84
HALK İÇİN MÜHENDİSLİK MİMARLIK YERİNDE VE YERLİSİYLE İNŞAYA DOĞRU MİMAR MECLİSİ’NDE BİRLEŞELİM! Yıl: 3 Sayı: 5 Fiyatı: 7.5 TL (KDV Dahil) Haziran-Temmuz-Ağustos 2016

Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Haziran-Temmuz-Ağustos 2016 sayısı

Citation preview

Page 1: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

HALK İÇİN MÜHENDİSLİK MİMARLIK

YERİNDE VE YERLİSİYLE İNŞAYA DOĞRU MİMAR MECLİSİ’NDE BİRLEŞELİM!

Yıl: 3 Sayı: 5Fiyatı: 7.5 TL (KDV Dahil)

Haziran-Temmuz-Ağustos 2016

Page 2: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı
Page 3: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

3

içindekiler

4 yeni sömürge ülkemizde

mühendislikmimarlık

8 akp,botaş'ıkendiözelşirketigibi

kullanıyor

13 yinefakirdenalıpzengineverme

vergisigeliyor

15 akp'ninnükleeryalanları

17 kapitalizmgölgesinisatamadığı

ağacıkeser

19 tayyip'eaşık,halkadüşman

olanlarınmühendisiolmayalım

21 maden,madencilikvemaden

mühendisliğiüzerine

26 mimarmeclisikimdir?

27 gülsüyücemeviyarışmasının

düşündürdükleri-mimar meclisi

30 yıktığınızızannettiğinizduvarlar

halaayakta-mimar meclisi

32 binlerceodalısaraylarınız,bu

düzeninçöküşününsimgesidir

34 mimarlarodasıdeğil,ağaoğluve

şirketlergrubuteröristtir

36 akptoki'yiyarattı,tokideakp'ye

kulluk ediyor

42 kürdistan'dayıkımve

kentseldönüşüm

44 moskovametrosu

48 baldırıçıplaklarınkomünistmimarı:

oscarniemeyer

52 akp'ninsaldırılarınakarşı

akademisyenlerinyanındayız

54 b.kyemeninprofesörcesi

55 emperyalizminaydınıolmak

57 mühendismimarşehitlerimiz:

hasanbalıkçı

58 headstart:açlıkveikiyüzlülük

60 bilimveteknolojiylehalkı

kandırmanınyeniadı:4.5g

62 küba:insanhayatınınherşeyden

öncegeldiğiyer

66 yalınayaklımühendislervehalkın

mühendisleri

70 gazimahallesi'ndehalkbahçesi

kuruyoruz-halk bahçesi komitesi

74 budabenimhikayem-mayıs kurt

77 halkınmühendismimarları,gezici

sergiveseminerlerdüzenliyor

78 haberler

merhaba,

Uzun bir aradan sonra yeni sayımızla karşınızdayız. Öyle bir uzun ara ki bu; öncekisayıdanbuyanageçensüre1yılayakıniken,sankibu1yıl,1asırmışgibigeçti.

Neacılar,nekıyımlaryaşanmadıkibusüreçte...AKP,halkaaçtığısavaşıdahadabüyüttü;Türkiye tarihinin en kanlı, en kalleş katliamlarınıTürkiye halklarınayaşattı. 20Temmuz’daSuruç’ta33,10Ekim’deAnkara’da107insanımızıkatledencanavarınadıIŞİD’di;bucanavarıyaratanemperyalizmvebesleyipbüyüteniseAKPidi.Vebuülkenineskibaşbakanı,IŞİDiçin“öfkeliçocuklar”,“canlıbombalarıeylemyapmadantutuklayamayız”derken;24TemmuzgecesiGünayÖzarslanBağcılar’da,18EkimgecesiDilekDoğanArmutlu’daevindepoliskurşunuylakatlediliyor,ardındandabasına“canlıbombaydı”diyeyalanhaberlerservisediliyordu.VeyineArmutlu’da,20ŞubatgecesiYılmazÖztürk,evinegiderkenpoliskurşunuylakatlediliyordu.

AKP’nin katliamları bununla sınırlı değildi. “Kadın da olsa, çocuk da olsa gereğiyapılacaktır” diyenler; Kürdistan’da taş üstüne taş bırakmadı. Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de,Silopi’devebirçokbölgedeyüzlerceKürt’ü katletti. Sokağaçıkmayasağı ilanetti, kafasınıdışarıçıkaranıkatletti.Bodrumlarda,sokakortasında,kucağındabebekle...Vedüşüneninsanadüşmanolanlar;buhalkınaydınlarındanbirini,AvukatTahirElçi’yikatlettiklerinde;tarih28Kasım’ıgösteriyordu.

EmperyalizminişbirlikçisiAKP;buvatanıhalklaracehennemeçevirirken;emperyalizmdedünyayıcehennemeçeviriyordu.60milyoninsanıkendiülkesindegöçettiren,gurbetelleriumutkapısıolarakgörmesinenedenolanemperyalizm,Bodrumsahilindecesedibulunan3yaşındakiAylanbebekiçin“insanlıkkıyıyavurdu”diyordu;fakatkıyıyavuraninsanlıkdeğil,emperyalizmdi.

DilekDoğan’ınkatili,ismicismibelliolmasınarağmentutuklanmazken;MİTTIR’larındakisilahlarınSuriye’dekicihatçıçeteleregittiğiniyazangazetecilerCanDündarveErdemGül3aytutsaklıkyaşıyor,sonrasındadatoplam10yıl3ayhapiscezasınaçarptırılıyordu.Barışiçinakademisyenler bildirisine imza attıkları için 4 akademisyendeKürdistan’daki katliamlarakarşıbarışistedikleriiçintutuklanıyorlar;devletterörününbirparçasıolarakyargıterörüdehalkıhizayagetirmekiçinkullanılıyordu.

Bu tutuklama teröründen Halkın Mühendis Mimarları da nasibini alıyordu. Ankara’daHüseyingazi Mahallesi’nde gözaltına alınan arkadaşlarımız Mayıs Kurt, Demet BüyüktanırveÇiğdemŞenyiğithakkındaAğustosayındatutuklamakararıçıkarıldı.Tutuklamakararı,27Ekim’dekaldırıldı.2yıldır çalıştığı İlbankA.Ş.’deki işinebusüreçte sonverilenMayısKurt,işinegeridönmekiçinkampanyabaşlattı.

Halk bahçeleri çoğalıyor... Gazi Mahallesi’nde Ali Haydar Çakmak Halk Bahçesi’ninkurulmasıiçinilkadımlarıattık.İzmirÇiğli’dekurulanhalkbahçesidegüngeçtikçedahadabüyüyor.

“Halk için mimarlık” anlayışının en güzel örnekleri, Küçükarmutlu Mimari Fikir ProjeYarışması’ndasergilendi.3Temmuz’dabaşlayansonuçlandı.YarışmasüreciboyuncaMimarMeclisi,Armutlu’da“yerindeveyerlisiyleiyileştirme”çalışmalarınıyarışmasonucundaçıkanfikirler,şimdiçalıştaylarda,kolektifinşaatölyelerindesomutlanıyor.

VeHasanFeritGedikRüzgarTürbini’niKüçükarmutlu’dabirevediktik.Rüzgartürbinimizinedengeliştirdiğimizi şimdilikne kadarelektrikürettiğinive isminiArmutlu’dayaptığımızbasıntoplantısıylahalkımızaduyurduk.Biziyüksekelektrikfaturalarıylasoyanlarakarşıgüçlübiralternatifortayakoyduğumuzu,düzeninmühendislikalanındabizlerihapsettiğisınırlarıteker teker yıkıp geçtiğimizi düşünüyoruz. Rüzgar türbinimizi nasıl geliştirdiğimizi, teknikdetaylarını,görsellerinianlattığımızbirözelsayıçıkaracağız.Türbimizileilgiliherşeyi,HalkiçinMühendislikMimarlıkdergisininrüzgartürbiniözelsayısındabulabilirsiniz...

Birsonrakisayıdagörüşmeküzere...

HALK için MÜHENDİSLİK MİMARLIK

Üç Aylık, Mesleki, Fenni, Güncel, Yorum, Yerel, Süreli Yayın

Sahibi: BarışYüksel Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: CemDursunAdres: FatihSultanMehmetMah.BeyazSokakNo.20Sarıyer/İSTANBULTel: 05342697333Baskı: YedizOfset-LitrosYolu2.MatbaacılarSitesi3.Blok1Ne1-2Topkapı/İSTANBUL/02125775492

[email protected]

/halkinmuhendismimarlari

/halkinmuhendis

Page 4: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

4

YENİ SÖMÜRGE ÜLKEMİZDE MÜHENDİSLİK MİMARLIK

Yeni sömürgecilik, tek cümlede özetlenecek olursa;

“Emperyalizmin fiili (bizzat askeri) işgalinin-sömürüsünün bir benzerinin gizli olarak gerçekleş-tirilmesidir.”

2. Paylaşım Savaşı sonrasın-da devrimler ve ulusal kurtuluş mücadeleleri, dünyanın üçte biri-ni etkisi altına almış ve emper-yalizmin sömürü alanı oldukça daralmıştır. Bunun sonucunda emperyalizm yeni yöntemini, yeni sömürgeciliği devreye sokmuştur. Sosyalizmin ve tam bağımsızlığın olmadığı ülkelerde önce iktidarlar ele geçirilmiştir. Ardından yardım kredileri ile ülkeler borçlandırıla-rak ekonomik olarak bağımlı hale getirilmişlerdir. Ekonomik bağım-sızlığını kaybeden ülkeler emper-yalizmin yönlendirdiği biçimde sanayilerini-üretimlerini şekillen-dirmişlerdir (Fabrikaların kapatıl-

ması, özelleştirilmesi, emperya-listlerden ithalata dayalı montaj sanayinin dayatılması).

Emperyalistler kendi işlerine yaramayan veya kendi pazarlarını yeterince doyurmuş teknolojileri-ni yeni-sömürge ülkelere kalkın-ma planı, yatırım vb. adı altında aktarır. Bu şekilde ülkenin geliş-mesine, kalkınmasına fayda sağlı-yormuş gibi gösterilir. Ancak ger-çek, sanayiyi de bağımlı hale geti-rip, kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak için bir işgal politi-kasından başka bir şey değildir. Emperyalizmin işine yaramayan veya kendi pazarlarını doyurduğu teknolojiyi yeni sömürge ülkele-re aktarmasına en güzel örnek, televizyonun hayatımıza girişidir. Televizyon 1923 yılında İngiliz John Logie Baird tarafından icat edilmiş ve yine Baird tarafından ilk görüntü 1926 yılında yayın-

lanmıştır. 1930’lu yılların başında televizyon elektronik eşya ola-rak satılmaya ve geniş kitlelere hitap etmeye başlamıştır. Örneğin; 1936 Berlin Yaz Olimpiyatları Almanya’daki evlerden canlı ola-rak izlenmiştir. Türkiye’ye gele-cek olursak ilk televizyon yayı-nı 9 Temmuz 1952 günü İTÜ tarafından başlatılmıştır. Ancak Türkiye’de geniş kitlelere hitap edebilen yayınlara ise 31 Ocak 1968 günü TRT tarafından başlan-mıştır. Emperyalist ülkeler yakla-şık 32 yıl sonra bu teknolojiyi yeni sömürge ülkelerine pazarlamıştır. Renkli televizyon ise emperyalist ülkelerde 1950’li yıllarda satışa sunulmuş ve 1960’larda siyah-beyaz televizyonların yerini ala-rak geniş kitlelere hitap etmeye başlamıştır. Türkiye’de ise renkli televizyonlara geçiş 1980’lerde kısmen sağlanabilmiştir. Sonuç

Page 5: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

5

olarak emperyalistler yeni sömür-gelerine siyah-beyaz televizyonla-rı satarken, kendileri çoktan renkli televizyonları üretmiş ve kullan-maya başlamışlardır. Buna rağmen yeni sömürge ülkelere önce siyah-beyaz televizyonları sokmuşlar, kendi işlerine yaramayan teknolo-jiyi yeni sömürgelerine aktararak stoklarındaki siyah-beyaz televiz-yonları bitirmişler ve bu ülkeler-deki pazarları doyuma ulaşınca renkli televizyonları pazara sok-muşlardır.

Dikkat edilirse yeni sömürge ülkelerde yeni bir şeyler üretmek ya yoktur, ya da yok denecek kadar azdır. İleri teknoloji ve teknolojik üretim araçları hep emperyalist-lerin ellerindedir. Ancak emperya-lizmin izin verdiği ölçüde bilim-sel-teknik buluşlar yapılıyormuş gibi gösterilir. Yeni sömürge ülke-lerin üretim araçlarının çoğu da emperyalistler tarafından getiril-miş ve onların çıkarları doğru-sunda kurulmuştur. Yeni sömürge ülkelerin sanayileri baştan aşağı montaj tekniğine dayatılmıştır. Yurtdışından (emperyalistlerden) alınan parçalar birleştirilerek üre-tim yapılır.

Yeni Sömürgecilik Yolunda Türkiye

1. Paylaşım Savaşı sonrasında toprakları emperyalizmin işga-li altında olan Osmanlı Devleti, Kurtuluş Savaşı sonrasında yıkıl-mış ve yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu. Türkiye Cumhuriyeti 2. Paylaşım savaşına kadar emper-yalizme karşı kısmen mesafe-li idi. Savaştan sonra Marshall Yardımları ve Truman Doktrini ile sözde kalkınma, özde emperyaliz-

min ülkemize “tahıl ambarı” olma görevini biçtiği süreçte, Türkiye İktisadi Kalkınma Planı vb. yasalar devreye sokuldu ve emperyalizme teslim olundu. Bu dönemde yaşa-nan gelişmeler;

2 Ağır sanayi bir kenara itile-rek, ekonomi hafif ve orta düzey-de montaj sanayisine bağlanmış, tüketim malları üretimi tarıma dayatılmıştır.

2 Enerji politikası öz kaynakla-rımızı kullanım yönünde değil de yabancı kaynaklara yönlendiril-miştir.

2 Demiryolları ağırlıklı ulaşım, emperyalist sömürüyü arttıran karayolları politikasına çevrilmiş-tir.

2 Türkiye Sınai Kalkınma Bankası (1950) kurulmuş ve yabancı ser-mayeyi teşvik yasaları çıkarılmıştır.

2 Petrol ve Maden Kanunu (1954) çıkarılmış ve yeraltı zenginlikle-rimiz emperyalistler tarafından talan edilmiştir.

2 Yabancı Sermayeyi Koordi-nasyon Derneği (1950), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (1950) kurulmuştur.

2 İlk fabrika kapatmaları ve özel-leştirmeler hep bu dönemde ger-çekleşmiştir.

Ülkemizde kapitalizm kendi iç dinamiği ile gelişmeyip henüz embriyo halindeyken emperyalist müdahalenin etkisi altında kaldığı için çarpık gelişmiştir. Bu çarpıklık ve bağımlılık hayatın her alanında kendini göstermektedir. Serbest rekabetçi aşamadan tekelci aşa-maya geçen kapitalist sistemin bu genel bunalımı ülkemiz gibi yeni sömürge ülkelerde daha da kat-merlenmiş bir şekilde yansımış-

tır. Emperyalist-kapitalist siste-min bunalımının faturasını büyük ölçüde ödeyen yeni sömürge ülkelerde, toplumsal yaşamın her alanında krizler vardır. Ekonomik, sosyal ve siyasal krizler birleşerek milli krizi, yani yönetememe krizi-ni ortaya çıkarır. Bu ortamda faşist hükümetler, yeni faşist hükümet-leri, koalisyonlar koalisyonla-rı, darbeler darbeleri izlemiş ve 2000’lerdeki ekonomik bunalımın ardından faşist AKP iktidarı ile halk düşmanlığı doruk noktasına ulaşmıştır. Emperyalist sömürü-nün olduğu her yerde bağımsızlık mücadelesi, faşizmin olduğu her yerde de demokrasi mücadele-si olmuştur. Halkın mücadelesi gelişip başarıya ulaşıncaya kadar sömürü ve baskı düzeni ile müca-dele hiç bitmeyecektir.

Türkiye’de ve Dünyada Mühendislik-Mimarlık

Mühendislik-mimarlık en genel anlamıyla üretimin değişik aşa-malarını tasarlamak ve projelen-dirmektir. Üretici güçlerin gelişi-miyle ve insanın doğa ile mücade-lesinde etkili olma yolunda oluş-muştur. Gereksinimler üreticiliği doğurmuş, üreticilik ise bilimsel ve teknik araştırma-geliştirme-yi zorunlu kılmıştır. Bu gelişim, üretim çeşitliliğine bağlı olarak, birçok iş bölümünü ve disiplini de beraberinde getirmiştir. Bilim ve tekniğin, kapitalizmin ser-best rekabetçi döneminde hızla gelişmesi de bunda belirleyici olmuştur. Bunun sonucu olarak da mühendislik-mimarlık disiplinleri oluşmuştur.

Her ne pahasına olursa olsun hep daha fazla kar politikasına

Page 6: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

6

bürünen kapitalizm, emperyalist aşamada bilimsel ve teknolojik gelişmeleri insanlığın kullanımına sunmaktan geri durmuştur. Artık kapitalizm teknolojik çalışma-larla bulunan ürünleri en fazla kar elde edebileceği şekilde en geniş pazarlara yayma çabasın-dadır. Bu ürünler daha yüksek bir teknoloji ile geliştirilip insanlı-ğın yararına sunulabilecek olsa bile böyle bir şey yapılmamakta-dır. Geliştirilen bilimsel teknikler, tekellerin ve tröstlerin araştırma geliştirme laboratuvarlarından çıkıp insanlığın hizmetine sunu-lacağı yerde gizli kasalara gir-mektedir. Ne zaman ki pazar eski ürüne doyar ve maksimum kara ulaşılır, o zaman o alandaki sömü-rü de tamamlanır ve gizli kasalar açılarak ileri teknoloji piyasaya sürülür. Daha önceden bahsetti-ğimiz televizyonların geliştirilip piyasaya sürülmesi örneği buna en güzel örnektir.

Görüldüğü gibi bilimsel ve teknolojik gelişmeler, mühendis-mimarlık etkinlikleri, üretim tarz-larından bağımsız değerlendirile-mez. Sömürüye dayalı üretim tarz-ları insan-doğa ilişki ve çelişkile-rinin yanına, kendi ürettiklerinin esiri olmasını, yabancılaşmasını, insan-insan çatışmasını doğur-muştur. Mühendislik-mimarlık faaliyetleri de bu çatışmalara bağlı olarak yabancılaşmanın dışı-na çıkamamaktadır. Nükleer enerji üzerine çalışma yapan mühendis-lerin, ürettikleri nükleer silahların tehdidi altında olmaları yaban-cılaşmaya verilecek en çarpıcı örneklerden birisidir.

Önemli olan sadece teknolojik gelişmeleri başarabilmek değildir.

Geliştirilen teknoloji insanlığın yararına kullanılmalı, insanlığın hizmetine sunulmalıdır. Önemli olan, insanın doğa karşısında daha elverişli koşullarda yaşama-sını sağlayacak, insani yetenekle-rini daha fazla geliştirebileceği bir ortam oluşturarak, kısaca insanın kendisini en sağlıklı bir şekilde yeniden üretebileceği bir dünya-nın tasarımını, projelendirilme-sini, mühendisliğini-mimarlığını yapmaktır.

Bizim gibi ekonomisinden poli-tikasına, kültüründen askeri alanı-na kadar yaşamın her alanında emperyalizme bağlılığın söz konu-su olduğu yeni sömürge ülkelerde değil ki yeni teknoloji üretmek ve bu doğrultuda araştırma geliştir-me yapmak, var olan teknolojik seviye bile ülkemiz gerçeklerine çok uzak düşmektedir. Büyük ölçü-de tüketim mallarına yönelik hafif ve orta sanayiye dayalı teknoloji, teknik eleman, patent, know-how ve nakit sermaye ile emperyaliz-

me bağımlı çarpık bir ekonomik yapının söz konusu olduğu ülke-mizde genelde bilimsel ve teknik gelişmeye, özelde ise mühendis-lik-mimarlığa pek gerek duyulma-maktadır. Çünkü bu ekonomik yapı içerisinde ülkemiz teknik eleman-larına düşen görev, emperyalizm tarafından önümüze koyulan tek-nolojilerin ve projelerin Türkçe’ye tercüme edilerek uygulanmasına gözcülük etmektir. Sıfırdan yerli ürün yaptığını iddia eden tekeller bile yurt dışından getirilen ürün-leri parçalayıp tersine mühendis-lik dediğimiz, özünde mühendis-likle alakası olmayan değişiklikler yapıp kopyasını üreterek piyasa-ya sürmektedirler. Bu değişimler genelde bir işe yaramayan göz boyayıcı değişiklikler olmakla beraber kimi zaman da ürünün maliyeti ve dolayısıyla kalitesini düşürüp patronların daha fazla kar elde etmesini sağlamaktır. Bunun adına mühendislik diyeme-yiz. Mühendislik-mimarlık halkın çıkarları doğrultusunda yapılma-lıdır. Bu gibi uygulamalar ancak tekellerin karını artırması yönün-de gelişmektedir.

Bir buzdolabı üretim fabrika-sında staj yapmış olan bir mes-lektaşımızın başından geçen olay ilginçtir. Meslektaşımıza fabrika gezdirilirken böbürlenerek nasıl sıfırdan ürün yaptıkları anlatıl-maktadır. Isıl abiyes makineleri, poliüretan makineleri, sac kesim makineleri vb. her şey dışarıdan, emperyalist tekellerden alınmıştır. Yani üretim araçları emperyaliz-min izin verdiği ölçüde kullanıl-mıştır. Makinelerin kurulumunda tamirinde hep yabancı mühen-disler getirilmiş, çalışmış ve yerli

Kapitalizm teknolojik çalışmalarla bulunan ürünleri en fazla kar elde edebileceği şekilde en geniş pazarlara yayma çabasındadır. Geliştirilen bilimsel teknikler, insan-lığın hizmetine sunula-cağı yerde gizli kasalara girmektedir. Ne zaman ki pazar eski ürüne doyar ve maksimum kara ulaşılır, o zaman o alandaki sömürü de tamamlanır ve ileri tek-noloji piyasaya sürülür.

Page 7: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

7

mühendisler sadece onların izin verdiği şeyleri yapabilmeyi öğren-mişlerdir. Buzdolaplarının geo-metrik yapılarının tasarımının kendileri tarafından tasarlandı-ğı anlatılmıştır; ancak tasarım-da kullanılan çizim programla-rı bile kapitalist tekellerin ürü-nüdür. Meslektaşımızın başına gelen daha ilginç olan şey ise buzdolaplarının gazlarının basıl-dığı bölümde meydana gelmiştir. Buzdolapları birkaç çeşit olma-sına rağmen göz kararı iki sını-fa ayrılmaktadır: büyük ve küçük. Daha önceden iki farklı miktar-da belirlenmiş gazlar dolaplara basılmaktadır. Meslektaşımız gaz miktarının neye göre belirlendi-ğini sorduğunda ise 20 yıl önce Almanya’dan gelen mühendislerin hesapları yaptıkları ve onlara iki çeşit miktar verdiklerini söylemiş-lerdir. 20 yılda belki 100 çeşit dolap üretilmiş, ancak hep Alman mühendislerin hesapları kullanıl-mıştır. Yeniden bir hesap yapı-lıp dolaba uygun miktarda gaz belirlemeye veya değişen tekno-lojide daha uygun gazlar seçilme-ye ihtiyaç duyulmamıştır. Çünkü emperyalizm yeni sömürgesine öyle emretmiştir. O gazın miktarı-nı hesaplayacak teknoloji emper-yalistlerin elinde olduğu sürece bizim mühendislerimiz sadece onların dediklerini uygulayacak ve kendileri bir şeyler üretemeye-ceklerdir.

Ülkemizde bilim ve teknoloji-ye ayrılan bütçelere bir göz ata-cak olursak; 2015 yılı bütçesine göre, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na 666 milyon 206 bin TL, Diyanet İşleri Başkanlığı’na 5 milyar 743 milyon 383 bin TL,

Emniyet Genel Müdürlüğü’ne ise 17 milyar 623 milyon 719 bin TL ayrılmıştır. Hindistan’ın Mars’a gönderdiği araç toplam 72 mil-yon dolara mal olabilirken; Tayyip Erdoğan’ın kaçak sarayının mali-yeti, dönemin maliye bakanı Mehmet Şimşek’in açıklamasına göre 1 milyar 370 milyon TL’dir. Ve bu rakamın gerçeği ne kadar yansıttığı şüphelidir.

Gerek mesleki yaşamımız, gerekse üniversite yaşamımız boyunca kazandırılan mesleki for-masyon, bizlerin evrensel düzeyde mühendislik-mimarlık yapabilme-mize izin vermemekte, yetme-mektedir. Çünkü emperyalizme bağımlı yeni sömürge ülkelerde sistem gerçek anlamıyla mühen-dislik-mimarlığı değil, teknoloji-lerini-projelerini tercüme edecek, uygulayacak ustabaşı, formen, teknisyen, laborant gibi mühen-dislik altı teknik elemanlara ihti-yaç duymaktadır. Yakın bir zaman önce açılan teknoloji fakülteleri de işte tam bu amaca yöneliktir. Esasında teknik eğitim fakülteleri ve meslek liselerini ileri taşıyor-muş gibi görünse de mühendislik fakültelerinin teorik derslerinin büyük oranda kırpılmış ve montaj sanayi temelli uygulama dersleri ile şişirilmiş, emperyalizmin yuka-rıda belirttiğimiz amacına yöne-lik mühendisliği dayatan fakül-telerdir. Bu durum biz mühen-dis-mimarlar açısından oldukça tehlikelidir.

Bugün ülkemizde var olan ve halen devam etmekte olan bütün büyük yatırımların mühendislik-mimarlık işlevi emperyalist ve işbirlikçi tekeller tarafından ger-çekleştirilmektedir. Bütün projeler

yabancı kökenlidir. Danışmanlık ve müşavirlik hizmetleri yaban-cı mühendis-mimarlar tarafın-dan yapılmaktadır. Mühendislik-mimarlık en geneliyle tasarlamak, projelendirmek, imalata hazır-lamak ve yönlendirmek ise bu işlerin tamamı yabancı kuruluşlar tarafından gerçekleştirilmektedir. Ülkemiz mühendis-mimarları ise bütün bu işler sırasında uygula-yıcı bir işlevle sınırlı kalmakta-dır. Yatırımların ülke gerçeklerine ve kaynaklarının halk çıkarlarına uygun olup olmaması konusunda bizlere söz hakkı tanınmamakta-dır. Bu durumu, anti-emperyalist mühendis-mimarlar olarak meslek onurumuzun ayaklar altına alın-ması olarak değerlendiriyoruz.

Biz devrimci-yurtsever mühen-dis-mimarlar olarak yaşanan ve herkesin bilmesi gereken bu ger-çekleri görmezden gelemeyiz. Yurtseverliğimiz, halkımıza karşı olan sorumluluğumuz ve mühen-dislik-mimarlık mesleki onurumuz gerçekleri açıkça ortaya koymamı-zı zorunlu kılmaktadır.

Sonuç olarak, emperyalizme bağımlı yeni-sömürge bir ülke olduğumuz ve faşizm ile yönetil-diğimiz gerçeği, halk için mühen-dislik-mimarlık yapabilmemizi engellemektedir. Ancak emperya-lizme karşı bağımsızlık, faşizme karşı demokrasi mücadelesi ile mesleki bilgilerimizi bütünleştir-diğimiz ölçüde meslek onurumu-zu koruyabilir, halk için mühendis-lik-mimarlık yapababiliriz.

Kaynaklar:• “Devrimci Mücadelede Mühendis Mimarlar - Biz Kimiz”, 2012• Demokrasi Mücadelesinde Mimar-Mühendisler ve TMMOB, Yeni Çözüm Yayınları

Page 8: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

8

ENERJİ

Birincil enerji ve fosil yakıt-lar arasında dünyada yıllık orta-lama %2 ile en fazla büyüme oranına sahip kaynak doğalgaz-dır. Dünyada görünür doğalgaz rezervi 2013 yılı sonu itibariy-le 185,7 trilyon metreküptür. Bu rezervin 80,3 trilyon metre-küpü (dünya toplamındaki payı %43,2) Ortadoğu’da, 56,6 trilyon metreküpü (%30,5) Avrupa ve Avrasya’da, 15,2 trilyon metreküpü (%8,2) Asya Pasifik’te, 14,2 trilyon metreküpü (%7,7) Afrika’da, 11,7 trilyon metreküpü (%6,3) Kuzey Amerika’da, 7,7 trilyon metreküpü (%4,1) Güney ve Orta Amerika’da bulunmaktadır. Ortadoğu böl-gesi rezerv bakımından zengin olmasına rağmen üretim/rezerv oranı düşük bir bölgedir. Avrupa ve Avrasya bölgesi dünya üretimi-nin %30,6’sını karşılarken bu oran Ortadoğu bölgesi için %16,8 dir.

Enerji ve Tabii Kaynaklar

Bakanlığı’na göre dünyada doğal-gaz tüketimi ise (2013 yılına göre) bölgelere göre şöyledir. Avrupa ve Avrasya; 1,064,7 milyar metreküp (dünya toplamındaki payı %31,7), Kuzey Amerika; 923,5 milyar met-reküp (%27,8), Asya Pasifik; 639,2 milyar metreküp (%19), Ortadoğu; 428,2 milyar metreküp (%12,8), Güney ve Orta Amerika; 168,6 milyar metreküp (%5), Afrika;

123,3 milyar metreküp (%3,7).Bu rakamlara dikkat edilecek

olursa dünya doğalgaz rezerv-lerinin %71’i Türkiye’yi çevre-leyen Hazar Havzası, Ortadoğu ile Rusya’da bulunmaktadır. Bu durumda Türkiye; gerek coğra-fi, gerekse jeopolitik konumu iti-bariyle Ortadoğu ve Orta Asya’ nın doğalgaz üretimini dünya pazarlarına ulaştırılmasında hem bir köprü, hem de terminal olma özelliği taşımaktadır. Bu da bir Kamu İktisadi Tesebüsü (KİT) olan Boru Hatları ile Petrol Taşıma Anonim Şirketi (BOTAŞ) aracılığı ile yerine getirilmektedir.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı kaynaklarına göre BOTAŞ; 1,83 milyar lira olan sermayesinin tamamı Hazine Müsteşarlığı adına kayıtlı olan ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye tabi bir KİT’tir.

Genel Müdürlüğü Ankara

DOĞALGAZDA DA HALK SOYULUYOR, SÖMÜRÜLÜYORAKP, BOTAŞ'ı kendi özel şirketi gibi kullanıyor...

Page 9: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

9

ENERJİ

Bilkent’te bulunan  BOTAŞ, yıl-lık yaklaşık 10 milyar lira cirosu ile Türkiye’nin en büyük kuru-luşları arasında yer almaktadır. 2008  Fortune 500  listesinde net satış rakamlarına göre 2. sıra-da yer almıştır. 1974 yılında TPAO’ya bağlı iştirak olarak kuru-lan  BOTAŞ,  1995 yılında İktisadi Devlet Teşekkülü statüsü kazan-mıştır. Günümüzde doğalgaz piya-sasında tanımlanmış olan gaz ithalat, ihracat, depolama, iletim, toptan satış, LNG ticareti, petrol iletimi faaliyetlerini yürütmekte-dir.

BOTAŞ; Avrupa’nın gaz ihtiya-cını karşılamakta Rusya dışında alternatif yollar bulma strateji-sine göre şekillenen, ancak daha sonra lağvedilen NABUCCO pro-jesinin %16,67 oranında hissedarı konumunda bulunmaktaydı. Aynı zamanda Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı (TANAP) projesinde de  %30 oranında ortaktır. 2012 yılı itibarı ile yaklaşık 2800 perso-nele sahiptir. Petrol ve Doğalgaz ana başlıkları altında ikili bir yapıdadır. Ankara’da Doğalgaz İşletmeleri Bölge Müdürlüğü bulunmaktadır. Buraya bağlı olmak üzere İstanbul ve Kayseri İşletme Müdürlükleri, Kırklareli, Bursa, İzmir; Konya, Erzurum, Çarşamba ve Kahramanmaraş’da Şube Müdürlüğü şeklinde teş-kilatlanmıştır. Bununla birlikte sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) yönetim birimi olarak Marmara Ereğlisi’nde İşletme Müdürlüğü de kurum yapısı içinde yer almak-tadır.

BOTAŞ, çeşitli bağlı şirketler üzerinden de faaliyetlerde bulun-

maktadır. BIL (BOTAŞ International Limited), BTC projesi kapsamında Türkiye’den geçen hattın işletme-sinden sorumlu bir şirket olarak faaliyet gösterir.

BOTAŞ’ın 2001 yılında yürür-lülüğe giren 4646 sayılı yasa ile 2011 yılına kadar özelleştirilme-si öngörülmüş, ancak Türkiye’nin enerji yollarının kavşak noktasın-da bulunması, Türkiye’nin enerji ithalatını yaptığı ülkelerin tama-mına yakınında enerji kaynakları-nın kamunun elinde olması nede-niyle BOTAŞ’ın özelleştirilmesi gerçekleştirilememiştir.

Türkiye’nin Doğalgaz Boru Hatları

Türkiye’nin toplam ithalatı-nı gerçekleştirdiği 4 tane ulus-lararası doğalgaz boru hattı bulunmaktadır. Bunlar; Rusya-Türkiye Batı Doğalgaz Boru Hattı,

Karadeniz’den Samsun’a ulaşan Rusya-Türkiye Mavi Akım Boru Hattı, İran-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı ve Bakü-Tiflis-Erzurum Doğalgaz Boru Hattı’dır. Bununla birlikte 16 milyar metreküp kapa-siteli TANAP’ın da 2018’de bitirile-rek Avrupa’nın 6 milyar metreküp doğalgaz üreteceği öngörülmek-tedir. Ayrıca, Mısır’daki doğalgazı Ürdün, Lübnan ve Suriye üzerin-den Türkiye ve Avrupa’ya ulaştı-racak olan Arap Ulusal Doğalgaz Boru Hattı, Türkmenistan’daki doğalgazı Türkiye ve Avrupa’ya taşıyacak olan Türkmenistan-Türkiye-Avrupa Doğalgaz Boru Hattı, ve Kerkük-Ceyhan Petrol Boru Hattı’na paralel olarak Irak-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı’nın inşası planlanmaktadır (IEA, 2014).

Mevcut doğalgaz ithalatı yapı-lan ülkeler tabloda gösterilmiştir.

Mevcut Anlaşmalar

Miktar(m3/yıl)

İmzalanma Tarihi Durumu Bitiş

Tarihi

Cezayir (LNG) 4.4 milyar 1988 Devrede Ekim 2024

Nijerya (LNG) 1.2 milyar 1995 Devrede Ekim 2021

İran 10 milyar 1996 Devrede Temmuz 2026

Rusya (Karadeniz) 16 milyar 1997 Devrede 2025 sonu

Rusya (Batı) 4 milyar 1998 Devrede 2021 sonu

Türkmenistan 16 milyar 1999 - -

Azerbaycan (Faz I) 6.6 milyar 2001 Devrede Nisan 2021

Azerbaycan (Faz II) 6 milyar 2011 2017/18 2032/33

BIL 0.15 milyar 2011 Devrede 2046

Page 10: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

10

ENERJİ

Türkiye, doğalgaz alım anlaş-ması yaptığı ülkelerle “al ya da öde” kapsamında anlaşmalar yap-mıştır. Yeterli depo olmadığı için almadığı ve kullanmadığı doğal-gazın bedelini de ödemek zorun-da kalmıştır. Bu konuda halkın parası çarçur edilmektedir. “Al ya da öde” kapsamında alınmayan doğalgaza ne kadar fazladan para

ödendiği soruları karşısında AKP’ nin Enerji Bakanı herhangi bir rakam verememekte ve bu sorular karşısında “durum telafi edilmiş-tir” diyerek sorular geçiştirilmek-te, Anayasaya göre halkın bilgi edinme hakkı dahi ihlal edilmek-tedir. Bu bilgi parlamentoya da verilmemektedir.

Yapılan anlaşmalara göre

Türkiye üzerinden borular-la Avrupa ülkelerine nakledilen doğalgazın güvenliğinden Türkiye sorumludur.

Doğalgazın Elektrik Enerjisindeki Oranı ve Kullanım Alanları

Türkiye’de kullanılan doğalga-zın %98’i dışarıdan ithal edil-mektedir. 2014 Haziran ayı sonu itibariyle kaynak bazında ülke-mizdeki elektrik enerjisinin %47,2’ si doğalgazdan elde edilmekte-dir. Doğalgazın ülkemizdeki elek-trik enerjisi kurulu güç oranı ise %31,8’dir. Lisans alıp, yatırımları süren santrallerin kurulu gücü ise 20,918.60 MW (megawatt)’tır. Başvuru, inceleme-değerlendir-me ve uygun bulma aşamasın-daki santrallerin kurulu gücü ise 33,158,25 MW’dır. Lisans iptali için başvuran toplam 9,692.06

Page 11: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

11

ENERJİ

MW gücündeki projeler düşüldü-ğünde bile, proje stoku 44,384.79 MW’ye ulaşabilecektir. Bu kapasi-teye mevcut doğal gaz santraları-nın 18,317.80 MW gücü eklendi-ğinde, doğal gaza dayalı elektrik üretim santralarının kurulu kapa-sitesi 62,702.59 MW’ye ulaşacak-tır. Bu rakam, bugünkü toplam kurulu gücün iki katıdır.

Bu durumda kurulması öngö-rülen yeni doğalgaz yakıtlı elek-trik üretim santrallerinin gaz ihti-yaçlarının hangi ülkeden, hangi anlaşmalarla, hangi boru hatla-rıyla ve hangi yatırımlarla karşı-lanacağı ise belirsizdir. Mevcut doğalgaz yakıtlı santrallerin ihti-yaçları da gaza eklendiğinde, yıllık doğal gaz ithalatının 100 milyar metreküpe yaklaşacak-tır. Ayrıca ülkemizdeki kişi başı elektrik tüketiminin 3,199 kWh (kilowatt saat) ile Avrupa Birliği ortalamasının yaklaşık üçte biri düzeyinde olduğu ve bu raka-mında artacağı düşünüldüğün-de Enerji Bakanı’nın “2023 yılına kadar doğalgazın elektrik enerjisi

üretimindeki payının %47,2’den %30’lara düşüreceğiz” demesi kocaman bir yalan ve halkı aldat-madan ibarettir.

Aşağıdaki grafikte de, yıllar iti-bariyle doğalgazın en çok kullanıl-dığı alanların elektrik üretimi, sana-yi ve konut olduğu görülmektedir.

AKP Halkı Soyuyor, Soyguna da Gizlilik Kararı Koyuyor!

AKP kararlarını sadece adli-yede adalet arayan halka karşı uygulamıyor, ekonomik alanda da soygunlarına gizlilik kararını uyguluyor. Hem de bunu halkın malı olan BOTAŞ aracılığı ile hal-kın parası ile aldığı doğalgazı kaça aldığını ve özel sektöre ait olan enerji santrallerine hangi fiyat-tan sattığını gizleyerek yapıyor. Evlerimize gelen doğalgazın fiya-tını faturalardan biliyoruz. Ama bize satılan bu doğalgazın kaçtan alındığını bilmiyoruz, sorulduğun-da ise “ticari sır” kapsamında diye açıklanmıyor. Dahası parlamento-da bu soruyu soran milletvekille-

rine de aynı gerekçeyle (ticari sır) açıklama yapılmıyor.

Soygun ve sömürü bununla da sırlı değil. Evlerimize gelen elektrik faturalarının, haraçlar da dahil fiyatını biliyoruz ve ödüyo-ruz. Ama bu elektrik faturalarını evlerimize, işyerlerimize gönde-ren enerji şirketlerine BOTAŞ’ın hangi fiyattan doğalgaz verdiği-ni bilmiyoruz. Bu da “ticari sır” gerekçesiyle ne halka, ne de mil-letvekillerine açıklanıyor.

Faşist AKP, BOTAŞ’ı kendi özel şirketi gibi kullanarak halkı soyup soğana çevirirken, kendi yan-daşları olan enerji şirketlerinin BOTAŞ aracılığı ile daha çok kar etmelerini sağlıyor. Sömürünün boyutları da ortaya çıkacağı için parlamento dahil herkesten, her kurumdan gizleniyor rakamlar.

Sonuç olarak;1. Türkiye’nin yakın coğrafya-

sında bulunan Ortadoğu, Hazar ve Kafkaslar; dünyanın en zen-gin doğal gaz kaynaklarına sahip-tir. Emperyalizm bu kaynaklara

Page 12: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

12

ENERJİ

sahip olmak için işbirlikçi iktidar-ları kullanmakta, kullanamadığı iktidarları ise devirerek ülkelerini açıktan işgal etmektedir.

2. Türkiye doğalgazda %98 oranında dışarıya bağımlıdır ve Avrupa ile enerji kaynakları arasında bir köprü görevini gör-mektedir. Dünya enerji kaynak-larına ise hükmeden emperya-lizmdir. Her alanda olduğu gibi Türkiye’nin enerji politikasını da emperyalizm belirlemektedir.

3. Kamunun elektrik üretimi için hiçbir yeni yatırım yapmadığı ve kamu elektrik üretim santral-larının hızlı bir şekilde özelleşti-rilmesinin öngörüldüğü dikkate alındığında, yakın zaman için-de kamunun payı %10’un altına düşecektir. Bu da Türkiye’nin genel olarak emperyalizme bağımlılığı-nı, özel olarak elektrik üretimin-

deki dışa bağımlığını daha da arttıracaktır.

4. Enerjinin tüm tüketicile-re yeterli, kaliteli, sürekli, para-

sız, düşük maliyetli, güvenilir bir şekilde sunulması, halkın en temel hakkıdır.

5. Enerji üretiminde su kaynak-larını, doğayı yok eden, emperya-lizme bağımlılığı arttıran, ithala-ta dayanan enerji kaynaklarına son vermek, yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarına hayata geçir-mek ancak bağımsız, demokra-tik bir Türkiye’nin yaratılmasıyla mümkündür. Bu da emperyalizme karşı bağımsızlık, faşizme karşı demokrasi, kapitalizme karşı sos-yalizm mücadelesi ile mümkün olacaktır.

Kaynaklar:• www.botas.gov.tr• Dünya ve Ülkemiz Enerji ve Tabii Kaynaklar Görünümü (T.C Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı)• Ocak 2015 İtibariyle Türkiye’nin Enerji Görünüm Raporu (TMMOB Makine Mühendisleri Odası)

AKP, halka ait bir kurum olan BOTAŞ‘ı kendi özel şirketi gibi kullanarak halkı soyup soğana çevirirken, kendi yandaşları olan enerji şirketlerinin BOTAŞ aracılığı ile daha çok kar etmelerini sağlıyor. Sömürünün boyutları da ortaya çıkacağı için parlamento dâhil herkesten, her kurumdan gizleniyor rakamlar.

Page 13: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

13

ENERJİ

YİNE FAKİRDEN ALIP ZENGİNE VERME VERGİSİ GELİYOR

2015 Ağustos ayında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü tarafından hazırlana-rak görüşe açılan “Ulusal Enerji Verimliliği Strateji Planı Taslağı” bazı gazetelerdeki yayınlarla gün-deme taşındı. Habere göre bah-sedilen taslağın hayata geçmesi halinde hayatımıza direk olarak elektrik ve doğalgaz faturalarımı-za yansıyacak 2 vergi daha gire-cek. Biri tüm elektrik abonelerinin faturalarına yansıyacak olan “elek-

trik vergisi”; ikincisi ise sanayi ve ticaret abonelerinin hem elek-trik hem de doğalgaz faturalarına yansıyacak olan “iklim değişikliği vergisi”. [1]

Bu taslağın hemen girişinde “AB Enerji Verimliliği Direktifi kap-samında öngörülen şartların yerine getirilmesi ve belirlenen hedefle-re ulaşılmasını sağlamak amacıyla geliştirilen bir dizi araç ve önlemi öngören Ulusal Enerji Verimliliği Eylem Planı (UEVEP) 2023’e kadarki yıllık yol haritasını ve Türk strate-

jik politikaları bağlamındaki enerji tasarrufu çalışmalarını yansıtmak-tadır. Ayrıca çevre üzerindeki olum-suz etkileri asgari düzeye indirmek amacıyla sınırlı doğal kaynakla-rın en iyi nasıl kullanılabileceğini belirleyen kaynak verimliliğine dair nitel analizler de yer almaktadır” deniliyor. [2]

Amaç kaynakları verimli kul-lanmak ve kullanılmasını sağla-mak için önlemler almak diyor. Diyor ama her nedense vergi uydurmakta, halkı soymakta ve bunlara bir kılıf bulmakta üstü-ne kimseyi tanımayan AKP, enerji verimliliğinden de vergi çıkarma-yı beceriyor. Aklı her türlü hinliğe çok iyi çalışan AKP iktidarı ve onun kurmayları, yine bir yolu-nu bulup halkı soymak için bu sefer de son yıllarda popüler olan “enerji verimliliği” kavramını kula-nıyor.

Eylem planı taslağı diye sunu-lan dosyada rakamlar havada uçu-şuyor. Bir sürü grafikler, tablolar,

Page 14: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

14

ENERJİ

projeksiyonlar çizilmiş. Hepsinin ortak noktasını “enerjimizi verim-li kullanmıyoruz” oluşturuyor. Elektrik Mühendisleri Odası’nın açıklamasında da yer verdiği gibi birçok uydurmaca kurum varmış gibi gösterilmiş [3]. Planda kulla-nılan bazı istatistiki veriler, EMO tarafından kullanılan tanımla-mayla “sehven” değil bilerek ve istenerek çarpıtılmaya çalışılmış. Onlarca insanın üzerinde çalıştı-ğı temeli enerji verimliliği olan bir eylem planındaki enerji açığı değeri, “2012 yılında enerji açığı 52 milyon dolar olarak gerçek-leşmiştir.” [2] gibi gerçeğin binde biri olarak sehven gösterilemez. Bu, olsa olsa yine AKP’nin borç-lardan bahsederken YTL, gelir-lerden bahsederken TL cinsinden değerlerle halkı aldatma tarzın-dan başka bir şey değildir.

Gelelim bu raporun haberlere de yansıyan en can alıcı kesimine; 2016 yılı içerisinde düzenleme-leri yapıp 2017 yılında halktan çalmaya başlayacakları yeni vergi planlarına. Enerji verimliliğini artırma denildiğinde bizlerin ve aklı halktan yana çalışan tüm teknik elemanların aklına ener-ji kayıp oranlarının azaltılmasına dönük iyileştirmeler, kaçak elek-trik kullanan tekellerle mücadele ve enerji tüketiminin kullanılan araçların iyileştirilmesi ile elde etmek gelir. Ancak AKP ve kur-mayları, yine vergiler dışında bir şey üretmemiştir.

Planda bu vergilerden ilki elektrik vergisi adıyla geçmek-tedir. Bahsedilen vergide 2 farklı oran geçmektedir. Ticari amaç-la kulanılan elektrikten megavat

saat başına 1,5 dolar, ticari amaç-lı olmayan (yani evlerde kulla-nılan) kullanımdan ise megavat saat başına 3 dolar vergi alınması planlanıyor [2]. Yani evlerde kul-lanılan elektrikten 2 kat vergi alınması öngörülüyor.

Ulusal Enerji Verimliliği yalan ve talan planında soygun bunun-la sınırlı kalmıyor. Belki de dünya halklarının cebinden çalınan ver-giler literatürüne ilk defa giren bir vergi olarak karşımıza “iklim değişikliği vergisi” çıkıyor.

Bu vergi altındaki açıklamada ise “ülke genelinde evsel olmayan kullanıcılara sunulan enerji üze-rinden alınan bir vergidir. Amacı enerji veriminin arttırılması ve kar-bon emisyonlarının azaltılması için bir teşvik sağlanmasıdır” deniliyor aynı utanmaz ve aymaz ifadelerle. İklim değişikliği vergisinin sınai, ticari, zirai ve kamu hizmet sektör-lerinde ticari tüketicilere aydın-latma, ısıtma ve enerji ihtiyaçla-rını karşılamak üzere arz edilen “vergilendirmeye tabi emtialar” üzerinden tahakkuk ettirileceği ifade ediliyor. Burada bahsi geçen “vergilendirmeye tabi emtia”, doğal gaz ve elektriği kapsıyor. Yani bu sefer de evlerimiz dışın-da kalan tüm alanlardan ikinci bir soygun daha gerçekleştirilme-si planlanıyor. Buradaki talanın boyutu ise elektrikte megawatt saat başına 8 dolar, doğalgazda ise megawatt saat başına 3 dolar [2]

Son 8 yılda “kayıp kaçak bede-li” adı altında halkın 33 milyar lirasını çalanlar bir türlü doymu-yorlar!

Türkiye’de ortalama bir aile-

nin yıllık elektrik tüketimi 1,5 megawatt civarında. Bu iki vergi miktarlarından hareketle 29.4 milyon konut abonesinin bulun-duğunu düşünürsek yılda 381 milyon TL (eski parayla 381 tril-yon TL) halkın cebinden çıkmış olacak. Elektrik kullanımı evler-deki kullanıma gore daha yük-sek olan ticari kullanımda ise bu rakam 4.8 milyar TL’ye ulaşacak. [1]

Bu planın en çarpıcı noktala-rından birisi ise, bu toplanacak paraların nerelere aktarılacağı ile ilgili işaretler vermesidir. Planda net olarak bilgi verilmese de “1000 TEP’ten fazla yıllık enerji tüketimi ve ISO 50001 sertifikası olan sanayi tesislerinin gönüllü anlaşma ile üç yıllık süre içinde enerji yoğunlukla-rını ortalama %10 düşürme taah-hüdünde bulunmaları durumunda, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ilk yıl enerji maliyetlerinin %20’sini sübvanse etmektedir.” ibaresi hal-kın cebinden çalınacak paraların büyük tekellere gideceğini gös-teriyor. AKP’nin deprem vergile-rinin kendi yandaşları aracılığıyla duble yollara aktarıldığını veya “kentsel dönüşüm” adı altında depreme karşı duyarlılığımızın nasıl sömürüldüğünü yıllar içeri-sinde görmüş olmamız; bu vergi-lerin de halk yararına kullanılma-yacağını anlamamıza yetiyor.

Kaynaklar:[1] 5.2 milyarlık elektrik vergisi geliyor, Milliyet, 14 Ağustos 2015[2] Ulusal Enerji Verimliliği Eylem Planı, eie.gov.tr[3] Enerji verimliliğine trajikomik plan, emo.org.tr

Page 15: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

15

ENERJİ

AKP’NİN “NÜKLEER” YALANLARI

AKP iktidarı; bir yandan katli-amlarına yenilerini eklerken, bir yandan da halk düşmanı proje-leri gündeme getiriyor. Bu pro-jelerden birisi de Kırklareli’nin Demirköy ilçesine bağlı İğneada beldesinde yapmayı planladıkları nükleer santral projesi. İlk ola-rak Mart 2010’da gündeme gelen

proje; Akkuyu ve Sinop’taki nük-leer santral projeleri ile birlikte, kurulması planlanan 3. nükleer santral projesi olacak.

Proje ile ilgili, dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız; “İçimin rahat olmadığı hiç-bir işe imza atmadım. Çernobil’in ardından dünyada 140 nükleer

santral yapma kararı alındı. Yani burada herkes bu kararı alırken ben niçin almayayım. Bu kararı cesa-retle almamız lazım” demişti. Eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Ali Rıza Alaboyun ise ”Üçüncü nükleer santralin Kırklareli İğneada bölgesinde yapılması planlanıyor. Firmalarla görüşmeler devam edi-

AKP; Sinop’ta, Akkuyu’da nükleer santral inşaatına halka rağmen devam etmekte, İğneada’ya halka rağmen nükleer santral kurmak istemektedir. Çünkü AKP için mesele; ülkemizin enerji sorunu değil, tekellerin daha fazla kar sorunudur.

Page 16: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

16

ENERJİ

yor. Şu an ilk gelenler Çinliler ile Amerikalıların Westinghouse fir-ması. Mutabakat zaptı imzalandı. Japonların da ilgisi var” dedi.

Trakya bölgesinde enerji üretim santralı yapılamayaca-ğına dair Danıştay kararı olma-sına rağmen yapılmak istenen proje, belde halkının yoğun tep-kisi ve protestosuyla karşılaştı. Demirköy’ün MHP’li belediye başkanı bile “Nükleer santral, ilk gündeme geldiği günden bu yana ilçede ve beldede halk tarafından istenmiyor. Turizm bölgesinde nük-leer santral kurmak istiyorlar, böyle bir şey mümkün değil. Bu konuda mücadelemiz sürecek.” dedi. Bunun üzerine Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ise “Bu konuda her-hangi bir çalışma henüz bize intikal etmiş değil. Kaldı ki o alan tama-men milli parkların dışında olan bir alan.” diyerek halkın tepkilerini yumuşatmaya, kandırmaya çalıştı.

22 kilometrelik sahili bulunan, yüzde 89’u ormanlarla kaplı olan İğneada, Avrupa’nın en büyük subasar (longoz) ormanlarına sahip. Beldenin çevresinde birçok tarihi yapı ve kalıntı bulunmakta. Halkın en temel geçim kaynağı balıkçılık.

İşte AKP, kendi hukuk siste-minin, Danıştay’ın verdiği “san-tral yapılamaz” kararını yoksayıp, böyle bir yerleşim yerini yıkıp yerine nükleer santral kurmak istemektedir. Öte yandan İğneada halkı bu projeyi istememektedir. Bu nükleer santral için bölge hal-kına en ufak bir fikri bile alınma-mıştır. Bu projeyle birlikte İğneada sahilinin, bölgedeki ormanların, tarihi yapıların yıkılacağı, yerle bir edileceği, İğneada halkının

yerinden yurdundan edileceği, sürüleceği aşikardır. Nükleer san-trallerin insana ve doğaya verdiği, vereceği zararlara daha değinme-dik bile.

Yönetememe krizi iyice derin-leşen AKP, yolun sonuna gelir-ken yalnızca “yok etme” üzerine politika üretebiliyor. En ufak bir hak arama talebimize saldırıyor, tutukluyor. Başkentin göbeğinde yüzlerce insanımızı katlediyor. Düşüncelerimizi, düşünenlerimizi yok etmek istiyor. Milyonlar, mey-danlarda bağımsızlık, demokrasi talebini haykırmasın diye mey-danlarımızı yok etmek, kışlaya çevirmek istiyor. Zenginlerin cebi dolsun diye rant için duble yollar, lüks rezidanslar yapıyor. Bunun için ormanlarımızı, kıyılarımızı

yok etmek istiyor.Emperyalist tekellere daha

fazla para aksın diye, rantını büyütmek için 3. köprü, 3. havali-manı, Akkuyu, Sinop, İğneada gibi rant projelerini uyguluyor. Yaşam alanlarımızı yok etmek istiyor. Fakat bunları doğru dürüst bece-remiyor bile, eline yüzüne bulaş-tırıyor.

Bunun örneklerini; 3.5 yıl-dır sürdürdüğü Mersin-Akkuyu Nükleer Güç Santrali A.Ş. Toplum Bilgilendirme Müdürlüğü göre-vinden 17 Ağustos 2015’te istifa eden Faruk Uzel anlatıyor. Uzel, projenin birçok güvenlik zafiyeti-nin bulunduğunu, projede çalışan teknik personellerin ve mühen-dislerin bilgilerinin yetersiz oldu-ğunu, birçok ihmalkarlığın yaşan-dığını, hukuku hiçe sayarak iler-lendiğini, Mersin Üniversitesi’nin ve Mersin halkının görüşlerinin alınmadığını ifade ediyor. Projenin yanlış çizildiğini, bu şekilde uygu-layamadıkları için yasa değişik-liği beklediklerini ifade ediyor. Yangın söndürme aracını kulla-nacak personel alımını beklet-tiklerini, yakınlardaki ormanlık alanda Temmuz ayında çıkan bir yangına bu nedenle müdahale edemediklerini belirtiyor. Ve bu koşullarda inşa edilen nükleer santralin güvenli olamayacağını ortaya koyuyor.

Kaynaklar:• Enerji Bakanı: 3. Nükleer Santral İğnea-da’ya planlanıyor, Hürriyet, 14 Ekim 2015• İğneada’ya nükleer darbesi, Cumhuriyet, 14 Ekim 2015• Akkuyu’nun müdürü istifa etti: Bu zihni-yetle mi nükleer işleteceksiniz?, diken.com.tr, 3 Eylül 2015

AKP, Danıştay’ın verdi-ği “santral yapılamaz” kararını yok sayıp, böyle bir yerleşim yerini yıkıp yerine nükleer santral kurmak istiyor. İğneada halkı, bu projeyi isteme-mektedir. Bu nükleer san-tral için bölge halkına en ufak bir fikri bile alınma-mıştır. Bu projeyle birlikte İğneada sahilinin, bölge-deki ormanların, tarihi yapıların yıkılacağı, yerle bir edileceği, İğneada hal-kının yerinden yurdundan edileceği, sürüleceği aşi-kardır.

Page 17: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

17

ENERJİ

“KAPİTALİZM GÖLGESİNİ SATAMADIĞIAĞACI KESER”

Aralık 2015’te emperyalistler öncülüğünde Paris’te Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı (Paris Konferansı) düzenlendi. Konferansın iklim felaketlerini engellemek, küresel ısınmayı durdurmak gibi başlık-ları olsa da emperyalistler çevre kirliliğinin ve ona bağlı iklim değişikliğinin sorumlularıdır. Paris Konferansı bu yanıyla emperya-lizmin “çevreci” maskesidir.

Emperyalizmin kar hırsıy-la artan sanayileşmesi ve ihti-yaç fazlası üretimi, çevre kirli-liğinin önemli nedenlerindendir. Kurdukları ağır sanayilerin doğa-ya ve insana vereceği zararla-rı filtre, atık toplama, arındırma gibi önlemlerle ortadan kaldır-ma imkanları varken, maliyetle-ri ve buna bağlı kar düşüşünü hesap edip en basit önlemle-ri dahi almazlar. Havaya, suya,

toprağa zehirlerini boşaltırlar. Bu nedenle hava kirliliği, aşırı yağış, kuraklık, sel, asit yağmurları, tarım arazilerinin yok olması, su kay-naklarının kuruması, suyun kul-lanılamayacak kadar kirlenmesi, buzulların erimesi sonucu adala-rın ve ülkelerin su altında kalma riski gibi daha pek çok kirliliğin ve doğa felaketinin sebebi oldu-lar. Kirliliğin, felaketlerin halklara faturasıysa hastalık, açlık, yoksul-luk, zorunlu göç… Yağma, talan, sömürüyle yarattıkları sefaletin tek sorumlusu emperyalizmdir. Bu nedenle ne kirliliğe, ne açlığa çare bulabilirler.

Paris Konferansı ilk değildir; 1992’de Rio’da, 1997’de Kyoto’da, 2009’da Kopenhag’da benzer kon-feranslar düzenlediler. Hiçbirinde çevre kirliliğine çözüm bulamadı-lar. Bulamazlar; çünkü emperya-lizm çevreci olamaz. Karl Marx’ın

dediği gibi; “Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser.” Onların doğa, çevre anlayışları budur.

Paris Konferansı’nda aldıkları kararlar, talanın devam edeceği-nin belgesidir:

Sanayi Devrimi’nden bugüne küresel ısınma 1 derecelik artış göstermiştir. Paris Konferansı’nda 10 yıllık program çıkarılmış, 2020-2030 yılları arasında küre-sel ısınmayı 2 dereceyle sınır-landırmaya çalışacaklarmış. Yani Sanayi Devrimi’nden bugüne kadar geçen 3 yüzyıllık küresel ısınma sonucunu 10 yılda ikiye katlayacaklar! Bunu hedef ola-rak sunduklarına bakılırsa halkları daha azgın bir sömürü bekliyor.

Sera gazı salınımını azaltma-ya yönelik program oluşturul-muş: “Yalnızca gelişmiş ülkelerin emisyonları mutlak değerini altı-na çekmesi bekleniyor, gelişmekte

Page 18: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

18

ENERJİ

olan ülkelerin ise emisyonları azalt-maları için ‘teşvik edilmesi’ yeterli görülüyor.” [1] deniliyor. Öncelikle “gelişmekte olan ülkeler” tanı-mı emperyalizmin yalanıdır. Geri bıraktırılmış yeni sömürge ülkeler vardır. Emperyalistler sömürge-lerinde ucuz iş gücü yaratmıştır. Buna sanayi atıklarının doğaya serbestçe bırakılması eşlik eder. Bu nedenlerle sömürgelerindeki üretimin maliyeti azdır. Üretimin emperyalistler ve işbirlikçilerin elinde olduğu bu ülkeleri emisyo-nu azaltın diye teşvik edemezler.

Küresel ısınmanın neden ola-cağı tehlikelerden biri de ülke-lerin ve adaların buzulların eri-mesi nedeniyle su altında kalma riskidir. Buzullar, sera gazı etkisi yaratan karbon salınımları nede-niyle erir. Fosil yakıtlar, sanayi atıkları, parfüm; karbon salınımı-nın nedenlerindendir. Su altın-da kalma riski bulunan ülkelerin halkları için buzulların erimesi;

ölüm, açlık ve göç demektir. ABD ve AB emperyalistleri, bu teh-likeyi yaratanların elebaşlarıdır. Paris Konferansı’nda konula ilgili alınan kararın sonuna ek yaptırıp “kayıp ve zararların tazmin edil-mesi gibi bir yükümlülüklerinin bulunmadığının“ notunu düşüyor-lar. Sebebi oldukları ve olacakları felaketin bedelini halklara ödete-ceğiz diyorlar.

Emperyalistler çevreci olamaz-lar; çünkü onlar halk düşmanıdır-lar. Rio, Kyoto, Kopenhag, Paris… Tüm konferansları, sebebi olduk-ları doğa felaketlerini gizlemek için yapılan çevreci maskeleri-dir. Amaçları; daha fazla sömürü, daha fazla talan, daha fazla yağ-madır.

Küresel ısınmanın, çevre kirlili-ğinin çözümü Paris Konferansları değildir. Çözüm yalnızca halkın iktidarındadır. Emperyalistlerin ve işbirlikçilerin yarattığı kirlili-ği ancak halkın iktidarı temizler.

Çünkü;“Sağlıklı bir yaşam, sağlıklı çevre

koşullarının varlığıyla mümkündür. Her şeyin tekellerin çıkarına göre düzenlendiği; yağmacılığın, talan-cılığın, iş başında olduğu bir ülkede doğal çevrenin korunamayacağını gördük. Kıyı yağmacılığına, orman-ların katledilmesine, deniz, göl ve nehirlerimizin kirletilmesine, zehirli fabrika atıklarıyla halk sağlığının tehdit edilmesine bu küçük azınlı-ğın çıkarları için göz yumulmuş, bu çevre katliamları bizzat iktidarların onayıyla yürütülmüştür. Demokratik Halk Cumhuriyeti, bu doğal çevre-nin ve güzelliklerin halka ait oldu-ğu, hiçbir üretimin ve yatırımın halk sağlığına karşı olamayacağı bilin-ciyle bu konuda kesin hükümler yürürlüğe koymakla, çevre suçlarına karşı sert önlemler almakla yüküm-lüdürler.” [2]

Kaynaklar:[1] Cumhuriyet, Bilim ve Teknoloji, 25 Aralık[2] Halk Anayasası Taslağı, 6. baskı, syf. 57

Page 19: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

19

ENERJİ

TAYYİP’E “AŞIK”, HALKA DÜŞMAN OLANLARIN MÜHENDİSİ OLMAYALIM!

Sakarya’nın Karasu ilçesinde 5 köyü kapsayan, tarım ve orman alanlarının da içinde bulundu-ğu 222 hektar büyüklüğünde-ki arazi Nisan 2015’te Bakanlar Kurulu kararıyla “Otomotiv İhtisas Endüstri Bölgesi” ilan edildi.   Bu kararın ardından Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Ethem Sancak’a ait BMC Otomotiv Şirketi’nin başvurusunu kabul ederek, arazinin BMC’ye özel “Münferit Endüstri Bölgesi” ilan edilmesi için harekete geçti. [1]

Bu haber biraz derinlemesine incelendiğinde ise ortaya kimler, ne için ve hangi bağlantılar ile bu araziyi aldılar bilgisi daha açık bir şekilde ortaya çıkıyor.

Kim bu Ethem Sancak?Bu soruya verilebilecek en

yerinde cevap; hırsız, katil Tayyip

Erdoğan için, “Ona; anam, babam,

eşim çocuklarım feda olsun” ifade-

lerini kullanabilen yalakanın biri-

si olacaktır. Üstelik bu yalakalık

sadece çocuklarını, ana-babası-

nı, eşini feda etme ile de sınırlı

kalmıyor. “Siirt seçimleri vesilesiy-

le Siirt’ten başbakan çıksın diye,

dürüstlüğünü, yiğitliğini gördüm,

gördükçe de aşık oldum. Tanıdıktan

sonra gördüm ki, böyle bir ilahi

aşk iki erkek arasında olabiliyor.”[2]

diyecek kadar da kendini kaptıran,

o seviyede de getirisini alan tam

bir kapı kulu...

Halka Saldırı için; TOMA, Akrep, Kirpi Üretilecek…

Ormanların tarım arazilerinin olduğu 5 köyü kapsayan alana halka daha fazla saldırabilmek için yeni araçlar üretecekler. Halkın onurlu evlatlarının kanla-rını akıtacakları; yoksul mahalle-leri, meydanları gaza boğacakları makineler yapacaklar. Bunların yanında bir de binlerce ağacı, tarım arazilerini ve Türkiye’de sadece 3 yerde bulunan longoz* ormanlarını yok edecekler.

Halka Saldırı Fabrikası, TMMOB’un Gözünde “Sanayileşme Hamlesi”!

Saldırı sadece ormanlarımıza

Page 20: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

20

ENERJİ

veya sadece Sakarya’ya değil tüm halkımıza dönük iken TMMOB Yönetim Kurulu üyesi Cemalettin Küçük “Acarlar Gölü ve longoz ormanlarını yakınında kurulmak istenen endüstri yapı ve tesisler bu alanların ekolojisini yok ede-cek. Biz sanayileşmeye değil; yanlış yerde, yanlış koşullarda sanayileş-meye karşıyız” [3] diyebiliyor. Yani Sakarya’nın longozlarında değil de Konya’nın kurak düzlüklerinde olsa sorun yok. AKP halka saldı-rıda kullanacağı su götürmeyen kitle imha silahlarını üreteceği fabrika açısından tek sorun yeri. TMMOB bunu sanayileşme ham-lesi olarak görebiliyor ve tek soru-nu katliam fabrikasının yerinde buluyor. TMMOB’un sanayileşme-den, çevrecilikten, halkın yanın-da olmaktan anladığı bu olma-malıdır, bu açıklamalar kesinlikle kabul edilemez.

Biz Bu Saldırının Büyüklüğünü Görüyoruz ve Kabul Etmiyoruz...

Yıllardır her türlü orman-

lık alanı, vatanın her bir damla suyunu enerji ihtiyacı yalanlarıy-la talana açan AKP bu sefer de ormanları TOMA, akrep fabrika-ları için peşkeş çekmeye başladı. Üstelik artık bu peşkeşi çekerken üstünü örtmeye gizlemeye bile gerek duymayacak kadar perva-sızlaştı. Seçim oyunu ardından halka saldırılarına hız verecek olan faşist AKP iktidarı halka saldırı için kullanacağı araçların yenilerine ihtiyaç duyuyor. Bunun için de her türlü palazladığı yala-kalarını kullanıyor.

Faşizm hiçbir zaman halkı, hal-kın sağlığını, akciğeri ormanlarını korumayı düşünmez. Onun tek isteği daha uzun süre kesesini doldurabileceği iktidarını uzat-maktır. AKP’nin BMC şirketi ve yalakası Ethem Sancak’la kurdur-maya çalıştığı TOMA ve akrep fab-rikası da buna hizmet edecektir. Halkın her demokratik eylemine, basın açıklamasına gaz bomba-larıyla, TOMA’larıyla, akrepleriyle saldıran AKP; tabii ki de bu araç-ların yenilerini yaratmak isteye-

cektir. Bu fabrikaların ardından gaz bombası fabrikaları da gele-cektir. Halka saldırıda faşizm sınır tanımadı, bundan sonra da tanı-mayacaktır.

Bizler bu saldırıyı görüyoruz. Bu talan ne sadece ormanlarla sınırlıdır, ne de TOMA fabrika-sı yapılıyor denecek kadar basit-tir. Bu saldırı ormanıyla, suyuyla, demokratik haklarıyla, kanıyla, canıyla tüm halkadır, vatanımıza-dır. 35 milyon metrekarelik topra-ğımızı savaş üsleriyle işgal eden, tüm yeraltı, yerüstü kaynaklarımı-zı yağmalayan emperyalistler ve işbirlikçilerinin halka karşı yürüt-tüğü savaşın devamıdır…

Tüm mühendislere çağrımız-dır: Halka karşı savaşın büyümesi-ne, halkın katledilmesine hizmet eden hiçbir projede çalışmayın! Halk düşmanlarının suçuna ortak olma onursuzluğuyla yaşamayın! Çocuklarımızın beynini sokağa akıtan silahların, cesetlerin önüne bağlanıp sürüklendiği akreplerin ve tüm katliam araçlarının sizin elinizden çıkması onursuzluğuna asla izin vermeyin!

*Longoz: Denize doğru akan derelerin getirdiği kumların birikerek dere ağzı-nı kapatmasıyla oluşan özel bir eko-sistem olarak tanımlanıyor. Türkiye’de İğneada (Kırklareli), Acarlar (Sakarya) ve Sarıkum’da (Sinop) bulunuyor. [4]

Kaynakça: [1] Longoz Ormanına TOMA ve Akrep Fabrikası, yapi.com.tr, 30 Ekim 2015[2] ‘Erdoğan’ı gördükçe aşık oldum, böyle bir ilahi aşk iki erkek arasında olabiliyor’, Cumhuriyet, 15 Mayıs 2015[3] Longoz ormanına TOMA fabrikası, BirGün, 29 Ekim 2015[4] Yer mi kalmadı: ‘Şems Ethem’in TOMA’ları longoz ormanında üretilecek, diken.com.tr, 29 Ekim 2015

Page 21: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

21

ENERJİ

MADEN, MADENCİLİK VE MADEN MÜHENDİSLİĞİ ÜZERİNE

Dünyada bugün ticareti yapı-lan yaklaşık 90 çeşit maden ve mineral bulunmaktadır. Türkiye’de ise bu maden ve minerallerin 53 tanesinin üretimi yapılabilmek-tedir [1]. Bir başka deyişle dünya maden zenginliğinin üçte ikisine Türkiye’den de ulaşılabilmektedir.

Türkiye’de madencilik faa-liyetlerinin %85’i kamu eliyle (MTA, MİGEM, ETİ MADEN, TKİ, TTK, BOREN, EÜAŞ, DSİ, TCK, DDY, Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü), %15’i ise özel sek-tör eliyle yürütülmektedir. Kamu ile özel sektör arasında ilgileni-len maden alanı açısından temel farklar vardır. Kamu sektörün-de daha çok mineral yakıtlar ve metalik cevher üretimi temelken, özel sektör endüstriyel hammad-de üretiminde yoğunlaşmıştır [1]. Bunda; ülkemizin metalik maden-ler açısından daha sınırlı kaynak-lara sahipken endüstriyel ham-madde açısından zengin olması önemli bir faktördür. Özel sektör

her zaman olduğu gibi pastanın büyük dilimiyle ilgilenmektedir.

Cam seramik, çimento, alçı, hafif yapı malzemeleri, gübre, boya, tuğla, kiremit, ve mermer gibi endütriyel hammaddelere dayalı sanayi dalları Türkiye’deki önemli sanayi dallarıdır ve son dönemde hızlı bir şekilde büyü-mektedir. Bu büyümenin de bir sonucu olarak Türkiye’deki maden üretimi, Avrupa geneliyle kıyas-landığında çimentoda birinci, camda ikinci, seramikte ise üçün-cü sıradadır. [1]

Türkiye’nin MadenleriYazımızın başında da belirtti-

ğimiz gibi dünya genelinde çıka-rılan madenlerin büyük bir çoğun-luğu Türkiye sınırları içerisinde de çıkarılmaktadır. Türkiye’nin madenleri yeterliliğimiz açısın-dan değerlendirildiğinde 5 gruba ayrılabilir;

1. Yeterli rezervlere sahip oldu-ğumuz ve ihtiyacımızı tümüyle yurtiçi kaynaklardan temin ede-bildiğimiz gibi bir kısmı da ihraç ettiğimiz (yeterince değerlendir-diğimiz) endüstriyel hammadde-ler; mermer ve doğal taşlar, bor tuzları, feldspat, çimento hammad-deleri, perlit, pomza, sodyum sülfat, sölestin, kaya tuzu, barit, manyezit, kaolin, lüle taşı, dolomit, jips, kuvars kumu, bentonit, zımpara, pirofillit, kalsit

2. Yeterli kaynaklara sahip olmakla beraber yeterince değer-lendiremediklerimiz; trona, asbest, fluorit, disten, diyatomit, zeolit, oli-vin, sepiolit, vermikülit, alunit

Page 22: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

22

ENERJİ

3. Rezervleri ve işletilmeleri normal ölçülerde bulunan mine-raller; kil, halloysit, nefelinsiyenit, tras, yapı taşları, kalker-marn, kum-çakıl, tuğla toprakları

4. Rezervleri yetersiz olan mineraller; fosfat, kükürt, grafit, mika, wollastonit, talk

5. Ülkemizde bugüne kadar işletilebilir nitelik ve nicelikte hiçbir kaynağı bulunmayan mine-raller; potasyum tuzları, lityum, titan mineralleri, zirkon, andalu-zit, silimanit, korindon, elmas, iyot, brom[1].

Yazımızın bu kısmında birkaç kalem olarak Türkiye’nin önemli maden kaynaklarına göz atmak yerinde olacaktır.

2 Mermer: Türkiye dünyanın en zengin doğal taş oluşumlarının bulunduğu Alp-Himalaya kuşağın-da yer almasından kaynaklı 5,2 milyar metreküp (13,9 milyar ton) toplam rezervi ile dünya mermer potansiyelinin yaklaşık %40’ına sahiptir. Ülkemizde 80’den fazla değişik yapıda ve 120’nin üzerinde değişik renk ve desende mermer rezervi bulunmaktadır. [1]

2 Bor: Yıllarca Türkiye’de madencilik denilince akla ilk gelen bor mineralleri olmuştur. Gerek rezerv büyüklüğü, gerekse ihracat rakamları ile yıllarca ilk sıralarda yer alan bor, Türkiye’nin madencilik sektöründe ve dış ticaretinde her zaman önemli bir yere sahip olmuştur. Bor kimya-salları; cam, seramik, deterjan, tarım başta olmak üzere daha birçok sektörde kullanılmaktadır. Günümüzde halen işletilen bor yatakları; Kütahya-Emet, Balıkesir-

Bigadiç,  Bursa-Kestelek  ve Eskişehir Kırka civarında bulun-maktadır. Dünya bor rezervi top-lam 1 milyar 176 milyon ton, Türkiye bor rezervi ise toplam 851 milyon ton (%72,3) olarak bilin-mektedir. Türkiye bor rezervinin % 64,4’ünü kolemanit, %31,8’ini Tinkal ve % 3,7’ sini üleksit mine-rali oluşturmaktadır [1].

2 Krom: Sert, paslanmaz ve iyi parlatılan bir maden olan krom, kaplamacılık ve çelik yapı-mında yaygın olarak kullanılır. Türkiye’de yaygın olarak çıkarılan madenlerden biri de kromdur. En zengin krom yatakları; Elazığ’da Guleman, Batı Akdeniz’de (Fethiye, Marmaris arasında) Dalaman havzası, Kütahya ile Bursa arası ve Eskişehir’in doğusundaki Seyitgazi’de yer alır. Adana’nın kuzeyindeki Aladağ yöresinde de yeni krom yatakları bulunmuştur. Aladağ krom yatakları, dünyanın en zengin yataklarıdır. Türkiye, krom çıkarımında dünyada 3. sıradadır. Türkiye, çıkardığı kromu büyük ölçüde cevher olarak sat-maktadır. Bu nedenle krom made-ninin çıkarımı tamamıyla yabancı-ların talebine endeksli olduğu için onların kontrolü altındadır. [9]

Türkiye’nin sahip olduğu madenlerden bahsederken dev-letin madencilik politikalarında-ki çarpıklık üzerine birkaç söz etmeden geçmek olmaz. 2013 yılında bütün maden ihracatı 6 milyar dolar civarında iken sade-ce ithal edilen kömür miktarı bile 4.5 milyar dolara dayanmıştır. Devlet kasasına sözde döviz gir-mesi için maden kaynaklarımız

çıkarıldığı gibi yurtdışına haraç mezat satılmakta, bunun karşılı-ğında bu satışın katbekat daha fazlasına bu ürünlerin işlenmiş halleri satın alınmaktadır. Bakır konsantresi ihraç edilip bakır tel, krom ihraç edilip paslanmaz çelik, nikel, kobalt ihraç edilip alaşımlı metal ithal edilmektedir.

2011 yılındaki tüm maden ihracatı yaklaşık 4 milyar dolar iken aynı dönemde demir-çelik hurda ithalatı için 10 milyar dolar, alüminyum ve alüminyum eşya ithalatı için 3,3 milyar dolar, bakır ithalatı için 1,5 milyar dolar, kömür ithalatı için 3 milyar dolara yakın döviz ödenmesi, madende dışa bağımlılığın artmasının en büyük göstergelerinden biridir. [8]

Bir başka örnek olarak 1989‘lu yıllarda Etibank Mazıdağı Fosfat Konsantre Tesisleri devreye alın-mış, 2-3 yıl sonra tesis durdu-rulmuştur. 20 yıldan daha uzun bir süreden beri bu tesisler atıl beklerken ülkemiz gerekli gübre hammaddesini ithalat yolu ile karşılamıştır. Yakın gelecekte ihracatçı ülkeler fosfat kayası sat-mak yerine gübre ihraç edecekler ve ülkemiz daha yüksek bedeller ödeyerek gübre almak zorunda kalacaktır.

Feldspat madenimiz açısından da durum aynıdır. Feldspat made-ni yıllardır çıkarılma maliyetine haraç mezat satılmaktadır.

Bu durumla ilgili bir diğer çar-pıcı örnek de kromdur. 2.5-2.8 ton krom cevherinden 1 ton civa-rında ferro-krom üretilmektedir. Dünyanın ferro-krom üretimin-de kullanılan enerjinin kilowatt saati 2 cent civarında iken, bu

Page 23: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

23

ENERJİ

değer ülkemizde 5 centin üze-rindedir. 1 ton yüksek karbonlu ferro-krom üretmek için yaklaşık 4300 kilowat saat enerji kullanıl-maktadır. Bu da, mevcut elektrik fiyatlarıyla ülkemizde üretilecek ferro-kromun 1 ton maliyetinin dünyadaki diğer ülkelere göre en az 125 dolar daha fazla olaca-ğı anlamına gelmektedir. Başka madencilik alanlarında dev-let teşvikler sağlarken bu alan-da planlı olarak sağlamamış ve krom madeninin yabancılara yok pahasına gitmesine zemin hazır-lamıştır. İhraç edilen ham krom ile ferro-kromdan paslanmaz çelik ve mamul ürünler üretilip ülkemize geri satılmaktadır.

Madenciliğin Türkiye’deki çık-mazlarından bir diğeri ise ham olarak sattığımız maden ihracat değerlerinin miktar ve parasal olarak büyümesidir. Bu büyüme-ye karşılık hammadde birim satış bedellerine bakıldığında artış yerine düşüş gözlenmektedir. Bunun nedeni ise fiyatları belir-leyenlerin bu ürünleri alanlarla aynı kişiler olması ve bu rakamla-rı kendi isteklerine göre düzenle-yebilmeleridir. [2]

Kim Bu Madenlerimizi Sömürenler?

Bu topraklarda sömürü deni-lince neredeyse ilk akla gelen kalemdir madenler, madenlerimiz. Yıllardır madenlerimiz sömürülü-yor, ya da yabancılar kullanıyor dedik durduk. Burada bahsede-ceğimiz sömürü, halkın yararına kullanılmayan ve halkın cebinden çalınan her bir zerreyi kapsamak-

tadır. İşte bu sömürüyü ve talanı yazının bu kısmında birkaç örnek-le biraz açmak yerinde olacaktır.

Soma’da 301 madencinin kat-ledilmesinin ardından müfettişler tarafından yapılan bir araştırmaya göre özellikle AKP döneminde bir-çok maden firmasının denetlen-mediği ortaya çıkarılmış. Bu sonu-cun ardından inceleme biraz daha derinleştirilmiş ve ortaya talanın AKP yandaşları yönüne kaydı-ğı ortaya çıkmış. Araştırmada, son AKP döneminde kurulan 52 maden firmasının 36’sının bir AKP milletvekili veya yöneticisine ait olduğu belirlenmiş. Talanlarını gizlemek konusunda çoğu zaman pervasızlaşan AKP iktidarı bu sefer bir kılıf uydurmaya çalışmış görünüyor. Bu 36 firmanın büyük çoğunluğunda hisselerin 2. dere-ce akrabalar üzerine kaydırılarak gizlendiği tespit edilmiş. [3]

5177 Numaralı Maden Kanununda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına  İlişkin Kanun’un kabul edilmesiyle beraber madenlerimiz açısından yabancıların talanı hız kazanmış oldu. Yasa ile beraber madenlerin çıkarılması yüzde 2 vergi karşılı-ğında yerli ve yabancı şirketlere açılırken, çıkarılan maden üze-rinde gerçekleştirilecek olan zen-ginleştirme işleminin ülke sınır-ları içerisinde yapılması halinde devlet payı yüzde 1’e çekildi. İşte yapılan bu vergi yüzdesi deği-şiklikleriyle beraber emperyalist tekeller ve onların ülkemizdeki yerli işbirlikçileri maden lisansla-rına akın ettiler. [6]

Bu durumu yasanın çıkarıldığı yıldan bir sonraki yılda ruhsat sahibi firmaların artışından da anlayabiliriz. 2005’te önceki yıl-lara göre yüzde 274’lük artışla 15

Page 24: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

24

ENERJİ

bin 149 ruhsat başvurusu olurken, 11 bin 305 başvuru ruhsata bağ-landı. 2006’da ise 18 bin 208 baş-vurudan 13 bin 866’sına ruhsat verildi. 2006’da ruhsat başvuru-larında bir önceki yıla göre yüzde 20, başvuruların ruhsata bağlan-ma oranında ise yüzde 22 artış görüldü. O tarih için bu rakamlar içinde 51 yabancı ortaklı şirket de bulunuyor [4]. Şu anda ise bu rakamın 200’ün üzerinde olduğu tahmin ediliyor.

Ülkemizin kaynaklarını adeta emen yukarıda listelediğimiz bu şirketlerden bazılarına dair biraz daha fazla ayrıntı paylaşmakta fayda var.

2 Rio Tinto:  Ünlü Yahudi dolar milyarderi Rothschild Ailesi‘ne ait Rio Tinto’nun işlettiği bor, boraks ve bor tuz yatakla-rı Balıkesir, Susurluk, Bandırma, Balya, Sultançayırı bölgesin-de bulunuyor. Ankara, Eryaman, Sincan, Güdül, Kazan, Beypazarı ve Eskişehir-Sivrihisar yöresin-de de trona (doğal soda) ve bor maden sahalarına sahip. Bu alan-lar yaklaşık 450-500 kilometreka-re büyüklüğünde.

2 Anatolia Minerals:  Sivas, Malatya ve Tunceli ile Ovacık böl-gesindeki altın, gümüş ve bakır yataklarını işletiyor. Gümüşhane, Artvin ve Kayseri’ye kadar uzanan bu alanların toplam büyüklüğü 700-750 kilometrekareye ulaşı-yor. Bu şirketin Adana Saimbeyli ve Tufanbeyli ilçelerini kapsa-yan sahalarda elde ettiği çinko madeni işletme ruhsatı ise 700 kilometrekareden büyük. Ayrıca Yozgat Boğazlıyan, Yenipazar ve

Sarıkaya’da da yaklaşık olarak 700 kilometrekare bakır madeni işletme ruhsatına sahip.

2 Odyssey Resources:  Ordu-Fatsa ve Zaviköy bölgesinde bulu-nan altın, gümüş, çinko ve bakır madenleriyle ilgili 250 kilometre-karelik bir alanın ruhsatına sahip. Tavşanlı’da da altın arama çalış-malarını yürütüyor. İngiliz Ariana ile bu bölgede işbirliğine gitti.

2 Eldorado Gold: Kanadalı şir-ket; Uşak-Eşme Banaz Katrancılar Köyü ile Kütahya-Gediz İlçesi Murat Dağı eteklerinde işletme ruhsatına sahip. Aynı şirket İzmir Efem Çukuru bölgesindeki altın madeni yataklarının işletmesini de elinde bulunduruyor.

2 Teck Cominco:  Kanadalı maden şirketi, Kaz Dağları’nda başta Balıkesir İvrindi, Havran, Balya ve Çanakkale Ezine olmak üzere 7 mevkide çalışma yürütü-yor. Şirketin aynı zamanda Artvin Cerattepe’de işletmesi bulunuyor.

2 Pregold Madencilik:  4 adet altın arama ruhsatı bulunuyor. Mali ve Gana’da aramalar yapan şirketin sahibi Goldaş.

2 Galata Madencilik:  Firma Ariana Madencilik’le birlikte çalı-şıyor. En büyük hissedarları bir İngiliz şirket.

2 Doğu Truva Madencilik: Teck Cominco’nun desteklediği Fronteer’e ait firmanın Çanakkale Bayramiç’te 1 arama sahası bulu-nuyor.

2 Kuzey Truva Madenci-lik:  Kanadalı Teck Comico’nun desteklediği Fronteer firması-na ait. 6 noktada arama yapıyor. Hepsinin işletme ruhsatı var.

2 Ariana: İngiliz Şirket Artvin’de arama yapmak 19 arama ruhsatı aldı. Mardin Kızıltepe ve Balıkesir Sındırgı’da toplam 820 kilometrekare alanda altın arama çalışmalarını yürütüyor.

2 Stratex: ABD’li şirket Uşak ve Kütahya arasında bulunan Murat Dağı’nda altın buldu. Şirket ayrıca Konya İnlice, Çanakkale Dikmen, Belen, Ergama üçgeni ile Eskişehir Muratdere’de de altın arama çalışmalarını sürdürüyor.

2 Tüprag Madencilik: Kanadalı Eldorado Gold madencilik şirketi-nin Türkiye temsilciliğinin 5 adet altın arama ruhsatı bulunuyor. Uşak’ın Eşme ilçesindeki Kışladağ altın madeninde üretime devam ediyor.

2 Koza Madencilik: Ovacık’ta altın çıkaran firmanın 7 adet sahası bulunuyor. Koza madenci-lik ayrıca Balıkesir Havran altın madeninden çıkardığı toprağı, Bergama Ovacık’taki tesislerinde işliyor[4] [7].

Page 25: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

25

ENERJİ

Maden Mühendisleri ve Madenciler Ne Durumda?

Peki bu yağma ve talan düzeni içerisinde madenciler, maden mühendisleri ve Maden Mühendisleri Odası ne durum-dalar?

Türkiye’deki üniversitelerin maden mühendisliği bölümle-rinden mezun olanların toplam sayısı 16 bin 625‘dir. Bu mezun-ların yaklaşık %77‘si Maden Mühendisleri Odası’na üyedir. Öte yandan oda örgütlenmelerinin geleceği olarak kabul edilmesi gereken öğrencilerin %20‘si de odaya üyedir. [2]

Maden Mühendisleri Odası’na üye olan maden mühendisi sayı-sı, 1 Mayıs 2013 tarihi itibariyle 13 bin 616’dır. Oda üyelerinin yaklaşık %12’sine karşılık gelen 1.673’ü kadın, %88’ ine karşılık gelen 11 bin 943’ü ise erkektir.

Oda kayıtlarında çalışma durumları mevcut olan toplam 13 bin 616 üyenin içerisinden sade-ce 6789’unun mesleği ile ilgili bir işte çalıştığı, 311’inin emekli olduğu ve geriye kalan 6.516’sının ise işsiz ya da mesleği dışında bir işte çalıştığı görülmektedir. Bir başka deyişle oda üyelerinin %50’si işsiz ya da mesleği dışında bir işte çalışmaktadır.

Mesleği ile ilgili bir işte çalışan 6.789 üyenin 4.696’sı (%70’i) özel sektörde, 1.930’u (%30’u) kamu sektöründe ve 163’ü ise üniversi-telerin akademisyen kadrolarında çalışmaktadır.

Ülkemizde halen maden mühendisliği bölümü olan 20

üniversite bulunmaktadır. Ayrıca kurulmuş olup henüz öğrenci almayan bölümler de mevcut-tur. Yılda yaklaşık 1000 civarında mezun verilirken bu sayının yeni bölümlerin de öğrenci almasıyla 1.300’e yükseleceği tahmin edil-mektedir.

Maden Mühendisleri Odası’nın halen; 30 il temsilciliği, 10 ilçe temsilciliği, 54 işyeri temsilciliği ve 17 maden mühendisliği bölü-mü öğrenci temsilciliği bulun-maktadır.

Bu üyeler arasında değer-lendirilme yapıldığında sadece %10’unun aidat borcu bulun-madığı görülmektedir. Üyelerin

%42’sinin 0-2 yıl arası aidat borcu, %48’lik kesimin ise 2 yıl ve üstünde aidat borcu olduğu anlaşılmaktadır. [8]

Sonuç Yerine...Madenlerimiz yerli ve yabancı

birçok şirketin amansız talanı altın-da; madencilerimiz her gün yerin derinliklerine güvenliksiz giriyor-lar ve her gün ölüyorlar; maden mühendislerinin büyük bir çoğun-luğu işsiz veya işleri dışında çalış-mak zorunda kalıyor. Durum buy-ken bizlerden gözlerimiz yumup sessiz kalmamız buna da şükür etmemiz gerektiği söyleniyor.

Tüm madencilerin ve mühen-dislerin çıkarları, ortak mücade-leden geçer. Hep birlikte örgüt-lenmeliyiz. Yerli veya yabancı patronların rantı için değil, halk için halkın çıkarları için çalışalım. Rant için değil halk için mühen-dislik yapalım.*Bu tablolarda isimleri bulunan firma-lar 2008 yılında TBMM’de sunulan bir soru önergesine dönemin Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun verdiği cevaplar-dan derlenmiştir.

Kaynakça:[1] “Türkiye Madenciliğinde Endüstriyel Hammaddeler ve Kuzeybatı Anadolu Bölge Müdürlüğü Endüstriyel Hammadde Kaynakları”, Ergün Çelik,[2] “Rakamlarla Türkiye Madenciliği”, Maden Mühendisleri Odası[3] AKP’liler madene girdi, Taraf, 18 Ağustos 2014[4] Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı maden şirketleri, 08haber.com[5] Türkiye’nin Madenleri Yabancı Sermayeli Şirketlere Emanet, ANKA[6] 5177 Sayılı kanunla değişik 3213 sayılı maden kanunu, madenmo.org.tr[7] Emperyalizmin ağaları uluslararası maden şirketleri ve maden çıkartılan ülke-leri bekleyen tehlikeler, nacikaptan.com[8] Maden Mühendisleri Odası 43. Dönem Çalışma Raporu[9] Türkiye’de madencilik, Vikipedi

Madenlerimiz yerli ve yabancı birçok şirketin amansız talanı altında; madencilerimiz her gün yerin derinliklerine güvenliksiz giriyorlar ve her gün ölüyorlar; maden mühendislerinin büyük bir çoğunluğu işsiz veya işleri dışında çalışmak zorunda kalıyor. Durum buyken bizlerden gözlerimiz yumup sessiz kalmamız, buna da şükür etmemiz gerektiği söyleniyor. Tüm madencilerin ve mühendislerin çıkarları, ortak mücadeleden geçer. Hep birlikte örgütlenmeliyiz. Yerli-yabancı patronların rantı için değil, halk için, halkın çıkarları için çalışalım.

Page 26: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

26

MİMARLIK

Mimar Meclisi; kamuda, özel sektörde ve üni-versitelerde çalışan mimarlar ve mimarlık öğrenci-lerinden oluşur. Mesleki hizmet ve düşünce üreten demokrat-ilerici-politik bir topluluktur. Mimarlığı yoksul halka da fiilen taşımayı hedefler. Gönüllü mimar, şehir plancısı ve mimarlık öğrencisinin katılı-mıyla büyüyen ve daha da genişlemeyi bekleyen bir topluluktur.

Mimar Meclisi’nin kurulma nedeni; mimarlık mes-leği alanına giren, kent, kamusal mekanlar, doğa, mimarların çalışma koşulları ve benzer konulardaki sorunlara dair çözümler, özellikle de mimarlığın toplumsal boyutunu vurgulamak ve mimarlık tar-tışmalarında temsil edilemeyen kesim ve grupların görüşlerini de temsil etmek üzere düşünceler üret-mektir. Mimarların, bu içerikteki çözümler üretme-sini engelleyen sınırların ötesine geçerek, özellikle halkın düşünce ve emeğinin katılımıyla bu çözüm-lerin hayata geçirilmesi hedeflenmektedir. Ülkesi ve meslek alanına dair; ekonomik-demokratik-ilkesel kaygıları bulunan mimar ve mimarlık öğrencilerine “Halk için Mimarlık” yapma olanağı sunulmaktadır.

Mimar Meclisi bireylerden oluşan bir oluşum olmasına rağmen bireysellikleri öne çıkaran bir platform değildir. Mecliste çalışma yürüten tüm mimarlar gönüllülük esası ile çalışmakla birlikte

gerçekleştirilen proje ve üretilen politikalar, mimari bir hobi etkinliği şeklinde değil, halkın yararına ger-çekleştirilme sorumluluğu ile hayata geçirilir. Gerek mesleki, gerek ekonomik koşullanmalarla oluşan “birey özelliklerini öne çıkarma”, ve günümüz koşul-larında giderek artmakta olan “mesleki ve kişisel ego vurgusu”nun, mimarlığın gerçek kullanıcıları olan halktan uzaklaşmasının ardında yatan temel neden-lerden biri olduğunu vurgulamak üzere ortaya çıkan bir topluluktur ve mottosu “Rant için Değil, Halk için Mimarlık”tır!

Mimar Meclisi, birey-toplum-mekan ilişkileri bağ-lamındaki kendi politik tavrını, bu konudaki literatü-rü izleme, beyan etme ve tartışmanın ötesinde, bu literatürde anlatılan konuları pratikte ve gündelik hayatta, kimi zaman zorlu koşul ve ortamlarda bire-bir hayata geçirmeyi hedefler. Mekanın politik içeri-ğini sadece yazılı metinlerinde ve sözlü açıklamala-rında beyan etmekle kalmayıp, proje ve uygulama ölçeğine gelindiğinde kendi ifadeleri doğrultusunda tavır almayı ve bu tavrı pratikte de hayata geçirmeyi hedefler.

Mimar Meclisi; tüm mimarları, bu ilkeler çerçeve-sinde, halk için üretmeye davet eder.

Page 27: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

27

MİMARLIK

Maltepe Belediyesi’nin açmış olduğu Gülsuyu Cemevi Yarışması Temmuz 2015’te sonuçlandı.

Gerek son dönemin önemli bir gündemini oluşturan “cemevi” konu içeriği ile, gerek jüri üye-lerinin mimarlık camiasının en saygın isimlerinden oluşması ile, ilan edildiği günden itibaren dik-katleri üzerine çeken bir yarışma oldu. Yarışmaya katılan 55 adet

projenin mimarlık camiasına ve bir ibadethane-kültür evi yapısı olarak cemevi mimarisine katkısı kayda değerdir.

Ancak bu yarışmanın açıldığı Cemevi örneğinin geçmişi çeşitli anlaşmazlıklar ve hatta yönet-sel çatışmalarla doluyken, tam da bu yapıya konu olan yarışmanın, süregelen tartışmalarla arasın-daki mesafe ve aldığı pozisyon

merak konusu oldu...Hatırlandığı üzere, Gülsuyu

Cemevi’nin yönetiminde olan Cem Vakfı ile Gülsuyu halkının Mayıs ayında düştüğü çatışma ortamı ve bu çatışma sürecinin polis müdahalesi ile sonuçlanması pek çok örnekte tekrarlanagelen, cemevlerine yönelik saldırıların sadece bir diğer örneğini oluş-turmuştu. Eylül 2013’te Ankara

GÜLSUYU CEMEVİ YARIŞMASI’NIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

mimar meclisi

Page 28: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

28

MİMARLIK

Tuzluçayır’daki yine bir Cem Vakfı projesi olan cemevi-cami inşa-atına itiraz eden halk, aylarca bu inşaatın gerçekleştirilmemesi için çatışmak zorunda kalmış ve yürüttüğü mücadele ile sürecin istekleri doğrultusunda sonuçlan-masını sağlamışlardı. 

“Halka rağmen” inşa edilme-ye çalışılan bir yapı projesi, hiç kuşkusuz ki mimarlık pratiğini yakından ilgilendiren bir konu-dur. Ayrıca mimar, salt bu yapının fiziki niteliklerinden ve mekan-sal kalitesinden sorumlu değildir. Sorumluluk alanı çok daha geniş bir alanı kapsar. Bu projeler kimin için yapılıyor, ne pahasına yapı-lıyor, kimler finanse ediyor, ger-çekleştirilen proje halkın yararına mıdır gibi sorular, hem mimar-lık mesleğinin ahlaki sorumluluk alanına girer, hem de mimarın profesyonel ve etik tavrı bu içe-rikler doğrultusunda kritik edilir. Mimarlık tartışma ortamında bu sorulara verilen cevapların şüphe ile karşılanması nedeniyle, ilke-sel olarak sert şekilde eleştirilen projeler oldukça fazla sayıdadır ve meslek içi bu tür eleştiriler mimarlık bilgi alanına katkı da sağlar.

Maltepe Belediyesi’nin açtı-ğı mimari proje yarışması da, Gülsuyu halkı ve Cem Vakfı ara-sındaki çatışma gündeminin içine açılmış bir yarışma oldu. Çatışmanın yaşandığı ve yarış-manın açıldığı Cemevi, Maltepe Belediyesi’nin 18 yıldır Cem Vakfı’na kiraladığı bir ibadetha-nedir. Böylesi bir süreçte, gerek Maltepe Belediyesi’nin, gerekse düzenlediği yarışmaya akademik

katkı sağlayan, donanımlı ve say-gın kişiliklerden oluştuğu bilinen yarışma jürisinin, böylesi hassas bir konuda nasıl tavır aldıkları önemlidir.

Hiç şüphesiz, bu noktada bir tavır almamış olmak, dolaylı da olsa bir tavıra işaret eder...

Bu bağlamda, yarışma ve sonuçları ile ilgili şu soruların sorulması anlamlı olabilir:

V Gülsuyu Mahallesi’nde yaşayan halk, cemevi yarışması-nın gerek kurgulanması, gerekse değerlendirilmesi aşamalarında etkili bir aktör olarak yer almış mıdır?

V Cem Vakfı ile yaşanan çatışmanın ardından yarışma jüri ekibi ya da Maltepe Belediyesi, mahalleli ile temasa geçmiş midir, ya da mahallelinin kurmuş

olduğu “Maltepe Cemevi Derneği” ve diğer köy derneklerinin varlı-ğından haberdarlar mıdır?

V Bu alternatif/sivil oluşum-ların farkına varmak için yarışma ekibi nasıl bir çaba harcamış ve yerinde nasıl incelemeler yap-mıştır?

V Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç’ın, mahalle halkının Cem Vakfı ile yaşadığı çatışma-nın ardından, mahalle halkının rızası olmamasına karşın Şubat 2015’de Cem Vakfı ile kira söz-leşmesini yenilemesi, yarışmaya destek veren jüri ve katılımcıları ne yönde etkilemiş, yarışmanın kurgulanışına herhangi bir şekil-de etki etmiş midir?

V Yarışma ekibi ve jüri üye-leri “inşa edilecek (uygulanacak olan) yeni projenin de 18 yıl-dır olageldiği gibi Cem Vakfı’na verilmesi halinde, proje sahip-leri rızalık gösterecekler midir? Göstermeyeceklerse, jüri üyeleri-nin ya da yarışmacıların ellerinde bu yönde bir güç var mıdır”, gibi soruların olası cevaplarıyla ilgi-lenmekte midir?

V Ayrıca, Gülsuyu halkı, Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç’ın, Gülsuyu Cemevi yöneti-mi konusunda yaptığı toplantıda: “Yönetimi bir uluslararası vakıftan alıp (Cem Vakfı kastediliyor), bir köy derneğine (Maltepe Cemevi Derneği kastediliyor) verecek halim yok” ifa-desini kullandığını iletmektedir-ler. Yarışma ekibi ve özellikle de jüri üyeleri, yerel başkanın bu “uluslararası vakfa” olan gönül bağı ve bu bağın halkta oluştur-duğu tepkinin sonuçlarıyla ilgi-lenmekte midir?

“Halka rağmen” inşa edilmeye çalışılan bir yapı projesi, hiç kuşku-suz ki mimarlık pratiği-ni yakından ilgilendi-ren bir konudur. Ayrıca mimar, salt bu yapının fiziki niteliklerinden ve mekansal kalitesin-den sorumlu değildir. Bu projeler kimin için yapılıyor, ne pahasına yapılıyor, kimler finan-se ediyor, gerçekleştiri-len proje halkın yara-rına mıdır gibi sorular, mimarlık mesleğinin ahlaki sorumluluk ala-nına girer.

Page 29: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

29

MİMARLIK

V “Dayanışma ve imece usulü ile inşa edilme geleneği olan cemevi yapılarının mimari yarış-malar aracılığı ile yapılıyor olma-sının, ihmal edilegelmiş bir bina (ve kültürel mekan) tipolojisi ola-rak cemevi mimarisinin gelişimine önemli bir katkı sunduğu şüphe-sizdir. Ancak, bu yarışmaların içerik ve biçiminin, piyasa yarışmaları ile aynı formatta olması yani, birbiri ile rekabetçi bir ortamda kıyasıya yarışarak sonuçlanan yarışma içe-riğinde yapılması, özünde ‘dayanış-ma ve imece’ kültürüyle oluşturulan bir mekan tipolojisiyle ve Alevilik gelenekleriyle örtüşmekte midir?” sorusu, jüri tarafından değerlen-dirilmiş midir?

V 2004 yılından beri mahalle halkının imkanları çerçevesinde yaptıkları bağışlar ve Alevi dost-larının bağışları ile bir noktaya getirilen inşaatı yıkmak gibi radi-kal ve oldukça müsrifçe denebi-lecek bir karar alınırken, Gülsuyu halkının görüşüne başvurulmuş mudur? 11 yıldır bitmesini bekle-dikleri ve imkanları çerçevesinde büyük güçlüklerle destek olma-ya çalıştıkları bir inşaatı yıkma kararı ve yetkisi, sadece bir yerel yöneticinin ve teknik bir mes-lek insanı olan tasarımcı mimarın kararına bırakılabilir mi? (Yarışma kolokyumunda, var olan yapının yıkılabilmesi için, mimarından izin alındı mı sorusuna, Nevzat Sayın’ın yazılı olarak alındığını, yapıdan da rıza aldıklarını düşün-düğünü ifade etmiştir. Kolokyum dinleyicilerden Yasemin Özcan, mimar ve yapıdan rızalık alınır-ken, mahallelinin de rızasının alınmasını gerektiğini söyleyerek,

tüm bu gelişmelerin yanında bir de “mahalleli” olduğu gerçeğini hatırlatmıştır.)

V Cemevi yarışmasında birincilik kazanan projenin mima-rının ödül töreninde sarf ettiği “mimarca Alevilerin yanında dura-bildiğim için mutluyum” ifadesi ile Alevilere ne tür bir destek verilmiş olunur? Bir mimari proje yarışmasına girip, yarışmalar geneline bakıldığında bu ölçek-teki bir yarışma için yüksek bir birincilik para ödülünü kazanmış olmak, Alevilerin yanında duru-şun mimarca yöntemi olabilir mi? Ayrıca, yapılan ödül konuş-masında Gazi Cemevi’ne yapı-lan saldırıya atıfta bulunmak, bireysel bir destek varmış gibi tavır beyan etmek, Alevi halkı-nın yanında olmak için yeterli midir, yoksa ‘çatışma sürecinden

kişisel prim çıkarma çabası’ izle-nimine yol açabilecek talihsiz ve naif bir açıklama mıdır? Örneğin, Gazi cemevinin kırılan kapı ve penceresini değiştirmek, saldırıya uğrayan avlunun düzenlenmesi için öneriler geliştirmek, icra ile eşyaları boşaltılan Sultanbeyli Cemevi’nin düzenlenmesine bila-bedel, gönüllü katkı sunmak, ve Alevi inancının gerektirdiği teva-zu ile bunu bir sessizlik için-de yapıp, bundan sadece yıllarca horlanan bir kültüre katkı yap-manın manevi telafisinin hazzını, sadece bu faaliyeti izleyip takdir edenlerle paylaşabilmekle yetin-mek, “mimarca” destek için daha anlamlı girişimler olabilir mi?

Belediye, valilik gibi ekonomik açıdan güçlü kurumların yanısıra, 11 yıldır Cemevi inşaatlarının bit-mesini bekleyen Gülsuyu halkı da, diğer yoksul mahalle halkları gibi mimarca destekler beklemektedir. Bu tür katkılar, maddi ödül ya da protokol törenleriyle karşılık bulmayabilir; ancak mimarca des-tek olma biçiminin yolu öncelikle “Halk İçin Mimarlık” hizmeti ver-mekten geçer...

Yukarıda belirtilen görüşler doğrultusunda, tüm mimarlık camiasının, mesleki ve akademik açıdan donanımlı ve saygın tüm meslektaşlarımızın ve dostlarımı-zın, bu yarışmaya dair tartışılan nüanslara ve etik detaylara bun-dan sonraki mesleki girişimlerde ve ortamlarda çok daha duyarlı olması dileğiyle…

Belediye, valilik gibi ekonomik açıdan güçlü kurumların yanı sıra, 11 yıldır Cemevi inşaatlarının bitmesini bekleyen Gülsuyu halkı da, diğer yoksul mahalle halkları gibi mimarca destekler beklemektedir. Bu tür katkılar, maddi ödül ya da protokol törenleriyle karşılık bulmayabilir; ancak mimarca destek olma biçiminin yolu öncelikle “Halk İçin Mimarlık” hizmeti vermekten geçer.

Page 30: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

30

MİMARLIK

Küçük Armutlu Mahallesi; bahar başlangıcı olan Mart’ın ilk gününü, binlerce polis, akrep, TOMA, iş makinesi ve kepçelerin katıldığı bir yıkım ile karşıladı. Armutlu halkı tarafından kolektif olarak inşa edilmiş ve edilmekte olan bir dernek binası, federas-yon inşaatı ve Halk Meclisi binası yıkıldı.

Adına “kentsel dönüşüm” denilen ve yoksul halkın tek göz kondularına göz dikildiği “yıkım

şenlikleri”nin (!) duraklarından birinin Küçük Armutlu Mahallesi olması tesadüf değildir! Çünkü bu mahalle; kuruluşundan itibaren yıkımlara, saldırılara karşı direnişi örgütleyen halk komiteleri ve halk meclisleri ile var olmuştur. Elbette devleti ve polisi korkutan, korku-dan saldırtan da budur. Onların korkuları bir nebze daha anlaşılır belki, ama Sarıyer Belediyesi’nin kendisini bu saldırı sarmalının içine -ve hatta merkezine- pozis-

yonlandırması nasıl açıklanma-lıdır? Sosyal demokrat olduğu-nu iddia eden ve parti isminin içinde “Halk” geçen bir belediye, yıkımı coşkuyla gerçekleştirmiş-tir. Yıkımın ardından mahalleliden ve kamuoyundan gelen tepkiler üzerine CHP Sarıyer İlçe Başkanı Mehmet Deniz’in yaptığı haddini bir hayli aşan yalanlarla bezeli açıklamada, halkın evlerine doku-nulmadığı ve dokunulmayacağı açıklanmış, mahalledeki dernek binalarının yanısıra Halk Meclisi binasının yıkılmış olduğu belirtil-miştir. Halkın “evinin” değil, “mec-lisinin” yıkıldığının açıklanması, en hafif deyimle ancak bilinçsizce yapılmış bir beyandır. Yerel yöne-timin mahallesi ile olan kopuklu-ğu, getirdiği hizmetin yetersizli-ği gibi zaten bilinen konular bir

YIKTIĞINIZI ZANNETTİĞİNİZ DUVARLAR HALA AYAKTA!

mimar meclisi

Page 31: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

31

MİMARLIK

kenara bırakılsa da; halkın emeği ile inşa edilen, yokluklar içinde arttırdığı parasını, emeğini, gücü-nü, iradesini ortaya koyarak inşa etmeye çalıştığı mahallenin ortak toplanma alanlarını yıkmayı meş-rulaştırmak için değil açıklama yayınlamak, konu hakkında roman yazılsa yapılanlar yine de kabul edilemeyecek bir suçtur. Yıkımın başat aktörü olması yetmiyormuş gibi, CHP İlçe Başkanı açıklama-sında Büyükşehir Belediyesi’nin ve polisin asla konduları ve cemevini yıkmasının söz konusu olmadığının garantisini verdiği-ni söylemektedir. Cemevi bina-sının arka cephesindeki delikler, kuş gagaları ile oluşmamıştır, polis kurşunlarının ve bombala-rının izleridir. Halktan toplanan paralarla inşa edilmeye çalışılan cemevinin aralıksız kurşunlanma-sına CHP ilçe teşkilatının cevabı; yoksul mahallelinin ikinci el mal-zemeler ile yaptığı tek katlı Halk Meclisi binasını yıkmak olmuştur. Bu mahallenin kentsel dönüşüme karşı verdiği mücadelenin örgüt-lenmesinden, gecekonduların iyi-leştirilmesi için yapılan müdahale kararlarından, mahallenin kamu-sal alanlarının iyileştirilmesi için açılmış olan Ulusal Mimari Fikir Yarışması’nın kararlarına kadar mahalleyi ilgilendiren her kararın alındığı bina olan tek gözlü Halk Meclisi binasını yıktığını zanne-den polis ve onun sözcüsü CHP’li Sarıyer Belediyesi! Bir yıkım ger-çekleştirdiğiniz yanılgısı içerisin-desiniz, yanılıyorsunuz!

Küçük Armutlu Mahallesi’nde yıktığınızı zannettiğiniz binalar; buradaki direngen kültürün, ira-

denin, sosyal yapının kabuklaş-mış halidir. Katılaşarak binaya dönüşmüş bu mekanların duvar-larını yıkarak, direniş geleneğini yıkabileceğinizi mi zannettiniz? İstanbul’un dört bir yanındaki ağır yapılaşmanın içinde, yıkmak için Küçük Armutlu’nun tek katlı, bahçeli, halkın kolektif gücü ile yapılmış toplanma mekanlarını mı seçtiniz? Dernekler, federas-yon binaları, Halk Meclisi yıkılınca neyi ortadan kaldırdığınızı zan-netmektesiniz? Küçük Armutlu Mahallesi’ne binbir zorlukla geti-rilen ve yetersiz olan yerel yöne-tim hizmetini bir yardım ya da lütuf olarak mı görüyorsunuz? “Armutlu halkına dokunmadık, devrimcilerin yapılarını yıktık” mesajınızın açılımı nedir? Küçük Armutlu’da kaç aile devrimcidir, ya da kaç örgüt binası vardır soru-suna cevabınız, yıktığınız 3 küçük bina mı? Bu büyük bir yanılgı. Küçük Armutlu halkının nüve-si, kurulumu ve halkın toplum-sal yapısı örgütlülük geleneğine temellenmektedir. Bu binalarda gerçekleşen dayanışma ve örgüt-lülük bina ortadan kalkınca yok mu olacak? Yıkmaya çalıştığınız sosyal ve politik yapının süreklili-ği için binalaşmış bir kabuk hayati bir gereklilik midir zannediyorsu-nuz? Küçük Armutlu Mahallesi’nin her sokağı, her gecekondusu birer dernek binasıdır. Her bir açık mekan olağan bir Halk Meclisi mekanıdır. Dolayısıyla, sizin hanenizde bir utanç anıtı ola-rak kaydedilecek bu binaların yıkıntılarını haberleştirmeye ve gözlemlemeye gelen ulusal ve uluslararası kamuoyuna yıkımını-

zı meşrulaştırmak için daha çok çaba göstermeniz gerekecektir. Küçük Armutlu mahalle halkının karşısında, polisin ve Büyükşehir Belediyesi’nin tarafında yer aldı-nız.

Mimar Meclisi’nin önceki açık-lamalarında ve Ulusal Mimari Proje Yarışma Şartnamesi’nde de belirttiği gibi; Küçük Armutlu Mahallesi, İstanbul şehirleşme sürecindeki özgün planlama nite-liklerini koruyarak bugüne taşı-mış tek ve biricik örnektir ve bu anlamda fiziki ve sosyal yapısı-nın korunması gerekmektedir. Bu özgün nitelikler salt konut biçim-lenişlerinden ve mahalle tipolo-jisinden ibaret değildir. Bir diğer deyişle, bu niteliklerin oluşması-nı sağlayan şartlar; mahallenin örgütlülüğü, birlikteliği ve direniş geleneğidir. Tüm bu yerel tarihi birikim, dernek binası yıkılarak yok edilemez.

Mimar Meclisi İstanbul’daki tüm yoksul mahalleler gibi Küçük Armutlu Mahallesi’ndeki fiziki mekanların iyileştirilmesi, yeni ve yaşanabilir mekan organizasyon-larının gerçekleştirilmesi, yoksul halkların ihtiyaçları doğrultu-sunda inşa edilecek yeni kapa-lı, yarı açık ve açık mekanların tasarlanması, tamir, inşaat konu-larında mahalle halkının ve Halk Meclisi’nin yanında yer almıştır ve bilimsel ve mesleki desteği-ni sürdürecektir. Meclisimiz tüm meslektaşlarımızı ve dostları-mızı, Küçük Armutlu Mahallesi özelinde, Kentsel Dönüşüm sal-dırısı karşında hak ihlaline uğra-yan yoksul halka destek vermeye çağırmaktadır.

Page 32: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

32

MİMARLIK

İnsanoğlu yaşadığı tarihsel

süreçte sınıflı toplumlar içerisin-

de emeği sömürenler ve emeği

sömürülenler olarak temelde iki

sınıfa ayrılmıştır. Köleci toplumda

bu sınıfların isimleri köle sahiple-

ri ve köleler olmuş, feodalizmde

köylüler ve feodal beyler olmuş,

kapitalizmde ise burjuvazi ve işçi

sınıfı olmuştur. Bu tarihsel süreç-

lerin hepsinde ezen sınıf; kendi

iktidarını sağlamlaştırmak ve kur-

duğu sömürü düzeninin devam-

lılığını sağlamak için ezilen sını-

fın üzerinde kimi zaman baskıcı

devlet aygıtlarını kullanırken, bu

yolla oluşturduğu siyasal koşul-

ların devamlılığı için de sürekli

BİNLERCE ODALI SARAYLARINIZ;BU DÜZENİN GÜCÜNÜN DEĞİL, ÇÖKÜŞÜNÜN SİMGESİDİRFaşist iktidarlar kendi halklarını yönetememeye başladıkları zaman, bu krizi gizlemek için kırk takla atmaktadırlar. Tayyip Erdoğan’ın tüm bu çılgın projeleri, sarayları; uşağı olduğu bu pespaye düzenini korumak içindir. Fakat tarih defalarca göstermiştir ki halk o sarayları diktatörlerin ve onların düzeninin mezarları haline dönüştürmüştür. Sovyet halkları nasıl ki kışlık sarayını yüzlerce yılın kini ile yaktılarsa, nasıl ki şatafatlı saraylar Osmanlı’nın anlı şanlı padişahlarına yar kalmadıysa, Tayyip Erdoğan’a da Ak Sarayı, Yıldız Sarayı yar olmayacaktır. Anadolu halkları bu zulmün, bu yoksulluğun, açlığın ve sefaletin üzerinden yükselen bu sarayların hesabını soracaktır.

Page 33: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

33

MİMARLIK

olarak ideolojik devlet aygıtlarını kullanmaktadır.

Marksist ideoloji; baskıcı dev-let aygıtlarını ezen sınıfın ezilen sınıf üzerinde zor kullandığı hükü-met, yönetim, polis, mahkemeler ve hapishaneler olarak tanımlar-ken, ideolojik devlet aygıtlarını ise biçimsel olarak devletin dışın-da duran ama düzeni muhafaza etmek üzere, fiilen devletin değer-lerini taşımaya hizmet eden, dev-letin kitleleri yönlendirmek ama-cıyla başvurduğu din, eğitim, aile, hukuk, siyasal sistem (partiler), sendika gibi kurumlar ile medya, kültür-sanat, spor gibi araç ve yöntemler bütünü olarak tanımlar Ezen sınıfların kendi içerisindeki bu ilişki içerisinde mimarlığın yeri de çok büyüktür. Tarih boyunca mimarlık, ezen sınıfın temsilinin bir aracı olmuştur. Örneğin krallar için görkemli saraylar, padişah-ların adlarına görkemli camiler, imparatorluk yapıları inşa edil-miştir. Günümüzde de parlamento

binaları, kraliyet sarayları, aske-ri yapılar bunlardan farksızdır. Hatta şehirlerin ortasında yükse-len cam-çelik yığını gökdelenler, bankalar, çok katlı ofis yapıları sömürücülerin kurdukları siste-min gücünü kanıtlama çabasıyla mantar gibi türemektedir.

Bugün için Türkiye’yi düşün-düğümüzde de durum aynıdır. Bir yerde modern dünyaya ayak uydurma çabasıyla şehrin merke-zine dikilen gökdelenler, bir yerde ise Osmanlı dönemini anımsatan camiler, saraylar... Halkın eme-ğinden çalınarak yapılan milyon dolarlık, devasa saraylar da bugü-nün faşist devletinin halka karşı kendi gücünü ispatlama ve halkı baskı altına alma aracıdır.

Faşist iktidarlar kendi halk-larını yönetememeye başladıkla-rı zaman, bu krizi gizlemek için kırk takla atmaktadırlar. Tayyip Erdoğan’ın tüm bu çılgın proje-leri, sarayları; uşağı olduğu bu pespaye düzenini korumak içindir.

Fakat tarih defalarca göstermiştir ki halk o sarayları diktatörlerin ve onların düzeninin mezarları hali-ne dönüştürmüştür. Sovyet halk-ları nasıl ki kışlık sarayını yüzlerce yılın kini ile yaktılarsa, nasıl ki şatafatlı saraylar Osmanlı’nın anlı şanlı padişahlarına yar kalmadıy-sa, Tayyip Erdoğan’a da Ak Sarayı, Yıldız Sarayı yar olmayacaktır. Anadolu halkları bu zulmün, bu yoksulluğun, açlığın ve sefaletin üzerinden yükselen bu sarayların hesabını soracaktır.

Saraylar, külliyeler iktidarın gücünün değil miadının dolduğu-nun göstergesidir. Osmanlıda da saraylar yapılmıştı. Dolmabahçe, Beylerbeyi, Yıldız Saraylarını hatırlatalım. Hepsi Osmanlı’nın çöküş döneminde yapılan yapı-lardır. Meşruiyeti halkın gözünde tuzla buz olmuş faşist devletin sonu da bu olacaktır. Tekrar ediyo-ruz; zalimin zulmü arttıkça, halkın bu zulme karşı direnişi ve zaferi de kaçınılmaz olacaktır.

Page 34: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

34

MİMARLIK

MİMARLAR ODASI DEĞİL, AĞAOĞLU VE ŞİRKETLER GRUBU TERÖRİSTTİR!

Mimarlığı tek cümleyle özetle-yecek olursak; insanın tüm yaşam alanının tasarlanması görevidir. Mimarlık mesleğini şekillendiren ise insanların ihtiyaçların kim-ler tarafından belirlendiğidir. Kapitalizmin doğası, burjuvazinin ihtiyacı daha az masraf, daha çok kar olduğundan dolayı, mimarlık mesleğinin de sınırlarını “daha fazla kar” elde etme anlayışı belir-lemektedir. Dolayısıyla mimarlık mesleğinin en başta tanımladı-ğımız özle yakından uzaktan bir alakası bulunmamaktadır.

Yeni sömürge ülkemizin işbir-likçi tekelleri de mimarlık ala-

nından doğru halkı sömürmekte, baskı altına almakta, en ufak bir muhalif seste ise terör demago-jisiyle tukaka etmektedir; hem de mimarlık mesleğiyle uzaktan yakından ilgisi olmamasına rağ-men, bu alanın piriymiş havasıyla ve özgüveniyle mimarlık mesleği-ne el atmaktadırlar. İşte bunlar-dan biri; kendine “yaşam mimarı” adını veren AKP’nin müteahhiti Ali Ağaoğlu ve şirketiyle ilgili bir-kaç örnek:

Ağaoğlu’nun sahibi oldu-ğu Ağaoğlu Şirketler Grubu’nun CEO’su Hasan Rahvalı, 10 Ekim 2015’te 107 insanımızın haya-

tını kaybettiği Ankara Katliamı için internet sitesinde “yastayız, isyandayız” açıklamasını yapan Mimarlar Odası’nı terörist ilan etti. Rahvalı şu ifadeleri kullandı: “Terörist deyince ille de eli silahlı olması gerekmiyor. 10 Ekim günü milli maçımız vardı. Onun zaferi-ni, lezzettini yaşayamadık. Birçok vatandaşımız hayatını kaybetti. Ama o günden bugüne kaç tane de şehit verdik. Sitede o şehitlerden bahsetmiyor. Siz kimden yanasınız? Mimarlar Odası’na da bir operas-yon yapılması lazım. Buradan sav-cılara suç duyurusunda bulunmak istiyorum. Mimarlar Odası devletin

Eğitimi kendi rantının bir parçası haline getirmek de, 107 kişinin katledilmesi kar-şısında “bir maç lezzeti bile yaşayamadık” demek de, rant projelerine karşı dava açan bir demokratik kitle örgütüne operasyon yapılmasını talep etmek de aynı ahlakın ürünüdür. Ne mutlu ki bu ahlak, bizde olmayan bir ahlaktır, çürümüş, kokuşmuş burjuvazinin ahlakıdır! Ve tek bir ilkeye dayanır: “Daha fazla kar!”

Page 35: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

35

MİMARLIK

ne kadar stratejik, planlı, şehir planı varsa karşı. Ya sen meslek örgütü müsün, terörist misin nesin?”

Bir örnek daha.. . 15 Aralık 2015’te çıkan haberlere göre Ali Ağaoğlu; Maslak 1453’te mimarlık eğitiminin verileceği 1500 kişilik üniversite kurmaya, ismini de “Ali Ağaoğlu Üniversitesi” koymaya hazırlanıyor. Ağaoğlu İcra Kurulu Başkanı Önder Halisdemir, üni-versite ile ilgili “Gayrimenkul sek-törünün lider ismi Ali Ağaoğlu’na yakışan bir konuydu eğitim. Kendisi çeşitli illerde yüzlerce okul yaptır-mış birisi. Ancak hiçbirinde adı yok. Bu sefer okulun adının ‘Ali Ağaoğlu Üniversitesi’ olmasını planlıyoruz” dedi.

Bu iki örnek de burjuvazinin mimarlık mesleğine ve mimarlık eğitimine bakışını çok net biçim-de anlatmaktadır.

Ağaoğlu ve beslemelerine ses-leniyoruz. Bu ülkede asıl terörist sizlersiniz. Önce siz halkın evle-rini yıkarak, halkın kanı ve emeği

üzerinden yükselen gökdelenle-rin hesabını verin. Elbette ki sizin sisteminiz olan kapitalizme karşı mücadele eden, halkın safında yer alan mimarlar da olacak, bu mimarların en demokratik, meşru kitle örgütlenmeleri de olacak. İstiyorlar ki herkes kendi çıkarları uğruna kul köle olsun. Bunun için Ağaoğlu mimarlık okulu bile açı-yor. Eğitimi de kendi rantının bir parçası haline getirmek istiyor.

Mimarlık eğitimi, Ağaoğlu’nun servetine servet katmak için bir araca dönüşmüştür. Ağaoğlu, kendi şirketinde çalışacak eleman yetiştirmek için üniversite kurmak istemektedir.

Eğitimi kendi rantının bir par-çası haline getirmek de, 107 kişi-nin katledilmesi karşısında “bir maç lezzeti bile yaşayamadık” demek de, rant projelerine karşı dava açan bir demokratik kitle örgütüne operasyon yapılmasını talep etmek de aynı ahlakın ürü-nüdür. Ne mutlu ki bu ahlak, bizde

olmayan bir ahlaktır, çürümüş, kokuşmuş burjuvazinin ahlakıdır! Ve tek bir ilkeye dayanır: “Daha fazla kar!”

Burjuvazi, mimarlık alanın-da da kara dönüştürmedik alan bırakmak istemiyor. Eğitimde de bunu yapmak istiyor. İşte kanayan yarası budur Ağaoğlu’nun, bu yüz-den hukuki açıdan bu isteğini zora sokan mesleki demokratik kitle örgütlerini tehdit ediyor. Halk düşmanları bu alanlarda halka saldırı politikalarını geliştirirken, bizler de bir yandan dayanışmayı ve kolektivizmi büyütmeli, diğer yandan da alternatiflerimizle faşizmin bu alandaki saldırılarına cevap verebilmeliyiz.

Kaynaklar:• Ağaoğlu’nun CEO’suna bak!.. Mimar Odası’na terörist dedi, Cumhuriyet, 15 Şubat 2016• Ali Ağaoğlu mimarlık eğitiminin verile-ceği üniversite kuracak, arkitera.com.tr, 15 Aralık 2015

Page 36: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

36

MİMARLIK

AKP TOKİ’Yİ YARATTI, TOKİ DE AKP’YE KULLUK EDİYOR

TOKİ, 1984 yılında Toplu Konut Kanunu’nda belirtildiği gibi “Konut ihtiyacını karşılamak konut inşaatı yapanların tabi ola-cağı usul ve esasları düzenlemek,

memleket şart ve malzemelerine uygun endüstriyel inşaat teknik-leri ile araç ve gereçleri geliştir-mek ve devletin yapacağı destek-lemeler için Toplu Konut Fonu’nu

meydana getirmek ve kullanıl-mak” amacıyla kurulmuştu. [1]

Ancak kuruluştan sonra özel-likle AKP eliyle örülen süreç; TOKİ’nin konut ihtiyacını karşıla-

TOKİ’nin amacı yoksul halkın çıkarlarını korumak, onlara sağlıklı ve insanca yaşanabilecek evler sağlamak değil, bizim yaşam alanlarımız üzerinden rant elde etmektir. Kendi kontrollerinde bloklara hapsolmuş, yıllarca onlara borçlu, her istediğinde kafasına çökebileceği bir toplum yaratmaktır. Onun içindir yaşadığımız alanlara her türlü yozluğu sokmaya çalışmaları, mahallelerimizi terörize etmeleri.

Page 37: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

37

MİMARLIK

ma hedefinden çokca, yoksullara konut sağlama hedefinden ise tamamen sapmasını sağlamıştır.

TOKİ’nin rant aracı haline geti-rilmesi için kuruluşundan bugüne gelene kadar planlı bir şekilde çalışılmıştır. Mevcut kanunlar bu amaca yönelik olarak sürekli değişime, eklenmeye, yenilenme-ye veya birleştirilmeye tabi tutul-muştur.

Kurulduğu ilk yıllarda Emlak Bankası’ndan devralınan malların Bakanlar Kurulu kararıyla TOKİ’ye devredilmesi, bu kurumun palaz-lanması açısından başlangıç adımlarından birini oluşturmak-tadır. Sonrasında; 1984-2002 yıl-ları arasında İstanbul Belediye Başkanlığı’na bağlı KİPTAŞ’ın yöneticilerinden oluşan “altın” bir ekibin ve Erdoğan Bayraktar’ın TOKİ’nin başına getirilmesi, bu tarihten sonraki 14 yıllık AKP “rant çağı”nın önemli bir miladıdır.

2003 öncesinde “konut finans-manında kullanılmak üzere kredi almak ve vermek, bu sektörle ilgi-li sanayi ve çalışanları destek-lemek, ucuz konut üretmek” gibi sınırlı görevler üstlenen TOKİ’ye, seferberlik sonrası yapılan deği-şikliklerle “konut sektörü ile ilgili şirketler kurmak veya kurulmuşa iştirak etmek, gecekondu alanları-nın dönüşümüne, tarihi ve yöresel mimarinin korunup yenilenmesi-ne yönelik projeleri (kentsel-rant-sal dönüşüm projeleri) kredilen-dirmek, gerektiğinde tüm bu kre-dilerde faiz sübvansiyonu yapmak, yurtiçi ve yurtdışında doğrudan ya da iştirakleri aracılığıyla proje geliştirmek; konut, altyapı, sosyal donatı uygulamaları yapmak-yap-

tırmak, idareye kaynak sağlamak için kar amaçlı projelerle uygula-malar yapmak ve yaptırmak” gibi görevler tanımlanarak yetkileri olabildiğince genişletilmiştir.

TOKİ’nin tanımında gerçekleş-tirilen bu değişikliklerin ardından AKP iktidarı, TOKİ’yi tam bir süper güç haline getirmek için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Bu yapı-lanları çok kısa bir özetle geçmek gerekirse;

2 TOKİ işlerinde ÇED ile ilgili sınırsız kolaylıklar getirildi.

2 Hazine arazilerinin TOKİ’ye bedelsiz devredilmesine dair yasa düzenlendi.

2 Arsa Ofisi Genel Müdür-lüğü’nün yetki ve arsaları TOKİ’ye devredildi. Arsa alım-satımı yap-masının önü açıldı.

2 Muhalif belediyelere baskı aracı olarak kullanılan, “tüm kamu kurumlarının ihtiyaçı olan arsala-rın TOKİ tarafından karşılanması” zorunluluğu getirildi.

2 TOKİ idari olarak belediye ve valiliklerin üzerinde bir konu-ma getirildi.

2 Kentsel dönüşüm sürecinde-ki konut değerlemelerini TOKİ’nin yapabilmesi “kolaylığı” getirildi.

2 Belediyelere, TOKİ’nin her türlü isteğinin kabul edilmesi zorunluluğu getirildi.

2 Alım-satım, vergi, pul vb. tüm giderler ortadan kaldırıldı. [2]

2004 yılı öncesinde Bayındırlık Bakanlığı’na bağlanan, sonrasında ise Başbakanlık’ın kanatları altı-na alınan TOKİ’ye; 28/03/2007 tarihli resmi gazetede yayınlana-rak yürürlüğe giren 5609 sayılı Gecekondu Kanununda Değişiklik

Yapılmasına dair Kanun’la, Bayındırlık Bakanlığı’nın “mev-cut gecekonduların ıslahı, yeni-den yapımının önlenmesi ve bu amaçla gereken tedbirlerin alın-ması” yönündeki yetkileri devre-dilmiş ve ek maddeler getirilmiş-tir. Bu değişiklikle beraber artık Başbakanlık’ın kanatları altında, bakanlık yetkilerine sahip, her türlü istediği düzenlemeyi yap-maya ve onaylamaya yetkili kılı-nan, vergi vermeyen, vergiler-den pay alan, sürekli kar eden, sorumluluk almadan her türlü işi görülen-gördürülen bir süper güç yaratılmış oldu. AKP’nin ihtiya-cı olan lokomotif inşaat sektörü; TOKİ aracılığıyla halkın kaynakla-rı har vurup harman savurularak canlandırılacaktı.

TOKİ’nin yaratılma ve palaz-lanma sürecini kısaca özetledik-ten sonra bugün gelinen noktada TOKİ neler yapıyor, nasıl bir talanı örgütlüyor, şu anki başkan neler-den bahsediyor diye de bakmak gerekmektedir. Elbette ki bir yazı-da tüm bunlara derinlemesine ve her yönüyle incelemek mümkün olmayacağından kısa kısa deği-neceğiz.

TOKİ’nin Talanlarından Birkaçı...

2003-2004 yılları arasın-da hasılat paylaşımı yöntemiyle gerçekleştirilen ihalelerle ilgi-li, bir TOKİ iştiraki olan Emlak Gayrimenkul Ortaklığı’nın 2003 yılı faaliyet raporundan sonra Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu tarafından incelemeye alınan, çoğunluğu İstanbul ve

Page 38: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

38

MİMARLIK

İzmir’de bulunan yedi projedeki yolsuzluk ve usulsüzlüklere bak-tığımızda o dönemin rakamlarıyla 800 milyon TL’nin halkın cebin-den çalındığı görülüyor. [2]

AKP’nin ve yandaşlarının TOKİ aracılığıyla gerçekleştirdiği ve halka konut sağlama yalanlarıy-la kamufle etmeye çalıştıkları yalanları sadece bununla sınırlı değildir.

Hepimizin Kızılay’ın çadır skandallarıyla, Erdoğan Bayraktar’ın onlarca insanımızın ölmesine neden olduğu açıkla-malarıyla hatırladığı Van depre-mi, AKP açısından tam bir rant kapısı olarak kullanılmıştır. AKP iktidarı bu depremi kentsel dönü-şüm politikalarına hız vermek için tam bir kılıf olarak görmüştür. Halk katili AKP iktidarı, Van dep-remi sonrasında da halk üzerinde

oluşan hassasiyeti kullanmaktan imtina etmemiştir. Kocaeli depre-mi sonrasında tüm halktan geçici olacağını söyleyerek toplamaya başladığı ve sonrasında da adını değiştirerek sürekli hale getirdiği deprem vergilerimizle yapılma-sı gereken Van Erciş’teki deprem konutlarının nasıl pazarladığına kısaca bakmak; TOKİ’nin ve AKP iktidarının ne olduğunu bir kez daha ifşa edecektir. Dönemin baş-bakanı Tayyip Erdoğan tarafından deprem konutları teslim töreni-nin, bir mitinge dönüştürüldü-ğü konuşmada şöyle denmişti: “Aslında maliyet olarak bu konut-ların fiyatları 110 bin TL. Ancak biz burada Başbakan’ın yetkisinde olan yüzde 30 indirime sahibiz. Bu fiyatı 75 bin TL’ye indirdik. Bununla da kalmadık 2 yıl ödemesiz olacak. 18 yıl ödeme yapılacak. Toplam 20

yılda böylece ödemesini bitireceğiz. Faiz yok enflasyon yok. Yaklaşık aylık taksidi 345 TL.”[6]

Bizlerin deprem vergileriyle, işte tam da öyle bir durumda olan depremzedelere ücretsiz olarak verilmesi gereken evler adeta bir pazarlamacı edasıyla pazarlan-mıştı. Bunun yanı sıra, zaten 5. kattan yukarısına su çıkmayan, her türlü malzemesi 3. kalite olan bu evlerin asıl maliyetinin 50 bin TL civarında olması, hatta toplu olarak yapılan konut alanlarında bu rakamın çok daha aşağıla-ra inebileceği de cabasıdır. Bu rakamlara göre bile devlet halk üzerinden en az %50 kar etmiştir [7]. Bir başka deyişle; depremde hem eşlerini, dostlarını, yakınla-rını, hem de evlerini kaybeden halka bir kazık da TOKİ aracılığıy-la Tayyip Erdoğan atmıştır.

TOKİ Halka Ne Ucuz, Ne Tekniğe Uygun, Ne de Kaliteli Konut Sağlayabiliyor...

TOKİ’nin halka ucuz konut ola-rak sattığı evler; birçok örnekte karşımıza çıktığı gibi ne mühen-dislik açısından, ne de üretim kalitesi açısından kabul edilebilir-dir. Bugün hırdavatçılarda 3. sınıf malzemelerin adı “TOKİ malze-mesi” olarak geçmektedir.

2006 yılında tamamlanan bir anketin sonuçlarına göre; toplu konutta oturan 1029 aile, konut aldığı halde oturmayan 157 aile ve TOKİ’nin konut satmakta zor-landığı 185 ailenin;

2 %56,3’ü konutların içinde kullanılan malzemeleri (mutfak,

Page 39: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

39

MİMARLIK

banyo, kapılar, kaplamalar,. .vs) kalitesiz bulduğunu,

2 %34,2’si TOKİ konutlarının maliyetinin ve taksitlerinin yük-sek olduğunu,

2 %49,1’i aylık taksitleri öde-mekte çok zorlandıklarını,

2 %37,9’u dairelerin maliyet-lerinin piyasadaki diğer emsalleri ile aynı olduğunu,

2 %39’u daire satışından sonra TOKİ’nin kendilerine yaklaşımın-dan şikayetçi olduğunu,

2 %50’den fazlası, güvenlik, ibadet yerleri, spor alanlarından memnun olmadığını ve konut alanlarının merkeze ve büyük alışveriş merkezlerine uzak oldu-ğu görüşündedir. Bu rakamlara bakarak bile durumun vahameti kolaylıkla görülmektedir.[2]

TOKİ, bir gün sel güzergahın-da, bir gün hızlı tren tünelinin üzerinde yaptığı; akla, bilime ve mühendisliğe aykırı, sadece rant amaçlı projeleriyle karşımıza çıkı-yor.

Bu projelerden en çarpıcısı, 4 Temmuz 2012’de Samsun’da gerçekleşen sel sonucunda TOKİ konutlarının sular altında kalması ve 9 kişinin katledilmesidir. Bu olayın herhangi bir bölgede sel olmasından farklı olarak günlerce konuşulmasının nedeni, TOKİ’nin o dönemlerde “Türkiye’nin en büyük kentsel dönüşüm proje-si” diye reklam yaptığı konut-larda gerçekleşmesiydi. Yoksul halka ucuz ve kaliteli ev sağlama misyonundan zaten çok uzakta olan TOKİ, bu örnekte de tek-nik ve mühendislikten de çok uzakta olduğunu göstermiştir.

Günümüzde birçok yöntemle sel baskınları ve hangi bölgelerde ne seviyede etki gösterebilecek-lerine dair çalışmalar çok yaygın ve kolay bir şekilde gerçekleşti-rilebilmektedir. TOKİ; halkın canı pahasına dere yatağında inşa etti-ği, teknik önlemleri sağlamayan konutlarla katliamı kendi elleriyle hazırlamıştır. Üstüne üstlük bura-da da dönemin bakanı Erdoğan Bayraktar: “Dikkat edilmelidir ki söz konusu alanda idaremiz eliyle uygulanan kentsel dönüşüm projesi sayesinde söz konusu taşkına yapı-sal olarak dahi dayanması mümkün olmayan eski yapıların yerine fen ve sanat kurallarına uygun sağlam ve dayanıklı konutlar inşa edilmesiyle bir facianın önüne geçilmiştir.” [8] diyerek zeytinyağı gibi üste çık-maya çalışmaktan çekinmemiştir.

TOKİ, Yoksul Halkın Konut İhtiyacını Karşılama Misyonundan Çok Uzaktadır

TOKİ’nin misyonu kurumun resmi internet sitesinde şu cüm-lelerle ifade edilmektedir: “TOKİ, hiç geliri bulunmayanlar ile dar ve orta gelirli vatandaşların konut

ihtiyaçlarının, Anayasanın 57. Maddesi ‘Devlet, şehirlerin özellik-lerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihti-yacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler’ hükmü gereğince yerine getirilmesidir.” Oysa TOKİ; bugün ilk hedefinden gözle görülür bir sapma içine girmiş, dar ve orta gelirli ailelerin konut ihtiyacını karşılamak yerine, ağırlıkla üst ve daha üst gelir gruplarına yönelik konut üretmeye başlamıştır. [3]

2002 yılına kadar üretilen toplu konut sayısı 43 bin civa-rında iken sadece 2003-2010 yılları arasında TOKİ tarafından üretilen konut sayısı 460 binin üzerindedir. Bu rakama bakılarak yapılan konutların halk için yapıl-dığı gibi bir yanılgı oluşmasın. Her ne kadar üretilen bu konut-lar sosyal konut başlığı altında pazarlanmaya çalışılsa da gerçek, bu söylenenden çok uzaktır. 2010 yılı itibariyle bu belirtilen konut sayısının sadece 135 bini alt gelir grubu ve yoksullara aittir. Ancak burada da başka bir aldatma-ca bulunmaktadır. Asıl gerçek; alt gelir grubunun İstanbul özelinde 3100 TL’ye kadar geliri olanlar (diğer bölgelerde 2600 TL) ve yoksul grubununda sosyal güven-lik kapsamında olmayan Yeşil Kart sahipleri, 2022 Sayılı Kanun kapsamında maaş alanlar ve 3294 Sayılı Kanun kapsamında Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’ndan yararlananlar olarak iki farklı grup olduğudur. Bu iki farklı gelir grubunu bir arada lanse etmeleri, yoksullara konut yapıldığı yalanının inandı-

Page 40: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

40

MİMARLIK

rıcılığını artırmak içindir. Örneğin; Ankara’da “Protokol

yolu” olarak bilinen ve havaalanı-nı kente bağlayan ana güzergahta bulunan gecekondular, yurtdışın-dan gelen konukların “çirkinliği” görmesi istenmediği için yıkılmış-tır. Aynı şekilde, yine Ankara’da Dikmen Vadisi’nde kentsel dönü-şüm kapsamına dahil edilen mahallelere uzun süre boyunca hiçbir altyapı hizmeti götürül-memiş, otobüs seferlerinden halk ekmek büfelerine kadar bütün belediye hizmetleri kaldırılmış, mahalleler kaderlerine terk edil-miştir.

Öte yandan, her fırsatta yoksul halkı TOKİ aracılığıyla ev sahibi yaptıkları yalanını söyleyen AKP iktidarı halkın gözlerini boyaya-rak yıllar sürecek ve altından kal-kamayacakları rakamlarla borç-landırmakta, adeta kendi kiracısı

haline getirmektedir. Ancak yoksul halk birçok yerde olduğu gibi tak-sitleri ödeyememekte, Dimyat’a pirince gönderilirken evdeki bul-gurlarından da edilmektedirler.

Bir başka örnek ise Ayazma’dan verebiliriz. Bir sene içerisin-de Ayazma’daki evleri yıkılarak Halkalı Bezirganbahçe TOKİ konutlarına sürülen halktan 120 aileye haciz gelmiş; birçoğu sür-gün edildikleri evleri borçları ile birlikte devretmek zorunda kal-mıştır. [5]

Bilindiği üzere piyasada müte-ahhitlik yapan firmaların gider kalemleri;

2 Etüt – proje çalışmaları 2 İhaleli işlerde ihale giderleri 2 Kamu kurumları tarafından

alınan her türlü resim, vergi, harç 2 Her türlü makine alet, ede-

vat ve malzeme bedeli 2 Yapı denetim

2 Ulaşım-nakliye 2 İşçilik 2 Projelerdeki sosyal donatılar 2 Arsa bedeli vs. dir.

Bu giderlerin büyük bir çoğun-luğu ise “devlet müteahhidi” TOKİ’de bulunmamaktadır [2]. Buna rağmen TOKİ’nin yaptığı sadece Afyon’da Alt Gelir Grubu Konut Projesi’ndeki rakamla-ra bakmak bile bize bu talanın boyutlarını gösterecektir.

40-45 metrekare civarında net alana sahip olan konutlar KDV hariç 39 bin-52 bin TL arasından, 60 metrekare civarında net alana sahip konutlar ise KDV hariç 53 bin-70 bin TL arasından satışa çıkarılmıştır. %12 civarında peşi-nat alınan bu konutlarda 180 ay vadeli taksit uygulanmıştır.

Maliyet kıyaslamasını Bayındırlık Bakanlığı’nın her yıl yayınladığı yapı yaklaşık maliyeti cetvelindeki metrekare bazında yapı maliyeti ile örneklerde veri-len konutların toplam metrekare-sinin çarpımından oluşan toplam maliyet ile TOKİ satış bedelleri-nin karşılaştırarak yaptığımızda:

Yapı yaklaşık maliyet cetvelin-de asansörlü kaloriferli konutların metrekare bedeli 2011 yılı itiba-riyle 560 TL civarındadır. Afyon’da yapılan alt gelir grubundaki bu konutların maliyeti ise 36 bin - 49 bin TL arasındadır. [2]

Üretilen konut miktarı arttık-ça maliyetler de o oranda düş-mektedir. Yani burada, Bayındırlık Bakanlığı yaklaşık maliyet cetve-line göre yapılan maliyet tutarları daha da aşağı düşmektedir. Bu rakamlar birlikte değerlendirildi-ğinde alt gelir grubuna yönelik

Page 41: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

41

MİMARLIK

yapılan konutların %25 ile %80 arası kar marjıyla satıldığı orta-ya çıkmaktadır. Kamuda yapılan ihalelerde dahi yaklaşık maliyet hesabı en fazla %25 müteahhit karı ve genel giderler eklenerek yapılmaktadır. Buradan hareket-le TOKİ’nin kuruluş amaçlarının aksine asıl amacının kar olduğu-nu ve bir müteahhit gibi çalıştı-ğını çok açık biçimde görebiliriz.

TOKİ Başkanı’ndan İnciler...

TOKİ Başkanı Mehmet Ergün Turan; “Bir şehirde sadece alt gelirden insanları biraraya topla-yamazsınız. Orada farklı ekonomik segmentten insanları da bir araya toplamanız gerekir.” diyor. Daha önceki ağababalarından öğren-diklerini sadece kelimeleri değiş-tirerek tekrarlıyor. Burada aslın-da; “Bizler omuzlarınıza basarak yaşayan, kanınızı emerek yaşayan asalaklar olarak sizden korkuyoruz. Siz yoksulların bir arada yaşayarak çelişkilerinizin derinleşmesini iste-miyoruz. İstiyoruz ki sizden daha zengin insanlarla birlikte yaşayıp bir gün onlar gibi yaşayabilme ihti-maline aşık olun.” demek istemek-tedir. TOKİ başkanının bu sözleri kullanmasının nedeni, farklı gelir gruplarının aynı bölgelerde yaşa-masını istemeleridir. Çünkü onlar çok iyi biliyorlar yoksul halk bir arada olduğunda onları durdura-bilecek hiçbir güç yoktur.

Sonuç Yerine;TOKİ’nin ve kentsel dönüşüm

projelerinin asıl amacı; yoksul halkın çıkarlarını korumak, onlara

sağlıklı ve insanca yaşanabilecek evler sağlamak değildir. Bu yazı-da da birçok örneğinden bahset-tiğimiz ve örnekleri düzinelerce çoğaltabileceğimiz gibi, amaçları bizim yaşam alanlarımız üzerin-den rant elde etmektir. Amaçları kendi ve yandaşlarının keseleri-ni daha fazla doldurmak, bizleri birbirimizden, bir diğer deyişle sınıfımızdan ayırmaktır. Kendi kontrollerinde bloklara hapsol-muş, yıllarca onlara borçlu, her istediğinde kafasına çökebileceği bir toplum yaratmaktır. Onun için-dir yaşadığımız alanlara her türlü yozluğu sokmaya çalışmaları, mahallelerimizi terörize etmeleri.

Tüm bu anlatılan gerçekler ışı-ğında TOKİ’nin tamamen iktidar

eksenli ve rant odaklı bir kurum olduğu ortaya çıkmaktadır. Kamu kurumu niteliğinden sıyrılmış ve müteahhitliğe soyunmuş TOKİ; ne yaptığı konutların kalitesine, ne de insanların beklentilerine önem vermektedir. Hatta, tüccar mantığıyla hareket etmektedir. Yeri geldiğinde kamu arsalarını piyasanın çok altına yandaşları-na peşkeş çekmekte; yeri geldi-ğinde devlet himayesine muhtaç vatandaşlarımıza bile kar karşılığı konut satmakta; yeri geldiğinde toptancı mantığı ile toplu konut pazarlamakta; yeri geldiğinde de iktidar partisiyle ortak miting düzenleyebilmektedir.

Yoksul halkın barınma ve insanca yaşayabilme hakkını savunanlar sadece devrimcilerdir. Tıpkı Küçük Armutlu’da, Çayan Mahallesi’nde halk için, halkla beraber üretilen projelerle halkın barınma ve insanca yaşama hak-kını inşa ettiğimiz gibi, yine kendi evlerimizi kendimiz yapabiliriz. Evlerimizi mahallelerimizi kendi-miz iyileştirebiliriz. Bu bezirgan-lara muhtaç değiliz. Onların kali-tesiz, teknikten, bilimden, mühen-dislikten uzak toplu konutlarına hiç muhtaç değiliz.

Kaynaklar:[1] Toplu Konut Yasası, No. 2985[2] Mühendislik Mimarlık ve Planlamada + İvme Dergisi Barınma Hakkı Sayısı “TOKİ”[3] https://www.toki.gov.tr/[4] TOKİ değerlendirme raporu, imo.org.tr[5] İstanbul Kent Raporu, İmece[6] “Başbakan Erdoğan’ın Van’daki konuş-ması”, ensonhaber.com[7] “Van’daki Afet Konutları Yüzde 50 Kârla Verildi”, Bianet[8] “Samsun’da sel ve TOKİ katliamı, 9 ölü”, Evrensel

TOKİ Başkanı Mehmet Ergün Turan; “Bir şehirde sadece alt gelirden insanları bir araya toplayamazsınız. Orada farklı ekonomik segmentten insanları da bir araya toplamanız gerekir.” diyor. İstiyor ki halk, kendinden görece daha zengin olan insanlarla birlikte yaşayarak bir gün onlar gibi yaşayabilme ihtimaline aşık olsun. demektir. Çok iyi biliyorlar, yoksul halk bir arada olduğunda onları durdurabilecek hiçbir güç yoktur.

Page 42: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

42

MİMARLIK

KÜRDİSTAN’DA YIKIM VE KENTSEL DÖNÜŞÜM

Halkımızın çok güzel bir sözü vardır: “Allah için kurban, küp için kavurma”. Her türlü işlerinin altın-dan rant çıkan din bezirganlarını tanımlamak için kullanılır. AKP iktidarında bu söz, her gün bir kat daha anlam kazanmaktadır.

Kürdistan’da yıllardır sürege-len savaş durumu Haziran 2015 seçimleriyle beraber daha farklı bir boyuta taşındı. Bu dönemde öne çıkan temel amaç, eli kanlı AKP iktidarını güçlendirmek ve seçimlerden daha yüksek bir mil-letvekili sayısıyla çıkabilmekti. Bu amaca ulaşabilmek için faşizm, Kürt halkı üzerindeki baskılarını

elindeki tüm baskı aygıtlarını kul-lanarak artırdı. Bu dönemde dev-letin saldırısı özellikle şehirlerde yoğunlaştı. Bütün yandaş televiz-yonlarda ve basın organlarında ağız birliği yapılarak ve PKK’nin şehre indiği ve şehirde onlar-la mücadele edildiği, “masum” halka uyarılar da bulunulduğu ve “masum” olanların devlet tarafın-dan kurtarıldığı yalanları sunulu-yordu. Bu durumda, AKP faşizmi-ne teslim olmayan, yani “masum” olmayan halkın üzerine tanklarla toplarla saldırmak da “meşru” olu-yordu.

Aylarca; toplarla, tanklarla,

özel harekatçılarla saldırdılar. Kıbrıs harekatında ölenlerden çok daha fazla insanımızı katlettiler. Şehirleri yerle bir edip sokağa çıkma yasaklarıyla halkı ya gün-lerce evlerine hapsettiler, ya da göç etmeye zorladılar. Ancak aylar-ca yerle bir ettikleri Sur, Silopi, Cizre, İdil, Nusaybin, Yüksekova ve Şırnak’ta en başından beri belli olan bir başka amaçları daha vardı: Kentsel Dönüşüm!

AKP iktidarının göreve geldi-ğinden beri en büyük rant kapısı, ve halkı teslim alma aracı olan kentsel dönüşüm politikaları bu bölgede de yine karşımıza çıktı. 13 Mayıs 2016 tarihli gazetelerde eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Fatma Güldemet Sarı’nın açık-lamalarıyla bu saldırıların asıl amacı, eli kanlı AKP iktidarının temsilcileri tarafından dillendiri-liyordu.

“Gönül köprüsü kuralım; bir taş da siz koyun...”

AKP’nin yeni pazarlamacısı Sarı, “TOKİ, Sur’un dışında rezerv alanlarda çalışmalar yapıyor. Sur’un içinde ya da operasyonların bittiği

Page 43: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

43

MİMARLIK

yıkılmış bölgelerde kentsel dönü-şüm çalışmaları için ben özel sek-törü özellikle davet ediyorum. Bu işi devlet eliyle yapabiliriz ama Türkiye’nin birlik ve beraberlik içeri-sinde olduğunu göstermemiz lazım. İstanbul’da olan inşaat sektörünün temsilcileri oraya gelsin. Taş üstüne bir taş da siz koyarsanız en azından kopuk olmadığımızı biliriz. Herkesin buraya maddi manevi destek ver-diğinin bir göstergesi olur. Bunu sosyal bir proje olarak düşünmek lazım, özel sektörü de bu işin içine çekiyoruz.” diye konuştu.

Kentsel dönüşüm saldırılarını İstanbul’daki müteahhitlerle bir-likte yapınca birlik ve beraberlik içerisinde olduklarını bilecekler-miş. Sizin eli işçilerin kanlarıyla bulanmış patronlarla her daim “birlik beraberlik” içerisinde oldu-ğunuzu biz çok iyi biliyoruz zaten. Siz hiç merak etmeyin Sayın Sarı... Yandaş patronlarınızın dışında, sizinle birlik veya beraber olabi-lecek bir halk yok, sizin de zaten halkla birlik veya beraberlik kur-mak gibi bir düşünceniz yok.

Siz orada insanların evlerini başlarına yıkarak, yüzlercesini katlederek zaten savaşa geldi-ğinizi ve buraları ranta açmaya çalıştığınızı çok güzel gösterdiniz, neyin birliğinden beraberliğinden bahsediyorsunuz...

Mahallelerimiz, evlerimiz, yaşam alanlarımız üzerinden rant elde etmenin adı ne zamandan beri sosyal proje oldu?

Bizim bu yalanlara karnımız tok. Amacınızın; kendinizin ve yandaşlarınızın keselerini daha fazla doldurmak, yoksul halkı bir-birinden ayırmak, dayanışmalarını

koparmak, birlik olmalarını engel-lemek olduğunu çok iyi biliyo-ruz. Kendi kontrolünüzde bloklara hapsolmuş, yıllarca sizlere borçlu, her istediğinizde kafasına çöke-bileceğiniz bir toplum yaratmak istiyorsunuz.

“Müteahhitler ve hak sahipleri bir adım ileriye gelip uzlaşmalı...”

Sarı, utanmadan: “Kentsel dönüşümde en çok zorlandığı-mız uzlaşma. Vatandaşlarla ne kadar çabuk uzlaşılırsa o kadar iyi. Vatandaşlarımızın bu konu-da biraz kanaatkâr olması lazım. Müteahhitler ve hak sahipleri bir adım ileriye gelip uzlaşmalı” diye-rek devam ediyor açıklamalarına. Halkımızdan kanaatkar olması-nı bekliyormuş. Halk aza kanaat etsin, bir an önce uzlaşsın ki daha fazla kar elde etsinler, müteaah-hitler yerle bir edilen mahalleler-den geriye bir iz dahi bırakmasın. Halkı kibrit kutusu büyüklüğünde toplu konutlara tıkıp açık havada hapsetsinler...

Sarı, “Parsel bazlı dönüşüm bizim istediğimiz dönüşüm değil” dedi ve İstanbul için planladıkla-rını da: “Piyalepaşa ve Tarlabaşı’nı ziyaret ettik, burada çalışma sürü-yor. Okmeydanı’nda 24 bin hane-yi ilgilendiren dönüşüm yapılacak. Fikirtepe’yi yakında ziyaret edece-ğiz. Sultanbeyli’de de büyük bir dönüşüm projesi planlıyoruz.” diye-rek itiraf etti. Sırada yeniden dev-rimcilerin bulunduğu, yoksul hal-kın yaşadığı mahallelerimiz var.

Sarı, acele kamulaştırmanın genel olarak alınmış bir karar olduğunu ve vatandaşın büyük bölümünün uzlaşmadan yana

olduğunu söylüyor. Sarı; acele kamulaştırmanın amacının, bütünsel çözüm için tıkanıklıkla-rın önünün açılması olduğunu ve bölgedeki vakıf eserlerinin resto-rasyonlarının yapılacağını, tescilli eserlerin kamulaştırılmasının söz konusu olmadığını da sözlerine ekliyor. Bu cümleleri kullanarak reformist ve sadece çevre duyarlı-lığıyla meselelere yaklaşan kitle-ye de sus payı vermiş oluyor. Bizler çok iyi biliyoruz ki, sizin gibilerin halkların tarihine, birikimine, kül-türüne en ufak bir saygısı yoktur. Hatta korkarsınız siz halkın kendi kültürüne ve tarihine sahip çık-masından. Çünkü en iyi siz bilir-siniz tarihi direnişlerle dolu bir halkın tarihini bildiği takdirde sizi alaşağı edeceğini. Çünkü bu halk Demirci Kawalar’dan, Baba İshaklar’dan devraldığı direnme geleneğini halen taşıyor ve zulum devam ettikçe de taşımaya devam edecek...

Onlar yıktılar ve şimdi de bize borçlar içerisinde, mahalleleri-mizden uzakta, hiç alışkın olma-dığımız bir tarzda yaşam pazar-lamaya ve bunun için uzlaşma-ya çağırıyorlar. Uzlaşmayacağız. Anadolu halklarını yola getire-meyeceksiniz. Ne sizin istediğiniz gibi “akıllı solcular” olacağız, ne de sizin bu saldırılarınıza karşı pasif kalacağız. Alın o süslü kent-sel dönüşüm projelerinizi başını-za çalın...

Kaynaklar: • Bir taş da siz koyun, Hürriyet, 13 Mayıs 2016• Bakan Fatma Güldemet Sarı: Gönül köp-rüsü kuralım, Habertürk, 13 Mayıs 2016• ‘Özel sektörü Güneydoğu’ya bekliyorum’, Türkiye, 13 Mayıs 2016

Page 44: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

44

TARİHTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ

MOSKOVA METROSU*Londra’da ilk kentsel yeral-

tı demiryolu kurulduktan 39 yıl sonra Moskova elektrikli yol vagonlarına kavuştu. O zamana kadar toplu taşımanın temel aracı at arabalarıydı.

Moskova’da metro şebeke-si kurulması fikri ilk olarak 19. yüzyılın sonlarında ortaya atıldı. Amerikan firmasında çalışan bir Rus mühendis, yeraltı demiryolu inşa edilmesi talebiyle Moskova Şehir Duması’na başvurdu. Fakat o zamanlar ne şehrin bu kadar büyük bir projeyi hayata geçir-meye yeterli gücü vardı, ne de Duma böyle karlı bir teşebbüsü yabancı imtiyaz sahiplerine ver-mek istiyordu. Diğer bir neden ise zamanın ileri gelenlerinin metro sistemi kurulduktan sonra şeh-rin kenar mahallelerinin merke-ze taşınmasıyla şehir merkezinde sahip olduğu çok sayıda mül-kün değerinin düşeceği kaygısıy-dı. Sonuçta Şehir Duması öneriyi reddetti.

1917 Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’ne kadar tramvaylar ve at arabaları Moskova’da ulaşımın temel araçları olmaya devam etti.

1917’den sonra yeni endüstri tesisleri şehrin kenar mahallele-

rindeki varoşlarda kalan yüz bin-lerce işçiyi, teknikeri ve mühen-disi istihdam etti. Şehrin nüfusu 1917 öncesine göre iki katından fazla arttı. Yeni ev blokları ve parklar şehrin eteklerindeki çöp yığınlarının ve boş arsaların yerini aldı. Sovyet başkentinin arazisi önceki şehir sınırlarının ötesine taştı.

Aynı zamanda Sovyet nüfu-sunun “hareket etme yetene-ğinde” keskin bir yükseliş oldu. Moskovalılar sinema ve tiyatro şovlarına daha düzenli katılmaya, müze ve kütüphanelerin devam-lı ziyaretçisi olmaya başladılar. 1913’de 145 olan kent sakinleri-nin yıllık ortalama seyahat sayısı

1929’da 328’e yükseldi.Doğal olarak, devrimden sonra

her ne kadar yeniden inşa edi-lip kayda değer ölçüde büyütülse de, tramvay sistemi ulaşım hiz-metlerine devamlı artan talebi karşılamakta yetersiz kalıyordu. Bu sorun hızlı bir şekilde artan otomobil kullanımıyla da çözül-medi. Merkezde kavuşan yarıçap-lar şeklinde dar sokakları olan Moskova’da artan otomobil kulla-nımı işlek caddelerde trafik sıkı-şıklıklarına yol açıyordu.

Dolayısıyla Moskova’da kent içi toplu yolcu taşımacılığı prob-lemi ancak yeni bir tip ulaştır-ma projesinin - yeraltı demiryolu – uygulanmasıyla çözülebilirdi. 1931 yazında Sovyet Hükümeti Moskova’da toplam uzunluğu 250 km olan bir metro hattı şebekesi inşa etme kararı aldı.

Karar, 15 yılda 75 km yeraltı hattı inşa edilmesini öngörüyor-du. İnşaatına 1932 yılında başla-nan 11,5 kilometrelik ilk etap için üç yıllık bir süre kararlaştırılmıştı.

Metronun birinci etabın rota-sı boyunca yapılan jeolojik araş-tırmaların öngördüğü başarı şansı iç açıcı olmaktan uzaktı. Araştırmalar gösterdi ki Moskova

*Y. Abakumov'un 1939 yılında yazdığı "The Moscow Subway" kitabından alıntıdır.

Page 45: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

45

TARİHTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ

Metrosu’nu yapacak olanların karşılaşacakları çeşitli zorluklara dünyanın hiçbir şehrindeki metro yapımında maruz kalınmamıştır.

Berlin Metrosu’nu yapan mühendisler suya doygun toprak-la başa çıkmak zorunda kaldılar. Paris’te iniş çıkışlı arazi, Londra’ da yeraltı şebekelerinin düzen-siz yerleşimi, Madrid’de ortaçağ kalıntıları ve çarpık sokaklar ciddi zorluklar çıkarmıştı. Moskova’da metro yapıcıları bu zorlukların tamamıyla karşılaşmıştır; eğri büğrü sokaklar, yoğun altyapı şebekeleri, antik şehir kalıntıları, tepe ve vadilerle kesişen yüzey ve güvenilmez su geçirimli kat-manlar.

Metro inşaatında çalışanları bekleyen işin hacmi devasadır. İlk etabın inşaatı tek başına 2,5 milyon metreküp toprak hafriyatı, 850 bin metreküp beton dökümü, 13 adet yeraltı istasyonu ve 17 adet bekleme odası içermektedir.

Çalışanları doğayla zorlu ve yorucu bir mücadele beklemek-tedir. Bolşevik Parti’nin Merkez Komitesi tüm ülkeyi başkentin metro inşaatında yer almaya çağırmıştır. Ülke çağrıya arzulu bir şekilde karşılık vermiştir. Uçsuz bucaksız Sovyetler Birliği’nin her köşesinden binlerce insan Moskova’ya akın etmiştir.

Moskova fabrikaları en iyi işçilerini metro inşaatına yardım için görevlendirmişti. Komünist Gençlik Birliği, Moskova fabri-kaları ve imalathanelerindeki Komünist Parti örgütlülükleri kendi üyeleri arasında gönüllü çalışan araştırma ve bulma kam-panyaları yürüttüler. Sonuçta 120

bin genç işçi inşaatta çalışmaya gitti.

Moskovalı işçiler, Donbas madencileri, Magnitogorsk inşaa-tında, Dinyeper barajında ve yeni demiryollarında çalışmış kadın ve erkekler, eski tekstil işçileri, sütçü kızlar, ofis çalışanları, tesisatçılar, terzi kadınlar, şekerciler… Hepsi Moskova Metrosu kazılarında buluştular.

İşin en yoğun olduğu zaman 65 bin işçi işbaşındaydı. Onlar yüz-lerce farklı zanaat ve meslekten erkek ve kadınlardı. Fakat hiçbiri daha önce bir metro inşaatında çalışmamıştı, Moskova Metrosu ülkede inşa edilen ilk metroydu.

İşin süresi boyunca bir sani-ye olsun işi yavaşlatmadan işin sırlarını idrak etmek, inceliklerini kavramak gerekiyordu. Moskova Metrosu’nun tünellerinde binler-ce işçi, bilmedikleri ve kendilerine tamamen yeni olan bu işin tekni-ğinde ustalaşıyordu.

Bugün altını çizerek söyleye-biliriz ki Moskova Metrosu çalı-

şanları dünya metro inşaatı pra-tiğinde en iyi şekilde uzmanlaş-mışlardır.

Yeraltı bataklığını katı, don-muş bir kütleye çevirebilmek için toprağı dondurmayı öğrendiler. Toprağı kimyasal bileşimlerle işleyerek sulu kumu katı kayaya çevirdiler. Kalıplarla tünel açma-nın kusursuz yöntemlerini geliş-tirdiler.

Sovyet fabrikalarında bir yılda üretilen 40 tünel açma kalıbı, metronun ikinci etabının inşaatın-da aynı anda kullanıldı. Dünyanın başka hiçbir yerinde tünel açmak için bu kadar kalıp bir arada kul-lanılmamıştır. Tünel kalıplarının icat edildiği İngiltere’de dahi Londra yeraltı demiryolunun son hattının inşaatında sadece 22 kalıp kullanılmıştır.

Bütün Sovyetler Birliği Moskova Metrosu’nun inşaatında yer almıştır. Sibirya’daki Kuznetsk Stalin İşletmeleri metroya ray göndermiştir. Karelya, Kafkasya, Kırım ve Urallar’dan mermer gön-

Page 46: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

46

TARİHTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ

derilmiştir. Çuvaşistan ve kuzey bölgeler ahşap tedarik etmiş-lerdir. Volga bölgesi ve Kuzey Kafkasya’dan çimento teda-rik edilmiştir. Moskova, Harkov, Leningrad elektrik motorları, karışık alet ve ekipman sağla-mışlardır. Aynı zamanda Sovyetler Birliği’nde ilk olarak asansör inşa etmişlerdir. Bunlardan üçü dünya-daki en uzun asansörlerdir.

Moskova Metrosu’nun inşaatı-na başlandığı sırasında Bolşevik Parti’nin Moskova örgütlenmesi-nin başında sıradışı bir enerjiye ve büyük örgütleme yeteneğine sahip Stalin’in en yakın dostla-rından biri olan Lazar Kaganoviç vardı.

Kaganoviç yapım işleriy-le yakından ilgilenmiştir. Yeraltı kazılarında işçiler ve mühendis-lerle konuşup onlara tavsiyeler verirken, bütün çalışanlara üste-sinden gelinmesi gereken güçlük-lere karşı verdikleri mücadelede ilham verirken sıklıkla görülmüş-

tür. Yapıma verdiği büyük katkı-lar ışığında tüm metro çalışan-ları ve diğer birçok örgütlülük, Sovyet Hükümeti’nden Moskova Metrosu’na Kaganoviç’in adının verilmesini istedi. Talep kabul gördü.

İşin başlamasından üç yıl sonra Moskova Metrosu ilk etabı-nın trenleri başkentin caddeleri-nin ve meydanlarının altında yol alıyordu. 1938 yılının ortalarında bitirilen ikinci etabın inşaatı bir başka üç yıl daha aldı.

Metronun ikinci etabının yapı-mı için 2 milyon metreküp top-rak kazılmış, 215 bin ton demir boru döşenmiş, 640 bin metreküp beton dökülmüştür; 9 adet istas-yonun kaplamaları için 30 bin metrekare cilalı mermer ve granit kullanılmıştır.

Sonuçta 6 yıllık bir zaman dili-mi içerisinde Moskova’da 26.5 km metro hattı döşenmiştir. Bu alışıl-madık hızda bir yapımdır. Örneğin Roma’da 55 km metro hattının

yapımının 25 yıl alacağı planlan-mıştır ve Prag’da 25 km metro hattı inşaatı 20 yıl sürecek şekilde programlanmıştır.

Hâlihazırda (1939 yılı itibariy-le) Moskova Metrosu’nun üçüncü etap inşaatı tüm hızıyla devam etmektedir. Uzunluğu 14 km ola-cak etabın 1940 yılının sonunda bitirilmesi planlanmıştır.

Her akşam Moskova Metrosu’nun sokak girişlerindeki kırmızı neon lambalarda M harfi ışıldar. Gri ve pembe granitler-le döşeli merdivenler bekleme salonlarına kadar eşlik eder. Kısa koridorun duvarları beyaz cilalan-mış camla kaplıdır. Zeminde çeşit-li renkteki döşeme taşları deği-şik desen mozaikleri oluşturacak şekilde döşenmiştir.

Bekleme sa-lonundaki tavan mermer kolonlarla desteklenmiş-tir. Duvarlar mermer levhalarla kaplanmıştır. Cilalanmış ceviz korkuluklarla ayrılmış üç asan-sör platforma inişe eşlik eder. Yolcular aşağı indiğinde gözle-ri yeraltı istasyonunun muazzam manzarasıyla karşılaşır.

Yeraltı istasyonlarındaki plat-formların genişliği 10 metreden 21 metreye kadar değişir. Bu genişlik sayesinde platformlarda en yoğun saatlerde bile sıkışıklık olmaz.

Yeraltı istasyonları klimalıdır. Güçlü vantilatörler istasyondaki havayı saatte 8-9 kere değişti-rir. Moskova Metrosu’ndaki hava dengeli bir sıcaklıkta tutulur ve her zaman iç açıcı ve temizdir. Cam pencereli, uzun aerodinamik vagonlardan oluşan tren istasyo-na sessizce süzülür. Her bir tren

Page 47: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

47

TARİHTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ

yaklaşık 1500 yolcu taşır. Yine de duraklarda yığılma ve kalabalık oluşmaz. Her vagon üç otomatik çifte kapıyla donatılmıştır.

Tren harekete geçer. Vagonların camlarından tünelin gri duvarla-rı görülebilir. Tavan görülemez; çünkü tünel lambaları sadece tren yolunu ve rayları aydınlata-cak şekilde tepede karartılmıştır. Bu aydınlatma şeklinin makinist için en uygunu olduğu deneyimle sabittir.

Tünelin çapı 5.5 metredir. Bu, Moskova Metrosu tünelini dünya-daki diğer tüm yeraltı treni tünel-lerinden daha büyük kılar. Böyle bir tüneli inşa etmek doğal olarak daha büyük bir emek ve maliyet gerektirir. Fakat bu şekilde daha büyük ve konforlu vagonlar kul-lanmak mümkün olur ve Moskova Metrosu’nu inşa edenlerin temel kaygısı da yolculara en fazla kon-foru sağlamaktır.

Raylar gürültüyü azaltmak için düğüm noktalarından kay-naklanmıştır. Keskin dönüşlerin olmaması (minimum dönüş çapı 600 metredir) vagonların kolay ve yumuşak hareket etmesini sağla-yarak yolcuların konforunu arttırır.

Metro tüm yolculuğu boyunca yeraltında ilerler. Mevcut hatlar içinde yeraltı treninin yüzeye çık-tığı tek bir yer vardır: Moskova nehrinin özel olarak inşa edilmiş bir köprüyle geçişinde. Fakat ray-lar hiçbir zaman şehrin caddeleri-nin üzerinde yükseltilmiş demir-yolu şeklinde geçmez.

Metronun her bir istasyonu kendine has görünüme sahip-tir. İstasyonlardan hiçbiri mimari tasarım, kaplamalarının karakteri,

mermerlerdeki renklendirmeler, hatta aydınlatma düzenekleri-nin tasarımı açısından diğerine benzemez. Sadece Gorki Caddesi hattındaki 6 istasyonda, 10 kilo-metrelik bir mesafe içinde 13 farklı çeşit mermer kullanılmış-tır. Bu mermerler Urallar’dan, Ermenistan’dan, Uzakdoğu’dan, Gürcistan’dan, Özbekistan’dan ve Sibirya’dan getirilmiştir.

Yabancı ziyaretçiler Moskova Metrosu’nun dünyadaki en iyisi olduğu konusunda fikir birliğin-dedir.

Bu görüş doğaldır ve böyle olması gerekir. Sovyet halkı baş-kentlerinin metro sistemini sahi-binin kar elde edeceği ticari bir girişim olarak inşa etmemiştir. Halk, metro sistemini kendisi ve gelecek nesiller için inşa etmiştir. Metro, toplumun kültürel ihtiyaç-ları ve doğanın en mükemmel uyumu anlayışıyla yeniden inşa edilen Moskova’nın önemli bir parçası olarak tasarlanmıştır.

Milyonlarca insan Moskova Metrosu’nu günlük kullanacak-tır. Metro yolculara baş edilemez

günlük bir yük olmak için değil, azami konfor ile mümkün olan en yüksek hızı sağlamak için tasarlanmış ve inşa edilmiştir. Bunun için metro tünelleri bu kadar geniştir, vagonları konfor-ludur, havası doğal ve temizdir ve istasyonları bu kadar güzel ve büyüleyicidir.

Moskova Metrosu yaygın ola-rak kullanılmaktadır ve kullanan kişi sayısı günden güne artmak-tadır. 1937 yılında metro 155 milyon yolcu taşımıştır. Şubat 1939’da günlük ortalama taşınan yolcu sayısı 800 bini geçmiştir. 1939’un sonunda metronun gün-lük 1.5 milyon yolcu taşıyacağı tahmin edilmektedir.

Bu 1.5 milyon yolcu, sokak arabası ve otobüs gibi daha yavaş olan ulaşım seçenekleriyle har-camak zorunda olacakları günlük 750 bin saati tasarruf edecektir.

Moskova Metrosu inşaatı Sovyetler Birliği’nde inşaatla-rın tüm aşamalarına nüfuz eden bireye olan büyük ilgi ve özenin bir başka manifestosunu temsil etmektedir.

Page 48: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

48

ONURLU BİLİM İNSANLARI

“BALDIRIÇIPLAK”LARIN KOMÜNİST MİMARI: OSCAR NİEMEYER“Önemli olan şey sırf mimarlık değil, bu haksız ve adaletsiz dünyayı değiştirmemiz gerekliliğidir.”

Oscar Niemeyer

Baldırıçıplakların mücadelesi-ne adanmış 104 yıllık komünist yaşamında Brezilyalı mimar Oscar Riberio de Almeida Niemeyer Soares Filho ya da kısa adıyla Oscar Niemeyer, dünyaya adalet anlayışıyla inşa ettiği modern bir başkent, kamu binaları, meydanlar, müzeler, toplu konutlar, katedral-ler ve heykeller gibi onlarca yapı bıraktı. Mimarlığı sadece idealle-rine ulaşmanın ifade aracı olarak tanımlayan Niemeyer; mimarlığın para sahibi sosyal sınıflara hizmet etmek için kullanıldığını, açlığın ve yoksulluğun çözümünün ise sadece devrimden geçtiğini belir-terek bir asırlık yaşamında ideolo-jik çizgisini korumaya çalışmıştır.

15 Aralık 1907 tarihinde, Brezilya’nın başkenti olan Rio de Janeiro’nun Laranjeiras böl-gesinde yoksul favelaların sona

erdiği, zengin evlerinin başla-

dığı bir sokakta dünyaya gelen

Oscar Niemeyer, kendi deyimiy-

le Katolik kökenli burjuva bir

ailenin tasasız oğludur. Katolik

okuluna devam ederken çizim

yapma tutkusuyla okulunu terk

ederek mimar olmaya karar verir

ve 1934 yılında Escola de Belas Artes Güzel Sanatlar Okulu’ndan mimar/mühendis olarak mezun olur. Mezun olduktan sonra 1935 yılında Lucio Costa ile çalışma-ya başlayan Niemeyer, gelecekte modern mimariye getirdiği özgün yaklaşımlar ile modern mimarinin öncülerinden ve yorumlayıcıların-dan biri olacaktır.

Oscar Niemeyer 1940 yılında, sonradan Brezilya devlet başkanı olacak olan Minas Gerais eyale-tinin başkenti Belo Horizonte’nin belediye başkanı Juscelino Kubitschek ile tanışır. Bu ikili, başkentin kuzeyinde “Pampulha Kompleksi” diye adlandırılacak yeni bir banliyö şehri oluşturmak üzere işe koyulurlar. Pampulha’da inşa edecekleri yapılarda dökme betonu eğrisel formlarda kul-lanarak yarattığı hafif görünüm

Page 49: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

49

ONURLU BİLİM İNSANLARI

ve bunlara eklenen düz çizgi-sel kütlelerle oluşturduğu düş-sel mekanlar Oscar Niemeyer’in mimari üslubunun ifadesini oluş-turmuştur. Döneminde modern mimarinin en özgün yapılarını tasarlayan Niemeyer, dönemin önde gelen modernistlerinin aksine, mimari yapıda işlevsel-likle beraber biçim ve duyumsal heyecanı da ön plana çıkarmıştır. Oscar Niemeyer’in mimarlığa iliş-kin değerlendirmesinin özünde toplumsal ve sosyal adaleti mekan üzerinde sağlamak yatmakta-dır. Niemeyer kendisi ile yapılan röportajda toplumda “mimarların rolü ne olmalıdır” sorusuna kar-şılık; “Mimar da diğerleri gibi bir vatandaştır, toplumun bir üyesidir sonuçta. Mimar kendisine sunulan programı, toplumun genel ihtiyaç-larını karşılamak için her türlü hiz-meti, her zaman açık, adil ve daya-nışmacı bir dünyayı teşvik etmek, toplumu değiştirmek için ve sürekli bunun farkında olarak üretir.’’ ceva-bını vermektedir.

“Mimarın rolü, sadece bir avuç ayrıcalıklı insan değil, herkese hiz-met eden bir mimarlık ile daha iyi bir dünya için savaşmaktır.”

Oscar Niemeyer’in de dediği gibi, mimarlık sadece bir avuç ayrıcalıklı insanın hizmetinde olmamalıdır. Genel olarak mimar-lık, tarihsel gelişimi içerisinde sis-tem tarafından halk üzerinde bir baskı ve imha aracı olarak kulla-nılmış olsa da, toplumcu mimar-lığı savunan ve hayata geçirmeye çalışan mimarlık anlayışı da var olmuştur. Niemeyer bu noktada o çok sevdiği “baldırıçıplaklar” için toplumcu mimarlığı savu-

nan ve hayata geçirmeye çalışan mimarlardan biri olmuş, bu yanıy-la halkın mimarlığını yaşamın-da somutlamaya çalışan biz yeni nesillere umut kaynağı olmuştur. Mimarlık; Oscar Niemeyer için topluma bir bütün olarak barın-ma, sağlık, eğitim gibi her türlü temel insan hakkına eşit koşullar-da ulaşabilmesi için gerekli kay-naklara erişimini sağlamanın yol-larından biriydi. “Mimar, dünyanın daha iyi bir yer olması gerektiğini, yoksulluğu ortadan kaldırabilece-ğimizi bilmelidir. Bu sebeple mimar, sadece mimarlığı değil, mimarlığın dünyanın problemlerini nasıl çöze-bileceğini de düşünmelidir.’’ diyor-du Oscar Niemeyer ve Brezilya’nın kentleşme sürecinin öncülüğü misyonunu üstleniyordu böylece.

1956 yılında devlet başka-nı olan Kubitschek ile beraber Brezilya’nın modernleşmesini hedeflemişti. O vakitler, büyük oranda kırsal yerleşmenin hakim olduğu Brezilya’da sadece kıyı yerleşmeleri Portekiz kolonizas-yonu sebebiyle kentleşmeden payını almıştır. Kubitschek ülke-nin başkentini Rio de Janeiro’dan Brasilia’ya taşımaya karar verir. Ülkenin henüz keşfedilmemiş kır-sal iç kesimlerinin doğal ve yeral-tı zenginliklerinin kıyı bölgeleri-ne açılması, bir anlamda kıyıdaki kentli Brezilya ile iç kesimlerdeki kırsal Brezilya’nın ekonomik, top-lumsal ve politik birliğinin sağ-lanmasıdır hedeflenen. Yeni baş-kent Brasilia’nın tasarımı için açı-lan yarışmayı Lucio Costa kazanır. 4 yıl içinde bomboş savanın orta-sına modern bir kent planlaması örneği olan Brasilia inşa edilir.

Brasilia, 1933 tarihli Uluslararası Modern Mimarlık Kongresi’nde deklare edilen “işlevsel kent’’ modeline uygun olarak tasarlan-mıştır.

Oscar Niemeyer, 1987’den beri Dünya Mimarlık Mirası listesin-de olan Brasilia’yı tasarlamaya insanların aynı şehirde bir nokta-dan diğerine gidebilmesi için 20 dakikadan daha fazla süre harca-masının, o insana saygısızlık oldu-ğu yorumunu getirerek başlamış, yapıları çoğunlukla yerden yük-selterek binaların boş kalan alt kısımlarının özgür olması ve doğa ile bütünleşmesini amaçlamıştır. Ayrıca, Brasilia gibi yepyeni bir kent tasarlarken dünya görüşüne paralel olarak eşitlikçi bir tasarım yaklaşımı ile mekansal çözümle-meler üretmiştir. Örneğin; kent merkezine kamusal ve idari işlev-ler yerleştirilmiş, kent merkezinin çevresine mülkiyeti devlete ait olması planlanan eşit metreka-relere sahip toplu konutlar inşa etmiştir. Konutların kullanımında ise, devlet bakanı ile bir işçinin aynı binada oturması amaçlan-mıştır. Ancak Oscar Niemeyer’in bu eşitlikçi yaklaşımı uzun süre korunamamış, Kubitschek’den sonra iktidara gelen devlet baş-kanları tarafından kendi siya-si görüşlerine göre değişiklikler yapılarak Brasilia da kapitalizmin çürüttüğü kentler listesine eklen-miştir. Özellikle 1961 yılında Brezilya’nın yeni başbakanı olan Joao Goulart’ın 1964 Mart’ında bir askeri darbe ile görevinden alınması ve General Castello Branco’nın ülkenin yönetimini ele geçirmesiyle birlikte 1985 yılı-

Page 50: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

50

ONURLU BİLİM İNSANLARI

na kadar sürecek askeri dikta-törlük döneminde Brasilia tanın-maz bir hale getirilmiştir. Oscar’ın dünya görüşü çerçevesinde insan odaklı tasarlarığı Brasilia, faşizm koşullarında insana karşı kulla-nılan bir silah haline gelmiştir. Hatta sokaklar, meydanlar gibi toplanma alanlarının büyüklüğü faşist diktatörlük rejimine insan-ların kolay kontrol edilebildiği mekanlar sağlamıştır. Marshall Berman’ın “Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor’’ kitabında; “insan-ları uzakta, birbirinden ayrı, aşa-ğıda tutmak isteyen generallerce yönetilen bir askeri diktatörlüğün başkenti için yapılmış bir tasa-rım olsaydı, yerine mükemmel oturmuş olurdu” diyerek eşit ve özgür bir kent ideali ile tasarla-nan Brasilia sokaklarının faşizmin elinde nasıl bir işkencehaneye dönüştüğünü anlatmıştır.

Bugün Niemeyer’in Brasilia’sı aynen Caracas, Mexico City gibi sınıfsal ayrışmanın mekansal ifa-desini en keskin biçimde buldu-

ğu, milyonlarca yoksulun yaşa-dığı gecekonduların, zenginlerin güvenlikli sitelerinin yanı başın-da durduğu; ama onlardan kalın duvarlarla ayrılan bir kent.

Oscar Niemeyer’in Brasilia’da tasarladığı bazı yapılar şunlar-dır: Brezilya Ulusal Kongre Binası, Ulusal Cumhuriyet Müzesi, Brasilia Katedrali, Ulusal Kütüphane.

“En iyi zamanlarda yaşamadı-ğımızı biliyorum ama umut etmek zorundayız.”

Ancak Niemeyer sınıfsal eşit-sizliğin yok edileceği, kentlerde-ki evsizlerin, yoksulların bakım-sız varoşlara mahkûm olmaları yerine insani ihtiyaçlarının karşı-landığı sağlıklı konutlarda yaşa-yacakları, kocaman meydanlarda insanların beraberce eğleneceği temiz kentlere, Brezilya sokakla-rında kol gezen yoksulluğu baldırı çıplakların sonlandıracağı gün-lere olan umudunu hiç yitirme-di. Umut etmek zorundayız dedi ve umudu büyütmek için üzerine düşen onurlu aydın tavrı ile döne-minde tasarlarığı heykeller halka bilinç taşıdı.

Niemeyer’in başlıca heykelleri şunlardır:

7 1982: Fonseca Amador’a için yapılmış heykel, Nikaragua

7 1986: “İşkenceye Sonsuza Kadar Hayır”, Rio de Janeiro,, Brezilya

7 1988: Dokuz Kasım Heykeli (Kasım 1988’de gerçekleşen grev-de ölen üç işçinin anısına), Volta Redonda, Brezilya

7 1989: El Heykeli, (bu çalış-masını Latin Amerika’nın müca-delesine adamıştır), São Paulo,

Brezilya 7 1991: Goree Adası Anıt

Heykeli, Largo Dakar, Senegal 7 1995: Prestes Heykeli, Santo

Ângelo, Brezilya 7 2007: “Bir Kadın, Bir Çiçek

Dayanışma” Heykeli, Paris 7 2007: “Küba için Heykel”,

Havana, Küba

“Brezilya’da hala sınıf savaş-ları var. Bu sebeple mimar, sadece mimarlığı değil, mimarlığın dünya-nın problemlerini nasıl çözebilece-ğini de düşünmelidir.’’

Niemeyer, mimarlığın hiçbir zaman tek başına sınıfsal eşit-sizlikleri ortadan kaldırabilece-ğini, toplumsal adaletsizliği ve yoksulluğu engelleyebileceğini düşünmedi. Kapitalist bir dünya düzeninde, kapitalist bir ülkede mimarın salt mesleki sorumlu-lukla yapabileceğinin teknolojik gelişimi izlemek ve form arayışını sürdürmek olabileceğini söyle-di. Oysa aslolan “bir yurttaş ola-rak sosyal değişim için müca-dele etmek”ti. “İnsan tek başına önemsizdir, siyaset hayattır.” diyor Niemeyer. Mimari üretkenliği, işçi-ler için tasarladığı konutlar sınıf-sal eşitsizliği, adaletsizliği, yok-sulluğu ortadan kaldırmayacaktı. Bunun farkındalığı ile mimarlık mesleği dışında hayatında pati-kalar açmaya ve o patikalardan ilerleyerek adaletsizliğe karşı savaşmaya devam etti Niemeyer.

1945’te Brezilya Komünist Partisi’ne katıldı. Brezilya kent-lerine eşsiz binalar tasarlarken devrimci mücadeleye devam etti. Ancak 1967’deki faşist darbe, mimarı sürgüne zorladı. André

Page 51: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

51

ONURLU BİLİM İNSANLARI

Malraux’nun desteğiyle Fransa’ya yerleşen mimar; mücadelesine, üretmeye sürgünde de devam etti. Paris’teki Fransız Komünist Partisi merkez binasından Fransız Komünist Partisi’nin yayını olan L’Humanite’in binasına, Doğu Almanya’da kaplıcalara kadar Avrupa’da birçok yapı tasarladı.

“Mimari içinde bulunduğu yerin toplumsal düzeyini ifade eder. Eğer ona ihtiyaç duyduğu insani içeri-ği kazandırmak istiyorsak, siyasi mücadeleye katılmalıyız.”

Oscar Niemeyer başından geçen bir olayı şu şekilde akta-rıyor;

“Bir gece, Cezayir’de kendimden geçerek deliler gibi çalıştım otel odamda. Sonuç: Liman yakınların-

da, plajın dibinde, karaya bir üst yapıyla bağlanmış denizin üstünde askıda bir cami. Boumediene çizdi-ğim planları görünce ‘Ama bu cami çok değişik, devrimci!’ diye haykırdı. Ben de ona ‘Ama başkan devrim her yerde olmalı.’ diye cevap verdim.”

Oscar Niemeyer, 5 Aralık 2011’de 104 yaşında hayata gözlerini yumdu. Tam bir asırı devirmiş bir çınar olarak, ardında onlaraca eser bırakarak, dünya halklarının yüreğine ve bilincine kazınarak...

Senin de dediğin gibi halkın mimarı Oscar Niemeyer; en iyi zamanlarda yaşamadığımızı bili-yoruz ama umut etmek zorunda-yız. Umudu her alanda savaşarak halka saçmalıyız. Halkın uğradığı zulmün, baskının, işkencenin bit-

mesi için; açlığın, yoksulluğun, sömürünün sona ermesi için; okullardakiler için, fabrikalar-dakiler için, tarlalardakiler için, hücrelerdekiler için, patikaları aşanlar için ve bu uğurda düşen-ler için... Yılmadan, yorulmadan hep umut etmek ve umuda giden yolda başımız dik, alnımız açık hep mücadele etmek zorundayız.

“Sefalet her yanı kapladığında ve umut insanların yüreğini terk ettiğinde, geriye kalan yalnızca devrimdir.’’

Kaynaklar:• Dünya Adil Değil, Oscar Niemeyer, Sel Yayıncılık, 2013• Mimar Portreleri - Oscar Niemeyer, mimdap.org• Oscar Niemeyer, bilgi-bilgi.com• Bir Ömür Komünist: Mimar Oscar Niemeyer, Artı İvme Dergisi

Page 52: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

52

AKP’NİN SALDIRILARINA KARŞI AKADEMİSYENLERİN YANINDAYIZ

10 Ocak 2016 günü Barış için Akademisyenler İnisiyatifi, “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bir bildiri yayınladı. İlk etapta 89 üniversiteden 1128 akademisyen tarafından imzalanan bildiride; Kürt illerinde yaşayan yurttaş-ların yaşam hakkı başta olmak üzere tüm hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği vurgulanıyor; devle-tin Kürt halkına yönelik katliam,

sürgün politikasından vazgeçme-si, sokağa çıkma yasaklarının kal-dırılması, hak ihlallerinin sorum-lularının cezalandırılması ve barış için çözüm yollarının kurulması talep ediliyordu.

Bildirinin yayınlanmasının hemen ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan; “aydın müsvedde-si” diyerek akademisyenleri hedef gösterdi. Ardından YÖK, bildiriyi

terör destekçiliği olarak tanımladı ve “bildiri ile ilgili hukuk çerçeve-sinde gereği yapılacaktır” diyerek; üniversite yönetimlerinin, bildi-riye imza atan akademisyenle-re soruşturma açmasını istedi. AKP’nin medyası; bildiriye imza atan akademisyenler için “hainler, maşalar, mandacı artıkları” man-şetleri atarken; çeteci Sedat Peker ise “oluk oluk kanlarınızı akıtaca-ğız, kanınızla duş alacağız” dedi. Üniversitelerde bildiriye imza atan akademisyenlerin odalarının kapılarına çarpı işareti konuldu, tehdit notları bırakıldı.

20 üniversite, yüzlerce akade-misyen hakkında disiplin soruş-turması başlattı. 15 akademisyen görevinden alındı veya uzaklaş-tırıldı. 34 akademisyen gözaltına alındı, 4 akademisyen tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildi, 2 akademisyen hakkında yurtdışı-

Page 53: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

53

na çıkış yasağı verildi.14 Mart 2016 günü ise, bil-

diriye imza atan 3 akademisyen; Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Esra Mungan, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Matematik Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Kıvanç Ersoy ve bildiriye imza attığı için Nişantaşı Üniversitesi Sosyal Hizmetler Bölümü’ndeki öğretim üyeliği görevine son verilen Yrd. Doç. Dr. Muzaffer Kaya gözaltına alındı ve ertesi gün “terör örgütü propagandası yapmak” iddiasıyla tutuklandı. 31 Mart 2016 günü ise yine bildi-riye imza attığı için Yeni Yüzyıl Üniversitesi İngilizce Mütercim Tercümanlık Bölümü’ndeki öğre-tim üyeliği görevine son verilen Yrd. Doç. Dr. Meral Camcı, yurtdı-şından döndükten sonra gözaltı-na alınıp tutuklandı. 4 akademis-yen 22 Nisan’da tahliye edildi.

Temmuz ayından bu yana yüz-lerce sivil insanı katleden; Sur’dan Silopi’ye, Cizre’den Nusaybin’e tüm yerleşim yerlerini harabeye çeviren, halkı yerinden yurdun-dan göç etmeye zorlayan, kat-lettikleri insanların cenazelerine işkence yapan, ailelerin cenazele-rini almasına izin vermeyen faşist AKP iktidarı; bu politikaları des-teklemeyen her kesimi “terör des-tekçisi” ilan etmekte, açıkça hedef göstermekte, linçler örgütlemeye çalışmakta, haklarında davalar ve soruşturmalar açmakta, ölüm-le tehdit etmektedir. AKP; bir televizyon programına telefonla bağlanıp “Çocuklar öldürülmesin” diyen Ayşe öğretmenden tuta-lım da, “barış için çözüm yolları

kurulsun” diyen akademisyenlere kadar”, devletimize, askerimize, polisimize helal olsun” demeyen herkesi terörist olarak göste-rirken; bizler de Fransız filozof Roland Barthes’in “Faşizm konuş-ma yasağı değil, söyleme mec-buriyetidir” sözünü bir kez daha hatırlıyoruz.

İstanbul’un yoksul konduların-da gecenin bir yarısı evleri basıp insanları kurşunlayarak katleden, Kürdistan’da sokağa çıkma yasağı uygulayıp kafasını dışarı çıkaranı katleden, halkın yaşam hakkını elinden alanlardır asıl terörist! Kentsel dönüşüm adı altında halkın evlerini başlarına yıkmak isteyen, TOKİ’yi göreve çağıran, halkın barınma hakkını elinden alanlardır asıl terörist! En cılız muhalif seslere bile tahammül

edemeyen, kendinden taraf olma-yan herkese azgınca saldıran, basın açıklamasından açlık gre-vine, çadırdan yazılı açıklamaya kadar kendimizi ifade edebilecek tüm demokratik yöntemlerimize saldıran, hak ve özgürlüklerimizi elimizden almaya çalışan, gözaltı, tutuklama tehditleriyle bizi ada-letsiz bırakmak isteyenlerdir asıl terörist!

Bizler; Kürt halkına yönelik katliam, imha ve sürgün politi-kalarının çözümünün oligarşiyle “barış için çözüm yolları” kurmak-tan değil; oligarşinin azgın saldı-rılarına karşı boyun eğmemekten, direnmekten, savaşmaktan geçti-ğini savunuyoruz. Diğer yandan; en doğal olan hakları olan bildiri yayınlama, bildiriye imzacı olma, fikir beyanında bulunma hakla-rı faşizm tarafından gasp edilen tüm akademisyenlerin yanındayız. Akademisyenlerin, AKP’nin tüm saldırılarına rağmen; işten atılma, gözaltı, tutuklama, yurtdışı yasağı gibi bedelleri göze alarak imzala-rını geri çekmemeleri, geri adım atmamaları, tam tersine bildiriye imza atanların sayısının daha da artması; akademisyenlerin AKP faşizminin saldırılarına, tehditle-rine boyun eğmediklerinin, teslim olmadıklarının göstergesidir.

Tüm akademisyenlere çağ-rımızdır: AKP faşizmine karşı mücadeleyi yükseltelim. AKP’nin saldırılarına, tehditlerine boyun eğmeyelim. İfade özgürlüğümüzü sonuna kadar kullanalım. Haklı olanı, doğru olanı sonuna kadar savunalım! Bilimsel bilgiyi faşizm için değil, halk için kullanalım.

Bizler; Kürt halkına yönelik katliam, imha ve sürgün politikalarının çözümünün oligarşiyle “barış için çözüm yolla-rı” kurmaktan değil; oli-garşinin azgın saldırıla-rına karşı boyun eğme-mekten, direnmekten, savaşmaktan geçtiğini savunuyoruz. Diğer yan-dan; en doğal olan hak-ları olan bildiri yayın-lama, bildiriye imzacı olma, fikir beyanında bulunma hakları faşizm tarafından gasp edilen tüm akademisyenlerin yanındayız.

Page 54: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

54

B.K YEMENİN PROFESÖRCESİ

“Okumak cahilliği alır, eşeklik baki kalır” sözünün bir kez daha yaşam içinde karşılığını bulduğu günlerdeyiz. Anlı şanlı ordinaryüs profesör Celal Şengör, ordinaryüs olmanın insan olmak için yeterli olmadığının yaşayan kanıtı adeta.

“Bir kere dışkısını yedirmek işkence değil”

Radikal’den Armağan Çağla-yan’ın sorularını yanıtlayan, aynı zamanda bir jeoloji mühendisi olan Prof. Celal Şengör, elitist tipik küçük burjuva aydın tipolojisine bile rah-met okutacak laflar etmiş. Halkı aşağılayan, tepeden bakan, insanları sevmediğini açık açık ve utanmaz-ca itiraf eden, bununla övünen ve bütün bunları da aydın olmanın gereği gibi pazarlamaya kalkan bir zavallı kişilikle(!) karşı karşıyayız. 12 Eylül yıllarında Kürt halkına zorla dışkı yedirmenin işkence olup olma-dığına dair söyledikleri, üzerinden atlanacak şeyler değildir. Çünkü bu işkenceyi orangutanların birbirine dışkılarını ikram etmesiyle bir tut-manın açıklaması, en hafifinden hastalıklı bir beyne, faşist bir zih-niyete, ırkçı bir bilince işaret ediyor.

“Kenan Evren’in yaptığı her şeyi onaylıyorum”

Sıkı bir “askerci” olduğunu söyle-yen birinin ve yukarıda sıraladığımız hastalıklarla muzdarip bir “kişiliğin” Kenan Evren’i sevmesi ve savunma-sından daha doğal bir şey olamazdı zaten. Tersi eşyanın tabiatına aykı-rıdır. Burada 12 Eylül’ün bilançosu-nu dökmeye lüzum yoktur. Bunun Celal Şengör’ü etkilemeyeceğini de biliyoruz; ancak Türkiye halklarının yaşadığı o büyük acıların baş sorum-lusunu suçsuz-günahsız göstermek, “her şeyi siviller yapmıştı, onların bir suçu yoktu” demek hiç de masum değildir. Anaların döktüğü gözyaşları bile Celal Şengör’ü yüzlerce defa boğmaya yeter. Bu gözyaşlarına ve o dönem evlatlarını kaybetmiş, bugün hala cesetlerine bile ulaşamamış analara diyecek bir lafı var mıdır Celal efendinin? Yoktur, olamaz da… Çünkü Celal Şengör için bu “cahil cühela” takımının hiçbir değeri, hükmü yoktur, onlar cehaletleri içe-risinde boğulmaya mahkumdur. 

Biz Celal Şengör gibileriyle aynı mesleğe sahip olanlar olarak, başta mesleğimizin onurunu korumak adına kendisini mühendis olarak gör-

müyoruz. Böylesi biriyle aynı mes-leğe sahip olmaktan utanacak deği-liz sivil toplumcular gibi. Utanacak olan biz değil; insanlıktan çıkmış, Amerikan hayranı, Hitler hayranı, oli-garşi hayranı Celal Şengör gibileridir.

Bunların yaptıklarına bilim mi diyeceğiz şimdi? Hocalık mı diye-ceğiz? Yetiştirdiği öğrencilere bu adam ne anlatıyor acaba bilemiyo-ruz; ama insanlıktan hiç bahsetme-diği muhakkak. Öğrencileri dikkat etsin kendilerine!

Her şeyi söyledikten ve Kenan Evren nezdinde 12 Eylül cuntası-na güzellemeler sıralayan birinin dışkı yedirme işkencesine uğrayan birinden özür dilemesiyle bu olayın kapatılacağını düşünmesi; ikiyüzlü-lükten, sahtekarlıktan başka bir şey değildir. Celal Şengör; nasıl bir tıyne-te sahip olduğunu açıkça ortaya ser-miş, iflah olmaz bir ırkçı, kafatasçıdır. İşkencecilere aşıklıktan malül bir sapkındır. Terbiyemiz el verse daha çok şey söyleyebiliriz Celal Şengör hakkında; ama bu kadarının ona ve onun gibilere yeteceğini düşünü-yor, okumanın hiçbir şey için yeterli olmadığını bir kez daha görmenin en azından böylelerini tanımak için bir kazanç olduğunu ifade ediyoruz.

Page 55: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

55

EMPERYALİZMİN “AYDIN”I OLMAK

7 Ekim 2015 günü, Nobel Kimya Ödülü’nü tarihte ilk kez Türkiyeli bir bilim insanı, Aziz Sancar kazandı. Sancar, “hücre-lerin hasar gören DNA’yı nasıl onardığı ve genetik bilgiyi nasıl koruma altına aldığını” orta-ya koyan çalışmalarıyla, İsveçli Thomas Lindahl ve ABD’li Paul Modrich ile birlikte bu ödülü aldı. İsveç Kraliyet Bilim Akademisi’nın açıklamasında, “Üç bilim insanının çalışmaları, hücrelerin nasıl işle-diğine yönelik son derece önemli bilgi sağlayarak yeni kanser teda-vilerinin geliştirilmesine yol açtı” ifadesi kullanıldı [1].

Aziz Sancar’ın Nobel alması-nın ardından; kendine solcu, ile-rici diyenler dahil olmak üzere tüm basın, bu ödülü Türkiye için büyük bir gurur kaynağı, göğsü-müzü kabartan bir olay olarak halka yansıttı. Bir Türk’ün ulusla-rarası bir ödül alması üzerinden halkta şovenist duyguları körük-leyerek kof, içi boş bir mutluluk havası yaydı, tıpkı milli maçlarda Türkiye’nin kazanmasında oldu-ğu gibi. Halk daha Aziz Sancar’ın ismini ilk defa duymuştu; ne

yaptığını, neden ödül aldığını da doğru dürüst bilmiyordu oysaki.

Nobel ödülleri; Alfred Nobel’in vasiyetnamesiyle kurulan Nobel Vakfı’nın edebiyat, tip, fizik, kimya, ekonomi ve barış başlıkları altın-da “insanlığa en büyük hizmeti yapan kişilere” verdiği; 110 yıldır dağıtılan ödüllerdir. Bu ödüller, her süreçte emperyalizmin poli-tikalarına hizmet etmiştir. Verilen ödüllerin gerek mesleki, gerekse de siyasal ölçüleri; burjuvazinin ve emperyalizmin ölçüleridir.

Emperyalizmin dünya halkları-nı ideolojik olarak şekillendirmek için kullandığı araçlardan biri-dir Nobel ödülü. Emperyalizmin bi-lim, sanat, barış söylemleriy-le dünya halklarını aldatmak-ta, bilinç bulanıklığı yaratılarak hedef saptırmakta kullandığı araçlardan; kendi saldırganlığını, katliamlarını ve sömürüsünü giz-lemek için kullandığı maskeler-den sadece biridir. Nobel ödülle-riyle emperyalizme hizmet eden kurum ve kişiler cilalanıp par-latılır. Bunun için insan hakları, edebiyat, sanat, bilim sadece bir kamuflajdır [3].

Nobel ödüllerinin sponsorla-rı arasında ABD silah tekelleri vardır. ABD başkanı Obama’ya 2009 Nobel Barış Ödülü veril-miştir. Nobel Komitesi 1938’de Nobel Barış Ödülü’ne Hitler’i aday göstermiştir. George Bush ve Tony Blair, Irak savaşında gös-terdikleri başarıdan dolayı Nobel Barış Ödülü’ne birlikte aday gös-terilmişlerdir. CIA’ya; Arjantin’de, Salvador’da, Nikaragua’da emper-yalizme ve faşizme karşı direnişin olduğu her yerde ölüm mangala-rını örgütleme emri vererek halk-ları katleden Jimmy Carter’a 2002 Nobel Barış Ödülü verilmiştir. 2012 Nobel Barış Ödülü, katliam-cılıkta ABD emperyalizmi ile başa baş giden Avrupa Birliği’ne veril-miştir. Böyle bir ödülü Türkiye’de yetişmiş birinin almış olması, biz-ler için övünç kaynağı olmama-lıdır.

Aziz Sancar ise ödül aldık-tan sonra konuşmalarında şunları demiştir:

“Bizim memlekette çok güzel bir eğitim var. Türkiye’de ilkokulumuz, ortaokulumuz, lisemiz, üniversitele-rimiz bedavadır. Bana bu imkânlar

Page 56: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

56

sağlandı. Türkiye’de üniversitede okurken, orada gördüğüm eğitim, buradaki üniversitelerin seviyesin-deydi. Türkiye bizlere çok güzel eği-tim sağlıyor. Bu ödülü memleketime ve Cumhuriyet devrinin başlattı-ğı eğitime borçluyum. Ben buraya geldim başarılı oldum ama bana bu temeli veren Türkiye’deki eği-timdi. Ben buraya 1974’te geldim, o geldiğim dönemde Türkiye’nin bugünkü imkânları yoktu. Fakat Türkiye beni hazırlamıştı. Buraya geldiğimde araştırma yapabilecek düzeydeydim.

Türkiye’de çok yetenekli bilim insanları var. Türkiye devleti bilime büyük yatırım yapıyor. O bakımdan ben ümitliyim. Gelecek 10 yıl için-de sanırım Avrupa düzeyine yakın oluruz. Amerika’da Nobel ödülü ala-bilecek düzeyde araştırmalar yapan insanlarımız var. İnşallah onlar da kazanırlar. Ümitliyim, inşallah başka Nobel ödülleri alanlarımız olur.” [2]

Aziz Sancar’ın anlattıklarıyla ne ülkemizdeki eğitim sistemi-nin, ne de bilim ve teknolojinin alakası vardır. Ülkemiz, 1945’ler-den beridir emperyalizmin yeni sömürgesi durumundadır. Yukarıdan aşağıya geliştirilen çar-pık kapitalizmle birlikte montaj sanayi hakimdir. Ağır sanayi, ileri teknoloji, nitelikli ar-ge çalışma-larının ülkemizde yapılmasının maddi zemini bulunmamaktadır. Dolayısıyla Türkiye’deki eğitimin Aziz Sancar’a bir şey katma olası-lığı bulunmamaktadır.

Ayrıca Türkiye devleti, bilim ve teknolojiye büyük yatırımlar yapmamaktadır. Teknoloji adına yatırım yaptığı şeyler; halka karşı savaşta kullandığı İHA’lar,

TOMA’lar, akrepler, MOBESE gibi araç-gereçler ve dinleme cihaz-larıdır.

İlkokul, ortaokul ve liseleri-mizde çocuklarımız erken yaşlar-dan itibaren yarıştırılmaya baş-lanmaktadır. Birbirlerini ezmele-ri, diğerini ezenin üste çıkacağı düşüncesi dayatılmaktadır. 12 Ocak günü İzmir’de 15 yaşındaki lise öğrencisi Umut Okay Giriş, takdir belgesini 2 puanla kaçırdı-ğı için 4. kattan atlayarak intihar etmiştir. Ve bunun gibi daha bir-çok örnek sıralayabiliriz.

Ülkemiz üniversitelerinde-ki eğitimin hali de içler acısıdır. Teknik bölümler; bilimden ve yeni bir şeyler üretmekten uzak, mon-taj sanayiye uygun niteliksiz ele-manlar yetiştirmektedir. Kültürel-sosyal bölümlerden mezun olan-ların çoğu iş alanı olmadığı için farklı işlerde çalışmaktadır. Eğitim bölümlerinden mezun olanlar yıl-larca atanmayı beklemekte ya da özel kurumlarda düşük ücretle çalışmaktadır. Atanamadıkları için intihar eden onlarca öğretmen vardır. Tıp alanı tamamen ticari-leşmiş, ezberci eğitim sisteminde en öne çıkan öğrencilerin çok para kazanmak için tercih ettiği bölümler olmuştur.

Aziz Sancar; düşünmeyen, sor-gulayamayan, üretemeyen, müca-dele nedir bilmeyen insanlar üre-ten bu sistemi tozpembe göste-rerek emperyalizmin ona uygun gördüğü aydın misyonunu yeri-ne getirmektedir. Emperyalizmin ömrünü uzatmak için Nobel aşı-sını bu topraklarda tekrar kul-lanması dileklerini eklemeyi de unutmamıştır.

Aynı Aziz Sancar, Erdoğan’ın özel daveti üzerine Türkiye’ye geldiği zaman; Erdoğan ve Davutoğlu’nun yanı sıra Genelkurmay Başkanlığı’nı ve Ülkü Ocakları’nı da ziyaret etmiş-tir. Mardinli olan, lise ve üniversite yıllarında ülkücü olduğunu ifade eden Aziz Sancar; doğup büyü-düğü topraklar olan Kürdistan’da katliamlar yapanlarla, Maraş’ta, Çorum’da Alevi halkımızı, Sivas’ta aydınlarımızı katledenlerle görüş-meler yapmaktan çekinmemiştir.

Aydın kimdir diye birçok tanım yapılmıştır. En sade şekliyle şöyle tanımlanabilir: “Belli bir bilgi biri-kimine ve kültürel donanıma sahip, ülkenin ve halkın sorunlarını, çeliş-kilerini, çözüm yollarını kavramış ve bu doğrultuda mücadele eden insandır aydın.” [4]

Sadece bilgi birikimi ve kül-türe sahip olmak demek aydın-lık değildir! Halkı için mücadele eden insandır aydın. Aziz Sancar gibiler ise halkın sorunlarının üzerini örter, gerçeği görmesini engeller, emperyalizmden aldı-ğı ödülle içi boş, kof bir sevinç yaratarak halkı uyuşturur, ödül aldıktan sonra halka değil, halk düşmanlarına gider. İşte bu kişi-ler halkın değil, emperyalizmin aydınlarıdır…

Kaynaklar:[1] Bilimde Nobel alan ilk Türk, Hürriyet, 7 Ekim 2015[2] Bu nobel Türkiye’nin, Hürriyet, 8 Ekim 2015[3] Yürüyüş, Sayı 337[4] Hayatın İçindeki Teori, Aydın Tavrı

Page 57: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

57

MÜHENDİS-MİMAR ŞEHİTLERİMİZ

HASAN BALIKÇIDevrimci mühendis Hasan

Balıkçı, 18 Ekim 2002 tarihinde Urfa’da kaçak elektrik kullanan şirketlere karşı mücadele ettiği için, çıkarlarına dokunduğu pat-ronların kiralık katilleri tarafın-dan katledildi.

1961 yılında Adana Seyhan ilçesinin Kayışlı köyünde doğan Hasan Balıkçı; 1987 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği bölümünden mezun oldu. 1989 yılında TEK’te çalışma-ya başladı. 1993 yılında ise Adana TEDAŞ’ta göreve başladı. Adana TEDAŞ’ta görev yaptığı son yılda büyük ölçekli sanayi kuruluşla-rının denetim mühendisi oldu. Büyük sanayi kuruluşlarına, enerji tekellerine kaçak elektrik kullan-malarından dolayı büyük ceza-lar kesti ve fabrikaların elektrik sayaçlarını fabrika dışına aldırdı. Fabrika sahiplerinin eski işleyi-şe dönebilmek için teklif ettik-leri büyük miktarlarda rüşvetleri reddetti. Durumdan rahatsız olan patronlar, TEDAŞ üst yönetimin-deki yöneticilerle işbirliğe girerek Hasan Balıkçı’yı Urfa’ya sürgün ettirdiler. Sürgünden 45 gün sonra da 18 Ekim 2002 tarihinde bölge-sel Susurlukçular tarafından kat-ledildi. Cenazesi binlerce seveni

tarafından kaldırıldı. 12 Eylül’den sonra Adana’da ilk defa bir cenaze bu kadar insan tarafından sahip-lenildi. Balıkçı, katledildiğinde aynı zamanda EMO Adana Şubesi yönetiminde saymanlık görevi ve TMMOB İKK sekreterliği görevini yürütüyordu.

“Bakın... Şu gördüğünüz fabri-kalardan sadece biri, şu yoksul beş mahalleden fazla elektrik harcar, fakir, yoksul halk elektrik parasını ödüyor da patronlar neden ödeme-sin, fatura yoksul halka kesiliyor” dediği için, halkın cebindeki beş kuruşa göz diken kan emicilere karşı mücadele ettiği için katle-dildi Hasan Balıkçı... Tıpkı uyuş-turucuya, yozlaşmaya karşı müca-dele ettiği için katledilen Hasan

Ferit Gedik gibi... Ve bugün AKP faşizmi, Diyarbakır’da, Suruç’ta, Cizre’de, Ankara’da yüzlercemizi katlediyor. Geceyarısı evlerimi-ze girip yargısız infazlar yapıyor. Adalet talebinde bulunan herkesi gözaltına alıyor, tutukluyor.

Bizler halkın mühendisi Hasan Balıkçı’nın yolundan yürümeye devam ediyoruz. Elektrik soygu-nuna karşı geliştirdiğimiz alterna-tiflerle halkımıza umut oluyoruz. Ve bir kez daha Hasan Balıkçı nezdinde halka dönük tüm katli-amlar için adalet istemeye devam ediyoruz. Balıkçı’nın bizlere bırak-tığı onurlu, yurtsever, devrimci mücadeleyi büyüteceğiz, halk için mühendislik mimarlık yapmaya devam edeceğiz!

Page 58: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

58

HEAD START PROJESİ: AÇLIK VE İKİYÜZLÜLÜK

Dünya halklarının katili olan ABD emperyalizmi, ülkesinde “Head Start” projesi ile yerel örgüt-lerle çalışma başlatmış. Açlığın, yoksulluğun beyinde yarattığı tahribatı yok etmeyi, çocuklukta seçici dikkat, stres yönetimi ve çocuk yetiştirme gibi konularda beceri geliştirmeye yönelik çalış-malar yapmayı amaçlıyormuş. ABD’deki “dünyaca ünlü” üniversi-telerin de katıldığı bu projelerde

laboratuvar ortamında yoksulların beyni incelenip, yarattıkları hasarı tamir etmeye çalışacaklarmış. [1]

Dünyadaki açlığın, yoksullu-ğun, sefaletin sorumluları, açlığın beyinde yarattığı tahribatla müca-dele edecekmiş! Emperyalistler işte bu kadar alçak, ikiyüzlü ve sahtekardır. Halkların zekasıyla alay edip suçlarını gizlemek için her türlü düzenbazlığı yapıyor-lar. Devlet eliyle destekledikleri

bu projelere sözde bilim adamı kisveli profesörlerle inandırıcılık katmaya çalışıyorlar. Fakat hiçbir şey gerçeklerden güçlü değildir.

ABD emperyalizminin elini attığı her işte sömürü, talan, kat-liam vardır. Yaptıkları tüm pis-likleri gizlemenin gayreti vardır. Emperyalizm yoksulluğa, açlığa çözüm bulamaz, yalnızca nedeni olur. Kendi ülkelerinde yarattık-ları tablo bile bunu açıkça ortaya koyuyor:

2 Doğum risklerini aşan ve ilk ayı geçiren bebeklerin bir bölümü doğrudan ve esas olarak yeter-siz beslenmeden kaynaklanan nedenlerle ikinci ay ve ikinci yıl-dönümleri arasında ölmektedir.

2 Bazı küçük çocuklarda ilk altı ay ile bir buçuk yıl arasındaki protein eksikliği nedeniyle kalıcı ve geri çevrilmez beyin hasarı oluşmaktadır.

Page 59: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

59

ABD emperyalizminin elini attığı her işte sömürü, talan, katliam vardır. Yaptıkları tüm pislikleri gizlemenin g a y r e t i v a r d ı r . Emperyalizm yoksulluğa, açlığa çözüm bulamaz, yalnızca nedeni olur.

2 Yoksul ailelerin çocuklarının yüzde 30 ile 70’i arasında protein ve demir eksikliğinden kaynakla-nan besin anemisi vardır.

2 Doktorlar, doğrudan yetersiz beslenmenin nedeni ya da işareti olabilecek prematüre ölümlere, bebek ölümlerine ikincil enfeksi-yonlara dayanıksızlıkları gördük-lerini söylemişlerdir.” [2]

2 Dünyada kolayca tedavi edi-lebilen hastalıklardan ve açlıktan her geçen saniyede bir insan ölü-yor.

2 Her yıl 18 milyon kişi açlık-tan, 70 milyon kişi ise açlığa bağlı nedenlerden dolayı ölüyor.

2 Resmi rakamlara göre ülke-mizde 55 milyondan fazla yoksul, 10 milyondan fazla aç var.

2 Dünyadaki açlığı ortadan kaldırmak için gereken tutar, 50 milyar dolar. Bu tutar, emperyalist tekellerden birinin bir yıllık karı bile değildir. Yarattıkları açlığın, yoksulluğun nedenleri tartışılsın istemiyorlar. Çünkü suçlular ve korkuyorlar. Çözüm bulamayacak-lar. Çünkü emperyalizmin varlığı açlığın sebebidir.

MIT’den (Massachusetts Institute of Technology) John Gabrieli ile ortakla-şa çalışmayı yürüten California Üniversitesi’nden Silvia Bunge, şimdilerde daha çok doğrudan 5 yaşına dek uzanan evreye odak-lanılması yüzünden, daha sonraki evrelerde yapılacak yardımlardan yarar sağlayabilecek çocukların gözden kaçırılabileceğini düşü-nüyor ve “Sonradan sistemi değiş-tirmenin olanaksız olduğu gibi bir durum söz konusu değil. Yalnızca bu kemikleşmiş yapının kırılması,

yaş ilerledikçe beyin esnekliğinin yeniden sağlanması, çok ciddi bir çalışmayı gerektiriyor.” diyor [1]. Yapacakları çalışmaya kendile-ri bile inanmıyor. Kaldı ki “ciddi” olsunlar! Yoksulların çocuklarının normal doğması mümkün değil-dir; daha ana karnında açlığı yaşı-yoruz!

“Bilim, insanlara nesnel yasala-rın bilgisini verir ki insanlar pratikte eylemlerini gerçekleştirmek için bu bilgiye muhtaçtırlar” [3]. Gerçeği açıklamak, bilimsel namus gerek-tirir. Önce yoksulluğun nedeni-ni açıklamalılar... Emperyalizmin bilimsel namusu yoktur. Onlar, açlığın ve yoksulluğun nedenle-

rini tartıştırmamanın peşindeler.Bilimin yoksulluğa çözümü,

“Head Start” gibi projeler değildir. Bu projeler; suçluları, yani emper-yalizmi ve işbirlikçilerini gizlemek içindir. Onlar yenilmeden açlık ve yoksulluk bitmez. Yenilmeleri için yoksulların örgütlenmesi gerek-lidir.

Bilimin yoksulluğa çözümü, düzene karşı kurulan ve kuru-lacak olan alternatiflerimizdir. Beslenme, barınma, giyecek, yaka-cak gibi pek çok sorun vardır. Bu sorunların köklü çözümü, düzen içinde mümkün değildir. Ancak sosyalist deneyimler ve bugünün alternatifleriyle yarını kurabiliriz. Yoksulları, milyonları örgütle-mek; bizim bilimimizin önceli-ğidir. Bizi aç, susuz bırakabilirler. Beynimizin, vücudumuzun geli-şimini engelleyebilirler. Ama bizi durduramazlar.

Kaynaklar:[1] Cumhuriyet, Bilim ve Teknoloji eki, 11 Aralık 2015[2] Kan Tadı, Haluk Gerger[3] Felsefe Sözlüğü, Orhan Hançerlioğlu

Page 60: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

60

BİLİM VE TEKNOLOJİYLE HALKI KANDIRMANIN YENİ ADI: 4.5G

Uzunca bir süre reklam pano-larında, televizyonlarda 4.5G rek-lamları sürekli karşımıza çıktı. Bu reklamlar, bir yandan da “4.5G” gibi, “IMT-Advanced” gibi halka yabancı birçok terimle yapılıp; ihtişamlı(!) görsellerle de birleş-tirilerek; “Türkiye’de teknolojik anlamda çok büyük gelişmeler oluyor” algısı yaratılmaya çalışıldı.

4G, 4.5G gibi terimler çıkmadan önce 3G’yi biliyorduk; GSM şebe-keleri üzerinden akıllı telefonlar-la internet erişimini sağlıyordu. Herkesin otobüste, sokakta, haya-tın her anında elinde telefonuyla Facebook, Twitter, WhatsApp gibi programlar üzerinden haberleş-mesi, 3G ile oluyor. Ülkemizde 72 milyon mobil abone bulunuyor. 43 milyon kişi, yani abonelerin %60’ı ise 3G’yi kullanıyor.

3G, 3. nesil mobil internet erişimini ifade etmektedir. 1998 yılında Japonya’da duyurulmuş; 2002 de Amerika’da, 2003’ten sonra ise Avrupa’da kullanılma-

ya başlanmıştır. Bu teknolojinin Türkiye’ye gelmesi ise bulunu-şundan 11 yıl sonra 2009 yılında kısmen gerçekleşmiştir. 4G ise, 4. nesil mobil internet teknolojisi-ni, yani akıllı telefonlardan daha hızlı internete girebileceğimizi, daha hızlı veri transferi yapabi-leceğimizi ifade etmektedir. 2004 yılında Japonya’da duyurulmuş, 2009’da Amerika’da testleri biti-rilmiş ve kullanılmaya başlanmış-tır. 2014 yılında ise 4G tamamen yaygınlaşmıştır. 4G teknolojisi bulunuşundan yine 11 yıl sonra 2015’te Türkiye’de konuşulmaya başlanmıştır.

4.5G ise, 4G’nin 2-3 kat hızlı hali olarak adlandırılıyor. Hayatımıza ilk olarak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 21 Nisan 2015’te Türk Telekom’un 175. yıldönümü etkin-liğindeki “Gündemde 4G ihalesi var ama dünya 5G’yi konuşuyor. 4G ile hiç zaman kaybetmeyelim. O zaman 3G de 2 yıl daha sabredersek 5G’ye geçeriz. Aksi takdirde 4G’ye geçersek

Türkiye çöplük haline döner.” ifade-lerinden sonra girdi. Bu konuşma-nın hemen ardından BTK, reklam-larının dahi yapıldığı ve her türlü hazırlığın son aşamada olduğu 4G ihalesini 2 kez erteledi. Mayıs 2015’te ise dönemin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan; 4G ihalesinin iptal olduğunu, Ağustos ayında 4.5G ve 5G ihalesinin birlikte yapılacağını açıkladı.

26 Ağustos 2015’te gerçekle-şen 4.G ihalesinde ise, 5 frekans bandında 18 paket için Turkcell, Vodafone ve Avea (Türk Telekom), toplam 3 milyar 356 milyon TL öderken, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun açıklamasına göre ihale sonrasında devlet hazinesi-ne 13.2 milyar TL girdi.

Operatörler 1 Nisan 2016’dan itibaren 4.5G’ye geçti. İlk 15 günde açıklanan rakamlara göre; Turkcell 3 milyon, Vodafone ise 4.6 milyon civarında 4.5G abone sayısına ulaştı. Abone sayısının

Page 61: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

61

yakın zamanda 10 milyona ulaş-ması bekleniyor.

Diğer yandan ise, piyasada-ki akıllı telefonların yalnızca %10’u 4.5G ile uyumludur. Ayrıca Türkiye’deki fiber kablo uzunlu-ğu gerekenin 20’de biri olduğu için, belli pilot bölgeler haricinde 4.5G’nin için belirtilen hıza (3G’nin 14 katı) asla ulaşılamamaktadır. Erişebildiği hız ise 3G’nin birkaç katı civarındadır.

İşbirlikçi, Faşist Bir İktidardan Halk Yararına Teknoloji Beklenemez

AKP, emperyalizmin ülkemizde maşalığını yapan faşist bir parti-dir. Emperyalizmin ve ülkemizdeki işbirlikçilerinin çıkarlarını savun-duğu için iktidardadır. Ülkemizin yeraltı-yerüstü kaynaklarından ulaşıma, haberleşmeden bilim ve teknolojiye, kültür-sanattan yar-gıya, orduya kadar her alanda emperyalizme bağımlılığının, yeni sömürgecilik ilişkilerinin devam etmesi için iktidardadır.

Yeni sömürge bir ülkede bilim ve teknoloji de halk düşmanla-rının yararına geliştirilmektedir. Bugün oligarşi; MOBESE’lerden TOMA’lara, İHA’lardan, yeni ucube tipli zırhlı araçlardan ortam din-leme cihazlarına kadar tüm ar-ge çalışmalarını halka karşı savaşı büyütmek için yapmaktadır. Diğer taraftan ise ulaşım, haberleşme, bilişim alanlarındaki rant pro-jelerini “halka hizmet” kılıfıyla gizlemektedir. Gerçekte olan ise, bu projelerin kendi yandaşlarına ya da yabancı sermayeye peş-keş çekilmesidir. 4.5G zırvalığı

da bunlardan bağımsız değildir. Türkiye’deki 3 büyük GSM tekeli-ne peşkeş çekilmesiyle sonuçlan-mıştır ihale.

Bugün ülkemizde 3G teknoloji-sini bile doğru dürüst uygulayacak fiber altyapısı bulunmazken, ülke-mizin birçok yerinde bırakalım mobil interneti, telefon hattı bile çekmiyorken, 3G ve 4G teknoloji-leri, bulunduktan tam 11 yıl sonra ülkemize gelmişken, emperyalist ülkelerde bile 5G henüz kullanıl-maya başlanmamışken “2 yıl daha

sabredersek 5G’ye geçeriz” cüm-lesi, halkı kandırmaktan başka bir anlam taşımamaktadır.

Faşist AKP iktidarı 4.5G ile bir yandan halka bilim ve teknolojide ne kadar ilerlediği yalanını söyle-mekte; diğer yandan da açlığın, yoksulluğun, katliamların eko-nomik, sosyal ve siyasal krizinin derinleştiğinin üstünü örtmeye çalışmaktadır.

AKP’nin bilim ve teknoloji-ye bakışı; eski Ulaştırma Bakanı, yeni başbakan Binali Yıldırım’ın bulut bilişim ile ilgili söylediği “Bu bilişime fazla kafa yorarsan sıyırırsın. Kullanacaksın, nimetlerin-den kullanıp, yararlanıp işini göre-ceksin. Kafayı taktın mı o zaman işin kötü.” ifadelerinde tüm çıp-laklığıyla gözler önüne serilmek-tedir. Bir diğer örnek de Aralık 2014’te TÜBİTAK Ulusal Ağ ve Bilgi Merkezi (ULAKBİM) Müdür Yardımcılığı’na getirilen Mustafa Sancar’dır. İlahiyat Fakültesi mezunu olan ve bir dönem Deniz Feneri dergisi yayın editörlü-ğü de yapan Sancar, yeni göre-vine Ankara Hayvanat Bahçesi Müdürlüğü’nden atanmıştır. Bu örnekler, AKP’nin bilim ve tekno-lojiden ne anladığını göstermek-tedir.

Kaynaklar:• Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu (BTK), Haziran 2015 verileri• Cumhurbaşkanı Erdoğan: 2 yıl bekleyelim 5G’ye geçelim, Hürriyet, 22 Nisan 2015• 4.5G ihalesi tamamlandı, firmalar 3.96 milyar euro ödeyecek, Hürriyet, 27 Ağustos 2015• 4.5G ile vatandaşa 1 Nisan şakası, khoosann.com• Binali Yıldırım - Bulut Bilişim, youtube.com/watch?v=Sn7pNTsY5iY

Yeni sömürge bir ülkede bilim ve teknoloji de halk düşmanlarının yararına geliştirilmektedir. Bugün oligarşi; MOBESE’lerden TOMA’lara, İHA’lardan, yeni ucube tipli zırhlı araçlardan ortam din-leme cihazlarına kadar tüm ar-ge çalışmalarını halka karşı savaşı büyüt-mek için yapmaktadır. Diğer taraftan ise ulaşım, haberleşme, bilişim alan-larındaki rant projelerini “halka hizmet” kılıfıyla gizlemektedir. Gerçekte olan ise, bu projelerin kendi yandaşlarına ya da yabancı sermayeye peşkeş çekilmesidir. 4.5G zırvalığı da bunlardan bağımsız değildir.

Page 62: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

62

HALK İÇİN BİLİM

KÜBA: İNSAN HAYATININ HER ŞEYDEN ÖNCE GELDİĞİ YER

“Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin halkımızı boğmak ve aşağılamak için empoze ettiği sıkı abluka ve ekonomik savaşa rağmen, Küba ulusu Devrim’in görkemli yıl-larında yüksek eğitim, kültürel ve sosyal göstergelerdeki başarıları ile meydan okumuştur. Okuma yazma

bilmeyenlerin oranının %0.2’ye düşmesi, ilköğretimdeki okullaşma oranının %100’e, orta öğretimdeki okullaşma oranının %99,7’ye ulaş-ması, bebek ölümü oranının her bin doğumda 6.2’ye gerilemesi, her yüz bin kişiye 590 doktor, 743 hemşire ve 630.6 hastane yatağı düşmesi ve

ortalama yaşam süresinin 76 yıla çıkması bu başarılardan bazılarıdır. Diğer pek çok temel başarı ile bir-likte bunlar her vatandaşa sağlıklı, vakur ve adil bir hayat sağlamak-tadır.” [1]

Yukarıda yazdıklarımız, bizlere gelişmiş ülkeler olarak öğreti-lenlerin birçoğunun yakınından bile geçemediği sosyalist Küba devletinin devrim sonrası ulaştığı başarılardır.

Sosyalizmin ve özellikle Küba’nın sağlığa ve insan haya-tına verdiği önem üzerine yazıl-mış birçok kitap, araştırma ve tez mevcut. Biz de bu yazımızda son dönemde Küba’da geliştirilen AİDS’in anneden bebeğe geçişini engelleyen aşıyı, kanser tedavisi araştırmalarını ve önleyici sağlık hizmetlerinin nasıl geliştirildiğini anlatmaya çalışacağız.

Küba; emperyalizmin ambargo

Page 63: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

63

HALK İÇİN BİLİM

uyguladığı yıllar boyunca sağlık hizmetlerine, özellikle de birinci basamak sağlık hizmetlerine ver-diği önceliği hiçbir zaman değiş-tirmemiştir. ABD ambargosunun etkilerinin en çok hissedildiği 1990-1993 dönemi içerisinde dahi Küba hükümeti, sağlığa ayrı-lan payı sürekli artırmıştır. [2]

Dünya Sağlık Örgütü Küba’nın AIDS ve Frenginin Anneden Bebeğe Geçişini Engellediğini Açıkladı

Bu haber başlığı, birçok gazete ve televizyonda neredeyse aynı kelimelerle sunuldu. Herkes sevi-niyordu bu habere. Evet, gerçek-ten de sevinilecek ve biz sosya-listler açısından ise gurur duyu-lacak bir haber. Küba’nın sağlık alanındaki bakış açısını ve başarı-sını tüm dünyaya duyurması açı-sından çok değerli. Ancak neden-se hiçbir haberde Küba’nın sos-yalist olduğuna dair bilgi yoktu. Bu tipte gelişmelerin Küba’da olağan olduğunu belirten bir cümle yoktu. Küba’da tüm halkın evlerinden 500 metre öteye dahi gitmeden sağlık hizmetlerini ula-şabildiğine dair hiçbir bilgi yoktu. Sanki bu başarı kapitalizmin bir başarısıymış gibi Dünya Sağlık Örgütü göğsünü gere gere açık-lıyordu. Ancak biz biliyoruz ki bu başarı insan hayatını temele koyan sosyalizmin başarısıdır. [4]

Küba 10 Kanser Türü ve Diyabetin Kökünü Kazımaya Çok Yakın!

Küba nüfusu Latin Amerika

nüfusunun yüzde 2’si iken, Küba’daki bilim insanı sayısı tüm Latin Amerika’dakinin yüzde 11’ini oluşturuyor. Tabi bu rakam, ortaya çıkan başarıyla da kendi-sini gösteriyor. Diyabette damar tıkanıklığından dolayı kesilme ihtimali olan bacaklarda ilaçla yüzde 80 oranında iyileşme sağ-lıyorlar. Diyabetin bitirilmesi için yaptıkları serum çalışmasının da belli bir aşamaya geldiği ve iki sene içerisinde sonuç alınacağı belirtiliyor. Küba’daki sağlıkçı-lar tarafından 10 tür kanser için (lenf, mide, akciger, kolon vb.) bir çeşit serum üretilmiş durumda ve bunu sağlık alanında işbirliği yaptıkları ülkeler ile de paylaşı-yorlar. Tabi bu noktada çıkarları kesişen Küba ile uluslararası ilaç tekelleri arasında da bir mücade-le var. İlacın yaygınlaştırılmasının önündeki en büyük engel, kanser üzerinden büyük karlar sağlayan

bu uluslararası ilaç şirketleri. [5]Bir yandan son günlerde orta-

ya çıkan bir başka gurur verici gelişme ise Kübalı bilim adam-larının geliştirdiği ilk  akciğer kanseri  aşısına onay verilmiş olması.  Küba’daki hastanelerde kullanılmaya başlanan “Cimawax EGF” adlı aşı, akciğer kanseri has-talarının yaşam süresini ortalama 4-5 ay, hatta bazı hastalarda daha fazla uzatabiliyor. Klinik araştır-malar, aşının hastaların hayatta kalma oranını ve yaşam kalite-sini artırdığını ortaya koyuyor. Kübalı bilimadamları, aşının akci-ğer kanseri tedavisinde kullanı-lan kemoterapi ilaçlarının aksine fazla bir yan etkisi de olmadığını söylüyor. Zira aşı sadece kanserli hücreleri hedef alıyor. Dolayısıyla kemoterepi tedavisinde görülen en önemli yan etkilerden biri olan saç dökülmesine yol açmıyor. [8]

Page 64: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

64

HALK İÇİN BİLİM

“Rant için Değil Halk için Sağlık” Kavramının Diğer Adı: Önleyici Tıp

Küba Cumhuriyeti Anaya-sası’nın 50. maddesi der ki;

“Herkes tıbbi koruma ve bakım hakkına sahiptir. Devlet, bu hakkı; kırsal tıbbi servisler, sağlık hizme-ti ağları, poliklinikler, hastaneler, koruyucu ve uzmanlaşmış tedavi merkezlerinin kurulması suretiy-le ücretsiz tıbbi bakım ve has-tane bakımı sağlayarak, ücretsiz diş bakımı sağlayarak; halka dönük sağlık tanıtım kampanyaları, sağlık eğitimi, düzenli muayeneler, genel aşılama ve salgınların ortaya çık-masını önleyici diğer tedbirleri ala-rak temin eder. Nüfusun tamamı tüm bu faaliyetlere ve planlara toplumsal ve kitlesel örgütlenmeler vasıtasıyla iştirak eder.” [1]

Küba, sağlığı ilgilendiren alan-lara çok net müdahalelerde bulu-narak, bu başarıyı elde etmiştir. Bunlardan en önemlileri su hat-larına ve kanalizasyon sistemi-ne yapılan müdaheledir. Bugün kentlerde nüfusun tamamına yakını, kırlarda ise %85’i temiz içme suyuna ulaşabilmektedir. Bu oran 1953’te sadece %35’ti. Latin Amerika ve Karayipler’de insan-lar, su ve kanalizasyon konusun-da Küba’nın ulaştığı noktadan çok geridedirler. Bu müdahale ile bulaşıcı hastalıklar sorunu-nu önemli ölçüde çözen Küba’ya karşın, bölgedeki diğer ülkelerde kentlilerin %88’i, kır nüfusunun ise ancak yarıdan azı temiz suya ulaşabilmektedir.

Küba’nın sağlık başarısının arkasındaki bir başka temel etmen

de; tıpkı Çin’de olduğu gibi, bes-lenmeye, özellikle de çocuk ve anne beslenmesine önem verme-sidir. Tabii ki sadece beslenme sorunun giderilmesiyle başarıya ulaşılmamıştır. Bu noktada soru-nun temelindeki bir diğer halka olan insanlarin eğitimi konusuna eğilinmiştir. Özellikle kadınların eğitimine ağırlık vererek, başta sağlık olmak üzere birçok konu-da aşamalar kaydedilmiştir. Latin Amerika ve Karayipler’de yetiş-kinler arasında okuryazarlık oranı erkeklerde %88, kadınlarda %85 iken, bu oranlar Küba’da, %96 ve 95’tir. İlkokula kayıt oranı-nın %89-90, beşinci sınıfa kadar okuma oranının %74, ortaögreti-me kaydolma oranının ise %52-56 oldugu bir bölgede Küba; sıra-sıyla %99, %94 ve %70-79’luk oranlarla eğitime verdiği önemi hayata geçirdiğini göstermekte-dir. Üstelik, eğitimde kadın-erkek eşitsizliği giderek ortadan kaldı-rılmış, hatta kadınlar lehine bir sürece de girilmiştir.[3]

Küba’da Hayatın Tüm Alanlarına Bakış: Halk için ve Halkla Beraber

1959’daki Küba Devrimi’nden sonra ilaç ve hastalık tedavisi, yoksul halkın sağlık ihtiyacının karşılanması en ciddi problem olarak ortaya çıktı. Aradan geçen 45 yıl sonunda Küba bugün sağlık alanındaki bilgi ve birikimlerini ihraç eden bir ülke haline geldi. Binlerce Kübalı doktor, diğer geri bıraktırılmış ülkelerdeki hastalara ücretsiz bakım ve tedavi; Küba hastaneleri de Afrika ve Latin

Amerikalı hastalara yönelik sağlık hizmeti veriyor.

Fidel Castro tarafından veri-len talimatla biyoteknoloji ala-nına milyonlarca dolar yatırım yapıldı. Küba’nın bu yatırımları boşa gitmedi ve Finlay Enstitüsü, dünyanın ilk Menenjit B aşısını geliştirdi. Enstitünün baş araş-tırmacısı Concepcion Campa Huergo, Küba’nın biyoteknolojiye ve dolayısıyla sağlık alanına ver-diği önemi şöyle özetliyor: “Bir keresinde Fidel’e bir tanesi 70 bin dolar değerinde olan santrifüjör (karışımdaki ağır sıvıları veya mad-deleri ayrıştıran cihaz) makinesi istedim. İki gün sonra 10 tane bir-den gelmişti”. 

Kübalı araştırmacılar araç-gereçlerini Avrupa, Brezilya veya Japonya’dan temin ediyor. Ülkenin hemen yanıbaşındaki ABD’nin ambargosu yüzünden ABD çıkışlı eşya görmek zor. Birkaç ABD çıkışlı cihaz da ancak üçüncü ülkeler üzerinden ithal edilmiş durumda. Kübalı bilim adamları birçok malzemeyi kendi olanakları ile üretiyor; örneğin enzimler, doku kültürleri, virüs-ler ve diğer laboratuvar gereçleri gibi. Her kurumun kendi labora-tuvarı bulunuyor, sonuçlar dev-let hastanelerindeki kliniklerde deneniyor. 

Küba biyoteknoloji alanın-da da kapitalizmin yarattı-ğı alışkanlıkların dışına çıkmış. Laboratuvarlar broşür basmıyor, ilaçlarını satmak için pazarlama uygulamıyor, pazarlama elemanı ordusu beslemiyor. İlaç lisansları satılmıyor; aksine laboratuvarlar arasında paylaşılıyor.

Page 65: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

65

HALK İÇİN BİLİM

Kübalı bilim adamları dayanış-mayı örecekleri ülkedeki üniver-sitelere giderek meslektaşlarına teknoloji transferi yapıyor ve o ülkedeki yoksullara ilaçları ücret-siz olarak dağıtıyor. 

Küba’da laboratuvarların ulus-lararası arenada rekabet ettikleri çok uluslu şirketler gibi aylık, yıllık bilançoları, nakit giriş analizleri gibi ölçekleri yok. Küba biyotek-nolojisinin odaklandığı üç alan var; kanser tedavisi, AIDS ve üçün-cü dünyaya has sıtma, tifo, kolera, dizanteri gibi hastalıklarının aşı-ları. [6]

Küba’da halk için elde edi-len teknolojik ilerlemeler bun-larla sınırlı değil. Çünkü halk için üretme şiarı sınır tanımaz. Küba Ulusal Zirai Sanayi Merkezi’ndeki (CENSA) genetik mühendisleri, insanlarda, hayvanlarda ve bitki-lerde bulaşıcı hastalıkların teşhi-sinde kullanılan, “amplicen” adı verdikleri yeniden birleştirici bir enzim elde ettiler. Polimerazın zincir reaksiyonunun bir parçası olan bu enzimin asıl özelliği, has-talıkları teşhis etmek için az bir miktarının yeterli olması. Bu enzi-min bir diğer avantajı ise hastalık teşhislerindeki maliyetleri en aza indiriyor olması. [7]

Sonuç olarak;Küba’nın insana verdiği öne-

min temel nedeni ancak sosya-lizmin insan hayatına verdiği değerle açıklanabilir. Kapitalist sistem her daim daha fazla kara odaklıdır. Bu nedenle “öksürme-sinden fayda görmediği insanın ölmesinden de gocunmaz”. Bu

nedenledir ki kapitalizmde has-talıkların sürmesinden ve sürekli bir tehdit olarak insan yaşamın-da var olmasından nemalanan ilaç firmaları, hastalıkların temel nedenine ya da köküne inmezler. Her seferinde gribin farklı bir türü ortaya çıkarken grip hastalığının nedenlerinin ortadan kaldırıl-ması umrunda dahi olmaz. Daha doğrusu halkın sağlığı üzerin-den nemalananlar, bu durumun nedenlerinin ortadan kalkmasının kendi yaşam koşullarının da orta-dan kalkması anlamına geldiğini bilir.

Ancak sosyalizmde herhan-gi bir tedavi yöntemi geliştirilir-ken bunun getireceği gelir düşü-nülmez. Sosyalist sistem insan hayatını temel alır, hastalıkların önlenmesi ve nedenlerinin orta-dan kaldırılması temel mücadele alanıdır.

Bugün Küba, ABD emperya-lizmiyle ilişkileri “normalleştir-me” yoluna gidiyor. Son olarak 88 yıl sonra Obama’nın Küba’ya ziyaretinin ardından diyebiliriz ki bir sosyalist ülke, dünya halkları-nın baş düşmanına kucak açıyor. Havana’da Amerikan bayrağı dal-

galanıyor, Raul Castro “modeli-mizi güncelliyoruz” açıklamaları yapıyor.

Che’nin 1962 yılında Birleşmiş Milletler’deki konuşmasını hepi-miz hatırlarız. Küba’da sosyalizmi kurmak istediklerini ve her türlü emperyalist saldırıya karşı “ya özgür vatan ya ölüm” şiarını hay-kırıyordu kürsüden Comandante.

Bugün Küba’daki sağlık sis-temindeki olumlulukları anlatı-yorsak; Küba’nın sosyalizmde ısrarı, emperyalizmle uzlaşma-ması sayesindedir. Bu değerle-rin yarına taşınabilmesinin tek koşulu da sosyalizmde ısrardan geçer. Emperyalizmle uzlaşmak-tan değil; savaşmaktan geçer.

Kaynakça:[1] Küba Anayasası, Süvari Dergi[2] Sosyalizm ve Sağlık Hakkı: Küba’nın Başarıları, İlker Belek, Akdeniz Ünv.[3] Küba’nın Sağlık Sistemi, saglikplatrormu.com[4] http://www.who.int/mediacentre/news/releases/2015/mtct-hiv-cuba/en/[5] Öteki Küba: 10 tür kanser aşısı, Cumhuriyet[6] Küba’nın Biyoteknoloji Devrimi, ntv.com.tr[7] Kübalı bilim adamları yeniden birleş-tirilebilen enzim elde ettiler, plturkce.org[8] Dünyanın ilk akciğer kanseri aşısı üre-tildi, ntv.com.tr

Page 66: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

66

HALK İÇİN MÜHENDİSLİK

YALINAYAKLI MÜHENDİSLER

HALKIN MÜHENDİSLERİHindistan’ın Rajasthan bölge-

sinde, çoğu okuma yazma bil-meyen köylü kadın ve erkekle-rin eğitildiği sıradışı bir okul var. Okulun kurucusu Bunker Roy, bu okula Yalınayaklar Koleji adını vermiş. Hindistan’da üç milyona yakın yoksul öğrenciyi iş haya-tı ile tanıştıran ve TIME dergi-si tarafından “En Etkili 100 Kişi” arasında gösterilen Bunker Roy, Yalınayaklar Koleji’nin oluşum sürecini şu şekilde anlatıyor: “Oldukça pahalı bir eğitimden sonra Hindistan’ın bir köyünde yaşanan kıtlığı görmeye gittim. Bu, hayatımı değiştirdi. Vasıfsız bir işçi olarak su bulmak için kuyu kazmak istedim. Yoksul insanlarla yaşadım, yıldızla-rın altında oturdum, üniversitenin öğretemeyeceği bilgi ve becerile-re eriştim. Asıl eğitimim çubukla yeraltı suyu bulan su kâhinlerini, kırıkçıkıkçıları ve ebeleri görünce başladı. Kolejin mütevazı başlan-gıcı da böyle oldu.” Ve bundan sonra Bunker Roy, büyük bir yok-

sulluğun yaşandığı Hindistan’da öğrencileri ve köyde yaşayanları eğiterek köylerinin güneş enerjisi mühendislerini, sanatkarlarını, diş hekimlerini ve doktorlarını yetiş-tirmeye başlıyor. Böylece köylüler mimar olmadıkları halde başarıy-la koleji yapıyorlar. Dişçi olmadık-ları halde dişçilik mesleğini en iyi şekilde yapıyorlar. Mühendis değiller, teknik eleman değiller, çiftçi değiller ama bu meslekleri en iyi şekilde yapıyorlar.

Yalınayaklar Koleji’ne biraz daha yakından bakacak olursak neden “sıradışı” olarak nitelendiği-ni anlıyoruz. Öncelikle bu okulda diplomanın bir önemi yok, hatta diplomalı, kalifiye kişiler koleje alınmıyor. Koleje girebilmek için okuldan atılmış, yoksul, yarı okur-yazar ve iş umudu olmayan kişi-ler olmak gerekli. Kimse buraya para için gelmiyor, çünkü ayda 150 dolardan fazla para kazanıl-mıyor. İnsanların buraya gelme nedeni mücadele etmek ve kalıcı

bir değişim. Kolejde öğrencilere okuma-yazma ve sayılar dışında köyleri hakkında bilgiler öğreti-liyor. 40-50 yaş arasındaki kadın-lar da güneş sistemini öğreniyor. Mezun olanlar Yalınayaklar dok-toru, öğretmeni, güneş enerjisi ve su mühendisi, mimarı, tasarımcısı ve sağlıkçısı oluyorlar.

Kurucu Bunker Roy kolejin bazı prensiplerini şöyle anlatıyor: “2003’te okuryazar olmayan köylü kadınları güneş enerjisi mühen-disi olarak eğitmeye karar verdim. Yaşadığım en büyük zorluk, siyaset-çileri ve erkekleri buna ikna edebil-mekti. Burada 40-50 yaş arasındaki kadınları seçiyoruz. Çünkü erkekler eğitildikten sonra başka yerde iş bulmak, evlerine para gönderebil-mek için köylerini terk ediyorlar. Erkekleri eğitmenin bir anlamı yok. Olgun kadınlar ise sabırlı ve el becerileri var. Ailelerine sahip çıkı-yorlar. Daha fazla saygı görüp, söz-lerini dinletiyorlar.” Bunker Roy, erkeklerin eğitilemeyeceğini vur-

VE

Page 67: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

67

HALK İÇİN MÜHENDİSLİK

guluyor. “Erkekler huzursuz, hırs-lı dürtüsel olarak değişkendirler ve tüm istedikleri bir diplomadır” diyor. Roy “Dünyanın her yerinde aynı eğilim vardır, erkekler diploma isterler. Neden? Çünkü onlar köyü terk ederek şehirde çalışmak ister-ler. Harika bir çözüm yolu geliştir-dik: Büyükanneleri eğitmek.“

Yalınayaklar Koleji, tamamen güneş enerjsiyle çalışan tek kolej. Tüm enerji güneşten sağlanıyor. Çatıda 45 kilowattlık paneller var. Önümüzde 25 yıl daha böyle ola-cakmış. Güneş parladıkça enerji problemi olmayacak. İşin güzel yanı; bu sistem hiç koleje git-memiş, sadece 8 yıllık temel eği-tim almış bir Hindu din adamı tarafından kurulmuş. Yalınayaklar Koleji’nde yemekler güneş ener-jisiyle pişiyor. Güneş enerjisiyle çalışan bu fırını kadınlar kuru-

yor. Sıradışı bir büyükanne, 55 yaşında ve kendisi Afganistan’da 200 evi güneş enerjisiyle çalışır hale getirmiş. Kurduğu sistemler çökmemiş, şimdi başka kadınları eğitiyor.

Çatıda biriken yağmur suları-nı topluyorlar, bunu mimarlar ya da mühendisler olmadan kendi başlarına yapıyorlar. Çok az su israf oluyor. Tüm çatı, yeraltın-da bulunan 400 bin litrelik bir tanka akıyor ve böylece suyu israf etmemiş oluyorlar. Yağmur suları-nı toplandığı için 4 yıllık kuraklık olsa bile hala yeterli içme suya sahip oluyor. Yağmur sularını, oluşturdukları sistemlerle içme suyu olarak kullanıyorlar. Zararsız oluşturdukları teknoloji ile doğa-nın korunması da sağlanıyor.

Çocuklar sabahları çalıştığı için, gece dersleriyle yetiştiriyor-

lar. Gece okulları sayesinde 75 binden fazla çocuk eğitim almış. Demokrasi, yurttaşlık, tarlanızı nasıl ölçebilirsiniz, tutuklanırsa-nız ne yapmalısınız, hayvanınız hastalanırsa ne yapmalısınız. . . Gece okullarında öğretilenler bu derslerdir. Dersler ağırlıkla ihtiyaç duyulan konular, doğayla uğraşan yalınayaklılara tarlalarla, hayvan-larla ilgili dersler veriliyor. Bu da doğaya olan zararı engelli-yor. Hayvanların ölüm oranlarını azaltıyorlar. Tüm okullar güneş enerjisiyle aydınlatılıyor. Her beş yılda bir seçimler düzenleniyor. 6-14 yaş arası çocukları demok-ratik bir sürece dahil ediliyor, ve bir başkan seçiyorlar. . Bunker Roy “Gençlerin geleneksel beceri-ler açısından eskilerden öğreneceği çok şey var. 6-14 yaş arasındaki çocukların kendi aralarında seçtiği

Page 68: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

68

HALK İÇİN MÜHENDİSLİK

başbakanları var...Köylerin ihtiya-cı olan düşük maliyetli alternatif bir eğitim sunuyoruz.Eşitlik, adalet, oy kullanma, doğru adayı seçme gibi demokratik prensiplere sahip olmaları için erken yaşta başlıyoruz, onları sorumlu bir vatandaş olma-ları için yetiştiriyoruz.” diyor.

Buraya kadar bahsedilenler itibariyle Yalınayaklar Koleji pro-jesi her ne kadar şekil olarak bir-çok olumlu yanlar barındırsa da, “halk için mühendislik mimarlık” perspektifimizle ele aldığımızda birçok yönden de eksik olduğunu ifade etmek mümkün.

Öncelikle halkın bu şekilde eğitilmesi, insanların kendi ihti-yaçlarını bağımsız bir şekilde karşılamayı, doğadan gerektiği şekilde yararlanmayı öğrenme-leri gerçekten büyük bir dönü-şüm sağlamış ve örnek alınması gereken bir durum. Çünkü burada köylüler, özellikle yaşlı kadınlar güneş enerjisinin olanakların-dan sonuna kadar yararlanmayı öğrenmişler ve kendi teknolojile-rini yaratarak enerji ihtiyaçlarının tamamını bu şekilde karşılayabi-liyorlar. Kendi kurdukları su arıt-ma sistemleriyle atık suları içme suyuna dönüştürüyorlar, yağmur sularını 4 yıllık kuraklığa çare ola-cak kadar biriktirecek düzenekler kurmuşlar. Burada belki güneş enerjisi panellerinin yapımını öğrenmek, su arıtma yöntemle-rini incelemek bile mühendislik açısından bize büyük bir katkı-lar sağlayacaktır. Çünkü ülkemiz de güneş bakımından oldukça elverişlidir, fakat güneş enerjisi üretimi yoktur ve geliştirilmelidir. Ayrıca halkımız içme suyunu kar-

şılamak için bile vergi ödemekte ve tekellerin sattığı suları almak zorunda bırakılmaktadır.

Diğer yandan; Halkın Mühendis Mimarları’ıin bir amacı da benzer şekilde halkın kendi ihtiyaçlarına çare olacak yöntemleri öğrenmek, öğretmek, bu yöntemlerin halk tarafından kullanımını yaygın-laştırarak insanları bağımlılıktan kurtarmaktır. Yani halkın kendi enerjsini üretmesi, kendi gıda ihtiyacını, su ihtiyacını karşılaya-bilmesidir. Fakat bu eğitimlerin çok daha yüce bir amacı vardır ki, o da sosyalist düzenin çözümle-rini hayata geçirerek bu düzene alternatif olunabileceğini gös-termek, halkımıza umut olmak, bu düzenin verdiklerine muhtaç olmadığını, her şeyin kendi elleri-mizde olduğunu gösterebilmektir.

Bunker Roy büyük bir yok-sulluğun, kıtlığın yaşandığı Hindistan’da insanları eğittiğini söylüyor; fakat insanlara neden yoksulluk içinde yaşadıklarını göstermiyor. Yoksulluk bir sistem sorunu olarak ele alınmıyor, yok-sulluğun nedeni ve kapitalist sis-temde kar hırsları yüzünden gitgi-de zenginleşen sermaye sahipleri karşında halkın da ölesiye yoksul-laştığından bahsedilmiyor, sadece reformist bir çabayla insanlara çareler sunuluyor. Tabii ki insan-lar kendi üretimleriyle her şeyin üstesinden kendi çabalarıyla gelebileceğini görüyor; fakat bu, yeni bir dünya görüşünü sahiple-necek bir teoriyle beslenmiş bir eğitim değil. Zaten Bunker Roy’un amacı da bu değil.

Bunker Roy’un köyde eği-tim vereceği kadın ve erkekler

konusunda görüşleri de tartışılır cinsten. Roy erkeklerin eğitile-meyeceği gibi dayanaksız bir tez öne sürüyor. Ona göre erkekler zaten köylerinde durmak istemi-yor, eğitildikten sonra köylerini bırakıp diploma peşine gidecek-ler. Bunker Roy erkeklerin neden evlerini, köylerini terk ederek dip-loma peşine düştüklerini irde-lemiyor. Sadece buradan erkek-lerin eğitilemeyeceği sonucunu çıkararak, orada kalıcı olan yaşlı kadınları ön plana çıkarıyor. Fakat burada da Bunker Roy’un atladı-ğı konu; köylüleri yoksullaştıran sistemin, erkekleri göç edip evle-rinden, eşlerinden, çocuklarından ayrılıp şehirlerde iş sahibi olup evlerini bu şekilde geçindirmek zorunda bırakmasıdır.

Bunker Roy’un köyde yaşa-dığı deneyimleri, Yalınayaklar Koleji’nin işleyişini ve kazanım-larını, köylülerin nasıl eğitildiğini ve neleri başardıklarını anlatmak için seçtiği mekan da sadece yük-sek fiyatlar ödeyenlerin girebi-leceği konferans salonları veya insanları daha fazla sömürebil-menin yollarını arayan emperya-list-kapitalist şirketlerin peraken-de günleri.

Örneğin 2012’de Türkiye’ye de gelen Bunker Roy, Management Türkiye tarafından 17’ncisi düzenlenen “Dönüşüm Zamanı! Yenilenmeye ve Büyümeye Hazır Mısınız?” konulu İnsan Kaynakları Zirvesi’nin 40’a yakın konuğundan biri oluyor. Dünyaca ünlü yöne-tim otoritelerin toplandığından bahsedilen etkinlikte Bunker Roy; sosyal girişimci ve Yalınayaklar Koleji kurucusu olarak tanıtılıyor.

Page 69: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

69

HALK İÇİN MÜHENDİSLİK

Etkinliğin reklamında “Dünyanın endüstri devriminden beri görme-diği bir çalkalanmanın içerisinde olduğunu vurgulayan bu tema, yeni dönemde geleneksel yöntem-lerin karşılamakta yetersiz kaldığı yeni kuşak çalışanların ihtiyaçları-nı konu alıyor ve şirketlerin çağın dinamiklerini yakalayabilmeleri için her seviyede liderliği oluşturmak ve yaşatmak zorunda olduklarının altını çiziyor. Bu yeni dönem, insan kaynakları dünyasını yeni zorluklar-la tanıştırırken, birbirinden değer-li fırsatları da göz önüne seriyor. İnsan Kaynakları Zirvesi 2012’de bu zorluklar ve fırsatlar, konunun uzmanları tarafından masaya yatı-rılıyor.” deniliyor. Acaba Bunker Roy, şirketlerin yeniçağda karşı-laştığı zorluklara yardımcı olmak için mi bu gibi etkinliklerde konuşmacı oluyor? Yani köylü-lere öğrettikleri ve köylülerden

öğrendikleri, aslında şirketlerin gelişimine önayak olmak için mi kullanılıyor? Öyleyse Bunker Roy da köylülerle tanışmasından sonra hayatının değiştiğini, yerde uyuduğunu, yerde yemek yediği-ni ve yerde çalışmalar yaptığını; yani kendi deyimiyle ‘basit yaşa ki başkaları da var olabilsin’ sözüne uygun yaşadığını söyleyerek ken-disiyle çelişiyor.

Sonuç olarak; Yalınayaklar Koleji’nde mühendisliğin harika örneklerine rastlamak mümkün. Burada hayata geçirilen örnek-ler incelenebilir, örnek alınıp geliştirilebilinir. Fakat halk İçin mühendislik mimarlık perspek-tifimizle ele aldığımızda genel olarak teorik yanı eksik kalan bir hareket olduğunu ve kolejin kurucusu Bunker Roy’un da çeli-şikiler barındırdığını görüyoruz. Öncelikle köylüler doğanın üste-

sinden gelmede ve kendi enerji, su ve eğitim ihtiyaçlarını kendileri karşılamaları konusunda gerçek-ten iyi eğitiliyorlar. Fakat öğren-dikleri; sadece güneş enerjisini istedikleri gibi kullanabilecekleri, enerji üretebilecekleri veya atık suları içme suyuna dönüştürebi-lecekleri. Fakat buna daha geniş açıdan bakarak onları sömüren ve muhtaç duruma düşüren devlete, sisteme karşı bir çözüm yolları olduğuna dair bir yaşam felsefesi kazanmıyorlar. Ayrıca Bunker Roy, köylülerin yaşam biçimleri karşı-sında hayata bakışının ve yaşam şeklinin değiştiğini iddia etse de kolejin birikimini paylaştığı yerler yine kapitalist şirketlerin konfe-ransları oluyor.

Kaynaklar:Bir Yalınayaklar hareketinden öğrenilenler, ted.com

Page 70: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

70

HALK BAHÇESİ

GAZİ MAHALLESİ’NDE HALK BAHÇEMİZİ KURUYORUZ!

halk bahçesi komitesi

Emperyalizme ve faşizme karşı

nasıl mücadele edileceğinin tari-

hini yazan Gazi Mahallesi halkın-

dan çok şey öğrendik. Şimdi de

Halk Meclisi ile, Halk Fırını ile bir

kez daha emperyalizmin yıkım,

tehdit, yozlaştırma politikalarına

karşı kendi alternatifleriyle dire-

niyor, hayatı örgütlüyor Gazi halkı.

Ve şimdi de halkın kendi üretti-

ği alternatiflere bir yenisini daha ekliyoruz.

Gazi halkı ile birlikte Ali Haydar Ç:akmak Halk Bahçesi’ni kuruyo-ruz. Emperyalist gıda tekellerinin halka dayattığı pahalı ve sağlıksız besinlere ihtiyacımız yok artık.

Tohum hayattır. Tohum olmaz ise gıdamız

olmaz. Gıdamız olmaz ise beslenemez,

yaşayamayız.Emperyalist gıda tekelleri bunu

bildikleri için halkın kendi üretti-ği tohuma ve gıdaya saldırıyorlar. Bunun için tohumu ve gıdayı tek elden üretmek ve satmak istiyor-lar. Bunu yaparken insan sağlığı-nı ve insanların besin ihtiyacını değil, gıdadan elde edecekleri karı düşünüyorlar. Ancak biz buna tes-lim olamayız, olmayacağız da...

Binlerce yıl boyunca bizim topraklarımızda yetişmiş, geliş-miş tohumlarımızı, bize ait olan tohumlarımızı üretimimizi ve

Page 71: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

71

HALK BAHÇESİ

yetiştirmemizi bize yasaklamala-rına izin veremeyiz. Kendi tohum-larımızı üretecek, besinlerimizi en sağlıklı biçimde yetiştirip halka ulaştıracağız.

Bizim topraklarımızda hangi ürünlerin yetişeceğini ancak biz biliriz ve biz belirleyebiliriz. Emperyalistler topraklarımıza ne ekeceğimizi bize söyleyemezler!

Bu tohum da, bu toprak da bizim! Bizim neye ihtiyacımız var ise onu ekeriz, onu biçeriz.

İşte şimdi toprağa umut ekme-ye ihtiyacımız var! Bu sebeple yoksul halkımızın yaşadığı tüm mahallelerde Halk Bahçeleri kuru-yoruz. Küçük Armutlu’da 2014 yılında halk ile birlikte kurdu-ğumuz Şenay ve Gülsüman Halk Bahçesi bu sene 3. yılına giri-yor. Sıra şimdi Gazi Mahallesi’nde. Gazi halkı, meslektaşlarımız ve dostlarımız ile beraber Ali Haydar Çakmak Halk Bahçesi’ni kuruyoruz. Proje-lendirmesinden ekimine, ekiminden hasatına, hasatından tohum almaya kadar tüm süreçleri beraber öreceğiz...

Emperyalistler Tarım ve Gıda Alanından Doğru Halka Saldırıyor

Emperyalistler gıda üretimin-de de onlara bağımlı olmamızı istiyor. Bunun için hem tarımı bitirmeye çalışıyorlar, hem de ülkemizde kurdukları şirketler aracılığıyla tarımı kendi istek-lerine göre yönetmek istiyorlar. Bunun için de daha doğmamış bebeklerimizden tutalım da gen-cimize-yaşlımıza kadar tüm hal-kımıza sağlıksız, pahalı, içinde

pek çok kimyasal bulunan ve ne olduğu belli olmayan, zararlı katkı maddeleri içeren ürünleri yiye-lim diye sunuyorlar. Son kullanma tarihi geçen ürünleri halkımızın yoksulluğunu kullanarak ucuz ürün satan marketlerde sattırı-yorlar. Bunu yaparken de beyin-lerimizi yıkıyorlar. En iyisini biz biliriz, siz ne anlarsınız diyorlar.

Tarımı ve gıdayı yok etmek, bizleri zehirlemek için emperya-listler neler mi yapıyor?

1 Yerel ve endemik (sadece bir bölgede üretilen) çeşitlerimizi yanlış tarım ve gıda politikaları yüzünden yok ediyorlar.

1 Emperyalist tohum tekelleri, kullandıkları teknikler ile ikinci kez ekildiğinde meyve vermeyen tohumlar üreterek üreticiyi ken-dilerine bağımlı hale getiriyorlar. Bu arada da halkın kendi tohu-munu üretmesini yasalarla yasak-lıyorlar [1],

1 Zararlı ve yabancı otları yok

ederek ekolojik döngüyü tahrip eden ilaçları üreten zirai ilaç fir-malarının ürettiği kimyasal zehir-lerin bitkilere uygulanmasından kaynaklı, üzerine veya içine işle-miş zehir bulunan bu ürünleri yediğimizde bu zehirler bitkiler-den vücudumuza geçmektedir.

1 Daha fazla verim almak için hunharca uygulanan kimyasal gübreler; yer altı su kaynakla-rımızı kirletmekte, toprağı uzun vadede verimsiz hale getirmekte, başta insanlar olmak üzere tüm ekoloji üzerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır.

1 Hayvanlarımızı GDO’lu yem-ler ile besliyor, sonuçlarının neye varacağı belli olmayan GDO tek-nolojisi ile üreticiyi GDO üre-ten emperyalist tekellere bağımlı hale getiriyorlar.

1 Sonuçlarının ne olacağı, nasıl tahribatlara sebep vereceği belli olmayan GDO teknolojisini geri bıraktırılmış ülkelerde deney

Page 72: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

72

HALK BAHÇESİ

olarak kullanıyorlar. 1 Asgari 81 günde kesilmesi

gereken tavukları 45 günde kesim ağırlığına getiriyorlar. Bunun için yoğun kimyasal ilaç kullanıyor ve kilo alımını teşvik eden GDO’lu yemler ile besliyorlar.

1 Fındık, zeytinyağı gibi ürünle-rin ana üreticisi biz iken, bizim bu ürünleri üretmeyip İtalya, İspanya gibi ülkelerin fındık ve zeytinya-ğı piyasasına hakim olmalarını istiyorlar. Bize ise Amerika artığı margarinleri kullandırmak istiyor-lar.

1 Geleneksel beslenmemi-zi fast food denilen son dere-ce zararlı bir beslenme kültürü-ne dönüştürmek istiyorlar. Fast foodların üretiminde kullanılan aşırı karbonhidrat, yağ ve şekerler, bizi beslemek yerine kontrolsüz bir şekilde kilo almamıza neden oluyor ve bağımlı yapıyor. Son yılların sık rastalanan ve daha çok Amerika’da görülen; ancak ülke-mizde de çocukları tehdit etmek-te olan obezite hastalığının en büyük nedenlerinden biri olan fast food kültürü; kilosundan kaynaklı hareket edemeyen, evden dışarı çıkamayan, tek isteği ve düşüncesi yemek yemek olan insanlar yetiş-tirmeyi hedeflemektedir.

1 Yoğurt, peynir, ayran gibi hayvansal gıdalarda ekşimeyi ve bozulmayı engelleyici katkı mad-deleri ile içeriğinin ne olduğu belli olmayan gıdaları yediriyor-lar.

1 Üretilirken içerisinde olma-ması gereken ürünleri barındıran gıdalar, farkında olmadan hepimi-zin evlerine giriyor. İçinde et var diyerek aldığımız gıdadan soya

çıkıyor olması ne yazık ki sık rast-lanan bir durumdur. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı; yaptğı gıda denetimlerinde pek çok firmaya ceza kestiğini, ürünleri toplattı-ğını açıklar (ki toplanan ürünler sadece ilgili partiye ait ürünlerdir. Firma aynı uygun olmayan ürünü üretmeye devam edebilir). Ancak bu firmaların içinde o büyük gıda tekelleri hiç yoktur. Acaba o tekel-ler halkı düşünerek çok sağlıklı gıdalar ürettikleri için mi yok-lardır, yoksa karşılıklı çıkarlar mı devrede olduğu için pek çok şey görmezden gelinmektedir?

1 Verimli tarım alanlarımız tarım dışı sektörlere açılıyor.

1 Doğru bir yetiştiricilik prog-ramı ile kendi kendimize yetecek durumda iken, özel olarak tarım alanlarımızda ekim yaptırılma-yarak ithal ürün almak zorunda bırakılıyoruz.

Hal böyle iken, bugün Halk Bahçeleri’ne dünden daha çok ihtiyacımız vardır. Çünkü Halk Bahçeleri umuttur. Halkımızın

alternatifsiz olmadığının gös-tergesidir. Emperyalist tekellere bağlı olmadan da üretim yapıla-bileceğinin kanıtıdır!

Halk Bahçeleri halkın bahçe-leridir. Orada sadece ürün ekilip biçilmez. Beraberce iş yapmanın, ürettiğinin karşılığını almanın hazzı yaşanır. Kimyasallar olma-dan da üretim yapılabileceği görülür. Kendi toprağına, kendi tohumuna, kendi çeşitliliğine sahip çıkmaktır vatan sevgisi, işte bu sevgidir ancak bir insanın yaşamını değerli kılan.

Tüm bu sebepler ile her yerde halk bahçeleri kurabiliriz. Bunu yapacak imkanlar ve bilgi birikimi bizde mevcuttur. Sadece istemek ve inanmak yeterlidir.

Bundan Sonra Halk da Kendi Cephesinden “Halk Bahçeleri” ile Karşılık Verecek!

Halk Bahçeleri kuruyoruz...Çünkü,

- Halk bahçeleri; bir “hobi” çalışması olarak değil, yoksul halkımızın ucuz ve sağlıklı gıda ihtiyacını karşılamak için kurul-muştur.

- Halk bahçeleri; tarım alanın-da halk için mühendislik mimarlık örneklerinden sadece biridir.

- Halk bahçeleri; halkın tüke-tici konumundan üretici konumu-na geçmesidir.

- Halk bahçeleri; halkın birli-ğini dayanışmasını ve yardımlaş-masını sağlar, birlikte kolektif iş yapmaya yöneltir.

- Halk bahçeleri; halkın birlik ve dayanışmasını sağlarken aynı

Halk Bahçeleri halkın bahçeleridir. Orada sadece ürün ekilip biçil-mez. Beraberce iş yap-manın, ürettiğinin kar-şılığını almanın hazzı yaşanır. Kendi toprağı-na, kendi tohumuna, kendi çeşitliliğine sahip çıkmaktır vatan sevgisi, işte bu sevgidir ancak bir insanın yaşamını değerli kılan.

Page 73: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

73

HALK BAHÇESİ

zamanda halkın yozlaşması önün-de bir barikattır.

- Halk bahçeleri; halkın ve mühendis mimarların birbirini tanımasına, birbirleri ile kaynaş-masına ve örgütlenmesine hiz-met eder.

- Halk bahçeleri; halkın kendi toprağına, kendi mahallesine ve kendi evine sahip çıkmasını sağladığı için kentsel dönüşüme karşı bir mücadeledir.

- Halk bahçeleri; halkın kendi gıdasını kendisinin üretebileceği-ni gösterdiği gibi başka alanlar-da da ihtiyaçları doğrultusunda alternatifler üreteceğinin bir gös-tergesidir.

- Halk bahçeleri; halkın üret-tiği “atalık” tohumlarını özgürce seçip yaygınlaştırmasını sağlar. Bu da tohum tekellerine karşı halkın bağımsızlık mücadelesine hizmet eder.

- Halk bahçeleri; halkın kendi gıdasını kendisi üreteceği için gıda tekellerinin pazar alanını daralta-cak ve bu da pratikte anti-kapita-list, anti-emperyalist, anti-oligarşik mücadeleye hizmet edecektir.

- Halk bahçeleri; kimyasal gübre ve ilaç kullanılmadığı için GDO tekellerine ve kimyasal tarım ilaçlarına karşı bir alternatiftir.

- Halk bahçeleri; sömürüye ve tüketime dayalı kapitalist sisteme karşı bugünden yarına kurulacak olan sosyalist sistemdeki tarımın bir ön modelidir.

Halkımız,Ürettiğiniz tohumlardan bize

de göndermenizi istiyoruz!Yoksul mahallelerimizde, hal-

kımızla birlikte Halk Bahçeleri kuracağız!

Türkiye’nin her tarafından, her çeşit tohum bekliyoruz.

Dostlarımız; kendi aileniz-den, komşunuzdan, köyünüzden tohum toplayıp bize göndermeni-zi istiyoruz!

3 Ucuz ve sağlıklı gıda sağla-yabilmek için,

3 Emperyalizmin yoz kültürü-ne karşı, halkın dayanışmacı ve paylaşımcı kültürünü yaygınlaş-tırmak için,

3 Kentsel dönüşüm projeleri-ne karşı çıktığımız için,

3 Yerel ve endemik çeşitleri-miz yanlış tarım ve gıda politika-ları yüzünden yok olduğu için,

3 Tarımsal genetik kaynakla-rımız olan tohumlarımız, tekelci şirketler tarafından patentlendiği için,

3 Kimyasal zehir üreten zirai ilaç ve gübre tekelleri sağlığımızı bozduğu için,

3 Daha fazla verim almak için hunharca uygulanan kimyasallar

ile topraklarımız verimsizleştiği için,

3 GDO’lu gıda tüketmek iste-mediğimiz için,

3 Emperyalizmin maşalığında geliştirilen gıda ve tarım politi-kaları sonucunda üretilen gıdayı yemek zorunda olmadığımız için,

3 Kendi gıdamızı kendimiz üretebileceğimiz için,

3 Her şeyin en sağlıklısını, en verimlisini ve en güzelini  halkı-mız hak ettiği için…

Sizlerle birlikte kuracağımız Halk Bahçeleri’nde üretebilmek için,  ektiğiniz ürünlerden,  sandık altlarınızda, tohum depolarınız-da, evinizde sakladığınız yerel/yerli tohumlarınızı hangi yöreden, hangi çeşit olduğunu ve yetiştiri-cilik özelliklerini de yazarak  biz-lere göndermenizi istiyoruz.

Kaynaklar:[1] Kimi kandırıyorsunuz, Serdar Kızık, Cumhuriyet, 21 Ekim 2014

Page 74: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

74

ADALET

BU DA BENİM HİKAYEM

MAYIS KURT

Haklar ve özgürlükler müca-delesinde yerimi almadan önce sınıfların varlığını tanımayan, işini eğer düzgün yapar ve çok çalışırsan istediğin yere gelebile-ceğine inanan biriydim. İşte tam bu noktada haklar ve özgürlük-ler mücadelesinde yerimi aldım. Çünkü benim sandığımın aksine dünya emek sömürüsüyle dönü-yor. İnsanların umutlarını söndü-rüyor ve ruhsuzlaştırılıyor. İşte buna da kapitalizm deniliyor.

Ben çevre mühendisiyim, hem de “master”lısından, yan dalın-dan, bir de üstüne işletme cilası çekmiş, mesleğini en iyi şekil-de yapmak isteyen ve seven bir mühendis. Ama bu kadar diplo-ma bir yerlere gelmeme yetmedi. İlk işime asgari ücretle başladım. Diplomam bu devlete ya da hükü-mete yeterli gelmediği için “çevre görevlisi” belgesine mahkum edilmiş bir mühendislik anlayı-şını reddettim. Çünkü insanların canla başla üniversite sınavına girmiş, 4-5 sene okumuş, çalışmış

insanların diplomalarının tanın-maması emeklerine saygısızlık ve hakaretten başka bir şey değildir. 1 hafta eğitim alıp, binlerce para yatırıp o belgeyi almak; üniversi-te diplomasından daha geçerliydi. Bu tam tamına bir rezaletti!

Bu sebeple TMMOB Çevre Mühendisleri Odası üyesi ola-rak bir şeyler yapmak istedim. Mücadelenin tek başına yürü-meyeceği belliydi. Dik durabilen, omurgalı bir kitle bulmak bu camiada epey zordu. Bu süreçte Halkın Mühendis Mimarları ile tanıştım. Onlar bana hayatımda bir umut oldu. Mesleğimi bana daha çok sevdirdi, değer kazan-dırdı. Çünkü şiarları “Halk için Mühendislik”ti. O dönemde HES mücadeleleri, su hakkı ile ilgi-li mücadeleler doruk noktasına ulaşmıştı. Ben de bu mücadeleye Halkın Mühendis Mimarları ile omuz verdim.

Ama ülkemiz faşizm ile yöneti-liyor ve benim bunu öğrenmem çok geç olmadı. Arkadaşlarım komplo-

larla tutuklandılar ve Sincan 1 No’lu F tipi Hapishanesi’ne kon-dular. Ben de bu dönemde onların görüşçüsü oldum. Böylece F tip-leriyle de tanışmış oldum. F tipi hapishaneler sürecini, 2000-2007 ölüm orucu direnişini, 122 şehi-di öğrendim. Yıllardır gözümün önünde yaşananları birçok insan gibi bilmediğimi ve nasıl uyutul-duğumu fark ettim.

Arkadaşlarımı ziyaret ettiğim bir görüş gününde gardiyanla-rın saldırısına uğradım. Ben ve diğer görüşçü arkadaşlarım bu saldırıdan sonra hapishane idare-sinin şikayetiyle polis tarafından hapishanede gözaltına alındık. Bu saldırıda benim parmağım bir gardiyan tarafından kırılmasına rağmen yine mağdur olanlar iri yarı 10 gardiyandı. Mahkemeye çıkarıldık. Mahkeme bizi dene-timli serbestlikle serbest bıraktı. Mahkemenin sonucunda polise hakaretten 1 yıl 3 ay ceza aldık. Halbuki dediğimiz tek şey “insan-lık onuru işkenceyi yenecek” idi.

Page 75: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

75

ADALET

Daha sonrasında arkadaşlarım tahliye oldu. Gezi süreci de aka-bininde patlak verdi. Birçok can gitti, insanlar kör ve sakat kaldı. Evet, mesele 3-5 ağaç değildi. Baskılara, haksızlıklara çıkarılan bir sesti!

Arkasından ODTÜ’den geçiril-mesi planlanan yol süreci başladı. O sırada masterımı bitirmiştim ve iş arıyordum. Bir şirkete görüşme-ye İzmir’e gitmiştim. İlginç olan bu ya, mülakatta CV’im ile ilgili bir şey sormak yerine “ODTÜ’de neden yola karşısınız” tartışması ve “ODTÜ’deki türbanlı bacıları mı tokatladınız” muhabbeti yapmak zorunda kaldım. Gerçekten çok profesyonelce (!) bir mülakattı; çünkü ben o koca rafineride çevre mühendisliği yaparken muhteme-len rafineriden yol geçecek ya da türbanlı bacılarla ilgili olaylar çıkacaktı. Tabii ki işe alınmadım, e yandaş da değildim...

Ama hal bu ya, bir yerden şans bana güldü. Artık cemaat-AKP çatışmasının bir sonucu muydu, yoksa kurum gerçekten nitelik-li mühendis mi arıyordu bilmi-yorum. Sınavı başarıyla geçtiğim İller Bankası’nın mülakatında da geçerek birincilikle sınavı kazan-dım ve burada teknik uzman yar-dımcısı olarak çalışmaya başla-dım.

Ama ülkemizdeki haksızlıklar, hukuksuzlar, adaletsizlikler dur-maksızın devam ediyordu. Berkin şehit düşmüştü. Arkadaşlarım bunu protesto etmek için basın açıklaması yapmak için gittikle-rinde gözaltına alınmışlardı ve biri beyin travması şüphesiyle hastaneye kaldırılmıştı. Ben de

iş çıkışı durumunu öğrenmek için hastaneye gittim. Numune Hastanesi’nin hasta bakıcısı arkadaşımın damarındaki iğneyi çıkartırken “Burası ne Gezi, ne de ODTÜ” deyip çekmiş, damarını patlatmış. Biz de bunu duyunca hasta bakıcıyla tartıştık. Bir adalet duygusuyla hasta bakıcıdan şika-yetçi olmak için karakola gittim. Ama savcılık bu adama soruştur-ma açmak yerine bana dava açtı. Neyse ki bu hasta bakıcı şikaye-tini 6 ay sonra çekince mahkeme düştü.

Bu süreçte Halkın Mühendis Mimarları’nın yaptıkları projeler oldukça gündemdeydi. Bunlardan bir tanesi de halkın kendi besi-nini kendisinin üretebileceği düşüncesiyle geliştirilen, tohum tekellerine meydan okuyan “Halk Bahçeleri”ydi. Hüseyingazi Mahallesi’nde açılan bir derneğe giden arkadaşlarım bu derneğe gelen çocuklara ders verip ver-meyeceğimi sordular. Ben de seve seve verebileceğimi söyledim. Çocuklardan birinin ailesi bu halk bahçelerini duymuş ve fikir çok hoşlarına gitmiş. Evleri müsta-kil olmadığı için apartmanlarının bahçelerine halk bahçesi yapmak istediklerini söylediler. Birlikte tohum bulduk, bahçeyi kazdık, tohumları çimlendirdik, fideleri-mizi ektik. Çocukları TEOG’a girdi, iyi bir liseyi kazandı.

Bahçe büyürken ben de halkı daha iyi tanımaya, halk sevgi-sini, halka güveni öğrenmeye başladım. Halkımız yoksuldu. Kışları doğalgaz faturası az gel-sin diye paltolarıyla oturuyorlar-dı evde. Mahalleler güvensizdi.

Uyuşturucu almış başını gitmiş, anneler çocuklarına bir şeyler gelecek korkusuyla dışarı çıkma-larına izin vermiyordu. Kadınlar cahil bırakılmış, çoğu okuma yazma bile bilmiyordu.

İşte devrimcilerle tanışmam-dan sonraki 5 yıl ve ardından başıma gelenler. Ben bunları yaşarken ülke gündemi benim yaşadıklarımdan daha doluydu.

15 Ağustos 2015 günü arka-daşlarımla bahçemizin ürünlerini yemeğe ailemize gitmiştik. Evden çıktık, dolmuşa binip Kızılay’a gidecektik. Delicesine yağmur yağıyordu, uzun bir süre dolmuş bekledik. Dolmuş yerine polis aracı geldi. GBT yapmak istedi. Reddettik, çünkü yolda dolmuş bekleyen birine kimlik kontro-lü yapmak tamamen keyfiyettir. Bizi yaka paça gözaltına aldılar ve kendimizi Terörle Mücadele Şubesi’nde bulduk. 3 günlük gözaltının sonunda, beklediğimiz yerde bulunan bir pankartı bizim astığımız ve terör örgütü üyesi olduğumuz iddiasıyla gözaltına alındığımızı öğrendim. Polisin hazırladığı fezlekede, bahsetti-ğim 5 yıllık sürecimde yaşadığım olaylarla ilgili yazılmış açıklama-ların internetteki erişim adresleri dışında bir delil yok. Demek ki 5 yıllık sürecin haksızlığa, ada-letsizliğe karşı olmanın ya da düşünmenin bedeli, güneş ışığı görmeyen beyaz bir kutuda 3 gün beklemekmiş.

Savcılığa çıkarıldık; savcılık-ta iddia edilen pankartın fotoğ-rafını gördüm. “zulüm varsa direnmek meşrudur” yazıyordu. Diyarbakır’da, Suruç’ta bombalar

Page 76: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

76

ADALET

patlamış, araması bile olmayan bir kadın polise direndiği için 15 kurşunla infaz edilmiş. Adı Günay Özarslan’mış. Ben de onun söy-lediği bu sözü içeren pankartın önünde durduğum için haksızlığa, adaletsizliğe karşı olanlarla bir-likte olduğum için “terörist”mişim.

Mahkeme bizi denetimli ser-bestlikle bıraktı. Ancak bu durum savcı Ramazan Dinç’in hoşuna gitmemiş olacak ki kendi istedi-ğini yaptırmak için tüm hakimleri gezmiş ve 7 günün sonunda hak-kımızda tutuklama kararı çıkart-mış. Halbuki anayasaya ya da kanunlara baktığınızda pankart asmak kabahatler kanununa tabi-dir. Para cezası kesilip karakoldan bırakılır. Google’dan bakın, polis sitelerinde bile böyle yazıyor. Ama kanunlar kimin umurunda…

Teslim olmak mı? Hayır! Ben de teslim olmadım. Çünkü biz hiç teslim olmadık ki, olmayız! Ben terörist değilim ki, suçlu değilim ki! Suç işleyecek ne yapmışım? 5 yıllık sürecimde size anlattı-ğım olayları, terörist olmam için yeterli gören bu hukuksuzluk ve adaletsizlik düzeninden nasıl bir sonuç bekleyip teslim olacaktım? F tiplerinde savcının merhameti-nin gelmesini mi bekleyecektim? Hayır, teslim olmadım.

Geçen 2.5 aylık süreçte avu-katlarımın itirazları sonunda cevap verdi ve mahkeme tutuk-lama kararımı kaldırdı. Gözaltına alındıktan sonraki ifadem dışında ne bir ifadem alındı, ne de dos-yaya yeni bir şey eklendi. Yani adalet ve hukuk sistemi bir kişinin iki dudağı arasında kalacak kadar ucuz! Adalet sisteminin olmadı-

ğını, savcıların her şeyi talimatla yaptığını başka nasıl anlatabi-lirim bilmiyorum. Canlı bomba-ları yakalamayan, Ankara’da göz göre göre 109 kişinin ölümüne bir şey yapmayan emniyet güçleri ve savcılar; onlar ancak benim gibi demokrat bir insan üzerinde baskı kurabileceklerini düşünen zavallılar...

Emek ve demokrasi müca-delesinde iktidar bana da bedel ödetmek istedi. Polisler iş yerime gitmiş, “terörist” olduğumu insan kaynakları dairesine anlatmışlar. Teslim olmadığım süre içerisinde doğal olarak işe gidemedim; yıl-lık izindir, rapordur derken dosya bir türlü hakime gitmedi. Benim de izin haklarım doldu, en son mazeretimi bildiren bir dilekçe yazdım. Kurumum bu dilekçeye olumlu ya da olumsuz bir cevap vermektense beni işten çıkarmayı daha “güvenli” bir çözüm olarak gördü. İşten çıkarıldıktan 2 hafta sonra dosya hakimliğe gitmiş ve aramamız kaldırılmış. Değişen ne oldu; beni ekmeğinden, işimden

etmeleri oldu.Peki neden? Bu ülkede insan-

lara umut dağıtmak istediğim, haksızlıklar karşısında sadece çay içmediğim için... İş yerimdeki başkanlarla görüştüm, hepsi çok üzülmüş. Geri dönmek için dilekçe verdim, reddedildi. Yüz kızartıcı suçlardan içeri girip çıkanlar İller Bankası’na geri dönebilmişken, beni işe geri almayı reddettiler, çünkü bu ülkede suç olan tek şey onurlu bir hayat sürdürmek. Ben de bunun üzerine idare mah-kemeye işe iade davası açtım. Davam sürüyor, ancak idare mah-kemelerin sonuçlanması neredey-se 1 yılı bulabilirmiş.

Bu baskılarla beni umutsuz, çaresiz bırakmaya çalıştılar; ama benim inançlarım, sağlam per-çinlerle örülmüş düşüncelerim ve beni çok seven bir ailem var. Onlar olduğu sürece de beni umutsuz-luğa, ahlaksızlığa, bunalımlara itemezsiniz.

Ben ücretli çalışan bir mühen-disim, öyle babadan paralı değil. Bir Anadolu çocuğuyum, işe ihti-yacı, borçları olan. İş aradım ve de buldum, ancak başka bir şehirde. Faşizm benim yaşadığım yerden taşınmama da sebep oldu. Ama bunların hiçbiri beni düşüncele-rimden yıldıramaz; çünkü sevdik-lerim benimle, birlikte mücadele ettiklerim benimle. Eğer bu ülke-de ekmek kırıntısı kadar adalet kaldıysa bu davadan beraat ede-cek ve elimden alınan işimi de geri alacağım.

Halk için mühendislik yapmak suç değildir!

Mühendisiz mimarız haklıyız kazanacağız!

Page 77: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

77

HALKIN MÜHENDİS MİMARLARI, GEZİCİ SERGİ VE SEMİNERLER DÜZENLİYOR

Bu düzen; hayatın her alanın-da kendisine hakim kılmak isti-yor bizleri. İstiyorlar ki üretimde de sonsuza dek onlara bağımlı olalım. Bilimsel bilgiyi, mesleki ve teknik bilgileri bizden saklıyor. Ülkemizdeki mühendislik mesleği-ni “2-3 uygulama kullanmayı ya da hazır parçaları birleştirmeyi bece-rebilen basit tekniker” seviyesine indirip, kendisine ucuz iş gücü ola-cak “mühendisler” yetiştirmek isti-yor. Araştırmayan, sorgulamayan, merak etmeyen, sorun çözemeyen, kendine güvensiz, bilimsellikten bihaber, ne için ürettiğini bilme-yen, dünyada ve çevresinde olup bitenle bağ kurmayan mühendis-ler olmamızı istiyor. İlkokuldan üniversiteye, üniversiteden iş

hayatımıza; bizi insan olmaktan çıkaran, kendisine, hayata ve üret-tiğine yabancı garip mahlukatlara çevirmek istiyor.

Biz bu durumun ülkemizde-ki mühendis mimarların kaderi olmasına karşı mücadele veriyo-ruz. Bir yandan bu düzenin bizden sakladığı bilimsel bilgileri edinip, yine düzenin “bilgi” adı altında beynimize doldurduğu çöp yığın-tılarından arınıyoruz, bir yandan da halkın ihtiyaçlarını karşılaya-cak alternatif projeler üretiyoruz.

Yapmak istediğimiz, halka yönelik bir amme hizmeti değil-dir. Biz bir hayır kurumu değiliz; devrimci mühendisleriz. Gerçek anlamda mühendislik yapabil-memizin yolu, ülkemizin emper-

yalizme bağımlılığı ortadan kal-dırmaktır. Ve bizler; “halk için mühendislik mimarlık” anlayışı-mızla emperyalizme karşı bağım-sızlık mücadelesi veriyoruz.

Tüm bu projeleri hem gerçek halleriyle, hem de fotoğraflarla somutladığımız “halk için mühen-dislik mimarlık” sergi ve semi-nerleri düzenliyoruz. Sergilerimiz, gezici sergi olarak farklı mahal-lelerde ve odalarda sunulmaya başlandı. Meslektaşlarımızı sergi ve seminerlerimize çağırıyoruz.

Page 78: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

78

HABERLER

Mühendis-mimarlar, 14 Haziran günü Halkın

Mühendis Mimarları tarafından düzenlenen piknik-

forumda bir araya geldi.

İstanbul Bentler’de yapılan piknik-forum, hoş-

geldiniz konuşmasıyla başladı. Kahvaltı sonrası ta-

nışma ve sohbetlerin ardındn saat 13.30 ‘da forum

başladı. Forumda mühendis-mimarların mesleki

sorunları, halkın ve ülkenin sorunları tartışılarak bu

sorunlara karşı hangi zeminde, nasıl bir mücadele

yapılacağı konuşuldu. Bu tartışmalarda mühen-

dis ve mimarların örgütsüz olduğu ön plana çıktı.

Mühendis-mimarların örgütsüzlüğünün mühendis

mimar meclisleri ile aşılacağı vurgulanan etkinlikte

mühendis mimar meclislerinin nasıl oluşturulacağı,

işleyişinin nasıl olacağı üzerine mühendis-mimarlar

düşüncelerini belirtti. Halkın Mühendis Mimarla-

rı’nın halk için mühendislik mimarlık projelerinin de

anlatıldığı forumda mühendis-mimarların ve halkın

örgütlenmesinde bu projelerin yaygınlaştırılması

ve geliştirilmesinin önemli olduğu vurgulandı.

Çok sayıda mühendis-mimarın konuşmaları ve

sorularıyla canlı geçen forum, 15.30’da sona erdi.

Forumdan sonra hep birlikte öğle yemeği yendi.

Halkın Mühendis Mimarları’nın stant ve resim

sergisi de açtığı piknik-foruma 70 kişi katıldı. Vo-

leybolun oynandığı, müzik ve halayların çekildiği

piknik-forum, saat 18.30’da sona erdi.

Mühendis-mimarlar piknik-forumda sorunlarını tartıştı

2. Hasat Şenliği Armutlu’da gerçekleşti

6 Eylül tarihinde 16.00-20.00 saatleri arasında

Halkın Mühendis Mimarları tarafından 2. Hasat

Şenliği yapıldı. Yaklaşık 150 kişinin katıldığı etkinlik

çoşkulu ve umut dolu geçti.

Şenlik hazırlığı, Armutlu Cemevi bahçesinde be-

raberce yapılan kahvaltının ardından başladı. Sah-

ne kuruldu. Pankartlar asıldı. Bahçenin son düzen-

lemesi yapıldı. Domates yarışması için Armutlu’daki

bahçeler gezildi, domatesler toplandı, numaralan-

dırıldı. Kermes için halkımızın hazırladığı yemekler

toplandı. Mahalle içinde ve meydanda davul ile

toplu olarak şenliğe çağrı yapıldı.

Şenlik programında açılış konuşması Halkın Mü-

hendis Mimarları Bahçe Komitesi adına yapıldı. Şiir

dinletisi yapılıp meslektaşlarımız, halkımız ve dost-

larımız hasat yapmaya bahçeye çağrıldı. Şenliğe

katılanlar tarafından bahçe gezildi, hasat yapıldı,

ürünler yendi. Yetiştirilen karpuzlar hasat edilip hep

birlikte yendi.

Bahçe hasatının ardından, İzmir’den şenliğimize

katılan Grup Biz, söylediği türküler ile şenliğimizin

coşkusunu arttırdı. Ardından halat çekme ve çuval

yarışmaları yapıldı. Yarışmalar devam ederken; Hal-

kın Mühendis Mimarları, Mimar Meclisi ve Armutlu

Halk Meclisi’nden birer kişinin yer aldığı “domates

jürisi”, domates yarışması için 10 adet domatesin

büyüklük, tat, koku ve renk olarak değerlendirme-

sini yaparak birinci olan domatesi seçti.

Ardından programa İdil Halk Tiyatrosu’ndan

meddah gösterisi ile devam edildi. Meddahın ardın-

dan kemençe ile horonlar oynandı. Coşkulu horon-

lardan sonra yazar Emrah Serbes, Armutlu ve Halkın

Mühendis Mimarları hakkında gözlemlerini aktardı.

Gezi ruhunun hala Armutlu’da, Okmeydanı’nda, 1

Mayıs’da, Tuzluçayır’da yaşadığı ve kendisinin de

Gezi ruhunun yaşadığı her yerde olacağını aktardı.

Halkın Mühendis Mimarları’nın halk için mühendis-

lik mimarlık yapmaya verdikleri sözün karşılığı ola-

rak kendisinin de bu yapılanları yazacağının sözünü

verdi. Okunan şiirlerin ardından şenlik sona erdi.

Tülin Aydın Bakır anıldı

23 Ekim günü saat 16:00’da devrimci mühendis

Tülin Aydın Bakır, ölümünün 16. yılında Ayvansa-

ray/Tokmaktepe Mezarlığı’nda mezarı başında

Halkın Mühendis Mimarları, ailesi ve meslektaşları

tarafından anıldı. 10 kişinin katıldığı anmada Hal-

kın Mühendis Mimarları adına ‘’Tülin Aydın Bakır’ı

Mücadelemizde Yaşatıyoruz’’ pankartı açıldı. Tülin

Aydın Bakır nezdinde bağımsızlık, demokrasi ve

sosyalizm mücadelesinde şehit düşenler anısı-

na yapılan saygı duruşuyla başlayan programda,

önce Elektrik Mühendisleri Odası adına meslek-

taşları tarafından bir konuşma yapıldı. Sonrasında

ölümünden bir yıl önce doğan kızı İdil Bakır anne-

sini anlattı. Son olarak Halkın Mühendis Mimarları

adına konuşma yapıldı ve anma sona erdi.

Page 79: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

79

HABERLER

3. Uluslararası Eda Yüksel Halk için Bilim, Halk için Mühendislik Mimarlık Sempozyumu yapıldı

3. Eda Yüksel Uluslararası Halk İçin Bilim Halk İçin

Mühendislik Mimarlık Sempozyumu 26-27 Aralık’ta

Küçükarmutlu Cem ve Kültür Evi inşaatında yapıldı.

Sempozyum; 26 Aralık günü 11.00’da bağımsızlık,

demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde yitirdikleri-

miz anısına yapılan saygı duruşuyla ve açılış konuş-

masıyla başladı. Ardından Halkın Mühendis Mimar-

ları’nı anlatan bir sinevizyon gösterildi.

Mimar Hatice Alankuş’a adanan “Kentsel Politi-

kalar” başlıklı ilk oturumda Yunanistan’dan gelen

konuklar barınma hakkı mücadelelerini anlattı.

Konuklar, bir tiyatro binasını işgal edip halkın kul-

lanımına açtıkları deneyimlerini paylaştı. Yunanis-

tan’daki bir diğer örnek de, işgal ettikleri başka bir

binayı göçmenlerin barınması için kullanmalarıydı.

Ardından ODTÜ Mimarlık Bölümü’nden Prof. Dr.

Güven Arif Sargın söz aldı. Sargın, kentsel dönüşüm

adı altında gerçekleştirilmek istenen politikaları an-

lattı. Son olarak Mimar Meclisi’nden Doç. Dr. Murat

Çetin söz alarak “yerinde ve yerlisiyle iyileştirme”yi

anlattı ve Küçükarmutlu başta olmak üzere Mimar

Meclisi’nin projelerini aktardı.

Ziraat mühendisi Ahmet İbili’ye adanan “Tarım

ve Gıda” başlıklı ikinci oturumda ise ilk olarak ziraat

mühendisi Yousef Awad, Filistin-Gazze’den görün-

tülü olarak bağlandı. Awad; İsrail’in saldırılarının

özellikle Gazze Şeridi’nde büyük etkileri olduğunu,

tarımın bitme noktasına geldiğini anlattı. Awad; so-

nuna kadar direneceklerini belirterek konuşmasını

sonlandırdı. Ardından Yunanistan’da da bir örne-

ği geliştirilen halk bahçesi projesi anlatıldı. Daha

sonra; İzmir-Çiğli’de geliştirilmeye başlanan halk

bahçesini anlatmak üzere Gülseren Boynueğri söz

aldı. Son olarak da Halkın Mühendis Mimarları’ndan

Neslihan Şimşek Kızıl, Küçükarmutlu’daki Şenay ve

Gülsüman Halk Bahçesi’ni anlattı.

2. oturumun sona ermesinin ardından Ötekiler

Müzik Topluluğu sahne aldı. Ardından Dilek Doğan

Adalet Çadırı’na ziyarette bulunuldu.

Sempozyumun ikinci günü, sempozyuma adını

veren Eda Yüksel ile ilgili bir sinevizyon gösterimi

ile başladı. Ardından elektrik mühendisi Hasan Ba-

lıkçı’ya adanan “Enerji” oturumu başladı. Oturum-

da ilk olarak İzmir’den Ahmet Yaparoğlu, “güneş

ocağı” çalışmasını anlattı. Güneş ışınlarının tek bir

yere odaklanıp yüksek miktarda ısıya dönüştürül-

mesiyle çalışan güneş fırınının 300-400 dereceye

kadar çıkabildiği ve bu sayede yemek pişirmek için

kullanılabildiği anlatıldı. Ardından Haliç Üniversite-

si’nden iki öğrenci, kendi geliştirdikleri yatay eksenli

rüzgar türbinini tanıttı. Son olarak Halkın Mühendis

Mimarları’ndan Kenan Emre Üstündağ; emperyaliz-

min enerji politikalarını, bu politikaların ülkemizde-

ki yansımalarını ve buna karşı geliştirilen alternatif-

leri, Hasan Ferit Gedik rüzgar türbinini anlattı.

Elektrik mühendisi Tülin Aydın Bakır’a adanan

“yeni sömürge ülkemizde mühendislik mimarlık”

başlıklı 4. ve son oturumda ise mühendis ve mi-

marların çalışma yaşamındaki sorunlar ve çözümle-

ri konuşuldu. Forum şeklinde gerçekleşen oturum-

da mühendis ve mimarlar; haksız işten çıkarılma,

mobbing, düşük ücretle çalıştırılma, güvencesiz

çalıştırılma, işsizlik gibi sorunlarını örnekler vererek

anlattı. Sorunların çözümünün örgütlenmek ve

birlikte mücadele etmekten geçtiği vurgulandı ve

mühendis mimar meclislerinde örgütlenme çağrısı

yapıldı. Oturumun sonunda, haksız yere işten çı-

karıldığı için maden ocağı önünde direnen İmbat

Maden işçilerine telefonla bağlanıldı ve direnişleri

selamlandı. Son olarak sempozyumun sonuç bildir-

gesi taslağı okundu. Sempozyuma 2 gün boyunca

toplam 150 kişi katıldı.

Mühendis mimarlar gecede buluştu

Halkın Mühendis Mimarları, 28 Kasım günü

saat 19.30’da Kadıköy’deki Türkiye Ormancılar Der-

neği’nde mühendis mimar gecesi düzenledi. 50

kişinin katıldığı etkinlikte ilk olarak Ötekiler Müzik

Topluluğu sahne aldı. Ardından açılış konuşması

yapıldı ve Nazım Hikmet’in “Hoşgeldin” şiiri okun-

du. Gecede 3. Eda Yüksel Halk için Bilim, Halk için

Mühendislik Mimarlık Sempozyumu çalışmaları ve

halk için mühendislik mimarlık projeleri hakkında

bilgi verildi. Ayrıca aynı gün Diyarbakır’da katle-

dilen avukat Tahir Elçi anıldı. Katılanların hep bir

ağızdan türkü söyleyip sıcaklığını paylaştığı gece,

Halkın Mühendis Mimarları’nın müzik dinletisiyle

sona erdi.

Page 80: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

80

HABERLER

Halkın Mühendis Mimarları, İmbat işçilerini ziyaret etti

Halkın Mühendis Mimarları, işten atıldıkları

için maden ocağı önünde direnen İmbat ma-

den işçilerini 28-29 Ocak’ta ziyaret etti. 3 kişiy-

le yapılan ziyarette direniş çadırının önünde

açıklama yapıldı. Yapılan açıklamada; AKP’ nin

başta emekçiler olmak üzere, yoksullara, halkın

her kesimine saldırarak savaşı yaygınlaştırdığı,

buna karşı AKP’nin anladığı dilden mücadele

ve direnişin yaygınlaştırmamız gerektiği anla-

tıldı. Ayrıca çalışan işçilere de seslenilerek bu

direnişi sahiplenme çağrısı yapıldı.

Aynı gün ve ertesi gün özel güvenlik ve jan-

darma direnişe saldırdı. Halkın Mühendis Mi-

marları, Devrimci İşçi Hareketi ve direnen İm-

bat işçilerinden toplam 5 kişi gözaltına alındı.

Gözaltıların ertesi gün bırakılmasının ardından

ziyaret sonlandırıldı.

Direnen 4 İmbat maden işçisi de 68 gün

sonunda 26 Şubat günü direnişlerini zaferle

sonuçlandırdı. 4 işçi de maden ocaklarında iş-

lerine geri alındı.

Halkın Mühendis Mimarları, oda genel kurul ve seçimlerinde stant açtı

Oda genel kurullarına katılan Halkın Mü-

hendis Mimarları; Orman Mühendisleri Odası,

Makine Mühendisleri Odası, Harita ve Kadastro

Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası, İnşaat

Mühendisleri Odası ve Elektrik Mühendisleri

Odası’nın İstanbul şube seçimlerinde stant

açtı. “İşsizliğe, düşük ücretle güvencesiz çalış-

maya karşı mühendis mimar meclislerinde bir-

leşelim” pankartının asıldığı, Halkın Mühendis

Mimarları’nın tanıtım broşür ve bildirilerinin

dağıtıldığı stantlarda mühendis-mimarlarla

tanışıldı, sohbet edildi. Halk için mühendislik

mimarlık projelerinden bahsedildi ve mühen-

dis mimar meclislerinde örgütlenme çağrısı

yapıldı. Halk için Mühendislik Mimarlık, +İvme

dergileri ve Mühendis Mimarlar Yürüyor kitabı,

mühendis ve mimarlara ulaştırıldı.

Halkın mühendisi Mayıs Kurt işe geri alınsın!

Teknik uzman yardımcısı olarak çalıştığı İlbank

A.Ş.’deki işinden haksız yere çıkarılan çevre mühendisi

Mayıs Kurt’un işe geri alınması için Halkın Mühendis

Mimarları kampanya başlattı. Kampanya çerçevesinde

Ankara’da Yüksel Caddesi’nde, İstanbul’da Bakırköy Öz-

gürlük Meydanı ve Kadıköy Boğa Meydanı’nda basın

açıklamaları yapıldı, bildiri dağıtımları yapıldı ve imza

masası açıldı.

Mayıs Kurt’un işe geri alınması için şu adresten imza

atabilirsiniz: bit.ly/mayiskurt

Page 81: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

81

HABERLER

Rüzgar türbininin zafer kutlaması yapıldı

Halkın Mühendis Mimarları

Enerji Komitesi, rüzgar türbini ça-

lışmalarından elde ettiği başarılı

sonuçları kutlamak için 20 Şubat

Cumartesi günü Armutlu’daki

Halk için Mühendislik Mimarlık

bürosunda bir etkinlik düzenledi.

Etkinlik, ilk olarak Enerji Komite-

si’nin rüzgar türbini çalışmalarını

anlattığı konuşmalarla başladı. Ko-

mitenin üzerinde çalıştığı türbinin

emperyalizmin enerji politikalarına

karşı bir sosyalist alternatif olduğu,

bu nedenle her aşamasının en

ince ayrıntısına kadar öğrenilip her

şeyin en iyisinin yapılmaya çalıştığı

vurgulandı. Açık alan testlerinde

türbinin ortalama hızlarda hedef-

lenen miktarın çok üzerinde güç

ürettiği ve 1-2 m/sn’lik rüzgar hız-

larında bile döndüğü, piyasada on

binlerce liraya satılan birçok ev tipi

rüzgar türbininin çok üstünde bir

performans olduğu anlatıldı. Tür-

bin üzerindeki çalışmaların devam

edeceği ve bir eve takılıp tekrar

testlerin yapılacağı, ardından da bir

basın toplantısıyla türbin zaferinin

daha geniş kitlelere yayılacağı an-

latıldı.

Enerji Komitesi’nin sunumları-

nın ardından kutlama yemeğine

geçildi. Ardından ise şarkılar, türkü-

ler söylendi. Etkinliğe 30 kişi katıldı.

Halkın Mühendis Mimarları, tanıtım sergilerine başladı

Halkın Mühendis Mimarları’nın

tarihini, bağımsızlık ve demokrasi

mücadelesindeki yerini, halk için

ürettikleri projelerini anlattıkları

tanıtım sergileri, mahallelerde

ve odalarda gösterilmeye baş-

ladı. Okmeydanı, Çayan Mahallesi,

1 Mayıs Mahallesi, Gazi Mahallesi,

İzmir Doğançay Mahallesi ve EMO

İstanbul Şubesi’nde açılan sergiler-

de Halkın Mühendis Mimarları; bir

yandan mahalle halkına mücade-

lelerini ve halk için mühendislik-

mimarlık projelerini anlatırken bir

yandan da yeni mühendis mimar-

larla tanışıyor.

Halk bahçeleri çoğalıyor...

Armutlu’daki Şenay ve Gülsüman

Halk Bahçesi ve Ankara’daki Hüseyin-

gazi Halk Bahçesi’nin ardından; Gazi

Mahallesi, Antalya Kızılarık Mahallesi

ve İzmir Çiğli’de de halk bahçeleri

kuruldu. Gazi Mahallesi’nde kurulan

Ali Haydar Çakmak Halk Bahçesi için

Sekizevler bölgesindeki top sahasına

gidildi. Top sahasının bir kenarındaki

alana çit tahtaları çakılıp çit çekildi.

Boyanan bir tabela ile bu alanın artık

Ali Haydar Çakmak Halk Bahçesi ola-

rak kullanılacağı ilan edildi. Antalya’da

ise Özgürlükler Derneği’nin yanında-

ki bir arazi temizlenerek çapa yapıldı

ve tohum ekimi için hazır hale geti-

rildi. İzmir-Çiğli’de ise halk bahçesi

komitesi düzenli olarak çalışma yap-

tıkları halk bahçesini hazır hale getirdi

ve tohum ekimine başladı.

Şenay ve Gülsüman Halk Bahçesi’nde çalışmalar sürüyor

Her hafta sonu Şenay ve Gülsü-

man Halk Bahçesi’nde çalışmalar

yapan Halkın Mühendis Mimarları

Bahçe Komitesi, sera içine tohumla-

rını ekti. Biriktirdikleri evsel atıklardan

elde edecekleri gübre için bakteri

ekimi yaparak kompost hazırladı. Çit-

leri, bahçe tabelasını ve kapısını yeni-

ledi. Gülsüman Ana adına diktikleri

kırmızı güllerin bakımı için toprağı

yeniledi. Ayrıca Dilek Doğan için bah-

çeye kurulacak ve içinde arıtma siste-

mi de olacak Dilek Doğan çeşmesinin

iskeletini sabitleyerek su tesisatı çekti,

dış kaplamasına başladı ve gider sis-

temi kurdu.

Page 82: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

82

HABERLER

Küçükarmutlu mimari fikir proje yarışması sonuçlandı

Mahalle ölçeğinde yerinde ve yerlisiyle yapı-

lacak bir kentsel iyileştirme hedefiyle yola çıkı-

lan Küçükarmutlu Mahallesi Yerinde ve Yerlisiyle

İyileştirme Mimari Fikir Projesi Yarışması sonuçlan-

dı. 14 Kasım’da yapılan jüri toplantısında ödüle layık

görülen projeler, seçici kurul tarafından belirlendi.

3 Temmuz’da başlayan yarışma kapsamında

Ekim ayına kadar Armutlu’da yer görme gezileri

yapıldı.

Yarışma kapsamında ayrıca Ankara ODTÜ’de,

Mimarlar Odası İstanbul Şubesi’nde ve Mimarlar

Odası İzmir Şubesi’nde gerçekleşen ön kolokyum-

lar serisine 200’e yakın izleyici katıldı.

20 Aralık günü ise Pir Sultan Abdal Kültür

Derneği Boğaziçi Cemevi’nde düzenlenen kolok-

yumda katılımcılar projelerini sundu.

Kolokyum, Mimar Meclisi’nin konuşmaları ile

başladı. Mimar Meclisi; aylar süren çalışmada aka-

demisyenler ve mimarların mahalle halkıyla birlikte

emek koyduğunu, bireysel girişimlerin kolektif bir

çalışmaya dönüşdüğünü belirtti. Yarışmaya katılan

mimarlar, kolokyumda projelerini sundu. Armutlu

halkı da projeleri inceledi.

Yarışmaya katılan fikir projelerinin ortak amacı;

dışarıdan biri gibi değil mahalleden biri gibi düşün-

mek, beraber karar vermek, beraber çalışmak oldu.

Aynı zamanda yüksek toplumsal değer ve kentsel-

mimari potansiyeller barındıran Armutlu mahal-

lesinin, rantsız, yıkımsız, mevcut sosyal bütünlük

(mahalle kültürü) bozulmadan ve kendiliğinden

bir dönüşümün olanaklılığını kanıtlayan örnek

bir “Yerinde ve Yerlisiyle İyileştirme Projesi” orta-

ya koymak da amaçlandı. Mimar Meclisi, sadece

Küçükarmutlu için değil tüm yoksul mahalleler için

bu çalışmaları sürdüreceklerini bildirdi.

Küçükarmutlu yarışması; panellerde, seminerlerde ve sergilerde mimarlarla buluştu

Mimar Meclisi; 8 Ocak günü Ankara’daki Türk

Serbest Mimarlar Derneği Mimarlık Merkezi’nde

Küçükarmutlu mahallesinin konuşulduğu “Bütün

Yerler Yerlilerindir” isimli panelde konuşma yaptı.

19 Ocak günü ise Ankara’daki Mimarlar Derneği

1927’de “Küçükarmutlu Yarışması: Kolektif İnşa

Atölyelerine Doğru” isimli panel düzenledi ve 1 ay

boyunca Armutlu yarışmasında ödül alan projelerin

gösterileceği sergi açılışı yaptı. Ayrıca 4 Mayıs günü

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık

Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nün

düzenlediği Çarşamba Seminerleri etkinliği kap-

samında Küçükarmutlu Yarışması konulu söyleşiye

katıldı.

Mimar Meclisi, Küçükarmutlu yarışması ile ilgili çalıştay düzenledi

Mimar Meclisi, Küçükarmutlu yarışması son-

rasında 3 ay boyunca fikir projelerini uygulamaya

dönük geliştirmek için 3 adet çalıştay programı

koymuştu. Bu çalıştay programlarından ilki, 26-27

Mart günlerinde gerçekleştirdi. Çanakkale, Edirne,

Kocaeli, Ankara, İzmir ve İstanbul’daki üniversite-

lerin mimarlık bölümlerinden gelen lisans, yüksek

lisans, doktora öğrencisi ve öğretim görevlisinin

toplam 44 kişinin katılımıyla gerçekleşen 2 günlük

atölye programı, 26 Mart günü 09.00’da kahvaltı

ile başladı. Saat 10:00’da atölye grupları, çalışma

için mahalledeki evlere dağıldı. Pazar günü ise saat

10.00’da toplanan katılımcılar, çalışmalarına devam

ederek saat 15.00’da hazırladıkları ve geliştirdikleri

projeleri sunmak üzere Armutlu Cemevi yemek-

hanesinde toplandı. Sunumlar ilgiyle incelendi ve

üzerine tartışmalar yapıldı.

Page 83: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı

/mayiskurtisegerialinsin

Page 84: Halk için Mühendislik Mimarlık 5. Sayı