık
larından yorumlayarak oluşturduğu iç dünyası ona "halk filozofu" unvanını
sağlamıştır.
Gelenekle yenilik onda bir bütün
dür. Geleneğin belli başlı esaslarından
biri olan "bade içme" aşığımızın gele
nekten aldığı unsurlardart biridir.
Kırk yaşımdan sonra kalbime ilham
Erişti Mevla'dan bir ihsan oldu
Hakk'ı bilenlere hazırdır heran
İnkar edenlere sır nihan oldu
ve
Elinden bir dolu içtim
Türlü türlü derde düştüm
Cümle varlığımdan geçtim
Senin yolunda yolunda
Ancak, çıraklık, mahlas alma, hika
ye anlatma ve irticalen şiir söyleme
yoktur. O, şiiri bir emek işi, bir bilgi işi
olarak değerlendirir. İbrahim Arslanoğlu'nun yaptığı bir röportajda:" ... irtica
len söylemek istemem. Manasız, man
tıksız bir şey olur. Hem de ömürlü ol
maz. Şiirde yaşama kudreti olmalı.
Herkes benimsemeli." diyerek şiirin
bir ilham işi olduğu kadar, bilgi meselesi olduğunu da ifade eder.
Veysel; hayatın ona getirdiği yükle
ri taşımasını bilmiş kaderine rıza gös
termiş ve çileden saadete uzanan yolu bulmuştur. "Hayatım" adlı şiirinde:
"Kader ile bölemedim kozumu"
veya;
"Talih, çile, kader sözü bir etmiş
Her nereye gitsem gezer peşimde"
dese de; Gönlümde teselli kendimde
buldum.
beytinde, kendini sevgide bu l uşu
nu, sabra sığınışını ve teselliyi bu şekil
de bulduğunu dile getirmiştir.
Bizim mistik düşüncemiz bütün
Doğulu ve Batılı mistiklerden ayrıdır.
Bizde mis~ikler, insanı ölümsüz bir yol
culuğa çıkarmaktalar; hedefe (Fena fillah) ulaşan kişiyi tekrar ve faal olarak
halka döndürmektedirler. Tasavvuf bu
na "beka" da fark makamı demektedir.
Mirac bunun en bariz örneğidir.
Bizim mistik dünyamız seyirlerini
"ölmeden önce ölerek" tamamlar.
Diğer mistik inançlarda hedefe ula
şan veya ideal makama (mesela Nirva
na'ya) ulaşan kişi faaliyetini tamamlar.
Varlığın faaliyetini durdurması gerçekte bir başka bir ölümdür. Halbuki insan
ölümsüzdür (fatçı 1997: 507).
Batı felsefesinde de aynı şeyler vardır. Nazari ve kitabi teorilerde mahpus
kalmış, sadece zihni faaliyetleri geliş
tirmiş olan bu dünyanın meşhur Ni
etzche'si bile üstün zekasına ve bir fel
sefi ekolün zirve adamı olmasına rağ
men acı bir feryat ile: "Tek başımayım.
Vahşi bir ormanın içinde kaybolmuş
gibiyim. Yardıma muhtacım." çığlığını
atarken, Veysel gibiler mütevazi kültür
leri içindeki manevi antenleriyle, Batı-
nın bu kuru kalıplar içinde hapsolup
kalmış cansız varlık anlayışı yerine, ha
yatın bütününe sirayet etmiş ve bütü
nünde söz sahibi olmuş, aktif ve canlı
bir terbiye sisteminin deruni alışkanlık
larla törpülenip inceltilmiş manevi
bünyesi ile kemale ermişlerdir.
Bizim hayat felsefemizi yoğuran dü
şüncenin hamurundaki mayada insan-ı
kamil olmaya karşı bir yöneliş ve akış ., vardır. Biz, şuuraltını fethederek büyük
bir ruh ve mana medeniyeti, inanılmaz
bir hikmet ve irfan saltanatı kurmayı ba
şarabilmişiz(Ayverdi 1978: 343).
Bu girişten sonra Veysel' deki mistik
unsurlarla ilgili kavramsal çerçeveyi
sekiz başlık altında ele alacağız :
1. Yaratılış
1.1. Kainatın Yaratılışı
1.2. İnsanın Yaratılışı
2. Allah Fikri
3. Vahdet-i Vücut Anlayışı
4. Bilgi, Varlık, Ahlak Görüşü
5. Aşk
6. Gönül, Akıl
7. Nefis
8. Ölüm
1. Aşık Veysel' de Yaratılış Fikri:
1.1. Kainatın Yaratılışı
Veysel yaratılış konusunda derin
bir tefekkür eseri olan şu mısraları_ dile
getirir.
Göklerden süzüldüm tertemiz in-
dim
Yere indim yedi renge boyandım
Boz bulanık bir sel oldum yürü
düm
Çeşit çeşit türlü türlü boyandım
Veysel yoktan geldim yok olup
gittim
Ben deyenler yalan, gerçeğ i seçtim
Bir buhar halinde göklere .uçtum
Kayboldum o sırlı renge boyandım
İnsanoğlu doğarken tertemizdir. Yere iner, kalıptan kalıba girerek varlık
dairesini tamamlar. "Yedi renge boyandım." tabiri nefsin yedi mertebesiyle il
gilidir (Nefs-i emmare, levvame, ülhimme, mutmainne, raziyye, marziyye, safiyye).
Yoktan geldik yok olup gideceğiz.
Allah'tan geldik, tekrar ona döneceğiz.
Tabiata Veysel aşık
Topraktan olduk kardaşık Aynı yolcuyuz yoldaşık
mısralarında görüldüğü gibi, Vey-sel tabiata hikmet dolu gözlerle bakar. Mebde nrdur. Ondan ateş, ondan ha
va, ondan su ve ondan toprak olmuş.tur. Esas bu dört unsurdur. ısının, ateşin
şiddetinden, buhar olmak suretiyle ha
va zuhur etmiştir. Rüzgar bulutların
oluşumunu sağlamıştır. Bu şemaya göre yaratılış tedricidir.
Kimse bilmez dünya nasıl
kurulmuş . Her cisme birer zerre verilmiş Cümle varlık bir kuvvetten var
olmuş
Gelen ne, giden ne, yol ne,
yolcu ne? . Karanlıkları yırtacak bir ışık bir
şimşek gibi dünyamıza düşen bu dörtlüklerinin izahı bile sayfalar alabilecek
derinliktedir.
. Nuru ile bu alemi kapladı
Azimdir Kerim'dir GafOr'dur adı:
Allah, bütün mahlukatta nar olarak
tecelli etmiştir, düşüncesini mısralarda
açıkça görüyoruz.
Fizik verilerine bakıldığında ale
min madde ve enerji biçiminde şekil
lendiğini görüyoruz.
"Quantum teorisi'1yle dile getirilen
"enerji"nin "nur" ile izahına çalışıldığı
bilinmektedir.
Nur'un hız kaybederek, ışık hızına
düşmesiyle, kesikli yani "kuant denen
enerji tesbihçileleri" biçiminde salındı
ğı ve böylece maddeyi yarattığı savu
nulmuktadır.
Maddenin asıl kökeninin enerji ol
duğu artık biliniyor. Neye benzediği
bilinmeyen bu enerjinin tek yapısı ise
"kuantlar" dır. Boyutsuz, sayısız nokta
cıktan o l uşan kuantlar, evrenin tek ya
pı taşı zerrelerdir.
Quant ismi, latince "kemiyet, mik
tar, sayım" sözünden türetilmiştir. Ev
rendeki kuant sayılı yani sonlu bir mik
tarda yaratılmıştır. Enerji ise sonsuzdur.
Bu enerji nurdur.
Kainatın muhteşem nizamı önünde
ve tabiat kanunlarının asla şaşmayan
hakimiyeti karşısında düşünen insanın,
bu nizamın bir kurucusu bulunduğu
inancına ulaşması güç bir şey değildir.
Bunun için zihni alışkanlıklardan sıyrıl
mak ve kibrin idare ettiği taassuplardan
kurtulmuş olmak kafidir. Sadece zeka
nın ve nazarltefekkürün zihni ulaştırdı-
ğı bu ~nanış yolu, gece olup ayın doğ- ·
duğunu, sabah olup güneşin doğduğunu gören Hazreti İbrahim'i bu hadise
den, hepsinin hakim ve sahibi olan bir
Allah'ın varlığı şuuruna ulaştırmıştır.
İngiliz fizikçisi Eddington da Madde
Aleminin Yapısı adlı eserinde, bütün tabiat olaylarının bağlandığı ve kendi
leriyle açıklandığı tabiat kanunlarının,
ancak bu kanunları yaratmış olan bu
kudrete anlaşılması kabil olduğunu ifa
de etmekte.dir. Bu kudret, Allah'tan
başka bir _şey değildir.
Elhasıl, her akıl sahibi olan ve her
düşünebilen insan kainata dikkatini çe
virdiği zaman, onda hüküm süren ilahi
kudreti anlayabilir. Ancak dindar ol
mak için bu kadarı kafi değildir. Al
lah'ın kendi üzerimizde de hakimiyeti
ni kabul etmek ve bu hakimiyete teslim
olmak lazımdır. İnsan zekasının, kainat
üzerinde mutlak hakimiyete sahip bir
kudretin varlığını tanıması pek güç de
ğildir (Topçu 1978: 73)
Bugünün bilim ve tekniği şu haki
kati ortaya koymuştur ki, cans ız say ı lan
her şeyde, insanların farkına varama
dıkları bir canlılık, şuur vardır.
Çünkü etrafımızda gördüğümüz
bütün eşya, bütün varlıklar, atomlar
dan meydana gelmiştir. Her atomun
ortasında proton ve nötronlardan ibaret
bir çekirdek vardır. Bu çekirdeğin etra
fındaki elektronlar akla şaşkınlık verecek bir hızla dönmektedir. Mesela hid
rojen atomundaki elektron, çekirdeği
etrafında saniyede elli bin km. h ız la
döner. Sanki bir zerre yani bir atom,
koca bir güneş sistemindeki eşsiz niza
mın en mükemmel modelidir. Atom,
bizim içinde bulunduğumuz güneş sis
teminin bir örneğidir. Atomun çekirde
ğinin güneş elektronlarını da yıldızlara
benzetmek mümkündür. Atomların de
rinliklerine dalarsanız, bir zerreyi mil
yarlarca defa büyütürseniz, karşınıza
koca bir alem çıkar; akıl almayacak ka-~
dar müthiş bir alem. Bir atomun çapı
milimetrenin on milyonda biri kadar
dır. Bir zerre içinde bir güneş manzu
mesi gizli. Bu hakikati sezmiş Gülşen-i
Raz sahibi: "Bir damlanın gönlünü yar
san, ondan yüzlerce duru deniz mey
dana gelir." diye yazmıştır (Gölpınarlı
1972: 89).
Kainattaki bu gizli kuweti Veysel
mısralarında söyle ifade etmektedir:
Mevcudatta olan kudret ü kuvvet
Senden hasıl oldu sen verdin hayat
Yoktur senden başka ila-nihayet
i~anıp kanmışım sen varsın orda
Sadece bu dünyanın değil, ötelerin
maverasında iç gözüyle büyük hakikat
ler gören Veysel; bilişin, görüşün olu
şun, kamilliğin sembolüdür:
Çeşitl i çiçekler yeşil yapraklar
Renklerin içinde nakşını saklar.
Karanlık geceler aydın şafaklar
Uyanır cüml' alem sen varsın orda
Eşyaya ya da varlıklara ruhu varmış
gibi davranmak s ıradan düşüncelerin
kavrayabileceği bir olay değildir. "Ca-
mid denen eczamda da hayat mevcut
tur. Yalnız onlardaki hayat batındır." (Bayraktar 1989: 11 ). Görecek göz is
ter.
İnsanın varlığa bakışı, farklıdır. Sebeplere bağlı yüze bakan ilimle, Al
lah'a bağlı yüze bakan mistisizmin, ba
kışları gibi ulaştıkları neticeleri arz o
edişleri de değişiktir. Muhyiddini Arabi
hazretleri bu noktada şu tespitini lütfe
diyor:
"Bu aleme üç hal üzre yaklaşırız :
1. Akil yaklaŞma (Bundan müspet
ilimler doğar.).
2. Hali yaklaşma (Birinciyle, üçün
cü arası bir keyfiyete sahiptir.).
3. Sırrı yaklaşma (Enbiya ve evliya
nın yaklaşması).
Bu yaklaşımların birincisinden akil
ilimler, ikincisinden hal ilimleri
(ulumu'! ahval), üçüncüsünden de sırlara ait ilimler (ulOmu'I esrar) doğar
... " Hz. Mevlana diyor ki: "Her nefeste
dünya ve içindekiler yeniden varolmaktadır; ancak varlık alemindeki bu
sürekli yenilenişten biz haberdar ola
mıyoruz. Ömür, akan bir nehir gibi hep
yenilenmekte, fakat ceset şeklinde bize
görünen oluş hep aynı sanılmaktadır.".
Varlığın sebeplere bağlı yüzüne
bakan ve o yüzden bir takım neticeler
çıkaran akıl ve rıefs olup, ancak varlı
ğın basit mertebeleri olan halk ve şeha
det alemlerine nüfuz edebilirler. Felse
fe de bu kategori içinde mQtalaa edilmiştir (Sunar, 1974).
HCı çeker iniler çalınan sazlar
Kükremiş dalgalar coşar denizler
G_üneş doğar perdelenir yıldızlar
Saçar kıvılcımlar sen varsın arda
Cansız sayılan her şeyde, insanla-
rın farkına varamadıkları bir canlılık,
bir şuurun var olduğunu söylemiştik,
bu düşünce mısralara böyle siniyor.
Kainattaki bütün varlıkların Allah'a
yönelmesi, onu tesbih etmesi insanı
hem titreten hem de k~ndisine doğru
çeken bir sırdır. Bu sır bizi sınırlı olanın
hapsinden kurtararak sonsuzluğa tasar
ruf etmeğe götürür. Mevlana bu konu
da şunları söyler: "Ben öyle zerreler
görüyorum ki, ağızlarını açmış dönü
yorlar. Eğer onların küçüklüğünden
bahsedersem söz uzar." .
Mevlana, atomu görmüş ve bunu
adeta hiç değişmeyen ve hiçbir an sü
kun bulmayan kainatın zikir ve hareke
tini bu suretle ifade etmiştir.
Bizim cansız gördüğümüz varlık
lar, bileşimleri sebebiyle bir iç dina
mizme sahiptir. Fizikçiler bile artık ka
os demekten vazgeçerek, alemin çok
ince bir kozmik düzene sahip olduğu
nu kabul etmekteler.
Fizik "Her şey hareket halindedir."
diyor. Kur'an da "Her şey Allah'ı tesbih
eder." diyor. Evrensel gerçekler, fıtrat
kanunları ilimde buluşuyor; bunu Vey
sel şiirlerinde son derece açık biçimde
ifade ediyor.
Bu dünyayı kuran mimar
Ne hoş, sağlam temel atmış
İnsanlığa ibret için
Kısım kısım kul yaratmış
Kazması yok, küreği yok
Ustası var, çırağı yok
Gök kubbenin direği ·yok
Muallakta bina çatmış
Allah'ın kainatta tecelli ettiği fikri
tasavvufun önemli konularındandır :
Zahir batın her irenkten görünür
Gahi doğar amma gahi durulur
Nerde qaksan arda hazır bulunur
Kim ~emiş hakkında lamekan oldu
Veysel, tabiattaki, her renkte, her . . seste her nefeste, her duyulanda; yara-
tı! ışın, sonun, varlığın manasını arayan
bir tefekkür sahibidir.
Dalgın dalgın seyreyledim dünyayı
İrenkler ne, çiçekler ne, koku ne?
Bir arama yaptım kendi kafamı
Görünen ne, gösteren ne, görgü ne
Hakikat arayışının sancılarını çe-
ken aşığımız, tabiatı bir obje olarak de-.
ğil, yaratıcıya atıfta bulunan bir varlık
bütünü olarak görüyor:
Göz ne görülmez duyulan sesler
Nerden uyanıyor bizdeki hisler
Şekilsiz gölgeler canlar nefesler
Duyulan ne, giden ne, yol ne, yol-
cu ne?
Kainattaki varlıkların her zerresi
her hareketi bir asla bağlıdır. Ondaki
ihtişam göz kamaştırıcıdır. Arzın teka
mülünden sonra, insanın yaşamasına
uygun bir ortam doğunca insanın yara
tılışı ortaya çıkıyor.
Evren insanoğlunun açılımıdır. To
humla, tohumu içinde saklayan meyve
arasındaki gidiş geliş, insanla evren
arasında da yaşanır.
Burada, insanın yaratılışını ele al
mak gerekiyor. Ancak, konuya girme
den önce şu hakikati belirtmekte fayda
vardır: Şuur insanda tekamül eder.
Gerçi cansız varlıkların da ayrılıkları
vuslatları vardır ama .. kendinin farkına varan şuur kamil insanda mevcuttur.
Bu şuur kamil insanda kainatın oluşuna
iştirak ve varlıkla tasarruf şeklinde zu
hur eder.
1.2. insanın Yaratılışı :
Batı'da insanın "herşeyin merkezi
olarak ele alınıp değerlendirilişi, her ne
kadar 18. yy.a kadar inerse de bu ko
nudaki çalışmalar gerçek kimliğine 20.
yüzyılda kavuşmuştur. Ekzistansiya
lizm, Freudçuluk, Pragmatizm ve çok
sayıda idealist öğretiler, antropolojik
ögeler taşırlar. Bütün bu öğretilerde, in
san temel hakikattir; dünya insanın ta
biatından doğan bir olgudur. (Hançer
lioğlu 1989: 87)
Batı'nın ancak 20. yy.da sistemleş
tirdiği bu bilgi, bizde daha 13. yy.larda
bile gündemdedir. Şöyle ki:
Hak insandır, tecelli insandadir.
Kainattaki bütün varlıkların tecelli
yatı kedine göredir. Bu nebatın tecelli-.
yatı unsurların yardımı ile fidan sür
mek, bir ağacın tecelliyatı mevve yapmak bir hayvanın ·tecelliyatı yavrusuna
bakmak kabilindendir. Bir insanın te
celliyatı ise bütün kainatı maddi ve manevi idare etmek, tabii olayların önüne
geçmek, icatlarda bulunmak gibi yara
tıcı bir tecelliyattır. Çünkü, in.san küldür, Hakk'tır (Sunar 197 4: 113).
İnsan akla ve tefekküre sahip oldu
ğundan her ıeye ilmi i le tasarruf edebi
lir ve her şeyi idare edebilir.
Yaratılmışların en şereflisi insan,
kendisini idrak etmek ve kendisini ya
ratan Allah'taki güzelliği sevmek, "giz
li hazine" yi keşf~tmek ve ona layık olmak üzere vücut bulmuştur. Yaradılışın
sırrını çözmek, içe yönelmek beşeri
benliği ilahi benliğe ulaştırmak insanın
asli görevidir.
Bu konuda Veysel'e kulak verilim:
Gözümde saklarım güzelliğini
Her neye baksam sen varsın orda
Kainatın güzelliğini özünde sakla-
mak, tasavvufi açıdan yaratılışın sırrını
iç alemde keşfetmek, beşeri olandan
ilahi olana yürümek, cüz'ün küll'e yürümesi olarak değerlendirilir.
Cüz kendini küll'e verince, Al
lah'ın zatı ile zevke dalar ki ayni miraç
tır. Bu da o cüze en büyük nimettir.
Çünkü, bu mertebede o kimse artık iki
alemin hakikat!arını keşf eder, yani
milk ve melekGt alemlerindeki sırları
bilip kavrar (Sunar 1974: 270).
Arif kimse Allah'ı camiden ve Kabe'den önce kendi zatında bulur. Yeter
ki kendi zatını örten sıfatla~ı, perdeleri aradan kaldırsın, bunun bilgisine ulaş-
sın. Eğer, bu bilgiye ulaşmamışsa taş toprak kabilinden kalır ki halkın hali budur.
Eşyayı bilmek, çokluğu incelemek,
eksik ve yüzeysel ilime tekabül eder. Hakiki ilim, hakiki bilgi yalnız birliğin
ilmindedir. O da ariflik (Gnosis)'le elde edilebilir. Arif duygudan düşünceye
yükselendir. Arif irfanıyla önce kendi
içine bakarak, içindeki alemi görecek dışardaki alemi bu yolla anlamaya çalışacaktır.
Arif irfanıyla, nefsi tabiatın potasında erimekten ve ruhu cemiyetin oca
ğında yanmaktan kurtaracaktır. Veysel'in hali budur.
İnsan kimliği ve özü itibarıyla sonludur; sonsuz varlığı yaşayamaz, ama
düşünür ve bu düşünce insani varlığ;n kendini aşmak için yaptığı en büyük çabadır. Eşref-i Mahlukat payesi insana
bu sebeple layık görülmüştür.
Allah, "Biz emaneti göklere, yere, dağlara teklif ettik, onlar emaneti yük
lenmekten çekindiler, ona hıyanet et
mekten endişeye düştüler de onu insan
yüklendi." buyurmaktadır. Bu emanetten maksat, Hakk Sureti ve Allah Bilgi
si' dir.
Zira, insan, Hakkı'ın sureti olmak üzere yaratılmıştır. Küll sureti ancak,
insandadır.
İnsan, Rahmani sureti kabulden
önce maddesi bakımından pek zalim ve gaddar ve pek cahil ve nadan idi. O
sureti kabul edince arif, alim ve pek güzel ve yakışıklı oldu. Bu yüzden deme-
!ekler bile insana sacde ve boyun eğ:
mekle emrolundu.
Düşünen, gören, işiten, şuurla va
zife yapan en şerefli bir mahluk insan,
bir gelişmenin varlığına delalet eder.
İnsanın çeşitli istihalelerden sonra
meydana gelişi, fiziki yapısının mayasının kuru veya yapışkan çamur oluşu,
belki de onun hangi çeşit nefsani arzularla dolu oluşunun bir tezahürüdur.
Buradaki istihale bizatihi kendi aslındaki bir .tekamüldür. Arzın esas un
suru olan su ile toprağın karışımından
meydana gelmiş olan çamurun madeni ayrılmış, ondan nebat ve hayvan zuhur
etmiş, en sonunda da süzülmenin neti
cesi saf madde olarak insan yaratı! mış ve bu ilahi laboratuarda süzülme işle
minin son kademesi insan olmuştur
(Sunar 1974: 171).
Varlığın algılanması insanla olur.
Allah'tan insana ve aleme doğru bir
açılış vardır ki, alemin anlaşılması bu
sebeple insan iledir. Çünkü insan, teka~ mülün zirvesidir.
Veysel:
Allah'ın varlığı mevcut insanda
İlim, akıl, fikir, sermaye sende derken; insanın bir yandan kainatın
özeti oluşu, öte yandan ruhu bünyesinde şerefle taşıdığı için bütün kainatı
kapladığı fikri üzerinde durmaktadır.
İnsan tabiatı gereği, maddesi gereği hayvanlığa meyyaldır. Bu hayvanlıktan
kurtarabilmek, maddesini azaltmak ve
bu suretle ruhunu kuvvetlendirip fazlaca hakikati tefekkür etmekle kabildir ki
tefekkür nerede ise ruh da oradadır de
dikleri de budur. Tefekkür sonunda in
sanın, her şeyin aşk ve sevgiye bağlan
dığını bilmesi, his etmesi ve fiilen o aş
kı yaşaması lazımdır. Bunu da yapacak
tefekkürdür. Tefekkür olmazsa hakikat
bilinmez, hakikat bilinmezse ona aşık
olunmaz, bilgisiz ve aşksız bir hayat ise
hayvani bir hayattır (Sunar 1974: 388).
Yedi yer yedi göğü
Dağ denizi her şeyi
Uçmağ ile tamuyu
Cümle vücOdda bulduk
Tevrat ile incili
Kur'an ile zebur'u
Manasındaki nuru
Cümle vücOdda bulduk
Veysel'in bu saydıklarının hepsinin
manasını insanın özünde görmek bura
ya kadar özetlediğimiz insan görüşüyle
bütünleşmektedir.
Zat-ı Bari öyle bir hüviyet-i sariye
dir ki (her şeye ulaşan, her şeyde var
olan güç) tahsis ile görünmekten soyut
lanmıştır.
Muhiddin-i Arabi: "Bazı bilgeler ...
Allah aleme nazar etmeden de bilinir"
savındadırlar. Bu düşünce yani ıştır.
Şüphesiz Allah zatının başlangıç ve so
nu olmadığı bilinen bir gerçektir. insan
(kul) bilinmedikçe zat'ın ilah olduğu
bilinmez. Öyleyse insan (kul) Allah'a
kanıttır. Şüphe yok ki, evren denilen
varlık, ayan-ı sabite süretlerinde
Hakk' ın belirmesinden başka bir şey
değildir. (Fusus ül Hikem: 64).
2. Allah Fikri :
Veysel'de Allah sevgisi, kuru; yap
macık, zihni değildir (Tatçı 1997: 488). İlml, fazlı, irfanı, imam, ahlak ve sana
tıyla bir bütün oluşturan; halk irfanını
mayalayıp bereketlendiren bu şair:
Cümle canlı her topraktan
Var olmuştur, Emir : Hakk'tan
Rahmet dile sen Allah'tan
Tükenmez rahmet kapısı
derken, Allah'ın rahmet kapısının
tükenmez ihsanıııı dile getirmektedir.
Allah birdir peygamber Hak
Rabbül alemlndir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırası
derken de; insan olmanın, ruhun
da inkılap geçirmenin içten ruh değiş
mesine uğramanın, insanlık idealine
ulaşmanın önemine işaret eder.
Hayyam'a görünmüş kadehte,
meyde
Neyzen'e görünmüş kamışta,
neyde
Veysel'e görünür mevcOd her
şeyde
Ne sen var ne ben var bir tane
Gaffar
Veysel'in Allah'ı kavrama mantığı
rasyonel ve insanidir. Dünyaya açılan penceresinin çapı oldukça geniştir.
3. Vahdet-i VücOd Anlayışı:
Lügat manası "varlığın birliği" de
mek olan vahdet-i vücOd tasavvufi bir
terim olarak bilme, Allah'tan başka
varlık olmadığının idrak ve şuuruna sa
hip olmak anlamına gelmektedir. ·
Vücud'un yani varlığın tek olup
bunun da Vücud-ı ilahiden ibaret olması ve ondan başka bir vücudun var-
1 ığına imkan bulunmaması (Köprülü
1918: 15) şeklinde de izah edilir. Bu
görüş bir çok mutasavvıf tarafından be
nimsenmiş ve üzerinde çok tartışılmış
tır. "Bilhassa Muhyiddin ibnü'l-Arabl
(560-630/l 165-1240)'d~n sonra, belirli ve tertip edilmiş bir meslek olarak İs
lam tasawufunun mühim bir esasını
teşkil etmiştir. Bundan sonra bu mes
lek, bütün islam alemindeki mutasav
vıflarda olduğu gibi, Türk mutasavvıfla
rının önemli bir kısmında hakim görüş
olarak benimsenmiştir.
Vahdet-i vücud nazariyesine sahip
olan ehl-i tasavvufa göre, kendi zatıyla
kaim olan vücud birdir ve bu da Allaha Teala'nın vücududur. Bu vücud, vacip,
kadim ve ezelldir. Çokluk, parçalan
ma, değişme ve bölünme kabul etmez.
Gölge nasıl, şahsın veya cismin vücu
dundan başka vücuda sahip değilse,
varlıklar da Allah'ın vücudundan başka bir vücuda sahip değildir. Vahdet-i vü
cud, varlığın birliği inancıdır. Bu fikre
göre, bütün varlıklar bir vücuttan iba
rettir. O da vacibü'l-vücOd olan Al
lah'ın zatıdır. Görünen alem Allah'ın
esma ve sıfatının tecellileridir. Onu za
tıyla bilmek ve anlamak mümkün de
ğildir. O, ancak sıfatlarıyla anlaşılabi
lir. Allah, her türlü noksanlıktan mü
nezzehtir.
Vahdet-i Vücud'u ezelde, hal' de ve
ebed'de olmak üzere üç halde incele
yebiliriz.
a. Ezelde Vah~et-i VOcOd :
Ezelde Allah'ın "zat"ından başka
hiçbir şey yoktu. Allah gizli bir hazine
(Künt-ü kenz)'dir ve bilinmek iste
miştir. Vahdet-i vücud fikri La-mekan,
künt-ü kenz kavramlarıyla açıklanabilir.
Allah vardır. Onunla beraber hiçbir
şey yoktur. Ezelde vahdet, ondan başka
hiçbir varlığın olmadığı söylenerek bil
dirilir.
O, baki'dir yani ebediyyen var
olandır ve varlığı vazgeçilmez, olandır
ki vacib-ül-vücud'dur. Her şey onun
"kün" emriyle vücuda gelmektedir.
Aşkımın temeli sen bir alemsin
Sevgi muhabbetsin dilde kelamsın
Merhabasın, dosttan gelen selamsın
Duyarak alırım sen varsın orda
Mevcudatta olan kudreti kuvvet
Sende hasıl oldu sen verdin hayat
Yoktur senden başla ilanihayet
İnanıp kanmışım sen varsın orda
Veysel'i söyleten sen oldun mutlak
Gezer daldan dala, yorulur ahmak
Sen ağaç misali, biz dalda yaprak
Meyve çekirdeksin, sen varsın orda
Kainattaki her şey birer "nakış ve
suret" ten ibarettir, hepsinin aslı Al
lah'tır. Alemdeki bütün mevcudat, as
lında Onun vücududur.
Vahdet-i vücOd'a dayalı yaratılış
inancına ve kozmik şuura sahip olan Veysel, zerreden küreye bütün yaratıl
mışın özündeki yaratıcı gücü şöyle dile
getirir:
Kimse bilmez dünya nasıl
kurulmuş
Her cisime birer zerre verilmiş
Cümle varlık bir kuvvetten var
olmuş
Gelen ne, giden ne, yol ne,
yolcu ne?
onda "Vahdet-i vücüd" noktasına varan tasawuf neşesi;
Saklarım gözünde güzelliğini
Her nereye baksam sen varsın arda
Kalbimde gizlerim muhabbetini Koymam yabancıyı, sen varsın
orda
mısralarında, şiirinin temel düşün
celerinden biri olan birlik düşüncesi, Yunus'ta felsefi bir dünya görüşüne dö
nüşürken, Veysel'de Karacaoğlan'ın
güzellik duygusuyla kaynaşır. Pir Sul
tan f\bdal' ın topluma seslenen yüreğiy
le, Dadaloğlu'nun dağlar dolusu sesi
bütünleşir.
Ona göre; kainat, bütün varlıkların
bir tek nurdan var oluşunu belgeler:
Nuru ile bu alemi kapladı
Azimdir, Kerim'dir, Gafür'dur adı.
Her nesnede mevcüd her cesedde
can
Anın için dedik biz ona canan
Evvel ahir Odur, Onundur ferman
Ne sen var, he ber va~, bir tane
Gaffar
Veysel; çokluk içinde dağılan ira
deyi birlikte toplayıp; insanlığın yerde
ki bütün bayağı ihtiraslara bulaşıp, kir
lenip, kararmasına, körleşip hoyratlaş
masına engel olacak güzellik·lere açıl
masını diler.
O cihana sığmaz ondadır cihan
O meka'na sığmaz ondadır mekan
O devrana sığmaz ondadır devran
Ne sen var ne ben var bir tane
Gaffar I
"Ümidi ve · dayanağı kaybolmuş
topluluklara; ilahi heyecanın, saf ima
nın, aşkın kapılarını açarak, onu bir ruh
hijyerine götürmek" ona göre büyük
bir hamledir.
Irmak olup kavuşunca denize
Dalgalandık coştuk biz bize
Bu beyitte deniz vahdeti temsil
eder. Dört bir yandan akan bütün ır
maklar geçici varlıklarını Cenab-ı Al
lah'ın mutlak varlığında yok ederler.
Veysel, bu vahdet denizine dolma
nın ancak, "küşe-i vahdet"e varmakla
mümkün olacağına inanır.
Küşe-i vahdete çekilsem dursam
Mihnet-i dünyanın derdi bırakmaz
Bitmez bu dünyanın kuru davası
Çekil Veyse.1 bir kOşe-i vahdete
4. Bilgi, Varlık, Ahlak Görüşü:
Aşık Veysel'in kainat görüşünü açık
larken ifade ettiğimiz bir nur enerjisi
vardı. Bu nur enerjisi bizi, soyut alem
den somut aleme geçirmekteydi. ilim
soyut _ve somut bütün alemleri içine
almaktadır. Biz bir yandan, madde (nar
enerjisi) öte taraftan manayı ifade eden
ve kuantlaşma özelliği olmayan nur'un
sebebi ve sonucu olan il imin, bilginin
insanoğlunun görüş ve değer yargıla
rıyla yorumlanması gerektiğini düşünü
yoruz. Elmalıf ı'nın, tefsirinin 2. cildinin
212 sayfasında şöyle bir q.nl ayışa rastı ı
yoruz: "Ezelden ebede doğru zincirle
me ol arak akıp giden sebep ve sonuç
lar ilişkisi bir bütün haf inde yaratılışın
başlangıcı ve sonucu itibarıyla Allah'a
dayanır. Bu, akıl ile ilmin alanıdır. Bu
ikisi birlikte gözetildiği takdirde akıl ile
kalp birleşecek ve o zaman insan, in
san-i kamil olacaktır11 şeklinde özetle
mektedir.
Hz.Peygamber'in 11 Faydasız ilim
den Allah'a sığınırım. 11 hadis-i şerifi
üzerinde bu ani amda düşünmek gere
kir. Bilme, görme, olma (ilm-el yakiyn,
ayn'el yakiyn, hakk-el yakiyn) olgusu
nun nasıl uzun bir mücadele ve müca
hade yoluyla kazanıldığı, keşfi hakikat
bilgisine ulaşarak dünyayı bir bütün
halinde kavramanın ne kadar zor oldu
ğu bilinen bir gerçektir.
Tasavvufi bilgi, bu sebeple, tefekkür
üzerine oturtulmuş bir alandır. Tasavvuf
dilinde görmeye idrak denir. Özel anla
mı ile her şeyi ruhen müşahede etmektir
ki buna (istiğrak hali) de denir.
ŞuhOd, görme hem dışa hem de içe
aittir. Dışa ait şuhOd göz ile görmedir,
içe ait şuhOd da ruh ile idratir. Tefek
kür, idrak, tedbir her şeyi kemale götü
ren araçlardır.
Gerçek ilim küll'e varmakla olur,
küll'e varılmazsa tefekkür noksan ve
gerçekte ilim dışı olur. Tefekkür denizi
ne dalmak, insanın, ezeldeki aslını ara
maktır ki tekrar asla dönüştür.
Tefekkür, tecelliyatı doğurur ki ru
hun terbiyesidir. Ruhlarını terbiye
edenlerin en büyükleri Nebilerdir. On
lar, bilgisiz aşk olmayacağını bilirler.
Veysel bu sebeple;
"Cahil beni görebilmez11
mısrasında , "akıl + idrak+ gönül
gözü11 ile görmeyi önemser.
Gözsüz beni kim gördü?
feryadıyla bilgisiz insanların ne ka
inatı ne insanı ve ne de Allah'ı bileme
yeceğini haykırır.
Cahillere cennetin kapıları açıla
maz, çünkü, cennete girmek bilgi işi
dir. Bilgisiz bir ruh nura ulaşamaz. Bi l
gisiz ruhlar ölümden sonra bilgisizi ik
derecelerine göre yıldızların birinde
saplanıp kalırlar veya esfe/'de dolaş ıp
dururlar. Semaların kapılarının açılma
sı ancak bilgi ile mümkündür. Çünkü,
Mirac bilgi iledir. Kapıları açacak olan,
yani bilinmeyenleri keşfedecek olan
bilgidir. Bilgili ruh cennette, bilgisiz
ruh da cehennemde sayılır (Sunar
1974: 387).
Oysa, Veysel felsefenin başlıca konularından olan varlık, bilgi ve ahlak
konularını dile getirirken insan denen
muammanın ne olduğunu sormuş, var
lık sebebini çözmeye çalışmıştır. O mahviyyet sahibi, mistik bir otoritikçi
dir.
Veysel, varlık sebebini çözmeye
çalışırken mistik bir tavırla şöyle sızla-
nır: ,_
Varlık noktasını açık gösterdi
İrade-i cüz'ün eline verdi
Hakk'ı bilen her eşyayı hak gördü
VücOdun şehrine O sultan oldu
Varlık konusundaki derinliğini şu
şiirinde, mevcOdattaki kudret ve kuv
veti düşünerek şöyle anlatıyor:
Yıllarca aradım kendi kendimi
Hiçbir türlü bulamadım ben beni
Hayal mıyım ürüya mı bilinmez
Hiçbir türlü bulamadım ben beni
İnsan mıyım mahluk muyum
ot muyum
Ekilir biçilir bir nebat mıyım
Yoksa görünüşte bir sıfat mıyım
Hiçbir türlü bulamadım ben beni
Leyla mıyım Mecnun muyum
çöl müyüm
Arı mıyım çiçek miyim bal mıyım
Köle miyim bir güzele kul muyum
Hiçbir türlü bulamadım ben b~ni
Varlığım yokluğum bir Veysel adım
Gök kubbede kalacaktır ses kadim
Elli üç yıl kendi kendim aradım
Hiçbir türlü bulamadım ben beni (s. 227)
Hakikat aşkına gönül veren Veysel,
"Mutlu toplum erdem li bireylerden
oluşur, erdemi sağlayacak olan da hik
mettir.", görüşüne sahiptir. Allah'ın ah
lakı ile ahlaklanmak gerektiğine inan
maktadır.
Türk ahlakının dayandığı temeller
incelendiğinde; "devirlere, dillere, me
deniyetlere, modalar, fikirler ve ihti-o
yaçların değişmelerine rağmen her za-
man aynı kalan bir güç vardır. Bu güce,
yüksek ve insani konulara çevrildiği,
yükseldiği ve yüceldiği zaman "aşk"
adını veriyoruz". ,
Aşk, ruha teslim olmaktır. RGh, eş
yayı ahenk içinde toplayan, fiillerimize
bütünlük veren aşkla beraber kemale eren bir varlık bilincidir. Fertte toplumu,
insanda insanlığı sevmek parçaya değil
bütüne ulaşmak mertebelerinde varlığın
safha safha zuhurunu görmektir.
insan gerçeği üzerine ahlaki bina
kurulduğu an, insanlık aşkın küllileş
inesi; alemin, insan denilen bir mihrak
etrafında yer alması manasına gelir.
ROh ve ahlak asaletinin, vehimler ve
kuruntulardan uzak dünyasında; ahlak
lı olmakla kuvvetli olmak arasında hiçbir fark yoktur. Yüce ve evrensel bir
sevgi erdemine yol açan ahlak', insanı
bencilliğin tutsaklığından, negatif tut
kuların baskılarından kurtararak gönül
ler arasında ruh kaynaşması sağlar.
ROh olmadıktan. sonra kalıp neye ya
rar? İkbal hırsı ve çıkar kaygısı olmayan, ahlaki seviyenin, zamanlar ve me
kanlar üstünde devam eden evrensel
niteliği üzerinde durmak gerekir.
5. Aşk:
Mistik idrakin temelinde "aşk" var
dır. Aşk, var oluşun sebebidir. Eşyanın
sırrını da aşk ile öğrenebiliriz. Bu gö
rüşe Aşık Veysel de katılır. Bir kıt'asında Veysel, aşk kavramını estetik olarak
ele alır. (Buna göre, aşk "tütünsüz bir
ateş"; "ceset sobasında, kalp ocağında
yanan bir ateş"tir. Buradaki somut ben
zetme unsurları Anadolu köy evinin bir
odasının tipik bir tasvirin! gözler önüne
sermektedir: Sobalı, ocaklı küçük bir
ev. Veysel, aşk gibi soyut bir konuyu
anlatırken sosyal hayat ve geleneği
edebi olanla çok güzel birleştirmekte
dir (Tatçı 1997: 500).
El vurma yarama yaklaşma kardaş
Derdimi söylesem tükenmez
baş baş
İçimde yanıyor tütünsüz ateş
Ceset soba gibi kalbim bir ocak
Dünyaya mana ve hikmet dolu
·gözlerle bakan Veysel, hakikat ve ma
rifetin diliyle konuşmaktadır. Yanmak
nasıl bir oluş hamlesidir?
Aşk oduna var mı evez
Ona yanan yandım demez
Bu yangını görmeye akıl ve idrak
gözü yetmez, gönül gözü gerekir.
"Gözsüz beni kim gördü?"
Aşıklar Allah'ın dili ile konuşurlar.
Bilgileri de vehbi'dir.
Herkese gizlidir bu sırr-ı hikmet
Her nesnede vardır bir türlü hikmet
Veysel'i söyletir bir büyük kuvvet
Söyleyen ne, söyleten ne Tanrı ne?
insanın iç dünyasını yıkan, madde-
siyle manasının ara.sına karlı dağlar ko
yanlara karşı o, aşkla seslenir:
Aşk denilen bir deryaya
Çıkamazsın girme gönül
Marifet, bilgi; aşk ve sevgi varlığın
iki temel gereğidir. Bu aşk bir deryadır,
haddi bulunmaz.
Aşka mahkumuz. ezelden
Bu menzilde dur durak yok, engin
lere açılmak, sonsuzluğa aŞık olmak,
her gün yeni kıtalar keşfeden bir aşık
gibi yol almak ...
Sevda derler bir sahile ulaştım
Aşkım deryasına daldı gizlendi
Kainatın mevcudiyetine sebep aşk-
tır, mevcudatı hareket ettiren aşktır. Aş
kı, layıkı ile tatabilmek için de som ve
ulvi bütün mertebeleri birer birer geç
mek, kah acılarla, kah zevklerle dolu
olmak gerekir ki, zaten hilkat de yaratı
lış da bu süretledir; ezeli kanun da bu
dur:
Aşk, insanda tamamlanır. Çünkü,
insan cevherdir, alemin zübdesidir.
Güzelliğin on par'etmez
Bu bendeki aşk olmasa
mısralarına göre, "aşk" ve "insan
lık" iki büyük hakikat, "biri başlangıç,
öteki sona ermek, biri yola çıkmak,
öteki ulaşmak"tır.
Aşk'a erenlerin birbirine hitabı gö
nül diliyledir. Onlar, kemal ehlidir, ne
vaaz ne nasihat ne de telkine ihtiyaçla
rı vardır. Aşk'a erenler ruhlarında hür
riyet olanlardır. Dışlarındaki hiçbir
kuvvete, hiçbir varlığa, hiçbir kütleye
muhtaç olmadan kendi başlarına bir
şahsiyet olanlardır.
Aşk ve şevkle pasif ve durgun top
lulukları uyanık ve cevval bir zihniyete
davet, ortak ülkülere bağlı irfan mer
kezleri kurmak suretiyle kolayca başa
rılabilir.
Aşıklar, ilahi hikmetin diliyle konu
şurlar. Bilgileri de vehbldir. O sebepten
anlamak için üzerlerinde durmak ve
düşünmek gerekir.
Herkese gizlidir bu sırr-ı hikmet
Her nesnede vardır bir türlü hikmet
Veysel'i söyletir bir büyük kuvvet
Söyleyen ne, söyleten ne, Tanrı ne?
~· Akıl, Gönül:
Türk tefekkürünün mayasında in
celtilmiş bir manevi bünye, insandan
topluma yayılan fazilet, feragat, safvet
ve sevgi gibi duygular, madde ile ma
nanın arasını bulan bilgelerin, akıl ile
gönül sentezi hakim görüş olarak bi
reyden topluma uzanan bir felse.fi ze
mindir.
Maddeyi şahlandıran, manayı sin
diren beşeri hırsları bileyen bugünün
dünyasının bu uyarıcı ve istikamet ve
rici felsefeye ihtiyacı vardır. Aklın irade
ile birleşmesi, hayalin hakikat haline
dönüşmesi, fikrin fiile ulaşma.Si ariflerin
dünyasıdır.
Arifler akıl ile, fakat tamamen zatı
bir görüş ve zati bir idrakle, · vasıtasız
olarak her şeyi idrak ederler ve hakika
ti bulurlar. Akıl ile hikmet arasında sıkı
bir yakınlık.Yardır. Bir olayın ezeli giz
li kanunlara bağlanması hikmettir, bağ
lanan yerde akıldır. Hikmet, Allah'ın
sıfatlarındandır (Sunar 197 4: 260).
Akla, ilimle aydınlanmış akla ve il
me çok değer veren tasavvufi yapı Hz. Muhammed'in "Ben il im şehriyim.",
vasfını dikkate alarak gönle yol kateder. Aşkın mekanı, gönül batını (iç, öz) bir
idrak mahallidir. Bütün soyut ve fizik ötesi olgular gönülde kavranır, bilinir.
Veysel, insan kalbinin aslının "nur"
olduğunu söyler. Varlık aleminde görü
nen kuvvet ve hakikat gönüldür. Bir
yandan;
Bilirim aslını nursun gevhersin
Bütün mevcudatta her şeyde varsın
Yenilmez yorulmaz ne hoş
damarsın
derken, öte yandan da:
Gönül der Veysel'e ey ahmak kişi
Bensiz yürümüyor dünyanın işi
Bütün dünya benden al ı r cümbüşü
Bensiz damarlarda oynamaz kanın
diyerek, güzelliklere yol bulmak,
yaratılış sırrını anlamak, nerede gelip nereye gittiğini çözmek, içe yönelmek, hakikate gönül vermekle mümkün ola
cağına işaret eder.
İnsanoğlu, afakta, dışarıda gezmek-.
le kendi muammasını çözemez. İki zıt
kutbu kendisinde toplayan insan, her
an bir çatışma içindedir. Zıt kutuplar
dan sıyrılıp birliğe dönmek, kurtuluşa
dönmek demektir.
insan nefsinden; ikiliklerden, dün
yanın engelleyici zorluklarından kur
tulmak istiyorsa, "ben" inden hareket
etmeli, beşeri benliğini, ilahı benliğe
tebdil etmelidir. Bu da ancak, akılla
gönlün bir arada seyriyle mümkün ola
bilir.
7. Nefis:
Nefs, lügatte; ruh, can, ceset, kan;
bir şeyin zatı, ayni, cevheri, kendisi;
azamet, hamiyyet, izzet, gıybet, irade,
işkence, ukubet gibi çeşitli anlamlarda
kullanılmıştır. Nefis veya ruh ayrıca
Cibril, İsa, üflemek, Nebilik, emri, Al
lah hükmü ve emir. .. gibi anlamlara da
gelir (Cebecioğlu 1997: 547).
Kur'an daki nefisin sıfatları ile ilgili
ayetlere ve nefisteki hakim olan özel-
1 i klere göre tasavvufta nefis mertebele. ri şunlardır:
1. Nefs-i Emmare: Bu hal, iç güdü
sel dürtülere, maddi istek ve arzulara
engel konulmasına karşı çıkan, bu ko
nuda bir kural tanımayan, zevk ve eğ
lenceden başka bir şey düşünmeyen ki
şilerin bulunduğu haldir diyebiliriz.
2. Nefs-i Levvame : Kötüleyici, kı
nayısı nefis demektir. Bu durumda olan
insan kötülük yaptıktan sonra kendini
ayıplar, pişmanlık duyar. Fakat fam
olarak kötü hareketlerden kendini kur
taramaz.
3. Nefs-i Mülhime: İlham eden ne
fis demektir. Bu haldeki nefis yapılma
s ı veya yapı lmaması kötü olan davra
nışlardan sakınmak, güzel olana davra
nışları yaparak korunmak gerektiğini
telkin eder.
4. Nefs-i Mutmainne : Emin olan,
rahat olan nefis demektir. Bu haldeki
insan her şeyden çok Allah'ı sever.
Kalbi onunla mutmain olmuştur. Gön
lünden dünyaya ait maddi istek ve ar
zuları çıkarmıştır.
5. Nefs-i Raziyye : Allah tan razı
olan nefistir. Bu haldeki alemde var
olan her şeyi, itirazsız, gönül hoş
nutluğu ile kabul edip, haz ve zevk du
yar. Yalnız Allah'la meşgul olur.
6. Nefs-i Marziyye : Razı olunan,
Allah'ın razı olduğu nefistir. Övülmeye,
övmeye, şöhrete ihtiyacı yoktur.
7. Nefs-i Kamile : Manevi olgunlu
ğun son basamağıdır. Burada mücahe
de tamamlanmış, nefis olgunlaşmış ke
male ermiştir.
İnsan, kendi iç varlığını araştırıp
öğrendiği takdirde, kendini bilir, kaina
tı anlar, onu yaratan yaratıcıyı kavrar.
İlim-i ledün bilgisini elde edenler, "İlim
ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir." ,
fikrine ulaşabilirler.
Çünkü nefsini bilen kişi Allah'ı bi
lirmiş mısraında Niyazi Mısrl'nin söy
lediği ile Aşık Veysel'in ifade ettiği,
Topraktandır cümle beden
Nefsin öldür ölmeden
aynı derinliği taşırlar.
Nefsin özünü, zatını ve mahiyetini
kavramamız mümkün değildir; ancak
onu işlevleri ile anlayabilir ve varlığını
kabul edebiliriz.
9. Ölüm Anlayışı:
Batı'da ölümü inceleyen, "Tanato
loji (fhanatology)" adlı bir bilim dalı
geliştirilmiştir. Batı dünyası ölümü ge
niş bir perspektifle incelemiş, tartışmış
ancak felsefi anlamda fazla mesafe kat
edememiştir. Paradoksal çözümler,
rasyonel bakış açıları; kaos, boşluk ve
hiçlik üretilmiştir.
Yunan felsefesine bakıldığında, ilk
çağdaki Stoacılar "Ölüm her an hatır
lanmalıdır." derken; Epikürcüler "Biz
var olduğumuz sürece ölüm yoktur,
ölüm geldiğinde de biz yokuz." (Öner
1989: 18) felsefesine sahip oldukları
görülür.
Bizim dünya görüşümüzde ölüm,
ayrılık değil, "Hayat-ı ebediyenin mu
kaddimesidir, mebdeidir ve vazife-i ha
yat külfetinden bir paydostur, bir terhis
tir, bir tebdil-i mekandır. Berzah alemi
ne göçmüş yakınlarına kavuşmaktır.".
Yaşam ile ölüm, aydınl ık ile karan
lık gibi, ilk bakışta birbirine zıt görün-
mektedir. Ancak ölümün varlığı, haya
tın yaşanan yönüne, yani yaşamın ken
disine bir şekil ve anlam kazandırmak
tadır (Geçtan 1994: 169). Ölüme yak
laşım tarzı ile varoluşa yüklenilen an
lam arasında karşılıklı bir ilişkiden bah
sedilir. İster genç olsun isterse yaşlı ol
sun bütün bireylerin varoluşsal yapıla
rının temelinde ölüm anksiyetesi, kor
kusu vardır.
Can kafeste durmaz uçar
Dünya bir han,,konan göçer
Ay dolanır, yıllar geçer
Dostlar beni hatırlasın
Bireylerin bilinçaltında ve toplu
mun kültür düzeyinde ölüm olgusu ko
lay ve basit algılanmamış; bilakis her
çağda bireyler, ölümün basitliğini ka
bul etmeyip ölüm olgusuna bir takım
sembolik ifadeler yüklemek suretiyle,
ol_guyu anlamland ırmaya çalışmış l ardır
(Hökelekli 1991: 153).
Düşünülürse derince
Irak, görünür görünce
Yol bir dakka miktarınca
Gidiyorum gündüz gece
Ölüm bir kalıptan baŞka bir kalıba geçiştir ve bize çok yakındır.
Gemi bekliyor limanda
Gideceğim bir ummanda
Gözüm kalmadı cihanda
Gelmez yola gidiyorum
Veysel'de ölüm fikri derindir. İnsa
nın yok olup gitmediğini, varlık alemi-
ni bir başka boyutta devam ettirdiğini
düşünür. Ölümde hayatın ölmezliğini
görmek, hayatın bir başka biçimde ye
nilendiğini hissetmek bize mahsus bir
düşünüştür.
Kültürümüzdeki bu temel anlayış
Veysel'in de ölüm karşısında immora
list (ölümsüzlüğe inanan) olmasına se
bep olmuştur. Ona göre ölüm basit in
sanların sonudur. Ölümü anlatırken,
insanı toprakta kaybolup gidecek bir
varlık olarak değerlendirmez. İnsanı
şah damarından yakalayıp varlık ale
minin içine bırakır. Ebedi bir hayatı ya
şamaya hazırdır artık insan! Onda
ölüm bu anlayışla yeni bir boyut kaza
nır (Tatçı 1997: 496-497).
Aslıma karışıp toprak olunca
Çiçek olur mezarımı süslerim
Dağlar yeşil giyer bulutlar ağlar
Gökyüzünde dalgalanır seslerim
Evvel de topraktır, sonra da adım
Geldim gittim bu sahnede oynadım
Türlü türlü tebdilata uğradtm
Gahi viran şen olurdu postlarını
Devriye türünde yazılan bu şiir'de
(Bakara Suresi a.156) Allah'tan gelen
Allah'a dönecektir ayetine atıf vardır.
Derin bir tefekkürün eseri olan top
rakla, yokluğu; çicekle yeniden doğuşu
ifade eden Veysel, insanı ölümlü (top
rak), ölümsüz (ruh) yönleriyle birlikte
ele alır. İnsan, varlığı kendisinde topla
yan şerefli yaratılmış yapısıyla ele alın
mıştır.
Ölümden ne korkarsın/ korkma
edebi varsın veya Herdem yeniden do_- ·
ğarız bizden kim usanası diyen Yu
nus'la Veysel aynı eksendedir.
Açar solar türlü çicek
Kimler gülmüş, kim gülecek
Murat yalan, ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın
Ölüm gerçek, yeter ki ruh olgunla
şıp, aslı ile birleşmeye layık hale gele
bilsin. Gaflet tuzağına düşmesin.
Bir gemi deryada bocalar gibi
Geçirdim gönümü gaflet içinde
Evvel de topraktır sonra da adım
Geldim gittim bu sahnede oynadım
Türlü türlü tebdilata uğradım
Gahi viran şen olurdu postlarını
Bu dünya bir sahnedir. Herkes
oyununu oynayacak ve birgün asli va
tanına dönecektir.
Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca, yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın
Ölümü, bedenin tükenişi olarak
düşünürsek; "tütmez baca", "yanmaz
ocak" terimleri bizi üzerinde düşünmeye davet eder.
Ne zaman toprakla birleşir cismin
Cümle mahluk ile bir olur ismin
Muradı, maksudu, hepsi yalan
Ölümü dünyada hakikat gördüm
O hakikat sırrına ermiş olduğu açık
olan Veysel, ölmeden evvel ölmenin
ne anlama geldiğini çok iyi bildiği için;
Ecel gelir ölüm haktır
Saklanmaya imkan yoktur
gerçeğine parmak basar.
Çünkü pervaneye ateş mübahtır
Cesette emanet bir can görünür
Her canlı bir gün° emaneti teslim
edecektir.
Her mü'minin iki kapısı vardır : Bir
kapıdan mü'minin ameli yükselip çı
kar, ötekinden rızkı iner. Mü'min ölün
ce bu iki kapı ona ağlar (Tirmizl: 29)
Alimler alemi ölçer biçerler
Hanını hasını eler geçerler
Bu dünya fanidir konar göçerler
Veysel der ki: gel barışak küslerim.
Dünya malına tamah edenlere şöy-
le seslenir:
Nuşirevan Adil nerede tahtı
Süleyman mührünü kime bıraktı ?
Bunların dışında, Veysel'in tasav-
vufi dünyasında zihnen ve manen bağ-
1 ı olduğu iki mana sultanına şiirler var
dır. Hacı Bektaşi Veli ve Mevlana. Her
ikisinin de 13. yy.da Anadolu'da Türk
birliğinin kuruluşunda, İslam'ın hoşgö
rü ve tefekkürünün yorumlanmasında
payı büyüktür.
Şairimizin yazdığı bu iki Niyazna
me mutlaka bu gerçeği görmek açısın
dan ele alınmalıdır.
SONUÇ:
Dünyamızın mihver insandan
mahrum kalması demek, beşeriyetin
ölümü demektir. Kafası cemiyetin bü
yük davalarıyla uğuldayan Aşık Vey
sel'in, bu manada bize verdiği malze
me oldukça geniş ve derindir.
o
KAYNAKLAR A YVERDİ, Samiha; Milli Kültür ve Marif Dava
mız, isı., 1978
BAKİLER, Yavuz Bülent; Aşık Veysel Kült. Bak.
Yay., Ank., 1989 ·'
BAYRAKTAR, Mustafa; Tasavvuf ve Modern Bi
lim, isı., 1989
ÇELEBİOGLU, Ethem; Tasavvuf Terimleri ve De
yimleri Sôzlügü, Ank., 1997
GENÇT AN, Engin; Varoluş ve Psikiyatri , İst., 1994
GÖLPINARLI, Abdülbaki; Gülşen·i Raz Şerhi,
MEB, İst., 1972
GÖKYAY, Orhan Şaik; #Veysel, Şiirleri ve Yap
tığı" TFA, Mart 1974, Nu: 296, Yıl 25, C.15
HANÇERLİOGLU, Orhan; Felsefe Sözlügü, ist.,
1989
HÖKELEKLİ, Hayati; "Ölüm ve Ölüm Ötesi Psikoloji" UÜİFD, C.3, S-3 Bursa, 1991
KÖPRÜLÜ, Fuad; Türk Edebiyatında ilk
Mutasavvıflar, İst., 1991
ÖNER, Necati; Stres ve Dini İnanç, Ank., 1989
SUNAR, Cavit; Tasavvuf Felsefesi ve Gerçek Fel
sefe, Ank., 1974
SUNAR, Cavit; Melamilik ve Bektaşilik, Ank.,
1975
TATÇI, Mustafa; Edebiyattan İçeri, Ank., 1997
TOPÇU, Nurettin; Milliyetçiliğimizin Esasları,
ist., 1978
ÜLKEN, Hilmi Ziya; "İslam Düşüncesi", il. fs/am
Felsefesi Tarihi, İst., 1957