84
Felsefe Felsefe Süleyman DÖNMEZ / Milliyetçilik Üzerine Anlambilimsel Bir Çözümleme Süleyman DÖNMEZ / Milliyetçilik Üzerine Anlambilimsel Bir Çözümleme Metin YASA / Felsefi Açıdan Kur'an'a Bakış Metin YASA / Felsefi Açıdan Kur'an'a Bakış Mevlüt Albayrak / Tercümeler ve Akademik Dünyamız? ya da " Tercüme Felsefesi" Mevlüt Albayrak / Tercümeler ve Akademik Dünyamız? ya da " Tercüme Felsefesi" Cansel UZUN - Nurten KİRİŞ YILMAZ / Hegel ve Marx'ta Özgürlük Düşüncesi Cansel UZUN - Nurten KİRİŞ YILMAZ / Hegel ve Marx'ta Özgürlük Düşüncesi Bülent İNCİ - Cevdet YILMAZ / Teknoloji ve Kültürel Sürdürülebilirlik Bülent İNCİ - Cevdet YILMAZ / Teknoloji ve Kültürel Sürdürülebilirlik Mevlüt Albayrak / Modern Sanat Sistemleri: Estetik Tarihiyle İlgli Bir Çalışma I-II Mevlüt Albayrak / Modern Sanat Sistemleri: Estetik Tarihiyle İlgli Bir Çalışma I-II Felsefe Süleyman DÖNMEZ / Milliyetçilik Üzerine Anlambilimsel Bir Çözümleme Metin YASA / Felsefi Açıdan Kur'an'a Bakış Mevlüt Albayrak / Tercümeler ve Akademik Dünyamız? ya da " Tercüme Felsefesi" Cansel UZUN - Nurten KİRİŞ YILMAZ / Hegel ve Marx'ta Özgürlük Düşüncesi Bülent İNCİ - Cevdet YILMAZ / Teknoloji ve Kültürel Sürdürülebilirlik Mevlüt Albayrak / Modern Sanat Sistemleri: Estetik Tarihiyle İlgli Bir Çalışma I-II Felsefe & Teoloji Sayı: 30 Mart 2019 Felsefe & Teoloji Sayı: 30 Mart 2019 (Print) ISSN: 1302 – 8898 (Print) ISSN: 1302 – 8898 (Online) ISSN: 2148 – 7162 (Online) ISSN: 2148 – 7162 (Print) ISSN: 1302 – 8898 (Online) ISSN: 2148 – 7162 Her Sayısı Yeni Bir Dünya... Her Sayısı Yeni Bir Dünya... Her Sayısı Yeni Bir Dünya...

Her Sayısı Yeni Bir Dünya Felsefe & Teolojitabularasafelsefe.com/.../01/Tabula-Rasa-MART-2019.pdf · tabula rasa Felsefe & Teoloji Philosophy & Theology 30. Sayı Mart (March),

  • Upload
    others

  • View
    11

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • FelsefeFelsefe

    Süleyman DÖNMEZ / Milliyetçilik Üzerine Anlambilimsel Bir ÇözümlemeSüleyman DÖNMEZ / Milliyetçilik Üzerine Anlambilimsel Bir Çözümleme

    Metin YASA / Felsefi Açıdan Kur'an'a BakışMetin YASA / Felsefi Açıdan Kur'an'a Bakış

    Mevlüt Albayrak / Tercümeler ve Akademik Dünyamız? ya da "Tercüme Felsefesi" Mevlüt Albayrak / Tercümeler ve Akademik Dünyamız? ya da "Tercüme Felsefesi"

    Cansel UZUN - Nurten KİRİŞ YILMAZ / Hegel ve Marx'ta Özgürlük DüşüncesiCansel UZUN - Nurten KİRİŞ YILMAZ / Hegel ve Marx'ta Özgürlük Düşüncesi

    Bülent İNCİ - Cevdet YILMAZ / Teknoloji ve Kültürel SürdürülebilirlikBülent İNCİ - Cevdet YILMAZ / Teknoloji ve Kültürel Sürdürülebilirlik

    Mevlüt Albayrak / Modern Sanat Sistemleri: Estetik Tarihiyle İlgli Bir Çalışma I-IIMevlüt Albayrak / Modern Sanat Sistemleri: Estetik Tarihiyle İlgli Bir Çalışma I-II

    Felsefe

    Süleyman DÖNMEZ / Milliyetçilik Üzerine Anlambilimsel Bir Çözümleme

    Metin YASA / Felsefi Açıdan Kur'an'a Bakış

    Mevlüt Albayrak / Tercümeler ve Akademik Dünyamız? ya da "Tercüme Felsefesi"

    Cansel UZUN - Nurten KİRİŞ YILMAZ / Hegel ve Marx'ta Özgürlük Düşüncesi

    Bülent İNCİ - Cevdet YILMAZ / Teknoloji ve Kültürel Sürdürülebilirlik

    Mevlüt Albayrak / Modern Sanat Sistemleri: Estetik Tarihiyle İlgli Bir Çalışma I-II

    Fels

    efe

    & T

    eo

    loji

    Sayı: 3

    0 M

    art 2

    019

    Felsefe & Teoloji

    Sayı: 30

    Mart 2019

    (Print) ISSN: 1302 – 8898(Print) ISSN: 1302 – 8898(Online) ISSN: 2148 – 7162(Online) ISSN: 2148 – 7162(Print) ISSN: 1302 – 8898

    (Online) ISSN: 2148 – 7162

    Her Sayısı Yeni Bir Dünya...Her Sayısı Yeni Bir Dünya...Her Sayısı Yeni Bir Dünya...

  • tabula rasa

    Felsefe & Teoloji

    Philosophy & Theology

    30. Sayı

    Mart (March), 2019

    (Print) ISSN: 1302 – 8898

    (Online) ISSN: 2148 – 7162

  • tabula rasa

    Felsefe & Teoloji

    tabula rasa: Felsefe & Teoloji Ulusal Hakemli bir dergidir.

    tabula rasa: Philosophy & Theology is a refereed journal.

    Üç Aylık Hakemli Akademik Dergi

    A Quarterly Refereed Acedemic Journal

    (Print)ISSN: 1302 – 8898 / (Online) ISSN: 2148 – 7162

    Mart 2019/ 30. Sayı

    Yayın Yönetmeni/ Editor in Chief

    Prof. Dr. Mevlüt ALBAYRAK

    Yayın Editörleri /Editors

    Doç. Dr. Kevser ÇELİK

    Doç. Dr. Nurten KİRİŞ YILMAZ

    Yayın Editör Yardımcısı/Assistant Editor

    Eyüp Can YÜKSEL

    Mustafa MERCAN

    Kapak Tasarımı ve İç Düzen / Desing

    İbrahim ÇELİK

    Eyüp Can YÜKSEL

    Mustafa MERCAN

    Kapak Fotoğrafı / Cover Photo

    Doç. Dr. Kevser ÇELİK

    Baskı Yeri / Print

    32 Compy Center – Isparta

    İletişim/ Contacs

    Prof. Dr. Mevlüt ALBAYRAK

    Süleyman Demirel Üniversitesi, Doğu

    Kampüsü, Fen Edebiyat Fakültesi, Felsefe

    Bölümü, 32260 Çünür/ ISPARTA

    [email protected]

    0246 211 41 85

    Yayın Kurulu/ Editorial Board

    Prof. Dr. Mevlüt ALBAYRAK (Süleyman Demirel Üniv.)

    Prof. Dr. Kemaleddin TAŞ (Süleyman Demirel Üniv.)

    Doç. Dr. Kevser ÇELİK (Süleyman Demirel Üniv.)

    Doç.Dr. Nurten KİRİŞ YILMAZ (Süleyman Demirel Üniv.)

    Prof. Dr. Ayhan BIÇAK (İstanbul Üniv.)

    Dr. Öğr. Üyesi Ayşegül DOĞRUCAN (Akdeniz Üniv.)

    Doç. Dr. M. Fatih DOĞRUCAN (Akdeniz Üniv.)

    Dr. Öğr. Üyesi Önder BİLGİN (Akdeniz Üniv.)

    Dr. Öğr. Üyesi Ömer Faruk ERDEM (Necmettin Erbakan

    Üniv.)

    Hakem ve Danışman Kurulu/ Advisory

    Prof. Dr. Mevlüt ALBAYRAK (Süleyman Demirel Üniv.)

    Prof. Dr. Kemaleddin TAŞ (Süleyman Demirel Üniv.)

    Doç. Dr. Kevser ÇELİK (Süleyman Demirel Üniv.)

    Doç. Dr. Nurten KİRİŞ YILMAZ (Süleyman Demirel Üniv.)

    Prof. Dr. Levent BAYRAKTAR (Yıldırım Beyazıt Üniv.)

    Prof. Dr. Musa Kazım ARICAN (Yıldırım Beyazıt Üniv.)

    Prof. Dr. Hasan Aydın (19 Mayıs Üniv.)

    Prof. Dr. Ayhan BIÇAK (İstanbul Üniv.)

    Prof. Dr. Recep ALPYAĞIL (İstanbul Üniv.)

    Prof. Dr. Vefa TAŞDELEN (Yıldız Teknik Üniv.)

    Doç. Dr. S. Atakan ALTINÖRS (Galatasaray Üniv.)

    Prof. Dr. Kasım KÜÇÜKALP (Uludağ Üniv.)

    Prof. Dr. Milay KÖKTÜRK (Pamukkale Üniv.)

    Doç Dr. Mehmet Ali SARI (Pamukkale Üniv.)

    Prof. Dr. Mehmet AKGÜN (Emekli Öğr. Üyesi)

    Doç. Dr. Fazıl KARAHAN (Pamukkale Üniv.)

    Doç. Dr. Osman Zahid ÇİFÇİ (Selçuk Üniv.)

    Prof. Dr. Ali Osman GÜNDOĞAN (Muğla Sıtkı Koçman

    Üniv.)

    Prof. Dr. Sabahattin ÇEVİKBAŞ (Muğla Sıtkı Koçman Üniv.)

    Prof. Dr. Hüseyin Gazi TOPDEMİR (Muğla Sıtkı Koçman

    Üniv.)

    Prof. Dr. Mustafa YILDIRIM (Atatürk Üniv.)

    Prof. Dr. Ruhattin YAZOĞLU (Atatürk Üniv.)

    Prof. Dr. M. Hanifi MACİT (Atatürk Üniv.)

    Prof. Dr. Hasan ASLAN (Akdeniz Üniv.)

    Prof. Dr. Şahin FİLİZ (Akdeniz Üniv.)

    Dr. Öğr. Önder BİLGİN (Akdeniz Üniv.)

    Dr. Öğr. Üyesi Ömer Faruk ERDEM (Necmettin Erbakan

    Üniv.)

    Dr. Öğr. Üyesi S. Ertan TAĞMAN (Mehmet Akif Ersoy

    Üniv.)

    Prof. Dr. Turan KOÇ (İstanbul Sabahattin Zaim Üniv.)

    Prof. Dr. Veli URHAN (Gazi Üniv.)

    Prof. Dr. Kazım SARIKAVAK (Gazi Üniv.)

    Prof. Dr. Zeki ARSLANTÜRK (Doğuş Üniv.)

    Prof. Dr. Ahmet İNAM (Orta Doğu Teknik Üniv.)

    Prof. Dr. Şamil ÖÇAL (Ankara Sosyal Bilimler Üniv.)

    Prof. Dr. Hüsameddin ERDEM (KTO Karatay Üniv.)

    Doç. Dr. Muttalip ÖZCAN (Maltepe Üniv.)

    Prof. Dr. Naim ŞAHİN (Necmettin Erbakan Üniv.)

    Prof. Dr. John B. COBB (Claremont School of Theology)

    Prof. Dr. David R. GRIFFIN (Claremont School of Theology)

    Prof. Dr. Philip CLAYTON (Claremont School of Theology)

    Dr. John QUIRING (Claremont School of Theology)

    Doç. Dr. Mustafa RÜZGAR (California State Üniversity)

    Prof. Dr. Jay MCDANIEL (Hendrix College)

    tabula rasa hakemli bir dergidir. Dergiye gelen yazılardan yazarlar sorumludur. Yazılan

    yazılar alan uzmanları tarafından değerlendirdikten sonra yayımlanır. Yayın hakları dergi

    yayın kuruluna aittir. Gelen yazılar yayınlansın, yayınlanmasın iade edilemez.

    mailto:[email protected]

  • İçindekiler

    Milliyetçilik Üzerine Anlambilimsel Bir Çözümleme ............................................................. 1 Felsefi Açıdan Kur’an’a Bakış ............................................................................................. 11 Tercümeler ve Akademik Dünyamız? ya da “Tercüme Felsefesi” ....................................... 19 Hegel ve Marx’ta Özgürlük Düşüncesi ................................................................................ 27 Teknoloji ve Kültürel Sürdürülebilirlik ................................................................................ 43 Modern Sanat Sistemleri: Estetik Tarihiyle İlgli Bir Çalışma I-II ....................................... 53

    Contents

    A Semantic Analysis of Nationalism ...................................................................................... 1 Philosophical View on Qur’an ............................................................................................. 11 Translations and the Academic World? or “The Translation Philosophy” ......................... 19 The Thought of Freedom in Hegel and Marx ....................................................................... 27 Technology and Cultural Sustainability ............................................................................... 43 The Modern Systems of the Arts: A Study in the History of Aesthetics I-II .......................... 53

  • ii

    Editör’den…

    Söyleyemedim

    Sensiz geçen günleri

    Sensiz geçen geceleri

    Bir sonbahar akşamını

    Bir kış gecesini

    Bir ilkbahar esintisini

    Bir yaz sıcağını

    Söyleyemedim

    Ne kadar uzak olduğunu

    Bana ne kadar yakın olduğunu

    Benim için şarkı olduğunu

    Bir şiir olduğunu

    Söyleyemedim

    Bir şiir insanın başlangıcı mıdır? Bitişi midir? İnsanın içindeki bir sevinç, bir

    hüzün, bir ayrılık, bir kavuşma mıdır? Şiirler insanın içindekileri döktüğü yerdir. Her

    mevsimde insanın içindeki duygulardır şiir. Duyguların etrafa dökülmesidir.

    Her sayı yeni bir dünya sloganımızın hakkını vermeye devam ediyoruz. tabula

    rasa’nın bu sayısında, Prof. Dr. Süleyman DÖNMEZ’in kaleminden; “Milliyetçilik

    üzerine Anlam Bilimsel Bir Çözümleme” yazısıyla başlıyoruz. Prof. Dr. Metin

    YASA “Felsefi Açıdan Kuran’a Bakış”, Prof. Dr. Mevlüt ALBAYRAK “Tercimeler

    ve Akademik Dünyamız? Ya Da Tercüme Felsefesi” ve “Modern Sanat Sistemleri:

    Estetik Tarihiyle İlgili Bir Çalışma I-II”, Cansel UZUN & Doç. Dr. Nurten KİRİŞ

    YILMAZ “Hegel ve Marx’a Özgürlük Düşüncesi”, Bülent İNCİ ve Cevdet

    YILMAZ “Teknoloji ve Kültürel Sürdürülebilirlik”, adlı eser bu sayımızın,

    okuyucularımıza sunmaktayız.

    tabula rasa bu sayısında sizlere Milliyetçilikten- Kuran’a, Estetikten-

    Teknolojiye, yeni bakışlarla huzurunuzda, diğer sayılarda olduğu gibi bu sayıda

    bilim dünyasına farklı açılımlar sağlayacağını ümit ediyoruz.

    Yeni Sayıda en kısa sürede buluşmak dileğiyle…

    Editör Yardımcısı

    Eyüp Can YÜKSEL & Mustafa MERCAN

    Mart, 2019

  • MİLLİYETÇİLİK ÜZERİNE ANLAMBİLİMSEL BİR ÇÖZÜMLEME1

    Süleyman DÖNMEZ*

    Özet

    Milliyetçilik, mâna esasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş

    ilkelerinden en önemlisidir. Bugün itibariyle o, millet/milliyet topluluğunu esas alan

    onu sevme ve yüceltme ana fikrine dayanan bir fikirdir. Bu şekliyle de tarihsel

    dayanak itibariyle “din, ümmet, ırk, kavim” kavramlarıyla çatışan bir anlamı haiz

    değildir. En azından mevzuyu çatışmacı bakışın dışına çıkartabileceğimiz anlamlara

    ve yorum imkânına sahiptir.

    Anahtar Kelimeler: Millet, milliyetçilik, ırk, kavim, ümmet

    A SEMANTIC ANALYSIS OF NATIONALISM

    Abstract

    Nationalism, the Republic of Turkey is the most important of the state's

    founding principles. As of today, it is based on the main idea of loving and glorifying

    it based on the nation / national community. As such, it has no meaning in conflict

    with the concepts of ”religion, ummah, race, tribe kav in the historical context. At

    the very least, it has the meaning and the possibility of interpretation that we can take

    out of the conflict.

    Key Words: Nation, nationalism, race, tribe, ummah

    Giriş Yerine

    Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türklük esasında dünü ve bugünü itibariyle bir

    bütündür. Hele işimiz hakikat peşinde olan felsefe-bilim ise, olup bitenin bir

    bütünlük içerisinde değerlendirilmesi zaruridir. Özellikle de yaşanan yaklaşık son

    iki (19. ve 20.) yüzyıl Türk’ün şimdisi ve geleceği adına kendi içinde indirgeyici

    olmayan karşılaştırmalarla dikkatlice incelenmelidir.

    Bugünün Türkiye’si, özellikle siyasî icraat açısından bizim

    kavramsallaştırmamızla öncesine nazaran “İkinci Yeni Türkiye”dir. Savunucusuna

    ise İkinci Yeni Türkiyeci demekteyiz. Elbette İkinci Yeni Türkiye’yi doğru

    anlayabilmek için “birinci” mesabesindeki “Yeni Türkiye”nin dün itibariyle içinde

    kaldığı şartlar göz ardı edilmemelidir. Ancak o vakit “sofistik söylemler” ile üstü

    örtülmek istenen “hakikat” bugüne kurban edilmeden dünden çekip çıkartılabilir.

    1 Araştırma, Türk Yurdu Dergisi Haziran 2019 sayısında basılmış olan “Dünden Bugüne Milliyetçilik

    Üzerine Bir Derkenar İkinci Yeni Türkiyecilerin Türklükle İmtihanı” başlıklı deneme yazısının

    düzenlenerek makaleleştirilmiş halidir. * Prof. Dr., Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi.

    E. Posta: [email protected]

  • Süleyman DÖNMEZ

    2

    Biz de bu yazımızda “hakikat” peşine bu çerçeve ile zeminde düştük. Bu istek ve

    mevcut şartlarda varmayı umduğumuz hakikat, yaşanmışlık esasında fikridir.

    Fikir geniş bir sözcüktür. Bir “şey”e dayanır. Bu durumda neyin fikrine

    erişelim ki, “hakikat” yüzünü örtmesin? Bu yazıda yaşanmışlık esasında inceleyerek

    hakikatine ermek istediğimiz mevzu “milliyetçilik”tir.

    Milliyetçilik “Yeni Türkiye”nin kendini dayadığı temel kuruluş ilkelerinden

    en önemlisidir. Bu nedenle biz bu yazıda “milliyetçilik” meselesini fikir bakımından

    dünden bugüne doğru teşrih masasına yatırırken mevzunun günümüz

    Türkiye’sindeki “güncel” yansımalarına girmemeye çalışacağız.

    Milliyetçilik Üzerine

    Milliyetçilik, Türk-Osmanlı Devleti’nin dünya ölçeğinde birçok bakımdan

    gerilemeye başlamasıyla beraber karşılaştığı ve gerilemenin tetiklediği çözülme ve

    dağılma meselesine çözüm olarak sunulan bir mevzudur. Esasen mevzu, Ziya

    Gökalp’in inşa etmeye çalıştığı “Yeni Türkiye” ile değil, Tanzimat fermanıyla

    görünür olmaya başlamıştı. Görünen bir meseleye dönüştü. Üzerine düşünüldü.

    Tartışıldı.

    Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda ise, belirli oranda milliyetçilik meselesi

    bir çözüme kavuşmuş görünür. Öyle ki, milliyetçilik çözülmesi gereken bir mesele

    değil, çıkabilecek sorunların önünü kesen bir esastır. Bu nedenle “Yeni Türkiye”nin

    üzerine inşa edildiği temel esaslar arasında yerini almıştır.

    Demek ki, Yeni Türkiye inşa edilirken aslında milliyetçilik mevzusu kafa

    karıştıran bir husus değildir. Zaten o günkü ahvâl, yapılan tartışmalar gizli kapaklı

    değildir. Fikir bakımından milliyetçiliğin ne olduğu da ehil olana açık ve seçiktir.

    Milliyetçiliğin günümüz İkinci Yeni Türkiye’sinde hâlâ halledilememiş bir

    mesele olarak tartışma zemini bulması ise, İkinci Yeni Türkiyecilerin hem “birinci”

    Yeni Türkiye’ye geçiş ile öncesini hem de “birinci” Yeni Türkiye’ye geçiş sonrası

    ile sonrasının sonrası arasındaki ilişkileri ve ayrımları yeterince idrak

    edilememesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü İkinci Yeni Türkiye’de Yeni

    Türkiye’nin dayandığı temel ilkelerden biri olan “milliyetçilik”, sıkça

    “nasyonalizm” ile karıştırılarak değersizleştirilmek istenmektedir. Oysa özelikle

    Gökalp’in meseleyi ele alış tarzı ve “milliyetçilik inşası” nasyonalizmden çok farklı

    görünür. -Aradaki ayrımı gösteren birçok yayın vardır. Daha ziyade milliyetçi ve

    ülkücü olarak bilinen kesimin bu bağlamda yazıp çizdikleri önemlidir. Mesela İkinci

    Yeni Türkiyeciler, sadece Rahmetli Erol Güngör’ü önyargılardan kaçmaya çalışarak

    anlamak ve sorunları çözmek için okumuş olsalar, karışık kafaları süratle

    düzelebilir.-

    Türkçe’de “-et” eki ile biten birçok sözcüğün geçmişi çok uzun değildir.

    “Milliyet” kelimesi de nispeten gençtir. Türk-Osmanlı uleması, Türkçe’nin temas

    halinde bulunduğu diğer dillerden gelen sözcükleri “millet kalma” bilincinde

    olduklarından Türkçeleştirmekten geri durmamışlardır. “Milliyet” kelimesi de

    “nation” sözcüğü ile karşılaşıldıktan sonra “nation kavramı”ndan ayrıştırılarak Türk

    duyuşu ve idraki esasında “millet kalabilmek” adına mefhumlaştırılmıştır.

  • Milliyetçilik Üzerine Anlambilimsel Bir Çözümleme

    3

    “Millet kalma”, “millet olma”dan sonraki hâldir. Bu nedenle Türk-Osmanlı

    uleması, millet olmaktan daha çok millet olarak kalabilmenin uğraşısını

    vermişlerdir. Bu zeminde “milliyet” kelimesi de “nation” sözcüğünün karşılığı

    olarak “mille” mefhumundan türetilmiştir. -Son cümlede ve yukarıdan beri

    kullandığımız ve kullanacağımız, “kelime-sözcük ve mefhum-kavram, mâna-anlam,

    mesele- sorun, mevzu- konu, vs.” terimleri mâna-anlam alakası noktainazarından

    eşanlamlı değildir. Aralarında mâna ve anlam farkları vardır. Bu çalışmada bu

    farklara girilmeyecektir. Aralarındaki fark düşünmenin yönü ve dayanağı itibariyle

    açığa çıkar. Fark yaratan bu noktainazarlar gözden kaçtığında anlama ile

    yorumlamada indirgeme ve karıştırma kaçınılmaz olur.-

    Türk-Osmanlı ulaması, “nation” sözcüğünün “milliyet” sözcüğü ile mâna

    bakımından özdeş olmadığının bilincindedir. Bu nedenle diller arası temasa dayalı

    açığa çıkan bir mesele olarak “nation fikri” enine boyuna tartışılmıştır. Sonuç

    itibariyle de “nation” sözcüğünden ciddi anlamda ayrışarak “mille/millet” esasında

    temellenen “milliyet” kelimesi, mefhumlaşmış ve Yeni Türkiye’nin dayandığı

    esaslar arasında yer almıştır.

    Son dönem Türk-Osmanlı uleması, mesela 19. yüzyılın ikinci yarısına

    gelindiğinde, “millet mefhumu”ndan “ne” anlamaktaydı? O dönemde yazılıp

    çizilenler karıştırılınca mefhumun bazı çevrelerce hem “din” (mille), hem “kavim”

    hem de “ırk” kelimelerine dayandırılarak kavramsallaştırılmak istendiği fark edilir.

    Ancak zaman itibariyle gittikçe mâna esasında ayrıştırılacak olan bu

    dayandırmaların nasıl anlam değiştirdiğini gözden kaçırmamak gerekir. Mesela

    “ırk” kelimesi, Gökalp’in de kendisine “ırkçısın” diyenlere karşı söylediği “ırk,

    atlarda aranır” şeklinde verdiği cevaptan da anlaşılacağı üzere daha çok “cins”

    anlamında kullanılmaktadır. “Cins” anlamına gelen bu “ırk”, ikinci Yeni

    Türkiyeciler nazarında Gökalp’in “Yeni Türkiye” inşasındaki milliyetçiliğin

    dayandığı esasa dönüştürülebilmektedir. Benzer şekilde “millet” kavramı ile aynı

    mânâyı çağrıştıran “ümmet” sözcüğü de muhtemelen “nation” sözcüğünün yarattığı

    karmaşanın etkisiyle hız kazanan siyasî ve sosyal birlik arayışları çerçevesinde

    henüz üst bir kullanıma sahip değilken, tarihsel bağlamından ve içeriğinden

    kopartılarak İkinci Yeni Türkiye’de oldukça farklı anlam ile bağlamda

    kullanılabilecektir.

    İkinci Yeni Türkiye’nin milliyetçiliği idrak biçiminde ciddî bir sorun var.

    Şimdi bu sorun üzerinde biraz duralım.

    Sorunun nirengi noktası, kendi kültür ve mâna dünyasından kopan bir neslin

    trajik olarak ‘kendini kendi olmayan ve kendini anlayamayanlar üzerinden anlamak’

    istemesidir. Bu istek ve gayret İkinci Yeni Türkiyecilerde ciddî kavram ile anlam

    kargaşaları doğurmuştur. Öte yandan mevzunun esasına vâkıf olan, lâkin şu ya da bu

    sebeple bilerek ve isteyerek kavram kargaşaları ile anlam karmaşasını körükleyen

    kesimler sürekli var olmuştur. İşte İkinci Yeni Türkiye’de kafa karışıklığının ve bu

    kafa karışıklığından neşet eden parçalayıcı icraatlara kalkışılmasında temel sebep bu

    vicdanı kirlilerin devleti işleten yerlerde etkin ve yetkili olmalarıdır. Onların sayısı

    gerçekte çok değildir. Ama stratejik yerlerde yetkili kalarak etkin olabildikleri için

    meselenin künhüne vakıf olmayanları yönlendirmek suretiyle devleti ve milleti

    felakete sürükleyebilmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk

    milletinin nicedir yaşadığı talihsizlik budur.

  • Süleyman DÖNMEZ

    4

    Mesele kısmen ifşa edildiğine göre şimdi sorunun çözümüne bir yol

    bulabilmek için, “kendini kendi olmayan ve kendini anlayamayanlar üzerinden

    anlamak” ibaresini biraz açalım.

    Türk milleti, kadim tarihi dinamikleriyle kendine yeten devletler kurmayı

    becermiştir. Türkiye Cumhuriyeti de bu nitelik ile dayanaktan yoksun olunmadığı

    için kadim Türk Devleti’nin Türk-Osmanlı döneminden sonraki halka olabilmiştir.

    Türk-Osmanlı Devleti, özellikle son iki asırda kendinden ve kadim

    geleneklerinden gittikçe uzaklaşan bir çizgiye kaymaya başlamıştı. Doğal olarak bu

    yoldan çıkma, devleti süratle geriletir ve dağılma aşamasına getirir. Gidişatın

    vahametinin idrakinde olan dönemin kahtıricali, devleti toparlayıp kurtarmanın

    yollarını aradılar. Çözüm yolunun ise bir dönem kendilerini geride bıraktığını

    düşündükleri devletlerin ilmî, askerî, ictimaî nizamlarına eklemlenmek olduğunu

    sandılar. “Batıcılık/Batılılaşma” olarak karşımıza çıkan bu model, büyük bunalımlar

    doğuracaktır ve doğurmuştur.

    “Batıcılık” kadim Türk milletinin “ilerleme ülküsü” bakımından sürekli

    Batıya doğru bir akın iken, son birkaç asırda akının ve akanın yönü değişmeye başlar.

    Millet olarak Türkler, Batıdan gelen akın ile akımlara aslında alışıktırlar. Ama

    Tanzimat öncesindeki bu akın ile akımlar ile Tanzimat sonrası Batı ile temas, nitelik

    ve duyuş açısından tamamen farklıdır. Öncesinde bir mukavemet ve püskürtme

    ağırlık kazanırken sonrasında gittikçe tozu artan bir teslimiyet ve eklemlenme ön

    plandadır.

    Sonraki tavır, kadim Türk milletini özünden koparacaktır. Artık, ‘kendini

    kaybeden bir millet’ ‘kendini, kendini anlayamayanlar üzerinden anlamaya’

    yönelecektir. “milliyet kavramı”nın” kadîm millet mefhumu”ndan kopartılarak

    “afakî bir nation kavramı” ile özdeşleştirilmesi de bu tür bir garabet kavram

    kargaşasının en çürük halkası olacaktır.

    Batı dünyası Türk milletinin birçok kelime ile mefhumunu anlayamamıştır.

    Türk’ün “millet mefhum da Batının idrakte zorlandığı kavramlar arasında yer alır. –

    Mesela bu cümledeki “mefhum” ile “kavram” (yukarıda da dikkat çektiğimiz gibi)

    aynı içeriğe sahip değildir. Kavram, dış esasında bir sözcüktür. İçsizdir. Mefhumun

    ise, içi doludur. İçlidir. Mefhum, iç esasında kavramı kuşatır. İçe vakıf olmadan dış

    esasında kavramsal bakış, mefhumu vermez.- (Burada mâna ve anlam bakımından

    mefhum-kavram ilişkisi ile farkı üzerine daha fazla bilgi vermeyeceğim. Mevzunun

    nasıl temellendiğini merak edenler benim diğer yazılarımı inceleyebilirler. Esasen

    bu yazının doğru olarak anlaşılabilmesi için bizim dikkate sunduğumuz

    inceliklerden haberdar olunması gerekir.)

    Millet, mefhumunu Batı dünyasının doğru kavrayamadığını sadece batılıların

    yaptığı Kuranıkerim tercümelerine baktığımızda bile kolayca anlayabiliriz. Öyle ki,

    batılılar Kuranıkerim’de geçen “millet, ümmet, kavim” kelimelerini anlam

    bakımından özdeşleştirerek “nation” olarak tercüme etmişlerdir. Batının bu basiret

    fukaralığı İkinci Yeni Türkiyecilerin dayanağı olunca kavram kargaşasının içine

    düşülmüştür. Oysa bu üç kelime ciddi mâna farklarına ve anlam dönüşümlerine

    sahiptir. Bu durumda yapılması gereken yönümüzü kendimize döndürmektir.

    İkinci Yeni Türkiyecilerin kavram kargaşasından kurtulabilmesi için mefhum

    esasında sorması gereken sorular şunlardır:

  • Milliyetçilik Üzerine Anlambilimsel Bir Çözümleme

    5

    Türk-Osmanlı döneminde üretilen “milliyet mefhumu” Batıda dahi bulanık

    olan “nation kavramı”nın karşılığı olabilir mi?

    Acaba hem Türk-Osmanlı’da hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda

    “İslamcılık-Türkçülük-Batıcılık” noktainazarından tartışılarak milliyetçiliğe

    dayanak kılınan “millet mefhumu”nun bizde kökü ve dayanağı yok mu ki, Batının

    “nation kavramı” içinde erittiği sözcükler üzerinden tanımlansın?

    Yeni Türkiye’nin fikir esasında inşasında Gökalp, “İslam ümmetinden, Türk

    milletinden Batı medeniyetinden” derken ne tür bir ülkünün peşine düşmüştü?

    Gökalp, “nation” ile “millet” arasındaki mânâ esasında anlam farkını

    göremeyecek kadar basiret fukarası mıydı?

    Sorular çoğaltılabilir.

    Sözü dolaştırmadan bağlayalım. Gerek Gökalp gerekse öncekiler meselenin

    farkındadırlar. Aklı başında bir çözüm sunmanın telaşındadırlar. Mevzu kesinlikle

    İkinci Yeni Türkiyecilerin kavradığı ve sunduğu minvalde değildir. İkinci Yeni

    Türkiyeciler, meseleyi ne anlamış ne de kavramış görünmektedirler.

    Mesele izah edilip yorumlanırken öne sürülen fikirleri üretildiği dönemin

    siyasî bağlamından ve hedeflerinden koparmak, araştırıcıyı yanlış hükümler

    vermeye sevk edecektir. Bu nedenle “millet mefhumu”nun Yeni Türkiye’nin

    inşasında kazandığı anlamı ve “millet”e dayanan milliyetçiliği, dış sâiklerle değil, iç

    esasında idrak etmeye çalışmak gerekir. “Türk milleti” ifadesinin mânâsını idrakte

    de aynı hassasiyet gösterilmelidir.

    Meselenin anlaşılmasındaki hatalara dayanarak mevzuyu açmaz bir konuma

    sürüklemek, zihin bulanıklığından naşi bir fikir yoksunluğu doğurur. İkinci Yeni

    Türkiyecilerin yaşadıkları zihinsel kargaşa da böylesi bir fikir yokluğundan ileri

    geldiği söylenebilir.

    Yeni Türkiye’nin kuruluş esasları içinde yer alan milliyetçilik –Türkçülük-

    Batı tarzı milliyetçiliklerden tamamen farklıdır. Çünkü mevzular aynı değildir.

    İçerikleri farklı olduğu gibi, hedefleri de farklıdır. Aksi takdirde “İslamcı” olduğu

    yazılıp çizilen Türk milletinin İstiklâl Şairi M. Âkif Ersoy’un İstiklâl Marşında

    kullandığı “millet”, “ırk” gibi mefhumları anlamakta zorlanırız.

    Kavram kargaşasına düşmeden manayı idrakte kelime/sözcük ile

    mefhumların/kavramların devirden devire, okuldan okula ya da mütefekkirden

    mütefekkire nasıl mâna/anlam değiştirdiğini ayrıştırarak gösteren eserlere; özellikle

    de lügatlere/sözlüklere müracaat yol göstericidir. –Lâkin bu tarz

    lügatlerimiz/sözlüklerimiz maalesef henüz yok. En azından yeterli değil.- Bu

    eksiklik hem Yeni Türkiyecilerin hem İkinci Yeni Türkiyecilerin hassaten de Türk

    Dil Kurumu’nun en büyük ayıbıdır.

    Bugün elimizde 21. yüzyıla kadar getirilmiş derli toplu örneklerle zihni açan

    kavram sözlüklerimiz olmasa da günümüzde yaşanan zihin karışıklıklarını

    gidermeye muktedir ekseri “Yeni Türkiye” inşası öncesi kaleme alınmış olan birkaç

    lügatimiz/kamusumuz var. M. Akif de Z. Gökalp de yazıp çizerken dönemlerindeki

    lügatlerde açıklanan kelime ve mefhumlar ile fikirlerini izah ettiler. Bu durumda

    Yeni Türkiye’ye ilke olan “milliyetçilik” mevzusunu doğru olarak anlayabilmek için

  • Süleyman DÖNMEZ

    6

    bu lügatlerden birisine yönelelim. Bu yöneliş mevzunun nasıl bir mesele

    doğurduğunu da idrakte zihin açıcı olacaktır.

    Büyük Mütefekkir Şemseddin Sâmî,’nin yazdığı “Kamûs-ı Türkî” 1901 de

    basıldı. “Kamûs-i Türkî” artık internet aracılığıyla da ulaşabildiğimiz bir lügat.

    (http://www.kamusiturki.com). Yaklaşık 120 yıl önce yazılan bir lügatte “millet,

    milliyet ve millî” kelimelerinin nasıl açıklandığını kafa karışıklığını giderebilmek

    için aktarıp yorumlayalım:

    “Millet (cem’i: milel). 1) Din, mezhep, kîş: millet-i İbrahim; din ve millet ikisi

    birdir. 2) Bir din ve mezhepte bulunan cemaat: millet-i İslâm; milel-i muhtelife

    ruesâsı (Lisanımızda bu lügat sehven ümmet ve ümmet lügati millet yerine kullanılıp

    mesela ‘milel-i İslâmiye’ ve ‘Türk milleti’ ve bilakis ‘ümmet-i İslâmiye’ diyenler

    vardır. Hâlbuki doğrusu ‘millet-i İslâmiye’ ve ‘ümem-i İslâmiye’ ve ‘Türk ümmeti’

    (Altını ben çizdim) demektir. Zira millet-i İslâmiye bir ve ümem-i İslâmiye yani din-

    i İslâma tabi akvâm ise çoktur. (Altını ben çizdim) (Tashihen isti’mal elzemdir).”

    “Millî / Milliye. (millet’ten). 1) Din ve millete mensup ve müteallik: âdâb-ı

    milliyemiz. 2) (galat olarak) Bir kavim ve cinsiyete mensup ve müteallik: Macarların

    millî kıyafetleri.”

    Milliyet. (lügat-ı müvellede). 1) Din, mezhep, millet: herkes milliyetini

    muhafaza etmelidir. 2) (galat) Cinsiyet, kavmiyet: Japonların milliyetleri.”

    Görüldüğü üzere, 20 yüzyılın başında “millet” kelimesi ile kastedilen dindir.

    Bu durumda milletin ne olduğunu anlamak dinin ne olduğunu anlamaya bağlıdır.

    Unutulmaması gereken millet ile dinin karşıt mefhumlar olmadığıdır. Öte yandan

    ‘bir din ile mezhepte bulunan cemaate’ de “millet” denmektedir. Ş. Sâmî’nin izahına

    göre bu, “millet mefhumu”nun ikinci anlamıdır. Yani birinci anlam (mâna) ikinciyi

    (anlam) içine alır. Önce genel anlamda (mâna esasında) “millet” ya da “din”,

    sonrasında ise onun altına yerleşen “milletler” ya da “dinler” gelir.

    Ş. Sâmî, lügatinde döneminde yaşanmaya başlayan “kavram” karmaşasının

    farkındadır. Karmaşa, kargaşaya dönüşmeden “milleti” uyarır. Ancak günümüz

    itibariyle Ş. Sâmî’nin uyarılarının dikkate alınmadığı ifade edilebilir. Öyle ki,

    mefhumların asıl anlamlarını (mânalarını) tâlî anlamlar üzerinden önce puslandıran

    ve sonrasında da farklı anlamalara (mânalara) büründürenler, İkinci Yeni

    Türkiyecilerin kökleridir. S. Sâmî ise “birinci” Yeni Türkiye’nin fikir inşacısı

    Gökalp’in dayanağıdır.

    Ş. Sâmî, özellikle dilimizde (Türkçe’de) “millet” ile “ümmet” mefhumlarının

    karıştırılmasından rahatsızdır. Zira o, ilerde doğabilecek ciddî karışıklıkların önüne

    geçmek istemektedir.

    Bugünün İkinci Yeni Türkiyecisi ise –hatta milliyetçisi de- Ş. Sâmî’nin doğru

    kullanım olarak verdiği “Türk ümmeti” ifadesini anlamaktan aciz duruma getirilmiş

    görünmektedir. Artık “İslâm ümmetleri” yahut “Türk ümmeti” ifadeleri ile “İslam

    milleti” ifadesi hem idrak edilememekte hem karıştırılmakta hem de

    çatıştırılmaktadır.

    İçine düşülen kafa karışıklığını daha iyi görebilmek için, günümüz idrakinde

    “millet” ve “ümmet” mefhumlarının tâlî anlamlarının ilk anlamların yerine ikame

    edilerek milliyetçilik bağlamında meselenin nasıl kronikleştirilip açmaza

  • Milliyetçilik Üzerine Anlambilimsel Bir Çözümleme

    7

    sürüklenmiş olduğunu bu kez de “ümmet mefhumu” bağlamında gösterelim.

    Zihnimiz daha doğru çalışması için “ümmet” ile birlikte “kavim, cins, ırk”

    kelimelerinin anlamlarını da verelim.

    Ş. Sâmî, “ümmet, kavim, cins ve ırk” kelimelerinin her birine mâna esasında

    nasıl bir anlam yüklemişti?

    “Ümmet (cem’i: ümem). 1) Bir lisanla mütekellim insanların mecmuu (Altını

    ben çizdim): ümem-i kadîme; ümem-i müteahhire; ümem-i İslâmiye. 2) Bir

    peygamberin din-i hakka davet etmeğe min-tarafillâh (Allah tarafından) memur

    olduğu cemaat. Ümmet-i davet: Davet olunup da inkârda ısrarla iman

    getirmeyenler. Ümmet-i icabet: Davet olunup da imana gelenler. Ümmet-i

    Muhammed (s.a.v.): Fahr-i kâinat Efendimizin davet buyurdukları kavm-i necib-i

    Arap ve ba’dehu bunlara tâbi olan Acem ve Berber ve Türk ve sâire, millet-i

    İslâmiye. (Lisanımızda galat-ı fâhiş olarak bu kelime ‘millet’ mânâsıyle ve ‘mille’

    lügati bunun yerine kullanılıp meselâ ‘ümmet-i İslâmiye’ ve ‘millet-i Osmaniye’

    (Altını ben çizdim) deniliyor. Hâlbuki aksine denilmek iktiza eder. Böylece hataların

    lisan-ı edebîden olsun dûr (uzak) tutulması elzemdir).”

    “Kavim (cem’i akvâm). 1) Cemaat-ı beşeriye, beynlerinde (aralarında)

    münasebet olup bir heyet teşkil eden insanlar, küçük ümmet veya bir büyük ümmetin

    şubesi (Altını ben çizdim): Kürt kavmi; Çerkes Kavmi; Türküman kavmi; akvam-ı

    Arap, Kavm-i âd; kavm-i Semûd, kavm u kabile: Afrika-yı cenubî akvâm-ı

    vahşiyesi. 2) Bir peygamberin b’as buyurulduğu (gönderildiği) cemaat: kavm-i Nuh;

    kavm-i Lût.”

    “Cins: (cem’i: ecnâs). 1) hayvanat ve nebatât ve sâirenin beheri ki envâ’a

    münkasim bulunur (…). 2) Soy, nesil, ırk: Bu tay falan kısrağın cinsindendir. 3.

    Kavim, kabile: Arnavut, Çerkes cinsi. 4. Türlü, nevi (…)”

    “Irk (cem’i: uruk). 1) Kök, asıl, bîh (…). 2) Damar, reg (…). 3) Nesil, sülale,

    zürriyet, nesep: Bazı hayvanatın ırkı münkatı olmuştur (kesilmiştir). 4) Cins, nevi,

    şube: nev-i beşerin ırk-ı ebyazı (beyaz ırk), ırk-ı asferi (sarı ırk) (…).”

    Ş. Sâmî’nin Kamûs-i Türkî’si, günümüzdeki millet-ümmet çatışmasının

    sonradan peydahlanan bir sorun olduğunu açıkça göstermektedir. Ümmet, onun

    açıklamasına göre ‘bir dil ile konuşan insan topluluğudur.’ Bu durumda “Türk

    ümmeti” Türkçe konuşan insanlar topluluğu olur. “Türk milleti” de aynı anlamı

    haizdir. Demek ki, ümmet ya da millet, “din” ile değil, konuştuğu “dil” ile

    farklılaşmaktadır. Çünkü dil “din” kurmaz. Öyleyse “millet-i İbrahim” dendiğinde

    “dil” esasında ayrılan “millet” ya da “ümmet” anlaşılmaz. Zira üst kurucu ilke olarak

    “din” birdir. Bu nedenle bizlere daha çocukken dinî bilgi verilirken “Hz. Âdem’in

    zürriyetinden, Hz. İbrahim’in milletinden, Hz. Muhammed’in ümmetinden”

    olduğumuz öğretilir. “Hz. Muhammed’in ümmeti olmak” demek, Hz.

    Muhammed’in tarafsız olarak hak dine davetinin muhatabı olan bir topluluk olmak

    anlamına gelmektedir. Türkler de “millet” olarak din-i İslâm’a davetin muhatabı

    olmuşlardır. Hz. Muhammed’in ümmeti olmak, Türk milleti olmaktan vazgeçerek

    “Arap milleti” ya da “Arap ümmeti” olmak demek değildir. Mevzunun “kavim, ırk

    ve cins” mefhumları üzerinden ayrıştırılması da mümkün görünmemektedir. Ama

    biri ötekine geçişken olan bu kelime ile mefhumlar dünden bugüne İkinci yeni

    Türkiyecilerce birleştiricilikten soyulmuş, ayrıştırıcı duvar hâline getirilmiştir.

  • Süleyman DÖNMEZ

    8

    Dil, canlı bir varlıktır. Dilin ana unsurlarından olan kelime/sözcük ile

    kavramlar da hareketlidirler. Anlam bakımından yerinde durmazlar. Az ya da çok

    mâna kaymalarına muhakkak uğrarlar. Bu hareketlilik, sorunların çözümünde

    avantaj sağlar. Lâkin bu hareketliliği ve değişimi unutup dünün anlamını bugüne,

    bugünün anlamını düne yansıtarak meseleler çözüme kavuşmaz. Dahası, mevzunun

    ne olduğu idrak edilmeden çıkar uğruna ya da ideolojik körlüklerle anlık sorunlar

    üretilerek milletin mâna ve mefhum dünyası paramparça edilir.

    Milliyetçilik, mâna esasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş

    ilkelerinden en önemlisidir. Bugün itibariyle o, millet/milliyet topluluğunu esas alan

    onu sevme ve yüceltme ana fikrine dayanan bir fikirdir. Bu şekliyle de tarihsel

    dayanak itibariyle “din, ümmet, ırk, kavim” kavramlarıyla çatışan bir anlamı haiz

    değildir. En azından mevzuyu çatışmacı bakışın dışına çıkartabileceğimiz anlamlara

    ve yorum imkânına sahiptir.

    Sonuç Yerine

    Biz bu yazımızda “Millet” mefhumunun anlam zenginliğini ve bu anlamların

    Ş. Sâmî tarafından nasıl düzenlendiğini ve bu düzenleme esasında milliyetçiliğin

    mâna esasında dinle bir çelişki, karşıtlık doğurmadığını gösterdik.

    “Milliyet” dendiğinde de anlaşılması gereken “aynı milletten olma” hâlidir.

    Hem “millet” hem de “milliyet” mefhumu, “inanç, (ortak) tarih, dil, gelenek, kültür,

    ideal, vatan birliği bakımından kesişir. Meselenin “Türk mefhumu” üzerinden

    ayrışması da mümkün değildir. Çünkü “Türk mefhumu”nun İslâm milleti ve dini ile

    çatıştırılması, “nation” kavramı üzerinden yapılan yanlış okumaların bir sonucudur.

    Acilen bu yanlış algıdan “milleti” kurtarmak gerekir.

    Türkler, İslam’la müşerref olmuş bir topluluktur. Konuştukları dile Türkçe

    denir. Türk olmak Türkçe konuşmak, İslam’la çatışmak anlamına gelmez. Bu

    zeminde Türk milliyetçiliği mevzusu da “kavim, ümmet, milliyet ve millet”

    kavramları arasındaki bütünleştirici geçişkenlik korunduğu müddetçe yanlış anlama

    ile temellendirmelere maruz kalmaz. Din adına sorun olmaktan çıkar.

    Öte yandan tarihsel açıdan mevzuyu son iki yüzyılın daha da gerilerine

    giderek anlamayı denemek zihnimizi daha da açar. Bu deneme İkinci Yeni

    Türkiyecilere “Türk” mefhumunun Müslümanlıkla özdeşleştiğini daha rahat

    gösterecektir. Özellikle Batılıların “İslâm dini” yerine niçin “Türk dini” ifadesini

    kullandıkları üzerine çokça düşünülmelidir.

    “Türk dini söylemi” Türk-Anadolu beldelerine Pir-i Türkistan Hoca Ahmet

    Yesevî’nin erenlerinin etkisiyle daha 13. yüzyıllarda batılıların zihnine yerleşmiş bir

    kavratışa işaret eder. Öyle ki, bu kavratışın sonunda batılılar din değiştiren ya da

    İslâm ile şeref bulana “Türk oldu” demekte bir beis görmemişlerdir.

    Elbette Müslüman olmanın Türk olmakla özdeşleşmesi, ne Türklüğü ne de

    İslâm’ı ve Müslümanlığı zedeleyen bir söylemdir. Mevzunun ve söylemlerin

    zamanın akışı mekânın değişimi ile açığa çıkan meseleler karşısında mâna esasında

    yeniden düzenlenmesi, aklın ve dinin gereğidir.

    Türkler, tarihin çok erken dönemlerinde “millet” olmayı becermişlerdir.

    Çeşitli dinlere de girip çıkmışlardır. Son olarak da İslâm’la tanışmışlardır. İslâm ile

  • Milliyetçilik Üzerine Anlambilimsel Bir Çözümleme

    9

    Türklüğü de ne çatıştırmışlar ne karıştırmışlardır. Elbet birçok alanda bir dizi yanlış

    anlamalar olduğu gibi, Türklük-İslâmlık ilişkisi ile Türk milliyetçiliğinin

    Müslümanlıkla kurduğu bağ, özellikle son zamanlarda kopartılmak istenmiştir. Bu

    kopartma çabası ile gayreti maalesef bugün de “İkinci Yeni Türkiyeciler” ile bazı

    sözde “Yeni Türkiyeci, Türkçü, ulusalcı, milliyetçi, İslâmcı, vs.” söylemler

    üzerinden sürdürülmek istenmektedir. Yaşanmışlık esasında bu ayrıştırma imkân

    dâhilinde değildir.

    Bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin içine düşürüldüğü hâl, hepimizin

    ayıbıdır. Bu ayıptan Türk milletini kutuplaştırarak kurtulamayız. Millet, günümüzde

    dinden anlaşıldığı şekliyle din bir olduğu halde “din birliği” ile ayakta kalmaz.

    Ancak ‘milleti millet yapan’ temel unsurlar korunup kollandığı sürece bir olan dinin

    tezahürleri ‘millete’ zeval vermez.

    ‘Milleti millet yapan’ ve ‘millet olarak kalmasını sağlayan’ en hayati bağ ise

    dildir. Dil birliğinin olmadığı yerde “millet” çözülür. “Din” bozulur. “Bayrak” düşer.

    “Vatan” küçülür. En nihayet devlet kaybedilir.

    KAYNAKÇA

    Şemsettin Sami, Kamus-ı Türkî, İst. Elif Ofset, 1978.

    Hilmi Ziya Ülken, Millet ve Tarih Şuuru, Türkiye İş Bankası Kültür yayınları, 2. Basım,

    İstanbul 2013.

    Uriel Heyd, Ziya Gökalp: Türk Milliyetçiliğinin Temelleri, Terceme: Cemil Meriç, Sebil

    Yayınevi, İstanbul 1980.

    Sadri Maksudi Arsal, Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları, Ötüken Neşriyat, 4. Baskı,

    İstanbul 1979.

  • Süleyman DÖNMEZ

    10

  • FELSEFİ AÇIDAN KUR’AN’A BAKIŞ

    Metin YASA*

    Özet

    Bu makalemizde, felsefi açıdan Kur’an’a bakışı hazırlayıcı kimi bilgiler,

    felsefi açıdan Kur’an’a bakışın kimi gerekçeleri ve konunun örnekler ışığında

    irdelenmesi gibi temel konular üzerinde durulmakta ve sonuçta felsefi açıdan

    Kur’an’a bakışın kaçınılmaz olduğu vurgulanmaktadır.

    Anahtar Kelimeler: Kur’an, Felsefe, Kur’an Felsefesi.

    PHILOSOPHICAL VIEW ON QUR’AN

    Abstract

    Our article deals with some subjects such as the some preparatory

    informations and reasons to the philosophical view on Qur’an and discussing them

    in the light of examples. And as a result it is emphasized that it is necessary to look

    at Qur’an from philosophical point of view.

    Key Words: Qur’an, Philosophy, Qur’anic Philosophy.

    A. Felsefi Açıdan Kur’an’a Bakışı Hazırlayıcı Kimi Bilgiler

    Felsefi açıdan Kur’an’a bakışı hazırlayıcı bilgiler bağlamında, İ.

    Baltacıoğlu’nun Kur’an felsefesi ifadesine, M. M. Şerif’in Kur’an ile felsefenin

    ortaklaşa tartıştığı sorunlara dikkat çekişine ve doğrudan Kur’an’dan alıntılanacak

    kimi ayetlere işaret edilebilir.

    Doğrusu, “Kur' an felsefesi de benim hayatımda çok geç ve çok güç olarak elli

    yaşından sonra, ele aldığım çetin konulardandır”1 diyen Baltacıoğlu, kendi

    kavramsallaştırmasıyla Kur’an felsefesi konusunda özetle şunları söyler: Kur'an

    felsefesi ne demektir? Kur’an felsefesi, kişinin, kendi ve bir müfessirin özel ve

    kişisel anlayışına göre değil, doğrudan Kur' an ayetlerine göre aşağıdaki türden

    konuların sorgusuna doğru karşılıklar verebilecek olan bilgidir. Bu cümleden olarak,

    varlık, yaşam, insan, doğruluk, sonsuzluk ve Tanrı gibi konuların sorgulanması ve

    ilgili sorgu sonucu anılan konulara Kur'an metnine uygun olan karşılıkların

    verilmesi, Baltacıoğlu’na göre, Kur'an felsefesini meydana getirecektir. Öte yandan,

    Baltacıoğlu, Kur’an felsefesini anlatırken kimi noktalara da değinir. Bu noktalardan

    biri, Kur’an’ın konusu olan gerçekliklerdir. Ona göre özelde Kur’an’ın ışıklarını

    getirdiği evren, dış evren, eşya evreni, her hangi bir iç evren değil, insandaki derin,

    * Prof. Dr. O. M. Ü. İlahiyat Fak. 1Bkz.:İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, “Kur’an Felsefesi Üzerine İnceleme”,

    http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/740/9444.pdf/, s. 4. (20. 01. 2018).

    http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/740/9444.pdf/

  • Metin YASA

    12

    karanlık, bilinmez olan bir evrendir. Böylesine gerçek bir evrene, din dışında, ne

    bilim, ne mantık, ne düz dil, ne bir araç erişebilir.2

    Öte yandan, Baltacıoğlu; Kur’an felsefesi ile aklı aktif bir biçimde

    kullanmanın bir türü saydığı felsefi sezgi arasında şu türden bir ilişki kurar:

    Böyle bir canlı akılla yapılacak olan Kur'an felsefesi ile Müslümanlığın da

    kendine özgü gerçekleri olduğunu, yalnız gönül, sezgi yoluyla değil, akıl aletiyle

    dahi anlamış olacağız. Hem de göreceğiz ki Kur'an gerçekleri bilimin gerçeklerinin

    ne kendisi, ne de aykırısıdır. Belki bunlar türü kendine özgü gerçekler -hatta bilim

    gerçekleri de içinde olmak üzere- insanlığın şimdiye dek tanıyabildiği en büyük

    gerçeklerdir.3

    Dahası; Baltacıoğlu, Kur’an felsefesinin bir amacı ve yöntemi olması

    gerektiğine de işaret eder. Baltacıoğlu’na göre, Kur'an felsefesinde amaç,

    Kur'an'daki mutlak gerçeklere erişmek ve bunları kavramaktır. Baltacıoğlu, Kur’an

    felsefesini anlatmada kullanılacak yöntemin, Kartezyen mantığın aksine, ilahi

    buyruğun parça kabul etmez bir bütün oluşunu gözden kaçırmaması gerektiği

    kanısını taşır. Nitekim Baltacıoğlu’na göre, eğer pozitif bilimlerde kullanılan

    Kartezyen mantık Kur'an'a uygulanırsa, bu durumda, ilahi buyruğun gözümüze

    anlaşılmaz ve akıl ermez bir karşıtlar ve karışıklıklar yığını olarak görünmesi4

    kaçınılmaz bir hal alır.

    Felsefi açıdan Kur’an’a bakışa hazırlayıcı kimi bilgiler bağlamında M. M.

    Şerif’in aşağıdaki ifadelerinin ayrıca açıklayıcı bir öz taşıdığı görülür:

    Kur’an-ı Kerim temelde felsefi değil, dini bir metindir, fakat din ve felsefenin

    müştereken sahip olduğu tüm sorunlarla da ilgilidir. Hem din hem de felsefe Allah,

    alem, insan ruhu ve bunların karşılıklı ilişkileriyle ve iyilik ve kötülük, özgür irade

    ve ölümden sonraki hayatla alakalı sorunlar hakkında bir şeyler söylerler. Bu

    sorunlarla ilgilenirken, aynı zamanda görünüş, gerçeklik, varlık ve nitelikleri,

    insanın kökeni ve mukadderatı (mebde ve mead), doğru ve yanlış, uzay ve zaman,

    süreklilik ve değişme, ebediyet ve ölümsüzlük gibi kavramları da aydınlatır. Kur’an

    bu sorunlara dair evrensel hakikatları beyan ettiğini söyler; bu beyan, vahyin gelişi

    sırasında sahip oldukları fikri arka-planı hesaba katan, insanlara doğrudan hitap

    eden, kolayca anlaşılabilen ve diğer bölgeler ve başka zamanlarda yaşayan, başka

    diller konuşan insanların sahip oldukları arka plan yardımıyla kolaylıkla

    yorumlanabilecek bir dilde (ve teminolojide) ifade edilmiştir.5

    Görüldüğü üzere, M. M. Şerif’ten alıntıladığımız yukarıdaki metin, felsefi

    açıdan Kur’an’a bakışın, hangi türden noktaların bilincine varılarak tartışılması

    gerektiği bağlamında bizlere ışık tutmaktadır.

    Felsefi açıdan Kur’an’a bakışı hazırlayıcı bilgiler bağlamında Kur’an’dan

    kimi ayetlere atıf yapılabilir. Ancak önce bir noktaya işaret etmekte yarar vardır.

    Genel olarak ifade edilecek olursa, felsefe hikmet sevgisi ve araştırması olarak

    tanımlanır. Felsefe bu haliyle varoluşsal sorunları araştırma alanıdır. Felsefi açıdan

    2 Baltacıoğlu, agm., s. 4. 3 Baltacıoğlu, agm., s. 5. 4 Baltacıoğlu, agm., s. 4. 5 Bkz.: M. M. Şerif, “Kur’an’ın Felsefi Öğretileri” çev.: Mustafa Armağan, İslam Düşüncesi Tarihi, 1, ed., M

    .M. Şerif, Türkçe Baskının Editörü, Mustafa Armağan, İnsan Yayınları, İstanbul, 1990, s. 163-164.

  • Felsefi Açıdan Kur’an’a Bakış

    13

    Kur’an’a bakışı hazırlayıcı bilgiler bağlamında Kur’an’dan kimi ayetlere bu

    noktadan geçiş yapılabilir, Kur’an’ın hikmet kavramına vurgusu üzerinde

    durulabilir. Doğrusu Kur’an’a bakıldığında, Kur’an’da hikmet, bir yandan Tanrı ve

    Kur’an’ın kendisi için kullanılırken, diğer yandan peygamber için kullanılır.6

    Sözgelimi, Tanrı için, “O hakimdir”7, Kur’an konusunda “hakim olan kitap”8,

    peygambere yönelik olarak da “onlara kitabı ve hikmeti öğretir”9 ifadeleri geçer.

    Dahası; unutmamak gerekir ki, Kur’an, geleneksel ve modern boyutlarıyla

    İslam düşüncesinin ilk elden temel kaynağıdır. Doğrusu, Kur’an’da, hikmet

    kavramının Tanrı, Kur’an ve peygamber için kullanılmasına ek olarak, “Lokman’a

    hikmeti verdik”10 ile ”hikmeti dilediğine verir”11 içerikli ayetler dikkate alındığında,

    Kur’an’ın, herkesi içkinliğin mantıksal bağlantısı ile aşkınlığın teolojik izdüşümü

    üzerinden pozitif düşünmeye çağırdığı görülür. Yine bu bağlamda, “İslam

    filozoflarının hikmeti gerçek felsefe ile bir ve aynı şey saydıkları” hususunu

    anımsatmakta ayrıca yarar vardır.12

    Sonuçta, bize öyle geliyor ki, felsefi açıdan Kur’an’a bakışın doğru

    konuşlandırılması oldukça önemlidir. Nitekim felsefi açıdan Kur’an’a bakışı doğru

    konuşlandırma, aynı zamanda, felsefi zenginliği ve teolojik derinliği beraberinde

    getirecektir.

    B. Felsefi Açıdan Kur’an’a Bakışın Kimi Gerekçeleri

    Felsefi açıdan Kur’an’a bakış, her şeyden önce, Kur’an-felsefe ilişkisini

    gündeme getirir. Dolayısıyla, burada, üç noktalı, üç aşama belirir. Noktalara gelince:

    i. Sorunun durumu. ii. Kur’an’ın sunumu. iii. Felsefenin konumu. Aşamalar söz

    konusu edilince, Kur’an-felsefe ilişkisi özelinde ilk aşama, durumu belli bir

    varoluşsal sorunu tartışmada imanı işlevsel hale getirmeye, ikinci aşama, akıl

    üzerinden tartış-hedef belirle öngörüsüne, üçüncü aşama ise aşka özel atıfla

    çözümle-sonuca git gerçeğine işaret eder.13

    Kur’an ve felsefe açısından rasyonel olanı tercih etmek, felsefi açıdan

    Kur’an’a bakışta bir gerekçe olarak belirir. Bu gerekçe, aynı zamanda, Kur’an’ın ve

    felsefenin ne oldukları ve neyi temsil ettikleri türünden soruları da tartışmayı

    beraberinde getirir. Sözü edilen türden soruların sağlıklı bir biçimde tartışılması,

    günümüzde, filozoflarca dile getirilen düşüncelerin Kur’an ile daha bütünleşik hale

    getirilmesi gerektiği gerçeğine de kapı aralayabilecektir.

    Kur’an’ın imana verdiği değerin bir benzerini akla da vermesi, felsefi açıdan

    Kur’an’a bakışta bir başka gerekçe olarak öne çıkar. Soruna bu açıdan bakıldığında,

    Kur’an’a göre, deyim yerindeyse, akıl yumuşak güç olmadığı gibi, iman da güçsüz

    6Bkz.: Seyyed Hossein Nasr, “The Qur'an and Hadith as Source and Inspiration of Islamic Philosophy”,

    http://www.muslimphilosophy.com/ip/nasr-ip2.htm/ (23.02. 2018). 7 6/ 18. 8 31/2. 9 2/ 129. 10 31/12. 11 2/269 . 12Bkz.:Seyyed Hossein Nasr, agm., http://www.muslimphilosophy.com/ip/nasr-ip2.htm/ 13 Sözgelimi bkz.: Metin Yasa, Şiirlerle Din Felsefesi: İman-Akıl-Aşk, Elis Yayınları, Ankara, 2019.

    http://www.muslimphilosophy.com/ip/nasr-ip2.htm/http://www.muslimphilosophy.com/ip/nasr-ip2.htm/

  • Metin YASA

    14

    değer değildir. Bize göre, taşıdığı öz gereği felsefe de imanın güçlü değer oluşuna

    kayıtsız kalamadığı gibi, aklı da yumuşak güç olarak göremez.

    Geleneksel İslam düşüncesiyle gelen kimi kazanımlar vardır. Bu kazanımlar

    da felsefi açıdan Kur’an’a bakışta önemli başka bir gerekçe olarak dikkat çeker. Bu

    kazanım içerisinde temel felsefi sorunların tartışılmasında Kur’an’ın etkisi rahatlıkla

    görülebilir. Aşağıdaki alıntı bu bağlamda açıklayıcı bir örnek olarak görülebilir:

    İslam düşünürleri daha mesleki yaşamlarının ilk evrelerinde “felsefe”

    kavramının rasyonel çabalarını ifade etmede yetersiz kaldığını anlamışlardı. Böylece

    kendi rasyonel çabalarını anlatmada Kur’ani bir kavram olan “Hikmet”i kullanmaya

    başladılar. Başlangıçta, “felsefe”yi “Hikmet” ile birlikte kullanmış olsalar da

    sonunda aşamalı olarak “felsefe” yerine Ku’ani bir kavram olan “Hikmet”i

    yerleştirdiler. Çünkü Hikmet, daha geniş bir bakış açısı ve kuşatıcı sonuçlar

    içermekteydi.14

    Türü bir alıntı, kültürümüz sınırları içinde, felsefi açıdan Kur’an’a bakışı daha

    anlamlı hale getirebilir.

    Bize öyle geliyor ki, felsefi açıdan Kur’an’a bakış gibi bir konuda, kullanılan

    temel dinamik kavramlar, tartışılan köklü varoluşsal sorunlar, varılmaya çalışılan

    nihai sonuçlar, bize, ilgili bakışın özelliği konusunda açıklayıcı bir şeyler

    söyleyebilir, derinlikli bir fikir verebilir.15

    Doğrusu, Kur’an’da sert bir rasyonalite aranmayabilir. Çünkü Kur’an’da,

    aşkın ya da mutlak akla erişemeyen bir içkin ya da sınırlı beşer aklı muhatap

    alınmaktadır. Dolayısıyla, beşeri aklın sınırlı oluşu nedeniye, bir yandan Kur’an’a

    yönelik yorumların, diğer yandan felsefi düşünceye ilişkin verilerin, ortak bir dil

    kullanımı ve güncelin doğru izlenmesi çerçevesinde, ilkesel standartlara bağlanması

    gerekir.

    C. Konunun Örnekler Işığında İrdelenmesi

    Kur’an-felsefe ilişkisi çok yönlü bir yapıya sahiptir. Gerçi, bu yapıyı,

    bütünüyle, Kur’an örneğinde tavandan tabana, felsefe örneğinde tabandan tavana

    doğru okumak derinlikten uzak görünmektedir. Dolayısıyla da Kur’an-felsefe ilişkisi

    bağlamında, Kur’an’dan felsefeye doğru iki kavram kullanılabilir: i. Derinden akıl

    yürütme. ii. İnceden felsefe yapma. Her iki kavram da, insana, doğruyu yanlıştan

    ayırması için, Tanrı tarafından verilen hikmet ile açıklanabilir.16 Bu aşamada, bir

    noktanın vurgulanması gerekir. O da şudur:

    İslam ilahi bir dindir. Onun temel bilgi kaynağı vahiydir, ancak o, aklı ve duyu

    algısını görmezden gelmez. Bilgiyi elde etmede zorunlu olarak vahyin yanında akıl

    ve duyu algısını da kullanır.17

    14Ali Rıza Tahir, “Islam and Philosophy: Meaning and Relationship, http://journal-

    archieves27.webs.com/1287-1293.pdf , s. 1290. (26. 02. 2018). 15 Sözgelimi bkz.: Metin Yasa, Varoluşsal İnanç Sorunları, Elis Yayınları, Ankara, 2018. 16 3/104. 17 Bkz.: Tahir, agm., s. 1287. Vahiy, akıl ve duyu konusunda ayrıca bkz.: Fethi Kerim Kazanç, Varlık, Bilgi,

    Değer ve Siyaset Üzerine Kelam Yazıları, Araştırma Yayınları, Ankara, 2014, s. 157vd.

    http://journal-archieves27.webs.com/1287-1293.pdfhttp://journal-archieves27.webs.com/1287-1293.pdf

  • Felsefi Açıdan Kur’an’a Bakış

    15

    Şu halde, “ Allah'ın lütfundan anlamlı bir şekilde yararlanabilmesi için olumlu

    bir amaca ve tutuma sahip olması gereken insan”18 inanan birey olmanın yanında,

    neden filozof olarak da anılmasın?

    Öte yandan, yine aynı bağlam içinde, felsefeden Kur’an’a doğru iki nokta

    üzerinde durulabilir. Bu cümleden olarak, felsefe;

    i. Akıl üzerinden izlediği strateji, irdelediği konuların derinliği ve ürettiği

    soruların karakteri nedeniyle, Kur’an’a yakın durur.

    ii. Her ne kadar rasyonel iddialarını sürdürerek ayakta kalan bir varlık alanı

    olsa, Kur’an içerikli çıkarımlara kayıtsız kalamaz.

    Şu halde, filozoflar, neden ehl-i zikr19 içinde anılmasın? Aksini dillendirmenin

    Kur’an’ın anlaşılmasına katsı sağlayacağı düşünülebilir bir şey değildir. Nitekim

    Kur’an, sunduğu gerçeklikleri düşünme çağrısında bulunur. Ancak bu çağrı, tefkir

    değil, tefekkür içeriklidir.20 Belki de, bu nedenle, Kur’an’da tefkir yalnızca bir kez,

    buna karşılık tefekkür ise on yedi kez kullanılmıştır.21 Daha açık ifade etmek

    gerekirse, Kur’an’da geçen bir dizi ayetin Velid b. Muğiyre ile doğrudan bağlantılı

    olduğu dikkat çeker ve bu ayetlerde kullanılan fekkera fiili negatif bir anlam ve değer

    karşıtı bir öz taşır.22 Sözü edilen ayetlere gelince:

    Benim yarattığım kişiyi bana bırak! Ona çokça mal verdim. Gözü önünde

    duran evlatlar verdim. Önüne imkanlar serdim. O hala, daha da artırmamı istiyor,

    ihtirasla. Fakat asla! Çünkü ayetlerimize karşı inat eder oldu. Ben de, zor bir yokuşa

    süreceğim onu. Çünkü o düşündü, ölçüp hesapladı.23

    Öte yandan, felsefi düşüncenin ve ulaşılan bilimsel verilerin, Kur’an

    ayetlerinin anlaşılmasına yeterince katkı sağlayabileceği ve derinlemesine destek

    verebileceği rahatlıkla ifade edilebilir. Ancak, bu gerçeği, gereği gibi, doğru

    kavrayabilmek önemlidir. Aşağıdaki alıntı, bu bağlama ilişkin, yeterince açıklayıcı

    görülebilir:

    Kur' an'ı ve onun ölmez gerçeklerini kavrayabilmek için, bilginin kuru aklı

    değil, artistin, feylesofun canlı aklı soyundan bir aklı çalıştırmak gerektir. Bu akıl

    (raison, raisonraisonnate) değil, «artistik akıl, filozofik akıl)} adını verebileceğimiz

    akıl, felsefeli sezgi (intuition philosophique)dır.”24

    Bize öyle geliyor ki, konunun örnekler ışığında irdelenmesi ortak sorunlar,

    yeni alanlar, güçlü çözümler olmak üzere üç nokta bağlamında açıklığa

    kavuşturulabilir.

    i. Ortak Sorunlar: Öncelikle bir noktanın altının çizilmesinde yarar vardır:

    Kur’an’ın, büyük ve bütün bir yapısı vardır. Bu büyük ve bütün yapı içinde,

    18Bkz.:Qais Faryadi, “An Islamic Perspective of Teaching Philosophy: A Personal Justification”,IOSR

    Journal of Research & Method in Education (IOSR-JRME) e-ISSN: 2320–7388,p-ISSN: 2320–737X

    Volume 5, Issue 6 Ver. III (Nov. - Dec. 2015), s. 51. 19 21/7. 20Bkz.. Muhammed Ali Lisani Feşarki, Ebuzerr Pur Muhammedi, “Berresi Mefhum-ı Tefekkur der Kur’an-ı

    Kerim”, Pejuhişname-i Ulum ve Maarif-i Kur’an-ı Kerim, PDF, Sal: 1, Şomare: 3, Tabistan 88, s. 159. 21Bkz.. Lisani Feşarki, Ebuzerr Pur Muhammedi, agm., s. 136. 22Bkz.: Lisani Feşarki, Ebuzerr Pur Muhammedi, agm., s. 135. 2374 / 11-18. 24Bkz.: Baltacıoğlu, agm., s. 5.

  • Metin YASA

    16

    sözgelimi, gerekçeli iman dinamiği, aklın derin kullanımı, aşkın işlevsel rolü, etik

    değer dizgesi, bilimsel veri yumağı, estetik mücadele modeli türü varoluşsal

    etkinlikleri görmek olasıdır. Gerçi, “tanım olarak insan, kavrayış kapasitesine sahip,

    rasyonel anlamı formüle eden, yargılama sağlayan ve iyi ile kötü arasında ayrım

    yapan rasyonel bir yaratıktır.”25 Ancak insanın, taşıdığı öz gereği, bu büyük bütünü

    algılamaya ve anlamaya çalışırken, çoklu parça ve kavramdan hareket etmesi adeta

    kaçınılmaz bir hal alır. Nitekim Baltacıoğlu da felsefi açıdan Kur’an’a bakışı ya da

    kendi deyimiyle Kurân felsefesini doğru anlamamızı olası kılacak türden şöylesi bir

    sonuca varır:

    İmdi Kur'an'ın ayrı bir gerçeğin ayrı dili olduğunu gözönünde bulundurarak

    onun özüne erişmeye çabalamak doğru olacaktır. Bunun için iki metod kuralını

    unutmamak gerektir:

    i ) Kur'an'ın o aklı şaşırtan Tanrı işi dokusundaki sembollerin gerçek

    anlamlarını araştırmak.

    2) Her belgeyi, her buyruğu Kur'an'ın bütünlüğü içinde görüp, anlamaya

    çabalamak.

    İşte böyle yaparak Kur'an'daki varlık ve oluş görüşünü kavramış olacağız ki

    bu Kur'an felsefesi dediğimiz Absolu'dur.26

    Öte yandan, geleneksel tanımı içerisinde bilgelik sevgisi ya da bilgelik

    araştırması olarak görünen felsefeye gelince, felsefe de, “Mutlak Gerçeklik’in özünü

    betimlemeye çalışır. Bunun yanında İnsanı ve Evreni inceler. Dahası; Mutlak

    Gerçeklik, İnsan ve Evren arasındaki ilişkiyi keşfetmeye yönelir.”27

    Öyle anlaşılıyor ki, Kur’an’ın ve felsefenin üzerinde durduğu şekliyle,

    varoluşsal sorunlar, yeterince belirgindir. Bu belirgin sorunlar karşısında Kur’an’ın

    da felsefenin de takındığı tavır, büyük ölçüde, ortaktır. Nitekim Kur’an, varoluşsal

    sorunlar karşısında, aklı kullanmaya gereken değeri verir ve insandan doğru

    düşünmesi gerektiğini ister. Felsefe de varoluşsal sorunlar karşısında aklın pasif

    kullanımına karşı çıkar. Çünkü bu tür bir aklın, varoluşsalı, derin iman, etkin akıl

    ve işlevsel aşk düzeyinde tartışmanın önemini kavramaktan uzak kalacağı ortadadır.

    ii. Yeni Alanlar: Sosyal medya aracılığıyla, teolojik bir doğru, yanlış

    yayılabilir. İletişim ağının böylesine genişlemesi karşısında, Kur’an ile felsefe

    arasındaki ilişkinin daha da derinleşmesi gerektiği ortadadır. Yeni alanlar, dijital

    çağda, hem Kur’an’ın doğru anlaşılması hem de felsefenin geleceği açısından

    Kur’an-felsefe ilişkisi açısından kritik bir öneme işaret eder.

    Gerçekten de güçlü bir biçimde gelişen teknoloji, etkin hale gelen sosyal

    medya, küresel dünya koşullarında olaylardan bir cep telefonuyla bile hızla haberdar

    olunması, pek çok alan gibi, bize göre, Kur’an ile felsefeyi de birbirine yaklaştırmış

    gözükmektedir. Bu durum, özellikle, günümüz felsefe arayışları açısından son

    derece önemlidir. Dahası; bu, felsefe açısından bir tür fırsat olarak değerlendirilmesi

    gereken bir durumdur. Felsefi açıdan Kur’an’a bakış, felsefeye yönelik, girdilere ve

    25Bkz.: Faryadi, agm., s. 51. 26 Baltacıoğlu, agm., s. 5. 27 Tahir, agm., s. 1288.

  • Felsefi Açıdan Kur’an’a Bakış

    17

    çıktılara neden olur. Bir tür fırsat olarak değerlendirilmesi gereken bu durum, deyim

    yerindeyse, felsefeye de sınıf atlatır.

    Durum bu olmakla birlikte, felsefi açıdan Kur’an’a bakış yeni varlık

    alanlarının gereği gibi değerlendirilmesine katkı sağlayabilir. Yeni varlık alanları ile

    kastım, sosyal medya aracılığıyla hızla yayılan ve gerçek yaşam koşullarından

    kopması artık olanaksız görünen, sözgelimi, organ nakli, estetik operasyon, yapay

    zeka, veri algoritmaları, yaşlılığı önleme gibi örnekleri daha da artırılabilecek

    alanları kastetmekteyiz. Öte yandan, sosyal medya aracılığıyla hızla yayılan ve yeni

    varlık alanları içinde beliren, sözgelimi deizm gibi varoluşsal bir inanç sorunu

    dikkate alındığında, ilgili inanç sorununa yönelik Kur’an ayetleri ışığında yapılan bir

    felsefenin daha açıklayıcı, felsefe verileri bağlamında yorumlanan ayetlerin daha

    anlaşılır olacağı ileri sürülebilir.

    iii. Güçlü Çözümler: Kur’an’ın, sorunlar ortak olsa da, düzenleyici ve nihai

    sonuçlara ileten bir rolü vardır. Bu yapılırken de, imana yapılan güçlü vurgunun

    yanında, ne aklı kullanmanın, ne aşk yoluna girmenin önü kesilir.

    Kur’an ile felsefenin durduğu yer, birbirlerini destekleyen yerlerdir. Bu

    birbirini desteklemede rasyonel olan daha rahat yakalanır. Hal böyle olunca, felsefi

    açıdan Kur’an’a bakışı derinleştirmenin varoluşsal bir sorunu tartışmada teolojik

    katkının azalması anlamına gelmeyeceği hususunun iyi bilinmesi gerekir. Çünkü

    Kur’an, felsefeye, felsefenin ilermesi için akli ve nakli malzeme sunar.

    Dahası; Kur’an’ın muhatap aldığı insan, kimi ayetlere atıfla ifade edilecek

    olursa, inanan, bilen, düşünen ve seven bir varlıktır. Varoluşsal bir sorun konusunda,

    bilen ve düşünen bir inasnın elde ettiği verinin teolojik, buna karşılık inanan ve seven

    bir insanın vardığı sonuç felsefi olabilir.

    Bize öyle geliyor ki, güçlü çözümler üretme söz konusu edildiğinde Kur’an

    ile felsefenin yanyana kullanılışının kimi getirilerinden söz edilebilir. Bu cümleden

    olarak;

    i. Kur’an ile felsefenin yanyana kullanılışının bir getirisi, kendini, ilkelilik ve

    yeniliğe açıklık bağlamlarında gösterir ve bundan varoluşsal sorunlara yönelik bir

    tür gerçekçi duruş belirir.

    ii. Kur’an ile felsefenin yanyana gelişi, varoluşsal sorunlar karşısında aklını

    aktif olarak kullanan insanı dar alanı sorgulamaya iletme ve uygunluk ilkesine

    ilerletme yönünde bir rol üstlenir.

    iii. Kur’an ile felsefenin yanyana gelişi, insana, inancı derinlemesine

    irdelemeyi seçiş, oradan da doğruluk değeri yüksek bir bilgiye geçiş olanağı sunar.

    iv. Kur’an ile felsefenin yanyana gelişine bağlı olarak tefekkürün daha da

    güçlenmesi üzerinden, teoloğun önüne felsefeyi anlama, filozofun önüne Kur’an’ı

    açıklama doğrultusunda bir ufuk açılır.

    D. Sonuç ve Değerlendirme

    Felsefi açıdan Kur’an’a bakışın sağlıklı düşünülmesi halinde, umuda dokunan

    ilginç ayrıntıların ortaya çıkabileceği görülür. Özellikle Kur’an’da inancın

    varoluşsalı açıklayıcı gücü ve felsefede aklın aktif kullanımı türü iki hususun, felsefi

    açıdan Kur’an’a bakışın derinliğine işaret ettiği rahatlıkla ileri sürülebilir. Teologun

  • Metin YASA

    18

    açık niyetinin ve filozofun kesin hedefinin de bu derinlikli yön içinde konuşlanması

    gerektiği hususu ayrıca dikkate alınmayı gerektirir.

    Felsefi açıdan Kur’an’a bakış, normalin dışına çıkılarak, başka bir deyişle

    imanın, aklın ve aşkın sınırları gereksiz zorlanılarak anlaşılamaz. Konuya bu açıdan

    bakıldığında, aşk bir yana, az inanma ve aşırı gitme Kur’an açısından, az düşünme

    ve sınırı zorlama felsefe açısından, büyük bir engel olarak görülebilir.

    Felsefi açıdan Kur’an’a bakışın ilettiği olumlu kimi noktalar üzerinde

    durulabilir. Bu cümleden olarak;

    i. Felsefi açıdan Kur’an’a bakışın teolojiye etkisi önemli olacaktr. Burada

    öncelikle teknik boyutun işlevini görmek gerekir.

    ii. Felsefi açıdan Kur’an’a bakışta ciddi anlamda felsefi kazanımlar elde

    edilebilir. Bu noktada öncelikle analitik boyut dikkate alınmalıdır.

    iii. Felsefi açıdan Kur’an’a bakışta kimi verilerin paylaşılması öncelenmek

    durumundadır. Bu bağlamda eleştirel yönün taşıdığı değer kendisine atıf yapılmayı

    hak eder.

    Felsefi açıdan Kur’an’a bakışın ilettiği olumlu kimi noktalar dikkate

    alındığında, Kur’an açısından, Kur’an kaynaklı tefekkür ve uzantılarının daha geniş

    bir alana yayılma isteğinin, felsefe açısından ise felsefi düşüncenin güçlendirilmesi

    gerektiği gereksiniminin ortaya çıktığı ifade edilebilir. Sonuçta, Kur’an’a felsefi

    açıdan bakış üzerinden, düşüncede güven, tartışmada çeşitlilik, çözümde doğruluk

    gibi durumlar daha çok atıf alabilir.

    KAYNAKÇA

    Baltacıoğlu, İsmayıl Hakkı, “Kur’an Felsefesi Üzerine İnceleme”,

    http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/740/9444.pdf/, (20. 01. 2018).

    Faryadi, Qais, “An Islamic Perspective of Teaching Philosophy: A Personal

    Justification”,IOSR Journal of Research & Method in Education (IOSR-JRME) e-

    ISSN: 2320–7388,p-ISSN: 2320–737X Volume 5, Issue 6 Ver. III (Nov. - Dec. 2015).

    Kazanç, Fethi Kerim, Varlık, Bilgi, Değer ve Siyaset Üzerine Kelam Yazıları, Araştırma

    Yayınları, Ankara, 2014.

    Kur’an-ı Kerim.

    Lisani Feşarki, Muhammed Ali, EbuzerrPur Muhammedi, “Berresi Mefhum-ı Tefekkur der

    Kur’an-ı Kerim”, Pejuhişname-i Ulum ve Maarif-i Kur’an-ı Kerim, PDF, Sal: 1,

    Şomare: 3, Tabistan 88.

    Nasr, Seyyed Hossein, “The Qur'an and Hadithas Source and Inspiration of Islamic

    Philosophy”, http://www.muslimphilosophy.com/ip/nasr-ip2.htm/ (23. 02. 2018).

    Şerif, M.M., “Kur’an’ın Felsefi Öğretileri” çev.: Mustafa Armağan, İslam Düşüncesi Tarihi,

    1, ed., M .M. Şerif, Türkçe Baskının Editörü, Mustafa Armağan, İnsan Yayınları,

    İstanbul, 1990.

    Tahir, Ali Rıza, “Islam and Philosophy: Meaning and Relationship, http://journal-

    archieves27.webs.com/1287-1293.pdf , (26. 02. 2018).

    Yasa, Metin, Şiirlerle Din Felsefesi: İman-Akıl-Aşk, Elis Yayınları, Ankara, 2019.

    Yasa, Metin, Varoluşsal İnanç Sorunları, Elis Yayınları, Ankara, 2018.

    http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/740/9444.pdf/http://www.muslimphilosophy.com/ip/nasr-ip2.htm/http://journal-archieves27.webs.com/1287-1293.pdfhttp://journal-archieves27.webs.com/1287-1293.pdf

  • TERCÜMELER1 VE AKADEMİK DÜNYAMIZ? YA DA “TERCÜME

    FELSEFESİ”

    Mevlüt Albayrak*

    Özet

    Bu yazının amacı tercümenin önemi ve yararlılığı üzerine bir çalışma olmadığı

    gibi, Türk akademiasında tercümenin ayrıntılı ya da kısa bir tarihini vermek değildir.

    Öte yandan amacımız, tercümelerin Türk akademiasında ciddi bir karşılık

    bulmaması üzerine bir değerlendirme de değildir. Asıl meselemiz Üniversitelerin

    tercüme faaliyetini neden kurumsal bir yapıya dönüştürememiş olduğudur.

    Tercümeler şimdinin ve geleceğin düşüncesi üzerinde yeni davet enstrümanları

    olarak bilgiyi çeşitlendiren bir farkında olma durumu var etmesine rağmen, kurumsal

    bir yapı olarak Üniversiteler bu konuda neden görmezden gelme tavrı

    sergilemektedirler? Bir tercüme felsefesi mümkün müdür?

    Bu kısa yazının amacı, mütercimlik faaliyetlerinin daha çok akademik

    çevrelerce algılanış biçimini sorgulamaktır ve örnek uygulamalar vererek, kısa bir

    değerlendirme yapmak ve Üniversitenin evrensel bakış açısında tercümenin yeri ve

    rolüne özet olarak işaret etmektir. Bu yazı aynı zamanda “Beyt’ül-Hikme” övgüsü

    rüyasında olanların bir iş görmelerinin vaktini haber verme yazısıdır da.

    Anahtar Kelimeler: Tercüme, Çeviri, Tercüme Felsefesi, Türk Fikir Hayatı

    Abstract

    TRANSLATIONS AND THE ACADEMIC WORLD? OR “THE

    TRANSLATION PHILOSOPHY”

    The aim of this paper is not to give a detailed or brief history of translation in

    Turkish academy as it is not a study on the importance and usefulness of translation.

    Our aim, on the other hand, is not an evaluation on the fact that the translations do

    not provide a significant response in the Turkish academy. Our real concern is why

    universities cannot transform the act of translation into an institutional structure.

    Although occasions have an awareness of diversification of knowledge as new

    1 Metni baştan sona okuyan ve önerilerde bulunan Doç. Dr. Nurten Kiriş Yılmaz’a çok teşekkür ediyorum.

    Tercüme kelimesi Müntahabat-ı Lügat-ı Osmaniyye’de, “kelamın mealini diğer lisan üzere ifade etmek,” diye

    geçer. Bu lügatte çeviri maddesi yoktur. Türk Dil Kurumun Sözlüğünde ise, tercüme, çeviri,” “tercüme etmek,

    -e çeviri yapmak,” diye geçer. Çeviri ise, “Bir yazıyı bütün ses inceliklerini belirterek başka bir alfabeye

    çevirme yolu, yazı çevrimi, transkripsiyon. Sözlü metinlerin ses inceliklerinin ayrıntılı bir biçimde özel

    işaretlerle yazıya aktarılması” demektir. “Tercüme karşılığı kullanılan kelimelerden biri “tahvil”dir. Tahvil;

    “dönüştürmek, durumunu veya yerini değiştirmek,” demektir. Tahvil, Hadis literatüründe kullanılan bir

    kavramdır. Buna göre terim, “bir hadisi farklı isnatlarıyla rivayet ederken bir isnaddan diğerine geçmek”

    anlamına gelir. Emin Aşıkkutlu (2010), “Tahvil,” İSAM, cilt. 39, s. 440. * Prof. Dr. SDÜ Fen-Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü, Sistematik Felsefe ve Mantık ABD,

    [email protected] / [email protected]

    mailto:[email protected]

  • Mevlüt ALBAYRAK

    20

    invitation instruments on the thoughts of the present and the future, why do

    universities display an attitude of blindness or turn a blind eye to translation as an

    institutional structure? Is a philosophy of translation possible?

    The purpose of this short essay is to question the perception of interpreting

    activities more in academic circles and to give a brief evaluation, giving sample

    applications, and to point out the role and role of translation in a universal view of

    the University. This article is also the writing of the news of the time of those who

    dream of “Beytul-Hikme” is.

    Key Words: Translation, Translation Philosophy, Turkish Entelellectual

    Process

    Ülkemizde yayınevlerinin yayın politikalarını neredeyse tercüme eserler

    üzerine oluşturulmuş faaliyetler gibi görünüyor. Bu faaliyetler, hem kitap

    yayımcılığı dünyasında hem de akademik dünyada hummalı bir tercüme faaliyetinin

    eşit düzeyde geliştiği anlamına gelmemelidir. Bu faaliyetler, her ne kadar ilk bakışta

    ticari bir amaç olarak algılansa da, çevirinin kendisi bir dünyanın başka bir dünyaya

    aktarılması açısından merak duygusunu her daim diri ve canlı tutan bir eylemedir.

    Bilimsel eserler başlığı altında çevrilen birçok akademik çalışma, genel okuyucu

    kitlesine ulaşmaktan çok, sadece bu ilgi alanı ve konusuyla iştigal eden okuyucu ile

    sınırlı kalmaktadır.. Bu nedenle bu tür eserler, yayımcıların fazlaca dikkatini

    çekmemektedir. Çünkü yayınevleri için öncelikli hedef geniş kitlelere ulaşılabilirlik

    ve yüksek satış hedeflerine ulaşmaktır. Dünyanın her yerinden tercümeleri yapılan

    edebiyat çalışmalarından bilim kurgu çalışmalara, mitolojik çalışmalardan felsefi

    metinlere kadar hemen her türde çalışma Türkçeye tercüme edilmekte ve piyasasına

    sunulmaktadır. Bunun mutlaka olumlu yönleri vardır. Bunu tartışma konusu yapmak

    istemiyorum. Asıl sorun akademik kurumlarımızın bu tür faaliyetlere karşı takınmış

    olduğu görmezlik tavrıdır. Birçok üniversitemizde tercüme eserler akademik unvan

    ve görevde yükselme kriterlerinde puanlamada neredeyse hiçbir ederi olmayan

    çalışmalar olarak görülmektedir.

    Bu yazının amacı tercümenin önemi ve yararlılığı üzerine bir çalışma olmadığı

    gibi, Türk akademiasında tercümenin ayrıntılı ya da kısa bir tarihini vermek değildir.

    Öte yandan amacımız, tercümelerin Türk akademiasında ciddi bir karşılık

    bulmaması üzerine bir değerlendirme de değildir. Asıl meselemiz Üniversitelerin

    tercüme faaliyetini neden kurumsal bir yapıya dönüştürememiş olduğudur.

    Tercümeler şimdinin ve geleceğin düşüncesi üzerinde yeni davet enstrümanları

    olarak bilgiyi çeşitlendiren bir farkında olma durumu var etmesine rağmen, kurumsal

    bir yapı olarak Üniversiteler bu konuda neden görmezden gelme tavrı

    sergilemektedirler? Dahası tercüme Üniversitelerimizde nasıl bir yer ve kabul

    bulmaktadır? Bu kısa yazının amacı, mütercimlik faaliyetlerinin daha çok akademik

    çevrelerce algılanış biçimini sorgulamaktır ve örnek uygulamalar vererek, kısa bir

    değerlendirme yapmak ve Üniversitenin evrensel bakış açısında tercümenin yeri ve

    rolüne özet olarak işaret etmektir. Bu yazı aynı zamanda “Beyt’ül-Hikme” övgüsü

    rüyasında olanların bir iş görmelerinin vaktini haber verme yazısıdır da. Ayrıca fikri

    olanın eleştirisini de, bir mantık örgüsü içinde sunma teklifidir de. Bu bir tercüme

    felsefesinin imkânını değerlendirme durumudur.

    Çeviri ya da benim tercih ettiğim biçimiyle tercüme/terceme, insanlık

    tarihinin en ideal öyküsüdür. Tercüme yapmanın, bir dil eğitiminin ötesinde bir

  • Tercümeler Ve Akademik Dünyamız? Ya Da “Tercüme Felsefesi”

    21

    karşılaşma ve karşılaşılanı anlama ile başlamış olabileceğini kabul ediyorum. Bu

    nedenle Tercüme tek başına bir akademik faaliyet alanı olmanın çok ötesindedir. O

    hayatın kendisi, hayatın zorunluluğudur. Öykünün başlangıcı, ister Babil kulesiyle

    birlikte yaşananlara bağlansın, isterse daha başka temel gerekçelere, tüm insan

    olmaklığın ortak öyküsü olarak hem bir kavrama ve anlama hem de olmuş olanın

    deneyiminden yeni bir atılımı yaşama duygusuna dayalıdır.

    Tercüme bir insanlık deneyimi olarak her yer ve zamandadır.2Bir milletin

    bilimsel ve kültürel zenginliği ve edebi yaratıcılığı dilde var olan zenginlik ve

    yaratıcılığa bağlıdır. Dili zenginleştiren unsurlar üzerine antropolojik

    yaklaşımlardan, soysa-kültürel yapılara kadar çok geniş bir alan tespiti yapılabilir.

    Farklı kültürlerin birbirleriyle karşılaşmaları, insanlık tarihinde sadece modern

    döneme has ayrıcı bir özellik değildir. Bu durum, tüm insanlık için, bir başlangıç söz

    konusuysa, o ilk günden bu yana hep varola gelmiştir. Her farklı karşılaşma, birbirini

    anlamaya çalışmayla başlamış olmalıdır. Bu da dilin gücünü ortaya koymak adına

    yeni arayışların başlangıcı olmalıdır. Dil, bir varoluş edimi olmakla birlikte, hem

    kendimizi ifade etmenin hem de tüm insanlıkla bir şeyleri paylaşmanın aracıdır.

    Dahası insan olma ve insan olarak evrensel yaratıcılığa dâhil olma biçimi, dil ile

    gerçeklik bulur.

    Babil kulesi öyküsü,3 yerimizi belirler. Dil yerimizi belirlemenin aracıdır.

    Babil kulesi ait olduğumuz yere yönelik merak duygumuzu, dil aracılığıyla bu

    dünyaya ait kılar. Sorumluluğumuzu, hakkaniyeti ve en önemlisi beceri ve

    yaratıcılığımızı dil vasıtasıyla bu dünyayı imar ederek gerçekleştirebiliriz. Dil bu

    anlamda egemen olmanın, diğer varlıklar üzerinde, bu tek başına bizim dışımızdaki

    insanları kapsamaz, hayatı yönetmenin biricik güç alanıdır. Eşyaya isim veren

    Adem, daha doğrusu, isim vermenin hayatı kurmak olduğunu öğrenen Adem’in ilk

    deneyiminin çıkarımıdır. Kelime ve kavram varlığın işaret ettiği ve hayatı anlama

    dayalı bir biçimde yaşanılırlığın kökenidir. Dilin zenginliği ve yaratıcılığa katılımı

    başka dillere karşı aktif ilgisinden geçer. Bu ilgi, anlamayı bir başka dilde yeniden

    ifade etmedir. Bu ifade etme tavrı, yeni bir “olay” ya da “durum” olarak kendisini

    tercümede bulur. Dilin şu ya da bu baskın formu olmuş olmasına rağmen, insan bir

    anlam varlığı olarak dilin zenginliği ve yaşamın kaynağı olduğunu keşfettiği günden

    bu yana, onunla ilgili sürekli bir gelişim serüveni yaşamıştır. Burada öncelik

    akademik hayatın tanımı içinde olacaktır. Tercüme eserlerin bir dildeki bolluğu, o

    dilin zenginliğinin en açık kanıtıdır. Bu çalışma tercüme faaliyetinin akademik

    haytamızda neden bir yaratım edimi olarak değer bulamadığı üzerine, baştaki

    soruları da içerecek şekilde kısa bir yolculuk gerçekleştirecektir.

    Tercüme üzerine konuşmak kadim bir olgunun dile getirilmesidir; bu anlamda

    yurtsuz bir eylem biçimidir, ancak nesneleştiğinde yurdun imarı bu kökten gelir.

    Bilimsel ya da akademik değerde kabul gören eserler, bir yabancı dilden Türkçeye

    birkaç amaçla çevrilmektedir. İlki ve belki de en önemlisi, akademisyen kimliğine

    2 Tercüme bir “aydınlanma” serüvenidir. Bu serüvenin en açık örneğini Türk-İslam düşünce geleneğinde

    buluruz. Bu konuda çalışmalar yapmış akla gelen ilk ad, merhum Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken’dir. Onun bu

    konudaki kapsamlı çalışması, Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, İstanbul: Ülken Yay., 1997. 3 Tevrat’ta geçen öykü. Bkz. Başlangıç: 1. 11. Bu öyküye göre aklımızın ve bulunduğumuz yerin, yani

    dünyanın sınırları belirlenmektedir. Kantçı söylemle bizim alanımız, dahası bilme alanımız bu dünya ile, yani

    fenomenlerle sınırlıdır. İnsan aklı yeryüzünün tüm olabilirlik ifade eden durumları hariç, olması olası bile

    olmayan her bir şeyi varlık dünyasına sunabilir. Bunun için de korkunç çatışma ve kavgalara girişebilir.

    Ancak dil, bu kavga ve çatışmanın ortadan kaldırılmasının anlam yoluyla mümkün olduğunu öğretir.

  • Mevlüt ALBAYRAK

    22

    sahip bireyin kendi akademik faaliyetlerini destekleyen kitap ve makalelerin

    çevrilmesidir. Bu kesim iki grupta amaçları açısından değerlendirilebilir. İlki,

    özellikle sosyal ve beşeri bilimler alanında yapılan çeviri çalışmalarıdır. Bunların

    amacı, evrensel bilimsel çabaların, özellikle eğitim ve öğretim amacıyla, Türkçe

    okuyan kitleyle buluşturmaktır. Buna en iyi örnek ise, Merhum Hilmi Ziya Ülken

    ve merhum Macit Gökberk beylerin İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi,

    Felsefe Bölümü bünyesinde ilk sayılarını 1947 yılında çıkardıkları, yılda 4 sayı

    olarak düşündükleri Felsefe Tercümeleri Dergisi’dir. Derginin ilk sayısı çok geniş

    bir tarihsel dönemi içine alacak şekilde çeviri metinlerden oluşturulmuştur. Derginin

    özgün yanı, Türkçeye tercüme edilen metin, önce derginin sol tarafında kendi asıl

    dilinde verilirken, sağ tarafta ise Türkçe çeviri verilmektedir. Bu da dil gelişimi

    açısından önemlidir. Ayrıca derginin ilk sayısı Aiskhylos’tan (v. Yk. MÖ 456/455),

    Cahız’a (v. 255/869), Herder (v. 1803) ve Darwin’e (v. 1882) kadar geniş bir tarihsel

    alan ve disiplinler zenginliği sunmaktadır. Dergide Cahız’ın Arapça metninin

    ardından Türkçe çevirisi verilmiştir. Derginin diğer bir özgünlüğü ise tek bir dil ve

    kültür ile kendisini sınırlamamış olmasıdır. Cahız’ın metni bir başka şeye gönderiyi

    vurgulamaktadır. Cahız’ın Dergi’de yayımlanan metni, tercümeye ait bir dünyanın

    bizim düşünce dünyamızdaki bir örneğini sergiler.

    Kitabü’l-Hayvanat adlı eserinde Cahız, tercüme kelimesini defalarca

    kullanmıştır. Ayrıca bu eser de, terceme kelimesine karşılık gelen “nakil” ve “tahvil”

    kelimeleri de kullanılmaktadır. Mühittin Macit, bunu bir “tercüme felsefesi” olarak

    adlandırmaktadır. Burada tercüme, “bir şeyin durumunu veya anlamını bir yerden

    bir yere, bir şeyden bir şeye aktarılması” olarak geçer.4 Anlam sıradan bir kelime

    değildir. O bir dünyayı dilden hareketle inşa etmenin biricik başlangıç anıdır. Bu

    açıdan tercüme, şimdinin geçmişe açılan yegâne kapısıdır. O varlık alanı açısından

    her daim açıktır.

    Derginin üçüncü önemli özelliği ise, Dergi’nin içeriğiyle ilgili iki makalenin

    de yer almasıdır. “İncelemeler, Düşünceler” bölümü altında, Hilmi Ziya Ülken’in,

    “Türk Felsefe Dilinin Gelişmesi” ve Halil Vehbi Eralp’in “Platon’dan Dilimize

    Çevrilen Bazı Diyaloglar” adlı çalışmaları dikkat çekicidir.

    Dergiye bir Önsöz yazan Ülken, şu cümlelerle amacını özetlemektedir:

    Türk dilini kendi yapısı içinde bir düşünce dili haline getirmek için çoktandır

    bir savaşa girmiş bulunuyoruz. Edebiyatçılar bu işe elli yıl önce başlamış, birçok

    tepkiler ve isteksizliklerle karşılaştıkları halde, yine de esaslı adımlar atmışlardır.

    Fakat ilim ve felsefe dili ona göre oldukça geri kalmıştır. Yakın zamanlara kadar

    yeni bir şiir veya hikayenin ifadesiyle herhangi bir ilim veya felsefe yazısı arasında

    göze batacak kadar büyük bir fark vardı. İlim ve felsefe dili yalnız uzmanlarına

    mahsus sayılıyor ve asla sadeleşemeyeceği ileri sürülüyordu. Bugün artık

    düşünenlerimiz böyle garip bir tezi benimsemekten uzak bulunuyorlar; aralarındaki

    fark olsa da sadeleşmenin hızında, ileri sürülen bazı kelimelerin beğenilip

    beğenilmemesindedir.5

    Ülken, dilin mekanik ve canlı yönü olduğunu reddetmez, ancak ona göre dil,

    “manevi” temellidir, yani içsel ve canlı olandır. Dilin kökü, “şuur ve irade”de yerini

    4 Macit, Mühittin (2011), “Tercüme Hareketleri,” ISAM cilt. 40, s. 498. 5 Ülken, Hilmi Ziya (1947), “Önsöz” Felsefe Tercümeleri Dergisi, İstanbul, s.1.

  • Tercümeler Ve Akademik Dünyamız? Ya Da “Tercüme Felsefesi”

    23

    bulur. Dil ancak, onu iş edinen kişilerce, yani düşünen insanlarca gelişir ve

    maneviyatını sürdürülebilir. Ona göre, “Kant’tan bir nesil önce Almanca düşünce

    dili değil” dir. Ancak Alman ulusunu oluşturan düşünce insanlarının şuur ve

    iradesiyle, “yazıcıların sürekli gayretleri” ile Alman dili bir düşünce ve felsefe dili

    haline getirmiştir. Bu gelişmeyi sağlayan kendiliğinden içsel bir devinim değil, o dili

    kullanan ve o dille yazan düşünce insanlarının sürekli bir çaba içinde olmalarıdır.

    Dil, sürekli yazı ve okumalarla kendine yenilik alanları yaratır. Dil salt bir uzmanlık

    alanı değildir. O, kültürün her bir alanından beslenir ve kendi yolunda kendi olarak

    gelişim sergiler. Dili uzmanlara ve onların insafına terk etmek, bir kültürün top

    yekûn yaratıcı edime katkısını kökten yok etmek demektir. Dil bir etkileş