Upload
centiend
View
278
Download
16
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Â
Citation preview
T.C.EGE ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANABİLİM DALI
İHRACATA DAYALI BÜYÜME HİPOTEZİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Göktürk ALTINBAŞ
Danışman: Prof. Dr. Funda BARBAROS
YÜKSEK LİSANS TEZİ
İZMİR
HAZİRAN, 2009
T.C.EGE ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANABİLİM DALI
İHRACATA DAYALI BÜYÜME HİPOTEZİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Göktürk ALTINBAŞ
Danışman: Prof. Dr. Funda BARBAROS
YÜKSEK LİSANS TEZİ
İZMİR
HAZİRAN, 2009
Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğüne sunduğum ....................................................................................................................................adlı yüksek lisans/doktora tezinin tarafımdan bilimsel, ahlak ve normlara uygun bir şekilde hazırlandığını, tezimde yararlandığım kaynakları bibliyografyada ve dipnotlarda gösterdiğimi onurumla doğrularım.
İsim-Soyadıİmza
TUTANAK
Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim Kurulu’nun ..../........./......... tarih
ve ........... sayılı kararı ile oluşturulan jüri ............................................................... anabilim
dalı yüksek lisans öğrencisi ........ ............. ................................................’nın aşağıda
(Türkçe / İngilizce) belirtilen tezini incelemiş ve adayı ...../........./......... günü
saat ............’da .................... süren tez savunmasına almıştır.
Sınav sonunda adayın tez savunmasını ve jüri üyeleri tarafından tezi ile ilgili kendisine
yöneltilen sorulara verdiği cevapları değerlendirerek tezin başarılı/başarısız/düzeltilmesi
gerekli olduğuna oybirliğiyle / oyçokluğuyla karar vermiştir.
BAŞKAN
Başarılı
Başarısız
Düzeltme (Üç ay süreli)
ÜYE ÜYE
Başarılı Başarılı
Başarısız Başarısız
Düzeltme (Üç ay süreli) Düzeltme (Üç ay süreli)
Tezin Türkçe Başlığı : İHRACATA DAYALI BÜYÜME HİPOTEZİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Tezin İngilizce Başlığı : EXPORT-LED GROWTH HYPOTHESIS: TURKISH CASE
* 1. Yüksek Lisans Tezi savunma süresi asgari 45 azami 90 dakikadır. 2. Tutanak ( jürinin karar ve imzaları haricinde ) bilgisayarda doldurulmalıdır. 3. Tez başlığı (İngilizce ve Türkçe) mutlaka belirtilmelidir. 4. Yüksek Lisans Tez savunmasında üyelerden en az birinin anabilim dışından olması zorunludur.
İÇİNDEKİLER
KONU SAYFA
İÇİNDEKİLER......................................................................................................................... i
KISALTMALAR DİZİNİ........................................................................................................ v
GRAFİKLER DİZİNİ.............................................................................................................. vii
TABLOLAR DİZİNİ............................................................................................................... viii
İHRACATA DAYALI BÜYÜME HİPOTEZİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ
GİRİŞ....................................................................................................................................... 1
-BİRİNCİ BÖLÜM-
KALKINMA KAVRAMININ TEORİK TEMELLERİ ve TARİHSEL GELİŞİMİ
1.1. KALKINMA İKTİSADININ BİR DİSİPLİN OLARAK ORTAYA ÇIKIŞI.................. 4
1.1.1. MERKANTİLİST DÖNEM ve ÖNCESİ DÜNYA.................................................. 4
1.1.2. İKTİSAT BİLİMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI ve KALKINMA İKTİSADINA
GİDEN YOL....................................................................................................................... 7
1.2. KALKINMA KAVRAMI ve KALKINMA İKTİSADI................................................... 18
1.3. KALKINMA ve BÜYÜME İLİŞKİSİ.............................................................................. 20
-İKİNCİ BÖLÜM-
KALKINMA ANA HEDEFİ DOĞRULTUSUNDA İKTİSADİ BÜYÜME OLGUSU ve İKTİSADİ
BÜYÜME STRATEJİLERİ
2.1. İKTİSADİ BÜYÜME KAVRAMI ve İKTİSADİ BÜYÜME YAKLAŞIMLARI.......... 31
2.1.1. İKTİSADİ BÜYÜME KAVRAMI ve KLASİK BÜYÜME YAKLAŞIMLARI..... 31
2.1.2. MODERN İKTİSADİ BÜYÜME YAKLAŞIMLARI.............................................. 33
2.1.2.1. KEYNESYEN BÜYÜME YAKLAŞIMLARI (HARROD-DOMAR ve
NEOKLASİK BÜYÜME YAKLAŞIMLARI)............................................................. 33
2.1.2.2. İÇSEL BÜYÜME YAKLAŞIMLARI............................................................. 38
2.1.2.3. TARİHSEL BÜYÜME YAKLAŞIMI............................................................ 44
2.1.2.4. EVRİMCİ (NEO-SCHUMPETERCİ) BÜYÜME YAKLAŞIMI................... 46
2.2. İKTİSADİ BÜYÜME STRATEJİLERİ........................................................................... 50
i
2.2.1. İTHAL İKAMESİNE DAYALI BÜYÜME STRATEJİLERİ (İİDBS):
BRETTON WOODS SİSTEMİ ve KORUMACILIK........................................................ 51
2.2.1.1. BRETTON WOODS SİSTEMİ ve ORGANLARI......................................... 51
2.2.1.2. İTHAL İKAMESİNE DAYALI BÜYÜME.................................................... 55
2.2.2. İHRACATA DAYALI BÜYÜME STRATEJİLERİ (İDBS): DIŞ TİCARET ve
KÜRESELLEŞME.............................................................................................................. 59
2.2.2.1. KLASİK DIŞ TİCARET YAKLAŞIMLARI.................................................. 59
2.2.2.2. YENİ DIŞ TİCARET YAKLAŞIMLARI....................................................... 61
2.2.2.3. İHRACATA DAYALI BÜYÜME STRATEJİLERİ ve KÜRESELLEŞME
HAREKETLERİ........................................................................................................... 62
2.2.2.3.1. BRETTON WOODS SİSTEMİNİN ÇÖKÜŞÜ ve İHRACATIN
ÖNEMİ.................................................................................................................... 62
2.2.2.3.2. TİCARİ SERBESTLİK ve KÜRESELLEŞME HAREKETLERİ.......... 66
2.2.2.3.2.1. KÜRESELLEŞME KAVRAMI..................................................... 66
2.2.2.3.2.2. WASHINGTON UZLAŞISI ve YENİDEN TANIMLANAN
“DEVLET”......................................................................................................... 67
2.2.2.3.2.3. BRETTON WOODS KURULUŞLARININ EVRİMİ................... 75
2.2.2.3.2.4. KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA İKTİSADİ
BİRLEŞMELER, KURUMLAR ve İŞBİRLİKLERİ........................................ 79
-ÜÇÜNCÜ BÖLÜM-
İDBS'NİN, DESTEKÇİLERİ ve SEÇİLMİŞ ÜLKE DENEYİMLERİ AÇISINDAN
DEĞERLENDİRİLMESİ
3.1. İDBS; NEDENLER ve SONUÇLAR................................................................................ 85
3.1.1. ÜLKELER BAZINDA GELİŞMİŞLİK ve AZ GELİŞMİŞLİK OLGUSU.............. 85
3.1.2. İDBS İLE İLGİLİ ÖNEMLİ ÇALIŞMALAR........................................................... 89
3.2. GÜNÜMÜZÜN GELİŞMİŞ ÜLKELERİ NASIL GELİŞTİ?........................................... 102
3.2.1. GELİŞMİŞ ÜLKELERE DAİR GÜNÜMÜZDEKİ GENEL YORUM.................... 102
3.2.2. GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE GÜNÜMÜZÜN GELİŞMİŞ ÜLKELERİ................... 103
3.2.2.1. İNGİLTERE (BÜYÜK BRİTANYA-BİRLEŞİK KRALLIK)....................... 103
3.2.2.2. AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ........................................................... 111
3.2.2.3. JAPONYA........................................................................................................ 117
3.2.2.4. GELİŞMİŞ ÜLKELERİN AYAK İZLERİ...................................................... 121
3.3. VAATLER VE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER......................................................... 124
ii
3.3.1. ASYA TİCARETİ VE BÜYÜME DERSLERİ......................................................... 125
3.3.1.1. ASYA KAPLANLARI.................................................................................... 127
3.3.1.1.1. GÜNEY KORE.................................................................................. 127
3.3.1.1.2. TAYVAN........................................................................................... 130
3.3.1.1.3. SİNGAPUR VE HONG KONG......................................................... 133
3.3.1.2. KAPLANLAR, EJDERHALAR VE FİLLER................................................. 134
3.3.2. AMERİKA'NIN GÜNEYİ; LATİN AMERİKA....................................................... 140
3.4. İDBS KILAVUZLUĞUNDA DÜNYA EKONOMİSİ..................................................... 144
-DÖRDÜNCÜ BÖLÜM-
İHRACATA DAYALI BÜYÜME STRATEJİLERİ (İDBS), TÜRKİYE DENEYİMİ
4.1. TÜRKİYE'NİN İKTİSADİ GELİŞİMİNİN ÇOK KISA TARİHÇESİ............................ 151
4.1.1. OSMANLI MİRASI.................................................................................................. 151
4.1.2. 1923 - 1950 DÖNEMİ .............................................................................................. 153
4.1.3. 1951-1980 DÖNEMİ................................................................................................. 158
4.1.4. 1981-2000 DÖNEMİ................................................................................................. 161
4.1.5. 2000 SONRASI DÖNEM ........................................................................................ 167
4.2. TÜRKİYE'DE DÖNEMLERE AİT EKONOMİK GÖSTERGELER YARDIMIYLA
İDBS UYGULAMALARININ PERFORMANS TAHLİLİ........................................................ 170
-BEŞİNCİ BÖLÜM-
SONUÇ
5.1. SONUÇ.............................................................................................................................. 199
KAYNAKÇA........................................................................................................................... 210
EK1. AVRUPA VE ASYA'DA KENTLEŞME VE GSMH DEĞİŞİM SEVİYELERİ
(1300-1850)................................................................................................................................... 225
EK2. GELİR DURUMLARI VE COĞRAFYALARINA GÖRE ÜLKELER........................ 226
EK3. İDBS'NE YÖNELİK BAZI ÇALIŞMALAR VE SONUÇLARI................................... 227
EK4. İHRACAT VE BÜYÜME, GRANGER NEDENSELLİK TEST SONUÇLARI.......... 234
EK5. ABD'DE 1789-1990 ARASI İTHALAT GÜMRÜK TARİFE ORANLARI................. 235
iii
EK6. SEÇİLMİŞ KALKINMIŞ ÜLKELERİN 1820-1950 YILLARI ARASINDA,
MAMÜL MALLARI UYGULAMIŞ OLDUKLARI ORTALAMA TARİFE ORANLARI
(AĞIRLIKLI ORTALAMA, %)................................................................................................... 235
EK7. G. KORE'DE, BEŞ YILLIK KALKINMA PLANLARI (BYKP) SÜRESİNCE REEL
BÜYÜME, YATIRIM VE İHRACAT ORANLARI (1962-1986) %......................................... 236
EK8. HİNDİSTAN'DA DİĞER GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERLE GÖRELİ
BÜYÜME ORANLARI, TARİFE ORANLARI VE İTHALAT KISITLAMALARI (1970-
1995)............................................................................................................................................. 236
EK9. WASHINGTON KONSENSÜSÜ VE DOĞU ASYA................................................... 237
EK10. ÇİN'DE VE DÜNYA'DA 1950 SONRASI GSYİH BÜYÜME ORANLARI (%)...... 238
EK11. TÜRKİYE'NİN 2008 YILI İTİBARİYLE MAKROEKONOMİK VE
DEMOGRAFİK GÖSTERGELER BAKIMINDAN DÜNYA EKONOMİSİNDEKİ YERİ...... 239
ÖZGEÇMİŞ.............................................................................................................................. 240
ÖZET........................................................................................................................................ 241
ABSTRACT............................................................................................................................. 243
iv
KISALTMALAR DİZİNİ
AB : Avrupa Birliği
ABD : Amerika Birleşik Devletleri
ADB: Asya Kalkınma Bankası
AEC: Afrika Ekonomik Topluluğu
AET: Avrupa Ekonomi Topluluğu
AFDB: Afrika Kalkınma Bankası
AKCT: Avrupa Kömür ve Çelik Birliği
APEC: Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği
AR-GE: Araştırma Geliştirme
ASEAN: Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği
BKE: İnsani Kalkınma Endeksi
BM: Birleşmiş Milletler
BSB: Bağımsız Sosyal Bilimciler
BSEC: Karadeniz Ekonomik İşbirliği
BVE: Beşeri Varlıklar Endeksi
DATÜ: Deniz Aşırı Tacir Ülkeler
DE: Devlet İstatistik Enstitüsü
DPT: Devlet Planlama Teşkilatı
DTÖ: Dünya Ticaret Örgütü
ECA: Afrika Ekonomi Komisyonu
ECE: Avrupa Ekonomik Komisyonu
ECLA: Latin Amerika Ekonomik Konsorsiyumu
ECLAC: Latin Amerika ve Karaibler Ekonomik Komisyonu
EFTA: Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi
EIB: Avrupa Yatırım Bankası
ESCAP: Asya ve Pasifik Ekonomik ve Sosyal Komisyonu
ESCWA: Batı Asya Ekonomik ve Sosyal Komisyonu
EURATOM: Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu
v
FAO: BM Gıda ve Tarım Örgütü
GATT: Genel Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Anlaşması
GGOÜ: Günümüzün Gelişmekte Olan Ülkeleri
GGÜ: Günümüzün Gelişmiş Ülkeleri
GSMG: Gayri Safi Milli Gelir
GSMH: Gayri Safi Milli Hasıla
GSYİH: Gayri Safi Yurt İçi Hasıla
IDB: İslam Kalkınma Bankası
IMF: Uluslararası Para Fonu
İBY: İçsel Büyüme Yaklaşımları
İDBS: İhracata Dayalı Büyüme Stratejileri
İİDBS: İthal İkamesine Dayalı Büyüme Stratejileri
İSE: İktisadi Savunmasızlık Endeksi
KİT: Kamu İktisadi Teşebbüsü
KÜT: Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi
LAFTA: Latin Amerika Serbest Ticaret Bölgesi
MERCOSUR: Güney Amerika Ortak Pazarı
MÜT: Mutlak Üstünlükler Teorisi
NAFTA: Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi
OAU: Afrika Birliği Teşkilatı
OECD: Organization for Economic Cooperation and Development
OEEC: Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı
SAGP: Satın Alma Gücü Paritesine
TEK: Türkiye Ekonomi Kurumu
TÜİK: Türkiye İstatistik Kurumu
UNCTAD: BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı
UNDP: Birlesmis Milletler Kalkınma Teşkilatı
UNIDO: BM Sanayi Kalkınma Örgütü
YEP: Yeni Ekonomi Politikası
vb.: Ve Benzerleri
vi
GRAFİKLER DİZİNİ
GRAFİK SAYFA
Grafik 3.1. ABD'de Bütün İthalat Mallarındaki (Serbest ve Gümrüğe Tabi) Gümrük Vergi
Oranı ve Gümrüğe Tabi İthalatların Toplam İthalatlar İçindeki Payı(%)..................................... 113
Grafik 3.2. ABD'de Mamul Mallardaki Gümrük Vergi Oranları (%)..................................... 113
Grafik 3.3. Seçilmiş Kalkınmış Ülkelerin 1820-1950 Yılları Arasında, Mamul Mallara
Uygulamış Oldukları Ortalama Tarife Oranları (Ağırlıklı Ortalama, %)..................................... 114
Grafik 4.1. Türkiye'de Sektörlerin GSMH İçindeki Payları.................................................... 171
Grafik 4.2. Türkiye'de Çalışabilir Nüfusun İstihdam Edilme Oranı ve İstihdamın Sektörler
İtibariyle Dağılımı % (1955-2000 arası dönem)........................................................................... 175
Grafik 4.3. Türkiye'de Toplam Sabit Sermaye Yatırımları İçinde Eğitim Yatırımlarının
Payı (%) (1960-2003).................................................................................................................... 177
Grafik 4.4. 1924-2006 Arası Dönemde Türkiye'de GSMH Büyüme (1948, 1968 ve 1987
sabit fiyatları ile) ve Enflasyon Oranları....................................................................................... 185
Grafik 4.5. Türkiye'de Dış Borç Stokları, İç Borç Stokları, Cari İşlemler Dengesi ve Bütçe
Açıklarının GSMH'ya Oranları..................................................................................................... 186
Grafik 4.6. 1980 Sonrası Türkiye'de Finansal Sermaye Hareketleri....................................... 187
Grafik 4.7. Türkiye'de GSMH Artışı, İthalat ve İhracatın GSMH İçindeki Payları ve Ticari
Dışa Açıklık Oranları.................................................................................................................... 188
Grafik 4.8. Türkiye'de 1982 Sonrası Dış Ticaret Hadlerinin Genel Seyri.............................. 193
Grafik 4.9. Türkiye'de Tarım-Madencilik, İmalat Sanayi – Enerji ve Hizmetler
Sektörlerine Yapılan Sabit Sermaye Yatırımlarının GSMH içindeki Payları............................... 194
Grafik 4.10. Türkiye'de 1950 Sonrası İmalat Sanayinde Çalışanlara Ait Verimlilik ve
Ücret Endeksleri ile Aynı Döneme Ait İstihdam Endeksi
(1950=100).................................................................................................................................... 196
Grafik 4.11. Türkiye'de 1950-1980 Arası ve 1980 Sonrası İmalat Sanayinde Çalışanlara
Ait Verimlilik ve İmalat Sanayinde Sabit Sermaye Yatırımı Endeksleri (1950=100 ve
1981=100)..................................................................................................................................... 197
Grafik 4.12. Türkiye'de Geçim Zorluğu ve Ticari Başarısızlık Nedeniyle Yaşanan İntihar
Vakalarının Toplam İntihar Vakaları İçindeki Payı...................................................................... 198
vii
TABLOLAR DİZİNİ
TABLO SAYFA
Tablo 3.1. Avrupa'da Kişi Başına Yıllık GSYİH Seviyeleri (İngiltere-1820=100, 1300-
1850)............................................................................................................................................. 104
Tablo 3.2. 1500-1820 Yılları Arasında, Ülkelerde Lider Şehirler Bazında, İnşaat
Sektöründe Çalışan Reel Nitelikli ve Niteliksiz İşgücü Maaşları (gün başına alınan gümüş
miktarı (gram)/sabit fiyat endeksi, Strazburg, 1700-50:1,0)......................................................... 105
Tablo 3.3. Avrupa'da Tarımsal Faaliyetlerde Kullanılan İşgücü Miktarının Toplam İşgücü
Miktarı İçindeki Payı (%) (1300-1800)........................................................................................ 106
Tablo 3.4. Avrupa'da Şehir Nüfusunun Toplam Nüfus İçindeki Payı (%)............................. 107
Tablo 3.5. İngiltere'de 1760 ve 1800 Yıllarında Bir İşçinin Bir Yıl İçindeki Ortalama
Çalışma Süresi (Çalışma saati/bir yıl)........................................................................................... 108
Tablo 3.6. Net İthalatın Bir Yüzdesi Olarak Net Gümrük Gelirleri (5 Yıllık Ortalamalar),
İngiltere ve Fransa, 1846-1913..................................................................................................... 109
Tablo 3.8. Çeşitli Ülkeler İçin Kişi Başına Düşen Gelir Artışları (1820-1913)...................... 114
Tablo 3.9. B. Krallık (İngiltere), ABD ve Japonya'daki Kişi Başına Düşen İhracat ve
Büyüme Seviyeleri (1820-1998 Dönemi, 1990 ABD Doları Sabit Fiyatları İle)......................... 118
Tablo 3.10. B. Krallık (İngiltere), ABD ve Japonya'daki Kişi Başına Düşen İhracat ve
Büyüme Seviyelerindeki % Değişim (1820-1998 Dönemi, 1990 ABD Doları Sabit Fiyatları
İle)................................................................................................................................................. 118
Tablo 3.11. B. Krallık (İngiltere), ABD ve Japonya'da İşgücü ve Toplam Faktör
Verimliliklerindeki Değişimler (1820-1998)................................................................................ 119
Tablo 3.12. Latin Amerika: GSYİH, 1971-2003 (yıllık büyüme oranları %)......................... 143
Tablo 3.13. Dünyada Kişi Başına Düşen GSYİH Artışları % (1500-2001)............................ 146
Tablo 4.14. 1923-2006 Yılları Arasında Türkiye'de Alt Dönemler İtibariyle Ortalama
GSMH Büyüme Rakamları (GSMH seviyeleri 1923-1947 dönemi 1948 fiyatlarıyla, 1948-
1967 dönemi 1968 fiyatlarıyla, 1968-2006 dönemi 1987 fiyatlarıyla hesaplanmıştır.)................ 171
Tablo 4.15. Türkiye'de 1923-2006 Yılları Arasında Sektörlerin GSMH İçindeki Payları
(Yıllık Ortalamalar)....................................................................................................................... 172
Tablo 4.16. 1923-2006 Yılları Arasında ABD Doları ve Sabit Fiyatlar Bazında Türkiye'de
Alt Dönemler İtibariyle Ortalama Kişi Başına Düşen GSMH Büyüme Rakamları (Sabit
Fiyatlar Bazında GSMH seviyeleri 1923-1947 dönemi 1948 fiyatlarıyla, 1948-1967 dönemi
1968 fiyatlarıyla, 1968-2006 dönemi 1987 fiyatlarıyla hesaplanmıştır.)...................................... 173
Tablo 4.17. Türkiye'de Çalışabilir Nüfusun İstihdam Edilme Oranı ve İstihdamın Sektörler
İtibariyle Dağılımı % (1955-2000 arası dönem)........................................................................... 175
viii
Tablo 4.18. Yıllar İtibariyle Türkiye'de İşsizlik, 15 Yaş Üstü Nüfusun Toplam Nüfus
İçindeki Payı ve İstihdam Edilenlerin Sayısındaki Değişim (2000-2009 dönemi)....................... 176
Tablo 4.19. Türkiye'de Toplam Sabit Sermaye Yatırımları İçinde Yıllık Ortalama Değerler
ve Alt Dönemler İtibariyle Eğitim Yatırımlarının Payı (%) (1960-2003).................................... 177
Tablo 4.20. Türkiye'de Alt Dönemler İtibariyle Okul Başına Düşen Öğrenci Sayılarındaki
Değişim Oranları (%).................................................................................................................... 179
Tablo 4.21. Türkiye'de Alt Dönemler İtibariyle Öğretmen Başına Düşen Öğrenci
Sayılarındaki Değişim Oranları (%)............................................................................................. 179
Tablo 4.22. Lise Dengi ve Üstü Eğitim Kurumlarında Alt Dönemler İtibariyle Dağıtılan
Diploma Sayılarının Bu Kurumlarda Eğitim Gören Öğrenci Sayılarına Oranları (%)................. 180
Tablo 4.23. Türkiye'deki Kütüphanelerin, Kütüphanedeki Kitapların ve Kütüphanelerden
Yararlanan Kişilerin Sayılarındaki Değişim Oranları. (1945-2007)............................................. 182
Tablo 4.24. Seçilmiş Ülkeler Bazında GSMH'nın Yüzdesi Olarak Ar-Ge Harcamaları......... 183
Tablo 4.25. Türkiye'de Seçilmiş Yıllar İtibariyle Gelir Dağılımı Verileri.............................. 183
Tablo 4.26. Türkiye'de Dönemler İtibariyle İhracat ve İthalatın GSMH İçindeki Payları,
Ticari Dışa Açıklık ve İhracatın İthalatı Karşılama Oranlarının Ortalama Değerleri................... 189
Tablo 4.27. Türkiye'de Teknolojik Yapı İtibariyle İhracat Mal Gruplarının Toplam
İhracatlar İçindeki Payları............................................................................................................. 192
ix
GİRİŞ
Hızlı ve istikrarlı bir ekonomik kalkınmanın nasıl sağlanacağı konusu, ekonomi
literatüründeki en kapsamlı konulardan biridir. Hızlı bir ekonomik kalkınma ve
büyümenin sağlanması için gerekli olan en önemli etkenlerden birisi de ihracatın
arttırılması olarak gösterilmektedir (Yiğidim ve Köse, 1997:71).
Çeşitli ekonomik gelişmelerin ışığında ve kılavuzluğunda değişen iktisadi
yaklaşımlar çeşitli dönemlerde, çeşitli ekonomik önermelerle ifade edilmişlerdir. Bu
ekonomik önermelerden büyüme stratejilerine yönelik olanlarından en önemlilerinden
birisi de ihracata dayalı büyüme hipotezidir.
Kapsamlı bir sanayileşme ve büyüme stratejisi oluşturulması, birçok ön koşulu
içermektedir. Bu stratejilere uyumlu makro ve dış ticaret politikalarının oluşturulması
ve bu politikaların uygulamaya sokulabileceği sistemlerin yaratılması, büyüme
stratejilerinin başarısı için çok önemlidir. Oluşturulan sanayileşme ve büyüme
stratejileri ancak bu şekilde ekonominin tamamını kapsayan bir kalkınma politikası
haline gelebilir (Doğruel ve Doğruel, 2006:13-14)
Ödemeler dengesindeki baskıların azalması ve çeşitli istihdam olanaklarının
ortaya çıkması için gerekli olan döviz girişlerinin sağlanabilmesi, en rahat bir biçimde,
mal ve hizmet ihracatının sağlanması ile gerçekleştirilebilmektedir (Abou-Stait Fouad,
2005:1). İhracata Dayalı Büyüme Hipotezi de, temelde bu mantıktan yola çıkarak ortaya
atılmıştır. Ancak; ihracat artışlarının ve uluslararası pazarlara açılmanın nedenleri ve
faydaları daha geniş bir alanı kapsamaktadır. Şimşek (2003:43-44), ihracat artışlarının
iktisadi büyüme performansına yapmış olduğu katkıları genel olarak şu şekilde ifade
etmektedir;
-Uluslararası piyasalara açılmak ve ihracat artışını sağlamak piyasalardaki
rekabeti arttırıcı bir etki yapmaktadır. Bu rekabet artışının ana nedeni üretkenlik artışı
olarak gösterilmektedir. Yurt içi üreticilerin teknolojik gelişmelere daha kolay bir
şekilde uyumlanabilmesini sağlamak, yurt içinde oluşabilecek aksak rekabetin
engellenmesi, uluslararası talepler doğrultusunda üretim tarzının belirlenmesi,
uluslararası ticaretin rekabet arttırıcı getirileri içinde yer almaktadır.
1
-Dış ticaret artışı; yeni teknolojilere ulaşmayı kolaylaştırdığı gibi, yurt içinde
yeni teknolojilerin gelişmesine de neden olmaktadır, bu teknolojik ilerleme de iktisadi
büyüme performansını pozitif etkilemektedir.
-İhracat artışları ile yurt içi talebi dar olan ekonomiler de uluslararası talep
seviyesinde üretim yapma fırsatı bulmaktadır. Aynı zamanda, yerli mallara yurt dışı
talebin artması ile birlikte yeni yatırım ihtiyacı ile birlikte yatırım oranlarında da artışlar
meydana gelir.
-İhracat gelirleri ile sağlanan döviz girdileri aracılığıyla, dış ödemeler
dengesindeki baskı da azaltılmış olmaktadır.
Tarihsel süreç içinde özellikle de 2. Dünya Savaş’ı sonrasında ülkelerin
büyüme performanslarını arttırmaları amacıyla birçok hipotez ortaya atılmıştır, zaman
içinde bu büyüme hipotezleri, gereksinimlere, yaşanan deneyimlere göre değişmiş,
yenilenmiş ve 1980’ler çeşitli ülkelerin uyguladıkları ekonomik politikaların giderek
birbirine benzediği yıllar olmuştur. Özellikle de sosyalist bloğun yıkılmasının ardından,
ekonomik literatürde, bütün dikkatler uluslararası pazarlara açılmaya ve ihracat
miktarının arttırılmasına yönlendirilmiştir (Filiztekin, Yılmaz ve İzmen, 2005:13-19).
Bununla birlikte, ihracata dayalı büyüme hipotezlerine yönelik uygulamaların olduğu
ifade edilen, gelişmekte olan ülkelerin bir kısmı özellikle de 1990’lı yılların ortalarından
itibaren büyük sıkıntılara sahne olmuş, bir kısmında ise yüksek oranlı ve istikrarlı bir
büyüme performansı gözlenmiştir.
Yakın dönemde dış ticaret ile iktisadi büyüme arasındaki ilişkiye yönelik
olarak yapılmış olan ampirik çalışmalarda; dışa açıklığın iktisadi büyümeyi
desteklediği, ithal ikameci politikaların ise iktisadi büyümeyi engellediği yönünde
sonuçlara ulaşılmaktadır. Bununla beraber “dışa açıklık” ve “dış ticaret hacminin
büyümesi” gibi değişkenler üzerinde tartışmalar bulunmaktadır (Rodrik, 2005:3).
Yaklaşık son otuz yıllık dönem itibariyle, ihracata dayalı büyüme hipotezinin
ülkelerin büyüme ve kalkınma planlarının özünü oluşturduğu görülmektedir. Gerek
gelişmiş, gerekse gelişmekte olan ülke performansları incelendiğinde, İhracata dayalı
büyüme hipotezleri tarafından vaat edilen yüksek oranlı ve istikrarlı büyüme
hedeflerinin bu hipotezleri uygulayan devletler tarafından büyük ölçüde
2
gerçekleştirilmiş olduğuna dikkat çekilmektedir. Ancak; gerçekleştirilen bu yüksek
oranlı ve istikrarlı olduğu iddia edilen büyüme performanslarının, özellikle de
gelişmekte olan ülkeler açısından, nelerin feda edilerek gerçekleştirilmiş olduğu da
günümüz iktisatçıları arasında büyük bir tartışma konusudur. Özellikle de 1990’lı
yılların sonlarında yaşanan ekonomik gelişmeler, büyük başarı örnekleri olarak
gösterilen ülke ekonomilerinin peş peşe girmiş oldukları ekonomik dar boğazlar ve
yaşadıkları krizler, bu tartışmaları daha da ateşlemiş, ekonomik araştırmaların iyiden
iyiye ihracata dayalı büyüme hipotezlerine odaklanmasına neden olmuştur.
3
-BİRİNCİ BÖLÜM-
KALKINMA KAVRAMININ TEORİK TEMELLERİ ve TARİHSEL GELİŞİMİ
1.1. KALKINMA İKTİSADININ BİR DİSİPLİN OLARAK ORTAYA
ÇIKIŞI
1.1.1. MERKANTİLİST DÖNEM ve ÖNCESİ DÜNYA
İhracata Dayalı Büyüme Hipotezinin kavramsal teorik temellerinin anlaşılması
için öncelikle kalkınma iktisadının bir disiplin olarak ortaya çıkmasına neden olan
tarihsel süreç ve aynı tarihsel sürecin bir sonucu olarak şekillenen büyüme kavramının
anlaşılması gerekmektedir.
Refah kavramının sübjektif bir kavram olması nedeniyle, refah kavramına dair
kabul edilebilir bir ölçü bulunmamaktadır. Bununla birlikte, genel olarak, maddi refah
ile mal ve hizmetlerin miktarları arasında yakın bir ilişki olduğu kabul edilmektedir.
Faydalı ve ekonomik değeri bulunan mal ve hizmetlerin üretimlerindeki artışlar da, bu
artışların gerçekleştirildiği ekonomiler ve toplumlar adına maddi refah artışını ifade
etmektedir. Bu kapsamda, iktisadi büyüme olgusu, toplumun maddi refahının
arttırılması adına büyük önem arz etmektedir (Yavilioğlu, 2002a:62-63). Toplumun
refah seviyesinin arttırılması, iktisadın en önemli uğraşı alanlarından birisi olmuştur.
Yaşadığımız dünya -sosyal ve yaşam standartlarımız da dâhil olmak üzere- 19.
yüzyılda Batı Avrupa'da başlamış olan hızlı büyüme süreci tarafından şekillenmiştir. Bu
hızlı iktisadi büyümenin ve buna bağlı olarak Sanayi Devriminin kaynakları ise Batı
Avrupa'da önceki yüzyıllar boyunca gerçekleşen ekonomik, politik ve sosyal kalkınma
tarafından belirlenmiştir. 1500 ve 1800 yılları arasında, Batı Avrupa daha önce tarihte
görülmemiş bir istikrarlı büyüme periyodu yaşamış ve bu “Birinci Büyük Iraksama”
periyodu bu bölgeyi 19. yüzyıl başında Asya ve Doğu Avrupa'ya göre karşılaştırmalı
olarak daha zengin bir bölge haline getirmiştir. Batı Avrupa'nın 16.,17.,18. yüzyıllarda
ve 19. yüzyıl başındaki büyüme performansındaki sıçrama büyük ölçüde deniz aşırı
(Küresel) ticarete açılmış olan ülkelerin büyüme performansları tarafından
şekillenmiştir.1 Deniz aşırı tacir ülkeler (DATÜ) ifadesi, bu dönemde Yeni Dünya ve
1 Bu dönemdeki uluslararası ticaret, günümüz uluslararası ticaretinden çok daha farklı özelliklere sahiptir. Merkantilist dönemdeki sömürgecilik faaliyetleri ve uluslararası ticaretin niteliği ile ilgili daha geniş bilgi
4
Asya'da deniz aşırı ticaret ve sömürgeleştirme faaliyetlerine direk olarak dâhil olan
İngiltere, İspanya, Hollanda, Fransa ve Portekiz için kullanılmaktadır. Bu ülkelerin
farklılaşan büyüme performanslarının, Batı Avrupa'da yaşanan “Birinci Büyük
Iraksama” daki rolü büyüktür (Acemoğlu, Johnson & Robinson, 2005:1-5).2 Deniz aşırı
ülkelerle oluşturulan ticaret köprüleri, 19. yüzyıl ortalarında özellikle Batı Avrupa'yı bir
sanayi merkezi haline getirirken, Asya'yı ise Batı Avrupa sanayisi için gerekli olan ham
mamullerin ve iş gücünün üretildiği bir pazar haline getirmiştir. Günümüzdeki ülkeler
arası refah ve kalkınma düzeyindeki farklılıkların ilk adımları bu süreç içinde atılmıştır.
Deniz aşırı ticaretin Batı Avrupa'nın gelişimindeki doğrudan etkileri dışında
dolaylı etkileri de olmuştur. Özellikle; Deniz aşırı ticarete açılmakla birlikte Batı
Avrupa'da gerçekleştirilen hukuki ve kurumsal kalkınma dönemin monarşik düzeninin
değişmesinde ve günümüz Avrupa'sının kurumsal altyapısının şekillenmesinde etkili
olmuştur.3
Avrupa'da ortaya çıkan bu gelişme sürecinin neden Batı Avrupa'da ve neden
16. yüzyıl başlarında ortaya çıktığına dair birçok fikir ortaya atılmaktadır. Bu sürecin
çıkış nedenleri konusunda genel bir fikir birliğinden söz etmek zor olsa da, sürecin
ortaya çıkışında, aynı dönemdeki bilimsel ve düşünsel gelişmelerin etkisi aşikârdır. Hiç
şüphe yok ki Avrupa'daki bu iktisadi büyüme sürecinin başlaması, Avrupalıların ülke
refahlarını ve zenginliklerini arttırmaya yönelik fikirsel faaliyetlere daha önceki
dönemlerde olmadığı kadar yoğunlaşmaları ile başlamıştır. Bu doğrultuda; toplumların
refah seviyelerinin arttırılmasına yönelik uğraşılar iktisat biliminin ortaya çıkışının
evveline dayanmaktadır. Örneğin; Batı Avrupa'daki “Birinci Büyük Iraksama” sürecini
kapsayan, Merkantilist Dönemde yaşamış olan düşünürlerin de birçoğu bireysel ve
ulusal zenginliğin nasıl arttırılacağı üzerine birçok fikir beyan etmişlerdir.4 Merkantilist
düşünürler; ticareti iktisadi yaklaşımlarının temeline oturtmuşlardır, ödemeler
için bkz. Acemoglu & Robinson (2000), Acemoglu, Johnson & Robinson (2000), Pamuk, (2005).2 Çalışmada “Batı Avrupa” ile Elbe'nin batısında kalan bölgedeki ülkeler kast edilmektedir; bunlar; Avusturya, Belçika, İngiltere, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, İrlanda, İtalya ve Hollanda'dır. Doğu Avrupa ile ise; Elbe'nin doğusundaki, Türkiye dışında kalan ve Rusya'yı da içine alan bölgedeki ülkeler kastedilmektedir. Bölgeler arası ve ülkeler arası farklılaşmaların daha rahat anlaşılabilmesi için bkz. EK1, Grafik 1,2,3,4.3 North & Thomas (1973), North & Weingast (1989).4 Daha geniş bilgi için bkz. Savaş (2000), Spiegel, (1964).
5
dengesinde elde edilebilecek fazlanın ülkenin zenginliğini arttıracağını savunmuşlar ve
bu nedenle de ihracata büyük önem vermişlerdir. Bu dönemde; ihracatı arttırıcı ve
ithalatı kısıcı politika önerileri getirilmiş ve bu şekilde ülkeye “kıymetli maden
girişinin” sağlanması amaçlanmıştır.
Merkantilist Dönemde, hükümdar ile tüccar arasındaki çıkar ilişkisinin
örtüşüyor olması, dönemin ekonomi politikalarına da yansımıştır. Hükümdarın ana
amacı olan; hazinenin büyümesi gayesi, ancak; ihracat artışları aracılığıyla dış ticaret
dengesinde pozitif bir kompozisyonun yaratılması ile gerçekleşebilir. Bu doğrultuda;
ihracat yapılmasının gerekliliği, hükümdar ile tacir arasında bir çıkar birliğinin
oluşmasına neden olmaktadır. Savaş (2000:137-139) da, bu noktayı vurgulamış ve
merkantilizmin temelini, “devlet idaresi” olarak belirtmiştir. Savaş (2000:139)'a göre;
“ekonomi politikası” ekonomi ile devletin birlikte büyümesini ve güçlenmesini
sağlayacak temel bir araç olmuştur. Sonuç olarak; merkantilizm için ticari denge
kavramı, ekonomik gücün bir göstergesi olduğu kadar, politik gücün de bir
göstergesidir.5
Merkantilist yaklaşımın açıklanmasında üç temel faktör kullanılabilir
(Tekelioğlu, 1993:18);
-Milli ve güçlü devlet faktörü,
-Kazanç tutkusu ve kıymetli madenlere sahip olma tutkusu,
-Dış ticaretin gerekliliği.
Tekelioğlu'na göre; bu üç ilke birbirinden bağımsız değil, tam aksine birbirine
bağlı olarak dikkate alınması gereken ilkelerdir. Bunun için kuvvetli bir ordu ve
donanmaya güçlü ve büyük bir ticaret filosuna da ihtiyaç vardır. Bunu başarabilen
ülkeler daha çok koloniye sahip olabilecek deniz ticaret yollarını ellerinde tutabilecek
ve rakiplerine karşı üstünlük sağlayabilecektir.
Merkantilist dönemin kısaca özetlenmiş olan bu temel özellikleri ile günümüz
büyüme hipotezlerinin ana hatları arasındaki benzerlik ve merkantilist dönem politika
5 Allen (1987:448)'de burada bahsi geçen; “ticaret dengesi” , “ekonomik güç” ve “politik güç” ilişkisi, Child’ın “Dış ticaret zenginlik, zenginlik kuvvet yaratır ve kuvvet de ticaretimizi ve dinimizi korur.” ifadesiyle vurgulanmıştır.
6
uygulayıcıları ile günümüz politika uygulayıcıları ve “uygulatıcıları”nın söylemleri
arasındaki “niyet” farklılıkları ilgi çekicidir.6
1.1.2. İKTİSAT BİLİMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI ve KALKINMA
İKTİSADINA GİDEN YOL
17. ve 18. yüzyıllar boyunca süregelen bilimsel gelişmeler önemli bir özgürlük
akımını da beraberinde getirmiş ve bu durum Merkantilist dönemin katı, korumacı ve
özgürlükleri kısıtlayıcı politikalarına karşı eleştirilerin artmasına neden olmuştur. Bu
gelişmeyle birlikte ekonomisi ticarete dayalı olmayan Avrupa ülkelerinde
uygulanılmaya çalışılan Merkantilist politikaların getirdikleri olumsuzluklar, birçok
ülkede Merkantilizme alternatif ekonomi politikaları üretilmesi yolunun seçilmesine
neden olmuştur. Merkantilizme getirilen eleştirilerin en önemlilerinden birisi de Fransa’
da ortaya çıkan ve Merkantilizm ile Klasik İktisat arasındaki geçişi sağlayan
Fizyokrasidir. Fizyokratlar, Sir Isaac Newton (1642-1727)’un ve diğer fizik bilimcilerin
yaptığı gibi, sosyal olaylarda da bir “nedensellik” ilişkisi ve bir “düzenlilik ilkesi”
bulmak amacından yola çıkmışlardır. Bu amaca ulaşılabilirse; ekonomik olayları da
tıpkı fiziksel olaylar gibi, sebep sonuç bağlılığı içinde ele almanın ve evrensel
geçerliliği olan kuralların tespit edilmesinin mümkün olacağını düşünmüşlerdir (Savaş,
2000:225-230). Bu amaç, Fizyokratları doğal dengenin devamını sağlayan fiziksel
yasalara benzer yasaların toplumsal düzeni sağlamak için de var oldukları sonucuna
götürmüştür. İnsan eliyle yapılmış yasaların bu doğal yasalardan daha iyi olamayacağı
görüşüyle birlikte, ekonomiye yapılan ve doğal düzenin oluşmasına etki eden devlet
müdahalelerinin azalmasının gerekliliği, Fizyokratlara ait düşünce yapısının ana
motiflerinden birisi haline gelmiştir.
Fizyokrasi’nin kurucusu ve en önemli temsilcisi olarak görülen Quesnay’ın
Ekonomik Tablosu, Fizyokratların temel çıkış noktası ve başvuru kaynağı olmuştur.
Quesnay, Ekonomik Tablo ile ekonomideki ideal dengeyi ve bu dengeden sapmaların
neden ve sonuçlarını izah etmeye çalışmıştır7 (Bilginsoy, 1994). Quesnay, merkantil
yaklaşımda, dış ticaretten elde edilecek para formunda ifade edilen “fazlayı” ya da
6 Bu ilgi çekici politika benzerliklerinin ve söylem farklılıklarının daha geniş bir tartışması, çalışmanın ihracata dayalı büyüme hipotezinin ele alındığı bölümlerinde yapılacaktır.7 Quesnay’ın Ekonomik Tablosu ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Kuczynski & Meek (1972).
7
“artığı” tarımsal üretimden elde edilen artığa dönüştürmektedir. Fransız fizyokratları,
zenginliğin göstergesi olarak parayı değil üretimi esas almışlardır. Klasik İktisadın
kurucusu olan A. Smith de ilerleyen tarihlerde, fizyokratik geleneğin ayak izlerinden
giderek zenginliği üretim ile özdeşleştirecek, ama Fizyokratlardan farklı olarak tarım
üretiminin değil, “manifaktür” üretiminin baskın niteliğini vurgulayacaktır (Üşür,
2003:10).
İktisat tarihçileri, İktisadın, pozitif ve normatif içerikli bir bilim olarak
doğuşunun Adam Smith’in kısaca “Ulusların Zenginliği” olarak anılan, Ulusların
Zenginliğinin Niteliği ve Nedenleri Hakkında Bir Araştırma ( An Inquiry into the
Nature and Causes of the Wealth of Nations ) adlı kitabına dayandırmaktadırlar. Adam
Smith’in yazmış olduğu bu kitap, gerek Adam Smith’in görüşlerini benimseyen
iktisatçılar, gerekse O’nun fikirlerine tamamen karşı çıkan iktisatçılar tarafından en
önemli başvuru kaynağı olarak kullanılmış ve birçok iktisatçı tarafından kitaba atıfta
bulunulmuştur, bu nedenle kitap günümüzde “İktisadın İncili” olarak anılmaktadır.
“Ulusların Zenginliği”nin de ana vurgusu; ulusların “Devletlerin” zenginliklerinin
“Refah Seviyelerinin” kaynaklarının belirlenmesi ve incelenmesi üzerinedir.
İktisadın incilinin yazılması ile birlikte iktisadın miladının da gerçekleşmiş
olduğu söylenebilir. İktisadın miladından itibaren iktisat biliminin tarihsel gelişimiyle
birlikte, ulusların refah seviyelerinin arttırılmasına gösterilen ilgideki inişli çıkışlı yapı
ve bu konuya yönelik önerilerde de çeşitlilik dikkat çekici boyutlardadır.
Günümüz büyüme hipotezlerinin kökenlerinin, kalkınma iktisadının bir disiplin
olarak ortaya çıkmasına yol açan gelişmeler ile aynı gelişmelere dayandıkları
görülmektedir. Tarihsel süreç incelendiğinde, kalkınma kavramı iktisatçılar tarafından,
birbiriyle ilişkili ve aynı zamanda da genel itibariyle farklı birçok durumun açıklanması
için kullanılmıştır. Günümüz iktisadi büyüme hipotezlerinin kavramsal içeriğinin
anlaşılması adına, kalkınma iktisadının bir iktisadi disiplin olarak ortaya çıkması ile
sonuçlanan sürecin anlaşılması gerekmektedir.
İktisat tarihçileri tarafından, Adam Smith ile başlayan ve J. Stuart Mill ile son
bulan döneme ait teorik ve düşünsel gelişmelerin ışığında oluşan “Klasik İktisat
Teorisi”nin en önemli temsilcilerinden Smith, Malthus, Ricardo, J.B. Say ve J.S. Mill’in
8
çalışmalarından, Smith’in deyişiyle ulusların zenginliğinin, yani ekonomik refahın
arttırılması konusunun bu dönemin iktisatçılarının temel ilgi alanlarından birisini
oluşturduğu kolaylıkla anlaşılabilmektedir.
Adam Smith’in Ulusların Zenginliği adlı eserinde genel olarak; maddi
ilerlemeyi sermaye birikimine, bu birikimi de zengin sınıflardaki para artırma eğilimine
bağlamaktadır (Savaş, 2000:289-290). Smith’den sonra gelen Klasik İktisadın önde
gelen temsilcileri tarafından da ekonomik refah artışı neredeyse tümüyle fiziksel
üretimdeki artışla ifade edilmeye çalışılmıştır. A. Smith’den İkinci Dünya Savaşı’na
kadar olan süreçte, maddi ilerleme hemen hemen tüm iktisatçılar tarafından Batılı
ülkelerin iktisadi kalkınması olarak isimlendirilen şeyi açıklamada kullanılan bir ifade
olmuştur (Yavilioğlu, 2002a:60). Ülke refahının arttırılması için gerekli olan üretim
artışının sağlanmasında ise kişisel çıkar güdüsü ön plana çıkarılmaktadır. Bunun sonucu
olarak; klasik iktisatçılar, iktisadi faaliyetlerin açıklayıcı unsuru olarak bireyin
davranışlarını göstermektedir. Böylece, klasik iktisadi analizin merkezine de “emek”
faktörü yerleştirilmiştir (Tekelioğlu, 1993:60). Gidilen bu çeşit iktisadi analizler ise,
Klasik İktisatçıları kısaca; bireylerin, kendi çıkarları doğrultusunda takındıkları tutum
ve davranışları ile ulusal refahın artmasına katkıda bulundukları, bu durumun işleyen bir
doğal düzeni oluşturduğu sonucuna götürmüştür. Klasik İktisadi çerçevede, kişinin
kendi çıkarlarını düşünerek toplum refahına yaptığı katkıyı sağlayan şey; “Görünmeyen
El” kavramıyla nitelendirilmektedir. Adam Smith görünmeyen el ile ilgili olarak
Ulusların Zenginliği adlı kitabında şunları söylemiştir: “Her fert kapitalini elinden
geldiği kadar yurt içi sanayiyi desteklemek için ve bu sayede mümkün olan en yüksek
kıymeti üretmek için kullanacağından, herkes zorunlu olarak toplumun yıllık gelirini
yapabildiği ölçüde en yüksek seviyeye ulaştırmak için çalışır. Fert genellikle aslında ne
toplumsal çıkarı teşvik etmeye niyetlenir ve ne de onu ne kadar teşvik ettiğini bilir. Yurt
içi sanayiyi yabancı sanayiye karşı desteklemeyi tercih etmekle ferde sadece kendi
güvenliğini gözetir ve kazancını düşünür ve fert bu durumda, diğer durumlarda olduğu
gibi, bir görünmeyen el tarafından tasarıları içinde yer almayan bir amacı teşvik etmiş
olur.”8 Bu düşüncelerin ışığında insanların kişisel çıkarları doğrultusunda hareket
8 Smith (1985)'ten aktaran Güngör (2005:6). 9
etmelerini engelleyici her türlü müdahale, ulusal refah artışını engelleyici bir etki
yapacak ve görünmeyen el mekanizmasının işlerliğini kaybetmesine neden olacaktır. Bu
nedenden ötürü de; Klasik İktisatçılar genel olarak ekonomiye olan devlet müdahalesine
karşı çıkmışlar ve devletin görevlerinin belirlenmesine yönelik önermeleri,
çalışmalarının temeline oturtmuşlardır. Bu çalışmaların bir sonucu olarak da Devletin
ekonomik yaşamdaki rolünü en aza indiren Jandarma Devlet olgusu da bu dönemde
ortaya çıkmıştır. Klasiklere göre devlet genel olarak; güvenlik, savunma adalet ve
diplomasi görevlerini yerine getirmeli ve ne olursa olsun piyasaya müdahalede
bulunmamalıdır. Devlet sınırlı bir alanda mal ve hizmet üreteceği için devlet
harcamaları da sınırlı bir ortamda oluşacaktır. Bu nedenlerden ötürü, sınırlı devlet
harcamalarının finansmanında daha düşük vergi oranları yeterli olacaktır (Eker, Altay
ve Sakal, 1994:22).
Klasik İktisadi Düşünce Sistemi, Adam Smith'in, işte bu çok kısa ve öz bir
biçimde ele almış olduğumuz savlarından yola çıkarak filizlenmiş ve bazen bu savların
eleştirilmesi bazen de geliştirilmesi yoluyla bir iktisadi düşünce sistemi olarak
bütünleşmiştir.
Adam Smith'in ana savları, Klasik İktisadi düşünce sisteminin özünü
anlamanın yanında “ferdi çıkar-jandarma devlet olguları” ve piyasa mekanizmasının
işlerliği ile ilgili yorumları bakımından, günümüz ekonomik serbestleşme ve
küreselleşme hareketlerinin temel mekanizmasının anlaşılması açısından önemlidir.
Klasik iktisat teorisinin gelişiminde Malthus'un “Nüfus Teorisi”nin önemli bir
yeri vardır. Malthus iki önermede bulunmuştur. Bunlardan birincisi, insanın varlığı için
yiyeceğin gerekli olduğu önermesidir; ikincisi ise cinsiyetler arasındaki ihtiras
gereklidir ve genel beklenti de bu durumun devam edeceğine yöneliktir. Malthus'un bu
önermelerden yola çıkarak yaptığı çıkarımlar; nüfusun artma potansiyelinin kontrol
altına alınmadığı sürece geometrik oranlı, geçim vasıtalarının artışının ise aritmetik
oranlı olacağına dairdir. Bu çıkarımlar neticesinde de insanların mutluluğa ulaşması zor
gözükmektedir (Savaş, 2000:344-349). Malthus, bu doğrultuda toplumsal ve iktisadi
10
gelişme ile ilgili kötümserdir ve gelişmenin önündeki en önemli engeli “Nüfus Artışı”
olarak öngörmüştür.9
Klasik büyüme teorisi, genel olarak Ricardo'nun bölüşüme bağlı büyüme
teorisi ile ifade edilmektedir. Kazgan (2004:95-96), bunun nedenini “Ricardo'nun kendi
içinde tutarlı, mantıki bir bütün oluşturan açıklamalarının, kapitalizmin çıkarı ile
bağdaşır olması” olarak göstermiş ve şu şekilde devam etmiştir;
“ ...A.Smith, Ricardo'ya benzer bir yaklaşımla, büyüme sürecinde üretim
girdileri paylarındaki değişmeyi inceler; büyümenin tabii üst sınırına erişilme nedenini,
bu değişmede bulur. Tabii kaynakları zengin, yeni iskân edilmiş bir ülkeden hareket
ederek, ekonomi gelişirken kar haddi ile ücret haddi arasındaki ilişkiyi ele alır. Fakat
Smith'in düşünce dizgesinde azalan getiri olmadığı için, büyüme sürecini açıklarken
ortaya koymuş olduğu gelişmelerden toprak rantının niçin yükseleceği, büyüme
sürecinde mamul malların reel fiyatların düşeceği, tarımsal ürünlerinkinin ise yüksek
kalacağı açıklamasız kalır. Ricardo, sistemine azalan getiriyi içererek, Smith'de
açıklamasız kalan boşluğu doldurabilmiştir. Böylece, Ricardo, büyüme sürecinde
üretim girdileri arasında bölüşümü belirleyen kanunları incelerken, ekonominin uzun
dönem durgunluğa nasıl girdiğini dinamik ve kapsamlı bir çerçevede
gösterebilmiştir.”10
Klasik iktisatçıların hemen hemen hepsi büyümenin başlangıç noktasında,
büyüme için elverişli davranış özelliklerini şu şekilde belirlemişlerdir;
-Toplumsal ve kültürel çevre;
-Politik yönetim;
-Teknik yeniliklerin yapılması ve uygulanmasına elverişli şartlar;
-Piyasanın yeterli genişliğe sahip olması.
Klasikler, bu gibi başlangıç koşullarının oluşmadığı ülkelerde durgun bir
ekonomik seyrin olduğunu gözlemlemelerine rağmen, piyasa ekonomisinin büyümeyi
sağlayacağına, devlet müdahalesinin gerekmeyeceğine inanmışlar ve teorilerini evrensel
geçerli saymışlardır (Kazgan, 2004:98).
9 Malthus'un Nüfus Teorisi ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Malthus (1964:11-14).10 Ricardo ve Smith'in iktisadi büyüme savları ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Kazgan (2004).
11
İktisadi düşüncenin tarihsel gelişimi incelendiğinde, aslında her yeni iktisadi
akımın, karnında bebeğini taşıyan bir anne gibi kendisinden sonra gelecek olan iktisadi
düşünce sisteminin ana çıkış noktalarını da içinde barındırdığı görülmektedir. Yaklaşık
iki yüz yıl geçmesine rağmen yüksek ve istikrarlı büyüme performansının sağlanması
adına, uluslararası düzenleyici kurumlar tarafından devletlere sunulan yenilik
paketlerinin içinde hala saymış olduğumuz başlangıç etkenlerinin oluşmasına yönelik
yenilik yaptırımlarının yer alması belki de çağımızın mevcut iktisadi düşünce sisteminin
geçmiş iktisadi düşünce sistemlerinin genlerini bünyesinde barındırdığına dair bir başka
güzel örnektir. Klasik İktisadi Düşünce sisteminin 19. yüzyıl sonlarına doğru yaşamış
olduğu çıkmazları ve çağın gereklerine karşı yeterli derecede çözüm üretememiş olması
da başlangıçta yapmış olduğumuz anne-çocuk benzetmesinden yola çıkılarak, Neoklasik
iktisadi sistemin doğum sancıları olarak nitelendirilebilir.
19. yüzyıl sonlarına doğru bilimde gerçekleşen ilerlemeler, Klasik iktisatçıların
temelden savundukları piyasaların serbestliği ve ekonomiye devlet müdahalesinin
minimuma indirilmesinin gerekliliği savları doğrultusunda inanılmaz hızlı bir şekilde
zenginleşmiş (güçlenmiş) olan sanayicilerin (burjuvazinin) hükümranlığına karşı işçi
sınıfının seslerini yükseltmeye başlamaları, işçi sınıfının sesinin sanat ve bilim
dünyasında da yankı bulması ve desteklenmesi, serbest piyasa ekonomisinin vaat ettiği
refahı getirmekte başarısız olduğu durumların ortaya çıkması ve bununla birlikte serbest
piyasa ekonomisinin vaat ettiği refahı her ülkede getiremeyeceğine yönelik düşüncelerin
filizlenmesi,11 Klasik İktisadi düşüncenin geçerliliğini yitirmesine ve Neoklasik iktisadi
düşüncenin gelişmesine neden olan temel gelişmeler olarak belirtilebilir.
İktisadi gelişme olgusu Neoklasik iktisadın ilgi alanında Klasik iktisatta olduğu
kadar yer almamıştır. 19. yüzyılda ortaya çıkan, teknoloji, nüfus artışı ve ücretler ile
11 Alman ekonomist George Friedrich List (1789-1846), sömürgeleştirme yarışında geri kalmış ve gelişmiş kapitalist Avrupa ülkelerine göre farklı bir ekonomik-kamusal yapıya sahip olan Almanya'nın uygulaması gereken ekonomi politikaları ile ilgili çalışmaları ile serbest piyasa ekonomisine ve jandarma devlet olgusuna eleştiri getiren ekonomistler içinde en önemlilerinden birisidir. Çünkü List'in özellikle de başyapıtı olarak nitelendirebileceğimiz; “The National System of Political Economy (1985)” eserinde tespit etmiş olduğu korumacı politikalar ve özellikle de bebek sanayilerin korunması politikası, günümüzün gelişmiş ülkeleri (GGÜ)nin birçoğunun gelişme evresinde başvurmuş oldukları politikalar olarak dikkat çekmektedir. Çalışmamızın ileriki bölümlerinde yer alan İthal İkamesine Dayalı Büyüme Stratejileri ile ilgili kısımda, F. List'in politika önerileri ile ilgili değerlendirmelere daha geniş yer verilecektir.
12
ilgili olumlu seyir, Klasiklerin uzun dönem durgunluk iddiası ile ilgili inançları
azaltmıştır. Aynı zamanda, önemli bir Klasik iktisatçı olan Malthus'un uzun dönem
iktisadi gelişme ile ilgili kötümser öngörüsünün aksine bir seyrin gerçekleşmiş olması
da, klasik iktisadi çıkarımlara olan güvenin azalmasının diğer bir nedenidir.
Neoklasikler, teknik değişmeyi iktisat dışı etkenlere dayandırmışlar ve bu yolla girdi
arzının ve tekniğin, ekonomiden bağımsız ve öngörülmez bir biçimde değiştiğini
varsaymışlardır. Bu nedenlerden ötürü, Klasik büyüme teorilerinin geniş kapsamlı
niteliği, Neoklasik tahlilde kaybolmuştur (Kazgan, 2004:119).
Neoklasik iktisadın, iktisat bilimine katkısı “Marjinal Devrim” olarak da
adlandırılmaktadır. Neoklasik iktisat ile gerçekleşmiş olan marjinal devrim ile beraber
Neoklasik iktisatçılar daha çok optimizasyon meselelerine odaklanmışlardır. Bu metot
makroekonomik argümanları kullanan Klasik iktisatçılarınkinden farklıdır. Neticede
Klasikler ulusal fazlanın (Milli Gelirin) düzeni, dağılımı ve kullanımı ile ilgilenirlerken,
Neoklasikler bölüşüm problemi ile ilgilenmemişlerdir. Klasikler, ekonomik olayları bir
süreç içinde incelemeye çalışırlarken, Neoklasikler tek bir durumu seçmişler ve
ekonomiyi statik bir şekilde incelemişlerdir (Felderer & Homburg, 1992:15-17).
Neoklasik iktisat, piyasa içerisindeki fiyatların oluşum ve işleyişini, mallar,
hizmetler ve üretim faktörleri yönüyle ve yeni bir yaklaşımla açıklamaktadır. Bununla
birlikte, Neoklasik yaklaşımda da, piyasa ekonomisine duyulan güvenin devam ettiği
görülmektedir, ancak bazı konularda klasiklerden tamamen ayrılmaktadırlar
(Tekelioğlu, 1993:135). Klasik iktisadi düşüncede devletin ekonomiye müdahalesi
gereksiz gözükmektedir. Çünkü piyasa ekonomisinin tek başına sosyal refahın
optimizasyonunu sağlayacağı kabul edilmiştir. Neoklasik iktisadi düşüncede ise, bazı
nedenlerden ötürü piyasa ekonomisinin sosyal refahın optimizasyonunu
sağlayamayabileceği görüşü hâkimdir ve bu nedenle Neoklasikler, klasiklerden farklı
olarak devletin ekonomiye müdahalesinin “sınırlı” olmak şartı ile gerekli olduğunu
savunmuşlardır (Aktan, C. C., 1992:38).
Neoklasik iktisatçıların önerileri kısaca şu ana başlıklar altında toplanabilir;12
-Aksak rekabetin olumsuz sonuçları ortadan kaldırılmalıdır.
12 Aktan C.C. (2000), Aktan C.C. (1994). 13
-Pozitif dışsallığın bulunduğu alanlardaki faaliyetler devletçe desteklenmeli,
negatif dışsallığın bulunduğu faaliyetler de ya bizzat devletçe yapılmalı ya da bu
faaliyetleri yapan özel birimler düzenleyici vergiler gibi kurallara tabi tutulmalıdırlar.
Pozitif dışsallığın söz konusu olduğu faaliyetler KİT'ler aracılığıyla bizzat devletçe
yerine getirilebilir.13
-Tam kamusal mallar dışında yarı kamusal, doğal tekel, merit/demerit mallar
da kısmen devletçe üretilmelidir.
-Emek-değer teorisinden ziyade malların faydalılık dereceleri üzerinde
durmuşlardır.
-Toplumsal uyumun sınıflar arası ilişkilerden değil, bireysel faydadan
kaynaklandığını savunmaktadırlar.
-İktisadi faaliyet ve teorilerin matematiksel analizini yapmışlar, bunun için
daha çok akılcı, soyutlayıcı statik denge analiz yöntemlerini kullanmışlardır.
Neoklasikler döneminde iktisadi açıdan ilgi “Büyüme” teorilerinden “Değer”
teorilerine doğru kaymıştır (Felderer & Homburg, 1992:16).
Her ne kadar, Neoklasik iktisadi düşünce sisteminin ana ilgi alanı “Büyüme”
değilse de; çalışmamıza konu olan İhracata Dayalı Büyüme Hipotezi'nin kaynağını
oluşturan kalkınma anlayışının vazgeçilmez kavramları; “Serbest Ticaret”,
“Liberalleşme-Neoliberalleşme” ve “Özelleştirme” kavramlarının anlaşılması ve de
kalkınma iktisadının iktisadi bir disiplin olarak ortaya çıkışında büyük rol oynamış olan
Keynesyen İktisat politikalarının ana çıkış noktalarının saptanması adına, Neoklasik
iktisadi düşünce sisteminin temellerinin de anlaşılması büyük önem taşımaktadır.14
Çünkü Neoklasikler birçok yönden Klasiklere çeşitli eleştiriler getirmelerine rağmen
serbest ticarete tam destek vermişlerdir. Günümüz liberal politika önermelerinin hemen 13 Bir kişi ya da firmanın başka kişiler ya da firmaları etkileyen davranışlarının olduğu, davranışlarının maliyeti başka firmalar tarafından ödenen ve buna karşılık bedel ödemek zorunda kalmayan firmaların olduğu veya alternatif olarak; davranışlarının sonuçları başka firmaların yararına olan fakat buna karşılık ödüllendirilmeyen firmaların olduğu birçok durum söz konusudur. Bir kişi (ya da firma) davranışının, başka kişiler (ya da firmalar) nezdinde çeşitli maliyetlere neden olduğu eylemler negatif dışsallıklar olarak adlandırılır. (Tabii ki) Bütün dışsallıklar negatif değildir. Bir kişi (ya da firma) davranışının başka kişiler (ya da firmalar) nezdinde çeşitli yararlarının olduğu pozitif dışsallıklar da mevcuttur. Dışsallıklarla ilgili daha geniş bilgi için bkz. Stiglitz (2000).14 Çalışmamızda, Neoklasik iktisadın temel savları ortaya koyulmaya çalışılırken, Neoklasik iktisadın temsilcilerine çalışmamızın ana temasından kopmamak için ismen değinilmemeye özellikle özen gösterilmiştir.
14
hemen hepsinin çıkış noktası Klasik ve Neoklasik iktisadi düşünce sisteminin özünde
benliğini bulmaktadır.
Kapitalist sistemin en önemli özelliği evrimleşebilmesi ve kendi
tıkanıklıklarına kendi çözümlerini getirmesidir. Büyük ölçüde, kapitalizmin günümüz
dünyasındaki inkâr edilemez hâkimiyeti de bu nedenledir. Özellikle, 1870 ve 1920
yılları arasına kadar olan süreçte Neoklasik İktisat, Klasik İktisadi sistemin başa
çıkamadığı tıkanıklıklara çözümler getirmiş ve bu süreçte hâkim iktisadi görüş olarak
varlığını sürdürmüştür. Temelde piyasa ekonomisinin işlerliğini savunmuşlar ve sınırlı
devlet müdahaleleriyle piyasa ekonomisinin bunalımlardan kendi kendine
çıkabileceğine olan güvenlerini ortaya koymuşlardır. Ancak; 1921 yılından itibaren
İngiltere'de ortaya çıkan ekonomik bunalımın zamanla bütün dünyaya yayılması ve
1929 yılında kapitalist sistemin kendisini şimdiye kadar yaşamış olduğu en büyük
bunalımlardan birisi (çoğu iktisatçıya göre en büyüğü) olan Büyük Dünya
Depresyonu'nun ortasında bulması ile birlikte Neoklasik iktisadi çözüm önerileri,
durgunlukla beraber gelen uzun süreli (hatta kalıcı) işsizlik sorununun çözülmesinde
yetersiz kalmıştır. 1920'li yıllardan itibaren Neoklasik ve Klasik söylemlere birçok
eleştiri yapılmış, ancak hiç birisi İngiliz İktisatçı John Maynard Keynes’in 1936 yılında
yayınladığı “İstihdam, Para ve Faizin Genel Teorisi (The General Theory of
Employment, Money and Interest) adlı eseri ile yaptığı etkiyi yapamamıştır.15
15 Bu vurguyu yaparken çalışmada Karl Marks (1818-1883)’ın göz ardı edildiği anlamı çıkarılmamalıdır. Karl Marks, kapitalist sistemin kendi iç dinamiklerini kullanarak kapitalist sisteme önemli eleştiriler getirmiş ve sosyalist iktisadi düşünce sisteminin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Var olan (Kapitalist) ekonomik, siyasal, toplumsal düşünce ve düzene bir bütün olarak en etkili ve büyük çapta karşı çıkış ve tepkiler bütününün kaynağı Marks’la başlamış ve karşıt sisteme (Sosyalizm) ayrılan yol ondan kaynaklanmıştır. Blaug’un deyişiyle; hiç kimse Adam Smith ve Ricardo için çarpışmaz fakat Marks inceleme konusuyken tansiyon yükselir. Birçok iktisatçı için temel zorluk Marks’ı Neo-Marksist yeni formülasyonlarda boğulmaktan kurtarmak ve Klasik iktisatçı Marks’ı Leninize olmuş Marks’tan ayırmak olacaktır (Kök, 2000, Blaug, 1985). Klasikler ekonomik kalkınma sürecini ayrıntılı bir biçimde ve çeşitli yönlerden incelemişlerdir. Marks da Klasik Teoriye yönelttiği eleştirilerini, ekonomik değişim sürecinin içine oturtmuş ve kalkınmayı tarihsel perspektif içinde ve sınıf çatışmasına bağlı bir olay olarak ele alıp incelemiştir. Bu nedenle kalkınma teorisinin klasik iktisadın ve Marksist teorinin temel konusu olduğunu söylemek doğru olacaktır (Savaş 2000, Adelman 1961). Yani, Karl Marks kapitalizmi (temelde klasik, dolaylı olarak da Neoklasik iktisatçıları) eleştirirken bir klasik iktisatçı gibi hareket etmiş ve kullanılan metotlarda bir değişikliğe gitmeden eleştirilerini oluşturmuştur. Süreç içinde Marks'ın etkisiyle ayrı bir ekonomik-toplumsal düzen fikri gelişmiş ve yollar keskin bir şekilde ayrılmıştır. Keynes'in iktisadi eleştirileri ise genel itibariyle piyasa mekanizmasının kendisine yönelik değil, piyasa mekanizmasının aksaklıklarını gidermeye yöneliktir. Bu doğrultuda; Kalkınma iktisadının doğuşunu; varmamız gereken bir nokta, dünya ekonomisini; bu noktaya varacak olan bir araç, kalkınma iktisadının ortaya çıkışına neden olan tarihi (Kapitalist) süreci ise bir yol olarak düşünürsek, Keynes'i, Klasiklerden ve
15
Büyük Dünya Depresyonunun tam ortasında Neoklasikler hala piyasaların
kendilerini düzelteceğine olan inançlarını korumaktadır. Yeterli zaman verilirse
piyasaların kendilerini düzeltmesiyle birlikte ekonomik refahın sağlanacağına dair olan
“inancın” karşısında (ya da yanında) dikilen Keynes’i düşünsel anlamda belki de en iyi
ifade edecek söz yine kendisine ait olan; “Uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız”16 sözü
olacaktır. Keynes'in de piyasa ekonomisinin kendisini düzelteceğine dair güveni tamdı,
Keynes'in sorunu bu düzeltme sürecinin ne kadar süreceğine dair Neoklasik sistemin bir
öneri getirememesiydi.
Keynes yatırım harcamalarını toplam talebin ana unsuru olarak görmektedir ve
belirsizlikler nedeni ile sadece düşük faiz ile desteklenen bir politika aracılığıyla tam
istihdam noktasına ulaşmanın çok zor olduğunu belirtmiştir. Keynes’in bu görüşleri
bütün iktisatçıları derinden etkilemiş ve bu teorinin, yeni entelektüel söylemleri
nedeniyle, Neoklasik Teoriden tümüyle ayrı bir teori olduğu düşünülmüştür (Savaş,
2000:741-742).
Stiglitz (2002:33), Keynes’in eleştirilerini ve vurgu yaptığı noktaları, sonuçları
itibariyle şu şekilde ifade etmektedir;
“Büyük Bunalım bütün dünyayı sardı ve işsizlikte eşi görülmemiş artışlara yol
açtı. Daha sonra Bretton Woods'17daki önemli katılımcılardan birisi olan İngiliz
İktisatçı John Maynard Keynes, basit bir açıklama ve yine basit bir reçete öne sürdü:
toplam talep yetersizliği ekonomik çöküşleri açıklıyordu, devlet politikaları toplam
talebi teşvik edebilirdi. Para politikasının etkisiz olduğu durumlarda devletler maliye
politikalarına yönelebilirler, bunu da harcamaları artırarak ya da vergileri azaltarak
yapabilirlerdi. Keynes’in analizinin dayandığı modeller sonradan eleştirilip düzeltilse
de piyasa güçlerinin neden ekonomiyi hemen tam istihdama ulaştıracak kadar hızlı
çalışmadığını daha iyi anlamayı sağlamıştır ve alınan temel dersler hala geçerlidir “
Neoklasiklerden sonra yer alan bir benzinliğe (tamirhaneye) benzetmemiz daha doğru olacaktır. Her üç görüş de dünyadaki “hâkim” ekonomik anlayışın aynı yoldan (kapitalizm) devam etmesini sağlamak için, dünya ekonomisinde yaşanılan tıkanıklıklara (bozukluklara) çare bulmak amacıyla ortaya çıkmıştır. Marksist iktisadi düşünce ise dünya ekonomisinin gidebileceği (ama gitmediği) farklı bir yolda yer alan “ilk” benzinlik olarak değerlendirilmelidir.16 Keynes'ten aktaran Diamond (2006:2).17 Bretton Woods organizasyonu ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. sf. 53-57.
16
Keynes, esasen kapitalist sistemin ve Neoklasik yaklaşımın araçlarına yönelik
bir karşı çıkışta bulunmamaktadır. Keynes'in yapmaya çalıştığı şey sadece bu araçlarda
ve sistemde ortaya çıkan aksaklıkları düzeltmeye çalışmaktır. Özellikle de, 1930lu
yıllardaki derin krizlerin ve ekonomik çalkantıların oluşturduğu ortamda, Keynes'in
basit bir şekilde ortaya koymuş olduğu, sorunlara yönelik çözüm önerileri haklı olarak
büyük ilgi görmüştür. Özellikle, Keynes'in tasarruf konusunda, tasarrufların aslında
sermaye oluşumuna neden olmaktan ziyade, işsizlik ve sermaye yıpranmasının bir
sonucu olduğuna dair getirmiş olduğu yeni yaklaşım, Keynes'in politik söylemler
açısından da bolca başvuru kaynağı olarak kullanılmasına neden olmuştur. Keynesyen
doktrin bu nedenlerden ötürü kapitalist sisteme karşı ekonomik radikalizm tarafından da
sıkça kullanılmış bir araç olarak dikkat çekmektedir.18
Keynes'in özellikle de Büyük Dünya Depresyonu esnasında ortaya koyduğu
fikirlerinin iktisadi çevrelerde yapmış olduğu etkiyi kısaca özetlemeye çalıştık. Ancak,
Keynes'in, çalışmamız açısından asıl önemi; kalkınma iktisadının bir disiplin olarak
ortaya çıkmasına neden olan sürecin en önemli ve son halkası olmasıdır. Kalkınma
iktisadının bir disiplin olarak ortaya çıkmasına neden olan tarihsel iktisadi sürecin
anlaşılması adına şimdiye kadar vermiş olduğumuz bilgiler, bu iktisadi tarihsel sürecin
belki de çekirdeğinin atomlarından sadece biridir. Ancak, çalışmanın ana konusu olan;
İhracata Dayalı Büyüme Hipotezi’nin ana çıkış serüveni için yeter derecede olacaktır.
Çalışmanın ana konusundan sapmalara uğramak da diğer önemli kaygılardan biridir.
Felderer ve Homburg (1992:17) bu konuyu belki de bu çalışmanın yazarının ifade
edemeyeceği güzellikte ifade etmişlerdir;
“Günümüz iktisadının tümünün Neoklasik ve Keynesyen teorilerden oluştuğunu
söylemek bir aşırı basitleştirme olacaktır; gerçek gelişme bunların ötesine geçmiştir ve
bunun açıklanması yerinde olacaktır. Bununla birlikte tarihçilerin deneyimi bize
gösteriyor ki, içinde bulunulan zaman yaklaştıkça tarihçilik zorlaşmaktadır; üstelik
iktisatta çok büyük bir çeşitlilik gösteren terminoloji sorunu da vardır.”
Bu nedenlerden dolayı kalkınma iktisadının bir disiplin olarak ortaya çıktığı
tarihsel süreci; Keynes'in düşünceleri ve bu düşüncelerin ekonomik-toplumsal
18 Schumpeter (1976)'dan aktaran; Kök (2000:286). 17
etkileriyle noktalıyoruz. Çalışmanın sonraki bölümlerinde, kalkınma kavramına yönelik
yorumlar, kalkınma iktisadının temeli ve kalkınma kuramları içinde “büyüme”
kavramının yeri belirlenmeye çalışılacaktır.
1.2. KALKINMA KAVRAMI ve KALKINMA İKTİSADI
Kalkınma kavramı tarihsel iktisadi gelişim süreci içerisinde değişen iktisadi
yaklaşımlar ile birlikte değişmiş ve günümüze kadar çeşitli vurgulamalarla birlikte
evrimleşmiş, “sanayileşme, büyüme, gelişme, modernleşme, batılılaşma ve
liberalleşme” gibi kavramlarla bütünleşmiş, harmanlanmış ve yer değiştirmiştir.
Kalkınma kavramının bahsi geçtiği şekilde evrimleşmesinin nedeni;
kalkınmışlığın göstergelerinin tarihsel süreç içinde değişmesi ve önem derecelerinin
artması ve azalması sonucunda kalkınma göstergelerinden bazılarının, kimi dönemlerde
kalkınma kavramına eş değer tutulmasıdır.
Kalkınma olgusunun bugünkü anlayışımız doğrultusunda ortaya çıkışının
kökenleri sanayi devrimi ve hatta bu devrimin hazırlık dönemine kadar uzanmaktadır.
Aydınlanma çağı, Fransız devrimi ve Sanayi devrimi gibi insanlık tarihinde görülen
önemli gelişmelerin batı kaynaklı olması ve bu gelişmelerin hem Batı, hem de Batı
dışındaki toplumlar tarafından “ilerleme” olarak algılanması, Batılılaşma ve
Modernleşmenin bir paradigma olarak algılanmasına yol açmış; bu paradigma
toplumların ekonomik, kültürel ve sosyal yaşamlarını son 3-4 yüzyıldır derinden
etkilemiştir ve günümüzde de etkilemeye devam etmektedir. Kalkınma olgusunun
ortaya çıkışı ve tarihsel gelişiminin de batılılaşma ve modernleşme kavramlarının
yarattığı paradigmanın bir ürünü olduğu söylenebilir (Mıhçı, 1996:65-67).
Ercan ve Biçer (2005:62)'e göre kalkınma olgusu bir gerçekliktir ve temel
varoluş koşulunu, kapitalizmin farklı hızda gelişen toplumları arasındaki ilişkiden alır.
Çalışmada, kalkınma yazınının biçimlenmesi ise şu şekilde belirtilmektedir;
“Kapitalizmin tarihsel gelişiminin mekânsal olarak eşitsiz gelişimi, sermaye
birikimi ve dolayısıyla güç donanımına daha fazla sahip olan, erken kapitalistleşen
kesimlerle, kapitalistleşmeye daha geç başlayan geç kapitalistleşen toplumlar
arasındaki farklılığın, eşitsizliğin, ilişkinin tanımlandığı bir gerçeklik dolayında
kalkınma yazını biçimlenmiştir.”
18
Kalkınma kavramını yorumlama ve kavrama çabalarındaki değişimler,
kapitalizmin tıkanıklıklarına çare bulma çabalarının bir sonucu olarak da
değerlendirilebilir. Kalkınma; sadece İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyasında bir
disiplin olarak ortaya çıkan kalkınma iktisadının bir uğraşısı değildir. Aslen, kalkınma
iktisadına dair uğraşıları, 18. yüzyılda hatları belirginleşen refah artışının yaratılması
uğraşısının bir dönemi olarak algılamak daha doğru olacaktır. Günümüzde kalkınma
iktisadına dair ilginin azalmasının temel nedeni, kalkınma iktisatçılarının, kalkınma
uğraşılarının temeline hemen hemen sadece “Büyüme” olgusunu yerleştirmeleri ve
kalkınma önerilerini bu doğrultuda yapmalarıdır. Zamanla, kalkınma iktisatçılarının,
ülkelerin refah düzeylerini artırmaya yönelik önerilerinin yetersizlikleri, bu önerilerin
değiştirilmesinden ziyade, farklı önerilerle harmanlanmasına neden olmuştur. Kalkınma
kavramı yaklaşık otuz beş yıl önce yeniden anlamlandırılmış, insani ve sosyal faktörler,
kalkınma kavramının temsiline yönelik daha fazla dillendirilmeye başlanmıştır. Ancak,
yine de kalkınma iktisadının İkinci Dünya Savaşından sonra bir disiplin olarak ortaya
çıkışından günümüze kadar kalkınma kavramı, esas itibariyle ekonomik yönden
değerlendirilmiştir. Kalkınma teorilerinde ve kalkınma stratejilerindeki söylemlerden de
bu özellik rahatlıkla anlaşılabilir (Yavilioğlu, 2002a:63).
Sachs (1992:92-93)'e göre ise, kalkınma kavramı; 1940'ların sonunda
kendilerini sömürgeciliğin boyunduruğundan kurtarmak için mücadele eden toplumlara
yeni bağlayıcı ilişkileri dayatmayı amaçlayan bir emperyalizm biçimi olarak icat
edilmiştir.
Çalışmanın önceki bölümlerinde ifade edildiği gibi; kalkınma kavramını
kavramsal bir bütünlük içinde ele alabilmek ve bir kalkınma iktisadı olgusundan
bahsedebilmek için gereken sürecin başlangıcı ise büyük ölçüde 18. yüzyıl ve sonrası
gelişmelere dayanmaktadır.
18. yüzyıl sonunda tüketim yapabilme yeteneği, yüksek yaşam standardının en
önemli göstergesi olarak kabul edilmektedir. Refah ve zenginlik arasında büyük bir
benzerlik olduğu var sayılmaktadır. Bu bağlamda, aynı dönemde, Adam Smith de
ülkelerin zenginliklerinin nedenlerini araştırmaya odaklanmış ve üretkenliğin,
zenginliğin nedeni olduğu sonucuna varmıştır (Echavarri, 2003:4).
19
Adam Smith'in çalışması sonunda gelmiş olduğu nokta, kalkınma iktisadının
algılama tarzının anlaşılması için önemlidir. Çünkü Adam Smith, yapmış olduğu
çalışması ile refah anlayışına iktisadi açıdan yaklaşmış ve “refah” olgusuna getirmiş
olduğu anlayışın bir uzantısı olarak, kalkınma iktisatçıları, Adam Smith'in ayak izlerini
takip ederek, kalkınma önerilerinin odağına zenginliği koymuşlar, zenginliğin ve dolaylı
yoldan refahın ölçüsü olarak da “büyüme”yi kullanmışlardır. Bu yolla, kalkınma
olgusunun sosyal çerçevesi kırılmış ve kalkınma olgusu, kalkınma iktisatçılarının da
katkılarıyla genel olarak iktisadi çerçeve ile sınırlandırılmıştır.
Adam Smith ile dikkat çekilen, ülkelerin zenginliklerinin kaynağının
araştırılması uğraşısı, Birinci Dünya Savaşı bitene kadar genel olarak zenginlik-refah
düzeyleri yüksek olan ülkelerin zenginliklerinin kaynaklarının araştırılması etrafında
odaklanmış ve refah düzeyi düşük olan ülkelerdeki fakirliğin-geri kalmışlığın nedenleri
iktisat camiası için önemli bir araştırma konusu olarak kabul görmemiştir.
Birinci Dünya Savaşı'nın bitişi ve birçok sömürge ülkesinin yavaş yavaş
bağımsızlıklarını ilan ederek tarih sahnesinde yerlerini alması, iktisadi ilgiyi de bu
ülkelere doğru kaydırmıştır. Siyasal bağımsızlıklarını kazanan bu eski sömürge
ülkelerinin nasıl kalkınacakları sorunu, olaya yaklaşımları yönünden çeşitlilik gösteren
birçok iktisatçının ilgi alanına girmiştir. Bu eski sömürge ülkelerinin kalkınma sorunun
çözüm önerilerinde ise, genel itibariyle, kapitalist bir yapılanma ve ilişki sisteminin esas
alındığı dikkat çekmektedir. Bu nedenle, geliştirilen kalkınma kuramlarının anlaşılması
adına, kalkınma adına geliştirilen önerilerin kapitalist mantığa dayalı olduğu ön kabulü
gerekmektedir (Türkay, 2005:34).
1.3. KALKINMA ve BÜYÜME İLİŞKİSİ
20. yüzyılın ilk yarısı boyunca sanayileşmenin artması, sanayileşmiş
ülkelerdeki yaşam kalitesinin de artması olarak kabul edilmiş, bütün bu süre boyunca,
kalkınma ekonomileri, sanayileşme stratejilerinin oluşturulmasına hizmet etmişlerdir.
Neticede, öyle bir noktaya gelinmiştir ki ileri derecede kalkınmış ülkelerin hepsi
sanayileşme sürecini tamamlamıştır. İşte bu noktada, kalkınma ekonomileri, yeniden,
yaşam kalitesini arttırmaya odaklanmış ve Adam Smith'in, ülkelerin zenginlik
düzeylerinin, refah seviyelerinin temel göstergesi olduğu tezi yeniden itibar görmeye
20
başlamıştır. Aynı dönemde, ülkelerdeki kişi başına düşen Gayri Safi Milli Hasıla
(GSMH)' nın, ülkelerin zenginlik düzeylerinin en önemli göstergesi olduğu fikri
benimsenmeye başlamıştır (Echavarri, 2003:5).
Dulupçu (2001:37-38); bu anlatımı destekler biçimde, kalkınma iktisadının üç
boyutta tanımlanması gerektiğini savunur. Birinci boyut, sanayileşmiş ülkelerin 17. ve
18. yüzyıllarda kalkınma transformasyonunun iktisadi sürecidir. Bu süreçte Batı, geçmiş
ile ekonomik bağlarını kopararak yeni bir ekonomik yapıya kavuşmuştur. Bu sürecin
itici gücü ekonomik olarak Sanayi Devrimidir. İkinci boyut, günümüzün gelişmekte
olan ülkeleri (GGOÜ)nin, gelişmiş ülkelerin ekonomik performansına, standardına ve
saygınlığına yetişme çabalarıdır. Bu boyut da ekonominin transformasyonunu
gerektirmekte ve sosyal-siyasal gelişim ile birlikte ortaya çıkmaktadır. İfade edilen
süreçlerin içeriğinde belirtildiği üzere, ikinci boyutun yalnızca gelişmekte olan ülkelere
has bir süreç olduğu da vurgulanmaktadır. Bu süreçte gelişmiş ülkeler, artık iktisadi
transformasyonlarını tamamlamak gibi bir uğraşıya sahip olmadıkları için, sadece
iktisadi büyüme ile ilgilenmektedirler. Üçüncü boyut ise; ilk iki boyut arasındaki
karşılıklı etkileşimin ortaya çıkardığı birbirine bağımlı kalkınma sürecine ilişkindir.
Kalkınma iktisadında, “büyüme” olgusu, Dulupçu ve Echavarri'nin yaklaşımı
göz önüne alındığında, daha ziyade gelişmiş ülkeler arasındaki bir nevi güç gösterisine
dönüşmektedir.
Günümüze kadar gelen kalkınma iktisadının teorik evrimleşme sürecinde,
kalkınma ekonomistleri, ülkelerin büyüme deneyimlerinden çıkardıkları sonuçları,
kalkınma önerileri olarak sunmaya başlamışlar ve bu süreç içinde; kalkınma ve büyüme
teorileri birbirine karışmışlardır. Büyüme teorileri, 50'lerden itibaren kimi zaman araç,
kimi zaman ise amaç olarak, kalkınma teorilerinin odağına yerleşmiştir (Echavarri,
2003:8). Bu doğrultuda; bir çalışma alanı ve gelişmiş ülkelerdeki hükümetler (ve
uluslararası örgütlenmeler) tarafından benimsenen jeopolitik bir proje olarak kalkınma
kavramına dair ilk ciddi yaklaşımlar, 1940' ların sonlarına kadar götürülebilir. Bu
dönemden itibaren kalkınma; koşulsal anlamda kişi başına iktisadi büyümedeki nispi
ilerleme olarak, yapısal anlamda ise sanayileşme ve modernleşme olarak anlaşılmıştır
(Veltmeyer, 2006:15-16).
21
Geri kalmış toplumlar ile ilgili ilk içeriksel kullanımın ise, Milletler
Cemiyeti’nin (Cemiyet-i Akvam) ana sözleşmesinde (28 Haziran 1919) bulunduğu
görülmektedir. Burada hem kalkınma hem de kalkınmanın karşıtı olan kalkınmamışlık
kavramları kullanılmıştır. Sözleşmede, “bu halkların refahı ve kalkınması uygarlığın
kutsal misyonunu oluşturur” denilmiştir.19 Fakat buradaki kalkınma terimi,
uygarlık/çağdaşlık teriminin temsili için kullanılmış, dolayısıyla ekonomik yapıdaki bir
gelişmeden ziyade sosyokültürel bir gelişme ön plana çıkarılmıştır. Daha sonraki
yıllarda ise ekonomik kalkınmanın diğer sosyal bilimlerden ayrıldığı ve ekonomik
içeriğin netleştiği görülmektedir. 1947’de Birleşmiş Milletlerin, kalkınma planlarına
dair incelemelerinde hükümetlerin iktisadi kalkınmada nihai amacının tüm nüfusun
refah seviyesini yükseltmek olduğunu duyurması ile birlikte iktisadi kalkınma olgusu
tam anlamıyla bir uğraşı alanı haline gelmiştir (Yavilioğlu, 2002a:62).
Çok taraflı biçimiyle kalkınma fikri, Uluslararası Yeniden Yapılanma ve
Kalkınma Bankası (Bugünkü bilinen adıyla; Dünya Bankası) tarafından 1948'de Şili'de
ve ertesi yıl Brezilya ve Meksika'da finanse edilen projelere dayanmaktadır (Veltmeyer,
2006:72). “Kalkınma” fikrinin kökeni ise sık sık 10 Ocak 1949'da Başkan Truman
tarafından ilan edilen Point-Four denizaşırı kalkınma yardımı programına
götürülmektedir.20
Kalkınma kavramı Truman'ın konuşması ile birlikte ilk defa geniş bir şekilde
dolaşıma girmiştir. Kalkınma kavramının kullanıma girişi aynı zamanda, az gelişmiş ve
gelişmiş ülke ayrımına da dikkatleri çekmiştir. Çünkü kalkınma kavramı sorunsal olarak
ele alındığında, az gelişmiş ülkelerin bir sorunu olarak ifade edilmektedir. Genel
anlamda az gelişmiş olanlara refah ve zenginlik götürüleceği ifadesi, kalkınma
uğraşısını aynı zamanda az gelişmiş ve gelişmiş ülke ayrımının saptanmasına da
taşımaktadır.21 Bu sorun uluslararası düzlemde Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal
Konseyi gündemine de girmiş ve genel çerçeve olarak belirlenen ekonomik gelişme
çabalarının içinde, az gelişmiş denen ekonomileri tanımlamak ve bu ekonomiler için
19 Başkaya (1994)'ten aktaran; Yavilioğlu (2002a:62).20 Sachs (1992:162), Rist (1997:71), Ercan ve Biçer, (2005:70).21 Az gelişmiş ve Gelişmiş ülkelere dair tanımlama ve sınıflandırmalar ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. sf. 85-89 ve EK2.
22
kalkınma koşullarının ne olduğunun belirlenmesi de yer almaktadır (Ercan ve Biçer,
2005:70-71).
Dünya kapitalizmi, 1950'lerle 1970'ler arasındaki süreçte gelişimini sürdürmüş
ve dünya kapitalizminin yaşadığı genişleyici dalganın etkisi altındaki kalkınma iktisadı,
“altın çağ”ını yaşamıştır. Aynı dönemde ekonomik kalkınmanın motoru olarak hızlı
sermaye birikimi önem kazanmıştır. Hızlı sermaye birikimi ile gerçekleşecek olan hızlı
sanayileşme ve büyüme ile işsizliğin de ortadan kalkacağı beklentisi aynı dönemin
iktisadi çevrelerinin genel kanısı olarak yer etmiştir. Dış yardımlar bu dönemin diğer
önemli faktörüdür ve tasarrufların yetersiz kaldığı durumlarda, bu açığı dış yardımların
kapatacağı düşünülmektedir. İktisadi büyüme olgusu, aynı dönemdeki kalkınma
yaklaşımlarının temeline oturtulmuş ve kişi başına düşen milli gelir düzeyi de,
kalkınmışlığın en temel göstergesi olarak görülmüştür. İktisadi kalkınmanın amacı ise
genel anlamda; geleneksel, durağan, geçimlik ekonominin, kendi ayakları üzerinde
durabilen ve Batı'daki örneklerine benzer bir kapitalist ekonomiye dönüştürülmesi
olarak görülmektedir (Kaynak, 2003:18). Bu bağlamda; İkinci Dünya Savaşı sonrası
dönemde kalkınma kavramı, kalkınma iktisadının uğraşı alanının sınırları içine
hapsedilmiş, kavramın sosyal derinliğinin yavaş yavaş kaybolması ve neredeyse
tamamen iktisadi bir olgu olarak ele alınması sonucunda, kalkınma kavramına yönelik
açıklamalar, genel olarak kalkınma iktisadının uğraşı alanının belirlenmesi üzerine
yoğunlaşmış ve bu doğrultuda gerçekleştirilmiştir.
İktisadi kalkınma uğraşısında temel soru ise şudur; neden bazı ülkeler
kalkınmışken diğer ülkeler kalkınmamışlardır? Diğer bir deyişle, dünya genelinde
insanların yaşam standartlarındaki farklılıkların nedeni nedir? Buna bağlantılı olarak;
gelişmekte olan ülkeler açısından temel soru şudur; gelişmekte olan ülkeler gelişmiş
ülkeleri kalkınma düzeyleri bakımından yakalayabilecekler mi? Eğer cevap hayır ise
neden hayır? Evet ise, yakalama süreci ne kadar sürecek? Bu süreçte devletin rolü ne
olmalı, yoksa kalkınma, tamamen piyasa mekanizmasına mı emanet edilmeli?
(Mookherjee & Ray, 2000:2)
Todaro ve Smith (2003:20), kalkınma iktisatçılarının, bu temel soruları
yanıtlamaya yönelik uğraşılarını şu şekilde ifade etmektedirler;
23
“Yaklaşık son yarım asırlık süreçte, dünya ekonomisinin genel dikkati,
ülkelerin milli gelirlerindeki büyüme oranlarının arttırılmasına odaklanmıştır. Zengin
veya fakir ülkelerdeki ekonomist ve politikacılardan, kapitalist, sosyalist veya karma
ekonomi ülkelerindekilerine kadar bütün ekonomistler ve politikacılar iktisadi büyüme
tapınağındaki bir müride dönüşmüşlerdir. Her yılsonunda, bütün ülkelerin o yıla dair
göreceli iktisadi büyüme performanslarını konu alan çalışmalar yapılmıştır...
Hükümetler ülkelerinin iktisadi büyüme tabelasındaki performansındaki iniş
çıkışlara göre düşmüşler veya yükselmişlerdir. Kalkınma programları, iktisadi büyüme
performanslarına olan katkılarıyla takdir edilmiş veya yerilmişlerdir. Nihayetinde,
yıllardır, geleneksel anlayışta kalkınma, milli gelirdeki artış hızıyla eş değer
tutulmuştur.”
Kalkınma kavramı ile ilgili olarak bahsini geçirdiğimiz bakış açısı, kalkınma
iktisatçılarının kalkınma kavramına dair tanımlamalarına da yansımıştır.
Önemli kalkınma iktisatçılarından Gunnar Myrdal, 1957’de iktisadi kalkınmayı
“tüm nüfusun hayat düzeyinde bir artış” olarak tarif ederek kavramın bu dönemdeki
genel kullanımını yansıtmıştır (Yavilioğlu, 2002a:62).
P.T. Ellsworth (1950:796) ise iktisadi kalkınma olgusunu, kişi başına çıktıyı
arttırabilecek şekilde gelir düzeyinin arttırılması olarak görmektedir. Böyle herkes daha
fazla tüketme şansı yakalayacaktır.
Okun & Richardson (1962:230)'da kavram; kendisini artan mal ve hizmet
akımıyla gösteren maddi refahtaki sürekli ve kalıcı bir iyileşme olarak tanımlanırken,
Adelman (1961:1)'da iktisadi kalkınma, bir ekonomideki kişi başına düşen gelirdeki
büyüme oranının düşük veya negatif olması durumundan, önemli ve sürekli olarak artan
düzeye ulaştığı süreç olarak ifade edilmektedir.22
En önemli kalkınma iktisatçılarından birisi olan Lewis, kalkınma iktisadı
teorisinin temel probleminin; bir toplumun nasıl olup da daha önce yıllık GSMH' sının
% 4 veya % 5'ini tasarruf ve yatırım için ayırabilen bir ekonomiyken, GSMH' nın %12
veya % 15'ini tasarruf için ayırabilen bir ekonomiye dönüşebildiğini anlamak olduğunu
belirtmektedir (Lewis, 1954:155).23 Bu görüş; ilk dönem kalkınma iktisatçılarının
22 Daha geniş tanımlamalar için bkz. Mıhçı (1996).23 Lewis'in kalkınma önerileri ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Kirkpatrick & Barrientos (2004).
24
büyüme meselesine ve dolayısıyla da büyümenin o dönemdeki temel kaynakları olarak
gösterilen tasarruf ve yatırım oranlarına ne denli önem verdiklerini ortaya koymaktadır.
Kalkınma kavramının bu denli büyüme odaklı bir kavram haline dönüşmesi ile
birlikte, büyümeye dair önermelerin de kalkınma önerilerinin içine sindiği
görülmektedir. Kalkınma iktisadı yazınında büyümeye yönelik önermelerin ana kaynağı
olan tasarruf ve yatırım seviyelerindeki artışlara olan göndermeler çok belirgindir.
Kalkınma iktisatçılarının buluşmuş oldukları diğer bir ortak payda ise,
kalkınmanın gerçekleşmesi için, devletin kilit bir role sahip olduğudur. Kalkınma
iktisatçıları tarafından, Keynesyen makro ekonomik önermelerin de ışığı altında, devlete
planlama görevi verilmiş ve kalkınma sürecinin başlangıç ve gelişme evrelerinde,
devletin aktif bir şekilde, müdahaleci bir politika izlemesinin gerekliliği belirtilmiştir.
Devletin planlamacı, müdahaleci ve hatta korumacı yapısı, sanayileşmenin
gerçekleşmesi için gerekli görülmüştür. Bu dönemde, planlama hususunda; gelir
eşitliğinin ve kaynakların etkin dağılımının sağlanması, korumacı eksende ise özellikle
de ülkedeki gelişmekte olan sanayilerin korunması meseleleri, devletlerin kalkınma ile
ilgili geliştirecekleri politikaların ana hatlarını oluşturmaktadır.24
Ercan ve Biçer, genel olarak Lewis'in çalışmaları ile ilgili yapmış oldukları
incelemeler neticesinde, kalkınma iktisadının genel referanslarını belirlemişler ve
Lewis'ten yola çıkarak yapmış oldukları iktisadi kalkınma anlayışına yönelik bu
çıkarımların, dönemin diğer kalkınmacıları için de geçerli olacağını belirtmişlerdi.
Ercan ve Biçer (2005:72)'e göre kalkınma iktisadının genel referansları şu şekildedir;
-Müdahalenin gerekliliği,
-Sermaye birikimi için emek piyasasının ve para piyasasının geliştirilmesi,
-Tüm bunların planlı bir şekilde gerçekleştirilmesi.
Veltmeyer (2006:15-16) ise; kalkınma iktisadının bir disiplin olarak ortaya
çıktığı ve hakim anlayış olarak hüküm sürdüğü dönemi ele alırken, ortak paydada,
“kalkınma”nın gereklerini şu şekilde özetlemektedir;
-Tasarruf ve yatırım -fiziksel ve mali sermaye birikimi-oranlarında artış,
24 Lewis (1954), Rosenstein-Rodan (1943), Nurkse (1953). 25
-Biriken sermayenin sanayiye yatırılması, (Sanayiye yatırılan bir birim
sermaye, teoride tarımsal yatırımdan sağlanandan beş kat fazla kazanç yaratır ve hem
gelirler, hem de istihdam üstünde güçlü çoğaltan etkisi vardır.)
-Yerli bir kapitalist sınıfın yokluğunda ve ya zayıflığında, devletin, sermayenin
temel işlevlerini -yatırım, girişim ve işletme- yerine getirmesi,
-Stratejik endüstri ve sektörlerdeki ekonomik teşebbüslerin kamulaştırılması,
-Ücretlerde ve maaşlarda sürekli bir artış ile birlikte, yerel pazarı genişletecek
bir biçimde, ekonominin içe yönelimi,
-Bu ve diğer pazarların düzenlenmesi ve pazar için üretim yapan firmaların
korunması ve dünya ekonomisinin rekabete dayalı baskılarından yalıtılması,
-Üretim aygıtının, devletin ve sosyal kurumların modernleştirilmesi ve bunların
iktisadi büyüme için işlevsel olan değerlere ve normlara yeniden yönlendirilmesi.
Kalkınma yazınında, özellikle de Truman'ın tarihi konuşması ile birlikte ilgi
odağı haline gelen az gelişmiş ya da geri kalmış ülkelerin kalkınma sorunlarının ele
alınış şekillerinde ve bu ülkelere dair geliştirilen kalkınma önerilerinde, kalkınmış
ülkelerin “iyi”, “ileri” olduğu temel varsayımı açıktır. Kalkınma iktisatçılarının
öncelikli olarak sanayileşmeye ve bunun bir neticesi olarak da iktisadi büyümeye
yapmış oldukları vurgu da, aslında dönemin gelişmiş ülkelerinin gelişme evrelerinde
izlemiş oldukları yollardan çıkarılan dersler sonucunda oluşmuştur. Bu noktada
kalkınma iktisadına yöneltilen en büyük eleştiriler, incelenen ekonomilerdeki toplumsal
yapının bütünlüğü göz önüne alınmadan, çoğunlukla ekonomik faktörlerin kalkınma
üzerindeki etkilerinin tartışılması, sosyokültürel değerlerin ekonomik kalkınmada
sınırlayıcı etkileri ile itici güçlerinin göz ardı edilmesi ve geri kalmış ekonomiler
arasında da hem ekonomik göstergeler bakımından hem de diğer göstergeler
bakımından farklılıklar bulunmasına rağmen, geri kalmış ülkelerdeki farklılıkların
analizlere dahil edilmemesi yönünde yapılmıştır (Yavilioğlu, 2002b:62-65).
Kalkınma iktisadı, 1960'ların sonlarına kadar hâkim görüş hatta çoğu zaman
tek görüş olarak varlığını sürdürmüştür ve iktisadi büyüme olgusunu ekonomik
kalkınma sürecinin temeline oturtmuştur. Bununla birlikte; kalkınma iktisadı
yaklaşımına yönelik, getirmiş olduğu kalkınma önerileri ve kullandığı metotlarla ilgili
26
eleştirilerin çoğalması ile birlikte, bu anlayışın, 1960'ların sonlarına doğru kalkınma
sorunsalı açısından iki temel sorunla karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Bu
sorunlardan ilki; gelişmekte olan ülkelerde sanayileşme ve büyüme sürecinin bu
ülkelerdeki sosyal yaşam standartlarını yükseltmekte başarıdan uzak bir seyir izlemesi,
diğeri ise; Neoliberal söylemler doğrultusunda toplumların ekonomik kaynaklarının
harekete geçirilmesi görevinin piyasa güçlerine bırakılmasının gerekliliği düşüncesinin
güçlenmesi ve bu tarihten itibaren “planlama” söylemlerinin geçerliliğini yitirmesidir.
Bu gelişmeler, devletin ve özel sektörün kalkınma anlayışındaki rollerinin değişmesine
neden olmuştur. Yeni söylemdeki öncelikli hedef; ekonomik istikrarın sistemde
sağlanması ve kaynakların sosyal amaçlara yöneltilmesidir, bu hedefi, kaynakların
piyasa çıkarları doğrultusunda düzenlenmesi hedefi takip etmektedir (Santos & Silva,
2004:15).
Sanayileşme ve iktisadi büyüme ile birlikte toplumların genelinde yoksulluğun
azalacağı, yaşam kalitesinin yükseleceği ve bu gibi iyileşmeler sonucunda genel bir
refah artışı sağlanacağı beklenmektedir. Bu beklentinin ana kaynağı ise dönemin
gelişmiş ülkelerinde, kalkınma sürecinin ve refah artışının aynen bu şekilde
gerçekleşmiş olduğudur. Ancak, bu anlayışta, sanayileşme ve iktisadi büyüme ile
başlayan, neticesinde kalkınmış olma durumu ile sonuçlanan sürecin iç değişkenleri çok
da önemsenmemiştir. Sonuç olarak ise, iktisadi büyüme ve/veya kişi başına düşen milli
gelir düzeyi artışlarıyla birlikte elde edilmesi beklenen refah artışı ne yazık ki kalkınma
iktisatçıları tarafından müjdelenen şekilde ve düzeyde gerçekleşmemiştir. Bu
doğrultuda, ekonomik kalkınma sürecini, bütün ülkelerin geçmesi gereken iktisadi
büyüme aşamalarının bir bütünü olarak gören 1950'lerin ve 1960'ların kalkınma
teorisyenlerinin lineer-aşama yaklaşımının yerini 1970'lerden itibaren iki önemli iktisadi
(ve ideolojik) düşünce almıştır. Bu düşüncelerden ilki; tipik bir kalkınmakta olan
ülkenin, sürekli ve yaratıcı bir hızlı büyüme sürecini oluşturabilmesi için gerekli olan
yapısal dönüşüm politikalarına, modern ekonomi teorilerine ve istatistiksel analizlere
odaklanırken, diğeri, yönlendirme açısından daha radikal ve politik bir duruşla birlikte,
uluslararası bağımlılık konusuna odaklanmıştır. 1980'lerin büyük bir kısmı ve 1990'ların
başlangıcı ise dördüncü bir yaklaşımın oluşumuna sahne olmuştur. İktisadi düşüncedeki
27
bu Neoklasik (Neoliberal) karşı devrim, serbest piyasaların, açık ekonomilerin ve
verimsiz kamu girişimlerinin özelleştirilmelerinin önemini vurgulamaktadır (Todaro &
Smith, 2003:111).
Kalkınma uğraşısının ilgi alanı, yaşanan gelişmeler ile birlikte makro düzeyde
ele alınan iktisadi büyüme ve birikim konularından, mikro düzeyde ele alınan etkinlik
ve verimlilik gibi kategorilere kaymıştır. Yani, ilk dönemde genel olarak sorun;
sanayileşmenin gerçekleşmesi iken, gelinen noktada vurgu sanayinin (ve ekonominin)
etkinliğine kaymıştır (Türkay, 2005:34-39).
Tarihsel perspektifte, kalkınma iktisadına ait kalkınma önermelerindeki bu
tıkanıklık, kalkınma kavramına olan yorum farklılıklarını ve yaklaşımları da
çeşitlendirmiştir. Kalkınma iktisatçıları tarafından kalkınmışlık seviyesinin en önemli ve
hatta tek göstergesi olarak kabul edilen iktisadi büyüme olgusunun yanına yeni
kalkınma göstergeleri de eklenmiş ve ülkelerin kalkınmışlık düzeylerine dair
değerlendirmelere, bu yeni göstergeler de dâhil edilmeye başlanmıştır.
Kalkınma kavramına yönelik yaklaşımlardaki değişim sonucunda, kalkınma
olgusu zaman içinde daha genele yönelik bir çerçevede değerlendirilmeye başlanmıştır.
İktisadi büyümenin temele oturtulduğu mal merkezli analizlerin yerine daha insan
merkezli analizler yapılmaya başlanmış, sosyoloji, felsefe, siyaset bilimi ve çevre bilim
gibi farklı bilimler de kalkınma çalışmalarını derinden etkilemeye başlamışlardır
(Mıhçı, 1996:75-76).
Kalkınma kavramına yönelik tutumdaki bu değişim, kalkınma ile ilgili
tanımlamalara da yansımıştır. Örneğin; Yavilioğlu (2002b:66), ekonomik kalkınmayı,
hayatın birden fazla alanında kökleri bulunan bir olgu olarak tanımlamakta, sermaye ve
teknoloji gibi ekonomik faktörlerin, diğer faktörlerin desteği olmaksızın kalkınma
olgusunun ortaya çıkarmasının güç olduğuna değinmektedir. Kalkınma olgusunun,
iktisadın da içerisinde olduğu birden fazla faktörün birbirleriyle karşılıklı ilişki kurarak
ortaya çıktığını, önceki ve sonraki karşılıklı ilişkileri dikkate almaksızın bu yönlerin tek
birisini izolasyon içerisinde veya tek yanlı nedensellik yöntemiyle incelemenin
genellikle hatalı ve tek yönlü sonuçlara yol açtığını vurgulayarak, toplumsal olaylar
28
arasında ise böyle tek yanlı değil de karşılıklı bir bağlılığın mevcudiyetine dikkat
çekmektedir.
Stiglitz (2002:278-279) ise, kalkınma kavramını açıklarken daha iğneleyici ve
eleştirel bir dil kullanmaktadır. Kalkınmanın, birkaç kişinin zengin olmasına katkıda
bulunmak ya da sadece ülkenin elit kesiminin yararlandığı bir avuç anlamsızca
korunmuş sanayi dalı yaratmak olmadığını, kentli zenginlere marka ürünleri
tüketebilme olanağı sağlarken, kırsal kesimdeki yoksul insanları sefalet içinde bırakmak
olmadığını anlatarak, kalkınmanın kavramını açıklamaya çalışırken, kalkınmanın ne
anlama gelmediğinden yola çıkmıştır. O'na göre kalkınma; toplumun dönüşmesi
demektir, fakirlerin hayatını iyileştirmek, herkesin başarı şansına, sağlık, eğitim
hizmetlerinden yararlanabilme fırsatına sahip olması demektir.
Todaro ve Smith (2003:22-23), kalkınmayı; hem bir fiziksel gerçeklik, hem de
“daha iyi bir yaşam”a ulaşma isteğini içinde barındıran, bazı ekonomik, sosyal ve
kurumsal süreçlerin kombinasyonları doğrultusunda oluşan toplumsal zihnin bir durumu
olarak tanımlar ve bu, “daha iyi bir yaşam”ın unsurları ne olursa olsun, kalkınmanın,
bütün toplumlarda en az aşağıdaki üç gayeyi barındırması gerektiğini belirtirler;
-Yiyecek, temizlik, sağlık ve barınma gibi temel ihtiyaçlara ulaşılabilirliğin
arttırılması ve dağılımın genişletilmesi.
-Yaşam düzeyinin arttırılması. (daha yüksek gelir düzeyleri, daha fazla iş
imkânı, daha iyi bir eğitim, kültürel ve insani değerlere karşı hassasiyetin arttırılması.)
-Ekonomik ve sosyal seçenek yelpazesinin genişletilmesi. (Devletlerin ve
bireylerin kendi seçimlerini yayabilme özgürlüklerinin arttırılması.)
Evrimleşen ve harmanlanan, kalkınma söylemleri ile birlikte, Stern (2002:6),
kalkınma olgusuna dair entelektüel gelişim süreci göz önüne alındığında, kalkınma
stratejileri ile ilgili üç noktanın kesin bir şekilde anlaşılmış olduğunu belirtmektedir;
-Öncelikli olarak anlaşılan; iyi bir kalkınma politikasının ne olduğudur. Bir
ülkeye ait kalkınma politikaları, üretkenliği, hızlı istihdamı ve maaş artışlarını
sağlayacak yatırım önerilerini ve fakir insanların büyümeden paylarını alarak,
durumlarını iyileştirmesini sağlayacak politikaları içermelidir.
29
-Politikaların uygulanması hususundaki liderlik ve kararlılık, kalkınma
sürecinin temelini oluşturmaktadır. İyi kanunların çıkarılması tek başına yeterli değildir.
Bu kanunların, uygulamada da başarılı olabilmeleri için, politikacıların ve halkın
kanunları uygulama hususundaki istikrarlı tavırları kilit öneme sahiptir.
-Diğer bir önemli husus da; uluslararası finansal kurumların değişimdeki
üstlendikleri roldür. Kalkınma stratejileri kapsamlı bir şekilde oluşturulmalıdır. Ülkelere
yapılan finansal destekler dikkatli, iyi odaklanılmış bir şekilde ve ülkelerin kendi
reformlarına da imkân tanıyabilecek bir ihtiyatla yapılmalıdır. Hiçbir uluslararası
kurum, her şeyi yapabilme becerisine sahip değildir. Konu ülkeler ve uluslararası finans
kuruluşları arasındaki ortaklığın (işbirliğinin) önemi büyüktür (Stern, 2002:184).
Birdsall ise, iktisadi kalkınmanın ana hedefinin iktisadi büyüme değil, sık sık
insani kalkınma ya da sosyal kalkınma olarak da adlandırdığımız, insan refahının
arttırılması olduğunu belirtmiş ve günümüz kalkınma anlayışının genel ifadesini ortaya
koymuştur (Birdsall, 1993:1).
Kalkınma kavramına dair yaklaşımları ele aldığımız, kalkınma iktisadının
ortaya çıkışını ve gelişimini açıklamaya çalıştığımız ve Adam Smith'in kalkınma
kavramına dair yorumu ile başladığımız kısa tarihsel yolculuğumuz sonunda,
Birdsall'ın, günümüzdeki genel kalkınma yaklaşımını yansıtan özet yorumu ele
alındığında, kalkınma yaklaşımı konusunda başlangıç noktasına döndüğümüz
söylenebilir. Adam Smith'in kalkınma yorumu ile Birdsall'ın günümüz kalkınma
yaklaşımının genel bir ifadesi olarak kabul edebileceğimiz kalkınma yorumu arasında
çok da büyük bir farklılık olmadığını görmekteyiz. Tamamen iktisadi büyüme olgusuna
odaklanmış olan kalkınma iktisatçılarını ise, refah artışı uğraşısı adına yola çıkmış ve
iktisadi büyüme ormanının güzelliklerine kapılmış birer yolcu olarak tasvir etmek çok
da yanlış olmayacaktır. Kalkınma iktisatçıları için, yolculuk sonunda ulaşılması
gerekilen yer olan refah artışının sağlanması yerine, yolculuğun kendisi önem sırasında
ilk sıraya oturmuş ve yolculuğun amacı, varılmak istenen nokta yerine yolculuğun ta
kendisi haline gelmiştir.
30
-İKİNCİ BÖLÜM-
İKTİSADİ BÜYÜME OLGUSU VE İKTİSADİ BÜYÜME STRATEJİLERİ
2.1. İKTİSADİ BÜYÜME KAVRAMI ve İKTİSADİ BÜYÜME
YAKLAŞIMLARI
2.1.1. İKTİSADİ BÜYÜME KAVRAMI ve KLASİK BÜYÜME
YAKLAŞIMLARI
İktisadi büyüme temelde; eksik istihdamdaki ekonominin bu durumdan çıkışı
sırasında meydana gelen üretim artışları sonucunda ortaya çıkan kısa dönemli iş
çevrimlerine (business cycles) dayalı iktisadi büyüme ve tam istihdam veriyken,
ekonomik yapıya yeni faktör girdilerinin ilave edilmesi ve/veya teknolojinin gelişmesi
sonucunda ortaya çıkan orta ve uzun dönemli büyüme olmak üzere iki farklı şekilde
anlaşılmaktadır (Tek, 2003:4).
İktisadi büyüme, genel hatlarıyla ise, ekonomik faaliyetlerin ölçeğinde
meydana gelen bir büyüme ile birlikte, kişi başına hâsılanın artışını da ifade etmektedir
(Deliktaş, 2001:6). Kibritçioğlu (1998:1), iktisadi büyüme sorununun genel anlamda bir
uzun vade sorunu olarak görüldüğünü belirtmekte ve bunun nedenini de, iktisadi
büyümeyi sağlayacak olan ülkenin üretim ölçeğinin genişlenmesi ya da potansiyelinin
artması ya da daha etkin kullanılmasının ancak uzun vadede gerçekleştirilebilecek olan,
üretim faktörlerinin miktarlarında veya üretkenliğinde gerçekleşecek değişiklikler
olarak göstermektedir.
İktisadi büyüme kavramına iktisadi kalkınma yazını açısından getirilen
yaklaşımlar ise, iktisadi büyüme ile birlikte toplumlardaki refah düzeylerinin artacağına
yönelik beklentileri de içermektedir.
Süreç açısından ele alındığında iktisadi büyüme; kişi başına düşen hâsıla
miktarının, fiziki ve beşeri sermaye birikimi, teknolojik gelişme, demografik etkenler,
coğrafi etkenler ve iklim, kültürel veya kurumsal etkenler, demokrasinin düzeyi, gelir
dağılımı, hükümet politikaları ve makroekonomik istikrar vb. etmenlerle olan
ilişkilerinden dolaysız ve bu etmenlerin kendi aralarındaki ilişkilerinden dolaylı
yollardan etkilenmektedir (Tek, 2003:8).
31
İktisadi büyüme kavramı ve iktisadi büyüme süreci ile ilgili bu genel anlayışın
ortaya çıkışı ise özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan ve günümüze kadar
gelen iktisadi büyüme ve kalkınma uğraşısının bir neticesidir.
Teorik açıdan, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, iktisadi büyümeyi açıklamaya
yönelik iki farklı ana motivasyon kullanan, iki farklı ana iktisadi büyüme yaklaşımı
mevcuttur. Birinci tür yaklaşımlar; iktisadi büyümenin ana itici gücünün sermaye
birikimi olduğunu öngören keynesyen ve neoklasik büyüme yaklaşımlarıdır. İkinci tür
yaklaşımlar ise; teknolojik gelişimin büyümenin ana itici gücü olduğunu ortaya
koymakta ve teknolojik gelişimin elde edilmesini AR-GE sektöründeki istikrarlı
gelişimlere, beşeri sermayeye ya da uluslararası ticarete dayandırmaktadır (Capolupo,
2008:4).
1960 ve 1970'lerde ekonomistler, makroekonomik hükümet politikalarından
bahsederlerken daha çok mali ve para politikalarını düşünmekteydiler. Bu politikalar
(müdahaleler), daha çok kısa dönemli ekonomik dalgalanmaları yok edici etkilere
sahiptiler. Bu düşünce tarzının nedeni, dönemin iktisatçılarının büyük bölümünün,
büyük depresyon esnasında ortaya çıkmış ve kısa dönemde toplam talepteki aksaklıkları
gidermeye odaklanmış olan Keynesyen İktisadın etkisi altında kalmış olmalarıdır.
1980'lerin sonlarından itibaren ise makroekonomi ile ilgilenen iktisatçıların çoğunun
ilgisi, özellikle de, kamu politikalarının uzun dönem büyüme üzerindeki etkileri başta
olmak üzere, uzun dönemli iktisadi analizlere kaymıştır. İktisatçıların ilgisinin uzun
dönemli büyüme performanslarına kayması ile birlikte, ülkelerin zenginlik ve yoksulluk
düzeyleri de, uzun dönemli büyüme yaklaşımları tarafından ele alınmıştır (Barro,
1998:3).
Çalışmanın önceki bölümlerinde de değinildiği üzere; iktisadi büyüme
sorunsalı, iktisadi uğraşı alanı sınırlarına Adam Smith ile birlikte girmiştir. Adam
Smith, iktisadi insanın kişisel çıkar dürtüsünden yola çıkarak oluşturduğu “görünmez
el” olgusuna piyasaları düzeltme görevini verirken, devleti ekonomik faaliyet alanından
dışlamıştır. Piyasa mekanizmasının dışarıdan müdahaleler olmadığı taktirde mükemmel
işleyeceğine dair inancı onu neticede ülkelerin zenginliklerini arttırma çabalarında
32
iyimser bir noktaya getirmiştir. Ancak, aynı görüşü klasik iktisadın üç büyük temsilcisi
olan Malthus, Ricardo ve Marks için söylemek pek mümkün değildir.
Malthus, büyümenin sınırları ile ilgili ilk yaklaşımlardan biri olan nüfus artışı
ve yiyecek tüketimi ile ilgili yaklaşımında, nüfusun artışının geometrik bir şekilde,
yiyecek üretim miktarının ise aritmetik bir şekilde arttığını iddia etmiş ve dünyadaki
uzun dönem ekonomik gelişim süreci ile ilgili kötümser bir sonuca varmıştır.
Ricardo daha farklı bir yorumla; büyümenin sınırları konusuna tarıma yönelik
verimli arazilerin kıtlığı yönünden yaklaşmış ve nüfus artışı ile artan yiyecek talebinin
tarıma elverişli, verimli arazilerin tükenmesine, bu durumun giderek daha verimsiz
arazilerin tarıma açılması ile birlikte üretim maliyetlerinin artmasına, elde edilen
karların azalmasına neden olacağını ve zamanla yatırım kaynaklarının ve üretken
sermayenin azalacağını, ekonomilerin durağan bir duruma yaklaşacağını iddia etmiştir.
Malthus ve Ricardo tarafından farklı şekillerde ortaya konulmaya çalışılan
azalan verimler kanunun, modern iktisadi büyüme yaklaşımlarına olan katkıları
büyüktür.
Marks, kapitalist işleyiş içinde, dünya çapında rekabet, kâr hadlerinin düşüşü,
pazarların daralması ve bunun sonucunda işçi ücretlerinin düşürülmesi gibi etkenlerin
yaratacağı kaotik ortamın siyasal mücadeleyi tetikleyeceği ve kapitalizmin içsel
çelişkilerini son noktaya getirerek kapitalizmin çöküşüne yol açacağını öngörmüştür.
2.1.2. MODERN İKTİSADİ BÜYÜME YAKLAŞIMLARI
2.1.2.1. KEYNESYEN BÜYÜME YAKLAŞIMLARI (HARROD-DOMAR
ve NEOKLASİK BÜYÜME YAKLAŞIMLARI)
İktisadi büyüme süreçlerine dair yapılmaya çalışılan açıklamalar içinde, Frank
Ramsey'in 1928 yılındaki çalışması olan “ A Mathematical Theory of Saving ” adlı
çalışması, modern iktisadi büyüme teorisine dair ilk önemli çalışma olarak kabul
görmektedir.25 Ramsey’in hane halkının dönemler arası optimizasyon kararlarını,
büyüme teorisine uyguladığı bu çalışmasının ardından, R.F. Harrod ile E.D. Domar’ın,
Keynesyen statik teoriyi, büyüme teorisiyle dinamikleştirme çabaları yer almıştır.
Harrod-Domar büyüme modelinde, kapitalist sistemin kararsız bir yapıya sahip olduğu
25 Ateş (1998:9), Kibritçioğlu ve Dibooğlu (2001:3), Mccallum (1996:49), Romer (1986:1006). 33
vurgulanmakta, bu kararsız yapı ise, girdiler arasındaki ikame oranının küçük kabul
edildiği bir üretim fonksiyonuyla gösterilmektedir (Ateş, 1998:9). Kapitalist sistemin bu
kararsız yapısındaki aksaklıkların önlenebilmesi için planlamacı ve müdahaleci devlet
politikalarının varlığı da elzem görülmektedir.
Harrod ve Domar'ın modelinde; iktisadi büyüme, milli gelirdeki artışlarla
ölçülendirilmektedir. Büyüme hızı milli gelirdeki artış miktarının, milli gelire
oranlanması ile elde edilmektedir. Modelde sermayenin verimliliği yerine onun tersi
olan sermaye/hâsıla oranı kullanılmaktadır. Yatırım oranı ile varılan fiili büyüme
hızının, istikrarlı ve dengeli bir büyümeyi sağlaması için gerekli büyüme hızına eşit
olması gerekir. Yani, büyüme süreci boyunca her dönemde yaratılan mal ve hizmetlerin
tümünün arz ve talep fazlalığı yaratmadan emilmesi gerekecektir. Böyle bir dengenin
sağlanması için gerekli ve yeter şart, yatırım tasarruf eşitliğidir.
Harrod ve Domar'ın oluşturmuş olduğu Keynesyen Büyüme Modelleri; üretim
faktörlerinin ikame edilemez olduğunu ve yatırım kararlarının beklenen mal ve hizmet
taleplerinin bir fonksiyonu olduğunu kabul etmektedir. Bu bağlamda; bu tip standart
keynesyen büyüme modellerinin en önemli savı; ölçeğe göre sabit getirinin ve
yatırımcıların gelecekteki mal ve hizmet taleplerine göre şekillenen, bağımsız bir
yatırım fonksiyonunun mevcudiyeti halinde, kapalı bir ekonomide dengesiz bir büyüme
patikasının oluşacağıdır. Modelin bir sonucu olarak; hükümet politikaları uzun dönem
büyüme performansını etkileyebilmektedir (Kibritçioğlu ve Dibooğlu, 2001)
Harrod - Domar modelinin yüksek büyüme performansı için gerekli gördüğü
makroekonomik koşullar şu ana dört madde ile özetlenebilir:
- Yüksek yatırım/tasarruf oranları
- Yüksek sermaye verimliliği
- Somut sermaye malları şeklinde modele eklemlendirilebilecek, yüksek oranlı
teknik gelişim.
-Kişi başına düşen gelirdeki büyüme faktörü dikkate alınmak kaydıyla, düşük
bir nüfus artış oranı (Vaitsos, 2003).
1929 ekonomik bunalımının ardından geliştirilen bu modeller, sonraki yıllarda
ekonomistler arasındaki popülaritesini yitirmiştir.
34
1950’li yıllarda ise R.M Solow tarafından geliştirilen büyüme modeliyle bu
alana yeni katkılar yapılmıştır. Solow ve takipçileri26 tarafından oluşturulan bu
yaklaşım, Neoklasik büyüme yaklaşımı olarak adlandırılmaktadır. Solow tarzı standart
Neoklasik büyüme modelinin temel varsayımları şu şekilde özetlenebilir;27
-Ölçeğe göre getiriler sabittir,
-Sermayenin marjinal verimliliği azalmaktadır,
-Faktörler arası ikame mümkündür,
-Bağımsız bir yatırım fonksiyonu bulunmamaktadır,
-Tasarruf oranı sabittir,
-Üretim teknolojisi, nüfus ve iş gücündeki artış, modele dışsal olarak
verilmekte ve beşeri sermayedeki üretkenlik ya da verimlilik değişimleri dikkate
alınmamaktadır.
Bu varsayımlar altında kurulan model, fert başına sermayenin yine fert başına
üretim veya tüketim ile aynı oranda artış gösterdiği bir dengeli büyüme çizgisi
tanımlamaktadır. Denge durumuna erişildiğinde fert başına gelir ve tüketimdeki artış
oranı teknolojik gelişme hızıyla eşit hale gelmektedir. Diğer bir ifadeyle, modelde dışsal
bir değişken olan teknoloji, fert başına gelirdeki artışı sağlayan yegâne faktördür ve
denge durumundaki büyüme hızı tasarruf eğiliminden bağımsız olarak ortaya
çıkmaktadır. Sermayenin marjinal verimliliğindeki azalmaların iktisadi büyüme
üzerindeki olumsuz etkisi ise oluşacak dışsal bir teknolojik gelişme ile kısmen telafi
edilebilir ya da geciktirebilir. Ancak bu azalmalar kaçınılmazdır. Bu anlamda,
Neoklasik modelde pozitif büyüme oranları elde edilmesi için teknolojik gelişmenin
gerçekleşmesi gerekmektedir. Modelde, nüfus artışı da dışsal ve sabit bir şekilde
belirlenmektedir (Kibritçioğlu, 1998:8).
Nüfus artışı ile teknolojik değişmeyi dışsal kabul eden böyle bir yapıda,
politika uygulamaları ile büyüme ilişkisini sağlayan bir aktarım mekanizması
bulunmadığından, Neoklasik modelde kamunun, uygulayacağı politikalar bakımından
belirgin bir rolü yoktur.28 Modelde; kamu yatırımları kişi başına gelir ve kişi başına
26 Swan (1956), Cass (1965), Koopmans (1965).27 Ercan (2002:130), Ateş (1998:23-25), Judson (1996:34-40), King & Levine (1994).28 Shaw (1992)'den aktaran; Ercan (2002).
35
sermaye düzeylerini etkileyebilmekte ama reel hâsılanın uzun dönemli büyüme oranını
etkileyememektedir (Kibritçioğlu, 1998:8). Bu çıkarımların neticesinde, uzun dönem
büyüme performansının arttırılabilmesi için, geleneksel makroekonomik politikalardan
ziyade, nitelikli iş gücünü arttıracak kamu politikaları işlevsel bir niteliğe sahiptirler
(Turnovsky, 2000).
Neoklasik büyüme modelinin ortaya koyduğu bir diğer önemli sonuç da;
başlangıçta gelir düzeyleri göreli olarak düşük olan ülkelerin, yüksek olan ülkelere göre
daha büyük büyüme oranlarına sahip olacaklarıdır. Bu sonuca, sermayenin azalan
verimlere tabi olarak çalıştığı varsayımından hareketle ulaşılmaktadır. Burada, farklı
gelişmişlik düzeyindeki ülkeler arasında büyüme oranlarının farklılaşmasına yol açan
temel varsayımlar; ülkelerin faktör donanımlarının farklı olduğu ve sermayenin marjinal
verimliliğinin azaldığı hakkındadır (Ateş, 1998:23-25). Yakalama süreci, sermayenin
getirisinin göreceli olarak az olduğu zengin ülkelerden, sermayenin getirisinin henüz
yüksek olduğu gelişmekte olan ülkelere doğru bir sermaye akışının olduğu beklentisini
içinde barındırır. Uluslararası faiz haddi farklılıkları, sürecin işleyişine eşlik etmekte ve
sermaye akımını uyarmaktadır. Bu süreç doğrultusunda, zaman ilerledikçe, uluslararası
sermaye hareketleri sayesinde faiz haddi farklılıkları ortadan kalkacaktır, bu durum da
ülkelerin reel büyüme oranlarının sıfıra doğru gitmesine ve birbirlerine yakınlaşmasına
yol açmaktadır (Kibritçioğlu, 1998:8). Yani işgücü başına daha az sermayeye sahip olan
ülkeler, daha yüksek sermaye getiri oranına ve dolayısıyla büyüme oranına sahip
olacaklardır ve gelişmiş ekonomilerin ulusal gelirlerine yakınsayacaklardır. Bu
yakınsama süreci literatürde ‘koşullu yakınsama’ olarak adlandırılmaktadır. İşgücü
başına sermaye ve üretimin durağan durum düzeylerinin, tasarruf oranı, nüfus artış hızı
ve üretim fonksiyonuna bağlı olması kısıtlı yakınsamanın ana nedenidir (Ateş,
1998:116-117).
Neoklasik büyüme modellerinin Solow versiyonundan genel olarak şu
öngörüler çıkmaktadır:29
-Uzun dönemde ekonomi durağan duruma yaklaşır ve bu yaklaşma süreci
başlangıç durumundan bağımsızdır.
29 Ateş (1998), Turnovsky (2000), Kibritçioğlu (1998), Grossman & Helpman (1994), King & Rebelo (1990).
36
-Durağan durumda sermayenin marjinal verimliliği sabittir; buna karşın
işgücünün marjinal verimliliği, teknolojik gelişme hızı kadar büyür.
-Tasarruf oranı ve nüfus artış hızı durağan durum değerinin belirleyicisidirler.
Kişi başına durağan durum gelirinin büyüme oranı ise, yalnızca dışsal teknolojik
gelişme hızına bağlıdır.
-Fiziksel sermaye stoğu durağan durumda gelir artış hızına eşdeğerde büyür.
-Büyüme süreci ele alındığında, başlangıç noktasında göreceli olarak daha
düşük gelir düzeyine sahip ülkeler daha hızlı bir şekilde büyüyecekler ve gelirleri daha
yüksek olan ülkelere yakınsayacaklardır.
Harrod-Domar tipi Keynesyen büyüme yaklaşımları ile Neoklasik büyüme
yaklaşımının en önemli benzerlikleri, yaklaşımlarının temeline sermaye odaklı bir bakış
açısını oturtmuş olmalarıdır. Ancak; Amerika Birleşik Devletleri (ABD)'ne ilişkin
zaman serileri kullanılarak yapılan analizlerde, Neoklasik modelin dışsal bir etmeni
niteliğindeki teknolojik gelişme veya üretkenlik artışının gerçekleşen büyümenin en az
yüzde ellisini tek başına açıkladığı, diğer yüzde ellilik katkının sermaye ve işgücündeki
artıştan kaynaklandığı sonucuna varılmıştır.30 Bununla birlikte, tarihsel süreç içinde
Neoklasik büyüme yaklaşımının, az gelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkelere yakınsayacağı
öngörüsünü destekleyici gözlemler de mevcut değildir. Hatta gözlem süreci zamanımıza
doğru yaklaştıkça, gelişmekte olan ülkeler ile gelişmiş ülkelerin, büyüme performansları
bakımından birbirlerine yaklaşmaktan ziyade, birbirlerinden uzaklaştıklarına ve
yakınsamanın nasıl gerçekleşebileceğine dair öngörülerde ülkelerin başlangıç
durumlarının, açıklayıcılık açısından yetersiz kaldığına dair daha fazla kanıt vardır.31
Neoklasik ve keynesyen büyüme yaklaşımlarına ait öngörülerin, tarihsel süreç
içinde ekonomik gelişmeleri çoğu yönden açıklamakta yetersiz kalması ve özellikle de
Neoklasik büyüme yaklaşımının “kara kutusu” olarak nitelendirilen içerilmemiş
teknolojik gelişmenin, ülkelerin büyüme performanslarının büyük kısmını tek başına
açıklıyor olması, iktisadi büyüme uğraşılarını farklı bir boyuta taşımış ve yeni
yaklaşımların çıkmasına neden olmuştur.
30 Shaw (1992)'dan aktaran; Ercan (2002).31 TEK (2003), Chang (2003), Abramovitz (1986), Mankiw, Romer & Weil (1992), Barro (1991).
37
2.1.2.2. İÇSEL BÜYÜME YAKLAŞIMLARI
Neoklasik büyüme yaklaşımının kara kutusu olan teknolojik ilerlemenin
içselleştirilmesi adına yapılan uğraşılarda ilk adım, Arrow tarafından atılmıştır. Arrow,
1962 yılında yayınlanmış olan “The Economic Implications of Learning by Doing” adlı
çalışmasında, her bireyin buluşunun, teknolojinin bir rekabetçi mal olmamasından ötürü
tüm ekonomiye hızlıca yayılacağını savunmaktadır. Ancak Arrow, buluşların
ekonominin tümüne yayılmasının çok yavaş gerçekleşmesi ve buluşların araştırma-
geliştirme sektörünün bir ürünü haline dönüşmesi ile birlikte, ekonominin tam rekabetin
sahip olduğu bir yapı yerine, aksak rekabetin geçerli olduğu bir yapıya dönüşeceğini
öngörmektedir. Arrow'un modeli ile Neoklasik büyüme modelinde bazı değişikliklerin
yapılmasının gerekliliği ön plana çıkmaktadır. Ramsey’in, hane halklarının
optimizasyon kararlarını ise D. Cass ve T. Koopmans, 1965’de yayınladıkları
çalışmaları ile Neoklasik modele yeniden sokmuşlar ve tasarruf oranını modele
içselleştirerek almışlardır. Bu yeni yaklaşımlar ile, gelişmiş ekonomilere doğru yapılan
geçiş sürecinin ve dinamiklerinin kavranmasına yönelik yeni bir boyut getirilmiştir,
ancak, koşullu yakınsama anlayışını aşmayı başaramamışlardır (Ateş, 1998:9-10).
Arrow'un müjdelemiş olduğu ve Neoklasik büyüme yaklaşımı tarafından dışsal
olarak kabul edilmiş etmenlerin içselleştirilmesine yönelik uğraşılar adına en sistemli ve
önemli katkılar ise ilk olarak; Romer'in 1986 yılında yapmış olduğu “Increasing
Returns and Long-Run Growth” isimli çalışması ve Lucas'ın 1988 yılında yayımlanan
“On the Mechanics of Economic Development” çalışması tarafından yapılmıştır.32
Romer ve Lucas'ın iktisadi büyüme uğraşısına yapmış olduğu bu katkılar, aynı zamanda
İçsel Büyüme Yaklaşımları (İBY) olarak adlandırılan iktisadi büyüme yaklaşımının da
temellerini atmıştır. Bu tip yaklaşımların güçlü yanı; Neoklasik büyüme modellerinde
dışsal bir faktör olarak alınan teknolojik değişim oranını içselleştirmesidir. Bu sayede;
uzun dönem büyüme oranı, modelde yer alan temel parametrelerce belirlenen içsel bir
olguya dönüşmüş olmaktadır. Ancak; bu tip son nesil büyüme teorileri, koşullu veya
mutlak yakınsamaya dair müjdeler vermekten uzak bir seyir izlemektedirler (Barro &
Sala-i Martin, 1995:23). Bu yeni yaklaşımlar; büyüme sürecinin, basit Neoklasik üretim
32 Pio (1993), Ateş (1998), Grossman & Helpman (1994), Fischer (1991). 38
fonksiyonu ve varsayımlarına dayanılarak açıklanamayacağını ortaya koymaktadırlar.
Büyüme sürecinin anlaşılabilmesi için, beşeri sermaye, eğitim, içsel nüfus dinamikleri,
aksak piyasa olgusu, devlet müdahaleleri ve artan getiri gibi etmenlerin de modele
katılması gerekmektedir (Ateş, 1996:12).
İBY'nda büyümenin sürükleyici gücünün “bilgi” olduğu ortaya koyulmaktadır.
Bunun nedeni olarak; işgücü, sermaye ve toprak gibi geleneksel üretim faktörlerinin
azalan getiriye sahip olmaları nedeniyle iktisadi büyümenin ana dinamiğini
oluşturamayacakları unsuru gösterilmektedir. Geleneksel üretim faktörleri, kullanıldıkça
azalmakta fakat bilgi ise aksine kullanıldıkça artmaktadır. Aynı zamanda, bilgi, birden
çok mekânda ve faaliyet alanında aynı ve/veya değişik zamanlarda kullanılabilirken,
geleneksel üretim faktörlerinde böyle bir özellik mevcut değildir. Bilginin değeri
kullanıldıkça artmaktadır ve bu nedenlerden ötürü bilgi, iktisadi büyüme konusunda
geleneksel üretim faktörlerinden çok daha farklı ve önemli bir yere sahiptir (Saygılı,
Cihan ve Yavan, 2006:21).
İBY, çıkış noktaları bakımından ve dönemleri bakımından birçok şekilde
sınıflandırılmaktadırlar.
Ribeiro; 2003 yılında yapmış olduğu “Endogenous Growth: Analytical Rewiev
of its Generating Mechanisms” adlı çalışmasında İBY'nı, stratejileri bakımından üç ana
gruba ayırmıştır;
İlk stratejiyi; Romer (1988) ve (1990)'da yer alan ve yeniliklerin ve AR-GE
çalışmalarının büyüme modellerine taşındığı strateji olarak belirlemiştir. Bu tip
modellerde; iktisadi büyümenin itici gücü, içsel olarak belirlenen teknolojik gelişmedir.
İkinci strateji; Lucas (1988)'de ortaya konulan ve sürekli pozitif büyümenin
itici gücü olarak beşeri sermayenin gösterildiği İBY'dır. Bu tip yaklaşımlarda; uzun
dönem kişi başına düşen üretim artışı beşeri sermaye birikimine bağlıdır.
Üçüncü ve son strateji ise; Jones ve Manuelli (1990)'da, daha direkt bir şekilde,
Neoklasik büyüme yaklaşımının varsayımlarından yalnızca birisi olan; sermayenin
azalan getirisi varsayımını ortadan kaldırarak iktisadi büyümenin içselleştirildiği içsel
büyüme stratejisidir (Ribeiro, 2003:2).
39
Ehrlich (1990) benzer bir şekilde, İBY'nı, büyümenin itici gücü olarak
tanımladıkları faktörler itibariyle üç ana grupta toplamıştır:33
-Nüfus artışı ve beşeri sermaye birikimini birer karar değişkeni olarak ele
alanlar; (Örnek; Becker, Murphy & Tamura, 1990),
-İçerilmemiş teknolojik değişmeyi, dışsal ve özerk (autonomous) bilimsel
buluşlar yerine, piyasa güçlerinin yönlendirdiği girişimci kararlarına bağlayanlar;
(Örnek; Romer, 1986 ve 1990, Lucas, 1988 ve Grossman & Helpman, 1989).
-Büyüme sürecinde kamunun rolünü bağımsız bir değişken olarak dikkate
alanlar;(Örnek; Barro, 1991 ve King & Rebelo, 1990)
Çabuk, Ateş ve Erk (1998:5)'de İBY, büyümenin ana kaynağını ele alışları
bakımından dört farklı grupta toplanmıştır;
Birinci grup; iktisadi büyümeyi AR-GE sektöründeki gelişmelere bağlayan
yaklaşımlar; (Örnek; Romer, 1990; Grossman & Helpman, 1991)
İkinci grup; fiziksel sermayeyi ve yaparak öğrenme modellerini esas alan
yaklaşımlar; (Örnek; Romer, 1986; Rebelo, 1991)
Üçüncü grup; beşeri sermaye birikimini esas alan yaklaşımlar; (Örnek; Lucas,
1988; Jones, 1996)
Dördüncü grup; kamu yatırımlarını esas alan yaklaşımlar; (Örnek; Barro, 1990)
Kibritçioğlu (1998:10-13), ise İBY'nı varsayımlarına göre gruplandırmış,
birinci ve ikinci tür İBY olmak üzere iki ana grupta incelemiştir;
“Birinci tür yaklaşımlar;34 özellikle Romer’in 1980’lerin ikinci yarısında
yaptığı yayınlar çerçevesinde gelişmiştir. Bu modellerde Neoklasik büyüme modelinden
farklı olarak; teknolojik gelişmenin içsel olduğu, ölçeğe göre artan getirilerin olduğu ve
biriktirilen faktörlerin artan marjinal verimliliği varsayımları kabul edilmektedir.
Birinci tür içsel büyüme yaklaşımlarında, araştırma-geliştirme harcamalarından,
beşeri sermayeye yapılan yatırımlardan veya hükümetin teknolojik altyapıya yönelik
yatırımlarından kaynaklanan taşmaların, artan marjinal faktör verimliliği ve ölçeğe
33 Ehrlich (1990)'dan aktaran; Ercan (2002).34 Çalışmada, birinci tür yaklaşımlara örnekler; Romer (1986), Romer (1990), Lucas (1988), Becker, Murphy & Tamura (1990) olarak verilmektedir.
40
göre artan getiri koşullarında çalışılmasını sağlayacağı düşüncesinden hareket
edilmektedir.
Az sayıdaki ikinci tür yaklaşımlarda35 ise, büyüme sürecinin içselleştirilmesi
için teknolojik gelişmenin içselleştirilmesine gerek bulunmadığı, Neoklasiklerin
teknolojik gelişmenin sabitliği ve ölçeğe göre getirinin sabit olduğuna dair varsayımları
saklı tutularak, sadece, biriktirilebilen üretim faktörünün (burada: toplumsal
sermayenin) marjinal verimliliğinin azalmadığının (yani sabit kaldığı veya arttığının)
varsayılması yoluyla bile içsel bir büyüme sürecinin ortaya çıkabileceği iddia
edilmektedir.”
İBY ile ilgili bu genel sınıflandırmalar göstermektedir ki; sınıflandırmalar
genellikle, içsel büyüme çalışmalarında, büyümenin itici gücü olarak belirlenmiş olan
faktörün ne olduğuna göre yapılmaktadır. İBY konulu çalışmaların özellikle de
1980'lerin ikinci yarısından itibaren yoğunluk kazandığı ve iktisadi büyüme uğraşısının
odak noktasına bu tür büyüme yaklaşımlarının oturmuş olduğu görülmektedir. İBY'nın
daha detaylı bir şekilde anlaşılabilmesi için özellikle, Romer'in 1986 ve 1990, Lucas'ın
1988, Grossman ve Helpman'ın 1989 ve Barro'nun 1990 yılındaki çalışmalarını,
çalışmaların genel sonuçları itibariyle kısaca ele almakta fayda vardır.
Romer, 1986 yılındaki “Increasing Returns and Long-Run Growth” adlı
çalışmasında, yatırım ve üretim sürecinde sadece fiziki ürünün ortaya çıkmadığı, bu
üretim sürecinin neticesinde üretim bilgisinin de ortaya çıktığı varsayımından yola
çıkarak, ölçeğe göre artan getiriyi esas alan ekonomik modellemeler kullanmakta ve
içerilmemiş teknolojik gelişmeyi de, iktisadi büyüme modellerine bir içsel değişken
olarak yerleştirmektedir. Romer, çalışmasında, üretim ve yatırım sürecinin bir yan
ürünü olarak ortaya çıkan yeni üretim bilgisinin sadece bu yeni üretim bilgisini ortaya
çıkaran şirket için değil, aynı zamanda bütün ekonomi genelinde de verimlilik artışları
sağlayacağı sonucuna varmaktadır. Bu doğrultuda, bilginin emek ve sermaye
girdilerinden farklı olarak, aynı anda birden çok üretim alanında kullanılabilmesi,
bilgiyi, büyümenin en önemli olgusu haline getirmektedir.
35 Çalışmada ikinci tür yaklaşımlara örnekler; Jones & Manuelli (1990) ve Rebelo (1991) olarak verilmektedir.
41
Lucas (1988) de, İBY'nın temel taşlarından biri olarak kabul edilmektedir.
Lucas, bu çalışmasında sadece nüfus artışının dışsal bir veri olarak alındığı bir model
yaratmış ve iki farklı sermaye çeşidi olduğunu belirtmiştir. Bu sermaye çeşitlerinden
biri; Neoklasik büyüme yaklaşımına benzer bir şekilde, üretim süreci içinde kullanılan
ve biriktirilen fiziksel sermayedir, diğeri ise; hem emek ve hem de fiziksel sermayede
verimlilik artışı sağlayan beşeri sermayedir. Lucas'ın yaklaşımında yaparak öğrenme
olgusu, beşeri sermayenin işgücü ve fiziki sermayede sağladığı verimlilik artışlarını
açıklamada kullanılmaktadır. Modelde beşeri sermayedeki artış, Arrow'un yaklaşımına
benzer şekilde rekabet edilemeyen ve dışlanamayan bir ürün geliştirilmesini sağlar ve
ekonomideki dağılma etkisiyle üretim artışları gerçekleşir. Ancak bilgiyi kamu malı
olarak kabul eden böyle bir yapıda, Ar-Ge sektöründeki araştırma faaliyetleri yeterli
düzeye ulaşmayacaktır. Bu noktada, kamuya araştırma faaliyetlerini teşvik anlamında
önemli bir rol düşmektedir (Ercan, 2002:132-133).
Lucas, çalışmasında; emeğin serbest dolaşımının sağlanmadığı durumlarda,
sadece sermayenin serbest dolaşımının dış ticarete yönelik güçlü bir eğilim yaratmadığı
sonucuna varmıştır. Emeğin dolaşımının serbest olduğu durumlarda ise her şey emeğin
üretkenliğini arttıran beşeri sermaye etkilerinin içsel olup olmadığına ve bu etkilerin bir
kişiden diğerine taşarak dışsal yararlar sağlayıp sağlamadığına bağlıdır. Beşeri
sermayenin yüksek olduğu ülkelerde her alandaki emek verimliliği daha fazladır, bu
nedenle de çalışanlar daha fazla ücret almaktadırlar. Yüksek ücretler ve emeğin serbest
dolaşımı nedeniyle yoksul ülkelerden zengin ülkelere doğru göç yaşanır ve bu durum
zengin ülkelerin durgun duruma girmelerini engellerken, diğer yandan da yoksul
ülkelerin gelişmesini engeller. Emeğin serbest dolaşımının geniş ölçüde sınırlı olduğu
bir dünyada, beşeri sermaye birikimine yönlendirilmiş politikalar, şüphesiz çok daha
fazla büyüme potansiyeli ortaya çıkaracaktır. Böyle bir durumda, tam rekabet
ortamında, beşeri sermayesini artırmak isteyen ülkelerin, yabancı yatırımlara açık
olması gerekmektedir.
Romer (1990) de Lucas'a benzer şekilde; beşeri sermaye birikiminin önemine
dikkat çekmiştir. Çalışmasında, refah artışı adına varmış olduğu en güçlü çıkarımlardan
birisi; gelecekte, uzun dönem büyüme oranlarının sağlanabilmesi adına, günümüzde
42
yapılan AR-GE çalışmalarının büyük önem taşıdığıdır. Diğer önemli bir sonuç ise;
teknolojik gelişme oranının, faiz oranları ile hassas bir etkileşim içinde olduğudur.
Ancak Romer'in bu çalışmasında, önceki çalışmalarından farklı olarak ortaya koyduğu
diğer bir olgu daha vardır. Çalışmadan elde edilen sonuçlara göre; AR-GE
çalışmalarının sonuçlarının hepsi sermaye malları halinde vücut bulsa da, sermaye
malları birikimine yönelik yapılacak devlet yardımları, AR-GE çalışmalarını teşvik
edici ve dolayısıyla da teknolojik gelişmeyi sağlayıcı yardımlar olmayabilirler. Bunun
yerine, toplam beşeri sermaye artışını sağlayıcı devlet yardımları ve politikaları,
teknolojik değişimin ve uzun dönem büyümenin sağlanması adına daha etkindirler.
Modele göre; beşeri sermaye stoğunun genişliği ülkelerin büyüme performanslarını
olumlu yönde etkilemektedir. Çalışmada bu sonuçtan yola çıkılarak; serbest ticaretin,
iktisadi büyümeyi hızlandırıcı bir etki yaratabileceği sonucuna da varılmaktadır. Bu
sonuç, gelişmekte olan ülkelerin hala, ekonomik entegrasyona ayak uydurmalarıyla
birlikte elde edecekleri çeşitli faydaların olduğu sonucunu da beraberinde getirmektedir.
Grossman ve Helpman’ın 1989 tarihli “Product Development and
International Trade” adlı çalışmasına göre, ekonomik entegrasyona katılan ülkelerin
kaynak donanımları birbirlerinden farklıysa, beşeri sermaye stoku göreli olarak küçük
olan ülkede beşeri sermayenin fiyatı artarken, AR-GE sektörü ürünleri ise daha pahalı
bir hale gelecektir. Karşıt donanıma sahip ülkede bu süreç, ters yönde işleyecektir. Bu
durumda, daha gelişmiş olan ülke daha düşük büyüme oranına sahip olacak, daha zayıf
beşeri sermaye stokuna sahip olan ülke ise, serbest ticarete açılmanın sonucu olarak,
kaynakların yeniden tahsisinden yararlanacaktır. Dış ticarete açılan ülkelerin bu
girişimden en çok kazancı sağlayabilmeleri için, ölçek ekonomilerin36 oluşabileceği
piyasalar yaratmaları ve üretim sektörlerini, AR-GE ile beşeri sermaye yoğun sektörlere
doğru genişletmeleri gerekmektedir. Gelişmekte olan ekonomiler için bu çabanın
yüksek teknoloji gerektiren alanlarda yapılması zor olmakla birlikte, Hindistan, Güney
Kore, Singapur, Tayvan gibi ülkeler bilgisayar ve elektronik sanayilerde bunu
başarabilmişlerdir (Ateş, 1998:205).
36 Ölçek ekonomileri olgusu kısaca, daha geniş ölçekli üretimin sağladığı maliyet kazançlarını ifade etmede kullanılmaktadır. Ölçek ekonomileri ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. The World Bank (2009:126-140).
43
Barro (1990) da içsel büyüme dinamikleri açısından önemli sonuçlar ortaya
koymaktadır. Barro, 1960-85 arası dönem ile ilgili çalışmasında, başlangıç dönemi kişi
başına düşen milli gelir seviyesi ile uzun dönem büyüme oranı arasındaki korelasyonun
neredeyse sıfıra yakın bir değer olduğu, başlangıç dönemi kişi başına düşen beşeri
sermaye miktarı37 sabit tutulduğunda ise korelasyon değerinin negatif olduğu sonucuna
varmıştır. Dahası, başlangıç dönemi kişi başına düşen milli gelir seviyesi sabit
tutulduğunda, uzun dönem büyüme performansı ile başlangıç düzeyi kişi başına düşen
beşeri sermaye miktarı arasında pozitif bir ilişki olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Kişi
başına büyüme oranı ve milli gelir içindeki özel sektör yatırım oranı ise kamu
harcamaları ile negatif bir ilişkiye sahiptir. Çalışmada bu negatif ilişkinin nedeni; kamu
harcamalarının, yüksek vergi oranları gibi yatırım ve büyümeyi uyarıcı etkiler
yaratmayan çeşitli saptırmaları da içinde barındırması olarak gösterilmektedir.
Çalışmanın diğer önemli bir sonucu da; politik istikrarsızlıkların büyüme ve yatırım
oranlarını negatif etkilediği sonucudur.
Neticede; İBY, Neoklasik büyüme yaklaşımının açıklayamadığı teknolojik
gelişimi ve ülkeler arası büyüme oranları arasındaki farklılıkların nedenlerini
açıklamaya yönelik daha sistemli bir yaklaşım olarak dikkat çekmektedir. Aynı
zamanda, bilginin birikimini daha merkezi bir noktada ele almakta ve iktisadi büyüme
sürecinde kullanılabilecek makroekonomik politika enstrümanlarını da
çeşitlendirmektedir.
2.1.2.3. TARİHSEL BÜYÜME YAKLAŞIMI
İktisadi büyüme uğraşısına katkı yapan bu iki ana yaklaşımın yanında, iki
önemli yaklaşımdan daha bahsetmek yerinde olacaktır. Bu yaklaşımlardan ilki; iktisadi
büyüme sürecini tarihsel süreç içinde ele alan iktisat tarihçilerinin uğraşıları ile
şekillenmiş, tarihsel yaklaşımdır. İktisat tarihçileri uzun dönem iktisadi büyümeyi analiz
ederken ve açıklarken iki temel olgu üzerinde durmaktadırlar. Tarihsel yaklaşımda;
-Teknolojik değişim ve organizasyonel/kurumsal değişimler arasındaki ilişki
incelenmekte,
37 Çalışmada başlangıç dönemi kişi başına düşen beşeri sermaye miktarı, okula kaydolma verileri ile belirlenmiştir.
44
-Bir yandan; iktisadi faaliyet ve performans arasındaki ilişki ele alınırken, diğer
yandan da toplumun diğer seviyelerindeki sosyal ve politik değişimler ele alınmaktadır.
İktisat tarihçileri, iktisadi büyümenin ana belirleyicilerini açıklarken, toplumsal
organizasyon ve politik faktörler, güç ilişkileri, kültür, bilim ve teknolojinin tarihsel
gelişimi vb. ekonomik olmayan hükümlere başvurmaktadırlar. Bu özellikleri ile, tarihsel
yaklaşımlar, faktör girdileri ve tek taraflı nedensellik ilişkilerine dayalı olarak büyüme
süreçlerine açıklık getirmeye çalışan yaklaşımlardan keskin bir şekilde ayrılmaktadırlar
(Vaitsos, 2003.13-14).
Rostow’un “The Stages of Economic Growth: A Non-Communist Manifesto
(1960)” adlı çalışması iktisadi büyümeye dair tarihsel yaklaşımların en önemlilerinden
biridir.
Rostow, çalışmasında her toplumun ekonomik bakımdan aşağıda sıralanan
evreleri geçireceğini belirtmekte ve tarihsel açıdan ekonomilerin gelişim süreçlerine
dair bir genellemeye gitmektedir.
-Geleneksel toplum aşaması; nüfusun %75'ten fazlası yiyecek üretiminde
çalışmaktadır ve yönetim toprak sahiplerinin ya da asker veya siviller tarafından
desteklenen merkezi bir otoritenin elindedir.
-Geçiş (transitional) aşaması; sanayi harici sektörlerde oluşan radikal
değişimler sonucu, kalkış aşaması için gerekli ön koşullar oluşmaktadır. Ham madde
ihracatı hız kazanır, işadamları arasında yeni sınıflar oluşur ve elit sınıf içinde iktisadi
ilerleme düşüncesi yayılmaya başlar.
-Kalkış (take off) aşaması; kişi başına düşen yatırım miktarında önemli bir artış
yaşanır. Sanayi devriminin bu önemli aşamasına üretim tekniklerindeki radikal
değişimler eşlik eder. Genişleme, ilk olarak lider sektörlerdeki küçük gruplarda görülür,
sosyal alanda ise, modern kesimin hâkimiyeti geleneksel kesimin önüne geçmeye
başlar.
-Olgunluk aşaması; genişleme; lider sektörlerden diğer sektörlere doğru yayılır
ve toplumda modern teknolojinin yaygınlaşmasının ardından gerekli değişimler
gerçekleşmeye başlar.
45
-Kitle tüketim çağı; mutlak bir milli gelire erişilmesi ve özel tüketimi
arttırmaya yönelik ekonomi politikalarının formüle dilmesi ile birlikte son aşamaya
ulaşılmaktadır. Bu aşamada refahı arttıran tüketim malları ve hizmet üretimine ağırlık
verilir. Toplum, üretimden çok tüketimle, refahla ilgilenmeye başlar.
Kalkınma için kritik aşama; kalkış aşamasıdır. Bu aşamada, yatırımların milli
gelir içindeki payı yüzde 5 seviyelerinden yüzde 10 seviyelerine çıkmalı ve
sürdürülebilir büyüme için gerekli olan politik, sosyal ve kurumsal iskelet inşa
edilmelidir. Finansal kaynaklar, yüksek tasarruf oranları aracılığı ile oluşturulmalıdır.
Gelir dağılımı; sınıflar arasında, sermayeyi daha üretken şekilde kullanabilme yetisi göz
önüne alınarak gerçekleştirilmelidir (Kuhnen, 1987:15-16). Her aşama kendi ekonomik,
toplumsal ve siyasal özelliklerini içinde barındırır. Her aşamayı toplumlar iç ve dış
dinamikler nedeniyle değişik zamanlarda farklı uzunlukta ve yoğunlukta
yaşamaktadırlar.
2.1.2.4. EVRİMCİ (NEO-SCHUMPETERCİ) BÜYÜME YAKLAŞIMI
İktisadi büyüme yaklaşımları içerisinde, değinilmesi gereken diğer yaklaşım
ise Evrimci (Neo-Schumpeterci) büyüme yaklaşımıdır.
Gerek evrimci büyüme yaklaşımının ortaya çıkışında, gerekse, bilginin
önemine vurgu yapan içsel büyüme modellerinin oluşumunda, Schumpeter'in yeniliği
öne çıkaran kalkınma yaklaşımının önemi büyüktür.38 Schumpeter'in düşünce sistemini
özellikle iki önemli çalışması geniş ölçüde yansıtmaktadır; bu çalışmalar; “The Theory
of Economic Development” (1934) ve “Capitalism, Socialism and Democracy” (1942)
çalışmalarıdır (Witt, 2002:7).
Ekonomide, neden bazı insanların diğer insanlardan daha uzun ve zengin
yaşadıkları sorusundan daha önemli bir soru yoktur. Schumpeter'in bu soruya cevabı;
“kapitalizmin”, insan gelişiminin motoru ve kapitalizmin başarısının anahtarının da
“yaratıcı yıkım süreci” olduğudur (Diamond, 2004:5).
Schumpeter, kapitalizmde sürekli yaratıcı yıkım etkisi oluştuğu ve bu sürecin
dinamiklerinin ise eşitsiz gelişme ve istikrarsızlıktır. Yenilik peşinde koşmayan firmalar
38 Demir, Üzümcü ve Duran (2006), Vaitsos (2003), Ateş (1998). 46
ve sektörler bu sürece ayak uyduramayacaklardır ve zamanla rekabet gücünü kaybedip,
yok olmak durumuyla karşı karşıya kalacaktır (Eşiyok, 2002:47).
Teknoloji, Schumpeterci yaklaşımda da Neoklasik yaklaşımdakine benzer bir
şekilde dışsal olarak alınmaktadır. Ancak, Schumpeter, teknolojik yenilik olgusuna
Neoklasik yaklaşımdan daha farklı bir yorum getirmiş ve tanımın anlamını
genişletmiştir, Schumpeter'e göre, teknolojik yenilik, sadece üretim sürecinde çıkan
yeni bir üretim metodu değildir, başka olguları da içermektedir. Schumpeter'e göre
yenilik türleri;
-Yeni bir malın üretilmesi (ya da mevcut bir üründe önemli bir kalitatif
değişiklik yapmak39),
-Bir endüstriye yeni bir işlem/süreç getirmek,
-Yeni bir pazarların açılması,
-Ürün veya hizmetin girdileri için yeni bir alternatif yaratmak (yeni ham madde
kaynaklarının bulunması),
-Yeni pazar örgütlenmelerine gitmektir (Bozkurt, 2007:73).
Diamond (2004:7-8), yaratıcı yıkımın olmazsa olmaz bileşenlerini ise şu
şekilde özetlemiştir;
-Yaratıcı yıkım süreci neredeyse herkesin yaşamını (yaşam kalitesini)
geliştirmektedir.
-Yeni ürünlerin ve süreçlerin oluşumunu sağlayan bu dinamik rekabet süreci,
insanların yaşam kalitelerini geliştirmede, ana ekonomi akımlarının odaklanmış olduğu
statik fiyat rekabetine göre daha önemlidir.
-Eski teknolojiler yok olduğunda (edildiğinde), çalışanlar yeniden eğitilmek ve
firmalar yeni donanımla donatılmak ihtiyacı duyabilirler, bu zor ve maliyetli bir
süreçtir.
-Yüksek piyasa payına sahip, geniş (ölçekli) firmalar, yenilikleri yaratacak olan
dinamik rekabet sürecinin önemli bir parçası haline gelirler.
Schumpeter, iktisadi büyüme teorisinin temeline girişimcilik ve girişim
olgularını koymaktadır (Witt, 2002:16-17).
39 Yeni bir tip, kalite vb. 47
Ateş (1998:11), Schumpeterci büyüme yaklaşımını şu şekilde açıklamaktadır;
“...ekonominin asıl itici gücü girişimcilerin teknolojik gelişmeleri sağlamaları
ve onları uygulamaya geçirmeleridir. Bu etmen ekonominin, yeni teknolojik
gelişmelerin sağlanacağı yeni durumlara kadar önce yükselen ve ardından gerileyen
bir konjonktürel gelişmeye sahip olmasına yol açacaktır. Teknolojik gelişmelerin
süreğen bir hale dönüştürülmesi, ekonominin gelişme trendini pozitif yönlü
oluşturacaktır. Ancak kredi mekanizmasının yeterince esnek olmayışı, bu pozitif yönlü
konjonktürü olumsuz etkileyerek, kapitalist toplumun daralan bir yapıya dönüşmesine
yol açacaktır. Schumpeter, bu nedenle, sistemin nihai gelişimine karamsar biçimde
bakmaktadır.”
Temellerinde Schumpeter'in iktisadi büyüme yaklaşımından yola çıkmış olan
ve Neo-Schumpeterci olarak da anılan evrimci iktisadi büyüme yaklaşımları, geleneksel
ve Neoklasik ana iktisadi akımlara nazaran, iktisadi büyümenin kritik bileşenlerine dair
daha açık ve analitik olarak daha sofistike ayrıntıları yansıtmaktadırlar. Evrimci iktisat
yaklaşımlarının, eşitsizlik olgusu ile temellendirilen, yenilik ve değişim güdümlü
büyüme olgusu ile birlikte, heterojenlik, kararsızlık, patika bağımlılığı gibi mikro
temelli yorumların daha genel bir fenomen haline geçişini sağlayan birçok bileşene
sahip oldukları görülmektedir (Vaitsos, 2003:43).
Evrimci iktisatçılar tarafından kullanılan, “Evrim” ya da “Evrimci” olguları ile
ifade edilmeye çalışılan şey; uzun dönem değişimlerin ve bilginin ekonomik kalkınma
için ne denli önemli olduklarıdır.40
Bu doğrultuda, genel olarak, hangi disiplin tarafından şekillenmiş olursa olsun,
evrimci bir teori;
-Dinamiktir; sürece ait dinamikleri, ya da belirli kısımlarını içermektedir,
-Tarihseldir; değişmez (irrevocable) ve patika bağımlısı (path-dependent) olan
tarihsel süreçlerle uyumludur,
-Kendi kendine dönüşümü (self-transformation) açıklayıcıdır; sistemin kendi
kendine dönüşümünün kaynakları ve bu dönüşümü sağlayan güçlerle ilgili hipotezleri
içermektedir. (Witt, 2002:10).
40 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Kwasnicki (2003). 48
Çalışmamızın bu kısmına kadarki iktisadi büyüme sorunsalına dair genel
yaklaşımlar incelendiğinde, iktisadi büyümenin karakteristik olguları genel hatlarıyla
belirlenmiş bulunmaktadır. TEK (2003)' de sağlıklı bir iktisadi büyümenin karakteristik
olguları, çalışmamızın şimdiye kadarki kısmına açıklık getirebilecek şekilde
maddelendirilmiştir;
-Kişi başına sermaye sürekli artmaktadır.
-Sermayenin getiri oranı istikrarlıdır.
-Sermaye/hâsıla katsayısı istikrarlıdır.
-Uzun dönemde sermaye ile emek arasındaki gelir bölüşümü istikrarlıdır.
-Uzun dönemde çeşitli ülkelerde üretkenlik, farklı oranlarda artmaktadır.
-Ortalama büyüme oranı her ülkede kendi makroekonomik parametrelerine
bağlı olarak başlangıç gelir düzeyinin bir fonksiyonudur.
-Dış ticaret hacminin büyüme oranıyla, reel gelirin büyüme oranı arasında
güçlü bir ilişki vardır.
-Nüfus artış hızıyla, kişi başına gelir düzeyi arasında negatif bir ilişki vardır.
-Sermaye ve nitelikli işgücü ile niteliksiz işgücü, zengin bölge ve ülkelere
doğru göç etmektedir. Bu nedenle üretim faktörleri aynı yöne doğru hareket etmekte ve
üretim büyük ölçüde zengin bölgelerde yoğunlaşmaktadır. Bu şekilde belli bir mekânda
ortaya çıkan kritik kütlenin yarattığı sinerji, endüstriyel kümelenmelere ve
odaklaşmalara yol açmaktadır. Bu kümelenmeler ve odaklaşmalar ise, yarattığı ağ
dışsallıkları nedeniyle bölgeler arasında gelir farklılıkları yaratmaktadır.
-Kişi başına fiziki sermaye birikimi kişi başına reel gelir artışını tek başına
açıklamada yetersizdir. Ülkeler arasındaki kişi başına reel gelir düzeyi veya büyüme
oranı farklılıklarını, faktör birikiminin ötesinde, teknoloji düzeyleri veya toplam faktör
verimliliği açıklamaktadır.
-Kişi başına düşen reel gelir düzeyi bakımından ülkeler arasında büyük ve
giderek artmakta olan farklılıklar vardır. Koşullu yakınsamanın yanı sıra, ondan daha
çok ıraksama geçerlidir.
-Sermaye birikimi sürekli bir olgu olmasına karşılık, iktisadi büyüme göreli ve
tarihsel bir olgudur.
49
-Kişi başına gelir düzeyi bakımından önder ülke olma konumları geçicidir.
Başka bir deyişle, zengin ülkeler zamanla fakir, fakir ülkelerse zamanla zengin ülke
haline gelebilir.
-Ulusal iktisat politikaları, kişi başına gelir düzeyi yanında uzun dönemli
büyüme oranı üzerinde de etkilidir.
Modern iktisadi büyüme yaklaşımlarının ele almış olduğumuz kısmı ile iktisadi
büyüme ile ilgili olarak bize verdiği ipuçları yukarıda belirtilmiştir, ancak, bu etmenlere
iktisadi büyümenin dinamikleri içine yerleştirilebilecek birçok sosyal, kültürel,
psikolojik, coğrafi vb. etmenler daha eklenebilir.41 Bununla birlikte, belirtmiş
olduğumuz karakteristik olgular iktisadi büyümenin temel dinamiklerinin anlaşılması
için yeterlidir. Bahsi geçmiş olan iktisadi büyüme yaklaşımlarının, devletlerin büyüme
stratejilerine nasıl etki ettikleri ise çalışmamızın takip eden bölümünde ele alınacaktır.
2.2. İKTİSADİ BÜYÜME STRATEJİLERİ
İktisadi büyüme uğraşısı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, ilgilerin
kalkınmışlığa doğru yönelmesiyle birlikte, iktisat literatüründeki en önemli uğraşı
alanlarından biri haline gelmiştir. İktisadi büyümenin öneminin artması ile birlikte,
iktisadi büyüme ile ilgili çalışmalar ve öneriler de bu yönde gelişmiştir. Gelişen bu
çalışmalar ve önermeler doğrultusunda devletler çeşitli iktisadi büyüme stratejileri
geliştirmeye başlamış ve uygulamaya geçirmişlerdir.
Ticaret ve büyüme literatürü incelendiğinde ise, dış ticarete açıklığın iktisadi
büyüme performansını nasıl etkilediği konusunun en önemli ve eski konu başlıklarından
biri olduğu görülmektedir. Dış ticaretin, ülkelerin kalkınmalarındaki rolünün ne
olduğuna dair olan soruya, Klasik ve Neoklasik iktisadi yaklaşımın vermiş olduğu
cevap; dış ticaretin ülkelerin kalkınmasına etkileyici bir şekilde yardımcı olduğu
yönündedir. Ticaret üretkenliği ve etkinliği arttırmanın yanında, aynı zamanda
büyümenin de “motoru” görevini görmektedir. Diğer yandan, kimi iktisadi çevreler
tarafından ise, özellikle de gelişmekte olan ülkelerin, yurtiçi piyasalarını dikkate alarak,
kendi kalkınmalarını sağlayabilmeleri için, dış ticarete kapalı ve ithal ikamesine dayalı,
41 Bu tür çalışmalar için bkz. Hall & Jones (1996, 1999), Barro & McCleary (2003). 50
içe dönük büyüme stratejilerini yaratmalarının gerekliliği de şiddetli bir şekilde
savunulmaktadır (Bahmani & Niroomand, 1999:557).
Çalışmamızın bu bölümünde, 20. yüzyılın özellikle de ikinci yarısından
itibaren başlayan iktisadi büyüme yarışı ve bu yarışın gelişim süreci içinde, en önemli
konulardan birisi haline gelen ticaret ve büyüme ilişkisi ile ilgili incelemeler ele
alınmaya çalışılacaktır.
2.2.1. İTHAL İKAMESİNE DAYALI BÜYÜME STRATEJİLERİ
(İİDBS): BRETTON WOODS SİSTEMİ ve KORUMACILIK
2.2.1.1. BRETTON WOODS SİSTEMİ ve ORGANLARI
20. yüzyılda Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının, dünya haritasında ciddi
değişimlere neden olduğu görülmektedir. Kimi sömürge ülkeler özgürlüklerini
kazanmışlar, kimi imparatorluklar dağılmış, kimi yeni devletler doğmuş ve bunların
neticesinde yeni bir coğrafi ve siyasi dünya düzeni ortaya çıkmıştır. Bu ülkelerin
ekonomilerinin gelişmesinin ve bu ülkeler ile birlikte, savaşlardan büyük kayıplar
vererek çıkmış olan gelişmiş ülkelerin de, savaşın yıkıcı etkilerinin izlerinden
kurtulmasının dünya ekonomisinin gidişatı için önemli olgular oldukları özellikle de 20.
yüzyılın ortalarından itibaren hemen her platformda dile getirilmeye başlanmıştır.
Günümüz dünyasının genel ekonomik çerçevesinin de bu dönemde yapılan girişimlerin
bir neticesi olduğu söylenebilir (Bsb, 2008:31-34).
Temmuz 1944'te ABD'nin New Hampshire eyaletinin küçük bir beldesi olan
Bretton Woods'da yapılmış olan Birleşmiş Milletler Para ve Finans Konferansı, İkinci
Dünya Savaşı sonrası küresel ekonomik sistemin oluşturulması için atılmış en büyük
adım olarak kabul edilmektedir. Konferans sonucunda imzalanan "Uluslararası Para
Anlaşması" ile uluslararası ödemelerde kullanılacak yeni bir sistem geliştirilmiştir.
Doğu bloğu ülkeleri dışındaki 44 ülkeden 730 delegenin katıldığı bu toplantı, pek çok
açıdan günümüz küresel ekonomik ve siyasi düzeninin oluşmasına neden olan etmenleri
içinde barındırmaktadır.
Bretton Woods'taki konferans ile oluşturulan sistemin temelleri iki önemli
iktisatçı; John Maynard KEYNES ve Harry Dexter WHITE tarafından
51
oluşturulmuştur.42 Konferans ile gerçekleştirilmeye çalışılan ise toplantının açılış
konuşmasını gerçekleştiren J.M. Keynes tarafından şu şekilde aktarılmıştır;
“ Bizler, bu konferansın delegeleri olarak, burada başarılması çok güç bazı
şeyleri başarmayı denemek için toplanmış bulunmaktayız. Biz burada, her birimizin
kendi tatminini sağlaması ve kendimize özgü olarak en kabul edilebilir olan çözümü
bulmak için toplanmadık. Bu çok kolay olurdu. Bizim görevimiz herkesçe
uygulanabilecek ve hiç kimseyi rahatsız etmeyecek, genel bir ölçü, genel bir standart,
genel bir kural bulmak olacaktır (Keynes, J.M., 1944:103).”
Bu açıklama; bütün ülkelerin benimseyebileceği bir genel ekonomik sistemin
yaratılmasının ne denli zor olduğunun bir ifadesidir.
Keynes ve White'ın düşünceleri çeşitli nedenlerden ötürü birbirlerinden çok
farklı fikirlermiş gibi tarif edilmektedirler, ancak, aslında olağanüstü benzerliklere de
sahiptirler. White planına göre; bir İmar (Reconstruction) bankası (bugünün Dünya
Bankası) ve bir Uluslararası İstikrar Fonu'nun (günümüz IMF'si) kurulması
gerekmektedir. Keynes'in planı da benzer işlevlere sahip kurumların kuruluşunu önerir.
İki plan arasındaki en önemli fark ise; Keynes'in IMF'ye para yaratma yetisini de
vermek istemesidir, böylece kurumun işlevi daha geniş bir yelpazeye yayılabilecektir.
Ödemeler dengesindeki dengesizlikler ele alındığında, Keynes, ödemeler dengesinde
fazla veren ülkelerin de, açık veren ülkeler kadar sorumluluk yüklenmelerini ve politika
değişikliğine gitmelerini amaçlamaktadır. Keynes'e göre, küresel bir ekonomik
çözümün sağlanması adına, ödemeler dengesi fazlalıkları veren ülkeler de ödemeler
dengesi açıkları veren ülkelerden olan ithalatlarını arttırmalı ve bir dış ticaret dengesi
yaratmalıdırlar (Dammasch, 2000:5-6). Planda dış fazla vermeyi caydırmak amacıyla
bir tür negatif faiz yürütülmesi, fazla veren ülkeden revalüasyon yapmasının, ithalat
kotalarını kaldırmasının, genişletici maliye ve para politikalarını uygulanmasının
istenmesi gibi önlemlere yer verilmiştir. Keynes planının önemli bir yönünü oluşturan
bu özellik, dış dengesizlikleri giderme yükümlülüğünün dış fazla veren ülkelere de
yüklenmesi arzusunu yansıtmaktadır. Keynes, aynı zamanda, IMF'nin merkezinin,
siyasi çevrelerin etki alanı dışında kalabilmesi ve birliğin idaresinin teknik personele
42 Braithwaite & Drahos (2000:97), Öztürk (2002:98). 52
bırakılmasını kolaylaştırmak için New York'ta olmasını önermiştir (Öztürk, 2002:99).
Diğer yandan White ise, dengesizlik sorununun sadece açık veren ülkelerin sorunu
olarak görülmesi gerektiğini belirtmiştir. Günümüz iktisatçıları, White'ın öngörülerinin
yanlış olduğu, Keynes'in ise daha ileri görüşlü bir tutum sergilediği konularında
hemfikirdirler (Dammasch, 2000:5).
Bretton Woods konferansında Keynes'in planından ziyade White'ın planı daha
fazla kabul görmüştür. Schwartz P. (2000:28), Keynes planının İkinci Dünya Savaşı
sonucunda yıkılmış ve zayıf düşmüş Avrupa'nın çıkarlarını koruduğunu ve uluslararası
ilişkiler açısından daha demokratik bir nitelik taşıdığını belirtmektedir. Buna rağmen,
Bretton Woods Konferansında kabul görmemesini ise ABD'nin politik gücünün
Keynes'in akademik gücü karşısında baskın gelmesine bağlamaktadır. Bu yorumda,
White'ın dönemin önemli bir iktisatçısı olmasının yanında, ABD Hazine Başkanı olması
detayının da etkisi vardır.
Bretton Woods Konferansı sonucunda alınan kararları ve neticelerini şu şekilde
özetlemek mümkündür;43
-1929 krizinin derslerinden hareketle,44 finansal piyasalar ulusal devletlerin
hizmetine verilmiş ve bu şekilde denetim altına alınmıştır,
-Bu sistemi korumak ve düzenlemek için Uluslararası Para Fonu (International
Monetary Fund-IMF) ve Dünya Bankası’nın (World Bank) kurulması kararlaştırılmıştır.
Bu yolla, önce savaş yıkımına uğrayan Avrupa’nın, daha sonra da bağımsızlıklarını yeni
kazanmaya başlayan eski sömürgelerin dünya ekonomisine katılmasına yardım edecek
kaynak gereksiniminin bu iki kuruluşun katkılarıyla ve gözetiminde sağlanması
öngörülmüştür. Ayrıca, konferans sonucunda, Dünya Ticaret Örgütü (World Trade
Organization) nün de kurulması kararlaştırılmıştır,45
43 Dammasch (2000:5-6), Braithwaite & Drahos (2000:97-101), Öztürk (2002:102-103), Schwartz (2000:29), Bsb (2008:32).44 Literatürde piyasa sisteminin başarısızlıkları olarak gösterilen olaylar; aksak rekabetin oluşumu, kamu malları üretimi konusu, dışsallıklar, eksik piyasalar ve bilgi sağlamada yetersizlik, işsizlik sorunu, enflasyon ve ekonomik istikrarsızlık şeklinde sıralanabilmektedir (Stiglitz, 1998:5).45 Ancak; Braithwaite & Drahos (2000:99), Dünya Ticaret Örgütü'nün ABD 'nin kaygıları nedeniyle ölü doğmuş olduğunu belirtmektedirler. Bu örgüt yerine, işlevsel açıdan zayıf bir anlaşma olarak belirtilen bir “Genel Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Anlaşması” (General Agreement on Tariffs and Trade) imzalanmıştır.
53
-Dolar, altına bağlanarak uluslararası rezerv para olarak kabul edilmiştir.
Anlaşmaya katılan ve parasını altına dönüştürülebilir yapmayı kabul eden her ülkenin
parasının değeri dolara göre saptanmıştır. Anlaşma ile 1 ons altın = 35 dolar ya da 1
dolar 0,88867 gr. altın olarak belirlenmiş ve ABD dış talep olduğunda doları bu parite
üzerinden altına çevirmeyi kabul etmiştir. Diğer IMF üyelerinin ulusal paralarının
değeri de ABD doları karşısında belirlenmiş ve fona kaydedilmiştir. Bu paraların dolar
karşısındaki değerlerinin yukarı ve aşağı yönlerde %1 oranını aşmayan bir sınır içinde
dalgalanmalarına izin verilmiştir. Serbest döviz piyasasında bu sınırların aşılması
durumunda ilgili ülkenin Merkez Bankası döviz alım satım işlemleri yürüterek
paritelerin istikrarını sağlamakla yükümlü tutulmuştur, %10 oranını aşan devalüasyonlar
için IMF'nin görüşü ve onayı gerekli kılınmıştır (Öztürk, 2002:100).
Özü itibariyle açıklanmaya çalışılan Bretton Woods sisteminin temel amacı,
kısa dönemli dalgalanmalar karşısında sabit kurların korunabilmesini sağlayacak bir
kurallar dizisinin yaratılmasıdır. Bretton Woods çerçevesinde döviz kurlarındaki
değişme sadece uzun dönemde ve ödemeler dengesi bilançolarının sürekli açık veya
fazla vermeleri durumunda gündeme gelmiştir. Ayrıca, ülkeler tarafından bu tür bir
döviz kuru değişmesinde bir dizi rekabetçi devalüasyonlar zincirinin oluşmamasını
sağlayacak bir mekanizmanın gerçekleştirilmesi de amaçlanmıştır (Parasız, 2000:562).
Bretton Woods konferansı sonucunda alınmış bir dizi kararla ve piyasaların
çoğu zaman kötü işlediğine dair yargıların bir sonucu olarak kurulan IMF ve Dünya
Bankası'nın yapmış olduğu işbölümüne göre; IMF, ekonominin talep yönüyle
ilgilenecek ve istikrar problemleri temel uğraşı alanı olacaktır, Dünya Bankası ise; savaş
sonrası dönemin gelişmekte olan ülkelerine ve yıkılmış Avrupa'sına dikkatini
yoğunlaştıracaktır (Soyak ve Bahçekapılı, 1998:50).
İki önemli Bretton Woods kuruluşundan biri olan IMF, kendi amacını temelde;
kapsamlı ekonomi politikaları ile krizleri önlemek olarak tanımlamaktadır. Ayrıca, IMF
kendini ülkelerin ödemeler dengesindeki kısa/geçici dönemli finansman zorluklarında
başvurdukları bir kuruluş olarak görmektedir (Doğruel ve Doğruel, 2006:33). IMF'nin
54
ana sözleşmesindeki birinci madde, kuruluşun amaçlarını içermektedir ve son elli yıldır
neredeyse hiç değiştirilmemiştir. Birinci maddede belirtilen amaçlar şu şekildedir;46
-Uluslararası ticaretin arttırılması ve uyumlu bir şekilde gelişmesi. Bu şekilde,
üye ülkelerdeki istihdamın, üretkenliğin ve gelirlerin arttırılması,
-Döviz kurlarında istikrarlı bir seyrin sağlanması,
-Uluslararası seviyedeki parasal işbirliğin arttırılması,
-Belirli garantiler karşılığında, üye ülkelerin, fon kaynaklarından
yararlanmalarını sağlamak ve üye ülkelerin, çeşitli güvenceler aracılığıyla, ulusal ve
uluslararası platformdaki refahları tehlikeye sokulmaksızın, cari ödemelerindeki
dengesizliklerinin bertaraf edilmesi,
-Üye ülkeler arasındaki cari ödemelerde, çok taraflı bir ödemeler sisteminin
yaratılması ve kambiyo kısıtlamalarının ortadan kaldırılması,
-Üye ülkelerin cari ödemelerinde ortaya çıkan dengesizliklerin sürelerini
kısaltmak ve yoğunluğunu azaltmak.
Bretton Woods sisteminin diğer önemli kuruluşu olan Dünya Bankası'na ise
IMF'den daha farklı bir görev verilmiştir. Dünya Bankası' nın ana kuruluş amacı;
Avrupa'nın ekonomik ve sınai olarak yeniden yapılanmasının sağlanması ve gelişmekte
olan ülkelerin sanayileşme sürecine yardımcı olmaktır (Braithwaite & Drahos,
2000:98). Dünya Bankası ana amacını genellikle, ihtiyaç duyan ülkelere uzun vadeli
kredi sağlayarak gerçekleştirmektedir. Bu doğrultuda, Dünya Bankası, gelişmiş
ülkelerin mali olanaklarını gelişme yolundaki ülkelere kanalize etmek ve dünya
genelindeki yaşam kalitesini arttırmak için çaba gösteren bir kuruluş olarak
gösterilmektedir.
2.2.1.2. İTHAL İKAMESİNE DAYALI BÜYÜME
1944 yılında Bretton Woods Konferansı ile yaratılmaya çalışılan küresel
ekonomik sistemin etkileri, ülkelerin iktisadi büyüme stratejilerine de yansımıştır. Bu
doğrultuda, Bretton Woods sisteminin etkin olduğu İkinci Dünya Savaşı sonrası
dönemde ülkelerin iktisadi büyüme stratejilerinin genel olarak korumacı bir eksene
oturtulduğu gözükmektedir. Aynı dönemin hâkim büyüme anlayışı; “İçe Dönük
46 Öztürk (2002:102-103), Fischer (1998). 55
Büyüme Anlayışı” ve bu anlayışa yönelik büyüme stratejileri de; “İthal İkamesine
Dayalı Büyüme Stratejileri (İİDBS)” olarak adlandırılmaktadır.
İİDBS temelde, yurtiçi yatırımdaki ve teknolojik imkânlardaki artışın, yurtiçi
üreticilerin ithalat mallarına karşı (geçici olarak) korunması ile gerçekleşebileceği
düşüncesinden çıkmıştır ( Rodrik, 2001:14)
Krueger (1997:3-4), İİDBS'nin dış ticaret ile ilgili, ön kabul olarak belirlediği
noktaları şu şekilde açıklamaktadır;
-Kalkınmakta olan ekonomilerin üretim yapıları ağırlıklı olarak işlenmemiş
mamul (ham madde ve temel tüketim malları) üretimine dayalıdır. Bu nedenle, yurt dışı
pazarlarda yüksek miktarda tüketilen işlenmiş mamullerin (manifaktür) üretimine
geçilmedikçe dış ticarete açılmak da gereksiz görülmektedir.
-Eğer kalkınmakta olan ülkeler serbest ticarete uyumlanırlarsa, bu ülkelerin
işlenmemiş mallarda olan karşılaştırmalı üstünlükleri sonsuza kadar sürecektir. Bu
nedenle bu ülkelerin sanayileşmeleri ve bunun bir sonucu olarak da kalkınmaları hiçbir
zaman gerçekleşmeyecektir.
-İşlenmemiş mamullere olan talep ile ilgili küresel gelir ve fiyat elastikiyetleri
düşük olduğundan, ihracat gelirleri çok yavaş bir şekilde artacaktır.
-Sermaye birikimi, büyüme için kritik öneme sahiptir ve kalkınmanın ilk
aşamalarında sermaye birikimi, ancak sermaye mallarının ithalatı ile
gerçekleşebilmektedir. Bu durumda, üretim süreçleri içinde kullanılan sermaye malları
ve diğer malların ithalatına olan talep artacaktır ve bu nedenle döviz girdileri hızlı bir
biçimde düşecektir. Neticede; devamlı bir büyümenin sağlanabilmesi ancak, ithal ikame
malların üretiminin hızlı bir şekilde sağlanabilmesi ile gerçekleşebilir.
-Kalkınmakta olan ekonomilerde üreticiler (genel anlamda köylüler) daha
geleneksel üretim yapılarına sahiptirler ve fiyat değişimlerine karşı yeterince hassas
değildirler. Bu nedenlerden ötürü uluslararası ticarete açılmadan önce ithalat mallarının
üretilebileceği ve fiyatların uluslararası pazarlardaki gelişmeler doğrultusunda
belirlenebileceği bir yurtiçi sanayileşmenin ve bunun ön koşulu olarak altyapının
gelişmesi gerekmektedir.
56
İİDBS, aslen 20. yüzyılda ortaya çıkmış bir strateji değildir. Çoğu iktisatçı,
İİDBS'nin çıkış noktasını Alman ekonomist George Friedrich List (1789-1846)'in
iktisadi önerilerine dayandırmaktadır. Özellikle de List'in; “Bebek Sanayileri Koruma
Politikası” İİDBS'nin temelini oluşturmuştur.47 List'in Alman bir ekonomist olması ve
İngiltere'de yerleşmiş olan sömürgeci ve kapitalist sistemin, List'in döneminde daha
yeni Almanya'da yerleşmekte olması, List'i İngiltere'deki meslektaşı A. Smith'in serbest
ticaret ve liberallikle ilgili olan yaklaşımının tam tersi bir yaklaşıma sürüklemiştir. List,
liberal ve evrensel bir ticaret politikasını reddetmekte ve Almanya'nın ihtiyacı
doğrultusunda olduğuna inandığı, ülke içindeki gelişmekte olan ve uluslararası rekabete
açılmaya hazır olmayan sanayileri kapsayan, “korumacı” iktisat politikalarını
önermekteydi (Kazgan, 2004:180).
List, kalkınmışlık açısından birbirine yakın olan ülkeler arasındaki serbest
ticaretin bu ülkelerin yararına olduğunu, fakat farklı kalkınma düzeylerine sahip ülkeler
arasındaki serbest ticaretin ise yararlı olmadığını savunmakta ve gelişmelerinin erken
safhalarında olan ülkelerin, gelişmiş ülkeler karşısında korumacı politikalar
uygulamaları gerektiğini belirtmektedir. List'e göre, bu korumacı politikaların başarılı
olarak uygulandığı ilk ülke İngiltere olarak gösterilmektedir (Chang, 2003:19-20).48
İçe dönük büyüme yaklaşımının bir ifadesi olarak, İİDBS ile de, ithal edilen
malların yurt içinde üretilen mallarla ikame edilmesi ve iç talebin bu şekilde
karşılanması amaçlanmaktadır. Bu durumun oluşturulabilmesi için “korumacılık”
gerekmektedir. Daha genel anlamda; devlet müdahalesi gerekli görülmektedir.
Devletler, korumacı faaliyetlerini, tarifeler ve ithalat kotaları aracılığı ile
gerçekleştirebilecekleri gibi, döviz kurları, üretim girdilerinin fiyatları ve faiz oranları
aracılığı ile de gerçekleştirebilmektedirler. Bu yolla, devlet müdahaleleri aracılığı ile
yurtiçi üretimin şevklendirilmesi hedeflenmektedir (Bruton, 1998:908). Neticede;
İİDBS ile devletin, ekonomik alanda aktif bir role soyunması amaçlanmaktadır. Devlet,
dış rekabete kapalı bir ekonomide, altyapı yatırımları, üretim faaliyetleri, kurlar ve
47 Kazgan (2004:180), Chang (2003:19-20), Krueger (1997:4-5).48 Bairoch & Kozul (1996:7-9) da, bebek sanayileri koruma politikalarının GGÜ'nin çoğunun gelişme evrelerinin erken aşamalarında kullanılmış olduğunu belirtmektedirler. GGÜ'nin gelişim süreçlerinin erken evrelerinde uygulamış oldukları iktisat politikalarının daha geniş bir şekilde ele alındığı incelememiz için bkz. sf. 103-124.
57
faizler gibi konularda müdahalelerde bulunarak, sermaye birikiminin arttırılmasına ve
iktisadi büyümenin hızlandırılmasına katkıda bulunmaktadır. Bu şekilde hareket
edilerek, sanayinin geliştirilmemesi ve iktisadi büyümenin sağlanması amaçlanmaktadır
(Saygılı, Cihan ve Yurtoğlu, 2005:45). İİDBS ile birlikte devlet, ekonomik faaliyetlerin
ortasına oturtulmakta ve sosyalleşerek “sosyal devlet” haline getirilmektedir.
İthal ikamesinin sağlanması süreci iki aşamalı bir süreç olarak ele alınmaktadır.
İthal ikamesinin ilk aşaması, dayanıksız tüketim mallarının ithal ikamesinin
sağlanmasıdır. Bu aşamada, dayanıksız tüketim mallarının üretimini yapan sanayiler
kurulmakta ve yurtiçi potansiyel talebin teşviki ile gelir artışı sağlanmaktadır. Yurtiçi
üretimin karlı olduğu noktada zaten sanayi gelişimi bir desteğe ihtiyaç duymadan
genişleyeceği için bu evrede ithal ikamesinin ikinci aşaması olan, ara malları ve yatırım
malları üretimini yapabilecek sanayinin geliştirilmesine yönelik ithal ikameci
politikalara geçilmektedir. İthal ikamesinin ikinci aşaması, sermaye mallarının ithal
ikamesinin sağlanmasına yöneliktir (Han ve Kaya, 2004:200).
İİDBS, bu genel karakteriyle, tam da Bretton Woods sonrası ekonomik anlayışı
ve Klasik İktisadi Büyüme teorilerinin genel özelliklerini yansıtmaktadır. İİDBS
doğrultusunda, kurlar devletler tarafından belirlenmekte ve sabit kur politikası
güdülmektedir. Bununla birlikte, faiz oranları da üretim artışına destek vermek
amacıyla, genellikle piyasa denge seviyesinin aşağısında tutulmaktadır ve devletler
tarafından belirlenmektedir.49
İİDBS İkinci Dünya Savaşı sonrasında, geniş ölçüde kabul görmüş ve
uygulanmıştır. Ancak, 1960'lı yıllardan itibaren, özellikle de gelişmekte olan ülkelerde
ve ABD'deki ihracat performanslarında ortaya çıkan olumsuz seyir ve ödemeler
dengesinde baş gösteren sorunlar, İİDBS ile ilgili güvenin sarsılmasına neden olmuştur.
İİDBS'nin, bir ekonominin büyümesi için ihtiyaç duyulan döviz kaynağını
sağlayamaması ve buna bağlı olarak İİDBS uygulayıcısı olan ülkelerin, ödemeler
dengelerinde meydana gelen olumsuzluklarla karşı karşıya kalmaları sonucunda, bu
ülkelerin ihracata dayanan bir büyüme politikasını benimsemeleri gerektiği görüşü
giderek güçlenmeye başlamıştır (İto, 2003:13).
49 Edwards (1993), Bruton (1998). 58
İİDBS'nin ekonomik büyüme sürecini olumsuz yönde etkilediğine dair
eleştiriler temel olarak iki ana noktada toplanmaktadır. Birinci eleştiri; İİDBS'nin ithal
girdilere ve iç pazara yönelik olmasına yöneliktir, iç pazarın gelişmesi ithal ikameci
süreçte zamanla yavaşlamaktadır, ayrıca, çoğu gelişmekte olan ülkede ithal ikameci
sürecin ikinci aşamasına geçilmesi için gerekli olan nitelikli işgücü, teknoloji ve
bilginin yeterli düzeyde olmaması, İİDBS'in bir noktadan sonra tıkanacağını
göstermektedir. İkinci eleştiri ise; sanayilerin geliştikçe daha fazla ara malları ve yatırım
malları ihtiyacı duyacağı noktasındadır, ara malları ve yatırım mallarına duyulan bu
ihtiyaç, ithal ikameci süreçte ihracat geleneksel yapısını koruduğu için ihracat
gelirleriyle karşılanamamaktadır, bu nedenlerden ötürü ithal ikamesine dayalı sermaye
birikimi ancak artan dış borçlanmayla mümkün olmaktadır. Ülkeler tarafından daha
fazla dış borçlanmaya gidilmekte ve bu durum da ülkeleri derin ödemeler bilançosu
açıklarıyla karşı karşıya bırakmaktadır (Han ve Kaya, 2004:201-202).
Güçlenen bu görüşlerin, politik çerçevede de destek bulması sonucu, 1970'li
yılların ortalarından itibaren, İİDBS'ler yerlerini “İhracata Dayalı Büyüme Stratejileri
(İDBS)”ne bırakmıştır.
2.2.2. İHRACATA DAYALI BÜYÜME STRATEJİLERİ (İDBS): DIŞ
TİCARET ve KÜRESELLEŞME
2.2.2.1. KLASİK DIŞ TİCARET YAKLAŞIMLARI
İhracatı arttırmaya yönelik büyüme stratejilerinin geniş olarak dile getirilmeye
başlandığı yıllar, Bretton Woods sisteminin kurulduğu zaman dilimiyle aynı döneme
denk gelmektedir (Bhagwati & Srinivasan, 1999:21).
İDBS'nin de çıkış noktasını oluşturan ana merak konusu; ülkelerde iktisadi
büyüme adına ihracatın desteklenmesinin mi, yoksa ihracat artışlarını da sağlayacak
olan iktisadi büyüme için uğraş verilmesinin mi doğru olduğuna yöneliktir? (Konya,
2004:2). 1960'lı yıllardan itibaren şiddetli bir şekilde tartışma konusu olan bu soru,
günümüzde de önemli bir tartışma konusu olarak güncelliğini korumaktadır. İhracatın
desteklenmesine yönelik fikirlerin ortaya atılması ise, bu konuda genel bir fikir
birliğinin oluştuğu söylenen günümüzden, çok daha önceki tarihlere dayanmaktadır. Bu
çerçevede, İDBS'nin kökleri A. Smith ve D. Ricardo'nun, klasik iktisat çerçevesindeki
59
görüşlerine kadar götürülmektedir. A. Smith'in az gelişmiş ülkelerin (dönemin koloni
ülkeleri) gelişebilmesi için ihracatlarının artması gerektiği önerisi ve D. Ricardo'nun
“Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi (KÜT)”, günümüz İDBS'nin ana çıkış noktasıdır
(Gübe, 1997:19). Ancak, KÜT ile ilgili genel bilgi verilmeden önce A. Smith'in
“Mutlak Üstünlükler Teorisi (MÜT)” ele alınmalıdır.
Varsayımları temelinde ele alındığında aslında MÜT ve KÜT arasında genel
benzerlikler olduğu görülmektedir. Her iki teori de, iki ülkeli, iki farklı malın ve iki
farklı üretim faktörünün olduğu bir modelde, tam istihdam, iç ve dış dengede eş
zamanlılık, ülkeler için sabit üretim faktörleri, ülke içinde hareketli, ülke dışında
hareketsiz üretim faktörleri, ülkelerde aynı üretim teknolojisi olduğu ve mallardaki
üretim maliyetlerinin sıfır olduğu varsayımları ışığı altında, arz odaklı-statik analizlere
başvurmaktadır (Oktay, 2002:41-43).
Smith, MÜT'nde A ve B gibi iki farklı ülke ele almaktadır, iki ülkede de C ve
D isimli iki farklı mal üretimi yapılmaktadır. A ülkesinde belirli bir zamanda üretilen C
malı miktarı, B ülkesinde aynı sürede üretilen C malı miktarından fazladır. D malı için
ise bu ilişkinin tam tersi bir ilişki geçerlidir. Bu durumda, A ülkesi C malının, B ülkesi
de D malının üretiminde uzmanlaşmaya gitmelidir. Her ülkenin kendi mutlak üstünlüğü
olduğu mallarda uzmanlaşmaya gitmesi ile birlikte, dünya genelinde de kaynaklar daha
etkin bir şekilde dağılacak ve kaynak israfının da böylece önüne geçilmiş olunacaktır.
Bu doğrultuda, Smith dünya genelinde ticari engellerin kaldırılması taraftarıdır (Oktay,
2002:41).
Ricardo ise konuya biraz daha farklı bir açıdan yaklaşmaktadır. Ricardo temel
prensip olarak Smith ile aynı görüşü paylaşmaktadır. Yani; her ülkenin sahip olduğu
faktör dağılımı farklıdır ve bu farklılıktan dolayı da, her ülke farklı malların üretiminde
farklı avantajlara ya da dezavantajlara sahiptir. Bu durum ürünlerin üretim
maliyetlerinin de ülkeden ülkeye değişiklik göstermesi anlamına gelmektedir (Dpt,
2000a:24). Bununla birlikte Ricardo'ya göre; iki farklı malın söz konusu olduğu bir
modelde, iki ülkeden bir tanesi her iki malın üretiminde de diğer ülkeye göre daha fazla
üretim yapma olanağına sahip olabilir. Bu durumda, her iki malda da üretim açısından
dezavantaja ve kıt kaynaklara sahip olan ülke, dezavantajının en az olduğu ürünün
60
üretiminde uzmanlaşmalıdır. Bu durum, karşılaştırmalı üstünlük olarak açıklanmaktadır.
Ricardo, Smith'e benzer bir şekilde, bütün dünyadaki ticari engellerin kalkması ile
birlikte, ülkelerin diğer ülkelere göre karşılaştırmalı olarak üstün oldukları alanlarda
uzmanlaşmaya gideceklerini ve bu yolla, evrensel çerçevede kıt kaynakların
dağılımındaki etkinliğin artması ile birlikte dünya genelinde bir refah artışı olacağını
öne sürmektedir.50
Klasik dış ticaret yaklaşımlarına önemli bir katkı da Mill'den gelmiştir. Mill,
Smith ve Ricardo tarafından geliştirilen arz yönlü dış ticaret yaklaşımlarında ihmal
edilen talep unsurunu analize dâhil etmiştir. Mill, yeni bir ihraç malının pazara
sokulması ya da ihraç mallarının üretiminde maliyetleri düşürücü yeni bir teknolojinin
gelişmesi ile birlikte ülkeler karşılıklı talep ile belirlenen ithal mallarını daha ucuza
alabilme yeteneğine kavuşurlar. Bu da dış ticaret kazancının artışı anlamına gelmektedir
(Bayraktutan, 2003:177).
2.2.2.2. YENİ DIŞ TİCARET YAKLAŞIMLARI
Klasik yaklaşımdan sonra, hâkim iktisadi yaklaşım olarak ortaya çıkan
Neoklasik yaklaşımda da, Ricardo'nun karşılaştırmalı üstünlükler yaklaşımının genel
hatlarıyla korunduğu gözlemlenmektedir. Neoklasik yaklaşımdaki tek fark ise,
Neoklasiklerin, ülkeler arasındaki verimlilik farklarının uluslararası ticaretin gelişmesi
için yeterli bir sebep olduğu görüşünü benimsemiş olmalarıdır. Daha sonra ortaya
çıkacak olan Heckscher-Ohlin teorisinde de verimlilik farkları, faktör donanımına
bağlanmıştır.51 Hecksher-Ohlin teorisine göre, her ülke yüksek oranlı olarak sahip
olduğu faktörün yoğun biçimde kullanıldığı malların üretiminde karşılaştırmalı üstünlük
elde etmektedir.
Leontief'in 1930'lu yılların ABD ekonomisi üzerinde yapmış olduğu çalışma,
Hecksher-Ohlin teorisine yönelik önemli eleştirilerin oluşmasına neden olmuştur.
Leontief'in yapmış olduğu incelemeye göre, ABD araştırmanın yapıldığı dönemde emek
yoğun mallar ihraç etmekte ve sermaye yoğun mallar ithal etmektedir. Oysaki aynı
dönemde ABD ekonomisi sermaye malları bakımından dünyadaki en zengin ülkedir ve
Hecksher-Ohlin teorisine göre ihraç etmesi gereken mallar sermaye yoğun mallar
50 Öğüt (2003:41), DPT (2000:24-25), Chacholiades (1978:21).51 Krugman & Obstfeld (1997:75-79), Ozawa (1992:41).
61
olmalıdırlar. Bu çalışmanın sonuçları akademik dilde “Leontief Paradoksu” olarak
adlandırılmış ve dönemin akademik dünyasında büyük bir etki yaratmıştır (Seyidoğlu
ve Karluk, 2000:30). Bu eleştiri doğrultusunda dış ticaret ile ilgili olarak yeni teoriler
ortaya atılmasına rağmen, Ricardo ve Hecksher-Ohlin teorilerinin özünü oluşturan
uluslararası ticaretin teşvik edilmesinin bütün dünyadaki ekonomik durumu
iyileştireceğine yönelik liberal anlayış genel itibariyle günümüze dek gücünü
korumuştur.52
Hecksher Ohlin teorisinin takipçisi olan yeni teoriler de ortaya atılmıştır, bu
teorilerden en önemlileri; Faktör Fiyatları Eşitliği Teoremi, Stolper-Samuelson Teoremi
ve Rybczynski Teoremleridir. “Faktör fiyatları eşitliği teoremine göre serbest ticaret
ülkeler arasında faktör fiyatlarını eşitler ve uluslararası serbest faktör hareketliliği ile
aynı sonucu doğurur. Stolper-Samuelson teoremi ile serbest ticaretin ülkenin bol olarak
sahip bulunduğu faktörün gelirini yükselteceği, kıt faktörün gelirini ise düşüreceği
ortaya konmaktadır. Rybczynski teoremine göre de tam çalışma koşulları altında, yalnız
bir faktörün arzı artınca bu faktörü yoğun olarak kullanan malın üretimi genişler, arzı
sabit kalan faktörü yoğun olarak kullanan malın üretimi mutlak olarak daralır
(Seyidoğlu ve Karluk, 2000:29-30).”
2.2.2.3. İHRACATA DAYALI BÜYÜME STRATEJİLERİ ve
KÜRESELLEŞME HAREKETLERİ
2.2.2.3.1. BRETTON WOODS SİSTEMİNİN ÇÖKÜŞÜ ve İHRACATIN
ÖNEMİ
Ricardo'nun yaklaşımından yola çıkarak oluşturulan ve ticaretin iktisadi
büyümedeki rolüne vurgu yaparak uluslararası ticaretin gelişmesini ve önündeki
engellerin kaldırılmasını savunan iktisadi büyüme yaklaşımı genel anlamda “Dışa
Dönük İktisadi Büyüme Yaklaşımı” olarak adlandırılmakta ve bu yaklaşıma ait iktisadi
büyüme stratejileri de “İhracata Dayalı Büyüme Stratejileri (İDBS)” ana başlığı altında
toplanmaktadır. İDBS'de uluslararası ticarete açılmanın ve ticaret performansındaki
52 Leontief paradoksundan sonra geliştirilen önemli dış ticaret teorileri; “Nitelikli İşgücü Teorisi” (bkz. Keesing, 1966), “Teknoloji Açığı Teorisi” (bkz. Posner, 1961), “Ürün Dönemleri Teorisi” (bkz. Vernon, 1966), “Tercihlerde Benzerlik Teorisi” (bkz. Linder, 1961), “Ölçek Ekonomileri ve Monopollü Rekabet Teorisi” (bkz. Krugman, 1979).
62
artışların iktisadi büyüme performansına birçok yönden olumlu katkılar yaptığı
belirtilmektedir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası başlayan, ihracat ile büyüme arasında güçlü ve
pozitif bir bağ olduğuna yönelik olumlu görüşler, 1970'lerden itibaren geniş ölçüde,
ihracat yanlısı bir fikir birliğinin oluşmasına neden olmuştur, bu fikir birliğinin
oluşumunda, aynı dönemde ortaya çıkan küresel düzeydeki ekonomik sorunlar başrolü
oynamışlardır.
1970'li yıllardan itibaren sabit kur düzeni terk edilmiştir, bunun ana nedeni,
İİDBS uygulayıcısı olan gelişmekte olan ülkeler ile birlikte ABD'nin de önemli
ödemeler dengesi açıkları vermeye başlamasıdır. Sabit kur politikasını daha fazla
yürütemeyeceğini gören ABD, sabit kur politikasından vazgeçmiştir. Bununla birlikte
aynı dönemde ortaya çıkan petrol fiyatlarındaki inanılmaz artış ve bunu takip eden
enflasyon dalgası da, İİDBS'nin, küresel ekonomi adına olumsuz neticeler ile
sonuçlandığına dair görüşleri iyice gün yüzüne çıkarmıştır. Özellikle de ABD ve
İngiltere'deki yeni iktidarlar bu dönemden itibaren, Keynesci, müdahaleci refah devleti
uygulamalarından kaçınmanın ve neoliberal yeni bir stratejinin geliştirilmesinin zorunlu
olduğu konusunda fikir birliğine varmışlardır.53 Özellikle ABD'nin yönlendirmesiyle
birlikte, Bretton Woods kuruluşları olarak bilinen uluslararası kuruluşlar da, ticaret ve
sermaye hareketliliğinin arttırılmasına yönelik uygulamalarda bulunmaya teşvik
edilmişlerdir. Bu dönemden itibaren, piyasa sistemine olan güven yeniden sağlanmış,
İİDBS'ler terk edilerek, serbestleşme ve küreselleşme yanlısı yeni ve güçlü bir dalga,
dünya ekonomisine yön vermeye başlamıştır (Pamuk, 2007a:18-19). Bu döneme ait
ekonomik çıkmazların ve sorunların yanında, aynı dönemde gerçekleştirilmiş olan
teorik çalışmaların da, İİDBS'nin başarısızlığı hakkında fikir birliğine varılmasında
büyük önemi vardır. Özellikle bu dönemde yapılmış olan ihracat ve büyüme arasındaki
53 ABD'de Ronald Reagen (1981-1989), İngiltere'de ise Margaret Thatcher (1979-1990), serbestleşme ve küreselleşme ile ilgili söylemlerin güçlenmesinde, politik çerçevede bu dönemin en önemli isimleridir. Bununla birlikte, bu denli liberal söylemlere sahip iki liderin, ülkelerinin muhafazakâr partilerinin liderleri olması da ilgi çekici bir ayrıntı olarak göze çarpmaktadır. Bu ilgi çekicilik, küreselleşme söylemlerinin içinde barındırdığı “değişim” motivasyonundan kaynaklanmaktadır, değişimin destekçisi bu yeni “muhafazakâr” akım, daha sonra “yeni sağ” olarak da adlandırılacaktır. (Thatcher; Muhafazakâr Parti, Reagen; Cumhuriyetçi Parti)
63
korelasyon ilişkilerinin incelendiği çalışmalar, İDBS'nin oluşumunda ve
desteklenmesinde büyük rol oynamışlardır54 (Khan, Malik & Hasan, 1995:1).
1970'ler ve 1980'lerde yapılmış olan sektörel ve ülke bazlı çalışmalar da,
sonuçları itibariyle geniş ölçüde içe dönük büyüme politikalarının maliyetlerinin ve
bebek sanayileri koruma politikalarının dinamik getirilerinin eleştirilmesine kaynak
oluşturmuştur. Günümüzdeki çoğu mikroekonomik tabanlı çalışmanın da, birçok yoldan
dışa açıklığın daha yüksek üretkenlik düzeylerinin yakalanmasına neden olduğu
yönünde olumlu kanıtlar sunduğu iddia edilmektedir (Berg & Krueger, 2003:27).
Yapılan teorik çalışmaların sonuçları olarak, ticari serbestleşme ve ihracat
artışının iktisadi büyüme performansına olan katkıları belirli ana başlıklarla ifade
edilebilmektedir.
Awokuse (2005:593), yapılan çalışmalar neticesinde, ihracatın üç yönden
büyümenin motoru olarak görülebileceğini belirtmektedir;
-Birinci neden; ihracat artışı toplam talebin bir bileşeni olarak, üretim artışı için
doğrudan bir katalizör görevi görmektedir. Yurtiçindeki ihraç mallarına olan yurtdışı
talepteki bir artış, genel çıktı miktarında bir artışa, bunun bir neticesi olarak da ihraç
malları sektöründe gelir ve istihdam artışına neden olmaktadır.
-İkinci neden; ihracat artışı; iktisadi büyümeyi, etkin kaynak dağılımının
sağlanması, daha yüksek kapasite kullanım oranlarına ulaşılması, ölçek ekonomilerinin
oluşturulmasına yöneltmesi ve dış piyasalardaki rekabetçi yapının firmaları teknolojik
gelişime teşvik etmesi nedeniyle dolaylı yollardan da olumlu etkilemektedir.
-Üçüncü neden ise; ihracatın, sermaye ve ara mal ithalatı için gerekli olan
döviz girdisini sağlaması ve bu yolla ülkedeki sermaye oluşumunu ve buna bağlı olarak
çıktı miktarını arttırmasıdır.
Panas & Vamvoukas (2002:731), ihracatın çıktı düzeyini pozitif etkilediği
kanalları şu şekilde ele almıştır;
-İhracat, teknik bilginin ülkeler arasındaki yayılımına katkıda bulunmaktadır,
-İhracat teşviki ile ülkelere döviz girdisi sağlanmakta, bu durum da ülkelerin
mal ve hizmet ithalatının artmasına yardımcı olmaktadır,
54 Bu dönemde yapılmış olan ampirik çalışmalar ve bu çalışmalara getirilen eleştiriler için bkz. sf. 89-102. 64
-İhracat, yurtiçi piyasaların dünya ekonomisine uyumlanması ile birlikte,
kalkınmakta olan ülkeler için pozitif ölçek ekonomilerinin oluşumuna neden
olmaktadır,
-İhracat, karşılaştırmalı üstünlükteki getirilerin genişlemesini ve rekabet
edebilirlik derecesinin artmasını sağlar,
-Yeni teorik çalışmalar şunu göstermektedir ki; ticaret sadece üretkenlik
artışına neden olmamakta, teknoloji üzerindeki etkileri doğrultusunda da büyüme
oranlarını etkilemektedir.
Ram (2003:5-6), ihracatın iktisadi büyümeye olan yukarıda belirtmiş
olduğumuz katkılarının yanında, uluslararası piyasalara açılmanın, yönetimsel anlamda
da gelişmeyi sağladığını belirtmekte ve ihracatı arttırmaya yönelik politikaların, iktisadi
büyümeye olan farklı bir katkısına daha vurgu yapmaktadır;
Genel olarak ticaret artışlarının iktisadi büyüme performansında yapmış olduğu
olumlu etkileri şu şekilde açıklayabilir ve özetleyebiliriz;
-Uluslararası piyasalara açılmak ve ihracat artışını sağlamak piyasalardaki
rekabeti arttırıcı bir etki yapmaktadır. Bu rekabet artışının ana nedeni üretkenlik artışı
olarak gösterilmektedir. Yurtiçi üreticilerin teknolojik gelişmelere daha kolay bir
şekilde uyumlanabilmesini sağlamak, yurtiçinde oluşabilecek aksak rekabetin
engellenmesi, uluslararası talepler doğrultusunda üretim tarzının belirlenmesi,
uluslararası ticaretin rekabet arttırıcı getirileri içinde yer almaktadır.
-Dış ticaret artışı; yeni teknolojilere ulaşmayı kolaylaştırdığı gibi, yurtiçinde
yeni teknolojilerin gelişmesine de neden olmaktadır, bu teknolojik ilerleme de iktisadi
büyüme performansını pozitif etkilemektedir.
-İhracat artışları ile yurtiçi talebi dar olan ekonomiler de uluslararası talep
seviyesinde üretim yapma fırsatı bulmaktadır. Aynı zamanda, yerli mallara yurt dışı
talebin artması ile birlikte yeni yatırım ihtiyacı ile birlikte yatırım oranlarında da artışlar
meydana gelir.
-İhracat gelirleri ile sağlanan döviz girdileri aracılığıyla, dış ödemeler
dengesindeki baskı da azaltılmış olmaktadır (Şimşek, 2003:43-44).
65
2.2.2.3.2. TİCARİ SERBESTLİK ve KÜRESELLEŞME HAREKETLERİ
2.2.2.3.2.1. KÜRESELLEŞME KAVRAMI
Uluslararası ticaretin önemine vurgu yapan, ticaret ve sermaye hareketliliği
önündeki engellerin kaldırılmasının gerekliliğini belirten İDBS'nin söylemleri ile Klasik
ve Neoklasik iktisadi yaklaşımın liberal düzen ile ilgili söylemleri arasındaki bu büyük
oranlı benzerlik, İDBS'nin geliştirildiği akademik ve politik yaklaşımın genel olarak
Neoliberal yaklaşım olarak adlandırılmasına neden olmuştur. Neoliberal yaklaşımın en
önemli ortak söylemleri, “ticari serbestleşme” ve “küreselleşme”55 söylemleri olarak
dikkat çekmektedir.
Ticari serbestleşmenin gerekliliği ve dışa açıklık olgusu, İDBS'nin
söylemlerinde, uluslararası ticaretin arttırılması yönünde olmazsa olmazlardan birisi
olarak yer almaktadır. Çalışmamızda şimdiye kadar belirtilmiş olunan, ihracat artışı ve
serbest ticaretin iktisadi büyümeye olan katkıları da, bu bağlamda ele alınmış ve
vurgulanmıştır. Küreselleşme kavramı ile ticari serbestleşme kavramları da çoğu zaman
aynı anlamda ele alınmakta ve yorumlanmaktadır. Ancak, küreselleşme olgusu, ticari
serbestleşmeden öte ve farklı bir çıkış noktasını da içinde barındırmaktadır. Bu çıkış
noktası, küreselleşme kavramının, ticari serbestleşme kavramına göre daha sürece
yönelik temaları içinde barındırıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle
küreselleşme kavramının daha net anlaşılması, İDBS'nin politik ve felsefi ayağının daha
rahat anlaşılabilmesi adına da büyük önem arz etmektedir.
Küreselleşme ile ilgili tanımlamalar, büyük oranda çeşitlilik göstermektedir.
Dünya Bankası'nın, Küreselleşme, Büyüme ve Yoksulluk (Globalization, Growth and
Poverty) ile ilgili raporunda küreselleşme genel olarak; taşımacılık giderlerinin düşmesi,
ticaret engellerinin azalması, iletişim teknolojisinin gelişmesi ve sermaye akımlarının
hızlanması sonucunda ekonomi ve toplumların giderek birbirlerine daha fazla
yakınlaşmaları olarak tanımlanmaktadır (The World Bank, 2002a:2). Bu tanımda,
küreselleşmenin ekonomik ayağına vurgu yapılırken, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları 55 “Küreselleşme” kavramına hemen hemen eşdeğer olarak “liberalleşme” kavramı da kullanılmaktadır. Aslında, liberalleşme, liberal olana benzemeyi ve liberal olma sürecini ifade etmektedir, bu doğrultuda, liberalleşme kavramının, anlam itibariyle, küreselleşme ve ticari serbestleşmeyi de içine aldığı düşünülebilir. Çalışmamızda ise, 1990'lı yıllardan günümüze kadarki süreçte, “küreselleşme” kavramının “liberalleşme” kavramına oranla daha popüler bir nitelik kazanmış olması ve aynı şeyi ifade etmek amacıyla, daha sık kullanılıyor olması nedeniyle “Küreselleşme” kavramı üzerinden gidilmektedir.
66
Komisyonu ise küreselleşmeyi, “sadece ekonomik olmayan sosyal, siyasal, çevresel,
kültürel ve hukuksal boyutları da olan bir süreç” olarak tanımlamaktadır (Öymen,
2000:27). İki uluslararası kuruluşun küreselleşme ile ilgili olarak getirdikleri bu iki
farklı yorum, aslında, küreselleşme kavramının, kullanım amacına göre nasıl da farklılık
gösterebildiğinin güzel bir örneğidir. Bu noktada küreselleşme kavramının anlam ve
kullanışına yönelik genel bir tek sesliliğin bulunmadığı söylenebilir.56
Geniş anlamıyla küreselleşme; “Temelde, ülkelerin ve dünya halklarının
bütünleşmesidir, ulaşım ve iletişim maliyetlerini inanılmaz ölçüde azaltacağı için
ortaya konmuştur; ayrıca mallar, hizmetler, sermaye, bilgi ve (daha fazla ölçüde)
insanların sınırları aşmasının önündeki yapay engellerin kaldırılması demektir (Stiglitz,
2002:31).”57 Bu bağlamda, küreselleşme söylemi ile hem sosyo-kültürel ögeleri içinde
barındıran bir tanımlama yapılabilmekte, hem de direk ekonomik performansla ilgili
göndermelerde bulunulmaktadır. Küreselleşme, kendi içinde değişimi de, değiştirmeyi
de barındırmaktadır, kavram aslen, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel bir süreci içine
almaktadır. Bu nedenlerden ötürü; tek bir kavram olarak ”küreselleşme”, devletin rolü
ve etkinliği ile ilgili önermeleri ve düzenlemeleri ile siyasi alana, demokrasi, insan
hakları, özgürlük, çevrenin korunması, uyuşturucu, terör, organize suçlarla mücadele
vb. konularla ilgilenmesi ile sosyo-kültürel alana, piyasa ekonomisine güvenin
sağlanması ve ticaret ile sermaye hareketliliğinin önündeki engellerin kaldırılmasının
gerekliliğine yaptığı vurgulamalarla ekonomik alana yönelik kullanılabilmektedir
(Özkıvrak ve Dileyici, 2001:168). Bu özellikleriyle küreselleşme kavramı, aslında
kapitalizmin kendisini ve ideolojik bir söylemi çerçevelendirmektedir.
2.2.2.3.2.2. WASHINGTON UZLAŞISI ve YENİDEN TANIMLANAN
“DEVLET”
Küreselleşme kavramı, politik ve akademik sözlüklere, neoliberal söylemin
“değişim” olarak ifade ettiği şeyin hızını ve hassaslığını belirtmek için girmiştir. Ancak,
aynı zamanda, bu kavramdan beklenen şey, 20. yüzyılın son dönemlerinden itibaren,
ekonomik kalkınma tarihinde apayrı ve bilinmeyen bir dönemin başlangıcını 56 İnaç, Güner ve Sarısoy (2007:9-11), Woolcock (2001:2).57 Küreselleşme yanlıları, her ne kadar söylemlerinde özgürlüklerden ve serbest dolaşımdan sık sık bahsetseler de, malların ve sermayenin serbest dolaşımı konusunda verdikleri yoğun desteği, insanların serbest dolaşımı konusunda vermemektedirler (Freeman, 2004:1).
67
vurgulayabilmesidir (Bairoch & Kozul, 1996:1-2).58 Bu değişimin ana nedenleri
OECD'nin özelleştirme ve rekabet ile ilgili raporunda belirtildiği şekilde aktarılabilir
(Oecd, 1992:10) ;
-Hükümetlerin müdahalelerinin amaçlar açısından yetersiz oluşu,
-Müdahale edilen sektörlerdeki performans düşüklüğü,
-Emek piyasasındaki gelişmeler,
-Bütçelerin oluşturulmasında karşılaşılan zorluklar ve yeni siyasal amaçlar,
-Değişen teknolojilerin ışığında piyasaların neden işlemediğinin yeniden
değerlendirilmesi.
Kalkınma sorunsalına yönelik olarak gerçekleşen bu değişimlerin ortasında,
yolunu bulmaya çalışan gelişmekte olan ülkelere uzanan el, John Williamson'un eli
olacaktır. J. Williamson, 1990 yılında yazmış olduğu bir makalesinde Latin Amerika
ülkelerine kalkınabilmeleri için on adet öneride bulunmuştur. Bu önerilerin, J.
Williamson'un çalışmasının ardından, Washington merkezli uluslararası kuruluşlar
(IMF ve Dünya Bankası) tarafından da sıkça dile getirilmiş olması, bu on maddelik
istikrarlı kalkınma reçetesinin “Washington Uzlaşısı”59 olarak anılmasına neden
olmuştur.60 Bu on maddelik reçete, her ne kadar sonraki yıllarda geniş ölçüde
değiştirilmiş ve genişletilmiş de olsa, günümüz iktisadi büyüme politikalarının
temelinde varlıklarını sürdürmektedir (Rodrik, 2005:5). J. Williamson, istikrarlı uzun
dönem kalkınmanın sağlanabilmesi için gerekli olanları şu şekilde sıralamaktadır;61
-Mali disiplin.
-Kamu harcamalarının yüksek getiri sağlayan ve gelir dağılımını düzeltici
doğrultuda yapılması (sağlık, eğitim, altyapı). 58 Aslen, kapitalist gelişim evresinde iki ana küreselleşme dalgasından bahsedilmektedir. Bu küreselleşme dalgalarından ilki; 18. yüzyıl sanayi devriminin ardından gelen ve 1870 ile 1914 yılları arasını kaplayan yaklaşık 45 yıllık süreçtir, ikinci sürecin ise çalışmamızda da değinildiği üzere; yaklaşık olarak 1970'li yıllardan itibaren etkili olmaya başladığı kabul görmektedir. Birinci küreselleşme dalgasının sonu, Birinci Dünya Savaşı'nı takip eden yıllarla birlikte, dünya ekonomisinin içine girdiği derin ekonomik çıkmazlar ve en nihayetinde 1930'lu yıllara damgasını vuran Büyük Buhran ve bunu izleyen gelişmeler ile gerçekleşmiştir (Yeldan, 2002:2-4, Taylor, 2002:39-40). Çalışmamızda, küreselleşme kavramına yönelik açıklamaların, özellikle de ikinci küreselleşme dalgası olarak adlandırılan 1970 sonrası dönem ile başlamış olmasının nedeni ise; küreselleşme kelimesinin, özellikle de ikinci dalga ile popüler bir söylem haline gelmesi ve sıkça kullanımına başvurulmasıdır.59 Washington Consensus60 Williamson, J. (2000:2), Yavuz (2007:26).61 Williamson, J. (1990)'dan aktaran Williamson, J. (2000:252-253).
68
-Vergi reformu (düşük oranlı geniş vergi tabanı).
-Faizlerin piyasada belirlenmesi.
-Rekabetçi kur politikası.
-Serbest ticaret rejimi.
-Doğrudan yabancı sermayenin serbestleşmesi.
-Özelleştirme.
-Deregülasyon (giriş-çıkıştaki engellerin kaldırılması).
-Mülkiyet haklarının güvence altına alınması.
Washington Uzlaşısı'nın bu on maddelik reçetesi aynı zamanda, gelişmekte
olan ülkeler için değişen ekonomik kalkınma söylemlerinin ve strateji önerilerinin de bir
temsilcisi olmuştur.62 Shafaeddin, (2005:2) özellikle de, 1990'ların başından itibaren,
uluslararası kuruluşların temel önermeleri haline gelmiş olan bu listenin en önemli
parçalarından bir tanesinin evrensel ve standart (uniform) ticari serbestleşmenin
sağlanması olduğunu belirtmektedir. “Evrensel” ibaresi, kalkınmışlıklarının evrelerine
ve endüstriyel kapasitelerine bakılmaksızın, gelişmekte olan ülkelerin hepsinin aynı
ticari serbestleşme politika rejimini benimsemeleri gerektiğini belirtmektedir.
“Standart” ibaresi ise, bütün sektörler ve endüstrilerde (tercihen sıfır olacak şekilde)
aynı tarife oranlarının uygulanması gerektiğine yöneliktir. Aynı zamanda, ticari
serbestlik dışında sermaye hareketlerinin önündeki engellerin kaldırılması,
özelleştirmeler ve bütçe kısıtlamaları gibi uygulamalar da evrenselleştirilmiştir.
Küreselleşme kavramının çıkış noktası da işte bu görüşün kaynağı ile aynı kaynaktır,
aynı zamanda küreselleşme kavramı, daha önce de belirttiğimiz üzere “değişim” ile
birlikte “evrenselleşme”yi de ifade etmektedir.
Washington uzlaşısı olarak anılan reformlar, büyümeye etki eden yapısal ve
kurumsal engellerin kaldırılmasını, üretken kapasitenin arttırılmasını ve genişleyen
bütçe açıkları ve ödemeler dengesi krizlerinin ekonomik kalkınmayı aksak bir yapıya
büründürmesini engellemeyi amaçlamaktadır (Unctad, 2003:V). Washington Uzlaşısı
ile birlikte büyüyen küreselleşme söyleminin temel çıkış amaçlarından bir tanesi;
62 Özellikle de Sovyetler Birliği'nin dağılması ile birlikte ortaya çıkan yeni Balkan ülkeleri, Rusya ve Latin Amerika ülkeleri için.
69
ekonomideki özel sektör ve devlet sektörünün (görevsel anlamda) yer değiştirmesidir
(Yavuz, 2007:26-27).
Devletin ekonomideki rolü iktisat tarihi boyunca önemli bir tartışma konusu
olmuştur. Devlete biçilen rol, tarihsel olaylar ve gelişmelerden büyük ölçüde
etkilenmiştir. Bununla birlikte, farklı toplumlar arasındaki farklı kültürel, dini ve sosyal
davranışlar, ülkelerdeki iktisadi gelişmişliğin seviyesi, ekonomilerin dışa açıklık
seviyeleri, teknolojik gelişmeler ve kamu yönetiminin kalitesi, devletin ekonomideki
rolünü belirleyen önemli diğer etmenlerdir (Tanzi, 1997:7). 1930'lu yıllarda yaşanmış
olan büyük depresyon ile birlikte ekonomideki devletin rolü artmışken, 1970'li yıllardan
itibaren, neoliberal akımın ve söylemin de etkisiyle birlikte devletin ekonomideki rolü
azaltılmaya başlanmıştır. Neoliberal akımla birlikte devlete biçilen görevler şu şekilde
çerçevelendirilebilir (Altay, 2003:5);
-Serbest piyasanın çalışmasının yasalarla güvence altına alınması;
-Tam rekabetin işlerliğini sağlayabilecek yasal ve kurumsal ortamın
oluşturulması;
-Ekonomik istikrarın sağlanması;
-İç ve dış güvenliğin sağlanması;
-Piyasanın etkinliğinin arttırılması için gerekli olan temel alt yapı hizmetlerinin
sağlanması;
-Ekonomik etkinlik için sosyal barışın sağlanması;
-Gelir ve servet dağılımında adaletin sağlanması.
Neoliberalizmin devlete biçmiş olduğu bu görevlerden özellikle de etkinlik ve
dağılım ile ilgili olan görevler, Washington Uzlaşısı'nın da derin etkileriyle beraber
giderek kısıtlandırılmaya başlanmıştır. Nihayetinde 1990'lı yılların ortalarına doğru
devlet, kapitalizmin ilk evrelerindeki rolüne yeniden büründürülmüş ve ekonominin
neredeyse tamamen dışında tutulmaya çalışılmıştır.
Washington uzlaşısı ile birlikte şiddetlenen küreselleşme rüzgârı, devletin
ekonomik rolü açısından mevcut yapının bozulması (deregülasyon), özelleştirme ve
yeni bir kurallar bütünü ve yapının oluşturulması (reregülasyon) süreçlerini
barındırmaktadır. Bu sürecin ana amacı; toplumsal refahın sağlanabilmesi için, daha
70
etkin bir şekilde çalışan piyasa sisteminin işlevselliğinin arttırılması ve bu yolla
rekabetin egemen kılınmasıdır (Ege, 2000:69). Özelleştirme, küreselleşme ana hedefi
doğrultusunda, devletin ekonomideki rolünün belirlenmesinde oynadığı kilit rolle
ideolojik ve toplumsal bir seçimi de ifade etmektedir. Çünkü özelleştirme ile birlikte,
bireylerin, toplumların, ulusların ve devletlerin birbirleri arasındaki ve kendi içlerindeki
ilişkileri de yeniden şekillendirilmeye çalışılmaktadır (Üşür, 2005:7).
Latin Amerika'da (Özelleştirme, liberalleşme ve açıklık uygulamalarının en
geniş şekilde uygulandığı bölge) ve Sovyetler Birliği'nin dağılması ile bağımsızlıklarını
kazanan Doğu Bloğu ülkelerinde uygulanan küreselleşmeye yönelik bahsi geçen
reformların istikrarlı büyüme adına başarısız sonuçlar ortaya koyması ve Asya'daki
finansal krizler, piyasaların yalnız başlarına hızlı ve istikrarlı bir iktisadi büyümeyi
garanti edemediğinin bir göstergesi olarak kabul edilmiştir. Bu doğrultuda; yeniden
yapılandırılmış bir devlet ile özel sektör ve yurt dışı yatırımcılar arasında güçlü bir
bağın bulunduğu kabul edilmeye başlanmıştır, bu gelişmeler sonucunda, Washington
Uzlaşısının kurumsal düzenlemeler ile de desteklenmesi gerektiği görüşü kabul
edilmiştir.63 Bu yeni önerilerin ana hedefleri; özelleştirme ve liberalleşme
hareketlerinden bir kopmayı temsil etmeksizin, piyasa ekonomilerinin kurumsal alanda
ihtiyaç duymakta olduğu desteğin yaratılmasının gerekliliğini vurgulayabilmektir. Yeni
reformlar; finansal düzenleme ve sağduyulu denetim, yönetişim64, rüşvet karşıtı
düzenlemeler, yasal ve yönetimsel reformlar, işgücü piyasasının esnekliği ve sosyal
güvenlik ağları gibi konuları kapsamaktadırlar (Rodrik, 2001:11). Rodrik (2005:5), bu
yenilenmiş listeye “Genişletilmiş Washington Uzlaşısı”65 adını vermektedir. Eski listeye
eklenmiş olan yeni maddeler şu şekildedir (Rodrik, 2005:42);
-Kolektif yönetişim.
63 Morley (2001:19-20), Rodrik (2001:11-12).64 Yönetişim kavramının ana kullanılış amacı; yönetim kavramının içinde barındırdığı “hükümet etmek” ifadesini kırabilmektir. Yönetim kavramı hiyerarşik nitelikteki bürokratik yapıyı ön plana çıkarırken, yönetişim kavramı ile yönetim sürecinde rol oynayan aktörler, örgütler, kişiler, gruplar ve oluşumlar arasındaki ilişki ve bu etmenlerin yönetim organizasyonuna katılımı vurgulanmaya çalışılmaktadır. “İyi Yönetişim”, devlet tarafından piyasanın desteklenmesi amacıyla kurulan kurumların, kişilerin piyasa içindeki hareketlerini kolaylaştırıcı ve piyasanın işlerliğini arttırıcı etkilerini ifade etmek için kullanılmaktadır. Mülkiyet hakları, piyasa işlemlerinin sahası ve rekabet koşulları bu kurumlar aracılığı ile sağlanmakta ve desteklenmektedir. Ekonomik istikrarı sağlayıcı ve yolsuzluğu önleyici politikalar da iyi yönetişim ibaresinin içinde yer almaktadır (Özer, 2006:62, The World Bank, 2002b:99).65 Augmented Washington Consensus
71
-Rüşvet karşıtı politikalar.
-Esnek işgücü piyasaları.
-DTÖ disiplinlerine bağlılık.
-Uluslararası finansal standartlara bağlılık.
-Sermaye piyasalarında “İhtiyatlı (Prudent)” açıklık.
-Aracı olmayan döviz kur rejimi (Non-intermediate exchange rate regimes).66
-Bağımsız Merkez Bankası/enflasyon hedeflemesi.
-Sosyal güvenlik ağları.
-Yoksulluğun azaltılması hedefi.
Genişletilmiş Washington Uzlaşısındaki önerilerden de anlaşılacağı üzere;
1990'ların sonlarına doğru dünya genelinde birçok ülkenin karşı karşıya kalmış olduğu
ekonomik zorlukların esas nedeni olarak devletin ekonomik faaliyet alanından tamamen
çıkarılmış olması gösterilmiştir ve yeni öneriler ile devletin piyasaları düzeltici ve
düzenleyici etkinliğinin yeniden ortaya çıkmasının gerekliliği kabul edilmiş, ortaya
konmuştur. Morley (2001:19), devletin iktisadi rolü ile ilgili bu geri dönüşü şu şekilde
ifade etmektedir;
“Washington Uzlaşısı reformları, devleti, piyasaya etki eden bütün alanlardan
çıkarmayı düşünmemeliydi. Devletin, piyasaların yalnız başlarına kötü bir performans
gösterdiği, ya da piyasalar tarafından hiç oluşturulmayan bazı aktivitelerde bulunması
bir gerekliliktir.”
Bütün bu gelişmelerin sonucu olarak, 21. yüzyıla 1990'lı yıllardaki devlet
anlayışından daha farklı bir devlet anlayışıyla girilmiştir. Ancak, devlete biçilen
görevler yine de Bretton Woods sistemindeki müdahaleci devlet anlayışından uzak bir
görüntü sergilemektedir ve devlet, iktisadi alanda müdahaleci bir karakterden ziyade,
düzenleyici ve denetleyici bir karaktere büründürülmüştür (Ener ve Demircan,
2006:61).
Ener ve Demircan (2006:61), devletin 21. yüzyıldaki rollerini dört ana grupta
toplayarak şu şekilde ifade etmektedirler;
-Ekonomik rolü; sınırlı ve düzenleyici devlet,
66 Kullanış biçimi; Doğruel ve Doğruel (2006:26)'dan alınmıştır. 72
-Sosyal rolü; gelir dağılımında adaletin sağlanması, çevrenin korunması ve
yoksullukla mücadele,
-Siyasal rolü; küresel barışın korunması ve tehditlerle mücadele, siyasi-mali
egemenliğin korunması.
-Hukuki rolü; piyasa mekanizmasının işleyişi için gerekli olan hukuksal
altyapının oluşturulması, ekonomik, sosyal ve siyasal rollerin düzenlenmesi için gerekli
olan hukuki altyapının oluşturulması.
Çağımızda devlete biçilen roller ele alındığında, günümüz devletinin ekonomik
etkinlik alanı açısından Bretton Woods sistemi dönemindeki sosyal refah devleti ile
Washington Uzlaşısı sonrası ve kapitalizmin ilk yıllarındaki jandarma devlet anlayışının
arasında bir ara karaktere büründürülmüş olduğu söylenebilir.
Son tahlilde; Washington Uzlaşısı ile birlikte kullanımına daha sık bir şekilde
rastladığımız, devletin ekonomik alandaki rolünü yeniden biçimlendiren ve derinleşen
anlamıyla küreselleşme olgusu; iktisadi araçlar, uluslar ve toplumlar, çeşitli gruplar ve
politik-iktisadi karakterler arasındaki ilişkilerin derinleşmesi, genişlemesi ve hızlanması
ile ilgili gelişmeleri, eğilim ve ifadeleri kapsayacak bir şekilde anlamlandırılmıştır.
Küreselleşme olgusu, dış ticaretin önemine yapılan vurgu ve sermayenin küreselleşmesi
ile ekonomik, uluslararası kuruluşların devletlerin ekonomi politikalarına ve hatta iç
politikalarına yönelik yaptırıcı güçleri açısından siyasi ve yerel yönetim ve sivil toplum
örgütlerinin ön plana çıktığı yönetişim olgusu ile birlikte sosyo kültürel oluşumu da
içine alan değişim ve dönüşüm süreçlerini kapsamaktadır. Bu süreçleri ifade etmesi
açısından küreselleşme, toplumsal değişimi ve günümüz dünyasının ilişkiler bazında
genişleyen, derinleşen ve hızlanan bir değişim içinde olduğunu ifade etmektedir (Dpt,
2000a:1).
Küreselleşme hareketlerinin piyasa ekonomisinin işlevselliğini arttırıcı ve
rekabeti ön plana çıkarıcı genel önermelerinin önemli bir neticesi de, uluslararası, büyük
ölçekli şirketlerin ekonomik gelişim sahnesinde başrollerinden bazılarını kapmış
olmalarıdır. Küreselleşme ile birlikte şirketler ürünlerde uzmanlaşmaya gitmekten çok,
üretim konusunda uzmanlaşmaya gitmektedir. Bunun bir sonucu olarak, belirli işleri
73
yapma konusunda uzmanlaşmakta ve küresel tedarik zinciri içinde katma değerlerini
arttırmaktadırlar (Akman, 2008:28).
Üretimin küreselleşmesi ile birlikte, uluslararası şirketler maliyetlerini
minimize edebilmek için üretim faaliyeti, ham madde ve ara malı tedariki, emek
maliyeti ve dışsal maliyetler gibi faktörleri göz önüne almakta ve bu doğrultuda bu
gereksinimlerin karşılanması faaliyetlerini farklı ülkelerde gerçekleştirebilmektedirler.
Bu durumun bir neticesi olarak, bütün dünya uluslararası şirketler tarafından bir üretim
alanı olarak kullanılabilmektedir. Bu tip şirketler maliyet minimizasyonunu hedef alarak
çeşitli sınır ötesi sabit sermaye yatırımlarını, iştirakleri, fason imalat anlaşmalarını
hayata geçirmekte ve üretimin küreselleşmesi sürecinde hem bir aktör hem de yaratıcı
olarak önemli rol oynamaktadırlar.67 Küreselleşen üretim süreci, uluslararası firmaları
belirli bir alanda uzmanlaşmaya götürmekte, bu durum da üretim içi sürece dair rekabet
koşullarının kendi lehlerine dönebilmesi için firmaların sürekli yenilik peşinde
koşmasını gerektirmektedir (Sachs, 1998:98).68 Küreselleşmenin içinde barındırdığı
“yenilik” ve “değişim” olguları, uluslararası şirketlerin işleyiş ve faaliyet tarzlarında da
bu şekilde hayat bulabilmektedir.
Küreselleşme eğilimleri ve hareketleri, özellikle 1990'lardan itibaren temel
olarak iki ana hedefi işaret etmektedir. Bunlardan ilki (ikincisinin öncü koşulu olarak);
ticari serbestleşme (dışa açılma), ikincisi ise; finansal serbestleşmedir. Ticari
serbestleşme ile ifade edilmeye çalışılan şey; ticarete konu olabilecek her türlü varlığın
(mal ve hizmet anlamında) ticareti ile ilgili devlet kontrollerinin kalkmasını ve
uluslararası serbest ticaretin etkin bir şekilde işleyebilmesini sağlamaktır. Finansal dışa
açıklık da, ticari serbestleşmeye benzer bir şekilde, ülkelerde yurtiçindeki bankacılık ve
diğer finansal araçlar ile ilgili olarak devlet müdahalelerinin kaldırılmasını ve ileriki
aşamalarda ülkelerin uluslararası finansal piyasalara uyumlanabilmesini ifade etmek
67 Aktan ve Şen (1999:11-12)'den aktaran; Özkıvrak ve Dileyici (2001:168).68 Bu durum, çalışmamızın içsel büyüme teorileri ile ilgili kısmında vurgulanmaya çalışılan “yeniliğin ve bilginin” iktisadi büyümedeki önemine uygun gözükmektedir. Ancak küreselleşme söylemi, Sachs, (1998:98)'de de belirtildiği üzere; zengin ve fakir ülkeler arasındaki eşitsizliğin, küreselleşme yardımıyla zamanla yok olacağını da işaret etmektedir. Bu söylem bir nevi “yakınsama” vaadinin ifadesidir. Ancak, 1980 sonrası küresel dünyada zengin ve fakir ülkeler arasındaki eşitsizliğin azalmaktan uzak bir görüntü sergilediği sık sık dillendirilmektedir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki yakınsama ve/veya ıraksama değerlendirmeleri çalışmamızın ülke değerlendirmelerinin yer aldığı kısımlarında daha geniş bir şekilde ele alınacaktır.
74
için kullanılmaktadır. Bu ifadelerin bir bileşkesi olarak; “dışa açıklık”; ülkeler arasında,
mal, hizmet, işgücü ve sermayenin serbest bir şekilde dolaşımının sağlanması anlamını
taşımaktadır (Yapraklı, 2007:68)
2.2.2.3.2.3. BRETTON WOODS KURULUŞLARININ EVRİMİ
İDBS'nin ortaya çıkış serüveninde, Neoliberal anlayışın ve küreselleşme
hareketinin, ekonomik, siyasal, kamusal ve hatta sosyo-kültürel bazda neleri değiştirdiği
çalışmamızın şimdiye kadar ki kısmında kısaca verilmeye çalışılmıştır. Ancak
küreselleşme hareketinin, tarihsel süreç içinde etki etmiş olduğu birçok aktör içinde, bu
hareketin 1970'li yıllardan itibaren en önemli destekçileri olarak bahsetmiş olduğumuz
uluslararası kuruluşların (IMF, Dünya Bankası ve sonradan bu kuruluşlara katılan DTÖ)
kendi bünyeleri içindeki değişim belki de en ilginç ve dikkat çekici olanıdır. Bu
kuruluşların, özellikle de Bretton Woods Konferansı ile belirlenmiş olan kuruluş
amaçları ve şu andaki işlevsel görünümleri arasındaki farklılık göz ardı edilemeyecek
derecede belirgindir.
IMF'nin ve Dünya Bankası'nın 20. yüzyılın ortalarındaki görevleri günümüze
oranla daha keskin hatlarla belirlenmiş ve IMF'ye temel olarak istikrar problemleri ile
ilgilenme görevi verilirken, Dünya Bankasına ise gelişmekte olan ülkelerin ve savaş
sonrası Avrupa'nın kalkınma uğraşısına kılavuzluk etme ve destek olma görevi
verilmiştir. Bu dönemde, IMF, makroekonomik istikrar arayışları içinde özellikle
ödemeler bilançosu dengesi, para ve maliye politikaları, dış borçlanma ve döviz kurları
gibi parasal değişkenlere dikkatini verirken, Dünya Bankası ekonomilerin uzun dönem
kalkınması ile ilgili olarak, yurtiçi kaynak dağılımı ve mobilizasyonu, ekonomik ve
kurumsal reformlar, yapısal dönüşüm problemleri gibi reel değişkenler üzerine
yoğunlaşmıştır. Bu doğrultuda, IMF ekonominin talep yönüne yoğunlaşmakta ve
ekonomik istikrara yönelik sağlamış olduğu krediler genellikle kısa ve orta vadeli
krediler olmaktadır. Dünya Bankası ise ekonominin arz yönüne yoğunlaşmakta ve uzun
dönem kalkınma ile ilgili sağlamış olduğu krediler de genellikle uzun vadeli bir karakter
taşımaktadır. 1980 sonrası dönemde ise, neoliberal akım ve küreselleşme söylemleri ile
birlikte, IMF giderek daha uzun vadeli anlaşmalar önermeye ve arzı arttırıcı faaliyetlere
yönelmeye başlamıştır. IMF'nin ekonomik talebe yönelik faaliyetlerine bu uzun dönem
75
faaliyetleri de katması ile birlikte Dünya Bankası ile olan işbirliği giderek artmıştır
(Soyak ve Eroğlu, 2008:2).
Günümüz IMF politikaları incelendiğinde, IMF'nin başlangıçtaki amacından ve
uygulamalarından çok daha farklı bir karaktere büründüğü gözlemlenmektedir.
Günümüzde IMF, ülkelere bütçe açıklarını kapamaya, vergileri arttırmaya ya da faiz
oranlarını yükseltmeye yönelik ekonomik küçülmeye neden olacak politikaları
önermekte ve bu uygulamaları gerçekleştirmek isteyen ülkelere fon sağlamaktadır.
Oysaki IMF'nin kuruluşundan itibaren ve 1970'li yıllara kadar önerdiği politikalar
genellikle genişlemeci ekonomi politikalarıdır (ekonominin canlanmasını sağlayabilmek
için devlet harcamalarının arttırılması, vergilerin indirilmesi ya da faiz oranlarının
azaltılması vb.). Bretton Woods konferansında verilen kararlar sonunda IMF'nin
kuruluşu ile birlikte, ekonomik sorunlar yaşayan ülkelere genişlemeci politikaları
uygulamaları için gerekli baskının ve yardımın sağlanabilmesi amaçlanmıştır. Zaman
içinde IMF, kuruluşunun ana hedefi olan; likidite krizlerine ilaç olabilecek ve
durgunluğu ortadan kaldırabilecek finansmanın, sorun yaşayan ülkelere aktarılması
görevini unutmuş ve tam istihdamın bütün ülkelerde sağlanabilmesi ülküsünü kendisine
ana hedef olarak belirlemiştir. Bu doğrultuda günümüzde IMF, krizle boğuşan ülkelere
aktarılacak olan fonun salıverilmesini, ancak, bu ülkelerin Keynes öncesi daraltıcı
ekonomi politikalarını gerçekleştirecekleri vaadini aldıktan sonra gerçekleştirmekte ve
daraltıcı ekonomi politikalarına yönelik reformları bir ön koşul olarak istemektedir
(Stiglitz, 2002:34,59).69 Bu doğrultuda, IMF sadece 60 senelik bir tarihsel süreç içinde,
politika önerileri ve faaliyet alanı bakımından kuruluşu esnasındaki şekil ve
söylemlerinden daha farklı bir karaktere bürünmüş ve günümüzdeki halini almıştır.70
Neticede; IMF'nin günümüzdeki faaliyet alanı; uluslararası para sistemi ile ilgili
gelişmeler konusunda çözüm üretmek ve bu çözümler dâhilinde sorun yaşayan ülkelerin
69 Aslında bu noktada, IMF'nin günümüzde değişmeyen yegâne davranışının baskıcı tavrı olduğu söylenebilir. Ancak, bu baskıcı tavrın uygulanış esaslarında ve ayrıntılarında da geçmiş ile günümüz arasında farklılık olduğu, IMF'nin ve IMF bünyesindeki insanların tutum ve söylemlerinde rahatlıkla gözlemlenebilmektedir. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi edinebilmek için bkz. Krugman (2001).70 2000'li yıllardan itibaren IMF'nin iktisadi büyüme sorunsalına el attığını da açık bir şekilde programlarında belirtmeye başlamış olması, IMF ile Dünya Bankası arasındaki bağın ve hatta bütünleşmenin giderek güçlendiğini göstermektedir. IMF'nin iktisadi büyüme ile ilgili koyduğu ana hedefler için bkz. IMF (2002).
76
kredi gereksinimlerini karşılamak, uluslararası likiditeyi arttırıcı faaliyetler, üye
ülkelerin ödemeler dengesi bilançolarındaki dengesizlikleri giderici faaliyetlerde
bulunmak, döviz kurlarında istikrarın sağlanması, üye ülkelerin yapısal uyum
politikalarına finansal destek sağlamak, üye ülkelerin uluslararası özel ve resmi
kuruluşlara olan borçlarının ödenmesinde çıkan sorunlara çözüm getirmek şeklinde
çerçevelendirilebilmektedir. Ayrıca kuruluş, diğer uluslararası finansal kuruluşların
ülkelere verecekleri krediler ile ilgili belirleyici bir role de üstlenmektedir (Oktay,
2002:237).
Dünya Bankası'nın tarihsel değişimi de IMF'den çok farklı değildir. Dünya
Bankası'nın ana kuruluş amacı; Avrupa'nın ekonomik ve sınaî olarak yeniden
yapılanmasının sağlanması ve gelişmekte olan ülkelerin sanayileşme sürecine yardımcı
olmaktır (Braithwaite & Drahos, 2000:98). Bu amaç uğrunda Dünya Bankası, 1980'li
yıllara kadar (kuruluş amacı gereği) Keynesyen büyüme modellerinin önerileri ışığında
politikalarını oluşturmuştur. Ancak, Dünya Bankası da neoliberal akımın etkisi ile
birlikte, 1980'lerden itibaren politika önerilerinde değişikliğe gitmiş ve karşılaştırmalı
üstünlükler teorisi ışığı altında aktivitelerine yön vermeye başlamıştır. Bu tarihe kadar
Dünya Bankası tarafından özellikle de gelişmekte olan ülkelere önerilen planlı kalkınma
ve ithal ikamesine dayalı büyüme stratejileri, yerlerini küreselleşme ve serbestleşme
söylemlerinin yer aldığı kalkınma önerilerine ve ihracata dayalı büyüme stratejilerine
bırakmışlardır. Dünya Bankası'nın genel yapısındaki bu değişim, kuruluşun faaliyet
alanları ve biçiminin de değişmesi ile sonuçlanmış ve kuruluş zamanla IMF ile daha sıkı
bir ilişki içine girmiştir (Soyak ve Eroğlu, 2008:1-2). Neticede, günümüzde Dünya
Bankası vereceği kredilerin ön koşulu olarak; IMF'nin vermiş olduğu yapısal uyum
reçetelerinin yerine getirilme kriterlerini dikkate almaktadır (Stiglitz, 2002:35).71
Washington uzlaşısını takiben, neoliberalizm akımının derin etkileri ve yeni
küreselleşme dalgası ile birlikte yeni uluslararası kuruluşların da faaliyete geçirildiği
görülmektedir. Aslen Bretton Woods konferansında kurulmasına karar verilen Dünya
71 Dünya Bankası; proje kredileri, program kredileri ve ulusal para kredileri olmak üzere toplam 3 çeşit kredi vermektedir. Bunlardan ilki olan proje kredileri; Dünya Bankasının kuruluş amacına yönelik olarak dağıtılan uzun dönem kalkınma hedefine yönelik uzun vadeli proje kredileridir. 1980'lerdeki dönüşüm ile birlikte, yapısal uyum kredileri de dâhil olmak üzere, ödemeler dengesine doğrudan katkı sağlama özelliği olan program kredileri de sunmaya başlamıştır (Oktay, 2002:239).
77
Ticaret Örgütü72 (DTÖ) de, bahsedilen etkilerin bir sonucu olarak 1995 yılında aktif bir
şekilde hayata geçirilmiştir.
Dünya Ticaret Örgütü'nün kuruluşu, serbest ticaret şartlarının dünya genelinde
geçerlilik kazanması ve küreselleşmenin kurumsallaşması için önemli bir adımdır (Dpt,
2000a:3). DTÖ'nün kuruluşu aslında belirli bir sürecin son halkası olarak
gerçekleşmiştir. Bretton Woods konferansı ile uygulamaya sokulması kararlaştırılan ve
1948 yılından itibaren resmen yürürlüğe sokulan Genel Gümrük Tarifeleri ve Ticaret
Anlaşması (GATT)73 dünya ticaretinin gelişmesinde ve önündeki engellerin
kaldırılmasında önemli bir rol oynamıştır (Estevadeordal & Taylor, 2008:21-22). GATT
ile birlikte yaşanan gümrük tarifelerindeki indirimler dünya ticaretine belirli bir hız
kazandırmış ve elli yıla yakın bir dönemde dış ticarette uygulanan gümrük tarifeleri
yaklaşık %90 oranında azalmıştır (Dpt, 2000a:24). Temel amacı; dünya ticaretinin
serbestleşmesi olan GATT aracılığı ile zamanla faktör dolaşımı ve hizmet ticareti
konularında da çabalar sarf edilmeye başlanmıştır. GATT aracılığı ile gümrük
tarifelerinin indirilmesi ve tarife dışı engellerin74 ise “derhal” kaldırılması için yoğun
çaba sarf edilmiştir. GATT çerçevesinde yapılan görüşmeler; Cenevre (1947), Annecy-
Fransa (1949), İngiltere (1950-51), Dillon-Cenevre (1960-61), Kennedy-İsviçre (1964-
1967), Tokyo (1973-79) ve Uruguay (1986-93) şeklinde gerçekleşmiştir. Yapılan son
görüşmeler ile birlikte GATT'nin yerini DTÖ'ne bırakması kararlaştırılmıştır.75
GATT'nin işlevsel bütünlüğüne uygun olarak, DTÖ'nün de kuruluş amacı;
uluslararası ticari ilişkilerin yönetilmesidir. Bir Bretton Woods kuruluşu olarak
sayabileceğimiz DTÖ, diğer Bretton Woods kuruluşları olan Dünya Bankası ve IMF'den
72 World Trade Organization73 General Agreement on Tariffs and Trade74 Gümrük tarifeleri dışında kullanılan ticari engellerin en bilinenleri; ihracat yasakları, genel kotalar, ya da ürün kotaları, orijin kuralları, kalite standardı kısıtlamaları, sağlık standardı kısıtlamaları, paketleme kısıtlamaları, etiket kısıtlamaları, ürün standardı kısıtlamaları, çevre düzenlemeleri, ihracatçı ülkeler tarafından ithalatçı ülkelere ya da firmalara uygulanan uygunluk denetimleri, mesleki sağlık ve güvenlik kuralları, Menşe Şahadetnamesi (Certificate of Origin) ve Özgünlük belgesi (Certificate of Authenticity ) gibi ek ticaret dokümanları, işgücüne dair yasalar, ithalat lisansları, devlet teşvikleri, tedarik ve iştirakleri, ihracat teşvikleri, minimum ithal malı fiyatının sabitlemesi, ürün sınıflandırmaları, döviz kuru kontrolleri, eksik altyapı, yerli malına yönlendirme politikası, aşırı değerli para, entelektüel özellik kuralları (patentler, telif hakları vb.), kısıtlayıcı lisanslar, mevsimsel ithalat rejimleri, çarpık ve/veya yoğun gümrük prosedürleri, rüşvet ve çarpıklık olarak sıralanabilir. Tarife dışı ticari engellerle ilgili daha geniş bilgi için bkz. Coughlin & Wood (1989), Beghin (2006), Oktay (2002).75 Oktay (2002:133), Seyidoğlu ve Karluk (2000:81-85).
78
farklı olarak, müdahaleden uzak bir amaca hizmet etmeyi ve ticari pazarlıkların
yapılacağı bir forum görevi görmeyi amaçlamaktadır (Stiglitz, 2002:37). DTÖ'nün
kuruluş anlaşmasında şu ana hedeflerden bahsedilmektedir; yaşam standartlarının
arttırılması, tam istihdamın sağlanması, efektif talep ve reel gelir düzeylerinin istikrarlı
bir şekilde artışı, dünyadaki kaynakların sürdürülebilir kalkınma uğraşısı ışığı altında
optimal bir şekilde kullanımı ve mal ve hizmet üretiminin ve ticaretinin genişletilmesi,
kalkınmanın çeşitli aşamalarının gerçekleştirilmesi hedefi ile birlikte çevrenin de
korunmasına yönelik çabaların arttırılması (Rodrik, 2001:1). Böylece, DTÖ'nün de
kuruluşu ile birlikte, Bretton Woods konferansında kurulmasına karar verilmiş olunan
uluslararası kuruluşların (Dünya Bankası, IMF, DTÖ) hepsi 1995 yılından itibaren aktif
hale geçirilmiştir.
2.2.2.3.2.4. KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA İKTİSADİ
BİRLEŞMELER, KURUMLAR ve İŞBİRLİKLERİ
İDBS ve küreselleşme bağlamında, dünya ekonomisine yön veren IMF, Dünya
Bankası ve DTÖ'den farklı uluslararası birleşmeler, işbirliği anlaşmaları ve kuruluşlar
da mevcuttur. Bunlardan en önemlileri şu şekilde sıralanabilir ve kısaca özetlenebilir;76
Birleşmiş Milletler-United Nations (BM); Birinci ve İkinci Dünya Savaşları'nın
derin izlerinin ve bu savaşlardan çıkarılmış olan derslerin bir sonucu olarak 24 Ekim
1945'te resmen faaliyete geçirilmiştir. BM ana amacını; evrensel düzeyde insanlıkla
ilgili sorunların oluşmasına yol açan problemlerin çözümü olarak nitelemektedir ve bu
doğrultuda, kendisinin ve kendisine bağlı kuruluşların çalışma alanını; insan haklarına
gereken saygının oluşturulması, çevrenin korunması, hastalıklarla mücadele ve
yoksulluğun azaltılması şeklinde çerçevelemektedir.77 BM'in üye ülkeler ile ilgili
ekonomik konulardaki faaliyetleri özellikle beş ekonomik komisyonu etrafında
yoğunlaşmaktadır. Bunlar; merkezi Cenevre'de bulunan Avrupa Ekonomik Komisyonu
(ECE), merkezi Bangkok’ta bulunan Asya ve Pasifik Ekonomik ve Sosyal Komisyonu
(ESCAP), merkezi Santiago'da bulunan Latin Amerika ve Karaibler Ekonomik
Komisyonu (ECLAC), merkezi Adis Ababa'da bulunan Afrika Ekonomi Komisyonu 76 Çalışmamızda değindiğimiz ve değinemediğimiz uluslararası ve bölgesel kuruluşlar, birleşmeler ve işbirlikleri ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. DPT (2000b:31-93), Oktay (2002:155-253), Seyidoğlu ve Karluk (2000:90-131).77 http://www.un.org/Overview/uninbrief/ (Erişim: 21.01.09)
79
(ECA) ve merkezi Bağdat'ta bulunan Batı Asya Ekonomik ve Sosyal Komisyonu
(ESCWA) şeklindedir. Ayrıca, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ile ilgili kalkınma
programları ve önerileri oluşturabilmek için oluşturulan BM Ticaret ve Kalkınma
Konferansı (UNCTAD), yoksulluğun azaltılması, çevrenin korunması, istihdam
yaratılması ve kadının toplumdaki yerinin güçlenmesini hedef alan BM Kalkınma
Programı (UNDP), endüstriyel kalkınmanın ulusal, bölgesel ve sektörel bazda teşvikinin
sağlanmasını amaçlayan BM Sanayi Kalkınma Örgütü (UNIDO) ve insanların beslenme
şartlarının iyileştirilmesini, kırsal kesimde yaşayan insanların yaşam standartlarının
arttırılmasını ve gıda-tarım ürünlerinin üretim ve tedarikinin sağlanmasını amaç edinen
BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)de BM bünyesindeki önemli oluşumlardır (Dpt,
2000b:75-82).
İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü - Organization for Economic
Cooperation and Development (OECD); İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, Avrupa
ülkelerinin ekonomik gelişme ana amacı doğrultusunda örgütlenmelerinin bir sonucu
olarak 16 Avrupa ülkesi tarafından oluşturulmuş olan Avrupa Ekonomik İşbirliği
(OEEC) örgütüne 1960 yılında ABD ve Kanada'nın da katılımıyla birlikte, OEEC
örgütü, İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD)'ne dönüşmüş ve tarihsel süreç
içinde yeni ülkelerin de birliğe katılımıyla birlikte, OECD örgütü günümüzün en önemli
ekonomik birlikteliklerden biri haline gelmiştir (Dpt, 2000b:85). OECD genel amacını;
üye ülkelerde, piyasa ekonomisi ve demokrasinin gelişimi ana hedefi doğrultusunda;
sürdürülebilir iktisadi büyümenin, işgücünün gelişiminin, yaşam standartlarında artışın,
finansal istikrarın, diğer ülkelere ekonomik kalkınmada yardımın ve dünya ticaretinin
gelişimine katkıların sağlanması olarak belirtmektedir.78 OECD bünyesinde yapılan
toplantılar ve araştırmalar ile dünya genelinde ekonomik gelişmeler değerlendirilmekte
ve OECD bünyesindeki ülkelerin bu ekonomik gelişmeler karşısında nasıl bir tutum
içinde olmasının gerekli olduğu belirlenmekte ve bu ülkelerin ortak bir şekilde hareket
etmesine çaba sarf edilmektedir (Seyidoğlu ve Karluk, 2000:129).
Avrupa Birliği - European Union (AB); uluslararası ekonomik birleşmelerin en
başarılı örneklerinden birisi olarak gösterilmektedir. Birlik, Almanya, Fransa, Belçika,
78 http://www.oecd.org/pages/0,3417,en_36734052_36734103_1_1_1_1_1,00.html (Erişim:17.01.09) 80
Hollanda, Lüksemburg ve İtalya arasında 1 Ocak 1958 yılında yapılan anlaşma ile
Avrupa Ekonomi Topluluğu (AET) adı altında kurulmuş ve tarihsel süreç içinde yeni
üyeler ile gelişmiş, Avrupa Birliği adını almış ve dünyanın en önemli ekonomik
birleşmelerinden biri haline gelmiştir. 1945 ve 1958 yılları arasında kurulmuş olan
Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (OEEC), Avrupa Kömür ve Çelik Birliği (AKCT)
ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM) kuruluşları da AB'nin kurulması
sürecine önemli katkılarda bulunmuşlardır (Oktay, 2002:173). Kuruluşun ana amacı;
Avrupa ülkeleri arasında bir ortak pazarın oluşturulması yoluyla bölgede verimlilik
artışını sağlamak, serbest ticaret ve ekonomik kalkınmaya hız vermektir
(Dpt,1995:198). Böylece üye ülkeler, “Gümrük Birliği” uygulaması ile kendi aralarında
gümrük vergisi uygulamalarını kaldırmışlar ve üçüncü ülkelere ortak bir gümrük vergisi
uygulamak suretiyle dış ticaretlerinin gelişmesini hedeflemişlerdir, topluluğun asıl
hedefi Avrupa'da siyasal bütünlüğe ulaşabilmektir (Dpt, 2000b:31). Diğer yandan,
AB'nin dengeli kalkınma hedefine ve politikalarına yönelik kamu ve özel sektör
projelerine destek veren ve AB'nin işbirliği yaptığı projelerin finansmanını sağlayan
Avrupa Yatırım Bankası (EIB) ve AB bütçesi de AB'nin önemli mali kaynaklarıdır.
Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi – The European Free Trade Association
(EFTA); 1960 tarihinde, İngiltere'nin önderliğinde AB'nin kuruluş amaçlarına benzer
amaçlar güderek kurulmuştur. Günümüzde çoğu üyesinin AB üyeliğine geçişi ile
birlikte eski önemini yitirmiştir.
Karadeniz Ekonomik İşbirliği – Black Sea Economic Cooperation (BSEC);
Türkiye'nin öncü girişimleri sonucunda, Karadeniz'e kıyısı olan onbir ülke tarafından
1992 yılında kurulmuştur. Daha sonra birliğe Sırbistan'ın da katılımı ile birlikte üye
sayısı onikiye çıkmıştır.79 BSEC'nin amacı; üye ülkeler arasında oluşturulacak
ekonomik, sosyal, teknolojik ve siyasi ilişkilerin arttırılması ile Karadeniz havzasında
barış, istikrar ve refah artışının sağlanabilmesidir (Dpt, 2000b:48)
Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi – North American Free Trade
Association (NAFTA); 1988 tarihinde ABD ve Kanada arasında imzalanmış olunan
serbest ticaret anlaşması ile başlayan süreç, 1992 yılında ABD, Kanada ve Meksika
79 http://www.bsec-organization.org/Pages/homepage.aspx (Erişim: 13.02.2009) 81
arasında oluşturulan Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA) ile
genişletilmiştir. Buna göre NAFTA ülkeleri, kendi aralarındaki ticari engelleri
kaldırmışlardır, ancak; üçüncü ülkelere karşı ticarette ulusal tarifelerini
kullanmaktadırlar (Seyidoğlu ve Karluk, 2000:127).
Latin Amerika Serbest Ticaret Bölgesi-Latin American Free Trade Association
(LAFTA); Şubat 1960'da yedi Latin Amerika ülkesi; Arjantin, Brezilya, Meksika, Şili,
Paraguay, Peru ve Uruguay arasında imzalanmıştır. Daha sonra, çeşitli katılım ve
ayrılıklar ile birlikte 1980 yılında Latin Amerika Entegrasyon Topluluğu (LAIA) adını
almış ve günümüzde Güney Amerika'yı ve Meksika'yı içine alan bölgedeki ülkeler
arasında oluşturulmuş önemli bir ticari ortaklık olarak varlığını sürdürmektedir.
Güney Amerika Ortak Pazarı - Common Market for the Sothern Cone of
America (MERCOSUR); 26 Mart 1991 yılında kurulmuş olan MERCOSUR, AB ve
NAFTA'dan sonraki en önemli ekonomik birleşme girişimi olarak kabul edilmekte ve
her ne kadar organik bir bağ olmasa da, LAIA'nın bir devamı niteliğinde ele
alınmaktadır. 1995'ten itibaren gümrük birliğine dönüştürülmüştür (Laçiner, 2003:308-
309).
Asya ve Pasifik Ekonomik İşbirliği - Asia and Pasific Economic Corporation
(APEC); Asya ve Pasifik ülkeleri arasında 1980 yılında oluşturulmuştur ve genel
itibariyle, bölge ekonomileri ile ilgili ekonomik işbirliği fırsatları ile ilgili bir forum
niteliği taşımaktadır. Bir politika belirleme kuruluşu olarak faaliyet göstermemektedir
(Seyidoğlu ve Karluk, 2000:128).
Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği - Association of Southeast Asian Nations
(ASEAN); 1967 yılında Brunei, Endonezya, Malezya, Filipinler, Singapur ve Tayland'ın
katılımıyla, bölgeye barış ve dinamizm getirmek amacıyla kurulmuş ve 1977 yılında
imzalanan ticaret anlaşmasıyla birlikte ekonomik bir kimliğe bürünmüştür. Ekonomik,
sosyal ve kültürel alanlarda etkinlik gösteren bir örgüttür (Doğan ve Öcal, 2006:171).
Afrika Birliği Teşkilatı - Organization Of African Unity (OAU); 1963 yılında
32 bağımsız Afrika ülkesi tarafından, Afrika ülkeleri arasındaki dayanışmanın
arttırılması ve bağımsızlıklarının korunabilmesi ana amacı doğrultusunda kurulmuştur.
Üye ülkelerin, ekonomik, siyasi ve kültürel açıdan iletişim halinde bulunması ve
82
ekonomi, diplomasi, sağlık, eğitim gibi konularda uyumlu politikalar güdülmesi
hedeflenmektedir.80
Afrika Ekonomik Topluluğu – Africa Economic Community (AEC); 1991
tarihinde OAU üyeleri tarafından imzalanmış olan AEC anlaşması, OAU üyelerinin
üçte ikisinin anlaşmayı imzalaması ile birlikte 1994 yılında yürürlüğe girmiştir. Afrika
ülkelerinde entegrasyonun sağlanması ve üye ülkelerin iktisadi kalkınmasının teşvik
edilebilmesi, topluluğun temel amaçlarıdır (Oktay, 2002:166-167).
G-7/G-8; G-7 olarak bilinen oluşumun temeli, 1975 yılında, dönemin (ve
günümüzün) altı önemli gelişmiş ülkesi olan ABD, İtalya, Japonya, Almanya, İngiltere
ve Fransa'nın, Rambouillet şehrinde bir araya gelerek, iktisadi büyüme, parasal reform,
enflasyon, işsizlik, ticaret ve petrol fiyatları ve arzı ile ilgili olarak bir kereye mahsus
toplanmaları ile atılmıştır. Daha sonra bu toplantıların devamının kararı ve Kanada'nın
da 1976 yılında bu zirveye katılımı ile birlikte G-7 halini almıştır. G-7 zirvesi, Sovyetler
Birliğinin dağılmasının ardından, 1998 yılında Rusya'nın da zirvenin kalıcı
katılımcılarından birisi haline dönüşmesi ile birlikte G-8 halini almıştır (Hajnal &
Kirton, 2000:5-6). G-8 uluslararası bir organizasyon değildir ve bir başkanlık veya
sekreterlik organlarına da sahip değildir. Sadece, dünyanın ileri sekiz ekonomisinin bir
araya gelerek dünya ekonomisi ile ilgili fikir alışverişinde bulunduğu bir forum ve zirve
olarak çerçevelendirilmektedir.81 G-8 liderlerince alınan kararlar; Dünya Bankası, IMF,
OECD, DTÖ ve BM gibi uluslararası kuruluşların politikalarının yönlendirilmesinde
son derece önemli rol oynamaktadır.
G-20; G-7 ülkeleri Maliye bakanları tarafından 25 Eylül 1999 tarihinde yapılan
bir açıklama ile birlikte ortaya çıkmış bir oluşumdur. G-7 ülkeleri, Dünya ekonomisi
açısından üst düzey öneme sahip gelişmekte olan piyasa ekonomileri ve AB, IMF ve
Dünya Bankası'nın bulunduğu üç ayrı grup tarafından oluşturulmaktadır. Dünya
ekonomisi açısından önemli görülen konuların tartışıldığı bir forum görevi görmektedir
(Dpt, 2000b:91-92).
80 http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/yaziciDostu.cfmdokuman=pdf&action=detayrk&yayinID=953&icerikI D=1062&dil=TR (Erişim: 13.02.09)81 http://ec.europa.eu/external_relations/g7_g8/index_en.htm (Erişim: 13.02.09)
83
Çalışmada kısaca aktarılmaya çalışılan bölgesel ve bölgeler üstü uluslararası
ekonomik birleşmeler, forumlar ve bu oluşumlara bağlı uluslararası kuruluşlar dışında
uluslararası kuruluşlar da mevcuttur. Bunlardan en önemlileri şu şekildedir;
Afrika Kalkınma Bankası – African Development Bank (AFDB); 1964 yılında
sadece özgür Afrika ülkelerinin katılımı ile bölgede ekonomik kalkınma ve işbirliğinin
geliştirilmesine yönelik projelere destek olmak amacı ile kurulmuştur. 1982 yılından
itibaren AFDB üyeliğine Afrika dışından ülkelerin de üye olması kabul edilmiştir. Bu
tarihten itibaren içinde ABD ve İngiltere'nin de bulunduğu birçok Avrupa ve Amerika
ülkesinin de AFDB üyesi olduğu görülmektedir (Oktay, 2002:246).
Asya Kalkınma Bankası – Asia Development Bank (ADB); Asya ve Pasifik
ülkelerinin ekonomik kalkınma süreçlerinin hızlandırılması ve desteklenmesi ana amacı
doğrultusunda 1966 yılında kurulmuştur. Üye ülkelerle ilgili kalkınma projelerinin
koordine edilmesi, finansmanının sağlanması ve teşvik edilmesi amaçlanmaktadır (Dpt,
2000b:61).
İslam Kalkınma Bankası – Islamic Development Bank (IDB); 1974 yılında,
İslam Ülkeleri Maliye Bakanları Konferansında IDB ana sözleşmesinin imzalanması ile
kurulmuştur. Bankanın kuruluş amacı; üye ülkelerin kalkınmalarına, sosyal
gelişmelerine ve verimlilik artışlarına katkıda bulunacak projelere destek vermektir
(Idb, 2007:2).
Küreselleşme ve serbestleşme rüzgarı ile birlikte özellikle de 1970'li yıllardan
itibaren belirli bir ivme kazanmaya başlayan birleşmeler günümüz dünya ekonomisinin
en önemli belirleyicilerinden biri haline gelmiştir. Uluslararası ilişkiler ve ekonomi
politikaları genel itibariyle bu tür birleşmeler, uluslararası kuruluşlar ve küreselleşme
söylemleri ile belirlenmektedir. Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri de bu uluslararası
kuruluşlar tarafından (özellikle de IMF ve Dünya Bankası) çerçevelenmekte olan
normlara göre belirlenmektedir. İDBS'nin ülkeler nezdindeki uygulama incelemelerinin
ve İDBS yanlısı ve karşıtı görüşlerin çıkış noktalarının daha rahat anlaşılması için
gerekli olan ön bilgi, çalışmamızın şimdiye kadar ki bölümünde verilmeye çalışılmıştır.
Çalışmamızın kalan bölümünde, İDBS yanlısı ve karşıtı görüşler ile birlikte, İDBS ülke
deneyimleri ele alınacaktır.
84
-ÜÇÜNCÜ BÖLÜM-
İDBS'NİN, DESTEKÇİLERİ ve SEÇİLMİŞ ÜLKE DENEYİMLERİ AÇISINDAN
DEĞERLENDİRİLMESİ
3.1. İDBS; NEDENLER ve SONUÇLAR
3.1.1. ÜLKELER BAZINDA GELİŞMİŞLİK ve AZ GELİŞMİŞLİK
OLGUSU
Gelişmişlik ve az gelişmişlik olgularının kullanımı, kalkınmanın iktisadi uğraşı
alanına girişi ile birlikte yoğunluk kazanmıştır. Günümüzde, gelişmiş olmak, kalkınmış
olmak, modern olmak ve batılı olmak genel itibariyle aynı şeyi ifade etmek için
kullanılmaktadır (Mıhçı, 1996:65-67). İktisadın bir bilim olarak kabul görmesi ile
birlikte başlayan süreç, zaman içinde politikayı da iktisat uğraşısının içine taşımış ve
iktisat-politika ilişkisi sonucunda; gelişme ve kalkınma sorunsalı ile ilgili uğraşılar, hem
politik iktisadi uğraşıyı, hem de geleneksel iktisadi uğraşıyı kapsayacak bir şekilde
geniş bir hal almıştır. Bu doğrultuda kalkınma uğraşısı; toplumlardaki iktisadi
gelişimlerin, bu toplumlardaki insanların daha geniş ölçüdeki kısmına nüfuz edebilmesi
için gerekli olan iktisadi, kültürel ve politik altyapının oluşabilmesi için ihtiyaç duyulan
kurumsal ve yapısal dönüşümlerin sağlanabilmesine odaklanmıştır (Todaro & Smith,
2003:9). Ülkelerin gelişmişlik düzeylerine dair değerlendirmeler ve gruplandırmalar da
iktisadi performanslarına ve bahsini geçirdiğimiz ana uğraşı çerçevesindeki
dönüşümleri ne derece gerçekleştirebildiklerine göre yapılmaktadır. Bu doğrultuda,
gelişmişlik göstergelerine göre ülkeler üç ana sınıfta toplanmaktadırlar, bunlar;
gelişmiş, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler82 kategorileridir. Ülkeler gelişimlerine
göre sınıflandırılırken şu ana göstergelere göre değerlendirilmektedirler;83
- Gelir Düzeyi - “Gayri Safi Milli Gelir (GSMG) ve Gayri Safi Yurtiçi Hasıla
(GSYİH)”; GSYİH en genel ifadeyle “belirli bir dönemde, ülkede yerleşik üretim
birimleri tarafından üretilen nihai mal ve hizmetlerin değerlerinin toplamı (Yükseler,
1998:1)” olarak ifade edilebilir. GSMG ise; ulusal gelirin en geniş ifadesidir ve bir
82 Az gelişmiş ülkeler ile ilgili liste için bkz; http://www.un.org/special-rep/ohrlls/ldc/list.htm (Erişim:30.01.09)83 The World Bank (2009:362-363), United Nations (2007:2).
85
ülkenin yerleşikleri (residents) tarafından, yurtiçi ve yurtdışı kaynaklar aracılığı ile
yaratılmış olan toplam katma değeri ifade etmektedir. GSMG, GSYİH ve yurtdışı
kaynaklardan gelen net gelirin toplanması ile elde edilmektedir.84 Kişi başına düşen
GSYİH ve GSMG miktarları en önemli kalkınma göstergelerinden birisidir. Ayrıca,
kalkınma göstergesi olarak, Satın Alma Gücü Paritesine (SAGP)85 göre GSYİH ve
GSMG göstergeleri de kullanılmaktadır.
- Sosyal Göstergeler - “Nüfus Göstergeleri, Beşeri Varlıklar Endeksi -
Human Assets Index (BVE) ve İnsani Kalkınma Endeksi - Human Development
Index (İKE)”; Nüfus göstergeleri olarak dikkate alınan en önemli göstergeler; ortalama
yıllık nüfus artış oranı, nüfus yoğunluğu (nüfusun ülke genelindeki yayılışı) ve nüfusun
yaş kompozisyonudur (0-14 yaş arası nüfusun genel nüfusa oranı). Diğer yandan
beslenme, eğitim ve sağlık ile ilgili göstergeler ele alınarak oluşturulan BVE ve yine
eğitim ve sağlık yanında gelir düzeyleri ile ilgili göstergeler kullanılarak elde edilen
İKE önemli kalkınma göstergeleridir.86 Beklenen Yaşam Umudu (Life Expectancy at
Birth) ile Yetişkin Okur-Yazarlığı (Adult Literacy) ve Birleştirilmiş Okula Başlama
Oranı (Combined Enrolment Ratio) endekslerinden oluşan Okula Ulaşma Endeksi
(Educational Attaintment Index), BVE ve İKE hesaplamalarında kullanılan en önemli
sosyal endekslerdir (Mazgit, 2002:411).87
- Ekonomik Göstergeler - “İktisadi Savunmasızlık Endeksi - Economic
Vulnerability Index (İSE)”; İSE ile ülkelere ait kalkınma süreçlerinin dışsal şoklara
karşı ne kadar güçlü olduğu ve ülkelerin yapısal durumlarına göre bu dışsal şoklardan
ne şekilde etkilenebilecekleri ele alınmaktadır. İSE, yedi ana göstergeden
oluşturulmaktadır, bunlar; nüfus büyüklüğü, uzaklık (remoteness), ekonomideki ihraç
malları yoğunluğu, tarım, ormancılık ve balıkçılık faaliyetlerinin GSYİH içindeki
84 Mili Gelir hesaplamaları ile ilgili daha geniş bilgi için bkz; Yükseler (1998) ve www.tuik.gov.tr 85 Satın Alma Gücü Paritesi-SAGP (Purchasing Power Parity); iki döviz cinsi arasındaki nominal döviz kurunun iki ülke arasındaki toplam fiyat seviyelerinin oranına eşit olması gerekliliği temel düşüncesinden çıkmıştır. Dolayısıyla, SAGP en genel ifadesiyle, ülkeler arasındaki fiyat düzey farklılıklarını ortadan kaldırmak için kullanılan ve tüm mal piyasalarına uygulanan bir tek fiyat kanunudur. Ülkelerin genel fiyat düzeylerinin birbirlerine oranı ile elde edilmektedir. Bu şekilde; bir ülkeye ait paranın başka bir ülkede de aynı satın alma gücüne sahip olabilmesi hedeflenmiştir (Taylor & Taylor, 2004:135, Aslan ve Kanbur, 2007:9)86 BVE ve BKE ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. The World Bank (2009) ve Günsoy (2005).87 İnsani Kalkınma adına getirilmiş olunan yaklaşımlar hakkında daha geniş bilgi için bkz. Barbaros ve Öğüt (2003).
86
payları, doğal afetler sonucu evsiz kalanların miktarı, tarımsal üretimin değişkenliği ve
mal ve hizmet ihracatının değişkenliği göstergeleridir (United Nations, 2007:2).
- Sürdürülebilir Kalkınma ile İlgili Göstergeler – “Karbondioksit Yayılımı –
Carbon Dioxide Emissions”; Ülkelerin gelişme süreçleri ele alınırken, kalkınmalarını
sürdürülebilmeleri adına gerekli olan çevre faktörlerine de özen göstermelerine dikkat
edilmektedir. Bu nedenle, günümüzde bir ülkedeki üretim süreci içinde ortaya çıkan
Karbondioksit miktarı da, gelişmişlik değerlendirmelerine dahil edilmektedir.
Ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin belirlenmesinde kullanılan bu ana
göstergeler aracılığı ile elde edilen sonuçlar neticesinde ülkeler gruplandırılmakta ve bu
doğrultuda kendileri için faydalı olacağı düşünülen ekonomi politikaları, küresel
seviyede ekonomik istikrarın sağlanabilmesi ana amacıyla kurulmuş olan uluslararası
kuruluşlar (özellikle de IMF ve Dünya Bankası) tarafından bu ülkelere önerilmektedir.
Ülkelerin gelişmişlik düzeylerine dair değerlendirmelere konu olan birden fazla
gösterge olmasına rağmen, ülkelerdeki kişi başına düşen gelir seviyeleri günümüzde
gelişmişliğe dair yapılan ülke değerlendirmelerindeki en önemli gösterge olma
özelliğini sürdürmektedir. Dünya Bankası'nın yapmış olduğu değerlendirmelerde de bu
yaklaşım açıkça görülebilmektedir. Dünya Bankası Kalkınma Raporlarında; ülkeler
gelir düzeylerine göre dört ana gruba ayrılmaktadır, bu gruplar şu şekildedir (The World
Bank, 2009:351);88
- Düşük Gelir Grubu Ülkeler (Low Income Countries); kişi başına düşen
GSMG düzeyi 935 USD ve aşağısı seviyede olan ülkelerdir.
- Alt Orta Gelir Grubu Ülkeler (Lower Middle Income Countries); kişi başına
düşen GSMG düzeyi 936 USD ve 3705 USD arası seviyede olan ülkelerdir.
- Üst Orta Gelir Grubu Ülkeler (Upper Middle Income Countries); kişi başına
düşen GSMG düzeyi 3706 USD ve 11455 USD arası seviyede olan ülkelerdir.
- Yüksek Gelir Grubu Ülkeler (High Income Countries); kişi başına düşen
GSMG düzeyi 11456 USD ve üstü seviyede olan ülkelerdir.
Unctad ise; ülkeleri gelişmişlik düzeylerini ve diğer ülkelere bağımlılıklarını
göz önüne alarak, üç ana gruba ayırmaktadır (Unctad, 2005:X);
88 Dünya Bankası raporunda yer alan, gelir gruplarına ve bölgelerine göre ülkeler listesi için bkz. EK2. 87
- Gelişmiş Ülkeler – Developed Countries; AB üyeleri, AB üyesi olmayan bazı
Avrupa ülkeleri, Kanada, ABD, İsrail, Japonya, Avustralya ve Yeni Zelanda'da
oluşmaktadır.
- Güneydoğu Avrupa ve Eski Sovyet Sosyalist Ülkeleri - South-East Europe
and Commonwealth of Independent States; AB üyesi olmayan Balkan ülkeleri ve
Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla ortaya çıkan AB üyeleri dışındaki yeni devletler.
- Gelişmekte Olan Ülkeler – Developing Countries; İlk iki gruba girmeyen
dünya ülkeleri.89
UNDP tarafından yapılmakta olan İKE raporlarında da ülkeler gelişmişlik
değerlendirmelerine göre sınıflandırılmaktadır. Bu doğrultuda, UNDP, ülkeleri İKE
değerlerine göre üç ana gruba ayırmaktadır. Bunlar (UNDP, 2008:229-232);
- Yüksek İnsani Kalkınma Sınıfı; İKE değeri 0,8 ve üstü olan ülkeler tarafından
oluşmaktadır,
- Orta İnsani Kalkınma Sınıfı; İKE değeri 0,5 ve 0,799 arası olan ülkeler
tarafından oluşmaktadır,
- Düşük İnsani Kalkınma Sınıfı; İKE değeri 0 ve 0,499 arası olan ülkeler
tarafından oluşmaktadır,
IMF ise ülkeleri, gelişmiş ülkeler (advanced economies) ile diğer yeni ortaya
çıkan piyasalar ve gelişmekte olan ülkeler (other emerging market and developing
countries) adı altında iki ana gruba ayırmaktadır (IMF, 2004:192).90 IMF yapmış olduğu
gelişmişlik değerlendirmelerinde hemen hemen tamamıyla ekonomik göstergeler
üstünden gitmektedir.91 89 Unctad'nin yapmış olduğu gruplama incelendiğinde, bu gruplamanın, Sovyetler Birliği dağılmadan önce kullanıma girmiş olan Birinci, İkinci ve Üçüncü dünya ülkeleri söylemleri etkisi ile yapıldığı söylenebilir. Üçüncü dünya ülkesi terimi aslında, Sovyetler Birliği dağılmadan önce, ne kapitalist batı ile ne de sosyalist Sovyetler Birliği ile ittifak yapmamış olan ülkeleri belirtmek için kullanıma sokulmuştur. Bu doğrultuda, aynı dönemde üçüncü dünya ülkesi olmak bir onur simgesi olarak da görülmektedir. Ancak, günümüzde, üçüncü dünya ülkesi terimi yoksulluğun ve az gelişmişliğin bir ifadesi olarak kullanılmaktadır (Krugman, 2001:16). Bununla birlikte, 1990'lara gelindiğinde, Washington Uzlaşısı'nın da etkisi ile birlikte, üçüncü dünya ülkeleri kavramı da yerini yavaş yavaş, “gelişen piyasalar” kavramına terk etmiştir (Krugman, 2001:90). Üçüncü dünya ülkeleri ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. http://www.nationsonline.org/oneworld/third_world.htm (Erişim: 01.02.09)90 IMF'nin yapmış olduğu; gelişme seviyelerine göre ülke gruplandırmaları ile ilgili bilgi için bkz. http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2008/02/weodata/groups.htm#ae (Erişim: 02.02.09)91 Bu yorum; IMF'nin resmi sitesinde yapılmış olunan ülke gruplamalarına dair listelerin altında bulunan, Dünya Ekonomik Görünümü ile ilgili genel yorumda açıkça belirtilmektedir,http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2008/02/weodata/groups.htm#ae(Erişim: 02.02.09)
88
Sonuç itibariyle, yapılan gruplamaların ışığında; kalkınmış ülkeler, gelişmiş
ülkeler, sanayileşmiş ülkeler, birinci dünya ülkeleri vb. farklı isimlendirmeler adı
altında, ileri olanların gösterimine yönelik bir kullanımın hedef alındığı
gözlemlenmektedir.
Gelişmekte olan ülkelerin genel özellikleri şu şekilde özetlenebilir (Todaro &
Smith, 2003:46);
-Düşük yaşam standartları; düşük gelir seviyeleri, gelir eşitsizlikleri, düşük
sağlık göstergeleri ve yetersiz eğitim.
-Düşük verimlilik,
-Yüksek nüfus artış oranları ve buna bağlı ortaya çıkan sıkıntılar,
-Yapısal açıdan, tarımsal üretime ve temel mal ihracatına bağımlılık,
-Piyasalarda aksak rekabet koşulları ve kısıtlı bilgi aktarımı.
-Uluslararası ilişkilerde savunmasızlık ve bağımlılık.
Günümüz başlıca gelişmiş ülkelerinin gelişmişlik evrelerinde nasıl bir yol
izlediğine dair çalışmalar ve araştırmalar da, günümüz İDBS önerilerinin temelini
oluşturmaktadır. Bu nedenle, İDBS ışığı altında seçilmiş ülke incelemelerine
geçilmeden önce, İDBS savunucularının yapmış oldukları çalışmaların genel itibariyle
ortaya koyduklarının anlaşılması ve ele alınmasında fayda vardır ve çalışmamızda
öncelikle bu konu ele alınacaktır.
3.1.2. İDBS İLE İLGİLİ ÖNEMLİ ÇALIŞMALAR
Gelişmekte olan ülkeler için uluslararası kuruluşlar, örgütler ve birlikler
tarafından önerilen kalkınma reçetelerinin içinde, İDBS'nin değişmez bir şekilde yer
almasının en önemli nedenlerinden birisi; özellikle de 1960'lı yılların başlarından
itibaren gerçekleştirilen iktisadi çalışma ve inceleme sonuçlarının büyük çoğunlukla
İDBS yanlısı olmaları olarak gösterilmektedir. Özellikle de, bu dönemde yapılmış olan
ihracat ve büyüme arasındaki korelasyon ilişkilerinin incelendiği yatay kesit çalışmaları,
İDBS'nin oluşumunda ve desteklenmesinde büyük rol oynamışlardır (Khan, Malik &
Hasan, 1995:1).
İDBS'ni destekleyen ve dış ticarete açıklığın, küreselleşme hareketlerine
katılımın ve korumacı politikalardan uzaklaşmanın ekonomik büyüme açısından
89
doğuracağı olumlu etkiler ile ilgili olarak literatürde çok sayıda araştırma
bulunmaktadır. İDBS yanlısı bu denli geniş literatüre karşın, farklı sonuçlara ulaşılmış
çalışmalar da azımsanmayacak derecede çoktur. Çalışmamızın bu bölümünde, İDBS ile
ilgili literatürün en önemli çalışmalarına kısaca değinilmesi ve bu bölümde yapılan
değerlendirme ile, yapılacak olan seçilmiş ülke ve Türkiye değerlendirmelerimize ışık
tutulması amaçlanmaktadır.
Ticaret ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki daha önce de belirttiğimiz üzere
iktisadın varoluşundan beri önemli bir iktisadi uğraşı alanı olarak dikkat çekmektedir.
Bu ilişkiye dair çalışmalar ve ekonometrik incelemeler, özellikle 1960'lardan itibaren
büyük yoğunluk kazanmış ve günümüzde de hala popülaritesini yitirmemiştir.
İDBS ile ilgili ampirik çalışmalar günümüze kadar, örneklem bakımından iki
ana çalışma türünde yoğunlaşmışlardır. Birinci çalışma türü; birden fazla ülkeye ait
verilerin incelendiği yatay kesit çalışmalarıdır. İkincisi ise; örnek bir ülkeyi ele alarak,
İDBS'nin geçerliliğini bu ülke ile ilgili incelemelerden yola çıkarak inceleyen
çalışmalardır. Bu çalışma türlerinde, yazarlar tarafından, İDBS'nin testine yönelik
birçok ekonometrik ve istatistiksel yol kullanılmıştır (Ram, 2003:6-7)
İDBS'nin ekonomik büyüme ve gelişmeye olan katkılarına dair yapılan 1960 ve
70'lere ait ilk önemli ekonometrik çalışmalarda genellikle En Küçük Kareler Yöntemi92
(EKKY) ile yapılan regresyon analizleri ve basit korelasyon testleri kullanılmıştır.
Çalışmalarda genellikle, büyüme değişkeni bağımlı değişken, ihracat değişkeni ise
bağımsız değişken olarak belirlenmiştir.93 1970'lerden itibaren yapılan çalışmalarda ise,
İDBS'ne yönelik incelemelerde ihracat verileri ile birlikte ticari açıklık verilerinin de
sıklıkla kullanılmaya başlandığı görülmektedir (Yapraklı, 2007:71). Bu tip çalışmaların
önemli örnekleri; Voivodas (1973), Michaely (1977), Balassa (1978), Krueger (1978),
Fajana (1979), Tyler (1981), Kavoussi (1984), Dollar (1992), Sachs & Warner (1995)
ve Edwards (1997) olarak sıralanabilir.
Voivodas (1973), ihracat ve büyüme arasındaki ilişkinin incelendiği ilk
çalışmalardan birisini gerçekleştirmiştir. Voivodas'ın çalışmasında 22 az gelişmiş
ülkeye ait 1956-1967 arası veriler ve bazı ülkelerin özelliklerine göre kukla değişkenler
92 Ordinary Least Squares93 Jung & Marshall (1985)'dan aktaran; Ram, (2003:7).
90
kullanılmıştır. Çalışmada, reel GSMH ile reel ihracat arasındaki ilişki incelenmiş ve
ihracat artışlarının çalışmaya konu olan bütün ülkelerde büyümeye neden olduğu
sonucuna varılmıştır.
Michaely (1977), İDBS'ni açıklamak için 41 ülkenin yer aldığı bir yatay kesit
çalışması gerçekleştirmiştir. Yazar, 1950 ve 1973 yılları arasındaki zaman serileri
yardımıyla ve basit sıra korelasyon (rank correlation) testleri ile, kişi başına düşen Gayri
Safi Milli Hasıla (GSMH) ve ihracattaki büyüme oranları (çıktı düzeyinin bir parçası
olarak) arasındaki ilişkiyi incelemiş ve bütün ülkelerde GSMH büyüme performansının,
ihracattaki büyüme performansı tarafından belirlendiği sonucuna varmıştır.
Balassa (1978) da, yapmış olduğu yatay kesit çalışmasında on gelişmekte olan
ülkede, farklı periyotlarda (1960-66 ve 1967-73) İDBS'ni incelemiştir. Çalışmada,
bağımlı değişken olarak; GSMH ve bağımsız değişkenler olarak da; ihracattaki reel
büyüme, işgücündeki büyüme, yurtiçi yatırımlar ve yurtdışından yatırımlar
belirlenmiştir. Bu çalışmada da ihraca artışının GSMH artışına neden olduğu
saptanmıştır.
Krueger (1978), dönemin gelişmekte olan 10 ülkesine ait 1954 ve 1971 arası
veriler aracılığı ile, ihracat artışlarının, büyüme artışlarına neden olduğu sonucuna
varmıştır.
Fajana (1979), 1954 ile 1974 yılları arası Nijerya'ya ait zaman serisi verileri
yardımıyla yapmış olduğu reel GSMH ile reel ihracat arasındaki ilişkiye dair
incelemede, İDBS'nin pozitif etkilerinin olacağına yönelik bir sonuca erişiştir.
Tyler (1981), 1960-77 arası döneme ait veriler yardımıyla 55 ülkeyi içeren bir
çalışma gerçekleştirmiş ve ihracat performansı ile GSMH büyüme oranları arasında
güçlü bir bağın olduğu sonucuna varmıştır.
Kavoussi (1984), 1960-1978 yılları arası dönemi baz alarak, 73 ülkeyi
incelemiş olduğu çalışması ile imalat sektörünün ihracat artışları ile ekonomik büyüme
oranları arasında pozitif bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır.
Diğer bir çalışmada Dollar (1992), korumacı politika uygulayan Latin Amerika
ve Afrika ülkelerine göre daha dışa dönük ekonomi politikaları uygulayan Asya
ülkelerini karşılaştırmaktadır. 1976 ve 1985 yılları arası dönemin incelendiği çalışmada
91
bağımlı değişken olarak kişi başına düşen GSYİH miktarı kullanılırken, yatırım
oranları, reel döviz kuru değişimleri ve döviz kurlarındaki sapmalar bağımsız
değişkenler olarak kullanılmıştır. Çalışmada, ekonomiye müdahalelerin yatırım
oranlarında negatif bir etkiye neden olduğu ve kişi başına düşen GSYİH ile ticari
serbestlik (İDBS) arasında güçlü bir korelasyon ilişkisi olduğu sonucuna
varılmaktadır.94
Sachs & Warner (1995) da, dışa açıklık ve gelişmiş ülkelerde yakınsama
meselesi ile ilgili olarak yapmış oldukları çalışmada, öncelikle Dünya Savaşları öncesi
ve sonrası küreselleşme hareketlerini ele almış, çalışmanın sonunda da gelişmekte olan
ülkelere dair yapmış oldukları yatay kesit çalışması ile İDBS uygulayıcısı ülkeler ile
korumacı ülkeler arasındaki yakınsama karşılaştırmalarında. Dışa açık ülkelerin daha
yüksek büyüme oranlarını gerçekleştirdikleri ve gelişmiş ülkelere yakınsadıklarını
ortaya koymuşlardır.95
Edwards (1997) da ticari açıklık ve iktisadi büyüme arasındaki ilişkiyi
inceleyen önemli çalışmalardan birisi olarak gösterilmektedir. Edwards (1997), ticari
açıklık ile ilgili olarak dokuz ayrı gösterge96 kullanmakta ve açıklık ile büyüme
arasındaki ilişkiyi, bir yatay kesit çalışması yardımıyla ortaya koymaktadır. Çalışma,
dışa açık ekonomi politikalarını (İDBS) uygulayan ülkelerde verimlilik ve iktisadi
büyüme artışlarının diğer ülkelere göre çok daha yüksek oranlı olduğunu ortaya
koymaktadır. Bu tip çalışmalarda, büyük çoğunlukla İDBS'ni destekleyici sonuçlara
ulaşıldığı görülmektedir. Bununla birlikte, genel itibariyle İDBS'ni desteklemeyen ya da
94 Dollar (1992), ülkelerin dışa açıklığını ölçmede, ABD'yi kıyas noktası olarak belirlemiş ve ülkeler bazında dışa açıklığın ölçülebilmesi için bir mal sepeti oluşturmuştur. Daha sonra, bu mal sepetinin Amerikan Doları (USD) bazında ve dışa açıklık seviyesi ölçülen ülkenin para cinsi bazında değerini belirlemiştir. Eğer, mal sepetinin, incelenen ülkenin para cinsi açısından değeri, USD bazında belirlenen değerinden fazla ise, o ülkenin korumacı ekonomi politikası güttüğü, az ise dışa açık ekonomi politikası güttüğü sonucuna varılmıştır (Rodrik & Rodriguez, 1999:8-9).95 Sachs & Warner (1995:5-11), GGÜ'nin gelişim süreçlerinin ilk evrelerinde serbest ticaret politikaları sayesinde yüksek seviyeli ekonomik büyüme ve gelişme performanslarına ulaşabildiklerini ortaya koymaktadır. Ayrıca, çalışmada dışa açıklığın ölçümü için temel olarak; ihracat (Export Marketing Index), döviz kuru (Black Market Exchange Rate), sosyalist olup olmama durumu, sermaye malları ve aramallar üzerindeki ithalat kotaları ve sermaye malları ve aramallar üzerindeki gümrük vergi oranları dikkate alınmıştır (Sachs & Warner, 1995:66-67)96 Sachs ve Warner Endeksi (1995); Dünya Kalkınma Raporu (1987); Leamer (1988); Ortalama Kara Borsa Primi (Average Black Market premium); Ortalama İthalat gümrük vergileri; Tarife Dışı İthalat Engelleri; Miras Örgütü Endeksi (Heritage Foundation Index); Ticaret Faaliyetlerinden elde edilen vergi gelirlerinin toplam ticaret gelirleri içindeki payı; Holger Wolf Endeksi.
92
ihracat ile iktisadi büyüme arasında çok zayıf bir ilişki olduğuna dair regresyon ve yatay
kesit çalışmaları da mevcuttur. Bunlara verilebilecek önemli örnekler; Ram (1987) ve
Yanıkkaya (2003) olarak gösterilebilir.
Ram (1987), 88 gelişmekte olan ülkeyi ele aldığı yatay kesit çalışmasında,
EKKY ile reel GSYİH bağımlı değişkeni, reel ihracat, nüfus artışı, reel yatırımlar ve
1973 petrol şoku için bir kukla değişkenin bağımsız değişkenleri oluşturduğu bir
regresyon modeli kurmuştur. Çalışmanın sonucuna göre; 1960-1982 yılları arası kalan
süreçte, 88 ülkeden sadece 39'undaki sonuçlar İDBS'ni desteklemektedir.
Yanıkkaya (2003), panel veriler yardımıyla gerçekleştirmiş olduğu yatay kesit
çalışmasında; 100 gelişmiş ve gelişmekte olan ülke97 verileri ile üç farklı periyot (1970–
1979, 1980–1989 ve 1990–1997) halinde 1970 ve 1997 arası dönem için ticari açıklık
ve büyüme arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Yazar çalışmasında, ticaret engellerinin
özellikle de gelişmekte olan ülkelerde ekonomik büyümeyi pozitif etkilediği sonucuna
varmaktadır (Freeman, 2004:9).
Özellikle ilk dönem çalışmaların İDBS'ne yönelik uygulamalara dair olumlu
neticelere ulaşması ve İDBS'ne vermiş olduğu yüksek oranlı destek, 1980'li yılların
ortalarından itibaren yapılan çalışmalarla güç kaybetmeye başlamıştır. Çünkü bu
dönemden itibaren çalışmalarda analiz yöntemi olarak zaman serisi uygulamaları, Sims
ve Granger Nedensellik testleri ve Varyans Analiz Testleri (Variance Decomposition
Tests) tercih edilmeye başlanmıştır ve tercih edilen analiz yöntemlerinin değişmesi ile
birlikte, analiz sonuçları da değişmeye başlamıştır. Bu yöntemlerle yapılan çalışmaların
kiminde İDBS yanlısı neticelere ulaşılırken, kiminde İDBS reddedilmektedir,
kimilerinde ise ihracat ve büyüme arasında iki yönlü bir ilişki olduğu sonucuna
ulaşılmaktadır. Dolayısıyla, günümüzde zaman serileri ve/veya nedensellik testleri ile
yapılan çalışmalarda tam bir fikir birliği oluşamamaktadır (Bahmani-Oskooee &
Niroomand, 1999:557). Nedensellik testlerine ve diğer yöntemlere başvuran ve ilk
dönem çalışmalardaki aksaklıklara değinen ilk ve en önemli çalışmalardan birisi; Jung
& Marshall (1985) olarak gösterilmektedir (RAM, 2003:6-7). Bu çalışmanın yanında,
Darrat (1986), Chow (1987), Sharma, Norris & Cheung (1991), Karunaratne (1997),
97 Sosyalist ülkeler ve petrol ihracatı yapan ülkeler çalışmanın dışında tutulmuştur (Yanıkkaya, 2003:68) 93
Shan & Sun (1998), Sinha & Sinha (1999), Bahmani-Oskooee & Niroomand (1999),
Greenaway, Morgan & Wright (2002) ve Awokuse (2005) de önemli örnekler olarak
sıralanabilir,
Jung & Marshall (1985), Granger nedensellik testleri yardımıyla, 1950 ve 1981
arası dönem için ihracat ve büyüme arasındaki ilişkiyi incelemişler ve 37 ülkeden
sadece dördünde ihracattan büyümeye doğru bir nedensellik ilişkisi tespit etmişlerdir.
Jung ve Marshall'ın çalışması, o zaman kadar yapılmış olan ve ihracatın ekonomik
büyümeyi pozitif etkilediğine dair çalışmaların tersi bir sonuca, nedensellik bakış açısı
ile ulaşmış olması açısından önemlidir. Çalışmada, İDBS'nin ekonomik büyümeyi
uyardığına dair kanıtların çok zayıf olduğu öne sürülmektedir (Gübe, 1997:21).
Darrat (1986), dönemin yeni sanayileşmiş Doğu Asya ülkeleri olan, G.Kore,
Hong Kong, Singapur ve Tayvan üzerine, 1955 ve 1982 yılları arası dönem ile ilgili
olarak gerçekleştirmiş olduğu nedensellik ve korelasyon incelemelerinde, ihracat ve
ekonomik büyüme arasında pozitif bir korelasyon ilişkisi bulunduğu sonucunu elde
etmiştir. Ancak, yapılmış olan nedensellik testlerinde G. Kore dışındaki ülkeler için
ekonomik büyüme performansı açısından İDBS'nin başarılı olduğu söylemleri
reddedilmektedir. Çalışmaya göre; bu ülkelerdeki büyüme performansının
açıklanmasında ihracat performansı tek başına yetersiz kalmaktadır.
Chow (1987), gelişmekte olan ülkeler içinde en başarılı İDBS uygulayıcısı
olarak kabul edilen sekiz ülkeyi (Arjantin, Brezilya, Hong Kong, İsrail, Kore, Meksika,
Singapur ve Tayvan) konu alan çalışmasında Sims Granger nedensellik testleri
yöntemiyle yapmış olduğu incelemede sekiz ülkeden iki tanesi dışındaki altı ülkede
(Brezilya, Hong Kong, İsrail, Kore, Singapur ve Tayvan) ihracat ve büyüme arasında
karşılıklı bir nedensellik ilişkisini saptamışken, Meksika'da büyümeden ihracata doğru
bir nedensellik saptamış, Arjantin içinse bir nedensellik ilişkisi saptayamamıştır.
Sharma, Norris & Cheung (1991), dönemin beş gelişmiş ülkesine (Batı
Almanya, Japonya, ABD, Birleşik Krallık (United Kingdom) ve İtalya) ait 1960 ve
1987 arası çeyreklik reel GSMH, reel ihracat, işgücü ve reel sermaye verileri yardımıyla
yapmış oldukları dört değişkenli Granger Olasılık Rasyo Testi (Granger Likelihood
Ratio Test) ve Varyans Analiz Testleri sonucunda, çalışmaya konu olan ülkelerde
94
büyümenin ihracat performansına bağlı olduğuna dair bulguların çok zayıf oldukları
sonucuna varmışlardır. Çalışmada, Batı Almanya ve Japonya'ya ait incelemeler İDBS'ni
desteklerken, Birleşik Krallık ve ABD'de büyümenin ihracatı yönlendirdiği ortaya
çıkmış, İtalya'da ise iki değişken arasında herhangi bir ilişkinin varlığına dair kanıt
bulunamamıştır.
Karunaratne (1997), Avustralya'ya ait, 1971 ve 1992 yılları arası çeyreklik, kişi
başına düşen reel GSYİH, ihracat, OECD Sanayi Üretim Endeksi (OECD Industrial
Production Index), reel döviz kuru endeksi, ticaret hadleri endeksi ve teknolojik yenilik
değişkenleri ile yapmış olduğu Varyans Analiz Testleri sonucunda, Avustralya’da
ihracat ve büyüme arasında iki yönlü bir nedensellik ilişkisinin varlığına yönelik
sonuçlar elde edilmiştir.
Diğer bir çalışmada Shan & Sun (1998), Avustralya'da ihracat artışına neden
olanın büyüme artışları olduğu sonucuna varmışlardır. Çalışmada; çeyreklik imalat
sanayi çıktı düzeyi, imalat sanayi ihracat miktarı, işgücü miktarı, reel ithalat ve reel
sabit sermaye harcamaları ile beş değişkenli Granger Wald Testi uygulaması
yapılmıştır.
Zaman serisi verileri yardımıyla dışa açıklık ve ekonomik büyüme arasındaki
ilişkinin incelendiği bir diğer önemli çalışma da; Sinha & Sinha (1999)'nın çalışması
olarak gösterilmektedir. Çalışmada 16 Latin Amerika ülkesine ait verilerle yapılmış
olunan incelemede, 15 Latin Amerika ülkesinde dışa açıklığın ekonomik büyüme ile
pozitif ve yakından ilişkisi olduğu tespit edilmiştir.
Bahmani-Oskooee & Niroomand (1999), 22 farklı ülkenin ele alındığı ve dışa
açıklık ile büyüme performansı arasındaki ilişkinin incelendiği bir Johansen-Juselius
kointegrasyon uygulaması gerçekleştirmiş, çalışmanın sonucunda 22 ülkeden 19'unda
dışa açıklık ile ekonomik büyüme arasında uzun dönemli ve pozitif bir ilişki olduğunu
ortaya koymuştur.
Greenaway, Morgan & Wright (2002), Başlangıç gelir düzeyi, yatırım oranları,
dış ticaret hadleri ve nüfus oranı değişkenlerinin incelendiği bir panel çalışma
gerçekleştirmiştir. Çalışmalarının bir sonucu olarak; gelişmekte olan ülkeler bazında
liberalizasyon ve dışa açıklığın sağlanması, kişi başına düşen GSYİH artışında etkilidir.
95
Ancak çalışmanın sonuçları; dışa açıklığın liberalizasyon yanlılarının söylemlerindeki
kadar güçlü bir büyüme artışına neden olamadığını göstermektedir.
Yakın tarihli bir çalışma olan Awokuse (2005) de, Japonya'ya ait, 1960 ve 1991
yılları arasındaki işgücü verimliliği, reel ihracat, reel dış ticaret hadleri, gayri safi
sermaye oluşumu ve yurtdışı çıktı şokları verileri ile gerçekleştirmiş olduğu Granger
nedensellik testleri, varyans analiz testleri ve yönlü çevrimsiz çizge (directed acyclic
graphs) incelemeleri doğrultusunda, Japonya'da verimlilik ve ihracat arasında iki yönlü
bir nedensellik ilişkisi olduğu kanaatine varmıştır. Ayrıca, modeldeki ihracat dışında
kalan diğer değişkenler de verimlilikteki değişimlerin bazılarını tamamen
açıklayabilmektedir.
Doğrudan dış ticaret ve iktisadi büyüme arasındaki ilişkinin incelendiği bu tip
çalışmaların yanında, dolaylı yollardan dış ticaret ve iktisadi büyüme arasındaki
ilişkileri yorumlayan çalışmalar da mevcuttur. Bu çalışmalara örnek olarak; Feder
(1982), ve İBY'nın da önemli çalışmaları olarak sayılan; Grossman & Helpman (1989)
ve Romer & Rivera-Batiz (1991) örnek gösterilebilir.
Feder (1982), 32 gelişmekte olan ülkeyi baz alarak yapmış olduğu çalışmasında,
ihracat artışının büyüme üzerinde etkili olduğu sonucuna varmıştır. Çalışmada ekonomi,
ihraç ve ihraç dışı sektörler olmak üzere iki ana sektöre ayrılmıştır. İki sektörde de
üretim işgücü ve sermaye ile yapılmaktadır. Feder, çalışmasında ihraç sektöründeki
dışsallıkların, ihraç dışı sektörlerde, yönetimsel kabiliyetlerde artışlar, farklı üretim
tekniklerinin ortaya çıkışı ve çevresel faktörlerin iyileştirilmesi gibi pozitif dışsallıklara
neden olduğu sonucuna da varmıştır. Çalışmada, ihracatın dolaylı yollardan da
ekonomik büyümede artışlara neden olacağı belirtilmektedir.
İBY literatüründeki önemli çalışmalardan birisi; Grossman & Helpman'ın
çalışmamızın içsel büyüme yaklaşımlarına değindiğimiz kısmında da yer alan 1989
yılında yapmış oldukları “Product Development and International Trade” adlı
çalışmadır. Grossman ve Helpman bu çalışmasında üç temel üretim faaliyeti (geleneksel
ürün, modern sanayi ürünü ve AR-GE çalışmaları) çerçevesinde, çok ülkeli, dinamik bir
genel denge modeli çerçevesinde, az gelişmiş ülkelerin dış ticaretlerini serbestleştirmek
yoluyla, teknoloji transferini sağlayabilecekleri ve bu yolla da dünya bilgi stoğuna
96
erişebilecekleri sonucuna varmışlardır. Bunun bir neticesi olarak da, zamanla dünya
ticareti gelişecek ve gelişmekte olan ülkeler ticari serbestleşmeden maksimum faydayı
sağlamış olacaklardır. Çalışma bu yönden İDBS'ni desteklemektedir.
Romer & Rivera-Batiz (1991), bilginin yayılması ile ilgili kurmuş oldukları
modellemeler aracılığı ile yaptıkları incelemelerde, ara mal ve sermaye malı alımlarının,
bilginin transfer edilme şekillerinden birisi olduğunu belirtmektedirler. Buradan yola
çıkarak, çalışmada uluslararası ticaretin bilginin yayılması açısından büyük öneme sahip
olduğu sonucuna varılmaktadır. Ticarete konu olan ara mal ve sermaye mallarında
içerilmiş olarak bulunan bilginin yayılması ve edinilmesi, verimlilik artışlarına neden
olmaktadır. Bu doğrultuda dış ticaretin, verimlilik artışlarının sağlanmasında rol
oynadığı belirtilmektedir.
İBY'nın dışa açıklık ve iktisadi büyüme arasındaki ilişkiye yaklaşımı temel
olarak üç ana noktada ifade edilebilmektedir;98
-Uluslararası mal ve sermaye akışı bilginin de uluslararası düzeyde
yayılmasına yardımcı olmaktadır. Uluslararası düzeyde yayılan bilgi, verimlilik
artışlarını ve iktisadi büyüme oranlarını uyarmaktadır.
-Uluslararası ticaret, ölçek ekonomilerinin yaratılması yoluyla da ülke
ekonomilerinin iktisadi büyümelerini olumlu etkilemektedir.
-Bu iki ana nedenden ötürü, İBY'nda genel olarak ticaret artışlarının bilgi
stoğuna ulaşmak için önemli olduğuna vurgu yapılmaktadır. Aynı zamanda, ticaret
yoluyla elde edilen bilginin verimli bir şekilde kullanılması için bilgiyi alan ülkedeki
durumun da, bu bilginin etkin bir şekilde alınabilmesi ve verimli bir şekilde
kullanılabilmesi için çok önemli olduğu belirtilmektedir (Rivera-Batiz, 1996:32-34)
-Bununla birlikte, dış ticaret, ülkelerin kendilerinde bol miktarda olan üretim
faktörüne göre uzmanlaşmasını sağlamaktadır. Bu doğrultuda, eğer bir ülkede beşeri
sermaye miktarı diğer ülkelere göre karşılaştırmalı olarak daha düşükse, bu ülke beşeri
sermayenin daha az kullanıldığı alanlarda uzmanlaşmaya gidecektir. Bu durumda,
uluslararası ticarete açılmak bu gibi ülkelerde beşeri sermaye artışını engelleyici ve
gelişimi yavaşlatıcı bir etkide de bulunabilmektedir.
98 Romer & Rivera-Batiz (1991), Grossman & Helpman (1989), Lucas (1988). 97
İDBS ile ilgili olarak yapılan çalışmalar ışığında, ihracatın ülkelerin iktisadi
büyümeleri açısından fayda sağladığı ve etkili olduğu noktalar şu şekilde özetlenebilir
(Medina-Smith, 2001:4);
-Genel kapasite artışları,
-Ölçek ekonomilerinin oluşturulabilmesi,
-Teknolojik ilerleme,
-İstihdam ve işgücü verimliliğinde artış,
-İktisadi açıdan kaynakların etkin dağılımının sağlanması,
-Ülkelerin döviz ihtiyacının, ihracat yoluyla giderilmesi ve ödemeler
dengesindeki baskının azaltılması,
-Yurtdışından yatırımların şevklendirilmesi,
-Toplam faktör verimliliğinin arttırılması,
-Bunların bir sonucu olarak; ülkelerde refah artışının sağlanması.
Çalışmamızın bu bölümünde, çok geniş bir çerçevede ele alınabilecek ve çok
sayıda çalışmayı içeren ticaret ve iktisadi büyüme ilişkisine yönelik çalışmalardan bir
kısmına kısaca değinilmeye çalışılmıştır.99 Ayrıca, çalışmamızda ticaret ve büyüme
arasındaki ilişkiye dair çalışmaların, günümüz ekonomi politikalarının oluşturulmasında
da ne denli önemli bir etkisi olduğu daha önce ifade edilmiştir. Ancak, bu denli geniş bir
literatürü oluşturan ve sonuçlarının ekonomi politikalarının belirlenmesinde kilit rol
oynadığı bu ekonomik çalışmalara gelen eleştiriler de en az çalışmalar kadar ilgi
uyandırıcıdır. Bu tür çalışmalara getirilen en önemli eleştirilerden birisi; Rodrik &
Rodriguez (1999)'den gelmiştir. İhracat artışları (ticari açıklık) ve iktisadi büyüme
arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğuna dair sonuçlara ulaşılmış olunan önemli
çalışmalardan; Dollar (1992), Sachs & Warner (1995), Ben-David (1993) ve Edwards
(1997)'ın incelenmiş olduğu çalışmalarında Rodrik & Rodriguez, dış ticaret ve iktisadi
büyüme arasındaki ilişkinin makroekonometrik çalışmalarda ortaya konulandan çok
daha karmaşık bir yapıya sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Dışa açıklık,
makroekonomik politika uygulamaları, döviz rejimleri ve bu değişkenlerin ekonomik
büyüme ve verimlilik üzerindeki etkileri ekonometrik anlamda belirlenmesi zor ilişkileri
99 İDBS ile ilgili çalışmalardan oluşturulmuş daha detaylı bir liste için bkz. EK3. 98
içermektedirler (Erk, Ateş ve Direkçi:1-2). Çalışmaya göre; ticaret politikaları ile ticaret
hacimlerinin etkilenebileceği belirtilmekte, ancak ihracat artışlarının iktisadi büyüme
artışlarına neden olacağına dair güçlü bir neden bulunmadığı ifade edilmektedir
(Şimşek, 2003:44).
Neticede çalışmada, İDBS'ni destekleyen literatürün iddia ettikleri ve Rodrik &
Rodriguez'in ulaştığı sonuçlar arasında çok büyük bir uçurum olduğu sonucuna
varılmaktadır (Rodrik, 2000:29). Çalışmada özellikle de geniş örneklem havuzuna
sahip, yatay kesit çalışmaları ile ilgili olarak getirilen eleştiriler şu şekilde
özetlenebilir;100
-İDBS'ni destekleyen birçok çalışma birbirini tamamlayıcı niteliktedir ve
genellikle çok ülkeli, kümülatif çalışmalardır. Bu çalışmaların sonuçlarının, çalışmaya
konu olan ya da olmayan ülkelerin her biri için ayrı ayrı geçerli olmama riski mevcuttur.
-İncelenen İDBS'ni destekleyici çalışmalarda kullanılmış olunan dışa açıklık ile
ilgili göstergeler ticari engellerin seviyeleri açısından hayli problemli gözükmektedirler
ve kötü ekonomik performansa neden olan diğer etmenlerle de yüksek oranlı bir
korelasyon ilişkisi içindedirler.101
-Diğer yandan, bahsi geçen çalışmalarda İDBS'ne yönelik çıkarımların
yapıldığı inceleme sonuçları genellikle anlamlılık derecesi açısından çok zayıftır.
Anlamlılık düzeyi açısından bu denli zayıf çalışmalar, İDBS ile ilgili sağlam
çıkarımların yapılması ve bir fikir birliği oluşturulabilmesi (Washington Uzlaşısı gibi)
için yetersizdir.
-Çalışmaların kullandıkları veri setleri de problemli gözükmektedir.
Rodrik & Rodriguez (1999)'in değinmediği bir diğer eleştiri konusu da;
modellemelerin gerçekliği ve hassasiyeti ile ilgilidir. Ekonometrik modellerin kullanımı
iktisat politikalarının oluşturulmasında önemli bir işlev üstlenebilir. Ancak; modele
dayalı analizler belirli varsayımları ve modellerin kendilerine has özelliklerini de
içlerinde barındırmaktadırlar. Bu nedenlerden ötürü, modellemelerin sonuçları da,
etkileri de genel yapılarında ya da temel varsayımlarındaki ufak değişikliklerden dahi
etkilenebilmekte ve bu yönde değişiklik gösterebilmektedirler. Modellere konu olan
100 Rodrik (2000), Rodrik & Rodriguez (1999).101 Çalışmada, Sachs & Warner (1995) özellikle bu konu ile ilgili olarak derinden eleştirilmektedir.
99
ülkelerin gerçeklerinin ne denli modellerde ve modellerin varsayımlarında yer
bulabildikleri hayati önem taşımaktadır. Ayrıca, küreselleşen dünya ile birlikte ekonomi
politikaları ve sonuçlarının belirlenmesi ve öngörülmesi daha zor bir hal almıştır
(Ercan,2002:136). Sheehey (1990) de, yapılan ekonomik çalışmalara ve elde edilen
bulgulara göre ekonomi politikalarının hazırlanıp hazırlanmaması konusunda
politikacıları uyarmaktadır. Çünkü Sheehey, EKKY ile yapmış olduğu çalışmasında,
İDBS ve GSYİH ya da GSMG arasındaki pozitif ilişkinin ispatlandığı testlerin, GSYİH
ve GSMG'in diğer bütün bileşenleri için de aynı sonuçları verdiğini göstermektedir. Bu
doğrultuda yazara göre, yapılan testler ve sonuçları, ekonomi politikalarının İDBS mi,
yoksa İİDBS ışığında mı yapılması gerektiğine dair yeterli desteği sağlamaktan
uzaktır.102
Harrison (1996) da, ortaya koydukları açısından önemli bir çalışmadır.
Çalışmada, dışa açıklık ve iktisadi büyüme arasındaki ilişki incelenirken, yedi farklı
dışa açıklık göstergesi kullanılmıştır ve yatay kesit uygulaması gerçekleştirilmiştir.
Çalışmada, incelenen periyoda ait ortalama değerler doğrudan kullanıldığında, yedi
açıklık göstergesinden sadece birinin iktisadi büyüme performansına pozitif bir katkısı
olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Ancak, veriler beş yıllık toplamlarının ortalamaları
dikkate alınarak kullanıldığında ise, yedi dışa açıklık göstergesinden altısının iktisadi
büyüme performansına pozitif katkı yaptığı sonucuna ulaşılmaktadır. Bu yüksek oranlı
farklılık, ekonometrik çalışmaların sonuçlarının, seçilen periyoda ve kullanılan veri
setine ne derece hassas bir şekilde bağlı olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Diğer bir çalışmada, Levine & Renelt (1992), büyüme ile yüksek şekilde
korelasyon ilişkilerinin olduğu, ticari açıklık, makro istikrar, düşük oranlı devlet
harcamaları ve sağlam bir hukuk sitemi politikalarının kendi aralarında da yüksek
korelasyon ilişkilerinin olduğu sonucuna varmışlardır. Bütün bu değişkenlerin bir
regresyon analizinde kullanılması, değişkenlerle ilgili farklı politikaların etkilerinin
ayrıştırılmasında çok büyük güçlüklere neden olmaktadır.103
Nedensellik testleri aracılığı ile İDBS'ni inceleyen Konya (2004) da, çalışması
sonucunda ilginç sonuçlara ulaşmıştır. İhracat ve büyüme arasında nedensellik ilişkisini
102 Sheehey (1990)'dan aktaran; Bahmani-Oskooee & Niroomand (1999:557).103 Levine & Renelt (1992)'den aktaran; Dollar & Kraay (2004:25).
100
incelemiş olan Konya, aynı veri setini ve aynı metodu kullanarak, dört farklı durum
incelemesi yapmıştır. Verilerin birinci farklarının alınıp alınmamış olmasına ve
aralarında eşbütünleşik olup olmamalarına bağlı olan dört farklı durumda, çok farklı
sonuçlar gözlemlenmiştir. Çalışmada, birebir aynı veri setleri ile yapılmış olunan
inceleme sonuçları; veri setlerinin nasıl kullanıldığına bağlı olarak çalışmaların
sonuçlarının ne derece değişebildiğine dair bize ipuçları vermektedir.104
Neticede; uluslararası ticaret ve dışa açıklığın iktisadi büyüme üzerinde etkili
olduğu konusunda genel bir fikir birliği olduğu aşikârdır. Ancak, bu ilişki içeriksel
olarak çok değişken ve karmaşık bir yapıya sahiptir. İDBS'ni geniş ölçüde destekleyen
makroekonometrik yatay kesit çalışmaların hemen hemen hepsinde eleştiri
getirilebilecek olgular mevcuttur. Bununla birlikte, nedensellik testleri ve zaman serileri
ile gerçekleştirilen çalışmalarda sonuçlar çok değişken ve kesin bir fikir birliğini
oluşturabilmek için gerekli olan desteğin sağlanabilmesi açısından yetersizdir. Ayrıca,
şu ayrıntı da unutulmamalıdır ki; modellemeler ile elde edilen bulgular öngörülerin
artması için gerekli olan altyapının sağlanmasında kilit role sahiptir, doğrudan ülkelerin
genel kalkınma stratejilerinin oluşturulması için yeterli değildir.
Çalışmamızın kalan kısmında amaçlanan; yaklaşık son elli yılın iktisat
politikalarına damgasını vuran ve neoliberal anlayışın ve neoklasik iktisadi yaklaşımın
modelleme ve neden-sonuç ilişkisine bağlı tümdengelimci ve soyut yapıdaki
çalışmalarından gücünü alan İDBS'nin, neleri değiştirdiğini ve nelere katkıda
bulunduğunu, özellikle 1970'li yıllardan itibaren kalkınma iktisadının bir uğraşı alanı
olarak gözden düşmesi ile birlikte, yöntem olarak fazla kullanılmayan, somut ve
tümevarımcı nitelikteki tarihsel yaklaşımdan yararlanarak ele almaktır.
Tarihsel yaklaşımın en önemli temsilciliği; 19. yüzyılın ortalarından itibaren
İngiltere'de gelişen klasik ve neoklasik iktisadi yaklaşımların getirmiş olduğu anlayışa
bir karşı tepki olarak doğan Alman Tarihselci Okul105 tarafından yapılmaktadır. Tarihsel
yaklaşım temel olarak; iktisadi yasaların ve kurumların birbirlerinden göreli olarak
104 Konya (2004)'nın elde etmiş olduğu sonuçlar için Bkz. EK4.105 Alman Tarihselci Okulun önemli temsilcileri olarak; Roscher, Hildebrand, Knies, Engel, Brentano, Weber, Schmoller ve Sombart gösterilmektedir (Chang, 2002:22-23, Savaş, 2000: 489-510). Ayrıca, List, Kuznets, Lewis ve Rostow gibi önemli kalkınma iktisatçıları da çalışmalarında metodolojik açıdan tarihsel yaklaşımı kullanmışlardır (Chang, 2002:22-26).
101
farklı olduğunu ve iktisat teorisinin, insan davranışlarının belirlenmesinde önemli rolü
olan toplumsal bilimlerin de temeline inmesi gerektiğini savunmaktadır. Getirilen
eleştiriler göz önüne alındığında, tarihsel yaklaşımın temellerinin, klasik teoriye daha
sonra tarihsel okul tarafından da sahiplenilecek çeşitli eleştiriler getirmiş olan bazı
İngiliz iktisatçılar tarafından atıldığı kabul edilmektedir (Savaş,2000:490).106 Ayrıca, 19.
yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl başlarındaki birçok Amerikan iktisatçısı, Alman Tarihsel
Okulundan etkilenmiştir ve bu durum dönemin ABD iktisat politikalarının oluşumunu
da derinden etkilemiştir.107 Bu bağlamda tarihsel okul, özellikle de İkinci Dünya Savaşı
sonrası kalkınma iktisadının oluşmasında ve 20. yüzyılın önemli iktisatçılarının fikri
altyapılarının gelişmesinde son derece etkili olmuştur.
3.2. GÜNÜMÜZÜN GELİŞMİŞ ÜLKELERİ (GGÜ) NASIL GELİŞTİ?
3.2.1. GELİŞMİŞ ÜLKELERE DAİR GÜNÜMÜZDEKİ GENEL
YORUM
Kalkınma uğraşısı ve kalkınma ana hedefi doğrultusunda hayata geçirilen
büyüme stratejilerinin temelinde, gelişmiş olana yaklaşma ve gelişmiş olma durumuna
geçiş hedefleri yer almaktadır. Bu doğrultuda; gelişmekte olan ülkelere önerilen
ekonomi politikaları da, GGÜ'nin gelişme evrelerinde izlemiş oldukları yolu temel
alarak oluşturulmaktadır.
Bu ülkelerin nasıl geliştiğini, günümüzün yaklaşımları genel platformda şu
şekilde yorumlamaktadır; ticaret (ihracat) iktisadi büyümenin motorudur ve GGÜ,
gelişme süreçlerinde bu motorun işlevselliğini geliştirmeleri (dışa açılma) neticesinde
günümüzdeki durumlarına erişmişlerdir.108 Bu motorun işlevselliğinin nasıl
geliştirildiğine dair de birçok açıklama getirilmektedir; Krugman (1995:328), dünya
ticaretindeki artışın nedenlerinin, çoğu araştırmacı tarafından; taşıma ve haberleşme
maliyetlerinin düşmesini sağlayan teknolojik ilerlemeler sonucu, ülkelerin iktisadi
entegrasyona katılımındaki artışlara bağlandığını belirtmektedir. Buna alternatif olarak,
ticaretin önündeki politik engellerin kalkması ile birlikte, farklı piyasaların bir araya
gelmesi ve fiyat farklılıklarının ortadan kalkması da diğer bir neden olarak
106 Bu eleştirileri getiren İngiliz iktisatçılar ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Savaş (2000:491-499).107 Balabkins (1988)'den aktaran; Chang (2003:23-24).108 Bahmani & Niroomand (1999:557), Todaro & Smith (2003:78), Shafaeddin (2005:26).
102
gösterilmektedir (O'Rourke & Williamson, 2002:1). Aynı zamanda, yüksek oranlı gelir
artışlarının, ticaret artışlarına neden olduğuna dair açıklamalar da yapılmaktadır.109
Günümüzde şiddetle önerilen İDBS'nin öncü temsilcileri olarak gösterilen
GGÜ'nin elde etmiş oldukları başarıların daha iyi bir şekilde anlaşılabilmesi adına,
çalışmamızın bu bölümünde; öncelikle gelişmiş ülkelerin, gelişmelerinin ilk evrelerinde
izlemiş oldukları yol ele alınmaya çalışılacaktır. Uluslararası birleşmeler, kuruluşlar ve
örgütler tarafından yapılan gelişmişlik değerlendirmelerinde genel itibariyle gelişmiş
ülke olarak gösterilen en önemli ve en erken gelişmişlik düzeyine ulaşmış ülkeler; G7
ülkeleri110 olarak gösterilmektedir. G7 ülkeleri içinde, 19. ve 20. yüzyıl boyunca ortaya
çıkan kompozisyon, özellikle üç ülkenin ismini birer başarı abidesi olarak ön plana
çıkarmaktadır. Bu ülkeler; İngiltere, ABD ve Japonya'dır. Çalışmamızda da gelişmiş
ülke deneyimlerine dair incelemelerimizde, özellikle de 19. ve 20. yüzyılda çoğu açıdan
lider ülke olabilme konumuna yükselebilmiş bu üç büyük ekonominin gelişim
süreçlerinin ilk evreleri temel olarak ele alınacaktır. Çalışmamızın bu bölümünde, ana
inceleme konusu olarak bu üç büyük ekonomi ile ilgili incelemeler yapılmaya
çalışılırken, karşılaştırmalı incelemeler çerçevesinde diğer gelişmiş ülkelerin tarihsel
gelişim süreçleri hakkında da ipuçları verebilmek hedeflenmektedir. Bu doğrultuda,
incelememize kapitalist sistemin kurumsallaştığı ilk yer olan İngiltere'den başlamak
yerinde olacaktır.
3.2.2. GEÇMİŞİN GÖLGESİNDE GÜNÜMÜZÜN GELİŞMİŞ
ÜLKELERİ
3.2.2.1. İNGİLTERE (BÜYÜK BRİTANYA-BİRLEŞİK KRALLIK)
Dünya tarihi, birçok büyük ülkenin ve hükümdarın, birçok önemli başarısını
içermektedir. Roma İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu, dönemlerinin önemli
imparatorluklarıdır ve fetih yoluyla elde ettikleri yerlerde kurmuş oldukları ekonomik
ve sosyal sistemler, kendilerinden sonra kurulmuş olan birçok devletin örnek aldıkları
sistemler olmuşlardır. Ancak, tarihteki hiçbir devlet, İngiltere'nin 19. yüzyılda kapitalist
devrim ile gelmiş olduğu uluslararası hükümranlık mertebesine ulaşamamıştır. Aynı 109 Baier & Bergstrand (2001)'dan aktaran O'Rourke & Williamson (2002:1)110 İngiltere, İtalya, ABD, Kanada, Fransa, Almanya ve Japonya. IMF'nin yapmış olduğu Başlıca Gelişmiş Ülkeler (Major Advanced Economies) listesi de G-7 ülkelerinden oluşmaktadır; http://www.imf.org/external/pubs/ft/weo/2008/02/weodata/groups.htm#ae (Erişim: 02.02.09)
103
zamanda, İngiltere'nin kendi çıkarları doğrultusunda geliştirmiş olduğu bu yeni dünya
düzeni, tarihteki ilk ciddi küreselleşme hareketi olarak da algılanmaktadır (DPT,
2000a:50).
İngiltere'nin evrensel düzeyde gelmiş olduğu konum ve yakalamış olduğu
başarı büyük oranda, 18. yüzyılda başlayan sanayi devriminin ve 19. yüzyılın ortalarına
doğru sanayi devriminin bir uzantısı olarak hayata geçirilmiş olunan serbestlik (laissez
faire) uygulamalarının bir sonucu olarak algılanmaktadır.111 Genel görüşe göre; sanayi
devrimi ile birlikte, teknolojide ve faktör verimliliğinde ilerlemeler hızlanmış, liberal
düşüncenin filizlenmesine, sosyal, siyasi ve iktisadi alanlarda yerleşmesine olanak
oluşturacak değişimlerin ilk adımı atılmıştır. Dış ticaretin gelişmesine ve sermaye
birikiminin artmasına neden olan bu süreç daha sonra, Batı Avrupa ve ABD'yi de içine
alacak şekilde genişlemiştir (Maillet, 1983:142).
Kısaca belirtmiş olduğumuz, İngiltere'nin gelişme evrelerinin ilk dönemlerine
ait genel görüş, tarihsel perspektiften bakıldığında çok da gerçekçi görülmemektedir.
İngiltere, gelişiminin başlangıç evrelerini, GGOÜ'ne göre çok daha farklı koşullarda
geçirmiştir. Bununla birlikte, İngiltere'nin gelişmiş bir ülke haline dönüşme sürecinin
başlangıcının, 18. yüzyıl ortalarındaki sanayi devrimi ve 19. yüzyıl ortalarındaki
liberalleşme deneyiminin öncelerine dayandığına dair birçok işaret vardır. Tablo 3.1,
Tablo 3.2 ve Tablo 3.3'den İngiltere'nin 19. yüzyıldan önceki dönemde de diğer
ülkelerden farklı bir kimliğe bürünmeye başladığı anlaşılmaktadır.
Tablo 3.1. Avrupa'da Kişi Başına Yıllık GSYİH Seviyeleri (İngiltere,
1820=100, 1300-1850)
ÜLKE 1300 1400 1500 1570 1650 1700 1750 1800 1820 1850
İNGİLTERE 48 64 66 66 76 84 89 99 100 128
HOLLANDA 78 78 96 87 94 87 89 111
BELÇİKA 42 49 54 57 62 64
İSVEÇ 47 52 58 58
İTALYA 80 71 67 66 63 58 62 55 54 60
İSPANYA 33 35 32 31 31 38
RUSYA 22 35 57 33 KAYNAK: Broadberry, Ghosal & Proto (2008:32)
111 Temin (1997), Shafaeddin (1998), Williamson, J.G. (2002). 104
Tablo 3.1'de; İngiltere'nin kişi başına GSYİH seviyesi açısından da
Merkantilist dönemin lider ülkesi olan Hollanda'yı 1700'lü yılların başında yakaladığı,
1800'lü yılların başında ise geride bıraktığı görülmektedir. 1500'lü yıllarda İngiltere'nin
kişi başına düşen GSYİH miktarı Hollanda'dakinin yaklaşık %85'i civarındayken, Bu
oran 1700'lü yılların başında %96'ya kadar çıkmıştır. Bu durumda, İngiltere 1500 ile
1700 yılları arasında Hollanda’ya yaklaşma eğilimi göstermiştir.
Tablo 3.2. 1500-1820 Yılları Arasında, Ülkelerde Lider Şehirler Bazında,
İnşaat Sektöründe Çalışan Reel Nitelikli ve Niteliksiz İşgücü Maaşları (gün başına
alınan gümüş miktarı (gram)/sabit fiyat endeksi, Strazburg, 1700-50:1,0)
ÜLKENiteliksiz İşgücü Maaşları Nitelikli İşgücü Maaşları
1500 1570 1650 1700 1750 1820 1500 1570 1650 1700 1750 1820
İNGİLTERE 7,9 6,5 6,7 8,0 8,1 7,2 12,6 9,9 10,0 10,4 11,9 12,1
HOLLANDA 7,8 4,7 6,3 7,8 7,6 6,2 11,4 7,8 9,2 10,1 10,0 8,2
BELÇİKA 7,6 6,3 6,0 6,3 6,8 5,4 12,2 10,8 10,0 10,5 11,3 12,2
İTALYA 4,9 4,5 3,9 3,4 3,1 2,2 9,0 8,9 7,9 6,4 6,0 4,4
İSPANYA 6,3 4,3 3,4 4,2 3,7 4,6 10,0 8,3 8,5 9,4 7,4 8,8
POLONYA 4,9 5,4 5,2 4,5 4,4 5,4 9,7 10,7 6,0 6,6 8,0 10,5
OSMANLI 4,7 3,2 3,9 4,4 3,7 5,0 8,0 5,6 6,0 7,1 6,6 9,4 KAYNAK: Pamuk (2007b:17)
Tablo 3.2'de yer alan 1500-1820 yılları arasında ülkelerin lider şehirlerinde
inşaat sektöründe çalışan nitelikli ve niteliksiz işgücü için verilen reel maaşların bilgileri
yer almaktadır. Bu döneme ait reel maaş seviyeleri o döneme ait kişi başına düşen
GSYİH verilerinden çok daha kaliteli veriler oldukları için, bize aynı dönemde
ülkelerdeki gelir farklılıklarının anlaşılması adına kişi başına düşen GSYİH seviyeleri
bilgilerinden çok daha sağlıklı bilgiler vermektedirler (Pamuk, 2007b:2). Tablo 3.2'den
de görüldüğü üzere İngiltere, niteliksiz işgücü maaşları açısından 1500-1820 yılları
arasında hep lider ülke olmuştur. Bunun yanında nitelikli işgücü için verilen maaşlarda
da aynı dönem için seviye bakımından hep ilk iki ülkeden biri olduğu görülmektedir.
105
Tablo 3.3. Avrupa'da Tarımsal Faaliyetlerde Kullanılan İşgücü Miktarının
Toplam İşgücü Miktarı İçindeki Payı (%) (1300-1800)
DÖNEM İNGİLTERE HOLLANDA İTALYA FRANSA POLONYA
1300 76,4 - 63,4 - -
1400 73,6 - 60,9 71,4 76,4
1500 72,8 56,8 62,3 73 75,3
1600 68,9 48,7 60,4 67,8 67,4
1700 55 41,6 58,8 63,2 63,2
1750 45 42,1 58,9 61,1 59,3
1800 35,5 40,7 57,8 59,2 56,2 KAYNAK: Broadberry, Ghosal & Proto (2008:29)
Tablo 3.3 bize 1300 ve 1800 yılları arasındaki dönemde beş ayrı Avrupa Ülkesi
için faaliyetlere göre işgücü dağılımına ait bilgiler vermektedir. 1300 ile 1600'lü yıllar
arasındaki dönemde İngiltere'de tarımsal faaliyetlerde kullanılan işgücü miktarı yaklaşık
%10 azalmışken, 1600-1800 arası dönemde yaklaşık olarak %48 oranında azalmıştır,
1300-1800 arası dönemde ise toplamda yaklaşık %54 oranında bir azalma
görülmektedir. Bu oran aynı dönem için İtalya'da %9, 1400-1800 yılları arası dönem
için Fransa'da %17 ve Polonya'da %26'dır, 1500-1800 yılları arası dönemde ise
Hollanda'da %28 oranında bir azalma görülmektedir.
Yukarıdaki değerlendirmelerden de anlaşılacağı üzere; İngiltere özellikle de
1600'lü yıllardan itibaren gerek gelir düzeyleri, gerekse de işgücü dağılımının,
faaliyetler açısından kompozisyonu bakımından diğer Avrupa ve Dünya ülkelerine
nazaran farklılaşmaya başlamıştır.112 Bu doğrultuda, İngiltere'nin iktisadi gelişim
sürecindeki asıl değişimin sanayi devrimi ve ticari serbestleşme söylemlerinin öncesine
dayandığı yorumu yapılabilmektedir. Bununla birlikte, İngiltere'nin diğer ülkelerden
ıraksama sürecinde en önemli atağını gerçekleştirdiği 18. yüzyıl ortaları ve sonrası
dönemde de, günümüzdeki gelişmekte olan ülkelere göre daha farklı koşullara sahip
olduğu, bazı durumlarda ise GGOÜ'nin çoğunda kullanımına izin verilmeyen farklı
yollardan istifade ettiği görülmektedir. Önemli bir gelişmişlik göstergesi olarak; 112 List (1856) de bu durumu destekler bir biçimde, İngiltere'deki sanayileşme sürecinin başlangıcının aslında sanayi devriminden çok daha önceki zamanlara denk geldiğini belirtmektedir. List, erken dönemlerde 1. Elizabeth (1553-1603) zamanında hayata geçirilen ticaret kısıtlamalarının, 1. James (1603-1625) ve 1. Charles (1625-1649) tarafından da sürdürüldüğünü belirtmektedir. List'e göre, İngiltere'de sanayi devriminden önce (korumacı politikalar aracılığı ile) zaten sağlam bir sanayi gelişim süreci yaşanmıştır (Shafaeddin, 1998:3).
106
şehirleşme oranları, İngiltere'nin gelişiminin ilk evrelerini gerçekleştirdiği dönem için
Tablo 3.4'de belirli Avrupa Ülkeleri ve Çin temel alınarak sunulmuştur.
Tablo 3.4. Avrupa'da Şehir Nüfusunun Toplam Nüfus İçindeki Payı (%)
ÜLKE/BÖLGE 1500 1600 1700 1800 1850
ALMANYA 3,2 4,1 4,8 5,5 10,8
AVUSTURYA 1,7 2,1 3,9 5,2 6,7
BELÇİKA 21,1 18,8 24,3 18,9 20,5
FRANSA 4,2 5,9 9,2 8,8 14,5
HOLLANDA 15,8 24,3 33,6 28,8 29,5
İNGİLTERE 3,1 5,8 13,3 20,3 40,8
İSPANYA 6,1 11,4 9 11,1 17,3
İTALYA 12,4 15,1 13,2 14,6 20,3
POLONYA 0 0,4 0,5 2,4 9,3
AVRUPA(GENEL) 5,6 7,6 9,2 10 16,7
ÇİN (GENEL) 4,9 4,9 6 - 3,8 KAYNAK: Broadberry & Gupta (2003:32)
Tablo 3.4 bize, İngiltere'nin şehirleşme açısından diğer Avrupa Ülkelerini
yakalama sürecinin genel beklentiye uygun bir şekilde 18. yüzyıldan itibaren
gerçekleştiğini göstermektedir İngiltere 19. yüzyıldan itibarense, Avrupa ülkelerini
şehirleşme açısından geride bırakmıştır. Bir gelişmişlik göstergesi olarak algılanan
şehirleşme oranı, sanayileşmiş olmayı ve nüfusun kırsal kesimden kentsel kesime doğru
akışını ifade etmektedir. Ancak, şehirleşme göstergeleri günümüzde olduğu gibi
geçmişte de bazı gizli sorunları içinde barındırmaktadır. Günümüzde özellikle de
gelişmekte olan ülkelerde hızlı şehirleşme oranlarının yeterli seviyede sanayileşme
oranları ile karşılanamaması durumunda bu ülkeler için önemli sorunlar doğurduğu
görülmektedir (Yüceşahin, Bayar & Özgür, 2004:24). İngiltere de gelişiminin ilk
evrelerinde şehirlerdeki genel durum itibariyle birçok sorunu bünyesinde
barındırmaktadır.
İngiltere'de 18. yüzyıl ortalarında yaşanan sanayi devrimi ile birlikte, insanlar
fabrikalarda iş bulmak umuduyla şehirlere göç etmeye başlamışlardır. Şehirlerde ulaşım
altyapısının neredeyse tamamına yakını fabrikalardaki faaliyetler için kullanıldığından,
çalışanlar işlerine yakın olabilmek amacıyla, fabrikaların etrafındaki boş arazilere
yerleşmeye başlamışlardır. Bu yerleşim yerlerindeki bozuk altyapı ve yetersiz koşullar
107
nedeniyle, burada yaşayan insanların çoğu, hastalıklarla ve zor yaşam koşullarıyla baş
etmek zorunda kalmıştır. Bu dönemde İngiltere'de şehirlerdeki beklenen yaşam umudu
seviyesi kırsal kesimlere oranla 12 yıl daha düşüktür. İngiltere, şehirlerin yapısındaki
iyileşmeye ancak 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren özen göstermeye başlamıştır
(The World Bank, 2009:68). İngiltere'deki işçiler bu denli sağlıksız yaşam ve çalışma
koşullarının yanında, uzun ve yorucu bir çalışma temposuyla da karşı karşıya
kalmışlardır.
Tablo 3.5. İngiltere'de 1760 ve 1800 Yıllarında Bir İşçinin Bir Yıl İçindeki
Ortalama Çalışma Süresi (Çalışma saati/bir yıl)
1760 1800 Fark
Düşük Seviyelerde 2288 3366 1078
Yüksek Seviyelerde 2631 3538 907 KAYNAK: Voth (1998:42)
İngiltere'de işçilerin üzerindeki ağır çalışma yükü ancak 1850'lerden itibaren
inişe geçmeye başlamıştır.113 Bununla birlikte, Voth (1998), Maddison (1991) ve
Matthews, Feinstein & Odling-Smee (1982), İngiltere'nin 19. yüzyılda gerçekleştirmiş
olduğu yüksek oranlı iktisadi büyüme performansının temelinde, sanayi devrimi ile
birlikte sağlanan faktör verimliliğinde ve teknolojik ilerlemedeki artışlardan ziyade,
İngiltere'de nüfus artışı ile birlikte gelen işgücü seviyesindeki artışın ve işgücünün etkin
bir şekilde yeniden dağılımının gerçekleşmesinin payının çok daha büyük olduğuna dair
birçok sonuca ulaşmışlardır.114
Şimdiye kadar ortaya koyduklarımız göstermektedir ki; İngiltere'nin
merkantilist dönemin lider ülkesi olan Hollanda'dan liderliği ele geçirdiği süreç aslında
Sanayi Devriminin öncesine dayanmaktadır. Sanayi devriminin uzantısı olarak, ticari
serbestleşmenin sağlandığı 19. yüzyıl ortası dönem incelendiğinde de, günümüzün
söylemlerine tezat bazı noktalara rastlamak mümkündür.
İngiltere'nin ticari serbestlik aşamalarında 1846 yılında Tahıl Yasaları (Corn
Laws)'nın yürürlükten kaldırılması önemli bir yere sahiptir. Toprak sahipleri ve gelişen
sanayi kesiminin arasındaki güç savaşı neticesinde zaferle ayrılan sanayicilerin 113 Maddison (1991)'dan aktaran; Voth (1998).114 Doğu Asya ülkelerinin 20. yüzyılın ortalarından itibaren göstermiş oldukları parlak gelişme performansları da, işgücünün gelişimi ve dağılımındaki değişimlerin iktisadi performansa etkileri yönünden, İngiltere'nin gelişiminin ilk evrelerindeki bu durumuna oldukça benzerlik göstermektedir.
108
baskılarıyla birlikte Tahıl Yasalarının kaldırılması, İngiltere'de serbest ticarete geçişin
geniş çaplı ilk adımı olarak kabul edilmektedir (Acemoğlu & Robinson, 2000:6).
Yine genel görüşe göre; İngiltere'de liberal düşünce sisteminin etkinliğini
arttırmasıyla birlikte, devletin ekonomideki rolü en az seviyelere indirilmiş ve bu durum
da piyasa mekanizmasının işlerliğini arttırmasına, kıt kaynakların etkin bir şekilde
dağılımına yardımcı olmuştur. Serbestleşme hareketlerinin hız kazanmış olması ve
teknolojik gelişme, İngiltere'nin 19. yüzyıldan itibaren lider ülke konumuna geçmesini
sağlamıştır. Aynı dönemde ise Fransa Avrupa'daki serbestleşme hareketleri açısından
İngiltere'nin çok gerisinde kalmış, Fransa'nın gerek sanayi devrimi, gerekse
serbestleşme hareketleri bakımından İngiltere'nin gerisinde kalması Fransa'yı bir tarım
ülkesi haline getirmiş ve Fransa iktisadi açıdan çoğu yönden gerilemeye başlamıştır
(Chang, 2003:72-73). 19. yüzyıl dönemi İngiltere'deki ithalat tarifeleri ile aynı dönemde
Fransa'daki seviyeler ise bu görüşü desteklememektedir.115
Tablo 3.6. Net İthalatın Bir Yüzdesi Olarak Net Gümrük Gelirleri (5 Yıllık
Ortalamalar), İngiltere ve Fransa, 1846-1913.
YILLAR İNGİLTERE FRANSA YILLAR İNGİLTERE FRANSA
1846-50 25,3 17,2 1881-85 5,9 7,5
1851-55 29,5 13,2 1886-90 6,1 8,3
1856-60 15,0 10,0 1891-95 5,5 10,6
1861-65 11,5 5,9 1896-1900 5,3 10,2
1866-70 8,9 3,8 1901-05 7,0 8,8
1871-75 6,7 5,3 1906-10 5,9 8,0
1876-80 6,1 6,6 1911-13 5,4 8,8 KAYNAK: Nye (1991:26)
Tablo 3.6'da İngiltere ve Fransa'nın 19. yüzyıl ortalarından itibaren elde etmiş
oldukları gümrük gelirlerinin toplam ithalat seviyeleri bakımından karşılaştırmaları yer
almaktadır. Rakamlar incelendiğinde; İngiltere'nin Tahıl Yasalarının kaldırılmasını
takip eden yaklaşık 25 yıllık süreç içinde, “korumacı” Fransa'dan daha korumacı bir
yapı sergilediği yorumu yapılabilmektedir.
115 Bu kompozisyona itafen, Nye (2007), kitabının birinci bölümüne; “Neden İngilizler bira içerler de şarap içmezler?” sorusuyla başlamaktadır. Nye, bu sorunun cevabının İngiltere'nin 19. yüzyılın son çeyreğine kadar, yüksek oranlı gümrük tarifeleri uygulamış olmasına bağlamaktadır. Irwin (1993:147), 1880 yılında İngiltere'nin gümrük gelirlerinin %95'ini; şarap, tütün, çay ve alkollü içeceklerden elde etmekte olduğunu belirtmektedir.
109
İngiltere ile Fransa arasındaki karşılaştırmadan elde ettiğimiz çıkarımlar,
İngiltere'nin diğer ülkelerle olan ilişkileri için de geçerlidir. İngiltere, ancak ve ancak
kendi teknolojik liderliğini tamamen ilan ettikten ve diğer ülkelere göre rekabetçi açıdan
tamamen üstünlük sağlayabildikten sonra sınırlarını diğer ülkelerin mal ve hizmetlerine
açmıştır (Buira, 2004:48).116 Bunun yanında İngiltere, kendisi için avantajlı olarak
gördüğü piyasa mekanizmasının işlerliğinin sağlanması için, ticari serbestleşme
hareketlerinin diğer ülkelerde de yayılmasını hedeflemiştir. Bu ana hedefin
gerçekleşmesi adına, 19. yüzyılda İngiltere üç ana konuda tedbir almıştır. Birinci
politika olarak; diğer ülkelerle yapılan karşılıklı ticaret antlaşmaları İngiltere'nin diğer
ülkelerin pazarlarına girip lider ülke olma avantajını kullanabilmesi için önemli bir araç
olmuştur.117 Bu konudaki en önemli örnek; İngiltere ve Fransa arasında 1860 yılında
imzalanan ticaret anlaşmasıdır ve bu anlaşma İngiltere'nin diğer Avrupa ülkeleriyle
serbest ticarete başlamasında kilit rolü üstlenmiştir. İkinci politika ise, 1810 ve 1850
yılları arasında kalan süreçte birçok gelişmekte olan ülkeye, ithalat vergilerini en aza
indirecek şekilde, “eşitsiz (ticaret) antlaşmaları”nın dayatılmasıdır.118 Üçüncü politika
ise, sömürge ülkelere uygulanan politikadır. Bu politikaya göre; sömürgeler ana ülkenin
(mother country) bütün mal ve hizmetleri için ve ana ülke tarafından ihtiyaç duyulan
bütün mal ve hizmetlerin ana ülkeye gönderilmesi için serbest geçiş izni vermek
zorundaydılar. Bazı durumlarda ise sömürgelerin ve yarı sömürge halindeki gelişmekte
olan ülkelerin gelirlerinin artması amacıyla, ülke içinde üretilen mallar için de aynı
düzeyde bir vergi uygulaması ile karşılanacak, %5 oranında bir ithalat vergisi
uygulamasına izin verilmekteydi. Ayrıca, İngiltere ticaret antlaşmalarını hayata 116 İngiltere, pamuk ve pamuklu tekstil ürünlerinde, 17. yüzyılın lider ülkesi Hindistan'a karşı aynı dönem için büyük oranlı korumacı politikalar uygulamış, bu uygulamaların neticesinde 17. yüzyılın yün ve yünlü mamuller konusundaki lider ihracatçı ülkesi olan Hindistan'ı 19. yüzyıl sonunda İngiliz yün ve yünlü mamullerinin en önemli ithalatçısı konumuna getirmiştir. Bu konu ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Shafaeddin (1998), Chang (2003). Ayrıca, Hindistan'a karşı aynı dönemde uygulanmış olan “sanayisizleştirme” politikaları ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Ferguson (2003), Clingingsmith & Williamson J.G. (2008).117 19. yüzyılın ortalarında teknolojik önderliğini ilan etmiş olan İngiltere tarafından yapılan bu anlaşmalar ve tarife indirimleri ile tarım ve hammadde piyasasının genişlemesi yoluyla Avrupa kıtasındaki sanayileşmenin gecikmesinin de hedeflenmiş olduğu belirtilmektedir (Chang, 2003:49-50). Aynı zamanda İngiltere hükümeti 1830'lu yıllara kadar ülkedeki makine ihracatını yasaklamış ve yeni sanayileşen ülkelerin teknolojik açıdan daha erken dönemlerde gelişmesini bu yolla da engellemeyi hedeflemiştir. Buna ek olarak, İngiliz sömürgelerinde aynı dönemde makine kullanımı neredeyse tamamen yasaklanmıştır (Reinert, 1997:288-290).118 Bu eşitsiz antlaşmalarla ilgili daha geniş bilgi için bkz; Bairoch (1993), Chang (2003).
110
geçirmeye yanaşmayan ülkelere gerekirse zor kullanarak ve bu ülkelere karşı savaş
başlatarak bu antlaşmaları uygulatmaktaydı. Örneğin; 19. yüzyıl ortalarında serbest
ticaret antlaşması imzalamaya yanaşmayan Çin, 1839-1842 arasında İngiltere tarafından
savaşa sürüklenmiştir (Opium Savaşı). Savaşın sonucunda; Çin neredeyse bir asırlık bir
dönem boyunca bütün gümrük özgürlüklerinden vazgeçmek zorunda bırakılmıştır
(Shafaeddin, 1998:23-25).119
İngiltere'nin lider ülke olma özelliğini Merkantilist dönemin lider ülkesi olan
Hollanda'dan almış olduğu 19. yüzyılın başlangıç dönemi, daha sonra ABD'nin ve
günümüzde bazı yönlerden Almanya'nın ve Japonya'nın lider ülke seviyesine
yükselmelerine ait genel sürecin de başlangıcını oluşturmaktadır (Barro & Sala-i
Martin, 1995:20). Çünkü İngiltere 19. yüzyıl ortalarında kendi serbest ticaret
hükümranlığı doğrultusunda, diğer ülkelerin piyasalarını zorlarken, “Yeni Dünya”
olarak adlandırılan Latin Amerika ülkeleri, ABD, Kanada, Avustralya ve Rusya tarife
oranlarını yükselterek, piyasalarını İngiliz ve Avrupalı üreticilerin istilasından ve bu
istilanın bir neticesi olarak; “sanayisizleştirme (deindustrialization)” sürecinden
korumaya çalışmaktaydılar (Williamson, 2002:18). İçlerinden bir tanesi bu konuda çok
başarılı olmuştur.
3.2.2.2. AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ
ABD, 21. yüzyılın lider devleti olarak kabul edilmektedir. Günümüzün iktisadi
politikalarına yön veren en önemli iki uluslararası kuruluşun (Dünya Bankası ve IMF)
merkezleri ABD'nin sınırları içinde yer almakta ve bu kuruluşların politikalarının
belirlenmesinde ABD hayati rol oynamaktadır. Aynı zamanda kendi sınırları dışındaki
barışın ve istikrarın sağlanması konusundaki “hassaslığı” ve bu doğrultudaki faaliyetleri
ABD'yi diğer gelişmiş ülkelerden bir adım daha öteye taşımaktadır. ABD'nin çağımızın
lider ülkesi haline dönüşme sürecinin başlangıç dönemleri, GGOÜ'nin gelişim evreleri
için önemli detayları içinde barındırmaktadır.
Stiglitz (2002:42), ABD'nin gelişiminin ilk evreleri olan 19. yüzyıl
döneminden itibaren, gelişim sürecinde devletin önemli bir rol oynamış olduğunu
belirtmektedir. Dönemin Federal hükümeti, mali sisteme, ücretler ve çalışma şartlarına
119 Bu izin “%5 Kuralı” olarak da bilinmektedir (Shafaeddin, 1998:23). 111
yönelik birçok iyileştirme çalışmalarına girişmiş ve piyasa mekanizmasının
doğurabileceği sorunlarla baş edebilmek için sağlam bir refah sisteminin
oluşturulmasına aracı olmuştur. Aynı dönem için Federal hükümet, belirli sanayilerin
gelişimi için gerekli olan yardımların yanında, araştırmaların yapılabileceği
üniversitelerin kurulması, üreticilerin yeni teknolojilerle ilgili bilgilendirilebilmesi için
ek kursların açılması ve farklı sektörlere yönlendirilmeleri gibi konularda aktif bir
şekilde rol oynamıştır.
Bairoch (1993;23-30), çoğu kimse tarafından fikir babası olarak F. List'in
gösterilmekte olduğu “Bebek Sanayileri Koruma Politikalarının” düşünsel anlamdaki
asıl anavatanının ABD olduğunu ve modern korumacılık felsefesinin çıkışının ve en iyi
uygulanışının da aynı topraklarda gerçekleştirildiğini belirtmektedir.120 18. yüzyılın
sonlarında dönemin ABD hazine sekreteri olan Hamilton hazırlamış olduğu raporlarda,
o zamana kadar gelişmişlik açısından başarı sağlamış örneklere benzer bir şekilde,
ABD'nin de korumacı gümrük önlemleri ve yasaklamaları ile birlikte finansal primleri
de kullanarak, gelişiminin ilk aşamalarında geçici bir süre bebek sanayilerini
korumasının gerekliliğini vurgulamaktadır.121
ABD'de Hamilton'un önerileri doğrultusunda bebek sanayilerinin korunmasına
1816'daki tarife değişiklikleri ile başlanmıştır. 1830 yılında ise tarife oranları daha da
yükseltilmiştir. Bebek sanayilerinin korunmasına, İngiltere'dekine benzer bir şekilde
pamuklu giysiler, demir ve yün sanayileri gibi hafif sanayilerden başlanmıştır
(Shafaeddin, 1998:13). Aynı dönemde, imalat sanayinin korunması, ekonomik açıdan
geniş çapta tarım sektörüne bağlı olan güney eyaletleri tarafından hoş karşılanmamıştır.
Güney eyaletleri serbest ticaretten yana tavır alırlarken, kuzey eyaletleri bebek
sanayilerin korunmasına yönelik tavırlarını koymuşlardır. Özellikle de serbest ticaret ve
kölelik ile ilgili, kuzey ve güney arasındaki bu fikir ayrılığı daha sonra ABD'yi bir iç
savaşa sürüklemiştir.122 Sivil Savaş'ın galibinin Kuzey eyaletleri olması, savaşın
ardından ABD'de İİDBS'nin artan oranlarla uygulanmasına başlanması ile
120 Reinert (1998:19), List'in bebek sanayileri argümanına dair çalışmalarının başlangıç noktasının, ABD'deki sürgün yılları olan 1825-1830 döneminde Hamilton ve Hamilton'un destekçisi olan Daniel Raymond'un çalışmalarına dayandığını belirtmektedir.121 Reinert (1997,1998), Chang (2003).122 Chang (2003:57-58), Reinert (1997:295)
112
Bütün İthalat Mallarındaki (Serbest ve Gümrüğe Tabi) Gümrük Vergi OranıGümrüğe Tabi İthalatların Toplam İthalatlar İçindeki Payı(%)
17891792
18161820
1824/321866
18751913
19141925
19311950
19801990
0
10
20
30
40
50
60Mamül Mallardaki Gümrük Vergileri (%)
sonuçlanmıştır. Grafik 3.1. ve Grafik 3.2, bizlere 1789 ve 1999 arası dönem için, ithalat
mallarındaki (genel ithalat ve mamul mal ithalatı) gümrük vergi oranlarının ve vergiye
tabi malların değişimlerini göstermektedir.
Grafik 3.1. ABD'de Bütün İthalat Mallarındaki (Serbest ve Gümrüğe Tabi)
Gümrük Vergi Oranı ve Gümrüğe Tabi İthalatların Toplam İthalatlar İçindeki Payı %
(1821-2000).
KAYNAK: Shafaeddin (1998:15) Tablo 3.1'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.123
Grafik 3.2. ABD'de Mamul Mallardaki Gümrük Vergi Oranları % (1789-
1990)
KAYNAK: Shafaeddin (1998:15) Tablo 3.1'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.124
1821-1946 yılları arasında, toplam ithalat malları içinde gümrüğe tabi malların
seviyesi yaklaşık olarak %41,34'dür. Bu yüksek oran ancak, 1968-1999 yılları arasında
%7'ler seviyelerine inmiştir. Aynı zamanda, gümrük vergisi oranlarının da istikrarlı bir
şekilde ancak ve ancak, 1891/94 döneminden itibaren düşürülmeye başlandığı
123 Şekil 3.1. ve 6.'nın oluşturulmasında kullanılan tablo, çalışmanın EK5 kısmında yer almaktadır.124 Grafik 3.2.'deki, 1792, 1820, 1866 ve 1875 yıllarına ait değerler, aritmetik ortalama ile hesaplanmıştır.
113
1821/241825/28
1829/311842/46
1857/611867/71
1891/941908/13
19141923/27
1931/331935/38
1944/461968/72
1978/821988/99
0
10
20
30
40
50
60
1820 1875 1913 1925 1931 19500
10
20
30
40
50
60
70
80
90AvustuyaBelçikaDanimarkaFransaAlmanyaİtalyaJaponyaHollandaRusyaİspanyaİsveçİsviçreBirleşik Krall ıkABD
gözlemlenmektedir. Bununla birlikte, bütün ithalat malları içindeki gümrük vergi
oranları seviyesi, 20. yüzyılın ortalarından sonra ancak %10'lu seviyelerin altına
indirilmiştir.
1866 ile 1883 yılları arasında ABD'de imalat sanayine yönelik ithalat tarifeleri
ortalama olarak %45'tir. ABD'nin Birinci Dünya Savaşı'ndan önceki kırk yıllık süreçte,
dünyanın en hızlı gelişen ekonomilerinden birisi haline dönüşmesi, küreselleşme
hareketlerinden ziyade, erken dönem kapitalist ekonomilerin deneyimlerinden çıkarmış
olduğu doğru derslerle sağlanmıştır (Bairoch & Kozul, 1996:7). Mamul mallardaki
korumacılığın terk edilmesi ise, daha da geç bir döneme rast gelmektedir. Grafik 3.2'de;
18. yüzyıl sonunda mamul mallardaki gümrük tarife oranlarını arttırmaya başlayan
ABD'nin, 18. yüzyıl sonundaki tarife oranları seviyelerine geri dönüşünün yaklaşık 150
yıllık bir süreci gerektirdiği görülmektedir. ABD'de mamul mallara uygulanan tarife
oranlarının tek haneli olduğu dönemler 1789 yılı ve 1950 sonrası dönemlerdir.
Grafik 3.3. Seçilmiş Kalkınmış Ülkelerin 1820-1950 Yılları Arasında, Mamul
Mallara Uygulamış Oldukları Ortalama Tarife Oranları (Ağırlıklı Ortalama, %)
KAYNAK: Chang (2003:39) Tablo 2.1. kullanılarak elde edilmiştir.
Grafik 3.3125 ise bize, 19. ve 20. yüzyıllarda, gümrük tarife uygulamaları
açısından GGÜ içinde ABD'nin özellikle de mamul mallarda GGÜ içinde en uzun süre
ve istikrarlı bir şekilde İİDBS'ni uygulamış olduğunu bir daha göstermektedir.
125 Grafik 3.3'ün oluşturulmasında kullanılan tablo için bkz. EK6. Şekildeki Avusturya 1875, Belçika 1820-1875, Danimarka 1820-1875, Fransa 1875, Almanya 1820-1875, İtalya 1875, Hollanda 1820-1875, Rusya 1875, İspanya 1875, İsveç 1875, İsviçre 1820-1875, Birleşik Krallık 1820, ABD 1820-1875 değerleri aritmetik ortalama ile hesaplanmıştır.
114
ABD'nin 20. yüzyılın ortalarından itibaren, gümrük duvarlarını indirmesi ise şu
şekilde açıklanabilir; İkinci Dünya Savaşı'nın ardından ABD'nin, yıkılmış ve bütünüyle
zarar görmüş Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında yüksek oranlı bir arz kapasitesi
fazlalığına sahip olduğu görülmektedir. ABD bu noktadan sonra, elindeki arz
kapasitesini etkin bir şekilde kullanabilmek amacıyla serbest ticaret politikalarını hayata
geçirmeye başlamıştır. Bu girişimin temelleri, Bretton Woods konferansında
imzalanmış olan gümrük ve tarife antlaşmaları ile atılmıştır (Shafaeddin, 1998:17).
ABD'de imalat sanayine yönelik yüksek oranlı tarifelerin uygulanmış olduğu
1820-1913 yılları arasında ABD'de gerçekleşen kişi başına düşen gelir seviyelerindeki
artış oranları ile Almanya, İngiltere ve Fransa'daki seviyeler Tablo 3.8'de
karşılaştırılmaktadır.
Tablo 3.8. Çeşitli Ülkeler İçin Kişi Başına Düşen Gelir Artışları (1820-1913)
PERİYOT ABD İNGİLTERE FRANSA ALMANYA
1820-1870 1,23 1,24 0,8 0,6
1870-1890 1,6 1,12 0,9 1,4
1890-1913 1,94 0,9 1,6 1,8KAYNAK: Shafaeddin (1998:18)
Tablo 3.8.'den de görüldüğü üzere; ABD imalat sanayine yönelik yüksek tarife
uyguladığı dönemlerde, 19. yüzyılın lider ülkesine yaklaşmaya başlamış ve bu yaklaşma
süreci 20. yüzyılın başlarında lider ülke olma özelliğinin İngiltere'den ABD'ye
geçmesiyle son bulmuştur. Bununla birlikte, Fransa ve Almanya da kişi başına düşen
gelir seviyeleri bakımından özellikle de 1870 sonrası dönemde korumacı önlemlere
başvurarak İngiltere'ye yakınsamaya başlamışlardır.126
ABD, gelişiminin ilk evrelerinde sadece uluslararası ticaret konusunda piyasa
mekanizmasına müdahale etmemiştir, aynı zamanda ücretler konusunda da müdahil
olmuştur. İşçilerin fakirleşmesinin iktisadi faaliyetleri olumsuzu etkileyeceğine dair
beklentiden yolan çıkan ABD hükümetleri, 19. yüzyıl boyunca “Yüksek Maaş
Stratejisi” adı altında, işgücünün fiyatının karşılaştırmalı olarak sermayenin fiyatından
daha yüksek olabilmesini sağlamak amacıyla çeşitli müdahalelerde bulunmuştur.
İşgücünün fiyatının yüksek olabilmesi adına işgücünün nitelikli bir hale gelmesi için
126 Fransa'daki tarife oranlarındaki değişimin İngiltere ile karşılaştırmalı olarak verilmiş olduğu analizimiz için bkz sf. 109-110.
115
gerekli yatırımlar yapılmıştır. İşgücü kalitesinin arttırılması için gerekli müdahalelerin
yapılması, ABD'nin 19. yüzyıl İngiliz liberal yaklaşımına (iktisadi her şeyin fiyatının
piyasa mekanizması tarafından belirlenmesi) karşı geliştirmiş olduğu bir başka
mekanizmadır (Reinert, 1997:279). ABD bu mekanizmanın işlerliğini daha sonra da
sürdürmüştür. 1940'lı yıllarda ABD'deki yetişkinlerin sadece %25'i lise ve %5'i
üniversite ve dengi okullardan mezunken, 1990'lı yıllarda bu oranlar %80 ve %20
seviyelerine ulaşmıştır. Benzer şekilde; ABD'de 1990'lı yıllarda, bilimsel araştırmalarda
kullanılan (mühendis ve bilim adamları) işgücü miktarının toplam işgücü miktarı
içindeki payı, 1950'lerdekinin üç katından fazla hale getirilmiştir (Jones, 1997:1).127
ABD kendi çıkarları doğrultusunda, gerektiğinde sadece ticari açıdan
serbestleşme karşıtı olmamıştır, aynı zamanda işgücünün serbest dolaşımına karşı
faaliyetlerde de bulunmuştur. ABD Göç Komisyonu, 1911 yılında yayınlamış olduğu
raporda, yeni niteliksiz işgücü göçünün, hem yerliler, hem de eski göç etmişler
açısından Amerikan işçisini negatif etkilediğini, bu durumun da ABD vatandaşlarının
yaşam standartlarına etki ettiğini belirtmektedir. ABD'de bu rapordan sonra, niteliksiz
işgücü göçünü engelleyici önlemlerin alındığı görülmektedir (Williamson, 1996:9).
Sonuç itibariyle; ABD bağımsızlığını kazandıktan itibaren (3 Eylül 1783, Paris
Antlaşması), gelişiminin ilk evreleri boyunca sistemli bir şekilde devlet güdümlü
iktisadi politikaları uygulamıştır. Gerektiğinde işgücü piyasasına yönelik müdahalelerde
bulunmuş, gerektiğinde üreticileri stratejik piyasalara yönelik üretim yapmaya
yönlendirmiş, gerektiğindeyse, özellikle mamul mallarda İİDBS'ni istikrarlı bir şekilde
uygulamış ve bu stratejilerden, İngiltere'nin 19. yüzyıl ortasında yaptığına benzer bir
şekilde, ancak 20. yüzyıl ortalarında teknolojik liderliğini ilan ettikten sonra, elindeki
arz kapasitesini daha etkin bir şekilde kullanabilmek ana hedefi doğrultusunda
vazgeçmiştir. Bununla birlikte, teknolojik liderlik hususunda öncelikle Japonya'nın
gelişimi, daha sonraki yıllarda ise G. Kore ve diğer Uzakdoğu ülkelerinin göstermiş
127 Jones (2002:235), çalışmasında ABD'de 1950 ve 1993 yılları arasındaki çalışan başına düşen çıktı düzeyindeki artışın kaynaklarını incelemiş ve ABD'deki büyümenin %80'lik kısmının eğitim düzeyindeki ve araştırma faaliyetlerindeki artış ile açıklanabildiğini, kalan %20'lik kısmın ise diğer faktörlere bağlı olduğunu tespit etmiştir. Bu noktada Jones çalışmasında, yakın gelecekte de nüfus artışı ile birlikte yeni kitlelerin teknolojik araştırmalara yönlendirileceğini, yeni araştırmalar ile büyümenin bir süre daha devam edebileceğini, fakat bu durumun sürdürülebilir olmadığını belirtmekte ve uzun vadede “ceteris paribus” ABD'deki büyüme performansının düşüşe geçeceği yorumunu yapmaktadır.
116
oldukları teknolojik ilerlemeler, ABD'nin bu ülkelere karşı tekrar katı önlemler almasına
neden olmuştur. Bu önlemler çoğu zaman GATT kuralları ile tezat uygulamalardır
(Akman, 2008:30).
3.2.2.3. JAPONYA
Orta Çağ'dan itibaren Hollandalı ve Portekizli tüccarların Japonya seferleri ve
burada kurmuş oldukları ilişkiler Japonya'nın Avrupa ile tanışmasının ve Avrupa ile
arasındaki farkın anlaşılmasının ilk dönemlerini oluşturmuştur. Ancak, Japonya'nın
sanayileşme ve serbestleşme sahnesine çıkışı 1858 yılında imzalamak zorunda kaldığı
ticaret anlaşmasıyla gerçekleşmiştir. ABD savaş gemilerinin yüksek ikna edici
kabiliyeti sayesinde 1858 yılında serbest ticarete açılmak zorunda bırakılan Japonya'da
bu tarihten itibaren %5'in üzerinde gümrük tarifesi uygulanması yasaklanmıştır,
Japonya tarife özgürlüğünü ancak 1911 yılında geri kazanabilmiştir (Chang, 2003:89-
90). 1858'den sonraki onbeş sene içinde Japonya'nın dış ticaret hacmi 70 kez büyümüş
ve milli gelirinin %7'lik bir kısmını oluşturacak büyüklüğe erimiştir. Serbest ticarete
açılmak, temel serbest ticaret önermelerinde sunulan şekilde, Japonya'da ihraç
mallarının fiyatlarının dünya piyasalarının seviyelerine çıkmasına, ithal malların yurtiçi
fiyatlarının ise dünya piyasalarındaki seviyelerine inmesine neden olmuştur. Aynı
dönemde dünya taşımacılık maliyetlerinin düşmesi ve Japonya'nın serbest ticarete
açılması, Japonya'nın ticaret hadlerinde yüksek oranlı artışlara neden olmuştur
(Williamson, 2002:19).
Japonya'nın serbest ticarete açılması kendi isteği dışında gerçekleşmiş bir
olgudur ve İDBS'nin genel söylencelerine göre, kendi isteği dışında dahi olsa serbest
ticarete açılmış olması Japonya'nın gelişmiş ülkeler seviyelerine yakınsaması için
gerekli ve etkili bir yol olmalıdır. Ancak, tarihsel gerçekler bizlere, bu durumun pek de
beklendiği gibi gelişmemiş olduğuna dair ipuçları vermektedir. Tablo 3.9., 3.10. ve
3.11. bize, dönemin lider ülkelerindeki gelişimin seyri ve Japonya’nın erken dönem
gelişimi hakkında karşılaştırmalı bilgiler sunmaktadır.
117
Tablo 3.9. B. Krallık (İngiltere), ABD ve Japonya'daki Kişi Başına Düşen
İhracat ve Büyüme Seviyeleri (1820-1998 Dönemi, 1990 ABD Doları Sabit Fiyatları
İle)
KİŞİ BAŞINA DÜŞEN İHRACAT KİŞİ BAŞINA DÜŞEN SAAT BAŞI GSYİH
YILLAR B. KRALLIK ABD JAPONYA B. KRALLIK ABD JAPONYA
1820 53 25 0 1,49 1,30 0,42
1870 390 62 2 2,55 2,25 0,46
1913 862 197 33 4,31 5,12 1,08
1950 781 283 42 7,93 12,65 2,08
1973 1684 824 875 15,97 23,72 11,57
1998 4680 2755 2736 27,45 34,55 22,54KAYNAK: Maddison (2005:21) Tablo 7a'dan oluşturulmuştur.
Tablo 3.10. B. Krallık (İngiltere), ABD ve Japonya'daki Kişi Başına Düşen
İhracat ve Büyüme Seviyelerindeki % Değişim (1820-1998 Dönemi, 1990 ABD Doları
Sabit Fiyatları İle)
KİŞİ BAŞINA DÜŞEN İHRACAT % DEĞİŞİM
KİŞİ BAŞINA DÜŞEN SAAT BAŞI GSYİH % DEĞİŞİM
DÖNEM B. KRALLIK ABD JAPONYA B. KRALLIK ABD JAPONYA
1820-1870 635,85 148 - 71,14 73,08 9,52
1870-1913 121,03 217,74 1550 69,02 127,56 134,78
1913-1950 -9,4 43,65 27,27 83,99 147,07 92,59
1950-1973 115,62 191,17 1983,33 101,39 87,51 456,25
1973-1998 177,91 234,34 212,69 71,88 45,66 94,81KAYNAK: Tablo 3.9.
Tablo 3.9 ve 3.10 bize 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl boyunca İngiltere, ABD ve
Japonya'daki ihracat seviyelerindeki değişim ile, büyüme rakamları hakkında bilgiler
vermektedir. Tablo 3.10.'da Japonya'nın özellikle de 1870 ve 1913 yılları arasında
ihracat seviyesinde inanılmaz bir yükseliş gerçekleştiği görülmektedir. Bu dönemde
Japonya'da kişi başına düşen ihracat seviyesi yaklaşık olarak %1550 civarında artış
gösterirken, kişi başına düşen saat başı GSYİH miktarında da %134,78'lik bir artış
olduğu dikkat çekmektedir. Japonya adına buna benzer bir tablonun, 1950 ve 1973
yılları arasındaki dönemde de yaşandığı gözlemlenmektedir. Bu dönemde Japonya'daki
kişi başına ihracat seviyesi yaklaşık olarak %1983,33 civarında artış gösterirken, kişi
başına GSYİH artışı ise %456,25 olarak gerçekleşmiştir. Bu noktada akıllara şu soru
gelebilir; neden Japonya'da 1870-1913 yılları arasındaki gelişim sürecinde, GSYİH 118
büyüme seviyesinin, ihracat artışına oranı yaklaşık olarak 0,09 değerindeyken, bu oran
1950-1973 yılları arası dönem için 0,23'tür? Bu sorunun yanıtı, Japonya'nın aynı
dönemler içinde uygulamış olduğu, ya da uygulayabildiği stratejilere bağlı olarak
açıklanabilmektedir. Bu stratejilerin açıklanması sürecinde Tablo 3.11'in ortaya
koydukları, incelemelerimiz için faydalı olacaktır.
Tablo 3.11. B. Krallık (İngiltere), ABD ve Japonya'da İşgücü ve Toplam
Faktör Verimliliklerindeki Değişimler (1820-1998).
İŞGÜCÜ VERİMLİLİĞİ TOPLAM FAKTÖR VERİMLİLİĞİ
DÖNEMYıllık Ortalama Bileşik (Compound) Büyüme Oranları
B. KRALLIK ABD JAPONYA B. KRALLIK ABD JAPONYA
1820-1870 1,1 1,1 0,18 0,15 -0,15 -
1870-1913 1,22 1,93 2 0,31 0,6 -0,05
1913-1950 1,66 2,47 1,79 0,81 1,62 0,2
1950-1973 3,09 2,77 7,75 1,48 1,75 5,12
1973-1998 2,19 1,52 2,70 0,83 0,6 0,58KAYNAK: Maddison (2005:21) Tablo 7b.
Tablo 3.11.'den, 1870-1913 dönemi ile 1950-1973 dönemleri arasında,
Japonya'daki verimlilik seviyeleri arasında büyük fark olduğunu göstermektedir. Bu iki
dönem arasındaki büyüme seviyelerindeki farklılık da temel olarak bu farklılığa
bağlıdır.
19. yüzyılın son çeyreğine gelmeden önce Japonya'da feodal sistemin çöktüğü
görülmektedir. Feodal sistemin çöküşü ile birlikte 1868 yılından itibaren Japonya'da
Meiji Restorasyonu128 olarak da anılan yenileşme reformlarına girişilmiştir. Aynı
dönemde, Japonya dış ticaretinin kontrolünde özgür olmadığı için (1858 Anlaşmaları),
yurtiçi sanayinin desteklenebilmesi adına tarife dışı bazı İİDBS uygulamalarına gitmek
zorunda kalmıştır. Aynı dönemde Japon devleti seçilmiş bazı sanayi kollarında
(gemicilik, madencilik, tekstil -pamuklu, yün ve ipek- ve askeri sanayi) pilot (örnek)
tesisler kurmuş ve bu tesisleri ileri aşamalarda düşük bir karşılıkla özel sektöre
devretmiştir. Devletin bu tesislere desteği, devredildikten sonra da çeşitli teşvikler
128 Japonya'da gerçekleştirilen Meiji Restorasyonu'nda büyük oranda Alman sivil ve ticaret sisteminden etkilenildiği görülmektedir. Özellikle kurumsal yapılanma ve yenilenme ve kamu reformları konusunda Alman sistemi örnek alınmış, bunun yanında, uygun görülen Fransız ve İngiliz yasalarından da istifade edilmiştir. Kısacası, Japonya'daki reform hareketleri, kendilerine en uygun olabilecek sistemlerden büyük ölçüde öykünülerek, ancak kendine has bir yorumla oluşturulmuştur (Rodrik, 2000:35).
119
yardımıyla devam etmiştir. 1911 yılında tarife özgürlüğü yeniden geri kazanıldığında
ise yurtiçi sanayilerin korunmasına yönelik bir dizi tarife değişikliğine gidilmiştir. Bu
dönemde Japonya'da genel bir tarife uygulamasından ziyade, seçilmiş anahtar sanayilere
yönelik hedefsel tarife uygulamalarının hayata geçirilmiş olduğu görülmektedir (Chang,
2003:90-92).
1960 öncesi Japonya piyasası Avrupa ülkeleri ve diğer gelişmiş ülkelerle
karşılaştırıldığında dış rekabete daha kapalı bir karaktere sahip olduğu görülmektedir.
1937-1952 periyodunda Japon ekonomisi görece olarak daha yavaş bir büyüme
performansı göstermiştir ancak bu dönemler boyunca, gerek tarifeler, kotalar ve diğer
enstrümanlarla, gerekse müdahalelerle yurtiçi sanayinin korunmasına devam
edilmiştir.129 Japonya'nın doğal kaynaklar açısından zengin bir yapısının olmayışı,
ülkeyi özellikle de 1960 sonrası sanayileşme sürecinde hammadde ve sanayi girdilerinin
ithalatına yöneltirken, bu eğilim, ülkenin ihracat yapma gereksinimini de ortaya
çıkarmıştır. Bu dönemde Japonya çeşitli makroekonomi araçları ve tarifeler yardımıyla
İDBS'ni hayata geçirmiştir. Bu durum Japonya'da özellikle de 1960'lı yıllardan itibaren
bir ihracat patlamasının yaşanması ile sonuçlanmıştır (Awokuse, 2005:595).
Japonya'da İkinci Dünya Savaş'ı sonrası gelişim sürecinin anlaşılabilmesi için,
aynı dönemde aktif bir şekilde faaliyete geçirilen bir kurumdan bahsetmek yerinde
olacaktır. Savaş süresince Levazım (Munitions) Bakanlığı adı altında hizmet veren,
savaş sonrası erken dönemde Ticaret ve Sanayi Bakanlığı adını alan, 1949 sonrasında
ise Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı adı altında hizmet veren kurumun,
Japonya'nın savaş sonrası erken dönem gelişim öyküsünde önemli bir yeri vardır. Bu
kurum, sanayi planlaması, finansman, şirket evlilikleri, ürün kotaları, döviz kuru
ayarlamaları ve yabancı teknolojinin elde edilmesi ve yaygınlaştırılması ile ilgili çok
geniş yetkilerle donatılmıştır ve ülkenin uzun dönem büyümesine dair planlamaların
yapılması tamamıyla bu kuruma bırakılmıştır (Kokko, 2002:4-5). Japonya'daki gelişim
süreci bu yönden sosyalist ekonomilere yakından benzemektedir. Japonya'daki farklılığı
129 Bu noktada önemle belirtilmelidir ki; İkinci Dünya Savaşı sonrası, ABD'nin Uzakdoğu'da ortaya çıkan Sovyet tehdidine karşı, burada bulunacak olan güçlü bir Japonya'ya ihtiyaç duyması sonucu ABD tarafından yapılan yardımlar da Japonya'nın gelişiminin finansmanında önemli rol oynamıştır. Fakat Japonya, ABD yardımlarının bitmiş olduğu 1953 yılında bile, iktisadi açıdan hala büyük ölçüde batılı gelişmiş ülkelere bağımlı bir karaktere sahiptir (Kokko, 2002:3).
120
yaratan ise; aynı kurumun geliştirmiş ve uygulamış olduğu bir ara rejim uygulaması
olarak dikkat çekmektedir. Japonya gelişiminin ilk evrelerinde; sınırsız rekabeti
engelleyici, ancak belirli sektörlerde de sınırlı bir rekabeti doğurucu stratejileri hayata
geçirmiştir. Bunun neticesinde Japonya, uluslararası ticarete açıldığında elinde belirli
sanayiler bazında güçlü ve sınırlı bir rekabetin ve güçlü şirketlerin olduğu bir piyasa
yapısına sahip olabilmiştir. Japonya'da, İİDBS döneminde sağlanmış olan sağlam sanayi
altyapısı ile birlikte, 1960 sonrası dönemde uluslararası ticarete açılmak, Japon
ekonomisinin aynı dönemdeki yüksek oranlı büyüme performansı adına büyük öneme
sahiptir.130
Japonya'nın özellikle de 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren göstermiş
olduğu büyüme performansı ile ilgili olarak ihracattaki başarının önemi kabul edilebilir
derecede olsa bile, bu başarının tamamen İDBS ile açıklanması haksızlık olacaktır.
Japonya'nın gelişiminin ilk evrelerinde uygulamış olduğu sistemli ve istikrarlı
İİDBS'nin, Japonya'nın ihracata yöneldiği anda elinde hazır ve gelişmiş bir sanayi ve
yönetim altyapısının oluşmasında kilit rol oynadığı görülmektedir. Japonya, gelişiminin
ilk evrelerinde kendisini, bebek sanayi koruma politikaları, teşvik kredileri, üreticilerin
menfaatine yönelik ve iç talebi canlandırıcı vergi uygulamaları ve sağlam kurumsal
altyapının oluşturulması gibi pek çok faaliyet aracılığıyla uluslararası rekabete hazır bir
konuma getirmiştir.131 Japonya'nın izlemiş olduğu bu yol, daha sonra Asya Kaplanları
olarak da anılacak olan bir grup Asya ülkesi için kılavuz görevi görecektir.
3.2.2.4. GELİŞMİŞ ÜLKELERİN AYAK İZLERİ
Sanayileşmenin ve liberalleşme söylemlerinin anavatanı olan İngiltere bile,
gelişim sürecinin erken evrelerinde ve 1846 Tahıl Yasalarının kaldırılmasına kadarki
süreçte, gümrük tarifeleri vasıtasıyla etkin bir şekilde İİDBS'nin uygulayıcısı olmuştur.
Hatta çalışmamızda yapılmış olan incelemelerde, İngiltere'nin Tahıl Yasalarının
kaldırılmasından sonraki süreçte bile, uzun süre boyunca korumacı olarak bilinen
Fransa'dan daha korumacı bir yapı gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bununla birlikte,
İngiltere ticari serbestleşmeye geçmeyi, gelişiminin ilk evrelerinden ziyade, teknolojik
üstünlüğünü ilan ettikten sonra ve yurtiçindeki arz fazlasını daha etkin bir şekilde
130 Kokko (2002:5), Chang (2003:93-96).131 Chang (2002), Kokko (2002), Williamson (2002).
121
kullanabilmek için tercih etmiştir. Ayrıca, İngiltere'nin lider ülkeye yakınsama ve lider
ülke konumuna geçme süreci, sıkça dile getirildiği gibi 18. yüzyılın ortalarındaki sanayi
devrimi ile gerçekleşmemiştir. İncelemelerimize göre İngiltere, Merkantilist dönemin
lider ülkesi olan Hollanda'ya yakınsamaya 1500'lü yıllardan itibaren başlamıştır.
İngiltere'nin yüksek oranlı bir gelişimi gerçekleştirmiş olduğu 19. yüzyılda,
günümüzdeki çoğu gelişmekte olan ülkenin elinde olmayan bazı imkânlara da sahip
olduğu görülmektedir. Uzun çalışma saatleri, sağlıksız konaklama ve yaşam
standartları, sömürge ülkelerdeki iktisat politikalarının ana ülke çıkarları doğrultusunda
belirlenmesi132 ve ticari ortaklığa yanaşmayan ülkelere askeri baskı ve savaş yollarıyla
imzalatılan haksız ticaret anlaşmaları ile elde edilen menfaatler bunlardan başlıcaları
olarak sayılabilir.
20. yüzyılın lider ülkesi konumuna yükselmiş olan ABD'nin de tarihsel gelişim
süreci İngiltere'ye benzer bir şekilde gerçekleşmiştir. ABD 1860 yılından başlayarak,
İkinci Dünya Savaşı'nın bitimine kadar yüksek tarife oranları ve İİDBS doğrultusunda
iktisadi büyüme politikalarını oluşturmuştur. ABD de İngiltere'ye benzer bir şekilde,
teknolojik liderliği ele geçirdikten sonra serbest ticarete açılmıştır. Aynı zamanda
ABD'nin, piyasa mekanizmasının aksaklıklarına karşı çeşitli önlemler alabilmek
amacıyla, işgücü piyasalarına dair müdahalelere ve kaynakların dağılımı ile ilgili
faaliyetlere sık sık başvurmuş olduğu görülmektedir.
Son olarak Japonya'nın da, 19. ve 20. yüzyılın lider ülkelerinin gelişim
süreçlerinden iyi dersler çıkarmış olduğu görülmektedir. Uzun bir süre boyunca İİDBS
ile gelişimini gerçekleştiren Japonya'nın çoğu noktada ABD ve İngiltere'den de daha
sert ve keskin devlet müdahalelerine başvurmuş olduğu söylenebilir. Japonya'nın
serbest ticarete açılmadan önce yerleştirmiş olduğu kurumsal altyapı ve aksak rekabet
piyasaları, ülkenin serbest ticarete açıldığında herhangi bir aksaklıkla karşılaşmamasına
neden olmuştur.
132 Acemoğlu, Johnson & Robinson (2000:8-9), İngiltere'nin sömürgelerine uygulamış olduğu politikalar bakımından da Hollanda'dan çok daha farklı bir yol izlemiş olduğunu belirtmektedirler. Hollanda, sadece sömürgelerindeki zenginlikleri (değerli madenler ve hammadde) ana ülkeye taşımayı hedeflerken, İngiltere sömürgelerindeki devlet sistemini, kültürel yapıyı ve ticari çalışma şartlarını da keskin bir şekilde kendisi belirlemiştir Aynı zamanda İngiltere, köle ticaretinden de önemli faydalar sağlamak yoluna gitmiştir.
122
İncelenmiş olan üç lider ülkenin dışında kalan GGÜ'nin de, tarihsel gelişim
süreçlerinin erken evrelerinde ve ihtiyaç duydukları zamanlarda İİDBS'ne başvurmaya
çekinmedikleri görülmektedir.133
List'in doğmuş olduğu topraklar, bebek sanayileri koruma politikasının “açık
savunucusu”134 ve kamusal altyapı reformlarının lider ülkesi Almanya, gelişiminin ilk
evrelerinde İİDBS'ni etkin bir şekilde kullanmakla kalmamış. Aynı zamanda dönemin
teknoloji ve sanayi lideri İngiltere'den üretim teknolojilerinin Almanya'ya
getirilebilmesi için birçok etik olmayan yola da başvurmuştur. Bu etik olmayan yolların
arasında, marka taklidi, makine yedek parçalarının kopyalanması, kalifiye işgücünün
Almanya'ya çekilmesi için yasadışı yollara başvurulması vb. birçok yol
sayılabilmektedir (Chang, 2003:67-72).135
Bütün bunlara ek olarak; GGÜ gelişim süreçlerinin ilk aşamalarında çocuk
işgücü ordusundan maksimum faydayı sağlamışlardır. 1820'lerde İngiltere'de çocukların
günde 12,5 ile 16 saat arasında çalıştıkları aktarılmaktadır. Almanya'da 1840-46 arası
dönemde, fabrika işçilerinin yaklaşık %20'sinin 14 yaş altındaki çocuklardan oluştuğu
not edilmiştir. ABD'de 1820 yılında, pamuk işçisi olarak çalışanların yarısına yakını 16
yaşından küçük çocuklardır. Günümüzün çoğu gelişmiş ülkesinde, çocukların çalışma
şartlarına yönelik sistemli düzenlemelerin ancak 1850'li yıllar ile 1914 arası süreçte
hayata geçirildiği görülmektedir (Chang, 2003:180-186).
Çalışmamızın bu bölümünde de anlatılmaya çalışıldığı üzere; GGÜ'nin
kalkınma serüveninde izlemiş oldukları yollara dair anlatılanlar ile, bu ülkelerin
bırakmış oldukları ayak izleri birbirlerine uymamaktadırlar. Günümüzün lider ülkesi
ABD'nin ve diğer gelişmiş ülkelerin gelişim süreçlerinin erken evrelerine dair tarihsel
incelemeler göstermektedir ki; bu ülkelerin gelişim süreci “Washington Uzlaşısı” olarak
bilinen günümüzün “bilge” iktisadi ön kabullerinden çok daha farklı iktisadi kalkınma
ve büyüme stratejileri tarafından yaratılmıştır (Buira, 2004:48).
133 Bkz. Tablo 3.6, Grafik 3.3 ve EK6.134 ABD'nin, gelişiminin ilk evrelerinde bebek sanayileri koruma argümanını kullanmış olmasına rağmen, günümüzde bu politikaların ana vatanı olarak bilinmekten ziyade “Washington Uzlaşısı” nın şiddetli savunucusu olarak bilinmek istemesinden ötürü, Almanya için bu ibarenin kullanılması tercih edilmiştir.135 Almanya'da sanayi gelişimin ilk evrelerinde Silezya bölgesinin alınması ve bu bölgedeki sanayinin geliştirilmesi için yapılan girişimler ve bu bölgeye yönelik altyapı çalışmaları büyük önem taşımaktadır. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Henderson (1963), Trebilcock (1881).
123
GGOÜ'nin başarı ve başarısızlık hikayelerinin değerlendirilmesi konusunda da,
geçmişin izlerinden yürümek faydalı olacaktır. Çalışmamızda yer alan GGOÜ'ne dair
değerlendirmeler de bu durum dikkate alınarak gerçekleştirilecektir.
3.3. VAATLER VE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER
Çalışmamızın şimdiye kadarki bölümlerinde, GGÜ'nin nasıl gelişmiş
olduklarına dair, tarihsel perspektifte bazı ipuçları verilmeye çalışılmıştır. Bu bölümde
ise GGOÜ'nin başarı ve başarısızlık öyküleri, yine tarihsel bir perspektiften bakılarak ve
İDBS savunucularının, GGOÜ'ne dair genel söylemleri ele alınarak verilmeye
çalışılacaktır.
1990'lı yıllarla birlikte ivme kazanan İDBS'ne yönelik desteğin ve Washington
Uzlaşısı'nın etkileriyle, 1990'lı yılların ortalarında ve 2000'li yıllarda, kimi gelişmekte
olan ülkeler İDBS'nin başarılı uygulayıcıları ve dışa açılma sürecinin önemli başarı
örnekleri olarak gösterilmekteydiler. Bu dönemde dışa açık kalkınmanın başarı
örnekleri olarak; gelişim süreçlerinin başlangıç evrelerini 1960'lı yıllarda geçirmiş olan
ve Asya Kaplanları olarak anılan; Hong Kong, Tayvan, Singapur ve G. Kore, 1970 ve
2000 yılları arası dönemde gelişim süreçlerinde hızlı atılımlara giden, Endonezya,
Malezya, Çin, Hindistan ve Tayland gibi yeni sanayileşen Asya ülkeleri ve Brezilya,
Şili ve Meksika gibi Latin Amerika ülkeleri başı çekmekteydiler.136
Genel bir değerlendirme yapıldığında; Latin Amerika ülkelerinin Asya'daki
ülkelere göre daha erken dönemde ekonomik bağımsızlıklarını kazanmış oldukları ve
daha erken dönemlerde uluslararası ticaretin birer üyesi oldukları görülmektedir
(Unctad, 2003:130). Ayrıca, Latin Amerika ülkelerinin, Asya ülkeleri ile
karşılaştırıldığında, zengin doğal kaynaklara sahip olmak gibi bir avantajı da vardır
(Aktan, O., 1991:61). Buna rağmen Latin Amerika ülkelerinin 20. yüzyıl boyunca
istikrarlı bir gelişim performansı gösteremediği görülmektedir. 1980'li yıllardan itibaren
İDBS'ne geçilmesinin bir sonucu olarak, 1990'lı yılların önemli başarı örnekleri olarak
gösterilen Latin Amerika ülkeleri, 2000'li yıllara girmeden evvel büyük bir iktisadi
çöküntü ile karşı karşıya kalmışlar ve “yeniden” başarı örnekleri olmaktan çıkmışlardır.
Gelişmekte olan Asya ülkeleri de aynı dönemde benzer bir çöküntünün mağduru
136 Ozawa (1992:28), Unctad (2008:1), Krueger (1997:9-13), Ram (2003:2). 124
olmuşlar, ancak bu çöküntü Latin Amerika'daki ülkelerde olduğu kadar derin ve uzun
olmamıştır. Çalışmamızın bu bölümünde; Asya ülkeleri ile Latin Amerika ülkeleri
arasındaki bu kırılganlık ve kalkınma farklılığını yaratanın ne olduğu sorusu genel
çerçevede cevaplandırılmaya çalışılacaktır. Bu cevabın bulunabilmesi için öncelikle
Asya'da nelerin “gerçekten” doğru yapılmış olduğuna bakmak daha yerinde olacaktır.
3.3.1. ASYA TİCARETİ VE BÜYÜME DERSLERİ137
Çoğu iktisatçı Doğu Asya'daki 20. yüzyılın son çeyreğinde yaşanan hızlı
gelişimi bu coğrafyada uygulanmış olan başarılı İDBS politikalarına bağlamaktadır.
Asya ekonomileri ele alındığında, en başarılı ve istikrarlı gelişme performansı gösteren
ekonomiler çoğu durumda, geleneksel İİDBS'nden vazgeçip dışa dönük politikaları ve
İDBS'ni benimsemiş olan ekonomiler olarak dikkat çekmektedirler (Kokko, 2002:2).
Önemli İDBS savunucularından Krueger (1990:108), Doğu Asya'daki ülkelerin
büyüme performanslarını incelemiş olduğu çalışmasının ikinci paragrafına şu cümle ile
başlamaktadır;
“Hiçbir araştırmacı yoktur ki; Doğu Asya'da yer alan ihracatçı ülkelerin
başarısını incelesin ve bu başarıda ihracatın oynamış olduğu, iktisadi büyümeyi
hızlandırıcı anahtar rol ile ilgili şüphe duyabilsin.”138
Krueger, aynı cümlenin devamında; İDBS'ni kullanmaya geçtiği dönemden
itibaren, 1965-87 arasında ihracat seviyesini %22,9 arttırma başarısını gösteren G.
Kore'nin, bu süreçte kişi başına düşen milli gelirinde de %6,4'lük bir artışın
gerçekleştiğini belirtmekte ve aynı dönemde yüksek oranlı büyüme performansı
gösteren Singapur, Tayvan ve Hong Kong'un da G. Kore'ye benzer bir şekilde, İDBS'ne
keskin bir geçiş ile bu gelişimi gerçekleştirebildiklerini belirtmektedir. Aynı dönemde
bu ülkelere göre daha içe dönük stratejiler uygulayan diğer Asya ülkeleri ise, büyüme
performansı açısından bu ülkelerin gerisinde kalmışlardır. Bu doğrultuda; Asya'daki
başarı ve başarısızlık örnekleri göstermektedir ki; devletler ihracatı teşvik etmek adına
bile olsa (ihracat teşvikleri, kredi teşvikleri vb. yollarla) piyasa mekanizmasına
müdahale etmemelidirler. Doğu Asya ülkeleri, İDBS'ne geçişin büyüme ve gelişmeye
ne derece katkıda bulunduğuna dair önemli örneklerdir (Krueger, 1990:108-109).
137 Konu başlığı; Krueger (1990); “Asian Trade and Growth Lessons” çalışmasından alıntıdır.138 Bu cümle; Washington Uzlaşısı'nın genel ifadesini de temsil etmektedir.
125
Asya Kaplanları olarak anılan; Honk Kong, Singapur, G. Kore ve Tayvan'ın
ardından, Endonezya, Malezya, Çin, Hindistan ve Tayland gibi önemli gelişme
performanslarına imza atan Asya ülkeleri de, İDBS'nin faydalarından istifade etmiş yeni
dönem gelişmekte olan Asya ülkeleri olarak gösterilmektedirler (Unctad, 2008:1).
Bu noktada akıllara şu soru gelebilir; neden özellikle de 1980 sonrası dönemde
İDBS'ne dayalı olarak gelişmeye çalışan birçok ülke varken, bu bir avuç Asya ülkesi
başarılı olabilmiştir?
Bu sorunun cevabına yönelik birçok yaklaşım vardır, en ön plana çıkan yorum
ise; Doğu Asya ülkelerinin genellikle birbirine benzer kültürlere ve altyapılara sahip
oldukları yorumu olarak göze çarpmaktadır. Bu faktör Doğu Asya ülkelerinin 20.
yüzyılın ortalarından itibaren göstermiş olduğu hızlı gelişimi açıklamakta sıkça
başvurulan bir olgudur. Genel söylenceye göre; birbirine yakın kültürel ve ahlaki
miraslara sahip olan bu ülkelerde, devlete olan bağlılık, disiplin ve çalışmanın önemli
erdemler olarak kabul edilmeleri, Doğu Asya ülkelerindeki hızlı gelişimde, “ufak”
devlet müdahalelerinin de başarılı olmasına neden olmuş, aynı zamanda bu özellikler
İDBS'nin bu ülkelerde tam randımanla hayata geçirilmesinde önemli rol oynamıştır.
Bununla birlikte, Doğu Asya'daki gelişen ülkelerin gelişim süreci, kültürel benzerlikler
ve paylaşımlar nedeniyle aynı coğrafyadaki diğer ülkelerin gelişimini de pozitif yönde
etkilemiştir. Her iki durum da bu coğrafyaya has ve genele mal edilemeyecek
durumlardır (Chang & Grabel, 2005:59-69). Aynı zamanda, Doğu Asya ülkeleri, İkinci
Dünya Savaşı sonrası ABD yardımlarından da maksimum faydayı sağlamış ve bu
yardımlar da, bu ülkelerin gelişimlerinin ilk dönemlerinde önemli rol oynamıştır
(Krueger, 1997:9).
Yapılan açıklamalar genel itibariyle önemli olgulara vurgu yapan açıklamalar
olarak gözükmektedir. Tabi bu açıklamaların dayanaklarının ne derece gerçeklerle
örtüştüğü faktörü de önemlidir. Çalışmamızda, bu sorunun cevabını yine tarihsel
perspektifle değerlendirmeye çalışacağız. İncelemeye öncelikle ilk gelişen ve Asya
Kaplanları olarak da anılan Doğu Asya ülkeleri ile başlamak yerinde olacaktır.
126
3.3.1.1. ASYA KAPLANLARI
3.3.1.1.1. GÜNEY KORE
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Kore yarımadası, Kuzey ve Güney olmak
üzere iki parçaya ayrılmıştır. Güney Kore (Kore Cumhuriyeti) 1948 yılından itibaren
formel olarak özgürlüğünü kazanmıştır. Yarımadanın Güney kısmı, az bir sanayi
kapasitesi ile birlikte, nüfusun büyük bir kısmını ve doğal kaynakların çok az bir
kısmını almıştır. Kuzey Kore ise, büyük oranda ağır sanayi ile donatılmış, zengin
mineral kaynakları ve yarımadadaki hidroelektrik tesislerinin hemen hepsini almış
durumdadır. Bunun yanında, G. Kore'deki kalkınma süreci, K. Kore tarafından 1950
yılında gerçekleştirilen saldırı ile derin bir şekilde sekteye uğramıştır. Kapsamlı İİDBS
ile gelişimini sağlamaya çalışan G. Kore, 1950'li yıllarda büyük ölçüde ABD
yardımlarıyla ayakta durmaya çalışan, Dünya'nın en fakir ülkelerinden birisidir (Kokko,
2002:9).
G. Kore'nin bağımsızlığını kazanması ile birlikte, Japon sömürgesi olmaktan
kurtulması, Japonya'nın sömürgecilik faaliyetleri çerçevesinde Kore'de uygulamış
olduğu politikalardan ötürü ülkeyi çoğu yönden dezavantajlı duruma getirmiştir. G.
Kore'deki sermayedarların büyük çoğunluğunun Kore'de yaşayan Japonlardan oluşması,
G. Kore'nin Japon sömürgesi olmaktan çıkması ile birlikte sermaye stoğunu da
kaybetmesi ile sonuçlanmıştır. Japonya'dan ayrılması ile birlikte G.Kore, kaliteli işgücü
ve deneyimli yönetim kadrosu gibi faktörleri de kaybetmiştir (Lee, 1997:2). Aynı
zamanda, Japonya'nın sömürgesi olduğu zamanlarda, Japonya'nın Kore'de uygulamış
olduğu politikalar nedeniyle, özellikle de eğitim konusunda Kore nüfusunun çok geri
kalmış olduğu görülmektedir. Bu dönemde; 14 yaş sınırındaki toplam Kore nüfusunun
sadece %2'si ortaokul seviyesi eğitimini tamamlamış durumdadır (Kim, 1990:146).
Yetişkin okuryazarlık oranı ise 1945 yılında sadece %22 seviyelerindedir. Bunların bir
neticesi olarak; G. Kore'de imalat sanayinin 1948'deki seviyesinin, 1939'daki
seviyesinin ancak %15'ine denk geldiği hesaplanmıştır. 1950-53 arasındaki Kore Savaşı
ise durumu daha da kötü bir hale getirmiştir. Bu dönemde bir milyona yakın insan
ölmüş ve çoğu üretim tesisi de yok edilmiştir (Lee, 1997:2-10). Görülmektedir ki, Doğu
127
Asya'daki ortak kültür mirası ve değerler, Japonya ve G. Kore ikili ilişkisinde pek de
geçerli olmamıştır.
İDBS savunucularının genel görüşüne göre; bu kadar olumsuzluğun içinde G.
Kore diğer bir hatayı da gelişiminin ilk evrelerinde İİDBS'ne dayalı gelişimi seçerek
yapmıştır. G.Kore'de 1950'lerin sonlarına doğru toplam ihracat, GSYİH'nın ancak
%3'lük bir kısmını oluşturmaktadır ve büyüme hızı da oldukça yavaştır. Bununla
birlikte ithalat ise GSYİH'nın %13'ünü oluşturmaktadır. Ödemeler dengesindeki açıklar
büyük oranda yurtdışı yardımlarla finanse edilmekte ve yurtiçi tasarruf oranları
neredeyse sıfır düzeyindedir. Ancak, 1960'lardan itibaren İDBS'ni uygulamaya başlayan
G. Kore'nin gelişiminde önemli bir değişiklik gözlemlenmiştir. Döviz kuru
müdahalelerinden vazgeçilmiş, ihracatçılar adına uygun ortamın yaratılması için gerekli
düzenlemeler yapılmıştır. Serbest ticaret şartlarına uygun iyileştirmeler sonucu,
sanayinin gelişimi için gerekli olan ara mal ve hammadde ithalatı da
gerçekleştirilebilmiştir. Bu değişim süreci ile birlikte, G. Kore'deki büyüme oranlarında
ve yaşam standartlarında gözle görülür bir iyileşme yaşanmıştır (Krueger, 1997:9). Bu
değerlendirmeye göre; G. Kore'nin bağımsızlığını kazanmış olduğu tarihten sonraki
yaklaşık on-onbeş yılı boş yere İİDBS ile harcanmış ve bu da G. Kore'nin daha erken
dönemlerde gelişmesini engellemiştir. Ancak titiz bir gözlem bize; bu sürecin G. Kore
adına hiç de kayıp yıllar olarak değerlendirilemeyeceğini göstermektedir.
G. Kore devleti ithal ikamesi döneminde, sürdürülebilir kalkınma adına çok
önemli iki politikayı hayata geçirmiştir (ya da geçirmek zorunda kalmıştır). Bunlardan
ilki; kuzeyden gelen göçlerle birlikte artan nüfus baskısının da etkisiyle gerçekleştirilen
toprak reformudur. 1949 yılında hayata geçirilen bu reform dahilinde bir aileye ait
yerleşim alanı büyüklüğü üç hektar ile sınırlandırılmış ve gelir ve refahın nüfus içinde
eşit dağılımına yönelik radikal değişiklikler yapılmıştır. Bu reform dahilinde toplam
ekilebilir alanların %25'ine yakını yeniden düzenlenmiştir. İkinci olarak; bağımsızlığın
kazanılmasıyla birlikte “eğitim”, kalkınmada öncelik verilen etmenler içinde en önemli
etmen olarak belirlenmiş ve devlet kaynaklarının büyük bir bölümü eğitim sektöründeki
yatırımlara yönlendirilmiştir (Kokko, 2002:10). Bu değişimlerin bir sonucu olarak,
1945-52 arası dönemde ortaokul düzeyinde okullarda okuyan öğrenci sayısı, yıllık
128
ortalama %8,2 büyüme ile 1,37 milyondan 2,37 milyon seviyesine çıkartılmıştır. Aynı
dönemde kolej ve üniversitede okuyan öğrenci sayısı da yılda yaklaşık %23,4'lük bir
artış göstermiştir.139
1960'lı yıllardan itibaren yurtdışı yardımların kesilmesi ile birlikte G. Kore de
İDBS'ne geçiş yapmış ve bu tarihten itibaren önemli bir iktisadi gelişim performansı
göstermiştir. Ancak, şunu da unutmamak gerekir; G. Kore'de 1960'lı yıllardan itibaren
İDBS politikalarının benimsenmesi, devletin tamamen iktisadi faaliyet alanından
çıkışını ifade etmemektedir. 1961 yılından itibaren G. Kore bankaları kamulaştırılmış ve
bu tarihten itibaren bu bankalar, geniş iş gruplarına negatif faiz oranlı ve geniş ölçekli
yatırım kredileri sağlanmasında başrolü oynamışlardır. Yani, G. Kore devleti
yatırımların dağılımında İDBS'ni uygulamaya geçtikten sonra bile aktif bir şekilde rol
oynamıştır. Bu durum gelişecek sanayilerin de devlet tarafından seçilmesine neden
olmuştur. Devlet, hayata geçirilmesi arzu edilen iktisadi faaliyetlerin, karlı bir hal de
alabilmesi için etkin bir şekilde uğraş vermiştir (Rodrik, 2001:18).
Bunlarla birlikte; G. Kore'nin her ne kadar 1960'lı yıllardan sonra İDBS'ne
dayalı bir kalkınma süreci geçirdiği ve piyasa mekanizmasına bağlı kaldığı dile getirilse
de, bu genişleme sürecinin tamamen ticari serbestlik politikaları doğrultusunda ve
devlet müdahaleleri olmaksızın gerçekleştirildiğini söylemek yanlış olacaktır.140 G. Kore
1980'lere kadar yurtiçi sanayilerini gerek tarifeler, gerekse tarife dışı yollardan
korumaya devam etmiştir. Ayrıca 1945-1960 yılları arası dönemde gerçekleştirilen
reformlar ve devlet güdümlü sanayileşme stratejileri, G. Kore'de sürdürülebilir ihracat
artışlarının ve gelir artışlarının temelini oluşturmakla birlikte, tüketici malları ve
sermaye malları sanayilerinin gelişiminde de önemli rol oynamıştır.141
Genel itibariyle, G. Kore gelişiminin çok geniş bir sürecinde, çoğu yönden
Washington Uzlaşısı'na uymayan bir şekilde hareket etmiştir.142
139 Kim (1990:146), Lee (1997:2-10).140 G. Kore'nin gelişim sürecinde beşer yıllık kalkınma planlarının uygulandığı dönem ile ilgili daha geniş bilgi için bkz EK7.141 Rodrik (1996), Chang (1993:132-135), Kokko (2002:10).142 Bu konuyla ilgili geniş değerlendirme, EK9'da, Rodrik (1996:17)'in tablolaştırmış olduğu haliyle verilmektedir.
129
3.3.1.1.2. TAYVAN
Japonya, Tayvan kendi sömürgesiyken Tayvan'ı bir gıda maddeleri tedarik
deposu olarak geliştirmiştir. Japon tarzı sanayileşme stratejileri Tayvan'da alüminyum
tesisleri (plants), metal arıtma tesisleri, çimento tesisleri, küçük çaplı gübre tesisleri ve
şeker arıtımında kullanım amaçlı alkol üretim tesisleri gibi tesislerin oluşturulmasına
yardımcı olmuştur. Bununla birlikte bu dönemde Tayvan, tekstil vb. tüketim mallarını
Japonya'dan ithal etmektedir (Min Wu, 2004:11-15). İkinci Dünya Savaşı sonrası Çin'e
geri iade edilen Tayvan'ın bu dönemdeki sosyal göstergeleri hiç de iç açıcı değildir.
1946-1950 yılları arası dönem için, 15 yaş ve üstü nüfusun ortalama okula gitme süresi
yaklaşık 2,8 yıldır. 1952 yılında ise, alt yaş üstü nüfusun sadece %1,4'lük bir kısmı kolej
veya üniversite mezunu ve 58,8'lik bir kısmı ortaokul ve dengi okullardan mezundur.143
Tayvan ile G. Kore ekonomilerinin yapıları ve 20. yüzyılın ortalarındaki
demografik özellikleri bakımından genellikle birbirlerine benzetilmektedir. Tayvan da
G. Kore'ye benzer bir şekilde 1950'li yıllar boyunca İİDBS'ne dayalı bir gelişim süreci
geçirmiş ve aynı dönem itibariyle ödemeler dengesi açıklarını genel olarak bu dış
yardımlar vasıtasıyla kapatmıştır. Bununla birlikte, Krueger (1997:9), Asya Kaplanları
olarak da anılan Doğu Asya ülkelerinin gelişme başarıları ile ilgili başlangıcın,
Tayvan'daki başarılı İDBS uygulamaları ile başlamış olduğunu belirtmektedir.
Krueger'a göre Tayvan'ın, yüksek enflasyonlu, içe dönük ve yurtdışı yardımlara muhtaç
iktisadi yapıdan, önemli ihracat ülkelerinden biri haline dönüşmüş olduğu süreç,
tamamen ihracat kapasitesini arttırmaya yönelik sanayileşme stratejilerinin bir
başarısıdır. Ancak, tarihsel göstergeler Tayvan'ın seksenli yılların başlangıcına kadar,
İİDBS'lerini kısmen de olsa sürdürmeye devam ettiğini göstermektedir. Örneğin; 1974
yılında Tayvan'daki nominal tarife oranları %55,7'ler seviyesindedir (Hou, 1988:10-11).
Tayvan, 1950'lerden itibaren kapsamlı kalkınma planları ile gelişim sürecini kontrol
etmiştir ve ancak, 3. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1961-65) ile birlikte gelen finansal
reformlarla, yatırım girişimlerinin sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi için uygun ortamın
sağlanması, döviz kurlarının düzenlenmesi, ithalat kontrollerinin azaltılması ve ihracat
aktivitelerinin cesaretlendirilmesi amaçlanmıştır (Kuo, Ranis & Fei, 1981: 74). Bunların
143 Hou & Chang (1981:486),Ciecd (1973:7). 130
yanında; Tayvan'daki kamu girişimleri de özel sektörün gelişiminde etkili olmuşlardır.
Kamu girişimleri sayesinde özel sektördeki üreticilerin ihtiyaç duyduğu anahtar
girdilerin yurtiçinden tedarik edilebilme olanağı sağlanmış ve bu girişimler özel
sektördeki karlılık oranlarının artışında önemli rol oynamıştır.144
Bu doğrultuda Gold (1986:87); Tayvan'ın leisseze-faire politikaları ve serbest
piyasa mekanizmasına dayalı bir ekonomi ile gelişmemiş olduğunu belirtmektedir.
Gold'a göre devlet; Tayvan'ın gelişim sürecinin geniş bir kısmında çeşitli kontrollerle
piyasalara müdahale etmiştir ve piyasa mekanizmasında doğabilecek sorunlara karşı
gerekli ve yeterli önlemleri aldıktan sonra piyasa mekanizmasına bağlı bir gelişim
sürecine girilmiştir.
Aktan, O., (1991); Doğu Asya ülkelerinin gelişim süreçlerine dair yapmış
olduğu incelemede; Tayvan ve G.Kore'de büyümenin dört aşamada gerçekleştirildiğini
belirtmektedir. İlk aşamada ülkelerin kendilerine has yapıları nedeniyle; Tayvan tarım
ihracatı, G.Kore ise tarım dışı malların ihracatı ile ithalatlarının finansmanını
karşılamaktadır. İkinci aşamada, her iki ülke de geleneksel ihracat gelirlerinin bir
kısmını yatırım mallarının ithalatına ayırmışlar ve bu sayede yurtiçinde ithal ikameci
sanayilerin oluşmasını sağlamışlardır. Bu dönemde devlet politikalarıyla desteklenen
piyasalarda fabrika üretimlerine geçilmiş, karlar ve rantlar artmıştır. Bu süreçte önemli
büyüme başarıları da yakalanmıştır. Bu politikalar 10-15 yıl arası bir süre boyunca
uygulandıktan sonra, yakalanan büyüme başarılarının devam ettirilebilmesi adına iki
seçenek ortaya çıkmıştır. Birinci seçenek; o zamana kadar ithal edilen yatırım ve
dayanıklı tüketim mallarında ithal ikamesine gidilmesidir. İkincisi ise; iç pazar için
üretilen dayanıksız tüketim mallarının ihracatına gidilmesidir. Bu noktada Tayvan ve
G.Kore ikinci seçeneği tercih etmişlerdir. Üçüncü aşamada, Doğu Asya ülkelerinin
karşılaştırmalı üstünlükleri, topraktan vasıfsız işgücüne kaymıştır. Aynı dönemde
dayanıksız tüketim mallarının ihracatının artmasıyla birlikte bu ülkeler hızlı bir şekilde
sanayileşmiştir ve işgücü de tarımdan sanayiye kaymıştır. İhracat endüstrileri bir önceki
aşamada olgunlaşan girişimci sınıf tarafından geliştirilirken, bir yandan da bu ülkelere
olan sermaye akışları artmıştır. Bu dönemde hayata geçirilen etkili kamu politikaları
144 Rodrik (2001:18-19), Kokko (2002.19). 131
ihraç ikamesinin sağlanmasında başrolü oynamıştır. İşgücü fazlalığının eritilip reel
ücretlerin yükselmeye başladığı bu dönemde, sanayi üretiminde nitelikli işgücü ve
teknolojiye dayalı, sermaye yoğun üretim sistemine geçiş başlamıştır. 1970'lerin
ortasına doğru geçilen 4. aşamada son ithal ikamesine dayalı dönem başlamıştır. Bu
dönemde yurtiçi ve yurtdışı için yatırım malları, dayanıklı tüketim malları ve işlenmiş
hammadde üretimine geçilmiştir. Bu alanlarda da ithal ikamesinin sınırına gelinmesi ile
birlikte yeniden ihracata dayalı stratejiler uygulamaya sokulmuştur. Tarımın sürükleyici
sektör olmaktan iyice çıkması ile birlikte, bu ülkeler tarım ürünleri ithalatçısı konumuna
gelmişlerdir. Bu gelişim süreci boyunca Doğu Asya ülkelerinde gelir dağılımı hep
çalışanlar lehine bir gelişim göstermiştir. Reel ücretlerin arttığı son aşama için doğal
karşılanabilecek bu gelişme, diğer gelişmiş ülkelerden farklı olarak, 2. ve 3. aşamada da
gerçekleştirilebilmiştir (Aktan, O., 1991:55-61).
Genel çerçeveden bakıldığında; G. Kore ve Tayvan'ın gelişim süreçleri büyük
ölçüde birbirine benzemektedir. Gelişim süreçlerinin başlarında, Tayvan'ın sadece
teknolojik altyapı bakımından G.Kore'den daha iyi durumda olduğu söylenebilir. Bunun
dışında, iki ülkenin de başlangıçtaki kaliteli işgücü stoğu ve sermaye stoğu sınırlıdır, her
iki ülkenin de kalkınmalarının ilk dönemlerinde dış yardımlar önemli rol oynamıştır, her
iki ülke de 1960'lı yıllardan itibaren dışa dönük bir kalkınma sürecine geçiş yapmıştır ve
her iki ülkede de devlet 1960'lı yıllara kadar direk, 1960'lı yıllardan itibaren ise dolaylı
yollardan piyasa mekanizmasına müdahalelerde bulunmuştur. Her iki ülke de 1970'li
yıllardan itibaren yatırıma dayalı ağır sanayilere yönelmiş fakat her iki ülke de bu
sanayilerde kısmen başarılı olabilmişlerdir. Her iki ülke de 1980'lerden itibaren
dikkatlerini yüksek teknoloji sanayine vermiştir. Ancak, bu noktadan itibaren
Tayvan'daki gelişim sürecinin G. Kore'den daha hızlı ve daha istikrarlı bir şekilde
gerçekleşmiş olduğu görülmektedir ve bu farklılık temel olarak iki ekonominin
büyümesindeki karakter farklılıklarına bağlanmaktadır. G. Kore'de yüksek teknoloji
sanayindeki gelişim, birkaç büyük firmadaki yüksek sermaye yatırımları ile
gerçekleştirilmişken, Tayvan'da yüksek teknoloji sanayi, binlerce küçük ve orta ölçekli
firma tarafından ve daha düşük sermaye yatırım oranları vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir.
Bu durum; Tayvan'da daha düşük borçlanma ile sağlanmış ve daha çeşitlendirilmiş bir
132
sanayi gelişim sürecini beraberinde getirmiştir. Aynı zamanda, Tayvan'ın G. Kore'den
çok önce, henüz gelişim süreçlerinin erken evrelerindeyken bazı seçilmiş sanayilerin
korunması konusunda harekete geçmiş olduğu görülmektedir. Bu seçim yapılırken;
Tayvan'ın karşılaştırmalı olarak üstün olduğu ucuz işgücü ve teknolojik altyapının
kullanılabildiği sanayileri koruma altına aldığı görülmektedir (Kokko, 2002:19-21).
Gelişim süreçlerindeki bu farklılıktan ötürü; G. Kore'de geniş ölçüde devlet desteği ile
gelişmiş olan büyük firmalar tarafından oluşturulan piyasa yapısı, yeni firmaların
piyasaya girmesini zorlaştırırken, Tayvan böyle bir durumla karşı karşıya kalmamıştır.
Bu yapının diğer bir sonucu olarak Tayvan, G. Kore'ye göre daha işgücüne dayalı bir
büyüme süreci yaşamıştır, ayrıca Tayvan'daki gelişim süreci daha düşük şehirleşme
oranları ve daha eşitlikçi bir gelir dağılımı ile gerçekleşmiştir.145
3.3.1.1.3. SİNGAPUR VE HONG KONG
Genel görüşe göre; Hong Kong ve Singapur da, Doğu Asya'da İDBS
doğrultusunda gerçekleştirilen ve “mucize” olarak adlandırılan gelişmenin bir parçası
olarak kabul edilmektedir. Bu ülkelerdeki büyüme performansları da dışa açık
büyümeyi destekleyici örnekler olarak tarihteki yerlerini almışlardır (Krueger, 1997:9).
Oysa bu ülkelere dair gelişim süreçleri de İDBS ile geliştikleri ile ilgili şüphe
uyandırıcı ipuçları ile doludur. Örneğin; Krugman (1994:5) Singapur'daki gelişim
sürecinin büyük oranda Stalin'in Sovyetler Birliği'nde hayata geçirmiş olduğu gelişim
modeline benzediğini söylemektedir. Singapur'da devlet, iktisadi kalkınma sürecinin ilk
aşamalarından itibaren, diğer Asya Kaplanlarına benzer bir şekilde, ekonomiye özellikle
de kaynakların dağılımı konusunda sık sık ve sistemli bir şekilde müdahalelerde
bulunmuştur. Singapur'daki hızlı gelişimin ardında, bu müdahaleler neticesinde
şekillenen piyasa mekanizmasının etkisi büyük olmuştur. Singapur bu müdahalelerin
ışığında 1966-90 arası dönemde yıllık ortalama %8,5'lik bir büyüme göstermiştir, kişi
başına gelir seviyesi de yıllık ortalama %6,6 oranında artmıştır. Aynı dönemde nüfusun
istihdam edilme oranı %27 seviyesinden %51 seviyelerine çıkarmıştır. 1966 yılında
eğitimli çalışan sayısı, toplam çalışan sayısının yarısından azına denk gelirken, 1990
yılında çalışanların 2/3'ü en az lise dengi okullardan mezun hale getirilmiştir (Krugman,
145 Ranis (1979:222-223), Hong (1987). 133
1994:5). Bütün bunlara ek olarak; Singapur aynı dönemde fiziksel sermaye yatırım
oranlarını %11 seviyelerinden %40 seviyelerine taşımayı başarmıştır. Ayrıca,
Singapur'a dair veriler göstermektedir ki; 1960'lı yılların ortalarından 2000'li yıllara
kadar reel ücretler devamlı artmıştır. Aynı dönemde toplam faktör verimliliği artışının
da yaşanmış olması şunu göstermektedir; teknolojik gelişim Singapur'un büyüme
sürecinde diğer Doğu Asya ülkelerinden daha önemli bir rol oynamıştır (Chang-Tai,
2002:520).
Hong Kong da diğer Asya Kaplanlarına benzer şekilde gelişmiştir ve
Singapur'a benzer şekilde küçük bir yüz ölçüme sahip olduğu için toprak faktörü
neredeyse yok denecek kadar azdır. Buna rağmen 20. yüzyıldaki en önemli gelişme
performanslarından birini göstermiştir. Her iki ülke de fiziksel sermaye yatırımlarını
arttırmış, işgücünün artışına ve eğitimine önem vermiştir (The World Bank, 1998:19-
20). Dışa açılmak içinse doğru zamanı beklemiştir.
3.3.1.2. KAPLANLAR, EJDERHALAR VE FİLLER
20. yüzyılın sonlarına doğru Malezya, Tayland ve Endonezya da Asya
Kaplanları olarak anılmaya başlanmıştır. 21. yüzyıla girilirken bu ülkelere başarı
örnekleri olarak Çin ve Hindistan'ın da katılımlarıyla birlikte, başarılı olarak anılan
gelişmekte olan Asya ülkeleri kadrosu geniş ölçüde tamamlanmıştır.146
Yeni Asya Kaplanlarının gelişim süreçlerinin eskilerinkinden çok da farklı
olmadığı görülmektedir. Malezya, 1950 ve 1970 arası süreçte İİDBS ile gelişimini
sağlamaya çalışmıştır ancak, Malezya'da ticari engellerin aynı dönemde gelişen diğer
ülkelere göre daha az kullanıldığı görülmektedir. Diğer ülkelerin gelişimlerinin ilk
evrelerinde efektif tarife oranları %25 ile %92 arasında değişirken, aynı dönem
itibariyle bu oran Malezya için sadece %7'lerde kalmıştır (The World Bank, 1993:134).
Bu durum temel olarak iki ana nedene bağlanmaktadır; birincisi; Malezya'da sömürge
döneminden miras kalan liberal bir kültürün olduğudur,147 ikincisi ise; ülkenin politik
altyapısıdır. Malezya'da politik gücü elinde bulunduran güç Malaylarken, ekonomik güç
146 Rozenwurcel (2006:2), Kokko (2002), Rodrik (2001). Bu ülkelere kimi araştırmalarda Vietnam, Bangladeş, Pakistan, Sri Lanka ve Nepal gibi ülkeler de katılabilmektedir.147 Aslında, sömürge durumundayken çoğunlukla ana ülkeler tarafından serbest ticarete zorlandıkları için bütün sömürge ülkelerin buna benzer bir kültüre sahip oldukları iddia edilebilir. Bu nedenle Malezya'daki ticari engellerin görece düşük olması ile ilgili bu görüş genel itibariyle zayıf kalmaktadır.
134
Çinli etnik grupların elindeydi ve Malezya’da ekonomik ve politik açıdan önemli olan
sektörler; diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi tarım sektörü değil, maden ve
ormancılık sektörleriydi. Bu doğrultuda; Malezya'da 1960'larda kabul edilebilir bir
büyüme performansı gösterilmesine rağmen (yaklaşık yıllık %3 seviyesinde), Malay
halkının fakirlik seviyesinde çok yavaş bir ilerleme olmuş olması, Malaylı politikacıları
bir dizi reform girişiminde bulunmak zorunda bırakmıştır. 1971 yılında çıkarılan Yeni
Ekonomi Politikası (YEP) adı altındaki reformlarla, eşitlik ile birlikte istikrarlı
büyümenin sağlanması amaçlanmıştır. İşçi sınıfında fakirliğin önlenmesi için gerekli
önlemler alınmış ve Malayların iktisadi açıdan da güçlü olmasını sağlayacak
girişimlerde bulunulmuştur. İşgücüne dayalı hafif imalat sanayi ürünleri ve doğal
kaynakların ihracatını teşvik etmek için çeşitli devlet müdahalelerine başvurulmuş ve
kamu girişimleri kurulmuştur. Bu kamu girişimlerindeki stratejik konumlara Malay
halkından kimseler konuşlandırıldı. Çeşitli lisans, işgücü kotaları ve teşvik kredileri
yoluyla, Malayların özel sektörde de başarılı olması için gerekli ortamlar hazırlanmış
olmuştur. YEP'in Malezya’nın gelişim sürecine etkisi büyük olmuştur. Malezya 1971 ve
1980 arası dönemde ortalama yıllık %8'lik bir oranla büyümüştür. 1980'li yılların
başında büyük oranda hammadde ihracatçısı görünümünde olan Malezya'da, aynı
dönemde büyüm oranlarının da düşmesi ile birlikte, imalat malları ihracatının da
gelişmesinin gerekliliği tespit edilmiş ve bu amaçla, imalat sanayine yönelik kamu
kuruluşları kurulmuş ve daha sonra özel sektöre devredilmiştir. 1986'dan itibaren,
ülkede sağlıklı bir piyasa mekanizmasının oluşturulmuş olduğuna dair olan inancın
artması ile birlikte, YEP tamamen kaldırılmış ve bu yolla ekonomide özel yatırımların
ve ihracatın şevklendirilmesi amaçlanmıştır (Kokko, 2002:29).
Tayland'ın 1955-1970 arası dönemde, doğal kaynakların ihracatına ve seçilmiş
sanayilerde ithal ikamesinin sağlanmasına yönelik, karışık ticaret politikaları ile
geliştiği görülmektedir. Aynı dönemde; tüketici mallarında yaklaşık %25-%30
seviyelerinde uygulanan tarifeler, makine ve ara girdiler ile ilgili olarak %15-%20 arası
oranlarda uygulanmıştır (The World Bank, 1993:140). Diğer gelişmekte olan Asya
ülkeleri ile karşılaştırıldığında görece daha düşük seviyelerde görünen koruma oranları,
1970'lerden itibaren, yurtiçi sanayinin korunabilmesi için arttırılmıştır. 1970'li yıllardan
135
itibaren istikrarlı ve sağlıklı bir şekilde gelişen Tayland sanayisi 1980li yılların
başındaki petrol şokuyla birlikte zarar görmüştür. Tayland, bu tarihten itibaren dışa açık
bir iktisadi gelişim sürecine girmiştir ve özellikle de yurtdışından finansal yatırımların
ülkeye çekilebilmesi için birçok yenileştirici ve kolaylaştırıcı reform hayata
geçirilmiştir. 1990'dan itibaren ise bu politikaların şiddeti arttırılmıştır. Tayland'ın İDBS
ile oluşturmaya çalıştığı iktisadi gelişim süreci, yüksek katma değerli sanayilerini
geliştirememesi ile birlikte olumsuz bir seyir izlemeye başlamıştır. Tayland'ın bu geçişi
sağlayamamasındaki en önemli etken olarak; gelişiminin erken evrelerinde eğitim ile
ilgili istikrarlı ve gerekli yatırımları yapamamış olması gösterilmektedir. Zamanında
önem verilmemiş olan eğitim yatırımları, işgücünün kaliteli hale gelmesini engellemiş
ve bu durum da Tayland'ın ucuz işgücü ağırlıklı malların ihracatçısı olmaktan
kurtulamamasına neden olmuştur. Geçişi sağlayamayan Tayland, 1997 yılında diğer
Doğu Asya ülkelerine benzer ama daha derin bir finansal kriz ile karşı karşıya kalmıştır
(Kokko, 2002:31).
Endonezya'daki gelişim süreci de diğer Asya Kaplanlarından farksızdır. Temel
prensip olarak, eğitim sistemine yapılan yatırımları İİDBS ile hafif sanayi mallarının
ihracatının sağlanması ile birlikte ağır sanayiye geçiş için gerekli altyapının sağlanması.
Yüksek teknoloji üretiminin sağlanması ile birlikte dışa açık bir iktisat politikasına
dönüldüğü görülmektedir. Ayrıca; devlet bankaları, kaynakların dağılımı konusunda
Endonezya'nın gelişim süreci boyunca önemli roller üstlenmiştir. Bu sürecin sonunda;
Endonezya'da iktisadi gelişim yüksek hızlı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Örneğin;
Endonezya'da, temel gereksinimler olarak görülen temiz suya, yiyeceğe ve sığınma
olanaklarına erişemeyen nüfusun toplam nüfusa oranı 1960 yılında %58
seviyelerindeyken 1990 yılında bu oran %17 seviyelerine inmiştir (The World Bank,
1993:43).
Doğu Asya ülkelerindeki gelişim süreci, İDBS savunucuları tarafından örnek
olarak gösterilirken, Doğu Asya ülkeleri bir grup araştırmacı tarafından gelişimleri
süresince toplam faktör verimliliklerinde bir gelişme sağlayamadıkları için çoğu kez
eleştirilmiştir.148 Ancak, yüksek sermaye girişleri ile desteklenen, çoğu iktisatçı
148 Bu konuda eleştiri getiren önemli erken dönem çalışmalar olarak bkz. Krugman (1994), Young (1995). 136
tarafından dışa açılmanın en önemli başarıları olarak gösterilen ve olağanüstü olarak
değerlendirilen bu gelişim süreci, Doğu Asya ülkelerinin 1990'lı yılların sonlarına doğru
derin mali krizlerle ve küçülmelerle karşı karşıya kalması ile sekteye uğramıştır. Bu
durumun asıl nedeni olarak çoğu kez bu ülkelerdeki yeterince şeffaf olmayan, iyi
denetlenmeyen ve mali bünyeleri zayıf bankaların yanlış müdahaleleri gösterilmiştir
(Dpt, 2000a:38).
Krueger (1990:108), 1990'lı yılların başında, Hindistan ve bir grup Asya
ülkesini ağır aksak büyüyen ekonomiler olarak gösterirken, bu ülkelere istikrarlı bir
büyüme ile birlikte gelişimi de sağlayabilmeleri için örnek modeller olarak; İİDBS'den
vazgeçmeleri, dışa açılma ve serbestleşme hareketlerini hayata geçirmeleri ile önemli
gelişim performansları göstermiş olan Doğu Asya ülkelerini göstermektedir.149 Bununla
birlikte Çin'in ve benzer bir şekilde Hindistan'ın hiçbir zaman tam anlamıyla
serbestleşmediklerini iddia eden bir yaklaşım da vardır. Dünya Bankası'nın 1997 tarihli
kalkınma iktisadı ile ilgili konferansına dair raporda, özellikle de Çin'in günümüz
liberalleşme söylemlerine hiç de uymayan bir iktisadi gelişim süreci izlemiş olduğu
belirtilmektedir. Çin, hiçbir zaman piyasa mekanizmasına tamamen güven duymamıştır
ve hiç bir zaman tam anlamıyla dışa açık ve serbest bir ülke olmamıştır. Buna rağmen,
Çin'in 1980'lerden itibaren göstermiş olduğu büyüme performansı ve iktisadi gelişim
süreci inkar edilemeyecek bir şekilde başarıya ulaşmıştır. Ancak, raporda bu gelişim
sürecinin ve yüksek oranlı büyüme performanslarının sürdürülebilirliğinin ve de başka
ülkeler tarafından da uygulanabilirliğinin şüpheli olduğu da vurgulanmaktadır (The
World Bank, 1997:28-29). Bhagwati & Srinivasan (1999:4-6) ise; 1980-2000 yılları
arasındaki gelişim süreçleri incelendiğinde, Çin ve Hindistan'ın dünya pazarlarına
açılmış olmalarının ve serbestlik hareketlerine katılımlarının, gelişimleri sürecinde
anahtar rolü olduğunu iddia etmektedirler.150
149 Doğu Asya ülkelerine dair bu yorumun gerçeklerle çok da alakası olmadığı, çalışmamızda yer alan Doğu Asya ülkelerine dair yorumlarda yer almaktadır. Bu yorumlar için bkz. sf. 125-140.150 Tarihsel veriler göstermektedir ki Çin, Bhagwati & Srinivasan (1999)'ı destekler bir biçimde 1980 sonrası dönemde büyüme performansı açısından önemli başarılar elde etmiştir. Ancak, Çin'in 1950 sonrası dönemde gerçekleştirdiği gelişim süreci incelendiğinde, 1950-1980 arası dönemde de yüksek büyüme performanslarına sahip olduğu görülmektedir. Çin 1953-1980 arası dönemde ortalama yıllık %6,75'lik bir GSYİH büyüme performansı göstermiştir. Aynı dönemde dünyadaki yıllık ortalama GSYİH büyüme oranı ise; %4,7 civarında gerçekleşmiştir. Aynı zamanda Çin, 1953-1960 arası dönemde de günümüzdekine benzer bir şekilde yaklaşık %9,6'lık bir büyüme performansı yakalamıştır. Yani; Çin'in
137
Bu kadar farklı yaklaşıma ve eleştiriye konu olan Çin'in gerçekten de 1980'li
yıllardan başlayarak 1990'lı yılların sonlarına kadar yıllık ortalama %10'luk bir milli
gelir artışını sağlamış olduğunu görmekteyiz. Çin'de görülmüş olunan yüksek oranlı
büyüme performansının nedenlerinden en önemlisi, 1970'li yılların sonunda Çin'de
gerçekleştirilmiş olunan tarım reformları olarak gösterilmektedir. Reformlar neticesinde
artan tarım gelirleri köylerdeki ailelerin gelirlerini de arttırmış, bu durum da tasarruf ve
yatırımların artmasına yardımcı olmuştur. Neticede; köylerde sanayi üretimi için gerekli
koşullar oluşturulmuştur. Yapılan reformlar ile, özel firmaların ve bölgesel olarak
kontrol edilen belediye ve kasaba girişimlerinin önemi artmış, bu kanallar yardımıyla
ülkeye doğrudan yabancı yatırımların girişi sağlanmış ve bu da ihracat artışları ile
neticelenmiştir. Bunun dışında seçilmiş bebek sanayilerinin geliştirilmesi politikasının
Çin'de de hayata geçirildiği görülmektedir. Devlet, özellikle de hafif sanayi ürünleri,
makine ve tekstil sektörünün korunması yolunda müdahalelerde bulunmuştur. Bu
noktada, Çin'in dışa açılım sürecinde çok önemli iki olgudan bahsetmek gerekmektedir.
Bunlardan ilki; Çin'in ihracatının neredeyse %90'lık kısmının devletin sahip olduğu dış
ticaret birlikleri tarafından yapılmasıdır. Bu birlikler, özellikle de firmaların ihtiyaç
duyduğu hammadde ve ara mal tedarikinin sağlanmasında ve aynı zamanda da
firmaların ihracat hedeflerin tutturulabilmesinde önemli rol oynamıştır. İkinci olarak
ise; Çin'in döviz kuru politikaları ülkedeki ihracatın şevklendirilmesinde anahtar öneme
sahiptir. Çin'de devletin uygulamış olduğu döviz kuru politikaları sayesinde Çin
mallarının maliyetleri açısından dünya pazarlarındaki rekabet olanaklarının artması
sağlanmıştır. Bütün bunlara rağmen Çin'deki gelişim sürecini sekteye uğratabilecek
durumlar mevcuttur; devlet girişimleri işlevlerini etkinlik açısından çok düşük
seviyelerde sürdürmektedir, yeni reformların yapılması devlet sanayinde güçlü çıkar
gruplarının olması nedeniyle zor görülmektedir ve bankacılık sisteminin zayıflığı
ülkenin gelişimindeki son ve en büyük engel olarak mevcudiyetini korumaktadır
(Kokko, 2002:31-35). Ancak, Krugman (2001:162), Çin'deki bu aksaklıkların Asya'da
2000'li yılların sonuna doğru yaşanmış olunan krizlerde, Çin'in diğer Doğu Asya
1980 sonrası büyüme performansı ile 1980 öncesi performansı arasında mucizevi bir performans değişikliği olmadığı söylenebilir. Çin'in 1950'li yıllardan itibaren göstermiş olduğu büyüme performansı EK10'da yer almaktadır.
138
ülkeleri kadar etkilenmemiş olmasında etkin rol oynamış olduğunu belirtmektedir.
Krugman, Çin'in bankacılık sistemindeki bozukluklar ve ahbap çavuş ilişkileri
yüzünden ülkenin parasının konvertibl olamadığını, bu durumunsa Çin'de diğer Asya
ülkelerinin çoğunda yaşanan finansal krizlerin derin bir şekilde hissedilmediğini
belirtmektedir.
Hindistan da Çin'e benzer bir şekilde 1980 sonrası dönemde ciddi bir büyüme
performansı göstermiştir. Ancak, 1991-1993 dönemine kadar Hindistan'da ciddi bir
ticaret reformuna gidilmediği görülmektedir. Aynı zamanda, Hindistan'daki tarife
oranlarının, ciddi bir büyüme başarısının yakalandığı 1980'li yıllarda, görece olarak
daha yavaş bir şekilde büyümüş olduğu 1970'li yıllara göre daha yüksek seviyelerde
olduğu görülmektedir (Rodrik, 2001:27).151 Bununla birlikte; Hindistan da Çin'e benzer
bir şekilde döviz kurlarını baskı altına almıştır. Hatta bu noktada Hindistan'daki kur
politikalarının, ihracatın teşviki açısından sanayi politikalarından bile daha etkili olduğu
söylenebilmektedir (Rodrik, 2006:22).
Sonuç olarak; Çin ve Hindistan'ın büyük ölçüde birbirine benzeyen 1980
sonrası gelişiminin seyrini belirleyen faktörler de büyük oranda birbirine
benzemektedir. Her iki ülkenin de uluslararası ticarete açıldıktan sonra bile
kullanmaktan çekinmedikleri döviz kuru müdahaleleri, iki ülkenin başarısında da
önemli rol oynamıştır. Bu doğrultuda Rodrik (2001:27), çoğu iktisatçının düşünmesi
gerektiği şeyin aslında dışa açılmanın olumlu ya da olumsuz etkilerinden ziyade, dışa
açılma sürecinin şekli olduğunu savunmaktadır. Rodrik'e göre; ticari serbestliğin
derecelerinin, kurumsal altyapıların ve gerçekleştirilebilen reformların seviyelerine göre
seçilmesi gerekmektedir. Yine Rodrik (2007:2), aslında Çin ve Hindistan'ın
küreselleşme oyununu Bretton Woods kurallarıyla oynamaktan başka bir şey
yapmadıkları yorumunu getirmektedir. Bu ülkeler, ithalat rejimlerini ancak, ekonomileri
çıkış trendine girdikten sonra serbestleştirmişlerdir ve kısa vadeli sermaye giriş ve
çıkışlarını ise devamlı denetim altında tutmuşlardır. DTÖ tarafından engellenmiş birçok
sanayileşme stratejisini hayata geçirmişler ve bu sayede uluslararası piyasalarda
kendilerine avantaj sağlayabilmişlerdir. Bu doğrultuda; ticari serbestleşme konusunda
151 EK8'de, 1970-1995 arası gelişim süreci boyunca Hindistan'da uygulanan gümrük tarifeleri ve ithalat engellerinin seviyesi ile büyüme oranlarının yer aldığı bir şekil mevcuttur.
139
Çin ve Hindistan'ın Asya Kaplanları olarak anılan ülkelerle benzer bir yolu izlemiş
olduğu, ancak onlardan farklı bir şekilde, finansal serbestleşmeyi hiçbir zaman tam
olarak gerçekleştirmedikleri görülmektedir.
Çin ve Hindistan'ı, 2000'li yılların sonlarına doğru Asya'da yaşanan derin
finansal krizlerden de büyük oranda finans piyasalarındaki “zaafları” korumuştur
(Krugman, 2001:162-164).
3.3.2. AMERİKA'NIN GÜNEYİ; LATİN AMERİKA
Latin Amerika'daki bütün ülkeler 19. yüzyılın ilk çeyreği itibariyle
bağımsızlıklarını kazanmışlardır. 20. yüzyılın başına gelindiğindeyse Latin Amerika
büyük ölçüde uluslararası ticarete açılmış durumdadır. Özellikle de taşıma
teknolojilerinin gelişmesi ve gelişen Avrupa'daki lüks (egzotik) ve normal yiyecek
talebinin artışı ile birlikte gelişen gıda ihracatı aynı dönemde Latin Amerika'daki
ülkelerin birçoğunu potansiyel tarım ürünleri ihracatçısı konumuna getirmiştir. Bu
durum, sanayi devrimini geniş ölçüde tamamlamış olan gelişmiş Avrupa ülkelerinden
yatırımların Latin Amerika'ya doğru akmasına neden olmuştur. Bu dönemde artan dış
yatırımlar ve dış talep ile birlikte artan ihracat gelirleri, Latin Amerika ülkelerinin
büyük ölçüde finansal baskıdan kurtulmasına ve sermaye birikimini sağlamasına
yardımcı olmuştur. Latin Amerika'daki erken gelişim sürecinin en önemli hatasının da
işte bu noktada yapıldığı söylenebilir. Latin Amerika ülkeleri, kıtaya gerçekleşen bu
finansal akışı büyük ölçüde temel mallar152 (primary commodities) üretiminde ve
ihracatında uzmanlaşmak için kullanmışlar ve yurtiçi imalat sanayinin gelişimine
yönelik herhangi bir girişimde bulunmamışlardır. Bu durum; Birinci Dünya Savaşı
sonrası Dünya'daki genel görünümün bir uzantısı olarak ihracat gelirlerinin ve sermaye
akışının kesilmesi ile sonuçlanmıştır.153 Büyük depresyondan sonraki dönemde ise;
Dünya'daki genel duruma uygun bir şekilde Latin Amerika ülkelerinde de İİDBS'ne
geçilmiştir. Bu stratejilerden de, 1980'lerin başında Latin Amerika ülkelerinin çoğunun
karşılaşmış olduğu derin ödemeler dengesi açıkları ile daha fazla baş edemeyecekleri
anlaşıldığında vazgeçilmiştir. Bu tarihten sonra, “özellikle de ABD'nin ve uluslararası 152 Bir malın üretiminde kullanılan işlenmemiş ya da yarı işlenmiş gıda maddeleri, tarımsal hammaddeler ve madenler, temel ürünler olarak adlandırılmaktadır. http://www.finhat.com/finhat/menu/sozluk/sozluki.html (Erişim: 28.03.09).153 Unctad (2002:130-131), Aktan O. (1991:62).
140
kuruluşların yüksek seviyeli desteği ile” piyasa dostu ve küreselleşme yanlısı
Washington Uzlaşısı politikalarını hayata geçiren Latin Amerika ülkelerinde, başarılı
sayılabilecek bir büyüme döneminin ardından, derin finansal krizler baş göstermeye
başlamış ve 2000'li yılların başında çoğu Latin Amerika ülkesi geçirmiş oldukları derin
krizlerin yaralarını sarmak ile uğraşmışlardır.154
1990'lı yılların ortalarında Latin Amerika için her şey güzel gidiyor gibi
gözükmektedir. Aynı dönemde, Latin Amerika ülkelerinde gözlemlenen kabul edilebilir
seviyedeki büyüme oranları ile birlikte, inişe geçen enflasyon oranları ve bu ülkelere
doğru yönelen yüksek ölçekli sermaye girişleri, Washington Uzlaşısı olarak
adlandırdığımız yaklaşımın başarısı olarak gösterilmiştir. Çoğu görüşe göre; Asya'daki
“dışa dönük” politika mucizelerinin benzerleri 1990'lı yıllarda Latin Amerika'da
yaşanmaktadır. Ancak, bu görüşlerin birçoğu öncelikle Meksika'da yaşanan ve zamanla
bütün Latin Amerika ülkelerine sıçrayan derin krizlerle son bulmuştur.
1990'lı yılların ortalarına gelindiğinde Meksika ve Arjantin iktisadi açıdan
geçmişin kötü izlerini silmiş gözükmektedirler. Enflasyon oranları azalmış, ülke paraları
istikrara kavuşmuştur. Ancak, aynı dönemde bu ülkelerin döviz kurlarını istikrara
kavuşturamadıkları görülmektedir. Özellikle Meksika'da pezonun aşırı değerli olması,
ihracat artışlarının kısıtlı bir seviyede kalmasına neden olmuştur. Öte yandan ithalat
üstündeki engellerin kaldırılması ve ülke içindeki kredilerin artması sonucunda bir
ithalat patlaması yaşanmıştır. Aynı dönemde, ödemeler dengesinin daima dengede
olacağı temel muhasebe yaklaşımı ile yüksek oranlı dış ticaret açıkları, dışa açık
ekonomi politikaları sayesinde sağlanmış olunan yüksek oranlı sermaye girişlerinin bir
neticesi olarak algılanmıştır. Kimi iktisatçılar ise, Meksika'da aynı dönemde asıl
sorunun aşırı değerli pezo olduğunu savunmuşlar ve bir devalüasyon önerisi
getirmişlerdir. Ancak, yurtdışından gelen yatırımcıların ürkütülmemesi ve o dönemlerde
NAFTA'nın ABD onayına sunulmuş olması böyle bir müdahalenin yapılmasını
engellemiştir. Neticede; ülkedeki döviz rezervlerinin çeşitli şekillerde erimesiyle birlikte
kurtuluş ümidi olarak gecikmiş bir devalüasyon gerçekleştirilmiştir. Ancak, Meksika bu
devalüasyonu da başarılı bir şekilde hayata geçirememiştir, ülkede yapılan reformlara
154 Rozenwurcel (2006:2), Krugman (2001:43). 141
ve ülkenin istikrarlı yapısına güven ortamı birdenbire tersine esen rüzgarlara maruz
kalmıştır, yurtdışından gelen yatırımcılar hızlı bir şekilde yatırımlarını Meksika'dan
çekmeye başlamışlar ve en sonunda “Tekila Krizi” olarak da anılan derin mali kriz
patlak vermiştir (Krugman, 2001:51-55). Bu dönemde Meksika pezosu yaklaşık %30
değer kaybetmiştir ve Meksika, uluslararası finansal kurumlar tarafından tesis edilen
yüksek oranlı dış yardımlar sayesinde 1996 yıllarının sonuna doğru ancak eski haline
dönebilmiştir (Dpt, 2000a:38). Bu denli yüksek oranlı borç yüküyle sonuçlanmış olan
İDBS uygulamaları ise Meksika'ya özellikle de büyüme performansı açısından çok da
parlak bir performans kazandıramamıştır. Meksika'da gerçekleşen 1961-1981 arası
dönemdeki kişi başına GSYİH artış oranı yıllık yaklaşık %3,68 olarak gerçekleşmişken,
1982-1996 arası dönem için bu oran -%0,4 olarak gerçekleşmiştir. 1997-2005 arası
dönemde ise; oran yaklaşık %2,25 olarak gerçekleşmiştir.155
Meksika'da yaşanan sorunlar bir süre sonra Arjantin ve Brezilya'da da benzer
şekillerde yaşanmaya başlanmış ve hepsinde de yıkıcı etkiler yaratmıştır. Bu domino
etkisinin derinleşmesinde, uluslararası yatırımcıların Latin Amerika'daki bütün ülkeleri
benzer karakterlere sahip ülkeler olarak görmeleri ve Meksika'da yaşanan olayların
diğer Latin Amerika ülkelerinde de yaşanacağına dair beklentileri sonucunda yavaş
yavaş bu piyasaları terk etmeye başlamaları da etkili olmuştur (Krugman, 2001:56).156
Tablo 3.12 bize, 1980 sonrası dönemde özellikle de kişi başına düşen GSYİH büyüme
oranlarında Latin Amerika ülkelerinin başarıyı ve istikrarı yakalayamamış olduklarını
göstermektedir.
155 Meksika'ya ait kişi başına GSYİH artış oranlarının hesaplanmış olduğu tablo için bkz; http://www.nationmaster.com/time.php?stat=eco_gdp_per_cap_gro_ann-gdp-per-capita-growth annual&country=mx-mexico (Erişim:17.04.09)156 Latin Amerika ülkelerine dair bu yaklaşımın benzeri, Doğu Asya ülkelerine dair de yapılmaktadır. Yatırımcı kararlarının birbirini etkilemesine dair bir örnek de 1990'lı yılların sonlarına doğru Doğu Asya'da yaşanan krizde gerçekleşmiştir. Hatta neoliberal söylem, Doğu Asya ülkelerine dair bu genelleme yaklaşımını kullanarak, buradaki kalkınma politikalarının tamamen buraya has politikalar olduğunu, bu coğrafyanın ülkelerine ait ortak sosyal-kültürel mirasın bir etkileşimi sonucunda ortaya çıktığını savunmaktadır. Yine aynı yaklaşım, bu nedenlerden ötürü, Doğu Asya tarzı kalkınma planlarının diğer ülkeler için geçerli olamayacak derecede bu coğrafyaya has özelliklerle beslenmiş olduğunu savunmaktadır. Bu konudaki neoliberal söylem ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Chang & Grabel (2005:59-69).
142
Tablo 3.12. Latin Amerika: GSYİH, 1971-2003 (yıllık büyüme oranları %)
ÜLKE 1971/80 1981/89 1990 1991/94 1995 1996/97 1998/2003 1990/2003
Arjantin 2,8 -0,7 -2,0 8,0 -2,9 6,7 -1,4 2,2
Brezilya 8,6 2,3 -4,6 2,8 4,2 2,8 1,3 1,7
Şili 2,5 3,0 3,3 7,5 9,0 6,8 2,7 5,1
Kolombiya 5,4 3,7 4,1 4,2 4,9 2,6 1,0 2,6
Meksika 6,7 1,5 5,1 3,5 -6,1 6,1 2,8 3,0
Peru 3,9 -0,7 -5,4 4,9 8,6 4,7 2,0 3,1
Uruguay 3,0 0 0,5 5,7 -2,4 5,3 -2,5 1,1
Latin Amerika 1971/80 1981/89 1990 1991/94 1995 1996/97 1998/2003 1990/2003
Toplam 5,6 1,3 -0,5 4,1 1,0 4,5 1,3 2,4
Kişi Başı 3,1 -0,8 -2,4 2,2 -0,7 2,8 -0,3 0,7
İşçi Başı 1,8 -1,6 -3,3 1,3 -1,6 1,9 -1,2 -0,2KAYNAK: French-Davis (2004:102).
Neticede bütün Latin Amerika krizlerinde görülen aksaklıklar temel olarak şu
şekilde özetlenebilir;157
-Sabitlenmiş ya da yarı sabit döviz kurları,
-Aşırı değerli ülke parası,
-Kontrolsüz sermaye hareketleri,
-İktisadi gelişim sürecindeki geniş sermaye akışları,
-Bankacılık sistemindeki zayıf öngörüler ve eşitsiz düzenlemeler.
Görünen o ki, Latin Amerika'daki ülkelerin bankacılık sektörü ve döviz kuru
müdahaleleri bakımından çoğu yönden Çin ve Hindistan'a benzediğini görmekteyiz.
Aradaki tek farkın Latin Amerika'da, Çin ve Hindistan'dan farklı olarak sermaye
girişleri ana hedef olarak seçilmiş ve bu uğurda ülke paraları aşırı değerlendirilmiştir.
Sınırlarını uluslararası sermayeye açmış olan Latin Amerika ülkeleri, sonunda bu
sermayenin hızlı bir şekilde çıkışı ile derin krizler yaşamıştır. Oysaki Çin ve
Hindistan'da bir yandan ülke paralarının değerleri baskı altına alınarak bu ülkelerde
üretilen mallara uluslararası piyasalarda rekabet gücü kazandırılmış, bir yandan da
doğrudan yabancı yatırımlar da olmak üzere yurtdışından gelen bütün yatırımların
kontrol altında tutulması amaçlanmıştır. Her iki ülkede de, Latin Amerika'daki kadar
157 Frenkel (2003)'den aktaran; Rozenwurcel (2006:14). 143
bile gelişmemiş olan bankacılık sektörünün zaafları, bu ülkeleri hızlı sermaye
çıkışlarının neden olabileceği finansal krizlerden de korumuştur.
Latin Amerika ülkelerinin tarihsel gelişimi incelendiğinde, ne ilk dönem
gelişim evreleri olan 19. yüzyıl sonlarındaki dışa dönük büyüme stratejileriyle, ne de
1980 sonrası hayata geçirilen Washington Uzlaşısı politikaları ile istikrarlı bir büyüme
performansı ve sağlıklı bir gelişim süreci yaşayabildikleri görülmektedir. Bununla
birlikte, Latin Amerika ülkeleri İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde uygulamış
oldukları İİDBS sayesinde önemli bir büyüme performansı göstermiş, ancak 1980'li
yılların başına gelindiğinde bu büyüme performansının da sürdürülebilir olamayacağı
gerçeğiyle karşı karşıya kalınmıştır. Görünen o ki; Latin Amerika'da bir şeyler uzun
süredir eksik yapılmaktadır, bu eksikliğin ortaya çıkışındaki en önemli roller ise
basiretsiz yönetimler ve güdümlü politikacılara aittir.158
3.4. İDBS KILAVUZLUĞUNDA DÜNYA EKONOMİSİ
İDBS'nin ve dışa açıklığın, özellikle de gelişmekte olan ülkelerin gelişiminde
ve gelişmiş ülkelere yakınsamalarında önemi rol oynadığını savunan ve uluslararası
iktisat platformlarında büyük destek bulan geniş bir literatür olduğu bilinmektedir. Bu
doğrultuda küreselleşme yanlısı söylemler özellikle de 1990 sonrası Dünya ekonomisine
Washington Uzlaşısı adı altında damgasını vurmuştur. Washington Uzlaşısı sonrası
dönemde ulus devletin ekonomik ve politik egemenliğini yok eden anlayışın, 2000'li
yılların başında büyük oranda hasar görmüş olması ile birlikte, devletin iktisat sahnesine
“kısıtlı” imkanlarla yeniden çıkması sağlanmıştır. Buna rağmen; Washington Uzlaşısı
olarak kabul edilen temel önermeler yine de 21. yüzyıl politika önerileri içinde yerlerini
aynen muhafaza etmişlerdir. 158 Aktan, O., (1991:61-64), büyüme süreçleri bakımından karşılaştırıldığında Latin Amerika ülkelerinde, Doğu Asya ülkelerinde yaşanan geçiş aşamalarından bazılarının yaşanmadığını belirtmektedir. Buna göre; Latin Amerika ülkeleri birinci ithal ikameci dönemin ardından direk sermaye yoğun üretime geçmiştir. Bu durumda, Latin Amerika ülkelerinde daha sert bir ithal ikamesine dayalı dönem yaşanmıştır. Hemen hemen tamamen ihracat teşvikleri ile beslenen bu aşamanın bu ülkelerdeki sosyal maliyeti yüksek olmuştur. Önemli büyüme performanslarının ortaya çıktığı, doğal kaynaklar, vergi ve ihracat gelirleriyle finanse edilmeye çalışılan bu aşamanın istihdam ve gelir dağılımı konusundaki etkileri olumsuz olmuştur. Aynı dönemde tarım sektörünün ihmal edilmesi ile birlikte, tarım ithalatçısı konumuna da gelen Latin Amerika ülkelerinde ihraç gelirleri ve dış borçlanmanın önemli bir kısmı tarım ürünlerinin ihraç edilmesi için kullanılmaya başlanmıştır. Aynı zamanda, ikinci ve üçüncü aşamanın atlanması, işgücünün sanayi sektörüne geçişini de engellemiştir. Bu bozuk yapı ile büyüme çok uzun bir dönem daha sürdürülememiş ve Latin Amerika ülkelerinde derin dış ticaret açıkları oluşmuştur. Doğu Asya ülkelerinin geçirmiş oldukları aşamalar için bkz. sf.125-140.
144
Dollar & Kraay (2004:27), küreselleşme yolunu seçmiş olan birçok gelişmekte
olan ülkenin (Çin ve Hindistan gibi birçok geniş ülke de dahil olmak üzere) büyüme
performansı açısından 1970-80 arası dönemden çok daha başarılı bir 1980-90 dönemi
geçirdiğini belirtmektedir ve gelişmekte olan ülkelerin, gelişmiş ülkelere
yakınsayabilmesi için bir an önce küreselleşme ve dünya piyasalarına uyumlanma
girişimlerinde bulunması gerektiğini belirtmişlerdir. Bunun yanında Krueger, birçok
çalışmasında şiddetle İDBS'ni savunmuştur, Bhagwati, Balassa ve hatta günümüzde
IMF politikalarını şiddetli bir biçimde eleştiren Stiglitz gibi araştırmacılar bile 1980'li
yıllarda dışa açıklığın, gelişim süreci için olmazsa olmazlardan olduğunu ve
küreselleşme hareketlerinin hızlandırılmasının ve özellikle de gelişmekte olan ülkeler
açısından hızlı bir şekilde uygulanmasının gerekliliğini vurgulamışlardır.159 Ancak,
çalışmamızda ortaya konulmaya çalışılan tarihsel gerçekler ile neoliberal söylemler
arasında birçok noktada farklılıklar olduğu görülmektedir.
Öncelikle şu ortaya konmalıdır ki; İDBS vaat ettiklerini hayata geçirebilmek
açısından başarısız olmuştur. 1980 sonrası dönemde özellikle de gelişmekte olan
ülkelerin hemen hemen hepsinin, dışa açılmalarına rağmen hala işgücü ağırlıklı üretime
dayalı ve doğal kaynaklardan mahrum bir altyapıya sahip oldukları görülmektedir.
Yani, İDBS savunucularının ticaret artışlarının sanayileşmeyi arttıracağına dair en temel
öngörüleri gerçekleşmemiştir (Williamson, J.G., 2002:22). Bunun yanında, İDBS'nin
temel almış olduğu karşılaştırmalı üstünlükler teorisi de, pratikte vaat etmiş olduğu
yakınsamayı gerçekleştirememiştir. Hatta, bazı çalışmalarda uluslararası ticarete
açılmanın uzun dönemde gelişmekte olan ülkelerin aleyhine olduğu sonuçlar ortaya
çıkmaktadır.160 Her şeyden öte, 1973 öncesi ve sonrası dünya ekonomik performansları 159 Bu çalışmalar ile ilgili daha geniş bilgi için bkz EK3 ve sf. 89-102.160 Örneğin; Acemoglu & Zilibotti (2001:597-598), ülkeleri gelişmişlik seviyelerini göz önüne alarak, kuzey ve güney ülkeleri olmak üzere ikiye ayırmış ve yapmış oldukları incelemede; güney ülkeleri sınırlarını teknoloji ürünlerinin girişine ve çıkışına tamamen açmış olsalar, teknoloji ithalatını arttırsalar ve hatta ülkeler arasında hiçbir teknolojik farklılık kalmasa dahi, gelişmekte olan ülkelerin ellerindeki kısıtlı kaliteli işgücü stoğu nedeniyle, gelişmiş ülkeler ile aynı derecede verimlilik düzeylerine ulaşmalarının imkansız olduğu sonucuna varmışlardır. Bunun yanında, uluslararası ticarete açılmanın sonucunda ülkeler arasında verimlilik farkları azalsa dahi, işgücü başına çıktı düzeyi bakımından gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki farkın açıldığı görülmektedir. Ticaret artışı, kuzey ülkelerinde niteliksiz işgücü mallarının fiyatlarının azalmasına neden olmaktadır. Bu durumda kuzeyde, güney'in karşılaştırmalı olarak üstün olduğu niteliksiz işgücünün kullanıldığı teknolojilere olan yatırımlar azalmaktadır. Sonuç olarak; ticaret artışları nitelikli işgücünün göreceli verimliliğinin ve nitelikli işgücü maaşlarının artmasına neden olmaktadır. Bu durum da Kuzey ve Güney arasındaki çıktı düzeyindeki
145
göstermektedir ki; İDBS en temel hedefleri olan ticaret ve ihracat artışlarının
sağlanması konusunda bile yeter derecede başarılı olamamıştır. Dünya ticareti 1950-73
arası dönemde (İkinci Dünya Savaşı sonrası, İİDBS'nin uygulandığı dönem) yaklaşık
%7,88 oranında artarken, 1973-2001 arası dönemde ise %5,22 oranında artabilmiştir
(Maddison, 2005:30). Dünya ihracatı ise 1947-73 arası dönemde ortalama yaklaşık
%8,8 oranında büyürken, 1973-80 arası dönemde %4,4, 1980-90 arası dönemde %4,3
ve 1990-97 arası dönemde ise %7 oranında büyüyebilmiştir (Bhagwati & Srinivasan,
1999:22). 1973 sonrası dönem sadece ticaret artışları açısından değil, kişi başına düşen
GSYİH artışları bakımından da 1950-1973 dönemine göre daha başarısızdır. Tablo 3.13
bize bu gerçeği daha net bir şekilde göstermektedir.
Tablo 3.13. Dünyada Kişi Başına Düşen GSYİH Artışları % (1500-2001)
1500-1820 1820-1870 1870-1913 1913-1950 1950-1973 1973-2001
Batı Avrupa 56,16 62,79 76,43 32,42 149,31 68,68
Batı Uzantıları* 200,5 101,25 11,33 77,11 74,57 66,53
Japonya 33,8 10,16 88,2 38,5 495,21 80,89
Asya (Japonya hariç) 0,87 -4,68 19,64 -3,65 93,38 165,58
Latin Amerika 66,35 -1,59 117,47 69,21 79,73 29,02
Doğu Avrupa ve Eski Sovyetler Birliği 37,75 37,17 65,57 67,01 120,25 -12,09
Afrika 1,45 19,05 27,4 40,35 57,72 5,6
DÜNYA 17,84 31,18 74,29 38,43 93,79 47,86*(Western Offshoots): ABD, Yeni Zelanda, Kanada ve Avustralya
KAYNAK: Maddison (2005:16, Tablo 4,5,6)
Tablo 3.13. göstermektedir ki; Dünya çapında geniş ölçüde İİDBS'nin
uygulanmış olduğu 1950-73 arası dönem, kişi başına düşen GSYİH artışları açısından
geniş ölçüde İDBS'ne geçilmiş olunan 1973-2001 döneminden çok daha başarılı bir
dönemdir. Bununla birlikte; Japonya harici Asya ülkeleri dışında hiç bir bölge 1973
sonrası dönemde, 1950-73 arası dönemdeki büyüme performansının üstüne
çıkamamıştır. Bu noktada; Çin, Pakistan ve Hindistan gibi Asya ülkelerinin hiçbir
zaman İİDBS'ni tamamen terk etmemiş oldukları ve Asya Kaplanları olarak anılan
Malezya, Singapur, G. Kore, Endonezya, Tayvan, Tayland ve Hong Kong gibi ülkelerin
açığın artmasına sebep olmaktadır. Buna benzer, uluslararası ticarete açılmanın gelişmekte olan ülkeleri olumsuz etkileyebildiğine dair çalışmalar için bkz. Bsb (2005), Erk, Ateş ve Direkçi (1999), Rodrik (1995, 1998).
146
çoğunun, 1980'li yılların ortalarına dek hayata geçirmiş oldukları gelişim sürecini
İİDBS'den tam bir kopuş ile gerçekleştirmemiş oldukları da unutulmamalıdır.
İDBS ile ilgili diğer önemli bir tartışma konusu da, gelir eşitsizlikleri
konusunda bir ilerleme kaydedilip edilemediğine dairdir. Bu konuda en çok başvurulan
yöntem, gini katsayılarının karşılaştırılmasıdır.161 Bununla birlikte, gelir eşitliğine dair
çalışmalar göstermektedir ki; kullanılan yöntemlere bağlı olarak sonuçlar çeşitlilik
gösterebilmektedir. Ayrıca, dışa dönük politikaların uygulandığı dönemde gelir
eşitsizliklerinin azaldığına dair çalışmalar da dikkatle incelendiğinde, ortaya koymuş
oldukları sonuçların bazı sorunları da içinde barındırdığı görülebilmektedir.162 Neticede
İDBS, Dünya genelindeki gelir eşitsizliklerinin ortadan kaldırılması konusunda da gözle
görülür bir başarı elde edememiştir.
Çalışmamızda, GGÜ ve çeşitli kalkınma başarıları elde etmiş gelişmekte olan
ülkelerine dair yapmış olduğumuz değerlendirmeler de, 1980'li yıllardan itibaren hem
akademik hem de politik yollarla ifade edilmeye çalışılan; neoliberal gelişim sürecinin
kalkınmanın tek ve en iyi yolu olduğuna dair ifadeleri yalanlar niteliktedir.163 GGÜ'ne
ve gelişmekte olan ülkelerine dair tarihsel perspektifteki değerlendirmelerimiz
göstermektedir ki; büyüme ve kalkınma konusunda başarılı olan hiçbir ülke, gelişim
sürecinin başından sonuna kadar aynı stratejiler ile gelişmemiştir. Günümüzün büyüme
161 Gini katsayısı ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Shkolnikov, Andreev & Begun (2003), Kitov, (2007). Dünyadaki gelir farklılıklarının dönemsel karşılaştırılmasının yapıldığı önemli çalışmalar olarak bkz. Acemoğlu, Johnson & Robinson (2002), Agenor (2004), Dollar & Kraay (2004), The World Bank (2002a, 2007).162 Örneğin; önemli küreselleşme savunucularından olan Dollar & Kraay (2004), çalışmalarında küreselleşen ülkelerde gelir eşitsizliğinin azaldığına dair bulgulara ulaşmışlardır, ancak bu çalışmada yapılan küreselleşen ülkelere dair sınıflandırma Rodrik & Rodriguez (1999) tarafından etkili bir şekilde eleştirilmiştir. Diğer bir önemli çalışmada Sala-i Martin (2006:47), dünyada küreselleşme hareketlerinin uygulanmaya başlandığı 1970 ve hız kazanmış olduğu 1980 sonrası dönemde gini katsayılarının düştüğüne ve gelir eşitsizliklerinin azaldığına vurgu yapmaktadır. Ancak, bu noktada önemli bir ayrıntı, incelemelere Çin'in dahil edilmemesi durumunda Dünya genelinde gini katsayılarının (gelir eşitsizliklerinin) arttığı sonucudur. Bu doğrultuda yapılacak olan iki vurgu çok önemlidir. Birincisi; Çin günümüz dünya nüfusunun yaklaşık 1/6'lık kısmını tek başına oluşturmaktadır ve genel değerlendirmeye eklemlenmesi neticeyi doğrudan etkilemektedir. Bu doğrultuda, Çin'in gelir eşitsizlikleri ile mücadele konusunda Dünya geneline göre daha hızlı bir gelişme göstermiş olduğu yorumu yapılabilir. Tarihsel incelememiz göstermektedir ki, Çin bu gelişimin büyük bir bölümünü küreselleşme hareketlerinden ziyade, devlet müdahaleleri ve gelir reformları sayesinde gerçekleştirmiştir.163 1980 sonrası Neoliberal söylemlerin iktisat uğraşısına getirmiş olduğu, Amerikan tarzı gelişim süreci olarak da adlandırılan; dışa açılma ve İDBS'nin istikrarlı ve uzun dönem büyüme ve kalkınma performansı adına tek çıkış yolu olduğuna dair katı yaklaşımla ilgili daha geniş bilgi için bkz. Buira (2004), Krugman (1987), Munck (2003), Mcanulla (1997), Rodrik (2001).
147
ve kalkınma açısından başarılı olmuş bütün ülkelerinde, özellikle de gelişimlerinin
erken dönemlerinde devletin çok önemli bir rol oynamış olduğu görülmektedir. Kimi
örneklerde devlet, piyasalara direk müdahaleler ile piyasa mekanizmasındaki
aksaklıkları düzeltmeye yönelik girişimlerde bulunmuş, kimi örneklerde ise
sanayileşme serüveninde başrolü üstlenmiştir. Ayrıca, GGÜ ve başarılı gelişmekte olan
ülkelerinin hemen hemen hepsi, özellikle de gümrük tarifeleri aracılığı ile gelişim
süreçlerinin başlangıç aşamalarında etkin bir şekilde bebek sanayileri koruma
argümanına başvurmuştur. Gümrük tarifeleri konusunda bağımsız olmayan ülkeler ise
(Özellikle de Japonya, Asya Kaplanları, Çin ve Hindistan) bebek sanayilerini korumak
için farklı yollara başvurmak ve kendilerine has bir gelişim süreci izlemek zorunda
kalmışlardır.164 Günümüzün uluslararası finansal kurumları tarafından önerilen
kalkınma ve büyüme önerileri ise, ülkelerin iktisadi altyapısı, tarihsel gelişimi,
demografik, sosyal, coğrafi ve kültürel farklılıkları göz önüne alınmadan tek bir reçete
halinde sunulmaktadır. Bu reçeteler, ülkelerdeki sorunların çözümünde çoğu zaman
kalıcı faydalar sağlayamamaktadır ve benzer sorunlar süreç içinde, aynı ülkelerde
yeniden baş göstermektedir.165
164 Neoliberal söylem; bu coğrafyada hayata geçirilen kalkınma politikalarının bu coğrafyaya ait ortak kültürel ve tarihsel miraslardan beslenmiş olduğunu ve diğer ülkeler tarafından hayata geçirilmesinin imkansız olduğunu dile getirmektedir. Ayrıca, yine aynı görüşe göre; bu coğrafyadaki ülkeler savaş sonrası dönemde hayata geçirilen yardım paketlerinden maksimum faydayı sağlamışlardır ve bu yardımlar, gelişimlerinin başlangıç dönemlerini direk etkilemiştir. GGOÜ'nin faydalanabileceği böyle bir kaynak da mevcut değildir. Sonuç olarak; Doğu Asya tarzı kalkınma modeli kendine has ve diğer ülkeler tarafından uygulanması imkansız birçok öğeyi içermektedir. Bu nedenle de GGOÜ'nin uygulamaya geçirebileceği bir model değildir (Chang & Grabel, 2005:59-69). Ancak, GGOÜ, gelişmiş ülkelerin gelişimlerinin başlangıcında kullanmış oldukları birçok vasıtadan da yoksundur. Tarife oranları ile ilgili politikalar büyük oranda uluslararası kurumlar tarafından baskı altında tutulmaktadır, GGOÜ'ne uluslararası arenada, çalışanların sağlığına ve çalışma saatlerine dair düzenlemeler, kurumsal iyileştirmeler, devlet müdahalelerinin azaltılması, çocuk işgücüne karşı politikaların üretilmesi, taklit ürünleri engelleyici patent, telif hakları vb. düzenlemelerin yapılması, ticarete konu olan ürünlerin sağlığa zararlı öğeler içermemesi, bu ülkelerdeki üretimin sürdürülebilir kalkınma adına çevreye zarar vermeyecek nitelikte olması konularında yoğun biçimde baskılar uygulanmaktadır. Bütün bunlara ek olarak; GGOÜ'nin sömürgeleştirdikleri ülkelerin kaynaklarından istifade edebilmek gibi bir fırsatlarının olmadığı da unutulmamalıdır. GGÜ'nin izlemiş olduğu yol olarak lanse edilen İDBS'nin, aslında bu ülkeler tarafından izlenmemiş olduğuna dair birçok tarihsel kanıt mevcuttur ve bu kanıtlar çalışmamızda genel hatlarıyla verilmeye çalışılmıştır. Buna rağmen; GGÜ'nin İDBS vasıtasıyla kalkınmalarını sağladıkları kabul edilse bile, GGOÜ'nin, gelişmiş ülkelerin gelişimlerinin başlangıç evresinde sahip olduğu birçok araçtan yoksun olduğu görülmektedir. Bu doğrultuda, neoliberal söylemin Doğu Asya kalkınma modeline yönelik getirmiş olduğu yorum, İDBS'ne yönelik de getirilebilmektedir. İDBS GGÜ'nin gelişimlerinin ilk evrelerinde uygulanmışsa bile, GGOÜ'nde, o dönemde GGÜ'de olan imkanlar olmadığı için, İDBS'nin de bu ülkelerde uygulanabilirliği tartışmalıdır.165 Shafaeddin (1998:24), Krugman (2001:122-178), Stiglitz (2002:14-57).
148
19. ve 20. yüzyılda kalkınma ve büyüme performansları bakımından başarılı
olmuş ülkelerin deneyimleri göstermektedir ki; sağlam devlet kurumları tarafından
desteklenen piyasalar, başarılı bir kalkınma için olmazsa olmazlardan biridir.
Günümüzün başarılı kalkınma örnekleri olarak önümüzde duran ABD, Japonya, Batı
Avrupa ülkeleri ve hatta Asya Kaplanları da kendilerine has gelişim süreçlerini ortaya
çıkararak başarıyı yakalamışlardır ve kendi kalkınma sistemlerini yaratırken etkin bir
şekilde devlet müdahalelerine başvurarak, yurtiçinde sağlıklı piyasaların oluşumunda
önemli rol oynamışlardır. Tarihsel perspektiften bakıldığında, bu kalkınma modellerinin
hepsinin de hemen hemen aynı başarıya ulaşmış olduğu görülmektedir. Bu doğrultuda,
Amerikan tarzı kalkınma modelinin günümüzde olduğu gibi, kalkınabilmek için
uygulanabilecek tek model olduğuna dair önermeler yersiz ve desteksizdir.166 Aynı
zamanda, günümüzde sunulan Amerikan tarzı kalkınma modelinin, ABD'nin
kalkınmasında kullanılan model olduğuna dair de çelişkiler mevcuttur.167 Neticede; bir
sanayileşme ve büyüme politikası söz konusu olduğunda, devletin bu politikanın
dışında tutulması yanlış bir yaklaşım olacaktır. Yeterli kamusal ve kurumsal gelişimin
sağlandığı durumlarda, sağlıklı işleyen bir devlet mekanizmasının gerçekleştireceği
korumacılık faaliyetleri ile geliştirilmesi planlanan sanayilerin seçiminde ve bu
sanayilerin etkin bir şekilde işlerlik kazanabilmesinde pozitif dışsallıklar
yaratabileceğine dair birçok örnek mevcuttur (Tena, 2007:12).168 Yeni piyasaların
oluşumunda, devlet ve özel sektör arasındaki sağlıklı işbirlikleri, birçok durumda hızlı
bir sanayileşme ve büyüme performansı ile sonuçlanmıştır. Ülkelerin içe dönük ve dış
dünyaya kapalı bir yapıyla uzun dönemli ve istikrarlı bir büyüme ve kalkınma
performansı yakalayamayacağı yorumu doğrudur. Ancak, yurtiçindeki kurumları,
yatırımcıları ve sanayileri geliştirmeden küreselleşme hareketlerini hayata geçirmiş olan
ülkelerdeki büyüme ve kalkınma çabaları şimdiye kadar hep hüsran ve yıkımla
sonuçlanmıştır.169 Bu doğrultuda asıl sorun; küreselleşmenin ve dışa açılmanın
166 Rodrik (2000:34-35, 2001:22-24), Ranis (2004:26-27).167 ABD'nin gelişim sürecinin erken dönemleri ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. sf. 111-117.168 Reinert (1997:280-281), GGÜ'nin gelişim süreçlerini detaylı bir şekilde incelemiş olduğu çalışmasında, ülkelerin gelişim süreçlerinde özellikle de; doğru sanayilerde karşılaştırmalı üstünlüklerin yaratılması, altyapı yatırımlarının gerçekleştirilmesi, nitelikli girişimci ve işgücünün yetiştirilmesi ve yurtiçi talebin yaratılması konusunda devletlere çok büyük görevler düştüğünü belirtmektedir. 169 Rodrik (2006:24, 2001:22), Chang (2003, 2005), Tena (2007).
149
kendisinden ziyade, nasıl yapılacağına dair konulmuş olan keskin ve standart kurallar
paketindedir (Stiglitz, 2001:241).
Washington Uzlaşısının temel uğraşısı olan; tek bir dünya modeli ve düzeni
yaratma çabaları, özellikle de 2008 yılında yaşanmış olan derin krizlerle iyice
örselenmiştir. 2008 yılı ortalarından itibaren GGÜ'nde, kendi gelişim evrelerinde hiç de
“karşılaşmamış olduğumuz” çeşitli devlet müdahaleleri olarak; banka satın alımları,
vergi indirimleri, işsizlik maaşlarının arttırılması, yurtiçindeki sanayi devlerine yapılan
devlet yardımları vb. “yeni” iktisat politikaları uygulamaya sokulmuştur. Bu devlet
müdahaleleri karşısında, Neoliberal yaklaşımın temel dinamikleri bize şu öngörüyü
yaptırmaktadır; GGÜ'nde gerçekleştirilen bu denli yüksek oranlı devlet müdahaleleri,
kaynakların dağılımında tıkanıklığa ve verimlilik azalışlarına neden olacak, piyasa
mekanizmasının “mükemmel derecedeki” işlerliğine darbe vuracak ve bu durum da
yakın zamanda ekonomideki krizlerin derinleşmesine ya da tekrarlanmasına neden
olacaktır. Bu durumu gelişmiş ülkelerin ve özellikle de neoliberal politikaların
anavatanı ABD'nin “göremiyor” ve günümüzde Keynesyenvari iktisat politikalarını
uyguluyor olmaları hayret verici bir gelişmedir. Görünen o ki, GGÜ, devlet
müdahalelerine dayalı keynesyen politikaları bir İsviçre çakısı gibi günümüze dek
ceplerinde taşımışlar ve geçmişte olduğu gibi, ihtiyaç duydukları ilk anda kullanmaktan
çekinmemişlerdir.
150
-DÖRDÜNCÜ BÖLÜM-
İHRACATA DAYALI BÜYÜME STRATEJİLERİ (İDBS), TÜRKİYE
DENEYİMİ
4.1. TÜRKİYE'NİN İKTİSADİ GELİŞİMİNİN ÇOK KISA TARİHÇESİ
4.1.1. OSMANLI MİRASI
Osmanlı İmparatorluğu, tarih sahnesinde yerini almış en önemli lider
ülkelerden birisi olarak dikkat çekmektedir. Gerek devlet yönetimi, gerek toprak sistemi
ve gerekse askeri sistemi açısından pek çok ülkeye örnek teşkil etmiş ve kendine has
devlet yapısı ve bürokratik ilişkilerdeki stratejileri ile uzun bir süre varlığını sürdürmeyi
başarabilmiştir. Kuruluşundan itibaren sürdürmüş olduğu fetih ideolojisinin, ülkenin
doğal sınırlarına ulaşması ile birlikte sürdürülemez hale gelmesi ve özellikle de toprak
sisteminde çıkan aksaklıklar ile birlikte duraklama dönemine giren imparatorluk,
Avrupa'da ortaya çıkan ekonomik ve sosyal gelişmeler sonucunda Avrupa ülkelerinin
gelişmesi ve Osmanlı İmparatorluğu'na göre gelişmişlik açısından arayı açması ile
birlikte ise gerileme dönemine girmiş ve nihayet Birinci Dünya Savaşı sonucunda ise
tamamen parçalanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nun tamamen tarih sahnesinden
çekilmesi ise; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurulması ile gerçekleşmiştir. Kurulan
bu yeni devlet her ne kadar Osmanlı İmparatorluğu'ndan farklı bir devlet olsa da,
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönem mirasları ile yüzleşmek durumunda kalmıştır.
Osmanlı'da 1915 yılı itibariyle; imalat sektöründeki sermayenin %85'i, toplam
nüfusun %75'ini oluşturan Müslüman-Türk teba dışında kalan tebaların elindedir,
ulaşım ve altyapı hizmetlerinin %90'a yakını çeşitli imtiyazlara sahip, yabancı
şirketlerin denetiminde gerçekleştirilmektedir, gayrimüslim unsurlar dış ticaretin çok
büyük kısmını elinde bulundurmakta ve birincil ticaret mallarının (tarım ürünleri,
hammaddeler, gıda vb.) ihracatı ve sanayi mallarının ithalatından büyük birikimler elde
etmektedir ve 1838 ticaret anlaşması ile birlikte Osmanlı toprakları Avrupa'nın açık
pazarı haline gelmiştir.170
170 Kepenek ve Yentürk (2005:32), Kurmuş (1974:108-112) 151
Bütün bu etmenlerin birer sonucu olarak, Türkiye Cumhuriyeti'ne kalan son
dönem Osmanlı mirasları genel olarak şu şekilde sıralanabilir;171
-Osmanlı İmparatorluğu'nda özellikle de 1500'lü yıllardan itibaren nitelikli ve
niteliksiz işgücü maaşları Avrupa ülkelerine nazaran göreceli olarak düşmeye
başlamıştır. Ayrıca nüfus eğitim açısından dönemin gelişmiş ülkelerinin oldukça
gerisindedir. Bu durum; özellikle de nitelikli işgücünün Osmanlı İmparatorluğu'nda
birikimini engellemiş ve Türkiye'nin başlangıç döneminde nitelikli işgücü ihtiyacı
açısından dezavantaja uğramasına neden olmuştur.
-Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa ülkeleri arasında imzalanan eşitsiz ticaret
anlaşmaları Osmanlı İmparatorluğu'nun ithalata bağımlı bir hale dönüşmesine neden
olmuş ve ülke içindeki sanayi gelişimini de engellemiştir. Türkiye Cumhuriyeti
kurulduğunda Osmanlı İmparatorluğu tarafından oluşturulmuş olan sanayi altyapısı
neredeyse yok denecek kadar azdır.
-Aynı anlaşmalar neticesinde; Osmanlı toprakları yabancı ticaret adamlarının
ve yatırımcılarının istilasına uğramış, bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu
dönem itibariyle girişimci sınıftan ve deneyimli ticaret adamlarından mahrum kalmasına
neden olmuştur.
-Birinci Dünya Savaşı sırasında ülke topraklarının büyük bir bölümü talan
edilmiş ve ülke nüfusunun da büyük bir bölümü yok edilmiştir.
-Türkiye, 1928 Paris Antlaşması ile Osmanlı'dan kalan dış borçların bir kısmını
da ödemeyi kabul etmiştir.
-Ayrıca, siyaset alanında yenilikler ve devrimler konusunda katı bir karşı duruş
gösterecek olan Osmanlı devlet kadrolarının da, Türkiye'nin gelişim sürecinde
zorluklara neden olduğu görülmektedir.
-Özellikle Osmanlı'da Anadolu topraklarının doğusunda devam eden feodal
yapı ise, daha sonra burada kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti için homojen ve eşit bir
ekonomik kalkınmanın sağlanabilmesi adına diğer bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Bu
sorun günümüzde de mevcudiyetini korumaktadır.
171 Broadberry & Gupta (2005), Pamuk (2005,2007a,2007b), Çelebi (2002), Altuğ, Filiztekin & Pamuk (2007).
152
Türkiye Cumhuriyeti, işte bu olumsuz senaryoda gelişimini tamamlayabilmek
için önemli bir yenileşme hareketine girişmek zorunda kalmış ve bu yenileşme
uğraşısındaki en önemli virajlardan birisi de ekonomi alanı olarak belirlenmiştir. Bu
dönemde temeli atılan iktisat politikaları, ülkenin yaklaşık 30 yıllık gelişim sürecinin
ana belirleyicisi olmuşlardır.
4.1.2. 1923 – 1950 DÖNEMİ
23 Nisan 1920 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılması ile birlikte,
yeni devletin ihtiyaç duymakta olduğu yenileşme çalışmalarına hızlı bir şekilde
başlanmıştır. Bu yenileşme çalışmalarının önemli bir parçasını iktisat politikalarının
oluşturacağına dair ipuçları ise 22 Şubat 1923 yılında İzmir'de gerçekleştirilmiş olunan
İktisat Kongresi ile verilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal
Atatürk'ün bu kongre'de söylemiş olduğu sözler, iktisat politikalarının Türkiye'nin
gelişme süreci içinde ne denli önemli bir yer kapsadığının anlaşılabilmesi adına, birebir
alıntılanacak derecede değerlidir. Mustafa Kemal bu kongre'de iktisadi başarının
ülkelerin kaderleri adına ne derece önemli olduğunu şu şekilde belirtmektedir;
"Bir milletin doğrudan doğruya hayatı ile ilgili olan en önemli faktör o milletin
iktisadiyatıdır. Tarihin ve tecrübenin belirlediği bir gerçek, bizim milli hayatımızda ve
milli tarihimizde de tamamen görülmektedir. Gerçekten Türk tarihi incelenirse, yükseliş
ve çöküş nedenlerinin iktisat sorunlarından başka bir şey olmadığı derhal anlaşılır.
Yeni Türkiye'mizi layık olduğu uygarlık seviyesine ulaştırabilmek için, iktisadımıza
birinci derecede ve çok önem vermek zorundayız.”172
Bu anlayışın bir yansıması olarak Türkiye Cumhuriyeti kurulur kurulmaz hızlı
bir iktisadi reform uğraşısı içine girilmiştir. İzmir İktisat Kongresi sonucunda genel
olarak ılımlı korumacı bir anlayış ortaya çıkmıştır. Kongre neticesinde uzlaşılan
noktalar ise kısaca şunlardır (Boratav, 2004:46);
-Yerli ve yabancı sermayeyi, piyasaya dönük çiftçiyi özendirmek,
-Ekonomik hayatın denetiminin milli unsurlara geçmesini kolaylaştırmak,
-Özel sektöre öncelik vermek.
172 Mustafa Kemal'den aktaran; Çelebi (2002:18) 153
Bütün bunlara ek olarak İzmir İktisat Kongresi'nde, yeni kurulan devletin dış
ticaret politikalarında köklü bir değişime gitmeyeceğine dair yurtdışı yatırımcılara ve
yurtiçindeki yabancı burjuvaziye belirli bir ölçüde güvence vermek amaçlanmıştır. Bu
yolla da ülkedeki sermaye birikim sürecinin bozulmaması hedeflenmiştir (Kepenek ve
Yentürk, 2005:33). 1929 yılına kadar sürdürülen bu liberal olarak da
değerlendirilebilecek politikalar, her ne kadar sermaye artışını istenen düzeyde
arttıramamış olsa da (bu dönemde sermaye birikiminin milli hasılaya oranı %9,1
civarındadır), savaşların da bitmesi ile birlikte Osmanlı döneminde kullanılamayan atıl
kapasitenin kullanılabilmesini sağlamış ve Türkiye 1924-1929 yılları arasında kalan
dönemde ortalama olarak %10,9'luk bir büyüme performansı gerçekleştirmiştir.173 Bu
gelişim süreci sonunda Türkiye, ancak 1929 yılı sonunda, Osmanlı'daki 1913 yılı kişi
başına milli gelir seviyelerine ulaşabilmiştir (Pamuk, 2007a:15). Bir yaraların sarılması
evresi olarak adlandırabileceğimiz bu evreyi, 1929 yılında yaşanan Büyük Bunalım
takip etmiş ve büyük bunalımdan itibaren Türkiye'de de bütün dünyada olduğu gibi
devlet müdahalelerine ve girişimlerine dayalı bir iktisadi kalkınma sürecine girişilmiştir.
Büyük bunalım ile birlikte, dünya piyasalarında hammadde fiyatlarının hızlı
şekilde düşmesi, tarım ihracatı ve sanayi malı ithalatına dayalı bir dış ticaret yapısına
sahip olan Türkiye'nin 1929 yılından itibaren dış ticaret serbestliğine dayalı sistemini
sürdüremeyeceğinin anlaşılmasına neden olmuştur. Buna dayalı olarak 1929 ve 1931
yılları arasında önemli kambiyo ve dış ticaret denetimlerinin hayata geçirildiği
gözlemlenmektedir. Bu durum, 1923-1929 yılları arasında özellikle de sermaye
birikimini ithalattan sağlayan ticaret burjuvazisinin elde etmiş olduğu yüksek oranlı
birikimlerin de olumsuz etkilenmesine neden olmuştur (Boratav, 2004:68-74).
1929 sonrası döneme yönelik olarak 1933-38 ve 1939-1944 arası dönemler için
iki ana sınai kalkınma planı hazırlanmıştır. Bunlardan ilkinde; Türkiye tarafından
hammadde üretimi yapılabilen, ancak tüketim için üretilmesi o dönem için mümkün
olmayan ithal tüketim mallarının ithal ikamesinin yurtiçi üretimlerinin
gerçekleştirilmesi yoluyla sağlanması hedeflenmiştir. Bu amaca yönelik olarak ülkenin
çeşitli yerlerinde; tekstil, dokuma, iplik, demir-çelik, seramik, cam, kükürt, fosfat, şeker,
173 Boratav (2004:50), Çelebi (2002:21). 154
ipek ve çimento fabrikaları kurulmuştur. Ayrıca, toprak mahsulleri ofisinin kuruluşu da
aynı dönemde gerçekleştirilmiştir. İkinci sınai kalkınma döneminde ise; önemli
yatırımların gerçekleştirilmesinin yanında, Türkiye'de hammadde üretiminin
yapılabildiği, ancak sermaye yetersizliği nedeniyle üretiminin yapılmasının güç olduğu
hammaddelerin yurtdışına ihracının gerçekleştirilmesi yoluyla ülkenin ihtiyaç duyduğu
döviz girdisinin sağlanması amaçlanmıştır. İkinci plan dahilinde; madencilik, elektrik
üretimi, ev eşyaları sanayisi, toprak ve gıda sanayileri ve kimya sanayilerinin
geliştirilmesi ve ticaretinin arttırılması amaçlanmıştır. İkinci planın bir kısmının, İkinci
Dünya Savaşı'nın başlangıcı ile büyük ölçüde şartların ağırlaşmış olduğu bir döneme
denk gelmiş olmasına rağmen genelde her iki planın da başarılı olduğu yorumu
yapılabilmektedir (Çelebi, 2002:23-24).
İkinci Dünya Savaşı ile birlikte dünya ekonomisinin içine girmiş olduğu kaos
ortamı Türkiye'yi de etkilemiştir. Bu yıllarda Türkiye'de savaş ekonomisi politikaları
devreye sokulmuştur. “Milli Koruma Yasası” ile birlikte hükümete olağanüstü
durumlarda ekonomiye doğrudan müdahalelerde bulunabilme yetkisi verilmiştir. 1945-
1950 yılları arasında çok partili sisteme geçilmiştir. Aynı dönemde ihracat ve döviz
girdilerinin arttırılması amacıyla başvurulan 1946 devalüasyonu ve iktisadi büyümeyi
sağlamaya yönelik girişimler yeteri kadar başarılı sonuçlar verememiştir. Ağır
ekonomik durgunluk, işsizlik, ihracat yetersizliği ve diğer iktisadi etkenler ile birlikte
Türkiye'de 1923 yılından beri devam eden tek partili hükümetin 1950'li yıllar itibariyle
düşmesine neden olmuştur (Çelebi, 2002:34-35). 174
1930 ve 1950 arası dönemde, bağımsızlıklarını yeni kazanmış olan diğer
ülkelere benzer bir şekilde daha önce yabancı şirketlerin elinde bulunan şirketlerin
kamulaştırılmasına girişilmiştir. Aynı zamanda bu dönemde özel sektöre öncülük etmek
amacıyla çeşitli Kamu İktisadi Teşebbüslerinin (KİT) kurulduğu gözlemlenmektedir. Bu
dönemde KİT'lerin kuruluş amaçları; özel sektörün gelişmesi için gerekli olan
174 Hükümetin değişmesinde, 1950'li yıllara kadar sürdürülen devlet güdümünde kalkınma stratejilerinin yaratmış olduğu ticari ve sermaye burjuvazisinin, devletçiliğin sona ermesi, ekonominin dışa açılması ve dış yardımlardan faydalanılmasının gerekliliğine dair yorumları da etkili olmuştur. Aynı kesim, bu dönüşümü 1950'li yıllara kadar tek parti olarak hükümette yer alan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)'nin gerçekleştiremeyeceğine dair yorumda da bulunarak, 1950'li yıllardan itibaren hükümeti kurma görevi verilen Demokrat Parti (DP)'nin güçlenmesinde ve göreve gelmesinde önemli rol oynamıştır (Kazgan, 1999:95-96).
155
altyapının hazırlanması ve özel sektörün gerek duyduğu hammadde ve ara malı
ihtiyacının karşılanabilmesi olarak sıralanabilmektedir.175 KİT'lerin kurulduğu
sektörlerin seçiminde özellikle, kalkınma stratejileri açısından önemli bir yeri olan,
ancak yüksek risk dereceleri ve düşük getiriler nedeniyle özel sektörün yatırım
yapmaktan kaçındığı alanların seçimine özen gösterilmiştir (Acartürk, Tekeli ve
Arslaner, 2004:2-3).
Türkiye'de Cumhuriyetin erken dönemlerinden itibaren uygulanmaya başlanan;
özel sektörün ve girişimci sınıfın geliştirilmesine yönelik kamu faaliyetleri yardımıyla
oluşturulan kalkınma modeli genel olarak kendine has bir karma ekonomi yapısını
yansıtmaktadır.176 Chang (2003:8); Türkiye'nin devlet güdümlü kalkınma stratejisini
tarihte uygulayan ilk üçüncü dünya ülkesi olduğu yorumunu yapmaktadır.177
Bu dönemde diğer bir önemli konu da; Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin
ilk olarak 1940'lı yıllardan itibaren ciddi bir şekilde hız kazandığıdır. Türkiye'nin ABD
ile sıkı ilişkisi İkinci Dünya Savaşı'nın erken dönemlerinde başlamıştır. Savaşa henüz
bir taraf olarak girmemiş olan ABD'nin, Japonya'nın da mihver devletlerin (Nazi
Almanya’sı ve İtalya) yanında savaşa girmesiyle birlikte, mihver devletlerin ABD'nin
ulusal çıkarlarına zarar verebilecek bir şekilde ilerlemesine engel olabilmek amacıyla
savunmaları ABD savunması için hayati öneme sahip olan ülkelere yardım etmek
amacıyla “Ödünç Verme ve Kiralama Kanunu (Lend-Lease Bill)” adı altında bir kanun
çıkardığı görülmektedir. Bu kanun doğrultusunda Türkiye de yardımda bulunulması
gerekilen ülkelerden biri olarak seçilmiş ve 1941-1944 yılları arası dönemde Türkiye
ABD'den 95 milyon dolarlık savaş malzemesi yardımı almıştır (Güler, 2004:211).
İkinci Dünya Savaşı'nın neredeyse tamamen yıkmış olduğu Avrupa'ya da
uzanacak olan yardım eli ABD'nin eli olmuştur. Sanayisi neredeyse tamamen çökmüş,
ticaret olanakları yok olmuş ve sınır ötesi yatırımların da birçoğu savaş ekonomisinin
finansmanı için elden çıkarılmış olan Avrupa'nın yeniden kalkınmasına yardımcı olmak
için Bretton Woods'ta yapılmış olan toplantı sonunda iki önemli uluslararası kuruluş;
175 1950'li yılların ortalarından itibarense KİT'lerin genişleyen iç pazardaki taleplerin karşılanabilmesi amacıyla da faaliyete sokulduğu görülmektedir (Acar, 1987:12).176 Coşkun (2003), Çelebi (2002).177 Chang (2003:9) bu stratejinin ilk uygulayıcılarının ise İngiltere ve ABD olduğunu savunmaktadır. Çalışmamızda ortaya konulan bulgular da Chang'in görüşünü destekler niteliktedir.
156
IMF ve Dünya Bankası ortaya çıkarılmıştır.178 Savaşın ardından ortaya çıkan Sovyet
tehdidine karşı, Yunanistan ve Türkiye'nin Doğu Avrupa ülkelerinin akıbetine
uğramamaları için Truman Doktrini adı altında bir dizi yardım paketi daha Türkiye'ye
kanalize edilmiştir.179 Bu doktrin ile birlikte Türkiye'ye toplam 100 milyon dolarlık bir
yardım yapılmıştır. Ancak, Türkiye tarafından bu yardımların nerelere kanalize
edildiğine dair kesin açıklamaların yapılmasının gerekliliğini önkoşul olarak sunan
ABD'nin bu yaklaşımı Türkiye'deki bir kısım tarafından Türkiye'nin içişlerine
karışılması olarak algılanmıştır. Buna rağmen ABD yardımları kabul edilmiştir (Güler,
2004:218-219). 1950'li yılların sonuna doğru hayata geçirilen Marshall Planı ile de Batı
Avrupa ülkelerinin ekonomik güçlerini arttırmaları amacıyla ticaretlerinin arttırılması
ve sanayilerinin gelişmesi amacına yönelik olarak uzun vadeli ve düşük faizli krediler
sağlanmıştır.180 Türkiye bu yardımlardan da yararlanan ülkeler içerisinde yer almıştır.181
Neticede; Türkiye'nin bu dönemdeki kalkınmasının finansmanında dış yardımların
etkisinin de olduğu görülmektedir.
Genel itibariyle; 1923-1950 yılları arası dönemde Türkiye'nin iktisadi gelişim
sürecinde devlet eliyle kalkınmaya çalışıldığı ve devlet yatırımları vasıtasıyla özel
sektörün piyasadaki işlevinin arttırılmasına çalışıldığı gözlemlenmektedir. Özellikle de
1930'lu yıllardan itibaren İthal İkameci bir hal alan kalkınma stratejileri, Türkiye'deki
sanayi gelişimini belirli bir noktaya getirmiş, ancak yine de gerek duyulan yapısal
değişimi gerçekleştirememiştir. 1930'lu yıllarda faaliyete geçirilen KİT'nin büyümeye
olan katkıları sınırlı kalmıştır. Aynı dönemlerde, tarımsal üretimde elde edilen artışlar
ekonomik büyümede önemli rol oynamıştır.182 Bu dönemde her ne kadar iktisadi açıdan
hedeflenen bazı dönüşümlerin ve gelişimlerin gerçekleştirilememiş olduğu gözlemlense
de, iki büyük olumsuz gelişmenin (1929 Bunalımı ve İkinci Dünya Savaşı) yaşandığı ve
178 Bretton Woods kuruluşları ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. sf. 51-58.179 Güler (2004:217-218), De Long & Eichengreen (1993:6-13).180 Güler (2004:221-224), Erhan (1996:275-279), Güney (1996).181 Güler (2004:221), bu yardımın üç ana hedefi olduğunu savunmaktadır. Birincisi; Batı Avrupa'nın ayağa kaldırılması ve dünya ticaretine eklemlenmesinin sağlanması, ikincisi; yardım alan ülkelerin ekonomilerinin denetlenmesi, üçüncüsü de; Amerikan ekonomisinin canlanması ve ABD mallarına yeni pazarların bulunmasıdır. (Marshall yardımları, yardım alacak olan ülkelerin ihtiyaçlarını Amerikan makamlarına iletmeleri, uygun görülenlerin yine maerikan makamları tarafından Amerikan pazarlarından bulunması ve talepte bulunan ülkelere Amerikan gemileriyle gönderilmesi şeklinde yapılmaktaydı.)182 Bu artışların kaynağı büyük oranda ekilebilir alanların bolluğunun ve demografik toparlanmanın bir sonucu olarak görülmektedir (Pamuk, 2007a:16).
157
dünya genelinde bir kaos ortamının oluştuğu bu dönemde, yeni kurulmuş ve birçok
dezavantajlar ile kalkınmasını gerçekleştirmeye çalışan Türkiye Cumhuriyeti Devleti
için gelişme serüveni açısından başarılı bir dönem olduğu yorumu yapılabilmektedir.183
4.1.3. 1951-1980 DÖNEMİ
1950 yılında değişen hükümetle birlikte iktisat politikalarının da büyük ölçüde
değiştiği görülmektedir. 1950'den itibaren devlet güdümlü kalkınma stratejilerinden
vazgeçilmiş ve ekonomi piyasa odaklı ve liberal iktisat politikaları ile yönetilmeye
başlanmıştır.184 1951-1960 arası dönemde iktidarda bulunan çok partili hükümet
döneminde yeni atılımlara gidilmiştir. Özellikle de yatırımların yapılmış olduğu
alanlarda önemli değişimler olduğu gözlemlenmektedir. Bu dönemde yatırımlar 1923-
50 arası dönemde, üretime dayalı alanlara yapılan yatırımlardan farklı olarak daha çok
ticarete konu olan alanlara kanalize edilmiştir. Bu dönemde özellikle de konut yapımına
ve arsa spekülasyonuna yönelik yatırımların arttığı görülmektedir. 1957-61 arası
dönemde özel sektör yatırımlarının %57'si konut yatırımlarını içermektedir. Ayrıca
1951-1960 arası dönemde tedavüldeki para miktarı da yaklaşık 5 misli artış göstermiştir
(Çelebi, 2002:35).
1950 sonrası dönemde hem ihracat hem de ithalat artışları sağlanmıştır. Ancak
bu dönemde sürdürülen iktisadi kalkınma politikası ithal girdi kullanımını zorunlu
kılmış ve dış kaynaklarla birlikte alınan yeni tüketim biçimleri ile birlikte ithalatın
ihracattan çok daha hızlı bir şekilde büyümesine neden olmuştur (Kepenek ve Yentürk,
2005:124). Aynı dönemde artan ithalatla birlikte eriyen döviz rezervleri, dış
borçlanmayı da beraberinde getirmiştir. İhracatını ithalatı düzeyinde arttıramayan
Türkiye en nihayetinde 1958 yılının Ağustos ayında moratoryum185 ilan etmek zorunda
kalmıştır (Çelebi, 2002:35).
Ülkenin içine düşmüş olduğu ekonomik çıkmazların yanı sıra, alevlenmeye
başlayan siyasi kutuplaşmalar ülkenin bir kargaşa ortamına sürüklenmesine neden
olmuş ve bu durum da 27 Mayıs 1960 yılında yapılan askeri bir darbe ile
183 Çelebi (2002), Pamuk (2007a).184 Çelebi (2002), Ay ve Karaçor (2006:68-69), Boratav (2004:101).185 Moratoryum en genel ifadeyle; vadesi gelmiş borçların yasa, mahkeme kararı, borçlu ve alacaklı arasındaki bir anlaşma veya doğrudan doğruya borçlunun tek taraflı kararıyla ertelenmesi işlemi olarak tanımlanmaktadır.http://tr.wikipedia.org/wiki/Moratoryum
158
neticelenmiştir.186 Darbe öncesi dönemde iktidar partisi olan Demokrat Partiye eleştiri
getiren politkacıların ve aydın kesimin dilinde genel bir “sosyal planlama” söylemi
olduğu görülmektedir (Barbaros ve Karatepe, 2009:273). Yapılmış olunan darbe ile
birlikte, söylemin temelinde yatan düşünce faaliyete sokulmuş ve bu dönemden itibaren
Türkiye'de tekrar planlı iktisadi kalkınma politikaları hayata geçirilmiştir.187 1960'lardan
itibaren Türkiye'de planlı bir dönemin başladığı ve İİDBS'nin etkin bir şekilde hayata
geçirilmiş olduğu görülmektedir (Gülalp, 1983:44). Planlı kalkınmanın
teşkilatlanabilmesi adına 1961 yılında “Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)” kurulmuş ve
1960 sonrası kalkınma planlarının oluşturulmasında DPT etkin bir şekilde rol
oynamıştır. DPT günümüze kadar; 1963-67, 1988-72, 1973-77, 1979-83, 1985-89,
1990-94, 1996-2000 ve 2001-2005 yılları arasını hedef alan sekiz ayrı beş yıllık
kalkınma planı hazırlamıştır.
1960'lı yılların başlarından itibaren uygulanmaya başlanan kalkınma
planlarının ana hedefleri; sermaye birikiminin hızlandırılması ve milli gelir artışlarının
sağlanabilmesi adına sanayileşmenin hız kazanması olarak özetlenebilir. Bu dönemde
rekabete kapalı bir ortamda yapılan aktif devlet müdahaleleri ile sermaye birikiminin
arttırılması ve bu yolla da iktisadi büyümenin sağlanması amaçlanmıştır (Ay ve
Karaçor, 2006:69).
1963-1983 yılları arasında kalan dönem için hazırlanmış olan dört beş yıllık
kalkınma planlarında kamu kesimi için zorunlu hedefler, özel kesim içinse yol gösterici
hedefler olmak üzere toplam iki ayrı ana hedef belirlenmiş olduğu görülmektedir. Kamu
maliyesinin kaynak tahsisi tercihleri ve kamu iktisadi kurumlarının faaliyetleri ilk plan
doğrultusunda belirlenirken, özel kesim içinse teşvikler, kredilendirme tercihleri vb.
gibi yollarla gerekli yönlendirmelerin yapılması hedeflenmiştir (Kazgan, 1999:112). Bu
dönemde özel kesime yapılan teşviklerin ve diğer yardımların genel olarak diğer dış
etmenlerden ve ikili ilişkilerden etkilendiği görülmektedir (Kepenek ve Yentürk,
2005:142-143).
1963-67 ve 1968-72 dönemlerine ait kalkınma planlarının onbeş yıllık bir
perspektif içinde hazırlanmış olduğu görülmektedir. Bu 15 yıllık perspektifle
186 27 Mayıs 1960 darbesi ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Tunçkanat (1996), Arcayürek (2007).187 Çelebi (2002:36), Ay ve Karaçor (2006:69), Gülalp (1983:44).
159
hazırlanmış olunan kalkınma planlarının ana hedefleri; yılda ortalama %7'lik bir
büyüme sağlanması, istihdam yaratılması, dış ödemeler dengesinin sağlıklı bir yapıya
kavuşturulması, nitelikli bilim adamı ve teknik eleman yetiştirilmesi ve bu hedeflere
ulaşılırken sosyal adalet ilkesine uyumlu bir şekilde davranılması olarak sıralanabilir
(Çelebi,2002:36).
1970'lerden itibaren İİDBS'nin derinleştirildiği görülmektedir. Bu dönemde
ağır imalat sanayi ve sermaye mallarının yerli üretim ile sağlanabilmesi adına girişimler
hızlandırılmıştır (Ay ve Karaçor, 2006:69).
İthal ikamesinin bu aşamasında çoğunlukla 1930-1950 yılları arası dönemde
yarım kalmış sürecin tamamlanmasına yönelik girişimlerde bulunulmuştur. Temel
malların imalatının ve ithal ikamesinin 1930-50 yılları arası dönemde başarılı olarak
nitelendirilebilecek bir şekilde sağlanmasının ardından, 1960'lardan itibaren ara malların
ve yatırım mallarının da ikamesinin sağlanması hedeflenmiştir (Demir, 2003:18). Bu
hedefe yönelik olarak alınan önlemler ise şu ana başlıklar altında toplanabilir;188
-Yurtiçi talebi tatmin edici düzeyde yurtiçinde üretilebilinen malların
ithalatların kısıtlanması,
-Merkez Bankası ve diğer bankalar vasıtasıyla, sanayi sektörünün gelişmesine
yönelik uzun vadeli kredilerin verilmesi,
-Sanayinin ihtiyaç duymakta olduğu girdilerin ithalatını kolaylaştırıcı
önlemlerin alınması (düşük döviz kuru politikası, sanayi üretiminde ihtiyaç duyulan
hammadde ve yatırım mallarının ithalatında düşük gümrük vergi oranlarının
uygulanması vb.),
-Sanayinin ihtiyaç duymakta olduğu ucuz girdilerin ve altyapının KİT aracılığı
ile sağlanabilmesi için gerekli girişimlerin yapılması.
1960 sonrası izlenen İİDBS'nin ikinci aşaması süresince kişi başına GSYİH
seviyelerinin yılda ortalama %3-4 civarı bir büyüme performansı gösterdiği
görülmektedir. Bu dönem, her ne kadar iktisadi büyüme açısından başarılı bir süreç
olarak gözükse de, Türkiye'deki sanayi üretiminin ve büyümenin dışa bağlı kaynaklarla
yürütülmesi alışkanlığını ne yazık ki kıramamıştır. Aynı dönemde içe dönük sanayi
188 Yeldan (2006:40-44), Yerasimos (1992:248-261), Ay ve Karaçor (2006:69), 160
politikaları sonucunda ödemeler dengesindeki problemler de derinleşmiştir (Taymaz ve
Suiçmez, 2005:7).
Sektörel bazda diğer bir önemli gelişme ise hizmetler sektöründe yaşanmıştır.
1960 sonrası uygulanan İİDBS neticesinde 1960-61 yılları arasında hizmet sektörünün
milli hasıladaki payı %45.7 iken 1975-76 döneminde %51'e yükselmiştir. 1960 yılında
faal nüfusun %15.4'ü hizmet sektöründe çalışırken, bu oran 1970'li yılların sonunda
%29.5 seviyelerine yükselmiştir (Boratav, 2004:129-132).
1970'li yılların sonlarına doğru ise; ödemeler dengesi sorunları neticesinde
özellikle de sanayi üretimi için gerekli olan yatırım mallarının, hammaddenin ve ara
malların ithalatı da imkansız hale gelmeye başlamıştır. Bu dönemde artan petrol
fiyatlarının baskıları ve siyasi istikrarsızlıklar da bu sorunlara eklemlenince 1970'lerin
sonlarına doğru Türkiye derin bir ekonomik krizle daha yüz yüze kalmıştır.
1960 sonrası uygulanan İİDBS'nin sanayileşme kanadında istediği değişimi
gerçekleştirememiş ve ara mal ve yatırım mallarının üretimine yönelik yapılanmayı
sağlayamamış olması, Türkiye'nin giderek daha fazla dış sermaye ve krediye bağımlı
hale gelmesine neden olmuştur. Boratav (2004:117-144) bu süreci “içe dönük dışa
bağımlı büyüme” süreci olarak adlandırmaktadır.
Bütün bu tıkanıklıkların bir sonucu olarak 24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar
Programı hayata geçirilmiş ve bu tarihten itibaren Türkiye İİDBS'den vazgeçerek
İDBS'ni uygulamaya başlamıştır.189
4.1.4. 1981-2000 DÖNEMİ
1980'li yıllardan itibaren değiştirilen büyüme stratejileri, Türkiye'nin birçok
yapısal değişimi gerçekleştirmesini de zorunlu kılmıştır. Daha önce çalışmamızda da
değinildiği üzere; İDBS'nin temelinde piyasa mekanizmasına dayalı bir iktisadi sistemin
kurulması önkabul olarak dikkat çekmektedir. Bu doğrultuda Türkiye de 1980 sonrası
dönemde ekonomiyi dışa açarken bir yandan da piyasa ekonomisinin güçlenmesini
hedeflemiştir. İç talebe yönelik üretim sistemi yerini dış talebi esas alan üretim
sistemine bırakmakta, kamu sektörünün iktisat alanındaki rolünün azaltılması ve
ekonomik büyümenin özel kesimin faaliyetleri ve fiyat mekanizmasının ışığı altında
189 Ay ve Karaçor (2006:69), Taymaz ve Suiçmez (2005:7), Demir (2003:18). 161
gerçekleşmesi için gereken ortamın hazırlanması hedeflenmektedir. Bütün bu
değişikliklerin sermaye birikimi ve verimlilik artışları sayesinde ekonomik büyümeye
de hız kazandıracağı düşünülmektedir. İktisadi büyümenin özellikle de verimlilik
artışlarının sağlanması ile hız kazanacağı düşünülmekte ve bu nedenle de verimlilik
artışlarının sağlanması öncelikli hedef olarak belirlenmektedir (Saygılı, Cihan ve
Yavan, 2006:35).
Türkiye 1980'den itibaren hedeflemiş olduğu köklü değişimi
gerçekleştirebilmek adına önemli operasyonlara gitmek zorunda kalmıştır. 24 Ocak
1980 İstikrar Programı ile hedeflenenler ve önlemler şu ana başlıklar altında toplanabilir
(Çelebi, 2002:37);
-Döviz gelirlerinin arttırılmasına yönelik önlemler,
-İthalatın serbestleştirilmesine yönelik önlemler,
-Fiyat mekanizmasının işlerliğine yönelik önlemler,
-Yabancı sermayenin Türkiye'ye çekilmesine yönelik önlemler,
-İdari politikaların şeffaflaşmasına ve iyileştirilmesine yönelik önlemler,
-Para politikası ile ilgili önlemler.
Alınan önlemler doğrultusunda 1980'den itibaren dış ticaretteki miktar
kısıtlamaları kaldırılmış ve gümrük vergileri büyük ölçüde azaltılmıştır. Ticaretteki dışa
açılım sürecini 1989 yılında finansal dışa açılım izlemiş ve 1980 yılından itibaren
doğrudan sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesine dair yapılan atılımlar ile birlikte
1989 yılından itibaren sermaye hareketlerine de tamamen serbestlik kazandırılmıştır.
Türkiye'de 1980 sonrası hayata geçirilen ticari ve finansal serbestlik politikalarının
yanında, İDBS'nin temelindeki neoliberal mantığa da uygun bir şekilde kamu kesiminin
iktisadi faaliyet alanından çıkarılmasına yönelik çabaların da arttırıldığı görülmektedir.
Bu doğrultuda 1980 sonrası dönemde devlet, 1960'lı yıllardan itibaren sanayileşme
sürecine doğrudan etkide bulunduğu KİT'ni özelleştirme yoluyla elden çıkarmış, faiz,
döviz kuru, vergi, dış ticaret ve koruma politika araçlarını ise 1980 öncesi dönemde
alışageldiği şekilde kullanmayı bırakmıştır, bu sayede 1980 sonrası dönemde devletin
ekonomideki rolü hızlı bir şekilde azalmıştır (Arısoy, 2005:46).
162
1980 sonrası dönemde iç piyasaların daralması yanında ücretlerin de baskı
altında tutulması ile birlikte 1980'li yılların başında yapılan ve neredeyse %100'e varan
devalüasyon ve parasal destekler ile beslenen İDBS, 1970'lerde %4.1 civarı olan Kişi
başına GSYİH büyümesinin, 1980'li yılların ilk yarısında %5.2 seviyelerine çıkmasına
ön ayak olmuştur (Ay ve Karaçor, 2006:70).
Devletin sıkı ve yoğun desteğiyle gerçekleştirilmiş olunan bu dışa açılım süreci
sonunda Türkiye'de ihracatın GSMH içindeki payı 1980'de %5.1 iken 1988 sonunda
%12.8'e yükselmiştir. Aynı sürede imalat sanayi reel ihracatı da %15 civarı bir artış
göstermiştir. Buna rağmen, aynı dönemde sürdürülebilir bir sabit sermaye birikiminin
yaratılamadığı görülmektedir. 1980 sonrası kalkınma stratejileri dahilinde kamu
yatırımlarının toplam yatırımların içindeki payının düşürülmesi hedeflendiği için kamu
yatırımları artış hızı aynı dönemde bilinçli olarak azaltılmıştır. Ancak, azalan kamu
yatırımlarının yerini alması gereken özel kesim yatırımları ise istenen seviyelerde artış
gösterememiş ve 1980 sonrası dönemde gerçekleştirilen reformlara rağmen Türkiye'de
yatırımlar konusunda istenen yol alınamamıştır.190
Arısoy (2005:51-53), 1980 sonrası dönemde yatırımlar konusunda istenilen
yolun alınamamasının nedeni olarak; iç talebi kısmak ve ekonomide düşük bir istihdam
ve gelir düzeyinde dengenin sağlanabilmesi için kullanılan yüksek faiz politikalarını
işaret etmektedir. İlerleyen dönemlerde yüksek faiz politikası döviz piyasalarındaki
spekülatif hareketlerin engellenmesine yönelik de kullanılmaya başlanmıştır. Yüksek
faiz politikası sanayiye yönelik sabit sermaye yatırımlarını engellemiş ve yapılan
yatırımların hafif sanayi ve/veya yenileme yatırımları seviyesinde kalmalarına neden
olmuştur. Bunlara ek olarak, izlenen teşvik politikaları nedeniyle de yatırımlar
genellikle turizm ve konut gibi hizmet sektörüne dayalı alanlara kaymıştır.191 Aynı
dönemde, yatırımların düşük seviyelerde kalmasının bir diğer önemli nedeni olarak da
yüksek enflasyon oranları gösterilmektedir.
Artan faiz yükü ve daralan iç talep ile birlikte sanayi sermayesi, kapasitelerini
arttırmış ve ihracata yönelmiştir. Ancak, yeni kapasite yaratmaktan da kaçınmıştır. Bu
nedenle teşvikler ve ücretlere yapılan baskılar ile kapasite kullanım oranları artmış ve
190 Yeldan (2006:44-45), Arısoy (2005:50-51), Yülek (1997:12).191 Kepenek ve Yentürk (2005:387), Arısoy (2005:53).
163
atıl kapasitenin kullanımı sağlanmıştır. Bu dönemdeki ihracat hamlelerinin reel
devalüasyonlara, ücret düşüşlerine ve teşvikler yoluyla ve vergi yükünün sermaye
kesiminden ücretli kesime aktarılması yoluyla sermaye kesimine aktarılan kaynaklara
bağlı olarak gerçekleştirildiği görülmektedir.192 Kepenek ve Yentürk (2005:362), bu
dönemde hayata geçirilen değişimlerin İDBS olarak değil “ihracatı arttırma politikaları”
olarak değerlendirilmesinin daha doğru olacağını belirtmektedirler.
1980 sonrası dönemde elde edilen çarpık büyüme başarıları geniş ölçüde yoğun
teşvikler, ücret maliyetlerindeki azalmalar ve 1980 öncesi kalan atıl kapasitenin
kullanılması şeklinde sağlanmıştır. Fakat bu yapıdaki büyüme başarıları gerekli
istihdamı ve yatırımı yaratmaktan uzak bir görüntü sergilemiştir. Bunun yanında
özelleştirme faaliyetleri gibi faaliyetlerden de beklenen getirinin sağlanamaması ve iç ve
dış borç yoluyla sağlanan kamu finansmanı uluslararası uyumlanmanın daha fazla
sürdürülemez olduğuna dair önemli göstergeler olarak ortaya çıkmışlardır. Geniş
toplum kesimlerinin açığa çıkan ekonomik ve siyasal talepleri ile birlikte, ülke dışı güç
gruplarının da baskıları neticesinde serbestleşme hareketlerinde bir sonraki aşama olan
finansal serbestleşmeye geçilmesi zorunlu hale gelmiştir (Tellan, 2008:5)
1980 sonrası dönüşümü alt dönemlere ayırmak gerekirse, dönüşümün ilk alt
dönemi 1980-1988 arasında kalan ve mal ticaretinin serbestleşmesine yönelik
atılımların yoğun olduğu dönem olarak kabul edilebilir. Bu dönemi 1989-1993 arasında
finansal serbestleştirme hareketlerinin hız kazandığı dönem takip etmiştir (Bsb, 2004:1-
2).
Sönmez (2003:210-214), finansal serbestleşmenin küreselleşmenin ticari
serbestleşme ile birlikte önemli bir ayağı olduğunu belirtmekte ve finansal
serbestleşmeye dair üç önemli saptama yapmaktadır;
-Finansal serbestleşme neticesinde sınır gözetmeden dolaşan paranın çok
büyük bir bölümü kısa vadeli ve “sıcak para” olarak da nitelendirilen finansal yatırımlar
halinde dolaşmaktadır.
-Finansal sermaye özellikle de 1980'den sonra, girdiği ülkelerde üretim
arttırıcı, istihdam yaratıcı ya da ihracatı teşvik edici bir etkide bulunma özelliğini
192 Boratav (2004:162), Yeldan (2006:47), Kepenek ve Yentürk (2005:362-363). 164
yitirmiştir. Yani finansal sermaye reel sektörden kopmuştur. (Spekülatif getirilere dayalı
olarak dolaşmaktadır.)
-Finansal sermaye hareketleri çoğu zaman reel sektörde olumlu bir etki
yaratmadığı gibi, ülkelerin finansal kırılganlık düzeylerini de arttırmaktadır. Kısa vadeli
sermaye akımları, finansal serbestleşme girişimlerinde bulunan çoğu gelişmekte olan
ülkede derin krizlere yol açmıştır.
Çalışmamızda özetle ifade edilmeye çalıştığımız, kısa vadeli sermaye
hareketlerine dair genel yorum, Türkiye'de finansal serbestleşme hareketlerinin hız
kazanmış olduğu 1990 sonrası dönem için oldukça geçerlidir. Türkiye'de finansal
serbestleşmeye gidilen 1990 sonrası dönemde iktisadi ve siyasi istikrarsızlıkların daha
da arttığı görülmektedir.193
Türkiye'de 1989 yılında sermaye hareketlerinin serbestleşmesini sağlayan 32
sayılı kararın194 mali piyasaların yeteri kadar güçlü olmadığı bir zamanda alınmış
olduğu bir karar olduğu görülmektedir. Mali piyasaları yeteri kadar gelişmemiş olan
Türkiye sermaye hareketlerini serbestleştirmesi ile birlikte uluslararası finansal
sermayenin spekülatif taarruzlarına maruz kalmıştır. 1990 yılında bankaların toplam
aktiflerinin milli gelire oranı %35'ken 2000 yılında %65'e çıkmıştır. 1990-99 arası
dönemde bankacılık kesimlerinin aktiflerindeki artış sabit fiyatlarla yılda ortalama
%13.4'lük bir performans sergilerken, aynı dönemde reel milli gelir artışı yıllık ortalama
%3.1 seviyelerinde kalmıştır (Bsb, 2001:17).
Aynı dönemde, sermaye kaçışının engellenmesi için faiz oranlarının yüksek ve
döviz kurunun düşük tutulmasının gerekliliği, Türkiye'nin faiz ve kur politikalarının,
dışsal olarak belirlenen bir karaktere bürünmelerine de neden olmuştur (Eşiyok,
2002:77-78). Böylece; İDBS'nin ilk dönemi olan ticaretin serbestleşmesi ayağında
yurtiçi talebin kısılması ve ekonominin daha düşük bir gelir ve istihdam düzeyinde
dengede tutulması için kullanılan yüksek faiz oranları, 1990'lı yıllardan itibaren finansal
sermayenin çıkışını engellemek için de kullanılan bir politika aracı haline gelmiştir.
Dışa açılma sürecinin getirmiş olduğu yenilikler ve sancılarla birlikte geçirilen
1980-2000 arası dönemde uluslararası pazarlara uyumlanma ve eklemlenme süreci
193 Çelebi (2002:37), Aktan H.O (2006:69), Yeldan (2006:32-37).194 32 sayılı karar ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Ongun (2002).
165
açısından çok önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bunlardan ilki Türkiye tarafından 1987
yılında AB'ne tam üyelik başvurusunda bulunulması ve bir diğeri de 1995 yılında AB
ile Gümrük Birliği'ne girilmiş olunmasıdır. Gümrük Birliği ile birlikte AB ile sanayi
mallarının ticaretinde uygulanan gümrüklerin kaldırılması ve üçüncü ülkelere karşı
ortak gümrük tariflerinin benimsenmesi, teşvik sisteminin AB ile uyumlandırılması,
rekabet ihlallerinin engellenmesi, sınai mülkiyet haklarının korunması gibi
sanayileşmeyi önemli derecede etkileyecek ekonomi politikalarının hayata geçirilmesi
kabul edilmiştir (Arısoy, 2005:47).195
Neticede; Türkiye'de yurtdışı finansal sermayenin çekilebilmesi adına yapılan
serbestleşme hareketleri sonucunda ülkenin finansal yapısı giderek daha kırılgan bir hal
almaya başlamıştır. 1990 sonrası dönemde Hazine, kamu harcamalarının artması ile
birlikte Merkez Bankasından borçlanma yoluna gitmiştir. Kamu finansmanının
bozulması faiz oranlarının giderek daha da artmasına neden olmuştur. Bu arada
Dünya'nın çeşitli yerlerindeki gelişmekte olan ülkelerde çıkan finansal krizler (Doğu
Asya, Rusya, Meksika ve Arjantin krizleri), Türkiye'deki yabancı yatırımcıyı da
tedirginliğe sürüklemiş ve yabancı yatırımcıların ülkeden yatırımlarını çekmelerine
neden olmuştur. Yabancı yatırımcıların ayrılmasını takiben faizler iyice yükselmiş,
Milli gelir azalmıştır. Giderek ağırlaşan ve içinden çıkılamaz hale gelen iktisadi yapı ve
1994 ve 1999 yıllarında yaşanan krizler Türkiye'nin 2000'li yılların başında 1970'lerin
sonunda yaşadığına benzer büyüklükte krizlerle karşı karşıya kalmasına neden olacak
altyapıyı hazırlamıştır.196
1990'lı yıllar boyunca kısalan aralıklarla gerçekleşen krizler büyük krizlerin
habercisi olmuştur. Ekonomik istikrarın sağlanabilmesi adına enflasyon oranlarının
kabul edilebilir seviyelere çekilmesinin bir zorunluluk olarak görülmesi, 1994 krizi ile
birlikte Türkiye'nin istikrar politikalarının uygulanabilirliği adına IMF ile daha sıkı bir
ilişki içine girmesine neden olmuştur. 1994 yılında 5 Nisan Kararları197 olarak da
adlandırılan istikrar paketinin ardından 1994 Temmuzunda IMF ile yapılan stand by 195 Türkiye 1995 yılında DTÖ'ne de üye olmuş ve uluslararası pazarlara uyumlanma ve eklemlenme adına önemli bir adım daha atmıştır. Ancak, Türkiye'nin zaten 1950 yılından beri DTÖ'nün önceki oluşumu olarak da kabul edilebilecek GATT üyesi olması, 1980-2000 arası dönemde uluslararası piyasalara açılma adına atmış olduğu adımlarda AB üyelik başvurusunu ve özellikle de Gümrük Birliği'nin kabul edilmesini bir adım öne çıkarmaktadır.196 Çelebi (2002:37-38), Bsb (2004:1-2), Tellan (2008:8).
166
anlaşmasını198 1998 yılında yine IMF ile yapılan Yakın İzleme Anlaşmasının
imzalanması takip etmiştir. Ancak bu gelişmeler de kötü gidişi durduramamış, Türkiye
Ocak 2000'de IMF ile imzalanan üç yıllık yeni stand by anlaşmasının ilk yılı dolmadan
Kasım 2000'de özellikle de bankacılık sektöründe derin sorunlarla yüz yüze kalmıştır.
Siyasal belirsizlik ve ekonomik istikrarsızlığın devam etmesi Şubat 2001'de yeni ve
büyük bir krizin patlak vermesine neden olmuştur. Krizin hemen akabinde döviz kurları
dalgalanmaya bırakılmış, 3 Mayıs 2001'de hazırlanan Niyet Mektubu'na istinaden 15
Mayıs 2001'den itibaren IMF kontrolünde “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEÇP)”
uygulamaya konulmuştur (Tellan, 2008:8-9).
4.1.5. 2000 SONRASI DÖNEM
1980 sonrası hedeflenen dışa açılım süreci 1980'ler ve 1990'lar boyunca
sürmüş, ancak hedeflenen verimlilik, yatırım ve sermaye artışları istenen düzeyde
gerçekleştirilememiştir. Bunun yanında, yaklaşık yirmi yıllık bu süreç boyunca Türkiye
ekonomisi istikrarlı ve güçlü bir yapıya da bürünememiştir. 2001 yılında hayata
geçirilen GEGP temelde, oluşmuş olan güven bunalımının aşılmasını ve bunun için de
istikrarsızlığın hızlı ve bir daha geri dönüşü olmayacak bir şekilde ortadan
kaldırılmasını hedeflemektedir. IMF öncülüğü ve denetimindeki program ana
hedeflerine ulaşabilmek adına özellikle de kamu yönetimi ve iktisadi yapının yeniden
yapılandırılabilmesi için gerekli olan değişikliklerin hayata geçirilmesinin önemini ön
plana çıkarmaktadır (T.C. Hazine Müsteşarlığı, 2001:1-11).
Ekonominin yeniden yapılandırılması, kamu kesiminde şeffaflığın, rasyonel
düşüncenin ve iyi yönetişimin oturtulması ve piyasalarda güven ortamının sağlanması
ana hedefleri altında, enflasyonla mücadelenin devamını, bankacılık sektörü ve reel
kesim arasındaki ilişkinin sağlıklı bir yapıya kavuşturulmasını, kamu finansman
dengesinin bir daha bozulmayacak şekilde güçlenmesini, adil bir gelir politikasının
tahsisini ve bu hedeflerin yerine getirilebilmesi için gerekli olan esnek, etkin ve şeffaf
yapısal unsurların yasal altyapısını oluşturmayı hedeflemektedir (T.C. Hazine
Müsteşarlığı, 2001:12-13).197 5 Nisan kararları ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Güloğlu ve Altunoğlu (2002:17-20), Boratav vd. (1994).198 Stand By Anlaşması, Niyet Mektubu ve Yakın İzleme Anlaşmalarına dair kavramsal açıklamalar için bkz. Doğruel ve Doğruel (2006).
167
Hazine Müsteşarlığı'nın resmi sitesinde yayınlanan rapor değerlendirmesinde
aynen şu cümle kullanılmaktadır;199
“Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı kapsamında hayata geçirilen önlemlerin
hepsinin tek amacı, Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan her bireyin yaşam
standartlarının yükseltilmesi ve gelecek nesillere daha yaşanabilir bir Türkiye
sunulabilmesidir. Asıl olan insanlarımızın mutluluğa ve hak ettikleri çağdaş yüksek
yaşam seviyesine kavuşmalarıdır.”
Bsb (2001:3) ise programda özellikle de siyasi ve iktisadi istikrarın
sağlanmasına yönelik yaklaşımların devlet'i iktisadi faaliyet alanından çıkarmaya
yönelik girişimlerin bir sonucu olduğunu iddia etmektedir. Bu doğrultuda, GEGP ile
hedeflenen; devletin fonksiyonlarının “jandarma devlet” düzeyine indirilerek “denetim”
ve “eğitim, sağlık ve adalet” gibi kamu hizmetleri ile sınırlandırılmasıdır. Güloğlu ve
Altunoğlu (2002:26-27) ise, GEGP'nın Aralık 1999'da uygulamaya konan Enflasyonla
Mücadele Programından hiçbir farkının olmadığını belirtmektedirler. Yazarlara göre
aradaki tek fark 1999 yılındaki programda enflasyonla mücadele için kullanılması
kararlaştırılan döviz çapası yerine GEGP'nda dalgalı kur sisteminin uygulamaya
sokulmuş olmasıdır. Bunun dışında kalan reformlar (kamu, özelleştirme, tarım, sosyal
güvenlik) aynen korunmuştur. Bu yapısıyla GEGP'nın Türkiye'nin 2001 yılında
karşılaşmış olduğu sorunların çözümüne yönelik bir yeniliği içermediği gözükmektedir.
Ayrıca, Bsb (2005:39-40), GEGP ile asıl hedeflenenin Türk insanının refah seviyesinin
arttırılması ve Türkiye ekonomisinin istikrarlı bir ekonomiye kavuşarak uzun dönem
kalkınma serüveninde başarıya ulaşabilmesi olmadığını savunmaktadır. Bsb'ye göre
GEGP ile asıl hedeflenen; Türkiye'den alacaklı olan devletlerin alacaklarının garanti
altına alınması (programda %6.5'lik bir faiz dışı fazla hedefi bulunmaktadır),
Türkiye'nin uluslararası iş bölümüne dayalı sistemde emek yoğun ve düşük teknolojik
içerikli malların üretiminde uzmanlaşması ve Türkiye'de temel kamu hizmetleri olarak
görülen (eğitim, sağlık vb.) sektörlerin uluslararası ve ulusal sermayeye açılmasıdır.
199 Değerlendirmenin tümü için bkz. http://www.hmd.gov.tr/irj/go/km/docs/documents/Hazine%20Web/Arastirma%20Yayin/Kitaplar/Yap%C4%B1sal%20Reformlar/Genel%20De%C4%9Ferlendirme.pdf (Erişim;18.05.2009)
168
Çeşitli yorum ve yaklaşım farklılıkları ile birlikte hayata geçirilen program
sürecinde, 2001-2006 yılları arası dönemde Kişi Başına Düşen GSMH seviyesi ABD
doları bazında yıllık ortalama %21.06 oranında artmıştır. 2001 yılında %54.4
seviyelerinde olan enflasyon oranı ise, 2007 yılında %8.8 seviyelerine kadar
çekilebilmiştir.200
GEGP'da alt hedefler olarak vurgulanmış olan noktalardan birisi de;
iyileşmenin ve reformların bir takım fedakarlıkları zorunlu kıldığı ve bu fedakarlıkların
toplumun her kesimine adaletli bir şekilde yansıtılmasının da programın alt
hedeflerinden birisi olduğudur (T.C. Hazine Müsteşarlığı, 2001:12). Ancak, 2001-2007
yılları arasındaki süreçte elde edilen büyüme ve enflasyonla mücadele başarılarının
kaynakları ne yazık ki yapısal olarak önceki dönemlerde elde edilen geçici büyüme
başarılarındakilerden (1980'li yılların başı ve 1950'li yıllar) çok da farklı
gözükmemektedir. Aynı dönemde, kamu harcamalarının ve iç talebin daraltılması
hedeflenmiştir, bununla birlikte enflasyonla mücadele de devam ettirilmiş ve her üç
konuda da başarının sağlanabilmesi için ücretler büyük ölçüde baskı altında tutulmuştur
(Bsb, 2005:19-20). Kısacası, iktisadi toparlanmanın faturası önceki dönemlerde olduğu
şekilde büyük ölçüde ücretli kesime çıkarılmıştır.
GEGP büyüme açısından her ne kadar parlak bir performansa neden olduysa da
aynı dönemde istihdam yaratıcı bir etki yaratamamıştır. 2000 yılında %6,5 olan işsizlik
düzeyi, 2008 yılı itibariyle %11 seviyelerine yükselmiş, 2009 Şubat ayı işsizlik oranı
ise; %16.1 seviyelerine çıkmıştır. Tarım dışı işsizlik oranı ise %19.8 olarak
hesaplanmıştır (Tüik, 2009:1).
2001 sonrası dönem sadece istihdam yönünden sıkıntılı bir dönem olmamıştır.
Ayrıca Türkiye, geniş cari açıklarla da yüz yüze kalmıştır. Yüksek oranlı yabancı
sermaye girişleri, sürekli artan cari işlem açıkları ve dış borç stoğundaki yükselmeler de
Türkiye ekonomisindeki sağlıksız yapının sürdüğünü işaret etmektedir. 2006 yılında
Türkiye cari işlem açığı bakımından bütün dünya ekonomileri arasında yedinci sıraya
yükselmiştir. İlk altıda yer alan ülkeler ise Türkiye'den farklı olarak zengin ve gelişmiş
ülkelerdir (Boratav, 2007:5).
200 Verilerin temininde, Tüik (2008:673,563), 22.9 Kişi başına düşen GSMH ve 19.17 Türkiye tüketici fiyatları endeks sayıları ve değişim oranları tablolarından yararlanılmıştır.
169
2008'in ortalarına doğru dünya genelinde yaşanan durgunluk 2008 sonlarına
doğru derinleşmiş ve büyük bir kriz olarak patlak vermiştir. Krizin ana nedeni olarak;
ABD'deki mortgage201 sisteminin çöküşü gösterilse de, aslında ABD'deki 2000'li yılların
başlarından beri süregelen iktisadi gidişat bu krizin asıl köklerini oluşturmuştur.202
Neticede, dünya genelinde yaşanan kriz zaten çeşitli iktisadi sorunlarla boğuşan Türkiye
ekonomisi için sorunları daha da derinleştirmiştir.
4.2. TÜRKİYE'DE DÖNEMLERE AİT EKONOMİK GÖSTERGELER
YARDIMIYLA İDBS UYGULAMALARININ PERFORMANS TAHLİLİ203
Türkiye'nin kuruluşundan günümüze kadarki iktisadi tarihçesi bize
göstermektedir ki; Türkiye 1923-1929 yılları arası dönemde serbest dış ticarete dayalı,
karma bir ekonomi görünümünde gelişimini sürdürmeye çalışmıştır. 1929 bunalımı ile
birlikte daha içe dönük politikalara ağırlık veren Türkiye'de 1950 yılında tek partili
hükümetin değişimi ile birlikte kalkınma stratejilerinde daha liberal bir dönemin
yaşandığı görülmektedir. 1950 yılında başlamış olan bu dönem 1960 yılına kadar
sürmüştür. Kesin olan şudur ki; Türkiye'de 1960-1980 ve 1980 sonrası dönemler, hayata
geçirilmiş kalkınma stratejilerinin değerlendirilmesi ve adlandırılması adına daha net
fikirler vermektedir. Türkiye'nin 1960-1980 arası dönemde İİDBS ve 1980 sonrası
201 Mortgage türkçeye “ipotekli emlak kredisi seedi” olarak çevrilebilmektedir. Mortgage sistemi ise; ipotek teminatına bağlı konut kredisi alacak kimselerin ikincil piyasalarda menkul kıymet olarak ihracı (ipotekli emlak kredisi senedi) ile sermaye piyasalarından fon temin esasına dayalı konut finansman sistemi olarak açıklanabilir (Özsan, 2005:2).202 1990'lı yıllardan itibaren itici gücü teknoloji ve yazılım şirketleri olan NASDAQ (Amerikan Borsası Teknoloji Endeksi) %700'e varan bir büyüme yaşamış, zamanla yatırımcıların artık daha fazla kazancın olmayacağına dair inanışları neticesinde NASDAQ'dan çıkışları ile birlikte, Dot-Com balonu olarak da adlandırılan balon patlamış ve bu durum bir kriz tehdidi haline dönüşmüştür. ABD Merkez Bankası (FED) krizin önüne geçebilmek adına 2003 yılına kadarki süreçte faiz oranlarını %6.5 seviyelerinden %1 seviyelerine indirmiştir. Düşen faiz oranları, ucuz para imkanını arttırmış bu da konut kredilerinde bir artışa neden olmuştur. Zamanla kredi yeter koşulları ortadan kalkmış ve riskli konut kredileri piyasaya hakim olmuştur. Konut sahiplik oranının artması ile birlikte konut taleplerindeki artış devam etmiş ve bu durum da konut fiyatlarının tavan yapmasına neden olmuştur. Enflasyonla mücadele için FED'in faiz artışına gitmesi ise sorunları daha da derinleştirmiştir. Zamanla değişken faizli mortgage kredilerinin geri dönüşünde büyük sorunlar yaşanmaya başlanmış ve bu arada konut fiyatları da düşmeye başlamıştır. Konut fiyatlarının düşüşe geçmesi ile birlikte mortgage sisteminde iyice derinleşen sorunlar, birçok yatırımını mortgage kredileri üzerinden yapan finansal yatırım ve danışmanlık şirketlerini de derinden etkilemiştir. 2008 yılı sonlarına doğru durum iyice içinden çıkılamaz hale gelmiş ve büyük bir finansal kriz ABD kaynaklı olmak ve bütün dünyayı etkilemek üzere patlak vermiştir (Ünal ve Kaya, 2009:3-4, www.evrensel.net (18.08.2008))203 Çalışmamızın bu bölümünde Türkiye'de İDBS'nin performans tahlili yapılırken genel itibariyle, sf. 85-86'da yer vermiş olduğumuz gelişmişlik göstergeleri üzerinden hareket edilmiştir.
170
dönemde ise İDBS ışığında kalkınma serüvenine devam ettiği görülmektedir.
Türkiye'nin alt dönemleri itibariyle büyüme serüveni Tablo 4.14.'de verilmiştir.
Tablo 4.14. 1923-2006 Yılları Arasında Türkiye'de Alt Dönemler İtibariyle
Ortalama GSMH Büyüme Rakamları (GSMH seviyeleri 1923-1947 dönemi 1948
fiyatlarıyla, 1948-1967 dönemi 1968 fiyatlarıyla, 1968-2006 dönemi 1987 fiyatlarıyla
hesaplanmıştır.)204
DÖNEM 1924/1930
1931/1940
1941/1947
1949/1960
1961/1967
1969/1980
1981/1990
1991/2000
2001/2006
ORTALAMA BÜYÜME % 9,69 5,3 0,18 5,69 5,9 4,09 5,25 3,63 4,62
KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
Tablo 4.14.'de Türkiye'nin tarihindeki en iyi büyüme performansını 1924-1930
yılları arasındaki dönemde yıllık ortalama %9,69 oranında büyüyerek gösterdiği
görülmektedir. İkinci ve üçüncü en iyi performanslar ise 1961-1967 arası dönemde
%5,9'luk ve 1949-1960 arası dönemde %5,69'luk büyüme oranları ile gerçekleşmiştir.
Cumhuriyetin yeni kurulmuş olduğu 1923-1930 yılları arasında kalan dönemdeki
büyüme artışları büyük oranda atıl kapasitenin kullanılabilir hale getirilmesi ve
ekilebilir araziye nüfusun geri dönüşü ile gerçekleşmiştir.205 Diğer yandan 1949-1960
yılları arasında kalan dönemde planlı ekonomiden liberal ekonomiye keskin ve hızlı bir
geçiş yaşanmıştır. Ancak bu dönemde izlenen liberal politikaların tam olarak İDBS'ne
yönelik politikalar olduğunu söylemek de zordur. Bu dönemde Türkiye büyük ölçüde
yurtdışı yardımlar ve borçlanma ile büyümüştür. Aynı dönemde Türkiye'nin sektörel
anlamda da büyük bir değişikliğe uğradığı görülmektedir. Grafik 4.1. bize 1950'lere
kadar ağır ama olumlu şekilde ilerleyen sanayileşme uğraşısının, sektörel dağılımda
keskin bir dengesizlik yaratmadan gerçekleştirildiğini göstermektedir. 1950'lerden
itibaren ise sektörel dağılımın keskin bir şekilde hizmetler sektörü lehine değişmeye ve
özellikle de tarım sektörünün GSMH içindeki payının düşmeye başladığı görülmektedir.
Sektörel dağılımdaki bu değişim süreci günümüze dek devam etmiştir.
204 GSMH artış değerleri, 1923-1947 dönemi 1948 sabit fiyatlarıyla, 1948-1967 dönemi 1968 sabit fiyatlarıyla, 1968-2006 dönemi 1987 sabit fiyatlarıyla ifade edilmiş olunan GSMH değerleri üzerinden hesaplanmıştır. Tabloda seçilen alt dönemlerin belirlenmesinde de, sabit fiyatların sınırlandırmış olduğu periyotlar dikkate alınmıştır.205 Boratav (2004:50), Çelebi (2002:21).
171
TARIM % SANAYİ % HİZMETLER %
19231926
19291932
19351938
19411944
19471950
19531956
19591962
19651968
19711974
19771980
19831986
19891992
19951998
20012004
0
10
20
30
40
50
60
70
Grafik 4.1. Türkiye'de Sektörlerin GSMH İçindeki Payları
KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
1961-1970 arası dönem; Türkiye'nin 1950'lere kadarki sanayileşme çabalarını
İİDBS yardımıyla ve kaldığı yerden devam ettirmeye çalıştığı bir dönemdir. 1950
sonrası dönemde başlamış olan sektörel değişim, 1961-1970 arası dönemde de
sürmüştür. Ancak bu dönem hem sanayileşme çabaları bakımından hem de büyüme
performansı bakımından bir önceki döneme göre daha başarılı bir dönem olmuştur.
Tablo 4.15. bize alt dönemler itibariyle sektörlerin GSMH içindeki paylarının ne şekilde
değiştiğine dair rakamsal bilgiler vermektedir.
Tablo 4.15. Türkiye'de 1923-2006 Yılları Arasında Sektörlerin GSMH
İçindeki Payları (Yıllık Ortalamalar)
DÖNEM 1924/1930
1931/1940
1941/1947
1949/1960
1961/1970
1971/1980
1981/1990
1991/2000
2001/2006
TARIM % 45,5 43,6 43 39,84 32,57 26,5 19,38 14,27 12,3
HİZMET % 44,73 42,45 41,54 45,97 48,97 54,01 56,71 58,44 58,7
SANAYİ % 9,79 13,96 15,46 14,15 18,46 19,5 23,93 27,29 29KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
Tablo 4.15'te açıkça görülmektedir ki; Türkiye tarihinde sanayi sektörünün
tarım sektörü ile birlikte GSMH içindeki payının azaldığı tek dönem 1949-1960 arası
dönemdir. Bu dönemde yaratılan kaynaklar daha ziyade konut ve turizm gibi üretime
dayalı olmayan hizmet sektörlerine aktarılmış ve GSMH artışları bu sektörün
liderliğinde sağlanmıştır. 1961-1970 arası dönemse Türkiye'nin sanayileşme uğraşıları
açısından 1924-1930 yılları arası dönemden sonraki en başarılı dönemi olarak
görülmektedir. 1961-1970 arası dönemde sanayi sektörünün GSMH içindeki payı
172
yaklaşık %30'luk bir artış göstererek %18,46 seviyelerine yükselmiştir. Genel olarak ele
alındığında, Türkiye'nin İİDBS'ni uygulamaya geçirmiş olduğu 1961-1980 arası
dönemde sanayi sektörünün GSMH içindeki payında yaklaşık %38'lik bir artış
sağlanmıştır. İDBS'nin uygulamaya konduğu 1981 ve sonrası dönemde ise sanayi
sektörünün GSMH içindeki payının ancak %21 dolaylarında artmış olduğu
görülmektedir. Üstelik çalışmamızda incelemeye konu olan yıllar itibariyle, İDBS'nin
uygulandığı bu dönem İİDBS'nin uygulanmış olduğu 1961-1980 arası dönemden altı yıl
daha uzun bir periyodu kapsamaktadır.
İDBS dönemi, büyüme performansları bakımından da İİDBS dönemine göre
daha başarısız sonuçlara sahne olmuştur. Türkiye 1961-1980 arası dönemde yıllık
ortalama %5,37'lik bir büyüme performansı gösterirken. 1981-2006 yılları arasında ise
yılda ortalama %4,21'lik bir büyüme performansı göstererek, planlı döneme göre daha
başarısız bir görüntü sergilemiştir.
Türkiye'de kişi başına düşen GSMH oranları incelendiğinde de büyüme ve
sanayileşme performanslarına dair yapılan incelemelere benzer bir tablo ortaya
çıkmaktadır.
Tablo 4.16. 1923-2006 Yılları Arasında ABD Doları ve Sabit Fiyatlar Bazında
Türkiye'de Alt Dönemler İtibariyle Ortalama Kişi Başına Düşen GSMH Büyüme
Rakamları (Sabit Fiyatlar Bazında GSMH seviyeleri 1923-1947 dönemi 1948
fiyatlarıyla, 1948-1967 dönemi 1968 fiyatlarıyla, 1968-2006 dönemi 1987 fiyatlarıyla
hesaplanmıştır.)
DÖNEM 1924/1930
1931/1940
1941/1950
1951/1960
1961/1970
1971/1980
1981/1990
1991/2000
2001/2006
ORTALAMA BÜYÜME ($) 4,66 7,64 10,73 9,84 7,23 12,23 6,53 1,93 12,82
ORTALAMA BÜYÜME (Sbt.) 9,27 3,11 -0,96 3,45 3,06 1,67 2,63 1,74 3,28
DÖNEM 1961-1980 1961-1976 1981-2006 1981-2000
ORTALAMA BÜYÜME ($) 9,73 11,61 6,21 4,23
ORTALAMA BÜYÜME (Sbt.) 2,33 3,22 2,52 2,29
KAYNAK: Tüik (2008) ve TCMB Elektronik Veri Dağıtım Setinden yararlanılarak tarafımızca
hazırlanmıştır.
173
Tablo 4.16.'dan İİDBS'nin uygulanmış olduğu 1961-1980 yılları arasında
Türkiye'de kişi başına düşen GSMH, ABD doları bazında %9,73'lük bir artış
göstermiştir. 1961-1980 arası dönemden son üç yıllık periyot çıkarıldığında ise artış
oranı ABD doları bazında %11,61'lere kadar yükselmektedir. İDBS'ne geçilmiş olunan
1980 sonrası dönemde ise ABD doları bazında kişi başına düşen GSMH artışı 1980-
2000 yılları arası dönem için; %4,23, 1980-2006 yılları içinse %6,21 oranında
gerçekleşmiştir. Sabit fiyatlar bazında ise iki dönemde de birbirine yakın
performansların sergilenmiş olduğu görülmektedir. 1961-1980 arası dönemde sabit
fiyatlar bazında %2,33 oranında artan kişi başına düşen GSMH miktarı, 1980-2006 arası
dönemde ise %2,52 oranında artış göstermiştir.
Türkiye için içe dönük kalkınma döneminin niceliksel açıdan büyüme ve
sanayileşme performansları bakımından dışa dönük kalkınma dönemine göre daha
başarılı olduğu ortadadır. Ancak, Türkiye'nin rakamsal açıdan içe dönük sanayileşme
döneminde daha iyi bir performans göstermiş olması “iyi” bir büyüme performansı
gerçekleştirmiş olduğunu göstermemektedir. Türkiye ekonomisindeki büyüme
performanslarının niteliksel olarak ele alınması ve dönemlerin bu sonuçlara göre de
karşılaştırılması yerinde olacaktır. Niteliksel açıdan, “iyi” bir büyüme; beşeri gelişmeyi
tüm yönleriyle teşvik etmek ve desteklemek zorundadır. Bu doğrultuda iyi bir büyüme;
tam istihdamı, bireyi özgürleştiren ve bireye denetleme şansı veren özgür birey ve bilgi
toplumu yaklaşımını, refah artışlarının adil bir şekilde dağıtılmasını, toplumsal işbirliği
ve uyumun sağlanmasını, insani kalkınmanın geleceğinin korunmasını amaçlamalıdır
(Ay ve Karaçor, 2006:17-18).
Genel iktisat literatürü bize gerek İİDBS ile olsun gerekse İDBS ile olsun,
iktisadi büyüme başarılarının mutlaka istihdamı arttırıcı ve işsizliği düşürücü bir etkisi
olacağını söylemektedir (Ay ve Karaçor, 2006:82). Ancak; Türkiye'nin büyüme
serüvenine baktığımızda istihdam yaratabilme becerisini özellikle de 1950'li yıllardan
itibaren kaybetmiş olduğunu görmekteyiz. Tablo 4.17. ve Grafik 4.2. bize 15 yaş ve
üstü çalışabilir nüfusun istihdam edilme oranlarını ve istihdamın sektörlere göre
dağılımını vermektedir.
174
1955 1960 1965 1970 1975 1980 1985 1990 20000
10
20
30
40
50
60
70
80
90
TARIM SANAYİ HİZMET İSTİHDAM EDİLEN
Tablo 4.17. Türkiye'de Çalışabilir Nüfusun İstihdam Edilme Oranı ve
İstihdamın Sektörler İtibariyle Dağılımı % (1955-2000 arası dönem)
YILLAR İSTİHDAM EDİLEN 15 YAŞ ÜSTÜ NÜFUS %
TARIM%
SANAYİ %
HİZMET%
İYİ TANIMLANMAMIŞ FAALİYETLER %
1955 83,7 77,4 6,6 10,1 6
1960 79,6 74,9 7,5 12,4 5,1
1965 74,3 71,9 7,9 13,8 6,4
1970 67,8 66,1 9,7 22,2 2
1975 66,8 65,2 9,5 24 1,4
1980 65,6 57,9 12 29,2 1
1985 63,9 57 11,7 30,8 0,5
1990 63,6 52,1 13 34,3 0,6
2000 58,9 47,8 13,4 38,7 0,1KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
Grafik 4.2. Türkiye'de Çalışabilir Nüfusun İstihdam Edilme Oranı ve
İstihdamın Sektörler İtibariyle Dağılımı % (1955-2000 arası dönem)
KAYNAK: Tablo 4.16'dan yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
Tablo 4.17.'den çalışabilir nüfusun istihdam edilme oranının yaklaşık 45 yıllık
bir süreçte devamlı bir düşüş trendi içinde olduğu görülmektedir. Ayrıca, toplam
istihdam edilme oranları ile tarım sektöründe yaratılmış olunan istihdam oranları aynı
süreçte neredeyse birebir aynı seyri izlemişlerdir. Bu ilişkiyi Grafik 4.2.'de daha rahat
bir şekilde görmekteyiz. Netice olarak, sektörlerin GSMH'ya olan katkılarında özellikle
de 1950 sonrası yaşanan değişime benzer bir değişim, doğal olarak istihdam yaratma
oranlarına da yansımıştır. Ancak, Tablo 4.17. ve Grafik 4.2. incelendiğinde, GSMH ve
175
toplam istihdam içindeki payı artmış olmasına rağmen, hizmet sektörünün toplam
istihdama yeterli katkıyı yapamamış olduğu görülmektedir. Toplam istihdam oranları
neredeyse tarım sektöründeki istihdam oranlarıyla birebir bir seyir izlemiş ve istihdam
oranları 1955 yılından 2000'li yıllara kadar devamlı düşmüştür.
Benzer istihdam sorunlarının 2000 sonrası dönem için de geçerli olduğu hatta
daha da derinleştiği görülmektedir. Tablo 4.18. bize 2000 ve sonrası dönem için
istihdam verileri ve işsizlik oranları ile ilgili bilgiler vermektedir.
Tablo 4.18. Yıllar İtibariyle Türkiye'de İşsizlik, 15 Yaş Üstü Nüfusun Toplam
Nüfus İçindeki Payı ve İstihdam Edilenlerin Sayısındaki Değişim (2000-2009 dönemi)
YILLAR 2000 2001 2001 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009*
İŞSİZLİK % 6,5 8,4 10,3 10,5 10,3 10,3 9,9 9,9 11 16,1
15+ NÜFUS % 69,8 70,1 70,2 70,4 70,7 71 71,2 71,4 72 -
İSTİHDAM DEĞİŞİMİ % -2,12 -0,26 -0,79 -0,97 3,05 1,17 1,29 1,1 2 -
*2009 yılı için verilen işsizlik verileri Şubat 2009 verileridir.KAYNAK: Tüik (2008)'den ve http://www.tuik.gov.tr “İşgücü İstatistikleri”nden yararlanılarak
tarafımızca hazırlanmıştır.
Tablo 4.18. bize 2000 sonrası dönemde de Türkiye'nin istihdam yaratmada
sorunlar yaşadığını göstermektedir. 2000 sonrası dönemde istihdam edilebilir nüfus
olarak 15 yaş üstü nüfusun toplam nüfus içindeki payı devamlı artarken, istihdam
edilenlerin sayısında ise 2000 ve 2003 yılları arasında devamlı bir düşüşün yaşandığı
görülmektedir. 2004 ve sonrası dönemdeki istihdam artışlarıysa tatmin edici seviyelerde
gözükmemektedir (yıllık ortalama %2.1). Bütün bunlara ek ve bunlarla ilişkili olarak
2000-2008 arası dönemde işsizlik oranları yıllık %9,67'lik bir ortalama ile
gerçekleşmiştir. Aynı dönemden 2000 ve 2001 yıllarını çıkardığımızda ise yıllık
ortalama işsizlik oranı %10.3'ler seviyelerine yükselmektedir. 2009 yılının Şubat ayı
itibariyleyse işsizlik oranları %16,1'lik oranla rekor seviyelere ulaşmıştır.206 Görünen o
ki; GEGP 2000 sonrası dönemde istihdam artışlarının sağlanması konusunda başarılı
olamamıştır. Buna ek olarak, öncelikli hedefi fiyat istikrarının sağlanması ve bu yolla da
206 Türkiye, %16,1'lik işsizlik oranı ile OECD ülkeleri arasında 1birinci sırada, Dünya piyasalarında etkili olan 35 ülke içinde ise G. Afrika'dan sonra ikinci sırada yer almaktadır. http://www.ivmedergisi.com/ 15052009/ issizlikte-yeni-rekor.ivme#comment-75 (Erişim:29.05.09)
176
19601962
19641966
19681970
19721974
19761978
19801982
19841986
19881990
19921994
19961998
20002002
0
1
2
3
4
5
6
7
EĞİTİM YATIRIMLARININ PAYI %
ekonomik istikrarın inşa edilmesi olan GEGP'nın zaten alt hedefleri içinde bile istihdam
yaratıcı büyümenin inşası gibi bir tasanın olmadığı görülmektedir.207
Genel iktisat literatürü tarafından iyi bir büyümenin diğer bir önemli
faktörünün bilgi toplumunun inşası olduğu belirtilmektedir.208 Bilgi toplumunun
oluşumunda anahtar öneme sahip iki faktör; beşeri sermayenin ve Ar-Ge çalışmalarının
geliştirilmesidir (Aktan ve Tunç, 1998:118-123). Beşeri sermayenin geliştirilmesi
hususunda ise eğitim alanında elde edilen kazanımlar ön plana çıkmaktadır. Grafik 4.3.
ve Tablo 4.19. bize dönemler itibariyle Türkiye'de gerçekleştirilen eğitim yatırımları
hakkında bilgiler vermektedir.
Grafik 4.3. Türkiye'de Toplam Sabit Sermaye Yatırımları İçinde Eğitim
Yatırımlarının Payı (%) (1960-2003)
KAYNAK: DPT (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
Tablo 4.19. Türkiye'de Toplam Sabit Sermaye Yatırımları İçinde Yıllık
Ortalama Değerler ve Alt Dönemler İtibariyle Eğitim Yatırımlarının Payı (%) (1960-
2003)
DÖNEMLER 1960-1980 1981-2003 1960-1976 1981-2000
EĞİTİM YATIRIMLARININ PAYI % 2,76 3,04 3,05 2,67
KAYNAK: DPT (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
Grafik 4.3. eğitim yatırımlarının 1964 yılına kadar artan trendli bir seyir
izlediğini göstermektedir. 1964 sonrası dönemde iniş trendine geçmiş olan eğitim
207 GEGP'nın ana ve alt hedefleri için bkz. T.C. Hazine Müsteşarlığı (2001:12-13).208 En genel anlamıyla bilgi toplumu; bilginin ve beşeri sermayenin önem kazandığı, eğitimin sürekliliğinin ön plana çıktığı, teknolojik ilerlemeler neticesinde toplumu sanayi toplumunun ötesine taşıyan bir gelişme aşaması olarak tanımlanabilmektedir (Aktan ve Tunç, 1998:126). Bilginin iktisadi kalkınma literatüründeki önemi ve yeri için bkz sf. 38-44. Ayrıca, Bilgi toplumunun kavramsal içeriği ve genel hatları ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Dpt (2006), Kocacık (2003).
177
yatırımları 1978'den sonra genel olarak yeniden bir çıkış trendi yakalamıştır. Tablo 4.19
ise bize eğitim yatırımlarına dair daha geniş bilgiler sunmaktadır. Alt dönemler
itibariyle sabit sermaye yatırımları içinde eğitim yatırımlarının paylarının yıllık
ortalama değerleri verilmektedir. Genel itibariyle ithal ikameci dönemdeki eğitim
yatırımlarının dışa dönük dönemdeki eğitim yatırımlarına oranla daha aşağıda kalmış
olduğu görülmektedir. 1960-80 arası dönemde eğitim yatırımlarının toplam sabit
sermaye yatırımlarının içindeki yıllık ortalama payının %2,76 olarak gerçekleştiği
görülürken, 1980 sonrası dönemde bu oran %3,04'e yükselmiştir. Ancak, alt dönemlere
dair daha hassas bir inceleme yapıldığında görülmektedir ki; ithal ikameci döneme ait
son 3 yıllık değerler genel değerlendirmeden çıkarıldığında eğitim yatırımlarının sabit
sermaye yatırımları içindeki payı yıllık ortalama %3,05 seviyelerine çıkmaktadır, 1980-
2000 yılları arası dönem içinse bu oran %2,67 seviyelerine inmektedir. Bu doğrultuda,
İthal ikameci dönemde uzunca bir süre eğitim yatırımlarına İDBS'nin uygulanmış
olduğu döneme göre daha fazla önem verildiği yorumu yapılabilir.209 Neticede; her iki
açıdan da, eğitim yatırımları bakımından iki dönem arasında keskin bir değişim
yaşanmamıştır. Buna ek olarak; 1960-1980 arası dönemde eğitim yatırımlarına uzunca
bir süre, 1980 sonrası dönemden daha fazla ağırlık verilmiştir.
Eğitim yatırımları ile birlikte eğitimin kalitesi de beşeri sermaye kazanımları
adına önem arz etmektedir. Tablo 4.20. ve Tablo 4.21. sırasıyla Türkiye'de 1923-2008
arası dönemde okul başına düşen öğrenci ve öğretmen başına düşen öğrenci
sayılarındaki alt dönemler arası değişim oranlarını vermektedir.210
209 Bu değerlendirmeyi yaparken, bilgi ve beşeri sermaye temelli içsel büyüme modellerinin öneminin 1980 sonrası dönemde artmış olduğunu ve beşeri sermaye artışlarına yönelik genel literatürün ve eğilimlerin özellikle de 1980 sonrası dönemde hız kazanmış olduğunu da göz önüne almak gereklidir. Bütün bunların bir sonucu olarak; 1980 öncesi yatırım önceliklerinin seçiminde 1980 sonrası dönemden farklı belirleyicilerin rol oynamış olabileceği yorumu da yapılabilir.210 Her iki tablodaki alt dönemler 1997 yılından itibaren ilköğretimin 8 yıla çıkarılmasını göz önüne alarak belirlenmiştir. Ayrıca, dönemlere ait değişim oranları, dönemlerin içermiş olduğu yıllara ait verilerin, dönem uzunluğu itibariyle aritmetik ortalamalarının alınması ile hesaplanmıştır.
178
Tablo 4.20. Türkiye'de Alt Dönemler İtibariyle Okul Başına Düşen Öğrenci
Sayılarındaki Değişim Oranları (%)
DÖNEMLER İLKOKUL GENEL ORTAOKUL GENEL LİSE
TEKNİK MESLEK YÜKSEKÖĞRETİM
1941-1950 4,81 7,29 97,4 44,13 10,1
1951-1960 15,6 -14,57 -4,66 -16,2 19,97
1961-1970 21,9 79,72 55,82 23,51 18,34
1971-1980 1,6 -11,52 1,28 37,83 2,66
1981-1990 2,7 -9,19 1,08 2,59 20,53
1991-1997 6,7 -25,15 7,48 12,66 26,37
1998-2007 96,6 - 4,89 -22,71 -6,83
1961-1980 22,96 69,38 56,82 46,87 19,91
1981-1997 3,84 -18,26 4,44 25,62 37,15
1998-2008 109,43 - 9,81 -17,58 4,83KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
Tablo 4.21. Türkiye'de Alt Dönemler İtibariyle Öğretmen Başına Düşen
Öğrenci Sayılarındaki Değişim Oranları (%)
DÖNEMLER İLKOKUL GENEL ORTAOKUL İLKÖĞRETİM GENEL
LİSETEKNİK MESLEK YÜKSEKÖĞRETİM
1941-1950 23,78 -13,58 - 57,33 26,83 45,12
1951-1960 1,75 4,81 - -8,05 -7,8 -7,14
1961-1970 -5,58 35,2 - 43,8 13,08 31,54
1971-1980 -25,91 38,11 - -7,61 19,73 4,09
1981-1990 -8,28 4,92 - -34,07 -15,34 -6,18
1991-1997 -5,8 -4,51 - 27,78 17,45 39,72
1998-2007 - 22,13 -23,64 2,47
1961-1980 -17,81 60,97 - 38,32 24,23 34,23
1981-1997 -23,51 21 - -30,47 -1,29 10,23
1998-2008 - - -* 42,13 -16,17 24,3KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.* Önceki döneme ait veri olmadığı için değişim oranı verilememiştir.
İthal ikameci dönemde okullaşma oranı açısından lise ve altı düzeyde eğitim
kurumları bazında ihracata dayalı kalkınma döneminden daha başarısız bir performans
sergilenmiştir. 1961-1980 arası dönemde okul başına düşen öğrenci sayılarında yüksek
oranlı artışlar olduğu görülmektedir. Fakat, 1980 sonrası dönemde bu kompozisyon
179
değişmiştir. Yükseköğretim dışındaki bütün öğretim seviyelerinde okul başına düşen
öğrenci sayısındaki artışın düştüğü hatta ortaokul seviyesi için ise azalmış olduğu
görülmektedir. Bu doğrultuda, okullaşma açısından 1980 sonrası dönem önceki döneme
göre daha başarılıdır. Benzer bir durum öğretmen başına düşen öğrenci sayılarındaki
değişim için de geçerlidir. Bütün seviyelerdeki öğretmen başına düşen öğrenci
sayılarındaki artış 1961-1980 dönemine göre yavaşlamıştır, hatta ilkokul, genel lise ve
teknik meslek lise düzeylerinde azalışların olduğu görülmektedir. 1980 sonrası dönem
itibariyle, öğrenci başına düşen öğretmen ve okul sayılarındaki artışlar, verilen eğitimin
kalitesi açısından olumlu verilerdir. Bununla birlikte, Tablo 4.22.'de verilen lise ve üstü
seviyedeki eğitim kurumlarında verilen diplomaların öğrenci sayılarına oranları 1960
sonrası dönem itibariyle toplumsal eğitim düzeyinin artması adına çok da fazla bir yol
kat edilemediğini göstermektedir.
Tablo 4.22. Lise Dengi ve Üstü Eğitim Kurumlarında Alt Dönemler İtibariyle
Dağıtılan Diploma Sayılarının Bu Kurumlarda Eğitim Gören Öğrenci Sayılarına
Oranları (%)
DÖNEM GENEL LİSE TEKNİK MESLEK LİSE YÜKSEKÖĞRETİM
1923-1960 18,38 18,57 12,38
1961-1980 21,01 22 13,29
1981-2007 22,4 22,17 13,91KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
Genel lise düzeyinde okuyan öğrencilerin 1961-1980 arası dönemde bir önceki
döneme kıyasla yaklaşık %2,6'lık bir artışla, %21,01'i diploma alıp mezun olabilmişken,
bu oran 1980 sonrası dönemde ancak %1,4 oranında arttırılabilmiştir. Artış oranları ile
ilgili gelişmeler teknik ve meslek liseleri ile yükseköğretim kurumları adına da olumsuz
bir vaziyet almıştır. 1961 ve 1980 arası dönemde sırasıyla %4,43 ve %0,9'luk artış
oranları ile %22 ve %13,29'luk mezun verme oranlarına yaklaşan teknik ve meslek
lisesi ve yükseköğretim kurumlarında 1980 sonrası dönem itibariyle artış seviyeleri
%0,17 ve %0,62 olarak gerçekleşmiştir. Rakamlar bize, ithal ikameci dönemdeki lise ve
üstü okullardan mezun olanların sayısındaki artış rakamlarının, 1980 sonrası dönemde
yakalanamadığını göstermektedir.
180
Okuryazarlık oranlarındaki artışlar da bize İİDBS'nin uygulamada olduğu
dönemin 1980 sonrası döneme göre çok daha başarılı bir dönem olduğunu
göstermektedir. Tüik (2008:26), cinsiyet durumuna göre nüfusun okuryazarlık oranları
tablosu bize, 1960 yılında %39,51 olan toplum okuryazarlık oranlarının 1980 başında
yaklaşık %71'lik bir artışla %67,48 seviyelerine çekilmiş olduğunu göstermektedir.
1980-2000 arası dönemde ise okuryazarlık oranında yaklaşık %29'luk bir artış
sağlanmış ve 2000 yılı itibariyle okuryazarlık oranı %87,32 seviyelerine çıkartılmıştır.
Bir ülke halkının beşeri sermayesinin gelişim süreci açısından eğitim seviyesi
artışlarının yanında kültür seviyesindeki artışlar da önemlidir. Kültür kavramının birçok
farklı tanımı yapılabilmektedir. Türk Dil Kurumu resmi sitesinde kültür kavramına dair
tanımlar şu şekilde verilmektedir;211
“1. Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi
değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve
toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin:
“Harf inkılabı, Türk kültür inkılabının temelidir.” -E. İ. Benice. 2. Bir topluma veya
halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü: “Doğrusu, teknik ve kültür
her gün biraz daha ilerlemektedir.” -S. Birsel. 3. Muhakeme, zevk ve eleştirme
yeteneklerinin öğrenim ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş olan biçimi. 4. Bireyin
kazandığı bilgi: Tarih kültürü kuvvetli bir kişi.”
Kültür kavramına yönelik bütün bu tanımlamaların içinden; “bireyin kazandığı
bilgi” tanımlaması beşeri sermaye açısından büyük önem arz etmektedir. Tüik
(2008:80-89), kültür olgusuna dair birçok gösterge kullanmaktadır. Ancak bu
çalışmanın inceleme alanına ve yazarının şahsi görüşüne göre; bunların içindeki en
önemli kültür göstergesi “halk kütüphaneleri, kitap ve kütüphanelerden yararlananların
sayısı ve değişim oranları” göstergeleridir. Tablo 4.23.'de 1945-2007 arası alt dönemler
itibariyle Türkiye'deki kütüphane, kütüphanelerdeki kitap ve kütüphanelerden
faydalanan kişi sayılarındaki ortalama değişim oranları verilmektedir.
211 http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=veritbn&kelimesec=213093 181
Tablo 4.23. Türkiye'deki Kütüphanelerin, Kütüphanedeki Kitapların ve
Kütüphanelerden Yararlanan Kişilerin Sayılarındaki Değişim Oranları. (1945-2007).
DÖNEM KÜTÜPHANE SAYISI DEĞ. ORANI %
KİTAP SAYISI DEĞ. ORANI %
KÜTÜPHANELERDEN YARARLANAN KİŞİ
SAYISI DEĞ. ORANI %
1945-1960 6,44 4,69 8,43
1961-1980 6,41 6,38 10,41
1981-2007 3,17 3,97 3,47KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
Tablo 4.23.'de 1980 sonrası dönemin her açıdan 1980 öncesi döneme göre çok
daha karamsar bir tablo çizmiş olduğu açıktır. 1980 öncesi ve sonrası dönemler
arasındaki en belirgin fark ise maalesef kütüphanelerden yararlanan kişi sayısında
ortaya çıkmış olan farktır. 1980 sonrası dönemde ülke nüfusu 2007 yılına kadar yıllık
ortalama ile yaklaşık %2,56 oranında bir artış gösterirken, kütüphanelerden yararlanan
insan sayısı ancak %3,47 oranında artmıştır. 1961-1980 döneminde ise nüfus yıllık
ortalama %2,73 oranında artmış, ancak kütüphanelerden yararlanan insan sayısı %10,41
oranında artış göstermiştir.
Günümüzde 1980 öncesi döneme göre bilgiye ulaşmanın çok farklı yollarının
olduğu bir gerçektir. Ancak, kütüphaneleri sadece bilgiye ulaşılan yerler olarak görmek
de yanlıştır. Günümüzde, internet veya diğer teknolojiler aracılığıyla birçok çalışma,
kitap vb. yayınlara ulaşmak mümkün olsa da, basılı bilgi kaynakları ve eserler hala
kültürel mirasa ve bilgiye ulaşmanın en önemli araçlarından bir bölümünü
oluşturmaktadır. Bu konuya dair daha geniş bir incelemenin yapılması mümkündür,
ancak bu inceleme çalışmamızın sınırlarını aşacağından ve çok daha derin bir
araştırmayı gerektirdiğinden ötürü kültürel birikime dair yapılacak yorum
kütüphanelerin, kütüphanedeki kitapların ve kütüphanelerden yararlanan insanların
sayılarındaki değişim oranlarının incelenmesi ile sınırlı kalacaktır. Bu doğrultuda, 1980
sonrası dönemin özellikle de kültürel kazanımlar açısından 1980 öncesi döneme nazaran
başarısız bir dönem olduğu yorumu yapılabilmektedir.
Bilgi stoğunun genişlemesine yönelik en önemli faktörlerden birisi de
ülkelerdeki Ar-Ge çalışmalarıdır. Tablo 4.24 bize Türkiye’deki ar-ge çalışmalarının,
günümüz gelişmiş ülkelerinin çok gerilerinde kalmış olduğunu göstermektedir. 182
Tablo 4.24. Seçilmiş Ülkeler Bazında GSMH'nın Yüzdesi Olarak Ar-Ge
Harcamaları
1991 1992 1993 1994 1995 1996
ABD 2,8 2,7 2,6 2,5 2,6 2,5
JAPONYA 2,8 2,7 2,7 2,6 2,8 -
KORE 1,9 - - - 2,7 -
FRANSA 2,4 2,4 2,5 2,4 2,3 2,3
ALMANYA 2,6 2,5 2,4 2,3 2,3 2,3
İTALYA 1,3 1,3 1,3 1,2 1,1 1,1
PORTEKİZ - 0,7 - 0,8 0,7 -
İSPANYA 0,9 0,9 0,9 0,9 0,9 0,8
TÜRKİYE 0,5 0,5 0,4 0,4 0,4 0,5KAYNAK: Arısoy (2005:61)
Üretimde verimlilik artışlarının sağlanması ve sürdürülebilir bir büyüme
performansının tahsisi için Türkiye'nin gerek eğitim gerekse Ar-Ge sektörlerine daha
fazla yatırım yapması gerekmektedir.
“İyi” büyümeye dair diğer önemli bir gösterge de sağlanan refah artışlarının
nüfusa eşit bir şekilde dağılımının gerçekleştirilebilmesidir. Gelir dağılımı, çeşitli
türlerde incelenebilmektedir. Ancak bu türlerden en dikkat çekici ve en çok ele alınanı;
üretim ögelerinin üretime katılarak elde ettikleri gelirin birey grupları içinde ne şekilde
dağıldığını gösteren kişisel gelir dağılımıdır (Karaman ve Özçalık, 2007:27).212
Çalışmamızda da, Türkiye'ye dair gelir dağılımı analizi “kişisel gelir dağılımı”
değerlendirmeleri yardımıyla yapılacaktır.
Tablo 4.25. Türkiye'de Seçilmiş Yıllar İtibariyle Gelir Dağılımı Verileri.
GELİR GRUPLARI 1963 1968 1973 1986 1987 1994 2002 2005
En Düşük %20 4,3 3 3,5 3,9 5,2 4,9 5,3 6,1
İkinci %20 8,5 7 8 8,4 9,6 8,6 9,8 11,1
Üçüncü %20 11,5 10 12,5 12,6 14 12,6 14 15,8
Dördüncü %20 18,5 20 19,5 19,2 21,2 19 20,8 22,6
En Yüksek %20 57 60 56 55 50 54 50 44,4
Gini Katsayısı 0,55 0,56 0,51 0,46 0,43 0,49 - -KAYNAK: Yumuşak ve Bilen (2000:78)'de yer alan Tablo 1. ve Tüik Gelir Dağılımı İstatistiklerinden yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
212 Gelir dağılımı türleri ve gelir dağılıı çalışmalarına dair daha geniş bilgi için bkz. Karaman ve Özçalık (2007) ve Yumuşak ve Bilen (2000).
183
Tablo 4.25. Türkiye'de adil gelir dağılımı açısından 1980 sonrası dönemde
başarılı sonuçların alınmış olduğunu göstermektedir. 1963 yılında nüfusun en düşük
gelir düzeyine sahip %20'lik kısmı toplam gelirin %4,3'lük kısmına sahipken bu oran
2005 yılı itibariyle %6,1'lik bir orana yükselmiştir. Aynı süreçte en yüksek gelir
düzeyine sahip %20'lik kısım dışındaki bütün seviyelerde iyileşme gözlenmiştir. Ayrıca,
1963 ve 1994 yıllarına ait gini katsayılarının karşılaştırılması sonucunda da, 1994 yılı
gelir dağılımının 1963 yılı gelir dağılımından daha adil olduğu anlaşılmaktadır.
Neticede; adil gelir dağılımı adına İDBS'nin hayata geçirilmiş olduğu 1980 sonrası
dönemde, İİDBS'nin hakim olduğu 1961-1980 arası dönemden daha fazla yol alınmıştır.
“İyi” büyümenin yanında istikrarlı büyümenin de önemi, genel iktisat literatürü
tarafından geniş kabul gören bir olgudur. Türkiye bu amaca yönelik olarak yaklaşık otuz
yıla yakın bir süredir özellikle de enflasyonla mücadele adına büyük çaba sarf
etmektedir. 2001 krizi sonrasında hayata geçirilen GEGP ana fikir olarak; fiyat
istikrarının ve ekonomik istikrarın sağlanması ile birlikte büyümenin ve bu yolla da
istihdam artışlarının kendiliğinden sağlanacağı beklentisini ifade etmektedir. Ancak
Türkiye'de yaklaşık son otuz yıldır uygulanan enflasyonla mücadele programları,
istihdam yaratma uğraşısından uzak hedefleriyle, istikrar arayan Türkiye'de sosyal
sorunların ve içi boş büyüme başarılarının da tohumlarını atmıştır (Bsb,2005:22).
Türkiye'de İDBS'nin uygulanmış olduğu 1981-2006 arası dönemin, adil gelir
dağılımının sağlanması dışında, genel kalkınma performansı açısından İİDBS'nin
uygulanmış olduğu 1961-1980 arası döneme göre daha başarısız bir dönem olduğu
görülmektedir. Bütün bunlara ek olarak Grafik 4.4. bize Türkiye tarihinde büyüme
oranlarının en istikrarlı şekilde gerçekleştiği dönemin de 1961-1980 arası dönem
olduğunu göstermektedir.
184
19231926
19291932
19351938
19411944
19471950
19531956
19591962
19651968
19711974
19771980
19831986
19891992
19951998
20012004
2007
-40
-20
0
20
40
60
80
100
120
GSMH BÜYÜME%ENFLASYONORANI
Grafik 4.4. 1924-2006 Arası Dönem İtibariyle Türkiye'de GSMH Büyüme
(1948, 1968 ve 1987 sabit fiyatları ile) ve Enflasyon Oranları.
1961-1980
KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
Türkiye'nin büyüme performanslarının, uygulanan stratejiler itibariyle ve
istikrarları açısından değerlendirilmesi gerekirse, yoğun devlet müdahaleleri ve planlı
kalkınma stratejileri ile geçirilen 1961-1980 dönemi, neoliberal söylemin; devletin
iktisadi faaliyetlerde bulunmasının istikrarı ve piyasa dengelerini bozucu bir etki
yarattığı görüşüne tezat bir manzara ortaya koymuştur. İİDBS'nin uygulanmış olduğu
1961-1980 döneminde, mucizevi sayılamayacak, ancak istikrarlı ve neredeyse bütün
dönem boyunca pozitif oranlarda gerçekleşen GSMH değişimlerinin genel seyrinin
İDBS'nin hayata geçirildiği 1980 itibariyle bozulduğu görülmektedir. Finansal
serbestleşmenin de tesis edildiği 1990 sonrası dönem ise istikrarlı büyüme adına daha
da vahim bir tablo ortaya koymaktadır.
Grafik 4.4., 1961-1980 döneminin fiyat istikrarı açısından da diğer dönemlere
kıyasla daha başarılı bir dönem olduğunu ortaya koymaktadır. 1960 sonrası dönemde
Türkiye uzun süre kabul edilebilir bir hızla büyümüş, ayrıca 1973 ve 1979 petrol
şoklarına kadar bu büyümeyi makul enflasyon oranları ile birlikte gerçekleştirmiştir.
1974 sonrası dönemde fiyatlarda yaşanmış olunan istikrarsızlık ise sadece Türkiye'nin
sorunu değildir, dönem itibariyle hemen hemen bütün ülkelerin karşı karşıya kalmış
olduğu bir sorundur.213 1970'li yıllardan itibaren gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan
213 1973, 1979 petrol krizleri ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Campbell & Laherrere (1998), Roeder (2005), Angelov (2006).
185
19651967
19691971
19731975
19771979
19811983
19851987
19891991
19931995
19971999
20012003
2005
-20-10
01020304050607080
DIŞ BORÇ STOKU / GSMH
İÇ BORÇ STOKU / GSMH
CARİ İŞLEMLER DENGESİ /GSMH
BÜTÇE AÇIKLARI / GSMH
ülkelerin yaşamış oldukları ödemeler dengesi sorunları büyük ölçüde İkinci Dünya
Savaşı sonrası dönemde dünyada genel olarak uygulanmış olunan İİDBS'ne
bağlanmıştır.214 Dönem itibariyle yaşanan ödemeler dengesi sorunları neticesinde
özellikle de gelişmekte olan ülkelerin sanayi üretimi için gerekli olan yatırım
mallarının, hammaddenin ve ara malların ithalatlarının imkansız hale gelmesi ile birlikte
dünya genelinde bir kriz patlak vermiştir.
İstikrarlı büyüme adına bir diğer önemli nokta ise; mali disiplinin
sağlanmasıdır ve Türkiye'deki ekonomik istikrarsızlığın en büyük sebeplerinden birisi
olarak da mali disiplinin sağlanamamış olması gösterilmektedir. İstikrarlı uzun dönem
büyüme adına mali disiplinin sağlanması şarttır (T.C. Hazine Müsteşarlığı, 2001:1).
Grafik 4.5. bize Türkiye'de mali disiplin adına özellikle de 1975 yılı sonrası dönemle
ilgili bilgi vermektedir.
Grafik 4.5. Türkiye'de Dış Borç Stokları, İç Borç Stokları, Cari İşlemler
Dengesi ve Bütçe Açıklarının GSMH'ya Oranları
KAYNAK: Tüik (2008) ve DPT (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
Grafik 4.5.'den 1980 sonrası dönemde Türkiye'de mali disiplinin daha da
bozulduğu görülmektedir. 1965 yılında dış borç stokları GSMH'nın sadece %8,4'lük bir
kısmına denk gelirken, bu oran 2006 yılı itibariyle %48,99 seviyelerine ulaşmıştır. İç
borç stoğu da dış borç stoğuna benzer bir şekilde 1980 sonrası dönemde devamlı genel
olarak artmış ve 1980 yılında GSMH içinde %13,6 olan payı da 2006 yılı itibariyle
%43,7'ye yükselmiştir. Aynı dönemde bütçe açıklarında da artışlar yaşanmıştır. 1980 214 Bu dönemde İİDBS'ne getirilen genel eleştiriler için bkz. sf. 56-59.
186
19841985
19861987
19881989
19901991
19921993
19941995
19961997
19981999
20002001
20022003
20042005
20062007
20082009
-20000-10000
0100002000030000400005000060000
yılında %3,1 olarak gerçekleşen bütçe açıkları, 2003 yılı itibariyle %8,8 seviyelerine
yükselmiştir. Aynı süreçte cari açıkların da büyümüş olduğu görülmektedir. 1975
yılında cari açık seviyelerinin GSMH içindeki payı %3,47'dir ve hatta kriz yılı olan
1980 yılında bile bu oran %4,98 olarak gerçekleşmiştir. 2004, 2005, 2006 ve 2007
yılları itibariyle cari açıkların GSMH'ya oranları sırasıyla %5,2, 56,2, %7,9 ve %5,7
olarak gerçekleşmiştir.
Genel neoliberal söylem; cari açığın boyutundan çok finanse edilebilir olup
olmadığının önemli olduğunu vurgulamaktadır (Sönmez, 2005:8). 1980'lerin başında
Türkiye'nin derin bir krizle karşı karşıya kalmasına neden olan cari açıklar, İDBS'nin
uygulamaya konulması ve özellikle de 1990 sonrası finansal serbestleşmenin de
etkileriyle birlikte finanse edilebilir bir kimliğe bürünmüştür. Ancak bu noktada dikkat
edilmesi gerekilen bir nokta da şudur; cari açıkların finansmanında kullanılan araçların
devamlılığı, ülkelerin istikrarlı kalkınma uğraşısı adına hayati önem taşımaktadır.
Türkiye, özellikle de 1990'ların sonlarına doğru iyice artmış olan cari açıkların
finansmanını büyük ölçüde kısa vadeli finansal sermaye girişleri ile
gerçekleştirmektedir.215 Finansal yabancı sermayenin çokluğu durumunda ise genellikle
ülke ekonomilerinin kırılganlığı artmakta ve bu kırılganlık artışı ülkelerin girmiş
oldukları krizlerin daha derin etkilerinin olmasına neden olmaktadır. Grafik 4.6'da
Türkiye ekonomisinin 1980 sonrası yaşamış olduğu krizlerde de yüksek oranlı finansal
sermaye çıkışlarının yaşanmış olduğu görülmektedir.
Grafik 4.6. 1980 Sonrası Türkiye'de Finansal Sermaye Hareketleri
*
KAYNAK: TCMB Elektronik Veri Dağıtım Setinden yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
215 Sönmez (2005:8), Boratav (2007:5). 187
FİNANSAL SERMAYE HAREKETLERİ (MİLYON $)
GSMH BÜYÜME%
İHRACATIN GSMH İÇİNDEKİ PAYI %
İTHALATIN GSMH İÇİNDEKİ PAYI %
DIŞA AÇIKLIK
19231926
19291932
19351938
19411944
19471950
19531956
19591962
19651968
19711974
19771980
19831986
19891992
19951998
20012004
2007
-20
-10
0
10
20
30
40
50
60
70
*2009 Yılına ait veriler beşinci ay itibariyledir.Cari açığın incelenmesine devam edildiğindeyse, 1980 yılının kriz ortamında
bile cari işlemler açığın ülke GSMH'sının %4,4'ünü geçmeyen Türkiye'de, 2003-2007
arası dönemde cari işlemler açığının GSMH içindeki payı yıllar itibariyle; sırasıyla
%5,2, %6,2, %7,9 ve %5,7 olarak gerçekleştiği görülmektedir (DPT, 2008:40).
Cari açıkların en önemli nedeni; İDBS ile birlikte dışa açık bir ekonomik
yapıya geçişin sağlandığı Türkiye'de 1980 sonrası dönemde dış ticaret açıklarının
sürekli artmasıdır. 1923-2007 yılları arasında kalan dönem için GSMH artış, GSMH'nın
içindeki paylarına göre İhracat, İthalat ve Ticari Dışa Açıklık oranlarının216 gelişimi
Grafik 4.7'de dönemler itibariyle yer almaktadır.
Grafik 4.7. Türkiye'de GSMH Artışı, İthalat ve İhracatın GSMH İçindeki
Payları ve Ticari Dışa Açıklık Oranları.
--------------------1923-1960------------------------------1961-1980---------------------1981-2006--------------
KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
Türkiye'de 1961-1980 arası dönemde daha istikrarlı bir şekilde gerçekleşen
dışa açıklık oranları, ihracat ve ithalat seviyeleri ve GSMH büyüme oranlarının 1980
sonrası dönemde daha istikrarsız bir yapıya kavuştuğu görülmektedir. Tablo 4.26. bize
dönemler itibariyle ortalama değerler bazında ithalatın ve ihracatın GSMH içindeki
paylarına, ticari dışa açıklığa ve ihracatın ithalatı karşılama oranlarına ait bilgiler
sunmaktadır.
216 Ticari dışa açıklık oranı; Aizenman (2004:1)'e benzer ve genel literatüre uygun bir şekilde; İthalat ve İhracat seviyelerinin GSMH içindeki paylarının toplamı alınarak hesab edilmiştir.
188
Tablo 4.26. Türkiye'de Dönemler İtibariyle İhracat ve İthalatın GSMH
İçindeki Payları, Ticari Dışa Açıklık ve İhracatın İthalatı Karşılama Oranlarının
Ortalama Değerleri
DÖNEM 1923/1930
1931/1940
1941/1950
1951/1960
1961/1970
1971/1980
1981/1990
1991/2000
2001/2006
İHRACAT/GSMH 9,68 8,24 5,23 4,76 4,62 3,67 10,31 12,11 20,68
İTHALAT/GSMH 12,76 7,23 4,96 6,58 6,83 8,51 15,43 20,41 30,97
DIŞA AÇIKLIK 22,44 15,47 10,19 11,34 11,45 12,18 25,65 32,52 51,65
İHRACAT/İTHALAT 76,91 117,51 123,82 73,49 67,97 44,73 66,83 60,18 67,12KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
1980 sonrası dönemde ihracat gelirlerinin GSMH içindeki payında önemli bir
artış yaratılmış olduğu gözlemlenmektedir. 1951-1960 arası dönemde ihracat gelirleri
ortalama olarak GSMH'nın %4,62'lik bir kısmına denk gelirken, 2000 sonrası dönemde
bu oran %20,68 seviyelerine kadar çıkartılmıştır. Bununla birlikte dışa açıklık
oranlarında da beklenen şekilde 1980 sonrası dönemde önemli artışlar sağlanmış olduğu
görülmektedir. Ancak bu olumlu gelişmelere karşın, aynı dönemlerde ithalatın GSMH
içindeki payı da artmıştır, 1961-1970 döneminde GSMH içindeki payı %6,58
seviyelerinde olan ithalat giderleri, 2000 sonrası dönem itibariyle %30,97 seviyelerine
ulaşmıştır. Asıl can alıcı nokta ise; 1980 sonrası dönemde uygulanan İDBS'nin bütün alt
dönemlerinde ihracatın ithalatı karşılama oranının, İİDBS'nin uygulamada olduğu ve
1930-1950 arası dönemde başlanan planlı sanayileşme çabalarına geri dönüşün olduğu
1961-1970 döneminden bile daha düşük bir seyir izlemiş olmasıdır. Görünen o ki;
Türkiye'de 1980 sonrası ihracat artışları beraberinde ithalat artışlarını da getirmiştir.
Temel iktisat bilgimiz bize bu sorunun iki farklı yolla çözülebileceğine dair
ipuçları vermektedir. Türkiye ithalatını azaltmak ve ihracatını arttırabilmek için ilk
etapta yurtiçi talebi kısarak büyümede yavaşlamaya gidebilir. Büyümede yavaşlamaya
gidilmesi iki şekilde gerçekleşebilmektedir, bunlar; sıkı maliye ve/veya para
politikalarının hayata geçirilmeleridir. Türkiye'de özellikle de 2000 sonrası dönemde
zaten her iki politikanın da etkin bir şekilde hayata geçirilmiş olduğu görülmektedir. Bu
durumda, Türkiye'nin ithalatı azaltmak adına bu iki politika aracını daha yoğun bir
şekilde kullanabilmesi pek mümkün gözükmemektedir. İkinci bir seçenek olarak ise;
dalgalı döviz kuru nedeniyle piyasa mekanizması tarafından belirlenen döviz kurları,
189
Merkez bankası müdahaleleriyle daha yüksek seviyelere çekilebilir. Böylece yurtdışında
üretilen mallar, yurtiçinde üretilen mallara oranla göreceli olarak daha pahalı hale
gelecek ve ithalat seviyeleri azalacaktır. Ancak, bu son seçenek de bazı olumsuz
sonuçlara neden olabilir. Örneğin, değişen kurarla birlikte TL'den döviz kuruna
dönüşler yaşanabilir, bu durum da hazine bonolarının cazibelerinin azalmasına, reel faiz
oranlarının artmasına ve borcun daha maliyetli bir şekilde dönmesine neden olabilir. Bu
durumda Türkiye'de hem üretim hem de finans kanadı derinden etkilenecektir (Sönmez,
2005:9).
Bütün bu çözüm alternatiflerinin çeşitli olumsuzluklara yol açabilme
olasılığının ötesinde, etkin bir çözüm yaratamayacaklarına dair beklentinin asıl
nedenini; Türkiye'deki ithalat artışlarının altında yatan asıl nedenin Türkiye'nin üretim
yapısından kaynaklanmış olduğu gerçeği oluşturmaktadır. Unutulmamalıdır ki; bir
ülkenin dış ticaret yapısı aslında üretim yapısının da bir aynasıdır (Aktan, H.O.,
2006:82).
Türkiye ekonomisi için özellikle de girdi çıktı analizlerine dayalı yapılan
çalışmalar217, imalat sanayine dair incelemeler dahilinde Türkiye'deki üretim yapısının
büyük oranda ithalata bağımlı olduğunu göstermektedir. Yapılan incelemelerde varılan
sonuçlar şu şekilde özetlenebilir (Aktan, H.O., 2006:83);
-İmalat sanayinde ithal girdiler/toplam girdiler oranlarının 1973 yılında %18,5
seviyelerinde seyrettiği görülürken, bu oran 1998 itibariyle %58 seviyelerine
yükselmiştir. Yani ihracat artışları için daha fazla ithalat yapmak gerekmektedir. Bu
oranlar Ar-Ge hizmetleri bazında daha da vahim bir vaziyet almaktadır. 1998 yılı
itibariyle, Ar-Ge hizmetlerinde ithal girdilerin toplam girdilere oranı %40'lar
seviyelerine ulaşmaktadır. Ayrıca, bu oran bilgisayar ile ilgili faaliyetler sektöründe
daha da yüksektir.
-Üretimin (ihracatın) ithalata bağımlı hale gelmiş olduğunun diğer bir
göstergesi ise; ithal girdi/üretim değeri oranlarının 1973-1998 arası dönemde neredeyse
%100'lük bir artışla, %10,8 seviyelerinden %20,1 seviyelerine çıkmış olmasıdır.
217 Aktan, H.O. (2006), Şenesen, G.G. (2005), Şenesen ve Şenesen (2003), Yentürk (2004), Eşiyok (2008), Ersungur ve Kızıltan (2005).
190
Bütün bu göstergeler, Türkiye'de ithalat artışlarının önüne geçilebilmesi için
üretim yapısında köklü bir değişime gidilmesinin gerekliliğini işaret etmektedir. Ayrıca
ihracatın ithalata bağımlılığı yapılacak olan kur müdahalelerinin yurtiçi üretimde
maliyet artışlarına neden olması sonucu, ihracatın da azalmasına neden olacağını
göstermektedir. Bu doğrultuda, üretim yapısı nedeniyle Türkiye'nin kullanabileceği
politika seçenekleri de daralmaktadır.
Özetle; 1980 sonrası dönemde, iktisadi yönelimlerin hemen hemen tamamen
piyasa mekanizmasına bırakılmış olması, Türkiye'de gerçekleştirilmesi gerekilen üretim
yapısındaki değişim adına başarı sağlayamamıştır. Neticede; ülkenin kuruluşu ile
başlanmış olunan sanayileşme ve kalkınma uğraşıları, Türkiye'deki üretim yapısının
değiştirilerek Türkiye'nin bir sanayi ülkesi olabilmesi adına yapılan uğraşılardır. Ancak
1980 sonrası dönemde, özellikle de 1970'li yıllarla birlikte başlanan yatırım ve ara
mallarının yurtiçi üretiminin sağlanması ve ileriki aşamalarda ihracatına başlanmasına
yönelik çabaların göz ardı edilmiş olduğu görülmektedir. 1980 sonrası dönüşüm ile
birlikte, özellikle de sanayi yapısının ithalata bağımlılığı vaat edildiği gibi azalmamış,
aksine daha da artmıştır.
Türkiye dış ticaretinin genel analizi göstermektedir ki; 1980 sonrası dönemde
sektörel bazda özellikle de sanayi mallarının ihracatında önemli yol kat edilmiştir. 1980
yılında sanayi malları ihracatının, toplam ihracat içindeki payı %36,6 civarındayken bu
değer 2005 yılı itibariyle %93,7 seviyelerine yükselmiştir. Ancak Türkiye'de ana mal
grupları açısından ihracatın yapısında özellikle de tüketim malları açısından önemli bir
değişiklik yaşanmadığı gözlemlenmektedir. 1980 yılında toplam ihracatlar içinde ara
malı, sermaye malı ve tüketim malları ihracat seviyelerinin oranları sırasıyla; %52,5,
%1,7 ve %45,8 olarak gerçekleşmişken, 2005 yılına gelindiğinde bu oranlar; %41,2,
%10,9 ve %47,4 olarak gerçekleşmiştir. Bu değerlendirme bizi; Türkiye'nin yaklaşık 25
yıllık süreç içinde ara malı ve tüketim malı ihracatçısı konumunda herhangi bir
değişikliğe gidemediği sonucuna götürmektedir (Hepaktan, 2007:82-85).
Türkiye'de ithalatın 1980 sonrası gelişimi, Türkiye ihracatının ithalatına
bağımlı olduğuna dair bize yeni ipuçları da sunmaktadır. Türkiye'de 1980 sonrası
sektörel bazlı ithalatın genel kompozisyonu incelendiğinde ihracat kompozisyonuna
191
benzer bir şekilde sanayi malı ithalatında artışların meydana gelmiş olduğu
görülmektedir. 1980 yılında toplam ithalatın %59,1'lik bir kısmını sanayi malları
oluştururken, 2005 yılına gelindiğindeyse bu oran %80,7 seviyelerine yükselmiştir.
İthalat, ana mal grupları bakımından da ihracata benzer bir seyir izlemiştir. 1980 yılında
toplam ithalatlar içindeki payları sırasıyla %85,3, %10,1 ve 4,6 seviyelerinde olan ara
malı, sermaye malı ve tüketim malları ithalat oranlarının, 2005 yılı itibariyle aynı
sırayla; %70,1, %17,5 ve %12 olarak gerçekleşmiştir (Hepaktan, 2007;86-88).
Neticede; Türkiye sektörel ve mal grupları bazında benzer malların ihracatını ve
ithalatını, benzer oranlarda gerçekleştirmektedir. Bu genel dış ticaret kompozisyonunun
en önemli nedeni, çalışmamızda daha önce de belirtilen üretimin ithalat bağımlı bir
yapıya sahip olması faktörüdür.
Türkiye aynı dönemde teknoloji yoğun malzemelerin ihracında da büyük bir
sıçrama yapamamıştır. Tablo 4.27. bize bu konuda daha geniş bilgiler vermektedir.
Tablo 4.27. Türkiye'de Teknolojik Yapı İtibariyle İhracat Mal Gruplarının
Toplam İhracatlar İçindeki Payları218
Dünya İhracatı 1980 1985 1990 1995 1996
Doğal Kaynak Yoğun 19,5 19,3 15,6 14,0 13,7
Düşük Teknoloji Yoğun 25,3 23,4 23,7 22,0 21,4
Orta Teknoloji Yoğun 38,6 37,2 38,5 36,9 37,2
Yüksek Teknoloji Yoğun 16,6 20,1 22,2 27,1 27,7
TOPLAM 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0
Türkiye'nin İhracatı 1980 1985 1990 1999 2000
Doğal Kaynak Yoğun 73,6 37,7 30,4 19,5 16,6
Düşük Teknoloji Yoğun 20,9 48,1 55,2 55,0 55,4
Orta Teknoloji Yoğun 4,7 12,1 10,0 15,7 16,7
Yüksek Teknoloji Yoğun 0,8 2,1 4,3 9,7 11,3
TOPLAM 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0KAYNAK: Arısoy (2005:59)
Bu veriler bize Türkiye'nin ihracat yapısında 1980 dönüşümü sonrasında
herhangi bir değişme olmadığına dair yeni ipuçları da vermektedir. Türkiye'de 1980
sonrası ihracat yapısının büyük oranda teknoloji yoğun mallar lehine değişmiş olduğu
görülmektedir. 1980 yılında doğal kaynak yoğun ihracat mallarının toplam ihracat
218 Teknolojik yapı itibariyle mal gruplarının seçim kriterleri için bkz. Lall (2000:8) 192
DIŞ TİCARET HADLERİ ABD DOLARI (2003=100)
19821983
19841985
19861987
19881989
19901991
19921993
19941995
19961997
19981999
20002001
20022003
20042005
20062007
2008
0
20
40
60
80
100
120
140
malları içindeki payları %73,6 seviyelerindeyken bu oranlar 2000 itibariyle %16i6
seviyelerine çekilmiştir. Türkiye aynı dönemde her ne kadar yüksek teknoloji yoğun
mallarda önemli bir aşama kaydetmiş olsa da, yine de dünya değerlerinin çok
gerisindedir. Aynı dönemde Türkiye'nin dünya genelinde ihracat seviyeleri bakımından
azalma trendinde olan düşük teknoloji yoğun malların ihracatında aşırı sayılabilecek
şekilde gelişmesi de ihracat açısından dünya trendlerinin yakalanması adına ileriki
aşamalarda engel teşkil edebilmektedir. Çünkü uluslararası serbest ticaret
gerçekleşmeleri, uzmanlaşmaya gidilen sektörlerden geri dönüşün oldukça zor olduğunu
göstermektedir. Lall (2000:16), ihracatın teknolojik yapısı açısından Türkiye'nin birçok
gelişmekte olan ülkeye göre daha fazla düşük teknoloji yoğun ve/veya kaynak yoğun
mal ihracatına dayalı bir yapısı olduğunu belirtmektedir.
Türkiye'de 1980 sonrası dönemdeki dış ticaret hadlerinin219 seyri de iyi
sinyaller vermemektedir.
Grafik 4.8. Türkiye'de 1982 Sonrası Dış Ticaret Hadlerinin Genel Seyri
KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
Türkiye'de 1982 sonrası dönem ele alındığında özellikle de 1994 sonrası
dönemde genel olarak dış ticaret hadlerinin düşmüş olduğu görülmektedir. 1982 yılı
itibariyle 98,9 seviyesinde bulunan dış ticaret haddi, 2008 yılına gelindiğinde 94,4
219 Ticaret hadleri kavramı, iç ve dış ticaret hadleri olarak farklı temellerde kullanılabilmektedir. En basit anlatımla dış ticaret hadleri; ihracat fiyatlarının ithalat fiyatlarına oranı olarak tanımlanabilir (Kip, 2004:1). Dış ticaret hadleri kavramına yönelik daha geniş tanımlamalar için bkz. Kip (2004), Yıldırım ve Dura (2007).
193
1963 1969 1975 1981 1987 1993 1966 1972 1978 1984 1990 1996
1999 2002
0
10
20
30
40
50
60
70
80
1963 1969 1975 1981 1987 1993 1999 1966 1972 1978 1984 1990 1996 2002
0
10
20
30
40
50
60
70
80
19631965
19671969
19711973
19751977
19791981
19831985
19871989
19911993
1995 1997
1999 2001
2003(1)
0
10
20
30
40
50
60
70
80
TARIM + MADENCİLİK İMALAT S. + ENERJİ HİZMETLER
seviyelerine gerilemiştir. Bu oran, 1982 sonrası dönemde 1985 yılındaki 92,5'lik
orandan sonra görülen en düşük ikinci seviyedir.
Türkiye'nin dış ticaret hadlerindeki bu gelişmeler, yine ithalat ve ihracat
yapısından kaynaklanmaktadır. Türkiye yoğun şekilde sanayi ihracatı ve ithalatı yapan
bir ülke portresi çizmektedir. Kendi sanayi ürünleri için ihtiyaç duymakta olduğu net
petrol ve mineral ihtiyacını kendisi gibi gelişmekte olan ülkelerden ithalat yoluyla elde
eden Türkiye'nin, sanayi malı ithalatını ise gelişmiş ülkelerden yapmış olduğu
görülmektedir. Özellikle gelişmiş ülkelerden ve AB üyesi ülkelerden yapılan ithalatlar
ise, Türkiye'nin dış ticaret hadlerinin kötüleşmesinin asıl nedeni olarak görülmektedir.220
Bu şekil bir dışa açık büyüme; “Fakirleştirici Büyüme “olarak da tanımlanmaktadır.221
Grafik 4.9. Türkiye'de Tarım-Madencilik, İmalat Sanayi – Enerji ve
Hizmetler222 Sektörlerine Yapılan Sabit Sermaye Yatırımlarının GSMH içindeki Payları
ÖZEL KAMU
GENEL
KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
220 Aktan, H.O (2006:79), Bsb (2005:50).221 Fakirleştirici Büyüme ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Bsb (2005), Erk, Ateş ve Direkçi (1999).222 Hizmetler başlığı altında üretime konu olmayan; ulaştırma, eğitim, konut, turizm, sağlık ve diğer hizmetlere yapılan sabit sermaye yatıırımları toplu halde verilmiştir.
194
Türkiye'de sanayi malı ihracatındaki artışların diğer bir eleştirildiği nokta da bu
artışların toplam faktör verimliliği (TFV)223 artışları ve/veya sanayi sektörüne yapılan
yatırımlardaki artışlar ile elde edilmemiş olduğuna yöneliktir. Yukarıda yer alan Grafik
4.9. ana başlığı altında Türkiye'de ana sektörler bazında sabit sermaye yatırımlarının
GSMH içindeki paylarının genel seyri yer almaktadır.
Grafik 4.9'dan özellikle de 1980 sonrası dönemde üretime dayalı sektörlere
yapılan sabit sermaye yatırımlarının düşmüş olduğu görülmektedir. Üstelik, özel kesim
tarafından üretime dayalı sektörlere yapılmış olunan yatırımlardaki düşüş, kamu kesimi
yatırımlarından çok daha hızlı ve büyük oranlarla gerçekleşmiştir. Bu durum, neoliberal
kalkınma stratejilerine tezat bir durum ortaya koymaktadır. Görünen o ki; 1980 sonrası
sanayileşme çabaları açısından, İDBS'nin uygulanmaya geçilmesiyle birlikte devletin
iktisadi faaliyetlerinin kısıtlanması sanayi sektöründeki kamu yatırımlarının azalmasına
neden olmuştur. Ancak, özel kesimin üretime dayalı sektörlerde kamu kesiminin
çekilmesiyle oluşan yatırım ihtiyacını karşılayamadığı görülmektedir.
Aynı dönemde TFV artışlarında da ciddi bir gelişme olmadığı görülmektedir.
Altuğ (2006:5), Türkiye'de TFV üzerine yapılan çalışmalarda, genellikle TFV'nin imalat
sanayindeki çıktı düzeyleri artışlarına olan etkilerinin ancak 1980 sonrası dönemde bir
süre artış göstermiş olduğuna, 1994 yılından itibarense tekrar inişe geçmiş olduğuna
yönelik bulgulara rastlanmış olduğunu belirtmektedir. Rodrik (1995) de çalışmasında
genel olarak, Türkiye'de 1980 sonrası yaşanan yüksek oranlı ihracat patlamalarını büyük
ölçüde bu dönemde yapılmış olunan devalüasyonlara bağlamaktadır. Rodrik'e göre;
Türkiye'deki ihracat artışlarında ne yatırım seviyelerinde ne de TFV'de sağlanmış olan
artışlarla bir alakası vardır. Ancak, daha hassas bir inceleme Türkiye'de özellikle de
1980 sonrası sanayi mallarının ihracatında yaşanan patlamanın sadece devalüasyonların
etkisiyle gerçekleşmemiş olduğunu da gözler önüne serebilmektedir. Grafik 4.10. ve
Grafik 4.11. Türkiye'de 1980 sonrası dönemde yaşanan sanayi mallarındaki ihracat
patlamalarının asıl nedeninin anlaşılması için bize yardımcı olacaktır.
223 Toplam faktör verimliliği, OECD (2001:16) tarafından; “teknik gelişmenin tam bir ölçüsü değ il ancak verimli şekilde bir araya getirilen işgücü ve sermayenin katma değ er yaratımına ne kadar katkı sağladığ ının göstergesi” olarak tanımlanmaktadır.
195
19501952
19541956
19581960
19621964
19661968
19701972
19741976
19781980
19821984
19861988
19901992
19941996
19982000
0
50
100
150
200
250
300
350
Grafik 4.10. Türkiye'de 1950 Sonrası İmalat Sanayinde Çalışanlara Ait
Verimlilik ve Ücret Endeksleri ile Aynı Döneme Ait İstihdam Endeksi (1950=100)
KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
*İşgücü Verimlilik Endeksi: Yıllar itibariyle imalat sanayinde çalışan başına yaratılmış katma
değer seviyelerinin 1950 sonrası enflasyon oranlarına göre reel hale getirilmesiyle oluşturulmuştur.
*Ücret Endeksi: Yıllar itibariyle imalat sanayinde ücretli çalışanlara yapılan çalışan başına
ücret ödemelerinin 1950 sonrası enflasyon oranlarına göre reel hale getirilmesiyle oluşturulmuştur.
*İstihdam Endeksi: İmalat sanayinde yaratılmış olan istihdam seviyelerine göre
oluşturulmuştur.
Grafik 4.10. bize, 1980 yılına kadar dengeli sayılabilecek şekilde gelişen
istihdam, verimlilik ve ücret ilişkilerinin 1980 dönüşümü ile birlikte değişmeye
başladığını göstermektedir. En önemli değişim ise hiç şüphesiz ücretlerde meydan gelen
değişimdir. 1980 yılına kadar dengeli bir şekilde giden ücret-verimlilik ilişkisi,
1980'den itibaren kopmuştur. 1980 sonrası dönemde sanayi sektörüne yapılan yatırımlar
azalmış olması sonucu olarak, sanayide kullanılan teknoloji seviyelerinde büyük bir
değişim olmamıştır. Aynı süreç içinde ise işgücü verimliliğinin herhangi bir kırılmaya
uğramaksızın 1990'lı yılların ortalarına kadar artış eğilimini sürdürdüğü görülmektedir.
1980 yılında, ücretlerdeki gelişim sürecinde ise bir farklılaşma yaşandığı görülmektedir.
Görünen o ki, 1980'den itibaren koparılan ücret-verimlilik ilişkisi, 1980 sonrası sanayi
mallarının uluslararası rekabet edilebilirliğinin ve bu malların ihracat seviyelerinin
artmasının temel nedeninidir. Ücretlerin aşağı çekilmesi yoluyla maliyetler düşürülmüş
ve yerli üretimin uluslararası rekabet edebilirlik oranı arttırılmıştır.
196
İŞGÜCÜ VERİMLİLİK ENDEKSİ ÜCRET ENDEKSİ İSTİHDAM ENDEKSİ
İŞGÜCÜ VERİMLİLİK ENDEKSİ İMALAT SANAYİ SERMAYE YATIRIMLARI ENDEKSİ
19501951
19521953
19541955
19561957
19581959
19601961
19621963
19641965
19661967
19681969
19701971
19721973
19741975
19761977
19781979
1980
0
100
200
300
400
500
600
19811982
19831984
19851986
19871988
19891990
19911992
19931994
19951996
19971998
19992000
2001
0
20
40
60
80
100
120
140
Grafik 4.11.'de ise, 1980 sonrası dönemde sanayi sektörüne yapılan
yatırımların, işgücü verimlilik artışları karşısındaki seyri daha net bir şekilde
görülmektedir.
Grafik 4.11. Türkiye'de 1950-1980 Arası ve 1980 Sonrası İmalat Sanayinde
Çalışanlara Ait Verimlilik ve İmalat Sanayinde Sabit Sermaye Yatırımı Endeksleri
(1950=100 ve 1981=100)
(1950=100)
(1981=100)
KAYNAK: Tüik (2008) ve DPT (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
Aktan, H.O. (2006:83), imalat sanayine yönelik yapmış olduğu girdi çıktı
analizleri ile de benzer sonuçlara ulaşmıştır. Aktan'ın yapmış olduğu incelemeye göre;
maaş-ücretler/katma değer oranları, 1973-1998 yılları arasında neredeyse yarı yarıya bir
azalma göstermiştir. 1973'te %12,3 olan ücretler/üretim değeri oranı da, 1998 yılı
itibariyle %6,2 seviyelerine gerilemiştir. Emeğin toplam üretim maliyeti içindeki payı
ise %6 ile %9 arasındadır. Neticede; Türkiye'de 1980 sonrası dönemde gerek yatırımlar
gerekse TFV artışları yetersiz düzeyde kalmışlardır.224
Hazine Müsteşarlığı'nın resmi sitesinde yayınlanan GEGP raporu
değerlendirmesinde kullanılan bir cümlede225 aslolanın, “insanların mutluluğa ve hak
ettikleri çağdaş yüksek yaşam seviyesine kavuşmaları” olduğu belirtilmektedir. Bu
cümle aslında kalkınma stratejilerinin temelindeki arayışın da güzel bir ifadesidir.
Ancak; Grafik 4.12 bize özellikle de 1980 sonrası dönemdeki iktisadi sürecin Türk
insanı için bir mutluluk değil, üzüntü kaynağı halini almış olduğunu göstermektedir.224 Benzer sonuçlara ulaşılmış çalışmalar için bkz. Altuğ (2006), Altuğ, Filiztekin ve Pamuk (2006), Arısoy (2005), Yeldan (2006), Eşiyok (2002).225 Değerlendirmenin tümü için bkz. http://www.hmd.gov.tr/irj/go/km/docs/documents/Hazine%20Web/Arastirma%20Yayin/Kitaplar/Yap%C4%B1sal%20Reformlar/Genel%20De%C4%9Ferlendirme.pdf (Erişim;18.05.2009)
197
GEÇİM/TOPLAM %
19751976
19771978
19791980
19811982
19831984
19851986
19871988
19891990
19911992
19931994
19951996
19971998
19992000
20012002
20032004
20052006
0
5
10
15
20
25
30
Grafik 4.12. Türkiye'de Geçim Zorluğu ve Ticari Başarısızlık Nedeniyle
Yaşanan İntihar Vakalarının Toplam İntihar Vakaları İçindeki Payı
KAYNAK: Tüik (2008)'den yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.
Grafik 4.12. bize göstermektedir ki iktisadi nedenler, özellikle de 1980 sonrası
intihar vakaları içinde önemli bir oranda artmıştır. Bu durum, 1980 sonrası dönemde
uygulanan yanlış kalkınma politikaları ile birlikte gelen kriz dönemlerinin, insanların
psikolojik dengelerinde de tahribata yol açmış olduğunun bir göstergesi olarak kabul
edilebilir.
İDBS'nin uygulamaya konulduğu 1980 sonrası döneme ait değerlendirmelerin
büyük bir çoğunluğunda iktisadi ve hatta sosyal olarak daha kötü bir dönemin varlığına
dair işaretler bulunmuştur. Yapmış olduğumuz değerlendirmeler sonucunda dışa açık
dönemin, ithal ikameci döneme oranla gerek kalkınma göstergeleri, gerekse temel
makroekonomik göstergeler açısından vaat etmiş olduğu başarıları sağlayamamış
olduğu yorumu yapılabilmektedir.226 Türkiye günümüz itibariyle dünya ekonomisinde
gelmek istediği yerin uzağında görülmektedir ve bu sonucun nedeni de büyük ölçüde
özellikle de 1980 sonrası dönemde uygulanmış olan yanlış iktisat politikaları ve sabit
kalkınma stratejileridir.
226 Türkiye'nin 2008 yılı itibariyle Dünya ekonomisindeki yeri ile ilgili makroekonomik göstergeler çalışmanın EK11. Kısmında yer almaktadır.
198
-BEŞİNCİ BÖLÜM-
SONUÇ
5.1. SONUÇ
Çalışmamızın temel hedefi; Dünya ekonomisinin özellikle de 1980 sonrası
dönemine damgasını vurmuş olan İhracata Dayalı Büyüme Stratejilerinin ve buna bağlı
olarak İhracata Dayalı Büyüme Hipotezinin çıkış noktaları, gelişim süreci ve sonuçları
itibariyle incelenmesidir. Çalışmada ele alınmış olunan İDBS'nin incelenmesi adına
genel literatürden farklı bir şekilde ampirik bulgulardan ziyade, tarihsel sürecin
incelenmesine gidilmiştir. Bu doğrultuda; öncelikle dünya ekonomisinde kalkınma
iktisadının bir disiplin olarak ortaya çıkmış olduğu süreç ele alınmış ve büyüme
olgusunun nasıl olup da kalkınma politikalarının temeline yerleşmiş olduğu anlaşılmaya
çalışılmıştır. Bu çerçevede, iktisadi büyümenin ülkelerin ekonomi hedefleri açısından
varmış olduğu önem derecesi doğrultusunda, büyüme hedefine ve bu sayede de
kalkınma ana hedefine ulaşabilmek için hayata geçirilmiş olunan iki temel “disiplin”
olarak; İİDBS'nin ve İDBS'nin ortaya çıkış serüveni de ele alınmıştır.
İDBS'nin incelenmesine yönelik olarak ilk etapta, günümüzün gelişmiş
ülkelerinin gelişme evrelerinin başlangıç dönemlerinde kullanmış olduğu kalkınma ve
iktisat politikalarının ne kadarının günümüz İDBS ile uyumlu olduğu ele alınmıştır. Bu
incelemeyi, Doğu Asya, Çin ve Hindistan gibi İDBS uygulamalarının başarı örnekleri
olarak sunulan ülkelerde İDBS uygulamalarının ne derece hayata geçirilmiş olduğunun
incelenmesi takip etmiştir. Kalkınma başarıları olarak gösterilen ülkelerin
incelenmesini, kalkınma adına önemli bir gelişme sağlayamamış olan Güney Amerika
ülkelerinin incelenmesi takip etmiştir.
Yapılmış olunan genel değerlendirmeyi takiben örnek ülke değerlendirmesi
olarak Türkiye incelemesi yapılmıştır. Türkiye incelemesine dair ilk etapta Türkiye'nin
iktisat tarihi kısa bir şekilde ele alındıktan sonra, Türkiye için 1960-1980 arası dönemin
ithal ikameci ve içe dönük politikaların uygulanmış olduğu ve 1980 sonrası döneminse
ihracata dayalı ve dışa dönük kalkınma politikalarının uygulanmış olduğu bir dönem
olduğu, bu politikaların seçim nedenleriyle birlikte verilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın
sonraki aşamalarında, seçilmiş dönemler itibariyle makroekonomik ve sosyal
199
göstergeler ışığında Türkiye'nin kalkınma süreci değerlendirilmiş ve İDBS'nin Türkiye
açısından nasıl sonuçlar doğurmuş olduğu incelenmiştir.
GGÜ'ne dair yapılan incelemeler göstermektedir ki; GGÜ'nin hiçbiri gelişim
süreçlerinin başlangıcında İDBS'ne başvurmamışlardır.
İngiltere erken dönemlerden itibaren sabırla sürdürmüş olduğu ithal ikameci
sanayileşme sürecini ancak ve ancak sanayi liderliğinin kesinleşmesi ile birlikte terk
etmiştir. Ayrıca İngiltere'nin sömürgecilik sistemi de diğer sömürgeci ülkelerden
farklıdır. İngiltere uzun süre sömürge olarak sahip olmuş olduğu toprakların sadece
insan gücünden ve doğal zenginliklerinden faydalanmamıştır, kendi kurumsal ve
kamusal sistemini de bu ülkelere yerleştirmiştir. Ayrıca diğer ülkelerdeki sanayi
gelişimini sekteye uğratmak adına, makine ihracatının ve sömürgelerde makine
kullanımının tamamen yasaklanması, eşitsiz ticaret anlaşmaları vb. birçok yola
başvurmuştur.
ABD'nin de kalkınma serüveninin içinde, İDBS'ni çok geç hayata geçirmiş
olduğu görülmektedir. Serbest ticaret ile ilgili tartışmalar ABD tarihinin ilk dönemlerine
damgasını vurmuş ve 19. yüzyıl başlarında çıkmış olan İç Savaşın bile altında yatan asıl
neden olmuştur. Savaşın korumacı politikaların hayata geçirilmesini hedefleyen
“Kuzey” tarafından kazanılmış olması ile birlikte ABD özellikle de 19. yüzyılın
tümünde ve 20. yüzyıl ortalarına dek dünyanın en korumacı ülkesi olarak dikkat
çekmektedir. Genel iktisat literatürü tarafından fikir babalığını List'in yapmış olduğu
öne sürülen “Bebek Sanayileri Koruma Politikalarının” da asıl fikir babasının 18. yüzyıl
sonlarında ABD Hazine Bakanı olarak görev almış olan Hamilton olduğu
görülmektedir. ABD de İngiltere'ye benzer bir şekilde, İkinci Dünya Savaşı'nın yıkıcı
etkilerinin bütün dünyayı sarmış olduğu ve ABD'nin sanayi ve teknoloji liderliğinin
kesinleşmiş olduğu 1950'li yıllardan itibaren serbest ticaret yanlısı politikaları hayata
geçirmeye başlamıştır.
Diğer bir gelişmiş ülke olarak Japonya'nın da gelişiminin ilk evrelerinde
neoliberal politikalara ters bir şekilde etkili kamu müdahaleleri ve planlı kalkınma
stratejileri ile gelişmiş olduğu görülmektedir. Japonya'nın kalkınma sürecinde özellikle
de devlet kurumları tarafından yapılan yönlendirmeler ve özel sektöre yönelik
200
uygulanan teşvik politikaları büyük rol oynamıştır. Bütün bunlara ek olarak Japonya'nın
gelişim sürecinde özellikle de bir kurumun; Uluslararası Ticaret ve Sanayi Bakanlığı'nın
etkisinin çok büyük olduğu görülmektedir. Japonya'nın gelişim sürecinin erken
sayılabilecek dönemlerinden itibaren bu kurum, sanayi planlaması, finansman, şirket
evlilikleri, ürün kotaları, döviz kuru ayarlamaları ve yabancı teknolojinin elde edilmesi
ve yaygınlaştırılması ile ilgili konularda çok geniş yetkilerle donatılmıştır. Merkezi
olarak idare edilen bu kalkınma süreci sonunda sanayisini geliştiren Japonya zamanı
geldiğinde ülke sınırlarını serbest ticarete açmış ve bu gelişme ülkede ihracat
patlamalarına neden olmuştur.
Günümüzün gelişmiş ülkelerinden Almanya'nın da kalkınma tarihinde etkin
devlet müdahalelerinin ve kurumsal yapının büyük etkisi olmuştur. Almanya merkantil
dönemin Avrupa'sında özellikle de hayata geçirmiş olduğu kamu reformları ve eyalet
sisteminin yeniden yapılandırılması konusunda atmış olduğu adımlarla ön plana
çıkmıştır. Sömürgeleşme yarışında geri kalmış olması sonucunda kalkınma sürecinin
erken dönemlerinden itibaren korumacılık politikalarını hayata geçirmiş ve bebek
sanayi koruma politikaları ile birlikte sanayileşme sürecinde önemli başarılar elde
etmiştir. Günümüzün sanayi devi Almanya'nın kurumsal ve fikirsel altyapısı da büyük
ölçüde bu süreçte oluşturulmuştur.
Fransa da diğer gelişmiş Avrupa ülkeleri gibi korumacılık politikalarını gelişim
sürecinin erken dönemlerinde etkili bir biçimde kullanmıştır.
Bütün bunlara ek olarak, GGÜ'in gelişim süreçlerinin başlangıcında,
GGOÜ'nin ellerinde bulunmayan sömürgecilik, çocuk işgücü, sağlıksız çalışma ve
üretim şartları, eşitsiz ticaret anlaşmaları ve ekolojik dengeler açısından olumsuz ama
maliyetler açısından olumlu üretim yapıları gibi birçok araçtan da istifade etmiş
oldukları görülmektedir.
Neticede, GGÜ'nin gelişim süreçlerinin erken evrelerine dair yapılmış olunan
incelemeler göstermektedir ki; GGÜ arasında kalkınma serüvenine dışa açık kalkınma
stratejileri ile başlamış bir ülke yoktur, varsa da (Japonya gibi) bu politikaların seçimi
kendi tercihlerine bağlı olarak belirlenmemiştir. Neticede, GGÜ'nin gelişim süreçlerinin
201
erken dönemleri neoliberal söylemin GGOÜ'ne yönelik getirmiş olduğu birçok
kalkınma önerisini de yalanlar niteliktedir.
Hassas bir tarihsel inceleme GGOÜ adına başarı örnekleri olarak sunulan
Doğu Asya Ülkeleri, Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ya da yeni gelişmiş
ülkelerin de tarihsel gelişim süreçleri boyunca birçok defa İDBS'ne bağlı kalmamış ve
hatta gelişim süreçlerinin geniş bir kısmında korumacı ve devlet güdümlü sanayileşme
politikalarına başvurmuş olduklarını göstermektedir.
Neoliberal söylem, Doğu Asya'da mucizevî olarak nitelenen büyüme ve
kalkınma başarılarının diğer ülkeler tarafından gerçekleştirilmesinin zor olduğunu, bu
ülkelerin hepsinin kültürel, coğrafi ve yapısal açıdan birbirine benzedikleri için bu
coğrafyada hayata geçirilen kalkınma politikalarının bu nedenle bütün bu coğrafya
ülkelerinde başarıya ulaşmış olduğunu iddia etmektedir. Ayrıca buradaki ülkelerin
çoğunun eski Japonya sömürgesi olduğu, Japonya'nın sömürgecilik zamanında bu
bölgelere yüksek oranlı yatırımlar yaptığı, bu ülkelerin sanayi ve kültürel altyapılarının
bu dönemde oluşturulduğu da iddia edilmektedir. Ancak tarihsel göstergeler
göstermektedir ki; Japonya'nın uygulamış olduğu sömürgecilik faaliyetlerinin yıkıcılık
açısından diğer sömürgeci ülkelerinkinden bir farkı yoktur. Ayrıca; Asya Kaplanları
olarak anılan G. Kore, Tayvan, Tayland, Malezya, Honk Kong, Singapur ve
Endonezya'nın gelişim süreçlerinin başlangıç dönemleri incelendiğinde hepsinin farklı
iktisadi ve sosyal yapılara sahip olduğu görülmektedir. Örneğin; G. Kore'nin
bağımsızlığını kazandığı ve gelişim serüvenine başlamış olduğu yıllarda elindeki sanayi
altyapısı neredeyse yok denecek kadar azdır, ayrıca Japonya döneminde bu bölge eğitim
açısından da zayıf bir yapıya büründürülmüştür. Ancak G. Kore 20. yüzyılın
ortalarından itibaren hayata geçirmiş olduğu akılcı kalkınma politikaları ile günümüzün
önemli sanayi devlerinden biri haline gelmiştir. Japonya sömürgesiyken Japonya'nın
gıda üretim merkezi olarak kullanılan Tayvan ise başarılı bir kalkınma süreci ile
günümüzün en önemli teknoloji ihracatçılarından biri haline gelmiştir. Singapur da G.
Kore ve Tayvan gibi birçok olumsuzlukla başlamış olduğu kalkınma serüvenini
ekonomisinde gerçekleştirmiş olduğu yapısal değişim sayesinde önemli büyüme
performansları ile süslemiş, üstelik bu büyüme performansında diğer Asya
202
Kaplanlarından farklı olarak TFV artışları önemli rol oynamıştır. Dünyanın en küçük
ülkelerinden birisi olan Hong Kong ise günümüz itibariyle dünyanın en büyük ticaret
merkezlerinden birisi halini almıştır. Malezya, Endonezya ve Tayland'ın kalkınma
serüvenleri de başarı hikayeleri ile doludur. Bu başarıların büyük çoğunluğunun dışa
açılma atılımları ve ihracat artışları ile birlikte gelmiş olduğu da doğrudur. Ancak Asya
Kaplanlarının kalkınmasındaki başarılarının ana nedenlerinin İDBS olduğu yorumu
gerçekçi değildir.
Asya Kaplanları ticaretlerini ve ekonomilerini dışa açmadan önce uzunca bir
süre ekonomilerini devlet müdahaleleri ve özel sektöre verilen desteklerle
yönlendirmiştir. Asya Kaplanlarının gelişim süreçleri ile ilgili benzerlikleri özellikle de
eğitime vermiş oldukları öncelikler hususunda pekişmektedir. Bu ülkelerde eğitim
seviyelerinin yükseltilmesi için birçok eğitim reformu yapılmıştır. Ayrıca ülkelerin
hemen hemen hepsinde çeşitli toprak reformları veya istihdam reformları yapılarak daha
kalkınma süreçlerinin erken dönemlerinde gelirin adil dağılımına yönelik başarılar elde
edilmiştir. Özellikle sanayileşme yarışında önemli yol kat eden G. Kore, Tayvan ve
Singapur gibi ülkelerde gelişmesi istenen sektörler devletler tarafından seçilmiş, özel
sektör planlı kamu müdahaleleriyle desteklenmiş ve hatta çoğu durumda yoktan
yaratılmıştır. Uluslararası ticarete ancak piyasa sisteminin ve sanayinin yurtiçinde
yeterli kaliteye ulaşmasının ardından geçilmiş ve ihracat başarıları da bunu takip
etmiştir. Günümüzün yeni devi Çin'in de gelişim süreci kısmen diğer Asya
ülkelerininkine benzemektedir. Çin'de de devlet, aktif kamu müdahaleleri ile kalkınma
süreci boyunca sanayi gelişiminin temelinde rol almıştır ve almaya da devam
etmektedir.
Asya Kaplanlarının kalkınma süreçlerine dair diğer bir önemli benzerlik ise,
uygulamış oldukları İİDBS'deki aşamaların benzerlikleridir. Sanayileşme konusunda
başarıya ulaşmış olan Asya Kaplanlarının hepsi ithal ikameci süreçlere maliyet
avantajlarının olduğu sektörlerin ihracatı ile sağlanmış olan kaynakların yurtiçinde ithal
ikamesinde kullanılması ile başlamıştır. Uzunluk bakımından ülkelere göre değişiklik
gösteren bu aşamanın sonunda Asya Kaplanları için iki tercih seçeneği ortaya çıkmıştır.
Bu seçenekler; ithal ikamesinin yatırım malları konusunda devamına gidilmesi ya da
203
birinci ithal ikameci dönemin sonunda üretimine başlanan düşük kaliteli ve yurtiçi
pazara yönelik dayanıksız tüketim mallarının ihracatına gidilmesidir. Asya Kaplanları
bu noktada tercihlerini ikinci seçenekten yana kullanmışlardır. Bu aşamayı takiben
Doğu Asya ülkelerinin karşılaştırmalı üstünlükleri “toprak”tan “vasıfsız işgücü”ne
kaymıştır. Bu dönemde dayanıksız tüketim malları üretiminde iyice gelişen bu ülkelerde
işgücü topraktan sanayiye kaymıştır. Aynı dönemde dayanıksız tüketim mallarından
elde edilen ihracat gelirleri devlet müdahaleleri ve teşvik politikaları aracılığıyla büyük
ölçüde sanayi üretiminde nitelikli işgücü ve teknolojiye dayalı, sermaye yoğun üretim
sistemine geçiş için harcanmıştır. 1970'lerin ortasına doğru geçilen 4. aşamada son ithal
ikamesine dayalı dönem başlamıştır. Bu dönemde yurtiçi ve yurtdışı için yatırım
malları, dayanıklı tüketim malları ve işlenmiş hammadde üretimine geçilmiştir. Bu
alanlarda da ithal ikamesinin sınırına gelinmesi ile birlikte yeniden ihracata dayalı
stratejiler uygulamaya sokulmuştur. Görünen o ki; Asya Kaplanlarının kalkınma
başarılarının altında yatan asıl neden; istikrarlı, kararlı ve esnek kalkınma stratejilerinin
devlet denetimi ve kontrolü altında hayata geçirilmiş olmasıdır.
Diğer bir Asya devi olarak Çin de Asya Kaplanlarına benzer politikalar ve
etkili devlet müdahaleleri sayesinde kalkınma başarıları gösterebilmiştir. Diğer yandan,
uluslararası finansal kurumlar tarafından eleştirilen Çin'deki aksak finansal ve
bankacılık yapısı ise, 1990'lı yılların sonuna doğru neredeyse Doğu Asya'daki bütün
ülkeleri etkileyen finansal krizden Çin'in ufak yaralar alarak çıkmasının asıl nedenini
oluşturmuştur. Hindistan da kalkınma serüveni açısından gerek yapısal, gerekse süreç
bakımından Çin'e benzemektedir.
Eski dünyanın yeni umudu olarak keşfedilen Güney Amerika ülkeleri ise ne
yazık ki kalkınma uğraşısı adına pek de başarılı sonuçlar alamamışlardır. Kalkınma
serüvenlerine çok erken dönemlerde; 19. yüzyıl sonlarına doğru başlayan G. Amerika
ülkelerinde kalkınma süreçlerine dair stratejik bir seçim yanlışı yapılmıştır. Gelişim
süreçlerinin erken evrelerine İİDBS ile başlayan G. Amerika ülkeleri en önemli hatayı,
İİDBS'nin ikinci evresi olarak yüksek teknoloji ve ağır sanayiye dayalı bir üretim
yapısına dönüşmeye kalkışmakla yapmıştır. Tarım ihracatından elde etmiş oldukları
döviz gelirlerini ve cari fazlaları büyük ölçüde bu uğurda harcayan G. Amerika
204
ülkelerinin Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması ve gıda ihracatının da durması ile
birlikte, ağır sanayi için ihtiyaç duydukları sermaye ve ara mallarını ithal edemedikleri
ve büyük bir krize girdikleri görülmektedir. G. Amerika ülkelerinin 20. yüzyıl boyunca
kalkınma hikayesi de işte bu senaryo etrafında dönüp durmuştur.
Dünya genelinde İİDBS'nin uygulanmış olduğu 1950-1980 arası dönem ile
İDBS'nin uygulanmış olduğu 1980 sonrası dönem arasında dünya genelindeki
makroekonomik performanslar yardımıyla yapmış olduğumuz karşılaştırma ise, çoğu
yönden kalkınma adına İİDBS'nin uygulanmış olduğu dönemin, 1980 sonrası İDBS'nin
uygulanmış olduğu döneme göre daha başarılı bir dönem olarak geçirilmiş olduğunu
göstermektedir.
Örnek ülke olarak incelenmiş olunan Türkiye'nin kalkınma serüvenine yapmış
olduğumuz kısa tarihsel yolculuk da bize Türkiye'nin kalkınma uğraşısına, günümüzde
kalkınma konusunda başarı örnekleri olarak sunulan Asya Kaplanlarına benzer bir
şekilde başlamış olduğunu, gelinen noktada ise; başarısızlık örnekleri olarak gösterilen
Güney Amerika ülkelerine benzer bir konuma geldiğini göstermektedir. Özellikle de
1930 sonrası dönemde, Türkiye'de değişen hükümetlerin belli bir ideolojiye ve
basmakalıp kalkınma stratejilerine bağlı kalmış olması, Türkiye'nin kalkınma sürecine
dair olumsuz sonuçların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Oysaki kalkınma
stratejilerinin; tarihsel süreçte kalkınma adına başarılı olmuş ülkelerin hepsinde,
kalkınma süreçleri boyunca sahip olmuş oldukları yapısal özelliklere göre belirlenmiş
oldukları görülmektedir. Gerek GGÜ, gerekse günümüzün başarılı gelişmekte olan ülke
örnekleri gelişimlerinin ilk evrelerini kendileri için uygun olan kalkınma stratejilerini
“yaratarak” geçirmişler ve bunun bir sonucu olarak kalkınma başarılarını elde
edebilmişlerdir.
Türkiye'de 1923-1930 yılları arasında serbest ticarete açık ancak devlet
güdümlü, 1930-1950 yılları arasında serbest ticarete kapalı ve devlet güdümlü, 1950-
1960 yılları arasında ise neoliberal politikalara bağlı ve piyasa güdümlü bir kalkınma
dönemi yaşanmış olduğu söylenebilir. Ancak, izlenen kalkınma stratejilerine dair en net
tanımlamalar 1960-1980 arası dönem ve 1980 sonrası dönem itibariyle
yapılabilmektedir. Buna göre; Türkiye 1960-1980 arası dönemde dünya genelinde
205
olduğu gibi İİDBS'ni hayata geçirmiş ve özellikle de 1930-1950 yılları arasında
temelleri atılmış olan sanayileşme politikalarının tamamlanması hedeflenmiştir. Ancak
bu dönemde dünya genelinde yaşanmış olunan krizler ile birlikte 1980 sonrası dönemde
İDBS hayata geçirilmiş ve günümüze kadar kalkınma adına bu stratejiler kullanılmıştır.
Türkiye'deki İİDBS dönemi incelendiğinde göze ilk çarpan şey; Türkiye'nin
1970'ler itibariyle 19. yüzyıl sonlarında Güney Amerika'nın içine düşmüş olduğu hataya
düşmüş olduğudur. Türkiye bu dönemde sanayileşmesini yeni tamamlamış olduğu
dayanıksız tüketim mallarının ihracatına gidip ihracat gelirleri elde etmek yerine,
yatırım mallarının ithal ikamesine dayalı bir sanayileşme sürecine girmiştir. Bu seçim
nedeniyle patlak veren ilk büyük krizde derin ödemeler dengesi açıkları verilmiş, dış
borçlanma artmış ve ülke derin bir bunalıma sürüklenmiştir. Aynı dönemde krizlerle
boğuşan ülkelere yönelik uluslararası finans kuruluşlarının krizden çıkmanın ve uzun
dönem başarılı büyüme performanslarının tahsisi için tek çözüm yolu olarak sunmuş
olduğu İDBS, Türkiye tarafından da bir kurtuluş umudu olarak 1980 sonrası dönem
itibariyle hayata geçirilmiştir. Ancak; 1980 sonrası dönemde uzun dönemli ve istikrarlı
büyümenin ve kalkınmanın tahsisi için hayata geçirilen İDBS dönemi Türkiye'si, hemen
hemen her açıdan İİDBS döneminden daha başarısız bir performans ortaya koymuştur.
1980 sonrası dönemde Türkiye'de makroekonomik istikrar, GSMH büyüme
performansları, sanayileşme çabaları, borç yükü, enflasyon, bütçe açıkları, cari açıklar,
dış ticaret hadleri, ihracatın ithalatı karşılama oranı, işsizlik ve imalat sanayinde reel
ücretler konularında kesinlikle 1980 öncesi döneme göre daha kötü bir performans
gösterilmiştir. Eğitim, istihdam yaratma, toplam faktör verimliliği ve kişi başına düşen
GSMH seviyeleri bakımından ise gelişim süreçlerine ait 1980 sonrası bir değişikliğin
olmadığı görülmektedir. 1980 sonrası dönemde kaydedilen en önemli pozitif
gelişmelerin; adil gelir dağılımı, ihracat seviyeleri artışları, sanayi malı ihracat
seviyelerindeki artışlar, doğal kaynak yoğun ihracat yapısının yerini düşük teknoloji
yoğun ihracat yapısının alması ve finansal sermaye yatırımları konularında olduğu
görülmektedir. Ancak, başarı olarak görünen bu gelişmelerin altında bazı olumsuzluklar
da yer almaktadır.
206
İthalat seviyelerindeki artış, aynı dönem itibariyle ihracat seviyelerindeki
artışlardan daha büyük oranlarda gerçekleşmiştir. Neticede; 1980 sonrası dönemde de
1980 öncesi döneme benzer bir şekilde ithalata bağımlı bir sanayi yapısının varlığını
sürdürmekte olduğu görülmektedir. İhracat artışlarının sağlanabilmesi adına ithalat
artışlarının da gerçekleştirilmesi zorunluluğu, Türkiye'de 1980 sonrası dönemde karşı
karşıya kalınan yüksek oranlı cari açıkların da temelini oluşturmaktadır. Günümüzde de
önemli bir sorun olarak varlığını muhafaza eden cari açıkların finansmanı büyük ölçüde
yurtdışından çekilen finansal sermaye girişleri ile gerçekleştirmekte, Türkiye'nin
ödemeler dengesinin bu derece finansal sermaye girişlerine bağlı oluşu ise Türkiye'deki
istikrarlı büyüme çabalarını sekteye uğratmaktadır. Bütün bunlara ek olarak; Türkiye'de
sanayi malı ihracatındaki kazanımlar TFV sayesinde değil, baskı altına alınan ücretler
sayesinde sağlanmıştır ve sürdürülebilirliği tartışmalıdır.
Çalışmada yapılmış olunan incelemeler neticesinde; Türkiye'de 1980 sonrası
İDBS'nin; ne makroekonomik performans açısından, ne istikrar arayışları açısından, ne
de vaat etmiş olduğu değişimi sağlayabilmek adına başarılı olamadığı sonucuna
varılmaktadır. Bu sonuç; büyük oranda dünya genelinde varılan sonuçlarla da paralellik
göstermektedir. Türkiye'de 1980 öncesi dönemde mevcut olan dışa bağımlı büyüme ve
kalkınma yapısı, 1980 sonrası dönemde güçlenerek mevcudiyetini korumuştur. Üstelik
1980 sonrası serbest ekonomi politikaları, Türkiye'deki bu yapının kırılmasını daha da
güç hale getirmiştir. Türkiye'nin bu yapıyı kırmaksızın, istikrarlı ve uzun dönemli bir
büyüme performansı yakalaması güçtür. Çalışmamız neticesinde varılan sonuçlar
ışığında, Türkiye'de uzun dönemli ve istikrarlı kalkınma adına önerilebilecekler kısaca
şu şekilde özetlenebilir;
-Planlı ve istikrarlı kalkınma adına başarıyı yakalamış olan ülkelerin hepsinde,
uygulanmış olunan serbest ya da planlı kalkınma stratejileri adına devlet
müdahalelerinin ve stratejilerinin öneminin büyük olduğu görülmektedir. Bu
doğrultuda; herhangi bir bir kalkınma sürecinin başarıya ulaşabilmesi adına Türkiye
öncelikle kurumsal yapısında mutlak bir iyileşmeye gitmelidir. Tarihsel incelemelerimiz
göstermektedir ki; iyi bir kurumsal altyapıyı tesis etmeden kalkınma uğraşısı adına
başarıyı yakalamış bir devlet yoktur. İyi yönetilmeyen kurumların, kalkınma adına
207
ortaya koyacakları olumlu etkiler de sınırlı olacaktır. Bu doğrultuda; kaliteli ve eğitimli
devlet kadrolarının yetiştirilmesi ve devlet kurumlarında performans artışlarının
sağlanması, kalkınma uğraşısı adına kritik önem taşımaktadır. Kurumsallaşma
mevzusunda özellikle de 1990 Washington Uzlaşısı ile birlikte ortaya çıkan “ iyi
yönetişim” kavramı tartışmalıdır. GGÜ'nin gelişim süreçlerine dair yapılmış olunan
araştırmalar “iyi yönetişim” kurumlarının pek çoğunun GGÜ'de gelişim süreçlerinin son
safhalarında ortaya çıkmış olduğunu göstermektedir (Chang, 2002:214). Bu doğrultuda;
Türkiye “iyi yönetişim kurumları”nın oluşturulmasından evvel sağlam ve etkin devlet
kurumlarının oluşturulmasına odaklanmalıdır.
-Türkiye'de özellikle de Ar-Ge ve eğitim alanlarında yapılan yatırımlar
yetersizdir. Başarılı bir beşeri ve kurumsal kalkınma adına eğitim yatırımlarının artışına
gidilmesi, bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Gerek insani kalkınmanın,
gerekse yapılacak olan kurumsal iyileştirmelerin etkilerinin büyük ölçüde yapılmış
olunan eğitim yatırımlarına bağlı olduğuna dair kalkınma uğraşıları bakımından en
güzel örnekler; Asya Kaplanları olarak gösterilebilir.
-Türkiye'nin ihracatındaki hemen hemen tamamen ithalata bağımlı yapı aslında
1980 öncesi dönemden kalmadır. Ancak, asıl sorun 1980 sonrası dönemde bu yapının
aynen korunması ve hatta daha da güçlü bir hal almış olmasıdır. Görünen o ki; Türkiye
İİDBS'den vazgeçmiş olduğu dönem itibariyle sanayileşme konusundaki yapısal
değişim süreçlerini de dondurmuştur. Türkiye'de 1980 öncesi ithal ikamesi döneminin
ilk aşaması olan dayanıksız tüketim mallarının ve bir kısım ara malların ithal ikamesinin
sağlanmasının ardından, bu malların ihracatına gidilmeden yatırım mallarının ithal
ikamesine gidilmiş olması 1970'lerin sonlarına doğru yaşanan krizle birlikte ithal
ikamesinin daha fazla sürdürülememesine neden olmuştur. Yatırım mallarının ithal
ikamesine geçemeden ticaretini serbestleştiren Türkiye, o dönem itibariyle
karşılaştırmalı olarak üstün olduğu dayanıksız ve düşük teknoloji seviyeli tüketim
mallarının uluslararası ticaretinde uzmanlaşmaya gitmek zorunda kalmış, serbest piyasa
mekanizmasının yönlendirmesiyle birlikte 1980 sonrası dönem boyunca da bu yapısında
bir değişime gidememiştir. Türkiye'nin yüksek teknoloji ve yatırım mallarının
üretiminde uzmanlaşması bu sistem mevcut olduğu sürece zor gözükmektedir. Bu
208
doğrultuda, Türkiye'de üretim yapısında değişime gidilebilmesi için kalkınma
stratejilerinde de değişime gidilmesi şarttır.
İncelemelerimiz göstermektedir ki; kalkınma uğraşısı mevzusunda İİDBS ve
İDBS'nin ülkeler adına sağlamış oldukları faydalar ülkelerin bu stratejileri uygulamaya
geçirdikleri dönemdeki sosyal, iktisadi, teknolojik, sınai ve beşeri sermaye birikim
seviyeleri ile doğrudan ilişkilidir. Bununla birlikte, ülkelerin uygulamaya sokacakları
kalkınma stratejilerinin seçiminde uluslararası koşulların da etkisi büyüktür.
Uluslararası finans kuruluşları ve günümüz iktisat literatürünün geneli tarafından
saplantılı bir şekilde kalkınmanın tek yolu olarak gösterilmeye çalışılan İDBS, aslında
uzun dönemli ve istikrarlı kalkınma adına kullanılabilecek tek strateji değildir. Hatta
çalışmamızda yapmış olduğumuz genel incelemeler neticesinde İDBS'nin, gelişim
süreçlerinin başlangıç evrelerinde olan ve uluslararası pazarlara açılmak ve başarılı
olmak adına yeterli altyapıyı sağlayamamış olan ülkelerde hayata geçirilmesinin bu
ülkeler adına önemli sorunların ortaya çıkmasına neden olduğu anlaşılmaktadır.
Tarihsel incelemelerimiz göstermektedir ki; ülkelerin göstermiş oldukları
kalkınma başarıları basmakalıp kurallar ve politikalar ile açıklanamayacak kadar bu
ülkelere has özellikler taşımaktadır. Kalkınma tarihine başarı örnekleri olarak geçmiş
olan ülkelerin hepsinin, kendilerine has avantajlarını yarattıkları ve bu avantajların
azami seviyede kullanıldığı kalkınma stratejilerini hayata geçirdikleri görülmektedir.
Ülkeler için tek bir “doğru” kalkınma seçeneği olduğunu söylemek gerçekçi değildir.
Türkiye'de de öncelikli olarak yapılması gereken; ülkenin yapısal özelliklerine uygun
olan kalkınma stratejilerinin tespit edilmesi ve bu stratejilerin doğru kanallar ve
uygulamalar aracılığı ile hayata geçirilmesidir.
209
KAYNAKÇA;
Abou-Stait Fouad, (2005), “Are Exports The Engine Of Economic Growth? An Application Of Cointegration And Causality Analysis For Egypt, 1977-2003”, Economic Research Working Paper No. 76 (July), African Development Bank.
Abramovitz, M., (1986), “Catching Up, Forging Ahead, And Falling Behind”, Journal Of Economic History, Vol. 46, No.2 (June 1986), 385- 406
Acar, Y., (1987), “Ülkemizde KİT’ler ve Özelleştirme”, Uludağ Üniversitesi İİBF Dergisi, Kasım-1987.
Acartürk, E., Tekeli, R. ve Arslaner, H., (2004), “Geçiş Ekonomilerinde Devletin Ekonomideki Rolü: Türkiye Modeline Eleştirel Bakış”, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, I. Maliye Konferansı “Geçiş Ekonomilerinde Mali Politikalar”, 16 Nisan 2004, Bişkek/Kırgızistan.
Acemoglu, D. & Robinson, J.A., (2000), “Political Losers As A Barrier To Economic Development”, American Economic Review, Vol. 90 (May), Pp. 126–44
Acemoglu, D. & Zilibotti, F., (2001), “Productvity Differences”, Quarterly Journal Of Economics, Volume 116, Pp. 563-606.
Acemoglu, D., Johnson, S. & Robinson, J.A., (2000), "The Colonial Origins Of Comperative Development: An Empirical Investigation", NBER Working Paper No. 7771.
Acemoglu, D., Johnson, S. & Robinson, J.A., (2002), “Reversal Of Fortune: Geography And Institutions In The Making Of The Modern World Income Distribution”, Quarterly Journal Of Economics, 118, 1231-1294.
Acemoglu, D., Johnson, S. & Robinson, J.A., (2005), "The Rise Of Europe: Atlantic Trade, Institutional Change, And Economic Growth", American Economic Review 95(3), Pp. 546-579
Adelman, I., (1961), “Theories Of Economic Growth And Development”, Stanford: Stanford University Press.
Agenor, P., (2004), “Macroeconomic Adjustment And The Poor: Analytical Issues And Cross-Country Evidence”, Journal Of Economic Surveys, Vol.18(3), September, 351-409, 0905-0804
Aizenman, J., (2004), “On the Hidden Links Between Financial and Trade Opening”, NBER Working Paper, No: 9906, 1-25.
Akman, M.S., (2008), “Hokey Sopaları, Küreselleşme ve Dünya Ticaret Sisteminin Geleceği: Deardorff’u Tamamlayıcı Notlar”, Uluslararası Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları Dergisi, 3 (1-2), Ss. 25-56.
Aksoy, A. & Salinas, G., (2006), “Growth Before And After Trade Liberalization”, World Bank Working Paper 4062, November 2006
Aktan C.C. ve Tunç, M., (1998), "Bilgi Toplumu ve Türkiye", Yeni Türkiye Dergisi, Ocak-Şubat 1998. s.118-134.
Aktan, C.C. ve Şen, H., (1999), “Globalleşme, Ekonomik Kriz ve Türkiye”, Türkiye Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler Serbest Meslek Mensupları ve Yöneticileri Vakfı Ekonomik, Sosyal ve Siyasal Araştırmalar Serisi, No: 1, Ankara: Kasım 1999.
Aktan, C.C., (1992), “Kamu Ekonomisinden Piyasa Ekonomisine: Özelleştirme”, Ankara.Aktan, C.C., (1994), “Çağdaş Liberal Düşüncede Politik İktisat”, Takav Matbaası, Ankara.Aktan, C.C., (2000), “Politik İktisat”, Anadolu Matbaası, İzmir.Aktan, H.O., (2006), “Dünya Ekonomisindeki Gelişmeler ve Türk Dış Ticareti”, DTM, Uluslar
Arası Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları Dergisi, 1(1-2):69-100.Aktan, O., (1991), “Yeni Sanayileşen Ülkelerin Sanayileşme Deneyimleri: İstihdam ve Gelir
Dağılımı”, 1991 Sanayi Kongresi Bildiriler Kitabı, Cilt I, S. 55,. MMO Yayın No : 148/1.Allen, W.R., (1987), “Mercantilism”, (İç.) Eatwell ve Diğerleri (Ed.), 1987, C.3, S.445-448.Altay, A., (2003), “Geçiş Ekonomilerinde Devletin Ekonomik Rolleri, Görevleri ve KOBİ’lerin
Durumu”, Maliye Araştırma Merkezi Kon., Maliye Araş. Mrk. Y. No:86, Seri:41.Altuğ, S., (2006), “Türkiye’de Büyüme, Yapısal Dönüşüm ve Dış Ekonomik Gelişmeler”,
Uluslararasi Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları”, Vol.:1 , Issue:1 , Pages:3-11 , TC Basbakanlik Dis Ticaret Mustesarligi
210
Altuğ, S., Filiztekin, A. & Pamuk, S., (2007), "The Sources Of Long-Term Economic Growth For Turkey, 1880-2005", CEPR Discussion Paper 6463.
Angelov, N., (2006), “Structural breaks in Iron-Ore prices: The impact of the 1973 oil crisis", Working Paper Series 2006:11, Uppsala University, Department of Economics.
Arcayürek, C., (2007), “Çankaya”, Detay Yayınları, 4. Baskı, 2007.Arısoy, E., (1997), “Dış Ticaret Hadlerinin Gelir Etkisi”, Dış Ticaret Dergisi, Ankara: DTM
Yayını.Arısoy, İ., (2005), "Türkiye'de Sanayileşme ve Temel Göstergeler Açısından Sanayinin Gelişimi",
ÇÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 14, Sayı: 1, 2005.Arrow, K.J., (1962), “The Economic Implications Of Learning By Doing”, The Review Of
Economic Studies, V.29, N.3, 155-173Aslan, N. ve Kanbur, A.N., (2007), “1980 Sonrası Türkiye'de Satın Alma Gücü Paritesi
Yaklaşımı”, Marmara Üniversitesi I.İ.B.F. Dergisi, Cilt: XXIII, Sayı:2, S.9-43.Ateş, Ş., (1996), “İktisadi Büyümeye Yaklaşımlar ve Yakınsama Sorunu”, Çukurova Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 6(1).Ateş, Ş., (1998), “Yeni İçsel Büyüme Teorileri ve Türkiye Ekonomisinin Büyüme Dinamiklerinin
Analizi”, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi Haziran , Adana Awokuse, T. O., (2005), “Export-Led Growth And The Japanese Economy: Evidence From VAR
And Directed Acyclic Graphs”, Applied Economics Letters, 12, 849-858.Ay, A. ve Karaçor, Z., (2006), “2001 Sonrası Dönemde Türkiye Ekonomisinde Krizden
Büyümeye Geçiş Üzerine Bir Tartışma”, S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl:2006, Sayı:16, 67-86.
Bahmani-Oskooee, M. & Alse, J. (1993), “Export Growth And Economic Growth: An Application Of Cointegration And Errorcorrelation Modeling”, Journal Of Developing Areas, 27. 535–42.
Bahmani-Oskooee, M. & Niroomand, F., (1999).,“Openness And Economic Growth: An Empirical Investigation”, Applied Economic Letters,. Vol.6, Pp.557-61.
Baier, S.L. & Bergstrand, J.H., (2001), “The Growth Of World Trade: Tariffs, Transport Costs, And Income Similarity”, Journal Of International Economics 53: 1-27.
Bairoch, P. & R.Kozul-Wright, (1996), “Globalisation Myths: Some Historical Reflections On Integration, Industrialisation And Growth In The World Economy”, UNCTAD DP No.113.
Bairoch, P., (1993), “Economics And World History-Myths And Paradoxes”, Brighton, Wheatsheaf
Balabkins, N.W., (1988), “Not By Theory Alone...: The Economics Of Gustav Von Schmoller And Its Legacy To America”, Berlin: Duncker & Humblot.
Balassa, B., (1978), “Exports And Economic Growth: Further Evidence”, Journal Of Development Economics, 5, 181–89.
Barbaros, R.F. & Öğüt, M.U., (2003), “Regional Development Inequalities in Turkey: An Assestment on the Distribution of Investment Insentives”, METU International Conference on Economics, 2003
Barbaros, R.F. ve Karatepe, İ.D., (2009), “60lı Yıllarda Türkiye'ye 'Planlamadan' Bakış”, Ege Akademik Bakış, cilt 9, no:1
Barro, R.J. & Mccleary, R.M., (2003), “Religion And Economic Growth Across Countries”, American Sociological Review 68(5): 760-781.
Barro, R.J. & Sala-I-Martin, X., (1995), “Technological Diffusion, Convergence And Growth”, Journal Of Economic Growth 2, 1-26.
Barro, R.J., (1990), “Government Spending In A Simple Model Of Endogenous Growth”, Journal Of Political Economy, 98(5), S103-S125.
Barro, R.J., (1991), "Economic Growth In A Cross-Section Of Countries", Quarterly Journal Of Economics, CVI, 407-455.
Barro, R.J., (1998), “Human Capital And Growth In Cross-Country Regressions”, Harvard University, Manuscript.
Başkaya, F., (1994), “Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü”, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara.
211
Bayraktutan, Y., (2003), “Bilgi ve Uluslararası Ticaret Teorileri”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 4, Sayı 2, 2003, S.175-186.
Becker, G.S., Murphy, K.M. & Tamura, R., (1990), “Human Capital, Fertility, And Economic Growth”, Journal Of Political Economy, 98/5: 12-37.
Beghin, J.C., (2006), “Nontariff Barriers”, Staff General Research Papers 12703, Iowa State University, Department Of Economics.
Ben-David, D. (1993),. “Equalizing Exchange: Trade Liberalization And Income Convergence”. Quarterly Journal Of Economics 108 (3), 653–679.
Berg, A. & Krueger, A., (2003), “Trade, Growth And Poverty: A Selective Survey”, IMF Working Paper Series, WP/03/30
Bhagwati, J. & Srinivasan, T.N., (1999), “Outward-Orientation And Development: Are Revisionists Right?”, Economic Growth Center, Yale University, Center Discussion Paper No 806.
Bhagwati, J. & Srinivasan, T.N., (2002), “Trade And Poverty In The Poor Countries”, American. Economic Review, 92, 2, 180–83.
Bilginsoy, C., (1994), “Quesnay's Tableau Economique: Analytics And Policy Implications”, Oxford Economic Papers, New Series, Vol. 46, No. 3. (Jul., 1994), Pp. 519-533.
Birdsall, N., (1993), “Social Development Is Economic Development”, Policy Research Working Paper 1123. Washington, DC: World Bank, April.
Blaug, B., (1985), “Economic Theory In Retrospect”, Cambridge University Press, Fourty Edition, Cambridge.
Boratav, K., (2004), “Türkiye İktisat Tarihi 1908-2002”, İmge Kitabevi, Ankara, Ekim 2004.Boratav, K., (2007), “Dünya Ekonomisinde Değişimler ve Türkiye'ye Yansımaları”,
http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/yazilar_uye/Boratav_mayis07.pdf (Erişim: 04.03.09)Boratav, K., Uluğbay H., Yeldan, E. ve Uygur, E., (1994), "Türkiye Ekonomisinde 5 Nisan
Kararları: Öncesi ve Muhtemel Sonuçları", Mülkiyeliler Birligi Dergisi, Temmuz 18(169): 2-19, 1994.Bozkurt, K., (2007), “İçsel Büyüme Modelleri Bağlamında Türk İmalat Sanayinde İktisadi
Büyüme ve Teknolojik Gelişme”, Finans Politik ve Ekonomik Yorumlar, Cilt: 44, Sayı: 5547, 2007.Braithwaıte, J. & Drahos, P., (2000), “Bretton Woods: Birth And Breakdown”, Cambridge:
Cambridge University Press.Brandt, C., (2004), “Economic Growth And Openness An Econometric Analysis For Regions”,
Department Of Economics University Ulm, 1-19.Broadberry, S. & Gupta, B., (2005), "Monetary And Real Aspects Of The Great Divergence
Between Europe And Asia, 1500-1800", Working Paper.Broadberry, S., & Gupta, B., (2003), “The Early Modern Great Divergence: Wages, Prices And
Economic Development In Europe And Asia, 1500–1800”, Working Papers, Department Of Economics, University Of Warwick.
Broadberry, S., Ghosal, S. & Proto, E., (2008), "Commercialisation, Factor Prices And Technological Progress In The Transition To Modern Economic Growth", The Warwick Economics Research Paper Series (TWERPS) 852.
Bruton, H.J., (1998), “A Reconsideration Of Import Substitution”, Journal Of Economic Literature XXXVI: 903-936
Bsb (Bağımsız Sosyal Bilimciler), (2001), “Güçlü Ekonomiye Geçis Programı Üzerine Degerlendirmeler”,Yazanlar:KorkutBoratav Vd., http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/bsbmetin.html
Bsb, (2008), “2008 Kavşağında Türkiye: Siyaset, İktisat ve Toplum”, Yordam Kitap, 2008Bsb, (2004), “2004 Başında Türkiye’nin Ekonomik ve Siyasal Yaşamı Üzerine Değerlendirmeler”,
http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/yazilar_bsb/bsb-mart2004.pdf (Erişim: 08.02.09)Bsb, (2005), “2005 Başında Türkiye'nin Ekonomik ve Siyasal Yaşamı Üzerine
Değerlendirmeler”,http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/yazilar_bsb/bsb2005mart.pdf(Erişim: 08.02.09)
Buira, A., (2004), “The Dogmatism Of The Washington Consensus”, In: Teunissen, Jan Joost; Akkerman Age (Hg.): Diversity In Development. Reconsidering The Washington Consensus. Den Haag: Fondad Verlag, 44–52.
Campbell, C.J. & Laherrere, J.H., (1998), “The End of Cheap Oil”, Scientific American March 1998, p. 78-83.
212
Capolupo, R., (2008), “The New Growth Theories And Their Empirics After Twenty Years”, Economics Discussion Papers, No 2008-27; http://www.economicsejournal.org/ economics/discussionpapers/2008-27 (Erişim: 11.02.09)
Chacholiades, M., (1978), “International Trade Teory And Policy”, Mc Graw Hill Publication.Chang-Tai, H., (2002), "What Explains The Industrial Revolution In East Asia? Evidence From
The Factor Markets ", American Economic Review, 92(3): 502–526.Chang, H.J. & Grabel, I., (2005), “Kalkınma Yeniden: Alternatif İktisat Politikaları Elkitabı”,
Çev. Emre Özçelik, İmge Kitabevi, Ankara.Chang, H.J., (1993), “The Political Economy Of Industrial Policy In Korea”, Cambridge Journal
Of Economics, 1993, Vol. 16, No. 2.Chang, H.J., (2003), “Kalkınma Reçetelerinin Gerçek Yüzü”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003.Chow, P., (1987), “Causality Between Exports Growth And Industrial Development”, Journal Of
Development Economics, 26, 55–63.Ciecd, (1973), “Taiwan Statistical Data Book: 1973”, Council For International Economic
Cooperation And Development, Taipei: Executive Yuan, ROC, June 1973.Clingingsmith, D. & Williamson, J.G., (2008), “Deindustrialization In 18th And 19th Century
India: Mughal Decline, Climate Shocks And British Industrial Ascent”, Explorations In Economic History 45 (3): 209-234.
Corbett, J., Irwin, G. & Vines, D., (1999), “From Asian Miracle To Asian Crisis: Why Vulnerability, Why Collapse?”, In: David Gruen & Luke Gower (Ed.), Capital Flows And The International Financial System Reserve Bank Of Australia.
Coşkun, A., (2003), “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türkiye Ekonomisi”, Atatürkçü Düşünce Dergisi, Sayı:4, Kasım, Ss.72-77.
Coughlin, C.C. & Wood, G.E., (1989), “An Introduction To Non-Tariff Barriers To Trade“, FRB Of St. Louis Review, 71(1): 32-46.
Çabuk, A., Ateş, S. & Erk, N., (1998), "Long-Run Growth And Physical Capital-Human Capital Concentration", Working Paper Presented At The International METU Conference On Economics II, September 11, 1998, Ankara, Turkey.
Çelebi, E., (2002), “Atatürk'ün Ekonomik Reformları ve Türkiye Ekonomisine Etkileri (1923-2002)”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, 2002, Sayı: 5.
Dammasch, S., (2000), “The System Of Bretton Woods: A Lesson From History”, The Economist , Nov 2000.
Darrat, A., (1986), “Trade And Development: The Asian Experience”, Cato Journal, 6, 695–99.Deliktaş, E., (2001), “Malthusgil Yaklaşımdan Modern İktisadi Büyümeye”, Ege Akademik Bakış,
İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 1, 2001, http://www.econturk.org/turkiyeekonomisi/malthus.pdf(Erişim: 29.12.08)
Delong, J.B. & Eıchengreen, B., (1993), "The Marshall Plan: History's Most Successful Structural Adjustment Programme," In Rüdiger Dornbusch, Wilhelm Nölling, And Richard Layard, Eds., Postwar Economic Reconstruction And Lessons For The East Today (Cambridge, MA: M.I.T. Press), Pp. 189-230.
Demir, M., (2003), “Dış Ticaret Politikasının Bir Aracı Olarak İhracat Teşvikleri ve İhracata Yönelik Devlet Yardımlarının Analizi”, Dış Ticaret Vakfı, Ankara, 29 Ekim.
Demir, O., Üzümcü, A. ve Duran, S., (2006), "İçsel Büyümede İçselleşme Süreçleri: Türkiye Örneği", DEÜİİBF Dergisi, Cilt 21, Sayı.1, 2006, Ss.27-46
Diamond, A., Jr., (2004), “Schumpeter’s Central Message”, Milan Conference Of The International Schumpeter Society.
Diamond, A., Jr., (2006), "Schumpeter Vs. Keynes: In The Long Run Not All Of Us Are Dead", Workingdraft; htpp://www.artdiamond.com/diamondpdfs/schumpkeynesjhet2%206.2308.pdf (Erişim: 08.11.08)
Doğan, C. ve Öcal, N., (2006), “Küreselleşme ve Bölgesel Ekonomik Entegrasyonlar”, GOÜ İİBF İşletme Bölümü, 5. Orta Anadolu İşletmecilik Kongresi, Tokat-15-17 Haziran 2006.
Doğruel, S. ve Doğruel, F., (2006), “Bıçak Sırtında Büyüme ve İstikrar / Arjantin, Brezilya, Meksika, İsrail, Türkiye”, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul.
213
Dollar, D. & Kraay, A., (2004), “Trade, Growth, And Poverty”, Economic Journal, Vol. 114, Pp. F22-F49, February 2004
Dollar, D., (1992), "Outward-Oriented Developing Economies Really Do Grow More Rapidly: Evidence From 95 Ldcs, 1976-85”, Economic Development And Cultural Change, 1992, 523- 544.
Dpt, (1995), “Dünyada Küreselleşme ve Bölgesel Entegrasyonlar (AT, NAFTA, PASİFİK) ve Türkiye (AT, EFTA, KEİ, Türk Cumhuriyetleri, İslam Ülkeleri, ECO) İlişkileri Özel İhtisas Komisyonu Raporu”, Ankara, Yayın No: DPT:2375 – ÖİK:440
Dpt, (2000a), “Küreselleşme, Özel İhtisas Komisyonu Raporu. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı”, Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 2000.
Dpt, (2000b), “Türkiye'nin Dış Ekonomik İlişkileri, Özel İhtisas Komisyonu Raporu. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı”, Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 2000.
Dpt, (2006), “Bilgi Toplumu Stratejisi: 2006-2010”, Ankara, Yayın No: DPT:2699.Dpt, (2008), “Uluslararası Ekonomik Göstergeler”, Ankara, 2008.Dulupçu, M., (2001), “Kalkınma İktisadı Üzerine Bazı Düşünceler”, Gazi Üniversitesi İİBF
Dergisi, 1/2002, S. 31-52Echavarri, R.A., (2003), “Theory On Economic Development: From Growth Of Wealth To
Expansion Of Freedom”, D.T.: 2003/02, Dpto. Economia, Universidad Publica De Navarra.Edwards, S., (1993), “Openness, Trade Liberalization And Growth In Developing Countries”,
Journal Of Economic Literature, 31, 1358–93.Edwards, S., (1997), “Openness, Productivity And Growth: What Do We Really Know?”, NBER
Working Paper No. W5978.Ege, Y., (2000), "Dünyadaki Uygulamalar Işığında Rekabet Politikası ve Özelleştirme", Hazine
Dergisi, Sayı:13, S.67-75. Ehrlich, I., (1990), “The Problem Of Development: Introduction”, Journal Of Political Economy
98:5 (October), 1-11.Eker, A., Altay, A. ve Sakal, M., (1994). “Maliye Politikası (Teori, İlkeler ve Yöntemler)”, Takav
Matbaacılık, Yayıncılık San. ve Tic. AŞ. Ankara.Ellsworth, P. T., (1950), “The International Economy”, New York: Macmillan.Ener, M. ve Demircan, E., (2006), “Küreselleşme Sürecinde Yeni Devlet Anlayışı ve Türkiye”,
Yönetim Bilimleri Dergisi, 2(4), Ss. 197-219.Ercan, F. ve Biçer, Ö., (2005), “İktisat ve Kalkınma Ekonomisi: Kalkınma İdeolojisinin
Sosyalizasyonu Olarak Kalkınma Ders Kitaplarının Eleştirisi.” Ekonomik. Yaklaşım, C. 16, Sayı 57 S. 51-102
Ercan, N.H., (2002), ”İçsel Büyüme Teorisine Genel Bir Bakış”, Planlama Dergisi, Özel Sayı, 2002, 129-138.
Erhan, Ç., (1996), “Ortaya Çıkışı ve Uygulanışıyla Marshall Planı”, A.Ü. SBF Dergisi, Cilt 51, Sayı 1-4. (Ocak-Aralık 1996), S. 276.
Erk, N., Ateş, S. ve Direkci, T., (1999), “Gümrük Birliği Sonrası Türkiye Dış Ticaretin Yoksullaştıran Büyüme Hipotezi Çerçevesinde Bakış: Zaman Serisi Analizi.” Uluslararası ODTÜ Ekonomi Kongresiııı. Ankara
Ersungur, M. ve Kızıltan, A., (2005), “Türkiye Ekonomisinde İthalata Bağımlılığın Girdi-Çıktı Yöntemiyle Analizi”, İstanbul Üniversitesi VII. Ulusal Ekonometri ve İstatistik Sempozyumu, 26-27 Mayıs.
Esfahani, H.S., (1991), “Exports, İmports, And Economic Growth In Semi- Industrialized Countries”, Journal Of Development Economics, 35, 93–116.
Estevadeordal, A. & Taylor, A.M., (2008), “Is The Washington Consensus Dead? Growth, Openness, And The Great Liberalization, 1970s And 2000s”, NBER Working Paper No. 14264.
Eşiyok, A., (2002), “Türkiye Ekonomisinde İhrcata Yönelik Büyüme Modeli ve İmalat Sanayiinin Yapısı”, Türkiye Kalkınma Bankası Araştırma Müdürlüğü, Ankara, 2002
Eşiyok, B.A., (2008), “Türkiye Ekonomisinde üretimin ve İhracatın İthalata Bağımlılığı, Dış Ticaretin yapısı: Girdi-Çıktı Modeline Dayalı Bir Analiz”, Uluslararası Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları 3(1-2), 2008:117-160.
Fajana, O., (1979), “Trade And Growth: The Nigerian Experience”, World Development Journal, 7, Pp. 73-78.
214
Feder, G., (1982), “On Exports And Economic Growth”, Journal Of Development Economics, 12, 59–73.
Felderer, B. & Homburg, S., (1992), “Macroeconomics And New Macroeconomics”, Berlin : Springer, 2nd Edition.
Ferguson, N., (2003), “British Imperialism Revisited: The Costs And Benefits Of ‘Anglobalization’”, Development Research Institute Working Paper Series, No.2, April 2003.
Filiztekin, A., Yılmaz, K. ve İzmen, Ü., (2005), “Türkiye’de Büyüme Perspektifleri: Makroekonomik Çerçeve, Dinamikler/Çerçeve”, TÜSİAD Büyüme Stratejileri Dizisi No:1, Yay›N No. TÜSİAD-T/2005-06/398.
Fischer, S., (1991), “Growth, Macroeconomics And Development”, NBER Working Paper No. 3702.
Fischer, S., (1998), ''The IMF And The Asian Crisis”, Forum Funds Lecture At UCLA, Los Angeles; http://www.imf.org/external/np/speeches/1998/032098.htm(Erişim: 16.10.08)
Frankel, J.A. & Romer, D. (1999), “Does Trade Cause Growth?”, American Economic Review, 89(3), 379-399.
Freeman, R.B., (2004), "Trade Wars: The Exaggerated Impact Of Trade In Economic Debate", The World Economy, Blackwell Publishing, Vol. 27(1), Pages 1-23
French-Davis, R., (2004), “Reforming The Reforms Of The Washington Consensus”, In: Teunissen, Jan Joost; Akkerman Age (Hg.): Diversity In Development. Reconsidering The Washington Consensus. Den Haag: Fondad Verlag, 100–115.
Frenkel, R. (2003), “Globalización Y Crisis Financieras En América Latina”, Revista De La CEPAL 80: 41-54, Santiago De Chile.
Giles, J.A. & Williams, C.I., (2000), “Export-Led Growth: A Survey Of The Empirical Literature And Some Non-Causality Results. Part 1.”, Econometric Working Paper EWP9901, Department Of Economics, University Of Victoria, Canada.
Gold, T.B., (1986), “State And Society In The Taiwan Miracle”, Armonk, New York: M.E. Sharpe, 1986.
Greenaway, D., Morgan, W. & Wright, P., (2002), “Trade Liberalisation And Growth In Developing Countries”, Journal Of Development Economics 67: 229-244.
Grossman, G.M. & Helpman, E., (1989), “Product Development And International Trade”, The Journal Of Political Economy 97:6 (December), 1261-1283.
Grossman, G.M. & Helpman, E., (1994), "Endogenous Innovation In The Theory Of Growth", Journal Of Economic Perspectives, Winter 1994, 23-44.
Gübe, Y., (1997), “İktisadi Büyüme ve İhracat Performansı,” Hazine Dergisi, 6:17-28.Gülalp, H., (1983), “Gelisme Stratejileri ve Gelisme İdeolojileri”, Yurt Yayınları, AnkaraGüler, Y., (2004),“II. Dünya Harbi Sonrası Türk-Amerikan İlişkileri (1945-1950)”, Gazi
Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 5, No. 2, 2004, 209-224Güloğlu, B. ve Altunoğlu, A.E., (2002), “Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal Krizler :
Latin Amerika, Meksika, Asya ve Türkiye Krizleri”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No:27, Ekim 2002.
Güney, P., (2006), “Marshall Planı: Avrupa Birliği'nin İnşasında Amerikan Harcı”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt: 5, No:3 (Bahar: 2006), S. 103-114.
Günsoy, G., (2005), “İnsani Gelişme Kavramı ve Sağlıklı Yaşam Hakkı”, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, C.1, S.2, 2005.
Hajnal, P. & Kirton, J., (2000), "The Evolving Role And Agenda Of The G7/G8: A North American Perspective”, NIRA Review (Spring); http://www.g7.utoronto.ca/scholar/hajnal_nira.pdf (Erişim: 11.08.08)
Hall, R.E. & Jones, C.I., (1996), “The Productivity Of Nations”, Cambridge, MA:. NBER Working Paper 5812. Hansen, J. D.
Hall, R.E. & Jones, C.I., (1999), “Why Do Some Countries Produce So Much More Output Per Worker Than Others?”, Quarterly Journal Of Economics, Vol. 114, No.1 (1999), 83-116.
Han, E. ve Kaya, A.A., (2004), “İktisadi Kalkınma ve Büyüme”, Eskişehir: Açıköğretim Fakültesi Yayınları NO: 831
215
Harrison, A., (1996), “Openness And Growth: A Time Series, Cross-Country Analysis For Developing Countries”, Journal For Development Economics, 419-447.
Henderson, W., (1963), “Studies In The Economic Policy Od Frederich The Graet”, London, Frank Cass And Co. Ltd.
Hepaktan, E., (2007), “Türkiye'nin Dış Ticaretinin Gelir Yönlü Analizi”, Uluslararası Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları 1(2), 2007:79-112
Hong, W., (1986), “Theory Of Interest And The Steady-State Rate Of Return On Capital”, International Economic Journal, Autumn 1987, 87-90.
Hou, C. & Chang C.S., (1981), “Education And Economic Growth In Taiwan: The Mechanism Of Adjustment”, In Academia Sinica (1981: 469- 531).
Hou, C., (1988), “Strategy For Economic Development In Taiwan And Implications For Developing Economies”, Paper Presented At The Conference On Economic Development Experiences Of Taiwan, Taipei, June 8-10, 1988.
Hsiao, M.W., (1987), “Tests Of Causality And Exogeneity Between Export Growth And Economic Growth”, Journal Of Economic Development, 12, 143–59.
Idb, (2007), “Islamic Development Bank In Brief”, Islamic Development Bank, Economic Policy And Statistics Department; http://www.isdb.org/irj/go/km/docs/documents/ıdbdevelopments /ınternet/english/ıdb/cm/publications/ıdb_group_in_brief_2007.pdf(Erişim: 08.02.09)
Imf, (2002), “Guidelines On Conditionality”, Legal And Policy Development And Review Department, 2002, http://www.imf.org/external/np/pdr/cond/2002/eng/%20guid/092302.%20pdf(Erişim: 08.02.09)
Imf, (2004), “World Economic Outlook; The Global Demographic Transition”, Washington, IMF Publication.
Irwin D.A. & Tervio, M., (2002), “Does Trade Raise Income?: Evidence From The Twentieth Century”, Journal Of International Economics, 58(1), 1-18.
Irwin, D. A., (1993), “Free Trade And Protection In Nineteenth Century Britain And France Revisited: A Comment On Nye”, Journal Of Economic History, 53 (1993), Pp. 146-52.
İnaç, H., Ü. Güner ve S. Sarısoy, (2007), “Ekonomideki Değişen Devlet Anlayışı”, Akademik Bakış: Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi Celalabad, Sayı: 12.
İto, (2003), “Dış Talebe Bağlı İktisadi Büyümeye Geçişte Mikro Ekonomi Politikaları”, İTO Yay. No: 03, İstanbul.
Jim, L. & Ramesh, C. (2005), “Testing Export-Led Growth In South Asia”, Journal Of Economic Studies, 32(2), 132-145
Jones, C.I., (1996), "Human Capital, Ideas And Economic Growth", VLII Villa Mondragone International Economie Seminar In Rome On June 25.27: 1.28.
Jones, C.I., (1997), “The Upcoming Slowdown In US Economic Growth”, NBER Working. Paper No 6284.
Jones, C.I., (2002), “Sources Of U.S. Economic Growth In A World Of Ideas”, American Economic Review 92 (2002), Pp. 220–239.
Jones, L.E. & Manuelli, R., (1990), “A Convex Model Of Equilibrium Growth”, NBER Working Paper Nr. 3241, Cambridge, Mass.
Judson, R., (1996), “Do Low Human Capital Coefficients Make Sense? A Puzzle And Some Answers”, Finance And Economics Discussion Series, 96-13
Jung, S.W. & Marshall, P.J., (1985), “Exports, Growth And Causality In Developing Countries”, Journal Of Development Economics, 18(1), Pp. 1-12.
Karaman, B. ve Özçalık, M, (2007), “Türkiye’de Gelir Dağılımı Eşitsizliğinin Bir Sonucu: Çocuk İşgücü”, Yönetim ve Ekonomi, Yıl:2007 Cilt:14 Sayı:1
Karunaratne, N.D., (1997), “High-Tech Innovation, Growth And Trade Dynamics In Australia”, Open Economies Review, 8, Pp. 151-170.
Kavoussi, R., (1984), “Export Expansion And Economic Growth: Further Empirical Evidence”, Journal Of Development Economics, 14, 241–50.
Kaynak, M., (2003), “Kalkınma İktisadının Kilometre Taşları ve Teknoloji”, Ekonomik Yaklaşım”, C. 14, Sayı 49, S. 11-43.
216
Kazgan, G., (1999), “Tanzimattan Xxı. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi Birinci Küreselleşmeden İkinci Küreselleşmeye”, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul.
Kazgan, G., (2004), “İktisadi Düşünce Veya Politik İktisadın Evrimi”, Onbirinci Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul
Keessing D.B., (1966), “Labour Skill And Comparative Advantage”, American Economic Review, 56, Pp.249-258.
Kepenek, Y. ve Yentürk, N., (2005), “Türkiye Ekonomisi”, Remzi Kitabevi, İstanbul, Mart 2005.Keynes, J.M., (1944), “The Collected Writings Of John Maynard Keynes”, D. Moggeridge (Ed.),
London, Vol. 26, 22 July 1944Khan, A., Malik, A. & Hasan, L., (1995), “Export Growth And Causality: An Application Of
Cointegration And Ecm Model.”, The Pakistan Development Review.No.3Kibritçioğlu, A. ve Dibooğlu, S., (2001), “Long Run Economic Growth: An Interdisciplinary
Approach”, Macroeconomics 0107004, Econwpa, Revised 04 Sep 2001. Kibritçioğlu, A., (1998), “İktisadi Büyümenin Belirleyicileri ve Yeni Büyüme Modellerinde Beşeri
Sermayenin Yeri”, Ank. Ü. SBF Dergisi, 53(1-4), 207-230.Kim, L., (1990), “Korea: The Acquisition Of Technology”, In Technological Challenges In The
Asia-Pacific Economy, Edited By Hadi Soesastro And Mari Pangestu, Sydney: Allen & Unwin, 1990, 145-157.
King, R.G. & Levıne, R., (1994), "Capital Fundamentalism, Economic Development, And Economic Growth", Carnegie-Rochester Conference Series On Public Policy 40: 259-92.
King, R.G., & Rebelo, S., (1990), "Public Policy And Economic Growth: Developing Neoclassical Implications", Journal Of Political Economy, Vol. 98, No. 5, October, 126-150.
Kip, E., (2004), “ Türkiye Dış Ticaret Hadleri”, Dış Ticaret Dergisi, Sayı:30, Ocak 2004.Kirkpatrıck, C. & Barrientos, A., (2004), “The Lewis Model After 50 Years”. Manchester
School, Vol. 72, No. 6, Pp. 679-690Kitov, I., (2007), “Modeling The Evolution Of Gini Coefficient For Personal Incomes In The USA
Between 1947 And 2005”, Working Papers 67, ECINEQ,Society For The Study Of Economic Inequality.Kocacık, F., (2003), “Bilgi Toplumu ve Türkiye”, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi Mayıs 2003 Cilt :
27 No:1 1-10.Kokko, A., (2002), "Export-Led Growth In East Asia: Lessons For Europe's Transition
Economies", Stockholm: Stockholm School Of Economics, European Institute Of Japanese Studies Working Paper 142.
Konya, L., (2004), "Export-Led Growth, Growth-Driven Export, Both Or None? Granger Causality Analysis On OECD Countries", Applied Econometrics And International Development, Euro-American Association Of Economic Development, Vol. 4(1).
Kormendi, R.C. & Mequıre, P.G. (1985), “Macroeconomic Determinants Of Growth: Cross-Country Evidence”, Journal Of Monetary Economics, 16(2), 141-63.
Kök, R., (2000), “İktisadi Düşünce Kavramların Analitik Evrimi”, Anadolu Matbaacılık, İkinci Baskı, İzmir.
Krueger, A.O., (1978), “Foreign Trade Regimes And Economic Development: Liberalization Attempts And Consequences”, Cambridge (Mass.): Balinger.
Krueger, A.O., (1997), “Trade Policy And Economic Development: How We Learn”, Nber Working Paper No. W5896.
Krugman, P.R. & Obstfeld, M., (1997), “International Economics”, Addison Wesley.Krugman, P.R., (1979), “Increasing Returns, Monopolistic Competition And International
Trade”,Journal Of International Economics, 9: 469-479.Krugman, P.R., (1987), "The Narrow Moving Band, The Dutch Disease, And The Competitive
Consequences Of Mrs. Thatcher: Notes On Trade In The Presence Of Dynamic Economies Of Scale", Journal Of Development Economics 27, 41-55.
Krugman, P.R., (1994), “The Myth Of Asia's Miracle”, Foreign Affairs 73: 62- 78.Krugman, P.R., (1995), “Growing World Trade: Causes And Consequences”, Brookings Papers
On Economic Activity (1): 327-377.Krugman, P.R., (2001), “Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü”, Çev.Neşenur Domaniç, 4.Bs.,
Literatür Yayıncılık, İstanbul.
217
Kuhnen, F., (1987), “Causes Of Underdevelopment And Concepts For Development: An Introduction To Development Theories”, The Journal Of Development Studies (Peshawar); Vııı, 1986/87, S. 11-25.
Kunst, R.M. & Marin, D. (1989), “On Exports And Productivity: A Causal Analysis”, Review Of Economics And Statistics, 71, 699-703.
Kurmuş, O., (1974), “Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi”, Bilim Yayınları, İstanbul, 1974.Kwasnicki, W., (2003), “Schumpeterian Modelling”, Mimeo, Institute Of Economic Sciences,
Wroclaw University Laçiner, S., (2003), "Latin Amerika'da Bölgesel Entegrasyon Girişimleri", Avrasya Dosyası,
Bahar 2003, Cilt: 9, Sayı: 1, Ss. 299-324.Lall, S., (2000), “Turkish Performance in Exporting Manufactures: A Comparative Structural
Analysis”, QEH Working Paper:47, London.Lee, J.-W., (1997), “Economic Growth And Human Development In The Republic Of Korea,
1945-1992”, Undp, Human Development Office, Occasional Paper 24.Levine, R., & Renelt, D., (1992), “A Sensitivity Analysis Of Cross-Country Growth Regressions”,
American Economic Review, Vol. 82 (4) (September), Pp. 942–63.Lewis, W. A., (1954), “Economic Development With Unlimited Supplies Of Labour”, The
Manchester School, Vol. 22, No. 2, Pp. 139-191.Lınder, S. B. (1961), “ An Essay On Trade And Transformation”, Almquist-Wiksell.List, F., (1856), “The National System Of Political Economy”, Translated By G.A. Matile
(Philadelphia: J.B. Lippincott And Co.).List, F., (1985), “The National System Of Political Economy”, Çev: 1841 Sampson Lloyd, Londra,
Logmans, Green And Company.Lucas, R.E. Jr., (1988), “On The Mechanics Of Economic Development”, Journal Of Monetary
Economics, 22, 3-42.Maddison, A., (1991), “Dynamic Forces In Capitalist Development” (Oxford 1991).Maddison, A., (2005), "Measuring And Interpreting World Economic Performance 1500-2001",
Review Of Income & Wealth, Vol. 51, No. 1, March, Pp. 1-35.Maillet, J., (1983), “İktisadi Olayların Evrimi”, Çev: Ertuğrul Tokdemir, Remzi Kitabavi,
İstanbul.Malthus, T., (1798) , “First Essay On Population “, Reprints Of Economic Classics (New York:
Augustus Kelly, 1965.)Mankiw, N.G., Romer, D. & Weil, D., (1992), “A Contribution To The Empirics Of
Economicgrowth”, Quarterly Journal Of Economics, 107, 407-438.Matthews, R., Feinstein, C. & Odling-Smee, J., (1982), “British Economic Growth 1856-1973”,
(Oxford 1982).Mazgit, İ., (2002) “Bilgi Toplumu ve Sağlığın Artan Önemi”, I. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve
Yönetim Kongresi, (Hereke- Kocaeli), Ss. 405-415.Mcanulla, S., (1997), “Fade To Grey? Symbolic Politics In The Post Thatcher Era”, In J. Stayner
And G Stoker (Eds), Contemporary Political Studies, http://www.psa.ac.uk/journals/pdf/5/ 1997/mcanul.pdf (Erişim: 08.05.09).
Mccallum, B.T., (1996), “Neoclassical Vs. Endogenous Growth Analysis: An Overview”,. Federal Reserve Bank Of Richmond Economics Quarterly, 82/4, 41-71.
Medina-Smith, E.J., (2001), “Is The Export-Led Growth Hypothesis Valid For Developing Countries? A Case Study Of Costa Rica”, Policy Issues In International Trade And Commodities Study Series No:7, Unctad.
Mıhçı, H., (1996), “Kalkınma: Bir Terim Neyi Anlatır?”, Ekonomik Yaklaşım, Cilt . 7, Sayı. 23, Pp. 65-86.
Michaely, M., (1977), “Exports And Growth: An Empirical Investigation”, Journal Of Development Economics, 4, 49–53.
Min Wu, T., (2004), “Economic History Of Taiwan: A Survey”, Australian Economic History Review, 2004, Vol. 44, İssue 3, Pages 294-306.
Mookherjee, D. & D. Ray (2000), "Readings In The Theory Of Economic Development, " London: Blackwell November 1999
218
Morley, S.A., (2001), “What Has Happened To Growth In Latin America ?”, Tmd Dıscussıon Paper No. 67, January, 2001
Munck, R., (2003), “Neoliberalism, Necessitarianism, And Alternatives In Latin America: There İs No Alternative (Tına)?”, Third World Quarterly 24 (3):495-511.
North, D.C. & Thomas, R.P., (1973), “ The Rise Of The Westernworld: A New Economic History”, Cambridge University Press, Cambridge Uk.
North, D.C. & Weingast, B.R., (1989), “Constitutions And Commitment: Evolution Of Institutions Governing Public Choice In Seventeenth Century England”, Journal Of Economic History, 49, 803-832.
Nourzad, F. & Powell, J.J., (2003), “Openness, Growth, And Development: Evidence From A Panel Of Developing Countries.”, Scientific Journal Of Administrative Development, Vol. 1, No. 1, Summer 2003, 72-94.
Nye, J.V.C., (1991), "The Myth Of Free-Trade Britain And Fortress France: Tariffs And Trade In The 19th Century", Journal Of Economic History (1991), Pp.23-46.
Nye, J.V.C., (2007), “War, Wine, And Taxes: The Political Economy Of Anglo-French Trade, 1689–1900”, Princeton: Princeton University Press, 2007
O’rourke, K.H. & Williamson, J.G., (2002), “After Columbus: Explaining The Global Trade Boom 1500-1800”, Journal Of Economic History 62(2), Pp. 417-456
Oecd, (1992), “Regulatory Reform, Privatisation And Competition Policy”, Paris, 1992Oecd, (2001), “Measuring Productivity OECD Manual, Measurement of Aggregate and Industry-
Level Productıvıty Growth, 2001. http://www.oecd.org/dataoecd/59/29/2352458.pdf (Erişim Tarihi: 05.03.2009)
Oktay, N., (2002), “Dış Ticarete Giriş”, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayın No: 1417 Okun, B. & Richardson, R. W., (1962), “Studies In Economic Development”, New York: Holt,
Rinehart & Winston.Ongun, T., (2002), “Türkiye’de Cari Açıklar ve Ekonomik Krizler”, Kriz ve Imf Politikaları
İçinde, (Ed.) Ö. F. Çolak, Alkım Yayınevi, İstanbul, S. 39-93.Oxley, L. (1993), “Cointegration, Causality And Export-Led Growth In Portugal, 1865-1985”,
Economics Letters, 43, 163-66. Ozawa, T., (1992), “Foreign Direct Investment And Economic Development”. Transnational
Corporations, 1. 27-54.Öğüt, K., (2003), “İçsel (Endojen) Büyüme Kuramları”, Aydınlanma 1923, Sayı 43, Sayfa 25-34.Öymen, O., (2000), “Geleceği Yakalamak”, Remzi Kitapevi, İstanbul.Özer, M.A., (2006), “Yönetişim Üzerine Notlar”, Sayıştay Dergisi, Sayı:63, S.59-89.Özkıvrak, Ö. ve Dileyici, D., (2001), “Globalleşme, Bölgeselleşme, Mega Rekabet ve Türkiye”,
Dış Ticaret Dergisi, Y:6, S:20, Ocak 2001Özsan, O., (2005), “Mortgage Sisteminin Temelleri”, Active Dergisi, Temmuz-. Ağustos 2005.Öztürk, N., (2002), "Imf'nin Değişen Rolü ve Gelişmekte Olan Ülke Ekonomilerine Etkileri",
Ankara Üniversitesi Sbf Dergisi, Cslt:57, Sayı:4, Ekim-Aralık 2002.Pamuk, Ş., (2005), “Urban Real Wages Around The Eastern Mediterranean In Comparative
Perspective, 1100-2000”,Research In Economic History, Elsevier Publishers, 23, 213-232.Pamuk, Ş., (2007a), “Dünyada ve Türkiye’de İktisadi Büyüme 1820-2005”, Uluslararası Ekonomi
ve Dış Ticaret Politikaları, 1(2), 3-26, 2007.Pamuk, Ş., (2007b), “Estimating Gdp Per Capita For The Ottoman Empire In A European
Comparative Framework, 1500-1820”, Paper Presented At The Seventh Conference Of The European Historical Economics Society June 29 - July 1, 2007, Lund, Sweden.
Panas, E. & Vamvoukas, G.A., (2002), “Further Evidence On Export-Led Growth Hypothesis”, Applied Economics Letters, 9, 731-735.
Parasız, İ.,(2000), “Para Banka ve Finansal Piyasalar”, Bursa: Ezgi Kitabevi, 7. BaskıPio, A., (1993), “İçsel Büyüme Teorisinde Yeni Gelişmeler Nelerdir? Bunlar Gelişmekte Olan ve
Piyasa Ekonomisine Geçiş Sürecini Yaşayan Ülkeler Açısından Ne Ölçüde Uygulanabilir?”, (Çev: Nurcan Özkaplan), Ekonomik Yaklaşım, Cilt:4, Sayı:10, 109-136.
Posner, M.V., (1961), “International Trade And Technical Change”. Oxford Economic Papers, No: 13, Pp: 323-341
219
Quesnay, F., Kuczynski, M.S. & Ronald L. Meek., (1972), “Quesnay's Tableau Économique. Edited, With New Material, Translations And Notes By Marguerite Kuczynski & Ronald L. Meek.”, London: Macmillan.
Ram, R., (1987), “Exports And Economic Growth In Developing Countries: Evidence From Time Series And Cross-Sectional Data”, Journal Of Economic Development And Change, 36, Pp. 51-72.
Ram, Y., (2003), “An Empirical Examination Of The Export-Led Growth Hypothesis In Fiji”, Economic Department Reserve Bank Of Fiji, Working Paper, 2003/01.
Ranis, G., (1979), “Industrial Development”, In Galenson (1979: 206-262).Ranis, G., (2004), “The Evolution Of Development Thinking: Theory And Policy”, Economic
Growth Center Yale University, Center Discussion Paper No.886.Rebelo, S., (1991), "Long-Run Policy Analysis And Long-Run Growth", Nber Working Paper No.
3325.Reinert, E.S., (1997), "The Role Of The State In Economic Growth”, Journal Of Economic
Studies, Vol. 26, No. 4/5, 1999, Pp. 268-326.Reinert, E.S., (1998), "Raw Materials In The History Of Economic Policy; Or, Why List (The
Protectionist) And Cobden (The Free Trader) Both Agreed On Free Trade In Corn", Manchester, Paper Presented At The Conference On The Repeal Of The Corn Laws.
Ribeiro, M.J., (2003), “Endogenous Growth: Analytical Rewiev Of İts Generating Mechanisms”, Nıpe Working Papers 4/2003, Nıpe - Universidade Do Minho.
Rist, G., (1997), “The History Of Development”, London, Zed BooksRivera-Batiz, F.L., (1996), "The Economics Of Technological Progress And Endogenous Growth
In Open Economies," In Hans-Eckart Scharrer, Ed. The Economics Of High Technology Competition And Cooperation In Global Markets, Institut Für Wirtschaftsforschung, Hamburg, 1996, 31-62.
Rodrik, D. & Rodriguez F., (1999), “Trade Policy And Economic Growth: A Sceptic’s Guide To The Cross-National Evidence”, Brookings Papers On Economic Activity, No:7081.
Rodrik, D., (1995), “Trade Strategy, Investment and Exports: Another Look at East Asia”, NBER Working Paper No. 5339, Cambridge, MA.
Rodrik, D., (1996), "Understanding Economic Policy Reform," Journal Of Economic Literature, American Economic Association, Vol. 34(1), Pages 9-41.
Rodrik, D., (1998), "Rethinking The World Economy", The New Republic, USA, 2 Kasım 1998, http://www.uvm.edu/~wgibson/pdf%20library/rodrik_rethinking.pdf (Erişim: 08.05.09).
Rodrik, D., (2000), “Development Strategies For The Next Century”, Annual Bank Conference On Development Economics, April 18-20, Washington, Dc, 44pp.
Rodrik, D., (2001), "The Global Governance Of Trade: As If Development Really Mattered", United Nations Development Programme Background Paper, Undp: New York, 58, 1-41.
Rodrik, D., (2005), "Growth Strategies", Handbook Of Economic Growth, Philippe Aghion & Steven Durlauf (Ed.), Edition 1, Volume 1, Chapter 14, Pages 967-1014, Elsevier.
Rodrik, D., (2006), “Industrial Development: Some Stylized Facts And Policy Directions", Industrial Development For The 21st Century. U.N. Department Of Economic And Social Affairs: Division For Sustainable Development.
Rodrik, D., (2007), "The Cheerleaders' Threat To Global Trade", Financial Times, March 27, 2007.
Roeder, J.L, (2005), “What We Learned From the Oil Crisis of 1973: A 30-Year Retrospective”, Bulletin of Science, Technology & Society, Vol. 25, No. 2, 166-169.
Romer, P. & Rivera-Batiz, L., (1991), "International Trade With Endogenous. Technological Change", European Economic Revieıv, Cilt 35, Sf. 971-1004.
Romer, P.M., (1986), “Increasing Returns And Long-Run Growth.”, Journal Of Political Economy 94 (1986), 1002–1037.
Romer, P.M., (1990), “Endogenous Technological Change”, Journal Of Political Economy, 98/5: 71-102.
Rosenstein-Rodan, P.N., (1943), "Problems Of Industrialisation In Eastern And South Eastern Europe", Economic Journal, Vol. 53 Pp.202-11
Rostow, W. W., (1960), “The Stages Of Economic Growth: A Non-Communist Manifesto”, Cambridge: Cambridge University Press.
220
Rostow, W. W., (1966), “Kendini Besleyen Gelişmeye Götüren Kalkış”, Çev: Yorgi Demirgil, İktisadi Kalkınma Seçme Yazıları, Odtü İdari İlimler Fakültesi, Ankara.
Rozenwurcel, G., (2006), “Why Have All Development Strategies Failed In Latin America?”, Research Paper No. 2006/1, United Nations University, World Institute For Development Economics Research (Wıder).
Sachs, J. & Warner A., (1995), “Economic Reform And The Process Of Global Integration”, Brookings Papers On Economic Activity, No:1
Sachs, J., (1998), “International Economics: Unlocking The Mysteries Of Globalization”, Foreign Policy, No: 110, Spring 1998, Ss. 97-111.
Sachs, W., (1992), “The Development Dictionary: A Guide To Knowledge As Power”, London: Zed Books, 1992.
Sala-I Martin, X., (2006), “The World Distribution Of Income: Falling Poverty And...Convergence Period”, Quarterly Journal Of Economics, Vol. 121, No. 2: 351-397.
Santos, R.C. & Silva, D.F.R., (2004), “The Theory Of Economic Development And Neo-Liberalism.” Vıı Annual Meeting Of The Hewlett/Uıuc Project, 2004, São Paulo. Brazil In A Neo-Liberal World: Social And Economic Aspects.
Savaş, V., (2000), “İktisatın Tarihi”, Siyasal Kitabevi, Ankara.Saygılı, Ş., Cihan, C. ve Yavan, Z. (2006), “Eğitim ve Sürdürülebilir Büyüme: Türkiye Deneyimi,
Riskler ve Fırsatlar”, Tüsiad Büyüme Stratejileri Dizisi, No:7, HaziranSaygılı, Ş., Cihan, C. ve Yurtoğlu, H., (2005), “Türkiye Ekonomisinde Sermaye Birikimi,
Verimlilik ve Büyüme (1972-2003): Uluslararası Karşılaştırma ve Ab’ye Yakınsama Süreci (2014)”, Tüsiad Büyüme Stratejileri Dizisi, No:6, Aralık.
Schumpeter, J.A., (1934), “The Theory Of Economic Development”, Cambridge, Ma: Harvard University Press.
Schumpeter, J.A., (1942), “Capitalism, Socialism And Democracy”, New York: Harper.Schumpeter, J.A., (1972), “History Of Economic Analysis”, Oxford University Press, Uk.Schwartz, P., (2000), “A New Bretton Woods Or Monetary Competition?”, Cato Journal;
Spring/Summer2000, Vol. 20 Issue 1, P27-34Seyidoğlu, H. ve Karluk, R., (2000), “Uluslararası İktisat”, Eskişehir: Açıköğretim Fakültesi
Yayınları No: 612Shafaeddin, S.M., (1998), “How Did Developed Countries Industrialize? The History Of Trade
And Industrial Policy: The Cases Of Great Britain And The Usa”, Unctad Discussion Papers, No. 139. Shafaeddin, S.M., (2005), "Trade Liberalization And Economic Reform In Developing Countries:
Structural Change Or De-Industrialization?," Unctad Discussion Shan, J.Z. & Sun, F. (1998); “Export-Led Growth Hypothesis For Australia: An Empirical
Reinvestigation”, Applied Economics Letters, 5, 423-8. Sharma, S.C., Norris, M., & Cheung, D.W., (1991), “Exports And Economic Growth In.
Industrialized Countries,” Applied Economics 23 (1991):697–708.Shaw, G.K., (1992), “Policy Implications Of Endogenous Growth Theory”, The Economic
Journal 102 (May), 611-621.Sheehey, E., (1990), “Exports And Growth: A Flawed Framework”, Journal Of Development
Studies, 27, 111–16.Shkolnikov V.M., Andreev E.M. & Begun A.Z., (2003), “Gini Coefficient As A Life Table
Function: Computation From Discrete Data, Decomposition Of Differences And Empirical Examples”, Demographic Research. Vol. 8, Article 11.
Sinha, D. & Sinha, T., (1999), “Openness, Investment And Economic Growth In Latin American Coutries,” Paper Presented At The Sixty-Third Annual Meeting Of The Midwest Economic Association, Nashville, Tennessee.
Smith, A., (1985), “Ulusların Zenginliği”, Birinci Baskı, Çev: Ayşe Yunus Mehmet Bakırcı, Alan Yayıncılık, İstanbul.
Soyak, A. ve Bahçekapılı, C., (1998), “İktisadi Krizler-Imf Politikaları İlişkisi ve Finance And Development Dergisindeki Yansımaları", İktisat, İşletme ve Finans, Yıl.13, Sayı.144, 1998, Ss.48–61
221
Soyak, A. ve Eroğlu, N., (2008), “Türkiye'nin Kalkınma Anlayışının Dönüşümünde Imf-Dünya Bankası Yapısal Uyum Politikalarının Rolü”, Küreselleşme, Demokratikleşme ve Türkiye Uluslararası Sempozyumu, Akdeniz Üniversitesi, 27-30 Mart 2008, Antalya.
Sönmez, M., (2005), “Türkiye'nin Dış Ticaretinin Sektörel Analizi: 2000-2004”, Ege Bölgesi Sanayi Odası Yayını.
Sönmez, S., (2003), “Türkiye'de Finansal Serbestlik: İstikrarsızlık. Faktörü Mü? Kalkınmanın İtici Gücümü?”, Ekonomik Yaklaşım,. 14(49), 210-224.
Spiegel, H.W., (1964), “The Development Of Economic Thought: Great Economists In Perspective”, Abridged Edition, (New York: John Waley And Sons; 1964)
Stern, N., (2002), “A Strategy For Development”, The World Bank.Stiglitz, J.E., (1998), "Redefining The Role Of The State: What Should It Do? How Should It Do
It? And How Should These Decisions Be Made?", Speech Presented On The 10th Anniversary Of Mıtı Research Institute, 17march, Tokyo.
Stiglitz, J.E., (2000), “Economics Of The Public Sector”, W.W.Norton, Third Edition, New York.Stiglitz, J.E., (2002), “Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı”, Mart Matbaacılık Sanatları, Çev:
Arzu Taşcıoğlu-Deniz Vural, İstanbul.Şenesen, G.G. ve Şenesen, Ü., (2003), “Üretimde Dışalıma Bağımlılık: 1970’lerden 2000’lere Ne
Değişti?”, A.H. Köse, F. Şenses ve E. Yeldan (Der.), Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve Sınıflar içinde, İstanbul: İletişim Yayınları.
Şenesen, G.G., (2005), “Türkiye’nin Üretim Yapısı Girdi-Çıktı Modeli Temel Bulgular”, TÜSİAD Büyüme Stratejileri Dizisi No. 3, İstanbul: TÜSİAD.
Şimşek, M., (2003), “Türkiye’de İhracata Dayalı Büyüme Hipotezi, 1950-2002”, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt.18, Sayı.Iı,
T.C. Hazine Müsteşarlığı, (2001), “Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı: Hedefler, Politikalar ve Uygulamalar”, T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlık Matbaası.
Taylor, A.M. & Taylor M.P., (2004), "The Purchasing Power Parity Debate", Journal Of Economic Perspectives, 2004, V18(4,Fall), 135-158.
Taylor, T., (2002), “The Truth About Globalization”, The Public Interest, Spring 2002, Vol 147.Taymaz E. ve Suiçmez, H., (2005), Türkiye'de Verimlilik, Büyüme ve Kriz”, Türkiye Ekonomi
Kurumu Tartışma Metni 2005/4, Nisan 2005.Tek, (2003), “Büyüme Stratejileri”, Türkiye İktisat Kongresi Büyüme Stratejileri Çalışma Grubu,
Tartışma Metni 2003/5, Aralık, 2003.Tekelioğlu, M., (1993), “İktisadi Düşünceler Tarihi”, Çukurova Üniversitesi Basımevi, Adana.Tellan, D.Ö., (2008), “Tüketimin Karşı Devrimi: Türkiye'de 1980 Sonrası Uygulanan İktisat
Politikalarının Toplumsal Sonuçlarına Eleştirel Bir Bakış”, Ekonomik Yaklaşım, Cilt : 19, Sayı : 67, Ss. 1-19.
Temin, P., (1997), “Two Views Of The British Industrial Revolution.”, Journal Of Economic History, 57 , Pp 63-82.
Tena, A., (2007), “Tariff Structure And Institutions In The Late 19th Century New Perspectives On The Tariff Growth Paradox”, Paper Presented To The Seventh Conference Of The European Historical Economics SocietyLund,2007.http://www.ekh.lu.se/ehes/paper/antonio%20tena%202%202%20(ehs%20lund)%20(2).pdf(Erişim: 12.03.09).
The World Bank, (1993), “The East Asian Miracle: Economic Growth And Public Policy”, Oxford University Press For The World Bank; New York.
The World Bank, (1997), “Annual World Bank Conference On Development Economics 1997”, Washington D.C.: The World Bank.
The World Bank, (1998), “Knowledge For Development”, New York: Oxford University Pres.The World Bank, (2002a), “A World Bank Policy Research Report: Globalization, Growth And
Poverty”, Washington D.C.: The World Bank.The World Bank, (2002b), “World Development Report: Building Institutions For Markets”,
Washington D.C.: The World Bank.The World Bank, (2007), “Global Economic Prospects 2007: Managing The Next Wave Of
Globalization”, Washington D.C.: The World Bank.
222
The World Bank, (2009), “World Development Report: Reshaping Economic Geography”, Washington D.C.: The World Bank.
Todaro, M. & Smith, S., (2003), “Economic Development”, Eighth Edition, 2003, Addison-Wesley, New York And Boston.
Trebolcock, C., (1981), “The Industrialisation Of The Continental Powers 1780-1914”, London & Newr York, Longman.
Tunçkanat, H., (1996), “27 Mayıs 1960 Devrimi (Diktadan Demokrasiye)”, Çağlayan Yayınevi, 1996.
Turnovsky, S. J., (2000), “Growth In An Open Economy: Some Recent Developments” Nbb Working Paper No. 5. Brussels: National Bank Of Belgium.
Tüik, (2008), “İstatistik Göstergeler (1923-2004)”, Tüik, Ankara, Aralık 2008.Tüik, (2009), “Hanehalkı İşgücü Araştırması 2009 Şubat Dönemi Sonuçları (Ocak, Şubat, Mart
2009)”, Tüik, Sayı:85, Ankara, 15 Mayıs 2009.Türkay, M., (2005), “1945’den 2000’lere Söylem ve Gerçeklik Arasında Kalkınma’nın Halleri.”
Ekonomik. Yaklaşım, C. 16, Sayı 55, S. 31-42Tyler, W., (1981), “Growth And Export Expansion In Developing Countries: Some Empirical
Evidence”, Journal Of Development Economics, 9, 121–30.Unctad, (2003), “Trade And Development Report 2003: Capital Accumulation, Growth And
Structural Change.”, United Nations Conference For Trade And Development, Geneva, 2003.Unctad, (2005), “Handbook Of Statistics 2005”, United Nations Conference For Trade And
Development, Geneva, 2005.Unctad, (2008), “Export Competitiveness And Development In Ldcs: Policies, İssues And
Priorities For Least Developed Countries For Action During And Beyond Unctad Xıı”, United Nations Conference For Trade And Development, New York And Geneva, 2008.
Undp, (2008), “The Human Development Report 2007/2008”, Washington, Imf Publication.United Nations, (2007), “Challenges Of The Least Developed Countries : Governance And
Trade”, Economic And Social Commission For Asia And The Pacific. - New York, Ny :United Nations, 2007. - Ix, 93 S. (Least Developed Countries Series ; 8)
Ünal, A. ve Kaya, H. (2009), “Küresel Kriz ve Türkiye”, Ekonomi ve Politika Araştırmaları Merkezi, İstanbul, 2009.
Üşür, İ., (2003), “Ekonomi Politik: Zarif Mezar Taşları”, http://www. bagimsizsosyalbilimciler.org/yazilar_bsb/ıktisatvetoplum_ısayausur.pdf(Erişim: 23.02.09)
Üşür, İ., (2005), “Kapitalizmin Evrimi ve Özelleştirme”, 20. Ylılında Türkiye'de Özelleştirme Gerçeği Sempozyumu, 26-27 Mayıs, 2005, http://www.bagimsiz- sosyalbilimciler. org/yazilar_ uye/usur_haz06.pdf(Erişim: 23.02.09)
Vaitsos, C.V., (2003), “Growth Theories Revisited: Enduring Questions With Changing Answers”, Unu/Intech Discussion Paper, 2003-9.
Veltmeyer, H., (2006), “Latin Amerika ve Başka Bir Kalkınma”, (Çev. Özkan Akpınar), Kalkedon Y., İstanbul.
Vernon, R., (1966), “International Investment And International Trade In The Product Cycle”, Quarterly Journal Of Economics, P: 190-207.
Vohra, R., (2001), “Export And Economic Growth: Further Time Series Evidence From Less-Developed Countries”, International Advances In Economic Research 7:3, 345-350.
Voivodas, C.S., (1973), “Exports, Foreign Capital Inflows And Economic Growth”, Journal Of International Economics, 22, 337-49.
Voth, H.J., (1998), “Time And Work In Eighteenth-Century London”, Journal Of Economic History, 58 , Pp 29-58.
Wacziarg, R., (2001), “Measuring The Dynamic Gains From Trade”, The World Bank Economic Review, 15(3), 393-429.
Williamson, J., (1990), “What Washington Means By Policy Reform.”, In John Williamson, Ed., Latin American Adjustment: How Much Has Happened? Washington, D.C.: Institute For International Economics.
Williamson, J., (2000), “What Should The World Bank. Think About The Washington Consensus?”, World. Bank Research Observer, 15(2): 251–64
223
Williamson, J.G., (1996), "Globalization, Convergence And History", Journal Of Economic History (June 1996), Pp. 1-30.
Williamson, J.G., (2002), “Winners And Losers Over Two Centuries Of Globalization.” Nber Working Paper No. 9161.
Witt, U., (2002), “How Evolutionary İs Schumpeter’s Theory Of Economic Development?”, Industry And Innovation, 9 (1/2): 7-22.
Woolcock, M., (2001), “Globalisation, Growth, And Poverty: Facts, Fears, And An Agenda For Action”, [Policy Research Report], Washington: Development Research Group, The World Bank, 10 August 2001.
Yanıkkaya, H., (2003), “Trade Openness And Economic Growth: A Cross-Country Empirical Investigation”, Journal Of Development Economics, 72, 57-89.
Yapraklı, S., (2007), “Ticari ve Finansal Dışa Aıklık İle Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişki: Tükiye Üzerine Bir Uygulama”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakütesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi, 5:67- 89.
Yavilioğlu, C., (2002a), “Kalkınmanın Anlambilimsel Tarihi ve Kavramsal Kökenleri”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 3, Sayı 1, 2002
Yavilioğlu, C., (2002b), “Geri Kalmışlık Olgusu ve Ekonomistik Kalkınma Teorileri (Eleştirel Bir Yaklaşım)”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 3, Sayı 2, 2002
Yavuz, G., (2007), “Washington Uzlaşması'ndan Post Washington Uzlaşması'na: Kalkınma Gündeminin Belirlenişinde "Yeni Kurumcu İktisat" Etkisi”, Ekonomik. Yaklaşım, C. 18, Sayı 64 S. 23-44.
Yeldan, E., (2002), “Neoliberal Küreselleşme İdeolojisinin Kalkınma Söylemi Üzerine Değerlendirmeler”, Praksis Dergisi, 2002. S.1-14
Yeldan, E., (2006), “Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm, Birikim ve Büyüme”, İletişim Yayınları, 11. Baskı, İstanbul.
Yentürk, N., (2004), “Türkiye’de Uygulanan İktisat Politikalarının İhracatın İthalata Bağımlılığı Üzerindeki Etkileri: Girdi-Çıktı Tekniği ile Bir İnceleme”, Gülten Kazgan’a Armağan içinde, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Yerasimos, S., (1992), “Azgelismislik Sürecinde Türkiye-3: Dünya Savasından 1971’e”, Belge Yayınları, İstanbul, Kasım 1992.
Yıldırım, E. ve Dura, C., (2007), “Gümrük Birliğinin Türkiye Ekonomisi Üzerindeki Etkileri Konusundaki Literatüre Genel Bir Bakış”,Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı: 28, Ocak-Haziran 2007, ss. 141-177
Yiğidim, A. ve Köse, N., (1997), “İhracat ve İktisadi Büyüme Arasındaki İlişki, İthalatın Rolü: Türkiye Örneği (1980-1996)”, Ekonomik Yaklaşım, Cilt.8, Sayı.26
Young, A., (1995), “The Tyranny Of Numbers: Confronting The Statistical Realities Of The East Asian Growth Experience”, Quarterly Journal Of Economics 110: 641-680.
Yumuşak, İ.G. ve Bilen, M., (2000), "Gelir Dağılımı - Beşeri Sermaye İlişkisi ve Türkiye Üzerine Bir Değerlendirme", Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:1,2000, Kocaeli.
Yüceşahin, M. M., Bayar, R. ve Özgür, E.M., (2004), “Türkiye'de Şehirleşmenin Mekansal Dağılımı ve Değişim”, Coğrafi Bilimler Dergisi, 2004, 2 (1), 23-39.
Yükseler, Z., (1998), “Makroekonomik Hesaplar ve Ödemeler Dengesi”, Tartışma Tebliği, Türkiyebankalar Birliği- Bankacılar Dergisi, Haziran 1998.
Yülek, M.A., (1997), “İçsel Büyüme Teorileri, Gelişmekte Olan Ülkeler ve Kamu Politikaları Üzerine”,. Hazine Dergisi. , Sayı 6, Nisan, 1997.
224
1300 1400 1500 1600 1700 1800 18500
5
10
15
20
25
Doğu Avrupa Batı Avrupa Asya
1500 1600 1700 1800 18700
500
1000
1500
2000
2500
1300 1400 1500 1600 1700 1800 18500
5
10
15
20
25
30 Doğu Avrupa Deniz Aşırı Tacir Batı Avrupa Ülkeleri
Deniz Aşırı Tacir Ülkeler Dışındaki Batı Avrupa Ülkeleri
1500 1600 1700 1820 18700
500
1000
1500
2000
2500
3000Doğu Avrupa Deniz Aşırı Tacir Batı
Avrupa ÜlkeleriDeniz Aşırı Tacir Ülkeler Dışındaki Batı Avrupa Ülkeleri
EK1. Avrupa ve Asya'da Kentleşme ve GSMH Değişim Seviyeleri (1300-1850), KAYNAK: ACEMOGLU, JOHNSON & ROBINSON, 2005.
Grafik 1. Nüfus bakımından ağırlıklandırılmış kentleşme oranları (Batı Avrupa, Doğu
Avrupa, Asya)
Grafik 2. Nüfus bakımından ağırlıklandırılmış kentleşme oranları (DATÜ - Batı Avrupa,
DATÜ Dışındaki Batı Avrupa Ülkeleri, Doğu Avrupa)
Grafik 3. Nüfus bakımından ağırlıklandırılmış kişi başına düşen GSMH (Batı Avrupa,
Doğu Avrupa, Asya)
Grafik 4. Nüfus bakımından ağırlıklandırılmış kişi başına düşen GSMH (DATÜ- Batı
Avrupa, DATÜ Dışındaki Batı Avrupa Ülkeleri, Doğu Avrupa)
225
Doğu Avrupa Batı Avrupa Asya
EK.2. Gelir Durumları ve Coğrafyalarına Göre Ülkeler (Düşük Gelir Grubu Ülkeler (DGGÜ): Kişi başı milli geliri $935 ve altında kalan ülkeler , Alt Orta Gelir Grubu Ülkeler (AOGGÜ): Kişi başı milli geliri $936 ile $3,705 arasında kalan ülkeler , Üst Orta Gelir Grubu Ülkeler (ÜOGGÜ): Kişi başı milli geliri $3,706 ile $11,455 arasında kalan ülkeler , Yüksek Gelir Grupları: Kişi başı milli geliri $11,46 ve üstü olan ülkeler)KAYNAK: World Bank, 2009:351 Orta Doğu ve Kuzey Afrika Güney Asya Latin Amerika ve Karayipler Yüksek Gelirli OECD ÜlkeleriCezayirCibutiMısırİranIrakÜrdünLübnanLibyaFasSuriyeTunusBatı Bank ve GazaYemen
AOGGÜAOGGÜAOGGÜAOGGÜAOGGÜAOGGÜÜOGGÜÜOGGÜAOGGÜAOGGÜAOGGÜAOGGÜDGGÜ
AfganistanBangladeşButanHindistanMaldivlerNepalPakistanSri Lanka
DGGÜDGGÜAOGGÜAOGGÜAOGGÜDGGÜDGGÜAOGGÜ
ArjantinBelizeBolivyaBrezilyaŞiliKolombiyaKosta RikaKübaDominikDominik CumhuriyetiEkvatorEl SalvadorGrenadaGuatemalaGuyanaHaitiHondurasJamaikaMeksika NikaraguaPanamaParaguayPeruSt. Kitts ve NevisSanta LuçiaSt. Vincent ve G.SurinamUruguayVenezuella
ÜOGGÜÜOGGÜAOGGÜÜOGGÜÜOGGÜAOGGÜÜOGGÜÜOGGÜÜOGGÜAOGGÜAOGGÜAOGGÜÜOGGÜAOGGÜAOGGÜDGGÜAOGGÜÜOGGÜÜOGGÜAOGGÜÜOGGÜAOGGÜAOGGÜÜOGGÜÜOGGÜÜOGGÜÜOGGÜÜOGGÜÜOGGÜ
Avustralya AvusturyaBelçikaKanadaÇek Cum.DanimarkaFinlandiyaFransaAlmanyaYunanistanMacaristanİzlandaİrlandaİtalyaJaponyaG. Kore LüksemburgHollandaYeni Zelanda NorveçPortekizSlovak Cum.İspanyaİsveçİsviçreBirleşik Krallık (İngiltere)ABD
Doğu Asya ve Pasifik Avrupa ve Merkez Asya Sahra Altı Afrika Diğer Yüksek Gelirli Ülkeler
Amerikan SamoasıKamboçyaÇinFijiEndonezyaKiribatiK.KoreLao PDRMalezyaMarşal AdalarıMikronezya, Federal Eyaleti MoğolistanMyanmarPalauPapua Yeni GineFilipinlerSamoaSolomon AdalarıTaylandTimor-LesteTongaVanuatuVietnam
ÜOGGÜDGGÜAOGGÜÜOGGÜAOGGÜAOGGÜDGGÜDGGÜÜOGGÜAOGGÜAOGGÜAOGGÜDGGÜÜOGGÜDGGÜAOGGÜAOGGÜDGGÜAOGGÜAOGGÜAOGGÜAOGGÜDGGÜ
ArnavutlukErmenistanAzerbaycanBeyaz RusyaBosna-HersekBulgaristanHırvatistanGürcistanKazakistanKırgızisatnLetonya Litvanya MakedonyaMoldovaKaradağPolonyaRomanyaRusya FederasyonuSırbistanTacikistanTürkiye TürkmenistanUkraynaÖzbekistan
AOGGÜAOGGÜAOGGÜÜOGGÜAOGGÜÜOGGÜÜOGGÜAOGGÜÜOGGÜDGGÜÜOGGÜÜOGGÜAOGGÜAOGGÜÜOGGÜÜOGGÜÜOGGÜÜOGGÜÜOGGÜDGGÜÜOGGÜAOGGÜAOGGÜDGGÜ
AngolaBeninBotsvanaBurkina FasoBurundiKamerunCape VerdeOrta Afrika Cum.ÇadKomorosKongo Dem. Cum.Kongo Cum.Fildişi SahiliEritreEthiopyaGabonGambiaGanaGineGine BisauKenyaLesotoLiberyaMadagaskarMalaviMaliMoritanyaMouritiusMayotteMozambikNamibyaNijerNijerya RivandaSao Tome ve PrinsipSenegalSeyşellerSierra LeoneSomaliGüney AfrikaSudanSvazilandTanzanyaTogoUgandaZambiyaZimbabve
AOGGÜDGGÜÜOGGÜDGGÜDGGÜAOGGÜAOGGÜDGGÜDGGÜDGGÜDGGÜAOGGÜDGGÜDGGÜDGGÜÜOGGÜDGGÜDGGÜDGGÜDGGÜDGGÜAOGGÜDGGÜDGGÜDGGÜDGGÜDGGÜÜOGGÜÜOGGÜDGGÜAOGGÜDGGÜDGGÜDGGÜDGGÜDGGÜÜOGGÜDGGÜDGGÜÜOGGÜAOGGÜAOGGÜDGGÜDGGÜDGGÜDGGÜDGGÜ
AndoraAntigua ve BarbudaArubaBahamalarBahreynBarbadosBermudaBruney Seymen AdalarıChannel AdalarıKıbrısEkvator GinesiEstonyaFaroe AdalarıFransız PolineziGrönlandGuamHong Kong, ÇinMan AdasıİsrailKuveytLihtenştaynMakao, ÇinMaltaMonakoHolalnda AntilleriYeni KaledonyaKuzey Mariana AdalarıUmmanPorto RikoKatarSan MarinoSuudi ArabistanSingapurSlovenyaTayvan, ÇinTrinidad and TobagoBirleşik Arap EmirlikleriVirjin Adaları
226
EK.3. İdbs'ne Yönelik Bazı Çalışmalar ve Sonuçları
YIL YAZAR/YAZARLAR DÖNEM ÖRNEKLEM GENİŞLİĞİ METOD GENEL SONUÇ1963 Maizels 1899:1959 7 Gelişmiş Ülke YKÇ - RK İDBS'ni destekliyor
1967 Emery 1950:60 50 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1968 Maizels 1950:62 9 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1968 Syron & Walsh 1953-1963 50 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1970 Kravis 1950/52:63/65 37 Petrol İhracatçısı Olmayan Ülke YKÇ - RK İDBS'ni destekliyor
1972 Blumenthal 1953:67 Japonya ZSÇ-EKKY İDBS'ni desteklemiyor
1973 Michalopoulos & Jay 1960:69 39 Az Gelişmiş Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1973 Papanek 34 Ülke 1950'ler için50 Ülke 1960'lar için YKÇ - EKKY İDBS'ni desteklemiyor
1973 Voivodas 1956:67 22 Az Gelişmiş Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1974 Voivodas 1955:70 Kore ZSÇ-EKKY İDBS'ni destekliyor
1977 Michaely 1950:73 41 Ülke YKÇ - RK İDBS'ni destekliyor
1978 Balassa 1960:66 - 1966:73 11 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ – RK - EKKY İDBS'ni destekliyor
1978 Heller & Porter 1950:73 41 Az Gelişmiş Ülke YKÇ – RK - EKKY İDBS'ni destekliyor
1978 Williamson 1960:74 22 Latin Amerika Ülkesi YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1978 Krueger 1954:71 10 Ülke ZSÇ-EKKY İDBS'ni destekliyor
1979 Fajana 1954:74 Nijerya ZSÇ-EKKY İDBS'ni destekliyor
1981 Balassa 1960:66 - 1966:73 12 Yeni Sanayileşmiş Ülke YKÇ – RK - EKKY İDBS'ni destekliyor
1981 Tyler 1960:73 11 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - RK İDBS'ni destekliyor
1982 Schenzler 1950:79 Şili, Hindistan, G. Kore ZSÇ-EKKY İDBS'ni destekliyor
1983 Feder 1964:73 32 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1983 Salvatore 1961:78 52 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1984 Balassa 10 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1984 Kavoussi 1960:78 73 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ – RK - EKKY İDBS'ni destekliyor
1985 Ram 1960:70 - 1970:77 73 Az Gelişmiş Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1985 Balassa 1973:79 43 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1985 Kormendi & Meguire 1950:77 47 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1985 Jaffee 1960:77 80 Az Gelişmiş Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1985 Kavoussi 1967:73 (1973:77) 52(51) Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - RK İDBS'ni destekliyor
1985 Gupta G.Kore-Çeyreklik 1960(1):79(4)İsrail-Çeyreklik 1969(1):81(1) SNT İhracat ve Büyüme arasında iki yönlü
nedensellik ilişkisi.
1985 Jung & Marshall 1950:81 37 Gelişmekte Olan Ülke ZSÇ-EKKY -GNT İDBA: 6 ülke, BDİA: 11 ülkeİYNİ: İsrail, NY: 20 ülke
1986 Helleiner 1960:79 23 Düşük Gelirli Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1986 Rana 1965:82 - 1965:73 - 1974:82 14 Az Gelişmiş Asya Ülkesi YKÇ – RK - EKKY İDBS'ni destekliyor
1986 Darrat 1960:82 Hong Kong, Kore, Singapur, Tayvan ZSÇ-GNT-VARM İDBA: Tayvan, NY: Hong Kong, Kore, Singapur.
1987 Ram 1960:70 - 1970:77 88 Gelişmekte Olan Ülke ZSÇ - EKKY 39 Ülkede İDBS'ni destekliyor.49 Ülkede İDBS'ni desteklemiyor
1987 Chow 1960:84 Arjantin, Brezilya, Hong Kong, İsrail, Kore, Meksika, Singapur ve Tayvan ZSÇ-SNT-VARM İDBA: Meksika,
İYNİ:6 ülke, NY: Arjantin
1987 Darrat 1955:82 Hong Kong, G. Kore, Singapur, Tayvan ZSÇ-OGM İDBA: G. Kore, BDİA: Singapur, Tayvan, NY: Hong Kong
1987 Hsiao 1960:82 Hong Kong, G. Kore, Singapur, Tayvan ZSÇ-SNT-GNT-VARM BDİA: Hong Kong, NY: G. Kore, Singapur, Tayvan.
1988 Singer & Gray 1967:73 - 1973:77 - 1977:83 52 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - RK İDBS'ni destekliyor
YKÇ: Yatay Kesit Çalışması, ZSÇ: Zaman Serileri Çalışması, EKKY: En Küçük Kareler Yöntemi, RK: Rank Korelasyonu, REP: Rassal Etkiler Panel, ARM: Anahtarlamalı Regresyon Modeli, SNT: Sims Nedensellik Testi, GNT: Granger Nedensellik Testi, İDBA: İhracata Dayalı Büyüme Artışı, BDİA: Büyümeye Dayalı İhracat Artışı, İYNİ: İki Yönlü Nedensellik İlişkisi, NY: Nedensellik Yok, VARM: Vektör Otoregresyon Modeli, OGM: Otoregresiv Gecikme Modeli, VHDM: Vektör Hata Düzeltme Modeli, KA: Kointegrasyon Analizi
227
YIL YAZAR/YAZARLAR DÖNEM ÖRNEKLEM GENİŞLİĞİ METOD GENEL SONUÇ1988 Grabowski 1885:1940 Japonya ZSÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1989 Kohli & Singh 1960:70 - 1970:81 31 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1989 Mbaku 1970:81 37 Afrika Ülkesi (Düşük ve Orta Gelirli Ülkeler) YKÇ - EKKY
Orta Gelirli Ülkelerde güçlü bir şekilde İDBS'ni destekliyor, Düşük
Gelirlillerde daha zayıf.
1989 Moschos 1970:80 71 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1989 Afxentiou & Serletis1870:1985,1870:961896:1929,1930:501950:8
5Kanada ZSÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1989 Kunst & Marin 1965(2): 85(4) Avusturya ZSÇ-GNT-VARM İDBS'ni destekliyor
1990 Fosu 1960:70 - 1970:80 28 Afrika Ülkesi YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1990 Grabowski ve Diğerleri 1885:1939 - 1952:80 Japonya ZSÇ-GNT-VARM1885:1939 Periyodu İDBS'ni
desteklemiyor, 1952:80 Periyodu İDBS'ni destekliyor.
1990 Otani & Villaneuva 1970:85 55 Düşük Gelirli Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1990 Sheehey 1960:70 36 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1990 Sung-Shen 1957(1):87(1) G. Kore, Japonya ve Tayvan ZSÇ-GNT-VARM İYNİ: G. Kore, Japonya ve Tayvan
1991 Alam 1965:73 - 1973:84 41 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1991 Dodaro 1965:70 - 1970:81 84 Az Gelişmiş Ülke YKÇ - EKKYİDBS'ni destekliyor. Ancak, ülkelerin
ihracat sepetine göre sonuçlar değişebiliyor.
1991 Esfahani 1960:73 - 1973:81 - 1980:86 31 Yarı Sanayileşmiş Ülke YKÇ – İki Aşamalı
EKKY İDBS'ni destekliyor
1991 Papageorgiou, Michaely & Choksi Karşılaştırmalı Örnekler İDBS'ni destekliyor
1991 Afxentiou & Serletis 1950:85 16 Sanayileşmiş Ülke ZSÇ-GNT-VARM BDİA: 3 Ülke, NY: 13 Ülke
1991 Salvatore & Hatcher 1963:73 - 1973:85 26 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1991 Ahmad & Kwan 1981:87 Gelişmekte Olan 47 Afrika Ülkesi ZSÇ-GNT-VARM İDBS'ni desteklemiyor, kimi ülkelerde BDİA gözlemlenmiştir.
1991 Bahmani-Oskooee, Mohtad & Sagbish 1951:87 20 Az Gelişmiş Ülke ZSÇ-GNT-VARM İDBA: 5 ülke, BDİA: 2 Ülke,
NY: 14 ülke
1991 Nandi & Biswas 1960:85 Hindistan ZSÇ-GNT İDBS'ni destekliyor
1991 Kugler 1970:87 ABD, Japonya, İsviçre, Batı Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık ZSÇ-GNT-VHDM
İDBA: Batı Almanya, FransaNY: Birleşik Krallık, ABD, Japonya,
İsviçre,
1991 Salvatore & Hatcher 1963:85 26 Gelişmekte Olan Ülke ZSÇ - EKKY 15 ülke için İDBS'ni destekliyor
1991 Sawhney & DiPietro 1965:80 120 Dünya Bankası Ülkesi YKÇ - EKKYİDBS'ni destekliyor. İhracatın önemi, ülkelerin kalkınmışlık düzeyine göre
değişmektedir.
1991 Kwan & Cotsomotis 1952:85 - 1952:78 Çin ZSÇ-GNT-VHDM İYNİ: 1952:85. NY: 1952:78.
1991 Sharma, Norris & Cheung, 1960(1): 87(2) ABD, Japonya, Batı Almanya, İtalya ve Birleşik Krallık ZSÇ-GNT
İDBA: Japonya, Batı Almanya BDİA: ABD, Birleşik Krallık
NY: İtalya
1992 Dollar 1976:85 92 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor.
1992 De Gregorio 1950:85 12 Latin Amerika Ülkesi YKÇ - REP (Random Effects Panel) İDBS'ni desteklemiyor
1992 Moore 1960:66 - 1966:73 1973:79 - 1979:86 87 Orta ve Yüksek Gelirli Ülke YKÇ - ARM (switching
regression)
İDBS'ni destekliyor. İhracatın önemi, ülkelerin gelir düzeyine göre
değişmektedir.
1992 Ahmad & Harnhirun 1967:88 Malezya, Filipinler, Singapur, Endonezya, Tayland ZSÇ-GNT-VHDM BDİA: Malezya, Filipinler,
Singapur, Endonezya, NY: Tayland
1992 Egwaikhide 1973:88 Nijerya ZSÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor.
1992 Marin 1960(1):87(2) ABD, Japonya, Almanya, Birleşik Krallık ZSÇ-GNT-VHDM İDBA: ABD, Almanya, Birleşik Krallık, İYNİ:Japonya
1992 Giles, Giles, & McCann 1963:91 Yeni Zelanda ZSÇ-GNT-VHDM NY
1992 Hutchison & Singh 1950:85 34 Gelişmekte Olan Ülke ZSÇ-GNT-VARM İDBS'ni zayıf bir şekilde destekliyor.
1992 Serletis 1870:85; 1870:44; 1945:85 Kanada ZSÇ-GNT-VARM İDBA: 1870:85; 1870:44
İYNİ:1945:85
Devam Ediyor...
228
YIL YAZAR/YAZARLAR DÖNEM ÖRNEKLEM GENİŞLİĞİ METOD GENEL SONUÇ1992 Sheehey 1960:81 43 Petrol İhracatçısı Olmayan Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni kısmen destekliyor.
1993 Sprout & Weaver 1970:84 72 Az Gelişmiş Ülke YKÇ – İki Aşamalı EKKY
Büyük ve temel ürünler dışındaki ürünleri ihraç eden ülkeler için
İDBS'ni destekliyor. Temel ürün ihracatçıları için İDBS'ni
desteklemiyor.
1993 Bahmani-Oskooee & Alse 1973(1):88(4) 9 Az Gelişmiş Ülke ZSÇ-GNT-VHDM İYNİ: Bütün Ülkelerde
1993 Dodaro 1967:86 87 Ülke ZSÇ- EKKY-GNT-VHDM
EKKY ile yapılan incelemede, ülkelerin yarıya yakınında İDBS anlamsız çıkmakta. Nedensellik testlerine göre; İDBA:8 Ülke,
BDİA:14 Ülke, İYNİ:3 Ülke, NY: 62 ülke
1993 Ghartey 1955(1):91(2) Tayvan, ABD, Japonya ZSÇ-GNT İDBA:Tayvan,, BDİA:ABD, İYNİ:Japonya
1993 Gordon & Sakyi-Bekoe 1972:88 Gana ZSÇ-GNT-SNT-VARM%5 Güven Aralığı için İDBA
dseteklenmemektedir. %10 için, desteklenmektedir.
1993 Oxley 1865:91 Portekiz ZSÇ-GNT-VHDM BDİA
1993 Khan & Saqib 1972:88 Pakistan ZSÇ- EKKY İDBS'ni destekliyor
1993 Kugler & Dridi 1960:89 11 Az Gelişmiş Ülke KA 7 ülke için İDBS'ni destekliyor.
1993 Sengupta 1961:87 Tayvan, Japonya, G. Kore, Filipinler ZSÇ- EKKYTayvan ve G. kore için İDBS'ni
destekliyor, Japonya ve Filipinler için desteklemiyor.
1994 Ukpolo 1969:88 8 Afrika Ülkesi ZSÇ- EKKY
Petrol harici malların ihracatının büyüme artışını sağladığı sonucuna
varılmıştır, Ancak, çalışmanın sonuçları petrol ve imalat sanayi
ürünler ile büyüme arasındaki ilişkide İDBS'ni desteklememektedir.
1994 van den Berg & Schmidt 1960:87 7 Latin Amerika Ülkesi ZSÇ- KA-VHDM İDBS'ni destekliyor
1994 Suliman, Mengistus, Lorentz & Ghebreyesus 1967:89 G. Kore ZSÇ-GNT-VARM İYNİ
1994 Sharma & Dhakal 1960:88 30 Gelişmekte Olan Ülke ZSÇ-GNT-VARM İDBA:6 Ülke, BDİA: 8 Ülke, İYNİ:5 Ülke, NY: 11 ülke
1994 Sengupta & España 1960:87 Tayvan, Japonya, G. Kore, Filipinler, Tayland ZSÇ- EKKY Japonya hariç, İDBS'ni destekliyor
1994 Onchoke & In 3 Ülke ZSÇ-GNT-VHDM İki ülkede İDBS'ni destekliyor
1994 Love 1960:90 20 Ülke ZSÇ-GNT-VARM Ülkelerin yarıya yakınında İDBS'ni destekliyor
1994 Karunaratne 1959(3):92(1) Avustralya ZSÇ-GNT-VARM İDBS'ni destekliyor
1994 Hansen 1968:91 Yeni Zelanda ZSÇ- EKKY İDBS'ni desteklemiyor
1994 Greenaway & Sapsford 1957:85 G. Kore, Türkiye, Kolombiya, Sri Lanka, Şili ZSÇ- EKKY
Sri Lanka dışındaki devletler için İDBS'ni desteklemiyor. Türkiye için; ihracat ve büyüme arasında negatif ilişki olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
1994 Greenaway & Sapsford 1957:85 14 Ülke ZSÇ- EKKY İDBS'ni desteklemiyor
1994 Dutt & Ghosh 1953:91 26 Ülke KA 20 ülkede İDBS'ni destekliyor
1994 Coppin 1980:88 59 Az Gelişmiş Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1994 Greenaway&Sapsford 1960:73 -1973:80 - 1980:88 104 Ülke YKÇ - EKKY
1960:73 -1973:80 Periyodlarında İDBS'ni destekliyor. 1980:88
periyodunda İDBS'ni desteklemiyor
1994 Ateşoğlu 1963:89 ABD ZSÇ- İki Aşamalı EKKY İDBS'ni destekliyor
1995 Paul & Chowdhury 1949:91 Avustralya ZSÇ-GNT-VARM İDBS'ni destekliyor
1995 McCarville & Nnadozie 1926:88 Meksika ZSÇ-GNT-VARM İDBS'ni destekliyor
1995 Kwan & Kwok 1952:85 Çin ZSÇ-GNT-VARM İDBS'ni destekliyor
1995 Sachs & Warner 1970:89 135 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1995 Jin & Yu 1960(1):87(4) Japonya, ABD, Kanada, G. Kore. ZSÇ-GNT-VARM BDİA: Kanada, ABDİYNİ: G. Kore, Japonya
1995 Holman & Graves 1953:90 G. Kore ZSÇ-GNT-VARM İYNİ
YKÇ: Yatay Kesit Çalışması, ZSÇ: Zaman Serileri Çalışması, EKKY: En Küçük Kareler Yöntemi, RK: Rank Korelasyonu, REP: Rassal Etkiler Panel, ARM: Anahtarlamalı Regresyon Modeli, SNT: Sims Nedensellik Testi, GNT: Granger Nedensellik Testi, İDBA: İhracata Dayalı Büyüme Artışı, BDİA: Büyümeye Dayalı İhracat Artışı, İYNİ: İki Yönlü Nedensellik İlişkisi, NY: Nedensellik Yok, VARM: Vektör Otoregresyon Modeli, OGM: Otoregresiv Gecikme Modeli, VHDM: Vektör Hata Düzeltme Modeli, KA: Kointegrasyon Analizi
Devam Ediyor...
229
YIL YAZAR/YAZARLAR DÖNEM ÖRNEKLEM GENİŞLİĞİ METOD GENEL SONUÇ1995 Bahmani-Oskooee & Domac 1923:90 Turkey ZSÇ- KA-VHDM İYNİ
1995 Arnade & Vasavada 1961:87 33 Latin Amerika ve Asya Ülkesi ZSÇ-GNT-VARM İDBA:6 Ülke, BDİA:5 Ülke, NY: 22 ülke
1995 Amirkhalkhali & Dar 1961:90 23 Gelişmekte Olan Ülke ZSÇ- EKKY 15 ülke için İDBS'ni destekliyor
1995 Ahmad & Harnhirun 1966:90 5 Asya Ülkesi ZSÇ- KA-VHDM İYNİ:Singapur NY: 4 ülke
1995 Amirkhalkhali & Dar 1961:90 23 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - EKKY
Güçlü bir şekilde İçe Dönük politikaları uygulayan devletler dışındaki devletler için İDBS'ni
destekliyor.
1995 Song & Chen 1960:75, 1975:91 - 1960:91 33 Ülke YKÇ - EKKY
Genel olarak İDBS'ni destekliyor. Ancak, sonuçlar periyoda ve ülkelere
göre değişebiliiyor.
1995 Yaghmaian & Ghorashi 1980:90 30 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni desteklemiyor
1996 Burney 1965:80 Dönemi için 89 Ülke1980:90 Dönemi için 90 Ülke YKÇ - EKKY
1980:90 Periyodunda İDBS'ni destekliyor. 1965:80 periyodunda
İDBS'ni desteklemiyor
1996 Fosu 1967:73, 1973:80, 1980:86, 1967:86 76 Az Gelişmiş Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1996 Abhayaratne 1960:92 Sri Lanka ZSÇ-GNT-VARM NY
1996 Amoateng & Amoako-Adu 1971:90 35 Afrika Ülkesi ZSÇ-GNT-VARM NY
1996 Bodman 1960(1):95(4) Avustralya ve Kanada ZSÇ- GNT-VHDM İDBS'ni destekliyor
1996 Boltho 1913:37; 1952:73; 1973:90 Japonya ZSÇ-GNT-VARM BDİA
1996 Cheng & Chu 1940:90 ABD ZSÇ- GNT-VHDM İYNİ
1996 Doraisami 1963:93 Malezya ZSÇ- GNT-VHDM İYNİ
1996 Dutt & Ghosh 1953:91 26 Ülke ZSÇ- GNT-VHDM İDBA: 5 Ülke, BDİA:İki Ülke, İYNİ:3 Ülke, NY: 4 ülke
1996 Harrison YKÇ - EKKY-Panel İDBS'ni destekliyor
1996 Henriques & Sadorsky 1877:45; 1946:91 Kanada ZSÇ-GNT-VARM BDİA
1996 Islam & Iftekharuzzaman 1971:90 Bangladeş ZSÇ- EKKY İDBS'ni desteklemiyor
1996 Jin & Yu 1959(1): 92(3) ABD ZSÇ-GNT-VARM İDBS'ni desteklemiyor
1996 Karunaratne 1971(2):94(2) Avustralya ZSÇ- GNT-VHDM İDBS'ni destekliyor
1996 Mallick 1951:92 Hindistan ZSÇ- GNT-VHDM BDİA
1996 Onafowora, Owoye & Nyatepe-Coo 1963:91 12 Afrika Ülkesi ZSÇ- GNT-VHDM İDBA:6 Ülke, BDİA: 4 Ülke, İYNİ:2 Ülke
1996 Piazolo 1965:92 Endonezya ZSÇ- GNT-VHDM İDBS'ni destekliyor
1996 Pomponio 1965:85 66 Ülke ZSÇ-GNT-VARM İDBA:5 Ülke, BDİA: 8 Ülke, İYNİ:1 Ülke, NY: 52 ülke
1996 Riezman, Summers & Whiteman 1950:90 126 Ülke ZSÇ-GNT-SNT 126 Ülkeden sadece 22 ülkede İDNS'ni destekliyor.
1996 Thornton 1895:1992 Meksika ZSÇ- GNT-VHDM İDBS'ni destekliyor
1996 Xu 1951:90 32 Gelişmekte Olan Ülke ZSÇ- GNT-VHDM İDBA:12 Ülke, BDİA:8 Ülke, İYNİ:9 Ülke, NY: 3 ülke
1997 Park & Prime 1985:93 26 Çin Eyaleti YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1997 Ahmad, Harnhirun & Yang 1966:93 Endonezya, Malezya, Filipinler, Singapur, Tayland ZSÇ-GNT-VARM İDBA: Tayland, BDİA:Endonezya,
Malezya, Filipinler, Singapur
1997 Al-Yousif 1973:93 Suudi Arabistan, Kuveyt, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri ZSÇ- EKKY İDBS'ni destekliyor
1997 Amin Gutiérrez de Pineres & Ferrantino 1962:91 Şili ZSÇ-GNT-VARM BDİA
1997 Edwards 1960-90 93 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
1997 Dhananjayan & Devi 1981:94 12 Asya ve Avrupa Ülkesi ZSÇ- EKKY İDBS'ni destekliyor
1997 Gani 1970:92 Papua Yeni Gine ZSÇ- EKKY İDBS'ni destekliyor
1997 Ghatak, Milner & Utkulu 1955:90 - 1966:90 Malezya ZSÇ-GNT-VARM İDBS'ni destekliyor
1997 Karunaratne 1971(1):92(4) Avustralya ZSÇ- GNT-VHDM İYNİ
Devam Ediyor...
230
YIL YAZAR/YAZARLAR DÖNEM ÖRNEKLEM GENİŞLİĞİ METOD GENEL SONUÇ1997 Liu, Song & Romilly 1983(3):95(1) Çin ZSÇ-GNT-VARM İDBS'ni desteklemiyor
1997 Thornton 1850:1913 Danimarka, Almanya, İtalya, Norveç, İsveç ve Birleşik Krallık ZSÇ- GNT-VHDM
İDBA: İtalya, İsveç ve Norveç, BDİA:Birleşik Krallık,
İYNİ: Danimarka ve Almanya
1998 McNab & Moore 1963:73 - 1973:85 41 Gelişmekte Olan Ülke YKÇ – Üç Aşamalı EKKY
İDBS'ni destekliyor. Ancak iki yönlü nedensellik olduğuna da işaret
ediyor.
1998 Doyle 1953:93 İrlanda ZSÇ- GNT-VHDM İDBS'ni destekliyor
1998 Ghatak 1950:94 G. Kore ZSÇ- GNT- VHDM-VARM İDBS'ni kısmen destekliyor
1998 Islam 1967:91 15 Güneydoğu Asya Ülkesi ZSÇ- GNT- VHDM-VARM
İDBA:5 Ülke, İYNİ: 4 Ülke, NY: 7 ülke
1998 Shan & Sun (a) 1978(3):96(3) Avustralya ZSÇ- GNT- VARM BDİA
1998 Shan & Sun (b) 1978(5):96(5) Çin ZSÇ- GNT- VARM İYNİ
1998 Shan & Sun (c) 1978(1):96(3) Hong Kong, G.Kore ve Tayvan ZSÇ- GNT- VARM İDBA: Tayvan, İYNİ: Hong Kong, G.Kore
1998 Tuan & Ng 1961:85 Hong Kong ZSÇ- GNT-VHDM İDBS'ni kısmen destekliyor
1998 Wacziarg 1970-74, 1975-79, 1980-84, 1985-89 YKÇ-EKKY İDBS'ni destekliyor
1998 Yamada 1975(1):97(2) ABD, Birleşik Krallık, Japonya, İtalya, Kanada ZSÇ- GNT- VARM İDBS'ni kısmen destekliyor
1999 Bahmani-Oskooee & Niroomand 1960:92 22 Ülke ZSÇ-KA 19 Ülkede İDBS destekleniyor
1999 Sinha & Sinha 16 Latin Amerika Ülkesi 15 Ülkede İDBS destekleniyor
1999 Amin Gutiérrez de Pineres & Ferrantino 1962:93 Kolombiya ZSÇ- GNT- SNT -VARM NY
2001 Dollar & Kraay YKÇ-EKKY İDBS'ni destekliyor
2002 Greenaway, Morgan & Wright 1955-1985 30 Geç Liberalleşen Ülke (1985 Sonrası) ZSÇ- EKKY İDBS'ni destekliyor
2002 Kohpaiboon 1970-1999 Thailand ZSÇ- EKKY İDBS'ni destekliyor
2003 Bosworth &Collins 1960-80, 1980-2000 ZSÇ- EKKY İDBS'ni destekliyor
2003 Yanıkkaya1970:79, 1980:89,
1990:97100 Ülke YKÇ-EKKY (Panel
Veriler) İDBS'ni desteklemiyor
2003 Wacziarg & Welch 1950:89 135 Ülke YKÇ - EKKY İDBS'ni destekliyor
2004 Bolaky and Freund YKÇ-EKKY İDBS'ni desteklemiyor
2004Calderon, Loayza, &
Schmidt-HebbelYKÇ-EKKY (Panel
Veriler)İDBS'ni destekliyor. (Gelişmişlik
düzeyi arttıkça, etki artıyor.)
2005 Awokuse 1960:91 Japonya ZSÇ- GNT-VHDM İYNİ
2005 Chang, Kaltani & Loayza YKÇ-EKKY (Panel Veriler) İDBS'ni destekliyor
YKÇ: Yatay Kesit Çalışması, ZSÇ: Zaman Serileri Çalışması, EKKY: En Küçük Kareler Yöntemi, RK: Rank Korelasyonu, REP: Rassal Etkiler Panel, ARM: Anahtarlamalı Regresyon Modeli, SNT: Sims Nedensellik Testi, GNT: Granger Nedensellik Testi, İDBA: İhracata Dayalı Büyüme Artışı, BDİA: Büyümeye Dayalı İhracat Artışı, İYNİ: İki Yönlü Nedensellik İlişkisi, NY: Nedensellik Yok, VARM: Vektör Otoregresyon Modeli, OGM: Otoregresiv Gecikme Modeli, VHDM: Vektör Hata Düzeltme Modeli, KA: Kointegrasyon Analizi
KAYNAK: Ram, 2007:6-11, Awokuse, 2005:593-594, Bahmani-Oskooee & Niroomand, 1999:557, Edwards, 1997:1-6, Freeman, 2004:8-12, Gübe, 1997:19-22, Nourzad & Powell, 2003:74-78, Giles & Williams, 2000:29-47, Aksoy & Salinas, 2006:32-33.
Listedeki Çalışmalar;
Abhayaratne, A.S.P. (1996) "Foreign trade and economic growth evidence from Sri Lanka, 1960-1992'. Applied Economics Letters 3, 567-70.Afxentiou, P.C. and Serletis, A. (1989) "Long term trends in Canadian economic development". Economic Notes 3, 362-75.Afxentiou, P.C. and Serletis, A. (1991) "Exports and GNP causality in the industrial countries: 1950-1985'. Kyklos 44, 167-79.Ahmad, J. and Harnhirun, S. (1992) "The causality between exports and economic growth in the ASEAN countries - cointegration and error correction model approach". Mimeo.,
Department of Economics, Concordia University.Ahmad, J. and Harnhirun, S. (1995) "Unit roots and cointegration in estimating causality between exports and economic growth: empirical evidence from the ASEAN countries".
Economics Letters 49, 329-34.Ahmad, J. and Kwan, A.C.C. (1991) "Causality between exports and economic growth: empirical evidence from Africa". Economics Letters 37, 243-48.Ahmad, J., Harnhirun, S. and Yang, J. (1997) "Export and economic growth in the ASEAN countries: cointegration and causality tests". International Review of Economics and
Business 44, 419-30.Al-Yousif, Y.K. (1997) "Exports and economic growth: some empirical evidence from the Arab Gulf countries". Applied Economics 29, 263-7.Alam, M.S. (1991) "Trade orientation and macroeconomic performance in LDCs: an empirical study". Economic Development and Cultural Change 39, 839-48.Amin Gutiérrez de Piñeres, S. and Ferrantino, M. (1997) "Export diversification and structural dynamics in the growth process: a case study of Chile". Journal of Development
Economics 52, 375-91.Amin Gutiérrez de Piñeres, S. and Ferrantino, M. (1999) "Export sector dynamics and domestic growth: the case of Colombia". Review of Development Economics 3, forthcoming.Amirkhalkhali, S. and Dar, A.-A. (1995) "A varying-coefficients model of export expansion, factor accumulation and economic growth: evidence from cross-country, time series data".
Economic Modelling 12, 435-41.Amoateng, K. and Amoako-Adu,B. (1996) "Economic growth, export and external debt causality: the case of African countries". Applied Economics 28, 21-7.Arnade, C. and Vasavada, U. (1995) "Causality between productivity and exports in agriculture: evidence from Asia and Latin America". Journal of Agricultural Economics 46, 174-86.
231
Atesoglu, H.S. (1994) "An application of a Kaldorian export-led model of growth to the United States". Applied Economics 26, 479-83.Awokuse, T. O. (2005) “Export-led growth and the Japanese economy: evidence from VAR and directed acyclic graphs”, Applied Economics Letters, 12, 849-858.BAHMANI-OSKOOEE, M. & NIROOMAND, F., (1999). “Openness and economic growth: an empirical investigation”, Applied Economic Letters,. Vol.6, pp.557-61.Bahmani-Oskooee, M. and Alse, J. (1993) "Export growth and economic growth: an application of cointegration and error correction modeling". The Journal of Developing Areas 27,
535-42.Bahmani-Oskooee, M. and Domac, I. (1995) "Export growth and economic growth in Turkey: evidence from cointegration analysis". Middle East Technical University Studies in
Development 22, 67-77.Bahmani-Oskooee, M., Mohtad, H. and Shabsigh, G. (1991) "Exports, growth and causality in LDCs: a reexamination". Journal of Development Economics 36, 405-15.Balassa, B. (1978) “Exports and economic growth: further evidence". Journal of Development Economics 5, 181-9.Balassa, B. (1981) “The Newly Industrializing Countries in the World Economy.” New York: Pergamon Press.Balassa, B. (1984) "Adjustment to external shocks in developing economies". World Bank Staff Working Paper 472. Washington, DC : The World Bank,.Balassa, B. (1985) "Exports, policy choices, and economic growth in developing countries after the 1973 oil shock". Journal of Development Economics 18, 23-35.Blumenthal, T. (1972) "Exports and economic growth: the case of postwar Japan". Quarterly Journal of Economics 86, 617-31.Bodman, P.M. (1996) "On export-led growth in Australia and Canada: cointegration, causality and structural stability". Australian Economic Papers 35, 282-99.Bolaky, B. & Freund, C. (2004) “Trade, Regulations, and Growth.” Policy Research Working Paper No. WPS3255. Washington, D.C.: The World Bank.Boltho, A. (1996) "Was Japanese growth export-led?" Oxford Economic Papers 48, 415-32.Bosworth, B. and Collins, S., (2003) "The Empirics of Growth: An Update" Brookings Papers of Economic Activity (September 2003). Washington, DC.Burney, N.A. (1996) "Exports and economic growth: evidence from cross country analysis". Applied Economics Letters 3, 369-73.Calderon, C., Loayza, N. & Schmidt-Hebbel, K. (2004) “Openness, Vulnerability, and Growth.” World Bank Research Paper, First Draft.Chang, R., Kaltani, L. & Loayza, N., (2005) ‘‘Openness can be good for Growth: The Role of Policy Complementarities.’’ World Bank Policy Research Working Paper # 3763.Cheng, B.S. and Chu, O. (1996) "U.S. exports and economic growth causality". Atlantic Economic Journal 24, 263.Chow, P.C.Y. (1987) "Causality between export growth and industrial development: empirical evidence from the NICs". Journal of Development Economics 26, 55-63.Coppin, A. (1994) "Determinants of LDC output growth during the 1980s". Journal of Developing Areas 28, 219-28.Darrat, A.F. (1986) "Trade and development: the Asian experience". Cato Journal 6, 695-9.Darrat, A.F. (1987) "Are exports an engine of growth? Another look at the evidence". Applied Economics 19, 277-83.b Development Economics 14, 241-50.De Gregorio, J. (1992) "Economic growth in Latin America". Journal of Development Economics 39, 59-84. Dhananjayan, R.S. and Devi, N.S. (1997) "Exports and economic growth: a study of select nations in Asia and Europe during 1980-81 to 1993-94". Indian Journal of Applied
Economics 6, 41-63.Dodaro, S. (1991) "Comparative advantage, trade and growth: export-led growth revisited". World Development 19, 1153-65.Dodaro, S. (1993) "Exports and growth: a reconsideration of causality". Journal of Developing Areas 27, 227-44.Dollar, D. (1992) "Outward-oriented developing economies really do grow more rapidly: evidence from 95 LDCs, 1976-1985'. Economic Development and Cultural Change 40, 523-44.Dollar, D. & Kraay, A., (2004) “Trade, Growth, and Poverty.” Economic Journal 114(493): F22-49.Doraisami, A. (1996) "Export growth and economic growth: a reexamination of some time-series evidence of the Malaysian experience". Journal of Developing Areas 30, 223-30.Doyle, E. (1998) "Export-output causality: the Irish case, 1953-1993”. Atlantic Economic Journal 26, 147- 61.Dutt, S.D. and Ghosh, D. (1994) "An empirical investigation of the export growth-economic growth relationship". Applied Economics Letters 1, 44-8.Dutt, S.D. and Ghosh, D. (1996) "The export growth-economic growth nexus: a causality analysis". Journal of Developing Areas 30, 167-82.Edwards, S., (1997), “Openness, Productivity and Growth: What Do We Really Know?”, NBER Working Paper No. W5978.Egwaikhide, F.O. (1992) "Oil export and economic growth in Nigeria: a preliminary investigation". Indian Journal of Economics 72, 221-32.Emery, R.F. (1967) "The relation of exports and economic growth". Kyklos 20, 470-86.Esfahani, H.S. (1991) "Exports, imports, and economic growth in semi-industrialized countries". Journal of Development Economics 35, 93-116.Fajana, O. (1979) "Trade and growth: the Nigerian experience". World Development 7, 73-8.Feder, G. (1983) "On exports and economic growth". Journal of Development Economics 12, 59-73.Fosu, A.K. (1990) "Exports and economic growth: the African case". World Development 18, 831-5.Fosu, A.K. (1996) "Primary exports and economic growth in developing countries". World Economy 19, 465-75.Gani, A. (1997) "Economic growth in Papua New Guinea: some empirical evidence". Pacific Economic Bulletin 12, 41-52.Ghartey, E.E. (1993) "Causal relationship between exports and economic growth: some empirical evidence in Taiwan, Japan and the U.S.". Applied Economics 25, 1145-52.Ghatak, A. (1998) "Vector-autoregression modeling and forecasting growth of South Korea". Journal of Applied Statistics 25, 579-92.Ghatak, A. (1998) "Vector-autoregression modeling and forecasting growth of South Korea". Journal of Applied Statistics 25, 579-92.Giles, D.E.A., Giles, J.A. and McCann, E. (1992) "Causality, unit roots and export-led growth: the New Zealand experience". Journal of International Trade and Economic
Development 1, 195-218.Gordon, D.V. and Sakyi-Bekoe, K. (1993) "Testing the export-growth hypothesis: some parametric and nonparametric results for Ghana". Applied Economics 25, 553-63.Grabowski, R. (1988) "Early Japanese development: the role of trade, 1885-1940’. Quarterly Journal of Business and Economics 27, 104-29.Grabowski, R., Sharma, S.C. and Dhakal, D. (1990) "Exports and Japanese economic development". Economics Letters 32, 127-32.Greenaway, D. and Sapsford, D. (1994a) "What does liberalization do for exports and growth". Weltwirtschaftliches Archiv 130, 152-74.Greenaway, D. and Sapsford, D. (1994b) "Exports, growth, and liberalization: an evaluation". Journal of Policy Modelling 16, 165-86.Greenaway, D., Morgan, W. & Wright, P., (2002), “Trade liberalisation and growth in developing countries.”, Journal of Development Economics 67: 229-244.Gupta, S. (1985) "Export growth and economic growth revisited". Indian Economic Journal 32, 52-9. Hamilton, N. and Thompson, C. (1994) "Export promotion in a regional context:
Central America and Southern Africa". World Development 22, 1379-92.Hansen, P. (1994) "The government, exporters and economic growth in New Zealand". New Zealand Economic Papers 28, 133-42.Harrison, Ann. (1996). “Openness and Growth: A Time Series, Cross-Country Analysis for Developing Countries". Journal of Development Economics. No. 48: 419-447.Helleiner, G.K. (1986) “Outward orientation, import instability and African economic growth: an empirical investigation”. In Lall, S. and Stewart F. (eds.) Theory and Reality in
Development: Essays in Honour of Paul Streeton. Hong Kong: MacMillan.Heller, P.S. and Porter, R.C. (1978) "Exports and growth: an empirical re-investigation". Journal of Development Economics 5, 191-3.Henriques, I. and Sadorsky, P. (1996) "Export-led growth or growth-driven exports? The Canadian case". Canadian Journal of Economics 96, 540-55.Holman, J.A. and Graves, P.E. (1995) "Korean exports economic growth: an econometric reassessment". Journal of Economic Development 20, 45-56.Hsiao, M.W. (1987) "Tests of causality and exogeneity between exports and economic growth: the case of Asian NICs". Journal of Economic Development 12, 143-59.Islam, M.N. (1998) "Export expansion and economic growth: testing for cointegration and causality". Applied Economics 30, 415-25.Islam, M.N. and Iftekharuzzaman, M. (1996) "Export-growth nexus in a small open economy: the case of Bangladesh". In Weis, C.E. and Wahid, A.N.M. (eds.) The Economy of
Bangladesh: Problems and Prospects. Westport, CT: Praeger Publishing.Jaffee, D. (1985) "Export dependence and economic growth: a reformulation and respecification". Social Forces 64, 102-18.Jin, J.C. (1995) "Export-led growth and the four little dragons". Journal of International Trade and Economic Development 4, 203-15.Jin, J.C. and Yu, E.S.H. (1995) "The causal relationship between exports and income". Journal of Economic Development 20, 131-40.Jin, J.C. and Yu, E.S.H. (1996) "Export-led growth and the U.S. economy: another look". Applied Economics Letters 3, 341-4.Jung, S.W. and Marshall, P.J. (1985) "Exports, growth and causality in developing countries". Journal of Development Economics 18, 1-12.Karunaratne, N.D. (1994) "Growth and trade liberalization in Australia: a VAR analysis". International Review of Economics and Business 41, 625-43.Karunaratne, N.D. (1996) "Growth and trade dynamics under regime shifts in Australia". Journal of Economic Studies 23, 55-69.Karunaratne, N.D. (1997) "High-tech innovation, growth and trade dynamics in Australia". Open Economies Review 8, 151-70.Kavoussi, R.M. (1984) "Export expansion and economic growth: further empirical evidence". Journal ofKavoussi, R.M. (1985) "International trade and economic development: the recent experience of developing countries". Journal of Developing Areas 19, 379-92.Khan, A.H. and Saqib, N. (1993) "Exports and economic growth: the Pakistan experience". International Economic Journal 7, 53-64.Kohli, I. and Singh, N. (1989) "Exports and growth: critical minimum effort and diminishing returns". Journal of Development Economics 30, 391-400.Kohpaiboon, A., (2002),“Foreign trade regime and FDI-growth nexus: a case study of Thailand” Economics Division, RSPAS, ANU, Working Papers in Trade and development No.
2002-05.Kormendi, R.C. and Meguire, P.G. (1985) "Macroeconomic determinants of growth: cross country evidence". Journal of Monetary Economics 16, 141-63.Kravis, I.B. (1970) ‘Trade as a handmaiden of growth: similarities between the nineteeth and twentieth centuries’. Economic Journal 80, 850-70.Krueger, A.O. (1978) “Foreign Trade Regimes and Economic Development: Liberalization Attempts and Consequences.” Cambridge (Mass.): Balinger.Kugler, P. (1991) "Growth, exports and cointegration: an empirical investigation’. Weltwirtschaftliches Archiv 127, 73-82.Kugler, P. and Dridi, J. (1993) "Growth and exports in LDCs: a multivariate time series study". International Review of Economics and Business 40, 759-67.Kunst, R.M. and Marin, D. (1989) "On exports and productivity: a causal analysis". Review of Economics and Statistics 71, 699-703.
232
Kwan, A.C.C. and Cotsomitis, J.A. (1991) "Economic growth and the expanding export sector: China 1952- 1985'. International Economic Journal 5, 105-16.Kwan, A.C.C. and Kwok, B. (1995) "Exogeneity and the export-led growth hypothesis: the case of China". Southern Economic Journal 61, 1158-66.Liu, X., Song, H. and Romilly, P. (1997) "An empirical investigation of the causal relationship between openness and economic growth in China". Applied Economics 29, 1679-86.Love, J. (1994) "Engines of growth: the export and government sectors". World Economy 17, 203-18.Maizels, A. (1963) “Industrial Growth and World Trade.” Cambridge: Cambridge University Press.Maizels, A. (1968) “Exports and Economic Growth of Developing Countries.” Cambridge: Cambridge University Press.Mallick, S.K. (1996) "Causality between exports and economic growth in India: evidence from cointegration based error correction models". Indian Journal of Economics 76, 307-20.Marin, D. (1992) "Is the export-led growth hypothesis valid for industrialized countries". Review of Economics and Statistics 74, 678-88.Mbaku, J.M. (1989) "Export growth and economic performance in developing countries: further evidence from Africa". Journal of Economic Development 14, 127-42.McCarville, M. and Nnadozie, E. (1995) "Causality tests of export-led growth: the case of Mexico’. Atlantic Economic Journal 23, 140-5.McNab, R.M. and Moore, R.E. (1998) "Trade policy, export expansion, human capital and growth". Journal of International Trade and Economic Development 7, 237-56.Michaely, M. (1977) "Exports and economic growth: an empirical investigation". Journal of Development Economics 4, 49-53.Michalopoulos, C. & Jay, K. (1973) "Growth of exports and income in the developing world: a neoclassical view". DP. 28, US Agency of International Development,Washington DC.Moore, R.E. ,(1992) "The level of development and GSP treatment". Journal of World Trade 26, 19-30.Moschos, D. (1989) "Export expansion, growth and the level of economic development: an empirical analysis". Journal of Development Economics 30, 93-102.Nandi, S. and Biswas, B. (1991) "Exports and economic growth in India: empirical evidence". Indian Economic Journal 38, 53-9.Onafowora, O.A., Owoye, O. and Nyatepe-Coo, A.A. (1996) "Trade policy, export performance and economic growth: evidence from Sub-Saharan Africa". Journal of International
Trade and Economic Development 5, 341-60.Onchoke, S.N. and In, F. (1994) "An empirical investigation of long run relationships between export revenues and economic growth in the South Pacific Island Nations". Singapore
Economic Review 38, 213-28.Otani, I. and Villaneuva, D. (1990) "Long-term growth in developing countries and its determinants: an empirical analysis". World Development 18, 769-83.Oxley, L. (1993) "Cointegration, causality and export-led growth in Portugal, 1865-1985'. Economics Letters 43, 163-6.Papageorgiou, Michaely, & Choksi, (1991), “Liberalizing Foreign Trade” (Oxford: Basil Blackwell).Papanek, G.F. (1973) "Aid, foreign private investment, savings, and growth in less developed countries". Journal of Political Economy 81, 120-30.Park, J.H. and Prime, P.B. (1997) "Export performance and growth in China: a cross-provincial analysis". Applied Economics 29, 1353-63.Paul, S. and Chowdhury, K. (1995) "Export-led growth hypothesis: some empirical testing". Applied Economics Letters 2, 177-9.Piazolo, M. (1996) "Determinants of Indonesian economic growth, 1965-1992'. Seoul Journal of Economics 9, 269-98.Pomponio, X.Z. (1996) "A causality analysis of growth and export performance". Atlantic Economic Journal 24, 168-76.Ram, R. (1985) "Exports and economic growth: some additional evidence". Economic Development and Cultural Change 33, 415-25.Ram, R. (1987) "Exports and economic growth in developing countries: evidence from time-series and crosssection data". Economic Development and Cultural Change 36, 51-72.Rana, P.B. (1986) "Exports and economic growth: further evidence from Asian LDCs". Pakistan Journal of Applied Economics 5, 163-78.Riezman, R.G., Summers, P.M. and Whiteman, C.H. (1996) "The engine of growth or its handmaiden? A time series assessment of export-led growth". Empirical Economics 21, 77-
113.SACHS, J. & WARNER A., (1995), “Economic Reform and the Process of Global Integration”, Brookings Papers on Economic Activity, No:1Salvatore, D. (1983) "A simultaneous equations model of trade and development with dynamic policy simulations". Kyklos 36, 66-90.Salvatore, D. and Hatcher, T. (1991) "Inward and outward oriented trade strategies". Journal of Development Studies 27, 7-25.Sawhney, B. and DiPietro, W. (1991) "Exports, foreign debt and economic growth: evidence from crosssection data". Indian Economic Journal 38, 77-86.Schenzler, C. (1982) "An empirical investigation of the relationship between growth of gross national product and exports in Chile, India and South Korea". Master"s Thesis, Vanderbilt
University, Nashville TN.Sengupta, J.K. (1993) "Growth in NICs in Asia: some tests of new growth theory". Journal of Development Studies 29, 342-57.Sengupta, J.K. and España, J.R. (1994) "Exports and economic growth in Asian NICs: an econometric analysis for Korea". Applied Economics 26, 45-51.Serletis, A. (1992) "Export growth and Canadian economic development". Journal of Development Economics 38, 133-45.Shan, J. and Sun, F. (1998a) "Export-led growth hypothesis for Australia: an empirical re-investigation". Applied Economics Letters 5, 423-8.Shan, J. and Sun, F. (1998b) "On the export-led growth hypothesis: the econometric evidence from China". Applied Economics 30, 1055-65.Shan, J. and Sun, F. (1998c) ‘On the export-led growth hypothesis for the little dragons: an empirical reinvestigation’. Atlantic Economic Journal 26, 353-71.Sharma, S.C. and Dhakal, D. (1994) "Causal analysis between exports and economic growth in developing countries". Applied Economics 26, 1145-57.Sharma, S.C., Norris M. and Cheung, D.W. (1991) "Exports and economic growth in industrialized countries". Applied Economics 23, 697-707.Sheehey, E.J. (1990) "Exports and growth: a flawed framework". Journal of Development Studies 27, 111- 16.Sheehey, E.J. (1992) "Exports and growth: additional evidence" Journal of Development Studies 28, 730-4.Singer, H.W. and Gray, H. (1988) "Trade policy and growth of developing countries: some new data". World Development 16, 395-403. Southern Economic Journal 45, 410-20.Sinha, D. and T. Sinha (1999) “Openness, Investment and Economic Growth in Latin American Coutries,” paper presented at the Sixty-third Annual meeting of the Midwest Economic
Association, Nashville, Tennessee.Song, L. and Chen, T. (1995) "On exports and economic growth: further evidence". Pacific Economic Papers, #242.Sprout, R.V.A. and Weaver, J.H. (1993) "Exports and economic growth in a simultaneous equations model" Journal of Developing Areas 27, 289-306.Suliman, O., Mengistu, T., Lorentz, R. and Ghebreyesus, G.S. (1994) "Exports growth and industrial development: some further evidence from South Korea". Economia
Internazionale 47, 84-91.Sung-Shen, N., Biswas, B. and Tribedy, G. (1990) "Causality between exports and economic growth: an empirical study". Journal of Economic Development 15, 47-61.Syron, R. and Walsh, B. (1968) "The relation of exports and economic growth". Kyklos 21, 541-5.Thornton, J. (1996) "Cointegration, causality and export-led growth in Mexico, 1895-1992'. Economics Letters 50, 413-6.Thornton, J. (1997) "Exports and economic growth: evidence from nineteenth century Europe". Economics Letters 55, 235-40.Tuan, C. and Ng, L.F.-Y. (1998) "Export trade, trade derivatives, and economic growth of Hong Kong: a new scenario". Journal of International Trade and Economic Development 7,
111-37.Tyler, W. (1981) "Growth and export expansion in developing countries: some empirical evidence". Journal of Development Economics 9, 121-30.Ukpolo, V. (1994) "Export composition and growth of selected low-income African countries: evidence from time-series data". Applied Economics 26, 445-9.van den Berg, H. and Schmidt, J. R. (1994) "Foreign trade and economic growth: time series evidence from Latin America". Journal of International Trade and Economic
Development 3, 249-68.Voivodas, C.S. (1973) "Exports, foreign capital inflow, and economic growth". Journal of International Economics 3, 337-49.Voivodas, C.S. (1974) "Exports, foreign capital inflow, and South Korean growth". Economic Development and Cultural Change 22, 480-4.Williamson, R.B. (1978) "The role of exports and foreign capital in Latin American economic growth".Xu, Z. (1996) "On the causality between export growth and GDP growth: an empirical reinvestigation". Review of International Economics 4, 172-84.Yaghmaian, B. and Ghorashi, R. (1995) "Export performance and economic development: an empirical analysis". The American Economist 39, 37-45.Yamada, H. (1998) "A note on the causality between export and productivity: an empirical re-examination". Economics Letters 61, 111-4.Yanıkkaya, H. (2003); “Trade Openness and Economic Growth: A Cross-Country Empirical Investigation”, Journal of Development Economics, 72, 57-89.
233
EK.4. İhracat ve Büyüme, Granger Nedensellik Test Sonuçları
ÜLKEWALD TESTLERİ MWALD
TESTİA DURUMU B DURUMU C DURUMU D DURUMU
ABD BDİA İDBA,İYNİ BDİA,NY
Avustralya İYNİ İDBA İDBA,NY
Avusturya İDBA İDBA İYNİ İDBA,NY
Belçika İDBA İDBA
Danimarka İDBA İDBA İYNİ,NY
Finlandiya BDİA BDİA,İYNİ BDİA,İYNİ
Fransa BDİA NY NY NY
G. Kore BDİA,İYNİ BDİA BDİA BDİA
Hollanda NY NY
İngiltere İYNİ İYNİ İYNİ
İrlanda İYNİ İDBA İDBA
İspanya İDBA,NY BDİA,NY İDBA
İsveç İYNİ İYNİ İYNİ, İDBA,İYNİ
İsviçre İDBA,NY NY
İtalya İYNİ İDBA BDİA
İzlanda İDBA İDBA
Japonya BDİA BDİA BDİA
Kanada BDİA BDİA BDİA
Lüksemburg BDİA,NY
Macaristan NY İDBA,NY
Meksika BDİA,NY BDİA BDİA,NY
Norveç BDİA İDBA NY
Portekiz BDİA BDİA, İDBA İDBA BDİA
Yeni Zelanda İDBA,İYNİ BDİA,İYNİ
Yunanistan BDİA NY NY
BDİA: Büyümeye Dayalı İhracat Artışı, İDBA: İhracata Dayalı Büyüme Artışı, İYNİ: İki Yönlü Nedensellik İlişkisi, NY: Nedensellik Yok
KAYNAK: KONYA (2004:27)
234
EK.5. ABD'de 1789-1990 Arası İthalat Gümrük Tarife Oranları
Bütün Ürünlerdeki Gümrük Vergileri (%) Mamül Mallardaki Gümrük Vergileri (%)
Periyot
Bütün İthalat Mallarındaki (Serbest ve Gümrüğe Tabi) Gümrük
Vergi Oranı
Gümrüğe Tabi İthalatların Toplam İthalatlar İçindeki
Payı(%)
Yıllar Gümrük Vergisi
- - - 1789 7,5-10
- - - 1792 15-20
1821/24 - 44,62 1816 35
1825/28 - 50,3 1820 35-45
1829/31 50,8 54,4 1824/32 40
1842/46 25,3 31,9 - -
1857/61 16,3 20,6 1866 25-60
1867/71 44,3 46,7 1875 40-50
1891/94 22,9 48,9 - -
1908/13 20,1 41,3 1913 44
1914 14,9 37,6 1914 25
1923/27 14,1 37,7 1925 37
1931/33 19,0 55,3 1931 48
1935/38 16,4 39,8 - -
1944/46 9,5 28,3 1950 14
1968/72 6,3 10,1 - -
1978/82 3,5 5,8 1980 7
1988/99 3,6 5,4 1990 4,8KAYNAK: SHAFAEDDIN (1998:15)
EK.6. Seçilmiş Kalkınmış Ülkelerin 1820-1950 Yılları Arasında, Mamül malları Uygulamış
Oldukları Ortalama Tarife Oranları (Ağırlıklı Ortalama, %)
1820 1875 1913 1925 1931 1950
Avusturya R 15-20 18 16 24 18
Belçika 6-8 9-10 9 15 14 11
Danimarka 25-35 15-20 14 10 V.Y. 3
Fransa R 12-15 20 21 30 18
Almanya 8-12 4-6 13 20 21 26
İtalya V.Y. 8-10 18 22 46 25
Japonya R 5 30 V.Y. V.Y. V.Y.
Hollanda 6-8 3-5 4 6 V.Y. 11
Rusya R 15-20 84 R R R
İspanya R 15-20 41 41 63 V.Y.
İsveç R 3-5 20 16 21 9
İsviçre 8-12 4-6 9 14 19 V.Y.
Birleşik Krallık 45-55 0 0 5 V.Y. 23
ABD 35-45 40-50 44 37 48 14KAYNAK: CHANG (2003:39)R: mamül madde ithalatına çok sayıda ve yüksek oranda kısıtlamalar uygulandığı için tarife oranları verileri anlamsız.V.Y.: veri yok.
235
EK.7. G. Kore'de, Beş Yıllık Kalkınma Planları (BYKP) Süresince Reel Büyüme, Yatırım ve İhracat Oranları (1962-1986) %
YILLAR GSMH YATIRIM İHRACAT
Birinci BYKP 1962-66 7,8 23,2 26,2
İkinci BYKP 1967-71 9,6 18,5 30,3
Üçüncü BYKP 1972-76 9,6 12,7 27,6
Dördüncü BYKP 1977-81 5,9 8,0 12,3
Beşinci BYKP 1982-86 5,7 9,4 11,8KAYNAK: KOKKO (2002:12) Tablo 1
EK.8. Hindistan'da Diğer Gelişmekte Olan Ülkelerle Göreli Büyüme Oranları, Tarife Oranları ve İthalat Kısıtlamaları (1970-1995)
Gümrük tarifeleri İthalat Kısıtlamaları Büyüme (Diğer GOÜ'e göre)
KAYNAK: RODRIK (2001:53), Şekil 2
236
EK.9. Washington Konsensüsü ve Doğu Asya
Washington Konsensüsü’nün Unsurları Güney Kore Tayvan
1.Mali Disiplin Genellikle Evet Evet2.Kamu harcamalarındaki önceliklerin ağlık, eğitim ve altyapıya yönlendirilmesi Evet Evet
3.Vergi tabanının genişletilmesi ve aşırı vergi oranlarının düşürülmesini içeren vergi reformu Genellikle Evet Evet
4.Tekli ve Rekabetçi döviz kurları Evet(Sınırlı bir süre dışında) Evet
5.Mülkiyet haklarının korunması
Başkan Park bu kuralı 1961 yılında, lider işadamlarını hapsederek ve mal varlıklarına el koyma tehdidinde bulunarak başlatmıştır.
Evet
6.Deregülasyon Sınırlı Sınırlı7.Ticaret serbestisi 1980’lere kadar sınırlı 1980’lere kadar sınırlı
8.ÖzelleştirmeHayır. 1950-60’lar boyunca hükümet birçok kamu girişimleri kurmuştur
Hayır. 1950-60’lar boyunca hükümet birçok kamu girişimleri kurmuştur.
9.Doğrudan yabancı yatırımlarla ilgili engellerin bertaraf edilmesi
Doğrudan yatırım kesinlikle yasaktır.
Doğrudan yatırım devlet kontrolünde olması şartıyla serbesttir.
10.Mali serbestleştirme 1980’lere kadar sınırlıdır 1980’lere kadar sınırlıdırKAYNAK: RODRIK (1996:17) Tablo 3.
237
EK.10. Çin'de ve Dünya'da 1950 Sonrası GSYİH Büyüme Oranları (%)
YILLARGSYİH % DEĞİŞİM
(ÇİN)
GSYİH % DEĞİŞİM (DÜNYA)
YILLARGSYİH % DEĞİŞİM
(ÇİN)
GSYİH % DEĞİŞİM (DÜNYA)
DÖNEM ORT. BÜY. (ÇİN)
1950 1980 7,8 1,9 1953-1980 6,75
1951 1981 5,2 1,87 1981-2007 9,45
1952 1982 9,1 1,1
1953 15,6 1983 10,9 3,26 1953-1960 9,56
1954 4,2 1984 15,2 4,56 1961-1970 4,98
1955 6,8 5,9 1985 13,5 3,02 1971-1980 6,28
1956 15 1986 8,8 3,58 1981-1990 9,35
1957 5,1 1987 11,6 3,77 1991-2000 10,13
1958 21,3 1988 11,3 4,24 2001-2007 9,9
1959 8,8 1989 4,1 3,2
1960 -0,3 4,57 1990 3,8 2,25 DÖNEM ORT. BÜY. (DÜNYA)
1961 -27,3 1991 9,2 1,1 1950-1980 4,87
1962 -5,6 1992 14,2 1,91 1981-2007 3,21
1963 10,2 1993 13,5 2,14
1964 18,3 1994 12,6 3,4 1953-1960 5,24
1965 17 5,49 1995 10,5 3,29 1961-1970 5,59
1966 10,7 1996 9,6 3,92 1971-1980 3,79
1967 -5,7 1997 8,8 4,25 1981-1990 3,09
1968 -4,1 1998 7,8 4,25 1991-2000 2,97
1969 16,9 1999 7,1 2,04 2001-2004 3,57
1970 19,4 5,69 2000 8 3,1
1971 7 4,32 2001 8,3 4,52 ORT. BÜY.: ORTALAMA BÜYÜME
1972 3,8 4,15 2002 9,1 2,26 ORANLARI
1973 7,9 6,97 2003 10 3,02
1974 2,3 2,33 2004 10,1 3,91
1975 8,7 1,36 2005 9,9 5,08
1976 -1,6 4,93 2006 11,1
1977 7,6 4,27 2007 11,4
1978 7,6 3,69
1979 11,7 3,95KAYNAK: National Bureau of Statistics, China Statistical Yearbook 2004; National Bureau of Statistics plan report. http://www.chinability.com/GDP.htm (ERİŞİM:14.04.09), http://www.earthpolicy.org/Indicators/Econ/Econ_data.htm (ERİŞİM:14.04.09)
238
EK.11. Türkiye'nin 2008 yılı İtibariyle Makroekonomik ve Demografik Göstergeler Bakımından Dünya Ekonomisindeki YeriNÜFUS*
(MİLYON KİŞİ)GSMH**
(CARİ-MİLYAR $)REEL GSYİH BÜYÜME %*
KAMU TÜKETİMİ/GSMH
%**
ÖZEL TÜKETİM/GSMH%**
YURTİÇİ TASARRUF/GSMH%**
SBT. SER. YATIRIMLARI/GSMH%**
GELİŞMİŞ EKONOMİLER 989,2 39188,16 1,5 18,8 54,9 26,2 21,87
GELİŞMEKTE OLAN VE YÜKSELEN EKONOMİLER 5717,8 15396,76 4,5 14,9 57,9 27,1 25,62
DÜNYA 6707 54584,92 3,9 17,1 56,1 26,6 21,6
TÜRKİYE 71 655,74 3,5 12,6 70,8 16,5 23,45
TÜKETİCİ FİY. ARTIŞ ORANI %**
FAİZ ORANLARI% **
İHRACAT/GSMH**
İTHALAT/GSMH**
DIŞ TİC, HACMİNİN DÜNYA
TİCARETİNDEKİ PAYI%**
CARİ İŞLEMLER DENGESİ/GSMH%**
İHRACATIN İTHALATI KARŞILAMA ORANI
GELİŞMİŞ EKONOMİLER 2,2 4,2 22,32 20,24 65,75 -0,9 110,26
GELİŞMEKTE OLAN VE YÜKSELEN EKONOMİLER - 6,2 28,54 27,91 34,25 4,1 102,28
DÜNYA - 5,4 24,08 22,4 100 0,5 73,22
TÜRKİYE 8,4 21 17,43 23,81 1,07 -5,7 107,46
TOPLAM DIŞ BORÇLAR/GSMH
%***
İŞSİZLİK ORANLARI**
GELİŞMİŞ EKONOMİLER - 5,4
GELİŞMEKTE OLAN VE YÜKSELEN EKONOMİLER 26,4 7,6
DÜNYA - -
TÜRKİYE 51,7 9,9
KAYNAK: DPT (2008)'de yer alan verilerden yararlanılarak tarafımızca hazırlanmıştır.* 2008 Değerleri** 2007 Değerleri*** 2006 Değerleri
EK BİLGİLER: Türkiye 2007 yılı itibariyle Dünya sıralamasında; kamu istihdamında 19., toplam istihdamda 54., küresel rekabet edebilirlik sıralamasında 53. sırada yer almaktadır.
239
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler:
Adı ve Soyadı : Göktürk Altınbaş
Doğum Yeri : MANİSA
Doğum Yılı : 1981
Medeni Hali : Evli
Eğitim Durumu:
Lise : 1999, Hayrettin Duran Lisesi
Lisans : 2005, Ege Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü
Yabancı Diller ve Düzeyi:
1.İngilizce (İyi Derecede)
İş Deneyimi:
08.2007 - 10.2008: Şermet İç ve Dış Ticaret Ltd. Şti. - Pazar Araştırması ve Satın Alma
Sorumlusu
10.2008 - ...: Serakim Mümessillik İç ve Dış Ticaret Ltd. Şti. - Genel Müdür
240
ÖZET
Bu tezin amacı; İhracata Dayalı Büyüme Stratejileri(İDBS)nin tarihsel bir
perspektif ile ve Türkiye örneği ışığı altında incelenmesidir. Ticaret, açıklık ve
ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin incelenmesi kolay ve yeni bir uğraşı alanı
değildir, aynı zamanda Orta Çağdan beridir de iktisadi düşüncenin temel odak
noktalarının merkezinde yer almaktadır. Çağımızın, gelişmiş, gelişmekte olan ve
gelişmeye başlamayı deneyen diğer ülkelerinin ana iktisadi ve politik stratejilerinin
anlaşılması için büyüme stratejilerinin tarihsel geçmişinin anlaşılması bir gerekliliktir.
Bu nedenle, bu tez ile İDBS incelenirken, büyüme ve kalkınma, kalkınma ve güç, güç
ve liderlik arasındaki ilişkilerin de incelenmesi arzu edilmektedir.
Amacımıza yönelik olarak; her şeyden önce dikkatimizi iktisat tarihine verecek
ve “kalkınma”nın nasıl olup da ekonomi uğraşısının en önemli konularından biri haline
gelebildiğini anlamaya çalışacağız. Daha sonra, ana büyüme yaklaşımlarını ve büyüme
stratejileri ile kalkınma stratejileri arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışacağız. Sonraki
bölümlerde, 20. yüzyılın en önemli tartışma konularından ve büyüme stratejilerinden
ikisi olan İthal İkamesine Dayalı Büyüme Stratejileri (İİDBS) ve İDBS incelenecektir.
Araştırmalarımızda, özellikle şu sorulara cevaplar bulunmaya çalışılacaktır;
kalkınmanın anlamı nedir ve kalkınmışlar ile kalkınmakta olanlar kimlerdir?
Zamanımızın en tercih edilen ve önerilen büyüme stratejileri neden İDBSdir?
Kalkınmış, kalkınmakta olan ve diğer ülkelerin İDBSden edindikleri faydalar nelerdir?
Son noktada, Türkiye örneği cevapları alabilmemiz için odak noktamız olacaktır.
Bütün bu tarihsel incelemelerimiz ve kalkınma konusunda başarılı olmuş
günümüzün gelişmiş ve/veya gelişmekte olan ülkelerinin deneyimleri gösterecektir ki;
İDBS kalkınmakta olan ülkelere kalkınma uğraşıları adına yardımcı olan en iyi strateji
değildir. Ayrıca, 1950 ve 1980 yılları arası dönemde (İthal İkameci Dönem) çoğu
ülkede ve dünya genelinde makroekonomik açıdan 1980 sonrası dönemden (Neoliberal
Dönem) daha iyi bir performans sergilenmiş olduğu görülmektedir. Neticede; İDBS'nin
genel performans itibariyle İİDBS'nden daha başarılı stratejiler olmadığı
söylenebilmektedir. Ancak yapmış olduğumuz incelemeler İİDBS'nin de bazı sorunlara
241
neden olabileceğini ve kalkınma adına sabit ve en iyi yol olmadığını göstermektedir.
Türkiye ile ilgili genel incelemelerimiz de buna benzer sonuçlar vermektedir.
İncelememiz neticesinde tezimizin genel sonucu şu şekilde özetlenebilir; eğer
ülkeler kalkınma uğraşıları adına başarıya ulaşmayı arzu ediyorlarsa, İDBS, İİDBS veya
başka bir kalkınma stratejisi, bu ülkelere başarıya ulaşmaları adına tek başlarına
yardımcı olamayacaklardır. İncelemelerimiz bize göstermektedir ki; kalkınma uğraşısı
adına en önemli nokta stratejilerin seçimi değil, stratejilerin uygulanma zamanlarıdır ve
kalkınma başarılarına ihtiyaç duyan her ülke kendi benzersiz kalkınma yolunu bulmak
zorundadır.
Anahtar Kelimeler: İhracat, Kalkınma, Ticari Açıklık, Ekonomik Büyüme,
Türkiye Ekonomisi, Küreselleşme.
242
ABSTRACT
The purpose of this thesis is to investigate the Export-Led Growth (ELG)
Strategies by the historical perspective and under the light of Turkish case. Invastigation
of the relationship between trade, openness and economic growth is not a simple and
new task but also it is in the center of all the focused points about the economical
thinking since Middle Age. It is a necessity to understand the historical background of
the growth strategies to understand the main economical and political strategies of
developed countries, developing countries and other countries that try to start to develop
at our age. Because of that; when we invastigate the ELG Strategies by this thesis, we
also desire to explain the relationships between growth and development, development
and power, power and leading.
For this purpose, first of all, we will attend to economic history and we try to
understand that; how “development” could be one of the most important subject at
pursuit of economics. After that, we try to explain the main growth approaches and
relations of the growth strategies with development strategies. In the further sections,
Import Substitution (IS) and ELG strategies will be invastigated as the most important
two growth strategies and discussion subjects of 20th century. With our investigations,
especially, we will try to answer these questions; what is the meaning of development
and who are developeds and developings? Why ELG strategies are the most prefable
and offerable growth strategies of our times? What are the benefits of developed,
developing and other countries from ELG strategies? At last point; Turkish case will be
our focused point to get answers.
All of our historical invastigations and experiences of successfully developed
and/or developing countries of today will show that; ELG strategies are not the best
strategies that help to all developing countries about their persuit of development. In
additionally, between 1950 and 1980 (Import Substitution Period) the macroeconomic
performances of many countries and all the world are better than their post 1980
(Neoliberal Period) performances. Eventually we can say that; ELG strategies are not
better than IS strategies with their general performance. But also we got another result
with our invastigations; IS strategies may be the reason of some problems and they can
243
not be the constant and best way for development, too. Our invastigations about Turkey
are giving us similar results.
The general result of our thesis can be summarized like that; if countries desire
to be successfull about their persuit of development, ELG, IS or another development
strategy would not help them alone. Our invastigations show that; the most important
point is not the choice of the strategy, the most important point is the choice of time of
the strategy and every country which need to be successful about development should
find their own unique development path.
Keywords: Export, Development, Trade Openness, Economic Growth, Turkish
Economy, Globalization.
244