88
1 Küresel Araflt›rmalar Merkezi KAM BÜLTEN Ocak-Nisan 2007 Y›l 18 Say› 63 Yay›n Kurulu Ali Pulcu, Faruk Deniz, Mustafa Demiray, Salih Pulcu, F. Samime ‹nceo¤lu, Nermin Tenekeci Bask› Elma Bas›m Bask› Tarihi May›s 2007 Vefa Cad. No. 35 34134 Vefa ‹stanbul Tel: 0212. 528 22 22 pbx Faks 0212. 513 32 20 e-posta [email protected] www.bisav.org.tr Ücretsizdir. Dört ayda bir yay›nlan›r. Kaynak gösterilerek al›nt› yap›labilir. Yay›nlanan yaz›lar›n sorumlulu¤u yazar›na aittir. Ç N D E K L E R BSV HAVAD‹S 2 KAM Küresel Araflt›rmalar Merkezi 6 MOLA Vakit Var Daha / Cemal Süreya 12 MAM Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi 13 MOLA Vakit Var Daha / Cemal Süreya 28 SAM Sanat Araflt›rmalar› Merkezi 29 TAM Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi 58 SEYRÜSEFER Tuna’n›n ‹ncisi Budapeflte II / Muzaffer fienel 67 MESNEV‹ Efle¤in sahibini de eflek diye götürürler mi? 73 Bilim ve Sanat Vakf› XVIII. Ö¤renci Sempozyumu 74 MECMUA Temel Akideleri Efsanelere Dönüfltürmek: Dinî Ço¤ulculuk Teorilerinin Bir Elefltirisi / Hatice Kübra Yücedo¤ru 78 BÜLTEN’DEN Bilim ve Sanat Vakf› Bülten’in 63. say›s› ile karfl›n›zday›z. Bu say›, Ocak-Nisan aylar› aras›nda gerçeklefltirdi¤imiz faaliyetlerin bir has›las›. Bülten ile daha çok bu has›lan›n bir muhasebesini yapma- ya çal›fl›yoruz. Gerek yurtiçinden, gerekse yurtd›fl›ndan birçok önemli ismi konuk ettik. Bunun yan› s›ra genç akademisyenleri de a¤›rlamaya devam ettik. Kal›c› ifller yapmaya çabal›yoruz. Bu meyanda, Vakf›m›z›n Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi taraf›ndan haz›rlanan ve Klasik Yay›nlar› taraf›ndan yay›nlanan K›nal›zâde Ali’nin Ahlâk-› Alâî kitab›n› zik- retmek gerek. Nihayet bu baflyap›t yeni Türkçede ilk defa tam bir metin olarak neflredildi. Siyaseti adalet dairesinin tesisi ve sürek- lili¤i için bir araç olarak gören K›nal›zâde Ali, eserinde 16. yüzy›l Osmanl› dünyas›n›n zenginliklerini ve siyaset etme biçiminin ince- liklerini ortaya koyuyor. Bireyin kendisi, ailesi ve yaflad›¤› toplum ve devlet ile nas›l s›hhatli bir iliflki kurabilece¤ini gösteriyor. Öte yandan, Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezimiz de bir süreden beri Ça¤dafl Siyasal Kuramc›lar bafll›¤› alt›nda bir dizi toplant› düzen- liyor. fiu ana de¤in, özellikle 20. yüzy›lda siyasetin do¤as›na iliflkin önemli görüflleri ile önce ç›kan pek çok bat›l› siyaset felsefecisi tar- t›flmalara konu edildi. Her iki çal›flmadan ö¤rendi¤imiz, anlamak için biraz geriye ve flim- diye daha iyi bir nazarla bakmam›z gerekti¤i. Çünkü “insan anla- maya mahkumdur!” Baflka bir ç›k›fl yolumuz da yok! Hay›rda kal›n!

KAM BÜLTEN’DEN - bisav

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

1

Küresel Araflt›rmalar

MerkeziKAM

BÜLTEN

Ocak-Nisan 2007

Y›l 18 Say› 63

Yay›n Kurulu Ali Pulcu, Faruk Deniz,Mustafa Demiray, Salih Pulcu, F. Samime ‹nceo¤lu, Nermin Tenekeci

Bask› Elma Bas›m

Bask› Tarihi May›s 2007

Vefa Cad. No. 35 34134 Vefa ‹stanbulTel: 0212. 528 22 22 pbxFaks 0212. 513 32 20e-posta [email protected]

www.bisav.org.trÜcretsizdir. Dört ayda bir yay›nlan›r. Kaynak gösterilerek al›nt› yap›labilir. Yay›nlanan yaz›lar›n sorumlulu¤u yazar›na aittir.

‹ Ç ‹ N D E K ‹ L E R

BSV HAVAD‹S 2K A M Küresel Araflt›rmalar Merkezi 6MOLA Vakit Var Daha / Cemal Süreya 12M A M Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi 13MOLA Vakit Var Daha / Cemal Süreya 28S A M Sanat Araflt›rmalar› Merkezi 29TA M Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi 58SEYRÜSEFER Tuna’n›n ‹ncisi Budapeflte II

/ Muzaffer fienel 67MESNEV‹ Efle¤in sahibini de eflek diye götürürler mi? 73Bilim ve Sanat Vakf› XVIII. Ö¤renci Sempozyumu 74

MECMUA

Temel Akideleri Efsanelere Dönüfltürmek: Dinî Ço¤ulculuk Teorilerinin Bir Elefltirisi / Hatice Kübra Yücedo¤ru 78

BÜLTEN’DEN

Bilim ve Sanat Vakf› Bülten’in 63. say›s› ile karfl›n›zday›z. Bu say›,Ocak-Nisan aylar› aras›nda gerçeklefltirdi¤imiz faaliyetlerin birhas›las›. Bülten ile daha çok bu has›lan›n bir muhasebesini yapma-ya çal›fl›yoruz. Gerek yurtiçinden, gerekse yurtd›fl›ndan birçokönemli ismi konuk ettik. Bunun yan› s›ra genç akademisyenleri dea¤›rlamaya devam ettik.

Kal›c› ifller yapmaya çabal›yoruz. Bu meyanda, Vakf›m›z›n TürkiyeAraflt›rmalar› Merkezi taraf›ndan haz›rlanan ve Klasik Yay›nlar›taraf›ndan yay›nlanan K›nal›zâde Ali’nin Ahlâk-› Alâî kitab›n› zik-retmek gerek. Nihayet bu baflyap›t yeni Türkçede ilk defa tam birmetin olarak neflredildi. Siyaseti adalet dairesinin tesisi ve sürek-lili¤i için bir araç olarak gören K›nal›zâde Ali, eserinde 16. yüzy›lOsmanl› dünyas›n›n zenginliklerini ve siyaset etme biçiminin ince-liklerini ortaya koyuyor. Bireyin kendisi, ailesi ve yaflad›¤› toplumve devlet ile nas›l s›hhatli bir iliflki kurabilece¤ini gösteriyor. Öteyandan, Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezimiz de bir süreden beriÇa¤dafl Siyasal Kuramc›lar bafll›¤› alt›nda bir dizi toplant› düzen-liyor. fiu ana de¤in, özellikle 20. yüzy›lda siyasetin do¤as›na iliflkinönemli görüflleri ile önce ç›kan pek çok bat›l› siyaset felsefecisi tar-t›flmalara konu edildi.

Her iki çal›flmadan ö¤rendi¤imiz, anlamak için biraz geriye ve flim-diye daha iyi bir nazarla bakmam›z gerekti¤i. Çünkü “insan anla-maya mahkumdur!” Baflka bir ç›k›fl yolumuz da yok!

Hay›rda kal›n!

Page 2: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

Vakfımız Kütüphanesi,

bağış ve satın alma yoluy-

la koleksiyonunu her ge-

çen gün biraz daha büyü-

tüyor. Seyfettin Manisalı-

gil, Mehmet Serhan Tayşi,

Ahmet Davutoğlu kitap-

lıklarına son olarak Halil

İbrahim Şener Kitaplığı

eklenmişti. Geçtiğimiz ay-

larda da Arslan Pulatha-

neli Kitaplığı kütüphane-

mize kazandırıldı.

Arslan Pulathaneli 1919

yılında Trabzon’da doğdu.

Trabzon Lisesi’nden me-

zun oldu (1937). İstanbul

Yüksek Ticaret Mekte-

bi’nde öğrenim gördü.

Trabzon’da ticaretle uğraş-

tı. Özellikle şiir kitaplarına

karşı özel ilgisi bulunan

Pulathaneli, yerli-yabancı;

büyük kentlerde ve Ana-

dolu’nun en ücra köşele-

rindeki ilçelerde yayınlan-

mış kitapları toplayarak

zengin bir kütüphane kur-

du. Bu kitapları elde et-

mek için şair ve yazarlara

binlerce mektup yazdı.

Trabzon (Ankara), Karşı,

Kıyı ve Mavi Nokta dergi-

lerinde; Kuzey Haber ve

Karadeniz gazetelerinde

Trabzon’un kültür yaşamı,

kitap, yayın ve sinema ko-

nularında yazılar yazdı.

Trabzon’da “Kitap Cum-

huriyeti’nin Cumhurbaş-

kanı” olarak anılan Pulat-

haneli 13 Mayıs 1996 yı-

lında Trabzon’da hayatını

kaybetti. 12 bin cilt kitap

ve 5 bin süreli yayının ol-

duğu tahmin edilen Pu-

lathaneli Kitaplığı’nın tas-

nifine Temmuz ayında

başlanacak.

2

BSVHAVAD‹S

K›fl program›nda Mehmet Akif’i and›k

Vefatının 70. yılı münasebetiyle, Mehmet Akif’i 19-23

Şubat 2007 tarihleri arasında düzenlediğimiz Kış semi-

nerinde andık. Konuşmacılar Ertuğrul Düzdağ, Ali Gün-

var, Beşir Ayvazoğlu, Suat Mertoğlu ve Hayrettin Orha-

noğlu’nun şair ve düşünürü farklı veçheleriyle ele aldığı

program, Sanat Araştırmaları Merkezi’nin Akif’e ayırdı-

ğı Şiir Akşamı’yla sona erdi.

Kütüphanemiz büyümeye devam ediyor

TAL‹D’in 8. say›s› ç›kt›Türkiye Araştırmaları Merke-

zi’nin çıkardığı Türkiye Araştır-

maları Literatür Dergisi’nin

(TALİD) 7. sayısı, Batılılaşma

sürecinin bir ürünü olarak orta-

ya çıkan Yeni Türk Edebiyatını

konu almıştı. “Yeni Türk Edebi-

yatı Tarihi-II” başlığıyla çıkan 8.

sayıda ise aynı konuya devam

ediliyor. Edebiyat tarihleri, ro-

man, tiyatro, eleştiri, deneme,

karşılaştırmalı edebiyat, tercü-

me, antoloji, edebiyat sosyoloji-

si, edebî röportaj, tarihî roman-

lar; kişi, kitap ve dergi tanıtım-

larının yer aldığı bu sayının söy-

leşi konuğu ise, bu alandaki ça-

lışmalar hakkında bilgiler veren

Abdullah Uçman. Derginin 9.

sayısı ise Eski Türk Edebiyatı ta-

rihini mesele edinecek.

Arslan Pulathaneli

Page 3: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

3

BSVHAVAD‹S

Dîvân 21 ç›kt›!

Dîvân İlmî Araştırmalar

dergisinin 21. sayısı,

ağırlıklı olarak, vefatı-

nın 600. yılını idrak etti-

ğimiz İbn Haldun’a ay-

rıldı. Büyük mütefekkir,

görüşleriyle Osmanlı ta-

rihçileri, toplum ve si-

yaset düşünürleri ara-

sında da pek çok takipçi

bulmuş, Mukaddime’si

Osmanlı klasik döne-

minden itibaren ilim ve

siyaset dünyasında çok-

ça okunmuştu. Bu konu

dışında da, özgün ma-

kaleler, araştırma notla-

rı ve bu sayıda ilk defa

yer verilen “Değerlen-

dirme Makalesi” bölü-

mü okurların istifadesi-

ne sunuluyor. Kitap de-

ğerlendirmesi kısmın-

da, İbn Haldun’la ilgili

sayısı oldukça sınırlı

olan Türkçe çalışmalar

tanıtılıyor. Derginin son

bölümünde ise, üç sem-

pozyum değerlendir-

mesi ile, derginin geçen

yirmi bir sayısında ya-

yınlanmış yazıların ma-

kale ve yazar adlarına

göre düzenlenen bibli-

yografyası yer alıyor.

Hikmet Anne belgeselinin Galas› yap›ld›

24 Şubat Cumartesi, Vefa salonunda Hikmet Öğüt

Belgeseli’nin gala programını gerçekleştirdik. İkra-

mın ardından, Hayal Perdesi Sinema Toplulu-

ğu’nun hazırladığı “Su Damlası-Bir İstanbul Hanı-

mefendisi: Hikmet Anne” belgeselinin açılış konuş-

masını yapan Mustafa Özel, insanın unutan ve ha-

tırlayan yönüne dikkat çekerek, seçkin insanları an-

dıkça ana kaynağa yöneleceğimizi belirtti. Hikmet

Öğüt’ün defterinden dökülen satırlar ise, su gibi

akıp giden insanın gurbetteki yolculuğuna tutulan

bir fener gibiydi:

“(…) Kaynağından her gün bir parça daha uzakla-

şan su gibiyiz. O su nasıl geçtiği topraklarda damla

damla dağılarak, eriyerek gidiyorsa, biz de kalbimi-

zin kaynağından böylece her an biraz daha uzakla-

şarak, her zaman bir parça daha azalarak bilmedi-

ğimiz bir diyara akıyoruz.”

2007 Bahar seminerleri sonaerdi

23 Mart-12 Mayıs

tarihleri arasında,

toplam sekiz hafta

süren Bahar semi-

nerleri, Genel Giriş,

Giriş, Temel ve Özel

olmak üzere 4 grup-

ta ve 51 başlık altın-

da gerçekleşti.

Page 4: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

4

BSVHAVAD‹S

18. Ö¤renci sempozyumu yap›ld›

Vakfımızın geleneksel Öğrenci sempozyumlarının 18.’si

10-11 Mart 2007 tarihinde düzenlendi. Farklı başlıklar-

da 8 oturum süren sempozyumda toplam 30 tebliğ su-

nuldu. Dr. Mustafa Özel’in açılış konuşmasıyla başla-

yan sempozyum, Ahmet Okumuş’un kapanış değerlen-

dirmesiyle sona erdi.

Notlar 5-6 ç›kt›

Türkiye Araştırmaları

Merkezi’nin, Tanzi-

mat çağında Osmanlı

hukuku çerçevesinde

düzenlediği toplantı-

lar Notlar-5 olarak ki-

taplaştı. Prof. Dr. Hu-

ricihan İslamoğlu,

Doç. Dr. Macit Kena-

noğlu ve Prof. Dr. Engin Deniz Akarlı’nın konuk olarak

katıldıkları toplantılarda, Osmanlı hukuk sistemi, bu sis-

temin belirlediği iktisadî dönüşüm ve modern devlet ya-

pılarının ortaya çıkış süreci tartışılmıştı.

TAM’ın, kütüphanelerimizin dünü bugünü, imkânları ve

sorunlarını tartıştığı toplantılar da Notlar-6 olarak kitap-

laştı. Millet Kütüphanesi eski müdürü M. Serhan Tayşi,

Süleymaniye Kütüphanesi eski müdürü Nevzat Kaya, Dr.

Tarık Özçelik, Beyazıt Devlet Kütüphanesi müdürü Şera-

fettin Kocaman, teknik ressam Adnan Alpay ve Atatürk

Kütüphanesi Nadir Eserler bölümünde görevli Hüseyin

Türkmen toplantılara konuşmacı olarak katılmıştı.TAM’da yeni okumu grubu:Osmanl›lar›n 19. yüzy›l›

Ebubekir Ceylan ve Zahit Atçıl’ın yürüttüğü 19. yüzyıl

Okuma Grubu’nda, bu dönem üzerine yazılmış yeni ve

klasik metinler (kitap, makale vb.) tartışılacak. Hem

temel bilgi eksikliklerinin giderilmesi hem de Türkiye

tarihinin 19. yüzyılının dünya tarihindeki yeri ve genel

Türk tarihindeki konumunun değerlendirileceği pro-

gramda, 19. yüzyılın siyasî, toplumsal ve iktisadî

gelişmeleri hakkındaki bilgiler yeniden gözden geçirile-

cek. Aynı zamanda, 17. ve 18. yüzyıl ile ilgili daha sonra

yapılacak okumalar için de bir birikim sağlanacak.

TAM’da yeni okumu grubu:Osmanl› tasavvuf tarihi

Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği “Osmanlı

Tasavvuf Tarihi Okumaları” başlıklı ihtisas çalışmasını

Doç. Dr. Reşat Öngören yürütüyor. Osmanlı tasavvuf tari-

hinin dönem dönem ele alınacağı programda,

yayımlanmış ilgili akademik çalışmalar (kitap, makale vs.)

üzerinden genel bir çerçeve çizildikten sonra kaynak

niteliğindeki eserlerin okunmasına geçilecek.

Page 5: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

5

BSVHAVAD‹S

Osmanl›ca seminerleri bafllad›Türkiye Araştırmaları

Merkezi, Osmanlı tarihi

ve medeniyeti üzerine

gerek merkez bünyesin-

de düzenlenen, gerekse

diğer kademelerdeki

atölye ve okuma grupla-

rının ihtiyacına binaen

çeşitli seviyelerde Os-

manlıca Seminerleri

vermeye başladı.

Sözlü Tarih çal›flmalar› için gönüllü aran›yorTürkiye Araştırmaları

Merkezi tarafından yürü-

tülen Sözlü Tarih çalış-

malarında yer almak is-

teyen gönüllü arkadaşlar,

hem ‘gün görmüş’ bir ki-

şinin yaşamındaki tecrü-

belerini ilk ağızdan duy-

ma fırsatı bulabilecek

hem de Vakfımızın sözlü

tarih projesine katkı sağ-

layacaklar.

Çocuk edebiyat› paneline ev sahipli¤i yapt›kSanat Araştırmaları Merkezi 7 Nisan 2007 tarihinde “Ço-

cuğu Anlayan Edebiyat” başlıklı bir panel düzenledi. Ço-

cuk edebiyatı kavramının, bu başlık altında sunulan

ürünlerle birlikte tartışmaya açıldığı panelin oturum

başkanlığını Erhan Erken yürüttü. Erdem Yayınları genel

yayın yönetmeni Melike Günyüz, illüstratör Osman Tur-

han, Birdirbir dergisi editörü Hatice Işılak ve yazar Mev-

lâna İdris ise panele konuşmacı olarak katıldı.

MAM’da yeni okuma grubu: DüflüncebilimGerçeklik’in derin yapısının idraki için, tarih boyuncageliştirilen yöntemlerden birisi olan ilm-i mantık’ın ka-dim felsefe-bilim mirasının anlaşılabilmesi için bilinme-si gereken elzem bir bilim dalı olmasından hareketleoluşturulan Düşüncebilim okuma grubu Mayıs ayındafaaliyetlerine başlayacak. İki aşamalı çalışmada ilkin Esi-rüddin Ebherî’nin İsagucî’si temel metin olarak dikkatealınacak, eksik konular Ahmed Cevdet Paşa’nın Miyar-iSedad’ından tamamlanacak. Devam dikkati ile sınav so-nucunun beraberce değerlendirileceği elemeden sonrabelirlenen katılımcılarla devam edecek 2. aşamada ise,Necmeddin Kazvinî’nin Şemsiye’si, Kutbuddin Razî’ninŞerh’inden istimdad ile okunacak. 10 haftalık programındanışmanlığını İhsan Fazlıoğlu yürütüyor.

Dervifl Zaim’i konuk ettikİlk filmi Tabutta Rövaşata ile sinemada ismini du-

yuran, senaryosunu yazıp yönettiği filmlerle yurtiçi

ve yurtdışında çeşitli ödüller kazanan yönetmen

Derviş Zaim, son filmi Cenneti Beklerken (2006)’i

konuşmak üzere Sanat Araştırmaları Merkezi Kır-

kambar toplantılarının konuğu oldu. İlgili sayfalar-

da bu söyleşiden bir bölümü okuyabilirsiniz.

Page 6: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

KAM Tezat

Kıbrıs Sorununun Ortaya Çıkışı:

1945-1954

Barış Görgüç

8 fiubat 2007De¤erlendirme: K a d i r T e m i z

Bilim ve Sanat Vakfı Küresel Araştırmalar Merke-

zi’nin düzenlediği Tezat toplantılarının Şubat ayı ko-

nuğu Barış Görgüç’tü. Barış Görgüç’ün Marmara

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi

ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde 2006 yılında ta-

mamladığı “Kıbrıs Sorununun Ortaya Çıkışı” adlı

yüksek lisans tezi Kıbrıs sorununun başlangıcı ola-

rak kabul edilebilecek bir tarihe odaklanarak, alanı

itibari ile özgün bir üslupla dile getirildi.

Görgüç’ün ifade ettiği üzere, tezin en belirgin özelli-

ği dokuz yıllık gazete arşivlerine ulaşılmış olmasıdır.

Daha önce Kıbrıs ile ilgili yapılan araştırmaların bir-

çoğunda yabancı kaynakların kısıtlı olarak kullanıl-

dığını dile getiren Görgüç kendi çalışmasının aynı

zamanda bu açığı da kapatmaya çalıştığını dile ge-

tirdi. Örneğin, özellikle 1945-1954 yılları arasındaki

gelişmelerin incelenmesinde yabancı kaynaklara

fazla başvurulmamıştır. Tezin temel iddialarının

oluştuğu 1945-54 arasındaki dönemin başlangıç ve

bitişi hakkında açıklamalar yapan Görgüç, 1954 tari-

hini Kıbrıs sorununun uluslararası gündeme taşın-

ma tarihi olarak önemli görmektedir.

Kıbrıs sorununu Osmanlı Devleti’ni bir kenara koya-

rak ele alamayacağımızı vurgulayan Görgüç tarihi

6

Küresel Araflt›rmalarMerkeziKAM

KAM Yuvarlak Masa Toplantıları

TEZAT K›br›s Sorununun Ortaya Ç›k›fl›: 1945-1954 Bar›fl Görgüç

8 fiubat 2007 Bir Hükümet Mentalitesi Olarak Türkiye’de Güvenlik Tuncay Kardafl

22 fiubat 2007 Kamusaldaki Müslüman Kad›nlar: Yap›sökümsel Bir Okuma Ali Arvas

15 Mart 2007 ÖZEL ETK‹NL‹K Current Issues in Turkish Foreign Policy and Prospects for Future Philip Robins

31 Mart 2007

Görgüç’e göre, Türkiye’de çok partili hayata

geçiflle birlikte K›br›s hem bir iç politika

malzemesi hem de ulusal güvenlik sorunu

olarak alg›lanmaya baflland›.

Page 7: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

süreklilik bağlamında 19. yüzyıldan özellikle 1945’e

kadar geçen süreci sorunun ilk tartışmalarının orta-

ya çıkış süreci olarak tanımlamaktadır. 1833, 1841 ve

1845 tarihlerinde adanın egemenliği için Osman-

lı’nın teklif edilmesini ve 1878 yılında İngiltere ile ki-

ralama anlaşmasının yapılmasını, adanın yeni sta-

tüsünün tartışılmaya başlandığı ilk yıllar olarak ala-

biliriz, diyen Görgüç, adanın İngiltere’ye devrini de

tamamlanmış veya bitmiş bir süreç olarak düşün-

memektedir. Nitekim kiralama anlaşmasının bir bö-

lümünde adanın Osmanlı Devleti’ne iadesi vardır.

İki savaş arası dönemi büyük güçlerin iç hesaplaş-

maları ve kurulamayan uluslararası denge süreci

olarak tanımlarsak, Görgüç’ün önemle üzerinde

durduğu İkinci Dünya Savaşı sonrası adanın statüsü

ile ilgili tartışmaları daha iyi anlayabiliriz. Bu hesap-

laşma veya denge arayışları döneminde Kıbrıs soru-

nu Lozan’a atıfla çözülmeye çalışılmış ve Lozan ile

birlikte Kıbrıs’taki birtakım haklardan feragat edil-

miş, 16. madde ile birlikte de adanın bundan sonra-

ki statüsünü taraflar arasındaki müzakerelerin belir-

leyeceği belirtilmiştir. Bu açıklamadan sonra, ancak

1945’ten sonra birtakım gelişmelerle birlikte Kıbrıs

hakkında Yunanistan’ın da içinde bulunduğu çok ta-

raflı tartışmalar başlamıştır. Yunanistan’ın 1951 tari-

hine kadar ada ile ilgili bir talebi olmadığını dile ge-

tiren Görgüç bu tarihle birlikte adanın statüsü tartış-

malarının da muhteva bakımından değiştiğini dile

getirmiştir.

Bu dönemin aynı zamanda Türkiye’de çok partili ha-

yata geçiş dönemi olarak nitelendirilmesine de deği-

nen Görgüç’e göre, Türkiye için Kıbrıs artık hem bir

iç politika malzemesi hem de ulusal güvenlik sorunu

olarak algılanmaya başlanmıştır. Aynı zamanda bazı

kavramsal sorunların hâlâ giderilemediğini savunan

Görgüç, “Kıbrıslı Rumlar ve Yunanlılar ayrı ele alını-

yor, aslında ayrı olup olmadıkları da tartışmalı bir

konudur” ifadesi ile bu yanlışlıklara bir örnekle açık-

lama getirmiştir.

Genel hatları ile tezin muhtevasına yönelik açıkla-

malardan sonra soru-cevap bölümünde konu daha

derinlemesine tartışılmıştır. Dinleyicilerden gelen ve

tarihî olarak tezin dışında da olsa 6-7 Eylül olayları

ile ilgili bir soru üzerine Görgüç, Kıbrıs ile ilgili tartış-

maların birçok boyutu olabileceğini vurgulayarak, 6-

7 Eylül olaylarının Türkiye’de milliyetçi bir söylemin

gelişmesinin sosyolojik ve siyasî yönleri ile dış poli-

tika anlamında etkilerinin ayrıca tartışılabileceğini

belirtti.

Bir Hükümet Mentalitesi Olara kTürkiye’de Güvenlik

Tuncay Kardaş

22 fiubat 2007De¤erlendirme: M e s u t Ö z c a n

Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölü-

mü’nde görev yapan Yard. Doç. Dr. Tuncay Kardaş,

İngiltere’de University of Wales’de savunduğu dokto-

ra tezini, Tezat toplantıları çerçevesinde bizlerle

paylaştı. Eleştirel güvenlik çalışmalarında önde ge-

len bir okul olan University of Wales, Aberswyth’i

“Security Governmentality in Turkey” (Bir Hükümet

Mentalitesi Olarak Türkiye’de Güvenlik) başlıklı tezi-

ni çalışmak için en uygun yer olduğu için tercih etti-

ğini söyleyerek konuşmasına başlayan Kardaş, 28

Şubat sürecinde Türkiye’de yaşanan gelişmeleri Fo-

ucault’nun governmentality (hükümet mentalitesi)

7

Küresel Araflt›rmalar

MerkeziKAM

Kardafl, elitler taraf›ndan üretilen gü-

venlik söyleminin, iktidar arac›

olarak nas›l kullan›ld›¤›n›n de-

tayl› örneklerini s›ralad›.

Page 8: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

kavramsallaştırması çerçevesinde tartıştı. Osman-lı’dan beri ülkede yönetimi kontrol etmek amacıylabir güvenlik söylemi üretildiğini ve bunun son dö-nemde de benzer bir söylem çerçevesinde toplu-mun kontrol ve disipline edilmek istendiğini belir-ten Kardaş, 28 Şubat döneminde üretilen söyleminbaşörtüsü ve eğitim üzerinden bir eleştirisini yaptı.Uygulanan bu stratejinin büyük ölçüde başarılı ol-duğunu iddia etti. Sunumun ilk kısmında detaylı bir şekilde govern-mentality kavramsallaştırmasını anlatan Kardaş, da-ha sonra bunu kendi tezine nasıl uyguladığını anlat-tı. Elitler tarafından üretilen söylemin, nasıl bir ikti-dar aracı olarak kullanıldığının detaylı örneklerinisıraladı. Sunumun ardından gerçekleşen tartışmabölümünde ise Kardaş’a yöneltilen sorular arasındaalternatif kavramsallaştırma önerileri dikkat çekti.Ele alınan konunun açıklanmasında Foucault’un go-vernmentality kavramsallaştırması yerine Grams-ci’nin hegemonya kavramsallaştırmasının daha uy-gun olacağı; yine Kardaş’ın tezinde iddia ettiğininaksine, 90’ların ikinci yarısında üretilmeye çalışılangüvenlik söyleminin başarılı olamadığı düşüncesikatılımcılar tarafından dile getirildi ve AB süreci ileyaşananlar ve 2002 seçimlerinde gerçekleşen tasfiyebuna örnek olarak gösterildi. Siyaset Biliminde çokça kullanılan bir kavramın Tür-kiye siyasetinin bir dönemine uygulanmasının elealındığı bu Tezat toplantısı teori ile pratiğin beraber-ce tartışıldığı ve uluslararası ilişkiler teorisi ile siya-set felsefesinin kesiştiği bir düzlemde gerçekleşmesiyönüyle de oldukça verimli oldu.

Kamusaldaki Müslüman Kadınlar:Yapısökümsel Bir Okuma

Ali Arvas

15 Mart 2007De¤erlendirme: ‹ s m a i l Y a y l a c ›

Küresel Araştırmalar Merkezi’nin Tezat toplantıları-

nın Mart ayı programında, Boğaziçi Üniversitesi Si-

yaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde

doktora çalışmalarına devam eden Ali Arvas’ın

2005 yılında Essex Üniversitesi’nde tamamladığı

“Kamusaldaki Müslüman Kadınlar: Yapısökümsel

Bir Okuma” (Muslim Women in Public Sphere: A

Deconstructive Reading) başlıklı tezi ele alındı. Te-

zinin içeriğini anlattığı ilk bölümde Arvas, Müslü-

man kadın yazarların eserlerini merkez alarak,

Müslüman kadın kimliğinin söylemsel bir analizini

yaptığını ifade etti. Başörtüleri sebebiyle “fiziksel

kamusal alandan sürgün edilen” Müslüman kadın-

ların bu metinlerini bir kamusallık zemini olarak

ele aldığını belirten Arvas, Laclau ve Mouffe tara-

fından geliştirilen post-yapısalcı söylem analizinin

teorik varsayımlarını ve yapısöküm (deconstructi-

on) metodunu kullanarak Kemalizm, İslâmcılık ve

feminizm tarafından çizilmiş siyasî haritada Müs-

lüman kadınların söylemsel konumunun ne oldu-

ğunu araştırdığını ifade etti. Arvas tezinde Müslü-

man kadın kimliğinin “laisist hegemonya”ya karşı

geliştirilen direnç cephesinde teşekkül ettiğini ve

başörtüsü meselesi örneğinde, Müslüman kadınla-

rın radikal-demokratik bir şekilde, kendilerinin ve

diğer kadınların eşit kabul edileceği alternatif bir

özgürleştirici söylem geliştirdiğini savunuyor. Hi-

8

Küresel Araflt›rmalar

MerkeziKAM

Page 9: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

potezini kanıtlayabilmek için de Müslüman kadın-

ların kendi metinlerinde “antagonistik öteki”lerini

nasıl tanımladıklarını Derrida ve Kriesteva’nın sağ-

ladığı analitik çerçeve ile yapıyor.

Sunumunun başında kendisinin de ifade ettiği üze-

re, Arvas’ın ortaya koyduğu şekildeki kuşatıcı bir id-

dia aslında çok daha geniş bir çalışmayı ve ürünü ge-

rekli kılıyor. Fakat İngiltere’de yazılan yüksek lisans

tezlerinin yapısal olarak on bin kelimeyle sınırlandı-

rılmış olması Arvas’ı bu genişlikte bir çalışmanın

ürünlerini ortaya koymaktan alıkoymuş. Dolayısıyla

tez incelendiğinde bu iddia daha zengin bir malze-

meyle işlenmeli şeklinde bir izlenim sadır olsa da,

bunun tezin kendisinden değil formel bir sınırlama-

dan kaynaklandığını da belirtelim.

Arvas tartışmayı Kemalizm’in modernlik, laiklik ve

kadın anlayışı çerçevesinde yürüttü. Göle’ye atıfla

Kemalizm’in kadın projesinden bahsederken laiklik-

le modernleşmenin eşanlamlılığına dayalı bir pers-

pektifle kadının merkeze alındığını, fakat özellikle

1970’lerle birlikte Kemalizm’in bir kimlik krizine du-

çar olduğunu söyledi. Bu krizin alâmetlerinden en

önemlilerinden biri Kemalizm’in çizdiği kadın pro-

totipinin dışında, İslâm’a atıfla kimliğini tanımlayan

Müslüman kadınların kamusal alanda varlık göster-

meleriydi. Arvas bu çerçevede başörtüsünü hem bir

ibadet pratiği, hem bir kimlik ve hak, hem de siyasî

bir simge olarak değerlendiriyor. Arvas bu kimlik in-

şası süreçlerini anlamada en önemli metodun yapı-

söküm olduğuna vurgu yaparak Müslüman kadınla-

rın İslâm’ın özünü (ahkam) nasıl tekrarladığına (re-

iterate) baktığını, bunu Derrida’nın differance ve mi-

nimum artık (minimum remainder) kavramlarıyla

yaptığını belirtti.

Hegemonyanın antagonizmalarla, karşıtlıklarla iler-

leyen bir siyasal eylem kuramı olduğunu ifade eden

Arvas, Laclau ve Mouffe’dan aldığı bir tabirle, Müslü-

man kadınların kimlik inşası süreçlerini Kemalizm

ile yaşanan “hegemonik mücadele” bağlamında de-

ğerlendirdi. Müslüman kadınların kamusal alanda

isbat-ı vücut etmelerinin Kemalizm’in seküler ve

milliyetçi bir ulus yaratma projesini nasıl sarstığı-

nı/istikrarsızlaştırdığını tartıştı.

Arvas’ın sunumunun ardından soru cevap bölümü-

ne geçildi. Türkiye’nin mevcut gündemini de ilgilen-

diren bu sıcak konuda oldukça etraflı tartışmalar ya-

pıldı. Katılımcılar hem tezin mutfağı hem de savun-

duğu kanıtları değerlendirerek başörtüsü meselesi

ekseninde Müslüman kadın kimliği üzerine verimli

bir tartışma yürüttüler.

KAM Özel Etkinlik

Current Issues in Turkish ForeignPolicy and Prospects for Future

Philips Robins

31 Mart 2007De¤erlendirme: B i l a l ‹ l h a n

Bilim ve Sanat Vakfı Küresel Araştırmalar Merke-zi’nin düzenlediği toplantının konuğu Oxford Üni-versitesi Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğ-retim Görevlisi ve aynı zamanda Ortadoğu Araştır-maları Merkezi Üyesi Dr. Philip Robins idi. Son dö-nem Türk Dış Politikası hakkında ABD’de düzenle-nen ve kendisinin de gözlemci olarak katıldığı top-lantılarda edindiği çıkarımlarla kendi düşüncelerini

9

Küresel Araflt›rmalar

MerkeziKAM

Arvas’›n ortaya koydu¤u flekildeki

kuflat›c› bir iddia asl›nda çok

daha genifl bir çal›flmay› ve

ürünü gerekli k›l›yor.

Page 10: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

de belirten Robins, konuşmasını genel hatlarıyla üç

ana başlık altında gerçekleştirdi.

İlk olarak Türkiye’nin son dönem dış politikasında

ABD ve AB ile ilişkilerini değerlendiren Robins,

ABD’de katıldığı toplantılardan hareketle bu ilişkile-

rin kötü olduğu yönündeki genel kanaati paylaşmı-

yor. Şu ana kadar ABD ile Türkiye arasında var oldu-

ğu söylenen mükemmel ilişkilerin aslında mitten

öte olmadığını, bu ilişkinin tarihine bakıldığında Ni-

xon döneminde patlak veren haşhaş krizi, Türki-

ye’nin Kıbrıs Çıkartması sonucunda ABD’nin uygu-

ladığı silah ambargosu, I. Körfez Savaşı sonrası Tür-

kiye’nin uğradığı maddî kayıpların tazmini gibi so-

runlardan ötürü zaten var olan gelgitli sürecin aslın-

da son dönemde de devam ettiğini vurguluyor.

Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde özellikle 1980’li döne-

mi kayıp yıllar olarak nitelendiren Robins, 1996’da

gerçekleştirilen Gümrük Birliği Anlaşması ve

1999’daki Helsinki Zirvesi ile Türkiye-AB arasındaki

ilişkilerin pozitif yönde bir ivme kazandığını belirti-

yor. Avrupa Komisyonu’nun en büyük temsilinin

Türkiye Cumhuriyeti tarafından gerçekleştirildiğini

belirten Robins, Türkiye’nin Ankara’da gerçekleştire-

ceği proje için tam 500 milyon euroluk bir bütçeyi

bu komisyondan aldığını vurguluyor. Türkiye’nin AB

ile bütünleşmesi sürecinin, özellikle ekonomik açı-

dan Türkiye adına birçok kazanımlar sağlayacağını

belirten Robins’e göre, genel hatlarıyla Türkiye’nin

AB ve ABD ile ilişkilerinin sağlıklı değerlendirilmesi

için, bu güçlerin sahip olduğu kurumlarla (NATO,

Avrupa Konseyi vs.) olan ilişkilerin tek tek analiz

edilmesi gerekiyor.

Türkiye’nin son dönem itibariyle Ortadoğu politika-

sında daha aktif bir rol oynadığı kanaatine katılma-

dığını belirten Robins, özellikle Irak konusunda et-

kin bir tavırdan ziyade defansif mobilizasyon olarak

nitelenebilecek bir yönelimin varlığından söz edi-

yor. Son dönemde özellikle İran’ın nükleer faaliyet-

leri sonucu patlak veren krizin sadece Türkiye’yi ilgi-

lendirmediğini, bölge itibariyle İsrail’i ve küresel

manada özellikle ABD’yi daha fazla tedirgin ettiğini

ve bu sebeple İran ile ilişkilerde krizden söz etmenin

doğru olmadığını belirten Robins, 1979’da İran’da

gerçekleştirilen İslâm Devrimi sonrasında da Türki-

ye’nin İran ile ilişkilerinin normal bir seyir izlediğini,

son dönem itibariyle aslında bu seyirde herhangi bir

sapmanın yaşanmadığını vurguladı. PKK meselesin-

den ötürü Suriye ile olan gergin ilişkilerin 1998 yılı-

nın sonbaharında gerçekleştirilen Adana Antlaşması

ile normale döndüğünü ve özellikle son dönemde

karşılıklı olarak devlet başkanlarının ülke ziyaretleri,

iyi niyet bildirimleri ve ticarî faaliyetlerle bu ilişkinin

pozitif yönde ilerlediğini belirtiyor. Son olarak Ro-

bins, Lübnan Krizi’nde Türkiye’nin gösterdiği yakla-

şım ile iyi bir AB üyesi olabileceğini kanıtladığının

altını çiziyor.

Üçüncü ana başlığı genel olarak kamuoyunun tep-

kileri üzerine ayıran Robins, kamuoyunun özellikle

ABD’nin Irak’a müdahalesi ve Kıbrıs meselesinde

AB’nin sergilediği tavırlar karşısındaki reflekslerini

ve bu reflekslerin etkinliğini sorguluyor. Robins,

ABD’nin Irak’a müdahalesi sonucunda Türk kamu-

oyunda olumsuz bir havanın varlığından söz edile-

bilmesine ve özellikle Kıbrıs meselesinde AB’nin

yaklaşımının tepkiyle karşılanmasına rağmen -ki

bu durum zaman zaman kırılmalara dahi sebebiyet

verecek gerginliklere sahne olmuştur- kamuoyu-

nun yavaş yavaş normale döndüğünü, konjonktüre

10

Küresel Araflt›rmalar

MerkeziKAM

Oxford Üniversitesi Siyaset ve Uluslararas›

‹liflkiler Bölümü’nden Dr. Philip Robins,

son dönem Türk D›fl Politikas› hakk›nda

gözlem ve kanaatlerini aktard›.

Page 11: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

11

Küresel Araflt›rmalar

MerkeziKAM

göre bazen gerginleşmesinin ise olağan sayılacağı-

nı belirtiyor.

Sonuç itibariyle Türkiye’de hükümet ile devlet (as-

ker, bürokrasi vs.) arasındaki birliktelik ve ayrılıkla-

rın baş gösterdiği ana konulara değinen Robins, bu

konuyu dört farklı alt başlık altında inceliyor. İlk ola-

rak AB ile ilişkiler, ABD’yi Irak politikasında destek-

lememe ve Suriye’yi İsrail ve ABD ile yaşadığı prob-

lemlerde yalnız bırakmama gibi konularda hükümet

ile devlet arasında uzlaşma sağlandığını vurgulayan

Robins, AB sürecinde yaşanan Kıbrıs meselesi ve Fi-

listin’in İsrail ile yaşadığı gerginlik karşısında TC Hü-

kümetinin yaklaşımı ile devlet arasında bir uyum-

suzluk olduğunu ancak bunun yönetilebildiğini be-

lirtti. İslâm Konferansı Örgütü’nde hükümetin izle-

diği aktiflik ve bunun neticesinde İKÖ genel sekrete-

rinin bir Türk olması konusunda devletin herhangi

bir yaklaşımının bulunmadığını vurgulayan Robins,

ayrıca hükümetin Afrika açılımı ve Latin Amerika ile

başlattığı temasların da devlet tarafından önemsen-

mediğini ilave etti.

Küresel Araştırmalar

2007 Bahar Seminerleri

G‹R‹fi SEM‹NERLER‹

‹ktisad›n Temel Kavramlar› M. ‹brahim Turhan

Uluslararas› ‹liflkilerin Temel Kavramlar› Mesut Özcan

TEMEL SEM‹NERLER

Türkiye Ekonomi Politi¤i Sad›k Ünay

Türkiye’de Siyaset ve Strateji Muzaffer fienel

Uluslararas› Finansal Sistem Lokman Gündüz

Uluslararas› Hukukun Temelleri Berdal Aral

Uluslararas› ‹liflkiler Teorileri II ‹smail Yaylac›

Yönetim Düflüncesi Mustafa Özel

ÖZEL SEM‹NERLER

Demokratikleflme ve Uluslararas› ‹liflkiler Ali Resul Usul

‹nsan Kaynaklar› Yönetimi Bahattin Ayd›n

Say›sal Bilginin Mülkiyeti Çetin Kaya Koç

Stratejik Yönetim ve Planlama Haluk Dortluo¤lu

Uzakdo¤u Asya Ekonomi-Politi¤i Süleyman Beflli

Page 12: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

12

Vak

it V

ar D

aha

Cem

al S

üre

ya

Elif

Lam

Mim

.Yir

mi

üç

haz

iran

dok

uz

yüz

altm

›fl y

edi

Bu

lan

›k a

tmos

feri

n i

çin

de

gözl

erim

s›m

s›ca

k;

Yeld

e¤ir

men

i’nd

en d

eniz

e sa

rpa

sara

rak

inen

bir

sok

akta

.

Vak

it t

amam

d›r

diy

oru

m.V

e so

ka¤

›n s

esi

Diy

or k

i d

e¤il

dah

a

Vak

it v

ar d

aha

Bir

kil

ise

tad

› ta

fl›yo

r D

olm

abah

çe c

amii

nin

pen

cere

leri

Uza

ktan

bak

mak

flar

t›yl

a ve

ayd

›nl›

k ol

uflu

nu

say

maz

sak;

Ve

den

izin

gifl

esin

de

otu

ran

k›s

a b

oylu

saa

t k

ule

si

Yak

as›n

›n i

çin

e k

ayd

›rm

›fl h

afif

çe b

as›n

ç-öl

çeri

ni

Diy

or k

i d

e¤il

dah

a

Vak

it v

ar d

aha

Mer

mer

in m

emel

erin

den

haf

ifçe

haf

ifçe

dam

l›yo

r m

avi

‹lk

mav

i,d

o¤ru

mav

i,ça

y›r

çim

en b

ilgi

si

cük

len

iyor

ord

a h

emen

›l›

k m

enek

flesi

fiem

s’in

Çal

g›c›

s›n

› d

a ya

n›n

da

gezd

irir

di

Kon

ya’d

a fi

ems

ki

Diy

or k

i d

e¤il

dah

a

Vak

it v

ar d

aha

MOL

A

Bir

kok

u d

uru

rdu

par

ma¤

› yü

zü¤ü

n i

çin

de

Ger

ind

ikçe

tün

Do¤

uya

yay

ard

› b

eden

ini,

Sa¤

l›¤›

nd

an ç

erçe

vele

r ya

rat›

r K

elim

e H

atu

n

Uzu

n u

zun

du

yard

› gö

zler

ine

çek

ilm

ifl m

ili

Diy

or k

i d

e¤il

dah

a

Vak

it v

ar d

aha

Evle

rden

çad

›rla

rdan

top

lan

anla

r b

ini

bu

ldu

kça

Pad

iflah

›n ö

nd

e tö

ren

le u

çuru

ldu

kel

lele

ri.

Gec

eyi

bir

der

t gi

bi

geri

de

b›r

akan

Yah

ud

iye

nd

üz

de

t›rn

akl›

hay

van

lar›

n e

ti h

aram

ed

ild

i

Diy

or k

i d

e¤il

dah

a

Vak

it v

ar d

aha

Dev

am›

sayf

a 28

’de

Page 13: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

MAM Ça¤dafl Kuramc›lar

Pierre Bourdieu: PratiklerinMantığı, Habitus ve Alan Teorisi

Güney Çeğin

23 Ocak 2007

De¤erlendirme: K e m a l C a n

Çağdaş Kuramcılar başlıklı toplantılar dizimizinüçüncüsünü Ocak ayında Denizli Pamukkale Üni-versitesi Sosyoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Gü-ney Çeğin ile birlikte Fransız sosyolog Pierre Bourdi-eu üzerine gerçekleştirdik. Toplantı Güney Çeğin’inüç meslektaşı ile birlikte hazırladığı Ocak ve Zanaat:Pierre Bourdieu Derlemesi (İletişim, 2007) başlıklı ki-tap çerçevesinde Bourdieu’nün pratiklerin mantığı,habitus ve alan teorisi etrafında gerçekleşti.

Çeğin, sunumunu iki aşamalı olarak gerçekleştirdi.Önce Bourdieu’nün eserlerinin gelişimini daha son-ra ise epistemolojisini tanıttı. Çeğin’in teferruatıylatanıttığı birinci bölümü özetlersek; 1930 yılında Gü-neybatı Fransa’nın kırsalında Béarn kasabasında do-ğan Pierre Bourdieu, 1950’li yıllarda Fransa’nın enönemli eğitim kurumu olan Ecole Normale Supéri-eure’da eğitimini tamamladı. Lisansını felsefede ta-mamlayan Bourdieu 1950’lerin ortalarında askerli-ğini yaptığı Cezayir’de Fransız sömürgeciliğinin yıkı-cılığını gördü. Cezayir yılları onu felsefeden kopara-rak sosyolojiye eğildi ve kendini Durkheim sonrasıanavatanında sönümlenen sosyolojinin yenidencanlandırılmasına adadı. İlk eserleri Cezayirliler, Ce-zayir’de Emek ve İşçiler, Köksüzleşme: Cezayir’de Ge-leneksel Tarımın Krizi’nde, bağımsız bir Cezayir’in

acılı doğuşunu aydınlatmak ve ona yardımcı olmak

amacıyla, yerli toplumun organizasyonu ve kültürü

ve onun ücretli emek, kentleşme ve Fransız ordusu-

nun sözde barış politikası altında sert bir biçimde yı-

kılmasının tarihi masaya yatırılır. 1960’ların başla-

rında Cezayir’den, Ecole des Hautes Etudes en Scien-

ces Social’de araştırma müdürlüğünün yanı sıra, kur-

duğu Avrupa Sosyoloji Merkezi’nin direktörlüğünü

yapacağı Paris’e döndü. Burada Kayblialarda ritüel,

akrabalık ve toplumsal değişmeyle ilgili etnolojik ça-

lışmalar yaptı –bu araştırmaların sonuçları Bir Pra-

tik Teori İçin Taslak (1972)’da yer aldı. Bourdieu,

13

Medeniyet Araflt›rmalar›MerkeziMAM

MAM Yuvarlak Masa Toplantıları

ÇA⁄DAfi KURAMCILAR

Pierre Bourdieu: Pratiklerin Mant›¤›, Habitus ve Alan Teorisi Güney Çe¤in

23 Ocak 2007

Anthony Giddens ve Yap›laflma Teorisi Ümit Tatl›can

13 fiubat 2007

John Rawls ve Siyasal Liberalizm M. Fevzi Bilgin

20 Mart 2007

Charles Taylor: Anlam, Ahlâk, Modernlik Ahmet Okumufl

17 Nisan 2007

TEZGÂHTAK‹LER

Mezheplerin Teflekkül Sürecinde Fukahan›n Amel Telakkileri Halit Özkan

16 Ocak 2007

Yap›sökümün ‹slâm Düflüncesine Söyleyecek Neyi Var? Recep Alpya¤›l

27 fiubat 2007

Gazzâlî ve ‹bn Rüfld’de Te’vil Zeynep Gemuhluo¤lu

27 Mart 2007

Seyyid fierif Cürcânî’nin Te’vil Anlay›fl›: Yorumun Metafizik, Mant›kî ve Dilbilimsel Temelleri Ömer Türker

24 Nisan 2007

Page 14: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

14

MedeniyetAraflt›rmalar›

MerkeziMAM

okullaşma, sanat, entellektüeller ve siyaset sosyolo-jisine ilgi duymaya başladı. Bu alanların onu cezbet-mesinin nedeni, Batı’nın savaş sonrası zengin top-lumlarında, ‘kültürel sermaye’nin –eğitsel yeterlilik-ler ve burjuva kültürünü tanımanın– hayat fırsatları-nın temel bir belirleyicisi olmaya başladığını ve eşit-siz kültürel sermaye dağılımının bireysel yetenek veakademik meritokrasi kisvesi altında toplumsal hi-yerarşiyi korumaya yardımcı olduğunu düşünme-siydi. Bourdieu bu düşüncesini Mirasçılar (1964) veEğitim Kültür ve Toplumda Yeniden-Üretim (1970)adlı iki kitapta ortaya koydu.

Bourdieu 1970’lerde kültür, sınıf ve gücün örtüştüğügeniş bir konu yelpazesini araştırmayı, Ecole’de eği-tim vermeyi ve editörlüğünü yaptığı Actes de la rec-herche en sciences sociales isimli dergide bir araştır-ma ekibini yönetmeyi sürdürdü. Temel çalışmalarıDistinction (1979) ve Logic of Practise’in (1980) ya-yınlanması 1981’de ona dünya çapında ünlü Durkhe-im’ın kurduğu Collegé de France’da sosyoloji kürsüsübaşkanlığını kazandırdı. 1980’de, yirmi yıldır sürdü-rülen Language and Symbolic Power (1990), HomoAcademicus (1984/1988), State Nobility (1989) ve Ru-les of Art (1992) gibi büyük beğeni toplayan meşak-katli araştırmalar meyvelerini vermeye başladı.

Sunumun ikinci kısmında Bourdieu sosyolojisi veBourdieu’nün içinde yetiştiği Fransız tarihi episte-moloji okulunun epistemolojisine de değinildi.Özellikle Bachelard ve Canguilhem gibi filozoflarıneserleriyle temsil edilen bu gelenek Foucault’nunyanı sıra Bourdieu’nün de en önemli ilham kayna-ğıydı. Bourdieu, sosyolojideki absürd karşıtlıklar ola-rak tanımladığı ve alan ve habitus kavramlarıyla aş-maya çalıştığı birey-toplum, yapı-eylem, makro-mikro gibi dikotomileri doğurgan yapısalcı bilim gö-rüşüyle çürütmeye girişir. Ona haklı bir ün getiren

bu tartışmalarının temelinde Bachelard’ın akılcılı-ğıyla Cassirer’in ilişkisel epistemolojisinin sofistikebir sentezi vardır. Bu sentez ona, Levi-Strauss’un ya-pısalcılığının (bireylerin yapıların otomatları olma-dığı ve ‘nesnel kısıtlayıcılar’ın bireylerin pratik anla-yışına dayanarak eleştirisinin), Parsons’ın sistemdüşüncesinin (gösterişçi kuramcılığın çürük temel-lerinin), sembolik etkileşim ve fenomenolojik sosyo-lojinin (yapısal düzeyin sistematik reddinin doğur-duğu ciddi sorunların), metodolojik bireyciliğin (bi-rey-toplum sahte karşıtlığının) kapsamlı bir eleştiri-sine imkân tanımıştır.

Bourdieu’nün kavramları olan habitus, alan ve ser-mayeye gelince: Habitus, pratiği belirleyen bir katıkurallar topluluğundan ziyade, bireylerin stratejilergeliştirmelerini, yeni durumlara ayak uydurmalarınıve yeni pratikler geliştirmelerini mümkün kılan gev-şek bir kılavuzlar topluluğudur. Bourdieu, habitusunbireyin özel bir yaratısı olmadığını vurgulayarak ide-alizmden uzak durur. Habitus hem toplumsal yapı-nın ürünüdür, hem de toplumsal yapıları yeniden-üreten üretici toplumsal pratikler yapısıdır; o hemözneldir (yorumlama şemalarından oluşur) hem denesneldir (toplumsal yapının etkisini taşır); hemmikrodur (bireysel ve kişiler arası düzeylerde işler)hem de makrodur (toplumsal yapıların bir ürünü veüreticidir). Ancak, habitus her zaman ‘alanlar’ ve‘sermaye’ ile ilişki içinde işler.

Alan ve sermaye ise şöyle tanımlanabilir: Bourdieubir bireyler toplamı olarak veya organik birlikler ya-hut sosyal sistemler olarak toplum anlayışını redde-der. O ‘sosyal alanlar’dan söz eder. Bu düşünce We-ber’in, her biri kendi nispeten özerk gerçekliğine sa-hip (din, hukuk, ekonomi, siyaset gibi) toplumsalalanlardan oluşan toplum tasavvurunu anımsatır.Alanlar farklı kaynaklara (farklı sermaye tiplerine) sa-

Çe¤in, önce Bourdieu’nün eserlerinin

geliflimini daha sonra ise

epistemolojisini tan›tt›.

Page 15: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

hip ve prestij, zenginlik ve güç mücadeleleri içindekibireylerin içinde yaşadığı sosyal uzaylardan oluşur.Örneğin, akademik alanda üniversiteler, disiplinlerve fakültelerin oluşturduğu nesnel toplumsal ilişki-lerle bağlantı içinde konumlanan ve mevcut kaynak-ları (sözgelimi, toplumsal bağlar ve bilgileri) kullana-rak otorite, güç, prestij için rekabet eden bireyler var-dır. Bourdieu, farklı alanların farklı sermaye ve kay-nak tiplerine değer verdiklerini, örneğin, kültürelsermaye ve bilginin, diplomalar ve sertifikaların da-ha fazla değerli olduğunu ve onların ekonomiden zi-yade akademik alanda egemenlik mücadelesindeanahtar bir kaynak olduklarını ısrarla vurgular. Ser-maye, bireysel veya toplumsal bir konuma ait, top-lumsal etki veya geçerliliğe sahip kaynaklar veya ni-telikleri anlatır. Birçok sermaye biçimi vardır: ekono-mik sermaye (servet), kültürel sermaye (diploma ve-ya sertifikalar, bilgiler), sembolik sermaye (onur veprestij) ve sosyal sermaye (toplumsal bağlar, itimat).

Yaklaşık iki buçuk saat süren toplantı, uzun ve zevk-li bir müzakere ile neticelendi.

Anthony Giddens ve Yapılaşma Teorisi

Ümit Tatlıcan

13 fiubat 2007

De¤erlendirme: ‹ b r a h i m Z a r i f

Çağdaş Kuramcılar başlıklı toplantılar dizimizin dör-düncüsünü Şubat ayında Aydın Adnan MenderesÜniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ümit Tatlıcan ile birlikte İngiliz sosyolog Anthony

Giddens üzerine gerçekleştirdik. Doç. Dr. Ümit Tatlı-can, Giddens’tan Sosyolojik Yöntemin Yeni Kuralları(Bekir Balkız’la birlikte), Tarihî Materyalizmin Çağ-daş Eleştirisi, Sosyal Teoride Merkezi Problemler, Ka-pitalizm ve Modern Sosyal Teori adlı eserleri Türkçe-ye kazandırdı.

Ümit Tatlıcan, Giddens’ın kuramının üç başlık altın-da tasnif edilebileceğini belirterek sözlerine başladı:Yapılaşma Teorisi, Modernleşme Teorisi ve Siyaset Te-orisi (Üçüncü Yol). Kendisinin Yapılaşma Teori-si’nden bahsedeceğini ve diğer iki konuya değineme-yeceğini belirtti. Tatlıcan, Giddens’ın sosyolojik te-orinin en önemli sorunu olarak gördüğü yapı-eylemdüalizmini aşmak için bir dizi kavramlaştırma ve tar-tışma aracılığıyla yapılaşma teorisini inşa ettiğini be-lirtti. 1970’li yıllarda birçok sosyoloğun araştırmagündemini işgal eden bu sorunu çözebilmek içinGiddens öncelikle sosyolojinin klasik birikimini çağ-daş dünyanın sorunları karşısında yeniden ele alır.Bu çalışmalarından Kapitalizm ve Modern Sosyal Te-ori, Marx, Durkheim ve Weber arasında kapsamlı birsentez girişiminin ilk önemli adımı olarak karşımızaçıkar. Giddens bu kitabının kapanış cümlesini şöylebir tespitle bitirir: “Modern sosyolojinin temel görev-lerinden birinin kurucuları uğraştıran bazı sorunlaradönmek olduğunu öne sürmek tamamen geri biradımı önermek değildir: paradoksal olarak, onlarıntemel düzeyde ilgilendikleri problemleri yeniden elealırken, nihayetinde günümüzü bu problemlerin ge-liştirildiği fikirlerin ağır baskısından kurtarmayıumut edebiliriz.” Bu düşünce, Giddens’ı sosyolojikyöntemi ve epistemolojiyi yeniden kurma teşebbü-süne doğru yönlendirmiş ve yapılaşma teorisinin te-mellerinin atıldığı iki eseri yazmaya itmiştir. “Başkatürlü yapabilmek” mümkün önermesi Giddens’ın te-mel çıkış noktasıdır. Sosyolojik Yöntemin Yeni Kural-

15

MedeniyetAraflt›rmalar›

MerkeziMAM

Page 16: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

ları (1976) Sosyal Teoride Merkezi Problemler (1979)ve Toplumun İnşası (1984) kitaplarında bu girişiminitemel bir çerçeveye kavuşturur. Giddens bu teşebbü-sünü temellendirebilmek için bir dizi tartışma yap-mıştır.

Öncelikle ‘eylem’e ilişkin düşüncelerin kristalleştiğisosyal teori okulları olan Schutz’un fenomenolojiksosyolojisini, Wittgenstein sonrası felsefenin önemliismi Winch’in “‘anlam’a sahip olmanın zorunlu ola-rak ‘kural’a bağlı olduğu” düşüncesini alır ve yapısal-cı açıklamanın eksikliklerini gidermek için etraflıcatartışır. Ayrıca Apel, Habermas ve Gadamer’in birey-lerin eylemlerini yorumlama etkinlikleriyle ilgili dü-şüncelerinin eleştirisini yaptıktan sonra, yapılaşmadüşüncesi için kullanışlı yönleri olan eylemin niyet-selliği ve iletişimsel boyutu üzerinde durur. Faillik veeylemle ilgili bu kritiklerin ardından toplumsal haya-tın üretim ve yeniden-üretim ilkelerini tespit edebil-mek için düzen, güç ve çatışma kavramlarını Durkhe-im ve Parsons üzerinden tartışır. Ahlâki etkileşim dü-zenlerini açıklayabilmek için işlevselciliğin kavram-larının yetersizliklerinin altını çizer ve terk edilmesi-ni önerir. Giddens daha sonra Toplumun İnşası’ndabu düzencelerini daha detaylı olarak temellendirir.Tatlıcan’a göre, Giddens’ın yapılaşma teorisi özetiniMarx’ın bir sözünde bulur: “İnsanlar tarihlerini ya-parlar fakat kendi seçmedikleri koşullar altında.” Budüşünceden hareketle yapı ve eylemi yapılaşma dü-şüncesinde birleştirmeyi dener. Giddens’a göre, “1-Sosyoloji, önceden-verili bir nesneler evreniyle değil,aksine öznelerin aktif eylemleriyle inşa edilen veyaüretilen bir evrenle ilgilenir. 2- Toplumun üretimi veyeniden üretimi, bu yüzden, bir dizi mekanik süreçolarak değil, aksine üyelerinin beceri gerektiren biricrası olarak alınmalıdır. 3- İnsanî faillik alanı sınırlı-dır. İnsanlar toplumu üretirler, ancak bu üretimi ta-

rihsel olarak konumlanmış aktörler olarak ve kendiseçmedikleri koşullar altında gerçekleştirirler. 4- Ya-pı, sadece insan eylemine kısıtlamalar getiren bir şeyolarak değil, ona imkân sağlayan bir faktör olarak dakavramsallaştırılmalıdır. Yapının ikiliği olarak adlan-dırdığım şey tam da bunu ifade eder…”

Giddens yapılaşma teorisinin temel ilkelerini, özel-likle dil çalışmalarındaki “sözel bilinç”le “pratik bi-linç” arasındaki ayrımı kullanarak; ayrıca Erik Erik-son (ahlâkî benliğin gelişimi, temel güvene karşı-gü-vensizlik, özerkliğe karşı utanç-kuşku ve inisiyatifekarşı güvensizlik analizlerini), Erwin Goffman (gün-lük hayatta benliğin sunuluşu, gündelik hayatın ah-lâkî düzeni, karşılaşmalar ve rutinlerin gündelik ha-yattaki düzenleyici önemleri analizlerini), Levi-Stra-uss (kabile toplumları), Marx ve Weber (sınıflara bö-lünmüş toplumlar ile sınıflı toplumlar analizlerini)ile R. D. Laing’in (ontolojik güvensizlik) çözümleme-lerinden yararlanarak kurar.

Tatlıcan ayrıca Giddens’ın çağdaş Batı Avrupa ve İn-giltere toplumunun üzerinde çalışarak kuramını inşaettiğini ve Batı-dışı toplumların analizinde yenidendeğerlendirilmesi gerektiğini belirtti. Onun moderndünyada yaşamayı bir “cehennem kamyonu”na ben-zettiğini ve dünyanın içerdiği tehlikelerden kurtula-bilmek için “kontrolün diyalektiğini” sağlayan sosyo-lojiyi kullandığımızı da belirtti. Özellikle modernleş-me analizinin bu temel riskin anlaşılması üzerindetemellendiğinin altını çizdi. Ümit Tatlıcan’ın yaklaşıkiki buçuk saatlik sunumu zevkli, uzun ve tartışmalımüzakerelerle neticelendi.

16

MedeniyetAraflt›rmalar›

MerkeziMAM

Tatl›can, Giddens’›n ça¤dafl Bat› Avrupa ve

‹ngiltere toplumu üzerinde çal›flarak

kuram›n› infla etti¤ini ve Bat›-d›fl›

toplumlar› analizinin yeniden de¤er-

lendirilmesi gerekti¤ini belirtti.

Page 17: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

John Rawls ve Siyasal Liberalizm

Mehmet Fevzi Bilgin

20 Mart 2007

De¤erlendirme: H a s a n C ö m e r t

Çağdaş Kuramcılar başlıklı toplantılar dizimizin be-şincisini Mart ayında Sakarya Üniversitesi İİBF Ka-mu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr.Mehmet Fevzi Bilgin ile birlikte ABD’li ünlü siyasetfelsefecisi John Rawls üzerine gerçekleştirdik. M. Fevzi Bilgin, Rawls’un 2007 yılında Bilgi Üniversi-tesi Yayınları arasından çıkan Siyasal Liberalizm baş-lıklı eserini tercüme etti.

M. Fevzi Bilgin konuşmasına Rawls’un 1971’de yaz-dığı A Theory of Justice (Bir Adalet Kuramı) adlı kita-bının, sosyal ve siyasal bilimler alanında büyük tar-tışmaların ortaya çıkmasına vesile olan bir düşünürolduğunu belirterek başladı. Öyle ki, bu eser üzerinebinlerce makale ve yüzlerce kitabın kaleme alındığı-nı, müspet ve menfi tenkitlerin adalet teorileri ala-nında büyük bir külliyat oluşturduğunu söyledi.Rawls bu çalışmasında herkes için kabul edilebilirbir adalet teorisinin genel hatlarını belirlemek içinbazı aksiyomlardan hareketle bir adalet teorisi vaz’etmişti. Siyasal Liberalizm adlı çalışması bu eser-de ortaya koyduğu düşüncelerin bir yeniden gözdengeçirilmesi olarak da okunabilir. Bilgin’e göre, Siya-sal Liberalizm’de Rawls 20. asırda siyasal liberal dü-şüncenin en yetkin örneğini ortaya koymuştur.

Bu eserinde Rawls, insanların farklı ahlâk anlayışla-rına ve iyi hayat düşüncelerine sahip olmalarına rağ-men, hep birlikte onaylayabilecekleri bir siyasal ah-lâkî kavram öne sürmüştür. Rawls önerdiği bu ideal-le, herhangi ahlâkî görüşü veya ideali desteklemez.

Bu ideal ona göre, herhangi bir siyasal ideal ve ahlâ-kî tutumun üzerinde duran bir içeriğe sahiptir. Rawlsburada bir adım daha atarak bu idealin muhatapla-rını belirler: Benimsemiş oldukları makul doktrin-lerle birbirlerinden farklılaşmış eşit ve özgür yurttaş-lar arasında sosyal düzenin adil ve istikrarlı bir daya-nışma sistemine sahip olması için ona göre üç şartyeterli bir çerçeve oluşturur. Bilgin, bu şartları şöyle-ce belirtti: Şartlardan birincisine göre, toplumun te-mel yapıları siyasî bir adalet kavramıyla düzenlen-melidir. İkincisine göre, “bu siyasî kavram makulkapsamlı doktrinler arasında örtüşen bir görüş birli-ğine” sahip olmalıdır. Üçüncü olarak ise, “anayasalesaslar ve temel adalet sorunları mevzubahis oldu-ğunda kamusal tartışmalar bu siyasî adalet kavramı-na uygun olarak” yapılmalıdır. Rawls’un bu üç ilkeyivaz’etmesinin nedeni, birbirinden farklı ve uyuşmazolan dünya görüşleri arasında bir uzlaşma temelisağlayabilmektir. Çağdaş toplumların yüksek düzey-de farklılaşmış ve çeşitlenmiş olması Rawls’un çöz-meye çalıştığı sorunun ana sebebidir. Modern de-mokratik toplumların özelliği Rawls’a göre, ahlakî vesiyasî olarak birbirleriyle uyuşmuyor ve çatışıyor ol-salar da rejimin istikrarını devam ettirebilmek içinmâkul doktrinlere sahip olan farklı dinî ve din-dışıiyi hayat anlayışlarının bir arada bulunabilmesidir.Rawls’a göre bu farklı anlayışların birlikte yaşayabil-melerini sağlayacak siyasal liberal ilkelerden birisibu doktrinlerin mâkuliyet sahibi olmalarıdır. Birbi-riyle uyuşmayan fakat makul kapsamlı doktrinleresahip olan farklı dünya görüşlerinin çoğulculuğu,makul yurttaşların varlığı ve katılımı neticede makulbir siyasal adalet görüşünün ortaya çıkmasını sağlar.Mâkuliyet ilkesi bu anlamda iki tarafın varlığını ge-rektiren bir niteliğe sahip olduğu için, özgür ve eşityurttaşların baskıdan uzak ve ahlakî olarak değer ta-şıyan bir ilişki biçimine de işaret eder. Mâkul birey-

17

MedeniyetAraflt›rmalar›

MerkeziMAM

Mâkul bireyler, mâkul ö¤retiler, mâkul

ço¤ulluk gibi kavramlar Rawls’un

modelinde hayatî bir yer tutar;

çünkü bu mâkullük Rawls’un te-

orisinin do¤rulu¤u için

‘varsayd›¤›’ bir fleydir.

Page 18: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

ler, mâkul öğretiler, mâkul çoğulluk gibi kavramlarRawls’un modelinde hayatî bir yer tutar; çünkü bumâkullük Rawls’un teorisinin doğruluğu için ‘var-saydığı’ bir şeydir. Rawls’a göre, farklı dinî yahut din-dışı görüşleri hem adil olan hem de istikrarlı bir sos-yal düzen içinde bir arada tutabilmek için bazı sos-yolojik ön gerekliliklere ihtiyaç vardır. BuradaRawls’un aklında modern Batılı demokrasiler oldu-ğu söylenebilir. Fakat Bilgin, Rawls’un çizdiği bu çer-çevenin gelişmekte olan demokrasiler için de çokanlamlara sahip olduğunu belirtti. En azından sos-yolojik olarak böyle bir teorinin sosyolojik ön gerek-liliği için mâkul çoğulculuk etrafında oluşmuş birsosyal sistem varsayılmaktadır. İkinci olarak ise, mâ-kul çoğulculuk olgusu etrafında siyasî birliğe ilişkinbir normatif öğe vazedilir. Bu anlamda siyasal libe-ralizm örtüşen görüş birliğine sahip farklı dünya gö-rüşlerinin istikrarlı ve adil bir siyasal ve sosyal düzeniçin sınırlarını “makul çoğulculuk” ilkesi ile vaz’edenbir muhtevaya sahiptir. Yurttaşların görüşü ne olur-sa olsun mâkuliyet ilkesi gereğince ötekini tanımakve ahlâkî özerkliğine başta belirtilen üç ilke çerçeve-sinde saygılı olmak zorunluluğu vardır.

Katılımcıların güncel örneklerden hareketle sorduk-ları sorular önemli tartışmalar açtı ve yaklaşık iki sa-atlik toplantı tatmin edici olmayan bir duyguyla sonbuldu: Makul olduğu varsayılan dünya görüşlerihem mâkuliyetlerine halel getirmeden ve kurucuönermelerinden taviz vermeden nasıl makul olabi-lirler ve aynı zamanda hem de nasıl kendileri olarakkalabilirler?

Charles Taylor:Anlam, Ahlâk, Modernlik

Ahmet Okumuş

17 Nisan 2007De¤erlendirme: E m r a h G a r i p o ¤ l u

Çağdaş Kuramcılar başlıklı toplantılar dizimizin al-

tıncısını Nisan ayında Sabancı Üniversitesi Sanat ve

Sosyal Bilimler Fakültesi’nde doktora çalışmalarını

sürdürmekte olan Ahmet Okumuş ile birlikte Kana-

dalı siyaset ve ahlâk felsefecisi Charles Taylor üzeri-

ne gerçekleştirdik.

Ahmet Okumuş konuşmasına Taylor’ın Türkiye’de

çok tanınan bir düşünür olmadığını belirterek başla-

dı. Taylor’ın Rawls tipi liberalizm ve liberal modern-

lik düşüncesinin en ısrarlı tenkitçilerinden birisi ol-

duğunu; dil felsefesinden felsefî psikolojiye, yapay

zekâ tartışmalarından eylem felsefesine son zaman-

larda ise din felsefesinden sekülerizm tartışmaları-

na, siyaset felsefesinden güncel politik yazılara ka-

dar birçok alanda eserler verdiğini sözlerine ekledi.

Bu anlamda yazma alanının genişliği nedeniyle Ha-

bermas’a benzetebileceğini söyledi. Hocası Isaiah

Berlin’in Taylor’u, Kirpiler ve Tilkiler adlı düşünce

tarihi çalışmasında düşünürleri ironik bir yaklaşım-

la belirli konulara odaklanan ve bir konu üzerinde

derinleşen düşünürlerle (kirpiler), pek çok konuya

bir tilki gibi dalan ve araştıran ve onlar üzerine ya-

zanlar olarak gördüğü tilkilere benzettiğini belirtti.

Okumuş, bu kadar farklı konuda yazan bir düşünü-

rü, anlam-ahlâk ve ahlâk ve modernlik çerçevesinde

ele alacağını sözlerine ekledi.

18

MedeniyetAraflt›rmalar›

MerkeziMAM

Page 19: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

19

MedeniyetAraflt›rmalar›

MerkeziMAM

1931’de Quebec’te doğan Taylor’ın iki dilli (İngilizce-Fransızca) bir yer olan Quebec’in düşüncelerinin şe-killenmesini etkilediğini belirtti. Okumuş örneğinQuebec’te Fransızcanın bir yaşam tarzı, bir var oluşbiçimi olarak, İngilizcenin ise araçsal bir dil tasavvu-ru ile algılandığını, bu iki algının ve iki dilli olmanınTaylor’ın dil tasavvurunun ne kadar farklılaşacağınıgörmesini sağladığını; ileri yaşlarındaki çalışmala-rında “expresive” ve “araçsal” dil anlayışı ayrımınakaynaklık ettiğini; ayrıca oradaki Katolik çevrenin deayrıca filozofun kimliğinin oluşumunda etkili oldu-ğunu ekledi. Taylor’ın akademik hayatı hakkında ay-rıntılı bilgiler veren Okumuş, 1952’de McGill’de tarihbitirdiğini daha sonra 1956’da Oxford’da Isaiah Ber-lin yanında doktora çalışmalarına başladığını, ayrıcaE. Anscombe gibi düşünürlerin öğrenciliğini yaptığı-nı 1961’de Berlin danışmanlığında doktorasını ta-mamlayarak Kanada’ya döndüğünü belirtti. Oku-muş, Taylor’ın Kanada’ya dönüşünde 1962’de aktifsiyasete girdiğini daha sonra 1964’de doktora teziniExplanation of Behavior adıyla yayınladığını; bueserde, analitik felsefe dünyasında çok erken bir dö-nemde Merleau-Ponty’yi ele aldığını ve davranışsal-cılığa önemli tenkitler getirdiğini söyledi. Taylor,1979’da Oxford’a dönerek prestijli bir konum olanIsaiah Berlin’in yerini alıyor; Sosyal ve Siyasal Teorikürsüsünü. 2007 yılında ise bilimle din arasında an-lamlı bir diyalog kurduğu için dünyada bir kişiye ve-rilen en yüksek ödül olan Templeton ödülünü (ilkkez bir filozofa verildi) kazandı. 20. yüzyılın enönemli Hegel şerhlerinden birisi olan kapsamlı He-gel kitabını 1975’te yazan Taylor’ın çalışmalarına ge-nel bir isim vermek gerekirse “felsefî antropoloji” de-nebilir. Taylor akademik hayatı boyunca epistemolo-ji tenkitleri, faillik sorunu, insan felsefesi gibi konu-larla ilgilenmiştir. Taylor’ın başyapıtı ise Sources ofthe Self’dir. Burada, bir fail, ahlâki bir özne olmanın

ontolojik ve tarihî çerçevesini çizmeye çalışmıştır.Son dönemde ise, “modern bir Katoliklik” değil de“bir Katolik modernliği mümkün müdür?” sorusunusorduğunu ve A Catholic Modernity adlı eserinde se-küler büyük anlatıları ve benzer sorunları tartıştığınıbelirtti.

Okumuş, konuşmasının ikinci bölümüne Merleau-Ponty’nin “İnsan anlama mahkûmdur” sözünü zik-rederek başladı. Dünyası olan tek varlık insandır,çünkü taşın bir dünyası yoktur, bir konumu vardır.Hayvanların dünyası kısıtlı bir dünyadır; bir ufuk,anlamlar ve semantik bir uzaya sahip tek varlık in-sandır. İnsan, diğer hayvanlara göre “yetersiz ihtisas-laşmış” bir varlıktır. Her hayvan yırtıcılık, uçma vs.gibi hususlarda ihtisaslaşmış iken, insan yetersiz ih-tisaslaşma nedeniyle dünyayla ilişkisi semantik biruzay tavassutuyla olur. Bu çıkarımlardan hareketleTaylor, modernite kritiğine girer. Modern epistemo-lojik model, insanı refleksif, angaje olmamış bir gö-rüşle algılar. Taylor’a göre bu model yanlıştır. Kat-manlar olarak bakılırsa bu yaklaşım bilme kipimizinancak son aşamasıdır. İnsanın dünyayla ilişkisi çokdaha zengin anlamlara gömülüdür. Bilme kiplerimizsadece düşünümsel değildir, insanları anlamlarladolu olarak ve pratik ustalıklarla biliriz. Refleksif bil-memiz bir önplandır fakat bu önplan her zaman birarkaplan ile doludur. Fail olma ona göre angajedir,bedenlenmiş (Merleau-Ponty) ve yönelimseldir (fe-nomenolojik gelenek). Bilme biçimlerimiz episte-molojik modelin öngördüğünden çok daha katman-lı ve zengindir. Fakat bu arkaplan asla ise tamamenönplan haline getirilemez. Bu tespitler ahlâk felsefe-si açısından sonuçlara sahiptir.

Taylor’a göre bir iyi tasavvurumuz olmadan ahlâkîözneler olamayız. Onun iyi kavramı Aristocu gelene-ğe dayanır. Bu düşüncesi aracılığıyla ahlâkî öznenin

Okumufl’a göre, Taylor, Kantç› formalizmi

ve ahlâkî tutumlar›m›z› tek bir

önermeye indirgeyen epistemolojik

modeli elefltirir ve “Do¤ru hayat

nedir?” sorusuna aç›l›r.

Page 20: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

tanımlanmasına, Kant’ın kategorik buyruklara daya-nan ahlâkî özne fikrini (formalizm) ve faydacıların çı-kar etiğini kritik eder. Taylor, Kantçı formalizmi ve ah-lâkî tutumlarımızı tek bir önermeye indirgeyen epis-temolojik modeli eleştirir ve “Doğru hayat nedir?” so-rusuna açılır. Taylor, “benliğin ontolojik yapılarını”ortaya çıkararak iyi tasavvurlar arasındaki farklılıklarıtespit eder: yüksek iyiler, inşa edici iyiler gibi değişikiyi tasavvurlarımız vardır. Ahlâkî ve modern benlikkaçınılmaz sorular ufkunda yaşar. Bunun sosyal pra-tiklere işlemiş ve yaşamsallaşmış formları vardır. Ör-neğin kimlikle benlik arasında bu iyi tasavvuru vardır.Taylor bu noktada, modern benliğin ne tür iyi tasav-vurları üzerinde yükseldiğini araştırır. Burada karşı-mıza angaje olmamış bir fert, gündelik hayatın olum-lanması ve rasyonel bir biçimde kendisine hâkim ol-ma gibi unsurlar çıkar. Sıradan/günlük hayat pre-mo-dern dönemde iyi hayat için bir altyapıdır. Bizatihikendisi iyi değildir. Modern dönemde sıradan hayatbizatihi kendisi iyi olarak görülür. Sıradan hayatınolumlanması modern dönemde teistik perspektiftenkoparılmıştır. Bunları söylerken Taylor’ın yöntemi“kökenleri berraklaştırma”dır. Sürekli olarak tarihî te-mellerini araştırarak önermelerini öne sürer. Taylor’agöre, kendi-olma ahlâkı hakiki bir idealdir. Uygun ah-lâkî yapılardan koptuğu için modern benlik yanlıştopraklarda büyümüştür.

Taylor’a göre ahlâk düşüncesinde günümüzde üç ra-kip perspektif vardır: Birincisi dışlayıcı hümanizm(epistemolojik model-hayatın pratik olumlanışı,benliği ahlâkın kaynağı olarak görür), ikincisi anti-hümanizm (Nietzscheci ve anti- Nietzscheci pers-pektifler-hayatın pratik olumlanışı), üçüncüsü iseteistik perspektif (antropo-sentrik olmayan hayatınpratik olumlanışı). Modern dönemde “sabitelerimi-zin kırılgan olduğu perspektifte yaşıyor” olmanın bi-

linci bütün perspektifler için geçerlidir. Taylor buperspektifleri kesen bir sorun olan öznelciliği ise,muhteva öznelciliği ile üslup öznelciliği olarak ikiyeayırır.

Okumuş’un ayrıntılı ve kapsamlı sunuşu uzun birsoru-cevap faslıyla son buldu.

MAM Tezgâhtakiler

Mezheplerin Teşekkül SürecindeFukahanın Amel Telakkileri

Halit Özkan

16 Ocak 2007

De¤erlendirme: Ö z g ü r K a v a k

MAM Tezgâhtakiler toplantısında, konuğumuz Dr.Halit Özkan, MÜ SBE Temel İslâm Bilimleri Hadis bi-lim dalında tamamladığı “Hicri İlk İki Asırda FarklıŞehirlerde Amel Telâkkisi Oluşumunda Sünnet veHadisin Yeri” (İstanbul 2006) başlıklı tezini sundu.

İslâmî ilimlerin teşekkülüne dair modern tartışma-lara bir katkı özelliğini taşıyan bu çalışma bir yönüy-le tarih araştırmaları kapsamında değerlendirilebi-lirken, fıkıh ve hadis usulü ilimlerinin önemli birkavramına değinmesi itibariyle de usul çalışması ni-teliğindedir. Bu sebeple müellif sunumuna tezininmodern literatür içerisindeki yerini ve anlamını elealarak başladı. Buna göre her şeyden önce İslâmi-yet’in ilk iki asrını incelemenin zorlukları bu çalışmaiçin de söz konusu olmuştur. Kaynakların nispî ek-sikliğinin başat bir problem olduğu bu döneme dairsöz söylemek her şeyden önce büyük bir risk taşı-

20

MedeniyetAraflt›rmalar›

MerkeziMAM

Page 21: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

maktadır. Buna mukabil alanın bakir olması bu riskigöze alma cesareti vermektedir. Zira konuyla ilgilimodern literatürde dile getirilen onlarca iddia yeter-li mesnetten yoksundur.

Çalışmanın bir dizi temel kavramı bulunmaktadır.Tezin ana çerçevesini de belirleyen bu kavramlararasında sahabe göçü, emsâr, fukaha (ehl-i ilim,âlim), fukahaü’l-emsâr ve amel kavramları önemli-dir. Özkan, İslâmî ilimlerin teşekkül devresine ait or-yantalist iddiaların merkezinde yeni dinin temelmetin veya ilkelerinin belirleyiciliğinden çok coğraf-ya başta olmak üzere tali unsurların öne çıkarılması-nın bir yanılgıya sebebiyet verdiğini düşünmektedir.Ona göre Hz. Peygamber’in arkadaşlarının değişikşehirlere göç etmesi amel kavramının ortaya çıkışın-da merkezî role sahiptir. Zira sahabe beraberindeHz. Peygamber’den aldığı bilgiyi götürmüş ve bu şe-hirlerdeki hayatın mezkûr bilgiye göre şekil almasınısağlamıştır. Tezin ana kavramlarından olan emsârise hususî bir iradeyle kurulan ya da farklı bir mahi-yete büründürülen şehirleri ifade etmektedir. Buçerçevede tezin ilgi sahasına giren bu büyük ilmî vesiyasî merkezler Mekke, Medine, Kufe, Basra veŞam’dır. Fukaha kavramının bu dönemde ortaya çık-ması ise İslâm medeniyeti içerisinde bir ilim gelene-ğinin varlığını gösteren önemli emarelerden biridir.Aynı şekilde fukahâü’l-emsar kavramı şehirlerdehalkalanan ve temsil kabiliyeti bulunan ulemayaatıfta bulunmaktadır. Tezin asıl kavramı olan ameliçin ise efradını cami ağyarını mani bir tanımlama-nın kolay olmadığını vurgulayan Özkan’a göre yinede ameli “herhangi bir ilmî çevreye mensup fakihle-rin belirli bir furu [fıkıh] meselesinde takip ettikleriuygulamalar ve özellikle bu uygulamaların ortayaçıktığı süreç” olarak tanımlamak mümkündür. Butanımın aslında Kitap, sünnet, icma gibi temel delil-

leri de kapsadığının farkında olan müellif, tezindeameli daha ziyade fukahanın riayet ettiği “yazısız ku-rallar bütünü” anlamında kullandığını belirtti.

Sunumun kavram tanımlarına yönelik genel bir çer-çeve çizen ilk kısmının ardından amel kavramınadair fikir beyan eden klasik ve modern dönemde ka-leme alınan eserlerin tenkitli bir değerlendirmesiyapıldı. Amelin bu eserlerde icma başlığı altındaalınması ve bağlayıcılığıyla ilgili olarak söylenenle-rin yanında bu konudaki esas problem, amelin sade-ce Maliki mezhebine ait bir kavram olarak görülme-sinde yatmaktadır. Özkan’ın çalışmasının önemlevurguladığı hususlardan biri, Medine dışındaki İs-lâm şehirlerinde de, “meşhur sünnet” veya “sünnet-i maziye” gibi tabirlerle ifade edilse de muhteva ola-rak amelle örtüşen bir kabulün varlığıdır. Üsteliktüm şehirlerde görülen bu benzer anlayışın kaynağısünnete dayanmaktadır.

Bu tespitlerin ardından Özkan amel kavramınınmeşruiyet temelleri üzerinde durarak tabiin nesli ta-rafından amelin hangi şartlarla muteber kabul edil-diği konusuna değindi. Buna göre başta Hz. Ömer veHz. Ali olmak üzere bazı büyük sahabilerin ameli ter-viç eden sözleri ilk nesil üzerinde amel konusundabelli bir anlayışı oluşturmaktadır. Bu anlayış tabiinnesli tarafından müsellem kabul edilmiş ve dahagüçlü ve muteber bir delilin olmadığı durumlardaamel aynıyla tatbik edilmiştir. Ancak burada belirtil-mesi gereken önemli bir husus amelin tüm şehirler-de ve hatta aynı şehir içerisinde dahi yeknesak olma-dığıdır. Amelin kaynağını sahabiler oluşturduğun-dan, sahabilerin de sünnet bilgisi birbirleriyle farklıolduğundan, onların oluşumuna katkıda bulunduğuamel de yeknesaklık arz etmemektedir. Fukaha geliş-tirdiği birtakım kıstaslar ışığında hangi ameli ne gibişartlarda kabul edeceğine karar vermektedir.

21

MedeniyetAraflt›rmalar›

MerkeziMAM

Özkan’›n tezinin ana kavramlar›ndan olan

emsâr, hususî bir iradeyle kurulan ya

da farkl› bir mahiyete büründürülen

flehirleri ifade etmektedir.

Page 22: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

Sunumun son kısmında İmam Malik’in amel anlayı-şına değinildi. Bu çerçevede modern dönemde fazla-sıyla söze konu olan Muvatta adlı eseri merkeze ala-rak Malik’in amel hakkındaki kanaatleri belirlenme-ye çalışıldı. Buna göre İmam Malik amelin Hz. Pey-gamber’den kaynaklandığı kanaatindedir ve amelimütevatir değerinde görmektedir. Dolayısıyla amel,hadis rivayeti için bir kıstastır. Bu kıstasa uymayanhadisler reddedilir veya hiçbir şekilde gündeme ta-şınmaz. Amelin muteberliği sadece Medine’ye mihastır, yoksa diğer bölgelerdeki ameller de mutebermidir? Bu soruya Muvatta’dan hareketle cevap ver-mek zordur. Birbiriyle çelişen tarihî rivayetler de bukonuda bir kanaat belirlemeyi zorlaştırmaktadır. Dr.Özkan kendi kanaatini İmam Malik’in diğer beldele-rin amelini kabul ettiği yönünde belirlemektedir.

Sunumda ayrıca Medine dışında amel anlayışına sa-

hip olan şehirler ve buralardaki ulemanın yaklaşım-

larına temas edildi. Hicri ikinci asırdaki amel tartış-

malarına değinildikten sonra amel anlayışının Me-

dine ile sınırlı olmadığı vurgulanarak tüm İslâm şe-

hirlerinin aynı süreçten geçtiği, ilim geleneğinin olu-

şumu ve devamı açısından şehirler arasında bir far-

kın bulunmadığı, ancak üçüncü asırla birlikte ilim

anlayışının yazılı bir geleneğe dönüşmesinin söz ko-

nusu olmasıyla ameldeki muğlâklığın merfu hadis-

lere itibar etme anlayışının öncelenerek aşılmaya

çabalandığı vurgulandı.

Sunumun soru ve katkılar kısmında İslâm şehirle-

rinde amel anlayışının oluşmasında belirleyici krite-

rin coğrafya ve halkın örf ve adetlerinin etkisinden

ne oranda bağımsız olduğu konusu ile ameli muha-

faza eden ve sonraki nesillere aktaran amel ehlinin

kimliği tartışıldı. Bu çerçevede modernist İslâm hu-

kuk literatüründe gündeme taşınan “yaşayan gele-

nek” olgusuyla amel kavramının örtüşen ve ayrılan

yönleri belirlenmeye çalışıldı. Dr. Özkan amel anla-

yışının esas itibariyle sahabenin ilmine dayandığı ve

bu ilmin kaynağının Hz. Peygamber olduğu hususu-

nu vurgulayarak sözlerine son verdi.

Alanındaki dikkate değer çalışmalardan biri olma

özelliğini taşıyan bu çalışma başta fıkıh ve hadis gibi

İslâmî ilimlerle ilgili çalışmalarda ufuk açıcı özelliği-

nin yanında bir İslâm şehrinin teşekkülünde başat

unsur olarak Hz. Peygamber’in otoritesinin önemi-

ne olan vurgusuyla da şehir ve medeniyet tarihi

araştırmacıları için önemli açılımlar sunmaktadır.

Zira Hz. Muhammed ve arkadaşlarının görüş ve uy-

gulamalarının ulemanın eliyle yoğrularak birçoğu

yeni kurulan büyük İslâm şehirlerinin inşasında ba-

şat bir mevkide olduğu düşüncesi şehri ve medeni-

yeti kuran diğer unsurlarla birlikte değerlendirildi-

ğinde önemli açılımlara imkân sağlayabilir.

Yapısökümün İslâm DüşüncesineSöyleyecek Neyi Var?

Recep Alpyağıl

27 fiubat 2007De¤erlendirme: A r i f B i l i r

Derrida ve yapısöküm (dekonstrüksiyon) düşünce-

sinin Türkiye’de henüz İslâmî ilimler ve din bilimleri

sahasına sirayet etmediği dikkate alındığında “Yapı-

sökümün İslâm Düşüncesine Söyleyecek Neyi Var?”

başlıklı bir sunumun ne kadar ilgi çekici olabileceği

takdir edilebilir. Dr. Recep Alpyağıl da muhtemelen

22

MedeniyetAraflt›rmalar›

MerkeziMAM

Page 23: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

aynı düşünceden hareketle, 2006 yılında İÜ SBE Fel-

sefe ve Din Bilimleri Ana Bilim Dalı’nda tamamladı-

ğı “Din Felsefesinde Dekonstrüksiyon” başlıklı dok-

tora tezini, MAM’ın aylık Tezgâhtakiler toplantıları-

nın Şubat oturumunda “Yapısökümün İslâm Dü-

şüncesine Söyleyecek Neyi Var?” başlığı altında din-

leyicilerle paylaştı.

Yazı ile konuşma arasında ifade ettikleri anlam ve

muhataptaki etkisi açısından yaptığı ayırımla su-

numuna başlayan Alpyağıl, sunumunun ilk kısmın-

da genel olarak Derrida’nın düşüncesinin ana um-

delerini ortaya koymaya çalışarak yapısökümün

olumlu bir süreç olduğunu, bu anlamda da dinle

arasında müspet bir alâkanın kurulabileceğini ifa-

de etti. Klasik metafizik düşüncenin bir “huzur me-

tafiziği” olduğunu ifade eden Alpyağıl, bu “huzur

metafiziği”nin bir yandan hakikati açıklama iddi-

asında bulunduğunu, ancak aslında açıkladıkların-

dan daha çoğunu örtbas ettiğini, dolayısıyla yapı-

sökümün bu huzur haline karşılık bir tür huzursuz-

luk ve tedirginlik halini önplana çıkartarak sürekli

tetikte olan bir eleştirel tavır takınmaya çağırdığını

belirtti. Zaten Alpyağıl’a göre yapısökümle olumlu

bir din felsefesine ulaşmanın imkânı da onun “eleş-

tirel akılcı” perspektifinin her zaman akılda tutul-

masına bağlıdır.

Yapısökümün postmodernizmle özdeşleştirileme-

yeceğini özellikle vurgulayan Alpyağıl, Derrida’nın

düşüncelerinin daha çok modernizm ve postmoder-

nizm arasında ya da onların ötesinde yer aldığını be-

lirtti. Ona göre yapısöküm, postmodernizmin rölati-

vist ve nihilist imaları düşünüldüğünde onunla mu-

kayese edilemeyecek kadar olumlayıcı bir nitelik ta-

şımaktadır. Alpyağıl, yapısöküme yüklediği anlamla-

rı şu şekilde sıraladı: (i) Yapısöküm, yeni sorular gün-

deme getirmek, zaten sorulmuş olanlar için de yeni

olanaklar ve açılımlar üretebilmek anlamına gel-

mektedir ve bu anlamıyla yapısöküm bir sonuç de-

ğil, yeni bir başlangıçtır. (ii) Yapısöküm, geleneğe

yaslanarak, gelenek içinde kalarak yeni şeyler üret-

me, onu yeniden yeni bir biçimle canlandırma anla-

mı taşır. (iii) Yapısöküm, tek yanlı tutumlardan kay-

naklanan ikici alternatifler arasında sıkışıp kalma-

yan, her iki alternatifi de dikkate alarak yeni pers-

pektifler oluşturmak anlamına gelmektedir.

Alpyağıl’a göre yapısökümü, din felsefesi alanında

onto-teoloji eleştirisi ve Mesihlik vurgusu ile değer-

lendirmek daha avantajlı ve tutarlı bir yoldur ve Türk

düşünce hayatına katkısı da bu iki unsurun başlan-

gıç noktası olarak ele alınmasına bağlıdır. Yapısökü-

mün İslâm düşüncesiyle diyalogundan verimli so-

nuçlar alınacağı ümidinde olan Alpyağıl, bu amaçla

sunuşunun ikinci kısmında ağırlıklı olarak sufî dü-

şünce ile yapısöküm arasındaki benzerlikler üzerin-

de durdu. Ona göre sufîlerin hayret makamı olarak

adlandırdıkları hâl, yapısökümün hedefini de

önemli ölçüde karşılamaktadır. Hayret, sufînin yol-

culuğunda nihaî hedef değildir ve bu süreç düşünsel

bir türbülansla değil, sükûnetle neticelenir. Bir mis-

tiğin seyr ü sülûkunda metafizik hayret önemli bir

makamdır, ama mistik bu hayret (yani yapısöküm)

içinde sonsuza dek kalamaz. Hayret, şaşkınlığa ve

şaşırmışlığa dönmemelidir. Bu hâl, gerçek hakikate

yakınlığın önemli bir evresidir, ama aşılması gereken

bir evredir.

Bilhassa din felsefesi açısından yapısökümün “nega-tif teoloji” vurgusunun, İslâm düşüncesindeki karşı-lıklarıyla ilişkisine de dikkat çeken Alpyağıl, hem ta-

23

MedeniyetAraflt›rmalar›

MerkeziMAM

Yap›sökümün ‹slâm düflüncesiyle diyalogundan

verimli sonuçlar al›naca¤› ümidinde olan

Alpya¤›l, sufî düflünce ile yap›söküm

aras›ndaki benzerlikler üzerinde de durdu.

Page 24: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

savvufî hem de felsefî gelenekte buna tekabül edenunsurların bulunduğunu ve bunun verimli bir alış-verişe de imkân tanıyacağını belirtti.

Alpyağıl’ın sunumunun ardından yapısökümün İs-lâm düşüncesi için ifade ettiği anlama yönelik dinle-yicilerin soruları çerçevesinde gelişen verimli birtartışmayla toplantı sona erdi.

Gazzâlî ve İbn Rüşd’de Te’vil

Zeynep Gemuhluoğlu

27 Mart 2007De¤erlendirme: Y u n u s Y › l d › z

Geçen on yıl zarfında İslâm düşüncesinin hermenötik

yöntem bağlamında yeniden yorumlanmasına yöne-

lik çabalar ve tartışmalar, te’vil meselesinin klasik dö-

nemdeki anlam ve konumunu yeniden ele alma ge-

rekliliğini gündeme getirdi. İslâm düşüncesinin her üç

alanında da (kelam, felsefe ve tasavvuf) zengin açılım-

ları bulunan te’vil kavramı, Tezgâhtakiler toplantıları

çerçevesinde Dr. Zeynep Gemuhluoğlu tarafından bu

geleneğin iki mühim siması, Gazzâlî ve İbn Rüşd, bağ-

lamında tartışmaya açıldı.

Te’vili öncelikle Kur’an olmak üzere dinî ifadelerin an-

laşılması ve yorumlanması için geliştirilmiş, ancak za-

manla felsefî, teolojik, mezhebî ve siyasî açılımlar ka-

zanmış bir yöntem olarak tanımlayan Gemuhluoğlu,

aslı itibariyle ilahî kelamın ve metnin anlaşılması ve

yorumlanması için bir imkân olan te’vilin, Hz. Pey-

gamber’in vefatından sonra bu kelamı/metni yorum-

layacak nihaî bir otorite bulunmaması sebebiyle sos-

yal, hukukî ve siyasî anlamda bir probleme dönüştü-ğünü vurguladı.

Bu noktada Gemuhluoğlu’na göre dinî ifadelerin yo-rumlanmasıyla ilgili iki ana eğilimden bahsedilebilir:İlk grubun bir ucunda, ifadelerin bilinen zahirî an-lamları dışında her türlü dilsel delaletleri reddedenSelefiler bulunurken, diğer ucunda zahirî anlamlarınötesinde mecazî delaletlerin bulunduğunu ve bazı ifa-delerin mutlaka bu mecazî anlamlarla te’vil edilmesigerektiğini savunan Mu‘tezilîler, bu hattın ortasındaise mecazî delaletleri kabul etmekle beraber, bu türyorumların yapılmasını “mutlaklık” seviyesinde gör-meyen Eş‘arî kelamcılar bulunmaktadır. İkinci grubunise bir ucunda ifadelerin her türlü dilsel delaletlerinireddeden İsmailî-Bâtınîler yer alırken diğer ucunu isegerçek mananın dilsel delaletlerden hareketle eldeedilemeyeceğini kabul eden ancak ifadelerin zahirînide ilahî kelamın tezahürlerinden biri olarak gören su-fîler teşkil etmektedir. Filozofların te’vil konusundakitutumu ise duruma göre bu iki uç noktanın arasındayer alan bir nitelik arz etmektedir.

Gazzâlî ve İbn Rüşd’ün te’vil konusundaki görüşlerini“Tehafütler tartışması” yerine düşünürlerin kendi sis-temlerini bir bütün olarak ele alarak değerlendirmeyitercih eden Gemuhluoğlu, Gazzâlî’nin te’vil teorisi-nin, onun ilahî kelam-metin, anlama ve yorum ara-sında kurduğu ilişkilerin özel bir biçimi olduğuna dik-kat çekti. Gemuhluoğlu’nun tespitlerine göre Gazzâ-lî’nin tanımladığı biçimiyle yorum, ister “kabuk-öz”ilişkisinde kabuktan öze, isterse zahir-bâtın ilişkisindezahirden bâtına geçişin adı olsun, artık dilsel delaletdüzeyinin çok ötesinde, varoluşsal bir mana kazan-maktadır. Zira bu tür bir yorum gerçekleştiğinde, artıkbir “metni” anlamaktan ve açıklamaktan değil, bizzatonu tecrübe etmekten ve onun bizi “dönüştürmesin-

24

MedeniyetAraflt›rmalar›

MerkeziMAM

Gemuhluo¤lu’na göre, Gazzâlî ve

‹bn Rüfld’ün te’vil konusundaki

görüfllerini “Tehafütler tart›flmas›”

yerine düflünürlerin kendi sistemlerini

bir bütün olarak de¤erlendirmeyi

tercih etmek gerekir.

Page 25: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

den” söz ediyoruz demektir. Te’vil incelemesine Gaz-zâlî’nin varlıktan başlanmasının nedeni, mutlaklık se-viyesinde düşünce ve dildeki bütün oluşların kaynağı-nın varlık olması ve varlıktan sonra gelen her şeyinonunla anlam kazanmasıdır. Te’ville ilgili tartışmaları-nın dil eksenli olmasının nedeni, -özellikle Gazzâlî sözkonusu olduğunda- anlamın kaynağının dil olmasıdeğil, dilin varlığa gidişte vasıta ve duyular ile zihninsüzgecinden geçen varlığın aynası olmasıdır. Bu ne-denle öncelikle varlıktan başlayarak dile ve hatta dilsonrasına uzanıp yeni biçimlere giren varlığın izinisürmek en doğru yol olarak görünmektedir. Buna gö-re te’vil, mutlak anlamda, varlık, dil ve düşünce ara-sındaki bağın nasıl kurulduğunun araştırılması anla-mına gelmektedir.

Sonuç olarak, Gemuhluoğlu’na göre Gazzâlî’nin te’vilteorisi ve yorumları, onun ontolojisi ve kozmolojisi ileiç içedir. Nitekim ontolojiyle bu şekilde ilişkilendirilente’vil eylemi, Allah’ın zatı ve sıfatlarının anlaşılmasıiçin geliştirilen basit dilsel bir metot olmaktan çıka-rak, sonsuz bir ilahî bilgiden neşet eden bir bilgiylemuhatap olan fani insanların bu bilgiyi anlama veonunla ilgili sorumluluk alma aracına dönüşmüştür.Te’vil ve yorum böylece ilahî kelamın, varlığın farklımertebelerindeki tahakkukunu anlamlandırma ma-nasına gelmektedir.

Sunumunda ağırlıklı olarak Gazzâlî’nin te’vil teorisiüzerinde duran Gemuhluoğlu, bu yaklaşımının Gaz-zâlî’nin düşüncesine karşı beslediği şahsî ilgi ve sevgi-den kaynaklandığını belirterek te’vil meselesine dairgörüşlerini ele aldığı diğer düşünür olan İbn Rüşd’ünte’vil anlayışına dair görüşlerini nispeten kısa bir şe-kilde dinleyicilerle paylaştı. İbn Rüşd’ün te’vil teorisiile ilgili olarak ortaya çıkan sonuçlar, onun düşünce-sinde “anlama” ve “yorumlamanın” iki ayrı faaliyet ol-

duğunu göstermektedir. Bu durum, filozofa göre, an-

lamaya konu olan her şey gibi ilahî metin için de ge-

çerlidir. Filozofa göre, insanların idrak mertebelerine

göre farklı tasdikler oluşmakta ve bu farklı tasdikler,

aslında aynı hakikatin farklı anlam düzeylerine, ken-

dilerine uygun metotlarla işaret etmektedir. Hatta bu

metotlar, bizzat ilahî metnin kullandığı “anlatım” me-

totlarıdır. Ancak, ilahî metindeki gerçek niyetini anla-

mayı hedefleyen bir Kur’an araştırması, bu farklı me-

totların en üstünde yer alan “burhanî” seviyedeki bir

tasdiki de “ilimde derinleşen” filozoflar için zorunlu

kılmaktadır. Bu tasdik ise, yine Kur’an’ın işaret ettiği

bir yolla, “te’vil” ile gerçekleşecektir. O halde te’vil, an-

lamanın ötesinde, metinde bir tasarrufta bulunmayı

gerektirir ki bu da belli şartlarla gerçekleşecek bir yo-

rumlama faaliyeti olacaktır.

Bu çerçevede İbn Rüşd’ün te’vil teorisiyle din-felsefe

uzlaştırmasına dair düşüncelerini de gündeme geti-

ren Gemuhluoğlu, her iki düşünürün de, Kur’an’ın yo-

rumlanmasında, kelamcılar, sufîler, filozoflar ve batı-

nîler tarafından geliştirilen metotların çıkardığı kar-

maşa ve tehlikeli sonuçları bertaraf etmek üzere hal-

kın çoğunluğunu gözetici te’vil teorileri geliştirdikleri-

ni vurguladı. Her ikisi düşünür de, Kur’anla ilişkilerin-

de, avamı, -herhangi bir yöntemi taklit etmeleri yerine

hiç değilse anlamları dilsel uzlaşıma dayanan- zahire

tutunmaya sevk etmekte birleşmektedirler. Ancak İbn

Rüşd teorisini, bu yöntemle sınırlandırırken Gazzâlî,

yeni ve üst bir yorum alanına kapı açmakta ve te’vile,

teolojiye biçtiği “koruyucu” rol dışında bir önem izafe

etmemektedir.

25

MedeniyetAraflt›rmalar›

MerkeziMAM

Page 26: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

Seyyid Şerif Cürcânî’nin Te’vilAnlayışı: Yorumun Metafizik,Mantıkî ve Dilbilimsel Temelleri

Ömer Türker

24 Nisan 2007De¤erlendirme: A b d u l l a h Y o r m a z

Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin Tezgâhtakiler

toplantılarının Nisan ayı konuğu TDV İslâm Araştır-

maları Merkezi’nde görev yapan Dr. Ömer Türker idi.

2006 yılında tamamladığı doktora tezini dinleyicilerle

paylaşan Türker, konuşmasının başında tezini özetle-

mek yerine tezinin amacı ve tezde vurgulamaya çalış-

tığı konular üzerinde durmak istediğini ifade etti. “Gi-

riş ve Dış Varlık”, “Bir Varlık Alanı Olarak Düşünce”,

“Bir Varlık Alanı Olarak Dil” ve “Kur’an’ın Anlaşılma-

sı” başlıklı dört bölümden oluşan tezin asıl amacı,

Türker’in ifadesiyle, müteahhirîn düşünce geleneği-

nin ana unsurlarının neler olduğunu ortaya koymak

ve bu unsurların tefsir anlayışındaki yansımalarını

görmektir. Türker, Zemahşerî’nin el-Keşşaf an hakâ-

iki’t-Tenzîl adlı eserine yazdığı Haşiye’si dışında müs-

takil tefsir çalışması bulunmayan Seyyid Şerif’i tez

konusu olarak seçmesinin asıl sebebinin ise müteah-

hirîn döneminde her alanda eser vermesinin yanında

bu dönemin ilim anlayışındaki kuşatıcılığı olduğunu

belirtti.

Seyyid Şerif’in bütün eserlerinden hareketle te’vil kav-

ramına yeni bir tanım getiren Türker, te’vili “bir sözün

dile getirdiği anlamın ait olduğu hakikat mertebesini

ve bu mertebede nasıl bir oluşa sahip olduğunu keşif

veya tayin etmek” şeklinde tanımlamaktadır. Klasik

te’vil tanımından farklı bir tanım getiren Türker, bu ta-

nımla tefsirde bütün faaliyeti kapsayıcı üst bir kavram

elde etmeyi amaçladığını ısrarla vurgulamaktadır. Te-

orisini “Varlık-Düşünce-Dil” adını verdiği üç ana baş-

lığa dayandıran Türker, tezinde de her başlığı ayrı bir

bölümde ele almıştır. Varlık kavramının ele alındığı bi-

rinci bölümde Seyyid Şerif’in varlık felsefesini incele-

yen ve umûr-ı amme konuları üzerinden “mutlak var-

lık” kavramını açıklamaya çalıştığını belirten Türker,

tanımlar ve içerdiği sorunlar üzerinde de durduğunu

ifade etti. İkinci bölümü oluşturan “düşünce” konu-

sunda ise vahye muhatap olması bakımından ‘insan’ı

ele aldığını belirterek insandaki mutlaklığın düşünen

varlık olmasından kaynaklandığını, bu bölümde natık

nefs’in bilgi edinme süreçleri üzerinde durularak Sey-

yid Şerif’in nefs anlayışının incelediğini vurguladı.

Ömer Türker, tezin üçüncü bölümünde ise teorisinin

üçüncü ana başlığı olan “dil”i incelediğini belirterek

dildeki mutlaklık sorunu üzerinde durduğunu, ‘dil’in

metafizik temeli olan vaz‘ teorisi ile müfred ve mürek-

kep kavramlar konusuna değindi.

Yaptığı çalışmanın daha anlaşılır olması için Seyyid

Şerif’in İslâm düşünce geleneği içindeki yerinin bilin-

mesinin gerekliliği üzerinde duran Türker, müteahhi-

rîn dönemin temsilcisi olarak Seyyid Şerif’in düşünce

dünyasını Eş‘arî-Meşşaî çizginin ortaya koyduğu

problem ve terminolojinin oluşturduğunu, bu çizgi-

den beslenmenin yanında dolaylı da olsa Mu‘tezile et-

kisinin var olduğunu belirtti. Mütekaddimîn dönemi-

ne mensup ulemanın düşünce sistemlerinin temelin-

de mantıktaki beş tümelin bulunmadığını ve bunun

onların felsefe konusundaki cehaletlerinden değil, bu

konudaki bilinçli tercihlerinden kaynaklandıklarını

vurgulayan Türker, Gazzâlî sonrası dönemde özellikle

26

MedeniyetAraflt›rmalar›

MerkeziMAM

Türker, Cürcani’den hareketle te’vili “bir

sözün dile getirdi¤i anlam›n ait oldu¤u

hakikat mertebesini ve bu mertebede

nas›l bir olufla sahip oldu¤unu keflif veya

tayin etmek” fleklinde tan›mlamaktad›r.

Page 27: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

27

MedeniyetAraflt›rmalar›

MerkeziMAM

Fahreddin Râzî’nin etkisiyle düşünce sisteminin beş

tümel üzerinde oluştuğu ifade etti. Mütekaddimîn dö-

neminde mütekellimûn daha çok usûl-i fıkıhtaki

“umum-husus” kavramsallaştırmasını kullanırken

müteahhirîn döneminde “küllî-cüzî” ayırımı kullanıl-

mış, bunun neticesi olarak da mahiyet kavramı kabul

edilmiştir. Gazzâlî ile birlikte kelam konuları aynı kal-

makla birlikte kelamcıların düşünme biçimleri de de-

ğişmiş, Râzî ise kelamın bütün konularını kategorilere

göre yeniden tasnif etmiştir. Seyyid Şerif de tefsir ala-

nında varlık, düşünce ve dil mertebesinde tümelleri

tespit etmeye çalışmıştır. Bu anlamda Seyyid Şerif’te

te’vil, tümellerin tespit edilerek ayetlerin medlullerine

eşit düzeyde yüklenmesini araştırma faaliyetinin adı

olmaktadır.

Seyyid Şerif’in müteahhirîn dönemindeki yerine ve

önemine işaret ederek sözlerini tamamlayan Türker,

aklî varlığı kabul etmesi ve yaratma anlayışını mahiye-

te varlık giydirme şeklinde ortaya koyan Seyyid Şe-

rif’in bu görüşlerinden dolayı mütekellim olma vasfı-

nı kaybetmeyeceğini, mahiyete varlık giydirmekten

Tanrı’nın istediği vakitte mahiyete varlık tahsis etme-

sinin kast edildiğini belirtti.

Medeniyet Araştırmaları

2007 Bahar Seminerleri

G‹R‹fi SEM‹NERLER‹

Ça¤dafl ‹slam Düflüncesi: Cumhuriyet Dönemi ‹smail Kara

Yirminci Yüzy›l Sosyal Bilim Düflüncesi Fahrettin Altun

TEMEL SEM‹NERLER

Ahlâk Felsefesi Burhan Köro¤lu

Ça¤dafl Do¤a Felsefesine Girifl ‹shak Arslan

Descartes’ten Bugüne Psikopatoloji Ekolleri:

Modern Psikiyatri/Psikoloji Tarihi Medaim Yan›k

Matematik Mant›¤›na Girifl Faz›l Önder Sönmez

Toplum Felsefesi Alparslan Aç›kgenç

ÖZEL SEM‹NERLER

‹letiflim Psikolojisi ‹brahim Zeyd Gerçik

‹liflkisel Sosyolojiye Girifl:

Pierre Bourdieu ve Norbert Elias Alim Arl›

Nörobilime Göre Zihnimizi Yaratan Cihaz Olarak Beyin Lütfü Hano¤lu

Siyasi Liberalizm Mehmet Fevzi Bilgin

Tarihi ve Teolojik Boyutlar›yla ‹mamiyye fiias› ‹lyas Üzüm

Yahudi Hukukuna Girifl Mahmut Saliho¤lu

Page 28: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

28

MOL

AV

akit

Var

Dah

aC

emal

reya

Gen

ç O

sman

ann

esin

in r

ahm

ini

çek

ip ü

stü

ne

Ad

› b

urg

açla

ra y

az›l

s›n

diy

e b

ekle

di.

Ve

Sin

an d

üd

enle

rde

olsu

n d

iye

ölü

Ku

rdu

¤u h

er y

ap›n

›n t

emel

ini

suya

in

dir

di

Diy

or k

i d

e¤il

dah

a

Vak

it v

ar d

aha

flman

›na

iler

lerk

en t

uh

afça

lerd

i

Kör

o¤lu

’nu

n s

›rt›

nd

a ü

st ü

ste

dok

uz

dom

bay

der

isi.

Ve

kaç

arke

n y

›lan

sok

mu

fl or

man

per

isi

Göz

leri

yle

izle

di

sess

izce

erk

e¤in

i

Diy

or k

i d

e¤il

dah

a

Vak

it v

ar d

aha

Dev

e,d

even

in ü

stü

nd

e ta

bu

t,b

ir i

çek

iyor

dev

eyi

Üçü

de

Ali

: d

eve,

dev

eyi

çeke

n v

e ta

bu

tun

içi

nd

eki,

Ǜl

g›n

gib

i k

oflu

yoru

m k

öyle

rden

fleh

irle

re

Bafl

›n›

kay

alar

a vu

ra v

ura

ile

rley

en b

ir i

nsa

n s

eli

Diy

or d

e¤il

dah

a

Vak

it v

ar d

aha

Haf

if k

anl›

ch

evro

let’

ler,

h›r

sl›

pon

tiac

’lar,

k›ra

nta

bu

ick’

ler

rült

üyl

e ak

›p g

idiy

or G

ener

al M

otor

s’u

n e

nik

leri

;

Ve

a¤›r

kݍ

l›,g

enifl

çen

eli,

solu

k a

rab

alar

› Fo

rd’u

n;

Ve

a¤aç

lar

görü

yor,

gözl

ük

lü,i

ri k

›y›m

Ch

rysl

er a

iles

ini

Diy

or k

i d

e¤il

dah

a

Vak

it v

ar d

aha

Sok

ak l

amb

alar

› ye

reb

atan

lar

yük

kam

yon

lar›

Alm

adan

ed

emey

ece¤

imiz

bir

sel

am g

ibi

S›r

tlar

ark

alar

tal

vek

ler

du

ldal

ar ö

te y

üzl

er

Ve

ku

yuya

sar

k›t

›lm

›fl b

ir t

esti

nin

dib

i

Diy

or k

i d

e¤il

dah

a

Vak

it v

ar d

aha

Page 29: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

29

SAM K›rkambar

Cenneti Beklerken Üzerine

Derviş Zaim

11 Ocak 2007De¤erlendirme: E s m a A c a r

Türk sinemasının önemli isimlerinden Derviş Zaimson filmini değerlendirmek üzere Sanat Araştırma-ları Merkezi’nin konuğu oldu. Bu filmiyle Osmanlıtarihinin belli bir periyoduna gittiğini o periyodunfonksiyonundan geçerek ahlâkî meseleleri tartışma-ya çalıştığını bunu yaparken de o tarih ve kültür ik-liminden gelen plastik estetik bir motifi de filme en-tegre etmeye çalıştığını belirtti. Bu coğrafyayı, kül-türü ve bu kültürün tarihini bir zenginlik olarakgördüğünü bunlardan kaynaklanan yeni bir esteti-ğin bizler için başka açılımlar getireceğini belirtenZaim, filminin de bunun bir tezahürü olarak değer-lendirilebileceğini söyledi. Doğu sanatı olan minya-türle Batı sanatı olan portreyi bir arada kullanan yö-netmen, Velazquez’in Las Meninas resmiyle NakkaşOsman’ın minyatürünü yan yana getirdiğinde oy-nak zaman, oynak mekân çerçevesinde bir ortaklıkkurabildiğini belirtti. Bu ortaklığın halka nasıl teza-hür edebildiği sorusuna ise, filmin kendi dünyasıiçersinde bunu ele almadığı, kendi seçtiği tarz, dokuve perspektif nedeniyle bu alanlara girmek isteme-diği, keyif içerisinde izlenmesi gereken bir film ol-duğu yanıtını verdi. Geleneksel sanatlarımızı mo-dern bir sanat olan sinema ile birleştirmeyi dert edi-nip edinmediği konusunda, sinema tarihinin bugü-ne kadar getirdiği anlatım biçimleri ve denemeleri-

nin farkında olup bunları uygulamak zorunda oldu-ğumuzu ama bu külliyata ne eklersek daha zengin-leştirebiliriz gibi bir meselemizin de olması gerekti-ğini söyledi.

Filmde Eflatun ve Leyla karakterlerindeki zayıflıküzerine, korkak, nispeten kapalı olmaya çalışan biradamla özdeşlik kurmak güçtür. Eflatun karakteri çı-rağını satmaya hazır korkak bir adamdır. Ama Efla-tun’un hikâyesi bir değişim hikâyesidir. Böyleliklebizim saygımızı daha fazla kazanan bir adam ola-caktır. Bir gelişme, tomurcuklanma, çiçek açma hi-kâyesi yapmaya çalıştıklarını ve belli karakterlerindaha ön planda olduğu 2. derece karakterler tarafın-dan o meselesinin aydınlığa kavuşturulduğu bir çer-çevede olmasını istediklerini ifade etti. Türk seyirci-si için minyatür gibi uzak bir meseleyi kullanarakOsmanlının 17. yüzyılındaki meselelerin ne olduğu-na dair bir çerçeve çizmenin zorluğundan bahsede-rek, olaylar örgüsünde karakter derinleşmesini fil-min başardığını, bu anlamda kendisini memnuneden bir proje olduğunu söyledi.

Sanat Araflt›rmalar›MerkeziSAM

Önemli yönetmenlerimizden Dervifl Zaim, son filmini

de¤erlendirmek üzere Sanat Araflt›rmalar›

Merkezi’nin konu¤u oldu.

Page 30: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

SAM K›rkambar -Söylefli

Derviş Zaim:

“Dürüst bir film yapmak istedim”

Daha ilk filmiyle Türk sinemasının önemli isimlerin-den biri olan Derviş Zaim, 1964 Kıbrıs doğumlu. Bo-ğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitirdiktensonra, Warwick Üniversitesi’nde Kültürel Çalışmalardalında eğitim gördü. TV’de metin yazarlığı yaptı.1995 yılında yayınlanan ilk romanı Ares HarikalarDiyarında ile Yunus Nadi Roman Ödülünü aldı. İlkfilmi Tabutta Rövaşata (1996) ile 16. İstanbul FilmFestivali Jüri Özel Ödülü, 33. Antalya Film Şenliği Enİyi Senaryo ödüllerini alan yönetmen, yine senaryo-su kendisine ait olan diğer filmleriyle de [Filler ve Çi-men (2000), Çamur (2002)] yurtiçi ve yurtdışında çe-şitli ödüller kazandı.

Derviş Zaim’i, son filmi Cenneti Beklerken (2006)’ikonuşmak üzere Sanat Araştırmaları Merkezi Kır-kambar toplantılarında konuk ettik. Aşağıda bu söy-leşiden bir bölüm yayınlıyoruz:

Filmde minyatürden gerçeğe, gerçekten minyatüregeçişler çok güzel. Aynanın kullanımı, teknik geçiş-ler, metaforlar harika. Fakat bunların üstüne, se-naryo ve filmin işleyişi biraz problemli gidiyor. Me-selâ amatör bir film izleyicisi ve meraklısı olarakbende oluşan intiba şuydu: Herhâlde yönetmen,minyatürü bir filmde geçişlere uygun kullansam,aynayı da hiç denenmemiş biçimde kullansam de-di. Sonra da buna bir senaryo buldu. Bu doğru ol-mayabilir ama bir izleyici kanaati. Bir söyleşinizde,film, yapanın olduğu kadar izleyenin de demişsiniz.

Bir insanın film yapma nedenleri arasında plâstik ne-denler olabilir. Bu legal bir motivasyondur; örneklerivardır sinema tarihinde. Ancak Cenneti Beklerken’inmotivasyonları arasında sadece plâstik motivasyon-lar yok. Estetiğin önemli olduğuna inanırım ama es-tetiğin daha öncesinde, belki de onlarla baş başa git-mesi gereken bir şey var: etik motivasyon; ahlâka da-yalı motivasyonlar. Filmin motivasyonları arasındaahlâkî birtakım motivasyonları da saymam gerekir.Bunlarla hesaplaşırken, bunları somut olarak sinemadilinde ifade ederken, Osmanlı tarihinin belli bir pe-riyoduna gittim. O periyodun fonksiyonundan geçe-rek ahlâkî meseleleri tartışmaya çalıştım. Bunu ya-parken de, estetik-plâstik bir motifi, o tarihten, o kül-tür ikliminden alarak filme entegre etmeye çalıştım.Galiba bana göre filmin önemli özelliklerinden bir ta-nesi bu: biçim ve içerik dengesini iyi oturtmuş olma-sı. Çünkü eğer sinemada biçim kendi başına var ol-maya başlarsa ortada bir terslik var demektir. Bununtersi de doğru; eğer içerik kendi başına ayakta dur-maya kalkışırsa, bunlar birbiriyle örtüşmezse ortadabir problem var demektir. Filmin bu anlamda, birnakkaşın, bir sanatçının, bir artistin hikâyesini ele al-dığı düşünüldüğü zaman içeriği ve biçimi organik birbiçimde bir araya getirmeyi başarabildiği söylenebi-lir. Ben öyle algılıyorum ama film benden çıktı; be-ğendiğim ya da beğenmediğim farklı okumalar olabi-lir. Bunlardan biri de sizin kanaatiniz. Olumlu ya daolumsuz, beğeneyim ya da beğenmeyeyim, bunlarbenden bağımsız şeyler. Bunları düzeltmeye kalkış-mamak gerektiğini biliyorum. Yaptığım üç film banabunları öğretti. Dolayısıyla teşekkür ediyorum.

Yeni Şafak’taki röportajınızda İslâm kültüründekisuret algısıyla Batı’daki portre benim için aynıönemdedir, farklı açılardan değerlidir diyorsunuz.İkisi de, yani Batı’nın algılayışlarıyla Doğu’nun al-

30

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

“Bu co¤rafyay›, bu kültürü ve bu kültürün tarihini

bir zenginlik olarak görüyorum. Bunlardan

kaynaklanan yeni bir esteti¤in de bizler için

baflka aç›l›mlar getirece¤ini düflünüyorum.”

Page 31: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

gılayışları sizin için aynı değerde mi? Bir sanatçıolarak ben tamamen nötr bir yerde duruyorum, heryere aynı mesafedeyim mi diyorsunuz; yoksa benşurada duruyorum, ama buralarda da gidiş gelişle-rim var mı diyorsunuz?

2007’de yaşıyoruz, meseleyi zenginlik açısından elealmak gerektiğini düşünüyorum. XVII. yüzyılda ge-çen hikâyeyi o dönemde yaşayan insanların bakışaçısıyla ele almak çok doğru gelmedi bana. 2007’deyaşayan bir insanın, yaşadığı çevrenin problemleri-ni bir şekilde tartışması gerektiği düzlemden ele al-dım. Çevremize bakarsak, şu anda Batı’yla, AvrupaBirliği’yle, Arap ülkeleriyle vs. belli diyalogları olaninsanlarız. Dolayısıyla filmi bunların bir alegorisiolarak görmek pekâlâ mümkün. O yerlere ilişkinolarak ben ne düşündüm? Kabaca bir genelleme ya-parak şunları söyleyebilirim: Bu coğrafyayı, bu kül-türü ve bu kültürün tarihini bir zenginlik olarak gö-rüyorum. Bunlardan kaynaklanan yeni bir estetiğinde bizler için başka açılımlar getireceğini düşünü-yorum. Filmim de bunun bir tezahürü olarak değer-lendirilebilir.

Özgürlük ve kader konusunda, bir de sanat-siyasetilişkisinde neleri görebiliriz?

Ben sübjektif olarak bu filmi yapmaya kalkıştığımdadürüst bir film yapmak istedim. Hareme, oralaraburalara girerek, oryantalistlerin gözde temalarınıele alarak bir film yapsaydım çok daha kolay pazar-layabilirdim. Osmanlı ile ilgili bir film yaptığınızda,belli kodları, oryantalistlerin belli temalarını elealırsanız yurtdışında bazı yerlere gelmeniz çok ko-lay olabilir; bunlara girmedim. Osmanlı ile ilgili birtemsilden bahsediyoruz. Filmim Osmanlı’yı, bir dö-nemi temsil ediyor. Orada bir isyandan bahsediyo-ruz, Anadolu’yu kasıp kavuruyor. Bunun bir parçasıolarak da ceset göstermek gerekmektedir; bu me-

yanda söyleyeceğim şeylerden bir tanesi bu. Çağı-mızın şiddeti algılama derecesi, o çağın şiddete ba-kış açısıyla faklıdır. Şu anda biz sokakta kelle dolaş-tıramayız, ama o dönemde bunlar makul, normal vemantıklı şeyler.

Peki siyaset ve sinema bağlantısını nasıl kuruyor-sunuz?

Bunun çayın içinde şeker gibi olması gerektiğini dü-şünürüm; insanın gözüne batmaması, slogan atma-ması gerekir. Politika vardır, siyaset vardır, siyasî birbakış vardır; ama bunu görünmez hâle getirmek ge-rekmektedir. İnsanlara, siz şimdi şeker içiyorsunuzdedirtmemek lâzım. İnsanlar bardağı ağızlarına gö-türüp çayı yudumladıkları zaman onun içinde şekerolduğunu anlayacaklardır; bu formda ele alınmasıgerektiğini düşünürüm politikanın. Politik bir duruşda vardır filmimde, evet.

Filmde Mehdi’nin yerine yapıştırılan imge, aslındaİslâm-Osmanlı sanatında Hz. Muhammed için kul-lanılan imgedir. 1595 yılında III. Murat’a sunulaneserde Hz. Muhammed böyle tasvir edilir. Diğerpeygamberler daha çok yüzleri açık bir şekilde res-medilmişken başında hâle ile bizde Hz. Muham-med için özel olan bir ikonu neden Mehdi üzerindekullandınız?

Bu konuda araştırma yapmaya çalıştık: Mehdi nasılyapılmış, nasıl nakşedilmiş? Fakat bununla ilgili birşey olmadığını gördük. Dolayısıyla tarihe dair meto-dolojiyi de şöyle aktarabilirim sizlere: objektiflik diyebir şeyin olduğuna inanmıyorum. Tarihe ilişkin veyahayata ilişkin bir film ortaya çıktığı zaman, o sübjek-tif bir bakış açısı ile yapılmıştır. Tarihe dair yaklaşı-mımı anlatmaya çalışıyorum: Bir, objektiflik yoktur,sübjektiflik vardır. İki, tarihin ana hatlarını, o döne-min havasını, dokusunu mümkün olduğu kadar fil-

31

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Zaim’e göre, bir film,

yapan›n oldu¤u kadar izleyenin de.

Page 32: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

me yedirmeye çalışmak gibi bir niyetim her zamanolmuştur dürüstlük anlamında. Üç, tarihte veriyle il-gili eksiklikler olduğu zaman -Mehdi’nin yüzününnasıl nakşedildiği gibi- onu, o dönemin ruhunun neolduğunu düşünmeye çalışarak yeniden inşa etmeyeçalışıyoruz.

Mehdi’nin Danyal’a zuhur etmesiyle beraber cen-netin aslında bu dünyada yaratılabileceği inanışıy-la Şeyh Bedreddinvarî toplumsal kalkınmanın birresmi gibi bu film. Ben bu çerçevede sizi ve Zeki De-mirkubuz’u zaman zaman post-Yılmaz Güney birçizgide görüyorum.

Ahmet Yaşar Ocak’ın yazdıklarından haberdardımfilmin senaryosunu yazarken. Ama filmi bir Bedred-din hikâyesine dönüştürmemem gerektiğinin de far-kındaydım. Filmin bir kurmaca olduğunun da tabiîki farkındaydım. Bunlardan yararlandım mümkünolduğunca. Bunlar gibi çok derin meseleler, büyükmeseleler üzerine tek bir film değil, birkaç film yapıl-ması gerektiğinin de farkındayım. Dolayısıyla Şehza-de Danyal karakterini yaratırken bu konulara da dik-kat etmeye çalıştım.

SAM K›rkambar

Sinema Düşüncesi Üzerine

Semih Kaplanoğlu

21 fiubat 2007De¤erlendirme: M u s t a f a E m i n B ü y ü k c o fl k u n

Herkes Kendi Evinde, Meleğin Düşüşü ve üzerinde ha-len çalıştığı Yusuf Üçlemesi projesinin henüz vizyona

girmeyen Yumurta adlı ilk filmiyle tanıdığımız yönet-men Semih Kaplanoğlu, Hayal Perdesi Sinema Toplu-luğu’nun misafiri olarak, sinema düşüncesi ve filmle-ri üzerine bir söyleşi gerçekleştirmek üzere Bilim veSanat Vakfı’ndaydı. Söyleşisine Ahmet Haşim’in“Müslüman Saati” adlı makalesini okuyarak başlayanyönetmen, zamanı sinemanın hammaddesi ve anadüşüncesi olarak gördüğünü ve meselesinin, tecrübeettiğimiz, hissettiğimiz zamanı sinemasal zamanlabuluşturmak olduğunu söyledi. Zamanın hareketleolan ilişkisini Aristoteles’in zamanı “hareketin sayı-mı” olarak tanımlamasıyla ilintilendiren Kaplanoğlu,sinemada hareket duygusunu yaratanın kesme oldu-ğunu ve parçalı anlatım yapılarının seyirciyi tek birnoktaya yoğunlaştırmak gibi bir işlevinin bulundu-ğunu belirtti. Zaman olgusuna ilahî bir boyuttan ba-kıldığında, “emanet” olarak alınan bir zamanın doğ-rudan seyircinin kalbine geçebileceğini söyleyen yö-netmen, zamanın hayy ile yani hayat ile olan ilişkisi-nin bizleri hakikati açığa çıkartan zahirî bir sinemaevrenine götüreceğini anlattı. Mevcut gerçekliği ifşaeden sinemanın batınî özelliğine de değinen Kapla-noğlu, fıtrî sinema dilinin arayışında olduğunu vur-guladı: “Başka bir zamana inandığımdan, seküler si-nema anlayışı içerisinde bize dayatılan zaman algısı-nı, ilahî boyutu olan öteki zamana çevirme çabamvar” diyen Kaplanoğlu, dini, sanatın merkezinde ko-numlandırıyor. Ticarî sinemanın izlenilir ve anlaşılır-lığının fıtrî sinemanın popülaritesinden niyet nokta-sında ayrıldığını dile getiren yönetmen, son dönem-de Türk sinemasının dine olan eğiliminin sinema-mızda yeni bir alan açabileceğini düşündüğünü açık-ladı. İzleyicilerin sinemanın yapım öncesi, yapım veyapım sonrası aşamalarına dair teknik sorularını dacevaplayan Semih Kaplanoğlu, henüz tamamladığıYumurta adlı son filminden ve Yusuf Üçlemesi’ndende bahsederek söyleşisini tamamladı.

32

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Semih Kaplano¤lu, zaman› sineman›n hammad-

desi ve ana düflüncesi olarak gördü¤ünü

ve meselesinin, tecrübe etti¤imiz,

hissetti¤imiz zaman› sinemasal zamanla

buluflturmak oldu¤unu söyledi.

Page 33: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

Onun Arabası Yok:Chef Kitabı Üzerine Söyleşi

Mustafa Kutlu

17 Mart 2007De¤erlendirme: N e s l i h a n D e m i r c i

Sanat Araştırmaları Merkezi’nin Mart ayındaki ko-nuğu, Mustafa Kutlu’ydu. Kutlu daha yeni kitaplaryayınladığı hâlde gündemimizde Chef vardı; çünkühikâye, üzerinde konuşmaya değer meselelerle örül-müştü. Sohbet şef kelimesinin gelişim seyri ve imlâ-sıyla başladı. Güç ve iktidar hüviyeti gösteren şef ke-limesi, geçmişte itibarlı meslekleri ve -siyasî anlam-da- liderliği tanımlamak için kullanılıyordu; zaman-la anlamı daraldı.

Kitabın ana karakteri Hüsnü Şen, “şef kelimesi gibiörselenmiş bir adam”, bir banka şefi. İngilizce bilme-diği için müdür olamamış, yükselme hırsı içinde uk-de kalmış. Bilhassa otomobil sahibi olamamak ondamarazi bir saplantıya dönüşmüş. Kitabın tamamınayayılan otomobil metaforu, hem güç ve statü sahibiolmayı, hem de çağın esas tutkuları “haz ve hız”ıtemsil ediyor.

Kitabın adı kastı mahsusla Chef olmuş. İnsanoğlu-nun güç ihtirası, yaşama savaşında ayakta kalması-nı, dahası güvenliğini sağlamaya yönelik bir arzu.Dolayısıyla kelime ancak orijinal imlâsıyla yazıldı-ğında güce gönderme yapıyor. Hayatımızı sürdüre-cek -fikir, bilim, teknoloji, sanat dahil- hiçbir şeyikendi kendimize üretemediğimiz için, gücü de, gücetekabül eden kavramları da Batı’dan ithal ediyoruz.Düşünce tarzının, beraberinde hayat tarzını da ge-tirdiği aşikâr. Hikâyedeki şefin de İngilizce bilmediği

33

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM SAM Yuvarlak

Masa Toplantıları

KIRKAMBARCenneti Beklerken Üzerine Dervifl Zaim 11 Ocak 2007Takva Filmi Üzerine ‹hsan Kabil 19 Ocak 2007 Sinema Düflüncesi Üzerine Semih Kaplano¤lu 21 fiubat 2007Chef Kitab› Üzerine Mustafa Kutlu 17 Mart 2007Senaryo Fikri Üzerine A. Bora Kahyao¤lu 11 Nisan 2007Seyr-i Seyrengiz Cem Yavuz 26 Nisan 2007

Ç a r fl a m b a P r o g r a m l a r ›AYIN F‹LM‹Eflk›ya (1996, Türkiye, 121’), Yön: Yavuz Turgul Konuflmac›: Ali PulcuYa¤murdan Önce (1994, Mak.-‹ng.-Fr. 113’), Yön: Milcho Manchevski Konuflmac›: Alim Arl›

fi‹‹R AKfiAMLARIHaz›rlayan: SAM fiiir AtölyesiTurgut Uyar 24 Ocak 2007Mehmet Akif 20 fiubat 2007Behçet Necatigil 31 Mart 2007

ÖZEL ETK‹NL‹KBelgesel GALA: Su Damlas› 23 fiubat 2007Mecid Mecidi’nin Kat›l›m›yla Mavi Filminin Gösterimi 13 Mart 2007Panel: Çocu¤u Anlayan Edebiyat 7 Nisan 2007

DOSYA: ADA ATÖLYES‹Ada Atölyesinin Birinci Senesi Betül Özel Çiçek - Cihat Ar›nç

Selim Karl›tekin - Sümeyye Par›ldar

H A Y A L P E R D E S ‹

OcakEkmek ve Gül (1996, ‹ran-Fransa, 78’), Yön: Muhsin MahmelbafHiç Eksiksiz (1999, Çin, 99’), Yön: Zimou ZhangSar› Köpe¤in Yuvas› (2005, Mo¤olistan-Almanya, 93’) Arjantin Hikâyeleri (2002, ‹spanya-Arjantin, 87’), Yön: Carlos Sorin

fiubatLumiere Kardefller’in K›sa Filmleri, (Fransa, 55’), Yön. Lumiere KardefllerDr. Caligari’nin Muayenehanesi, (1920, Almanya, 70’), Yön: Robert WieneKorkunç ‹van, (1944, S.S.C.B., 95’), Yön: S.M. EisensteinDemir Çar›k Demir Asa, (2006, Türkiye, 95’), Yön: Kâmil Koç

MartKorkunç ‹van: II. Bölüm, (1958, S.S.C.B., 90’), Yön: S.M. Eisenstein Chaplin’den K›sa Filmler (ABD, 50’)Yön. Charles ChaplinDr. Caligari’nin Muayenehanesi, (1920, Almanya, 70’), Yön. Robert Wiene Vaat Edilen Cennet (1995, Fil.-Fr.-Alm.-Hol., 90’), Yön. Hani Ebu Esad

NisanKüçük Buda (1993, Lich.-‹ng.-Fr., 140’), Yön: Bernardo BertolucciMouchette (1967, Fransa, 78’), Yön: Robert Bresson

Page 34: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

için yükselememesi -ve kendini adamdan sayma-ması- güçlülüğün Batı’ya endeksli olmasının ironikbir örneği.

Kitabın zemini belirgin bir dönemi yansıtıyor aslın-da. 1980 sonrasında dışa bağımlı hâle gelen Türkiye,Kutlu’nun ifadesiyle “ayağını yorgandan dışarı fenahâlde çıkardı” ve faizler, ekonomik krizler, yolsuz-lukların getirdiği bunalım atmosferi, ülke genelindesalgın gibi yayılan ahlâkî çöküşü doğurdu. Kapitaliz-min tetiklediği tüketim çarkının çivisi çıktı, toplumüretmeden tüketir hâle geldi. Neticede eğlenerek tü-ketmeye ve her şeyden keyif almaya kodlandık.

Hikâyede sahne alan aile de kısıtlı geliriyle bir parça-sı olduğu tüketim toplumunun hızına ayak uydura-mayışın çatışmasını yaşayan bireylerden oluşuyor.Bu türden aileler -dikkate almasak da- çevremizdegeniş bir yer tutuyor. Hüsnü Şen, önüne çıkan fırsat-ta “Light Raskolnikov”a dönüşüveriyor; çalıştığıbankayı soyma teklifiyle karşılaştığında hemen red-detmiyor, tereddüde düşüyor. Niçin? Çünkü herke-sin bir yerleri soyduğunun farkında.

Hikâyenin kadın karakteri Arzu, başka bir hayat kur-mak için evinden ayrılıyor. Eşine nispetle aklıselimsahibi, ailesine karşı daha duyarlı bir karakter. Gitsede evini büsbütün terk etmediği, bıraktığı mektup-tan ve kaygılarından belli. Burada bir parantez aça-lım: Kutlu’ya göre Türkiye’de kadınlar daha akıllıdır,ailenin bütün yükünü taşırlar. Ataerkil toplum ezbe-rini bozmak gerekir; çünkü erkekler meydandadır,esas kararı verenlerse kadınlardır.

Hikâyenin en ilginç tiplerinden biri de liberal karak-teri temsil eden evin oğlu Özgür. 80 sonrasında ha-yata damgasını vuran “iş yapalım abi” düsturunu şi-ar edinmiş, “Bu memlekette diploman olsa ne ola-cak?” ana fikrinden yola çıkmış, kestirme yollara sı-vanmış bir uyanık. “Beni ne doktorlar, mühendisler

istedi…” cümlesiyle sembolleşen devlet kapısınınsağlamlığı, 80’lerin ertesinde değer kaybetmiş, yeri-ni finans sektöründen gelecek damat adaylarına bı-rakmıştır. Böylelikle “atılım” yaptığı söylenen Türki-ye’deki “işadamı” profiline bakıldığında görünenmanzara pek de iç açıcı sayılmaz: Bir kesim süreklisemirirken öte tarafta korkunç boyutlara varan biryoksulluk. Çünkü “Haksız kazancın olduğu yerdeyoksulluk da vardır.” Mustafa Kutlu yoksulluğu dertedinmekten usanmayan bir yazar.

Kitaptaki üç karakter de tereddüdün eşiğinde bırakı-lıyor. Mustafa Kutlu bu açık uçluluğu bilhassa hedef-lemiş; toplumda cereyan eden hadiselere doğru teş-his koyulmasını istiyor. “Hepimiz bir gemideyiz. Kar-şımıza fırsat çıktığında kendimizi bir yolsuzluğa im-za atarken bulabiliriz.” Okurdan beklediği, bu empa-tiyi kurması ve bir gün varsıllığa doğru saf değiştire-ceğini hissederse, rotasını nereye bükeceğini kendi-sine içtenlikle sormasıdır.

Kırk yıldır toplumdaki değişmeyi merceğe alan Kut-lu, handiyse bütün hikâyelerinde “Biz kimiz?” soru-sunu vurgulamaya çabalar. Kimlik kırılması ve gele-nekle ilişkimizin farklılaşması Mustafa Kutlu’nun sık-ça altını çizdiği meseleler: “Geleneği aynen taklit et-me imkânı ortadan kalkmıştır. Zaten aynen taklitedilen şey kurur, müzelik olur. Gelenek sürekli yeni-lenmek suretiyle yaşatılır. Bütün azametiyle geçmişiyıktıktan sonra yerine yeni bir şey koyamadık. Kendi-mize ait bir hayat tarzı çizemedik; bize ait bir ahlâk,hukuk, iktisat, siyaset, sanat sistemleri kuramadık.”

Kutlu’nun son yıllarda yazdığı uzun hikâyeler, ro-man türünün habercisi mi? Mustafa Kutlu, eserinboyutunun türü belirlemeye yetmeyeceğini, gele-neksel köklerinden dolayı her zaman hikâye yazdığı-nı kaydetti. İlk hikâyelerini tasavvufu esas alan, sözü

34

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

K›rk y›ld›r toplumdaki de¤iflmeyi merce¤e

alan Mustafa Kutlu, handiyse bütün

hikâyelerinde “Biz kimiz?”

sorusunu vurgulamaya çabalar.

Page 35: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

en aza indirerek anlamı yoğunlaştıran ve sözlü anla-tıma dayanan şark hikâyesi türüne dahil ediyor. Da-ima bir halk hikâyesini modern okura anlatıyormuştarzını benimsiyor, okuyanların sanki dinliyormuşhissini duymalarını hedefliyor. Karmaşıktan basitegiden, kristalleşen anlatımın daha zor kotarıldığınıekledi. Mustafa Kutlu hikâye türündeki ısrarının,yerli olmak kaygısıyla da yakından ilişkili olduğunusöyledi.

Hikâyelerinin doğma sürecine ilişkin olarak kısa hi-kâyelerini taslak hazırlamadan bir oturuşta yazdığı-nı, bir daha üstünden geçmediğini, metne dair söy-lenenlere de pek kulak asmadığını belirtti; çünkümüdahalelerle metnin büyüsü bozuluyordu. Genel-likle anlık duygulanmalar, en çok da adalet duygusuyazarda yeni bir hikâye ilham ediyordu.

Mustafa Kutlu söze başlarken “kitapta yeri olanlar”ındışına çıkılmaması şeklinde çerçeveyi çizmişti. Bu-nun bir istisnası olabilirdi: Fenerbahçe’den bahset-mek caizdi. Biz de ricasını kırmadık; pergelin birayağı Chef’te, bütün dünyayı dolaştık. Nasılsa kâ-inattaki bütün konular edebiyatın şemsiyesi altındadeğil mi?

Senaryo Fikri Üzerine

Aybars Bora Kahyaoğlu

11 Nisan 2007De¤erlendirme: N e r m i n T e n e k e c i

Heveslisi için, İyi Aşçılığın 10 Kuralı veya BaşarınınSırları başlıklı kitaplar gibi, piyasada kolayca hazırreçeteler bulabileceğimiz bir saha senaryo yazarlığı.

Ancak çoğunlukla ABD’den ‘copy paste’ edilen bukuramlar-kurallar yığını bizde ‘işlemiyor’.

En son, senaryosunu yazdığı Pars-Kiraz Operasyonubaşlıklı filmiyle gündeme gelen Aybars Bora Kahya-oğlu, 1997 yılında Columbia College Chicago FilmBölümü’nden mezun oldu. Çeşitli prodüksiyon şir-ketleri ve televizyon kanallarında yönetmenlik, ka-meramanlık, hikâye-senaryo yazımı, haber editörlü-ğü ve proje geliştirmeyle ilgili çalışmalarda bulundu.ABD ile bizdeki uygulamalar; hikâye kurgulama,tretman, senaryo yazımı, telif hakları vb. konularda-ki tespitlerini keyifle dinlediğimiz Kahyaoğlu ile yap-tığımız söyleşiyi dilimiz döndüğünce özetlemeye ça-lıştık:

Sinema mı Televizyon mu?

Bizdeki eğitim, Sinema-TV Bölümü adı altında tekbir çatı altında toplanabiliyorken, ABD’de bu ikisibirbirine uğramıyor bile. Ayrıca sinema içinde deçok dallı bir bölünme var: yönetmen, yapımcı, bel-gesel, kurgu, makyaj… bölümleri.

Senarist mi romancı mı?

Türk sinemasının en büyük sorunu senaryo eksikli-ği; çünkü hâlâ bir roman kültürü hâkim. Bunda se-naryo yazarlarının çoğunun edebiyat dünyasındangelmelerinin payı büyük. Bir senarist, bir romancıgibi karakterlerin iç dünyasına dilediğince inebilmelüksüne sahip değildir; aksi takdirde o iç sesi nasılverecektir? Bir senarist, bir romancı gibi tek başınayazma lüksüne de sahip değildir; yapımcısı, yönet-meni, mekân seçicisi, oyuncusu vb. ile bir ekip işinesıvanmıştır. Romancının dışarıdan dokunulamayankendine özgü dünyasının tersine, senaryo yazarı dı-şarıya açılmak, her türlü insanla konuşmak duru-mundadır.

35

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Page 36: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

ABD mi Fransa (Avrupa) mı?

(Kabaca iki ekole ayırırsak) Sanılanın aksine, bizdekiişleyiş Fransa (Avrupa)’dan yana. Bu ekolün en bü-yük özelliği, senaryonun hazır bir formülünün bu-lunmayışı. Karakterlerin psikolojisine odaklanan,yönetmenin istediği ritme göre işleyen, seyirci kay-gısı taşımayan ve kendine alan olarak festivalleri se-çen bir senaryo-sinema düşüncesi kısaca. Nuri BilgeCeylan ile Zeki Demirkubuz bu tercihle iş gören ikiyönetmen.

Tiyatrodan gelen ve operadaki üç perdelik klasik ya-pıyı kullanan ABD ekolünde ise formülasyon diz bo-yu! Bu durumda, bu işte karar kılanların en baştakendilerine şu soruyu sorması gerekiyor: Profesyo-nel sektöre mi yoksa festival filmlerine yönelik mi işyapacağım?

Ekip var, ekip var

ABD’de TV dizisi mi dediniz? Ekibinizi hazırlayın: Di-zinin formatını belirleyen uygulayıcı-yapımcı çekir-dek ekip, bölüm hikâyeleri ekibi, sahneleri açan tret-man ekibi, senaryo ekibi ve konuşmaları cilalayandiyalog ekibi… Bu denli geniş kadroyla çalışılmayansinemada ise kısaca iki senaryo örneğinden bahse-dilebilir: (Yürüyen sistem) sipariş senaryolar ile si-pariş olmayan senaryolar.

Bizde bu ebatta değilse de, televizyon dizilerinde birsenaryo ekibinden söz etmek mümkün. Ancak hu-kukî düzenlemeler ve telif hakları tam bir keşmekeş!Öyle ki, yapımcının “Bize yaramaz abi!” dediği se-naryonuzu bir yıl sonra vizyonda görebilirsiniz!

Bana kahramanını söyle, sana kim olduğunu söyle-yeyim

Tema, temayı simgeleyen bir metafor, metaforu işle-yeceğiniz bir hikâye… Okulda öğretileni buysa da

her zaman farklı metotlar, çeşitli yollar bulunabilir.Yolda gördüğünüz bir kişi ya da bir gazete haberi depekala çıkış noktasıdır. İster temadan ister hikâye-den yola çıksın, iyi bir senaryo yazarı “Ben bu tema-yı-hikâyeyi nasıl kuracağım?” sorusuyla işe başlar.Cevap peşi sıra gelen sorularda açıklığa kavuşur:Kahramanım kim? Ne istiyor? Başına neler gelecek?Engelleri nasıl aşacak?

Senaryo yazarı, hemen her türlü karakteri çalışabil-meli, steril tipler çizmemeli, hikâye süresince kahra-mandaki değişimi seyirciye yansıtabilmelidir. Bun-dan gayrısı da kahramanın sorunların üstesindennasıl geldiğini gösteren sahnelere bakar.

Bizdeki en büyük eksikliklerden biri de budur: kah-ramanın başına neler geldiği bir türlü söylenmez.Seyircinin, kahramanla özdeşleşmek isteyeceği gözardı edilir.

Dehanın % 99’u terlemektir

Araştırma yapmak, hikâyenin bir paragraflık özeti,karakter profilleri, 3-5 sayfalık sinopsis, sahnelerinaçılması… Senaryonuz yazılmaya hazırdır artık. Fil-min süresine göre bazen yüzlerce sayfayı bulabilir.

Bu da sırtınızdaki teri atmaya bakar!

ABD’de, bir sayfa bir dakikalık ekran görüntüsüneeşitse de bu hesap bizde asla tutmaz; bir sayfa yakla-şık bir buçuk dakikalık görüntüye karşılık gelir. Bi-rinci nedeni, ABD’deki A-4 kâğıdı buradakinden da-ha kısadır. İkincisi, oyuncularımız daha ağır tempoy-la hareket eder. Diyalogları yayarlar. Montajımız vekurgumuz da hakeza yavaştır.

Kelimelerin resmi olsa da gösterse!

Lâfa değil görüntüye yazabiliyor musunuz? Kelime-leriniz resim veriyor mu? Anlatmayı değil gösterme-

36

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Page 37: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

37

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

yi becerebiliyor musunuz? Bu sorulara cevabınızevet ise hedefe yaklaştınız demektir.

“Parayı al ve kaç!”

Senaryonuz, yazdığınız haliyle kalmaz elbette; aşa-ma aşama yönetmenin, yapımcının, prodüksiyonamirinin, oyuncuların süzgecinden geçer. İşin ahlâ-kı gereği, durduğu müddetçe sürekli değişir. Bu ne-denle, senaryo yazarının “Parayı al ve kaç!” nüktesi-ne sığınmasında fayda vardır!

Sanat mı zanaat mı?

Başarılı bir banka yöneticisinin, “Faizler olmalı mı,olmamalı mı?” tartışmasına girmesi bir mana taşırmı? Bankacılık başlı başına bu sistem üzerinden iş-ler. Hakeza sinema da sanatsal özelliklerinin yanı sı-ra bir zanaattır, endüstridir, iş koludur. En basit büt-çeyle bile film çekmek para gerektirir. Bu nedenle,sinemacının sanatçı olduğunu iddia etmesi oldukçaciddi bir iştir. Sinema toplamda zanaatkârların oluş-turduğu bir bütündür; kameramanın gözü, sanat yö-netmeninin dekoru, oyuncunun nefesi-bakışı, edi-törün montajdaki katkısı, seçilen müzik vs. hikâye-nizi anlatmak için seferber olur. Bu yüzden, bizlerzanaatçıyız, Picasso değil!

Elbette içinde sanatsal öğeler barındırır. Bu noktadasanat ve zanaat arasında bir tercihten bahsedilebilir:Sinemayla bir meslek kolu olarak mı ilgileneceğim,hobi olarak mı?

Yönetmen filmin sahibi (mi)dir

Fransız Yeni Akımı’nın kurucuları arasında sayılanGodard’ın “Yönetmen filmin sahibidir” düşüncesibizde oldukça tutsa da, sonrası irdelenmez. Yönet-men 1980’lerde verdiği bir demecinde özetle şu gö-rüşü dillendirir: “Biz Amerikan sineması karşısında

eziliyorduk. Dikkat çekmek istedik ve bu teoriyi orta-ya attık.”

Ben ‘kirleniyorum’; peki sen hangi bedeli ödüyor-sun?

Alternatif bir sinema üretilebilir mi, yeni bir sistemkurulabilir mi? Profesyonel sinema camiasında yeralmadan asla! Her şeyden önce, kaybolan araştırmageleneğimizi canlandırmak ve kendimize “Ben baş-kalarının yapamadığı neyi yapabilirim?” sorusunuyöneltmek gerekir. ABD’de 1960’larda canlanan ba-ğımsız sinema da, stüdyo sisteminde uzun yıllar ça-lışan sinemacılar tarafından kurulmuştur. Sektördeçalışan birini, sistemin bütün hatalarını kendisineyükleyerek yargılamak çok kolaydır. Fakat bununkarşılığında size sorar: “Kabul, ben ‘kirleniyorum’.Peki sen hangi bedeli ödüyorsun?”

Patlama mı curcuna mı?

Artık her sene belli sayıda Türk filminden bahset-mek mümkün; ancak kaynağındaki iki nedeni kulakarkası etmeyerek: Birincisi, yapımcılar artık Avru-pa’daki ve Türkiye’deki birtakım fonları kullanmayıöğrendi. İkincisi, film dağıtımcıları ABD’deki stüdyosistemine benzer şekilde kendi filmlerini üretmeyebaşladı. Kalitesizliğe gelince, film dağıtımcısı filmdağıtmayı bilir, çekmeyi değil!

Ne hikâye, ne senaryo! Paldır küldür çekilen filmler,profesyonellerle çalışmanın zorluğunu göze alama-yan yapımcılar, film çekmeyi bilmeyen dağıtımcılar,senaryo yazarlığında yaşanan kıtlık… Bu da işin cur-cunası!

Issız bir adaya düşseydiniz yanınıza hangi senarist-leri alırdınız?

(Birkaçı): Paul Schrader (Taxi Driver), Quentin Ta-rantino, Bo Goldman (Scent of a Woman)

Senaryosunu yazd›¤› Pars-Kiraz Operasyonu

filmiyle gündeme gelen Aybars Bora

Kahyao¤lu’nun, hikâye kurgulama,

tretman, senaryo yaz›m›, telif haklar› vb.

konulardaki tespitlerini keyifle dinledik.

Page 38: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

38

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Son söz olarak, söyleşimizde Kahyaoğlu’nun festivalfilmlerini değil, profesyonel sinema piyasasını mer-keze alarak tespitlerde bulunduğunu hatırlatalım.Festival filmleri deyince işin içine başka kriterler gir-diğinin elbette farkında.

SAM Özel Etkinlik

Mecid Mecidi’nin KatılımıylaMavi Filminin Gösterimi

13 Mart 2007De¤erlendirme: E s r a T i c e

Yedi aylık bir aranın ardından Mart ayında İranlı yö-netmen Mecid Mecidi yeniden Sanat AraştırmalarıMerkezi’nin konuğu oldu. Yoğun programı sebebiylebir gün gibi kısa bir vakit ile sınırlı olan ziyaret, buduruma rağmen çok verimli geçen iki oturumla nok-talandı.

Sabah saatlerinde başlayan ilk oturumun öncesindeHayal Perdesi Sinema Topluluğu’nun gerçekleştirdi-ği Kardeşim adlı kısa film çalışmasının gösterimi ya-pıldı. Oturuma geçildiğinde ise öncelikli olarak, Ha-ziran sonu itibariyle Hayal Perdesi Sinema Toplulu-ğu ile gerçekleştirdiği atölye çalışmasının ardındangelen yedi aylık süreçte grup olarak neler yaptığımı-za dair bilgiler alan usta yönetmen, gruba bazı tavsi-yelerde bulundu. Ardından Kardeşim adlı kısa filmüzerinden değerlendirmeler yaptı. Filmle ilgili tavsi-yelerde bulunan yönetmen, bu bağlamda sinemasanatında önem verilmesi gereken oyuncu seçimi,diyalog kullanımı vb. birkaç hususun üzerinde titiz-

likle çalışılması gerektiğini vurguladı ve sinemasalbakış üzerinden bazı tespitlerini dile getirdi. Sine-manın ayrıntılarda gizli olduğu, gücünü görüntüdenaldığı, sanatçınınsa görünenin ardındakini tespit et-medeki başarısıyla yoluna doğru bir şekilde devamedebileceği bu tespitlerden birkaçıydı. Bu anlamdaçok faydalı geçen oturum, bir kez daha yönetmenMecidi’nin engin sinema bilgisinden yararlanmamı-zı sağladı. Üç saati bulan oturumun sonuna doğrukendi çalışmalarına dair yönelttiğimiz soruları dacevaplayan Mecidi, ön hazırlıklarını bitirdiği veİran’a döner dönmez çekimlerine başlayacağı, amaöyküsü hakkında bilgi vermediği yeni film çalışma-sından bahsetti.

Bu verimli oturumun ardından akşam saatlerindesoru cevap şeklinde geçen diğer bir oturuma geçildi.Oturum, Haziran ayı sonunda Hayal Perdesi SinemaTopluluğu’nun, Mecid Mecidi’nin değerli katkılarıy-la gerçekleştirdiği atölye çalışmasının ürünü olanMavi adlı kısa filmin gösterimiyle başladı. Filmingösteriminin ardından, “Bize Kalan” adlı o günküheyecanı tekrardan yaşatan, titizlikle hazırlanmış,usta yönetmenin sinema adına engin değerlendiril-meleriyle bezeli belgesel tadında Mavi kısa filmininkamera arkası görüntüleri izlendi. Yönetmen içinsürpriz olan bu gösterimin ardından oturum başla-dı. Öncelikli olarak katılımcıların Mavi adlı kısa filmüzerinden yönelttikleri soruları yanıtlayan Mecidi,ilerleyen vakitlerde İran sineması ve sinema anlayışıçerçevesinde yöneltilen soruları da yanıtladı. Buoturumların ardından en kısa zamanda tekrardangörüşme sözü vererek aramızdan ayrıldı.

Mecidi, sineman›n ayr›nt›larda gizli oldu¤unu,

gücünü görüntüden ald›¤›n›, sanatç›n›n

ise görünenin ard›ndakini tespit etme-

deki baflar›s›yla yoluna do¤ru bir

flekilde devam edebilece¤ini belirtti.

Page 39: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

SAM Panel

Çocuğu Anlayan Edebiyat

7 Nisan 2007De¤erlendirme: N e s l i h a n D e m i r c i

Oturum Başkanı: Erhan Erken

• Mevlâna İdris, Yazar Masallar Gerçekler Çocuklar

• Melike Günyüz, Erdem Yay., Genel Yayın Yön. Çocuk Kitaplarındaki Öğreticilik ve Çocuk Ruhu

• Osman Turhan, İllüstratör Çocuğun Hayal Dünyasını Resimlemek

• Hatice Işılak, Birdirbir Dergisi Editörü Çocuk Dergiciliği ve Din Eğitimi

Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi geç-tiğimiz ay içeriğiyle farklı bir toplantıya ev sahipliğiyaptı. “Çocuğu Anlayan Edebiyat” başlıklı panel, ço-cuklar için yazılan-çizilenlerin çocuk oyuncağı ko-laylığında olmadığı fikrinden yola çıkarak çocukedebiyatı kavramının gündeme getirilmesi ve bualandaki verimlerin niteliğine dair sorunların irde-lenmesi için ilk adımdı.

Çocuk edebiyatı deyince hem edebiyat zevkini du-yuran, hem çocuğu merkezine alan, ötelemeyen; ço-cuğa bir şeyler anlatmayı değil, çocuğu anlamayı il-ke edinen edebiyatı kast ediyoruz. Çocuklar için yaz-manın çetrefilli tarafı da burada: Büyüdükçe uzak-laştığımız bu dünyanın kendi dilini ve mantığınıkavrayabiliyor muyuz? Küçük Prens’in “büyük in-sanları” olarak bizler, “onlar için” yazdığımızı iddiaettiğimiz metinlerde, onların zengin hayal dünyası-na ne kadar hitap edebiliyoruz?

Erhan Erken’in oturum başkanlığını üstlendiği pa-nelde, bir yanda geçmişten bugüne gözle görülür bi-çimde artan yayın çeşitliliği, öte yanda tüketim me-kanizmasının en cazip hedef kitlesine yönelik ürün-lerin niteliği ve okuma kültüründen uzaklaşmayaeğilimli sanal dünyanın çocuklarına neyin, nasıl su-nulacağı gibi sorunlar tartışıldı.

Kitaplar çocukların eğitmeni mi?

Panelin ilk konuşmacısı Melike Günyüz, on üç yıldırprofesyonel olarak icra ettiği yayıncılık mesleğinintoplumda yerini yeni bulduğunu söyleyerek sözebaşladı. Melike Hanım’ın konuşması iki temel soru-na dayanıyordu: Anadili eğitimi açısından çocukedebiyatının önemi ve çocukla kitabın yollarını bir-leştirmek konusunda yetişkinlerin payına düşenler.

Çocuk kitapları öğretici mi olmalıdır? Bu soru, bircevaptan ziyade çocuk kitaplarında kaçınılmaz bi-çimde öğretici unsurların yer alacağı gerçeğiyle kar-şılanıyor. Yazarın kendine ait düşünce dünyası isteristemez satır aralarına siner. Bu hususta Melike Ha-nım, “Metinler mutlak değildir; sözcüklerden oluşur.Metinlerin anlam kazandığı yer bizim zihnimizdir.”cümleleriyle, metinleri zararlı/zararsız, eğitici/sa-kıncalı şeklinde tasniflemek yerine, çocuğa eleştirelokuma alışkanlığının kazandırılması gerektiğinin al-tını çizdi.

Kitap seçimi konusunda ebeveynlerin zihni karışık;çocuklarla yetişkinler arasında bir çatışma süregel-mekte. Melike Günyüz’e göre en yerinde çözüm, ter-cihi çocuklara bırakmak. Çünkü çocuklar sevmedik-leri metinleri zaten okumazlar; çocukların seçimle-rine güvenmek gerekiyor. Yayın dünyasına ait veriler,çocukların üç tür kitaptan zevk aldıklarını gösteri-yor: Bunlar, polisiye-macera türündeki kitaplar, ko-mik içerikli metinler ve çocuğun kendisini kahrama-nıyla özdeşleştirdiği kurgular.

39

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

“Çocu¤u Anlayan Edebiyat” bafll›kl› panel,

çocuklar için yaz›lan-çizilenlerin çocuk

oyunca¤› kolayl›¤›nda olmad›¤› fikrinden yola ç›kt›.

Page 40: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

Modern dünyanın kabulleriyle beraber toplum yapı-mız da hızla değişiyor; bu değişim sürecinin bütünhandikaplarından nasibini alıyor. Değişen yalnızcahayat tarzımız değil elbette. Yeni neslin gerçekliği al-gılayışı kadar bilgiye ulaşma tarzları da kabuk değiş-tiriyor; öyle ki çocukla yetişkin arasındaki bilgi farkıgünden güne ortadan kalkıyor. Artık her şey edebi-yatın sınırları içinde. Bu noktada çocukların nasıl birmalzemeyle karşılaştığı önemli. Hem bugünün ço-cuklarını kuşatacak, hem de kendimize ait kültürelkodlarla beslenmiş eserlere ihtiyacımız var.

Sonuç olarak kitaplardan ebeveynin yerini tutması-nı, çocukları eğitmesini beklemek, çocukla kitaparasına kendi ellerimizle derin bir uçurum koymakdemek. Çocuklara duyurmak istediğimiz mesajlarıdoğrudan vermek yerine, metnin alt katmanlarınayerleştirmek gerekiyor. Bu konuda “Esasen bir dil veedebiyat ürünü olan kitaba, eğitim işlevi yüklemek,mesajı hangi dozda, hangi içerikte ve hangi üsluptasunduğumuza bağlıdır. Kitap, bir yaşından itibarençocuğun elindeki en sevdiği oyuncağa dönüşmedik-çe çocuklarda kitap sevgisi yeşermez.”diyen MelikeGünyüz, güzel bir hikâyenin içine eğitici öğelerinnasıl yedirileceğini örneklemek üzere pop şarkıcısıMadonna’nın yazdığı, özenli bir çeviri ve titiz birbaskıyla yayınlanan Bay Peabody’nin Elmaları adlıkitabı okudu.

Gerçekliğin iç yakıcılığı karşısında masallar

“Çocuklar için edebiyat”ın temsilcilerinden Mevlânaİdris, sözlerine “Edebiyatın içinden değil, arkasındanbir konuşma olacak.” diye başladı. Çünkü her geçengün dozu artan kaos ortamında edebiyatın nerededurduğunun sorgulanması gerekiyordu. “Gerçekliğiniç yakıcılığı karşısında masallar nereye kadar ulaşabi-lir?” Cevapsız kalan sorularla yalnızca edebiyata yük-lenmek haksızlığına da sıvanmadığını belirterek bir

insan teki olarak kendine yönelttiği soruları da bizeaktardı: “Neye bakıyorum? Edebiyatın penceresin-den çocuğa bakıyorum. Niçin bakıyorum? Hoşumagittiği için bakıyorum. Nasıl bakıyorum? Kendi ço-cukluğum ve üzerine eklenen dünyanın bende bırak-tığı benle bakıyorum. Ne ile bakıyorum? Edebiyatla,masalla, şiirle, denemeyle bakıyorum.”

Mevlâna İdris konuşmasını, yargılar ve değerlendir-meler yerine çoğunlukla sorularla örmüştü. Sanatürünlerinin uzayda bir atık tabakası oluşturma ihti-malinden; okuma-yazma bilmeyen, kitapla, filmleyüz yüze gelmeyen kabilelerde yaşayanların mede-niyetin kucağındaki bizlere zavallı gözüyle bakmaihtimalinden dem vurdu. Bir kez olsun sormalıydık:“Bunca yapıp ettiklerimiz hakikati görmemizi, his-setmemizi, ona dokunmamızı kolaylaştırıyor değilde zorlaştırıyor olabilir miydi?”

Bugün çocukların vaktini dolduran her şey bu sorgu-dan nasibini almalıydı: “Çocuk gerçekten bizim ver-meyi amaçladığımız şeyi istiyor olabilir mi? Bir evde,annenin çocuğuna sarılmasından daha büyük birduyguyu harflerin, renklerin ya da her türlü oyunca-ğın verebileceğine gerçekten inanmalı mıyız? Dur-madan hoplayıp zıplayan ve akıl almaz görüntülerleçocuğu kuşatan bir çizgi film karakteri gerçekten deçocuğun bir arkadaşı ile yaşayacağı anların yerinidoldurabilir mi? Yoksa daha ötesi mi?”

“Demek ki sanat ve onun bütün birimleri de içindeolmak üzere, kendimizin bile bize yetmediği anlarvar. Demek ki aslında kendimiz ve çocuklar için ge-ride bırakmamız, parçalamamız gereken bir dünyavar.” Bu cümlelerle Mevlâna İdris çocuk ve edebiyatüzerine dinleyicileri çıkardığı felsefî yolculuğun se-bebi hikmetini de fısıldıyordu.

Yazar konuşmasının ardından, kendisine bunca so-

40

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Çocuklar›m›z›n zihin dünyalar›na

iliflkin sorular›m›zd› bizi bir

araya toplayan. O akflam

salondan ayr›l›rken

kazançl›yd›k: Yepyeni

sorular›m›z vard› art›k.

Cevaplara yönelik yeni

ad›mlarda buluflmay› diledik.

Page 41: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

ruyu sorduran duyarlılığıyla kaleme aldığı “ÇocukKırmızı” adlı masalını dinleyicilerle paylaştı.

Her çocuk ressam doğar

Zaman Gazetesi’ndeki çizimleriyle tanınan OsmanTurhan, farklı cenahlarındaki fikir birliğine rağmennitelikten yoksun kitapların piyasada arzı endam et-mesinin bir paradoks olduğunu dile getirerek sözle-rine başladı. Her şeyden önce çocuğu anlayan yazar,yayıncı, çizer, anne-baba ve öğretmene ihtiyaç oldu-ğunu, aksi takdirde bu yolda “çocuğu anlayan edebi-yat” kavramının ortaya çıkmayacağını ekledi.

Turhan’ın konuşması boyunca en fazla vurguladığıhusus, çocuğun hayal dünyasını canlı tutmaktı. Çi-zer, çocuğun saf, önyargısız, tamamen duygularınıyansıttığı resimlerin önemsenmesi gerektiğini, ço-cuğun hayal dünyasının özellikle okul öncesi dö-nemde çizilen resimlerde gizlendiğini dile getirdi.Okula başladıktan sonra ise resimlerin donuk, vasatve birbirine benzeyen çizgilere dönüştüğü gözleni-yor. Bu konuda bir aforizması bile var: “Her çocukressam doğar, yavaş yavaş körelir, sıradan insanadönüşür.” Mevcut eğitim sistemi başta olmak üzere,sosyal hayatın kuralları, bilgisayar oyunları ve med-ya ürünleri gibi pek çok etken çocuğun hayal gücü-nü daraltıyor. Bu yüzden çocuğun, hayatı oynaya-rak, resmederek, okuyarak keşfetmesine fırsat ver-mek, bu keşif sürecine fazla müdahale etmemek ge-rekiyor.

Modern hayatın dayatmaları karşısında hayal gücü-müz kısırlaşıyor. Osman Turhan’ın ifadesiyle, “İnsanbüyüdükçe hayalleri küçülüyor.” Öte yandan, ço-cuklar kitaplardaki resimleri -bazen çizerinin bilehayal sınırlarının ötesinde- okuma, yorumlama ye-teneğine sahip. “Çocukların saf hayal dünyasını ko-ruduğumuz sürece onları anlayacağız ve onlar içinnitelikli kitaplar üretebileceğiz.” diyen Turhan bir

tehlikeye dikkat çekti: İyi bir metin, iyi bir resimle-meyle ve kaliteli bir kitap tasarımıyla buluşmadığın-da, ortaya çıkan uyuşmazlık bununla sınırlı kalmı-yor. Noktalar çoğalıyor, bu tip kitaplarla muhatapolan çocuk estetik anlayış düzeyi aşağıya çekiliyor.

Çocuk dergiciliği, nasıl?

Birdirbir dergisi editörü Hatice Işılak konuşmasındahem Türkiye’deki çocuk dergiciliği faaliyetlerine,hem de çocuklara yönelik dinî yayıncılığa değindi.Çocuk dergilerini üç grupta ele aldı: Batı kaynaklıdergiler, Batılı dergilerin yerli versiyonları ve dinîkültürü esas alan dergiler. İlk iki gruptaki dergiler,çocuklara mensubu olmadıkları kültür kodlarınıuyarlamaya çalışarak taklit kültürünü körüklüyor.Son grupta yer alan, belirli hassasiyetler gözetendergiler ise belirli güçlüklere göğüs germeyi gözealarak yola çıkıyor: İlkin kökleri geçmişe dayanandergiler gibi bir arkaplana sahip değiller, yollarını elyordamıyla çizmeye çalışıyorlar. Ayrıca reklâm, bas-kı, dağıtım gibi ticarî açıdan pastanın şanslı dilimle-rini kucaklayan dergilerin sahip olduğu medya des-teğinden de mahrum olarak yola çıkıyorlar. Enönemlisi, bir misyonları var; bu misyonu gerçekleş-tirmek için etkili bir dil, içerik ve format oluşturmakzorundalar.

Hatice Hanım, bütün bu zorlukları sıralarken hiçbi-rinin başarısızlık için gerekçe gösterilemeyeceğineinanıyor. Bu engelleri aşmak için hangi kaynaklar-dan medet umulacağının bilincinde. Öncelikle mu-hataplar esas alındığında, kendine has terminolojiyesahip din diliyle, çocuk dilini bağdaştırmak gereki-yor. Burada da ortak akıl devreye giriyor. Zaten dergikelimesinin dermekten gelen kökeni de, eski kulla-nımıyla mecmua kelimesinin cem’ etmekten gelenkökeni de işin sırrını ele veriyor: Ortak aklı ortaya çı-karmak. Farklı renkleri temsil eden kalem sahipleri

41

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Osman Turhan

Page 42: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

ve danışılacak kişiler -bu ekipte çocukların bulun-ması da elzem- ortaya çıkacak ürünü farklı uçların-dan omuzlayacaklar. Ayrıca bu farklı renklerin okur-da bir ahenk duygusu uyandırması gerekiyor. Dergi-nin süreli oluşu, her geçen sayının eleştirisiyle yenisayının bir adım daha geliştirilmesini sağlıyor. Hati-ce Işılak, “Dostunuzu severseniz, dilinden anlamayabaşlarsınız.” derken, çocuklarla aynı frekansı yakala-manın önemini işaret etti.

Işılak, dinî yayınlarda nicelik ve nitelik açısından gö-rünen boşluğu doldurma gayretiyle çalakalem kota-rılan kitaplar yerine acelecilikten kaçınarak dahafazla emek sarf edilen ürünlere duyulan ihtiyacın al-tını çizerek sözlerini noktaladı.

“Çocuğu Anlayan Edebiyat” sloganıyla yola çıkan,konuşmacılarımızın birbirinden farklı tarzlarıylazenginleştirdikleri panelde konukların soruları dagündemin gelişmesine katkı sağladı.

Çocuklarımızın zihin dünyalarına ilişkin soruları-mızdı bizi bir araya toplayan. O akşam salondan ay-rılırken kazançlıydık: Yepyeni sorularımız vardı. Ce-vaplara yönelik yeni adımlarda buluşmak dileğiyle…

“…

Yürüyordu sokakta. Kırmızıydı.

Pilotlar yerlerine oturdular. Başlarını sola çevirip ne-ye baktılarsa baktılar. Grileştiler, havalandılar, uçak-lar arasındaki koordinatları gözeterek hedefe doğruuçmaya başladılar.

İlk bomba düşmeden önce.

Vardı bir şehir, vardı bir şeyler.

Çocuğun vardı bir annesi. Annenin de vardı bir ço-cuğu. Vardı bir kedileri. Bir okul, bir bahçe, içinedoğdukları bir ev, evin önünde bir sokak. Köşede bir

fırın. Ekmekte bir buğu. Akşam eve sevinçle dönüpçocuklarına sarılmak isteyen bir baba. Okulda dün-yanın yarıçapını, bir sayının karekökünü, bir üçge-nin iç açılarını, bir oyunun terlerine ekleyen çocuk-lar vardı. Bir dilbilgisi kuralını dalgınlıkla laboratuar-daki bir deney tüpünün içine boşaltan kara gözlüçocuklar. Bir şiir dizesinden Akdeniz’e usulca girençocuklar. Onlara bakarken kendi çocukluğuna, ço-cukluğundaki bir ayakkabının altı parçalanmış za-manına dönen bir öğretmen... İlk bomba düşmedenönce. Daha uçaklar gelmeden önce.

Kırmızı çocuk, daha her zamanki hızıyla yürürken,sokaklarda akarken, dünyaya her zamanki gibi ba-karken...

…”

Mevlâna İDRİS (Çocuk Kırmızı)

42

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Melike Günyüz

Mevlana ‹dris

Page 43: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

SAM fiiir Akflamlar›

Turgut Uyar 24 Ocak 2007

Mehmet Akif 20 Şubat 2007

Behçet Necatigil 31 Mart 2007

De¤erlendirme: V a h i d e U l u s o y

Güz Döneminden Bahara Şiir Akşamları

Şiir Akşamları, Cemal Süreya ile başladığı 2007 Güzdönemine Turgut Uyar, Mehmet Akif ve Behçet Ne-catigil ile devam etti.

Ocak ayında Tuğba Turan’ın hazırladığı Şiir Akşam-ları Turgut Uyar’ı ağırladı. Garip ile yazmaya başla-yan şair, kent yaşamına geçişinden sonra şiirini tek-nolojisi, yalnızlığı, her yandan kuşatılmış ve bunal-mış insanıyla yeniden oluşturmuştur. Artık gerçeklikalgısı değişmiş ve bu değişiklik insan ruhunu derin-den etkilemiştir. Programda bu yönleriyle modernşiirin en önemli şairleri arasında sayılmayı hak edenUyar’ın katkılarından söz edildi.

Mehmet Akif Ersoy’u anmak için düzenlenen kış se-minerlerinde, diliyle Türkçenin en önemli şairleriarasında olan, ayrıca tarihsel duruşu ve anlamıyla şi-irimize farklı bir boyut getiren ve modernizmin he-nüz yerleşmediği hayatımız ve şiirimizde bize yeniolanaklar sunan Akif’i bu kez şair Ali Günvar’dandinledik.

Mart ayı programındaki konuğumuz, “Öğretmenkimliği şairlikle birleşince nasıl bir şiir çıkar karşımı-za?” sorusunu irdelediğimiz, hem şiiri hem de poeti-kası hakkında konuştuğumuz Behçet Necatigil’di.Programı hazırlayan Samet Yalçın, Necatigil’in haya-tı ve şiiri arasındaki örtüşmeyi ev-aile-yakın çevreüçgeninde bizlerle paylaştı.

43

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Turgut Uyar

Mehmet Akif Ersoy

Behçet Necatigil

Page 44: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

SAM Dosya

Ada Atölyesinin Bir Senesi

De¤erlendirme: B e t ü l Ö z e l Ç i ç e k

“Sinema ve Edebiyat İncelemeleri Atölyesi: Ada Ko-nulu Romanlar ve Film Uyarlamaları” yani kısacaAda Atölyesi bundan bir sene önce, 2006’nın Martayında çalışmalarına başladı. Ada Atölyesinin yolaçıkış amacı bir soruya cevap aramaktı. Bunun içinedebiyatı saha olarak belirledik kendimize, Ada’yıise mekân. Sorumuz, kabaca, üstünden tüm giysile-rini attığında “insan”dan geriye ne kalacağıydı. Me-kânımız Ada oldu, çünkü Ada her düşenin kendin-den soyunmak zorunda kalırken kendini bulduğubir metafordu edebiyatta. Saha olarak edebiyatı seç-memizin nedenine gelince... “Tüm gizleri aydınlatıl-mış ve her yönü açığa çıkartılmış, kana kana yaşan-mış tek hayat, edebiyattır” der Proust. Yazarın sarfettiği cümlede hakikat payı varsa eğer, edebiyatı ha-yatın kendisinden daha gerçek, daha yaşanmış kılannedir? İngiliz, Prostestan, alt-orta sınıf, kılıktan kılı-ğa, fikirden fikre giren bir casusun yarı-biyografik ro-manını; Fransız, medyayı reddederek medyanın te-pesine oturtulmuş, felsefenin okuluna gitmeyi red-dederek felsefenin âlâsını yapan asi bir yazarın tüminsanlık tarihini üç yüz küsur sayfada anlatıverendeli kızın çeyizi romanını; II. Dünya Savaşı gazisi birlise öğretmeninin hakikatleri kör gözüne parmağımmisali sokan dehşetengiz romanını; Belçikalı, sö-mürgeci, denizci, “Tanrı ile güreşircesine” yazan birmaceracının tarihin sonuna noktayı koyacakkenayakları ünleme takılıp uçurumdan yuvarlanıveren-leri anlatan acı romanını; kadın olmadığı halde ka-dın, zenci olmadığı halde zenci, Nobel ödüllü bir Af-

rikalının eprimiş bir tarihe anlam verme çabasındanmütevellit kısacık romanını bir araya getirerek oku-mamıza sebep olan ihtiyaç nedir? Yani, Terry Eagle-ton’ın kafasını duvarlara vurmasına neden olan osoruyu sorarsak, neden edebiyat? Bir zamanların sı-kı devrimcisi Perulu yazar Mario Vargas Llosa bu so-runun cevabını şöyle veriyor: “(Çünkü) bugününtekno-dünyasında, insana ait böylesine derleyici vecanlı bilgi sadece edebiyatta bulunabilir.”

Edebiyatçıların, hele de mevzu edebiyatsa kendileri-ni edebiyat yapmaktan alamadıkları malumdur. Buyüzden şatafatlı laflarını üstünü şöyle bir silkeleyipdinlemekte, ama yine de dinlemekte fayda var. Var-gas Llosa’ya göre, bilimde mütehassıslaşmanın kan-ser gibi yayıldığı, herkesin gün geçtikçe kendi ihtisasalanlarında gettolaşarak “uzmanlık adacıkları”naçekildiği, neredeyse sadece kendilerinin anlayabile-ceği bir jargonla konuştuğu bu çağda edebiyat, etnikve kültürel farklılıklarımızın insanlık mirasının birzenginliği olduğunu ve bu farklılıklara insanlığın çoksatıhlı yaratıcılığının bir manifestosu olarak kıymetvermemiz gerektiğini öğretecek paydadır. “Hiçbirşey,” der Llosa, “insanı önyargının ahmaklığından,ırkçılıktan, dinî yahut politik bölücülükten, dışlayıcımilliyetçilikten iyi edebiyat ile ortaya çıkan şu ger-çek kadar iyi koruyamaz: bütün insanlar özde eşittirve aralarına ayrımcılığın, korkunun ve istismarın to-humlarını sadece zulüm serper.” Edebiyatın, insanbilincinin dehlizlerindeki hakikati açığa çıkarma hu-susunda öyle bir özel gücü vardır ki yazarın amacıbunun tam tersi bile olsa, hakikat kendini kelimele-rin arasından ayan eder.

Bu minval üzere ve altı aylık bir ön çalışmanın ardın-dan başlayan Ada Atölyesi, tek-başına-insanı inceler-ken, sorularının cevabını beş oturumda bulmayıamaçladı. Oturumların ilki olan “Robinson ve Robin-son”da hedef tek-başına-insanın tek başınalığına ne-

44

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Page 45: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

yin üzerinden ve nasıl bir değer biçtiğini ölçmekti.Bu oturumun kitabı Daniel Defoe’nun Robinson Cru-soesu’ydu. Oturumumuza, Defoe’nun yaşadığı asır-daki teknik ve sosyal gelişmelerin, bir nesil önce or-taya çıkmış orta-sınıfın karşı karşıya kaldığı sorunla-rın ve dünya coğrafyasının Batılı insan tarafındanadım adım keşfi ile şekillenen benlik anlayışının tari-he yansımalarının roman üstünden yorumlanmasıile başlandı. Bu oturumun ikinci toplantısında de-ğerli hocamız Mustafa Özel, bize Protestan iş ahlâkı-nın nasıl ortaya çıktığını ve günümüz dünyasını şe-killendiren değerlerin temelini atmadaki rolünü an-lattı. Bir sonraki toplantımızda ise, Robinson Crusoeüstüne ayrı tarihlerde çekilmiş iki filmi izledik. LuisBuñuel’in filmi Robinson Crusoe’nun Maceraları(1952) ile Rod Hardy ve George Miller filmi RobinsonCrusoe’yu (1996) art arda izlemek hakim söyleminesasta değilse de satıhta nasıl bir değişime uğradığı-nı görmek açısından anlamlıydı. Üçüncü filmimizRobert Zemeckis’in Yeni Hayat’ı (2000) ise Defoe’nunikircikli ütopyamsının aksine gerçek hayatta, gerçekbir insanın nasıl davranacağını gösteriyordu.

“Robinson ve Cuma” isimli ikinci oturumumuzda,tek-başına-insanın insanla karşılaştığında bunu var-lık anlayışının neresine oturtacağı sorusuna MichelTournier’in 1967’de Cuma romanıyla verdiği cevabıinceledik. Tournier, Fransa’daki Cezayirli Cumalar’aselam çaktığı romanında aman vermez bir üsluplaRobinson’un adadaki gelişimini felsefe tarihi ile ne-redeyse birebir özdeşleştirerek anlatır. Aynı şekilde,Jack Gold’un Cuma (Man Friday) isimli filminde de(1975), Robinson’un yani beyaz, Protestan, Anglo-Sakson adamın sembolize ettiklerine karşı neşeteden yoğun eleştirinin nerelerden kaynak alarak şe-killendiği gördük. Filmde de kitapta da Cuma birvahşiden ziyade bir bilge konumuna yükseltilirken,Cuma’nın bilgeliğinin hedonist boyutuna yapılan

vurgu, bu eserlerin ortaya konduğu yıllardaki top-lumsal şartları da göz önünde bulundurduğumuzdaözellikle dikkat çekici idi. Oturumumuzun son top-lantısına gelen post-kolonyal edebiyat hocası Mu-hammed Bakari, Robinsonların ve Cumaların halenvarlıklarını sürdürdüklerini, kılık değiştirerek kendi-ni saklayan Robinsonların keçi derisinden şemsiyesive tüfeği ile Speranza’nın sahilinde dolaşan Robin-son Cruseo’dan daha tehlikeli olduklarını belirtti.

Üçüncü oturumumuz “Robinson ve Medeniyet”teise tek-başına-insanın tek başınalığında medeniyetkavramı ile nasıl baş ettiğini, tek başına kalan insanınüstünden tüm giysilerini sıyırmaya başladığında onuşekillendiren medeniyetinin hangi katmanlarının gi-dip hangilerinin kaldığını, ait olunan medeniyetininsan davranışlarına velev ki o insan ıssız bir adadabir başına olsun, etkilerinin neler olabileceğini sor-duk. Bu sorulara cevap bulmak için elimizde üç ro-man vardı. İlk romanımız, Robinson Crusoe’dan yüzelli sene sonra, 1857’de Robert Michael Ballantyne’inyazdığı bir çocuk romanıydı: Mercan Adası. MercanAdası’nda İngiliz üst, orta ve işçi sınıfından üç gencin

45

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Alt› ayl›k bir ön çal›flman›n ard›ndan bafllayan

Ada Atölyesi, sorular›n›n cevab›n› ilkin

“Robinson ve Robinson” oturumunda,

tek-bafl›na-insan›n tek bafl›nal›¤›na

neyin üzerinden ve nas›l bir de¤er

biçti¤ini ölçme¤e çal›flt›.

Page 46: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

Robinson dedelerinin mirasını nasıl yediklerini gör-dük. Torunlarından yüz elli sene önce ıssız bir adayadüşmüş Robinson ne kadar endüstriyel başarı vemaddî zenginlik peşindeyse, torunları da o kadar bil-ginin ışığında aydınlanmanın peşindeydiler. Roma-na göre, bilginin nuru bu üç gencin de hayattaki yer-lerini, diğer insanları ve doğaya bakışlarını öyle birkonuma yükseltmişti ki diğer insanlara ve canlılarakarşı tutumları her zaman onurlu, öğretici ve hoşgö-rülüydü. Bilgiye itaat etmek onları sadece “Sahip” vekibar İngiliz centilmenleri yapmakla kalmıyor, etraf-larındaki insanların da vahşi olsun, korsan olsun ha-yatlarını “müspet” etkilemelerine vesile oluyordu.İkinci oturumdaki ikinci kitabımız ise William Gol-ding’in tam yüzyıl sonra, 1954’te, Mercan Adası’nacevap olarak yazdığı Sineklerin Tanrısı romanıydı.Baş kahramanların isimlerinin Mercan Adası’ndaki-lerle aynı olduğu bu romanda, iki dünya savaşını gör-müş Golding, farazi bir dünya savaşı sırasında biryerden bir yere gönderilen bir grup yatılı okul çocu-ğunun düştükleri adada başlarından geçenleri anla-tıyordu. Robinson Cruseo ne kadar nev-zuhur birumudun bir idealle karışarak kelimeye dökülmüş ha-li ise ve Mercan Adası ne kadar üretim gayreti veumudun üstüne kurulmuş bilgi hegemonyasının in-sanlık için sözümona iyileştirici etkisinden bahsedi-yorsa, Sineklerin Tanrısı da o kadar “disillusion-ment”ın, gerçeklere aymanın, bilginin de, endüstri-nin de, teknolojinin de, insanlığını yitirdiğinde insa-na karşı iyileştirici bir etkisinin olmadığının göster-gesidir. Romanda medeniyetin sembolü deniz kabu-ğu, vahşileşen çocuklar tarafından adanın egemenli-ğini ilk sağladıkları anda parçalanmışken, bilgininsembolü gözlük medeniyete geri dönmek gibi biramaç için değil, et pişirmek gibi bir ihtiyaç için yinevahşi çocuklarca adanın akl-ı selime en yakın çocu-ğunun gözünden çalınmıştır. Roman boyu Golding,

adaya düşen kimi çocukların dönmek için ısrar ettik-leri “medeniyet”in de adada oluşan vahşi hayattançok da farklı olmadığını alttan alta vurgular. Bu otu-rumun son romanı, Joseph Conrad’ın 1899’da yayın-ladığı Karanlığın Yüreği isimli eseriydi. KaranlığınYüreği, Ballantyne’in şekerle kaplayarak pespembebir ambalajda ve parlak, sarışın, akıllı İngiliz çocukla-rının elinden Viktoryen okurlarına sunduğu sömür-geciliğin, içyüzünü, sadece sömürülen için değil sö-müren için de ne büyük azap olduğunu gösterir. Buromanın başarılı film uyarlaması, Francis Coppa-la’nın 1979’da çektiği Kıyamet’in Vietnam Savaşı üze-rine olması ise bu bakımdan hassaten manidardır.

“Robinson ve Medeniyet” oturumunu bitirdiktensonra geçeceğimiz Ada Atölyesinin dördüncü oturu-mu “Robinson ve Kadın” yaygın temayülün aksinekadın kimliğinin “tek-başına-insan” tarafından nasılyorumlandığından ziyade değişen kadın kimliğininRobinson’u nasıl algıladığı üstüne olacak. Bununiçin iki yeniden yazım romanımız var: Nobel Edebi-yat Ödülü sahibi, Güney Afrikalı beyaz derili zenciyazar J. M. Coetzee’nin Düşman isimli eseri ve Yahu-di iken Roma Katoliği olmuş, edebî kariyerinin pe-şinde koşmak için bebeğini terk etmiş bir romancı-nın, Muriel Spark’ın Robinson’u. Her iki yeniden ya-zımda da göze çarpan temel nokta, bildiğimiz hikâ-yeye kadın unsuru eklendiğinde ortaya çıkan farklı-lıklar. Bu oturumun filmi, 1932’de A. Edward Suther-land tarafından çekilmiş Bay Robinson Crusoe.

Ada Atölyesinin beşinci ve son oturumu “Robinsonve Post-modernizm”. “Robinson ve Post-moder-nizm”de bir film ve bir roman var. Terry Sunbord’ın2004’te yazdığı Robinson Crusoe 1,000,000 AD gele-ceğin bugünle birbirine girdiği, kahramanın uygar-lıktan uzak bir adada değil, milyonlarca yıl önce in-sanlardan arınmış bir dünyada tek başına uyandığıbir kıyamet kehaneti. Byron Haskin’in 1964’te çekti-

46

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Robinson Crusoe, Bat›’da bafllayan

“do¤al hukuk” ve “do¤al din”

tart›flmalar›n›n hemen akabinde,

yani 1719’da Daniel Defoe

taraf›ndan kaleme al›n›yor.

Page 47: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

ği Robinson Crusoe Mars’ta filmi ise Mars’ta mahsurkalan bir astronot ile Marslı Cuma’nın hikâyesini an-latıyor.

Doğa Durumu ve Tek-Başına-İnsan

De¤erlendirme: C i h a t A r › n ç

Sanat bazen var-olanın veciz bir ifadesi yahut yansı-ması iken, bazen de var olana karşı ortaya konulaneleştirel bir tepkidir. Sinema ve Edebiyat İnceleme-leri Atölyesinin kuruluşu, sanatın bu iki işlevini (ifa-de edicilik ve dönüştürücü eleştirellik) teorik bir çer-çeve içerisinde derinlikli bir şekilde kavramayıamaçlıyor. Ada konulu romanlar ve film uyarlamala-rından kurulu bu ilk oturumlar dizisi ise bilhassa in-sanın kendisi ile olan ilişkisi (psikanaliz) ve diğeri ileolan ilişkisi (siyaset felsefesi) üzerine beliren temelsoru ve sorunların, sanatın duyarlılığı içerisinde na-sıl tartışıldığını anlamak isteğinden doğdu. Atölye-nin edebiyat ayağını Betül Özel Çiçek değerlendirdi-ği için, ele aldığımız soru(n)ların felsefe literatürüiçerisindeki yeri ve bu felsefece tartışmaların ro-manların oluşumundaki etkisi üzerine birkaç şeysöylemek istiyorum.

Tek-başına-insan nedir? Hobbes’un deyişiyle, herke-se karşı savaşan bir “vahşi” mi, yoksa Aydınlan-ma’nın “yüce” hedeflerine saldıran huysuz çocukRousseau’nun “özgür birey”i mi? İnsanın diğerleriile olan ilişkisini belirleyen temel saikler nelerdir?Hıristiyanlık başta olmak üzere, Tanrı’nın buyrukla-rından oluşan vahye dayalı dinler mi, yoksa doğaldin mi; ilâhî nomos/canon mu, yoksa doğal hukuk

mu? Bu sorular, köken itibarıyla tarihte ilk defa XVII.yüzyılda ortaya çıkmış değildir. Fakat bu sorulara ve-rilen cevaplar, sayıca XVII. yüzyılda artış göstermiş-tir. Bunlar, ilk olarak XII. yüzyıl dolaylarında Endü-lüslü filozoflar, İbn Bâcce ve İbn Tufeyl tarafındansorulmuş sorulardır. Bu soruların doğurduğu ilk ro-man karakteri Robinson Crusoe değil, fakat Hayyİbn Yakzan’dır. İnsan ne ile “tedbir” eder (yönetir)?Kendi aklıyla mı, yoksa ilâhî Logos ile mi? İlâhî Lo-gos’a ulaşmak için –ister Platon’un mağarasındankurtulduktan sonra başkalarını da kurtarmak içingeri dönen Filozof olsun, ister Tanrı’nın inayetiyleinananları kurtarmak için yeryüzüne inen Hz. İsa ol-sun– bir mürşid (yol gösterici) şart mıdır? Descar-tes’ın cogito’sundan çok önce bu soruyla yüzleşenİbn Bâcce, tedbîrü’l-mütevahhid (bireyin kendi ken-dini yönetmesi) terimiyle, tekil-insanın Tanrı vergisiaklı ile kendisini tedbir edebilecek bir özne olduğu-nu vurgulamıştı.

Robinson Crusoe, Batı’da başlayan “doğal hukuk” ve“doğal din” tartışmalarının hemen akabinde, yani1719’da Daniel Defoe tarafından kaleme alınıyor.Robinson, son derece sakin, sistemli, rasyonel, amaaynı zamanda Tanrı’ya bir ölçüde bağlı, içine düştü-ğü doğa şartlarına kendi medeniyetinin sistemini ta-şıyabilen bir karakter. Marx’a göre, Crusoe “kapita-lizm öncesi homo economicus’un tümel bir örneği-dir” ve dahası “aşırı karmaşıklaşan hayata bir tepkive yanlış anlaşılan doğal hayata bir geri dönüş değil,fakat daha ziyade ‘sivil toplum’un bir öngörüsüdür.”Romanda Robinson’un “kendine” –benliğinin ka-ranlık noktalarına– dair soruları yok. Adada nasıl ya-şayabileceğini ve adayı kendisi için nasıl daha yaşa-nılabilir bir yer hâline getirebileceğini soruşturan,hesap ilmine dayalı rasyonel bir düzen kuran (ki bupratik yönüyle Rousseau’nun övgüsüne mazharolur), kayık yapmak vb. girişimlerinden anladığımız

47

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Page 48: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

kadarıyla bir dereceye kadar adadan kurtulmaya ça-balasa da her şeye rağmen orada yaşadığının farkın-da olan bir birey. Köle-efendi diyalektiğinin negatiftarafında duran Cuma geldikten sonra işleri epeyhafifleyen ve kendi elleriyle kurduğu adanın gerçekEfendi’si olan biri Robinson. Bu açıdan Batılı özne-nin kendi dışındakilere bakışını yüzeysel bir şekildeyansıtan bir kitap Robinson Crusoe. Kendisindensonra kaleme alınan yeniden-yazma denemeleri sa-yesinde Robinsonad türünün doğduğunu biliyoruz.Bunlardan önemli bir tanesi, Michel Tournier’in Cu-ma ya da Pasifik Arafı adlı romanı. İnsanın mahiyetiüzerine yoğunlaşan bu roman, bilincin flûlaşan sı-nırlarında dolaşıyor ve okuruna derin bir psikolojiktahlil sunuyor. Bunları yaparken sadece karakterin içdünyasındaki değişimleri psikanalitik bir perspektif-ten aktarmakla yetinmiyor, buna bağlı olarak onundoğa ile olan ilişkisindeki değişmeleri de felsefî ant-ropoloji çerçevesinde gösteriyor okurlarına. Bu yö-nüyle altmetni ve metinlerarası göndergeleri kuvvet-li bir roman. Tournier’in Robinson’u, Defoe’nunkin-den farklı. O, ilkin yalnızlığın çürüttüğü ve dönüştür-düğü (âdeta insanlıktan çıkarttığı), fakat sonra yücebir “kurtarıcı” edasıyla adaya gelen Cuma sayesindeyeniden “ışığı” keşfeden biri. Tournier’in “tek-başı-na-insan nedir?” sorusuna verdiği cevap, insanınkendisiyle ve çevresiyle olan bilinçaltı ilişkisinin öneçıktığı son derece karamsar bir cevap.

İnsanın diğerleri ile olan ilişkisine gelince, bu soruMercan Adası ve Sineklerin Tanrısı romanlarında da-ha da öne çıkıyor. Robert Michael Ballantyne’in1857’de kaleme aldığı Mercan Adası, insanların doğadurumunda iken rasyonalitelerini korumayı sürdü-recekleri kabulüne dayanarak Locke’çu bir yaklaşımıbenimsiyor. Locke’a göre doğa durumu siyaset top-lumundan önce gelen, özgürlük ve eşitliğin olduğubir durumdur. Bununla birlikte o, sınırsız bir ruhsa-

tın olduğu bir durum değildir, çünkü tabiatın kanu-nu akıldır. İki dünya savaşının ardından 1954 sene-sinde William Golding tarafından yazılan ve MercanAdası’nın yaklaşımını olumsuzlayan Sineklerin Tan-rısı ise, daha kötücül ve Hobbesçu bir tablo çizer. Is-sız bir adaya düşen eğitimli İngiliz çocuklarının, bu-rada kaldıkları süre içerisinde medeniyetin kaza-nımlarından nasıl geriye düştüklerini, asaletin yerinihayatta kalma ve haris iktidar mücadelelerinin aldı-ğını resmeden roman, aklın değil ilkelliğin ve vahşe-tin hâkim olduğu bir doğa durumunu gözler önüneserer. Ralph ve Jack arasındaki “güç isteği”ne dayalıgerilim, giderek canice sonuçlar doğurmaya başlar.Sağduyuyu ve adaleti simgeleyen “denizkabuğu”nunkırılmasıyla beraber adalet ve hakkaniyet de heptenortadan kalkar. İngiliz filozof Thomas Hobbes’un de-yişiyle, doğa durumunda “adalet ile adaletsizliği, iyiile kötüyü birbirinden ayıracak hiçbir ilke yoktur;doğa durumu, herkesin herkese karşı savaş içindeolduğu (bellum omnium contra omnes) çok vahşî,berbat, hayvanî ve yabanî bir hâldir.”

Kanalizasyondan Notlar ya daTrajedi Olamamak Trajedisi

De¤erlendirme: S e l i m K a r l › t e k i n

‘Ada’ düşünmek için şarttır. Öteki olarak değil ama‘ben’imizi ikame ettiğimiz zaman/mekân aralığıdır,tefekkürün tecelli mahallidir. Bu bağlamda coğrafîolmayan bir sahayı işaret ediyoruz. Akıl, muhayyileyoluyla ânın ötesine dair tasarımlarda bulunur vebunlar zihin adasında inşa olunurlar. Meselemizşeylerin düzeninin bilgisine tarihin belirli bir dili-

48

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Page 49: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

minde bir zihniyetin; modern dönem Avrupa mer-kezinin verdiği cevabı tetkiktir. Bunun tetkikatını bi-zim için meşgale kılan soru; şeylerin düzenlenişin-den, bir yasalılık arz etmesinden neşet eden eylemeşeklinin (estetik) nasıl bir hüviyet’i (ethos) doğurdu-ğudur. Soru derdi olana mahsus, bu okumaların der-di kendi hüviyetimizi apaçıklaştırmak, ‘ben’in bu ta-sarıma ne kadar müdahil olduğunu bilmek, hüviye-timiz dediğimiz sırrı bedahate kavuşturmak… An-cak bu şekilde ‘ben’ benimin faili olduğum iddiasın-da bulunulabilirim. Ne yaptığımızı, nasıl eylediğimi-zi bilebilmek için “ne”liğimizi ışığa çıkarmamız gere-kiyordu, bu da ancak bize ne olduğumuzu söyleye-nin kim olduğunu bilmekten geçiyor, çünkü tasa-rımlar ‘ben’in üzerinden yapılır ve biz de ötekininbeninin meşruiyeti için inşa ettiği uzaylardayız. Ga-yemiz toprağa basmak.

Modernite, Avrupa’da merkez ve muhit olarak teza-hür ediyor. Merkezde İngiltere ve Fransa var. Tasarı-mın failleri olarak, modernite burada tabii olarakvar. Muhitte ise Almanya ve Rusya, modernitenineşiğinde ama hep eşikte ve bu tecrübe romantizmle-ri ve nihilizmi, Hölderlin’i ve Dostoyevski’yi doğuru-yor. Merkezin bilinçsizce işledikleri, muhitin vicda-nında deprem oluyor. Modern tarih muhitte vicda-nın delirmesi, merkezde ‘ben’in erimesinin tarihi.

Muhitin ‘ada’ya dair tasarımı yoktur. O varolan adala-rın istemsiz faili olarak bunun hesaplaşmasını yapar,eylediğine yabancıdır. Çalışmamızda ele aldığımızmetinler zaruri olarak merkezden. Okumaları beşbaşlık altında topladık ve ilk üç başlık tamama erdi.

1. Robinson ve Robinson: Daniel Defoe – RobinsonCruose [1719] : bu babta Robinson’un doğuşu masa-ya yatırılmıştır. Ahmet Davutoğlu Batı’da epistemo-lojinin ontolojiyi belirlediğini söylüyor. Descartes’la

birlikte Avrupa, yasa (nomos) sorusuna; insanın yasakoyucu olacağını söyleyerek cevap veriyor. Robinsonilk moderndir. (Mode’u kendi ve kendinden söyler.)Ada o âna dek (zihin) ormanın kanununa tâbi idi.Robinson fenomen dünyasını zihnindeki tasarımagöre inşa etmeye başlar. Adada küçük bir İngilterebina eder. Artık ada refaha kavuşmuştur. Şeyler (fe-nomen dünyası) Robinson’un zihnine göre düzen-lenmiştir. Cuma da dekorasyonun insan suretindetecessüm etmiş halidir. Mekânın ehlileştirilmesiyleatbaşı olarak da Cuma düzene kavuşur.

2. Robinson ve Cuma: Michel Tournier – Cuma ya daPasifik Arafı [1967] : Tournier’in kitabının yazılış tari-hi; Wallerstein’in 1789’la mutlak hale gelen Avrupahegemonyasının sona erdiği dediği bir döneme teka-bül eder. Post-modern’in eşiğindeki merkez, eriyerekyok olan bir persona’nın ardından zihnin melekele-rinin birbirine girdiği bir hummayı bağırıyor. Robin-son nihayetinde Robinson kalamıyor, geriye hiçlikkalıyor, anlamsız bir et yığını. Cuma, efendi oluyor,Robinson’un tasarımı kendi üstüne kapaklanıyor.

49

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Descartes’la birlikte Avrupa, yasa (nomos)

sorusuna; insan›n yasa koyucu olaca¤›n›

söyleyerek cevap verir. Robinson, ilk

moderndir; mode’u kendi ve kendinden

söyler, fenomen dünyas›n› zihnindeki

tasar›ma göre infla etmeye bafllar.

Page 50: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

3. Robinson ve Medeniyet: Robert Michael Ballanty-ne – Mercan Adası [1857]: Robinson adaya düştü-ğünde yetişkindi. Ballantyne’in Viktoryen ahlâklabezenmiş üstün nesli, çocuk yaşta adayı fethedipdüzeni sağlayabiliyor. Düzen vermek modern varlı-ğın doğasında içkin bir meleke oluyor.

William Golding – Sineklerin Tanrısı [1954]: Golding,Ballantyne’a cevap veriyor. Takribi yüz sene sonrayazılan bu eserde, savaş sırasında nakledildikleriuçak düşen bir grup çocuğun macerası anlatılıyor.İngiltere’nin bu üstün çocukları, medeniliklerini ve-ren yapay ortamdan koparılınca, medeniyet kisve-sinden sıyrılmaya başlıyor. Kitap, Avrupalı bireyinmedeniyet veren olmak bakımından kısırlaştığını,verecek bir şeyi kalmadığını söylüyor.

Joseph Conrad – Karanlığın Yüreği [1889]: Sonsuzhuzursuzluğun, Düşünülemez, Söylenemez olanınkitabı. Kitap, Golding’i haber veriyor. Albay Kurtz,Kant’la birlikte Avrupa’da ikinci zirve: biri Tanrılığınve âlemin yasasını diğeri Karanlığın Yüreği’nin (İn-cil’de şeytan) yasasını kelam ediyor. Kurtz, Kant’tankelam ettiğini ‘ol’mak için kendini feda etmesiylefarklı; Mephisto ile hem vücut olmayı deniyor.

Trajedide, insan ötekiyle birlikte olabilmek için, do-ğanın ötesine geçebilmek için yasa koymak zorunda,velâkin bütünün bilgisine sahip olmaması bu yasayıgayrimeşru yapıyor (anomos); nihayetinde de küçükkıyamet gerçekleşiyor. Trajik kahraman, derdi olan-dır, yazılmamış olanla (tanrıların yasası), insanın ya-sası arasındaki çatışmanın mefulüdür ve cevap içindelicesine hakikat peşine düşer [até], tereddütsüz-dür, gerçek apaçık kalana dek gider. Sonunda kıya-metini yaşayacak olsa da.

Modern insanın kendinden-şey olduğuna (hybris =tekebbür) olan imanı, hakikat kendini ona açacakolduğunda tereddüde, bu tanrılaşmayı sürdürmesi

için adadan çıkmamaya, ‘mağara’da kalmaya zorlar.Yüzleşme dionizyakla bilincin dışına atılır, kendinekilitlenen birey kendine cehennem olur. Büzülerek,küçülerek, yeraltına kaçarak hiçliğini tekâmül edi-yor. Ada batıyor.

“Medeniyetini yitirmiş aydınlar yâd uygarlıklarıntaklit cehenneminde kavrulup dururken, bir dirilişesintisiyle aralarından sıyrılacak olanlar, bu satırlar-da, belli belirsiz, yeni bir mayalanmanın ilk çizgileri-ni sezer gibi olurlarsa, görevin yapılmış olması mut-luluğundan bir serinlik ilk sabah çiğlerini düşürmüşolacaktır gecede alev alev yanan ruhumuza kuşku-suz. ” (Sezai Karakoç, Yitik Cennet, 7. baskı s.102.)

Ada Atölyesine Dair Öznel Bir Değerlendirme

De¤erlendirme: S ü m e y y e P a r › l d a r

Ada Atölyesi, benim için ayakları yere basmaksızınancak hangi hava ve kara sahasında dolaşıldığı bili-nerek konuşmanın adı oldu: Ayakları yere basmaksı-zın, zira konuşma kalıpları ile sınırlanmıyorsunuz;nerelerde dolaştığınızı biliyorsunuz, zira metninizesadık kalmak (mecazınızı metinden aldığınız karine-ler üzerine kurmak) ve felsefe, antropoloji, edebiyatve hatta siyasetten, farklı teorisyenlerden beslenerekciddiyetle hazırlanmış okuma listesini takip etmekdurumundasınız. Bu eş zamanlı genişlik ve zorunlu-luklar, oturumlar sırasında zihinde kalıcı sunumla-rın ortaya çıkmasına da vesile oldu: Ayşe Pay’ın Mer-can Adası’na getirdiği üçlü formül; Yaylagül Ceran’ınSineklerin Tanrısı romanında antropolojik açılımla-rı, Selim Karlıtekin’in coşkulu ve derinlikli Karanlı-ğın Yüreği sunumu; Betül Özel Çiçek’in Batı edebiya-

50

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Conrad’›n Karanl›¤›n Yüre¤i

kitab›, sonsuz huzursuzlu¤u,

düflünülemez, söylenemez

olan› anlat›yor. Coppola’n›n

baflyap›t› K›yamet filmi bu

roman›n bir uyarlamas›d›r.

Page 51: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

tı ve tarihine dair zihnimizdeki düğüm düğüm ol-muş soruları bir çırpıda çözüverişi! Zaman zaman,pek titiz koordinatörlerimize “Bunu nasıl temellen-dirdiniz?” dedirtecek aşırı yorumlar da yapmadıkdeğil; herhalde Sineklerin Tanrısı’nda Hz. İsa’yabenzetilen Simon’un, Nietzsche’nin üst insanı ola-rak değerlendirilmesi bunlardan biri olsa gerek.

Kendi adıma pratik ile teorik arasındaki gerilimin enaza indiği alanlardan biri oldu Ada: Ada’da edebiyatmı idi alanımız felsefe mi idi yoksa? Batılı’nın kendiiçin kararttığı ve önündeki yolları kapatarak adalaş-tırdığı dünyasında sorduğu sorular ne kadar bizimsorularımızdı? Bir insanın var oluşuna dair arayışla-rı ne kadar bizim sorularımız olmayabilirdi? Batı-lı’nın zihnindeki en karanlık sorular karşımıza geldiAda’da, bir kısmı bize de dönük olan, bir kısmı biz-den değil ve fakat cevapları ile çevresini ve bizi deyakan... Zihinde kalan pek soru oldu Ada’dan; metin-ler, kavramlar ve yardımcı metinlerin iç içe işlendiğide oldu bazen.

Mesela, Tournier’in Cuma romanını JenniferChurch’un Freud’da içselleştirmeyi anlattığı metinlesentezlenmesi bir örnek olabilir (2. Oturum/ Sü-meyye Parıldar): “Jennifer Church’un makalesindeözetle, öznenin başkası ile irtibatının, içselleştirme-nin ben’in içinde bir tür proto-toplum oluşturma,bir iç kontrol mekanizmasının oluşması olduğunuve bunun da hem toplum hem de ahlâkın oluşu-munda temel teşkil ettiği anlatılmıştı. Yani öteki, as-lında toplum ve ahlâkın oluşumunun teminatı ola-rak sunulmuştu. Bu bağlamda Michel Tournier’inromanı incelendiğinde, Cuma’nın Robinson’un sü-per-egosunun çözülüm sürecini sunduğu düşünüle-bilir. Bu itibar ile kuşku ve yalnızlık, çözülme süreci-ni besleyen unsurlardan en temel ikisini oluştura-caktır. Tournier, kuşku ile çözülüm sürecinin nihaye-tinde gerçekleşecek olanlara okuyucuyu (ve Robin-

son’u) hazırlarken, yalnızlık, Robinson’un süper-egosunun kendisinden besleneceği ötekilerin çekil-mesinde- yani çözülümün imkân ve hızlanmasındakullanılmıştır. Özet olarak, kuşku ve yalnızlık süper-egonun çözülüm sürecini besleyen iki unsur olarakkullanılmışlardır. Romanın başlangıcında, yalnızlığısebebiyle halüsinasyonlar gören ve hakikatle gerçeğizaman zaman birbirine karıştıran, aklını kaçırmak-tan korkan Robinson, medeniyetin öğretilerini kay-betmeyi aklını kaybetmekle bir tutuyorken; romanınsonunda medeniyetin kendisine miras bıraktıkların-dan, kültürün kendisine öğrettiği her şeyden endişeduyar hale gelmiştir.”

Ada Atölyesinin Birinci Senesinde Neler Yapıldı?

1. Oturum “Robinson ve Robinson”

Roman

Daniel Defoe, Robinson Crusoe, 1719.

Film

Robinson Crusoe’nun Maceraları, yön. Luis Buñuel,1952.

Robinson Crusoe, yön. Rod Hardy ve George Miller,1996.

Yeni Hayat, yön. Robert Zemeckis, 2000.

Yardımcı Metinler

David Dabydeen, “From Daniel Defoe’s RobinsonCrusoe (1719)”

Peter Hulme, “From Robinson Crusoe and Friday”

Manuel Schonhorn, “The Politics of Robinson Cru-soe”

51

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Page 52: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

Kavramlar

Kölelik, düzenli bir dünyanın yaratılması/ütopyacıtoplum, beden ve ruhun gelişimi, yalnızlık, ıssızada, orta sınıf, püritanizm/kapitalizm/bireycilik/protestan iş ahlâkı, fatalizm (kadercilik), ölçme vehesaplama.

2. Oturum “Robinson ve Cuma”

Roman

Michel Tournier, Cuma ya da Pasifik Arafı, 1967.

Film

Vahşî Adam, yön. Caleb Deschanel, 1989.

Cuma, yön. Jack Gold, 1975.

Yardımcı Metinler

Brenda K. Marshall, “Critique of Subjectivity andMichel Tournier’s Friday”

Jennifer Church, “Morality and the Internalized Ot-her”

Sigmund Freud, “Selections”

Edward Said, “Giriş”, Şarkiyatçılık içinde

Kavramlar

Düzen, dostluk, korku, şiddet, yalnızlık, zaman, sus-kunluk/sessizlik, dikizlenmek/dikizlemek, tabiat,canavar, teknoloji, savaş, dil, yamyamlık, mağara,ölüm, sapkınlık, kuşku, özgür irade-belirlenmişlik,iktidar, vertigo.

3. Oturum “Robinson ve Medeniyet”

Roman

Robert Michael Ballantyne, Mercan Adası, 1857.

William Golding, Sineklerin Tanrısı, 1954.

Joseph Conrad, Karanlığın Yüreği, 1899.

Film

Sineklerin Tanrısı, yön. Peter Brook, 1963.

Sineklerin Tanrısı, yön. Harry Hook, 1990.

Karanlığın Yüreği, yön. Nicolas Roeg, 1994.

Kıyamet, yön. Francis Ford Coppola, 1979.

Yardımcı Metinler

• David Dabydeen, Patrick Brandlinger, “FromKurtz’s ‘Darkness’ and Heart of Darkness”

• Robert Hampson, “Heart of Darkness and ‘TheSpeech that Cannot be Silenced’”

• Mike Wilmington, “Worth the Wait: ApocalypseNow”

• Robert LaBrasca, “Two Visions of ‘The horror!’”

• William M. Hagen, “Heart of Darkness and the Pro-cess of Apocalypse Now”

• E.N. Dorall, “Conrad and Coppola: Different Cent-res of Darkness”

• Margot Norris, “A Choice of Nightmares: Reading‘Heart of Darkness’ through Apocalypse Now”

• Mark Osteen, “Luminous Spaces: Teaching ‘Heartof Darkness’ through Film”

• Stuart Sim ve David Walker, “Hobbes: Absolutismand the State of Nature”

• Stuart Sim ve David Walker, “Locke, Sidney, and theWhig State of Nature”

• Stuart Sim ve David Walker, “Calvinism and the Sta-te of Nature: Robinson Crusoe”

• Thomas Hobbes, “From Leviathan”

• Jean-Jacques Rousseau, “A Discourse on the Originof Inequality”

• Sir James George Frazer, “From The Golden Bough”

• Sigmund Freud, “From Totem and Taboo”

52

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Page 53: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

• C. G. Jung, “From On the Nature of the Psyche”

• Joseph Campbell, “From The Hero with a Tho-usand Faces”

• Joseph Campbell, “From The Masks of God: Primi-tive Mythology”

• Larry Arnhart, “Power Politics: Machiavelli’s ThePrince and Discourses”

• Larry Arnhart, “Individual Rights and Absolute Go-vernment: Hobbes’ Leviathan”

• Larry Arnhart, “Individual Rights and Limited Go-vernment: Locke’s Second Treatise of Government”

• Larry Arnhart, “Participatory Democracy: Rousse-au’s First and Second Discourses and Social Cont-ract”

• Larry Arnhart, “The Death of God and the Will toPower: Nietzsche’s The Birth of Tragedy; Human,All Too Human; Thus Spoke Zarathustra; and Be-yond Good and Evil”

Kavramlar

Mercan Adası

Medeniyet, Hıristiyanlık, Hıristiyan ahlâkı, misyo-nerlik, tabiata tahakküm etme, öteki algısı, özgüven,çalışkanlık, Viktoryen üstünlüğü ve refahı.

Sineklerin Tanrısı

İnsanın (günahkâr) tabiatı, kötülük sorunu, anarşive düzen ihtiyacı, yasa, deniz kabuğu, şiddet, iktidar,güç iradesi, korku, korkunun etkisi, bilinmeyen kor-kusu, gözlük, yüz boyamak, ateş ve duman, ada, pa-raşütçü, medenî-vahşi, masumiyetin yitirilişi, yılan,tekinsizlik, karanlık korkusu, şiddet ve haz ilişkisi,haset, şiddetin ritüelleşmesi, kurban sunma, cana-var, şeytan

Karanlığın Yüreği

Dehşet, kolonyalizm, nehir, kafatasları, tabiat, or-man, canavar, kendini keşfetme, kendini kandırma,yamyamlar, ırkçılık, karamsarlık, zıtlıklar (karamsar-lık/iyimserlik, siyah/beyaz, karanlık/ışık, kötü/iyi,vahşî/medenî, öteki/ben), yılan, yalnızlık, intihar,sessizlik, dikizlenmek, gizli/bilinmeyen güç, karan-lık, ölüm, zaman, iktidar, kadın.

53

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Sanat Araştırmaları

2007 Bahar Seminerleri

G‹R‹fi SEM‹NERLER‹Görsel Sanatlara Girifl ‹hsan KabilSanat Tarihinin Temel Kavramlar› II Nicole (Nur) Kançal

TEMEL SEM‹NERLERFilm Okumalar› Ali Pulcu

Müzik Düflüncesi ve Tarihi Yalç›n Çetinkaya

Osmanl› Edebiyat›n›n ‹ncelikleri Ömer Zülfe

fiiir Sanat› M. Lütfi fien

ÖZEL SEM‹NERLERBizans Sanat› ve Mimarisi H. Fehmi Y›lmazMesnevi Okumalar› ‹smail GüleçModern Türkiye fiiirinde Geleneksel fiiirle Köprü Kurma Çabalar› Ali GünvarTürk Resminin Bat›l›laflma Süreci A. Albayrak-S. PulcuXV. ve XVI. As›rlarda Osmanl› Sanat›n›n Arfliv Kaynaklar› Hilal Kazan

Page 54: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

54

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Ad

a’d

aN

erm

in T

enek

eci

Du

md

ut›

st›s

t›ss

du

rim

du

rid

a

Ad

ad

a o

n a

lt› b

in d

ört

z d

ok

san

befl

inci

m…

46 y

›l› 365 ile

ça

rpt›

¤›m

da

ya

kla

fl›k

ra

ka

mb

u.

Bu

ray

› b

en s

eçm

edim

; b

ura

s› d

a b

eni.

Al›

nya

z›la

r›n

›n b

irle

fltir

di¤

i ik

i ta

raf›

z sa

dec

e.

Yap

›lac

ak p

ek b

ir fl

ey y

ok.B

ekli

yoru

m…

n g

eliy

or t

avan

ara

s›n

dak

i od

amd

a,b

ir ç

ivi

gib

i,b

iriz

e-iz

le¤e

tak

›l›

kal

›yor

göz

leri

m.

O i

zler

in-i

zlek

leri

n p

eflin

de

bir

k›p

›rt›

ar›

yoru

m k

i d

uld

as›n

ak

›vr›

lay›

m.

Can

›ma

k›v

r›la

y›m

.G

ün

gel

iyor

›fl›

kta

uyu

may

› d

eniy

oru

m.Y

ük

sek

ses

li m

üzi

kte

mes

ela.

Bir

fil

m s

eyre

der

ek.B

al›k

kok

usu

nu

yok

,lim

on k

olon

yas›

n›

var

saya

rak

.Çar

flafl

ar›

de-

¤iflt

irm

eli,

diy

oru

m.S

onra

bu

seh

pa

bu

rad

a te

rs,b

u k

ap›n

›n a

ral›

¤›n

dan

s›z

an s

o¤u

k in

san

› ç›l

-d

›rt›

yor.

Sar

mafl

›¤›n

yap

rak

lar›

n› s

ay›y

or,b

ir y

apra

k d

aha

açt›

,diy

oru

m.B

ir y

apra

k a

çt›¤

›nd

a b

irya

pra

k d

ökü

yor.

Ken

din

ce b

ir d

enge

si v

ar v

e n

e öl

ü,

ne

dir

i d

uru

p d

uru

yor

top

ra¤›

nd

a (b

ana

ben

ziyo

r).K

ans›

z,se

ssiz

bel

iriy

or k

adim

bir

an

› b

azen

.Bir

den

izin

aya

kla

r›m

›n a

lt›n

dan

çek

il-

mes

ine,

da¤

lar›

n y

erin

den

oyn

amas

›na

ben

ziyo

r yi

tip

git

mes

i; e

ski

bir

dos

tu k

ayb

etm

eye.

Nef

tî b

ir l

eke

gib

i ya

p›fl

t›¤›

m k

anep

ede

rasg

ele

çek

ti¤i

m b

ir fl

iir

kit

ab›n

›n s

ayfa

lar›

n›

kar

›flt›

r-d

›m.

“Bir

ru

hu

n s

o¤u

mas

›” c

üm

lesi

nin

alt

›n›

çizd

im.

Ner

edey

se k

end

isin

e ya

s tu

taca

k b

iris

iiç

in d

aha

tan

›mla

y›c›

bir

m›s

ra v

ar m

›yd

›? B

ir r

uh

un

so¤

um

as›y

d›

ken

din

e so

¤um

ak.

Bir

bu

zd

uva

r›n

a to

slam

ak k

i,b

eber

uh

i ta

raf›

m›

bir

an

bu

day

›p,ç

ekip

gid

ece¤

im d

iyeb

ilse

m m

esel

a ta

ci¤e

rden

; h

afif

lets

em u

yuflm

ay›.

Bal

reb

ilse

m d

ud

akla

r›m

›n i

ki

ken

ar›n

dak

i d

erin

çu

ku

ra k

ica

md

a si

nek

ölü

sü g

ün

ler

geçs

e.Pu

l p

ul

dök

sem

züm

ün

çi¤

mav

isin

i.B

ak›r

ren

gi ç

ad›r

lar

ku

rsam

gök

del

enle

r ü

lkes

ine.

Ote

l od

as› k

adar

yab

anc›

-yab

ans›

kal

sam

bu

yer

e; h

atta

flman

:si

lah

l›,s

ald

›rga

n.

(‹n

tern

ette

n b

an

ka

hes

ab›m

› k

on

tro

l et

tim

; k

ira

lar

yatm

›fl.

Kre

di

ka

rt›

bo

rçla

r›m

› ö

ded

ikte

nso

nra

bir

so

nra

ki

ay›n

hes

ab›n

a ü

ç D

VD

sat

›n a

ld›m

.)

Ad

ad

a o

n y

edi

bin

üç

z y

irm

i b

irin

ci g

ün

üm

… K

›rk

sek

izin

ci y

›l.

Bir

az

vak

it g

eçir

mek

,bir

az

da

m b

edb

inli

¤im

e ra

¤men

lâ i

çim

de

ç›rp

›n›p

du

ran

bir

ik

i is

-te

¤i b

ir ik

i ›fl›

lt›y

la p

erçi

nle

mek

için

–b

aze

n b

iri,

ba

zen

di¤

eri a

¤›r

ba

s›yo

r- h

ayat

hik

âye

mi y

az-

may

a k

ara

r ve

rdim

.Fa

kat

ben

im d

iye

ba

flla

d›¤

›m b

u h

ikâ

ye,b

itti

¤in

de

emin

im k

i a

nn

e-b

aba

-m

›n,

idea

list

bir

ö¤r

etm

en i

le ö

lüsü

bil

e d

eniz

e b

a¤›

flla

m›fl

skü

n b

ir a

da

m›n

hik

âye

sin

ed

ön

üfle

cek

; M

üb

erra

ve

Ta

r›k

rsoy

’un

.Bir

i k

ök

leri

yle

to

pra

¤a n

e k

ad

ar

tutu

nd

uy

sa d

i¤er

i o

ka

da

r k

açt

› ve

ben

i ta

m a

rad

a b

ir y

erd

e b

›ra

kt›

lar;

yo

l ay

r›m

›n›n

efli

¤in

de.

An

nem

,öm

rün

ü V

a-

tan

da

fll›k

Bil

gisi

der

sin

e; d

ersi

ni

-de¤

il m

i k

i in

san

to

plu

m i

çin

de

yafla

ma

k m

ecb

uri

yeti

nd

eo

lan

bir

va

rl›k

- te

mel

ha

k v

e ö

dev

lere

,cu

mh

uri

yeti

n t

emel

nit

elik

leri

ne

ve y

erel

net

imle

re

H‹KÂ

YE

Page 55: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

55

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

ad

aya

n b

ir id

eali

stti

.Bab

am

sa,b

ir s

aba

h –

flid

det

li b

ir m

ün

ak

afla

n›n

ard

›nd

an

- a

ns›

z›n

bir

ad

a-

ya,B

urg

az’

a ç

ekip

gid

en,d

ört

y›l

boy

un

ca s

ad

ece

ka

rtp

ost

all

ar›

yla

avu

nab

ild

i¤im

bir

ç›l

g›n

.Ne

an

nem

in g

it d

eyifl

ini

ba

¤›fll

ad

›,n

e d

e k

end

isin

i a

da

da

n k

op

ara

bil

di.

Ces

edin

i b

ile

ka

raya

ço

kgö

rdü

.Yin

e d

e,ik

isin

in g

ölg

esin

de

bir

k›r

›nt›

ola

rak

ka

lsa

da

,tu

tku

lar›

ile

–ve

hat

ta b

eden

i il

e-ifl

i b

iten

bir

inin

,b

ir y

urt

suzu

n,

Ku

bil

ay’›

n,

yan

i b

enim

ya

z›y

la h

esa

pla

flma

m b

u.Y

ok

sa k

eli-

mel

erle

mi

dem

eli?

Eve

t,b

eden

imle

ifli

m b

itti

art

›k…

Kes

if b

ir k

üf

ko

ku

sun

un

a¤›

r a

¤›r

yak

-la

flt›¤

›n›

his

sed

iyo

rum

.fi

idd

eti,

ha

fif

esen

bir

zgâ

r›n

yu

mu

flak

do

ku

nu

flla

rla

l gi

bi

da

lga

-la

nd

›rd

›¤›

bir

lün

k›p

›rt›

s›n

a a

nca

k e

rifle

bil

en k

›rk

sek

iz y

›l›n

so

nu

nd

a,

ka

dif

e p

erd

eler

ina

ras›

nd

an

in

ce b

ir ›

fl›¤›

n s

üzü

ldü

¤ü l

ofl

od

am

da

,s›

cak

,y

um

ufla

k v

e d

erin

yat

a¤›

md

a ö

mrü

-m

ün

so

na

erm

esin

i b

ekli

yoru

m.B

aba

m›n

çek

ip g

ider

ken

b›r

ak

t›¤›

,ben

im y

›lla

r y

›l›

çek

mec

e-le

rde

kil

it a

lt›n

da

tu

ttu

¤um

fo

to¤r

afl

ar,

ha

rita

lar,

gaze

te k

up

ürl

eri,

say

fala

r› a

fl›n

m›fl

def

terl

er,

mek

tup

lar

ve h

atta

sav

afl

tuta

na

kla

r› e

fllik

ed

iyo

r b

an

a;

zen

gin

ko

lek

siyo

nu

.

Bek

liyo

rum

… O

rma

n›n

dib

ind

e p

usu

ya y

ata

rak

,tü

fe¤i

ni

do

¤ru

lttu

¤u y

erd

en s

u i

çmey

e in

enb

ir c

eyla

n›n

aya

k t

›p›r

t›s›

n›

bek

leye

n b

ir a

vc›

gib

i p

ürd

ikk

at.

Ne,

ülk

üle

riy

le y

afla

yan

lkü

le-

riy

le ö

len

an

nem

gib

i h

uzu

r b

ula

ca¤›

m;

ne

de

ruh

un

u fl

öva

lyel

i¤in

tu

tuflt

urd

u¤u

bab

am

gib

im

ace

ra a

raya

ca¤›

m.H

em b

u k

öh

ne

yere

s›¤

am

aya

cak

,hem

bu

yer

den

ka

çam

aya

ca¤›

m.B

ir e

nu

ca,

bir

en

dib

e va

raca

¤›m

… S

ad

ece

tak

vim

lerd

en d

üfle

ce¤i

m.

¤sü

n y

erli

yer

siz

t›k

an

-m

as›

nd

an

an

l›yo

rum

bu

nu

.So

lu¤u

mu

n d

erin

yat

a¤›

nd

a in

lem

esin

den

.Ne

ka

da

r ço

k v

e n

e k

a-

da

r ge

rek

siz

tefe

rru

atta

n.

(Po

sta

c› s

u v

e el

ektr

ik f

atu

rala

r›n

› get

ird

i bu

gün

.Geç

en a

yd

an

da

ha

ürk

ün

ç b

ulm

al›

ki b

eni k

o-

flar

ad

›m b

ah

çed

en ç

›kt›

.)

Ad

ad

a o

n y

edi

bin

befl

z y

irm

inci

m;

K›r

k s

ekiz

bu

çuk

y›l

.

Ka

n›m

ger

ide

ya¤l

› b

ir u

yu

fluk

luk

b›r

ak

ara

k d

am

arl

ar›

md

an

a¤›

r a

¤›r

çek

iliy

orm

ufl,

ya d

a k

o-

lum

a s

eru

m b

a¤l

an

m›fl

,ya

hu

t n

ark

ozl

a u

yu

fltu

rulm

ufl

gib

i,te

mb

el t

emb

el y

ata

rak

¤le

ye-

me¤

i iç

in b

ile

ka

lka

ma

da

n g

eçir

dim

pa

zar›

.Ka

ld›

ki

bir

mes

lek

te k

ara

r k

›lm

ak

yer

ine

kir

a g

e-li

riy

le a

vun

an

bir

i iç

in p

aza

r›n

di¤

er g

ün

lerd

en b

ir f

ark

› yo

ktu

.Yat

ak

ta d

ön

m d

urd

um

; uy

u-

du

m u

yan

d›m

,uy

ud

um

uya

nd

›m.U

yk

u i

le u

yan

›kl›

k a

ras›

nd

a,y

att›

¤›m

yer

den

tel

eviz

yon

iz-

led

im.T

elev

izyo

nu

n s

esi

bo

fl b

ir t

enek

e m

isa

li o

da

da

ya

nk

›la

n›p

du

rdu

.B

ir r

itm

im y

ok

tu;

veri

tim

sizl

ik k

ad

ar

tü b

ir fl

ey.

yle

rece

k.Ç

izgi

nin

üze

rin

de

du

rdu

¤um

yer

i k

an

›ksa

d›m

: y

ön

üm

ü,ö

ve

t›rn

ak

izl

e-ri

mi

geçi

rdi¤

im y

erle

ri d

ah

as›

.Ata

rda

ma

rla

r›m

›n a

tt›¤

› ve

atm

ad

›¤›

an

lar

var.

Att

›¤›n

da

bu

ge-

nifl

lik

dem

ek,a

tma

d›¤

›nd

a ö

lü z

am

an

lar›

n ç

o¤a

lma

s›.A

yak

rçm

eler

i,d

il s

ürç

mel

eri

hep

bu

atm

aya

n-a

km

aya

n a

nla

ra m

ah

sus.

Bil

miy

oru

m h

an

gi k

›v›l

c›m

,b

end

eki

der

in b

uzu

l su

lar›

erit

mey

e ye

ter?

(Bü

feci

fesi

ni

ka

pat

t›.E

n y

ak

›n m

ark

et b

ir k

ilo

met

re ö

ted

e.M

utf

ak

tak

iler

le ü

ç gü

n i

da

re e

t-ti

m.B

ira

z d

ah

a d

aya

nab

ilir

im s

an

›r›m

.)

H‹KÂ

YE

Page 56: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

56

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Ad

ad

a o

n y

edi

bin

do

ku

z y

üz

sek

sen

befl

inci

m;

k›r

k d

ok

uz

bu

çuk

y›l

.

D›fl

ar›

da

geç

ird

i¤im

lod

osl

u b

ir g

ün

ün

ard

›nd

an

eve

va

rd›¤

›md

a,n

iced

ir z

inci

rin

den

bo

flan

m›fl

fak

at y

ine

de

üst

ten

üst

e b

ast

›r›p

du

rdu

¤um

盤

l›¤›

m k

oyn

um

da

n f

›rla

d›.

Y›l

lard

›r k

end

i k

a-

n›m

la b

esle

nen

ve

sem

ird

ikçe

sem

iren

ko

rku

a¤z

›yla

n k

›r›n

t›la

r›n

› to

pla

d›.

Kir

li b

irsu

yla

do

lu k

›r›k

bir

ça

na

k t

utt

u y

üzü

me,

ba

k v

e n

e gö

rdü

¤ün

ü s

öy

le,d

edi.

Ben

o s

ud

a y

azg

›-m

› gö

rdü

m.Y

üzü

n y

›k›k

,ha

rab

e d

uva

rla

ra ç

arp

›p d

urd

u¤u

nu

ses

imin

; bir

rkem

e,b

ir s

e-ri

nli

¤e t

utu

na

ma

d›¤

›n›.

Bu

zden

ken

dim

e d

ifl b

iled

im.B

ݍa

k s

›rt›

gib

iyd

im k

end

ime.

De¤

er-

li b

ir e

flya

pa

rça

lan

d›¤

›nd

a,

en i

lkin

du

yu

lan

,b

ir a

n i

çim

izi

kav

uru

p g

eçen

o y

al›

m a

tefli

nin

,b

ir ö

mre

yay

›la

n i

sin

i ta

fl›yo

rum

içi

md

e k

›r›l

an

fley

ler

ka

rfl›s

›nd

a.B

u y

üzd

en,o

pis

su

yla

do

luça

na

kta

bir

¤e v

ara

ma

sa d

a k

aba

rc›k

lar

ara

d›m

ve

ko

rka

r›m

bir

ça

rfla

f si

luet

iyd

i ba

na

-zü

ken

.

(En

esk

i kir

ac›

m z

am

m› ç

ok

bu

lup

dep

oyu

bo

flalt

t›,y

eni b

iris

i içi

n e

mla

kç›

y› a

rad

›m.S

ilen

t H

ill

ve A

ge o

f E

mp

ires

oy

un

lar›

yla

ep

eyce

va

kit

geç

ird

im.)

Ad

ad

a o

n s

ekiz

bin

befl

z o

n d

örd

ün

cü g

ün

üm

; el

li b

ir y

›l.

Hu

ku

k f

ak

ült

esin

in s

on

s›n

›f›n

day

d›m

ve

tecr

üb

e k

aza

nm

ak

içi

n b

ir h

uk

uk

rosu

nd

a ç

al›

-fl›

yord

um

ya

r›m

n.

‹hb

arn

am

eler

e,ta

ah

tna

mel

ere,

dav

a d

ilek

çele

rin

e,m

ah

kem

e tu

ta-

na

kla

r›n

a d

e¤ip

geç

iyo

rdu

pa

rma

kla

r›m

.D

osy

al›

yor,

do

sya

lar›

nd

an

ç›k

art

›yo

r so

nra

tek

rar

yerl

erin

e ye

rlefl

tiri

yord

um

.S

ayfa

lara

i¤r

eti

tutt

uru

lmu

fl,k

›sa

c›k

bir

an

rüfl

ala

n›n

a g

iren

zler

i,o

nla

ra b

ir ö

r b

içm

eden

üst

üst

e is

tifl

iyo

rdu

m.B

elk

i d

e y

irm

i y

›l u

ma

rs›z

ca b

u i

fled

eva

m e

deb

ilir

dim

.Ney

i ner

eye

koy

aca

¤›n

› bil

mey

e b

ak

›yo

rdu

net

iced

e.A

nca

k b

ir s

aba

h,t

oz-

lu m

u t

ozl

u b

ir r

esim

bu

rüye

n ç

ark

›n d

iflin

e ta

k›l

d›

ve h

ala

t h

›zla

ger

i sa

rd›;

ta

en

ba

fla:

“Hiz

aya

gel

! D

üz

s›ra

ol!

Hiz

aya

gel

! D

üz

s›ra

ol!

Bir

ma

rato

nd

u b

u,

olu

k o

luk

in

san

.Z

ihn

imiz

i ze

hri

miz

i k

usa

rd›k

te-

nef

füsl

erd

e.B

end

en b

ild

i¤im

,ben

im b

ild

i¤im

bir

tes

kin

sizl

ik s

a¤l

am

ca k

uru

ldu

ota

¤›n

a.‹

fla

ho

lma

z,k

aç›

n›l

ma

z b

ir s

on

du

bu

ve

her

fley

su

stu

.‹y

i gü

nle

r d

ilem

edi

Dem

irb

an

k.

Ben

ren

ala

y›n

day

d›m

hen

üz

盤l

›¤›m

da

n h

aber

siz.

So

l el

im g

ök

zün

e d

o¤r

u fl

ah

a k

alk

m›fl

t› fl

iiri

nik

inci

diz

esin

de.

Ba

fl›n

› d

ik t

ut,

ba

k›fl

lar›

n›

yu

ka

r› k

ald

›r d

emifl

ti M

üb

erra

ö¤r

etm

en.

ber

raö

¤ret

men

,-o

ku

lda

an

nen

de¤

il,ö

¤ret

men

inim

diy

ord

u s

üre

kli

- p

arl

ak

oje

li,p

arl

ak

çiz

mel

i,k

a-

dif

e ce

ket

li,

uzu

n k

oca

ma

n e

lli

bir

ldü

asf

alt

ba

hçe

de.

Asf

alt

a y

ap

›flm

›flt›

çiz

mel

erin

in b

iril

eri,

iki

geri

içi

miz

i ti

tret

en r

itm

i.

Ba

fl›m

› d

ik t

utu

yord

um

bir

ku

ma

nd

an

gib

i.D

erk

en s

aly

a s

üm

ük

bir

a¤l

am

ak

üçü

ncü

diz

esin

-d

e fli

irin

.Aln

›md

an

öp

tü m

üd

ür

Tev

fik

lmez

: Ya

fla,b

ravo

! K

›rm

›z› k

urd

elel

i b

ir d

olm

ak

ale

mk

utu

su t

utu

fltu

rdu

eli

me.

Evl

erd

en,

zler

den

,so

ka

kla

rda

n g

eçti

kçe

tes

kin

sizl

i¤im

yor-

du

ben

imle

ve

art

›k h

›r›l

d›y

ord

u i

çim

de,

ulu

yord

u.

(Bü

tün

n f

ilm

zik

leri

din

led

im b

ugü

n.C

lin

t M

an

sell

’in

Cle

anin

g A

par

tmen

tp

arç

as›

n› d

e-fa

larc

a ç

ald

›m.)

H‹KÂ

YE

Page 57: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

57

Sanat Araflt›rmalar›

MerkeziSAM

Ad

ad

a o

n d

ok

uz

bin

on

rdü

ncü

m;

elli

ik

i b

uçu

k y

›l.

Hay

at h

ikâ

yem

de,

bab

am

› a

nla

taca

¤›m

say

fala

ra g

eld

im;

fak

at n

as›

l ve

ner

eden

ba

fllay

aca

¤›-

ma

lâ k

ara

r ve

rem

edim

.Git

ti¤i

nd

e ye

di

yafl›

nd

ayd

›m.Y

edi

yafl›

nd

a b

ir ç

ocu

k b

aba

s›y

la i

lgi-

li n

e k

ad

ar

iz s

üre

bil

ir?

Sa

dec

e b

ir s

ilu

et; b

irk

ka

ralt

›,sö

nm

ek ü

zere

ola

n b

ir i

ki

›fl›k

hu

zme-

si,

bir

ik

i k

›r›k

zcü

k.

Oy

sa n

e b

üy

ük

bir

bo

fllu

ktu

yo

klu

¤u!

Parm

ak

ta i

nce

in

ce k

an

aya

n b

irk

esik

gib

iyd

i.Ö

ldü

rmey

en a

ma

ac›

ta

d›

uzu

n s

üre

p a

t›la

may

an

bir

kes

ik.Y

a d

a k

›rd

a b

a-

y›r

da

ars

›zca

bit

en,e

tra

fla

r›n

da

do

lan

d›k

ça d

iken

leri

ko

lla

ra v

e b

aca

kla

ra i

nce

k›r

m›z

› fle

ritl

era

çan

ça

l›la

r gi

bi.

K›s

a s

ap

lar›

üze

rin

dek

i k

üçü

k,

ova

l ya

pra

kla

r›n

› a

rala

y›p

min

ik,

turu

ncu

çi-

çek

leri

ne

uza

nd

›kça

t›r

t›k

l›,i

nce

,k›r

m›z

› çi

zgil

er s

uy

u ç

ekil

mifl

bir

bat

ak

l›¤a

çev

irir

ko

l ve

ba

-ca

kla

r›.

Her

yen

i çi

zgi,

bir

sin

ek ›

s›r›

¤› g

ibi

ön

ce b

ir a

n k

esk

in b

ir a

c›y

› so

nra

da

bu

bir

an

l›k

ac›

n›n

,sa

niy

enin

on

da

bir

ind

e sa

ld›¤

› zeh

irle

yu

mu

flak

bir

uy

uflm

ay› d

avet

ed

er.B

aba

m b

u a

c›ta

d›n

ta

ken

dis

iyd

i.Y

ok

tu v

e yo

klu

¤u v

arl

›¤›n

› b

üy

ütü

yord

u.A

v k

öp

ekle

ri n

as›

l b

uru

n d

elik

le-

rin

in

çük

yle

rin

i ti

tret

erek

k

ilo

met

rele

rce

öte

dek

i b

ir

av›n

k

ok

usu

nu

h

emen

ceci

ka

l›ve

rirs

e ev

imiz

e a

d›m

ata

n h

erk

es d

e,b

irk

ba

sit

tah

rild

en i

ba

ret

ha

liy

le b

ile,

bab

as›

zl›¤

›nb

u e

vin

ka

p›l

ar›

n›

sara

n k

at›

bo

fllu

¤un

u h

isse

deb

ilir

di.

Çok

son

rala

r› a

nla

yab

ild

im,

çek

mec

eler

i gü

nb

egü

n ç

o¤al

›p k

eflif

leri

art

t›k

ça,

evle

ara

s›n

dak

iik

irci

kli

ba¤

›n›

dah

a d

a k

örel

tti¤

ini.

An

nem

le a

yn›

evd

e ay

r› a

yr›

yafla

yan

ik

i k

ifliy

dil

er n

ihay

e-ti

nd

e.D

ervi

fller

in,

öbü

r d

ün

yan

›n m

anev

iyat

›na

s›¤›

nm

alar

› gi

bi,

güçl

ü,

sayd

am d

ü¤ü

mle

rle

ken

dis

ini

bir

bafl

ka

yafla

nt›

ya a

dam

›flt›

.Nic

edir

od

as›

mab

ediy

di;

çek

mec

eler

ind

en d

ökü

len

ler-

se k

uts

al m

etin

ler.

Mab

edin

i b

ir b

aflk

a ye

re t

afl›m

as›

an m

esel

esiy

di

ve h

iç fl

afl›r

tmad

› an

nem

i.

(Ad

res

sorm

ak

içi

n i

ki

yab

an

c› g

eld

i k

ap

›ya

.Yen

i a

ç›la

n b

ir a

l›flv

erifl

mer

kez

iym

ifl.H

içb

ir f

ikri

-m

in o

lma

d›¤

› sö

yle

dim

.Bir

azd

an

200

1: A

Sp

ace

Od

ysse

y’i

izle

yece

¤im

befl

inci

def

a.K

ub

rick

’eh

ayra

n›m

.)

Ad

ad

a o

n d

ok

uz

bin

on

rdü

nc…

Day

›m›n

ya

r›m

ka

lan

ro

ma

n›

bu

rad

a,

da

ha

üçü

ncü

say

fad

a b

itiy

or.

Bel

li k

i b

ir a

da

ro

ma

n›n

as›

van

m›fl

,fle

hir

li b

ir R

ob

inso

n’u

n,

ka

lab

al›

kla

r iç

ind

e b

ir y

aln

›z›n

hik

âye

sin

i ya

zma

k i

stem

ifl;

rt t

ara

f› d

erin

izl

er-i

zlek

lerl

e çe

vril

i b

ir a

da

m i

çin

bir

fleh

ir b

ir a

da

da

n b

aflk

a n

edir

? A

nca

kh

epi

top

u ü

ç sa

yfa

rük

leye

bil

mifl

,fle

hri

ad

as›

,k

ulü

bes

i o

da

s› o

lan

ka

hra

ma

n›n

›! K

ar›

s›n

›n,

emek

li o

ldu

ola

l› g

ün

boy

u o

da

s›n

da

n ç

›km

›yo

r,se

rzen

iflle

rin

e gö

re y

üzl

erce

say

fay

› b

ulm

as›

gere

kir

di

oysa

.G

örü

nen

o k

i,ta

ma

mla

yam

am

as›

n›n

seb

ebi

öm

rün

ün

vef

a e

tmey

ifli

de¤

il,

fle-

hir

de

t›k

an

›p k

alm

›fll›

¤›y

d›.

K›z

ark

ad

afl›

m,b

elk

i sen

dev

am

ed

ersi

n,d

iyo

r.D

ud

ak

k›v

›r›y

oru

m:

“Ben

im k

elim

eler

im r

esim

ver

mel

i.B

ir s

ena

rist

le b

ir r

om

an

c›n

›n e

n b

üy

ük

fa

rk›.”

Hem

ad

a d

edi¤

in n

e k

i,d

ört

ta

raf›

den

izle

rle

çevr

ili

ka

ra p

arç

as›

.

Do

kto

ram

› ba

flar›

yla

sav

un

du

m.F

ener

ba

hçe

sez

on

fla

mp

iyo

nu

.Ko

nse

re ik

i bil

et b

uld

um

; dü

n-

yaca

ün

lü r

itim

gru

bu

Sto

mp

’a:

Du

md

ut›

st›s

t›ss

du

rim

du

rid

a.

H‹KÂ

YE

Page 58: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

TAM Bir Kitap / Bir Yazar

Osmanlı’nın Gezginleri

Mahmut Ak

13 Ocak 2007De¤erlendirme: B i l g e Ö z e l

Türkiye Araştırmaları Merkezi’nce aylık olarak dü-zenlenen ve bir eseri -oluşum süreci ve arkaplanıylabirlikte- yazarının ağzından dinlememize imkân ve-ren Bir Kitap/Bir Yazar etkinliğinin Şubat ayı konuğuMahmut Ak idi. İstanbul Üniversitesi Tarih Bölü-mü’nde doçent olan Ak, Ekim 2006’da 3F Yayınevi ta-rafından yayınlanan Osmanlı’nın Gezginleri isimlikitabını anlattı.

Kitabın ismi Osmanlı’nın Gezginleri olmakla birlikteasıl konusu Osmanlı coğrafyacıları ve bunların orta-ya koyduğu eserlerdir. İslâm ve Osmanlı dünyası sözkonusu olduğunda seyyahlarla coğrafyacıların kesinhatlarla birbirinden ayrılamayacağına dikkat çekenyazar, seyahat ve hatıra metinlerinin “coğrafya ilmisınırları içerisinde özel bir alan” oluşturduğunu be-lirtmektedir (s.7).

Osmanlı teriminin, imparatorluğun geniş bir coğraf-yaya yayılmış olması ve farklı din ve etnisiteden in-sanları bünyesinde barındırmasıyla bağlantılı olarakgeniş bir kapsamı olduğuna değinen Ak, kitabınınmevcut haliyle bu geniş yelpazeyi tam anlamıylayansıtmadığının altını çizdi. Konuyla ilgili daha kap-samlı çalışmakta olduğunu, ancak kitabın hazırlanı-şında gözetilen süre, sayfa sayısı gibi kaygıların çalış-manın formatını belirlemede etkin olduğunu dilegetirdi. Örneğin kimi gayrimüslim seyyah/coğrafya-cıların, değinilen sebeplerden ötürü kitapta yer ala-

58

TAM Yuvarlak Masa Toplantıları

TEZ / MAKALE SUNUMLARI

Büyük Selçuklu Devletinde Hanedan Evlilikleri Bülent Kaç›n

27 Ocak 2007

‹slâm’›n Kritik Ça¤›nda Bir Devlet ve Bir Melik: Eyyûbîler ve Melik Eflref (1200-1237) Önder Kaya

26 fiubat 2007

‹mparatorlu¤u Kurtarmak: Modernleflme, Pozitivizm ve Jön-Türk Siyasî Kültürünün Oluflumu (1895-1908) Enes Kabakç›

26 Mart 2007

XVIII. Yüzy›l Osmanl›s›’nda Kredi ‹liflkilerinin Hukukî ve ‹ktisadî Boyutu Süleyman Kaya

14 Nisan 2007

B‹R K‹TAP / B‹R YAZAR

Osmanl›’n›n Gezginleri Mahmut Ak

13 Ocak 2007

Osmanl›’n›n Dili Hayati Develi

19 Mart 2007

‹Z BIRAKANLAR

‹hsan Fazl›o¤lu, Nefle Vona 20 Ocak 200724 fiubat 200710 Mart 200721 Nisan 2007

Türkiye Araflt›rmalar›MerkeziTAM

Page 59: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

madığını belirtti. Bu çalışmadaki amacının, bu zen-gin malzemenin tümüyle kapsanması değil, konuyugenel hatlarıyla ortaya koymak olduğunu belirtti.

Giriş bölümünde İslâm ve Osmanlı coğrafyacılığın-dan kısaca bahseden yazar, Müslüman coğrafyacıla-rın bu alanla farklı ekoller oluşturacak denli ilgilen-diklerini, X. yüzyıldan itibaren dünyayı iklimlere gö-re sınıflandıran haritalar çizildiğini; Osmanlı coğraf-yacılarının da zengin İslâm coğrafyacılığı geleneğin-den beslendiğini, ancak Osmanlı’nın, erken dönem-lerinden itibaren “özgün eserler verecek bir zihnihazırlık” içinde olduğunu belirtmektedir.

“Osmanlı Coğrafyacı/Seyyahları” başlıklı bölümdeyazar XIV. yüzyılın ikinci yarısından XVIII. yüzyıl so-nuna kadarki zaman diliminde yaşamış on dört Os-manlı seyyah ve coğrafyacısını -hayat hikâyesi, ilmîkimliği, kimlere intisab ettiği, ortaya koyduğueser/lerinin içeriğine değinerek- incelemektedir.Eserlerin farklı nüshaları varsa bunların hangi kü-tüphanelerde olduğu, dili, kim tarafından hangi tipyazıyla istinsah edildiği, konu hakkında çalışan be-lirli araştırmacılarının hangi nüshayı kullandığı gibidetaylar verilmekte; eserin orijinalliğine ve beslen-diği kaynaklara da değinilmektedir. Bununla birlikte,sadece coğrafî eserler ya da seyahatnameler değil il-gili kişinin varsa diğer sahalarda verdiği eserler detanıtılıyor. Coğrafyacıların çizdikleri haritalar sözkonusu olduğunda ise ebadı, malzemesi, kullanılanboyalar gibi teknik bilgilerin yanı sıra kapsamı, nere-leri gösterdiği ve hangi haritaları kullandığı da veril-mekte. Ayrıca her seyyah/coğrafyacıya ilişkin mev-cut ikinci literatür Kaynakça adı altında verilmekte-dir. Bu da kitabı araştırmacılar için daha önemli kıl-maktadır.

Bu bölüm, Osmanlı coğrafyacılığının zaman içinde-ki gelişim seyrini de gözler önüne sermekte, her dö-

nemin seyahat ve coğrafya yazınının o döneminkonjonktürünü yansıttığına işaret edilmektedir. Baş-langıçta (XIV. yüzyıl 2. yarısı) gündem, İslâm coğraf-yacılarının tanınmasıdır. Bu dönemde Acâyib adı ve-rilen ve örnekleri XIII. yüzyıl ikinci yarısından itiba-ren takip edilebilen eserler verilmiştir. Doğu sınırı-nın önem kazandığı XVI. yüzyılda, Uzak Doğu hak-kında bilgiler içeren Hitainame adlı eserin YavuzSultan Selim’e sunulmuş olması tesadüfi değildir.Donanma kaptanı olan önemli coğrafyacıların eser-leri ise, Akdeniz’deki deniz faaliyetlerinde kullanıl-mak gibi işlevsel bir amaca da matuftur.

Kitapta Piri Reis, Seydi Ali Reis, Katip Çelebi ve Evli-ya Çelebi gibi önde gelen Osmanlı coğrafyacı ve sey-yahlarının yanı sıra Aşık Mehmed gibi fazla tanınma-yanlara da rastlamaktayız. Aşık Mehmed Anadolu,Rumeli, Kırım, Kafkasya, Ege Denizi adaları, Kıbrıs,Mısır, Beyrut ve Şam’ı kapsayan ve yaklaşık yirmi beşyıl süren seyahatlerinin mahsulünü Menazırü’l-ava-lim adlı eserinde ortaya koymuştur. Aşık Mehmed’inbu çok fazla bilinmeyen eserinin, “klasik İslâm coğ-rafyacılarının standart eserlerini kullanarak bilinencoğrafî bilgileri bir araya toplayıp” Katip Çelebi veEvliya Çelebi gibi XVII. yüzyıl ikinci yarısının önemlicoğrafyacı ve seyyahlarına zemin hazırladığını belir-ten Ak, bu eserin günümüz şehir tarihi çalışmaların-da da önemli bir kaynak olacağını vurguladı.

XVIII. yüzyıl itibariyle, İslâm coğrafyasının temeleserlerinin tercüme ve şerhlerinin yapıldığını ve or-taya konan eserlerle bu sahada hayli mesafe alındı-ğını belirten Ak, bu yüzyılda ise çoğunlukla Batılıeserlerin Türkçeye tercüme edildiğini belirtiyor.“XIX. Yüzyıl Seyahatnameleri” başlıklı bölümde, XIX.yüzyılda siyasî arenada yaşanan değişim ve bağlıolarak komşu ülkelerde elçiliklerin açılmasıyla sey-yaliyetin arttığı ve ortaya konan eserlerin çoğaldığı

59

TürkiyeAraflt›rmalar›

MerkeziTAM

Mahmut Ak’›n kitab›n›n ismi Osmanl›’n›n

Gezginleri olmakla birlikte as›l konusu

Osmanl› co¤rafyac›lar› ve bunlar›n

ortaya koydu¤u eserlerdir.

Page 60: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

belirtilmektedir. “Seyahat Bilgileri İçeren Kaynak Se-rileri” başlıklı bölümde ise yazar, sefer ruznameleri,menzilnameler, fetihnameler, gazavatnameler, sefa-retnameler, hac seyahatnameleri ve esaret hatıraları-na değinmektedir. Kitabın sonunda, Avrupa Risalesiolarak adlandırılan bir XIX. yüzyıl seyahat metni ta-nıtılmakta ve metin hem Osmanlıca hem de günü-müz Türkçesiyle verilmektedir. Ekler bölümünde iseAşık Mehmed’in seyahatnamesinden hareketle sey-yahın kişilik özellikleri ortaya konmaya çalışılmış(Ek 1), Ek 2’de Aşık Mehmed Hanefi’nin seyahat hi-kâyesi orijinal metinden verilmiştir. Ek 3 ise harita-lardan müteşekkildir.

Osmanlı’nın Dili

Hayati Develi

19 Mart 2007De¤erlendirme: B a r a n B a h ç › v a n

Bir Kitap/Bir Yazar toplantılarının Mart ayındaki ko-nuğu, 2006 yılının Ekim ayında, 3F Yayınevi tarafın-dan yayımlanan Osmanlı’nın Dili isimli kitabıyla İs-tanbul Kültür Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bö-lümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Hayati Develi idi.Develi’nin Osmanlı’nın Dili isimli kitabı, Osmanlıkimdir, Osmanlı’nın dilleri nelerdir ve Osmanlı Türk-çesi nedir gibi sorulara verdiği cevapların yanı sıra,Osmanlı’da çok dillilik, dilde standartlaşma, konuş-ma dili ile yazı dili arasındaki ayrım ve Osmanlı dip-lomatik dili gibi konulara da değinmektedir.

Kitabı ile ilgili sunuşuna eserin telif sürecine dairvermiş olduğu bilgilerle başlayan Hayati Develi, bir

yayın projesinin parçası olarak kaleme aldığı eseri-nin, Osmanlı diline ilişkin temel bilgilere okuyucu-ların kolaylıkla ulaşabilmesi amacına matuf olduğu-nu ifade etti. Bu çerçevede özellikle Osmanlı aidiye-tine dikkat çekerek, Osmanlı kimliğinin doğru tanı-mının yapılmasının, ‘Osmanlı dili’nin tanımındabüyük bir kolaylaştırıcı etken olacağı fikrini benim-seyen Develi, bu nedenle eserini, “Osmanlı kimdir”ve “Osmanlı’nın dilleri” şeklinde iki bölüm üzerinebina etmiştir.

Develi, eserinin söz konusu bölümlerinde Osmanlıtoplumunun bir etnik ve dinî unsur tarafından oluş-turulmasıyla beraber devletin bu farklı unsurlarınınbir arada yaşadığı bölgelerde -ya da kendi tabiriyle“kamusal alan”da- geçerli olan dilin Türkçe olduğu-na dikkat çekmektedir. Develi’ye göre Türkçe, Os-manlı dil tarihine ilişkin incelemelerde göz ardı edil-memesi gereken ana unsurlardandır. Burada ikidilli-lik/çokdillilik mevzuuna da değinerek, Osmanlı İm-paratorluğunun tıpkı kendisinden önceki ve çağdaşıimparatorluklar gibi çokdilli olduğunu vurgulayanDeveli, bununla birlikte “lingua franca”nın -yani or-tak dilin- Türkçe olması hususunun ve çevreninmerkeze yaklaşırken Türkçe ile olan ilişkisinin zo-runlu bir hal almasının altını çizmektedir. Bu nokta-da, XVII. yüzyılda Evliya Çelebi tarafından kalemealınan Seyahatname’nin eşsiz bir kaynak olarak te-barüz ettiğini ve imparatorluğun dilsel dağılımı ileilgili oldukça zengin ve kıymetli bilgiler verdiğini be-lirten Develi, ayrıca Batılı seyyahlardan yapmış ol-duğu alıntılarla XIX. yüzyılda Osmanlı ülkesinin dil-sel durumuna dair bilgiler de verdi.

Ardından Türkiye Türkçesinin oluşum sürecine de-ğinen Develi, sunumun bu kısmında Anadolu’daTürkçenin konuşulmaya başlaması ve zamanla dildestandartlaşmanın oluşumundan bahsetti. Özellikle

60

TürkiyeAraflt›rmalar›

MerkeziTAM

Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun t›pk› kendisinden

önceki ve ça¤dafl› imparatorluklar gibi

çokdilli oldu¤unu vurgulayan Develi,

bununla birlikte “lingua franca”n›n

Türkçe oldu¤unun alt›n› çizmektedir.

Page 61: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

halkın konuştuğu dille edebî dil; başka bir deyişlekonuşma dili ile yazı dili arasındaki ayırım ve farklı-lıklara yaptığı vurgularla Osmanlı dilinin ve Osman-lıcanın anlaşılması noktasında oldukça kıymetli de-taylar sunarak, kapsamlı tarifler yaptı. Bu anlamdadiplomatik dil hususunu da gündeme getiren Deve-li’nin, Osmanlı dilinin anlaşılması hususunda dilingeçirdiği tüm bu evrelere ve dilin farklı veçhelerinekapsamlı bir bakış yapılamadan Osmanlıcanın tamolarak anlaşılamayacağı yönündeki tespiti oldukçayerindeydi.

Hayati Develi’nin oldukça verimli geçen bu sunumudinleyiciler tarafından yapılan katkı ve sorulan soru-larla nihayete erdi.

TAM Tez / Makale Sunumlar›

Büyük Selçuklu DevletindeHanedan Evlilikleri

Bülent Kaçın

27 Ocak 2007De¤erlendirme: C u m h u r E r s i n A d › g ü z e l

Türkiye Araştırmaları Merkezi tarafından düzenle-nen Tez/Makale toplantılarının Ocak ayı konuğu,Marmara Üniversitesi’nde 2004 yılında hazırladığı“Büyük Selçuklu Devletinde Hanedan Evlilikleri”başlıklı teziyle Bülent Kaçın idi.

Selçuklu tarihi araştırmacılarının üzerinde pek fazladurmadıkları bir konu olarak hanedan evlilikleri, ça-lışmasında Selçuklu hanedanlarının yapmış olduk-

ları evlilikleri inceleyen Kaçın’a göre Selçuklu Devle-ti’nin devletlerarası ilişkilerini açıklamada çokönemli bir veri durumundadır. Bu kanaatini Selçuk-luların yaptığı evlilikleri siyasî şartları göz önüne ala-rak açıklayan Kaçın, tezinde temel olarak, yapılanevliliklerin asıl gayelerinin neler olduğu sorusunacevap aramaya çalışmıştır.

Selçukluların Horasan bölgesinde varlık göstermeyebaşladıkları on birinci asrın ilk yarısının başların-dan, devletin yıkıldığı tarih olarak kabul edilen 1157senesine kadarki süreçte Abbasiler ile Karahanlı veGazneli Devletleri bölgedeki en güçlü devletler ola-rak kabul edilmektedir. Selçukluların siyasî açıdankonumlarını güçlendirmek amacıyla, ilk dönemle-rinde isimleri yukarıda geçen hanedanlıklar ile evli-lik yolu ile ilişkilerini geliştirmek istedikleri görül-mektedir. Fakat bunlar arasında İslâm âleminin ma-nevî temsilcisi konumundaki Abbasiler ile yapılanevlilikler, Selçuklular için özel bir öneme sahiptir.

Kaçın’ın çalışmasında dikkat çektiği önemli nokta-lardan bir diğeri, ilk dönemlerde özellikle Karahanlı-lar ve Gazneliler ile evlilik yoluyla yakınlık kurmayıisteyen taraf Selçuklular iken, siyasî açıdan güçlü birkonuma geldikleri yaklaşık bir asır sonraki dönemdekendileriyle evlilik yapılmak istenen taraf haline gel-dikleridir. Bu durum, Kaçın’ın çalışmasında savun-duğu evliliklerin siyasî kazanımlar elde etme gayesitaşıyarak gerçekleştirildiği görüşünü destekler ma-hiyettedir.

Selçukluların siyasî güç bakımından kendilerindendaha zayıf durumda olan Ukaylîler gibi civardakimahalli hanedanlar ile de evlilik yaptıkları vakidir.Fakat bu evliliklerde daha çok kendileriyle evlilik ya-pılan tarafın Selçuklu hanedanına bağlılıklarının de-vamını sağlamayı hedefledikleri anlaşılmaktadır.

61

TürkiyeAraflt›rmalar›

MerkeziTAM

Selçuklular›n yapt›klar› evliliklerin her zaman

siyasî konumlar›n› güçlendirme gayesi

tafl›mad›¤›n› belirten Kaç›n, Selçuklu

hükümdarlar›n›n cariyeler ile yapt›klar›

evlilikleri buna örnek olarak gösterdi.

Page 62: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

Selçukluların yaptıkları evliliklerin her zaman siyasîkonumlarını güçlendirme gayesi taşımadığını belir-ten Kaçın, az sayıda olmakla beraber siyasî açıdandestek kazanma gayesi olmaksızın yaptıkları evlilik-lerin de var olduğuna işaret etti ve Selçuklu hüküm-darlarının cariyeler ile yaptıkları evlilikleri buna ör-nek olarak gösterdi.

Tezde evlilik ile doğrudan ilgisi bulunan evlenilecekkişinin görülmesi, mehir, nikah, düğün, boşanma veölüm gibi meselelere de temas edilerek Selçuklu ha-nedanının evliliklerinden bu meselelere dair bazı ör-nekler verilmiştir.

Özet olarak Selçuklu hanedanının yaptıkları evlilik-lerde büyük çoğunlukla devletin çıkarları gözetilerekhareket edildiği ve bu amacın da büyük ölçüde ger-çekleştirildiği söylenebilir.

Kaçın’ın ilgiyle dinlenen sunumu, katılımcıların so-ru ve katkılarıyla sona erdi.

İslâm’ın Kritik Çağında Bir Devletve Bir Melik: Eyyûbîler ve Melik Eşref (1200-1237)

Önder Kaya

26 fiubat 2007De¤erlendirme: R e y h a n S a r › k a y a

Türkiye Araştırmaları Merkezi, Tez/Makale sunum-ları başlığı çerçevesinde gerçekleştirdiği toplantıları-nın kırk sekizincisinde Önder Kaya’yı konuk etti. Ka-ya Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Ens-titüsü’nde hazırladığı “Eyyûbî Devleti Meliklerinden

I. el-Eşref Muzaffereddin Musa Döneminin SiyasîTarihi (597/1200-635/1237)” başlıklı yüksek lisan te-zini bizlerle paylaştı.

Eyyûbî Devleti, VI/XII. yüzyılın son çeyreğindenVII/XIII. yüzyılın ortalarına kadar geçen yaklaşık birasırlık zaman diliminde Ortadoğu tarihine damgası-nı vurmuş bir devlettir. Bu devlet Haçlılarla olan mü-nasebetleri, doğuda beliren Moğol tehdidi karşısın-daki tavırları, kuzeydeki en ciddi rakibi olan Anado-lu Selçukluları ile ilişkileri ve kendi içindeki feodalyapı itibariyle çeşitli alanlarda araştırma yapılmasınımümkün kılan bir konuma sahiptir. Ancak dünyadave ülkemizde Eyyûbî tarihi ile ilgili pek çok husushâlâ karanlıktadır. Konuğumuza göre bu durum, Ey-yûbî tarihçiliğinin bünyesinde barındırdığı şu prob-lemlerden kaynaklanmaktadır:

1. Öncelikle Eyyûbî tarihçiliğinin popülaritesini kay-betmiş bir alan olması. Daha çok Selahaddin dönemiçalışılmakla beraber, daha sonraki dönemler gerekenilgiyi pek görmemiştir. XIX. yüzyıl sonraları ve XX.yüzyıl başlarında özellikle Mısır, Suriye ve Güneydo-ğu Anadolu’daki Eyyûbî eserleri üzerinde çalışmalaryapılmış, geçen yüzyılın ortalarından itibaren ise buçalışmalar Claude Cahen, H. L. Gottschalk, F. J. Dahl-manns, R. S. Humphreys gibi araştırmacılar sayesin-de siyasî ve kültürel tarih alanına da yönlendirilmiş-tir. Ayrıca Holywood’un Cennetin Krallığı gibi filmle-ri beyaz perdeye yansıtması, Batı’da oryantalistlerinboşalttığı bu alanı senaristlerin doldurduğunu gös-termektedir. Ülkemizde ise Eyyûbî tarihi üzerineyaptığı araştırmalar ile tanınan Prof. Dr. RamazanŞeşen Eyyûbî tarihçiliğinin öncülüğünü yapmıştır.

2. Bu sahada Arapçaya vakıf olanların tarihçilik for-masyonunun yeterli olamayışı ya da tarihçilik for-masyonuna sahip kişilerin dil problemiyle karşılaş-maları.

62

TürkiyeAraflt›rmalar›

MerkeziTAM

Kaya’ya göre, tezin konusunu teflkil eden

Melik Eflref Musa, Eyyûbî melikleri

içerisinde biyografisi en ilginç olan›d›r.

Page 63: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

3. Yeni yetişen tarihçiler açısından bu sahayı çalış-manın, XIX. ya da XX. yüzyılı çalışmaya nazaran de-zavantajlı oluşu.

4. Ayrıca Eyyûbîlerin, İsrail, Lübnan, Suriye, Filistin,Türkiye gibi bölgelere dağılmış federatif bir yapıyasahip olmaları.

5. Son olarak da bu sahayı çalışma alanı olarak seçenkişilerin, öncelikli olarak karizmatik bir kişiliğe sahipolması dolayısıyla Selahaddin Eyyûbî dönemini ter-cih etmeleridir.

Önder Kaya’nın, tezinde bir Eyyûbî meliki olan Me-lik el-Eşref dönemini ele alma nedenleri arasında;Melik el-Eşref’in Urfa, Harran, Ahlat, Malazgirt gibiçok önemli merkezlere sahip olması, Selçuklularıngüneye doğru inmesinde etkili oluşu, 1230 yılındabeş bin kişilik kuvvetiyle katılmış olduğu Yassıçemensavaşının gidişatında önemli rol oynaması ve Suri-ye’de sekiz yıl hüküm sürmesi yer almaktadır.

Kaya’ya göre tezin konusunu teşkil eden Melik EşrefMusa ise, Eyyûbî melikleri içerisinde biyografisi enilginç olanıdır. Selahaddin Eyyûbî’nin kardeşi MelikÂdil’in oğlu olan el-Eşref 1180/82 tarihinde doğmuş-tur. Siyasî hayatının ilk yıllarında Harran ve Urfa’yısonrasında da Ahlat ve civarını ele geçirmiş, son ola-rak da 1228’de Dımaşk’ı alarak ölüm tarihi olan 1237yılına kadar Suriye’nin en güçlü Eyyûbî meliki ol-muştur.

Dört bölümden oluşan tezin giriş bölümünde Eyyû-bî Devleti ve komşuları hakkında genel bir bilgi, ilkbölümünde Melik Eşref’in hayatının ilk yılları ve ye-tiştiği ortam, ikinci bölümünde Doğu Anadolu ve el-Cezire’deki hakimiyeti, üçüncü bölümünde Dımaşk’ıele geçirerek Suriye’nin en güçlü meliki oluşu ve ölü-mü, dördüncü bölümde ise onun zamanında yapı-lan imar faaliyetleri incelenmektedir.

Türkiye tarihçiliğinin problemlerini merkeze alansorular ve cevap arayışları çerçevesinde sunumunadevam eden Kaya konuşmasında, Melik Eşref döne-minin siyasî olaylarının özet bir kronolojisine de yerverdi.

İmparatorluğu Kurtarmak:Modernleşme, Pozitivizm ve Jön-Türk Siyasî KültürününOluşumu (1895-1908)

Enes Kabakçı

26 Mart 2007De¤erlendirme: F . S a m i m e ‹ n c e o ¤ l u

Modern Avrupa’nın, kadim kültürleri ve medeniyet-leri parçalayıcı ve nihayetinde yok edici meydanokumasına karşı “İmparatorluğu kurtarmak” için ve-rilen mücadelenin adıdır Osmanlı Devleti’nde mo-dernleşme. Osmanlı eliti siyasî, iktisadî, sosyal vekültürel Batılı meydan okumaya karşı yine onun ku-rumlarını, yöntemlerini ve yaklaşımlarını devşir-mekte bulmuştur çareyi. Oyunu Batı’nın kurallarıylaoynayacaktır artık. Sorun bu ‘model transferi’nin sü-reci, sorunları ve sonuçları çerçevesinde dönüp do-laşmaktadır.

Mart ayında Tez/Makale sunumları çerçevesindekonuk ettiğimiz Enes Kabakçı, Paris Sorbonne Üni-versitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde hazırladığı “Sa-uver l’Empire. Modernisation, positivisme et forma-tion de la culture politique des Jeunes-Turcs (1895-1908)/İmparatorluğu Kurtarmak. Modernleşme, Po-zitivizm ve Jön-Türk Siyasî Kültürünün Oluşumu

63

TürkiyeAraflt›rmalar›

MerkeziTAM

Page 64: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

(1895-1908)” başlıklı tezinde Türk modernleşmesiolgusunu pozitivizm ve Jön-Türk siyasî kültürününoluşumu bağlamında ele almaktadır. Üç kısım, yedibölümden oluşan tezde öncelikle “Kuraldan İstisna-ya Türk Modernleşmesi”ni inceleyen Kabakçı birincikısımda “Türk Modernleşmesinin Tarihsel Sosyoloji-si”ni, ikinci kısımda “Abdülhamid Rejimi AltındaJön-Türkler”i ve üçüncü kısımda ise modernleştiricibir felsefe olarak “pozitivizmi” konu edinmektedir.

Enes Kabakçı, genel olarak tezin sorunsalını belirt-tikten sonra sunumunda tezin ilk el kaynakları ara-sında bulunan Fransa Dışişleri Bakanlığı ve Konso-losluk raporları, Polis raporları, Cemiyet arşivleri veOsmanlı Devlet arşivlerini zikredip değerlendirdi.Jön Türklerin yoğun olarak yaşayıp neşvünema bul-dukları Paris’deki arşivlerin kullanılması şüphesiz te-zin, literatüre özgün bir katkısı sayılmalıdır.

Kabakçı teziyle ilgili şu özeti yapmaktadır: “Bu tez,XIX. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanandüşünsel ve kurumsal dönüşümle ilgili çalışmalarabir katkı sağlamayı hedeflemektedir. Bu amaçla ön-celikle, ‘modernleşme’ ve ‘siyasal gelişme’ kuramlarıile bu kuramlar temelinde ‘Osmanlı-Türk modern-leşmesi’ üzerine yapılan araştırmalar eleştirel bir ba-kış açısıyla gözden geçirilmektedir. 1950’li yıllardanitibaren özellikle ABD’de gelişen ve kaynağını klasiksosyolojiden alan bu ilk çalışmalar, çizgisel bir tarihanlayışı doğrultusunda, modernleşme veya batılı-laşmayı evrensel ve tektip bir toplumsal dönüşümolarak kurgulamışlardır. Bu yaklaşım, 1970’lerdenitibaren etkisini yitirmiş ve yerini antropolojidenbeslenen tekilci (singulariste) yaklaşımlara bırak-mıştır. Birincinin tersine, bu ikinci yaklaşım toplum-sal değişim sürecinin toplumdan topluma değişken-lik arzettiğini savunmakta ve farklılıklara aşırı vurguyaparak kültüralizme kapı aralamaktadır.

‘Siyasal gelişme’ yaklaşımının kültürel ve tarihsel ko-şulları yok sayan genelleştirici tutumuna ve ‘kültüra-lizm’in farklılıkları öne çıkaran tekilleştirici tavrınaaynı mesafede duran tarihsel sosyoloji yaklaşımı butezin metodolojik ve kuramsal temelini teşkil etmek-tedir. Disiplinlerarası bir bakış açısıyla, siyaset bili-mi, sosyoloji ve antropoloji alanlarında geliştirilmişolan ‘kurumsal mimetizm’, ‘kültürel transfer’, ‘modelithali’ ve ‘akültürasyon’ gibi kuramlardan hareketleyeniden yorumlama (réinterprétation) ve tercümekavramları önplana çıkarılmaktadır.

Bu kuramsal tartışmalar bağlamında, Osmanlı elitle-rinin XIX. yüzyılda Batı’dan ithal edilen kavramlararacılığıyla İslâm kültür ve geleneğini sorgulamaları,Jön Türk hareketinin düşünsel temelleri ve II. Abdül-hamid yönetimine karşı sürdürdüğü siyasî mücade-lenin niteliği ele alınmaktadır. İmparatorluğun sondöneminde Abdülhamid’in tesis ettiği otokratik re-jim ve uygulamaya koyduğu geleneksel ‘modernleş-me’ projesi ile Jön Türkler’in ‘muhafazakâr aktivizm’iarasındaki gerilim tezin önemli bir bölümünü oluş-turmaktadır.

Tezin son bölümü, Jön Türk siyasî kültüründeönemli bir yer tutan pozitivizmin Osmanlı elitleri ta-rafından algılanma biçimine ve ithal edilme koşulla-rına ayrılmıştır. Bu bağlamda, Jön Türklerin Avru-pa’daki örgütlenme ve faaliyetleri, siyasi ve entelek-tüel çevreler, özellikle de Pozitivistler ile olan ilişkile-ri üzerinde durulmaktadır.

İmparatorluk için kurtarıcı bir ‘reçete’ olarak poziti-vizmi ithal etmeyi amaçlayan dönemim tıbbiyelileri,Ahmet Rıza, Beşir Fuad gibi elitleri, iki yönde işleyenbir ‘yeniden yorumlama’ süreci içinde olmuşlardır.Bir yandan, Türk-Osmanlı-İslâm geleneğinin poziti-vist bir okumasını yaparken diğer yandan da poziti-

64

TürkiyeAraflt›rmalar›

MerkeziTAM

Kabakç›’ya göre, imparatorluk için

kurtar›c› bir ‘reçete’ olarak

pozitivizmi ithal etmeyi amaçlayan

dönemim t›bbiyelileri, Ahmet R›za,

Beflir Fuad gibi elitleri, iki yönde

iflleyen bir ‘yeniden yorumlama’

süreci içinde olmufllard›r.

Page 65: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

65

TürkiyeAraflt›rmalar›

MerkeziTAM

vist kavramları Osmanlı toplumu için anlaşılır kıla-bilmek için yeniden yorumlamaya, bunları kendikültürlerine ait kavramlarla eşleştirmeye çabalamış-lardır. Bu noktada en çarpıcı örnek şüphesiz, Os-manlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin başkanlığınıyapan ve 1908 sonrasında Meclis-i Mebusan ve Mec-lis-i Ayan reisliğinde bulunan Ahmed Rıza Bey’dir.Auguste Comte’un kurduğu ‘Beşeriyet Dini’ne ‘iman’eden, Société positiviste’in en aktif üyelerinden veOsmanlıcılık düşüncesinin önde gelen temsilcilerin-den biri olan Ahmed Rıza’nın siyasi ve entelektüelfaaliyetleri tezde ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir.”

Pozitivizmin Osmanlı’ya girişini genel modernleşme

süreci içinde değerlendiren Kabakçı’ya göre, bu gi-

riş, İslâm kültürünün ve pozitivizmin kavramlarının

yeniden yorumlanması şeklinde iki yönlüdür. Ancak

burada saf bir batılılaşma değil, daha çok adaptas-

yon söz konusudur. Yeniden yorumlamada, tercüme

ve benzeri çabalar taktik ve stratejik bir şey değildir.

Kendini anlama ve yorumlama çabasıdır. Tecrübeler

farklılaştıkça tercümeler de farklılaşmaktadır.

Pozitivizme girişin kimlikle, varlığını korumayla ilgi-

li pragmatik nedenleri vardır. Osmanlı aydınlarının

iletişim içinde olduğu dönemin, Comte, Dr. Robine,

P. Laffite gibi pozitivist aydınlarının İslâm’a karşı

olumlu tutumları -ki bu aydınlar İslâm lehine neşri-

yat da yapmışlardır- ve her iki tarafın da vurgu yap-

tığı ‘düzen’ fikri Osmanlı aydınlarını pozitivist aydın-

lara yaklaştıran gerekçeler olmuştur. Osmanlı aydın-

ları bu süreçte kendilerine pek de yabancı olmayan

hem düzen ve ilerleme fikrini hem de pragmatizmi

benimsemişlerdir. Muhafazakâr ve tutucu yaklaşı-

mına rağmen pozitivizmin yeni devrimleri ortaya çı-

kartması ise bir paradoks olarak karşımıza çıkmak-

tadır. Zira, 1908 pozitivist bir devrimdir.

TAM ‹z B›rakanlar

Her ay düzenlenen bu programda, Osmanlı coğraf-yasında medfun bilim ve düşünce hayatımıza katkı-da bulunan şahıslar, ölüm yıldönümlerine göre anıl-makta; bu vesile ile tarihe “iz bırakanlar”ın hatırlan-ması hedeflenmektedir. Ağustos ayından itibaren ta-rihte iz bırakan olaylar da programa dahil edilerekprogramın çerçevesi genişletilmiştir. Ocak ve Nisanayları arasında düzenlenen programlar sırasındazikredilen şahısların, ölüm tarihleri ile medfun ol-dukları yerler ve tarihte iz bırakan ayın olayları aşa-ğıda verilmektedir. Söz konusu ay içerisinde vefat et-miş bazı bilim ve düşünce adamlarımız ile ayınönemli olaylarının fotoğraflarından oluşan resimsergisi de Meryem Üke ve Reyhan Sarıkaya’nın katkı-larıyla devam etmektedir.

OCAK 2007

‹z B›rakan Kifliler

1. Akşemseddin (1459): Bolu, Göynük

2. Şeyh Galib (3 Ocak 1799): Galata Mevlevihanesi Hazi-resi

3. Ahmed Eflakî Dede (1876): İstanbul

4. Halide Edip Adıvar (9 Ocak 1964): Merkezefendi Mezar-lığı

‹z B›rakan Olaylar

1. Sultan Mahmut’un Bağdat’a gelmesi (Ocak 1127)

2. Karlofça Antlaşması (26 Ocak 1699)

3. Misak-ı Milli’nin kabulü (28 Ocak 1920)

(Ayın Olayı: Misak-ı Milli’nin kabulü)

fiUBAT 2007

‹z B›rakan Kifliler

1. Davud Kayseri (1350): İznik, Çamdibi

2. Takiyüddin Rasıd (18 Şubat 1585): Beşiktaş, YahyaEfendi Dergahı Haziresi

Karlofça Antlaşması

Page 66: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

3. Abdülbaki Nâsır Dede (23 Şubat 1821): Yenikapı Mev-levihanesi Haziresi

‹z B›rakan Olaylar

1. Rey Savaşı ve Tutuş’un öldürülmesi (26 Şubat 1095)

2. Nizam-ı Cedid’in kurulması (24 Şubat 1793)

3. Darü’l-Muallimat’ın açılışı (8 Şubat 1870)

(Ayın Olayı: Darü’l-Muallimat’ın açılışı)

MART 2007

‹z B›rakan Kifliler

1. Fazıl Ali Bey (1608): Eyüp Türbesi Haziresi

2. Ahmet Avni Konuk (19 Mart 1938): Merkezefendi Me-zarlığı

‹z B›rakan Olaylar

1. Urfa Haçlı Kontluğu’nun kurulması (10 Mart 1098)

2. Meclis-i Mebusan’ın açılması (19 Mart 1877)

3. Çanakkale Zaferi (18 Mart 1915)

(Ayın Olayı: Çanakkale Zaferi)

N‹SAN 2007

‹z B›rakan Kifliler

1. Taşköprülüzade Ahmed Efendi (15 Nisan 1561): SeyyidVelayet Türbesi civarı

2. Kadızade Musa (1440’tan sonra): Semerkand

‹z B›rakan Olaylar

1. Haçlıların İstanbul’da Latin İmparatorluğu kurmaları(Nisan 1204)

2. 31 Mart Vakası (13 Nisan 1909)

3. TBMM’nin Açılışı (23 Nisan 1920)

(Ayın Olayı: TBMM’nin Açılışı)

66

TürkiyeAraflt›rmalar›

MerkeziTAM

Türkiye Araştırmaları

2007 Bahar Seminerleri

G‹R‹fi SEM‹NERLER‹Türk Düflünce Tarihi II ‹hsan Fazl›o¤luTürk Siyasî Tarihi Gökhan Çetinsaya

TEMEL SEM‹NERLERCumhuriyet Dönemi Siyasî Düflüncesi H. Emre Ba¤ce

Osmanl› Siyaset Düflüncesi: Metinler ve Yazarlar Mehmet ‹pflirli

Osmanl› Tarihi II Tufan Buzp›nar

Tasavvuf Kültürü ve Osmanl›’da Tasavvuf Mustafa Kara

Türkiye Tarihçili¤i Mehmet Genç

Türkiye’de Sosyoloji II Yücel Bulut

ÖZEL SEM‹NERLERII. Meflrutiyet Sonras›nda Fikir ve Edebiyat Hareketleri Abdullah Uçman

‹mgeler Üzerinden Kad›nlar›n Tarihi Nazife fiiflman

Osmanl› Balkan Co¤rafyas› Fatma Sel Turhan

Osmanl› Co¤rafyac›l›¤› ve Haritac›l›¤› Mahmut Ak

Türkiye’nin ‹ktisadî ve Toplumsal Meseleleri Yücel Bulut

Darü’l-Muallimat’ın açılışı (Bursa Kız Okulu) TMBB’nin açılışı

Çanakkale Zaferi

Page 67: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

67

Tun

a’n

›n ‹

nci

si B

ud

apefl

te I

IM

uza

ffer

fien

el

Peflt

e h

ayat

›n h

arek

etli

ak

t›¤›

c›v

›l c

›v›l

bir

fleh

ir

Peflt

e ta

raf›

na

Mos

zkva

Mey

dan

›’nd

an 4

vey

a 6

no’

lu t

ram

vaya

bin

erek

Mar

git

Köp

rüsü

’nd

enge

çere

k se

kizg

en a

nla

m›n

a ge

len

Okt

ogon

du

ra¤›

nd

an b

u t

araf

taki

gez

imiz

e ba

fllay

abil

iriz

.O

ktog

on B

ud

apefl

te’n

in B

a¤d

at C

add

esi o

lara

k ad

lan

d›r

abil

ece¤

imiz

nya

ltü

r M

iras

› lis

-te

sin

dek

i ün

lü A

nd

rass

y U

t (B

ulv

ar)’u

tam

ort

adan

ikiy

e bö

len

bir

nok

ta.1

870’

lerd

e in

fla e

di-

len

ih

tifla

ml›

tar

ihî

bin

alar

›n y

er a

ld›¤

› An

dra

ssy

Bu

lvar

›,Er

zseb

et M

eyd

an›

ile

Kah

ram

anla

rM

eyd

an›’n

› bi

rbir

ine

ba¤l

ar.

An

dra

ssy

Bu

lvar

›’n›n

ku

zey

ucu

nd

aki

Kah

ram

anla

r M

eyd

an›

(Hös

ök T

ere)

ve

hem

en a

rkas

›nd

a ye

r al

an b

üyü

k bi

r e¤

len

ce p

ark›

ola

n C

ity

Park

gör

ülm

e-ye

de¤

erd

ir.C

ity

Park

’tak

i su

ni

göld

e ka

y›k

gezi

nti

si e

¤er

küre

kçin

iz v

arsa

n i

çin

dek

i yo

r-gu

nlu

¤un

uzu

ala

ca¤›

na

emin

im.G

üze

l Sa

nat

lar

zesi

,Zir

aat

zesi

,hay

van

at v

e bo

tan

ikba

hçe

si (

All

at-e

s N

öven

kert

),E¤

len

ce P

ark›

(V

idam

Par

k) V

ajd

ahu

nya

d K

ales

i,A

vru

pa’

n›n

en

büyü

k sa

¤l›k

ve

kap

l›ca

mer

kezl

erin

den

bir

i ol

an S

zech

enyi

rdö

ham

am k

üll

iyes

i ve

tre

nve

top

lu t

afl›m

ac›l

›k m

üze

si o

lara

k bi

lin

en K

ozle

ked

esi

zesi

ziy

aret

ed

ileb

ilir

.

Kah

ram

anla

r M

eyd

an›’n

›n A

nd

rass

y B

ulv

ar›’n

a gi

rifl

yap

t›¤›

n›z

da

sol k

öfled

e S›

rbis

tan

yü-

kelç

ili¤

i’ni v

e h

emen

yan

›nd

a d

a T

ürk

yüke

lçil

ik b

inal

ar›n

› geç

ip O

ktog

on’a

gel

med

en s

a¤ta

raft

a Te

rör

Evi (

Terr

or H

aza/

Hou

se o

f Ter

ror)

zesi

ni z

iyar

et e

deb

ilir

isin

iz.H

emen

hem

entü

m A

vru

pa

fleh

irle

rin

de

göre

bile

ce¤i

niz

iflk

ence

zele

rin

den

bir

i ol

an T

erro

r H

aza

kom

ü-

nis

t d

önem

de

Mac

ar G

izli

Ser

visi

AV

O (

All

am V

edel

my

Osz

taly

)’nu

n m

erke

z bi

nas

› ol

arak

hiz

met

ver

mifl

.19

90’la

r bo

yun

ca a

ç›l›

p a

ç›lm

amas

› bü

yük

tart

›flm

alar

la g

eçen

Ter

ör E

vi20

02’d

e aç

›lm

›fl.N

azi v

e ko

nis

t d

önem

leri

nd

e ya

p›l

an ifl

ken

cele

rin

ve

kötü

mu

amel

eler

inm

erke

zi o

lara

k ta

sarl

anan

bin

ada

her

fley

asl

›na

uyg

un

ola

rak

tasa

rlan

m›fl

ols

a d

a,in

san

SEYR

ÜSEF

ER

Page 68: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

68

SEYR

ÜSEF

ER

zeyi

gez

erke

n a

nl›

yor

ki b

u m

üze

bafl

l› b

afl›n

a M

acar

lar›

n 1

990

son

ras›

yafl

ad›¤

› ki

mli

kkr

izin

e ve

dön

üflü

ne

en g

üze

l ör

nek

.Yap

›lan

m i

nsa

nl›

k d

›fl›

suçl

ar›n

Mac

arla

rca

de¤

ilN

azi

ve k

omü

nis

tler

ce y

ap›l

d›¤

› ve

sor

um

lulu

¤un

on

lara

klen

mey

e ça

l›fl›

ld›¤

› iz

len

imin

ive

ren

bu

gri

bin

an›n

saç

akla

r›n

dan

sar

kan

ter

ör y

az›s

› bi

le ü

rkü

tücü

.

Okt

ogon

’dan

fleh

ir m

erke

zin

e d

o¤ru

in

erke

n L

iszt

Fer

enc

Ter

veya

Nag

ymez

e ca

dd

eler

ind

e-ki

kaf

eler

e u

¤ray

abil

ir v

e so

nra

120

0 ki

flili

k d

evas

a sa

lon

u o

lan

ün

lü O

per

a bi

nas

›n›

ziya

ret

edeb

ilir

sin

iz.

An

dra

ssy

Bu

lvar

›’n›n

ney

ucu

nd

a bu

lun

an E

rzse

bet

Mey

dan

› Ey

lül

ay›n

da

bite

n d

üze

nle

me

çal›

flmal

ar›n

dan

son

ra ç

ok g

üze

l bir

par

k h

alin

e ge

ldi.

Mey

dan

›n o

rtas

›nd

abu

lun

an 4

0x40

kar

e bi

çim

li a

lt› c

am h

avu

zun

ken

ar› y

az s

›ca¤

›nd

an b

un

alan

kifl

iler

in a

yak-

lar›

n›

seri

nle

tmek

içi

n u

¤rad

›kla

r› b

ir y

er.H

avu

zun

alt

›nd

a bu

lun

an G

ödöl

(çu

kur)

Kaf

e ya

zay

lar›

nd

a çe

flitl

i m

üzi

k fe

stiv

alle

rin

in y

ap›l

d›¤

› bi

r ye

r.

Erzs

ebet

Mey

dan

›’n›n

bat

› yak

as›n

da

Bu

dap

eflte

’nin

di¤

er b

ir s

embo

lü S

t.Is

tvan

(Ste

fan

) Ba-

zili

kas›

Mac

arla

r iç

in k

uts

al b

ir m

ekân

.B

azil

ika,

H›r

isti

yan

l›¤›

kab

ul

eden

ve

20 A

¤ust

os10

00 y

›l›n

da

Pap

a ta

raf›

nd

an g

önd

eril

en K

uts

al T

aç i

le ö

llen

dir

ilm

esi

üze

rin

e (in

an›fl

a gö

-re

) Mac

ar ü

lkes

ini H

z.M

erye

m’e

hed

iye

eden

ilk

Mac

ar K

ral›

Ist

van

vey

a St

eph

an a

d›n

a ya

p-

t›r›

lm›fl

.‹h

tifla

ml›

bir

bin

a ol

an B

azil

ikan

›n k

ule

leri

nd

en fl

ehri

n p

anor

amas

›n› s

eyre

tmey

e ç›

-ka

nla

r ka

rfl›l

ar›n

a ç›

kan

çat

› man

zara

s› k

arfl›

s›n

da

küçü

k bi

r fla

flk›n

l›k

yafla

mak

tala

r.M

erd

i-ve

nle

rin

de

gün

içi

nd

e si

ze g

elen

ekse

l M

acar

hal

k d

ansl

ar›

göst

eris

ine

bile

t sa

tmay

a ça

l›fla

nik

i ki

fli v

ard

›r;

ama

›sra

rc›

olm

ad›k

lar›

n›

beli

rtey

im.B

azil

ika

önü

nd

eki

gen

ifl m

eyd

and

a h

ery›

l May

›s a

y›n

dan

Eyl

ül a

y›n

a ka

dar

öze

llik

le h

afta

son

lar›

kla

sik

zik

kon

serl

eri v

eril

mek

-te

dir

.B

azil

ikan

›n b

ir s

okak

alt

›nd

a bu

lun

an ü

nlü

bor

sa s

pek

üla

törü

Geo

rge

Soro

s d

este

kli

Cen

tral

Eu

rop

ean

Un

iver

sity

ve

Op

en S

ocie

ty I

nst

itu

te b

inas

› old

ukç

a il

gin

ç.C

add

eden

bin

a-ya

bak

t›¤›

n›z

da

sad

ece

5 ka

tl›

bir

bin

a gö

rürs

ün

üz.

Faka

t ü

niv

ersi

te b

inas

›n›n

içi

ne

gird

i¤i-

niz

de

bir

and

a ke

nd

iniz

i 10

katl

› bir

ap

artm

and

a bu

lurs

un

uz.

D›fl

ar›d

an a

sla

ama

asla

gör

e-m

eyec

e¤in

iz b

u 1

0 ka

tl›

bin

a fle

hri

n t

arih

î d

oku

su g

özet

iler

ek 5

kat

l› a

na

tari

bin

an›n

av-

lusu

na

infla

ed

ilm

ifl a

ma

kull

an›l

an m

imar

î te

knik

say

esin

de

d›fl

bin

alar

›n ö

yle

bir

kam

uf-

laj y

apm

as› s

a¤la

nm

›fl.B

u n

eden

le n

e ka

dar

den

erse

niz

den

eyin

d›fl

ar›d

an b

akt›

¤›n

›zd

a iç

er-

dek

i bu

10

katl

› bi

nay

› gö

rmen

iz m

üm

kün

olm

uyo

r.B

azil

ikad

an b

at›y

a d

o¤ru

gid

en c

add

eyi

geçi

p S

zaba

dsa

g M

eyd

an›’n

a va

r›yo

rsu

nu

z.Ö

zgü

rlü

k/ba

¤›m

s›zl

›k a

nla

m›n

dak

i bu

mey

dan

-d

a A

BD

yüke

lçil

i¤in

in o

lmas

› il

gin

ç bi

r te

sad

üf

olm

asa

gere

k! M

acar

Mer

kez

Ban

kas›

ve

Mac

ar T

elev

izyo

n b

inas

› bu

mey

dan

da

olan

di¤

er ö

nem

li b

inal

ar.

Mey

dan

› Pa

rlam

ento

’nu

nbu

lun

du

¤u K

ossu

th L

ajos

Ter

’e b

a¤la

yan

geç

itte

,195

6 D

evri

mi’n

de

öld

ürü

len

Mac

ar B

aflba

-ka

n›

Nag

y Im

re’n

in a

n›t

› h

üzü

nle

mey

dan

a ba

kmak

tad

›r.

1880

-90’

lard

a d

üz

bir

ova

üze

rin

e in

fla e

dil

en P

eflte

hay

at›n

har

eket

li a

kt›¤

› ca

nl›

c›v

›l c

›v›l

bir

fleh

ir.

Öze

llik

le V

.B

ölge

de

yo¤u

nla

flan

bu

dön

eme

ait

tari

bin

alar

›n e

n g

üze

li h

iç fl

üp

-

Page 69: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

69

hes

iz 2

65 m

etre

boy

un

ca T

un

a k›

y›s›

nd

a u

zan

an G

otik

mim

arî fl

ahes

eri 1

902’

de

tam

amla

nan

Mac

ar P

arla

men

to B

inas

›d›r

.B

u m

uaz

zam

bin

an›n

bu

lun

du

¤u K

ossu

th L

ajos

Mey

dan

›’›n

da

1956

Dev

rim

i’nd

e p

olis

in a

çt›¤

› at

efl s

onu

cu ö

len

Mac

arla

r an

›s›n

a ya

p›l

an k

üçü

k an

›tta

“ka

-ti

ller

ara

m›z

da”

ifa

del

eri

hem

en g

öze

çarp

›yor

.

Parl

amen

to B

inas

›nd

a M

acar

Dev

leti

’nin

sim

gesi

ola

rak

kabu

l ed

ilen

100

0 y›

l›n

da

H›r

isti

yan

-l›

¤› k

abu

l et

ti¤i

nd

e Pa

pa

tara

f›n

dan

Mac

ar K

ral›

Ist

zvan

’a g

önd

erd

i¤i

Ku

tsal

Taç

ve

Kra

liye

tM

üce

vher

leri

nin

bu

lun

du

¤u k

ubb

eli a

lan

Par

lam

ento

Bin

as›n

›n e

n ö

nem

li y

erid

ir.A

lan

üze

r-le

rin

de

Mac

arla

r› 9

.yü

zy›l

da

Ura

l d

a¤la

r›n

dan

al›

p,ba

t›ya

,bu

gün

kü M

acar

ista

n o

vas›

na

ge-

tire

n M

acar

lid

eri

Arp

ad’d

an b

ugü

ne

kad

arki

en

ön

emli

16

kral

vey

a li

der

leri

n h

eyke

ller

inin

tari

h s

›ras

›na

göre

sa¤

dan

sol

a s›

rala

nd

›¤› 1

6 sü

tun

la ç

evre

len

mifl

tir.

Arp

ad h

ariç

m k

ral v

eli

der

ler

Kra

l Is

tzva

n’a

bak

arke

n,I

stzv

an,K

uts

al T

aç’a

bak

mak

tad

›r.P

arla

men

to B

inas

›n›n

di-

¤er

bölü

mle

rin

i ge

zdik

ten

son

ra T

un

a bo

yun

ca S

zech

enyi

Rak

par

t’ta

n d

o¤u

ya d

o¤ru

rüye

-re

k D

un

a C

orsa

’ya

ula

fl›r›

z.Tu

na

Neh

ri ü

zeri

nd

e bu

lun

an g

emi

rest

oran

lard

a bi

r ke

yif

çay›

yud

um

laya

bili

rsin

iz.T

ürk

çay

› bu

laca

¤›n

›z› d

üflü

nm

eyin

.E¤e

r fla

nsl

›ysa

n›z

,can

l› m

üzi

k d

in-

lerk

en “

Kât

ibim

” fla

rk›s

›n›n

Mac

arca

ver

siyo

nu

ku

la¤›

n›z

a ça

rpab

ilir

.“K

âtib

im”i

n M

acar

ge-

len

ekse

l hal

k fla

rk›s

› old

u¤u

nu

du

yars

an›z

hiç

flafl

›rm

ay›n

.Zir

a B

alka

nla

rdak

i hem

en h

emen

her

mil

let

bu fl

ark›

n›n

ken

di

hal

k fla

rk›s

› ol

du

¤un

u i

dd

ia e

tmek

ted

ir.

Du

na

Cor

sa’y

a p

aral

elu

zan

an B

ud

apefl

te’n

in ‹

stik

lal

Cad

des

i d

iyeb

ilec

e¤im

iz V

aci

Utc

a fle

hri

n k

albi

gib

idir

.Dü

nya

kup

as›

maç

lar›

n›

izle

mek

içi

n d

ev e

kran

lard

an b

irin

in k

uru

ldu

¤u V

örös

mar

ty M

eyd

an›’n

dan

bafll

ayan

Vac

i U

tca’

n›n

di¤

er u

cun

da

Föva

m T

er i

le e

skid

en t

ren

ist

asyo

nu

ola

n a

ma

flim

di

kap

al›

hal

k p

azar

›,be

des

ten

ifll

evi

göre

n t

arih

î bi

r bi

na

olan

Vas

arcs

arn

ok v

e h

emen

on

un

yan

›nd

a es

ki a

d›

Kar

l M

arx

ola

n M

atya

s C

orvi

nu

s Ü

niv

ersi

tesi

bin

alar

› va

rd›r

.Yak

lafl›

k 1

kmu

zun

lu¤u

nd

aki

Bu

dap

eflte

’nin

can

dam

ar› V

aci

Utc

a ke

yifl

i bi

r yü

rüyü

fl iç

in i

dea

ldir

.Esk

i so

-ka

k ka

hve

leri

ve

onla

r›n

yen

i ve

rsiy

onla

r›n

›n b

ir a

rad

a ol

du

¤u g

öste

rifll

i ve

pah

al›

rest

oran

-la

r›n

bu

lun

du

¤u,s

okak

sat

›c›l

ar›n

›n,ç

alg›

c›la

r›n

,dil

enci

leri

n v

e so

kak

ress

amla

r›n

›n d

olafl

t›-

¤›,s

a¤l›

sol

lu s

ize

eflli

k ed

en z

arif

tar

ihî

bin

alar

›n a

lt›n

dak

i h

ediy

elik

efly

a d

ükk

ânla

r›n

›n k

a-p

›lar

›na

as›l

m›fl

Mac

aris

tan

’a ö

zgü

tafl

oyu

nca

k be

bekl

er v

e h

emen

hem

en t

üm

ele

ktri

k d

i-re

kler

ind

en s

arka

n b

eyaz

ve

lila

ren

kli

ren

gâre

nk

çiçe

kler

cad

dey

e ay

r› b

ir g

üze

llik

kat

mak

-ta

.Hed

iyel

ik e

flya

için

al›

flver

ifl y

apac

aksa

n›z

siz

i cad

den

in u

cun

da

bulu

nan

bed

este

ne

dav

eted

erim

.‹k

i ka

tl›

bin

an›n

ilk

kat

›nd

a d

aha

çok

man

avla

r va

rken

iki

nci

kat

tam

amen

hed

iye-

lik

eflya

kkân

lar›

ile

dol

u.

‹kin

ci k

atta

ki b

ir k

öfley

i is

e ay

akü

stü

bir

fley

ler

at›fl

t›ra

bile

ce¤i

-n

iz M

acar

usu

lü f

astf

ood

cula

r ka

pla

m›fl

.Bed

este

nd

en fl

ehir

mer

kezi

ne

do¤

ru i

ner

ken

ilk

du

-ra

¤›m

›z K

alvi

n M

eyd

an›’d

›r.

Mey

dan

ad

›n›

orad

a bu

lun

an k

üçü

k am

a fli

rin

Kal

vin

Kil

ise-

si’n

den

alm

akta

.Mey

dan

dan

,Ast

oria

’ya

do¤

ru u

zan

an M

uze

um

Kör

üt’

te b

ulu

nan

Mac

aris

-ta

n M

illi

zesi

dev

asa

bir

tari

h m

üze

sid

ir.B

ütü

n m

üze

yi g

ezm

ek i

çin

bir

n y

eter

li o

l-

SEYR

ÜSEF

ER

Page 70: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

70

du

¤un

u d

üflü

nm

üyo

rum

.Am

a ta

rih

le f

azla

ilg

ilen

miy

orsa

n›z

3-4

saa

tte

h›z

l› b

ir t

ur

yap

abi-

lirs

iniz

.Ast

oria

,Jew

ish

Qu

arte

r ol

arak

ad

lan

d›r

›lan

Yah

ud

i bö

lges

inin

bafl

lan

gݍ

yeri

den

ebi-

lir.

Zir

a A

vru

pa’

n›n

en

yük

sin

agog

u o

lan

Doh

any/

Nag

y Si

nag

ogu

bu

rad

ad›r

.Bü

yük

ve g

ör-

kem

li o

lan

sin

agog

sad

ece

Mac

aris

tan

’da

yafla

yan

Yah

ud

iler

içi

n d

e¤il

,tü

m o

rta

Avr

up

a Y

a-h

ud

iler

i içi

n ö

nem

li k

abu

l ed

iliy

or.B

ud

apefl

te y

akla

fl›k

100-

120

bin

kifl

ilik

Yah

ud

i nü

fusu

yla,

New

Yor

k’ta

n s

onra

‹sr

ail

d›fl

›nd

aki

en b

üyü

k Y

ahu

di

fusu

nu

bar

›nd

›r›y

or.Y

ahu

dil

er fl

eh-

rin

eko

nom

isin

in b

el k

emi¤

ini

olu

fltu

ruyo

r.A

lt›n

,döv

iz v

e d

e¤er

li t

afl t

icar

etin

i el

leri

nd

e tu

-ta

n M

acar

Yah

ud

iler

i ü

lke

siya

seti

nd

e d

e ön

emli

bir

etk

iye

sah

ip.

Hal

ihaz

›rd

a aç

›k b

ir A

nti

-Se

mit

izm

old

u¤u

nu

da

söyl

emek

zor

.Yah

ud

iler

in M

acar

eko

nom

isin

dek

i ro

ller

ind

en d

uyu

-la

n b

ir r

ahat

s›zl

›k s

öz k

onu

su.

Çin

gen

eler

den

son

ra e

n b

üyü

k a

z›n

l›k

Çin

lile

r

Mac

aris

tan

’dak

i en

yük

az›n

l›k

Çin

gen

eler

.Bu

dap

eflte

’nin

su

ç m

erke

zi o

lara

k bi

lin

en ö

n-

cele

ri C

hic

ago

olar

ak a

dla

nd

›r›l

an 8

.böl

ged

e ya

flaya

n Ç

inge

nel

er a

ras›

nd

a su

ç or

an› ç

ok y

ük-

sek.

Çin

gen

eler

öze

llik

le e

¤len

ce s

ektö

rün

de

çal›

fl›yo

r.So

n d

önem

lerd

e ok

ull

aflm

a or

an›

gi-

der

ek a

rtan

Çin

gen

eler

in e

kon

omik

ve

siya

sal

hay

ata

kat›

lmal

ar›

yön

ün

de

her

han

gi b

ir y

a-sa

l en

gel o

lmas

a d

a n

egat

if a

yr›m

c›l›

kla

yüz

yüze

old

ukl

ar› d

ille

nd

iril

en b

ir g

erçe

k.Ç

inge

ne-

lerd

en s

onra

en

yük

az›n

l›k

gru

bu is

e Ç

inli

ler.

1988

ser

best

viz

e an

laflm

as› s

onra

s›n

da

Ma-

cari

stan

’a a

k›n

ed

en y

akla

fl›k

40 b

in Ç

inli

m M

acar

fleh

irle

rin

i ist

ila

etm

ifl d

uru

md

a.A

çt›k

-la

r› d

ükk

ânla

rda

ucu

z Ç

in m

alla

r› s

atar

ak b

u fl

ehir

lerd

e bu

lun

an k

üçü

k ve

ort

a öl

çekl

i M

a-ca

r es

naf

›n i

flas

›na

yol

açan

Çin

lile

rin

bu

gün

fusl

ar›n

›n 6

0 bi

ne

ula

flt›¤

› ta

hm

in e

dil

iyor

.B

ud

apefl

te’d

e h

emen

her

sok

akta

bir

Çin

lok

anta

s›n

a ra

stla

mak

mkü

n.

Peflt

e’n

in k

uze

-yi

nd

e O

rczy

Ter

yak

›n›n

da

bulu

nan

yak

lafl›

k on

befl

bin

ku

lübe

ve

pav

illo

nd

an o

lufla

n Ç

in p

a-za

r›,

Mac

aris

tan

’›n t

ekst

il i

hti

yac›

n›

karfl

›l›y

or.

Çin

paz

ar›n

a fle

hir

mer

kezi

nd

e D

eak

Ter’

den

9 n

o’lu

oto

büs

ile

13-1

5 d

akik

al›k

bir

yol

culu

kla

ula

flabi

lirs

iniz

.Çin

lile

rden

son

ra e

n ç

ok T

ürk

pav

illo

nu

nu

n b

ulu

nd

u¤u

Kad

›köy

’ün

ün

lü S

al› p

azar

› gör

ün

üm

lü b

u Ç

in p

azar

› her

n b

in-

lerc

e ki

fli t

araf

›nd

an z

iyar

et e

dil

mek

te.

SEYR

ÜSEF

ER

Page 71: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

71

Bu

dap

eflte

’de

yafla

yan

rkle

r ya

tek

stil

ya

da

loka

nta

c›l›

kla

u¤r

afl›y

or.B

u n

eden

le T

ürk

leri

nyo

¤un

ola

rak

gitt

ikle

ri m

esci

tler

den

bir

i bu

paz

ar›n

tam

kar

fl›s›

nd

ad›r

.Bu

dap

eflte

’dek

i nü

fus-

lar›

yak

lafl›

k bi

n o

lan

rkle

rin

fleh

rin

mer

kezi

ni

çevr

eley

en a

na

cad

del

er (

körü

t) ü

zeri

nd

eh

emen

hem

en h

er 1

00 m

etre

de

bir

loka

nta

ya s

ahip

olm

as›n

›n y

arat

t›¤›

in

tiba

ned

eniy

le B

u-

dap

eflte

’de

yafla

yan

Mac

arla

ra g

öre,

ülk

ede

en a

z 5

bin

in ü

zeri

nd

e T

ürk

var

d›r

.Tü

rk l

okan

ta-

lar›

nd

an e

n ü

nlü

sü v

e en

yü¤ü

Mar

git

Köp

rüsü

’nü

n P

eflte

tar

af›n

da

St I

stzv

an K

örü

t ü

ze-

rin

dek

i Sa

ray

Loka

nta

s›’d

›r.

Üçk

ard

eflle

r,Pa

fla,

‹sta

nbu

l ve

Ku

dre

tlo

kan

tala

r› d

a d

i¤er

rklo

kan

tala

r› a

ras›

nd

a ye

r al

›r.

Mac

ar m

utf

a¤›n

›n e

n ü

nlü

yem

e¤i:

Gu

lafl

Osm

anl›

mu

tfa¤

›n›n

bir

uza

nt›

s› o

lara

k gö

rebi

lece

¤im

iz M

acar

mu

tfa¤

›n›n

en

ün

lü y

eme¤

iG

ula

fl’t›

r.G

ula

fl’a,

etli

rlü

n ç

orba

ver

siyo

nu

diy

ebil

iriz

.G

ula

fl’›n

tad

›na

bakm

ak i

ster

se-

niz

gar

son

a m

utl

aka

kull

an›l

an e

tin

dom

uz

eti

olu

p o

lmad

›¤›n

› so

run

.D

um

anla

nm

›fl k

eçi

pey

nir

i ve

çefli

tli t

ürl

erd

eki p

eyn

ir k

›zar

tmal

ar› d

a ta

d›l

abil

ir.B

ahar

atl›

yem

ekle

r D

o¤u

ve

-n

eyd

o¤u

An

adol

u y

emek

leri

ni h

at›r

lat›

yor.

Ço¤

u y

emek

te k

ull

an›l

an s

ar›m

sak

ve p

apri

ka d

e-n

en b

iber

ler

Mac

ar m

utf

a¤›n

a ay

r› b

ir le

zzet

kat

›yor

.Yem

ekle

rde

kull

an›l

an e

tler

in h

emen

he-

men

tam

am›n

›n v

e ü

nlü

Mac

ar s

alam

›n›n

da

dom

uz

eti

old

u¤u

nu

bel

irte

lim

.B

al›k

çor

bas›

,la

han

a d

olm

as›,

bizd

e ba

z› y

örel

erd

e ak

›tm

a ol

arak

bil

inen

hor

toba

gyi,

pat

l›ca

n y

emek

leri

ile

Pala

çin

ka t

atl›

lar›

tip

ik M

acar

yem

ekle

rid

ir.G

elen

ekse

l M

acar

lar,

paz

ar s

abah

lar›

sal

aml›

ek-

mek

vey

a sa

lata

l› k

epek

ekm

e¤i

ile

pat

ates

,h

avu

ç ve

mak

arn

a p

arça

lar›

n›n

bu

lun

du

¤u ç

oksu

lu t

avu

k bu

lyon

lu b

ir ç

orba

içe

r.M

acar

ista

n’d

a is

ted

i¤in

iz ç

eflit

ve

türd

e ek

mek

bu

labi

lirs

i-n

iz.Ç

ok l

eziz

ola

n T

rabz

on e

kme¤

ine

ben

zeye

n M

acar

köy

ekm

e¤i

yan

›nd

a,ke

pek

li,y

ula

fl›,

sebz

eli,

cevi

zli,

f›n

d›k

l› v

b.ek

mek

leri

ni

kat›

ks›z

dah

i yi

yebi

lirs

iniz

.

Tari

bin

alar

dak

i as

ansö

rler

e d

ikk

at!

Eski

Pefl

te’d

e ap

artm

anla

r ge

nel

de

befl

veya

alt

› kat

l› v

e h

emen

her

ap

artm

and

a d

aire

leri

n ç

o-¤u

ort

ada

bulu

nan

avl

uya

bak

mak

ta.‹

çe k

apal

› bu

ap

artm

an m

odel

leri

nd

e ge

nel

de

her

kat

-ta

en

az

5-6

dai

re b

ulu

nm

akta

d›r

.Bir

inci

kat

ile

ikin

ci k

at a

ras›

nd

a bi

r as

ma

kat

vard

›r v

e n

or-

mal

kat

say

›lm

amak

tad

›r.

Ap

artm

and

a as

ansö

r ku

llan

acak

san

›z d

ikka

t! T

arih

î bi

nal

ard

aki

asan

sörl

er e

n a

z bi

nan

›n k

end

isi k

adar

esk

i,ya

ni f

i tar

ihin

den

kal

ma.

Hem

en h

emen

m O

r-ta

ve

Do¤

u A

vru

pa

ülk

eler

ind

e bu

lun

an b

u a

san

sörl

er,ö

zell

i¤i

gere

¤i d

›fl v

e iç

kap

›y›

tam

ka-

pat

mad

an h

arek

et e

tmiy

or.

Har

eket

ett

i¤in

de

de

ç›ka

rd›¤

› se

sten

dol

ay›

hem

en d

ura

cakm

›flve

ya d

üfle

cekm

ifl i

zlen

imi

uya

nd

›r›y

or.B

öyle

bir

asa

nsö

re i

lk k

ez b

ind

i¤in

izd

e bi

ldi¤

iniz

md

ual

ar›

ne

kad

ar k

›sa

süre

de

oku

yabi

lece

¤in

izi

görü

yors

un

uz!

SEYR

ÜSEF

ER

Page 72: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

72

fieh

ri k

uts

ayan

hey

kel

ler

Bu

dap

eflte

’nin

di¤

er b

ir ö

zell

i¤i,

fleh

rin

yük

cad

del

erin

in k

esifl

ti¤i

her

köfl

ede

o kö

fleyi

bek

-le

yen

ve

yerl

i h

alk›

n d

eyim

iyle

ku

tsay

an e

serl

er;

Dea

k Fe

ren

c,Li

szt

Fere

nc,

Tele

ki L

azsl

o gi

-bi

Mac

ar t

arih

inin

ön

emli

flah

siye

tler

inin

stle

ri y

a d

a on

lar›

ça¤

r›flt

›ran

an

›t v

eya

hey

kell

e-ri

n b

ulu

nm

as›.

Hey

kel

dem

iflke

n M

arx

,En

gel,

Len

in g

ibi

kom

ün

ist

lid

erle

rin

dev

asa

hey

kel-

leri

nin

bu

lun

du

¤u S

tatu

e Pa

rk’›

un

utt

u¤u

mu

far

k et

tim

.fieh

rin

bir

az d

›fl›n

dak

i bu

par

ka g

it-

mek

içi

n fl

ehir

mer

kezi

nd

en d

üze

nle

nen

tu

rlar

a ka

t›la

bili

rsin

iz.

Tren

ler

en u

ygu

n g

ezi

arac

Mac

aris

tan

’›n d

i¤er

böl

gele

rin

e gi

tmek

ist

iyor

san

›z s

ize

tavs

iyem

tre

nd

ir.H

er n

e ka

dar

tre

n-

leri

çok

yen

i ol

mas

a d

a,h

em u

cuz

hem

de

taflr

ay›

dah

a ra

hat

gör

ebil

iyor

sun

uz.

Mac

ar D

e-m

iryo

llar

›n›n

ww

w.e

lvir

a.h

u a

dre

sin

den

tre

nle

rin

har

eket

saa

ti v

e ü

cret

i gi

bi d

etay

lar›

ö¤r

e-n

ebil

irsi

niz

.Bu

dap

eflte

’de

üç

tren

ista

syon

u v

ar.B

ud

a ta

raf›

nd

a bu

lun

an G

ün

ey T

ren

‹st

asyo

-n

u D

eli

Paly

audv

ar,

Bat

› Tr

en ‹

stas

yon

u N

yuga

ti P

alya

udv

ar v

e D

o¤u

Tre

n ‹

stas

yon

u K

elet

iPa

lyau

dvar

Pefl

te’d

e.B

at› T

ren

‹st

asyo

nu

ön

emli

bir

yer

.Nyu

gati

,Mac

arca

bat

› d

emek

ve

do-

¤ud

an g

elen

tre

nle

r bu

rad

a d

uru

yor.

Hem

en y

an›n

da

Wes

ten

d (

bat›

n›n

son

u)

adl›

al›

flver

iflm

erke

zi v

ar.B

ild

i¤in

iz g

ibi M

acar

ista

n A

vru

pa’

n›n

ort

as›n

da

bir

ülk

e.B

ud

apefl

te b

aflke

nt

ola-

rak

her

ne

kad

ar M

acar

ista

n’›n

tam

ort

as›n

da

yer

alm

asa

da

sim

gese

l ol

arak

bu

nu

ku

llan

›-yo

rlar

.Bat

› A

vru

pa’

n›n

en

son

nok

tas›

Nyu

gati

.Kel

eti

ise

Do¤

u A

vru

pa’

n›n

bafl

lan

gݍ

nok

ta-

s›.B

at›d

an g

elen

tre

nle

r K

elet

i Pal

yau

dvar

’da

du

ruyo

r.G

ün

ey is

tasy

onu

Del

i Pal

yau

dvar

dah

aço

k iç

hat

lar

ve n

adir

en A

kden

iz’e

in

en t

ren

hat

lar›

içi

n k

ull

an›l

›yor

.Ku

zeyd

eki

tren

ist

asyo

-n

u m

üze

(K

ozle

ked

esi

zesi

) ol

arak

ku

llan

›l›y

or.N

e d

e ol

sa k

uze

yden

gel

en t

ehli

ke m

üze

-li

k ol

du

!

Ort

a ve

Do¤

u A

vru

pa

fleh

irle

rin

i zi

yare

t iç

in e

n u

ygu

n t

akvi

m: M

ay›s

-Eyl

ül

Ort

a ve

Do¤

u A

vru

pa

fleh

irle

rin

e gi

tmey

i d

üflü

nen

ler

için

en

uyg

un

tak

vim

May

›s-E

ylü

l d

ö-n

emid

ir.B

u d

önem

de

hem

hav

alar

zel

hem

de

ya¤a

n y

a¤m

url

ar k

›sa

süre

li.S

is v

e p

us

ne-

red

eyse

hiç

yok

.Eki

mle

ber

aber

Ort

a ve

Do¤

u A

vru

pa

fleh

irle

rin

in ü

zeri

ne

çöke

n s

is v

e p

usu

her

ne

kad

ar fl

ehir

lere

ayr

› bi

r gü

zell

ik k

atsa

da

kasv

etli

bir

hal

etir

uh

iye

için

e d

üflm

eniz

i en

-ge

lley

emiy

or.B

u fl

ehir

lerd

e ço

¤u z

aman

nefl

o k

adar

k›s

a za

man

ara

l›¤›

nd

a yü

zün

ü g

öste

-ri

yor

ki (

ya d

a ba

zen

hiç

gös

term

iyor

) h

ep g

ri b

ir h

ava

ile

yüz

yüze

kal

›yor

sun

uz.

Bu

ned

en-

le h

er n

e ka

dar

Bu

dap

eflte

her

mev

sim

de

güze

l gö

züks

e d

e si

ze t

avsi

yem

May

›s-E

ylü

l d

öne-

min

de

gitm

eniz

dir

.

SEYR

ÜSEF

ER

Page 73: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

73

Efle¤

in s

ahib

ini

de

eflek

diy

e gö

türü

rler

mi?

Bir

isi

ka

ç›p

bir

eve

s›¤

›nd

›.K

ork

ud

an

ben

zi u

çmu

fl,sa

psa

r› k

esil

mifl

,du

da

kla

r› g

öve

rmifl

ti.

Ev

sah

ibi,

pek

i d

edi,

A a

mca

s›n

›n c

an

›,n

e o

ldu

,ned

en k

açt

›n?

Ned

en b

öy

le b

enzi

n a

tt›?

Ad

am

ded

i k

i: Z

ali

m p

ad

ifla

h›

e¤le

nd

irm

ek i

çin

bu

gün

so

ka

kta

ne

ka

da

r efl

ek v

ars

a y

ak

a-

l›yo

rla

r.

Ev

sah

ibi,

pek

i d

edi,

A a

mca

s›n

›n c

an

›,efl

ekle

ri y

ak

al›

yorl

ar.

Sen

efle

k d

e¤il

sin

ya

,b

un

da

nn

e ta

san

va

r se

nin

?

Ad

am

ded

i k

i: B

u i

fle ö

yle

bir

gir

iflm

iflle

r,ö

yle

k›z

›flm

›flla

r k

i b

eni

bil

e efl

ek d

iye

yak

ala

rla

r-sa

fla

fl›lm

az.

Efle

k y

ak

ala

may

a e

l at

m›fl

lar,

hiç

bir

fley

fa

rk e

tmiy

or

art

›k!

Bir

fley

i fa

rk e

tmey

en k

iflil

er,b

afl›

m›z

a g

eçer

lers

e efl

e¤in

sa

hib

ini d

e efl

ek d

iye

götü

rürl

er m

igö

türü

rler

!

Fak

at b

izim

fleh

rim

izin

pa

difl

ah

›,ab

es i

fl ya

pm

az.

On

un

tem

yiz

ha

ssa

s› v

ard

›r.

O h

er fl

eyi

du

yar,

her

fley

i gö

rür.

Ad

am

ol

da

efle

k t

uta

nla

rda

n k

ork

ma

.Ey

za

ma

nen

in ‹

sa’s

›,efl

ek d

e¤il

sin

sen

ürk

me.

rdü

ncü

kat

k s

enin

nu

run

la d

olu

.Ha

fla s

enin

du

ra¤›

n a

h›r

de¤

ild

ir.S

en b

ir ifl

için

ah

›r-

da

s›n

am

a g

ök

zün

den

de

cesi

n s

en,y

›ld

›zla

rda

n d

a.

‹mra

ho

r b

aflk

ad

›r,e

flek

ba

flka

.Her

ah

›ra

gid

en e

flek

de¤

ild

ir.N

eden

yle

efle

¤in

ku

yru

¤u-

na

ya

p›fl

t›k

,a

rd›n

a d

üflt

ük

? G

ül

ba

hçe

sin

den

,gü

ller

den

ba

hse

t.N

ar›

,tu

run

cu,el

ma

da

l›n

›sö

yle

.fia

rab

› ve

say

›s›z

zell

eri

an

lat.

Ya

hu

t d

alg

as›

in

ci o

lan

,in

cisi

yle

yen

,gö

ren

den

izi.

Ya

hu

t gü

l d

evfli

ren

,y

um

urt

ala

r› a

l-t›

nd

an

,gü

flten

ola

n k

ufll

ar›

yle

.Ya

hu

t d

a c

eyla

nla

r› b

esle

yen

,h

em s

›rtü

stü

,h

em y

ü-

zük

oyu

n u

çan

do

¤an

ku

flla

r›n

da

n b

ah

set.

Âle

md

e gi

zli

mer

div

enle

r va

rd›r

,ba

sam

ak

ba

sam

ak

da

¤e k

ad

ar.

Her

bu

lutu

n b

aflk

a b

ir m

erd

iven

i va

rd›r

,her

gid

iflin

ba

flka

bir

¤ü.H

er b

iri

öb

ürü

n h

a-

lin

den

bih

aber

dir

.Gen

ifl b

ir ü

lked

ir,n

e b

afl›

va

r,n

e so

nu

!

Bu

,o n

eden

yle

ho

fl d

iye

flaflm

ak

tad

›r;

o,b

u n

eden

yle

fla

fl›yo

r d

iye

hay

rett

e.

Yer

zü s

ah

as›

gen

iflti

r.O

rad

a h

er a

¤aç,

yerd

en b

afl

verm

ifl,b

oy a

tm›fl

t›r.

A¤a

çla

rda

ki

yap

-ra

kla

rla

da

lla

r,n

e d

e gü

zel

ülk

e,n

e d

e ge

nifl

sa

ha

diy

e flü

kre

der

ler.

lbü

ller

,yed

i¤in

fley

den

biz

e d

e ve

r d

iye

k›v

r›m

k›v

r›m

çiç

ekle

rin

çev

rele

rin

de

uçu

flur,

ötü

-flü

rler

.

Bu

zün

so

nu

yo

ktu

r.S

en y

ine

o t

ilk

inin

,asl

an

›n,o

ill

etin

ve

açl

›¤›n

hik

âye

sin

e d

ön

!

MESN

EVÎ’D

EN

Page 74: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

74

Bilim ve Sanat Vakf›XVIII. Ö¤renci Sempozyumu

10-11 Mart 2007

10 Mart 2007 Cumartesi

I . O T U R U M

Fetih, Diplomasi Ve DüzenOturum Baflkan›: Ahmet Okumufl

Stratejik Zihniyetin Dönüflümü: Osmanl› Diplomasisinin Geliflimi ve Sefaretnameler / Ahmet fiefik Hatipo¤lu

Rumeli-i fiahanenin Balkanlaflmas› / Salih AltundereOsmanl› Devleti’nde Nizam-› Âlem Düflüncesi / Bilal Y›ld›r›m

Emeviler Döneminde D›maflk (fiam): Fetih Neyi De¤ifltirdi? / Zeynep Arslantafl

I I . O T U R U M

Jön Türkler, Siyaset Ve UlemaOturum Baflkan›: Dr. Suat Merto¤lu

1908 Devrimi Öncesi Jön Türklerin Siyasî Fikirlerinin Teflekkülü / Hatice Çolak YentürkII. Meflrutiyet Döneminde Jön Türklerin Siyasî Fikirlerinde

Meydana Gelen Dönüflümler / Emine Kaval1912 Seçimleri ve Konya Ulemas› / Serhat Aslaner

Bir Osmanl› Ulema Ailesi: Arabzâdeler / Arzu Güldöflüren

I I I . O T U R U M

Toplum, Devlet ve AdaletOturum Baflkan›: Dr. Sami Erdem

‹bn Haldun’un Bak›fl Aç›s›yla Toplum ve Devlet / Emel ÖncelWeber’in Kad› Adaleti Kavram› / Osman Safa Bursal›

Osmanl›’n›n Kapsay›c›l›¤›n› Anlamak: Makyavel’in Prensi ve K›nal›zade’nin Ahlak-› Alai’si / Ramazan Özdemir

Ötekini Mahkum Eden Bir Düflman Söylemi: Oryantalizm / Seçkin Koç

Page 75: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

75

I V . O T U R U M

Din SosyolojisiOturum Baflkan›: Dr. Fahrettin Altun

Din Ve Dayan›flmac› Modelleme Türleri / Esat Alt›ntaflTemel Akideleri Efsanelere Dönüfltürmek:

Dinî Ço¤ulculuk Teorilerinin Bir Elefltirisi / Hatice Kübra Yücedo¤ruEvrim Fikrinin Dünü Bugünü / fieyma TuranHerakleitos’da Logos Kavram› / Sümeyye Sel

11 Mart 2007 Pazar

V . O T U R U M

E¤itimin DönüflümüOturum Baflkan›: Dr. Ebubekir Ceylan

Türkiye’de E¤itim Problemleri Çerçevesinde ‹deal E¤itim / Esra ErenÜniversitelerin Yap›sal Dönüflümü / Fatma Y›ld›r›mBursa Medreselerinde Islah Çal›flmas› / Betül Ayd›n

V I . O T U R U M

Savafl, ‹fade Özgürlü¤ü Ve Sürgün Politikas›Oturum Baflkan›: Dr. Yücel Bulut

Bosna Savafl›n›n ‹deolojik Arkaplan› / Hatice Bayraktar‹fade Özgürlü¤ü Ve Aihm / Taha Ayhan

Sovyetler Birli¤i’nin Sürgün Politikas›nda Ah›ska Türkleri Örne¤i / Yahya Abdulov‹slam Dünyas›nda ‹flbirli¤i Hareketleri Ve Türkiye: D8 Örne¤i / Harun Küçükalada¤l›

V I I . O T U R U M

‹mparatorluktan Sonra AidiyetOturum Baflkan›: ‹shak Arslan

Milli Kimli¤in ‹nfla Sürecinde Türk-Arap ‹liflkilerinin Seyri / M. Talha Çiçek“Çerkez’im, Ama Suriye’nin Çocu¤uyum!”:

Suriye Çerkezleri Üzerine Bir Sözlü Tarih Çal›flmas› / Zeynep Özcanfieyh Said ‹syan› Ve D›fl Güçlerle Ba¤lant›s› / Fatma Cebe

Savafl Sonras› Ekonominin Yeniden ‹nflas›: Türkiye Örne¤i (1923-1929) / Veysel Maden

Page 76: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

76

V I I I . O T U R U M

Osmanl› Ve Japonya’da ‹ktisadî SüreçlerOturum Baflkan›: Dr. fievket Kamil Akar

Model Davran›fl Kültürü Olarak Ahîlik Teflkilat› / Esma Betül BoztepeOsmanl›’da Para Vak›flar›: Faizli Dindarl›k M›, Faizsiz Dünyevilik Mi? / Ali BengüYabanc›lara Toprak Sat›fl›: Osmanl› Ve Türkiye Örnekleri / Emine Beyza Satoglu

Japonya’n›n Kapitalistleflme Süreci / Hatice Sürün

Bilim ve Sanat Vakf› 2007 K›fl Program›“Mehmed Akif”19-23 fiubat 2007

19 fiubat Pazartesi “M. Akif: Hayat›, Eserleri, Fikirleri” / Ertu¤rul DÜZDA⁄

20 fiubat Sal› “M. Akif ‘in Poetikas›” / Ali GÜNVAR

21 fiubat Çarflamba “1924: Bir Foto¤raf›n Uzun Hikayesi” Beflir / AYVAZO⁄LU

22 fiubat Perflembe “M. Akif ve Kur’an” / Suat MERTO⁄LU

23 fiubat Cuma“Hayata Dair Cevaplar› Olan fiairlerin Sonuncusu: M. Akif” / Hayrettin ORHANO⁄LU

Page 77: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

77

Küresel Araflt›rmalar

MerkeziKAM

MECMUA

Temel Akideleri Efsanelere Dönüfltürmek: Dinî Ço¤ulculuk Teorilerinin Bir Elefltirisi

Hatice Kübra Yücedo¤ru 78

Page 78: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

78

Temel Akideleri Efsanelere Dönüştürmek:Dinî Çoğulculuk Teorilerinin Bir Eleştirisi *

Hatice Kübra Yücedoğru

A. Arka Plan

Problemin Ortaya Çıkışı

Oldukça eski bir fenomen olmasına rağmen dinîçoğulculuk kavramının modern bir problem olarakgündeme getirilişi yakın bir zamanda vukû bul-muştur. Yirminci yüzyılın ilk yarısına gelinceye ka-dar dinler arası ilişkiler, çoğulculuk meselesini or-taya çıkaracak kadar geniş bir etki alanına sahip ol-madı. Bunun nedeni, dinlerarası ilişkilerin içeriği-ne uygun olarak zikredilen dinî çoğulculuk proble-minin ortaya çıkışının sadece dinlerin birbirleriyleolan münasebetleriyle sınırlı olmamasından kay-naklanmaktadır. 1 Bu nedenle dinî çoğulculukun bir“problem” olarak lanse edilmesi ile çokkültürlü or-tamın varlığının, ilk bakışta dolaysız bir neden-so-nuç ağı içerisinde ifadelendirilmesi, yalnızca basitgözlemlerin bertaraf edebileceği bir yanılsamadır.

Asimilasyoncu idealin karşıtı olarak çokkültürlüortam, farklı kültürlerin yaşam tehdidi hissetmek-sizin birarada varlıklarını iletişim içerisinde devamettirebilmesi anlamında kullanıldığı takdirde,2 sözkonusu ortamın sadece günümüz ABD ve Avrupatoplumlarına ait olmadığı aşikârdır. Erken dönemırk/etnisite temelli oluşumlar içerisinde çokkültür-lülükten söz etmek için yeterli delilimiz yok ise debunun için yirminci yüzyılı bekleme zorunluluğu-muz da yoktur. Örneğin, Oğuz zihniyetinin bir te-şekkülü olarak Anadolu Selçuklu dönemi şehir ha-yatı içerisinde Müslim-gayrimüslim unsurlarınbirarada yaşayabilirlikleri, ticarî ve sosyal ilişkileri-

nin varlığı,3 çokkültürlü ortamdan on ikinci yüzyılgibi günümüze nazaran erken bir dönemde debahsedebileceğimizi gösterir. Ancak, dinî çoğulcu-luk kavramı ile bu kavramın problem haline getiri-lişi farklı saiklere sahiptir. Bu nedenle dinî çoğulcu-lukla paralel bir biçimde çokkültürlü ortamın ka-dim varlığına rağmen, dinî çoğulculuk problemiyeni bir oluşumdur.

Ortaya çıkan yeni bir akımı, otantik dinî gelenekle-re atfen, pseudo kökenlere bağlayarak meşrulaştır-ma hatasına düşmeden, kavramın problem halinegetirilişi sürecinde geçirdiği seyri, medeniyet pers-pektifleri bağlamında ifade etmek gerekmektedir.

Değer-bağımlı bir karakter arz eden İslâm medeni-yeti, karşılaştığı sosyal olguları, değer sistemine uy-gunluğu bağlamında meşru görmektedir. Bununlabirlikte, Modern-Batı medeniyetinin en önemliözelliği mekanizma-bağımlılığıdır ki; İslâm mede-niyetinden farklı olarak, sosyal olgular ve davranışbiçimleri Modern-Batı medeniyeti için mekaniz-manın iç işleyişine uygun düştüğü ölçüde meşru-dur. Çoğulculuk meselesi de, bu farklılık/zıtlık içe-risinde düşünülmelidir. İslâm medeniyeti için din,bir değer olarak telakki edilmiş, farklı dinler farklıdeğerler olarak muamele görmüş ve dinî çoğulcu-luk olgusu, mezkûr medeniyet için tarih içindekendine özgü bir biçimde gelişen “dinî-kültürel ço-ğulculuk” bağlamında ele alınmıştır. Batı medeni-yeti için ise dinî çoğulculuk, sosyo-kültürel bir ob-je olarak ele alınmış, farklılık ‘mekanizma’ya uy-gunluk sınırı içerisinde serbestiyet kazanmıştır.Mekanizmaya uygunluk zorunluluğu, farklılığı mo-nistik/tekilci bir karaktere devşirmiştir.4 Üst pers-pektifler bazındaki bu ayrışma, dinî çoğulculuğunproblemleşmesi süreci için önemli bir veridir.

Mekanizma-bağımlı modern Batı düşüncesi içeri-sinde dinî çoğulculuğun problem haline gelmesi1960’lı yıllara rastlamaktadır. Bu tarihlerde ortayaçıkan ana mesele, kültürlerin ve halkların karşılaş-masıyla neticelenen kültürel globalizm ile savaş

Page 79: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

79

Temel Akideleri Efsanelere Dönüfltürmek:Dinî Ço¤ulculuk Teorilerinin Bir Elefltirisi Hatice Kübra Yücedo¤ru

sonrası yaşanan genel psikolojinin etkisiyle halkla-rın birbirine yakınlaşmasıdır. Bununla birlikte, alt-mışlı yıllar Asya ve Afrika gibi istihdam sorunu ya-şayan coğrafyalardan Batı’ya işgücü maksadıylagerçekleştirilen göçlere sahne olmuş ve Batı coğ-rafyası için birarada yaşama zorunluluğu ortayaçıkmıştır.

Dinî çoğulculuğun bir problem olarak ortaya çık-masında dahili bir sebep olarak zikredilebilecek birbaşka durum ise, kilisenin iç yapısıdır.5 Bu dönemoryantalizm çalışmaları, ürettiği sonuçlar itibariylekilisenin iç yapısını etkilemiş, savaş sonrası dö-nemde merkeziliği bir sorunsal haline dönen Batı,kaba oryantalist bilgilerin biraz daha incelmesi(objektif hale gelmesi) ile birlikte diğer dinlere kar-şı yeni bir bakış açısı geliştirmek zorunda kalmıştır.Zira bu dönem oryantalizm çalışmaları, İslâm’ı“yaşayan bir cemaat” ve “değişen bir gerçeklik”6

olarak sunmakta, bu durum ise, kilisenin sabit İs-lâm telakkisini geçersiz kılmakta, farklı dinlere kar-şı yeni bir bakış açısı ihtiyacını doğurmaktaydı.

Bu temel maddi şartlar altında problemleşen dinîçoğulculuk kavramı, birçok çoğulculuk ifadesiylebirlikte günümüz dünyasında, ‘kutsal’la ilişkili ola-rak kendi inanç ve uygulamalarını temsil eden pekçok dinsel geleneğin varlığına vurgu yapar. Eski birfenomen olarak yeni içeriğinin biraz da politizeedilerek inşa edildiği mezkur kavramın yaşadığıanlamsal kırılma, Batı düşüncesinin hakikat algı-sındaki değişim sürecinin ifadesiyle vuzuha kavu-şabilir.

Entelektüel Köken

18. yüzyıl Aydınlanma düşüncesi, Batı-Hıristiyandüşüncesinin “mutlak hakikat” algısını tümüyleyok etti. Hakikat algısı merkeziliğinde şekillenenbu yeni epistemolojik paradigma, pratik sonuçla-rıyla birlikte, mutlaklık yerine görecelik/izafi-lik/parçalanmışlık’ı sunmaktaydı. Statik, ezelî, mo-nolitik ve dışlayıcı bir karakter arz eden hakikat te-lakkisi, dinamik, diyolojik ve tarihî olarak algılanır

hale gelmiş; hakikat, onu kavrayan kişinin idrakinebağlanmıştı. Bu nedenle, mutlak hakikati elindebulundurduğunu ifade eden her görüş reddedil-meliydi.

Batı-Hıristiyan düşüncesinin mutlak hakikat anla-yışı, Aristo felsefesinin “bir şey aynı zamanda hemdoğru hem de yanlış olamaz” şeklinde ifade edilenzıtlık prensibine dayanmaktaydı. Batı düşüncesin-de hakikatin bu minvalden çıkartılıp, izafileştiril-mesi Leonard Swindler’e göre altı temel etmenedayanmaktadır. Bunlar:

- Tarihsellik (Historicism)

- Niyetsellik (Intentionality)

- Bilgi Sosyolojisi (The Sociology of Knowledge)

- Dilin Sınırları (The Limitations of Language)

- Hermenötik

- Diyalog

Bu altı etmen ele alındığında varılacak sonuç, haki-katin mutlak bir anlamının olmadığıdır.

Zira hakikat hakkında ayrılmış, izole edilmiş, şartave konjonktüre bağlı olmayan mutlak ifadelermevcut değildir. Hakikat izafidir ve pek çok faktö-rün etkilediği bir bilgi ağıyla ilintilidir. Bu nedenleo, her şeyin ötesinde onu idrak ve ifade edene bağ-lıdır. Netice itibariyle hakikat mutlak olmayıp anla-yışımızın tarihî şartlarına, anlama eylemimizin al-tında yatan niyetimize, bakış açımıza, dilimize, yo-rumumuza ve diğer hakikat telakkileriyle olan di-yaloğumuza bağlıdır.7

Dinî çoğulculuk meselesinin problemleşmesi veproblemin arka planını oluşturan entelektüel kök-lerle birlikte, tartışmalarda göz ardı edilen boyutise, genelde çoğulculuğun özelde ise dinî çoğulcu-luğun taşıdığı siyasal- sosyal işlevlerdir. Hiçbir sos-yal meselenin varoluşsal olarak fonksiyona indir-generek izah edilmesi yeterli olamayacağı gibi, di-nî çoğulculuk sorununun mekanizma-bağımlı zih-niyet açısından sahip olduğu işlev de göz ardı edil-memelidir.

Page 80: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

80

Temel Akideleri Efsanelere Dönüfltürmek:Dinî Ço¤ulculuk Teorilerinin Bir Elefltirisi Hatice Kübra Yücedo¤ru

Siyasal-Sosyal İşlev

Postmodern düşüncenin en temel tezlerinden biri,bilimin/sosyal bilimlerin bir dil oyunu olduğu vediğer dil oyunlarına nazaran epistemik-bilişsel açı-dan bir üstünlüğünün bulunmadığıdır. Bir şeyindil oyunu olması, o faaliyeti düzenleyen birtakımkurallar ya da uzlaşımlar olması ve atılan herhangibir adımın uygun olup olmadığının bu kural ya dauzlaşım kümesi tarafından belirlenmesi demektir.Aynı şekilde yerel bir kültürün inanç ve pratiklerbütünü de bir dil oyunu olarak görülebilir. Bu du-rumda inanç ve pratikler başka inanç ve pratiklerintabi olduğu kurallarla değerlendirilemez.8

Bu temelden hareketle, Aydınlanma düşüncesinin“erginleşmiş akıl”a ulaşma sloganıyla oluşturduğumonistik/tekilci evrensellik, Aydınlanma sonrasıdönemde yerini rölativizme bırakmış, ‘farklı’ ola-nın üstünlüğü ve yargılanamazlığı dogma kırıcı birdogma haline gelmiştir. Bununla birlikte övgü ob-jesinin evrensellikten, rölativizme dönüşümü bu-rada ifade edilemeyecek büyüklükte bir mahiyetesahiptir.

Nesnel doğru, ortak akıl idealini yadsıyarak, çoğul-culuk fikrinin kuvvetlendirilmesi, aslında mevcutiktidarın otoritesini daha da meşrulaştırır. Eğer ev-rensel, kültürlerüstü ya da ortak doğrular yoksa,zayıflar güçlüleri eleştirmek için önemli ve güçlübir silahtan mahrum kalacaklar demektir.9 Seküler-leşme teorilerini tekrar sorgulatır bir biçimde din,sosyal hayattaki varlığı korumakta ve siyasî çatış-malarda etkin varlığını sürdürmekte iken, hâkimolanın dini ile hâkim olamayanın dininin nihaikertede eşitliği, hakim olanın meşruiyetini sağla-maktan öte bir anlam taşımayacaktır. Güçlüler; “si-ze göre sizin açınızdan öyle, bize göre değil” diye-bilecekler, böylece zayıf olanın sahip olduğu tek si-lah elinden alınmış olacaktır.

Dinî çoğulculuk problemi bağlamında göz ardıedilmemesi gereken bir nokta kavramın/proble-min politize edilebilirliğidir. Ölçütlerin yadsınma-

sıyla gerçekleştirilen politizasyon, argümanın, tar-tışmanın ve dolayısıyla da sözün ve iletişimin yad-sınmasıyla son bulabilir. Bu yadsıma süreci ise ka-os ve muğlaklığın hakimiyetine yol açacaktır.

Dinî çoğulculuk kavramı, günümüzde kendisinealternatif olarak sunulan iki farklı yaklaşım ile bir-likte zikredilmektedir. Kapsayıcılık ve dışlayıcılıkolarak izah edeceğimiz bu yaklaşımlar, dinî çeşitli-lik olgusunun kurtuluş/necat fikri esas alınarak ya-pılan tasnifi dahilindedir. Pratik yönü ağır basanbir problem olarak dinî çoğulculuk meselesi üçbaşlık altında incelenmektedir.

B. Dinî Çoğulculuk Teorileri

Kapsayıcılık / Inclusivism

Kurtuluşun diğer dinler aracılığıyla da mümkünolmakla birlikte, O’na ulaştıran asıl yolun tek birdinden geçtiğini iddia eden paradigmadır. Mezkûrparadigmanın Hıristiyan kaynaklı olması nedeniy-le, onun sistemli haline yine Hıristiyanlık eksenliyaklaşımlarda rastlanabilmektedir. Kapsayıcılıkdiğer dinleri değersiz ve yanlış görmek yerine, on-ları kesin ve doğru olan dinin bazı yönlerini yansı-tan veya ona doğru bir yönelim oluşturan yapılarolarak görmektedir. Bu anlamda kapsayıcılar, biryandan kurtuluşun elde edilebilmesi (hak) bir din-de belirtilen şartların yerine getirilmesiyle müm-kündür diyerek dışlayıcı paradigmaya yaklaşırlar-ken, diğer yandan çoğulculara katılarak muhtelifdinler aracılığıyla Tanrı’ya ulaşılabileceğini ifadeederler. Kısacası hususî kurtuluş, ontolojik olarakkurtuluş için zorunludur; ancak epistemolojik ola-rak değildir.

Kapsayıcılığın önemli temsilcilerinden Karl Rah-ner (1904-1984), “Diğer ilahi din mensupları, far-kında olmasalar da Hıristiyan’dır ve bundan dolayıTanrı’nın rahmetinden pay alacakları ümit edilir”içeriğine sahip olan anonim Hıristiyanlık kavramı-nı dillendirmiştir. Bu görüşe göre:

Page 81: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

81

Temel Akideleri Efsanelere Dönüfltürmek:Dinî Ço¤ulculuk Teorilerinin Bir Elefltirisi Hatice Kübra Yücedo¤ru

- Hıristiyanlık, bütün insanlığa hitap eden mutlakbir dindir; diğer dinler onunla aynı derecede veeşit kabul edilemez.

- Hıristiyanlık teolojik açıdan herkesin kurtulması-nı amaçlayan Tanrı iradesinin eseridir ve iradekendini Mesih’le ifade etmiş, tarihî olarak da İsra-il dinlerinde gerçekleşmiştir.

- Bir Hıristiyan başka bir dine mensup kişiyle karşı-laşırsa, onu Tanrı’nın kurtarıcı rahmetinden mah-rum ve günahkâr biri olarak telakki etmemelidir.

- Kilise mensuplarının kendilerini seçilmiş ve kur-tulmuş, başka din mensuplarını ise günahkâr za-vallılar olarak görmeleri doğru değildir.10

Kapsayıcı paradigmanın farklı şekilleri olmakla bir-likte, K. Rahner’in savunduğu form en yaygın ola-nıdır. Gavin D’Costa, John Farquhar, Paul Tillich,John Robinson, John Cobb gibi isimler; farklı dinle-rin farklı derecelerdeki hakikati müşahhaslaştırdık-ları için farklı derecelerde meşruiyet sahibi olduk-ları düşüncesinin önemli savunucuları olarak zik-redilmektedir.11 Dünya Kiliseler Birliği’nin de ken-disine vizyon olarak seçtiği kapsayıcılık paradig-masının, her dine belirli oranda meşruiyet atfı, odinin kendi sınırları içerisinde kalmakta, herhangibir dine diğer dinler nezdinde yaşam hakkı tanıma-nın ötesinde bir anlam ifade etmemektedir.

Kapsayıcılığın Eleştirisi

Tüm dinlerin eşit oranda hakikatten pay alabilirifadesini dillendiren kapsayıcı paradigma, dinî dö-nüşüm/tebliğ/misyonerlik fiillerini anlamsızlaştır-ması ve bunu net bir biçimde delillendirememesinoktasında eleştirilmektedir. Buna göre temel so-ru, “Belirli bir dinî gelenekten gelen kişileri başkabir dinî geleneğe niçin dönüştürelim yahut kişileriinandıkları din/dinler üzerinde yaşamaya niçinteşvik etmeyelim?”dir.

Hıristiyanlığın yegâne din olduğu ve diğer dinlerlehiçbir zaman eşit görülemeyeceğini iddia eden K.Rahner’in tezi bağlamında, Hıristiyanların, kendi

dinlerini yüceltmek maksadıyla öne sürdükleri Hı-ristiyanlığa münhasır özelliklerin benzerlerini, di-ğer din mensupları da kendi dinlerine ait farklıözelliklerle öne sürerek yegânelik iddiasında bulu-nabilirler. Anonim Hıristiyanlık ifadesi, aynı teorikiddianın farklı bir şekli olarak “anonim Müslüman-lık” yahut “anonim” herhangi bir din ifadesinin tü-retilmesine mani olamamaktadır. Yine bir dininkurtuluşa ulaştıran özelliklerinin neye göre tespitedileceği, yani anonim kavramının içeriğinin han-gi şartları kapsayacağı, kapsayıcılığın cevaplamasıgereken sorunlarıdır.12

Dışlayıcılık / Exclusivism

Dışlayıcı paradigmaya göre, kurtuluş, özgürleşme,insanın kemale ermesi ya da dinin nihai amacı ola-rak kabul edilen şey sadece hususî bir dinde bulu-nur ve onun aracılığıyla elde edilir. Her ne kadar di-ğer dinler de hakikati ihtiva etseler, kurtuluş veyaözgürleşme yolunu sağlamada yalnızca bir din tekbaşına etkindir. Diğer din mensupları dinlerindesamimi olsalar ve ahlâken dürüst olsalar da kendidinleri aracılığıyla kuruluşa eremezler. Kurtulmakiçin biricik yoldan haberdar olmaları ve onu kabuletmeleri zorunludur. Bu din tarafından tayin edi-len yegâne kurtuluş planı hem ontolojik hem deepistemolojik olarak zorunludur.13

Dışlayıcılık, “bir dinin öğretilerinin doğru, diğerle-rinin doğru olanlarla çatıştığından dolayı yanlış ol-duğunu savunan” öğretisel dışlayıcılık, “tek dininkurtuluş ve özgürlüğü sağladığını ve ona götürdü-ğünü savunan” soteriolojik/kurtuluşçu dışlayıcılıkve “bir dinin tecrübelerinin gerçeğe bağlı olduğu-nu iddia eden” tecrübeye dayalı dışlayıcılık şeklin-de üç kısma ayrılmıştır.14

Sadece bir tek dinî hakikate sahip olduğunu vurgu-layan, bununla uyuşmayan diğerlerinin ise yanlışolduğunu savunan ve mutlak hakikati içerisindebarındıran dinin mensuplarının nihai kurtuluşları-nı sağlayacağını ileri süren söz konusu paradigma,

Page 82: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

82

Temel Akideleri Efsanelere Dönüfltürmek:Dinî Ço¤ulculuk Teorilerinin Bir Elefltirisi Hatice Kübra Yücedo¤ru

geleneksel dinlerin mensuplarının çoğunluğu tara-fından benimsenmekle birlikte, Hıristiyanlık kenditarihi boyunca dışlayıcı paradigmayı savunmuştur.Katolik kilisesinin “extra eccelesiam nulla salus”(Katolik kilisesi dışında kurtuluş yoktur) sloganikifadesi ve Protestanlığın kurucusu Martin Lut-her’in aşağıdaki sözleri dışlayıcı görüşün dışavuru-mu olarak addedilebilir:

“Hıristiyanlığın dışında kalanlar ister sapıklar, Tük-ler, Yahudiler, Katolikler olsun, tek ve gerçek Tan-rı’ya inansalar dahi yine de Rabbin gazabı ve ce-hennem azabına düçar olacaklardır.”15

Dışlayıcı perspektifin önemli bir temsilcisi olarakProtestan Teolog Karl Barth (1886-1968), dini vevahyi birbirinden ayırarak, Hıristiyanlığın, İsa Me-sih’in yegâneliği nedeniyle kurtuluşun biricik yoluolduğunu ifade eder. Ona göre vahiy hakiki dini ya-ratır ve Hıristiyanlık hakiki dinin mahallidir.16

Globalleşmenin ortaya çıkarttığı bir durum olarakçokkültürlü ortam, modern dönem geleneksel dinsöylemlerini tavize zorlamış ve paradigma içerisin-de kırılmalara neden olmuştur. Söz konusu kırıl-malar II. Vatikan Konsili deklarasyonunda açıkçagörülmektedir.

Dışlayıcı paradigmanın son dönemlerdeki enönemli temsilcisi, Hıristiyanlığın gayri Hıristiyandünyaya mesajı kitabının yazarı Hollandalı misyo-ner Hendrick Kreamer’dir. Biblical Realizm (Kitab-ı Mukaddes realizmi) kavramını ortaya atan veStephen Neill, Lesslie Newbigin, Norman Ander-son, Paul Hacker gibi isimlerin de kendisini des-teklediği Kreamer’in, dışlayıcılığın iddiaları genelolarak da üç maddede özetlenebilir:

- Hıristiyanlığın diğer dinlere nispetle çok özel biryeri vardır. Tanrı kendini bu Mesih yoluyla ve budinle vahyetmiştir.

- Dinler aslı itibariyle insanî değil ilahidir. Dolayı-sıyla onlar hakkında hüküm vermek insan düş-mez.

- Bu dünyada cezayı hak eden insanlar daima ola-caktır ve herkesi kurtarmak endişesi ile hakikattahrip edilmemelidir.17

Dışlayıcılığın Eleştirisi

Dışlayıcı paradigmanın iddialarına getirilen enönemli eleştiri, ilahî adalet sorunu etrafında ko-nuşlanmıştır. Buna göre, kurtuluş için gerekli olanıhiç duymamış veya onu anlamaktan aciz birinimahkum etmek Tanrı için adaletsizcedir. Eleştirişu safhalarda yol almaktadır: Mutlak merhamet veadalet sahibi Yüce yaratıcı bütün insanlığın kurtu-luşa ulaşmasını arzu ettiği halde, insanların ço-ğunluğu, içerisinde yetiştikleri kültürde etkin olandini benimser. Tek bir dinin kurtuluşa götürdüğü-nü kabul edersek, vahyini belirli bir zamanla, yol-la, kişiyle, cemaatle ve kültürle sınırlayan Tanrı bu‘belirli’liğin dışarısındakiler nezdinde, mutlakmerhamet ve adalet sahibi olmaklığı açısından çe-lişkili durmaktadır.

Paradigma savunucularının bir kısmı, bu eleştirile-re “ölüm sonrası Hıristiyanlaştırma” iddiasıyla ce-vap verir. Bu iddiaya göre Tanrı, hayatta iken ‘hakdin’le karşılaşma fırsat ve imkânını bulamayanlara,ölümden sonra bu fırsat ve imkânı verecek ve buşekilde herkes kurtuluş için eşit hakka sahip olabi-lecektir. Kurtuluş mesajın ulaşım sürecindeki un-surlara değil, yalnızca onun bilinçli kabulüne bağ-lıdır. Ancak bu fırsat tanındıktan sonra Tanrı hük-münü gerçekleştirecektir. 18

Dinî çoğulculuk

Kapsayıcılık ve dışlayıcılık gibi geniş halk kitleleri-ne yayılmaktan ziyade, entelektüel seviyesi yüksekzümreler tarafından tartışılan ve savunulan biryaklaşım olarak dinî çoğulculuk, fenomenolojikolarak, dinler tarihinin, geleneklerin ve bunlarınher birinde farklılıkların çeşitliliğini gösterdiğine;felsefî olarak ise, geleneklerin farklı ve birbirleriylerekabet eden iddialarıyla birlikte, bunlar arasında-ki ilişkiyle ilgili belirli bir teoriye işaret eder.19

Page 83: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

83

Temel Akideleri Efsanelere Dönüfltürmek:Dinî Ço¤ulculuk Teorilerinin Bir Elefltirisi Hatice Kübra Yücedo¤ru

Dinî çoğulculuk yaklaşımına göre, mutlak ve ilahîbir hakikat vardır ve dinler bu ‘mutlak’a ulaşan veonu eşit derecede temsil eden farklı yollardır. Bubağlamda, büyük dünya dinleri, beşerî melekeleri-mizin ötesindeki aynı nihai ‘mutlak’a ilişkin farklıyollar, cevaplardır.

Her ne kadar, 15. yüzyıl düşünürü Nicholas CugaDe Pace Fidei isimli eseriyle, bütün dinlerin aslın-da bir mantığa, akla dayandığını bu nedenle hepsi-nin insanları aynı kurtuluşa götüreceğini ifade et-mişse de20 bu yaklaşımın ilk önemli temsilcisi 1923yılında yayımladığı “The Place of ChristianityAmong the World Religion” başlıklı makalesiyle Al-man liberal Proteston teologu Ernst Troeltsch’dur.Troeltsch’u, Re-thinking Missions, isimli eseriyleWilliam Hocking ve faşizm ve komunizm tehdidinibertaraf etmek adına çoğulculuğu savunan İngiliztarihçi Arnold Toynbee takip etmektedir.21 Ancakdinî çoğulculuğun problematik bir biçimde ortayakonulması John Hick ile gerçeklemiştir. JohnHick’in dinî çoğulculuk hakkındaki yaklaşımını or-taya koymadan evvel bu konuda farklılık arz edenve John Hick’e ilham veren iki görüşten bahsetmekgerekmektedir.

İlk olarak, dinler tarihçisi kimliğiyle Wilfred Cant-well Smith, din kavramının yerine dinî gelenek kav-ramının kullanılmasını önererek dinî çoğulculukmeselesine farklı bir bakış açısı getirmiştir. Her birdinin bir fenomen olmakla birlikte birer değer ol-duğunu ifade eden Smith’e göre dinler, kendi kül-türel değerleri içerisinde tanımlanmalı, nominalbirimler olarak idrak edilmeye çalışılmalıdır.

İman (faith) ve birikimsel gelenek (cumulative tra-dition) olmak üzere her dinin iki boyutunun oldu-ğunu ifade eden Smith, bu boyutları birbirine bağ-layanın ise fert olduğunu ifade eder. Bu anlamdaiman, ferdin iç dinî tecrübesi, Aşkın Varlık’a olanilişkisi, algısı olarak tanımlanırken, tarihî süreç içe-risinde bir nesilden diğerine aktarılabilen, toplu-

mun biriken kültürel değerlerini ifadeye ise büyü-yen gelenek kavramı karşılık gelmektedir.

Hindu, Müslüman, Hıristiyan... fertlerin dinleriylealâkaları bakımından birbirlerinden farklı oldukla-rını söyleyen Smith, her bir ferdin de kendi büyü-yen geleneğinin oluşumunda bir katkısının oldu-ğunu belirtir. Bu farklılık, tarihsel bağlamda değer-lendirilmekle birlikte, ferdin kendi dinî geleneğinimutlak olanla özdeşleştirmesi aşkın ve mutlakolanın tek bir olguya hapsedilmesi bakımından birnevi putperestliktir. Ayrıca, fertlerin dinî doktrinle-ri hakkındaki mutlaklık inançları yahut bildirimle-ri, Tanrı adına konuşmak eylemiyle özdeşleştiril-mesi dolayısıyla şirk addedilebilir. 22

Bir din felsefecisinden ziyade dinler tarihçisi kimli-ğiyle, Hegelvari bir biçimde tarihi mutlakla özdeş-leştiren Cantwell Smith, dinî çoğulculuk teorisindevahiy kökenli dinleri dışarıda bırakmıştır denilebi-lir. Zira vahiy kökenli bir din açısından şeâir, vah-yin bitişiyle noktalanmakta, din tarihin her nokta-sında büyüyen gelenek ifadesine sığmamaktadır.Smith’in yaklaşımında eksik kalan diğer bir noktaise, farklı dinlerin farklı hakikat telakkilerinin doğ-ruluk bazında nasıl değerlendirilebileceğine ilişkincevabıdır. O, dinî doktrinin tarihi aşan bir obje ol-madığını belirtmiş, bu nedenle de farklılığın, dinle-rin tarih ötesi/aşkın bir iddiaları olamayacağı ge-rekçesiyle sorunsallığını yok etmiştir. Bu durum,dinlerin hakikat iddialarını kabul etmeyerek üretil-miş bir çözümdür ki, çoğulculuk telakkisinin daya-nak noktalarından biri olan perspektivizmi23 yadsı-yarak problemi yok saymış ve problemsizliği çö-züm olarak sunmuştur.

Rene Guenon, Frithjof Schuon, Titus Burckardt,Huston Smith ve Seyyid Hüseyin Nasr gibi düşü-nürlerin temsil ettiği diğer bir dinî çoğulculuk yak-laşımı ise, tradisyonel/geleneksel ekol olarak isim-lendirilmektedir. Hâlidî/perennial felsefenin dinanlayışı bağlamında kalan bu ekole göre haki-kat/mutlak; tektir, değişmez ve süreklidir. Farklı

Page 84: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

84

Temel Akideleri Efsanelere Dönüfltürmek:Dinî Ço¤ulculuk Teorilerinin Bir Elefltirisi Hatice Kübra Yücedo¤ru

dinler ise, aynı hakikatin farklı kültürler içerisinde-ki formlarıdır. Formsuz şekliyle bize ulaşmayanMutlak, kullandığı formlar itibariyle görünüşte çe-şitliliğe sahip olmaktadır. Bu ontolojik olarak zo-runludur, zira form, kavram olarak dahi bizatihiçokluğu içinde barındırır. Farklı formların özdebirliği, zâhirde değil bâtında gerçekleşen ve ancakbâtınî yönde vukufiyeti olan, üst perspektife sahipkişilerce idrak edilebilen bir birliktir.24

“Bütün yollar aynı zirveye ulaşır” ifadesinin slogan-laştırdığı bu yaklaşım, farklı formlara bürünmüşdinlerin herkes tarafından kavranılamayacak ve dekavranılmaması gereken özde birliğini Güneş meta-foruyla izah etmeye çalışır. Seyyid Hüseyin Nasr’ınifadesiyle, “İnsanoğlu bir güneş sistemi içerisindeyaşamak ve onun kanunlarına uymak mecburiye-tinde olmasına rağmen, diğer güneş sistemlerininvarlığının, harmonisinin farkına varabilir. Ancak,bir gezegen içerisinde yaşayan için kendi gezegenitek ve yegânedir. Buradaki gezegen sistemini bir di-nî gelenek olarak algılarsak, insan elbette kendi sis-teminin güneşi ile aydınlanacaktır. Buna rağmen,manevi yetkinliğinin gücü ile, orada olmadan vesezgisiyle bilebilir ki, her gezegen sisteminin birgüneşi vardır ve bu hem o gezegen sisteminin gü-neşi hem de bütün güneş sisteminin güneşidir.”

Nasr, inandığı din ile diğer dinleri güneş metafo-ruyla tek bir potada eşitledikten sonra, din mensu-bunun inanç objesini diğer objelere nazaran en üstpozisyonda görme arzusuyla şunu ifade eder: “Hersabah şafakla yükselen ve dünyamızı aydınlatanGüneş neden yegâne Güneş olmasın?”25

Tradisyonalistlerin, İslâm’ın tevhid doktrinin men-supları olduklarından hareketle, klasik tasavvufibir üslupla İbn Arabi ve Mevlana Celaleddin Rumigibi mutasavvıflardan etkilenmeleri, yaklaşımları-nı idrak etmede önemli bir etmendir. “Lâ mevcûdeillallâh” ifadesiyle özetlenebilecek vahdetü’l-vucud(varlığın birliği) doktrini Mutlakın varlıkla uzlaştı-rılması gibi farklı bir epistemolojiyi öngörür. Bu

nedenle geleneksel ekol mensupları, din felsefesi-nin kullandığı modern epistemoloji ve dilin ifadeettiklerini kapsayabilecek bir muhtevaya sahip ola-mayacağını belirtir, elitist bir yaklaşımla ancak be-lirli bir grubun idrak edebileceği bu içeriğe, uygunbir bağlam türetilmesi gerekliliğini savunurlar.

Geleneksel ekol mensuplarının en ciddi problemi,farklı din ve gelenekleri kendi bütünlüğü içerisindekabul edip, aralarındaki farklılık ve çelişkileri izahetmemesidir. Dinler arasındaki ayrışmalarda çeliş-kiden çok farklılık ifadesini kullanan ekol mensup-ları, bu kavramsallaştırmayla problemi asgarî sevi-yeye indirmekte, aynı görüş üzerindeki ayrışmala-rın dahi bir çeşitlilik gibi yeni bir epistemolojiyleizah edilebilirliğini savunmaktadır. Örneğin, Hz.İsa’nın Hıristiyanlar ve Müslümanlar açısından ko-numu gibi bir konu, farklılıktan ziyade açık bir çe-lişkidir ve farklı bir epistemoloji dahi dindarlarınbu konudaki hakikat algılarını bütünüyle tevil et-mediği müddetçe kabul edilebilir değildir. Hakikattelakkilerinin bütünüyle tevil edilerek farklı bir for-ma büründürülmesi ise, üzerinde konuşuluyorolanı değiştirmek, dolayısıyla objenin formunu bo-zarak bu farklı forma yönelik bir çözüm bulmakanlamına gelecektir.

Mezkur ekolün ikinci problemi ise, bilgi ediminde-ki elitizasyonudur. Dinlerin aşkın birliği, sadecebelirli şahıslar tarafından idrak edilebilirdir ve me-seleye yönelik herhangi bir idraksizlik ise bizatihianlamaya çalışan kişinin söz konusu elit dahilindeolamamasından kaynaklanmaktadır.26 Ekolünönemli bir temsilcisi olarak Seyyid Hüseyin Nasr,farklı dinlerin kurtuluş vaatlerinin eşitliğini ifadeederken, güneş metaforuna benzer bir metafor da-ha kullanır ki buna göre, dünya hem saniyede bin-lerce mil hızla dönen hem de bize duruyor gibi gö-rünendir. Ancak dünyanın binlerce mil hızla hava-da dönüyor olduğuna şuurlu ve müşahhas bir bi-çimde inanmamız mümkün değildir. Hatta bu, ba-sit seviyedeki bir astronomi bilgisiyle dahi elde edi-

Page 85: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

85

Temel Akideleri Efsanelere Dönüfltürmek:Dinî Ço¤ulculuk Teorilerinin Bir Elefltirisi Hatice Kübra Yücedo¤ru

lebilecek bir bilgi değildir; ancak birkaç astronomböyle bir dünyada yaşadığına inanır.27 Bu mealdekiifadelerden hareketle, tradisyonalistlerin, doktrin-lerini elitist bir yapıya büründürmelerinin, fikirleri-ni tenkitten kaçırıcı bir işleve sahip olduğu da belir-tilmelidir.

Dinî çoğulculuk kavramının günümüzde problemolarak sistematik bir biçimde sunulması, büyükoranda ardında John Hick’in çabalarının bir sonu-dur. “Faith and Knowledge”28 isimli doktora tezindeHick, her ne kadar farklı dinlerin, ilahî gerçekliğeverilen farklı cevapları izhar etse de, onlardan herbirinin kurtuluşa ve kemale ermeye başarıyla götü-rebileceği görüşünü savunur.

Dinî çoğulculuk tezini ortaya koyarken John Hick’ebirçok entelektüel unsur yardım etmekle beraber,yaşamıyla ilgili pratik detaylar önemli bir rol oyna-maktadır. Hick, görev yaptığı New Jersey Presbiter-yan Kilisesi’nden, İsa’nın bakire anneden doğduğu-nu inkâr ettiği gerekçesiyle uzaklaştırılır. Din adam-lığı hayatında mensubu bulunduğu kurum ve çevreile tam bir uzlaşma sağlayamaması, Hick’i resmi Hı-ristiyanlık anlayışından uzaklaştırmıştır. Çoğulcu-luk telakkisini savunma noktasındaki iştiyakınınmenşei olarak Birmingham’daki yaşamı dikkatealınması gereken Hick, burada birçok din mensu-buyla samimi ilişkiler kurmuş, farklı dinlere ait iba-dethane ve meclislere iştirak ederek mensubu bu-lunduğu dinî gelenek dışında da dinî tecrübeleresahip olmuştur. Nitekim kendisi de, bir filozof ola-rak yeni fikirler değil, bu yeni tecrübelerin kendisinidinî çoğulculuk meselesine çektiğini söylemiştir. 29

İnsanlığın yaşadığı dinî süreci lineer/ilerlemeci birtarzda iki kısma ayıran Hick, ilk dönemin insan ha-yatının doğal şartı yani “vahiysiz din”i dönemi ol-duğunu ve bu dönemin bir kabilenin kolektif kişili-ğine ya da tabiat unsurlarına ibadet maksadı içer-diğini ifade eder. İkinci dönem ise, ilk dönemin ka-tı sınırlarının aşıldığı ve dinin “altın çağı” olarak

isimlendirilebilecek yeni bir atılımın yaşandığı,içinde bulunduğumuz süreçtir.30

Dinî çoğulculuk tezini ortaya koyarken Hick’in,Ludwig Wittgenstein’ın ortak gramer (aile benzer-likleri) kavramından esinlendiği aşikârdır. “Bütündilleri dil yapan ortak bir şey vardır ve diller birbir-lerinden tamamen farklı olmalarına rağmen hepsi-nin sahip olduğu, özne-yüklem-tümleç gibi ortakgramatik unsurlar vardır” ifadesinden hareketle,“bütün dinleri din yapan ortak birtakım unsurlarvardır ve bu unsurlar da Tanrı-Mutlak-bizatihi ger-çek... diye isimlendirilen şeylerdir” yargısına ulaşı-lır. Burada Hick’in dinler için öne sürdüğü aile ben-zerlikleri şöyledir;

- Bütün dinî tecrübelerin mutlak kaynağı olan, birGerçek, bir ilahi realite vardır.

- Hiçbir dinî gelenek Gerçek’i doğrudan kavrayışasahip değildir.

- Tanrı’yı kavrama ve tecrübe etme konusunda herbir din kendince otantik bir metot ortaya koyar.

- Gerçek, bütün tanımlamaları aşar.31

Dinî tecrübe ve fıtrat kavramları Hick’in çoğulculuktezinin temel taşlarıdır.32 Doğuştan getirdiğimiz di-nî temayüller olarak fıtrat kavramı, dinin evrenselve tabii bir fenomen olduğunu vurgularken, dinîtecrübe kavramı William James’ten mülhem bir ka-rakter arz eder. Bilgi teorisi bağlamında empiristbir yaklaşıma sahip olan James, bilginin duyu algı-sının akılda işlenmesi sonucu ortaya çıktığı kana-atinden hareketle, tecrübenin saf bilgiyi oluşturdu-ğunu, dolayısıyla da dinî tecrübenin din olgusununmenşei olduğunu ifade eder.33

William James’in empirist bakış açısını, dinî çoğul-culuk yaklaşımına uyarlayan Hick, dinlerin ilahî il-hamlara açık kişilerin tecrübeleri sonunda oluşmuşözgün insanî sistemler olduğu kanaatindedir. Bunagöre, İslâm, Hıristiyanlık, Budizm, Yahudilik ve öte-kiler “dinî tecrübenin ırmaklarıdır” ve insan kültü-rünün birer yaratmaları olarak tarihsel sonuçlar

Page 86: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

86

Temel Akideleri Efsanelere Dönüfltürmek:Dinî Ço¤ulculuk Teorilerinin Bir Elefltirisi Hatice Kübra Yücedo¤ru

arasında ortaya çıkmışlardır. Ancak burada dinî tec-rübeye yapılan vurgu, dinin insanların tamamen zi-hinlerinde ürettikleri bir olgu olduğu kanaatini do-ğurmamalıdır. Zira Hick, aşkın bir Hakikat/Ger-çek’in varlığına ve O’nun müstesna insanlara dinîtecrübe anlarında tesir ettiğine inanmaktadır.34

Hick, bazı dinlerin Gerçek/Hakikat telakkilerininkökten farklı ve birbiriyle bağdaşmaz olduklarını,ancak Tanrı’nın bütün bu farklı tasavvurlarınındoğru olamayacağını vurgular. Ona göre dinin anla-mı bu noktada teolojik öğretide değil, bireyi dönüş-türmede saklıdır. Birey, ben-merkezcilikten, realite-merkezciliğe yönelmeli ve dinin anlamını kavraya-bilmelidir.35

Ben-merkezcilikten, realite-merkezciliğe yönelmehususu Immanuel Kant’ın numen-fenomen ayrımı-na dayanmaktadır. Bizatihi gerçek olan numen ileinsanî ve kültürel olarak algılanan gerçek fenomenarasında bir fark söz konusudur. Dolayısıyla bizimbildiğimiz şeyler numenler, şeylerin kendileri değilfenomenleri yani görünüşleridir.36 Bizim dinî alandaduyu algılarımızın yönelimleri olarak ‘gerçek’ adıylakarşılaştıklarımız ise, bizatihi gerçek olmayıp, biza-tihi gerçeğin fenomenleri, görünüşleridir. Bizatihigerçek olanlar numenal alan dahilinde olup duyum-lanamayan ve dolayısıyla da tanımlanamayandır.Tanımlanamayan alanın birer yorumu olarak feno-menler, yorum olmaları hasebiyle çelişkiye varanfarklılığa neden olmaktadırlar. Bu nedenle gerçeklikçeşitli yollarla tasvir edilebilmektedir.

Hick, numen-fenomen ikiliğine dayanan, mutlakgerçek ile onun farklı tasvirlerini fil metaforuyla an-latır: “Daha önce hiç böyle bir hayvan görmemiş birgrup kör adamın önüne bir fil getirildi. Bir tanesibacağına dokundu ve filin büyük bir canlı sütün ol-duğunu söyledi. Başka birisi hortumuna dokunduve filin büyük bir yılan olduğunu söyledi. Başka bi-risi filin dişine dokundu ve filin keskin bir saban de-miri gibi olduğunu söyledi.. tabi ki hepsi doğru söy-lemişlerdi, fakat her birisi bütün gerçekliğin sadece

bir cihetine atıfta bulunmuştu ve hepsi de eksik kı-yaslamalarla anlatmıştı.’37

Gerçeği anlamada, din mensupları kendi çevreleri-nin bireysel ve kültürel tuzaklarına düşerek körleş-mekte bu nedenle de söz konusu ‘kör’lerin yaşadık-ları dinlerini tek ve mutlak olarak lanse etmeleri ge-çersizleşmektedir. Dinler değerlendirilirken doğruya da yanlış olarak değil, bir hayat formu olarak ka-bul edilmelidir. Dinin esas amacı olan bireyi ben-merkezcilikten realite-merkezciliğe dönüştürmeeylemi de ancak onun bir hayat formu olarak kabu-lünden geçmektedir. Fenomenal alanın ötesine ge-çerek numenal olandaki tanımlanamazlığı idrak vedolayısıyla realite-merkezli bir düşünüşe geçişi ko-laylıkla başarabilenler ise mistik karaktere sahipolanlardır.38

Dinî çoğulculuk meselesini, her dinin kendi gelene-ği içerisinde bir bakış açısı geliştirmesi ve diğer din-leri bu kıstasa göre yargılaması nedeniyle dinî gele-neklerin anlam dünyaları içerisinde çözmenin zor-luğunun idrakinde olan Hick, çözümü felsefî üst birbakış açısında izah etmiştir. Kant’ın numen-feno-men ayrımına dayalı bu felsefi izah, dinlerin kendigelenekleri içerisinde rasyonalize edilemeyeceğikanaatiyle eşit olduklarını savunur. Sağlam bir fel-sefî temele dayalı görünen Hick’in tezi birçok açı-dan eleştirilmektedir.

İlk olarak, dinlerin önerdiği tanrılar söz konusu tezuyarıca fenomenal unsurlar olarak kalmakta ve butanrılar, bizatihi Gerçek olan ile bir dualite yarat-maktadır. Bu durumda ‘tanrı’ ifadesi dualiteden na-sibini alacak şekilde muğlak sınırlar dahilinde kal-makta ve ‘tanrı’nın idraki için ona atfedilen sıfatlarınbizatihi Gerçek olana mı yoksa dinî geleneklerin üre-timi olan tanrılara mı ait sorusu cevapsız kalmakta-dır. Ayrıca bu soru; ‘tanrı’ya atfen zikredilen sıfatlarbirer insan üretimi ise, din ile mitoloji arasındaki far-kın ne olduğu sorusuna da neden olmaktadır.

Bizatihi Gerçek, Hick’in yaklaşımında onun tanım-lanamazlığı gereği, vasıflandırılamayacak ölçüde

Page 87: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

87

Temel Akideleri Efsanelere Dönüfltürmek:Dinî Ço¤ulculuk Teorilerinin Bir Elefltirisi Hatice Kübra Yücedo¤ru

soyut bir varlıktır. Bu denli soyut bir varlık, dinintanrı/larını ibadet edilemez bir konuma getirmek-tedir ki, bu durum, bir dinin en temel özelliklerin-den biri olan ibadeti ortadan kaldırmış durumda-dır. Ayrıca bizatihi Gerçek’in aziz, veli gibi mistikkarakterli kişiler tarafından idrak edilebilmesi vebu seviyeye gelmenin manevi yetkinliği arttırmak-la mümkün olması ile dinî çoğulculuk yaklaşımı-nın rasyonel bir izaha sahipliği çelişki arz etmekte-dir. Zira, bizatihi Gerçek’e iman, dinlerin maneviözelliklerinin kaybolmasına ve mistik karakterlerinoluşmasına mani olmaktadır.39

Netice itibariyle, John Hick’in dinî çoğulculuk yak-laşımı, temel akideleri efsanelere dönüştürerek,inananların en değerli dinî bağlılıklarını/inançları-nı geçersiz kılmaktadır: Müslümanlardan Kur’ân’ınAllah’ın amaçları için merkezi öneme sahip oldu-ğunu, Yahudilerden Musa’nın Tanrı ile kesin olarakkonuştuğunu, Hıristiyanlardan İsa’nın Tanrı’nıntarih içerisinde bedenlenmesi olduğunu inkâr et-melerini ister. Bu görüşlerin kabulü, yüksek birşüphecilik bedeli ve inananların yaptıkları ve dü-şündüklerini hiçe saymayı gerektirir.40

C. Sonuç ve Değerlendirme

Dinî çoğulculuk yaklaşımlarının ortaya koymayaçalıştığımız tutarsızlık noktaları menşeini ReneDescartes’in kartezyen meditasyonundan almakta-dır diyebiliriz. Zihin olarak kendi varoluşunu kanıt-lamaya yönelik metodik şüphesiyle Descartes, va-roluşuna dair duyduğu şüpheyle başlattığı akıl yü-rütme sonucu, cogito ergo sum olarak sloganlaşanşu yargıya varmıştır: “Her şeyden şüphe edebilirim,ama şüphe ediyor olduğumdan şüphe duyamam;ne var ki şüphe etmek düşünmektir ve öyleyse şukesindir: düşünüyorum o halde varım/benim.”

Burada Descartes, varoluşsal olarak birliğe sahipolan ben’ini, şüphe eden ben’i ile, şüphe eden be-ninden yola çıkarak yargıda bulunan ben’i olmak

üzere iki kısma ayırmaktadır. Yani aynı ben bir yan-dan eylemde bulunabilirken, diğer yandan eylem-de bulunmaklığını tanrısal bir tavırla değerlendire-bilmektedir. Bu durum bir dualite oluşturmaktanöte, ‘ben’in parçalanışıdır ve ontolojik bir imkân-sızlık ifade eder.

Dinî çoğulculuk yaklaşımlarında, bir dine mensupolunduğu halde bireyin kendini bu mensubiyettenuzaklaştırarak, adeta kendi üzerinde tanrılaşarak odine mensubiyetini yargılayabilmesi ve buradanhareketle farklı dinlerle mensubu bulunduğu dini,dinler üstü bir tavırla değerlendirebilmesi, Descar-tes’in uyguladığı şekliyle tek ben’in parçalanışı veontolojik olarak muhal bir tavırdır.

Ben’in tevhidî yapısını deforme etmeden, bir dinmensubunun diğer din mensuplarına yönelik an-lama eyleminin nasıllığına Hans George Gada-mer’in önyargı kavramı ile cevap verilebilir. Bireyinkendisini hiçbir zaman koparamayacağı etkin ta-rihsel bir bilinç içerisinde olduğu ve anlama eyle-minin ancak bu tarihsel bilinç içerisinde önanlamave önyargılarla döngüsel bir biçimde gerçekleşebi-leceğini ifade eden Gadamer, önyargı kavramınapozitif bir anlam yüklemektedir. Buna göre önyar-gı, sanıldığının aksine anlamanın önündeki en bü-yük engel değil, anlamayı olanaklı kılan unsurdur.Bu nedenle, kültürümüzün üretimi olarak önyargı-larımıza yönelik eleştirelliğimizden uzaklaşmamızıöneren Gadamer, kendisi hiçbir yer olan önyargısızbir konumda, anlamamızın da gerçekleşmesininmümkün olamayacağını ileri sürer. Yapılması gere-ken, anlamamızı koşullandıran olumsuz önyargı-lara ilişkin farkındalığımızı artırmaktır.41

Dinî çoğulculuk yaklaşımları bağlamında da birey,dinlerüstü bir perspektife sahip olma imkânsızlığı-nın idrakinde olarak, diğer dinlere yönelik anlamave davranışta bulunmasını etkileyen önyargılarınıyok saymak yerine, mevcut durumuna yönelik far-kındalığını artırma çabası içerisinde olmalıdır.

Page 88: KAM BÜLTEN’DEN - bisav

88

Temel Akideleri Efsanelere Dönüfltürmek:Dinî Ço¤ulculuk Teorilerinin Bir Elefltirisi Hatice Kübra Yücedo¤ru

Onun dinî bağlamda anlamasını etkileyen unsur-lara yönelik farkındalığı, diğer dinlere yönelik anla-yışını mümkün kılmakla beraber, aksi durumda,bireyin muhayyel bir konumdan yaptığı çıkarımlarepistemolojik tutarsızlıklara neden olacaktır.

Dinî çoğulculuk olgusunun mekanizma-bağımlıbir karaktere sahip Batı zihniyeti içerisinde prob-lemleştirildiği akılda tutularak, konunun felsefîizahlarıyla birlikte yüklendiği siyasal-sosyal işlevle-rin göz önünde bulundurulması tartışmanın ufku-nu genişletecektir.

Dipnotlar* Bu çalışma, 10-11 Mart 2007 tarihinde düzenlenen Bilim ve

Sanat Vakfı XVIII. Öğrenci Sempozyumu’nda tebliğ olaraksunulmuştur.

1 Kürşat Demirci, Yahudilik ve Dinî Çoğulculuk, Ayışığı Yayın-ları, İstanbul 2000, s. 11.

2 Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, çev. Osman Akınhay,Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 2003, s.126.

3 Fuad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, AkçağYayınları, Ankara 2003, s. 87.

4 Ahmet Davudoğlu , “İslâm ve Batı Medeniyetlerinde Meşru-iyet ve Çoğulculuk Meselelerinin Değer Boyutu”, DündenBugüne İslam Dünyasında Zihniyet Değişiklikleri ve Çağdaş-laşma Problemleri Sempozyumu (Bursa 16-17 Haziran1990), Ensar Vakfı Yayınları, Bursa 1990, s. 41.

5 Demirci, a.g.e., s. 12.

6 Yücel Bulut, Oryantalizmin Kısa Tarihi, Küre Yayınları, İstan-bul 2004, s. 124.

7 John Hick, İnançların Gökkuşağı, çev. Mahmut Aydın, Anka-ra Okulu Yayınları, Ankara 2002, s. 8-17.

8 Gürol Irzık, Bilimler Savaşı, Türkiye Bilimler Akademisi Yayı-nevi, Ankara 2005, s. 9.

9 Irzık, a.g.e., s. 18.

10 Ruhattin Yazoğlu, Hüsnü Aydeniz, Dinî Çoğulculuk:JohnHick’in Düşünceleri Üzerine Tartışmalar, İz Yayınevi, İstan-bul 2006, s. 10.

11 Adnan Aslan, “Batı Perspektifinde Dini Çoğulculuk Meselesi”,İslam Araştırmaları Dergisi, s. 2 (1998/1), s. 152.

12 Yazoğlu, a.g.e., s. 9.

13 Michael Peterson v.dğr., Akıl ve İnanç-Din Felsefesine Giriş,çev. Rahim Acar, Küre Yayınları, İstanbul 2006, s. 383.

14 Yazoğlu, a.g.e., s. 9.

15 Aslan, a.g.m., s. 149.

16 Peterson, a.g.e., s. 384.

17 Aslan, a.g.m., s. 149.

18 Peterson, a.g.e., s. 385.

19 Yazoğlu, a.g.e., s. 11.

20 Demirci, a.g.e., s. 18.

21 Aslan, a.g.m., s. 154.

22 Wilfred Cantwell Smith, “Belief: A Reply to a Response”, Nu-men, vol. 27 (December 1990), http://www.jstor.org/view/00027189 /ap050018/05a00020/0 , s. 247-255.

23 Brian Fay, Çağdaş Sosyal Bilimler Felsefesi: Çokkültürlü BirYaklaşım, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2001, s. 105-111.

24 İlhan Kutluer, Mahmut Erol Kılıç, Adnan Aslan, Notlar 1: Sey-yid Hüseyin Nasr’da Gelenek, Tasavvuf ve Dini Çoğulculuk,Bilim ve Sanat Vakfı, İstanbul 2004, s 28-30.

25 Seyyid Hüseyin Nasr , İnsan ve Tabiat, Ağaç Yayınları, İstan-bul 1991, s. 112. ; Seyyid Hüseyin Nasr, Bilgi ve Kutsal, İz Ya-yınları, İstanbul 1999, s. 253.

26 Kutluer, Kılıç, Aslan, a.g.e., s. 35.

27 Adnan Aslan, “Dinler ve Mutlak Hakikat Kavramı,John Hickve Seyyid Hüseyin Nasr’la Bir Mülakat”, İslâm AraştırmalarıDergisi, sy. 1 (1997/1) s. 184.

28 John Hick, Faith and Knowledge, Macmillan Pres, London1998, s. 113.

29 Aslan, “Batı Perspektifinde Dinî Çoğulculuk Meselesi”, s. 156.

30 John Hick, God Has Many Names, The Westminister Press,Philadelphia 1982, s. 134-36.

31 Mevlüt Albayrak, “Dinî Çoğulculuk Hipotezi”, Tabula Rasa,sy. 7 (2003/1), s. 79.

32 John Hick, Problems of Religious Pluralism, St. Martin’s Press,New York 1994, s. 123-130.

33 Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul2002, s. 577.

34 Aslan,“Batı Perspektifinde Dini Çoğulculuk Meselesi”, s. 157.

35 Timothy R. Stinnett, “John Hick’s Pluralistic Theory of Religi-on”, The Journal of Religion, vol. 70 (October 1990),http://www.jstor.org/view/00224189/ap040293/04a00050/0,s. 569-588.

36 Cevizci, a.g.e., s. 586.

37 Peterson, a.g.e., s. 389.

38 Albayrak, a.g.m., s. 86., Acar, a.g.e., s. 391.

39 Aslan, “Batı Perspektifinde Dini Çoğulculuk Meselesi”, s. 162.

40 Peterson, a.g.e., s. 395.

41 Hans Georg Gadamer, Truth and Method, çev. Donald G.Marshall, Continuum Publishing, Newyork 1993, s. 155-164.