Upload
others
View
11
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
FelsefeFelsefe
Süleyman DÖNMEZ / Milliyetçilik Üzerine Anlambilimsel Bir ÇözümlemeSüleyman DÖNMEZ / Milliyetçilik Üzerine Anlambilimsel Bir Çözümleme
Metin YASA / Felsefi Açıdan Kur'an'a BakışMetin YASA / Felsefi Açıdan Kur'an'a Bakış
Mevlüt Albayrak / Tercümeler ve Akademik Dünyamız? ya da "Tercüme Felsefesi" Mevlüt Albayrak / Tercümeler ve Akademik Dünyamız? ya da "Tercüme Felsefesi"
Cansel UZUN - Nurten KİRİŞ YILMAZ / Hegel ve Marx'ta Özgürlük DüşüncesiCansel UZUN - Nurten KİRİŞ YILMAZ / Hegel ve Marx'ta Özgürlük Düşüncesi
Bülent İNCİ - Cevdet YILMAZ / Teknoloji ve Kültürel SürdürülebilirlikBülent İNCİ - Cevdet YILMAZ / Teknoloji ve Kültürel Sürdürülebilirlik
Mevlüt Albayrak / Modern Sanat Sistemleri: Estetik Tarihiyle İlgli Bir Çalışma I-IIMevlüt Albayrak / Modern Sanat Sistemleri: Estetik Tarihiyle İlgli Bir Çalışma I-II
Felsefe
Süleyman DÖNMEZ / Milliyetçilik Üzerine Anlambilimsel Bir Çözümleme
Metin YASA / Felsefi Açıdan Kur'an'a Bakış
Mevlüt Albayrak / Tercümeler ve Akademik Dünyamız? ya da "Tercüme Felsefesi"
Cansel UZUN - Nurten KİRİŞ YILMAZ / Hegel ve Marx'ta Özgürlük Düşüncesi
Bülent İNCİ - Cevdet YILMAZ / Teknoloji ve Kültürel Sürdürülebilirlik
Mevlüt Albayrak / Modern Sanat Sistemleri: Estetik Tarihiyle İlgli Bir Çalışma I-II
Fels
efe
& T
eo
loji
Sayı: 3
0 M
art 2
019
Felsefe & Teoloji
Sayı: 30
Mart 2019
(Print) ISSN: 1302 – 8898(Print) ISSN: 1302 – 8898(Online) ISSN: 2148 – 7162(Online) ISSN: 2148 – 7162(Print) ISSN: 1302 – 8898
(Online) ISSN: 2148 – 7162
Her Sayısı Yeni Bir Dünya...Her Sayısı Yeni Bir Dünya...Her Sayısı Yeni Bir Dünya...
tabula rasa
Felsefe & Teoloji
Philosophy & Theology
30. Sayı
Mart (March), 2019
(Print) ISSN: 1302 – 8898
(Online) ISSN: 2148 – 7162
tabula rasa
Felsefe & Teoloji
tabula rasa: Felsefe & Teoloji Ulusal Hakemli bir dergidir.
tabula rasa: Philosophy & Theology is a refereed journal.
Üç Aylık Hakemli Akademik Dergi
A Quarterly Refereed Acedemic Journal
(Print)ISSN: 1302 – 8898 / (Online) ISSN: 2148 – 7162
Mart 2019/ 30. Sayı
Yayın Yönetmeni/ Editor in Chief
Prof. Dr. Mevlüt ALBAYRAK
Yayın Editörleri /Editors
Doç. Dr. Kevser ÇELİK
Doç. Dr. Nurten KİRİŞ YILMAZ
Yayın Editör Yardımcısı/Assistant Editor
Eyüp Can YÜKSEL
Mustafa MERCAN
Kapak Tasarımı ve İç Düzen / Desing
İbrahim ÇELİK
Eyüp Can YÜKSEL
Mustafa MERCAN
Kapak Fotoğrafı / Cover Photo
Doç. Dr. Kevser ÇELİK
Baskı Yeri / Print
32 Compy Center – Isparta
İletişim/ Contacs
Prof. Dr. Mevlüt ALBAYRAK
Süleyman Demirel Üniversitesi, Doğu
Kampüsü, Fen Edebiyat Fakültesi, Felsefe
Bölümü, 32260 Çünür/ ISPARTA
0246 211 41 85
Yayın Kurulu/ Editorial Board
Prof. Dr. Mevlüt ALBAYRAK (Süleyman Demirel Üniv.)
Prof. Dr. Kemaleddin TAŞ (Süleyman Demirel Üniv.)
Doç. Dr. Kevser ÇELİK (Süleyman Demirel Üniv.)
Doç.Dr. Nurten KİRİŞ YILMAZ (Süleyman Demirel Üniv.)
Prof. Dr. Ayhan BIÇAK (İstanbul Üniv.)
Dr. Öğr. Üyesi Ayşegül DOĞRUCAN (Akdeniz Üniv.)
Doç. Dr. M. Fatih DOĞRUCAN (Akdeniz Üniv.)
Dr. Öğr. Üyesi Önder BİLGİN (Akdeniz Üniv.)
Dr. Öğr. Üyesi Ömer Faruk ERDEM (Necmettin Erbakan
Üniv.)
Hakem ve Danışman Kurulu/ Advisory
Prof. Dr. Mevlüt ALBAYRAK (Süleyman Demirel Üniv.)
Prof. Dr. Kemaleddin TAŞ (Süleyman Demirel Üniv.)
Doç. Dr. Kevser ÇELİK (Süleyman Demirel Üniv.)
Doç. Dr. Nurten KİRİŞ YILMAZ (Süleyman Demirel Üniv.)
Prof. Dr. Levent BAYRAKTAR (Yıldırım Beyazıt Üniv.)
Prof. Dr. Musa Kazım ARICAN (Yıldırım Beyazıt Üniv.)
Prof. Dr. Hasan Aydın (19 Mayıs Üniv.)
Prof. Dr. Ayhan BIÇAK (İstanbul Üniv.)
Prof. Dr. Recep ALPYAĞIL (İstanbul Üniv.)
Prof. Dr. Vefa TAŞDELEN (Yıldız Teknik Üniv.)
Doç. Dr. S. Atakan ALTINÖRS (Galatasaray Üniv.)
Prof. Dr. Kasım KÜÇÜKALP (Uludağ Üniv.)
Prof. Dr. Milay KÖKTÜRK (Pamukkale Üniv.)
Doç Dr. Mehmet Ali SARI (Pamukkale Üniv.)
Prof. Dr. Mehmet AKGÜN (Emekli Öğr. Üyesi)
Doç. Dr. Fazıl KARAHAN (Pamukkale Üniv.)
Doç. Dr. Osman Zahid ÇİFÇİ (Selçuk Üniv.)
Prof. Dr. Ali Osman GÜNDOĞAN (Muğla Sıtkı Koçman
Üniv.)
Prof. Dr. Sabahattin ÇEVİKBAŞ (Muğla Sıtkı Koçman Üniv.)
Prof. Dr. Hüseyin Gazi TOPDEMİR (Muğla Sıtkı Koçman
Üniv.)
Prof. Dr. Mustafa YILDIRIM (Atatürk Üniv.)
Prof. Dr. Ruhattin YAZOĞLU (Atatürk Üniv.)
Prof. Dr. M. Hanifi MACİT (Atatürk Üniv.)
Prof. Dr. Hasan ASLAN (Akdeniz Üniv.)
Prof. Dr. Şahin FİLİZ (Akdeniz Üniv.)
Dr. Öğr. Önder BİLGİN (Akdeniz Üniv.)
Dr. Öğr. Üyesi Ömer Faruk ERDEM (Necmettin Erbakan
Üniv.)
Dr. Öğr. Üyesi S. Ertan TAĞMAN (Mehmet Akif Ersoy
Üniv.)
Prof. Dr. Turan KOÇ (İstanbul Sabahattin Zaim Üniv.)
Prof. Dr. Veli URHAN (Gazi Üniv.)
Prof. Dr. Kazım SARIKAVAK (Gazi Üniv.)
Prof. Dr. Zeki ARSLANTÜRK (Doğuş Üniv.)
Prof. Dr. Ahmet İNAM (Orta Doğu Teknik Üniv.)
Prof. Dr. Şamil ÖÇAL (Ankara Sosyal Bilimler Üniv.)
Prof. Dr. Hüsameddin ERDEM (KTO Karatay Üniv.)
Doç. Dr. Muttalip ÖZCAN (Maltepe Üniv.)
Prof. Dr. Naim ŞAHİN (Necmettin Erbakan Üniv.)
Prof. Dr. John B. COBB (Claremont School of Theology)
Prof. Dr. David R. GRIFFIN (Claremont School of Theology)
Prof. Dr. Philip CLAYTON (Claremont School of Theology)
Dr. John QUIRING (Claremont School of Theology)
Doç. Dr. Mustafa RÜZGAR (California State Üniversity)
Prof. Dr. Jay MCDANIEL (Hendrix College)
tabula rasa hakemli bir dergidir. Dergiye gelen yazılardan yazarlar sorumludur. Yazılan
yazılar alan uzmanları tarafından değerlendirdikten sonra yayımlanır. Yayın hakları dergi
yayın kuruluna aittir. Gelen yazılar yayınlansın, yayınlanmasın iade edilemez.
mailto:[email protected]
İçindekiler
Milliyetçilik Üzerine Anlambilimsel Bir Çözümleme ............................................................. 1 Felsefi Açıdan Kur’an’a Bakış ............................................................................................. 11 Tercümeler ve Akademik Dünyamız? ya da “Tercüme Felsefesi” ....................................... 19 Hegel ve Marx’ta Özgürlük Düşüncesi ................................................................................ 27 Teknoloji ve Kültürel Sürdürülebilirlik ................................................................................ 43 Modern Sanat Sistemleri: Estetik Tarihiyle İlgli Bir Çalışma I-II ....................................... 53
Contents
A Semantic Analysis of Nationalism ...................................................................................... 1 Philosophical View on Qur’an ............................................................................................. 11 Translations and the Academic World? or “The Translation Philosophy” ......................... 19 The Thought of Freedom in Hegel and Marx ....................................................................... 27 Technology and Cultural Sustainability ............................................................................... 43 The Modern Systems of the Arts: A Study in the History of Aesthetics I-II .......................... 53
ii
Editör’den…
Söyleyemedim
Sensiz geçen günleri
Sensiz geçen geceleri
Bir sonbahar akşamını
Bir kış gecesini
Bir ilkbahar esintisini
Bir yaz sıcağını
Söyleyemedim
Ne kadar uzak olduğunu
Bana ne kadar yakın olduğunu
Benim için şarkı olduğunu
Bir şiir olduğunu
Söyleyemedim
Bir şiir insanın başlangıcı mıdır? Bitişi midir? İnsanın içindeki bir sevinç, bir
hüzün, bir ayrılık, bir kavuşma mıdır? Şiirler insanın içindekileri döktüğü yerdir. Her
mevsimde insanın içindeki duygulardır şiir. Duyguların etrafa dökülmesidir.
Her sayı yeni bir dünya sloganımızın hakkını vermeye devam ediyoruz. tabula
rasa’nın bu sayısında, Prof. Dr. Süleyman DÖNMEZ’in kaleminden; “Milliyetçilik
üzerine Anlam Bilimsel Bir Çözümleme” yazısıyla başlıyoruz. Prof. Dr. Metin
YASA “Felsefi Açıdan Kuran’a Bakış”, Prof. Dr. Mevlüt ALBAYRAK “Tercimeler
ve Akademik Dünyamız? Ya Da Tercüme Felsefesi” ve “Modern Sanat Sistemleri:
Estetik Tarihiyle İlgili Bir Çalışma I-II”, Cansel UZUN & Doç. Dr. Nurten KİRİŞ
YILMAZ “Hegel ve Marx’a Özgürlük Düşüncesi”, Bülent İNCİ ve Cevdet
YILMAZ “Teknoloji ve Kültürel Sürdürülebilirlik”, adlı eser bu sayımızın,
okuyucularımıza sunmaktayız.
tabula rasa bu sayısında sizlere Milliyetçilikten- Kuran’a, Estetikten-
Teknolojiye, yeni bakışlarla huzurunuzda, diğer sayılarda olduğu gibi bu sayıda
bilim dünyasına farklı açılımlar sağlayacağını ümit ediyoruz.
Yeni Sayıda en kısa sürede buluşmak dileğiyle…
Editör Yardımcısı
Eyüp Can YÜKSEL & Mustafa MERCAN
Mart, 2019
MİLLİYETÇİLİK ÜZERİNE ANLAMBİLİMSEL BİR ÇÖZÜMLEME1
Süleyman DÖNMEZ*
Özet
Milliyetçilik, mâna esasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş
ilkelerinden en önemlisidir. Bugün itibariyle o, millet/milliyet topluluğunu esas alan
onu sevme ve yüceltme ana fikrine dayanan bir fikirdir. Bu şekliyle de tarihsel
dayanak itibariyle “din, ümmet, ırk, kavim” kavramlarıyla çatışan bir anlamı haiz
değildir. En azından mevzuyu çatışmacı bakışın dışına çıkartabileceğimiz anlamlara
ve yorum imkânına sahiptir.
Anahtar Kelimeler: Millet, milliyetçilik, ırk, kavim, ümmet
A SEMANTIC ANALYSIS OF NATIONALISM
Abstract
Nationalism, the Republic of Turkey is the most important of the state's
founding principles. As of today, it is based on the main idea of loving and glorifying
it based on the nation / national community. As such, it has no meaning in conflict
with the concepts of ”religion, ummah, race, tribe kav in the historical context. At
the very least, it has the meaning and the possibility of interpretation that we can take
out of the conflict.
Key Words: Nation, nationalism, race, tribe, ummah
Giriş Yerine
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türklük esasında dünü ve bugünü itibariyle bir
bütündür. Hele işimiz hakikat peşinde olan felsefe-bilim ise, olup bitenin bir
bütünlük içerisinde değerlendirilmesi zaruridir. Özellikle de yaşanan yaklaşık son
iki (19. ve 20.) yüzyıl Türk’ün şimdisi ve geleceği adına kendi içinde indirgeyici
olmayan karşılaştırmalarla dikkatlice incelenmelidir.
Bugünün Türkiye’si, özellikle siyasî icraat açısından bizim
kavramsallaştırmamızla öncesine nazaran “İkinci Yeni Türkiye”dir. Savunucusuna
ise İkinci Yeni Türkiyeci demekteyiz. Elbette İkinci Yeni Türkiye’yi doğru
anlayabilmek için “birinci” mesabesindeki “Yeni Türkiye”nin dün itibariyle içinde
kaldığı şartlar göz ardı edilmemelidir. Ancak o vakit “sofistik söylemler” ile üstü
örtülmek istenen “hakikat” bugüne kurban edilmeden dünden çekip çıkartılabilir.
1 Araştırma, Türk Yurdu Dergisi Haziran 2019 sayısında basılmış olan “Dünden Bugüne Milliyetçilik
Üzerine Bir Derkenar İkinci Yeni Türkiyecilerin Türklükle İmtihanı” başlıklı deneme yazısının
düzenlenerek makaleleştirilmiş halidir. * Prof. Dr., Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi.
E. Posta: [email protected]
Süleyman DÖNMEZ
2
Biz de bu yazımızda “hakikat” peşine bu çerçeve ile zeminde düştük. Bu istek ve
mevcut şartlarda varmayı umduğumuz hakikat, yaşanmışlık esasında fikridir.
Fikir geniş bir sözcüktür. Bir “şey”e dayanır. Bu durumda neyin fikrine
erişelim ki, “hakikat” yüzünü örtmesin? Bu yazıda yaşanmışlık esasında inceleyerek
hakikatine ermek istediğimiz mevzu “milliyetçilik”tir.
Milliyetçilik “Yeni Türkiye”nin kendini dayadığı temel kuruluş ilkelerinden
en önemlisidir. Bu nedenle biz bu yazıda “milliyetçilik” meselesini fikir bakımından
dünden bugüne doğru teşrih masasına yatırırken mevzunun günümüz
Türkiye’sindeki “güncel” yansımalarına girmemeye çalışacağız.
Milliyetçilik Üzerine
Milliyetçilik, Türk-Osmanlı Devleti’nin dünya ölçeğinde birçok bakımdan
gerilemeye başlamasıyla beraber karşılaştığı ve gerilemenin tetiklediği çözülme ve
dağılma meselesine çözüm olarak sunulan bir mevzudur. Esasen mevzu, Ziya
Gökalp’in inşa etmeye çalıştığı “Yeni Türkiye” ile değil, Tanzimat fermanıyla
görünür olmaya başlamıştı. Görünen bir meseleye dönüştü. Üzerine düşünüldü.
Tartışıldı.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda ise, belirli oranda milliyetçilik meselesi
bir çözüme kavuşmuş görünür. Öyle ki, milliyetçilik çözülmesi gereken bir mesele
değil, çıkabilecek sorunların önünü kesen bir esastır. Bu nedenle “Yeni Türkiye”nin
üzerine inşa edildiği temel esaslar arasında yerini almıştır.
Demek ki, Yeni Türkiye inşa edilirken aslında milliyetçilik mevzusu kafa
karıştıran bir husus değildir. Zaten o günkü ahvâl, yapılan tartışmalar gizli kapaklı
değildir. Fikir bakımından milliyetçiliğin ne olduğu da ehil olana açık ve seçiktir.
Milliyetçiliğin günümüz İkinci Yeni Türkiye’sinde hâlâ halledilememiş bir
mesele olarak tartışma zemini bulması ise, İkinci Yeni Türkiyecilerin hem “birinci”
Yeni Türkiye’ye geçiş ile öncesini hem de “birinci” Yeni Türkiye’ye geçiş sonrası
ile sonrasının sonrası arasındaki ilişkileri ve ayrımları yeterince idrak
edilememesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü İkinci Yeni Türkiye’de Yeni
Türkiye’nin dayandığı temel ilkelerden biri olan “milliyetçilik”, sıkça
“nasyonalizm” ile karıştırılarak değersizleştirilmek istenmektedir. Oysa özelikle
Gökalp’in meseleyi ele alış tarzı ve “milliyetçilik inşası” nasyonalizmden çok farklı
görünür. -Aradaki ayrımı gösteren birçok yayın vardır. Daha ziyade milliyetçi ve
ülkücü olarak bilinen kesimin bu bağlamda yazıp çizdikleri önemlidir. Mesela İkinci
Yeni Türkiyeciler, sadece Rahmetli Erol Güngör’ü önyargılardan kaçmaya çalışarak
anlamak ve sorunları çözmek için okumuş olsalar, karışık kafaları süratle
düzelebilir.-
Türkçe’de “-et” eki ile biten birçok sözcüğün geçmişi çok uzun değildir.
“Milliyet” kelimesi de nispeten gençtir. Türk-Osmanlı uleması, Türkçe’nin temas
halinde bulunduğu diğer dillerden gelen sözcükleri “millet kalma” bilincinde
olduklarından Türkçeleştirmekten geri durmamışlardır. “Milliyet” kelimesi de
“nation” sözcüğü ile karşılaşıldıktan sonra “nation kavramı”ndan ayrıştırılarak Türk
duyuşu ve idraki esasında “millet kalabilmek” adına mefhumlaştırılmıştır.
Milliyetçilik Üzerine Anlambilimsel Bir Çözümleme
3
“Millet kalma”, “millet olma”dan sonraki hâldir. Bu nedenle Türk-Osmanlı
uleması, millet olmaktan daha çok millet olarak kalabilmenin uğraşısını
vermişlerdir. Bu zeminde “milliyet” kelimesi de “nation” sözcüğünün karşılığı
olarak “mille” mefhumundan türetilmiştir. -Son cümlede ve yukarıdan beri
kullandığımız ve kullanacağımız, “kelime-sözcük ve mefhum-kavram, mâna-anlam,
mesele- sorun, mevzu- konu, vs.” terimleri mâna-anlam alakası noktainazarından
eşanlamlı değildir. Aralarında mâna ve anlam farkları vardır. Bu çalışmada bu
farklara girilmeyecektir. Aralarındaki fark düşünmenin yönü ve dayanağı itibariyle
açığa çıkar. Fark yaratan bu noktainazarlar gözden kaçtığında anlama ile
yorumlamada indirgeme ve karıştırma kaçınılmaz olur.-
Türk-Osmanlı ulaması, “nation” sözcüğünün “milliyet” sözcüğü ile mâna
bakımından özdeş olmadığının bilincindedir. Bu nedenle diller arası temasa dayalı
açığa çıkan bir mesele olarak “nation fikri” enine boyuna tartışılmıştır. Sonuç
itibariyle de “nation” sözcüğünden ciddi anlamda ayrışarak “mille/millet” esasında
temellenen “milliyet” kelimesi, mefhumlaşmış ve Yeni Türkiye’nin dayandığı
esaslar arasında yer almıştır.
Son dönem Türk-Osmanlı uleması, mesela 19. yüzyılın ikinci yarısına
gelindiğinde, “millet mefhumu”ndan “ne” anlamaktaydı? O dönemde yazılıp
çizilenler karıştırılınca mefhumun bazı çevrelerce hem “din” (mille), hem “kavim”
hem de “ırk” kelimelerine dayandırılarak kavramsallaştırılmak istendiği fark edilir.
Ancak zaman itibariyle gittikçe mâna esasında ayrıştırılacak olan bu
dayandırmaların nasıl anlam değiştirdiğini gözden kaçırmamak gerekir. Mesela
“ırk” kelimesi, Gökalp’in de kendisine “ırkçısın” diyenlere karşı söylediği “ırk,
atlarda aranır” şeklinde verdiği cevaptan da anlaşılacağı üzere daha çok “cins”
anlamında kullanılmaktadır. “Cins” anlamına gelen bu “ırk”, ikinci Yeni
Türkiyeciler nazarında Gökalp’in “Yeni Türkiye” inşasındaki milliyetçiliğin
dayandığı esasa dönüştürülebilmektedir. Benzer şekilde “millet” kavramı ile aynı
mânâyı çağrıştıran “ümmet” sözcüğü de muhtemelen “nation” sözcüğünün yarattığı
karmaşanın etkisiyle hız kazanan siyasî ve sosyal birlik arayışları çerçevesinde
henüz üst bir kullanıma sahip değilken, tarihsel bağlamından ve içeriğinden
kopartılarak İkinci Yeni Türkiye’de oldukça farklı anlam ile bağlamda
kullanılabilecektir.
İkinci Yeni Türkiye’nin milliyetçiliği idrak biçiminde ciddî bir sorun var.
Şimdi bu sorun üzerinde biraz duralım.
Sorunun nirengi noktası, kendi kültür ve mâna dünyasından kopan bir neslin
trajik olarak ‘kendini kendi olmayan ve kendini anlayamayanlar üzerinden anlamak’
istemesidir. Bu istek ve gayret İkinci Yeni Türkiyecilerde ciddî kavram ile anlam
kargaşaları doğurmuştur. Öte yandan mevzunun esasına vâkıf olan, lâkin şu ya da bu
sebeple bilerek ve isteyerek kavram kargaşaları ile anlam karmaşasını körükleyen
kesimler sürekli var olmuştur. İşte İkinci Yeni Türkiye’de kafa karışıklığının ve bu
kafa karışıklığından neşet eden parçalayıcı icraatlara kalkışılmasında temel sebep bu
vicdanı kirlilerin devleti işleten yerlerde etkin ve yetkili olmalarıdır. Onların sayısı
gerçekte çok değildir. Ama stratejik yerlerde yetkili kalarak etkin olabildikleri için
meselenin künhüne vakıf olmayanları yönlendirmek suretiyle devleti ve milleti
felakete sürükleyebilmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk
milletinin nicedir yaşadığı talihsizlik budur.
Süleyman DÖNMEZ
4
Mesele kısmen ifşa edildiğine göre şimdi sorunun çözümüne bir yol
bulabilmek için, “kendini kendi olmayan ve kendini anlayamayanlar üzerinden
anlamak” ibaresini biraz açalım.
Türk milleti, kadim tarihi dinamikleriyle kendine yeten devletler kurmayı
becermiştir. Türkiye Cumhuriyeti de bu nitelik ile dayanaktan yoksun olunmadığı
için kadim Türk Devleti’nin Türk-Osmanlı döneminden sonraki halka olabilmiştir.
Türk-Osmanlı Devleti, özellikle son iki asırda kendinden ve kadim
geleneklerinden gittikçe uzaklaşan bir çizgiye kaymaya başlamıştı. Doğal olarak bu
yoldan çıkma, devleti süratle geriletir ve dağılma aşamasına getirir. Gidişatın
vahametinin idrakinde olan dönemin kahtıricali, devleti toparlayıp kurtarmanın
yollarını aradılar. Çözüm yolunun ise bir dönem kendilerini geride bıraktığını
düşündükleri devletlerin ilmî, askerî, ictimaî nizamlarına eklemlenmek olduğunu
sandılar. “Batıcılık/Batılılaşma” olarak karşımıza çıkan bu model, büyük bunalımlar
doğuracaktır ve doğurmuştur.
“Batıcılık” kadim Türk milletinin “ilerleme ülküsü” bakımından sürekli
Batıya doğru bir akın iken, son birkaç asırda akının ve akanın yönü değişmeye başlar.
Millet olarak Türkler, Batıdan gelen akın ile akımlara aslında alışıktırlar. Ama
Tanzimat öncesindeki bu akın ile akımlar ile Tanzimat sonrası Batı ile temas, nitelik
ve duyuş açısından tamamen farklıdır. Öncesinde bir mukavemet ve püskürtme
ağırlık kazanırken sonrasında gittikçe tozu artan bir teslimiyet ve eklemlenme ön
plandadır.
Sonraki tavır, kadim Türk milletini özünden koparacaktır. Artık, ‘kendini
kaybeden bir millet’ ‘kendini, kendini anlayamayanlar üzerinden anlamaya’
yönelecektir. “milliyet kavramı”nın” kadîm millet mefhumu”ndan kopartılarak
“afakî bir nation kavramı” ile özdeşleştirilmesi de bu tür bir garabet kavram
kargaşasının en çürük halkası olacaktır.
Batı dünyası Türk milletinin birçok kelime ile mefhumunu anlayamamıştır.
Türk’ün “millet mefhum da Batının idrakte zorlandığı kavramlar arasında yer alır. –
Mesela bu cümledeki “mefhum” ile “kavram” (yukarıda da dikkat çektiğimiz gibi)
aynı içeriğe sahip değildir. Kavram, dış esasında bir sözcüktür. İçsizdir. Mefhumun
ise, içi doludur. İçlidir. Mefhum, iç esasında kavramı kuşatır. İçe vakıf olmadan dış
esasında kavramsal bakış, mefhumu vermez.- (Burada mâna ve anlam bakımından
mefhum-kavram ilişkisi ile farkı üzerine daha fazla bilgi vermeyeceğim. Mevzunun
nasıl temellendiğini merak edenler benim diğer yazılarımı inceleyebilirler. Esasen
bu yazının doğru olarak anlaşılabilmesi için bizim dikkate sunduğumuz
inceliklerden haberdar olunması gerekir.)
Millet, mefhumunu Batı dünyasının doğru kavrayamadığını sadece batılıların
yaptığı Kuranıkerim tercümelerine baktığımızda bile kolayca anlayabiliriz. Öyle ki,
batılılar Kuranıkerim’de geçen “millet, ümmet, kavim” kelimelerini anlam
bakımından özdeşleştirerek “nation” olarak tercüme etmişlerdir. Batının bu basiret
fukaralığı İkinci Yeni Türkiyecilerin dayanağı olunca kavram kargaşasının içine
düşülmüştür. Oysa bu üç kelime ciddi mâna farklarına ve anlam dönüşümlerine
sahiptir. Bu durumda yapılması gereken yönümüzü kendimize döndürmektir.
İkinci Yeni Türkiyecilerin kavram kargaşasından kurtulabilmesi için mefhum
esasında sorması gereken sorular şunlardır:
Milliyetçilik Üzerine Anlambilimsel Bir Çözümleme
5
Türk-Osmanlı döneminde üretilen “milliyet mefhumu” Batıda dahi bulanık
olan “nation kavramı”nın karşılığı olabilir mi?
Acaba hem Türk-Osmanlı’da hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda
“İslamcılık-Türkçülük-Batıcılık” noktainazarından tartışılarak milliyetçiliğe
dayanak kılınan “millet mefhumu”nun bizde kökü ve dayanağı yok mu ki, Batının
“nation kavramı” içinde erittiği sözcükler üzerinden tanımlansın?
Yeni Türkiye’nin fikir esasında inşasında Gökalp, “İslam ümmetinden, Türk
milletinden Batı medeniyetinden” derken ne tür bir ülkünün peşine düşmüştü?
Gökalp, “nation” ile “millet” arasındaki mânâ esasında anlam farkını
göremeyecek kadar basiret fukarası mıydı?
Sorular çoğaltılabilir.
Sözü dolaştırmadan bağlayalım. Gerek Gökalp gerekse öncekiler meselenin
farkındadırlar. Aklı başında bir çözüm sunmanın telaşındadırlar. Mevzu kesinlikle
İkinci Yeni Türkiyecilerin kavradığı ve sunduğu minvalde değildir. İkinci Yeni
Türkiyeciler, meseleyi ne anlamış ne de kavramış görünmektedirler.
Mesele izah edilip yorumlanırken öne sürülen fikirleri üretildiği dönemin
siyasî bağlamından ve hedeflerinden koparmak, araştırıcıyı yanlış hükümler
vermeye sevk edecektir. Bu nedenle “millet mefhumu”nun Yeni Türkiye’nin
inşasında kazandığı anlamı ve “millet”e dayanan milliyetçiliği, dış sâiklerle değil, iç
esasında idrak etmeye çalışmak gerekir. “Türk milleti” ifadesinin mânâsını idrakte
de aynı hassasiyet gösterilmelidir.
Meselenin anlaşılmasındaki hatalara dayanarak mevzuyu açmaz bir konuma
sürüklemek, zihin bulanıklığından naşi bir fikir yoksunluğu doğurur. İkinci Yeni
Türkiyecilerin yaşadıkları zihinsel kargaşa da böylesi bir fikir yokluğundan ileri
geldiği söylenebilir.
Yeni Türkiye’nin kuruluş esasları içinde yer alan milliyetçilik –Türkçülük-
Batı tarzı milliyetçiliklerden tamamen farklıdır. Çünkü mevzular aynı değildir.
İçerikleri farklı olduğu gibi, hedefleri de farklıdır. Aksi takdirde “İslamcı” olduğu
yazılıp çizilen Türk milletinin İstiklâl Şairi M. Âkif Ersoy’un İstiklâl Marşında
kullandığı “millet”, “ırk” gibi mefhumları anlamakta zorlanırız.
Kavram kargaşasına düşmeden manayı idrakte kelime/sözcük ile
mefhumların/kavramların devirden devire, okuldan okula ya da mütefekkirden
mütefekkire nasıl mâna/anlam değiştirdiğini ayrıştırarak gösteren eserlere; özellikle
de lügatlere/sözlüklere müracaat yol göstericidir. –Lâkin bu tarz
lügatlerimiz/sözlüklerimiz maalesef henüz yok. En azından yeterli değil.- Bu
eksiklik hem Yeni Türkiyecilerin hem İkinci Yeni Türkiyecilerin hassaten de Türk
Dil Kurumu’nun en büyük ayıbıdır.
Bugün elimizde 21. yüzyıla kadar getirilmiş derli toplu örneklerle zihni açan
kavram sözlüklerimiz olmasa da günümüzde yaşanan zihin karışıklıklarını
gidermeye muktedir ekseri “Yeni Türkiye” inşası öncesi kaleme alınmış olan birkaç
lügatimiz/kamusumuz var. M. Akif de Z. Gökalp de yazıp çizerken dönemlerindeki
lügatlerde açıklanan kelime ve mefhumlar ile fikirlerini izah ettiler. Bu durumda
Yeni Türkiye’ye ilke olan “milliyetçilik” mevzusunu doğru olarak anlayabilmek için
Süleyman DÖNMEZ
6
bu lügatlerden birisine yönelelim. Bu yöneliş mevzunun nasıl bir mesele
doğurduğunu da idrakte zihin açıcı olacaktır.
Büyük Mütefekkir Şemseddin Sâmî,’nin yazdığı “Kamûs-ı Türkî” 1901 de
basıldı. “Kamûs-i Türkî” artık internet aracılığıyla da ulaşabildiğimiz bir lügat.
(http://www.kamusiturki.com). Yaklaşık 120 yıl önce yazılan bir lügatte “millet,
milliyet ve millî” kelimelerinin nasıl açıklandığını kafa karışıklığını giderebilmek
için aktarıp yorumlayalım:
“Millet (cem’i: milel). 1) Din, mezhep, kîş: millet-i İbrahim; din ve millet ikisi
birdir. 2) Bir din ve mezhepte bulunan cemaat: millet-i İslâm; milel-i muhtelife
ruesâsı (Lisanımızda bu lügat sehven ümmet ve ümmet lügati millet yerine kullanılıp
mesela ‘milel-i İslâmiye’ ve ‘Türk milleti’ ve bilakis ‘ümmet-i İslâmiye’ diyenler
vardır. Hâlbuki doğrusu ‘millet-i İslâmiye’ ve ‘ümem-i İslâmiye’ ve ‘Türk ümmeti’
(Altını ben çizdim) demektir. Zira millet-i İslâmiye bir ve ümem-i İslâmiye yani din-
i İslâma tabi akvâm ise çoktur. (Altını ben çizdim) (Tashihen isti’mal elzemdir).”
“Millî / Milliye. (millet’ten). 1) Din ve millete mensup ve müteallik: âdâb-ı
milliyemiz. 2) (galat olarak) Bir kavim ve cinsiyete mensup ve müteallik: Macarların
millî kıyafetleri.”
Milliyet. (lügat-ı müvellede). 1) Din, mezhep, millet: herkes milliyetini
muhafaza etmelidir. 2) (galat) Cinsiyet, kavmiyet: Japonların milliyetleri.”
Görüldüğü üzere, 20 yüzyılın başında “millet” kelimesi ile kastedilen dindir.
Bu durumda milletin ne olduğunu anlamak dinin ne olduğunu anlamaya bağlıdır.
Unutulmaması gereken millet ile dinin karşıt mefhumlar olmadığıdır. Öte yandan
‘bir din ile mezhepte bulunan cemaate’ de “millet” denmektedir. Ş. Sâmî’nin izahına
göre bu, “millet mefhumu”nun ikinci anlamıdır. Yani birinci anlam (mâna) ikinciyi
(anlam) içine alır. Önce genel anlamda (mâna esasında) “millet” ya da “din”,
sonrasında ise onun altına yerleşen “milletler” ya da “dinler” gelir.
Ş. Sâmî, lügatinde döneminde yaşanmaya başlayan “kavram” karmaşasının
farkındadır. Karmaşa, kargaşaya dönüşmeden “milleti” uyarır. Ancak günümüz
itibariyle Ş. Sâmî’nin uyarılarının dikkate alınmadığı ifade edilebilir. Öyle ki,
mefhumların asıl anlamlarını (mânalarını) tâlî anlamlar üzerinden önce puslandıran
ve sonrasında da farklı anlamalara (mânalara) büründürenler, İkinci Yeni
Türkiyecilerin kökleridir. S. Sâmî ise “birinci” Yeni Türkiye’nin fikir inşacısı
Gökalp’in dayanağıdır.
Ş. Sâmî, özellikle dilimizde (Türkçe’de) “millet” ile “ümmet” mefhumlarının
karıştırılmasından rahatsızdır. Zira o, ilerde doğabilecek ciddî karışıklıkların önüne
geçmek istemektedir.
Bugünün İkinci Yeni Türkiyecisi ise –hatta milliyetçisi de- Ş. Sâmî’nin doğru
kullanım olarak verdiği “Türk ümmeti” ifadesini anlamaktan aciz duruma getirilmiş
görünmektedir. Artık “İslâm ümmetleri” yahut “Türk ümmeti” ifadeleri ile “İslam
milleti” ifadesi hem idrak edilememekte hem karıştırılmakta hem de
çatıştırılmaktadır.
İçine düşülen kafa karışıklığını daha iyi görebilmek için, günümüz idrakinde
“millet” ve “ümmet” mefhumlarının tâlî anlamlarının ilk anlamların yerine ikame
edilerek milliyetçilik bağlamında meselenin nasıl kronikleştirilip açmaza
Milliyetçilik Üzerine Anlambilimsel Bir Çözümleme
7
sürüklenmiş olduğunu bu kez de “ümmet mefhumu” bağlamında gösterelim.
Zihnimiz daha doğru çalışması için “ümmet” ile birlikte “kavim, cins, ırk”
kelimelerinin anlamlarını da verelim.
Ş. Sâmî, “ümmet, kavim, cins ve ırk” kelimelerinin her birine mâna esasında
nasıl bir anlam yüklemişti?
“Ümmet (cem’i: ümem). 1) Bir lisanla mütekellim insanların mecmuu (Altını
ben çizdim): ümem-i kadîme; ümem-i müteahhire; ümem-i İslâmiye. 2) Bir
peygamberin din-i hakka davet etmeğe min-tarafillâh (Allah tarafından) memur
olduğu cemaat. Ümmet-i davet: Davet olunup da inkârda ısrarla iman
getirmeyenler. Ümmet-i icabet: Davet olunup da imana gelenler. Ümmet-i
Muhammed (s.a.v.): Fahr-i kâinat Efendimizin davet buyurdukları kavm-i necib-i
Arap ve ba’dehu bunlara tâbi olan Acem ve Berber ve Türk ve sâire, millet-i
İslâmiye. (Lisanımızda galat-ı fâhiş olarak bu kelime ‘millet’ mânâsıyle ve ‘mille’
lügati bunun yerine kullanılıp meselâ ‘ümmet-i İslâmiye’ ve ‘millet-i Osmaniye’
(Altını ben çizdim) deniliyor. Hâlbuki aksine denilmek iktiza eder. Böylece hataların
lisan-ı edebîden olsun dûr (uzak) tutulması elzemdir).”
“Kavim (cem’i akvâm). 1) Cemaat-ı beşeriye, beynlerinde (aralarında)
münasebet olup bir heyet teşkil eden insanlar, küçük ümmet veya bir büyük ümmetin
şubesi (Altını ben çizdim): Kürt kavmi; Çerkes Kavmi; Türküman kavmi; akvam-ı
Arap, Kavm-i âd; kavm-i Semûd, kavm u kabile: Afrika-yı cenubî akvâm-ı
vahşiyesi. 2) Bir peygamberin b’as buyurulduğu (gönderildiği) cemaat: kavm-i Nuh;
kavm-i Lût.”
“Cins: (cem’i: ecnâs). 1) hayvanat ve nebatât ve sâirenin beheri ki envâ’a
münkasim bulunur (…). 2) Soy, nesil, ırk: Bu tay falan kısrağın cinsindendir. 3.
Kavim, kabile: Arnavut, Çerkes cinsi. 4. Türlü, nevi (…)”
“Irk (cem’i: uruk). 1) Kök, asıl, bîh (…). 2) Damar, reg (…). 3) Nesil, sülale,
zürriyet, nesep: Bazı hayvanatın ırkı münkatı olmuştur (kesilmiştir). 4) Cins, nevi,
şube: nev-i beşerin ırk-ı ebyazı (beyaz ırk), ırk-ı asferi (sarı ırk) (…).”
Ş. Sâmî’nin Kamûs-i Türkî’si, günümüzdeki millet-ümmet çatışmasının
sonradan peydahlanan bir sorun olduğunu açıkça göstermektedir. Ümmet, onun
açıklamasına göre ‘bir dil ile konuşan insan topluluğudur.’ Bu durumda “Türk
ümmeti” Türkçe konuşan insanlar topluluğu olur. “Türk milleti” de aynı anlamı
haizdir. Demek ki, ümmet ya da millet, “din” ile değil, konuştuğu “dil” ile
farklılaşmaktadır. Çünkü dil “din” kurmaz. Öyleyse “millet-i İbrahim” dendiğinde
“dil” esasında ayrılan “millet” ya da “ümmet” anlaşılmaz. Zira üst kurucu ilke olarak
“din” birdir. Bu nedenle bizlere daha çocukken dinî bilgi verilirken “Hz. Âdem’in
zürriyetinden, Hz. İbrahim’in milletinden, Hz. Muhammed’in ümmetinden”
olduğumuz öğretilir. “Hz. Muhammed’in ümmeti olmak” demek, Hz.
Muhammed’in tarafsız olarak hak dine davetinin muhatabı olan bir topluluk olmak
anlamına gelmektedir. Türkler de “millet” olarak din-i İslâm’a davetin muhatabı
olmuşlardır. Hz. Muhammed’in ümmeti olmak, Türk milleti olmaktan vazgeçerek
“Arap milleti” ya da “Arap ümmeti” olmak demek değildir. Mevzunun “kavim, ırk
ve cins” mefhumları üzerinden ayrıştırılması da mümkün görünmemektedir. Ama
biri ötekine geçişken olan bu kelime ile mefhumlar dünden bugüne İkinci yeni
Türkiyecilerce birleştiricilikten soyulmuş, ayrıştırıcı duvar hâline getirilmiştir.
Süleyman DÖNMEZ
8
Dil, canlı bir varlıktır. Dilin ana unsurlarından olan kelime/sözcük ile
kavramlar da hareketlidirler. Anlam bakımından yerinde durmazlar. Az ya da çok
mâna kaymalarına muhakkak uğrarlar. Bu hareketlilik, sorunların çözümünde
avantaj sağlar. Lâkin bu hareketliliği ve değişimi unutup dünün anlamını bugüne,
bugünün anlamını düne yansıtarak meseleler çözüme kavuşmaz. Dahası, mevzunun
ne olduğu idrak edilmeden çıkar uğruna ya da ideolojik körlüklerle anlık sorunlar
üretilerek milletin mâna ve mefhum dünyası paramparça edilir.
Milliyetçilik, mâna esasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş
ilkelerinden en önemlisidir. Bugün itibariyle o, millet/milliyet topluluğunu esas alan
onu sevme ve yüceltme ana fikrine dayanan bir fikirdir. Bu şekliyle de tarihsel
dayanak itibariyle “din, ümmet, ırk, kavim” kavramlarıyla çatışan bir anlamı haiz
değildir. En azından mevzuyu çatışmacı bakışın dışına çıkartabileceğimiz anlamlara
ve yorum imkânına sahiptir.
Sonuç Yerine
Biz bu yazımızda “Millet” mefhumunun anlam zenginliğini ve bu anlamların
Ş. Sâmî tarafından nasıl düzenlendiğini ve bu düzenleme esasında milliyetçiliğin
mâna esasında dinle bir çelişki, karşıtlık doğurmadığını gösterdik.
“Milliyet” dendiğinde de anlaşılması gereken “aynı milletten olma” hâlidir.
Hem “millet” hem de “milliyet” mefhumu, “inanç, (ortak) tarih, dil, gelenek, kültür,
ideal, vatan birliği bakımından kesişir. Meselenin “Türk mefhumu” üzerinden
ayrışması da mümkün değildir. Çünkü “Türk mefhumu”nun İslâm milleti ve dini ile
çatıştırılması, “nation” kavramı üzerinden yapılan yanlış okumaların bir sonucudur.
Acilen bu yanlış algıdan “milleti” kurtarmak gerekir.
Türkler, İslam’la müşerref olmuş bir topluluktur. Konuştukları dile Türkçe
denir. Türk olmak Türkçe konuşmak, İslam’la çatışmak anlamına gelmez. Bu
zeminde Türk milliyetçiliği mevzusu da “kavim, ümmet, milliyet ve millet”
kavramları arasındaki bütünleştirici geçişkenlik korunduğu müddetçe yanlış anlama
ile temellendirmelere maruz kalmaz. Din adına sorun olmaktan çıkar.
Öte yandan tarihsel açıdan mevzuyu son iki yüzyılın daha da gerilerine
giderek anlamayı denemek zihnimizi daha da açar. Bu deneme İkinci Yeni
Türkiyecilere “Türk” mefhumunun Müslümanlıkla özdeşleştiğini daha rahat
gösterecektir. Özellikle Batılıların “İslâm dini” yerine niçin “Türk dini” ifadesini
kullandıkları üzerine çokça düşünülmelidir.
“Türk dini söylemi” Türk-Anadolu beldelerine Pir-i Türkistan Hoca Ahmet
Yesevî’nin erenlerinin etkisiyle daha 13. yüzyıllarda batılıların zihnine yerleşmiş bir
kavratışa işaret eder. Öyle ki, bu kavratışın sonunda batılılar din değiştiren ya da
İslâm ile şeref bulana “Türk oldu” demekte bir beis görmemişlerdir.
Elbette Müslüman olmanın Türk olmakla özdeşleşmesi, ne Türklüğü ne de
İslâm’ı ve Müslümanlığı zedeleyen bir söylemdir. Mevzunun ve söylemlerin
zamanın akışı mekânın değişimi ile açığa çıkan meseleler karşısında mâna esasında
yeniden düzenlenmesi, aklın ve dinin gereğidir.
Türkler, tarihin çok erken dönemlerinde “millet” olmayı becermişlerdir.
Çeşitli dinlere de girip çıkmışlardır. Son olarak da İslâm’la tanışmışlardır. İslâm ile
Milliyetçilik Üzerine Anlambilimsel Bir Çözümleme
9
Türklüğü de ne çatıştırmışlar ne karıştırmışlardır. Elbet birçok alanda bir dizi yanlış
anlamalar olduğu gibi, Türklük-İslâmlık ilişkisi ile Türk milliyetçiliğinin
Müslümanlıkla kurduğu bağ, özellikle son zamanlarda kopartılmak istenmiştir. Bu
kopartma çabası ile gayreti maalesef bugün de “İkinci Yeni Türkiyeciler” ile bazı
sözde “Yeni Türkiyeci, Türkçü, ulusalcı, milliyetçi, İslâmcı, vs.” söylemler
üzerinden sürdürülmek istenmektedir. Yaşanmışlık esasında bu ayrıştırma imkân
dâhilinde değildir.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin içine düşürüldüğü hâl, hepimizin
ayıbıdır. Bu ayıptan Türk milletini kutuplaştırarak kurtulamayız. Millet, günümüzde
dinden anlaşıldığı şekliyle din bir olduğu halde “din birliği” ile ayakta kalmaz.
Ancak ‘milleti millet yapan’ temel unsurlar korunup kollandığı sürece bir olan dinin
tezahürleri ‘millete’ zeval vermez.
‘Milleti millet yapan’ ve ‘millet olarak kalmasını sağlayan’ en hayati bağ ise
dildir. Dil birliğinin olmadığı yerde “millet” çözülür. “Din” bozulur. “Bayrak” düşer.
“Vatan” küçülür. En nihayet devlet kaybedilir.
KAYNAKÇA
Şemsettin Sami, Kamus-ı Türkî, İst. Elif Ofset, 1978.
Hilmi Ziya Ülken, Millet ve Tarih Şuuru, Türkiye İş Bankası Kültür yayınları, 2. Basım,
İstanbul 2013.
Uriel Heyd, Ziya Gökalp: Türk Milliyetçiliğinin Temelleri, Terceme: Cemil Meriç, Sebil
Yayınevi, İstanbul 1980.
Sadri Maksudi Arsal, Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları, Ötüken Neşriyat, 4. Baskı,
İstanbul 1979.
Süleyman DÖNMEZ
10
FELSEFİ AÇIDAN KUR’AN’A BAKIŞ
Metin YASA*
Özet
Bu makalemizde, felsefi açıdan Kur’an’a bakışı hazırlayıcı kimi bilgiler,
felsefi açıdan Kur’an’a bakışın kimi gerekçeleri ve konunun örnekler ışığında
irdelenmesi gibi temel konular üzerinde durulmakta ve sonuçta felsefi açıdan
Kur’an’a bakışın kaçınılmaz olduğu vurgulanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kur’an, Felsefe, Kur’an Felsefesi.
PHILOSOPHICAL VIEW ON QUR’AN
Abstract
Our article deals with some subjects such as the some preparatory
informations and reasons to the philosophical view on Qur’an and discussing them
in the light of examples. And as a result it is emphasized that it is necessary to look
at Qur’an from philosophical point of view.
Key Words: Qur’an, Philosophy, Qur’anic Philosophy.
A. Felsefi Açıdan Kur’an’a Bakışı Hazırlayıcı Kimi Bilgiler
Felsefi açıdan Kur’an’a bakışı hazırlayıcı bilgiler bağlamında, İ.
Baltacıoğlu’nun Kur’an felsefesi ifadesine, M. M. Şerif’in Kur’an ile felsefenin
ortaklaşa tartıştığı sorunlara dikkat çekişine ve doğrudan Kur’an’dan alıntılanacak
kimi ayetlere işaret edilebilir.
Doğrusu, “Kur' an felsefesi de benim hayatımda çok geç ve çok güç olarak elli
yaşından sonra, ele aldığım çetin konulardandır”1 diyen Baltacıoğlu, kendi
kavramsallaştırmasıyla Kur’an felsefesi konusunda özetle şunları söyler: Kur'an
felsefesi ne demektir? Kur’an felsefesi, kişinin, kendi ve bir müfessirin özel ve
kişisel anlayışına göre değil, doğrudan Kur' an ayetlerine göre aşağıdaki türden
konuların sorgusuna doğru karşılıklar verebilecek olan bilgidir. Bu cümleden olarak,
varlık, yaşam, insan, doğruluk, sonsuzluk ve Tanrı gibi konuların sorgulanması ve
ilgili sorgu sonucu anılan konulara Kur'an metnine uygun olan karşılıkların
verilmesi, Baltacıoğlu’na göre, Kur'an felsefesini meydana getirecektir. Öte yandan,
Baltacıoğlu, Kur’an felsefesini anlatırken kimi noktalara da değinir. Bu noktalardan
biri, Kur’an’ın konusu olan gerçekliklerdir. Ona göre özelde Kur’an’ın ışıklarını
getirdiği evren, dış evren, eşya evreni, her hangi bir iç evren değil, insandaki derin,
* Prof. Dr. O. M. Ü. İlahiyat Fak. 1Bkz.:İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, “Kur’an Felsefesi Üzerine İnceleme”,
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/740/9444.pdf/, s. 4. (20. 01. 2018).
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/740/9444.pdf/
Metin YASA
12
karanlık, bilinmez olan bir evrendir. Böylesine gerçek bir evrene, din dışında, ne
bilim, ne mantık, ne düz dil, ne bir araç erişebilir.2
Öte yandan, Baltacıoğlu; Kur’an felsefesi ile aklı aktif bir biçimde
kullanmanın bir türü saydığı felsefi sezgi arasında şu türden bir ilişki kurar:
Böyle bir canlı akılla yapılacak olan Kur'an felsefesi ile Müslümanlığın da
kendine özgü gerçekleri olduğunu, yalnız gönül, sezgi yoluyla değil, akıl aletiyle
dahi anlamış olacağız. Hem de göreceğiz ki Kur'an gerçekleri bilimin gerçeklerinin
ne kendisi, ne de aykırısıdır. Belki bunlar türü kendine özgü gerçekler -hatta bilim
gerçekleri de içinde olmak üzere- insanlığın şimdiye dek tanıyabildiği en büyük
gerçeklerdir.3
Dahası; Baltacıoğlu, Kur’an felsefesinin bir amacı ve yöntemi olması
gerektiğine de işaret eder. Baltacıoğlu’na göre, Kur'an felsefesinde amaç,
Kur'an'daki mutlak gerçeklere erişmek ve bunları kavramaktır. Baltacıoğlu, Kur’an
felsefesini anlatmada kullanılacak yöntemin, Kartezyen mantığın aksine, ilahi
buyruğun parça kabul etmez bir bütün oluşunu gözden kaçırmaması gerektiği
kanısını taşır. Nitekim Baltacıoğlu’na göre, eğer pozitif bilimlerde kullanılan
Kartezyen mantık Kur'an'a uygulanırsa, bu durumda, ilahi buyruğun gözümüze
anlaşılmaz ve akıl ermez bir karşıtlar ve karışıklıklar yığını olarak görünmesi4
kaçınılmaz bir hal alır.
Felsefi açıdan Kur’an’a bakışa hazırlayıcı kimi bilgiler bağlamında M. M.
Şerif’in aşağıdaki ifadelerinin ayrıca açıklayıcı bir öz taşıdığı görülür:
Kur’an-ı Kerim temelde felsefi değil, dini bir metindir, fakat din ve felsefenin
müştereken sahip olduğu tüm sorunlarla da ilgilidir. Hem din hem de felsefe Allah,
alem, insan ruhu ve bunların karşılıklı ilişkileriyle ve iyilik ve kötülük, özgür irade
ve ölümden sonraki hayatla alakalı sorunlar hakkında bir şeyler söylerler. Bu
sorunlarla ilgilenirken, aynı zamanda görünüş, gerçeklik, varlık ve nitelikleri,
insanın kökeni ve mukadderatı (mebde ve mead), doğru ve yanlış, uzay ve zaman,
süreklilik ve değişme, ebediyet ve ölümsüzlük gibi kavramları da aydınlatır. Kur’an
bu sorunlara dair evrensel hakikatları beyan ettiğini söyler; bu beyan, vahyin gelişi
sırasında sahip oldukları fikri arka-planı hesaba katan, insanlara doğrudan hitap
eden, kolayca anlaşılabilen ve diğer bölgeler ve başka zamanlarda yaşayan, başka
diller konuşan insanların sahip oldukları arka plan yardımıyla kolaylıkla
yorumlanabilecek bir dilde (ve teminolojide) ifade edilmiştir.5
Görüldüğü üzere, M. M. Şerif’ten alıntıladığımız yukarıdaki metin, felsefi
açıdan Kur’an’a bakışın, hangi türden noktaların bilincine varılarak tartışılması
gerektiği bağlamında bizlere ışık tutmaktadır.
Felsefi açıdan Kur’an’a bakışı hazırlayıcı bilgiler bağlamında Kur’an’dan
kimi ayetlere atıf yapılabilir. Ancak önce bir noktaya işaret etmekte yarar vardır.
Genel olarak ifade edilecek olursa, felsefe hikmet sevgisi ve araştırması olarak
tanımlanır. Felsefe bu haliyle varoluşsal sorunları araştırma alanıdır. Felsefi açıdan
2 Baltacıoğlu, agm., s. 4. 3 Baltacıoğlu, agm., s. 5. 4 Baltacıoğlu, agm., s. 4. 5 Bkz.: M. M. Şerif, “Kur’an’ın Felsefi Öğretileri” çev.: Mustafa Armağan, İslam Düşüncesi Tarihi, 1, ed., M
.M. Şerif, Türkçe Baskının Editörü, Mustafa Armağan, İnsan Yayınları, İstanbul, 1990, s. 163-164.
Felsefi Açıdan Kur’an’a Bakış
13
Kur’an’a bakışı hazırlayıcı bilgiler bağlamında Kur’an’dan kimi ayetlere bu
noktadan geçiş yapılabilir, Kur’an’ın hikmet kavramına vurgusu üzerinde
durulabilir. Doğrusu Kur’an’a bakıldığında, Kur’an’da hikmet, bir yandan Tanrı ve
Kur’an’ın kendisi için kullanılırken, diğer yandan peygamber için kullanılır.6
Sözgelimi, Tanrı için, “O hakimdir”7, Kur’an konusunda “hakim olan kitap”8,
peygambere yönelik olarak da “onlara kitabı ve hikmeti öğretir”9 ifadeleri geçer.
Dahası; unutmamak gerekir ki, Kur’an, geleneksel ve modern boyutlarıyla
İslam düşüncesinin ilk elden temel kaynağıdır. Doğrusu, Kur’an’da, hikmet
kavramının Tanrı, Kur’an ve peygamber için kullanılmasına ek olarak, “Lokman’a
hikmeti verdik”10 ile ”hikmeti dilediğine verir”11 içerikli ayetler dikkate alındığında,
Kur’an’ın, herkesi içkinliğin mantıksal bağlantısı ile aşkınlığın teolojik izdüşümü
üzerinden pozitif düşünmeye çağırdığı görülür. Yine bu bağlamda, “İslam
filozoflarının hikmeti gerçek felsefe ile bir ve aynı şey saydıkları” hususunu
anımsatmakta ayrıca yarar vardır.12
Sonuçta, bize öyle geliyor ki, felsefi açıdan Kur’an’a bakışın doğru
konuşlandırılması oldukça önemlidir. Nitekim felsefi açıdan Kur’an’a bakışı doğru
konuşlandırma, aynı zamanda, felsefi zenginliği ve teolojik derinliği beraberinde
getirecektir.
B. Felsefi Açıdan Kur’an’a Bakışın Kimi Gerekçeleri
Felsefi açıdan Kur’an’a bakış, her şeyden önce, Kur’an-felsefe ilişkisini
gündeme getirir. Dolayısıyla, burada, üç noktalı, üç aşama belirir. Noktalara gelince:
i. Sorunun durumu. ii. Kur’an’ın sunumu. iii. Felsefenin konumu. Aşamalar söz
konusu edilince, Kur’an-felsefe ilişkisi özelinde ilk aşama, durumu belli bir
varoluşsal sorunu tartışmada imanı işlevsel hale getirmeye, ikinci aşama, akıl
üzerinden tartış-hedef belirle öngörüsüne, üçüncü aşama ise aşka özel atıfla
çözümle-sonuca git gerçeğine işaret eder.13
Kur’an ve felsefe açısından rasyonel olanı tercih etmek, felsefi açıdan
Kur’an’a bakışta bir gerekçe olarak belirir. Bu gerekçe, aynı zamanda, Kur’an’ın ve
felsefenin ne oldukları ve neyi temsil ettikleri türünden soruları da tartışmayı
beraberinde getirir. Sözü edilen türden soruların sağlıklı bir biçimde tartışılması,
günümüzde, filozoflarca dile getirilen düşüncelerin Kur’an ile daha bütünleşik hale
getirilmesi gerektiği gerçeğine de kapı aralayabilecektir.
Kur’an’ın imana verdiği değerin bir benzerini akla da vermesi, felsefi açıdan
Kur’an’a bakışta bir başka gerekçe olarak öne çıkar. Soruna bu açıdan bakıldığında,
Kur’an’a göre, deyim yerindeyse, akıl yumuşak güç olmadığı gibi, iman da güçsüz
6Bkz.: Seyyed Hossein Nasr, “The Qur'an and Hadith as Source and Inspiration of Islamic Philosophy”,
http://www.muslimphilosophy.com/ip/nasr-ip2.htm/ (23.02. 2018). 7 6/ 18. 8 31/2. 9 2/ 129. 10 31/12. 11 2/269 . 12Bkz.:Seyyed Hossein Nasr, agm., http://www.muslimphilosophy.com/ip/nasr-ip2.htm/ 13 Sözgelimi bkz.: Metin Yasa, Şiirlerle Din Felsefesi: İman-Akıl-Aşk, Elis Yayınları, Ankara, 2019.
http://www.muslimphilosophy.com/ip/nasr-ip2.htm/http://www.muslimphilosophy.com/ip/nasr-ip2.htm/
Metin YASA
14
değer değildir. Bize göre, taşıdığı öz gereği felsefe de imanın güçlü değer oluşuna
kayıtsız kalamadığı gibi, aklı da yumuşak güç olarak göremez.
Geleneksel İslam düşüncesiyle gelen kimi kazanımlar vardır. Bu kazanımlar
da felsefi açıdan Kur’an’a bakışta önemli başka bir gerekçe olarak dikkat çeker. Bu
kazanım içerisinde temel felsefi sorunların tartışılmasında Kur’an’ın etkisi rahatlıkla
görülebilir. Aşağıdaki alıntı bu bağlamda açıklayıcı bir örnek olarak görülebilir:
İslam düşünürleri daha mesleki yaşamlarının ilk evrelerinde “felsefe”
kavramının rasyonel çabalarını ifade etmede yetersiz kaldığını anlamışlardı. Böylece
kendi rasyonel çabalarını anlatmada Kur’ani bir kavram olan “Hikmet”i kullanmaya
başladılar. Başlangıçta, “felsefe”yi “Hikmet” ile birlikte kullanmış olsalar da
sonunda aşamalı olarak “felsefe” yerine Ku’ani bir kavram olan “Hikmet”i
yerleştirdiler. Çünkü Hikmet, daha geniş bir bakış açısı ve kuşatıcı sonuçlar
içermekteydi.14
Türü bir alıntı, kültürümüz sınırları içinde, felsefi açıdan Kur’an’a bakışı daha
anlamlı hale getirebilir.
Bize öyle geliyor ki, felsefi açıdan Kur’an’a bakış gibi bir konuda, kullanılan
temel dinamik kavramlar, tartışılan köklü varoluşsal sorunlar, varılmaya çalışılan
nihai sonuçlar, bize, ilgili bakışın özelliği konusunda açıklayıcı bir şeyler
söyleyebilir, derinlikli bir fikir verebilir.15
Doğrusu, Kur’an’da sert bir rasyonalite aranmayabilir. Çünkü Kur’an’da,
aşkın ya da mutlak akla erişemeyen bir içkin ya da sınırlı beşer aklı muhatap
alınmaktadır. Dolayısıyla, beşeri aklın sınırlı oluşu nedeniye, bir yandan Kur’an’a
yönelik yorumların, diğer yandan felsefi düşünceye ilişkin verilerin, ortak bir dil
kullanımı ve güncelin doğru izlenmesi çerçevesinde, ilkesel standartlara bağlanması
gerekir.
C. Konunun Örnekler Işığında İrdelenmesi
Kur’an-felsefe ilişkisi çok yönlü bir yapıya sahiptir. Gerçi, bu yapıyı,
bütünüyle, Kur’an örneğinde tavandan tabana, felsefe örneğinde tabandan tavana
doğru okumak derinlikten uzak görünmektedir. Dolayısıyla da Kur’an-felsefe ilişkisi
bağlamında, Kur’an’dan felsefeye doğru iki kavram kullanılabilir: i. Derinden akıl
yürütme. ii. İnceden felsefe yapma. Her iki kavram da, insana, doğruyu yanlıştan
ayırması için, Tanrı tarafından verilen hikmet ile açıklanabilir.16 Bu aşamada, bir
noktanın vurgulanması gerekir. O da şudur:
İslam ilahi bir dindir. Onun temel bilgi kaynağı vahiydir, ancak o, aklı ve duyu
algısını görmezden gelmez. Bilgiyi elde etmede zorunlu olarak vahyin yanında akıl
ve duyu algısını da kullanır.17
14Ali Rıza Tahir, “Islam and Philosophy: Meaning and Relationship, http://journal-
archieves27.webs.com/1287-1293.pdf , s. 1290. (26. 02. 2018). 15 Sözgelimi bkz.: Metin Yasa, Varoluşsal İnanç Sorunları, Elis Yayınları, Ankara, 2018. 16 3/104. 17 Bkz.: Tahir, agm., s. 1287. Vahiy, akıl ve duyu konusunda ayrıca bkz.: Fethi Kerim Kazanç, Varlık, Bilgi,
Değer ve Siyaset Üzerine Kelam Yazıları, Araştırma Yayınları, Ankara, 2014, s. 157vd.
http://journal-archieves27.webs.com/1287-1293.pdfhttp://journal-archieves27.webs.com/1287-1293.pdf
Felsefi Açıdan Kur’an’a Bakış
15
Şu halde, “ Allah'ın lütfundan anlamlı bir şekilde yararlanabilmesi için olumlu
bir amaca ve tutuma sahip olması gereken insan”18 inanan birey olmanın yanında,
neden filozof olarak da anılmasın?
Öte yandan, yine aynı bağlam içinde, felsefeden Kur’an’a doğru iki nokta
üzerinde durulabilir. Bu cümleden olarak, felsefe;
i. Akıl üzerinden izlediği strateji, irdelediği konuların derinliği ve ürettiği
soruların karakteri nedeniyle, Kur’an’a yakın durur.
ii. Her ne kadar rasyonel iddialarını sürdürerek ayakta kalan bir varlık alanı
olsa, Kur’an içerikli çıkarımlara kayıtsız kalamaz.
Şu halde, filozoflar, neden ehl-i zikr19 içinde anılmasın? Aksini dillendirmenin
Kur’an’ın anlaşılmasına katsı sağlayacağı düşünülebilir bir şey değildir. Nitekim
Kur’an, sunduğu gerçeklikleri düşünme çağrısında bulunur. Ancak bu çağrı, tefkir
değil, tefekkür içeriklidir.20 Belki de, bu nedenle, Kur’an’da tefkir yalnızca bir kez,
buna karşılık tefekkür ise on yedi kez kullanılmıştır.21 Daha açık ifade etmek
gerekirse, Kur’an’da geçen bir dizi ayetin Velid b. Muğiyre ile doğrudan bağlantılı
olduğu dikkat çeker ve bu ayetlerde kullanılan fekkera fiili negatif bir anlam ve değer
karşıtı bir öz taşır.22 Sözü edilen ayetlere gelince:
Benim yarattığım kişiyi bana bırak! Ona çokça mal verdim. Gözü önünde
duran evlatlar verdim. Önüne imkanlar serdim. O hala, daha da artırmamı istiyor,
ihtirasla. Fakat asla! Çünkü ayetlerimize karşı inat eder oldu. Ben de, zor bir yokuşa
süreceğim onu. Çünkü o düşündü, ölçüp hesapladı.23
Öte yandan, felsefi düşüncenin ve ulaşılan bilimsel verilerin, Kur’an
ayetlerinin anlaşılmasına yeterince katkı sağlayabileceği ve derinlemesine destek
verebileceği rahatlıkla ifade edilebilir. Ancak, bu gerçeği, gereği gibi, doğru
kavrayabilmek önemlidir. Aşağıdaki alıntı, bu bağlama ilişkin, yeterince açıklayıcı
görülebilir:
Kur' an'ı ve onun ölmez gerçeklerini kavrayabilmek için, bilginin kuru aklı
değil, artistin, feylesofun canlı aklı soyundan bir aklı çalıştırmak gerektir. Bu akıl
(raison, raisonraisonnate) değil, «artistik akıl, filozofik akıl)} adını verebileceğimiz
akıl, felsefeli sezgi (intuition philosophique)dır.”24
Bize öyle geliyor ki, konunun örnekler ışığında irdelenmesi ortak sorunlar,
yeni alanlar, güçlü çözümler olmak üzere üç nokta bağlamında açıklığa
kavuşturulabilir.
i. Ortak Sorunlar: Öncelikle bir noktanın altının çizilmesinde yarar vardır:
Kur’an’ın, büyük ve bütün bir yapısı vardır. Bu büyük ve bütün yapı içinde,
18Bkz.:Qais Faryadi, “An Islamic Perspective of Teaching Philosophy: A Personal Justification”,IOSR
Journal of Research & Method in Education (IOSR-JRME) e-ISSN: 2320–7388,p-ISSN: 2320–737X
Volume 5, Issue 6 Ver. III (Nov. - Dec. 2015), s. 51. 19 21/7. 20Bkz.. Muhammed Ali Lisani Feşarki, Ebuzerr Pur Muhammedi, “Berresi Mefhum-ı Tefekkur der Kur’an-ı
Kerim”, Pejuhişname-i Ulum ve Maarif-i Kur’an-ı Kerim, PDF, Sal: 1, Şomare: 3, Tabistan 88, s. 159. 21Bkz.. Lisani Feşarki, Ebuzerr Pur Muhammedi, agm., s. 136. 22Bkz.: Lisani Feşarki, Ebuzerr Pur Muhammedi, agm., s. 135. 2374 / 11-18. 24Bkz.: Baltacıoğlu, agm., s. 5.
Metin YASA
16
sözgelimi, gerekçeli iman dinamiği, aklın derin kullanımı, aşkın işlevsel rolü, etik
değer dizgesi, bilimsel veri yumağı, estetik mücadele modeli türü varoluşsal
etkinlikleri görmek olasıdır. Gerçi, “tanım olarak insan, kavrayış kapasitesine sahip,
rasyonel anlamı formüle eden, yargılama sağlayan ve iyi ile kötü arasında ayrım
yapan rasyonel bir yaratıktır.”25 Ancak insanın, taşıdığı öz gereği, bu büyük bütünü
algılamaya ve anlamaya çalışırken, çoklu parça ve kavramdan hareket etmesi adeta
kaçınılmaz bir hal alır. Nitekim Baltacıoğlu da felsefi açıdan Kur’an’a bakışı ya da
kendi deyimiyle Kurân felsefesini doğru anlamamızı olası kılacak türden şöylesi bir
sonuca varır:
İmdi Kur'an'ın ayrı bir gerçeğin ayrı dili olduğunu gözönünde bulundurarak
onun özüne erişmeye çabalamak doğru olacaktır. Bunun için iki metod kuralını
unutmamak gerektir:
i ) Kur'an'ın o aklı şaşırtan Tanrı işi dokusundaki sembollerin gerçek
anlamlarını araştırmak.
2) Her belgeyi, her buyruğu Kur'an'ın bütünlüğü içinde görüp, anlamaya
çabalamak.
İşte böyle yaparak Kur'an'daki varlık ve oluş görüşünü kavramış olacağız ki
bu Kur'an felsefesi dediğimiz Absolu'dur.26
Öte yandan, geleneksel tanımı içerisinde bilgelik sevgisi ya da bilgelik
araştırması olarak görünen felsefeye gelince, felsefe de, “Mutlak Gerçeklik’in özünü
betimlemeye çalışır. Bunun yanında İnsanı ve Evreni inceler. Dahası; Mutlak
Gerçeklik, İnsan ve Evren arasındaki ilişkiyi keşfetmeye yönelir.”27
Öyle anlaşılıyor ki, Kur’an’ın ve felsefenin üzerinde durduğu şekliyle,
varoluşsal sorunlar, yeterince belirgindir. Bu belirgin sorunlar karşısında Kur’an’ın
da felsefenin de takındığı tavır, büyük ölçüde, ortaktır. Nitekim Kur’an, varoluşsal
sorunlar karşısında, aklı kullanmaya gereken değeri verir ve insandan doğru
düşünmesi gerektiğini ister. Felsefe de varoluşsal sorunlar karşısında aklın pasif
kullanımına karşı çıkar. Çünkü bu tür bir aklın, varoluşsalı, derin iman, etkin akıl
ve işlevsel aşk düzeyinde tartışmanın önemini kavramaktan uzak kalacağı ortadadır.
ii. Yeni Alanlar: Sosyal medya aracılığıyla, teolojik bir doğru, yanlış
yayılabilir. İletişim ağının böylesine genişlemesi karşısında, Kur’an ile felsefe
arasındaki ilişkinin daha da derinleşmesi gerektiği ortadadır. Yeni alanlar, dijital
çağda, hem Kur’an’ın doğru anlaşılması hem de felsefenin geleceği açısından
Kur’an-felsefe ilişkisi açısından kritik bir öneme işaret eder.
Gerçekten de güçlü bir biçimde gelişen teknoloji, etkin hale gelen sosyal
medya, küresel dünya koşullarında olaylardan bir cep telefonuyla bile hızla haberdar
olunması, pek çok alan gibi, bize göre, Kur’an ile felsefeyi de birbirine yaklaştırmış
gözükmektedir. Bu durum, özellikle, günümüz felsefe arayışları açısından son
derece önemlidir. Dahası; bu, felsefe açısından bir tür fırsat olarak değerlendirilmesi
gereken bir durumdur. Felsefi açıdan Kur’an’a bakış, felsefeye yönelik, girdilere ve
25Bkz.: Faryadi, agm., s. 51. 26 Baltacıoğlu, agm., s. 5. 27 Tahir, agm., s. 1288.
Felsefi Açıdan Kur’an’a Bakış
17
çıktılara neden olur. Bir tür fırsat olarak değerlendirilmesi gereken bu durum, deyim
yerindeyse, felsefeye de sınıf atlatır.
Durum bu olmakla birlikte, felsefi açıdan Kur’an’a bakış yeni varlık
alanlarının gereği gibi değerlendirilmesine katkı sağlayabilir. Yeni varlık alanları ile
kastım, sosyal medya aracılığıyla hızla yayılan ve gerçek yaşam koşullarından
kopması artık olanaksız görünen, sözgelimi, organ nakli, estetik operasyon, yapay
zeka, veri algoritmaları, yaşlılığı önleme gibi örnekleri daha da artırılabilecek
alanları kastetmekteyiz. Öte yandan, sosyal medya aracılığıyla hızla yayılan ve yeni
varlık alanları içinde beliren, sözgelimi deizm gibi varoluşsal bir inanç sorunu
dikkate alındığında, ilgili inanç sorununa yönelik Kur’an ayetleri ışığında yapılan bir
felsefenin daha açıklayıcı, felsefe verileri bağlamında yorumlanan ayetlerin daha
anlaşılır olacağı ileri sürülebilir.
iii. Güçlü Çözümler: Kur’an’ın, sorunlar ortak olsa da, düzenleyici ve nihai
sonuçlara ileten bir rolü vardır. Bu yapılırken de, imana yapılan güçlü vurgunun
yanında, ne aklı kullanmanın, ne aşk yoluna girmenin önü kesilir.
Kur’an ile felsefenin durduğu yer, birbirlerini destekleyen yerlerdir. Bu
birbirini desteklemede rasyonel olan daha rahat yakalanır. Hal böyle olunca, felsefi
açıdan Kur’an’a bakışı derinleştirmenin varoluşsal bir sorunu tartışmada teolojik
katkının azalması anlamına gelmeyeceği hususunun iyi bilinmesi gerekir. Çünkü
Kur’an, felsefeye, felsefenin ilermesi için akli ve nakli malzeme sunar.
Dahası; Kur’an’ın muhatap aldığı insan, kimi ayetlere atıfla ifade edilecek
olursa, inanan, bilen, düşünen ve seven bir varlıktır. Varoluşsal bir sorun konusunda,
bilen ve düşünen bir inasnın elde ettiği verinin teolojik, buna karşılık inanan ve seven
bir insanın vardığı sonuç felsefi olabilir.
Bize öyle geliyor ki, güçlü çözümler üretme söz konusu edildiğinde Kur’an
ile felsefenin yanyana kullanılışının kimi getirilerinden söz edilebilir. Bu cümleden
olarak;
i. Kur’an ile felsefenin yanyana kullanılışının bir getirisi, kendini, ilkelilik ve
yeniliğe açıklık bağlamlarında gösterir ve bundan varoluşsal sorunlara yönelik bir
tür gerçekçi duruş belirir.
ii. Kur’an ile felsefenin yanyana gelişi, varoluşsal sorunlar karşısında aklını
aktif olarak kullanan insanı dar alanı sorgulamaya iletme ve uygunluk ilkesine
ilerletme yönünde bir rol üstlenir.
iii. Kur’an ile felsefenin yanyana gelişi, insana, inancı derinlemesine
irdelemeyi seçiş, oradan da doğruluk değeri yüksek bir bilgiye geçiş olanağı sunar.
iv. Kur’an ile felsefenin yanyana gelişine bağlı olarak tefekkürün daha da
güçlenmesi üzerinden, teoloğun önüne felsefeyi anlama, filozofun önüne Kur’an’ı
açıklama doğrultusunda bir ufuk açılır.
D. Sonuç ve Değerlendirme
Felsefi açıdan Kur’an’a bakışın sağlıklı düşünülmesi halinde, umuda dokunan
ilginç ayrıntıların ortaya çıkabileceği görülür. Özellikle Kur’an’da inancın
varoluşsalı açıklayıcı gücü ve felsefede aklın aktif kullanımı türü iki hususun, felsefi
açıdan Kur’an’a bakışın derinliğine işaret ettiği rahatlıkla ileri sürülebilir. Teologun
Metin YASA
18
açık niyetinin ve filozofun kesin hedefinin de bu derinlikli yön içinde konuşlanması
gerektiği hususu ayrıca dikkate alınmayı gerektirir.
Felsefi açıdan Kur’an’a bakış, normalin dışına çıkılarak, başka bir deyişle
imanın, aklın ve aşkın sınırları gereksiz zorlanılarak anlaşılamaz. Konuya bu açıdan
bakıldığında, aşk bir yana, az inanma ve aşırı gitme Kur’an açısından, az düşünme
ve sınırı zorlama felsefe açısından, büyük bir engel olarak görülebilir.
Felsefi açıdan Kur’an’a bakışın ilettiği olumlu kimi noktalar üzerinde
durulabilir. Bu cümleden olarak;
i. Felsefi açıdan Kur’an’a bakışın teolojiye etkisi önemli olacaktr. Burada
öncelikle teknik boyutun işlevini görmek gerekir.
ii. Felsefi açıdan Kur’an’a bakışta ciddi anlamda felsefi kazanımlar elde
edilebilir. Bu noktada öncelikle analitik boyut dikkate alınmalıdır.
iii. Felsefi açıdan Kur’an’a bakışta kimi verilerin paylaşılması öncelenmek
durumundadır. Bu bağlamda eleştirel yönün taşıdığı değer kendisine atıf yapılmayı
hak eder.
Felsefi açıdan Kur’an’a bakışın ilettiği olumlu kimi noktalar dikkate
alındığında, Kur’an açısından, Kur’an kaynaklı tefekkür ve uzantılarının daha geniş
bir alana yayılma isteğinin, felsefe açısından ise felsefi düşüncenin güçlendirilmesi
gerektiği gereksiniminin ortaya çıktığı ifade edilebilir. Sonuçta, Kur’an’a felsefi
açıdan bakış üzerinden, düşüncede güven, tartışmada çeşitlilik, çözümde doğruluk
gibi durumlar daha çok atıf alabilir.
KAYNAKÇA
Baltacıoğlu, İsmayıl Hakkı, “Kur’an Felsefesi Üzerine İnceleme”,
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/740/9444.pdf/, (20. 01. 2018).
Faryadi, Qais, “An Islamic Perspective of Teaching Philosophy: A Personal
Justification”,IOSR Journal of Research & Method in Education (IOSR-JRME) e-
ISSN: 2320–7388,p-ISSN: 2320–737X Volume 5, Issue 6 Ver. III (Nov. - Dec. 2015).
Kazanç, Fethi Kerim, Varlık, Bilgi, Değer ve Siyaset Üzerine Kelam Yazıları, Araştırma
Yayınları, Ankara, 2014.
Kur’an-ı Kerim.
Lisani Feşarki, Muhammed Ali, EbuzerrPur Muhammedi, “Berresi Mefhum-ı Tefekkur der
Kur’an-ı Kerim”, Pejuhişname-i Ulum ve Maarif-i Kur’an-ı Kerim, PDF, Sal: 1,
Şomare: 3, Tabistan 88.
Nasr, Seyyed Hossein, “The Qur'an and Hadithas Source and Inspiration of Islamic
Philosophy”, http://www.muslimphilosophy.com/ip/nasr-ip2.htm/ (23. 02. 2018).
Şerif, M.M., “Kur’an’ın Felsefi Öğretileri” çev.: Mustafa Armağan, İslam Düşüncesi Tarihi,
1, ed., M .M. Şerif, Türkçe Baskının Editörü, Mustafa Armağan, İnsan Yayınları,
İstanbul, 1990.
Tahir, Ali Rıza, “Islam and Philosophy: Meaning and Relationship, http://journal-
archieves27.webs.com/1287-1293.pdf , (26. 02. 2018).
Yasa, Metin, Şiirlerle Din Felsefesi: İman-Akıl-Aşk, Elis Yayınları, Ankara, 2019.
Yasa, Metin, Varoluşsal İnanç Sorunları, Elis Yayınları, Ankara, 2018.
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/740/9444.pdf/http://www.muslimphilosophy.com/ip/nasr-ip2.htm/http://journal-archieves27.webs.com/1287-1293.pdfhttp://journal-archieves27.webs.com/1287-1293.pdf
TERCÜMELER1 VE AKADEMİK DÜNYAMIZ? YA DA “TERCÜME
FELSEFESİ”
Mevlüt Albayrak*
Özet
Bu yazının amacı tercümenin önemi ve yararlılığı üzerine bir çalışma olmadığı
gibi, Türk akademiasında tercümenin ayrıntılı ya da kısa bir tarihini vermek değildir.
Öte yandan amacımız, tercümelerin Türk akademiasında ciddi bir karşılık
bulmaması üzerine bir değerlendirme de değildir. Asıl meselemiz Üniversitelerin
tercüme faaliyetini neden kurumsal bir yapıya dönüştürememiş olduğudur.
Tercümeler şimdinin ve geleceğin düşüncesi üzerinde yeni davet enstrümanları
olarak bilgiyi çeşitlendiren bir farkında olma durumu var etmesine rağmen, kurumsal
bir yapı olarak Üniversiteler bu konuda neden görmezden gelme tavrı
sergilemektedirler? Bir tercüme felsefesi mümkün müdür?
Bu kısa yazının amacı, mütercimlik faaliyetlerinin daha çok akademik
çevrelerce algılanış biçimini sorgulamaktır ve örnek uygulamalar vererek, kısa bir
değerlendirme yapmak ve Üniversitenin evrensel bakış açısında tercümenin yeri ve
rolüne özet olarak işaret etmektir. Bu yazı aynı zamanda “Beyt’ül-Hikme” övgüsü
rüyasında olanların bir iş görmelerinin vaktini haber verme yazısıdır da.
Anahtar Kelimeler: Tercüme, Çeviri, Tercüme Felsefesi, Türk Fikir Hayatı
Abstract
TRANSLATIONS AND THE ACADEMIC WORLD? OR “THE
TRANSLATION PHILOSOPHY”
The aim of this paper is not to give a detailed or brief history of translation in
Turkish academy as it is not a study on the importance and usefulness of translation.
Our aim, on the other hand, is not an evaluation on the fact that the translations do
not provide a significant response in the Turkish academy. Our real concern is why
universities cannot transform the act of translation into an institutional structure.
Although occasions have an awareness of diversification of knowledge as new
1 Metni baştan sona okuyan ve önerilerde bulunan Doç. Dr. Nurten Kiriş Yılmaz’a çok teşekkür ediyorum.
Tercüme kelimesi Müntahabat-ı Lügat-ı Osmaniyye’de, “kelamın mealini diğer lisan üzere ifade etmek,” diye
geçer. Bu lügatte çeviri maddesi yoktur. Türk Dil Kurumun Sözlüğünde ise, tercüme, çeviri,” “tercüme etmek,
-e çeviri yapmak,” diye geçer. Çeviri ise, “Bir yazıyı bütün ses inceliklerini belirterek başka bir alfabeye
çevirme yolu, yazı çevrimi, transkripsiyon. Sözlü metinlerin ses inceliklerinin ayrıntılı bir biçimde özel
işaretlerle yazıya aktarılması” demektir. “Tercüme karşılığı kullanılan kelimelerden biri “tahvil”dir. Tahvil;
“dönüştürmek, durumunu veya yerini değiştirmek,” demektir. Tahvil, Hadis literatüründe kullanılan bir
kavramdır. Buna göre terim, “bir hadisi farklı isnatlarıyla rivayet ederken bir isnaddan diğerine geçmek”
anlamına gelir. Emin Aşıkkutlu (2010), “Tahvil,” İSAM, cilt. 39, s. 440. * Prof. Dr. SDÜ Fen-Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü, Sistematik Felsefe ve Mantık ABD,
[email protected] / [email protected]
mailto:[email protected]
Mevlüt ALBAYRAK
20
invitation instruments on the thoughts of the present and the future, why do
universities display an attitude of blindness or turn a blind eye to translation as an
institutional structure? Is a philosophy of translation possible?
The purpose of this short essay is to question the perception of interpreting
activities more in academic circles and to give a brief evaluation, giving sample
applications, and to point out the role and role of translation in a universal view of
the University. This article is also the writing of the news of the time of those who
dream of “Beytul-Hikme” is.
Key Words: Translation, Translation Philosophy, Turkish Entelellectual
Process
Ülkemizde yayınevlerinin yayın politikalarını neredeyse tercüme eserler
üzerine oluşturulmuş faaliyetler gibi görünüyor. Bu faaliyetler, hem kitap
yayımcılığı dünyasında hem de akademik dünyada hummalı bir tercüme faaliyetinin
eşit düzeyde geliştiği anlamına gelmemelidir. Bu faaliyetler, her ne kadar ilk bakışta
ticari bir amaç olarak algılansa da, çevirinin kendisi bir dünyanın başka bir dünyaya
aktarılması açısından merak duygusunu her daim diri ve canlı tutan bir eylemedir.
Bilimsel eserler başlığı altında çevrilen birçok akademik çalışma, genel okuyucu
kitlesine ulaşmaktan çok, sadece bu ilgi alanı ve konusuyla iştigal eden okuyucu ile
sınırlı kalmaktadır.. Bu nedenle bu tür eserler, yayımcıların fazlaca dikkatini
çekmemektedir. Çünkü yayınevleri için öncelikli hedef geniş kitlelere ulaşılabilirlik
ve yüksek satış hedeflerine ulaşmaktır. Dünyanın her yerinden tercümeleri yapılan
edebiyat çalışmalarından bilim kurgu çalışmalara, mitolojik çalışmalardan felsefi
metinlere kadar hemen her türde çalışma Türkçeye tercüme edilmekte ve piyasasına
sunulmaktadır. Bunun mutlaka olumlu yönleri vardır. Bunu tartışma konusu yapmak
istemiyorum. Asıl sorun akademik kurumlarımızın bu tür faaliyetlere karşı takınmış
olduğu görmezlik tavrıdır. Birçok üniversitemizde tercüme eserler akademik unvan
ve görevde yükselme kriterlerinde puanlamada neredeyse hiçbir ederi olmayan
çalışmalar olarak görülmektedir.
Bu yazının amacı tercümenin önemi ve yararlılığı üzerine bir çalışma olmadığı
gibi, Türk akademiasında tercümenin ayrıntılı ya da kısa bir tarihini vermek değildir.
Öte yandan amacımız, tercümelerin Türk akademiasında ciddi bir karşılık
bulmaması üzerine bir değerlendirme de değildir. Asıl meselemiz Üniversitelerin
tercüme faaliyetini neden kurumsal bir yapıya dönüştürememiş olduğudur.
Tercümeler şimdinin ve geleceğin düşüncesi üzerinde yeni davet enstrümanları
olarak bilgiyi çeşitlendiren bir farkında olma durumu var etmesine rağmen, kurumsal
bir yapı olarak Üniversiteler bu konuda neden görmezden gelme tavrı
sergilemektedirler? Dahası tercüme Üniversitelerimizde nasıl bir yer ve kabul
bulmaktadır? Bu kısa yazının amacı, mütercimlik faaliyetlerinin daha çok akademik
çevrelerce algılanış biçimini sorgulamaktır ve örnek uygulamalar vererek, kısa bir
değerlendirme yapmak ve Üniversitenin evrensel bakış açısında tercümenin yeri ve
rolüne özet olarak işaret etmektir. Bu yazı aynı zamanda “Beyt’ül-Hikme” övgüsü
rüyasında olanların bir iş görmelerinin vaktini haber verme yazısıdır da. Ayrıca fikri
olanın eleştirisini de, bir mantık örgüsü içinde sunma teklifidir de. Bu bir tercüme
felsefesinin imkânını değerlendirme durumudur.
Çeviri ya da benim tercih ettiğim biçimiyle tercüme/terceme, insanlık
tarihinin en ideal öyküsüdür. Tercüme yapmanın, bir dil eğitiminin ötesinde bir
Tercümeler Ve Akademik Dünyamız? Ya Da “Tercüme Felsefesi”
21
karşılaşma ve karşılaşılanı anlama ile başlamış olabileceğini kabul ediyorum. Bu
nedenle Tercüme tek başına bir akademik faaliyet alanı olmanın çok ötesindedir. O
hayatın kendisi, hayatın zorunluluğudur. Öykünün başlangıcı, ister Babil kulesiyle
birlikte yaşananlara bağlansın, isterse daha başka temel gerekçelere, tüm insan
olmaklığın ortak öyküsü olarak hem bir kavrama ve anlama hem de olmuş olanın
deneyiminden yeni bir atılımı yaşama duygusuna dayalıdır.
Tercüme bir insanlık deneyimi olarak her yer ve zamandadır.2Bir milletin
bilimsel ve kültürel zenginliği ve edebi yaratıcılığı dilde var olan zenginlik ve
yaratıcılığa bağlıdır. Dili zenginleştiren unsurlar üzerine antropolojik
yaklaşımlardan, soysa-kültürel yapılara kadar çok geniş bir alan tespiti yapılabilir.
Farklı kültürlerin birbirleriyle karşılaşmaları, insanlık tarihinde sadece modern
döneme has ayrıcı bir özellik değildir. Bu durum, tüm insanlık için, bir başlangıç söz
konusuysa, o ilk günden bu yana hep varola gelmiştir. Her farklı karşılaşma, birbirini
anlamaya çalışmayla başlamış olmalıdır. Bu da dilin gücünü ortaya koymak adına
yeni arayışların başlangıcı olmalıdır. Dil, bir varoluş edimi olmakla birlikte, hem
kendimizi ifade etmenin hem de tüm insanlıkla bir şeyleri paylaşmanın aracıdır.
Dahası insan olma ve insan olarak evrensel yaratıcılığa dâhil olma biçimi, dil ile
gerçeklik bulur.
Babil kulesi öyküsü,3 yerimizi belirler. Dil yerimizi belirlemenin aracıdır.
Babil kulesi ait olduğumuz yere yönelik merak duygumuzu, dil aracılığıyla bu
dünyaya ait kılar. Sorumluluğumuzu, hakkaniyeti ve en önemlisi beceri ve
yaratıcılığımızı dil vasıtasıyla bu dünyayı imar ederek gerçekleştirebiliriz. Dil bu
anlamda egemen olmanın, diğer varlıklar üzerinde, bu tek başına bizim dışımızdaki
insanları kapsamaz, hayatı yönetmenin biricik güç alanıdır. Eşyaya isim veren
Adem, daha doğrusu, isim vermenin hayatı kurmak olduğunu öğrenen Adem’in ilk
deneyiminin çıkarımıdır. Kelime ve kavram varlığın işaret ettiği ve hayatı anlama
dayalı bir biçimde yaşanılırlığın kökenidir. Dilin zenginliği ve yaratıcılığa katılımı
başka dillere karşı aktif ilgisinden geçer. Bu ilgi, anlamayı bir başka dilde yeniden
ifade etmedir. Bu ifade etme tavrı, yeni bir “olay” ya da “durum” olarak kendisini
tercümede bulur. Dilin şu ya da bu baskın formu olmuş olmasına rağmen, insan bir
anlam varlığı olarak dilin zenginliği ve yaşamın kaynağı olduğunu keşfettiği günden
bu yana, onunla ilgili sürekli bir gelişim serüveni yaşamıştır. Burada öncelik
akademik hayatın tanımı içinde olacaktır. Tercüme eserlerin bir dildeki bolluğu, o
dilin zenginliğinin en açık kanıtıdır. Bu çalışma tercüme faaliyetinin akademik
haytamızda neden bir yaratım edimi olarak değer bulamadığı üzerine, baştaki
soruları da içerecek şekilde kısa bir yolculuk gerçekleştirecektir.
Tercüme üzerine konuşmak kadim bir olgunun dile getirilmesidir; bu anlamda
yurtsuz bir eylem biçimidir, ancak nesneleştiğinde yurdun imarı bu kökten gelir.
Bilimsel ya da akademik değerde kabul gören eserler, bir yabancı dilden Türkçeye
birkaç amaçla çevrilmektedir. İlki ve belki de en önemlisi, akademisyen kimliğine
2 Tercüme bir “aydınlanma” serüvenidir. Bu serüvenin en açık örneğini Türk-İslam düşünce geleneğinde
buluruz. Bu konuda çalışmalar yapmış akla gelen ilk ad, merhum Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken’dir. Onun bu
konudaki kapsamlı çalışması, Uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, İstanbul: Ülken Yay., 1997. 3 Tevrat’ta geçen öykü. Bkz. Başlangıç: 1. 11. Bu öyküye göre aklımızın ve bulunduğumuz yerin, yani
dünyanın sınırları belirlenmektedir. Kantçı söylemle bizim alanımız, dahası bilme alanımız bu dünya ile, yani
fenomenlerle sınırlıdır. İnsan aklı yeryüzünün tüm olabilirlik ifade eden durumları hariç, olması olası bile
olmayan her bir şeyi varlık dünyasına sunabilir. Bunun için de korkunç çatışma ve kavgalara girişebilir.
Ancak dil, bu kavga ve çatışmanın ortadan kaldırılmasının anlam yoluyla mümkün olduğunu öğretir.
Mevlüt ALBAYRAK
22
sahip bireyin kendi akademik faaliyetlerini destekleyen kitap ve makalelerin
çevrilmesidir. Bu kesim iki grupta amaçları açısından değerlendirilebilir. İlki,
özellikle sosyal ve beşeri bilimler alanında yapılan çeviri çalışmalarıdır. Bunların
amacı, evrensel bilimsel çabaların, özellikle eğitim ve öğretim amacıyla, Türkçe
okuyan kitleyle buluşturmaktır. Buna en iyi örnek ise, Merhum Hilmi Ziya Ülken
ve merhum Macit Gökberk beylerin İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi,
Felsefe Bölümü bünyesinde ilk sayılarını 1947 yılında çıkardıkları, yılda 4 sayı
olarak düşündükleri Felsefe Tercümeleri Dergisi’dir. Derginin ilk sayısı çok geniş
bir tarihsel dönemi içine alacak şekilde çeviri metinlerden oluşturulmuştur. Derginin
özgün yanı, Türkçeye tercüme edilen metin, önce derginin sol tarafında kendi asıl
dilinde verilirken, sağ tarafta ise Türkçe çeviri verilmektedir. Bu da dil gelişimi
açısından önemlidir. Ayrıca derginin ilk sayısı Aiskhylos’tan (v. Yk. MÖ 456/455),
Cahız’a (v. 255/869), Herder (v. 1803) ve Darwin’e (v. 1882) kadar geniş bir tarihsel
alan ve disiplinler zenginliği sunmaktadır. Dergide Cahız’ın Arapça metninin
ardından Türkçe çevirisi verilmiştir. Derginin diğer bir özgünlüğü ise tek bir dil ve
kültür ile kendisini sınırlamamış olmasıdır. Cahız’ın metni bir başka şeye gönderiyi
vurgulamaktadır. Cahız’ın Dergi’de yayımlanan metni, tercümeye ait bir dünyanın
bizim düşünce dünyamızdaki bir örneğini sergiler.
Kitabü’l-Hayvanat adlı eserinde Cahız, tercüme kelimesini defalarca
kullanmıştır. Ayrıca bu eser de, terceme kelimesine karşılık gelen “nakil” ve “tahvil”
kelimeleri de kullanılmaktadır. Mühittin Macit, bunu bir “tercüme felsefesi” olarak
adlandırmaktadır. Burada tercüme, “bir şeyin durumunu veya anlamını bir yerden
bir yere, bir şeyden bir şeye aktarılması” olarak geçer.4 Anlam sıradan bir kelime
değildir. O bir dünyayı dilden hareketle inşa etmenin biricik başlangıç anıdır. Bu
açıdan tercüme, şimdinin geçmişe açılan yegâne kapısıdır. O varlık alanı açısından
her daim açıktır.
Derginin üçüncü önemli özelliği ise, Dergi’nin içeriğiyle ilgili iki makalenin
de yer almasıdır. “İncelemeler, Düşünceler” bölümü altında, Hilmi Ziya Ülken’in,
“Türk Felsefe Dilinin Gelişmesi” ve Halil Vehbi Eralp’in “Platon’dan Dilimize
Çevrilen Bazı Diyaloglar” adlı çalışmaları dikkat çekicidir.
Dergiye bir Önsöz yazan Ülken, şu cümlelerle amacını özetlemektedir:
Türk dilini kendi yapısı içinde bir düşünce dili haline getirmek için çoktandır
bir savaşa girmiş bulunuyoruz. Edebiyatçılar bu işe elli yıl önce başlamış, birçok
tepkiler ve isteksizliklerle karşılaştıkları halde, yine de esaslı adımlar atmışlardır.
Fakat ilim ve felsefe dili ona göre oldukça geri kalmıştır. Yakın zamanlara kadar
yeni bir şiir veya hikayenin ifadesiyle herhangi bir ilim veya felsefe yazısı arasında
göze batacak kadar büyük bir fark vardı. İlim ve felsefe dili yalnız uzmanlarına
mahsus sayılıyor ve asla sadeleşemeyeceği ileri sürülüyordu. Bugün artık
düşünenlerimiz böyle garip bir tezi benimsemekten uzak bulunuyorlar; aralarındaki
fark olsa da sadeleşmenin hızında, ileri sürülen bazı kelimelerin beğenilip
beğenilmemesindedir.5
Ülken, dilin mekanik ve canlı yönü olduğunu reddetmez, ancak ona göre dil,
“manevi” temellidir, yani içsel ve canlı olandır. Dilin kökü, “şuur ve irade”de yerini
4 Macit, Mühittin (2011), “Tercüme Hareketleri,” ISAM cilt. 40, s. 498. 5 Ülken, Hilmi Ziya (1947), “Önsöz” Felsefe Tercümeleri Dergisi, İstanbul, s.1.
Tercümeler Ve Akademik Dünyamız? Ya Da “Tercüme Felsefesi”
23
bulur. Dil ancak, onu iş edinen kişilerce, yani düşünen insanlarca gelişir ve
maneviyatını sürdürülebilir. Ona göre, “Kant’tan bir nesil önce Almanca düşünce
dili değil” dir. Ancak Alman ulusunu oluşturan düşünce insanlarının şuur ve
iradesiyle, “yazıcıların sürekli gayretleri” ile Alman dili bir düşünce ve felsefe dili
haline getirmiştir. Bu gelişmeyi sağlayan kendiliğinden içsel bir devinim değil, o dili
kullanan ve o dille yazan düşünce insanlarının sürekli bir çaba içinde olmalarıdır.
Dil, sürekli yazı ve okumalarla kendine yenilik alanları yaratır. Dil salt bir uzmanlık
alanı değildir. O, kültürün her bir alanından beslenir ve kendi yolunda kendi olarak
gelişim sergiler. Dili uzmanlara ve onların insafına terk etmek, bir kültürün top
yekûn yaratıcı edime katkısını kökten yok etmek demektir. Dil bir etkileş