80
YAZ 2016 / 28 KENT KONAK

KENT KONAK YAZ 2016 / 28 · 1940-1941 yıllarında İkinci Dünya Savaşı dünyada tüm hızıyla devam ediyor, her geçen gün yeni bir cephe açılıyordu. Dün-yada böylesi sıcak

  • Upload
    lelien

  • View
    238

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Y A Z 2 0 1 6 / 2 8

KE

NT

K

ON

AK

2 YAZ 2016

943 Sokak (Basmane) Fotoğraf: Atilla ÖZDEMİR

YAZ 2016 / 28KONAK BELED‹YES‹

ADINA SAH‹B‹Sema PEKDAŞ

Konak Belediye Baflkan›

YAYIN KOORD‹NATÖRÜIşık TEOMAN

(Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü)

HUKUK DANIfiMANIMine GENÇ

YAYIN DANIfiMANLARIOzan YAYMAN - Fırat SOYLU

KÜLTÜR SANATM. Salim ÇETİN

HALKLA ‹L‹fiK‹LEREmine KALABALIK

KNK GÖRSELReha ALAN

KATKIDA BULUNANLARFatih ABACIO⁄LU - Gökhan AKÇURA

Yaşar AKSOY - Tufan ATAKİŞİOrhan BEŞİKÇİ - Muzaffer CELLEKHürol DA⁄DELEN - Lütfü DA⁄TAŞSinan DO⁄AN - Hüseyin ERCİYASSaadet ERCİYAS - Mehmet ERDÜL

Gürkan ERTAÇ - Tayfur GÖÇMENO⁄LUOktay GÖKDEMİR - Mehmet GÜLÜMSER

Ahmet GÜREL - Teodora HACUDİSonay KAPLAN - Hakan KOCAHAL

Atilla KÖPRÜLÜO⁄LU - Nalan KOLA⁄ASI İMRESancar MARUFLU - U€ur ORAL - Metin ÖZER

Neslihan PERŞEMBE - İlhan PINARUmur SÖNMEZDA⁄ - Elif AYDO⁄DU

Ayşe TEOMAN - Atilla ÖZDEMİRTayyar ÖZDEMİR - Aygül UÇAR

Hüdai ÜLKER - Osman ÜLKÜHanzade ÜNUZ - Yaşar ÜRÜK

Mazlum VESEK - Alper YA⁄LIDEREBurcu YAPRAK - Engin YAVUZ - Okan YÜKSEL

ED‹TÖRAyşe TEOMAN

GRAF‹K Murat DİRLİK

Kapak foto€raf› (APİKAM) Ahmet Piriştina Kent Arşivi Ve Müzesi

BASKI TAR‹H‹TEMMUZ 2016

YAYIN TÜRÜYerel-Süreli-Üç ayda bir yayımlanır, para ile satılmaz.

YÖNET‹M YER‹İzmir Konak Belediyesi

Dokuz Eylül Meydanı No: 6 Basmane/‹ZM‹RTel: +90 (232) 484 53 00/1590Internet: www.konak.bel.tr

BASILDI⁄I YER: İHLAS GAZETECİLİK A.Ş.Tel: +90 (212) 454 30 00

Yay›mlanan yaz›lar›n sorumlulu€u yazarlara aittir.

1940-1941 yıllarında İkinci Dünya Savaşıdünyada tüm hızıyla devam ediyor, hergeçen gün yeni bir cephe açılıyordu. Dün-yada böylesi sıcak gelişmeler yaşanırkeno yıllarda İzmir Enternasyonal Fuarı ulus-lararası özelliğini koruyarak açılmaya de-vam etti. Uğur Oral’ın kaleminden “Fuarve Başkan”ı ibretle okuyacaksınız. Bir za-manlar fuarın olmazsa olmazları arasındayer alırdı; Metin Özer “İzmir’de sirkler vecambazlar” ile bizi o yıllara götürüyor.Fuar ve gazino denilince İzmir’de herkesinaklına o isim gelir. “İzmir Fuar Gazinolarıve Bornovalı Nuri” ile Lütfü Dağtaş yaşa-dıklarını anlatıyor. Tayfur Göçmenoğlu ge-leneksel Türk tiyatrosunu “Yaşasın, İstanbulTiyatrosu geliyor” başlığıyla öyle keyiflihatırlatıyor ki... “Fuar, bir tatlı huzur” diyenHürol Dağdelen sıcak kalan çocukluk anı-larını bugüne taşıdı. Orhan Beşikçi araş-tırmalarında Kültürpark’a emeği geçenlerarasında Bedri Or’un adına rastlar. Beşikçi,Behçet Uz’un peyzaj mimarı Bedri Or’danövgüyle söz ettiği gizli kahramanlardanbirinin daha kimliğini ortaya çıkarır. NalanKolağası İmre; oğullarıyla baba Nejat Uy-gur’u ve eski fuarı konuştu. Yaşar ÜrükKültürpark Açıkhava Tiyatrosu’nda DevletTiyatrosu temsillerini anlattı. 1950’li yıllarınAlsancak’ına Umur Sönmezdağ’dan nos-taljik yolculuk... Bilinmeyenleri gün yüzüne

çıkaran İzmirli yazar Tufan Atakişi “MesajeriMaritim Kumpanyası ve Ermeniler” yazısıylayeni bir gündem yaratacak. 130 yıllık eği-timin tarihi, müzesinde saklı. Bu okulunsıralarından kimler geldi kimler geçti AyşeTeoman araştırdı... Mehmet Gülümser Tür-kiye’de iki bazilika kilisesi bulunduğunu,birinin St. John diğerinin de İstanbul’dakiSt. Antuan olduğunu söylüyor. “Tek kişilikmüze” olmaz demeyin; Muzaffer Cellekbu müzeyi okurlarımız için gezdi, gördüve aktardı. Ayfer Elmastaşoğlu... ‘’AyferKaptan’’... Büyük ALTAY’lı... Atilla Köprülü-oğlu’nun kaleminden... Başak Ocak yazdı:Emraz-ı Zühreviye Hastanesi’den EşrefpaşaHastanesi’ne. “9 Eylülden Lozan’a İzmir”Ahmet Gürel Türkiye’nin ikinci Cumhur-başkanı İsmet İnönü’nün Lozan mücade-lesini anlatıyor... Akdeniz’in büyüsü ile Na-politen şarkıların ve unutulmaz aşklarınbuluştuğu simge... “İzmirli Dario Moreno...”Usta yazar Yaşar Aksoy’dan... Kadim kentingizemli tüneli Teodora Hacudi’nin gözüyle...Sinan Doğan İzmir’in ihtişamlı günlerinderekortmen bir aile olan ‘Dutilh ailesi’ ileilgili bilinmeyenleri yazdı. Sanat tarihçisiAygül Uçar tarihi Basmane semtindekikıvrımlı sokakların büyüleyici konutlarıarasında nasıl kaybolduğunu paylaştı. Ke-yifli okumalar...

Işık Teoman

3YAZ 2016

Merhaba,

4 YAZ 2016

6 16Fuar veBaşkan

İzmir’de sirkler ve cambazlar

50

32

MesajeriMaritim

Kumpan-yası ve

Ermeniler

9 Eylül’den Lozan’a İzmir

Kültür-park’aemeğigeçenlerPeyzajMimarıBedri Or

36

56

Nerede o eski fuarlar

38

72

Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu’nda

Devlet Tiyatrosutemsilleri52

İzmir Atatürk Lisesi Müzesi

Kadim kentin gizemli tüneli...

Ünlü Aziz resimleriyle

İzmir St. John Kilisesi

Emraz-ıZühreviyeHastane-si’nden Eş-refpaşa Has-tanesi’ne

64

66

iiççiinnddeekkiilleerr

5YAZ 2016

İzmirliDario

Moreno...

22

İzmir Fuar Gazinoları ve Bornovalı Nuri

28

Fuar, bir tatlı huzur...

42

İzmir’in ilk Yazar Evi

44

Alsancak 1950

74

Dutilh ailesi

60

Tek kişilik müze

78

Kıvrımlısokaklarınbüyüleyicikonutları

AyferElmastaşoğlu...

‘’Ayfer Kaptan ’’...

62

26

Yaşasın, İstanbul Tiyatrosu geliyor

68

içindekiler

6 YAZ 2016

Fuar ve Başkan1940 ve 1941 y›llar›nda ‹kinci Dünya Savafl› dünyada tümh›z›yla devam ediyor, her geçen gün yeni bir cepheaç›l›yordu. Dünyada böylesi s›cak geliflmeler yaflan›rken1940 ve 1941 y›llar›nda ‹zmir Enternasyonal Fuar›uluslararas› özelli€ini koruyarak aç›lmaya devam etti. Ancak‹kinci Dünya Savafl›’n›n sürmesi nedeniyle 1942 y›l›ndahükümet karar›yla ‹zmir Enternasyonal Fuar› aç›lamad›.

Y önetim biliminde bir kural vardır:“Kişiler geçici, kurumlar kalıcıdır.”Doğrudur… Yöneticiler belli bir dö-

nem görevde bulunurlar sonra yetkilerinive sorumluluklarını kendilerinden sonragelenlere teslim ederler…

Bu süreç içinde kimi yöneticiler başlarındabulundukları kurumun ancak mevcut du-rumunu koruyabilirken kimileri ise vizyonerve azimli bir tavır sergileyerek ortaya koy-dukları eserlerle ve çalışmalarla “unutulmaz”bir isim olarak uslarda yerlerini alırlar. Be-lediye Başkanları da bu bağlamda, şehirlerinkaderinde ve geleceğinde çok önemli bir

misyon üstlenmiş durumdadırlar. Bazı be-lediye başkanları vardır ki, yönettiklerişehre veya ilçeye kelimenin tam anlamıyla“imzalarını atıp” kalıcı olabilmeyi başara-bilirler. Örneğin Profesör Doktor YılmazBüyükerşen de Eskişehir’i yeni baştan ya-ratan belediye başkanı olarak tarihte yerinialmıştır ve her zaman kendisiyle özdeşleşenefsanesiyle anılacak, asla unutulmayacaktır.İzmir’in tarihine baktığımızda tüm İzmirli-lerin saygıyla andıkları belediye başkanlarıarasında Dr. Behçet Uz’un çok özel bir yerivardır… 1931’ de İzmir Belediye Başkanlı-ğı’na seçilerek on yıl bu görevi sürdürenDr. Behçet Uz’un dönemi İzmir’in tam an-lamıyla “ihya” olduğu bir dönemdir. Bele-diyenin milyonlarca liralık borcundan kur-tulması bir yana Gazi Heykeli, CumhuriyetMeydanı, her semtteki pazar yerleri, çocukbahçesi, parklar, bulvarlar, Kültür Park veİzmir Uluslararası Fuarı, Çocuk Hastanesi,Eski Santral Garaj, Fevzi Paşa Bulvarı hepDr. Behçet Uz’un başarılı belediyecilik an-layışıyla ardında bıraktığı eserler arasındadır.İzmir’in unutulmaz belediye başkanlarındanDr. Behçet Uz Buldan’da 1 Ocak 1893’tedoğdu. İlk ve orta öğrenimini Buldan’dayaptı. Liseyi İzmir’de okuduktan sonra  İs-tanbul Tıp Fakültesi’ne girdi. Balkan Sava-şı’nın çıkmasıyla tıp öğrenimini aralıklarla sa-vaş içinde tamamladı. Asistanlığını İstanbulTıp Fakültesi Çocuk Kliniği’nde, Prof. Dr.Kadri Reşit Paşa’nın yanında yaptı. Bir süreİstanbul  Şişli Çocuk Hastanesi’nde ve dahasonra İstanbul Tip Fakültesi’nde doktorlukyaptıktan sonra serbest çalışmak için İzmir’egeldi. Dr. Behçet Uz, İzmir’de bir yandan

doktorluk yaparak bir yandan da halk sağ-lığını en geniş anlamda gözeterek başlattığıhizmetlerini, sosyal amaçlı diğer girişimve çalışmalarıyla da perçinledi. Bütün İzmironu tanıdı, sevdi ve saydı. İzmir MemleketHastanesi’nde Çocuk Hastalıkları Klinik Şef-liği, Kolej hekimliği, Fransız Hastanesi,Çocuk Esirgeme Çocuk Polikliniği, AydınŞimendifer Kumpanyası başhekim mua-vinliği gibi hizmetleri onun 1930 yılına deksürdürdüğü hizmetlerden yalnızca birka-çıdır. İzmir’de ilk defa 1922’de on yedi ar-kadaşı ile birlikte Verem Mücadele Cemi-yeti’ni kurmuştur. Uzun yıllar Tıp Cemiyeti,Tıp Odası Başkanlıklarında bulunmuştur.Belediye kanununun  ilk uygulama yılıolan 1930’da İzmir Belediye Meclisine üyeolan Dr. Uz, meclisin daha ilk toplantısındadaimi encümeni seçildi. İşte   bu yıldansonradır ki, İzmir’e o unutulmaz katkılarınıtıp ve toplum sağlığı alanlarından dahada öteye, kentin imar ve kalkınmasına dayöneltti. 1931’de belediye başkanlığına se-çilerek on yıl belediye başkanlığı yaptı.(1)

Uz Ailesi’nin en yakınlarından ve hattauzaktan akrabalık bağı da bulunan İzmir’iSevenler Platformu Başkanı Sancar MarufluBehçet Uz’u şöyle anlatmaktadır: “Dr. BehçetUz Cumhuriyetimizin ilk 37 yılında memleketyararına aktif roller almış emsalsiz bir hizmetmücahididir. Milli Mücadele yıllarında Ata-türk’ün verdiği buyruk gereği arkadaşlarıylabirlikte bir çocuk hekimi olarak İzmir’dekiMüslüman Türk Halk’ın sağlık sorunlarıylailgilenmek üzere görevlendirilmiştir. 11 Eylül1922 günü yüz yüze konuştuğu Gazi Paşa’nıntalimatlarıyla İzmir’in yeniden yaratılması

7YAZ 2016

Uğur ORALFotoğraflar (APİKAM) Ahmet Piriştina Kent Arşivi Ve Müzesi

Behçet Uz: Belçika’dan gelen bir kentplanlama mühendisi, Atatürk Lisesi’ninçat›s›na benimle birlikte ç›kt› ve yang›nyerlerini bir süre izledikten sonra, tekbir cümle söyledi, “Bu enkaz›, 40 y›ldakald›r›rsan›z, sizi kutlar›m...” Oysa biz‹zmirliler olarak, Baflbakan ‹smet‹nönü’nün deste€i ve Büyük Atatürk’ünemirleriyle, bu yang›n yerlerini y›ld›r›mh›z› ile temizleyip bir 9 Eylül Panay›r›kurma karar› alm›flt›k.

1 Ocak 1936 Kültürpark’ın temelatma töreninde İzmir BelediyeBaşkanı Dr. Behçet Uz; “Kültürparkduvarlarının temelini atmak veiçine ağaçlarını dikmeye geldik”diyerek konuşmasını yapıyor.

için görev üstlenmiştir. 1923 İzmir İktisatKongresi’ne amele grupları temsilcisi olarakkatılmıştır. Emperyalist düşmanın yakıp yıktığıMilli Mücadele sonrasının İzmir’ini 27 Temmuz1932 günü açılışını yaptığı “Gazi Heykeli” tö-reniyle başlattığı yepyeni bir şehircilik anla-yışıyla yeniden yaratmıştır. Kültürpark, İzmir’incadde ve bulvarları hep onun eseridir”.(2)

Behçet Uz’un efsaneleşmesinde başarılarıkadar bu başarıları hangi koşullar altındagerçekleştirdiği de ayrıca irdelenmelidir.O zaman döneminin neden “efsane” olarakanıldığı daha iyi anlaşılacaktır. 1930’daİzmir Belediye Başkanı olan Behçet Uz ke-limenin tam anlamıyla bir enkaz devralmıştı.İzmir’in büyük bir bölümü yanmış ve nüfusu

8 YAZ 2016

1 Ocak 1936 Kültürpark Temel Atma Törenine Katılan ProtokolSoldan: Suad Yurdkoru, Sağlık Müdürü Cevdet Saraçoğlu, CHP Müfettişi YozgatMebusu Avni Doğan (İlk harcı atan), Dr.Behçet Uz, Hüsnü Emir Paşa, Vali FazlıGüleç, Kerameddin Paşa, Gazeteci Abidin Bey, Y. Müh. Hurşit Bey ve MuammerBey, Y. Mimar Mesut Bey.

Yoğun çalışmalar tamamen insan gücüyle gerçekleştirildi.

9YAZ 2016

Çok büyük bir çalışma temposu içerisinde sekiz saatlik üç vardiya ile gündeyirmi dört saat devamlı surette iş gören bir ekiple çalışmalar yapılmış.

İzmir şehri için 5 sene evvel düşünüp belediyefidanlığında büyütülen ağaçlar dikilmeye başlandı.

yarı yarıya azalmıştı. İzmir’in bütçesi üçteiki oranında azalmış, ekonomik açıdan be-lediye dibe vurmuştu. Belediye, devletinverdiği bütçeyle ancak ve sadece memur-larının maaşını karşılayabiliyordu. Borç ba-tağında yüzen, resmen iflas etmiş bir be-lediye devralmıştı Dr. Behçet Uz… Amabuna rağmen belediye kaynaklarının doğruyönlendirilmesi, yönetilmesi, gereksiz har-camalardan arındırılması neticesinde İzmirBelediyesi borçlarını ödediği gibi bütçesiniçok daha arttırarak elzem ve hayati birçokalt yapı yatırımını da gerçekleştirmeyi ba-

şardı. Behçet Uz’un başarıları sadece İzmir’inve Türkiye’nin değil dünya kamuoyunundahi dikkatini çekmiştir. A. H. Hanson, ‘Ma-halli İdareler Hakkında Etüdler’ adlı ve 1955tarihli kitap için İzmir Belediye İdaresi hak-kında yapılan çalışmalar sırasında görüş-tükleri en “enteresan ve mümtaz şahsiyetin”Dr. Behçet Uz olduğunu yazmıştır.(3)

Dr. Behçet Uz’un on yıl süren belediye baş-kanlığına sığdırdığı birbirinden önemli hiz-metler ve eserler arasında en çok ön planaçıkanı hiç şüphesiz İzmir Fuarı’dır. Döneminkoşulları ve belediyenin ekonomik gücügöz önünde bulundurulduğunda kelimenintam anlamıyla bir “imkansız”ı hayata ge-çirmiştir Behçet Uz.

İzmir Fuarı’na giden süreç aslında KurtuluşSavaşı’ndan başarıyla çıkan bir ulusun eko-nomik açıdan da bağımsızlığını elde ede-bilme, ekonomik açmazlarından çıkabilmesavaşının önemli bir adımı ve göstergesiolarak da kabul edilebilir.

İzmir Enternasyonal Fuarı’nın doğuşu, 17Şubat 1923’te (henüz Cumhuriyet ilan edil-memişken) Mustafa Kemal Paşa’nın emriyleİzmir’de toplanan İzmir İktisat Kongresi’neuzanır. İktisat Kongresi ile eş zamanlı, olarakbir ticari ürünler sergisi düzenlenmiş, sergimekanı olarak İkinci Kordon’da OsmanlıBankası’nın depo olarak kullandığı Ham-parsumyan binası seçilmiştir. Burada, eltezgahı ve küçük sanayi ürünleri; Isparta,Kula, Gördes, Uşak kilim ve halıları, yağ

ürünleri, sabunlar, makarna ve unlu yiye-cekler, kolonyalar, helvalar, ihraçlık pamuklar,ayakkabı, mobilyalar, deri ürünleri, tarımaraçları, kiremit, tuğla, maden örnekleri,tütün, sigara, şarap örnekleri, kereste çe-şitleri sergilenmiştir.(4)

“Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olursaolsun ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsakazanılacak başarılar yaşayamaz ve sürekliolamaz” diyen büyük Atatürk 1923 İzmirİktisat Kongresi nedeniyle düzenlettiği Ma-halli Ürünler Sergisi’ni incelemiş ve çok be-ğenerek her yıl tekrarını ve geliştirilmesiniistemiştir.(5) İktisat Kongresi Sergisi’nden alı-nan ilham ile dört yıl sonra 4 Eylül 1927’deMithat Paşa Sanat Mektebi’nde Dokuz EylülSergisi açılmıştır. 12.000 m² kapalı ve 13.000m² açık bir alanda açılan bu sergiye, 195Türk firması, 71 Ticaret Odası, borsalar, resmiya da yarı resmi kuruluşlar ile Polonya, Al-

10 YAZ 2016

Açılış posteri

Tonlarca molozu gece gündüz taşıyan arabaların atlarından 68'i yorgunluk sonucuçatlayarak ölmüştü. 1940 yılında tunçtan yapılan heykelin nal şeklindeki üst bölümüüzerinde “Kültürpark’ın Yapımında Emeği Geçen Atların Anısı İçindir” diye yazmaktadır.

manya, Rusya, Amerika, İngiltere, İtalya,Fransa, İsviçre ve Macaristan’dan 72 firmaolmak üzere toplam 338 firma katılmıştır.Bir yıl sonra yine aynı mekanda açılan İkinciDokuz Eylül Sergisi ise bir öncekine göregerek katılımcı gerekse ziyaretçi sayısı açı-sından daha başarılı geçmiştir. 1929’da tümdünyayı saran ekonomik buhranın Türki-ye’deki etkileri 1930-1932 yılları arasındaciddi bir iktisadi krize dönüşmüş ve bu yıl-larda Dokuz Eylül Sergileri açılamamıştır.(6)

Kurtuluş Savaşı’ndan zaferle çıkan, modernTürkiye’yi kurma azmindeki Atatürk, İzmir’debir “9 Eylül Yerli Mallar Sergisi” açılmasınıemretmişti. İlk kez İzmir İktisat Kongresi sı-rasında kongrenin yapıldığı binanın içindeve çevre yollarında açılan bu sergi büyükölçüde başarılı olmuş ve Rum-Ermeni tüc-carların çökerttiği ekonominin canlanabi-leceğine işaret etmişti. Daha sonra 1927,1928, 1929 yıllarında İzmir’in kurtuluş bay-

11YAZ 2016

Kültürpark ve Alsancak arasında fuar döneminde otobüs seferleri yapılıyordu.

1938 yılında Almanya’dan Belediye tarafından yeni alınan Bussing marka sarıkırmızı renkteki otobüsler, ilk defa Kültürpark içinde çalıştırılmıştı.

ramı dolayısıyla Mithatpaşa Sanat Enstitü-sü’nde küçük ölçüde yerli malları sergileriaçıldı. İzmir İktisat Kongresi Sergisi’ndensonraki ilk sergi Eylül 1927’de, “9 Eylül MahalliSergisi” adı altında Mithatpaşa Sanat Ensti-tüsü’nde açılmıştır. İzmir Ticaret Odası’nınteklifi ve İzmir Valisi Kazım Dirik’in kararı ileaçılan sergide 71 resmi kuruluş, 195 yerlifirma ve 9 ülkenin 72 kuruluşunun ürünlerisergilenmiştir. Sergiyi 80 bin 744 kişi gez-miştir. İkinci 9 Eylül Sergisi Eylül 1928’deyine aynı binada ve uluslararası düzeydegerçekleşmiştir ve sergiye 155’i yabancı ol-mak üzere 515 firma katılmıştır. Bu etkinliklerbağlamında 1929 yılında açılan sergi, İzmirEnternasyonal Fuarı’nın kuruluşuna bir baş-langıç olmuştu.(7) 29 Mayıs 1933’te İzmirBelediye salonunda, o tarihte İzmir Valisiolan Kazım Dirik Paşa’nın başkanlığında ya-pılan toplantıda, Belediye Başkanı Dr. BehçetUz tarafından bir teklif öne sürülmüştü. Buteklifte büyük çaplı bir panayır oluşturulmasıöngörülüyordu. Bu panayır, milli ekonominintüm ürünlerini sergileyerek, Kemalist kal-kınmaya katkıda bulunacaktı. Behçet Uzanılarında fuar fikrinin nasıl oluştuğunuşöyle anlatıyor: “Bu panayır yeri uygulamasınıgüzel bir tecrübe olarak kabul ettik ve bu tat-

bikat neticesinde fuar fikri geldi hatırımıza.1933 senesinde halkevleri sporcuları ile dostlukmüsabakaları yapmak üzere Moskova’yagiden Suat (Yurdkoru) Bey orada gördüğükültür parklardan bahsetmişti. Bu fikir ile pa-nayırı bir arada düşündük. Fuarı İzmir Vila-yeti’nin ve Ege Bölgesi’nin daimi alışveriş yeriolarak açarsak İzmir’in iktisadi durumunukalkındırır ve aynı zamanda İzmir’i de tanıtırızdedik. Hatta bu ilk imar furyası içinde fuaralanına giden yolları da derhal açmaya kararverdik ama maalesef bu fuar projesi mevzu-unda üç sene yerimizde saydık. Fuar fikriniönceleri ben bir türlü kabul ettiremedim.Çünkü bu projeyle alakalı olması gerekenkimseler ve bilhassa da Ticaret Odası BaşkanıHakkı Bey hep bu fikre muhalifti. Ben debaktım o an için müsait bulmadım, ‘bırakalım’dedim. Ama aradan iki sene geçince artıkfuar fikrini kafama iyice yerleştirmiştim, ka-famdan atamıyordum. Lakin hala gidişattanmemnun olmayanlar vardı. Ben fuar alanınında içinde bulunduğu Kültürpark Projesi’ndenbahsettiğimde bazıları istihza ile “külüstürpark” diyerek muhalefet gösterirdi.”(8)

Böylece aralarında 30 kadar bankacı tüccarve komisyoncunun bulunduğu panayır dü-

zenleme komitesi kuruldu ve çalışmalarabaşladı. Komitenin olağanüstü çabaları so-nucunda şimdiki Swiss Otel’in bulunduğualanda 32.000 metrekarelik bir yangın alanı

12 YAZ 2016

Atatürk OrmanÇiftliği’nde kurulan“Bira Fabrikası” da1936 yılındanitibaren fuarlardayer almış.

Fuar Dokuz Eylül kapısında yapılan açılış.

temizleniyor ve söz konusu alanda bir 9Eylül Panayırı inşa ediliyordu.

Yangın alanındaki molozların, enkazın kal-dırılması ile ilgili maddi sorunlar, alanı360,000 metrekareye çıkarmak için belediyearsalarının satılması, bazı tapulu yerlerinalınması ve bazı şahısların Kültürpark’ın

yapılması konusunda yıkıcı tenkitleri ileuğraşmak, Dr. Behçet Uz Başkanlığındakiözverili ve idealist komiteyi epey yormuştur.1934 yılının ikinci yarısından 1 Ocak 1936yılına kadar enkaz kaldırma çalışmalarısürmüştür. Bütün bu işlerin yürütülmesiiçin aşağıdaki komite kurulmuştur: KomiteBaşkanı Dr. Behçet Uz, Hesap İşleri Reşat

Leblebicioğlu, Fen İşleri Cahit Çeçen, Teşhirve İktisat İşleri Rahmi Zallak, Propagandaİşleri Suad Yurdkoru ile Ticaret Odası UmumiKatibi Mehmet Ali Eten. Ayrıca Türk OfisMüdürü Ali Emrullah Hükümet Komiseriidi. Öncelikle molozlardan arınmış sahayı2 km tutacak olan çevre duvarına gereksi-nim vardı. 1 Ocak 1936’da saat15.00’te ya-

13YAZ 2016

1 Eylül 1936 günü açılış töreninde Dr. Behçet Uz şunları söylemiştir; 360 bin m² yangın sahasının içinde yapılan işler ancaksekiz aylık bir çalışmanın sonucudur.

1950’li yıllarda fuar şekilleniyor.

pılan bir tören ile Kültürpark’ın duvarlarınıntemeli atılmıştır.(9) Kültürpark alanındakienkazın temizlenmesinde yol müteahhidiBayburtlu Niyazi (Ersoy) ile itfaiye kuman-danı Konyalı Uzun İbrahim (Günay) yardımetmişlerdir. Tonlarca enkazı gece gündüztaşıyan atların 68’i ölünce Dr. Behçet UzKültürpark’ın yapımında ölen atlar için anıtdahi yaptırmıştır.(10)

9 Eylül Panayırı 9 Eylül günü saat 17.00’deo tarihte Genel Kurmay Başkanı olan MareşalFevzi Çakmak tarafından açıldığında büyükilgi görmüş ve 21 gün süreyle İzmir’de birbayram havası estirmiştir. 1934 ve 1935’teaçılan panayırlar ise artık bu gelişmeninfuarlaşma yolunda ilerleyeceğinin bir gös-tergesi mahiyetindedir. 9 Eylül İzmir Pana-yırı’nın açılışına dair anılarını bizzat BehçetUz şöyle anlatıyor: “28 Temmuz 1932 günü,büyük bir gündü... O gün, başlatılan imarhareketimizin en büyük eseri olan Pasa-port’taki Atatürk Heykeli, Başbakan İsmetİnönü tarafından açılıyordu. Atatürk Heyke-li’nin açılmasından sonra, yangın yerlerinintemizlenmesine girişildi. Tabii ki, ilk plandaşimdiki Büyük Efes Oteli’nin bulunduğu alanıtemizlemek istiyorduk. Çünkü Atatürk Hey-keli’nin arkası tertemiz olmalıydı. O günlerdeBelçika’dan gelen bir kent planlama mühen-disi, Atatürk Lisesi’nin çatısına benimle birlikteçıktı ve yangın yerlerini bir süre izlediktensonra, tek bir cümle söyledi: “Bu enkazı, 40yılda kaldırırsanız, sizi kutlarım...” Oysa bizİzmirliler olarak, Başbakan İsmet İnönü’nündesteği ve Büyük Atatürk’ün emirleriyle, buyangın yerlerini yıldırım hızı ile temizleyip bir9 Eylül Panayırı kurma kararı almıştık... AtatürkHeykeli’nin arkasında şimdiki Efes (Swiss)Otel’in bulunduğu alanda büyük bir çalışmabaşladı. Alanın etrafı duvarla çevrelenip, mo-lozlar temizlenmeye başlandı. Bu arada pa-nayır yerinin planları hazırlandı. İzmir basınıpanayır ile ilgili övücü ve özendirici yazılaryayınlanmaya başladı. Yeni malların sergi-leneceği pavyonlar, eğlence yerleri ve havuzlarinşa edildi. Pavyonların arasındaki ve çevre-sindeki yolların çakıl taşları ile döşenmesi ta-mamlandı. Bunun için Foça ve Karaburun’danünlü yassı çakıl taşları getirildi. O yılların ünlügruplarından komik Naşit ile Meddah Sururi,çeşitli tiyatro ve dans grupları İzmir’e gelmekiçin müracaatlarını yapmışlardı. Eğlence or-tamında büyük bir canlılık olacağı belli ol-muştu. Ayrıca spor gösterilerinin organizeedilmesi gibi çeşitli gösteriler de halka sey-rettirilecekti. Bu arada Yunanistan’ın ünlüOlimpiyakos takımı da İzmir’e davet edildi.Çünkü Yunanlarla bazı ticaret ilişkileri dü-zenlenmeye başlanmıştı. Gerçekte o acılısavaş yıllarından sonra her iki ulus da yenidengerçek bir dostluğun kurulmasını arzu edi-

yordu. İzmir Panayırı Komitesi, hükümet yet-kilileri ile görüşerek Atina ve Pire Ticaret Mü-messillikleri panayır süresince sergi açma is-teğini kabul etti. Panayır inşa etme çalışmalarıAğustos ayına doğru gittikçe hızlandı. Panayırın9 Eylül Kurtuluş Bayramı’nda açılması karar-laştırıldı. Bu, özgürlüğün mutluluğu ile yenibir ekonomik girişimin gururunun bir aradakutlanması demekti. Daha doğrusu bu, İzmir’inen büyük günü idi.(11) 1933 yılında ulusalmahiyette hazırlanan ve “Dokuz Eylül Pa-nayırı” adını alan üçüncü sergi, panayır içinözel olarak hazırlanan Cumhuriyet Meyda-nı’ndaki alanda açıldı. 1934 ve 1935 yıllarındaise Dokuz Eylül Panayırı uluslararası bir ma-hiyet kazanarak, “Arsıulusal İzmir Panayırı”adı ile yine aynı alanda açıldı. 1936 yılındakipanayırın, yangın alanında oluşturulmasıdüşünülen Kültürpark’ta açılmasına kararverildi. Bu amaçla 1935 panayırı kapanırkapanmaz yoğun olarak faaliyete geçilerek1 Ocak 1936’da Kültürpark’ın temeli atıldı.Böylelikle 1936’da altıncısı düzenlenen pa-nayır, “Arsıulusal İzmir Fuarı” adı ile 360.000metrekarelik Kültürpark’taki yeni yerindeBaşbakan İsmet İnönü tarafından 1 Eylül’degörkemli bir törenle açıldı. Fuarın tarihinde1 Eylül 1936’yı yani Fuar’ın doğum gününüunutmadığını söyleyen Dr. Behçet Uz, bugünün gerek İzmir ve gerekse Türkiye açı-sından çok önemli bir tarih olduğunu daönemle vurguluyor. Dr. Uz, unutamadığı 1Eylül 1936 gününü şöyle anlatıyor: “IzmirEnternasyonal Fuarı’nın ilk başlangıcı, Kül-türpark’ın temelinin atılması 1 Ocak 1936’yarastlıyordu. Saat 15.00’teki törende SilahlıKuvvetler bandosu eşliğinde yaptığım ko-nuşmada, görülen yangın yerini Kültürparkhaline getirmek için, ağaç dikmek için biraraya toplandığımızı belirterek şöyle dedim“Burada gördüğümüz yangın yerinin 360 bin

metrekarelik kısmına yapılacak Kültürpark,gelecekte kısa bir sürede gelişip yeşillenecekve İzmir’e renk katacaktır.” Burada bayındırlığınpark yeri olarak ayırdığı yer aslında 60 binmetrekaredir. Belediyenin satılmamış arsalarınıda dahil ederek 360 bin metrekareye çıkarı-yoruz. Bu yer, İzmir’in dört yanından kolaylıklagelinen bir yerdir. Bu konuşma ve temelinatılmasından sonra yapılan hesaplara göreİzmir Fuarı 900 bin liraya çıkacak ve 9 yıldatamamlanacaktı. İzmir Belediyesi olancagücü ile çalışmalara başladı. Başbakan İsmetİnönü de hükümet olarak yardımın yapıla-cağını belirterek, en küçük hazırlıklara kadarher detayı istemişti. Nihayet 1 Eylül 1936 gü-nüne kadar yapılan çalışmalarla, çevrilenalandaki harabenin temel ve tonozları dina-mitle parçalandı, düzeltildi ve parklar tanzimedilerek gerekli altyapı döşendi. Biri büyükolmak üzere, beş ayrı semte bakan beş dekapı açıldı. Fuara katılacak yerli ve yabancıkuruluşlar için 14 büyük pavyon inşaatı mi-marlar Necmettin Emre ile Vedat Ar tarafındantamamlandı. İlk yıl Mısır, Yunanistan ve Sov-yetler Birliği katıldı. Binalarını da kendi mimarianlayışlarına göre inşa ettiler. Fuar’ın açılışıiçin Ulu Önder Atatürk’ü davet etmeyi ka-rarlaştırdık. Atatürk, o zamanlar Yalova’daydıve ben bizzat giderek açılışı yapmasını ricaettim. Rahatsız olduğu için gelemeyeceğinibildirdi. Yerine başbakan İnönü’yü görevlen-dirdi. “Ve işte o mutlu gün gelmişti. Yani 1Eylül 1936” diyerek tarihi açılışı anlatmayabaşlayan Dr. Behçet Uz, Lozan Kapısı önünde17.30’daki heyecanı yaşar gibiydi. Dr. BehçetUz, o anlamlı ve görkemli günü şu cümlelerleözetliyordu. “Açılış konuşmasını yapan İsmetİnönü aynen şunları söyledi: ‘Birkaç seneevvel, burası hepimizin bildiği gibi boş hattaharap bir saha halinde idi. Burasını iktisaditoplantı yeri ve memleket sanayi için bir nu-mune sergisi olarak düşünmek ve burada

14 YAZ 2016

Kültürpark yetiştirmek fikri asil ve yüksek birdüşüncedir.’ İzmir’in düğünü vardı. Gerçektengörkemli ve anlamlı bir törendi. Her ne kadarsadelik göze çarpıyorsa da, unutulmayacakbir törendi. O yıl açılan 1.Enternasyonal Fuarı21 gün açık kaldı. Mısır, Yunanistan ve Sov-yetler Birliği’nden 48 kuruluş yer aldı. 32 resmikurum ve 45 firma da bulundu. Bu fuarda,kalkınmakta ve gelişmekte olan ülkenin eko-nomik, teknolojik durumu sergilendi. Ve muh-teşem açılışın ardından, her yıl fuar geliştikçegelişti, ta ki bu günlere kadar.”(12)

Fuar kapandıktan sonra ve 1937 yılı boyuncaKültürpark’ın hazırlık çalışmalarına devamedildi. Bir yandan Sağlık Müzesi inşaatı sü-rerken diğer yandan paraşüt kulesi yapılıyor,fuar alanındaki pavyonların çevresinde be-lediye tarafından yollar, havuz, gazino vebahçeler hazırlanıyordu. 20 Ağustos 1937’defuar “ İzmir Enternasyonal Fuarı” adınıalarak, dönemin Ekonomi Bakanı CelalBayar tarafından açıldı. 20 Ağustos 1939’dayine parlak bir törenle açılan dokuzuncuİzmir Enternasyonal Fuarı, tam on üçüncügününde ne yazık ki tüm dünyayı derindensarsacak olan bir olayın başlangıcına tanıkoldu: 1 Eylül’de Almanya’nın Polonya’yasaldırması ile İkinci Dünya Savaşı başladı.1940 ve 1941 yıllarında İkinci Dünya Savaşıdünyada tüm hızıyla devam ediyor, hergeçen gün yeni bir cephe açılıyordu. Dün-yada böylesi sıcak gelişmeler yaşanırken1940 ve 1941 yıllarında İzmir EnternasyonalFuarı uluslararası özelliğini koruyarak açıl-maya devam etti. Ancak İkinci Dünya Sa-vaşı’nın sürmesi nedeniyle 1942 yılındahükümet kararıyla İzmir EnternasyonalFuarı açılamadı. Fuar döneminde İzmir’ealışık olduğu ziyaretçi akınını sağlamaküzere bu kez “Kültürpark eğlenceleri” ha-

zırlandı. 1943 yılında tekrar uluslararasımahiyette açılan İzmir Fuarı, 1944 yılındamilli mahiyette açıldı. Ne yazık ki savaşıntüm dünyada ve ülkemizdeki olumsuz et-kilerinin sürmesi nedeniyle 1945 ve 1946yıllarında da İzmir Fuarı’nın yine milli ma-hiyette açılmasına karar verildi. İzmir Fuarıtekrar uluslararası özelliğine 1947 yılındakavuşabildi. 1948 yılında İzmir Enternas-yonal Fuarı, Uluslararası Fuarlar Birliği’ne(UFI) üye oldu.

Behçet Uz fuara yönelik temennilerini anılarıarasında şu şekilde dillendirmiştir: “Kültür-park bugün sağlık, spor, eğlence dahil olmaküzere her açıdan hem gençlerin istifade ede-ceği hem de yaşlı insanlarımızın ve çocukla-rımızın da en çeşitli şekillerde istifade edebi-leceği bir yer olmuştur. Gerek estetik açıdangerekse tıpkı dış memleketlerde olduğu üzereadeta bir halk üniversitesi gibi olan botanikbahçeleriyle hem eğitim hizmeti vermektehem de güzelliği ile estetik duygulara hitapetmektedir. Temennim odur ki tam manasıylaenternasyonal olan ve ticaret yönüyle de bü-tün milletlerin istifade edebilecekleri orga-nizasyonlara ev sahipliği yapan fuarımız veKültürpark’ımız Yakın Doğu’nun da her türlüticari ihtiyacına cevap verecek bir durumagelecektir”(13)

Dr. Behçet Uz eserleriyle ve başarılı yöneti-miyle İzmir’in tarihine ismini altın harflerleyazdırmış bir belediye başkanıdır. Ardındabirçok eser bırakmıştır ancak İzmir Fuarı’nınbu bağlamda apayrı bir yeri ve önemi vardır.İzmir Fuarı’nı sadece ticari bir oluşum olarakdeğerlendiremeyiz. Emperyalist güçlerinyakıp yıktığı, yok ettiği 985 bin metrekarelikalan büyük zorluklarla temizlenmiş ve 460bin metrekaresi Kültürpark olarak değer-lendirilmiş, bir doğa cenneti yaratılmıştır.

İşgalci güçlerin yaktığı alanda böyle bir eserortaya çıkarmak dış dünyaya “Siz yıktınızama biz sizin yıktığınız yerde yeniden bircennet yarattık” mesajı vermektir. Kültürparkaynı zamanda Milli Mücadele’yi simgeleyenbir anıt ve Cumhuriyet’in en önemli eserle-rinden biridir. Yani bir başka deyişle, Kül-türpark bir ‘Cumhuriyet Anıtı’dır. İzmir Fuarı1923’te Atatürk’ün kurduğu çağdaş TürkiyeCumhuriyeti’nin ilk medeniyet sembolüdür.İzmir Fuarı 20. yüzyılda yüz akımız olduğugibi, savaştan yeni çıkmış Türkiye’nin kal-kındığını ve geliştiğini tüm dünyaya enter-nasyonal bir pencereden göstermeyi ba-şarmıştır. İzmir Fuarı o yıllarda emeklemekteolan yerli imalatçılara ve tüccarlara ise ça-lışma şevki ve moral motivasyonu sağlamış,böylelikle Türkiye’nin ekonomik kalkınmahamlesine de ilham kaynağı olmuştur. VeDr. Behçet Uz, Atatürk’ün 1.İktisat Kongre-si’nde “Bu şehirde fuarlar kurun, sergiler açın”diyerek adeta İzmir’e yüklediği misyonu ye-rine getiren, hayata geçiren unutulmaz birdevlet ve hizmet adamıdır...

1) www.buch.gov.tr, erişim tarihi 28.12.2010 (Behçet Uzile aynı ismi taşıyan Behçet Uz Çocuk Hastalıkları Has-tanesi’nin internet sayfasında efsanevi belediye baş-kanının özgeçmişi bu şekilde anlatılıyor.)

2) Sancar Maruflu, İzmir Güzellemesi, Ege Kültür PlatformuDerneği Yayınları, İzmir Haziran 2009, say 40-41

3) Fikret Toksöz, İyi Yönetişim El Kitabı, Tesev Yayınları,İstanbul Mayıs 2008, say 39 (Bu dönemde atılan enönemli adımlardan biri; yangında zarar gören binlerceevin, kötü bir dere yatağının ve suçluların bulunduğuçöküntü alanının yeniden düzenlenerek Kültürpark’ınkurulması ve İzmir Fuarı’nın açılmasıdır. Bu iş için gerekliolan bütçe, o zamanki belediye bütçesinin neredeyseiki katı olmasına karşın Behçet Uz, mühendislere dahaaz masraflı bir proje hazırlamalarını tavsiye etmiş, öteyandan da yerel müteahhitlerden biri ile anlaşma yaparaksöz konusu arsanın oldukça düşük bir fiyata satın alın-masını sağlamıştır. Proje tamamlandığında ortayaçıkacak artı değerin bir bölümü karşılığında, müteahhitproje sahasını temizlemiş ve şehre çok düşük maliyetlibir kültür parkı kazandırılmıştır. Bu proje, şehri yalnızcaçöküntü alanının sorunlarından kurtarmamış, aynı za-manda da önemli bir gelir kaynağı yaratmıştır. Parksahası, etrafındaki belediyeye ait arsaların değerindede 10 ile 30 kat arasında artış yaratmış ve böylece o dö-nemde belediye gelirleri oldukça arttırılmıştır.

4) www.wikipedia.com, erişim tarihi 29.12.2010

5) Maruflu, a.g.e., s. 33

6) www.izfas.com.tr, erişim tarihi 29.12.2010

7) www.apikam.org.tr, erişim tarihi 29.12.2010

8) L. Ece Sakar, Atatürk’ün İzmir’i, Bir Kentin Yeniden Do-ğuşu Behçet Uz, Türkiye İş Bankası Yayınları, (2. Baskı),İstanbul, 2009, s. 57, 58, 59

9) www.apikam.org.tr, erişim tarihi 29.12.2010

10) Maruflu, a.g.e., s. 48

11) Yaşar Aksoy, Efsaneden Geleceğe Smyrna İzmir, KentKitaplığı Dizisi 23, İzmir Yayıncılık AŞ, İzmir Ocak2002, say 318.

12) Aksoy, a.g.e., s.320

13) Sakar, a.g.e s.69-70

15YAZ 2016

1960-1970 yıllarında fuarın açılacağıtarih yaklaşınca, İzmir’in merkeziyerleri gazino, lunapark, sirk pos-

terleriyle donanır, şehrin çeşitli yerlerindehoparlörlü araçlarla duyurular yapılırdı;“Dünyaca ünlü Medrano Sirki, fuar süre-since lunapark içerisinde, yerinde gösterilersunacaktır. Vahşi hayvanlar, tel cambazları,akrobatlar, sihirbazlar, palyaçolar. Çok kısabir süre için duhuliyede çocuklar ve askerlerindirimli, başıbozuklar (siviller), 5 lira”. Ço-cukları en çok ilgilendiren lunapark vesirk olur, ilanları incelerken o anları yaşa-maya başlarlardı. Basmane kapısındanKahramanlar’a doğru yürürken lunaparkıniçindeki dev sirk çadırının fillerin yardımıylakuruluşunu anbean takip ederlerdi. Ço-cuklar sirklerdeki filleri hikaye kitaplarındakikulaklarını kanat gibi çırparak uçan sevimli“Dumbo” olarak bilirlerdi. Buradaki fillerDumbo’ya hiç benzemiyorlardı. Bir kereuçamıyorlardı bile. Diğer yandan da buçok güçlü filler toz ve kir içerisindeydiler,çadırın dev direklerini yerleştirmek içinbazen başlarıyla iterek, bazen de zincirlerle

çekerek büyük iş makineleri gibi çalışırlardı.Adamlar ellerindeki çivili sopalarla filleriyönetirlerdi. Çadır günden güne yükse-lirken, çocuklar da gösterileri bedava sey-redebilmek için çeşitli planlar yaparlardı.Sirk için bilet alınmışsa, gösteri saatinekadar zaman bitmek bilmezdi.

Unutulmaz anılar oluşturdu

İlk defa gittiğim sirkte gösterinin sunumunuçiçekli buruşuk şapkası, boyalı yüzü, askılıbol pantolonu ve yürümekte güçlük çektiğikocaman yırtık ayakkabılarıyla bir palyaçoyapmıştı. Sahneye minicik tekerleri olan

16 YAZ 2016

Uzm. Dr. Metin ÖZER

İzmir’de sirkler ve cambazlarBabam›n dükkan›na miniciktekerlekleri olan bisikletiyle bir adamgelmiflti. Adam ‹talyanca bir fleyleranlatmaya çal›fl›yordu. Ben bu bisikletitan›yordum. Bu geçen akflamseyretti€imiz palyaçonun bisikletiydi.

uzun gidon demirli bir bisikletle çıkmış, us-talıklı numaralar sunmuştu. Sonra gösteriyeçıkan köpekler, atlar, foklar, timsahlar, may-munlar terbiyecilerinin en küçük hareket-leriyle öğretilenleri yapmışlardı. Köpeklerarka ayakları üzerinde, sıra oluşturmuş, asilgörünüşlü süslü atlar üzerlerinde ayaktaduran genç kızların yönlendirmesine gerekduymadan yürümüşler, foklar gösteri sonrasıön yüzgeçlerini el gibi çırparak balık iste-mişler, maymunlar çeşitli soytarılıklar ser-gilemişlerdi. Maymunlardan birinin geçerkengözlüğümü çalması, terbiyecisi seyircileriselamlarken timsahın bir anda yere yakınolan tribünlere doğru yönelmesi ve büyükbir paniğin yaşanması, bu güzel gösterilerinunutulmaz anılarını oluşturmuştu.

Rüya gibi bir akşam

Sahne girişinde içerisine zor sığdığı sevimliminik bir arabayla palyaçoyu görünce elle-rimiz kızarana kadar alkışlamıştık. Sahnedebir tur atıp bizi selamlamıştı. Palyaço ara-basını sahnenin ortasına almış, bir kolunuarabanın üzerine atarak onu nasıl kullandığınıanlatmaya başlamıştı. Fakat araba bir andakendiliğinden hareket etmiş, onu yere sa-vurmuştu. Araba biraz gidip durmuş alayeder gibi korna çalmaya başlamıştı. Palyaçoyerden kalkıp arabanın koltuğuna oturunca,bu kez ne yaparsa yapsın arabayı hareket

ettirememişti. Kaportayı açıp bakarken yü-züne radyatörden su fışkırmıştı. Araba pal-yaço binince de hareket etmiş ve anidendurmuştu. Arabaya söz geçiremeyen palyaçogözlerinden sular akarak ağlamaya başla-yınca, biz kahkahalarla gülmeye başlamıştık.Sahneye aslanlar, yılanlı kadınlar, trapezcilerçıkmış, bu kez hayret ve korkuyla izlemiştik.Rüya gibi bir akşamdan sonra eve gelmiş,birbirimize günlerce gösterileri anlatmıştık.

Hayal kırıklığına uğradım

Birkaç gün sonra babamın dükkanına miniciktekerlekleri olan bisikletiyle adam gelmişti.Adam İtalyanca bir şeyler anlatmaya çalışı-yordu. Ben bu bisikleti tanıyordum. Bugeçen akşam seyrettiğimiz palyaçonun bi-sikletiydi. Adam da günlük kıyafetler içeri-sindeki palyaçonun ta kendisiydi. Babam“Sirkteki arabanın marş motorunun arızalıolduğunu, tamir edeceğini” söyleyince, bende yardımcısı olarak peşine takılmıştım. Rü-yalarımdaki araba karşımdaydı. Babam işiniyaparken, palyaço bana sirkin arka taraflarınıgezdirmişti. Birçok sanatçı akşamki gösteriiçin çalışma yaparken, hayvanlar römorklarınüzerlerindeki kafeslerinde akşamki ihtişam-larından çok uzak bir şekilde miskin miskinuzanıyorlardı. Bakıcı kırbacını şaklatıncahepsi yerlerinden fırlamış kükremeye, çığlıkatmaya başlamışlardı. Bu güzel hayvanlarıböyle çaresiz durumda görmek beni hayalkırıklığına uğratmıştı.

En eski sirk Circus Maximus

İnsanlar tarih boyunca gösteri sanatlarıylailgilenmişler, özellikle Romalılar yabancı ül-kelerden getirdikleri vahşi hayvanlarla vegladyatör denen dövüşçü kölelerle büyükdairesel alanlarda gösteriler yapmışlardı.Daire veya elips biçimindeki amfi tiyatrove stadyumlara “Circus” denmişti. Eski Ro-ma’da Circus Maximus, Circus Flaminius,Caius Sirki gibi pek çok sirk oluşturulmuştu.İstanbul, Efes gibi önemli kentlerin birço-ğunda sirkler yaptırmışlar, bunların hepsiaynı plan üstüne inşa edilmişti. Heykel vedikilitaşlarla süslenmiş bir toprak setle bö-lünmüş bir pist (spina), ahırlar, imparatorluklocası, kemerleri vardı. En eski sirk olanCircus Maximus’un boyu 670 m, eni 215 midi. 150 bin izleyici alabilen bu dev yapı, biraraba yolunun çevresinde binlerce kişininoturabileceği basamaklı sıralardan oluşu-yordu. Roma sirklerinde savaş arabaları, okve mızrak yarışları yapılır, yabanıl hayvanlar,hokkabazlar ve ip cambazları da gösteriyapardı. 2-4 ya da daha çok sayıda at koşulanarabaların yarışları üzerine halk bahse tu-tuşur, Hıristiyanların yabanıl hayvanlara atıl-dığı, kölelerin birbirleriyle ölesiye dövüştü-rüldüğü kanlı ve acımasız gösteriler eksikolmazdı. Tüm Roma İmparatorluğu şehir-lerinde sirklerde gösteri için öldürülen hay-van sayısı inanılmaz boyutlardaydı. SadeceCircus Maximus’un açılışında yüzlerce insanve 5 bin yabanıl hayvan kurban edilmişti.

Modern sirkler, önceleri gezginci, sonra özelkuruluşlar şeklinde İngiltere’de doğmuştu.İngiliz Philip Astley (1742-1814) ilk amfiteatr’ı1780’de Londra’da, Westminster Road’dakurmuştu. Blackfriars Road’da kurulan Krallıksirki buna derhal rakip olmuştu. Astley’insirkindeki gösteriler arasında binicilik, Çingölge oyunları, akrobatlar vardı. Krallık Sir-ki’nde ise balon uçuşları, pandomim yeralırdı. Geçmişte sirklerin en çok aranantipleri olan Palyaçolar (Pagliaccio) bugündünyanın birçok yerinde sanatçı kişiler olarakalgılanmakta olup, eğlence ve çocuk kav-ramlarıyla birlikte anılmaktadır. Palyaço ken-disini seyredenleri güldüren, eğlendiren,acayip kılıklı, yüzü aşırı ve komik biçimdeboyalı oyuncudur. M.Ö 1600'lerden beri varolan palyaço veya soytarıların Avrupa Sa-raylarında 18. yüzyıla kadar yerlerini koru-dukları anlatılmaktadır.

Padişahları eğlendirirlerdi

Osmanlı'da ise padişahı eğlendiren "dal-kavuk" adı verilen insanlar vardı. Bizansgösteri sanatlarının birçoğu çeşitli farklı-lıklarla Osmanlı’da da devam ederken, dö-neminin cambazları “Canbaz Taifesi” veya

17YAZ 2016

Yeni As›r gazetesi,28.08.1936 tarihlisay›s›nda Kültür-park’ta sirk içinbüyük bir alan ay-r›ld›€›n› yazmak-tad›r. Ayn› gazete20 A€ustos 1954say›s›nda ApolloSirki’ndeki 3 asla-n›n da do€urdu-€unu haber ver-mekteydi.

“Canbazan” isimleriyle anılırlardı. Perendabaz(takla atan), canbaz (at gösterisi yapan),çemberbaz (çemberden atlayan), tasbaz(giysisinden yemek tası çıkaran), zurbaz(güç gösterileri yapan), kuşbaz (kuş göste-rileri yapan), gürzbaz (ağırlık kaldıran), şi-şebaz (şişeleri üst üste dizen) gibi göstericilerhünerlerini sergilerlerdi.

Anadolu turnesine çıkılırdı

“Sur-i Humayun” adı verilen, padişah aile-sinden kişilerin tahta geçme, doğum, düğün,sünnet gibi eğlence ve şenliklerinde, bayramgünlerinde, Ramazan akşamlarında heyecanlıgösterilerini sergileyerek, halkın beğenisinikazanırlardı. En ilgi çekici olanı iki yandansıkıca gerilmiş “Urgan” denen ipin üzerinde

yürümekti. Genelde cambazlar, ip üzerindeellerine aldıkları “terazi” adı verilen uzun birsırıkla denge sağlayarak yürümeye çalışırlardı.Eğitimli hayvanların hünerleri de buradagösteriliyordu. Ayrıca padişahların da aslan,gergedan, fil, zürafa, ayı gibi eğitilmiş pekçok hayvanı vardı. Zaman zaman bu hayvanlarda Anadolu turnesine çıkarılırdı. Hayvanlarınbir kısmı Topkapı Sarayı içinde yer alan As-lanhane’de, bir kısmı da kentin Bizans surla-rının kalıntıları içinde korunuyordu. Bu hay-vanlar bakıcılarıyla sokaklarda gezdiriliphalka da gösteriler yapıyorlardı. Ancak Os-manlı çökmeye başlarken, bu parlak gösterigeleneği de yavaş yavaş ortadan kalkmış,yerini Batı sirklerine bırakmıştı.

1838’de bir İtalyan sirk topluluğu İzmir’de

gösteri yapmıştı. Basmane’nin kuzeyindeyüksek duvarlarla çevrili bir arazi üzerine2.000 kişilik bir amfiteatr kurulmuştu. Sirkgösterilerinin yanı sıra tragedyalar, komed-yalar da oynuyorlardı. “Souillier Sirki” ve“Gaetano Mele Sirki” rekabet halindeydi.1839 Tanzimat ilanının sonrasında İzmir’deikisi sirk gösterileri için yapılmış 4 tiyatrobinası vardı.

Kivoto kahvesi çökünce

1873 tarihli New York Times’ın haberindeİzmir’de akrobasi gösterisi yapılan kahve-hanenin çökmesi aşağıdaki paragraflardaanlatılmaktaydı; “Pazar gecesi direkler üze-rinde ve deniz içinde yapılmış olan ‘Kivoto’kahvehanesi, bir akrobat grubunun vermekte

18 YAZ 2016

olduğu temsil sırasında aniden çökmüştür.Kahvehanenin sahibi o gece, yalnız 108 biletsatmış olduğunu söylerken, kazadan kur-tulanlar, içerde en az 200 kişinin bulundu-ğunu bildirmişlerdir. Bunların çoğunun fakirhalktan oluştuğu, ama aralarında kentinsaygın ailelerinden bazı gençlerin de bu-lunduğu, ancak Türklerden fazla kimseninyer almadığı anlaşılmaktadır. Temsil sırasında,saat 10.00 sıralarında önce bir çatırtı duyul-muş ve ardından beş dakikalık bir süre içindekahvehane bütünüyle sulara gömülmüştür.

Kaza sırasında girişe yakın yerlerde bulunanseyircilerden birkaçının kaçabildiği ve yinebazılarının pencerelerden denize atlayabildiğianlaşılmaktadır. Sandalcıların hemen kürek-lerine sarılmaları, maalesef olumlu bir sonuç

vermemiştir. Vali Süreyya Paşa, Polis Şefi İb-rahim Ağa ve Jandarma Komutanı Tahir Beyhemen olay mahalline gelmişler, ancak tümçabaları boşa gitmiştir. Canhıraş feryatlarıizleyen derin sessizlik, kazanın korkunçlu-ğunu gözler önüne sermekteydi.

Ertesi sabah, kentin Katolik ve Rum kilisegörevlileri de olay yerine geldiler. Rıhtımşirketinin işçileri, denize gömülmüş olankahvehanenin çatısını kaldırmak için çabaharcadılar. Bu sırada cesetlerin aranmasındaçok acıklı sahnelerle karşılaşılmaktaydı. Birgece önceki süslü elbiseleri içinde bulunanakrobatlar çıkarıldılar. Cesetlerin dudaklarınınacı içinde kısılmış olduğu görülüyordu. İkicenaze arabası, bütün gün cesetleri hasta-nelere taşıdı durdu. Rum hastanesinde bu-lunan 50 cesetten 28’i, Katolik St. Antoinehastanesindekilerden de 11’i dün saat 04.00’ekadar teşhis edilebilmişti.”

1936’da sirk için yer ayrıldı

İzmir'e gelen yabancı tiyatroların, sirklerin,cambazların gösterileri yanında, 1877 yılıHaziranında Mehmet Şükrü isimli Müslümanbir hokkabazın gösterisi de vardı. 1902’desirklerde ip cambazı Hasan Ağa ile Sarı Ah-med gibi Türkler de boy göstermeye başla-mıştı. 5 Eylül 1920 Pazar günü Ahenk gaze-tesinde işgal altındaki İzmir'de İtalyan ye-timleri yararına Büyük Bahçe’de at cambaz-larının gösteri yapacağı yazmaktaydı. YeniAsır Gazetesi 28.08.1936 tarihli sayısındaKültürpark’ta sirk için büyük bir alan ayrıl-dığını yazmaktadır. Aynı gazete 20 Ağustos1954 sayısında Apollo Sirkinin 3 aslanın dadoğurduğunu haber verilmekteydi.

Rıfat Telgezer’in ünü

Sirk gösterileri yanında şehir şehir, kasabakasaba dolaşan kumpanyalar da vardı. Butopluluklara katılıp hem çocukluk rüyalarınıgerçekleştirenler, hem de geçimini bu yoldansağlayanlar olurdu. Rıfat Telgezer 1950’li,60’lı yılların yaz aylarında İstanbul’un Aksaray,Kasımpaşa, Büyük Ada, Heybeli Ada, Bakır-köy, Yeşilköy gibi semtlerinde kurduğu ça-dırıyla ününe ün katmıştı. 1750 kişilik çoksağlam ve muhteşem bir çadır yaptırmış,bu çadırı ilk olarak Bakırköy Yenimahalle’deElektrik İdaresi’nin arkasındaki büyük boşarsaya kurmuştu. Cambazhanenin kadrosugenişlemiş, birbirinden değişik gösterileryapılmaya başlanmış, tuluatçılar, komed-yenler, ses sanatçıları ve dansözler bu büyükkadroda yer almaya başlamışlardı. Hatta,bunların arasından Celal Şahin, Bal Arıları,Aysel Tanju gibi kimi sanatçılar Rıfat Telge-zer’in cambazhanesinde başlattıkları gös-terilerden sonra meşhur olmuşlardı.

Hint sihirbazı Takanaki

Manisa Dağı çevresindeki Sancaklı Yörük-lerinden olan 1947 doğumlu Hamza Kaba-sakal 12 yaşına geldiğinde dağda keçi çobanıolarak yaşamak istemediğini düşünmeyebaşlamıştı. İzmir Bitpazarından 7,5 lirayabir saz satın almış, hayatını müzikle kazan-maya başlamıştı. “Aşık” olarak anılmış, buarada bir sihirbazdan elleri ayakları bağ-lanmış şekilde ağzı düğümlü bir çuvaldançıkma, burun deliklerine 15 cmlik çivi çakmagibi gösteriler yapmayı öğrenmişti. 15 yaşınageldiğinde gruplara katılıp, sahneye çıkmayabaşlamıştı. Adı da “Hint Sihirbazı Takanaki”olmuştu. Bu renkli hayat 1976 yılına kadarsürmüş, televizyonların yaygınlaşmasıylada gösterileri yeterli ilgi görmemiş, işi bı-rakması gerekmişti.

İzmir Karşıyaka’da da gösteriler yapmış olanbir grubun “Boncuk” isimli üyesi çocuklartarafından çok sevilir, Alaybey Büyüktarla’dakurulan çadıra akın ederlerdi. Erhan Hapae“O Hüzünlü İstanbul” isimli kitabında Bon-cuk’un şehir turunu şöyle anlatır; “Körüklütentesi arkaya yatırılıp süslenmiş fayton,çıngıraklı gürültüsü ile kasabanın bütünana sokaklarını dolaşır ve kışla yolundakidüzlükte yapılacak, yeryüzünde emsalinehenüz rastlanmamış gösteriye çağırırdı her-kesi. Faytoncunun yanına oturmuş olanBoncuk, alacalı meddah kıyafeti ile bütünçocukları oturduğu yerden abartılı bir şekildeselamlar, megafonla söylediği şeyler fayto-nun arkasına bağlanmış tekerlekli bir san-dalyede sırtı dönük oturan zurnacının mü-

19YAZ 2016

ziğine karışırdı. Kasabayı öğle sonrası reha-vetinden kurtaran curcuna, çoğu çocukolan seyircileri Kışla yoluna düşürürdü.

Çalkala Boncuk çalkala

İpe çıkan cambaz düşüyor numaraları ya-pardı ve bu gösterinin en heyecan veren

yeriydi. O gün düşüyor numarası akıl al-madık bir şekilde gerçeğe dönüştü, birdenbütün seyircilerin önünde ipten düştü ve‘diri diri toprağa gömülme’ numarasınıyapmak için kazdıkları çukura kadar sav-rulup içine gömüldü. Bunu gösterinin birparçası sanan seyirciler tereddüt geçirdibir süre ve onları aymazlıktan uyandırankadının yürek dağlayan çığlığı oldu. Çu-kurun başına üşüşen kalabalık keşmekeşiçinde Boncuğu oradan alıp bir faytonayatırıp uzaklaştırdılar. Boncuk ölmüş müydüo gün bilmiyordu ama bildiği şey, kasabayabir daha bu şenlikli cambaz grubun gel-memiş olduğuydu”. Kızı Lale Roche 2013yılında Ayşe Arman’la yaptığı söyleşisindeİzmir’de yaşayan babasının “Boncuk” ismininasıl aldığını anlatır ; “Oy dingala dingala,kömür de koydum mangala. Ayşe de Fatmadostum var, çalkala Boncuk çalkala” böylebir müziğimiz vardı. Oradan kaldı. Amaasıl adı Erdoğan.”

Ter kokulu havluları kuruttu

Sirk çadırlarından kimler geçmemişti ki...Cüneyt Arkın bir röportajında şöyle anlatı-yordu; “Ben, Medrano Sirki’nde akrobasiöğrendim. Altı ay Kazak Sirki’nde de çalıştım.İki atı aynı anda yönetmeyi, at üstündeayağa kalkmayı, yana yatmayı, ters dönmeyi...Medrano Sirki'nde Kazakların atlarına baktım,karşılığında binicilik dersleri aldım. Düştüm,kalktım, küfür yedim, tahkir edildim. Gecesaat 24.00'den sonra Pablo Hugo'nun spa-gettisini, şarabını taşıdım. Parende atmasınıöğrendim cambazlardan. Ter kokulu hav-lularını kurutup peşlerinde koştum. Sirktebulunanların çoğu benim artist namzediolduğumu öğrenmişlerdi. Bakışlarındanbana acıdıkları için de bir şeyler öğretmekistediklerini hissediyordum. Bir gece programbittikten sonra şimdi ismini hatırlayamadı-ğım, fakat çok sevdiğim akrobatlardan biriyanıma geldi, 'Gel seninle biraz çalışalım'dedi. 'Sana ufak bir numara göstereceğim

20 YAZ 2016

ve bütün filmcilik hayatında bu numaranınbüyük faydasını göreceksin.' Onunla tamiki saat çalıştık. Ertesi gece gene, daha ertesigece gene derken, kendimde bir fevkaladelikhissetmeye başladım. Yavaş yavaş bir şeyleroluyordum. Ümitlendim. Neşelendim.”

Medrano’da 200 kişi çalışıyor

Hülya Koçyiğit de sahneye ilk olarak Med-rano sirki İstanbul'a Beşiktaş'a geldiğindeçıkmıştı. Birinci sınıftayken tüm sınıf ile bir-likte sirke gitmişler, bir anda kendini sahnedebulmuştu. Müzik eşliğinde dans etmeyebaşlamış, büyük ilgi görmüştü.

06 Haziran 2004 tarihli Hürriyet gazetesindeYener Süsoy 1873 yılında Casertelli ailesi

tarafından kurulan İtalya’nın en önemli sirki“Medrano” daki yaşantıyı anlatmıştı. “Med-rano Sirki’nin genel müdürü, ortağı SinyorPietro neşeli, canlı ve heyecanlı bir İtalyanYörük’ü. Yaşadığı karavan yürüyen bir saraygibi, deri koltuklu, televizyonlu modern sa-lonundan mutfağına, klimasından çifte ça-maşır makineli banyosuna, satenlerle bezeliyatak odasından gardıroplarına kadar heryer pırıl pırıl, tozdan kirden eser yok. BayanPietro’nun kendi elleriyle yaptığı enfes spa-getti, kızarmış et ve salatanın tadı hala da-mağımızda.” Soruları yanıtlayan Sinyor Pietroşöyle devam eder, “Medrano’da toplam 200kişi çalışıyor, 18 fil, 20 kaplan, 200 at, 4zürafa, 2 gergedan, 30 deve, 50 köpek var.Sirk insanı sadece ve sadece karavanda ya-şayabilir. Kendimden örnek vereyim, bugünekadar ne benim ne de çocuklarımın evioldu, olmaz da. Memleketim Floransa’yagittiğimde bu karavanımı bizim depolarınönüne çekip keyfimizi süreriz. Bizde evolmaz, evde duramayız, göçebeliğe alışmışızbir kere. Aramızdan bazıları ev aldı, amakısa süre sonra yeniden karavanlarına dön-düler. Bizim hayatımız aynı Çingenelerinkigibi, bir yerde sabit duramayız, mutlaka

gezmeliyiz. Burada 7 büyük, konforlu kara-vanımız var, hepsinde aileler kalır. Bizde her-kes her işi yapar, çadır kurulurken benimde demir direkleri taşıdığım olur. Arkadaş-larımız hem sirk sahnesinde numaralarınıyapar, hem de tırlarımızın şoförleridir, kadınlardahil. Sirkte kimseye emretmeyiz, şöyleyapın demeyiz. Bizde uyuşturucu, içki olmaz,duyduğumuz anda işini keseriz. Sahneyeçıkmadan önce içki içilir mi, imkansız, onuyapan hayatıyla oynar. Ayrıca kötü kadınlarıda barındırmayız, bizde huzur, neşe çokönemlidir.”

Ülkemizde Alman Sirki, Moskova DevletSirki, Medrano, Barcelona, Colleseum, Apol-lo, Miranda, New Miranda, Roma, Togni,

Buz Sirki, Meksika Sirki çeşitli yıllarda gös-teriler yapmışlardı. Sinemacılar da sirk vegösteri sanatlarını perdeye yansıtmış, ilgiyleizlenmişlerdi. Başrolünü , Charlie Chaplin'in üstlendiği “Sirk” 1928'de, Gina Lollobri-gida, Burt Lancaster, Tony Curtis’in başro-lünü oynadığı “ Trapez” 1956’da, John Way-ne’nin başrol oynadığı “Sirk Dünyası”1964’degösterime girmişti.

Çok yabanıl hayvan telef oldu

Sirk kavramı ilk olarak eski Romalılar tara-fından kurumsallaştırılmış, ekmek ve sirkile toplumu yönetmişlerdi. Halkın aç kal-maması ve eğlenerek politikadan uzak ol-ması hedeflenmişti. Bu hedefe ulaşmak içinbinlerce insan ve yüz binlerce hayvan bugösterilerde kötü bir şekilde can vermişlerdi.Günümüzde de görkemli sirk gösterilerininarka planında çok büyük çabalar ve acılarvardır. Özellikle hayvanlar eğitimleri sırasındakötü muameleyle karşılaşabilmektedirler.Çocukluk çağlarımızda mahallelerde ayı oy-natanlar olurdu. Ayının burnundan geçirilmişbir halkaya bağlı zinciri eline alan oynatıcıgerektiğinde çeker, sopası ve monoton birhava çaldığı defiyle arka ayaklarına yükselmişayıyı hareket ettirirdi. Biz çocuklar kocaayının nasıl oynadığına akıl sır erdiremezdik.Sonradan ayının sıcak bir demir levha üzerineçıkarılarak def çalındığını, ayak tabanlarıyanan ayının hareket ederek yanmaktankurtulmaya çalıştığını öğrenmiştik. Sonra-sında ayı her def sesi duyduğunda yaşadığıacıyı hatırlayıp ayaklarını kaldırmaya başlar,biz de bunu dans gibi algılardık. Sirk gös-terilerindeki kırbaç şaklatmaları da böylebir şartlı refleks oluşturma yöntemi olabilir.Gösteri yaptırılan yunuslar yaşadıkları ha-vuzlarda avlanamadıkları ve sürekli ölü balıkyediklerinden avlanma içgüdüleri ortadankalkmaktadır. Aç bırakılıp, yaptıkları doğruhareket için yemek verilmektedir. Hayvan-larda strese bağlı mide ülseri gelişmekte,cinsel aktiviteleri sonlanmaktadır. İnsanlarazarar vermesin diye dişleri törpülenmekte,insanların eğlencesine hizmet eden kuklalarhaline getirilmektedirler.

İletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla gösterihayvanlarının eğitimleri sırasında karşılaş-tıkları kötü muamele daha bilinir hale gel-miştir. Bu nedenle de hayvansız ve insanlarınaz tehlikeli gösteriler yaptığı sirkler dahaçok ilgi görmeye başlamıştır. Sirkler bizleriçocukluk anılarımıza götüren, teknolojininkatılımıyla daha da renklenen, insani kay-gıları ön plana almak şartıyla halkı eğlen-diren en güzel yerlerden biri olmaya devamedecektir. ∂

21YAZ 2016

Y az gelip de İzmir ısınmaya başla-dığında; gazetedeki tüm arkadaşlarbir konuğun yolunu gözlerdik. O

konuk, her zamanki gibi yine esintili birakşam üzeri beyaz keten takım elbisesiylegörünür, ahşap merdivenlerden bir çırpıdaçıkar, minik yazı işleri odamızın Pasaport

İskelesi'ne bakan köşesindeki koltuğa oturur,Panama şapkasıyla şöyle yüzünü bir se-rinlettikten sonra, "Nerede kaldı benimorta kahve" diye seslenirdi.

26 YAZ 2016

Tayfur GÖÇMENOĞLU

Yaşasın,İstanbulTiyatrosugeliyorBir dönem ‹zmirhalk›, bu muhteflemtiyatro grubusayesinde gülmeyedoyamazd›.Geleneksel TürkTiyatrosu'numodernize ederekoperetlefltiren veyeni bir modelekavuflturan topluluk,hiç bir ideolojik yönesapmadan tümseyirciyi kucaklamay›baflarm›fl, yo€unseyircisiyle de zatenbunun karfl›l›€›n›bulmufltu.

Yıl 1965. Aylardan Mayıs. İstanbul Tiyatrosu'nun temel direklerinden MuzafferHepgüler'le bir söyleşimiz.

Aynı yıl İlhan Daner'le konuşurken.

Ali Sururi ve Toto Karaca.

Celal Sururi, bir İstanbul Tiyatrosuoyununda.

Bu arada beraberinde getirdiği çantasındanbirtakım, fotoğraflar çıkarır, seçmemiziister, onlarla ilgili bilgiler de verirdi. Busevimli, bu yolu gözlenen konuk, İstanbulTiyatrosu'nun "ağabeyi" Lütfullah Suru-ri'den başkası değildi. O, henüz başlayanimbatın serinliğinde kahvesini yudumlar-ken, biz fotoğraflara bakar, onlar hakkındayorumlar yapardık.

Bu, şu demekti. Artık bir ay süreyle sadecebizde değil, onlara hayranlık duyan tümİzmirlilerde gam kasavet olmayacaktı.

Lütfullah Sururi, İstanbul Opereti'ni(*) kur-muş, repertuarını modernize ederek, özel-likle Molier'in oyunlarından uyarlanmış

güldürüleri İstanbul Tiyatrosu adı altındabaşarıyla temsil ettirmeye başlamıştı. Ti-yatronun her şeyiydi. Kardeşleri Celal veAli Sururi de kadroda yer alıyordu. Oyunlar,Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu'nda sergilenir,günübirlik bilet bulmak mümkün olmazdı.Lütfullah Sururi, gitmeden önce bize da-vetiyeler de bırakır, "Yine de arkadaşları-nızdan gelmek isteyen olursa beni arayın"diye tembihlerdi.

Onu sevgi ile uğurlarken, hep birlikte ses-lenirdik:

"Yaşasın, İstanbul Tiyatrosu geliyor"

Entrikalar, küçük, zararsız çapkınlıklar üze-rine kurulu piyeslerin baş oyuncuları CelalSururi ve Toto Karaca (Cem Karaca'nın an-nesi) sahneye birlikte çıktıklarında, hiçbirşey söylemeseler, hiç konuşmasalar da ver-dikleri elektrik nedeniyle millet gülmektenbayılır, sonra da onlar ayakta alkışlanırlardı.Seyirci, abartılı makyajlarına bile bakıp gü-lebilirdi. Aynı oyunu defalarca seyretse deaynı keyfi eksiksiz alırdı.

Bir tılsımdı bu. Kimseye kolay kolay nasipolmayan bir tılsım. Muzaffer Hepgüler, AlevSururi, Ekrem Dümer ve İlhan Daner, buaile topluluğu içinde görevlerini eksiksizyapar, insanları evlerine mutlu, gerçektengamdan kasavetten arınmış olarak gön-derirlerdi. Oyunun bitmesi asla istenmezdi.Aslında İstanbul Tiyatrosu, operet gelene-ğinin bir ürünüydü ve çağdaşlaşma yolundaönemli mesafeler katetmeyi başarmıştı.

Onları geniş seyirci kitleleriyle buluşturanen önemli etken, hiç şüphesiz, ideolojik

mesajlardan arınmış, sade, basit, kolay an-laşılır ve düşündürmeden güldürmeyiamaçlayan oyunlar sunmalarıydı. NitekimGülriz Sururi, "Aslında benim de bu ekipteyer almam gerekirdi. Ama sırf bu yüzdenaralarında olamıyorum. Çünkü benim, ideo-lojik mesaj veren oyunlarda oynamam ge-rek" demişti.

...

Sonra bir gün geldi, o sevimli konuğu;Lütfullah Sururi'yi, ağırlamaz olduk. Has-talanmıştı. Muammer Karaca'dan ayrılarakkendisiyle evlenen Şükran Hanım(**), birsüre onun yerini tutmaya çalıştı. Sonrada ölüm haberini aldık. Sonra Celal Sururi,ardından Toto Karaca, birer ikişer bu dün-yadan göçüp gittiler. Muzaffer Hepgüler,önce Rıza Pekkutsal'la ikili olup sahneyeçıktı, sonra İzmir'de kendi tiyatrosunu kur-du. Hepgüler, geleneksel Türk Tiyatrosu'nunçok özel bir temsilcisiydi. İnsanları gül-dürmek için yaratılmıştı. Meşhedi tiple-mesiyle zirveye çıktı. İzmir'den bir türlüayrılmıyor, nerede salon, nerede bahçebulursa sahneye çıkıyordu.

Hepgüler de İstanbul Tiyatrosu geleneğinisürdürerek sanat yaptı. Aynı tarz oyunlarısergilerdi. Hemen pek çok oyununda kul-landığı o meşhur "Herkesin metresi var,benim santimetrem bile yok" esprisi hephatırlardadır. Seyirciyle hemen bağ kurar,salondaki ya da bahçedeki tanıdıklara mut-laka bir laf sokuşturur, insanları mutlu eder-di. İzmir'de hastalandı. Bu çok sevdiğikentte öldü. İnsanları güldürmek için adan-mış bir hayat sona ermişti. Diğerleri gibimekanı cennet olsun. İstanbul Tiyatrosu,kısacası bir efsaneydi. Muhteşem kadrosuylakomedinin Türk Tiyatrosu adına yüz akıydı.Grubu, bu haliyle hafife alan da çıkmazdı.Çünkü onların, işlerini güldürmek adınayaptığı bilinci herkeste hakim bir duyguoluşturmuştu. Ne yazık ki, İstanbul Tiyatrosudağılıp tarihe karışınca o boşluğu doldurmacesaretini hiçbir tiyatro gösteremedi. İzmir,onlarla güzel, onlarla mutluydu.

(*) İstanbul Opereti, 1954 yılında Ses Opereti'nin dağılmasıüzerine Toto Karaca, Tevhit Bilge, Muzaffer Hepgüler,Vedat Karaokçu, Celal Sururi gibi sanatçıların bulun-duğu bir grup tarafından kuruldu. Grup, 1959-1960sezonunda İstanbul Tiyatrosu adını aldı. 1972-1973dönemi sonuna kadar bu adla sahneye çıkan İstanbulTiyatrosu, 1973-1974 döneminde "Yeni İstanbul Ti-yatrosu" adıyla çalışmalarını sürdürdü.

(**)1926-1935 yılları arasında İzmir Valiliği yapan KazımDirik'in kızı olan Şükran Hanım'ı, dönemin en ünlütiyatro sanatçılarından Muammer Karaca, 1952 yı-lında atla kaçırmış ve çift kısa süre sonra evlenmişti.Çiftin bu evlilikten çocukları da oldu. Daha sonraMuammer Karaca'dan ayrılan Şükran Hanım, Lüt-fullah Sururi ile dünya evine girmişti.

27YAZ 2016

Toto Karaca ve Celal Sururi.

Alev Sururi, Şemsi İnkaya ve TotoKaraca, bir oyunda.

Ekrem Dümer, İstanbul Tiyatrosu'nda en uzun süre

çalışan oyunculardan biriydi.

1 970'li yıllar sözünü ettiğim...1960'ın ağır ve siyasi mücadeleleriçinde geçen yıllarından, 1970'e,

yani 1980 ihtilaline kadar sürecek sol-sağ kavgalarının başlangıcından, devrimcigençliğin liderlerinden Deniz Gezmiş vearkadaşlarının yargısız infaz edildiği olay-ların tam göbeğinde yaşamaya çalışan

henüz o yıllarda 12 yaşında olan birçocuk için İzmir Enternasyonal Fuarı, öz-gürlüğe bir kaçıştı.

Çünkü fuar o yıllarda, hem gazino, hemülkeleri tanıyıp bilimsel buluş ve uzay tek-nolojisini yakından takip etme imkanı, hemmini tren hem de tadına doyulmaz bir lu-naparktı. Paraşüt Kulesi ise devasa bir he-yecan fırtınasıydı.

Mini tren özgürlüktü

Her yıl fuarın gelmesini iple çekerdik. Kız

kardeşim Yeşim, mahalle arkadaşlarım...O yıllarda yeni kurulan Türk Tuborg'daveznedar olan babam Şeref Dağdelen,geç saatlere kadar çalışırdı. Gelişi hemenher akşam saat 20.00'yi bulurdu. Amabize verdiği sözü asla unutmazdı, yorgunargın gelse de bunu hissettirmez, iştençıkmadan önce annemi telefonla arar,'Aytül Hanım çocukları hazırla bu akşamFuar'a gidiyoruz" derdi. Onun gelişiylebirlikte evde bayram havası eserdi. O yıl-larda çeşit çeşit ulaşım araçları yok, yarımsaatte bir Karşıyaka İskelesi'nden kalkanbelediye otobüsleri ve dolmuşlar... Babamise daha çok dolmuşu tercih ederdi, çünküayakta yolculuk etmeyi sevmezdi. Biz de

28 YAZ 2016

Fuar, bir tatlı huzur...‹zmir Enternasyonal Fuar›, çocukluky›llar›mdan beri, benim için bir "sevinçkayna€›"yd›, bir "tatl› huzur"du, sadecebenim de€il kendini ‹zmirli hissedenherkesin... 20 A€ustos-20 Eylültarihlerinde gerçekleflen fuar günleri,biz çocuklar için bayramdan farks›zd›...

Hürol DAĞDELEN

Fotoğraflar (APİKAM) AhmetPiriştina Kent Arşivi Ve Müzesi

Orhan Gencebay'ın o yıllarda dillerdendüşmeyen şarkıları eşliğinde Lozan Fuarkapısının yolunu tutardık. Genelde Kar-şıyaka'dan gelenler bu kapıyı kullanırdı.Girer girmez de müthiş bir coşku...

Mini tren büyük bir keyifti bizim için...Fuar alanını dört dönen trenle fuarı ez-berlerdik o akşam... Tren minik de olsaözgürlüktü, keşif yapma imkanıydı, çokgeniş bir alana sahip olan fuarı, yorulmadangezme imkanı tanırdı bize... Trene binmekkuyruk, inmek ayrı bir dertti; çünkü fuaragelen herkes tren keyfi yapmanın peşin-deydi... Yerinizi aldığınızda ise, coşkuyladolardı yürekler, hele çocuklarda...

Kaskatlı Havuz'da

su dansı gösterileri

Fuarda benim için üç olgu vazgeçilmezdi.Bir kadın heykelinin süslediği kaskatlı ha-vuz, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusuAtatürk'ün, dava arkadaşı İsmet İnönü ilesohbet ettiği heykel ve de paraşüt kulesi...Dün de vardı bu üç unsur, bugün deşükür yerlerinde... Kaskatlı Havuz'da ör-neğin su dansı gösterilerini izlemek içinfuarı iple çekerdim. Ne yazık ki, bu gös-teriler bugün yapılmıyor, havuz anlamsızve boş akıyor. Oysa ne gösteriler olurduburada... Fuar ışıl ışıldı.

Atatürk'ün İnönü ile sıcak sohbeti ise banahep bir davaya inanmanın, bir ülkeyi öz-gürlüğe kavuşturmanın, fikir danışmanın,uzlaşmacı olmanın, dostluğun yüceliğiniyerleştirmişti yüreğime... Ne zaman fuaragelip bu heykelin önünden geçsem, ço-cukluk yıllarıma dönerim... Ve paraşüt kulesi;üç kez niyetlenip ikisinde paraşütle atla-madan geri döndüğüm uçmanın dayanılmazhafifliği... Atladığım gün yaşadığım heyecanıise anlatamam, müthiş bir boşluk hissettimyere inerken... Aslında birkaç dakika sürenşey, bana birkaç saat gibi gelmişti, hiç bit-mesin istedim bu özgürlük... Ama her baş-langıcın da bir sonu vardı ne yazık ki...

29YAZ 2016

.

Sanatçının tek reytingi fuardı

Fuar, Anadolu insanının da buluşma mer-keziydi... Birçok işadamının yanı sıra Ana-dolu'nun çeşitli yerlerinden gelen vatan-daşların çevrelerine hava attıkları bir cazibealanıydı. Denizli, Uşak, Aydın, Ankara vehatta İstanbul'dan gelen konuklarla İzmir,nüfusunun her akşam ikiye katlandığı ola-ğanüstü geceler yaşardı. Fuarın ticari ol-masının yanı sıra kültürel yönü de vardı.Özellikle 1960'lı,1970'li yıllarda gazinolarpek çok sanatçının ün kazandığı ya daşöhretini artırdığı platformdu. O zamanböyle televizyon, video klip yok... Sanat-çının, şarkıcının tek reytingi fuardı... Buyüzden ulusal basın fuara akardı, yerelbasın ise hakimiyetini sürdürmek için, ulu-sal gazetelerle müthiş bir rekabet içinegirerdi. Gazino ilanlarını kapma yarışı ina-nılmazdı. Babam her akşam eve Yeni Asırve Hürriyet getirirdi, bir de akşam gazetesiTelgraf... Fuarda nelerin olup bittiğini bugazetelerden öğrenirdim. Çarşaf çarşaftam sayfa gazino ilanları... Şarkıcıları ezberebilirdim. Annem bana sorardı kim hangigazinoda çıkıyor diye...

Tomarla broşür toplardık

Ya pavyon merakı... İnanılmazdı işte bu...Fuarı gezmeye gelen insanlar, oluk olukülke pavyonlarını ziyaret ediyordu. Maksatgezmek olsun... Her sene 40-50 dolayında

30 YAZ 2016

Annemin ısrarıyla çektirdiğimizfuarda bir aile fotoğrafı... 1965-1966

ülke, son teknolojik gelişmeleriyle fuarakatılır, ürünlerini tanıtır, çalışmalarıylagövde gösterisi yapardı. En çok ilgi görende, o yıllarda uzay çalışmalarıyla ön planaçıkan ABD ve SSCB'ydi. Her sene, ilginçyeniliklerle fuara katılan bu iki ülkeninyarışını da her insan gibi ben de ilgiylebekler, izlerdim. Ruslar, Gagarin'in ayakizlerini tablo gibi pavyonunda süsler, uzayaraçlarıyla hava atarken, Amerikalılar daboş durmazdı. O yıllarda arka arkayauzaya füzeyle astronot gönderen ABDpavyonunun ilgi gören köşesi ise, astro-notların ay yüzeyine indiklerinde kaydet-tikleri sesleri fuar ziyaretçilerine dinlet-meleriydi. Pavyon ziyaretleri sonucu fuar

ziyaretçilerinin ellerinde tomarla broşürolurdu, hatta bu bir yarış gibiydi... Bu bro-şürler sonra evde okunur muydu bilmi-yorum ama hala akıl erdiremediğim ilginçbir alışkanlıktı.

Çekinmeden çarpışan arabaya binerim

Ve lunapark... Her çocuğun düşlerini süs-leyen eğlence kültürü... 1960'lı, 1970'li yıl-larda da birbirinden cazip oyuncaklar vardılunaparkta... O günden bugüne taşınanlar;dönme dolaplar, çarpışan arabalar, atlıka-rıncalar, uçaklar, korku tüneli çok keyifli,heyecanlı dakikalar sunuyordu çocuk zi-yaretçilere... İki kardeş, ısrarla ben, heroyuncağın keyfini çıkarmadan lunaparktançıkmazdık. Babam da bunu bildiği içinbelki de cebindeki son parayı bizim içinharcardı. Çarpışan arabalara 3-4 kez bin-meden durmazdım mesela... O yaşta arabakullanmak bana müthiş heyecan verirdi,hele ki en çok çarpan olup karşımdakinikorkutmak, çocukca bir zevkti... Benim dehopladığım çok olmuştur. Bugün bile fuaragitsem bu yaşta çarpışan arabalara binmekiçin fırsat kollarım hiç çekinmeden... Ço-cukluğunu hissetmek bu olsa gerek... An-nem de bu anları fotoğraflamayı çok severdi.O yıllarda böyle zırt pırt fotoğraf çekenmakineler yoktu, cep telefonları ise ütop-yaydı. Bu nedenle, lunapark çevresindetur atan fotoğrafçılar, para kazanmak içinhaberli ya da habersiz fotoğraf çekerdi,sonra lunaparktan çıkarken fotoğrafını gö-rünce almadan edilmezdi tabii... Bu fuaryazımı süsleyen fotoğraflar da annemin

ısrarları sonucu çekilmiş anlardır... Ben beş-altı yaşlarımda, kardeşim Yeşim de 2'sinde,yürüme heyecanlarında...

Unutulmaz gece

Fuar'ın benim için neden bu kadar önemliolduğunun iki kanıtı da, benim için çok özelolan iki anı da burada yaşamış olmam...Eşim Şükran'a ilk evlenme teklifini buradayapmıştım; şimdi yerinde yeller esen luna-parkın karşısındaki Emirgan Çay Bahçesi'nde...İkincisi de düğün törenimin Akasyalar'dagerçekleşmesi... Unutulmaz bir geceydi be-nim için... Fuar'ın en güzel köşelerinden bi-rinde yer alan Akasyalar Gazinosu ve AileÇay Bahçesi, sevgili ağabeyim, rahmetliAtalay Noyaner'in gözbebeğiydi... Akasyalar,yeni fuar projesi çerçevesinde yıkıldığındagözyaşlarını tutamamıştı Atalay Ağabey...İnsanın, yoktan var ettiği bir mekanın böyleyok olması üzücüydü gerçekten...

Batı’ya açılan pencere

İzmir Enternasyonal Fuarı, benim için çokönemlidir, keza benim yaşadığım anıları,duyguları hisseden her İzmirlinin de... İştebu yüzden, son yıllardaki durgun halini,dev park görünümüne hala bir çözüm bu-lunamamasını anlamış değilim.

Çocukluğumun fuarı, "yaşama sevincim"di,"hayat penceremdi", "umudum"du. İzmir-linin çağdaş kimliğinde önemli yapı taşıydı.Şimdi anılarda yaşıyor, umarım tekrar eskigünlerine İzmir'in simgesi olduğu, hayatverdiği günlere geri döner.

Çünkü İzmir Enternasyonal Fuarı sadecekentimin değil, ülkemin "Batı'ya açılan ilkve rakipsiz" kapısıdır. Öyle de olacaktır.

31YAZ 2016

32 YAZ 2016

Kültürpark’a emeği geçenlerPeyzaj Mimarı Bedri Or

Dr. Behçet Uz an›lar›n› anlat›rken, Kültürpark’›n yarat›lmas›s›ras›nda gizli kahramanlardan da söz eder. Bunlar›n aras›ndaPeyzaj Mimar› Bedri Or ilk s›ralarda yer al›r.

Bedri Or

E rken Cumhuriyet dönemi eseri Kül-türpark seksen yıldır İzmir’in sosyalve kültürel yaşamında varlığını sür-

dürüyor. Kültürpark’ın inşası ve yeşillendi-rilmesi kentin birçok yerinde yeni oluştu-rulan park ve yeşil alanlara örnek oldu.

Mimarisi ve bitki örtüsüyle Kültürpark, ken-tine karşı kamusal sorumluluk duyan BelediyeBaşkanı Behçet Uz ve çalışma arkadaşlarınıneseri, Cumhuriyetimizin İzmir’e armağanıdır...

Dr. Behçet Uz hatıralarında Kültürpark’ın

peyzajına katkı vermiş yazımın kaynağıolan park, bahçe uzmanı Bedri Bey’den(Bedri Or) bahseder. Bedri Or’u tanıtmadanönce dönemin başarılı Belediye BaşkanıBehçet Uz’un Kültürpark’ın oluşumuylailgili olarak gazetelere verdiği demeçlereve hatıralarına göz atalım.

Yangın yerinden Kültürpark ‘a Behçet Uz, “Gazi Meydanı’nda ki yer kâfigelmiyordu, bunu göz önünde tutan bele-diyemiz yangın yerlerini imar etmek, halkageniş nefes alacak parklar yapmak, panayı-rımıza layık geniş sahalar hazırlamak maksadıile Kültürpark’ı vücuda getirmek kararı al-mıştır. 1933 senesinde Halkevleri sporcularıile dostluk müsabakaları yapmak üzereMoskova’ya giden Suat Yurtkoru Bey, oradagördüğü kültür parklardan bahsetmişti. Bufikir ile panayırı bir arada düşünmüştük.Fuarı, İzmir vilayetinin Ege Bölgesi’nin mer-kezi alışveriş yeri olarak açarsak İzmir’in ik-tisadi durumunu kalkındırır ve aynı zamandaİzmir’i de tanıtırız dedik. Hatta bu ilk imarfuryası içinde fuar alanına giden yolları daaçmaya derhal karar verdik.”

Kültürpark için yer seçimiBehçet Uz, “Etraf iyice tetkik edilecek olursa,meydana getirmeğe çalıştığımız bu eserinİzmir’in bayındırlığı için ne kadar isabetlive yerinde olduğunu görürsünüz. Niçinbu yeri seçtik, bu yer yalnız yangın yerinindeğil, İzmir’in dört tarafından kolaylıklagelinebilir merkezi vaziyettedir. Yeni ba-yındırlık bölgesinin tam ortasında olduğugibi, Tilkilik, Namazgah, Ballıkuyu, Asmalı-mescit, Birinci ve İkinci Kordon’dan çokkolay ve yakın gelinebilecek bir haldedir.

Erkek ve kız liselerinin sağ ve solda tabiibirer hudut teşkil etmesi, Gazi İlkokulu’nave İşçiler Mahallesi’ne yakın oluşu, Kültür-park’ın mana, ehemmiyet ve lüzumunuartırmaktadır.”

Kültürpark projesinin hayata geçirilmesinde yaşanan zorluklar...Behçet Uz, “Maalesef fuar projesi mevzu-unda üç sene kadar yerimizde saydık. Fuarfikrini önceleri ben bir türlü kabul ettire-medim, çünkü projelerle alakalı olması ge-reken şahıslar bu fikre hep muhalifti. Bozukkaldırımları tamir ettirmek için mali varlığıelde edemeyen belediyenin böyle milyon-luk bir işe girişmesi cidden şaşılacak biriştir. Enerjisine güvenmeyen, hayalleri ha-kikat yapabilmek kudretini nefsinde bula-mayan insanların böyle bir davanın arkasınatakılmasına imkan tasavvur edilemez. Yer

33YAZ 2016

Orhan BEŞİKÇİ

yer yükselen şu binalara bakınız. Bunlarson dört yıl içerisinde meydana gelen Cum-huriyet eserleridir. İzmir bunları ekonomiâleminin en sıkıntılı zamanlarında ve sırfkendi parası ile yapmıştır. Güzel Anka-ra’mızdan sonra İzmir ve diğer şehirlerimizinyabancı parasına ihtiyaç göstermedenhiçbir devirde görülmemiş modern bir ba-yındırlığa kavuşmaları, Türk’ün bayındırlıkhususundaki özlü kabiliyetini herkese gös-termeğe kâfidir. Biz bütün bunları Cum-huriyet Hükümet idaremize borçluyuz.”

Kültürpark öncesi yangın alanının durumu Behçet Uz, “Bu yer bir sene evveline kadaryıkık duvar, çukurlar, kuyu ve bataklıklarla

çok korkunç ve sağlığa çok zarar veren biryerdi. Burasını düzeltmekle ettiğimiz ilkistifade, şehrin içerisindeki büyük bataklığıkurutmakla başlıyor. Görüyorsunuz ki geçensenelerin korkunç manzarası yerine munisbir ova manzarası gelmiş bulunuyor. Yollarısüsleyen çeşitli ağaçların dikilmesi, içindekibinalarla eğlence yerlerinin hazırlanma-sından sonra burası tamamıyla değişecek,seyri ve gezilmesi doyulmayacak bir halalacaktır.”

Kültürpark’ta yapılması düşünülenlerBehçet Uz, “Şehir halkının sıhhat, eğlencekaynağı olacak bu park içinde müze, çocukoyun yerleri, meydanlar, stadyum, halk ti-

yatroları, kütüphane, posta merkezi, okumaodası, fuar zamanında enformasyon bürosu,Bergama, Efes ve diğer Asar-ı Atika’nın(eski eser koleksiyonu) maketleri sergile-neceği alanlar yapılacak, arsıulusal panayırile yalnız İzmir’in değil bütün Ege Bölgesi’ninmodern ve devrimlerimize laik bir kültürmüessesi halini alacaktır.”

Kültürpark’ın imarı veağaçlandırılması Behçet Uz, “İzmir Belediye Reisi olduğumzaman Bahriba Parkı’nın yarısı ile hükümetönündeki parktan başka İzmir’de park na-mına bir şey yoktu. Kadifekale’sinden tu-tunuz, şehrin her tarafına doğru uzananşu yeşilliklere bakınız. Son beş yıl içerisindepark ve yolları ağaçlama işi gözleri doyu-racak kadar vardır. 1936 senesinde tamam-lamak üzere bir plan program yapmış ol-duğumuz için süratli bir vaziyette imarıbitirmek zorundaydık. Çok büyük bir çalışmatemposu içerisinde sekiz saatlik üç vardiyaile iki günde yirmi dört saat devamlı suretteiş gören bir ekiple çalıştık. Yer yer çocukve halk bahçeleri yapıldı. Mezarlar parkaçevrildi, fakat bunlar bu günün nüfusunave ihtiyaçlarına asla kafi değildir. Halbukibiz nüfusu gittikçe çoğalan ve daha daçoğalacak yarınki İzmir’i meydana getir-meğe çalışacağız. Ağaçlama işi belediye-mizin normal sayı ile fidanlığımızda yetiş-tirdiğimiz fidanlarla temin ediliyor. Şu su-retle hemen birkaç sene içerisinde şehrinortasında bir yeşillik denizini oluşturacağız.

34 YAZ 2016

O kadar çok esaslı bir çalışma içerisindeyizki anlatamam. Büyük bir aşk ve ihtimamla,başta mühendislerimiz olmak üzere tümişçilerimiz, bahçıvanlarımız herkes büyükbir gönül isteğiyle işe sarılmış durumda.Bilhassa yolları ve göze çarpan alanlarıağaçlandırdık. Böylelikle İzmir şehri için 5sene önce düşündüğümüz ağaçları belediyefidanlığında hazırladık.”

Kültürpark’ın imarında çalışanlar Behçet Uz, “1936 senesine İzmir Enternas-yonal Fuarı’nın açılışını yetiştirebilmek, bü-yük bir muvaffakiyet oldu. Tabii hem İzmir’ehem Türkiye’mize fayda sağlayacak zarifbir eser meydana getirmeye çalıştığımız,hem de bunu kısa zamanda yetiştirmeyeçabaladığımız için, hiç şüphesiz ki bununana planlarında bazı tadilatlar yapmakmecburiyeti hasıl olmuştu. Bu tadilat kendimühendislerimizin tavsiyesi ile oldu ve

esasen onlar o günkü şartlarda daha iyiyetişmiş, bilgisi daha çok olan mühendislergetirelim dediler. Biz de bir kısım işleri vebu mühendis ithal etme işini 1937 senesinebırakalım dedik. Bilhassa bahçe mimarla-rımıza, bahçe mimarisi konusunda dış ül-kelerden gelen tecrübeli şahısların büyükyardımları dokundu. Kültürpark’ın bugünkügüzelliğinde ise başta Cahit Çeçen ve Mu-ammer Bey olmak üzere mimarlarımızı veyine başta Bedri Bey olmak üzere bahçı-vanlarımızın çok büyük emekleri vardır.

Netice itibariyle bugünkü durum ve emekverilerek elde edilmiş neticelerdir.”

Kaynak:İzmir Milli Kütüphanesi, Yeni Asır Gazetesikoleksiyonları yıl 1935-1936-1937

Atatürk’ün İzmir’i Bir Kentin Yeniden DoğuşuBehçet Uz-Hazırlayan L. Ece Sakar Türkiye İş Bankası Kültür yayınları.

Dedesi Bedri Or’a ait bilgi ve fotoğraflarını benimle paylaşan Sayın Mukaddem OrUğurlu’ya, teşekkür ederim.

35YAZ 2016

BEDRİ ORİzmir Belediye Reisi Dr. Behçet Uz’unhatıralarında adından övgü ile bahsettiğiteknik ekip içerisinde adı geçen BedriBey, Bedri Or’dur. Bedri Or 1900 yılındaİstanbul’da dünyaya geldi, Almanya’dapeyzaj eğitimi gördü. Mesleğini İstan-bul’da icra ederken, Cevat Şakir Kaba-ağaçlı’nın önermesiyle Belediye Reisi Dr.Behçet Uz’la tanışıp çalışmalarını yapmak

için İzmir’e getirildi. Bahçe uzmanı BedriOr’u Behçet Uz’a öneren kişinin CevatŞakir Kabağaçlı olduğu bilgisini CevatŞakir Kabaağaçlı’nın manevi oğlunaProf.Dr. Şadan Gökovalı’ya sordum. “Beh-çet Bey sağken 1980'de TRT radyolarında,1982'de TRT’de yayınlanan "İz Bırakanlar"programı için konuştuğumda anlattı,balıkçı önermiş. Dr. Behçet Uz, BedriBey’in çalışmasını pek beğenmiş, BedriBey’in Kültürpark dışında bazı cadde veparkların ağaçlandırılması için hazırladığıprojeleri vardı.”

Bedri Or’un farklı yerlerde yaptığı çalış-maları belgeleyen fotoğraflarını ilk kezyayınlıyorum. Kültürpark, Cicipark, Bucave diğer yerlerde ağaçlandırılma proje-lerinde çalışan, yangın yerini yeşile dön-üştüren, Bedri Or’a ve diğer emeği ge-çenlere rahmet diliyor, hatıralarını canlıtutmak için Kültürpark’ın görünür bir ye-rine isimlerinin yazılmasını öneriyorum…

Reşat Leblebicioğlu, Muzaffer BeyEncümen azası.

Ferruh Bey Fuar Müdürü Muzaffer Bey Encümen azası.

İ ki kardeş babalarının yanında edindikleri bilgi,birikim ve tecrübeleri ile 1991 yılında GençUygurlar Tiyatrosu’nu, ardından 1996 yılında

Süheyl&Behzat Uygur Tiyatrosu’nu kurdular. Şimdiise ‘Marko Paşa’ oyunuyla Türkiye’yi dolaşıyorlar.İzmir’e turneyle gelen Süheyl ve Behzat Uygur’lakuliste buluşup eski fuar günlerini yâd ettik.

Nerede o eski fuar…

Kısa bir cümle ama içinde çok anlam barındırıyor.Özlem, yitirilmişlik biraz da sitem kokan bu cümleeskiye dair bir iç geçiriş aslında. İzmir Kültürpark’takurulan ve bir ay süren; gazinolarıyla, eğlencele-riyle, tiyatrolarıyla unutulmaz anıların yaşandığıUluslararası İzmir Fuarı eski usulüyle yok artık.Biz de Uygur kardeşlerle sohbetimizde andık ogünleri, Basmane’yi, Uygur’ların tiyatrosunu vedaha pek çok anıyı sohbetimizde paylaştık.

Nejat Uygur Tiyatrosu’nda oyunculuğa çocukyaşlarınızda başladınız. Fuara da çok geldiniz.Siz de nasıl izler bıraktı?

Süheyl Uygur- Bugünden eskiye döneyim meselaaz önce saat altıda otelden çıktım. Tek başımaburaya gelmek için. Fuarın içine şöyle bir baktımbomboş. Sağ tarafta büfeler filan vardı, şimdi biriki tane açık, hiç kimse yok. Size çok samimi söy-lüyorum bir hüzün kapladı içimi. Dedim ki; yıllarönce buralar ana baba günüydü, iğne atsan yeredüşmezdi. Bir anda aklıma o geldi.

Behzat Uygur-Ama şimdi fuar zamanı değil.

Sühely Uygur- Eskiden fuar zamanı olsun olmasınkalabalıktı.

Behzat Uygur- İzmir’e arabayla geldiğimde hiçbirşekilde telefonla mesajlara bakmıyorum, sosyalmedyaya bakmıyorum çünkü çevreye bakmakbenim için İzmir’de daha keyifli oluyor. Çünküçok özlem duyuyoruz İzmir’e ve İzmir’in her kö-şesini seyretmek, her köşesini sonuna kadar ya-şamak keyifli oluyor.

İlk kez ne zaman fuara geldiniz?

Behzat Uygur-1969-1970 yıllarında Nejat UygurTiyatrosu’yla ilk kez geldik. Sonra da İzmir’e hiç

ara vermeden her yıl mutlaka geldik. Şimdi dekendi kurduğumuz tiyatro ile gelmeye devamediyoruz. Genç Uygurlar olarak başlayan sonrayaş ilerleyince Süheyl&Behzat Uygur Tiyarosu’nadönüşen ekibimizle geldik bu sefer. Geçmiştenbugüne fuarda ve İzmir’de tabii ki değişen şeylervar. Değişmeyen şeyler olduğu gibi… Bir kerefuarın o eski şaşaası yok. Fuar döneminde 5-6 ti-yatro aynı anda gelirdi. İstanbul’un ve Türkiye’ninen popüler tiyatroları; Gazanfer Özcan Tiyatro-su’ndan Sururi Tiyatrosu’na kadar… Zeki AlasyaMetin Akpınar Tiyatrosu, Nejat Uygur Tiyatrosu,Altan Erbulak Tiyatrosu, Metin Serezli Tiyatrosuve Devlet Tiyatrosu da ayrıca gelirdi. Ali Poyrazoğlugenç tiyatrocu olarak onların yanında gelirdi.Bütün tiyatrolar dolu dolu iş yapardı ve oyunsonrasında da Tenis Kulüp’ün restoranında bütüntiyatrolara yer ayrılır orada bir araya gelirdik.

Süheyl Uygur- Şimdi baktığımız zaman aynıanda iki tiyatronun bile olmadığını görmek biziüzüyor.

Eski yıllarda tiyatro sanatçıları arasındakidostluk ve dayanışma nasıldı?

Behzat Uygur-Birçok oyuncu o kuşağı, o disiplinive o arkadaşlığı bilmiyor. Altan Erbulak’la NejatUygur’un, Gazanfer Özcan’ın arkadaşlığını, bir-birlerini kardeş gibi sevmelerini aslında belki derakip olabilecekken birbirlerine ne kadar destekolduklarını bilmiyorlar ve bu örnekten yoksunlar.Tatlı bir rekabet vardı her zaman. Şimdi de bizimböyle birlikte çok dirsek teması yaptığımız, tanı-

tımlarını yapmaktan, destek olmaktan büyükkeyif aldığımız, mutluluk duyduğumuz tiyatrolarvar. Çünkü sektörümüzün buna ihtiyacı var. Dünlebugünü ve fuarı karşılaştırdığımızda; fuarla ilgili‘dün ne vardı, bugün ne vardı?’ dediğimizde bubile bir tatsızlık. O yüzden bu örnekten yola çı-karsak eskiden fuarın açılışından atlı polislerekadar hatırlamaya yetecek bir yaşımız var Sü-heyl’inde benim de. O izdihamı o şaşaayı gör-dükten sonra bugünün fuarı biraz yavan geliyor.

Süheyl Uygur-Fuarda pavyonlarda ülkelerinstantları vardı. İngiltere Pavyonu, Fransa Pav-yonu gibi… Fuarın içine serpiştirilmişti. Biztabi çocuğuz, oralara gider, broşürler toplardık.Biriktirirdik evimizde dururdu o broşürler. Öylegüzel şeyler yaşadık.

İlk ne zaman sahneye çıktınız?

Behzat Uygur- İlk sahneye çıkışım 6-7 yaşın-dayken İzmir Fuarı’nda oldu. Babam gazetecirolü vermişti. İnsaniyet’i oynuyorduk. “Yazıyoryazıyor”diye ikinci perdede küçük bir gazeteciyioynamıştım. Çünkü yaz tatillerinde boşta oldu-ğumuz zamanlar rol verirdi babam, istekli olanlara,arzusu olanlara. İkinci kez de Cibali Karakolu’ndaçaycı rolünü vermişti. ‘Sen kimin oğlusun’ diyordubaşkomiser Cafer, yani babam Nejat Uygur, bende ‘Nejat Uygur’un oğluyum’ diyordum. ‘Ha şukomiklik yapmaya çalışan adamın oğlusun, gitotur’ diyordu. Alkış geliyordu orada. Aslındabenim ilk sahneyle haşır neşir oluşum da böyleceİzmir’de başladı.

Fuar için geldiğinizde nerede konaklardınız?

Behzat Uygur-Bir sefer Efes Oteli’nde, kral dai-resinde kaldık.

Süheyl Uygur-Bunun hikayesi de var tabi.

Behzat Uygur-Nejat Uygur’a dediler ki; İzmir’egidiyorsan iyi reklam yapman, gazetelerdeyazılacak ve İzmirlilerin konuşacağı bir şeyyapman lazım. Ne yapayım diye düşündü ba-bam. Para da yok tabi. Yıl 1969. Ben 1963, Sü-heyl 1958 doğumlu. Kral dairesinde bugünekadar sadece Zeki Müren kalmış, onun dışındakalan Türk sanatçı yok. Nejat Uygur da borcaharca giriyor Türk filmlerinde olduğu gibi beşkardeşe yeni kıyafetler alınıyor. İstanbul’da ikiodalı, tek tuvaleti olan bir evde kalıyoruz. Ran-zalarda yatıyoruz. İlk defa hayatımızda uçağabiniyoruz. Türk filmlerindeki gibi… Efes Oteli’negirdik, hayatımızda ilk defa bir klimayla karşı-laşıyoruz. İzmir’in sıcağından birdenbire soğuğagiriyoruz. Daha da sıcaktı o zaman İzmir. Bizekral dairesini açıyorlar, koca bir daire… Babamkral dairesinde dört tane tuvalet olduğunugörünce “İstediğiniz gibi sıçın çocuklar” demişti.Kral dairesinde 15 gün kaldık. Ertesi yıl BasmaneGar Oteli’nde kaldık… Nejat Uygur gazetelerereklam verdi; “Benim krallığım bu kadar, benhalk sanatçısıyım” diye.

Süheyl Uygur-Gar Otel’de yıllarca kaldık, ÇınarOtel’de de kaldık. Çınar Otel’in yanında küçükbir de köfteci vardı, her gün o köfteciye giderdik.Muhteşem bir lezzeti vardı o köftenin. KonakBelediyesi eski binasının tam yanındaki mekânolmalı hatırladığım kadarıyla.

Behzat Uygur-Bir gün köfte yemeye gittim, lo-kantadan içeri girdim bir baktım Cem Karaca.Büyük hayranıyım tabi o zaman… Hiç unutmu-yorum; koskoca Cem Karaca orada, vatandaşınarasında oturmuş köfte ekmek yiyordu. Çok ho-şuma gitmişti…1974-1975 yılları… Fuarda as-

36 YAZ 2016

Nerede o eski fuarlarÇocukluklar› tiyatro kulislerinde geçen Süheyl ve Behzat Uygurkardefller babalar› gibi tiyatrocu olup, Nejat Uygur’un açt›€›yoldan emin ad›mlarla yürüyorlar.

Süha, Süheyl, Kemal,Behzat, Ahmet, Nejla veNejat Uygur

Nalan KOLAĞASI İMRERöportaj ve fotoğraflar

solistlerden sonra en son o çıkıyordu ama hiçkimse onu dinlemeden yerinden kalkmıyordu.

İzmir yaşamınızda önemli bir kent, sizde negibi izler bıraktı?

Behzat Uygur-Gerçekten öyle, Süheyl’in debenim de hayatımızda İzmir’in önemi çok başka.İkimiz de İzmir’i özlüyoruz.

Süheyl Uygur- Çünkü şundan dolayı da İzmirsevgisi bizde başka; İzmir’de çok uzun zamanlarkaldık. Bir gelirdik, iki üç ay kalırdık. Basmane’deKonak Belediyesi’nin sırasında bir fotoğrafçı vardı.Ben ilk fotoğraf makinemi babam sınıfımı geçtimdiye oradan almıştı. Birlikte gitmiştik ilk fotoğrafçekmeye o zamanlar, böyle dijital makineler yoktabi. Bildiğin filmli makineydi. İlk fotoğraf maki-nesine İzmir’de sahip oldum.

Behzat Uygur- Önemli yazarlarımızdan Muzafferİzgü’nün kızı bana Türkçe ve matematikten özeldersler verirdi. Fuar için İzmir’deyiz tabii. Çaktığımızderslerden yazın ders aldırırdı babam. İstanbul’dakiimtihanlarım için çalıştırırdı. Sınavda da başarılıolmuştum Muzaffer İzgü’nün kızı sayesinde. Hiçunutmuyorum.

Behzat Uygur-Ben de bütün sınavlarıma İzmir’degirdim. Tepecik İlkokulu muydu tam hatırlamı-yorum, yaz tatilinde burada olduğumuz için sı-navlarıma orada girdim. O zaman derslerdenborçlu geçme vardı.

Süheyl Uygur- Reyhan Pastanesi’nin de ayrıyeri vardır bizde. Uygur’lara yaptığı şeyler çokönemlidir.

Süheyl Uygur-Yıllar önceden tanırız sahiplerini.Tuncay olsun, Hatice olsun... Onlar bizim çocuklukarkadaşlarımız. 35-40 seneye varan bir arkadaş-lığımız var, dolayısıyla da her gelişimizde mu-hakkak onlara gideriz. Olmazsa olmaz ReyhanPastanesi, mutlaka gideriz. Pastanenin simgesigibi olduk. Bizi Reyhan Pastanesi’nin bir parçasıolarak görüyorlar. İzmir’de bizim anılarımız çok,hangi birini anlatalım ki.

Behzat Uygur- Eskiden de hep söylerdik; bir sa-natçı İzmir’e gelmediyse yaptığı sanatında bireksiklik vardır. Bir parçası eksik kalmıştır. Kordon’da,Pasaport’ta oturup bir bira içmediyse, balık ye-mediyse, Reyhan Pastanesi’ne gitmediyse, Tepe-

cik’te, Kemeraltı’nda dolaşmadıysa ya da Karşı-yaka’ya geçip oraların havasını solumadıysa sa-natçının, sanatının bir köşesinde eksiklik vardırdiye düşünüyorum. Ressamsan daha iyi renkleratarsın İzmir’i gördüysen, tiyatro oyuncusuysanperformansını daha da arttırabilirsin. Bunu çoksamimi söylüyorum. Mutlaka İzmir görülmelidiye düşünüyorum.

Behzat Uygur-İzmir’de Çamlık Tiyatrosu’nda,Manolya’da oynadık. Onlar bittikten sonra eylülayının başlarına doğru Karşıyaka’da Açık HavaTiyatrosu’na giderdik. Karşıyaka Bostanlı AçıkHava Tiyatrosu açılınca mutlaka orada oynanırdı.Ben ilk defa Ferdi Tayfur’u Ekici Över’de dinle-dim. O zaman Necla Nazır’la sevgiliydiler. FerdiTayfur’dan önce Necla Nazır sahneye çıktığındaönümdeki bir vatandaş “yengem benim” deyipkendi kafasında bira şişesi kırdığında kim bilirFerdi ağabey çıktığında neler olur diye dü-şünmüştüm.

Süheyl Uygur- İzmir Fuarı’nda ilk defa sinemasanatçılarını şarkı söylerken dinlemiştik. HülyaKoçyiğit, Ayhan Işık, Cüneyt Arkın, Fatma Girik…Sinemadan sahneye transfer oldular. Fuar zamanı

gazinolar ilginç bir kadro yapar, popüler insanlarlaalgı çeker, tıklım tıklım dolardı.

Fuarda Nejat Uygur’un bir büstü var size nasılbir duygu yaşatıyor?

Süheyl Uygur-Nejat Uygur’un çok mutlu olduğubir şeydir büstünün dikilmesi. Ve o büstünü deçok sever. Çamlık Senar’ın önüne yerleştirilmişti,sonra Çamlık Senar yıkılınca koşu parkının içinetaşındı. Babam yaşarken büstü dikilen ilk tiyatrosanatçısıdır. 18 Kasım 2013’te vefat ettiğindeparkta çalışan emekçiler hep birlikte Nejat Uy-gur’un büstünü çiçeklerle kaplatıp, saygı duru-şunda bulunup dua okumuşlar. Bu beni ve ailemiziçok duygulandırdı. Çok samimi, çok içten…Çünkü hepsinin Nejat Uygur’la bir anısı var, hepsiçocuklukta Nejat Uygur’un tiyatrosunu izlemiş,belki de teşkilatta çalışmıştı.

Nejat Uygur’un sizlere en büyük öğüdü neydi?

Behzat Uygur-Babam öğüt vermezdi, uygulamalıolarak gösterirdi. Sohbet arasında ya da iş orta-mında söylerdi; biz de bunu öğüt olarak alırdık.O zamanlar anlamıyorduk bunu ama daha sonraanladık.

Süheyl Uygur- Mesela seyirci gülerken konu-şulmaz derlerdi. Bunlar hep yaşanarak öğrenilenşeyler.

“Adam gibi adam olun” diye bir cümlesi varmışgaliba.

Behzat Uygur-“Tiyatrocudan önce adam olmasınıöğreneceksin.” Cümle tam olarak bu olmayabilirama bu manaya gelir ki; bence çok doğru. Herkestiyatro sanatçısı olmaya çalışıyor ama önce biradam ol. Adam olduktan sonra her şey olursunzaten. Babamın söylediği de bir öğüt olmasa dahayat dersiydi.

Oyuncu olmasaydınız ne olurdunuz?

Behzat Uygur-Ben futbol oynamıştım bir ara.Futbol dünyasının içinde olurdum. Futbol fede-rasyonu başkanı olmak isterdim.

Süheyl Uygur-Ben yine tiyatrocu olurdum. Başkamesleği hiç düşünmedim. Ama bu sevgi en büyüködüle bedeldir. Çok samimi söylüyorum.

Anneniz Necla Hanım da uzun zaman sonrayeniden sahnede değil mi?

Behzat Uygur- Evet, annem uzun süredir ken-disinin ve babamın rahatsızlığı nedeni ile tiyatroyapmıyordu. 25 yıl önce oynadığı oyunla 15 yılsonra tekrar tiyatroya döndü bizi kırmayarak.Marko Paşa oyunu ile yeniden sahnede, bu dabizi çok mutlu ediyor.

Yeni yazarlara, yeni oyunculara ve tiyatrogruplarına kapınız açık mı?

Behzat Uygur-Yeni tiyatro yazarlarının yetişmesigerekiyor, hatta bir yarışma düşünüyoruz. Yazar-ların diziden çok tiyatroya yönelmeleri gerektiğineinanıyoruz. Artık tiyatro yazılmıyor maalesef vebununla ilgili ödülü de olan yazarlara da cazipgelecek tiyatro oyunu yarışması düşünüyoruz.Bu proje resmi olacak ve Nejat Uygur adını vere-ceğiz. Uygur Tiyatrosu olarak yeniliklere, gençlereher zaman açığız bize başvurabilirler.

Uygur kardeşler Marko Paşa oyununun sonundababaları Nejat Uygur gibi seyirciyi; küçükleringözlerinden, büyüklerin ellerinden, ortancalarınalnından öperiz diye selamladılar…

Ben de bizi okuyan herkesin yüreğinden öpüyo-rum…

37YAZ 2016

Kültürpark ile bu alanda gerçekleştirilenUluslararası İzmir Fuarı'nın TürkiyeCumhuriyeti'nin tarihsel gelişimi ile

bağlantısı olduğu kadar, İzmir kentinin gelişmesüreci ile de çok yakından bir ilgisi hatta be-raberliği vardır. Atatürk'ün talimatı ile 17Şubat 1923'te İzmir'de toplanan 1. Türkiyeİktisat Kongresi; hem yeni Cumhuriyet'in öz-gürlükçü, milli ve kalkınmacı temel prensip-lerini demokratik bir kongre sonucu saptarhem de Uluslararası İzmir Fuarı'na giden yenisüreci başlatır. Amaç; Türkiye'nin kalkınmasıve dış dünya ile sıkı ekonomik ve kültürelilişkiler içinde dünya barışına hizmet etmesidir.Mustafa Kemal’in "Siyasi ve askeri zaferlerne kadar büyük olursa olsun, ekonomik za-ferlerle desteklenmezse sürekli olamaz" dü-şüncesi fuarın temel çıkış noktası olur. Hemeno yıl düzenlenen 141 katılımcılı Yerli MallarıSergisi büyük ilgi görür. Anadolu'nun konumuaçısından en önemli dış satım merkezi olanİzmir'de bu serginin başarılı olması üzerineçalışmalar sürdürülür ve 4-25 Eylül 1927 ta-rihleri arasında o zamanki adıyla Mithat PaşaSanatlar Mektebi’nde, "Birinci 9 Eylül Sergisi"açılır. Sergiye, mahalli olmasına karşın 195yerli firma ile 72 yabancı firmanın katılımısağlanarak izleyen yıl uluslararası sergi açıl-masının ilk adımı da atılmış olur. 4-20 Eylül1928 tarihleri arasında gerçekleştirilen "İkinci9 Eylül Sergisi" artık uluslararası niteliktedirve sergiye 155'i yabancı olmak üzere 515firma katılır. Bu serginin başarısı ile ülkemizdekiticari sergicilik kavramı da gelişmeye başlar.1933 yılında iki önemli yenilik görülür. Bun-

lardan ilki “Sergi” sözcüğünün yerini “Panayır”ınalması diğeri ise yer değişikliğidir. “İzmir 9Eylül Panayırı” 9 Eylül 1933 tarihinde, günü-müzde Swiss Otel’in bulunduğu, Gazi Heykeliarkasındaki alanda kurulur. 30 Eylül akşamıkapanan panayıra, 23 yabancı şirket vekurum ile 130 yerli şirketin yanı sıra, 20ticaret ve sanayi odası ile banka katılır. 1934yılında düzenlenen "İzmir Uluslararası 9 EylülPanayırı", 26 Ağustos 15 Eylül tarihleri ara-sında açılır. Panayıra İngiltere, Irak ve SovyetlerBirliği ülke olarak katılır. 1935 yılı panayırı,21 Ağustos-9 Eylül tarihleri arasında açılır.Panayıra bu kez İran, İtalya, Sovyetler Birliği,Yugoslavya ve Yunanistan'dan 38 yabancışirket, 38 Ticaret ve Sanayi Odası, banka ile208 yerli şirket katılır.

“Fuar” sözcüğü ilk kez kullanılır1935 yılı panayırının başarısı, İzmir’de buişe uygun ve evrensel boyutlarda katılımınsağlanacağı bir alanın yaratılması gerekliliğiniortaya çıkarınca yangın yeri içinde özelolarak ayrılan alanda 1936 yılı 1 Ocak günümolozlar kaldırılıp ağaçlar dikilmeye başlanır.Çevresi 2.550 metre ve yüz ölçümü 430.000metrekare olan Kültürpark aynı yılın 1 Eylülgünü zamanın Başbakanı İsmet İnönü tara-fından açılarak İzmir tarihi içindeki serüvenibaşlar. Aynı gün yapılan konuşmalarda “Fuar”sözcüğü de ilk kez kullanılır. Açılış yılında 3yabancı ülkenin katıldığı fuarın ziyaretçisayısı da 361527 kişi olur. 1936 yılı açılışınakadar geçen sürede tamamlanan bölüm,Lozan Kapısı ile sonraları yıkılacak olan vegünümüzdeki kaskatlı havuz bölümüne

denk gelen Şehir Gazinosu arasındaki böl-gedir. Açılıştan sonraki yıllarda da çalışmalarsürdürülür. Sözgelimi Paraşüt Kulesi 1937yılında inşa edilerek hizmete alınır.

Minyatür trenin yerine tartan pist1937 yılında da 3 olan yabancı ülke sayısı1938 yılında 9, 1939 yılında 11 ve 1940 yılında7 ülkeye; ziyaretçi sayısı ise 1937 yılında608.561, 1938 yılında 727.197, 1939 yılında624.580 ve 1940 yılında 730.928 kişiye ulaşır.Paraşüt Kulesi ve Sağlık Müzesi’nin 22 Ağustos1937 tarihinde hizmete girdiği Kültürparkkapıları 1939 yılında yeniden inşa edilmeyebaşlanır. 1939 yılı açılışı ilk tamamlanan, Bas-mane’deki 9 Eylül Kapısı önünde yapılır. Mi-marlığını Ferruh Orel'in, mühendisliğini CahitÇeçen'in yaptığı kapının üzeri bir gazinoolarak düşünülür. 1939 yılı Mart ayında SergiSarayı, 75.500 lira bedelle ihale edilir. Aynıyıl Temmuz ayında Kapalı Poligon, MareşalFevzi Çakmak tarafından açılır. Aynı günlerdeAtlıspor Kulübü binası da açılır. Günümüzdeİzfaş Genel Müdürlük binası olarak kullanılanve 878.818 liraya ihale olunan yapının temeli13 Şubat 1963 tarihinde atılır. Fuarın yakıntarihlere kadar önemli özelliklerinden biriolan minyatür tren 1964 yılında hizmete gi-rerse de daha sonraları kaldırılarak yerinetartan koşu pisti yapılır.

Süre bir aydan 10 güne indirilirKuruluşundan sonra uzun yıllar 1 ay süreylefaaliyette bulunan Uluslararası İzmir Fuarı’nınaçık olduğu süre sonraki yıllarda önce 21,ardından 16 güne düşürülür. 2004 yılındabu süre 10 güne indirilir. Bir ticaret şehri olanİzmir, yangın alanından "Fuarlar Şehri" olarakçıkmasını bilir ve kendini bu alanda dünyayatanıtıp, dünyayı İzmir'e taşır ve bu ilişki Ulus-lararası İzmir Fuarı’na mekan olan Kültürpark’tagerçekleşir. Gaziemir’deki yeni fuar alanı açıl-dıktan sonra Kültürpark’ın işlevinin ne olması

38 YAZ 2016

KültürparkAçıkhavaTiyatrosu’ndaDevletTiyatrosutemsilleri

1936 y›l›n›n ilk günü bafllayan Kültürpark yap›m süreci sekizay gibi k›sa bir zamanda h›zla ilerler ve 1 Eylül 1936 tarihindebir bölümü tamamlanan Kültürpark, özel olarak davet edilenAtatürk'ün gelemedi€i için özel olarak görevlendirdi€i dö-nemin Baflvekil'i ‹smet ‹nönü taraf›ndan aç›l›r.

Yaşar ÜRÜK

1944 Kral Oidipus.

gerektiği konusu İzmir gündeminde önemlibir tartışma açılmasına neden olurken; yeniKültürpark düzenleme projesinin açıklanmasıtartışmayı tırmandırmıştır. Biz burada bu tar-tışmaya girmeden nostaljik bir tiyatro yol-culuğu yapmak istiyoruz.

Nostaljik tiyatro yolculuğuKültürpark’ın vazgeçilmez mekanlarındanAtatürk Açıkhava Tiyatrosu ve çoğunluğuburada sahnelenmiş Devlet Tiyatrosu tem-sillerine günümüzden bakacağız.

1936 yılı bu konuda iki ayrı şehirdeki yapı-lanmalar açısından önemli bir yıldır. Yukarıdaaçıklamaya çalıştığımız gibi Kültürpark 1936yılında İzmir’e kazandırılırken, aynı yıl AnkaraDevlet Konservatuvarı da, Atatürk’ün büyükdüşlerinden biri olarak hayata geçer. 1936yılında dünyaca ünlü opera ve tiyatro yö-netmeni Carl Ebert’in önderliğinde başlayaneğitim dönemi 1941 yılında meyveleriniverir ve okulun tiyatro bölümünde yetişençok değerli oyuncularla Tatbikat Sahnesiadı verilen topluluk kurulur. Devlet Konser-vatuvarı Tatbikat Sahnesi, 1947 yılında yasaile kurulacak olan Devlet Tiyatrosu’nun biranlamda hazırlayıcısıdır.

İlk turne İzmir’eTatbikat Sahnesi ilk iki yıl temsillerini Ankara’da

sahnelerken 1944 yılı yaz aylarında aldığı birdavet üzerine tarihindeki ilk turneyi İzmir’eyapar. Tıpkı Darülbedayi’nin de İstanbul dışınailk turnesini 1923 yılında İzmir’e yapmasıgibi. O yılın Ağustos ayında ve İzmir Enter-nasyonal Fuarı’nın açılış günlerine denk gelenbir dönemde yapılan bu turnede AnkaraDevlet Konservatuvarı Tatbikat Sahnesi, İzmir’edört oyunla gelir. 20 Ağustos 1944 akşamı,fuarla birlikte perde açan topluluğun ilktemsil ettiği eser Sophocles’in “KralOidipus”udur. Oyunda Oidipus’u canlandıranCüneyt Gökçer’in yanında İokaste rolünü oy-nayan Nermin Sarova’nın nezdinde Türk Ti-yatro tarihinde bir ilk daha İzmir’de gerçekleşir.Tıpkı 1923 Darülbedayi turnesinde MustafaKemal’in talimatıyla “Devletin izni ile sahneyeçıkan ilk Türk kadını” olan Bedia Muvahhitgibi, Nermin Sarova da “Devletin tiyatro oku-lundan mezun olan oyuncular olarak tarihtekiilk turneleri”ni İzmir’e yapmış olurlar. Oyununyardımcı oyuncu kadrosu İzmirli sanatçılarlatamamlanır. Bunların arasında Nevzat ve Ce-mal Engindeniz kardeşler, Mehmet Ali Pekünlügibi kısa zaman sonra kurulacak olan İzmirŞehir Tiyatrosu’nun sanatçıları olacak değerlerde vardır. Necil Kazım Akses tarafından bes-telenen oyun müziğini seslendiren orkestranınşefliklerini Sabahattin Kalender ve Ferit Alnaryapmaktadır. Topluluk ikinci gece Carlo Gol-doni’nin “Otelci Kadın”ını sahnelerken ertesigeceye yine bir Sophocles eseri sahne alır:

“Antigone.” Dördüncü ve son gece verilenMoliere’in “Kibarlık Budalası” eseriyle bu tarihiturne sona erer.

Turneye opera temsilleri eklenirTatbikat Sahnesi ertesi yıl fuara daha genişbir repertuvar ve kadro ile gelir. Bu kez tur-neye opera temsilleri de eklenmiştir. Fuarın20 Ağustos 1945 tarihli açılış gecesi Beet-hoven’in “Fidelio” operası sahnelenir. BunuSmetana’nın “Satılmış Nişanlı” ve Puccini’nin“Madame Butterfly” operaları izler. Operabölümü turnesini tamamlayıp döner ve ti-yatro bölümü ise ilk temsilini 7 Eylül 1945akşamı Shakespeare’in “Yanlışlıklar Komed-yası” ile verir. Bir yıl önceki temsillerin ta-mamının yönetmeni Carl Ebert iken Sha-kespeare’i Mahir Canova yönetmiştir. Butemsili Goldoni’nin “Kahvehane” ve ThorntonWilder’ın “Bizim Şehir” temsilleri izler. Butemsiller Tatbikat Sahnesi adıyla İzmir veEgelilere sunulan son eserlerdir.

Devlet Tiyatrosu’nun ilk temsili “On İkinci Gece1947 yılında kurulan Devlet Tiyatrosu’nunilk İzmir turnesi ise 1949 yılında gerçekleşe-cektir. Ancak fuar dönemi açıkhava tiyatro-sunda sürekli olarak İzmir Şehir Tiyatrosu

39YAZ 2016

1950 Yalancı.

1960 Kibarlık Budalası. 1965 Buzlar Çözülmeden.

1957 Tahta Çanaklar.

oyunlar sahnelediğinden Devlet Tiyatrosuilk temsilini fuar öncesi 11 Temmuz 1949akşamı bir başka Shakespeare oyunu olan“On İkinci Gece” ile verir. İki akşam sonrasahnelenen oyun ise Luigi Pirandello’nun“Eskisi Gibi, Eskisinden Üstün” eseridir. O yazDevlet Tiyatrosu davet üzerine bu kez fuarkapanmadan birkaç gün önce, 17 Eylül’debir başka Pirandello eseri ile bir kez daha İz-mir’e gelir: “Size Öyle Geliyorsa Öyledir.” 1950yazında ise, Devlet Tiyatrosu’nun Fuar açık-hava tiyatrosu temsillerini bu kez daha erkenbir dönemde verdiğini görürüz. Turneye ge-tirilen üç eserden Goldoni’nin “Yalancı”sı 14Haziran 1950 tarihinde sahnelenirken, JeanAnouilh’in “Antigone” ve Oktay Rifat ile MelihCevdet Anday’ın ortak oyunları olan “Kıs-kançlar” bu oyunu izler. “Kıskançlar” eseriböylelikle Devlet Tiyatrosu’nun İzmir’de sah-nelediği ilk yerli oyun olur.

Devlet Tiyatrosu 1951 ve 1952 yaz döne-minde de İzmir’e gelir ancak bu kez temsil-lerini Kültürpark’ta değil, günümüzde KonakSahnesi olarak kullanılan dönemin Halkevi’ninbahçesinde açılan “Şenocak Bahçesi”nde(ya da Şenocak Tiyatrosu) verir. 1951 Haziranayında sahnelenen oyunlar şunlardır: TurgutÖzakman’dan “Pembe Evin Kaderi”, JohnSteinbeck’ten “Fareler ve İnsanlar” ile Saba-hattin Kudret Aksal’ın “Şakacı”sı. 1952 Haziranayında ise sırası ile Hebbel’in “Anton Usta”,Nazım Kurşunlu’nun “Branda Bezi” ve SuttonVane’in “Öteye Doğru”su sahnelenir.

İzmir Şehir Tiyatrosu tarihe karışırŞenocak Bahçesi temsillerinden sonra DevletTiyatrosu uzunca bir dönem İzmir’e turneyegelmez. Bu arada önce bir yangın, ardındankurum içi ailesel çekişmeler ve 1950’de ikti-dara gelen Demokrat Partili belediye ile po-litik sıkıntılar yaşayan İzmir Şehir Tiyatrosuda kapatılarak tarihe karışmıştır. Şehirde bualanda bazı çalışmalar yapılırsa da bunlarkökten sonuç vermez ve İzmir Belediye Mec-lisi’nin bu konuda görevlendirdiği Sabri Süp-handağlı’nın Ankara’ya giderek hem Milli

Eğitim Bakanlığı hem de dönemin DevletTiyatrosu Genel Müdürü Muhsin Ertuğrulile yaptığı görüşmeler sonucu Devlet Tiyat-rosu’nun İzmir’de açılacak bir belediye ti-yatrosuna katkı koyması kararlaştırılır. 1956yılı sonlarında başlayan bu gelişme 1957yılı ilk aylarında hız kazanır ve İzmir Halkevibinası salonu ve sahnesinin yeniden dü-zenlenmesi ile kazanılan tiyatroda ilk temsil14 Nisan 1957 tarihinde verilir. Her ne kadarbu çalışmada yola belediye adına bir tiyatroaçılması düşüncesi ile çıkılırsa da bununzorlukları kısa zamanda anlaşılır ve tiyatronunbinası da yönetimi de tamamen Devlet Ti-yatrosu’na bırakılır.

Gelenekselleşen fuar temsilleriİşte o günden bu güne İzmir’de sürekli perdeaçan Devlet Tiyatrosu, yaz aylarında Gele-nekselleşecek fuar temsillerine de başlar.Bu temsiller İzmir’e yerleşik kadronun atanıpda bir anlamda bölge tiyatrosuna dönüş-menin yaşanacağı 1971 yılına kadar aralıksızsürecektir. 1957 yazında Edmond Morris’in

40 YAZ 2016

1971 Cadı Kazanı.

1976 Düşüş.

1991 Kafesten Bir Kuş Uçtu.

2006 Keşanlı Ali Destanı.

“Tahta Çanaklar”, Arseven-Cimcoz ikilisinin“Üçüncü Selim” ve Goldoni’nin “İki EfendininUşağı” oyunlarıyla başlar ve 1958 yaz döne-minde Shakespeare’in “On İkinci Gece”, Edu-ardo de Filippo’nun “Kiralık Bina”, L. Fodor’un“Çöl Faresi” ve Musahipzade Celal’in “GençOsman”; 1959 yazında ise A. Miller’ın “CadıKazanı”, D. Fabri’nin “Gönül Avcısı” ve OrhanAsena’nın “Hürrem Sultan”ı ile devam eder.

Kültürpark’a adeta çıkartma yapılır1960 ve 1961 yazlarında ise Devlet Tiyatrosubu kez Ankara’dan dörder oyunla Kültürpark’aadeta çıkartma yapar. İlk yıl sahnelenen “Fel-sefe Doktoru”, “Kibarlık Budalası”, “Kral Oidi-pus” ve “Toreadorlar Valsi”nin ertesi yaz sah-nelenen “Büyük Jüstinyen”, “Koçyiğit Köroğlu”ve “İkiz Kardeşim David” temsilleri izler. Aynıyıl dördüncü oyun ise bir operettir: “Csar-dasfürstin.” 1962 yılının “Kocaoğlan”, “Ay Her-kese Gülümser” ve “Göç” temsillerini 1963yazında Devlet Tiyatrosu’nun bu alandakiilk büyük müzikali olan “Öp Beni Kate”, “An-dorra” ve “Çalıkuşu”; 1964 yaz dönemindeise “Fizikçiler”, “Bitmeyen Aşk”, “Yedinci Köpek”ve “Julius Caesar” izler. Aynı yıl Devlet Operasıda Puccini’nin “La Boheme” operası ile FuarAçıkhava Tiyatrosu’nu şenlendirir.

1965 yaz döneminde İzmirlilere sunulandört oyun olan “Yaşlı Hanımın Ziyareti”,“Buzlar Çözülmeden”, “Yabanlar” ve “İsyancılar”ile birlikte Devlet Tiyatrosu’nun yaz döne-minde “çok sayıda eserle turne yapma” ge-leneği biter. Bir daha dört oyunun art ardaKültürpark’a geldiği görülmez. Bu nedenle1966 yılında sahnelenen “Kral Oidipus” ve“İstanbul Efendisi”nden sonra 1967’de “KaktüsÇiçeği” ve “Göktaşı”; 1968 yazında “My FairLady” müzikali ve “Bir Bardak Su”; 1969 yazdöneminde “Deli İbrahim”, “Yedekçi” ve “Ak-varyum” oyunları ile 1971 yılında sahnelenen“Cadı Kazanı” temsilini görürüz.

“Yerleşik Sahne” açılır1971 yılında İzmir’de “Yerleşik Sahne”nin açıl-ması ile fuar temsilleri bir anlamda “kesilir”.Bunda dönemin Belediye Başkanı ile DevletTiyatroları Genel Müdürü’nün aralarının, sah-nelenmesi istenen bir oyun nedeniyle açılmasıda etkin bir neden olur. İzmirli tiyatroseverlerartık adı Devlet Tiyatroları olan kurumun fuartemsilleri ile ancak 1974 yılında buluşacak-lardır. O yıl sahnelenen “Müfettiş” ve “MançalıDon Quijote” temsillerini ertesi yaz sahnelenen“IV. Murat” ve “Küheylan”; 1976 yılında sah-nelenen “Koca Sinan”, “Düşüş” ve “Tarla Ku-şuydu Juliet”; 1977 yazında izlenilen “KoçyiğitKöroğlu” ve “Yalancı” temsilleri izler. Dahasonra Devlet Tiyatroları’nın fuara tek temsillegeldiği bir dönem yaşanacaktır: 1979 yazında“Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” veertesi yaz “Hürrem Sultan”. Bu aynı zamandaDevlet Tiyatroları’nın Kültürpark ve fuardankopuşunun işaretidir.

Son oyun: “Keşanlı Ali Destanı”Sonraki yıllarda sahnelenen oyunlar ise sa-dece çeşitli rastlantısal nedenlerledir. Bunlar;1983’te (Mehtap Bahçesi’nde) “Fazilet Ec-zanesi”, 1986’da “Kanlı Nigar”, 1991’de “Ka-festen Bir Kuş Uçtu”, 1996’da “Kuvayı Milliye”,1997’de “Gazap Üzümleri” ve 1998’de “Sa-vaştan Barışa, Aşktan Kavgaya Mustafa Ke-mal” oyunlarıdır.

Devlet Tiyatroları’nın Kültürpark AçıkhavaTiyatrosu’nda sahnelediği son oyun ise tamsekiz yıl sonra, bu satırların yazarının İKSEVile yaptığı anlaşma sonucu Uluslararası İzmirFestivali’nde sahnelenen “Keşanlı Ali Desta-nı”dır. Bir efsaneye dönüşen, Devlet Tiyat-roları’nın Fuar temsilleri, bir anlamda yokolan Enternasyonal Fuarımız gibi zamanınakışında kaybolup gitmiş, fotoğraflardakianılar olarak kalmıştır.

41YAZ 2016

1983 Fazilet Eczanesi

K arataş semtinde restore edildiktensonra usta yazarın adıyla kentekazandırılan iki katlı tarihi bina,

dünyanın farklı ülkelerinden sanatçılarıkonuk edeceği gibi çeşitli atölye çalış-malarına da ev sahipliği yapacak. Açılıştöreni 11 Ağustos 2015 tarihinde hayatagözlerini yuman İzmirli Yazar Tarık DursunK.’nın doğum günü olan 26 Mayıs’ın birgün sonrasında gerçekleştirildi. TöreneKonak Belediye Başkanı Sema Pekdaş, İz-

mir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı MisketDikmen, Cumhuriyet Halk Partisi Konakİlçe Başkanı Mehmet Şakir Başak, TarıkDursun K.’nın oğlu Zafer Kakınç, kız kardeşiEsin Üçer ile usta yazarın dostları ve semtsakinleri katıldı.

‘Babaların babası’Açılış töreninde Tarık Dursun K.’nın yakınarkadaşlarından Dünya Gazetesi Kitap Edi-törü Faruk Şuyun, Türk Edebiyatı’nın unu-

tulmaz çınarıyla olan anılarını paylaştı. Şu-yun, “İyi ki bu dünyadan Tarık Dursun K.geçti. Bu güzel yapıtları bizlere bıraktı. Bi-liyorum ki, bizlerden sonra gelecek nesillerde onun kitaplarını hep okuyacak” dedi.Tarık Dursun K.’nın “Manevi oğlum” dediğiYazar Aydoğan Yavaşlı ise, ‘Babaların Babası’olarak adlandırdığı yazar için; “Bana mirasolarak öğütleri ve gösterdiği yol kaldı.Benim için ölmedi. Her daim yanımda”diye konuştu.

42 YAZ 2016

İzmir’in ilk Yazar Evi Türk Edebiyat›’n›nunutulmazlar›ndanYazar Tar›k DursunK.’n›n ad›n› tafl›yan‹zmir’in ilk Yazar Evi KonakBelediyesitaraf›ndan hizmete aç›ld›.

Kapısı edebiyata açık84 yaşında yaşama veda eden usta yazarınyakın dostlarından Doktor Can BaydinçTarık Dursun K.’nın oğlu Zafer Kakınç’ınaçılış gününün anısına kaleme aldığıyazıyı okudu. Dinleyenleri hüzünlendirenyazıda, “Bizleri kucaklayan bu ev inanındört duvardan çok daha fazlası. Tuğlalarısözcüklerden, kirişleri betimlemelerden,kolonları öykü kahramanlarından, du-varları öykülerden, pencereleri İzmir’in

ışıklarına, kapısı edebiyata açık bir ev.Bu ev İzmir’in, kendisine tutkuyla bağlıolan evladına ve onun edebiyat uğraşısınaadadığı bir evdir” ifadeleri yer aldı.

Kolektif çabanın ürünü Konak Belediye Başkanı Sema Pekdaş,Mithatpaşa Caddesi 269 Sokak’ta hizmetveren Tarık Dursun K. Yazar Evi’nin kolektifbir çabanın ürünü olduğunu dile getirdişunları söyledi: “Kolektif bir emekle bu

işi ortaya çıkarmak gerekiyordu, o ger-çekleşti. Zaten Tarık Dursun K. adına dabu yakışırdı. Yazar Evi sadece edebiyatçılarıdeğil, farklı sanat dallarından sanatçılarıağırlayacak bir mekan olacak, el birliğiylebu yerleri yaşatacağız.”

Yazarların üretim mekanıİzmir’de bir ilk olan Tarık Dursun K. YazarEvi, edebiyatın çeşitli alanlarında çalış-malarını sürdüren yazarlar için bir üretimmekanı işlevi görecek. Konak Belediye-si’nce misafir edilecek yazarların üreteceğieserler hem Konak’ın hem de İzmir’ingururu olacak. Dünyadaki prestijli ör-neklerinde olduğu gibi, davet edilecekyazarların belli sürelerle konaklayıp eser-lerini gereken sakinlik ve dinginlik içindeyazacakları bir mekan olarak tasarlananiki katlı tarihi binanın üst katında yatakodası, çalışma odası, dinlenme ve ortakçalışma odaları bulunuyor. Konuk gelenyazar için bir yaşam alanı olarak tasarla-nan evin birinci katında ise Tarık DursunK.’nın kişisel eşya ve kütüphanesini içerenbir anı odası, mutfak ve atölye odası bu-lunuyor. Kadın, çocuk ve gençlere yönelikçeşitli atölyelerin de açılacağı Yazar Evi,İzmirlileri yıl boyunca edebiyatla buluş-turacak.

Tarık Dursun K. Tam adı Tarık Dursun Kakınç olan TarıkDursun K. 26 Mayıs 1931’de doğdu. 1949'daİzmir'de Anadolu gazetesinde sinema eleş-tirileri yazmaya başladı. Sonra sırasıylaYeni Gün, Ankara Ulus, Yeni İstanbul veVatan gazetelerinde gündelik yazılar yazdı.Pazar Postası ve Akis dergilerinde sinemaeleştirileri yazdı. Eleştirmen Ali Gevgililiile birlikte aylık Yeni Sinema dergisini çı-karttı. Senaryo yazarlığı ve rejisörlük yaptı.1969 yılında Kurul Kitabevi’ni açan TarıkDursun K., sanata 1949 yılında şiirle başladı,1951 yılında Cengiz Tuncer ile Devrialemisimli ortak bir şiir kitabı yayımladı. Dahasonra hikâye yazarlığına başladı. KardeşiFaruk Kakınç'la beraber girdiği bir yarış-mada soyadlarının karışması neticesindesoyadını K. olarak değiştirdi. İzmir, Foçave Karşıyaka’da yaşayan, yazın ve sanatdünyasının çok yönlü ismi Tarık DursunK. 11 Ağustos 2015’te akciğer yetmezliğisebebiyle hayatını kaybetti.

Tarık Dursun K. Yazar Evi269 Sokak No: 12 Karataş

43YAZ 2016

1479 sokakta, 1944 yılında doğdum.Güzel çocukluk ve gençlik yılları ge-çirdim. Küçük bahçesinde tulumbası

olan evimiz iki katlıydı. Mutfağımızda havagazıkullanıyor, sobamızda yanan kok kömürü ilede ısınıyorduk. Bugünkü Kenet Sitesinin Ku-bilay Dershanesiyle bitişik olarak kapladığıalanda (aradaki yol yoktu) Aziz Usta’nın dö-kümhanesi vardı. Pik demirin kalıplara kıvıl-cımlar içinde dökülmesini merakla izlerdik.Arka tarafta (1471 Sokak) Bedri Akgerman’ınlastik ayakkabı ve çizme fabrikası ile çevredeçivi, zımpara fabrikaları, pamuk, yağ, tütün,palamut depoları bulunuyordu.

Çocukluğumuzda erkekler arasında meşe,topaç, çelik-çomak, birdirbir ve futbol; kız-

larla da tombiş, ip atlamak, kaydırak, muçolusaklambaç, körebe oynardık. Bugünkü Ast-subay misafirhanesi, Alsancak Askerlik Şu-besi’ydi. Yanındaki bahçe de bizim başlıcaoyun yerimizdi. Özellikle meşeyi buradaoynardık. Karşısında bugün askeri labora-tuvar olarak kullanılan tek katlı binanın ye-rindeki arsada da her yaz cambazhane ku-rulur, mahalleye de değişik bir eğlenceolurdu. O günlerde yerlerden birbirindenrenkli, çeşitli gazoz kapaklarını toplar, birnevi koleksiyon yapardık. İki arkadaş yalnızkalınca da bir evin merdivenlerine oturur,üçtaş veya dama oynardık.

Çocukluğumuzda Bornova Sokağı’ndaki ha-vagazı lambaları hava kararmak üzereykengörevli tarafından yakılırdı. Gelen görevlininetrafını sarar, ne yapacağını sanki bilmiyor-

muş gibi her seferinde seyrederdik. Belkide merdivene çıkışı ve inişi hoşumuza gi-diyordu. Söndürme işlemi sabahları çok er-ken olduğu için göremiyorduk.

Gazi İlkokulu 1933 yılındaeğitime başladı

Aşağı yukarı her gün mahalleden yoğurtçu,merkepli zerzevatçı, sütçü, boyozcu, pamukatıcı, kalaycı, süpürgeci geçerdi. Öğledensonraları da ayı oynatıcılar köşe başlarındabahşişlerini toplardı. Yaz günlerinde don-durmacılar, kış geceleri de bozacılar bellisaatlerde geçerdi. Babam pipo tütünü kul-lanırken konuklar için eve Gelincik, Baharsigaraları alınırdı. Duyduklarımız arasındaBafra, Kulüp, Yenice ve Yeni Harman sigaralarıda vardı. Mesudiye Caddesinin (bugünkü

44 YAZ 2016

1868 y›l›nda kurulan R›ht›m fiirketinin idari binas› olan bugünkü AlsancakKarakolu giriflinde hala “Societe des Quais Smyrne” yaz›s› durmaktad›r.Karfl›s›ndaki süpermarket ve yan›nda otopark olarak kullan›lan alandazemini k›rm›z› toprak olan tenis kortlar›, basket sahas› bulunuyordu.

Umur SÖNMEZDAĞ

Alsancak 1950

Kıbrıs Şehitleri Caddesi) Kordon ile kesiştiğiliman köşesinde Mobil onun yanında Shellve BP benzin istasyonları vardı. Mobil’in sa-hibi İzmir Valisi Rahmi Bey’in Çerkez Ethemtarafından kaçırılan oğlu Alpaslan Bey’di.Onun büyük bir “Danua” cinsi köpeği vardı.Korku ile seyrederdik. 1933 yılında açılanGazi İlkokulu, çoğu Alsancaklının okuduğuokuldur. 1950 yılında ben de burada eğitimve öğretime başladım. İbrahim Öğretmendeokumuştum. Çocukluk yıllarımın tatlı birdönemidir. Daha sonra ortaokul kısmı daolan Namık Kemal Lisesine gittim. Lise ilebirlikte 6 yılım da orada geçti. Şimdi bakı-yorum da aldığımız Fizik, Kimya, Biyoloji,Cebir ve diğer derslerin pek çok konusuhala hafızamda. Fizik öğretmeni Binzet Ha-nım’dan 10 üzerinden 5 almak büyük başa-rıydı. Cemal Tanaç’ın Cebir işlemleri, Edibeve Nazıma Hanımların ortaokulda Latinceezberlettiği bitkiler ve hayvanlar âlemleri,Beden Eğitimi dersinde Yahya Su ve MustafaPlevneli öğretmenlerin disiplinli dersleri,Türkan Pekel’in Tarih dersleri, Şükran Hanımınve Namık Hocanın İngilizce dersleri, Ali UlviEge’nin Edebiyat dersleri ve Baş Muavinliğiunutulacak gibi değildi. Bizler liseyi bitirdik.Ancak aldığımız eğitim adeta üniversiteeğitimi gibiydi.

Ortaokul ve lise yıllarımda 19 Mayıs GençlikBayramı heyecanla kutlanırdı. Hazırlananjimnastik gösteri hareketlerini haftalar ön-cesinden öğrenmeye başlardık. Okulun ta-mamı stadyumdaki 17 Mayıs genel provasınave 19 Mayıs törenlerine katılırdı. 20 Mayısgünü dinlenme tatili olduğu için lise sı-nıflarında iken mutlaka Çeşme plajına ara-

mızda gezi tertip eder ve denize ilk girişimizintadını çıkarırdık. O yıllardan hatırlıyorumda 23 Nisan, 30 Ağustos, 9 Eylül, 29 Ekimtörenleri ne çok rağbet görürdü. Kordon’datertip edilen törenleri izlemek için erkensaatlerden itibaren geçişi iyi görebileceğimizbir yere yerleşirdik.

İngiliz İskelesi

Bugün kruvaziyer gemilerinin yanaştığıyerde “İngiliz İskelesi” denilen demir yapıbir iskele bulunmaktaydı. İngiliz İskelesinden,küspe ile iri kefal balıkları yakalanırdı. İske-lenin Bayraklı tarafındaki bölümü “KüçükDeniz” olarak adlandırılıyor ve yaz aylarındao bölgedeki gençlerin plajı oluyordu. İske-lenin girişinde bulunan Demirspor Lokalininyanına olta balıkçılığı yapan kişiler sandal-larını bağlıyordu. 50 civarındaki sandalsabah erkenden Gündoğdu ile Alsancakvapur iskelesi arasında lidaki, çipura, levrekavlamak için yayılır, sandalı olmayanlar dakıyıdan olta balıkçılığı yapardı.

Societe des Quais Smyrne

1868 yılında kurulan Rıhtım Şirketinin idaribinası olan bugünkü Alsancak Karakolu gi-rişinde hala “Societe des Quais Smyrne”yazısı durmaktadır. Karşıdaki Migros ve ya-nında otopark olarak kullanılan alanda ze-mini kırmızı toprak olan tenis kortları, basketsahası bulunuyordu. Bazı zamanlarda buradakurulan ringde akşamları boks maçları ya-pılıyordu. Benzinlikleri Gündoğdu’ya doğrugeçince Altay Kulübü ve lokali vardı. Yazınburası mahalle çocuklarının ve gençlerininadeta plajıydı. Eskiden Alsancak deniz ban-yosunun bulunduğu bu deniz üstündekialanın bir tarafında L şeklinde ahşap birkulüp binası vardı. Altaylı futbolcular maçöncesi formalarını burada giyerler ve taksi-lerle stadyuma giderlerdi. Maç dönüşündede duşlarını burada alır ve giyinirlerdi. Diğergeniş boş bölüm de akşamları restoranolarak kullanılıyordu. Bazı zamanlarda buradada kurulan ringde akşamları boks maçları

yapılırdı. Lokal ve çevresindeki tertemizsuda yüzmemiz sırasında etrafımızda bu-lunan deniz kaplumbağaları, iri çiçinalar(vatozlar), yunuslar normal karşılanıyordu.Lokalin sütunlarından çıkardığımız midye-lerin karşıdaki arsada (bugünkü Şeker Apart-manının yerinde) teneke parçası üzerindekızartılması ve afiyet ile yenilmesi güncelyaşantımızın bir parçasıydı. Ayrıca sütunlararasında biz küçükler, sepet dolusu 20 cmboyunda gopez balığı avlardık. Kordon kı-yısındaki avlanmalarımızda da küçük birsepet ısparoz tutmadan eve gitmezdik.

Palet Restoran

Kulüp, Alsancak stadyumuna taşındıktansonra burası Palet Restoran olarak devametti. Kordon’da Altay Lokaline yakın yerdeSıhhat Evi ve Bornova Sokağı’nın Kordon’abakan tarafında İzmir polikliniği, diğer kö-şesinde Amerikan Kültür Merkezi vardı. Bu-radaki dil kurslarına katılmıştım. Bu bina İz-mir’in kurtuluşundan sonra İsmet İnönü’yehediye edilmişti. Bina daha sonraki yıllardayeni sahipleri tarafından apartman yapıldı-ğında binaya “Paşa” adı verildi. O yıllardamahallemizde hasta olanlar için FransızHastanesinin personeli olan soeurların (ra-hibelerin) ilgili ve bilgili oldukları büyükle-rimiz tarafından söylenirdi. Bu görevlilerinbeyaz kepli, lacivert renkli dini kıyafetleriyleçarşıda alışveriş yaparken güler yüzle do-laşmalarını seyrederdik. Dini inançla görevyapan bu kişiler, aynı zamanda hastanebahçesindeki Fransız Kız Okulu’nda da hiz-met veriyorlardı.

Tütün depolarında namaz kılınırdı

Ramazan aylarında teravih namazı kalabalıkbir cemaat ile mevsimine göre askerlik şu-besinin bahçesinde veya değişik tütün de-polarında kılınırdı. Meyhanelerin büyük birkısmı kapalı kalırdı. Aileler yaz akşamlarımutlaka kapı önlerinde otururlardı. Hatta

45YAZ 2016

Kordon’a yakın olanlar şiltelerini alır ve denizkenarına giderdi. 7-8 tane yazlık sinema daen büyük eğlence yeriydi. En büyüğü öncekiadı Mesudiye olan Ar sinemasıydı. Diğerleriarasında Ege, Şölen, Ünüvar, Gündoğdu veSes vardı. Gençlerin çoğu sinemadan çıktıktansonra Gündoğdu’daki Ömür’de dondurmaveya sütlü tatlı yer, bir kısmı da Pasaportkahvesine gider, çay içerdi. Pasaport kah-vesinde gündüzleri maça kızı oynamak dagençler arasında yaygındı. Kışlık sinema ola-rak Tayyare sineması favorimizdi. Özelliklesalı akşamları haftanın filminin ilk seansı21.00’de olurdu. Alt yazılı, orijinal sesli bufilmler rağbet görürdü. Elhamra sinemasıda orijinal film oynatırdı. Seans başladıktansonra içeriye seyirci alınmazdı. Konak, Semasinemalarından başka 7-8 mahalle arkadaşıher cumartesi akşamı 2 film birden oynatanYıldız, Kulüp veya Yeni sinemaya giderdik.Sinema bizler için en geçerli eğlenceydi.

Sokaktan hiç araç geçmezdi

Araç sayısı az olduğu için sokak araları biz-lerin futbol alanlarıydı. Yaz kış, Namık KemalLisesi’nin bahçesinde, bugünkü yüzme ha-vuzunun bulunduğu yerdeki Altınordu veyaHalk sahası denilen yerde mahalle maçlarıyapardık. Araç sayısı o kadar azdı ki akşamlarıKordon’da duvar üstünde otururken ara-mızda geçecek aracın plakasının son raka-mının tek mi, çift mi olduğuna dair oyunoynardık. Bir türlü araç geçmezdi. Anıla-rımdan biri de sivil savunma nedeniyle II.Dünya Savaşı’ndan beri uygulanan karartmatatbikatıydı. Evlerdeki ampuller maviye bo-yanır veya mavi kitap kaplama kâğıdına sa-

rılırdı. Dışarıya ışık sızmaması için de kalınperdeler sıkı sıkıya kapatılır, otomobillerinde farları maviye boyanırdı. Bekçiler ve diğergörevliler ellerinde düdükleriyle ışık sızanevleri uyarırlardı.

Her İzmirli gibi Fuar zamanı aşağı yukarıher gece Fuar’a gidilirdi. Fuar sahasındaİzmir Arkeoloji Müzesi, Sağlık Müzesi, Sü-merbank Pavyonu, yerli üretimlerin sergi-lendiği “Sergi Sarayı” ve “Odalar Birliği” pav-

yonu en çok ziyaret edilen yerlerdi. Benözellikle Makine Kimya Endüstrisi pavyo-nundaki silahları izlerdim. Tüm pavyonlardaürünlerin tanıtım broşürleri dağıtılırdı. Bunlarıtoplardık. Ertesi gün de evde incelerdik.Görgü ve bilgimiz artardı.

Fuarda Sovyetler Birliği ABD rekabeti

1958’den itibaren ABD Pavyonunda uzay

46 YAZ 2016

Alsancak 1479 Sokak

Alsancak Stadı

çalışmalarının ilk örnekleri ve uydular gö-rülmeye başlanmıştı. Bundan sonraki fuar-larda Sovyetler Birliği ve ABD arasındaönemli bir rekabet ortamına giren uzay ça-lışmalarının ürünleri de sergileniyordu. Sput-nikleri, Neil Armstong’un ilk ay seyahatiaracını, ay taşını orada gördük. Her iki ülkekendi üstünlüğünü kanıtlamaya çalışıyordu.Açıkhava tiyatrosuna kurulan perdede oy-natılan Hacivat – Karagöz çok rağbet görü-yordu. Münir Nurettin Selçuk ve Safiye Ayla

programlarıyla ziyaretçilerin takdirini kaza-nırken, özellikle Göl Gazinosu eğlenceninyoğunlaştığı yer olmuştu. 1954 yılında ilerideTürkiye’nin Sanat Güneşi olacak Zeki Mürenilk defa fuarda sahne almıştı. Eğlencelerinyıldızı orta oyuncu İsmail Dümbüllü’ydü.Celal Şahin, Nigar Uluerer çeşitli bahçelerdesahne alıyordu. Kübana gece kulübündeDario Moreno, “Canım İzmir” şarkısıyla gö-nüllere taht kuruyordu. Her yıl bir sirk gelirdi.Alman, Moskova, Medrano, Barselona sirklerimerak ve heyecan ile izlenirdi. Ayrıca çeşitlibuz revüleri ve tiyatrolar da gelirdi. Amaşüphe yok ki herkesin en çok rağbet ettiğiyer lunaparktı. Arkadaşlarımla gittiğimdeçarpışan otomobiller, radar, korku evi ter-cihlerimizdi. Ailemle birlikte olunca da dön-me dolap favoriydi.

Mavi gevrek fırını rağbet görürdüMesudiye Caddesi üzerinde askerlik şubesineyakın yerde Hafız Bakkal vardı. Gözleri iyigörmediği için kalın gözlük camları olmasınarağmen bozuk paraları gözüne 10 cm kadaryaklaştırarak bakardı. Askerlik şubesi yansokağında odun kömürü satan MehmetBey vardı. Nimet Bakkal, Mehmet Tanık bak-kaliyeleri de ne isterseniz satılan yerlerdi.Diğerleri arasında Feyzullah Manav, İbrahimAğa Mandırası, Ayvalık Kasabı Ali, CamcıNiyazi, Berber Ruhi, Manav Şaban, St. JosephOrtaokulu’nun arkasındaki Mavi GevrekFırını rağbet gören dükkânlardı. Ar Sine-ması’nın yanındaki Ege Lokantası öğle ye-meğini verdikten sonra gece meyhaneye

47YAZ 2016

Plevne BulvarıGündoğdu Meydanı

Açık hava sineması

Kıbrıs Şehitleri Caddesi

dönüşürdü. Özellikle yaz aylarında terasırevaçtaydı. Alsancak Vapur İskelesi büfesindeMustafa Türker ve oğlu Nuri, pazaryerindeBakkal Arap Rasim de önemli esnaf kişilerdi.Bugünkü Mahmut Esat Bozkurt Caddesiüzerinde de pazar günleri “Alsancak Pazarı”kurulurdu. Evimizin gıda ihtiyacının büyükbir kısmı buradan temin edilirdi.

Francala baton ekmek meşhurdu

Bornova Sokağı girişinde buz ve yoğurt al-dığımız mandıra vardı. Karşısında çok meşhurKulüp Orhan meyhanesi bulunuyordu. Bu-raya akşamüstü avukatlar, gazeteciler, fabrikasahipleri gibi iş sahibi insanlar gelirdi. Karşıköşesinde bulunan bugünkü Dostlar BoyozFırını, o günlerde ekmek fırınıydı. Aynı za-manda evlerde hazırlanan bazı yemekler,unlu mamul tepsileri de pişiriliyordu. Sahi-binin oğlu Nazmi Bey daha sonra bugünküSalih İşgören İlkokulu’nun bulunduğu kö-şedeki Paradiso adlı İtalyan fırınının yerineEfes Pasta Fırınını açtı. Bu İtalyan fırınınınfrancala baton ekmekleri meşhurdu. Akra-baları da Mustafa Bey’deki Efes Pastanesiniçalıştırıyorlardı. Bu fırının yanındaki sokakiçinde Madam Consolo’nun işlettiği SürprizPastanesi vardı. Paskalya çöreklerini, renkliyumurtalarını, dondurmalarını ve çeşitlipastalarını çok beğeniyorduk.

Sevinç’ten önce Ülkü pastanesi

İkinci Kordon’a çıkan aynı sokak içindeparkın yanında bayanların favorisi KuaförMinik Sıtkı vardı. Parkın diğer İkinci Kordonköşesinde de Özel Türk Koleji Alsancak Erkek

Şubesi bulunuyordu. Mesudiye Caddesi’nde-ki Schlosser Çiçek Dükkânının vitrinindekivazolar içindeki beyaz karanfillerin, suyunakatılan katkıyla zamanla maviye dönüşmesinimerakla seyrederdik. Bugünkü Sevinç Pas-tanesinin başlangıcı olan Ülkü Pastanesipasta, limonata ve dondurma yediğimizyerlerden biriydi. Buraya 20 metre mesafe-deki bilardo masalarının bulunduğu AltayKahvehanesi denilen yer gençlerin, büyük-lerin ve futbolcuların buluşma yeriydi. Ya-nındaki Sıhhat Eczanesi, Kalfa İsmail Beyile bütünleşmişti. Kendisi eczacılığın ötesindeher derde deva olmak suretiyle herkeseyardımcı olmaktaydı. Oynarken yaralananbiri oldu mu doğru onun yanına tedaviyegiderdi. Sempatik kişiliğiyle de mahalleninsevgilisiydi. İlerideki Lütfi Krom’un AlsancakEczanesi, İtalyan İlkokulu’nun bitişikti. Karşıköşesinde Şevket İzmirlioğlu’nun Piknik Şar-küterisinde domuz eti de satılırdı. Kışın tav-şan, bıldırcın, keklik gibi avlanmış hayvanlarçarşıya getirilir, duvarlara çakılan çivilereasılarak satılırdı. Caddedeki Felice Capadona,Ivan Missich ve Ali Bey’in bonmarşelerindede her şey satılırdı (çorap, ayakkabı, terlik,bebek arabası, iç çamaşırı, kazak, elbise,kumaş, oyuncak, şemsiye v.s). Bayanlarıngiydiği naylon çoraplar bir yere takılıncakaçardı. Tuhafiyecilerde bayanların kaçannaylon çoraplarını tamir eden elemanlarçalışırdı. Çeşitli oyuncaklar satan Gibert Co-rinthio’nun vitrinine bakmadan da geçe-mezdik. Şerafettin Bey Sokak’ta yorgancı,kuru temizleyici Riçençal, tüm vesikalık fo-toğraflarımızı çeken fotoğrafçı Hasan Bey’indükkânları bulunuyordu. St. Joseph Oku-lunun yönetimi o yıllarda ayakkabısı boyasızolan öğrencileri içeriye almadığından, sa-bahları ayakkabı boyacısı Ali Efendi okulunönünde bulunur, daha sonra Mesudiye Cad-desi köşesindeki yerini alırdı. Şerafettin BeySokağı’nın Gar’a çıkan sağ köşesinde Ege

Hastanesi, karşı sırasında da Alsancak Gazozİmalathanesi vardı.

Madamların sakız reçeli ve kurabiyesi

Askerlik Şubesi’nin karşısında bugünde mev-cut olan Dominican Kilisesi’nde her gün tam12.00’de çan çalardı. Bizler için de öğle yemeğiiçin zaman ayarlaması olurdu. ÇevremizdeRum, İtalyan ve diğer yabancı kökenli ailelervardı. Onların çocuklarıyla da arkadaşlık ya-pardık. Hatta İtalyan arkadaşların kurduğu“Juventus” adı altındaki futbol takımıyla ma-halle maçlarında oynadım. Siyah-beyaz for-mamız vardı. Ben bugün dahi Rumca kalimera(günaydın-merhaba), nero (su), kala (gel),oki (hayır), ne (evet), oksi (defol), ti kaneis(nasılsın), poli kala (iyiyim), gayduraki (eşek),ena-dyo-tria, bakkalis, bisikleta, fasulya, salepi,

48 YAZ 2016

Feyzullah Manav

Levanten aile: MicaleffNane şekerci Hasan

kopsi, kefale, meza, çuvali gibi kelimeleri ço-cukluğumdan hatırlıyorum. Özellikle ma-damların yaptığı sakız reçelini ve kurabiyelerihatırlıyorum. 1952 yılından itibaren Nato’yagirmemizle birlikte Alsancak’ta Amerikalılarçoğaldı. Hatta bir çavuş bizim kiracımız oldu.8-9 yaşında iken bana PX’ten getirdiği kotpantolonu galiba mahallede ilk ben giydim.Verdiği teneke kutulardan ilk defa Coca-Colave Seven-Up içtim. Ayrıca şık ambalajlardaçikolata ve diğer şekerlemeleri de yedim.Atina’ya gezmeye giden bir Rum komşumuz,dönüşünde bana sırt okul çantası getirmişti.Bunu da galiba Alsancak’ta ilk ben kullandım.

Sibel Gazinosu (Mont Pagos)1955 yılında Kordon'daki Gazeteciler CemiyetiLokali'nin alt katında Sibel Gazinosu açılmıştı.İlk önce gazinonun adı "Mont Pagos" olarakseçilmişti. Ancak, açılıştan birkaç ay sonraçıkan 6-7 Eylül Olayları nedeniyle bu ismekarşı eleştiriler olması yüzünden "Sibel" adıile değiştirilmişti. Sibel Gazinosu, bir zamanlarİzmir'in değil, Türkiye'nin ve hatta Ortado-ğu'nun ünlü gece kulüplerinden biriydi.Kışın sahnelerinde Adamo'dan, Dario Mo-reno'ya, Sacha Distel'den Los Paraguayosve Los Machikambos'a kadar dünya yıldızlarıve toplulukları yer alırdı. Buranın sahibi aynızamanda Fuar’daki Kübana Gazinosu’nunda sahibi olduğu için aynı programlar yazınorada da tekrarlanırdı. Bugün Konak Bele-

diyesi’ne ait Prof. Dr. Türkan Saylan KültürMerkezi olan Alsancak Belediye Mıntıkasınaevimizin bina ile tenvirat ve tanzifat (aydın-lanma ve temizlik) vergilerini, Alsancak Ga-rı’nın karşısında bugün hala PTT Şubesi olanyere de yıllık radyo vergilerini yatırıyorduk.

Bulvarlar artık yetmiyor

İzmir nüfusu 1950’de 230.000 iken, 1960’da360.000’e yükseldi. Ticaret alanında etkin birkent olmanın yanı sıra, sanayileşme açısındanda önemli ilerlemeler başlamıştı. Konak’taki

liman yetmediğinden modernleştirilen Al-sancak Limanı, 1955 yılından itibaren hizmetvermeye başladı. Bu arada başlayan kentleşmeolgusu, kırsal alanlardan kentlere doğrubüyük bir akımı başlatmıştı. Bu nedenle kısazamanda gecekondu bölgeleri artarken Al-sancak’taki 1-2 katlı evler de 8 katlı apartmanolmaya başladı. 250.000 kişilik alt yapı, artannüfusu kaldıramaz oldu. 1933 yılında açılanTalatpaşa, Şair Eşref Bulvarları gibi diğeryollar da gitgide yetmemeye başladı. Yıllariçinde bugünkü sıkışıklığa gelindi.

49YAZ 2016

Piknik ŞarküteriŞevket İzmirlioğlu

1800’lü yılların ikinci yarısından sonraSmyrna’da Avrupa, Asya ve Amerika ile işyapan birçok şirketin ofisleri, acenteleri,

mağazaları ve değişik devletin elçilikleri yer alı-yordu. O yılların vazgeçilmez ulaşım aracı olangemilerin yanaştığı rıhtım boyunca yolcular, tüc-carlar ve mürettebatın konaklayabileceği ve eğ-lenebileceği otel, restoran, birahane, kafeterya,sinema ve tiyatrolar bulunmaktaydı. MesajeriMaritim Kumpanyası’nın İzmir şubesi kentin meş-hur otellerinden, Ayasuluk Efes’te de şubesi olanGrand Huck Hotel’in hemen karşısında, BirinciKordon ile Osmanlı Postanesi Sokağı’nın kesiştiğiköşedeki binanın zemin katında bulunuyordu.

Compagnie des Messageriesdes Maritimes Nationalesİzmir limanına düzenli seferlerin başlaması çokeskilere dayanmakla birlikte, buharlı gemilerindevreye girmesiyle daha programlı bir hale geldi.Osmanlı topraklarında kapitülasyonlardan ya-rarlanarak ticari olduğu kadar siyasi amaçlarlada kurulan, yabancı yolcu, yük ve posta taşıma-cılığı yapan; Messageries Maritimes, Levant Com-pany, Odessa Steam Navigation Co, AvusturyaLoydu gibi büyük kumpanyaların yanı sıra iriliufaklı vapur şirketleri vardı. Hatta İngiliz serma-yesiyle Glasgow’da kurulan “Bell’s Asia MinorSteamship Company”nin ilginç özelliği ise idaremerkezinin İzmir’de bulunmasıydı.

Fransız hükümeti, Marsilya ile Doğu Akdeniz,Levant arasında seferler düzenleyecek, posta ta-şıyacak bir deniz yolları şirketi kurulmasına 23Mart 1835’te karar verdi: Messageries Nationales.Aynı yıl Marsilya-İzmir-İstanbul seferlerini başlattı.Daha sonra Selanik, Tuna, Odessa ve Trabzon li-manlarını da bu hata ilave etti.

12 Mart 1854 ‘de İngiltere ve Fransa Osmanlınınyanında Rusya’ya savaş açınca cepheye askertaşıma işini üstlendi. Kırım Savaşı sırasında seferağı bir hayli genişletildi, şirket Karadeniz’e postahizmetinin yanı sıra 1857’de Güney Amerika,186l’de de Doğu Asya seferlerine başladı, filosunu

54 gemiyle 80.875 tonilatoluk kapasiteye yük-seltti. Sefer ağını 1860’lardan itibaren genişlet-meye devam etti.

Cumhuriyetin ilanına kadar Messageries Na-tionales adıyla faaliyet gösteren şirketin adı,1871’de de Compagnie des Messageries Mari-times (MM) oldu.

1881’de 52 gemisi bulunan şirket, 1889’da 63gemiyle 202.810 tonilatoluk bir filo ile Akdeniz,Karadeniz, Amerika, Orta, Yakın ve Uzakdoğu,Pasifik ve Avustralya kıyılarındaki liman şehirlerineyolcu, yük ve posta taşıyan önemli bir kuruluşhaline geldi.

Masum bir gemi acentesi gibi görünse de…Yelkenlilerden sonra sanayi devrimi ile birliktedevreye giren buharlı gemilerin gerek hızları,gerekse kullanım kolaylıkları, beraberinde getirdiğimaliyet avantajlarıyla deniz yolları, XIX. yüzyıldabüyük bir gelişme göstermiştir. Bu yayılmacı po-litika izleyen emperyal devletlerin de işine gelmiş,ticari faaliyetlerin yanı sıra kültürel ve siyasiilişkiler kurulmasına da yardımcı olmuştur. Böylecebuharlı gemilere sahip büyük ve güçlü devletler,kurulan deniz nakliyat şirketleri ile bazı ülkeleredaha kolay ve çabuk ulaşmış, siyasi olaylarda vedeğişimlerde önemli bir rol oynamıştır.

Bu yüzden çöküş dönemine girmiş Osmanlı’nınözellikle Anadolu’daki li-man kentlerinde bulunandeniz nakliyat şirketlerininacenteleri, Avrupalı dev-letlerin yayılmacı politi-kalarının temsilcileri gibiçalışmaktaydı. Bunlardanbiri olan Compagnie desMessageries Maritimes’inebağlı (Mesajeri MaritimKumpanyası) buharlı ge-milerin Osmanlı limanlarınauğramaya başlamasıylaTürk-Fransız kültürel, ticarive siyasi ilişkileri yepyenibir boyut kazandı.

Fransa’nın çıkarları açısındanOsmanlı topraklarındaki Fran-sız misyoner ve kültür kurum-ları ile özellikle Ermeni aydınlararasındaki ilişkinin daha kolayve güvenli bir şekilde sağlan-masında Mesajeri MaritimKumpanyası, önemli bir aracıkonumuna gelmişti. Zaten şir-ketin en önemli kuruluş amaç-

larından biri de Osmanlı liman kentleriyle Fransaarasında düzenli yük, yolcu ve posta bağlantısısağlamaktı. Bu yüzden Fransız hükümetine aitposta çantalarını taşıması karşılığında devlettenmilyonlarca Frank destek almaktaydı.

Diğer emperyal devletler gibi öncelikli hedefisömürü ekonomisi üzerine kurulu olan Fransada, bu tür deniz yolu şirketlerini sömürgeciliğinkeşif kolu olarak gördüğü için, misyonerlik ça-lışmalarını da bu tür kuruluşlar üzerinden des-teklemekteydi. Mesajeri Kumpanyası 28 Şubat1851’de Fransız hükümeti ile yaptığı anlaşmaile, misyonerleri gemilerin uğradığı limanlarabirinci ve ikinci sınıf yolcu statüsünde bedavataşınmasına ve yolculukları süresince her türlüihtiyaçlarının karşılanmasını kabul ettiler.

Fransız misyonerlerinin Osmanlı Devleti’ndeaçmış oldukları okul ve kültürel kurumlarda ye-tişen Ermeni gençlerin hemen hepsine bağımsızlıkve başkaldırı fikirleri aşılanıyordu. Bu gençlerdenbir kısmı daha sonra Fransa’da özellikle Paris’teeğitimlerine devam ediyorlardı. Mezun olanlarınneredeyse tamamı bağımsızlık ve ayrılıkçı fikirleri,Osmanlı’da başta Ermeniler olmak üzere tümgayrimüslim azınlıklar arasında yayarak halkı is-yana teşvik ediyorlardı.

XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Avrupaülkeleri, Osmanlı sınırları içinde yaşayan özelliklegayrimüslim tebaaya özgürlük, milliyetçilik veayrılıkçı çağrılar yaparak, yasaklanmış yayınlarlagizlice bilinçlendirmeye çalışıyorlardı. Bu tür

dergi ve gazetelerin (Muzır Neşriyat) yanısıra “Eşya-ı Nariye” adı verilen ateşli silahlar,Bab-ı Ali tarafından yasaklanmış olmasınarağmen ülkeye sokuluyordu. Bu tür yayınlar,silah ve kaçak yolcu, Mesajeri Kumpanyasıbuharlıları aracılığıyla denetimin zayıf ol-duğu limanlardan imparatorluk topraklarınaillegal yollardan yapılmaktaydı. Bu konudaİzmir, gerek kozmopolit yapısı, gerekseOsmanlı otoritesinin kentteki zafiyeti açı-sından ilk sıralarda yer alıyordu.

Resmi kayıtlarda bu türdenpek çok örnek mevcutturMesajeri Kumpanyası’nın S/S Jourdaingemisi yolcu simsarı Haçator oğluAgop’un Kasım 1894’te Amerika ve diğeryabancı ülkelerden MM gemileri ilegetirdiği Ermenileri gizlice Osmanlı top-raklarına soktuğu, İzmir’de yakalanmasıve sorguya çekilmesi sonucunda anla-şılmıştı. Agop aynı zamanda suç işleyenve devletin aradığı Ermenileri de yurt-dışına kaçırmaktaydı.

Keza 2 Eylül 1897’de İskenderun’dantezkiresiz olarak İzmir’e gitmek üzere

MesajeriMaritim Kumpanyasıve Ermeniler

50 YAZ 2016

Smyrna, Birinci Kordon üzerindeki Mes-sageries Maritimes Kumpanyas› döne-min tan›nm›fl denizyollar› flirketlerindenbiriydi. Masum bir vapur acentesi gibigörünse de Frans›z misyoner ve Ermenigruplar›n ayr›l›kç› giriflim ve isyanlar›nadestek vermifl, Osmanl›’n›n çöküflündede pay sahibi olmufltur.

Tufan ATAKİŞİ

Mesajeri buharlısına binen altı Ermeninin bera-berinde külliyetli miktarda kaçak ve yasak eşya,silah ele geçirilmişti.

Messageri Maritimes kumpanyasının 1898-1899yılında İzmir acentesinin C. H. Salzani tarafındanaçılmasının ardından 30 Ağustos 1900 tarihliAydın vilayetine yazılan şifreli telgrafta MesajeriKumpanyası’nın S/S Gironde adlı buharlısındabulunan 18 Ermeni firarinin vilayet dâhiline gir-memeleri ve ellerinde humbaraları (havan topu)olduğu için çok dikkatli olunması gerektiği bil-dirilmekteydi.

Giderek sıklaştırılan kontrollerden dolayı Mesajeribuharlıları, sallar ve küçük teknelerle taşınankaçak Ermeni göçmenleri alabilmek için çoğu za-man limandan uzakta tenha yerlerde açıkta de-mirlemeye başlayarak görevlerine devam ettiler.

Zeytun İsyanı ve Mesajeri KumpanyasıBağımsız bir Ermeni devleti kurma fikriyle yurtdışında kurulan örgütler Anadolu’da Ermenilerinyaşadığı bölgelerde isyanlar çıkararak büyükdevletlerin Ermeni sorununa müdahale etmelerinisağlamayı amaçlamıştır.

Maraş'ın Zeytun kazasında gerçekleşen bu baş-kaldırı, Ermenilerin Osmanlı yönetimine karşı si-lahlı ilk isyanıdır. Daha sonra Osmanlı hâkimiyetinekarşı 30'a yakın isyan çıkartmışlardır.

İskenderun ve Mersin’e düzenli olarak sefer yapanMesajeri buharlısıyla Çukurova (Kilikya) üzerindenZeytun’a gelen Fransa Paris’te eğitim görmüşAghassi, Ratchia, Eyak ve Melci adlarındaki dört

Ermeni, 17 Ağustos 1895’te Zeytun İsyanı’nınfitilini ateşlemişler ve sonrasında yüzlerce Müs-lüman ve Ermeni hayatını kaybetmiştir.

İngiltere ve Fransa olmak üzere düvel-i muaz-zamanın ( büyük devletler, büyük güçler ) baskısıneticesinde isyancı elebaşılar; Aghassi ve arka-daşları, Fransa’nın İstanbul elçisi bizzat Paul Cam-bon’un aracılığıyla Marsilya’ya gönderilmek üzereMersin’de demirlemiş olan S/S Sindh adlı Mesajeribuharlısına bindirilmişler ve ellerini kollarını sal-layarak Osmanlıyı terk etmişlerdir.

Aghassi, daha sonra “Zeitoun: Depuis les OriginesJusqu’a l’Insurrection de 1895” kitabında buolayı şöyle anlatmıştı: “Ben ve arkadaşlarım 14Mart 1896 günü Mersin limanına geldik. Buradabizi özgür topraklara yani Fransa’ya götürmeküzere Mesajeri Maritim Kumpanyası’nın Sindhadlı buharlısı beklemekteydi. Bindik ve Fransa’yadöndük.”

İzmir Sancağında Ermenilerİzmir’e ilk gelen Ermeniler, Kadifekale semtindeşehrin amfitiyatrosunun yukarısındaki Türk ma-hallesine yakın bir alana yerleşerek bir şapel vemezarlık kurdular. 1500’lere doğru buradanayrılan Ermeniler, kentin merkezine, Kervan Köp-rüsü’nün çıkışına yerleşerek Haynots (ErmenilerinYeri) olarak adlandırılan ünlü Ermeni Mahallesinioluşturdular.

Bonaventure F. Slaars, 1868 yılında yazdığı "Etudesur Smyrne.” kitabında Kilikya Krallığı’nın yıkıl-masının ardından Ermeniler XIV. yüzyılda İzmir’egöç etmeye başladıklarını, Kadifekale eteklerineyerleştiklerini daha sonra sahil kesimine yakın

bir bölgede Ermeni Mahallesi’ni (Haynots’u) kur-duklarını belirtiyor. Slaars kitabında 12.000 Er-meni’nin yaşadığını belirtiyor.

XVII. yüzyıl başlarındaki İran Şah Abbas Sürgünüve Anadolu Celali İsyanlarından kaçan Ermeni-lerin İzmir’deki nüfusu giderek artmıştır.

Ancak sayıca fazla olmamalarına rağmen Ermenikolonisi kentin ekonomik ve kültürel yapısındaönemli bir rol oynamıştır. 1914 Osmanlı nüfussayımına göre yüzyılın başlarında bölgede ya-şayan 20.766 Ermeni'nin 11.127'si İzmir'de bu-lunmaktaydı. İzmir'de cemaate ait 23 dini kuruluş,2 büyük lise ve 27 ilkokul vardı. 1920 yılında ya-yınlanan bir Yunan kaynağı ise İzmir’deki Ermeninüfusunun 40.000 kişi olduğunu yazıyor. Zamanlabölgenin ticaretinde etkili olan Ermeniler İpekYolu çerçevesinde ihracat ve ticaretle uğraşarakzenginleşmişlerdi.

Fransız yazar Vital Cuinet, XVIII. yüzyıl başlarındaDüyun-u Umumiye adına Osmanlı kentlerininekonomik, mali, sosyal ve kültürel yapılarını araş-tırmakla görevlendirilmiştir. Düyun-u Umumiye,Osmanlı'ya borç vermeden önce Osmanlı içinenvanter çalışması yaparken İzmir’de yaşayanErmeniler için Cuinet şöyle yazmış: "Sabırlı, aktifenerjik ve iyi tüccar olan Ermeniler ülkenin enzenginleriydi. Rumlar'dan daha iyi bankacı olanErmeniler, Türkçeyi de iyi konuştuklarından, avu-katlık mesleğine de yönelmişlerdi."

Batı Anadolu ve İzmir’den ayrıldıkları 1922 yılınakadar Ermeni Cemaati defalarca depremlerdenyıkılıp, tamir edilen Ermeni Mahallesi Haynots'takiSurp Stepanos Kilisesi, Başepiskoposluk ve SurpMesrob Lisesi civarında yoğunlaşmıştı. Ayrıcaher biri birer ilkokula sahip olan Surp Krikor Lu-savoriç ve Surp Harutyun Kiliseleri ve Surp KrikorHastanesi vardı. Bunların dışında Ermeni KatolikCemaati de Surp Astvadzadzin adlı bir kiliseyeve Mıhitaryan Lisesi'ne sahipti. İzmir Başepisko-posluğu’na da Venedik, Livern, Marsilya ve Ams-terdam Ermeni kolonileri bağlıydı.

Avrupalılarla evlilik bağlarıyla yakınlaşan, giderekkendilerini; "Fransız koruması altında bir statüyesahip, Katolik levanten topluluk” olarak görmeyebaşladılar.

Üstelik Ermeni kimliklerini reddedip kendilerini"Avrupalı" olarak bile görmeye başlamışlardı.

Yararlanılan Kaynaklar:• Osmanlı Devletinde Matbuat ve Neşriyat Yasakları/Ali BİRİNCİ• Bir Fransız Buharlı Deniz Nakliyat Kumpanyası Etrafında • Osmanlı-Fransız-Ermeni İlişkiler / Süleyman UYGUN• Zakarya MİLDANOĞLU / Agos Gazetesi• 1895 Maraş ve Zeytun İsyanı / Yrd. Doç. Dr. Ahmet EYİCİL • İzmirli Olmak/Sempozyum Bildirileri

51YAZ 2016

İ zmir Atatürk Lisesi’nin bahçesine girdiğimdeilk dikkatimi çeken okul binasının üzerindeki128. Yıl yazısı oldu. Müzeyi anlatmaya baş-

lamadan önce bu kadar köklü bir geçmişiolan okulun tarihiyle ilgili bilgi paylaşımı yap-mak gerek…

Okulun Tarihçesi…Okulun bütün kuruluş hazırlık çalışmaları1886’da tamamlanmış. Konak Meydanı’nda120 öğrenciyle, Mekteb-i İdadi adıyla eğitimve öğretime başlayan okulun kurucusu, ilkmüdürü, aynı zamanda tarih-coğrafya öğret-meni Burhanzade Abdurrahman Hilmi Bey…2. Meşrutiyet’in ilanıyla İzmir Sultanisi adınıalan okul binası Cumhuriyet’in ilk yıllarındaAdliye’ye verilmiş ve vaktiyle Rum cemaatitarafından kız okulu olarak yaptırılan şimdikibinasına taşınmış. Yunan işgali dönemindeişgal kuvvetleri adını tekrar İdadi’ye çevirmiş.Kısa bir süre İzmir Erkek Lisesi olan okulunadı 1941’de İzmir Atatürk Lisesi olmuş. 1890’daeğitim 7 yıla çıkarılmış ve yatılı öğrenci kabuledilmeye başlanmış.

52 YAZ 2016

İzmir Atatürk Lisesi MüzesiAyşe TEOMAN

Fotoğraflar: Reha ALAN

‘Haf›zay› befler, nisyan ile maluldür’ derler. ‘‹nsan haf›zas›n›n sakatl›€›, unut-mas›d›r’ anlam›na gelir. Toplumsal belle€in saklanmas›, geçmiflin unutulmamas›,paylafl›m› ve gelecek nesillere aktar›lmas›nda, müzelerin önemi büyük…‹zmir’de çok müze var… ‹zmir Arkeoloji Müzesi, Etnografya Müzesi, AtatürkMüzesi, ‹nönü Evi Müzesi, Ka€›t ve Kitap Sanatlar› Müzesi, Radyo ve DemokrasiMüzesi ilk akl›ma gelenler. Bugün burada okuyacaklar›n›zsa 130 y›ll›k bire€itim kurumunun, ‹zmir Atatürk Lisesi’nin müzesi ve onun hikayesi…

Erkek Lisesi-1925

İzmir Atatürk Lisesi Efsane Müdürü Enver Demir

(1947-1967)

Birlikten kuvvet doğmuş…Nail Esmer ve İhsan Tutum’un arkadaşlıklarıçok eskiye dayanıyor. Aynı mahallede büyü-müşler, aynı okuldan, İzmir Atatürk Lisesi’ndenmezun olmuşlar. İkisi de İZALEV (İzmir AtatürkLisesi Eğitim Vakfı) üyesi. Haluk Baykent vakfınkurucusu. İhsan Tutum 5 yıldır bu vakfın baş-kanlığını yapıyor. Okulun restore edilmesindesonsuz emeği var. Nail Esmer sahaf. Türkiye’debelki de kalan 3-5 kişiden biri, İzmir’de tek…Müzeyi bir taraftan gezdirirlerken bir taraftanda okulun geçmişini, geçmişten bugüne nasılgeldiğini, arşivini nasıl gün yüzüne çıkardıklarınıanlattılar. Müzeyi onların anıları eşliğinde gez-mek keyifliydi.

Müdür lojmanı şimdi müze…Geçmişte müdür lojmanı olarak kullanılan bubina İzmir yangınında etrafındaki binalaritfaiye tarafından yıkılarak kurtarılmış. 25 yıldırboş olan bina 4 yılda restore edilerek 2012yılında müzeye dönüştürülmüş. Aynı yıl İzmirBüyükşehir Belediyesi’nin ‘Tarihe Saygı’ ödülünüalmış. Fakat o zamanlar evraklar ve fotoğraflargün yüzüne çıkarılmamış, binlerce belge veçuvallar dolusu fotoğraf depoda duruyormuş.Asıl ilgiyi “Arşivinden tarihi çıktı” haberlerininyayımlanmasıyla görmüş ve geçtiğimiz Mayısayında müzenin resmi açılışı yapılmış. Okullardabu şekilde müzelerin açılması, kaç yıllık geçmişesahip olurlarsa olsunlar geçmişte kullanılaneşyaların, bilgilerin, belgelerin açığa çıkarılması,

böylelikle bundan sonraki nesillere aktarılmasıönemlidir. Kaldı ki konuyla ilgili Milli EğitimBakanlığı’nın 1986 tarihli ‘Okul Müzeleri Yö-nergesi’ de mevcut. Bundan bir yıl önce NailEsmer ve İhsan Tutum müzenin Türkiye’ningenel eğitim tarihine ışık tutması ve “GenelEğitim Tarihi Müzesi” haline dönüşmesi dü-şüncesiyle bir karar veriyor ve kolları sıvıyorlar.Nail Esmer; “Aslında niyetimiz müzeye materyaltemin etmek amaçlı arşiv çalışması yapmakdeğildi. 1. Dünya Savaşı’nda, Çanakkale’de veKurtuluş Savaşı’nda gazi olmuş, şehit olmuşöğrencilerimizin olduğunu biliyorduk. Onlarlailgili kayıt ya da belgeye hiçbir yerde rastla-yamamış, isimlerini de tespit edememiştik.Acaba arşive girip iyi bir taramayla bunlarıtemin ve tespit edebilir miydik? İşte bu dü-

şüncelerle girdik arşive…” diyor ve ekliyor; “3aylık bir çalışma. Bütün evrakları tek tek eldengeçirdik, çevirilerini ben yaptım. 70 bin civa-rında evrak taradık…”

Gazilerimiz…Müzeye girişte sağdaki odada ilk dikkatimiçeken GAZİLERİMİZ başlığıyla teşhir edilenbelgeler oluyor. Kurtuluş Savaşı’na katılan vehayatta kalan öğrencilerin Cumhuriyet dö-neminde tasdikname alabilmek için vermişoldukları dilekçelerden oluşan belgeler bunlar.Nail Esmer bu dilekçelerin eski yazıdan dilimizeçevrilmesi gibi çok önemli bir görevi üstlenmiş.Şu ana kadar 12 gazinin belgesi gün yüzüneçıkarılmış. Ortaya çıkan bu belgeler tarihe dekayıttır. Bu çalışmayla ilgili Nail Esmer; “Bukadar tespit edebildik. Bizim bulabildiklerimizbu kadar. Şehitlerimiz üzerinde araştırmamız,Genelkurmayla da yazışmamız devam ediyor” diyor ve ekliyor; “Hiçbir hata yoktur onlarınçevirilerinde…” Dilekçelerin orijinaliyle Türk-çeleri yan yana getirilmiş ve bu şekilde sergi-lenmekte. Odada ayrıca Yunan işgali sırasındakullanılan İzmir İslam Zükur İdadisi mührü veokulun bugüne kadar geçirdiği evrelerin vekuruluşundan günümüze kadar görev almışmüdürlerin fotoğrafları sergileniyor.

Kupalar…Hemen giriş katında bulunan odalardan ikin-cisine giriyoruz. Bugüne kadar öğrencilerin

53YAZ 2016

İhsan Yüce Sinema ve tiyatro

oyuncusu

İzmir Sultanisi-1917

katıldığı eskrim, boks ve atletizm müsabaka-larında almış oldukları ödüllerle, kupalarladolu bir oda burası. Çocuklar ödüle doyama-mışlar adeta… O kadar çok ödül var. Eğitimcilerve idareciler o yıllarda öğrencilerin spor yap-masını önemsiyor, her sabah erkenden kalkılıpbinanın terasında güne spor yapılarak başla-nıyormuş. Geçmişte bir jimnastik salonu bilebulunan okulun bahçesinde gençlerin sporyapabileceği geniş alanlar var şimdi.

Eskiden mutfaktı…Giriş katında bulunan üç odadan sonuncusunagiriyoruz. Burası müdür lojmanı olarak kulla-nıldığı yıllarda mutfakmış. Bu odada sergilenenobjeler; laboratuvar malzemeleri ve okulunyatılı öğrencilerinin eşyalarından oluşmakta.O yıllarda kullanılan dolaplar ve raflarda şimdio zamanların laboratuvar malzemeleri; be-herler, cam şişeler, pipetler, deney tüpleri,huniler sergileniyor. O dönemden bugünekırılıp dökülen, kaybolan eşyalar olmuş amaçoğu da günümüze kadar gelebilmiş. Hattaraflardan birinde beyaz toz madde dolu şişetaaa o günlerden kalma… İhsan Bey ve NailBey o kadar titiz çalışmışlar ki burada bulunanbütün malzemelerin temizliğini, bakımını, do-laplara yerleştirme işlemlerini bile kendi elle-riyle yapmışlar. Bir camekan içerisinde sergi-lenen fotoğraflara daldım gittim bir süre…Okulun yemekhanesi, mutfağı, reviri, deneyodası hatta dişçisinin olduğunu gösteren fo-toğraflar bunlar. Hepsi o kadar etkileyici ki

daldığım yerden beni çıkaran İhsan Bey’in şucümlesi oldu; “Okulumuzda laboratuvar çokönemliydi ve amfi tiyatro gibiydi. Fizik, Kimyave Biyoloji dersleri buralarda yapılırdı. Bizimzamanımızda dört öğrenciye bir mikroskopdüşüyordu. Ama bugüne kadar gelebilmişbir tane bile yok. İşte müzeler bu açıdan daönemlidir. Artık burada koruma al-tındalar…” Dolapların bir bölü-münde dönemin Milli EğitimBakanlığı tarafından dağıtılmışgranit taş örnekleri, deniz ka-bukları, muhafaza kutuların-da ilk günkü gibi duruyor.Odanın hemen arka bölme-sinde yatılı öğrencilerin kul-landığı dikiş makinesi, gaz lam-bası, daktilo, terazi, saat ve gra-mofon sergileniyor. Zemini karosi-manla döşenmiş bölümdeki gezinti-mizi sonlandırıp bir üst kata çıkı-yoruz hep birlikte…

O an…Merdivenlerden üst kata çı-karken gördüğüm fotoğrafabirçok yerde rastlamış fakatbu okulda çekilmiş olduğu bil-gisine sahip değildim. Atatürk’ün1931’de okulu ziyareti sırasındabir derse katıldığı ve matematik dersiverdiğinin fotoğrafı bu. Anı dondurmamış,aksine sanki hala o anı yaşatır gibi…

Diplomalar, karneler, cezalar…Diplomalar, karneler, sınıf geçme defterleri,olgunluk diplomaları, disiplin cezaları, izcilikve 23 Nisan kutlamalarının fotoğraflarının bu-lunduğu odadayız şimdi. Eskiden bir üst sınıfageçebilmek için her yıl sonunda olgunluk im-tihanları yapılırmış. Sistem, öğrenci için hiçbugünkü kadar karmaşık ve değişken olmamış.Öğrenci denilince ilk aklıma gelen karneler,ikincisiyse disiplin cezaları. Bir okulun müze-sinde karneler teşhir edilir de cezalar edilmezmi... Sigara içtiği için 5 gün uzaklaştırma cezasıalanların, babalarının imzasını taklit ederekmazeret dilekçesi yazan ama tespit edilerek

ceza verilen öğrencilerin belgeleri deteşhir edilenlerin arasında… O za-

manlar ön kayıt diye bir sistemvar. Daha sonra onların içindenseçilen öğrenciler kesin kayıtolmaya hak kazanıyorlar, on-ların belgeleri de camekanlardasergilenmekte. Arşiv çalışması

sırasındaki bir gözlemini şöyledile getiriyor Nail Esmer; “Arşiv-

lemeyi sistemli bir şekilde yap-mışlar. 1888 yılından itibaren bir nu-

mara kaç öğrenciye verilmişse hepsi aynızarf içerisine konmuş. Tasnif işlemi

çok düzenli yapılmış fakat yine debazı karışıklıklar olmuş. Hepsini

düzenledik, zarfları yeniledik,yeniden numaralandırdık. Fo-toğraflar ve belgeler çıktıkçafazlalarından birer tane almaksuretiyle, müzede sergileme

fikriyle çalışmalarımıza devamettik. Malzemelere ulaştıkça bu

fikir de gelişmiş oldu. Elimize aldı-ğımız her fotoğrafı temizleyerek, arka-

larını okuyarak, yıpranmış olanları tekrar bas-tırarak, gerektiğinde büyüttürerek, taratarak,

54 YAZ 2016

ütüleyerek, bakımını yaparak sergilemeyehazır hale getirdik. Bütün fotoğrafları biranlam ifade edecek şekilde tasnif ettik...”

Kütüphane…O dönemden kalan kitapların sergilendiğiminik bir odaya giriyoruz. Kütüphane olarakdüzenlenmiş bir oda burası. Bu odanın ver-diği huzur bir başka. Ne zaman kütüphaneya da kitaplarla dolu bir ortama girsem his-settiğim bu; huzur… Başarılı insanların ha-yatında hep bir öğretmenin etkisi vardır ya;Matematik ve Kimya öğretmenlerinin yeriayrı onlar için. Matematik öğretmeni çocuklaradaha faydalı olabilmek için hem kendisi hemde öğrencileri için maaşından artırdığı paraylayurt dışından kitap getirtirmiş. İşte o kitaplarda raflarda, ilgili öğretmen ve öğrencileri bekliyor.Halil Bey öğrencisi olduğu okulun yaklaşık ellisenelik Kimya öğretmeni. İhsan Tutum onuniçin; “Bize hem kimyayı öğretti hem kültürü”diyor ve ekliyor; “Hocalar bizi yetiştirmek içinkendi ceplerinden para harcayıp yurt dışındankitap getirtiyorlardı. İşte öylesine öğretmeaşkıyla doluydular...”

Minik bir anekdot…

Halil Öğretmen bir gün laboratuvarda dersesnasında fazla gürültü yapan öğrencileredöner ve şöyle der; “Bakın çocuklar, ben40 küsur senelik hocayım. Size bu kırkbeşdakikalık dersi verebilmek için ben halaevimde iki saat çalışıyorum. Mahçup ol-mayayım size karşı diye…”

Kimler geldi kimler geçti…Nail Esmer arşiv çalışması sırasında ortayaçıkan bir tablonun özellikle dikkatini çektiğinişu sözlerle anlatıyor; “Cumhuriyetin ilanındansonra Adalet Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığıgörevleri çoğunlukla Ege Bölgesi’ne ve özelliklede bizim okul mezunlarımıza verilmiş. Sadeceprofesör düzeyinde Türkiye çapında 100’ünüzerinde mezunumuz var. Yakın tarihe dam-gasını vuran Atatürk Liseliler arasında çokönemli yazarlar, sporcular, sanatçılar, siyaset-çiler, bakanlık yapan kişiler, Milli Mücadeledöneminde hizmet veren kişiler var...”

…enayiymiş be Platon!bir içsin de görsün ne felsefesi varmış buhayatın, anlasın geçmişi kınalı dünyanın kaç bucakolduğunu… Benim çok sevdiğim ‘Ekmek, Şarap, Sen VeBen’ şiirinin sahibi olan 1991’de yitirdiğimizsinema ve tiyatro oyuncusu İhsan Yüce debu okulun mezunları arasında…

Efsane Müdür…

1947-1967 yılları arasında görev yapmış efsanemüdür Enver Demir… ‘1’ okul numarasıylaöğrencisi olduğu okulda Felsefe öğretmeniolarak göreve başlamış ve ardından idarecilikyılları gelmiş. Neden efsane olmuş acaba…

“…Biraz da öğrencilerimizden bahsetmek is-terim. Meslek hayatımda öğrencilerimdendaima memnun kaldım. Fakat bunların içindeİzmir’dekileri biraz daha üstün buldum. Ça-lıştığım her okulda öğrencilerin en çok muhtaçoldukları şeyin alaka olduğunu gördüm. Ço-

cuklarımızın ruhları üzerinde işli-yemiyorduk. Onların müsbet vemenfi temayülleri ile alakalanmı-yorduk. İç alemleri bizim için ya-bancı idi. Evet münferit vak’alarvardı. Bazı öğretmen ve öğrencileryekdiğerine yaklaşıyorlar ve bir-birlerini anlamağa çalışıyorlardı.Fakat bu, çoğunluk içinde istisnateşkil ediyordu ve bu öğretmen-leri, öğrencileri hayatları boyuncahiç unutamıyorlardı. Öğrencilerinde dertleri, ızdırapları, hallede-medikleri problemleri vardı. Hattabirbirleriyle anlaşabilmeleri vekaynaşabilmeleri için öğretmen-

lerinin rehberliğine ihtiyaçları vardı...”

“…Gençliğin bugünkü durumu olgun nesillerinşikayet mevzuu olmaktadır. Halbuki bu gününöğrencileri kendilerinden evvelkilerden dahadüşük seviyede değildirler. Eğer davranışlarınıbeğenmiyorsak kabahat bizimdir. Onları başıboşbırakıyoruz. Onlarla yakından ilgilenmiyoruz.Onlardan ne istediğimizi bilmiyoruz...”

(41 Yılın Hikayesi isimli anı kitabından…)

Anne babalara ve eğitimcilere kılavuz niteli-ğinde tavsiyeler bunlar. Bu satırları yazan,böyle düşünen, öğrencileriyle ilgili böyle dert-lenen biri efsane olur tabii…

Şimdi ne bekliyorlar…“Benzerlerinden çok çok farklı olurlar, gerçekanlamda tarihe ışık tutan bir okul müzesiburası. Müzeye konulmayan pek çok belgeve teşhir edemediğimiz birtakım bilgiler devar. Türkiye’de ya da yurt dışında görev yapanprofesörlerimiz, bilim adamlarımız var. Onlarınisimlerini de listeleyerek teşhir edeceğiz. Belkide bu yazı aracılığıyla babaları, dedeleri veyatanıdıkları bu okulda okumuş ya da görevyapmış kişilere ulaşabiliriz. Ellerinde varsa ori-jinal bir form, rozet, diploma ya da fotoğraflarlabize ulaşsınlar istiyoruz. Böylelikle hem tari-himize ışık tutarlar hem de müzemizin zen-ginleşmesine katkı koymuş olurlar.”

Kaynakça…Melih Tınal (Mekteb-i İdadi’den Günümüze İzmirAtatürk Lisesi/ 2008)

Enver Demir (Bir Öğretmenin Defterinden ‘41Yılın Hikayesi’/ 1968)

55YAZ 2016

14 Mayıs 1919 işgalden bir gün önce okulun öğretmenleri.Nail Esmer İhsan Tutum

Güzel İzmir, antik dönemde de yazsıcaklarıyla ünlü bir kentti. O çağlardada İzmir’i bu yaz sıcaklarından kur-

taran, öğleden sonra esen imbat rüzgârla-rıydı. 4. yüzyılda şehri kuranlar, bu serinhavanın, ta kentin en ücra köşelerine kadarulaşsın diye şehri ızgara şeklindeki hippo-damos planına göre kurgulamışlardır.1922’deki büyük yangından sonra da İzmirşehircilik planları, buna göre uygulanmıştır.Serin esen imbat rüzgârlarını iç semtleretaşıyan bu paralel caddelerden biri de ŞehitNevres Bulvarı’dır. Eski Efes Oteli’nin (gü-

nümüzde Swiss) alt tarafındaki bu güzelağaçlıklı bulvarı takip edip, Montrö Mey-danı’na doğru yürüyünce daha meydanavarmadan 100 metre geride , hemen soldayüksek duvarlar içinde dıştan sade görü-nümlü büyükçe bir bina bulunmaktadır.

Tablodaki resim 4. İncil’inyazarı Aziz Yuhanna’ya ait

Aslında kentte yaşayan pek çok kişi bubulvardan gelip geçer. Orada bulunan bü-yük bir kilisenin varlığından haberdar de-ğildir. Eğer siz bahsederseniz, "Aa oradabir kilise mi var?” diye hayretini belirterekcevap verirler; oysaki o kilise, Sultan Ab-dülaziz’in izni ve 11.000 altın katkısıylainşa edilmiş olup (1874) İzmir Katolik dün-

yasının azizi St. John’a adanmış katedralidir.Kiliseye dış demir kapıdan girince genişbir bahçe sizi karşılar. 50 adım daha atıpkatedralin sağ kapısından içeri girince, gö-zünüze sunağın cephe duvarında büyükbir resim sizi kendisine doğru çeker. Butablodaki resim 4. İncil’in yazarı Aziz Yu-hanna’ya aittir. Hıristiyanlık geleneğinegöre sunağın arkasındaki resim veya heykelkime aitse o kilise o kişiye adanmış demektir.Bundan dolayı kilisenin adı Aziz Yuhanna/St.John Katedral Bazilikası’dır.

Ülkemizde bazilika kilisesi 2 tanedir.

Biri bu kilise diğeri de İstanbul’daki St.

Antuan Kilisesi’dir.

İzmir’deki kilisenin altarı devasa 7 aziz tab-lolarıyla donatılmıştır. Ortadaki en büyüktablo Aziz Yuhanna’ya aittir. Sunağın sağve sol duvarları 3’erden 6 aziz tasviriylebezenmiştir.

Bunlar soldan sağa:1- Aziz Chrysostomos2- Aziz Polikarp3- Aziz Francesco4- Aziz Yuhanna (orta niş)

56 YAZ 2016

Türkiye’de bazilika kilisesi 2 tanedir. Biri St. John diğeri de İstanbul’daki St. Antuan.

Ünlü Aziz resimleriyleİzmir St. John Kilisesi

St. John kilisesi, Sultan Abdülaziz’in izni ve11.000 alt›n katk›s›yla infla edilmifl olup(1874) ‹zmir Katolik dünyas›n›n azizi St.John’a adanm›fl katedralidir.

Mehmet GÜLÜMSER

Fotoğraf: Atilla ÖZDEMİR

5- Aziz Augustinus

6- Aziz Andreas

7- Aziz Atanasius

Altın Ağızlı Yuhanna

Sizlere bu azizleri tanıtmaya Altın AğızlıAziz Yuhanna ile başlamak istiyorum. As-lında israfa karşı olan, günlük yaşamındanormal elbiseler giyen Aziz Yuhanna, bubüyük tabloda parlak ayin giysileri içindesunulmuştur. Çünkü o, cennetteki kutsal

İsa’nın krallığının temsilcisidir. Dolayısıylao kutsal günlerde parlak ayin elbiselerigiymelidir.

Aziz Yuhanna, Anadolu’da kalplere hitapeden vaazları nedeniyle Altın Ağızlı Yuhannadiye anılan bir episkopos idi. 344 yılındaAntakya’da doğdu. Putperest babasınınölümünden sonra annesi onu yetiştirdi.İlahiyat okumayı çok istemesine rağmenekonomik nedenlerden dolayı bu arzusunugerçekleştiremedi. Kendi kendini yetiştirdi,

yıllarca Antakya dağlarındaki mağaralardayaşadı ve "Mesih İsa’nın üstün değeri ya-nında her şeyi zarar sayıyorum" dedi. Ana-dolu’nun her tarafında vaaz verdi. Hıristiyanöğretisi üzerine yorumlar yaptı. Putperest-liğe karşı ağır eleştirilerini sık sık dile getirdi.Ünü tüm bölgeye yayıldı. Bizans impara-torunun onu zorla İstanbul’a getirtmesiylepatrik yapıldı; ancak birkaç yıl sonra kraliçeyikızdırınca Karadeniz’e sürgüne yollandı veorada öldü. Patriklik döneminde kiliseninpahalı eşyalarını sattı. Fakirlere yardımda

57YAZ 2016

58 YAZ 2016

bulundu. Grek Ortodoks kilise ayinini ye-niden yazdı. Bu faaliyetler ve çabalar onuKatolik dünyada azizler arasına soktu.

Polikarp ilk din şehidi

2. tabloda bulutlar üzerinde sunulan AzizPolikarp, İzmir Hıristiyan dünyasının ilk dinşehididir. İ.S. 90’lı yıllarda İzmir’e çocukköle olarak getirilmiş ve Kalisto adındadini bütün bir Hıristiyan kadın tarafındansatın alınmıştır. Roma İmparatoru Domiti-an’ın zulmünden Patmos’a kaçan Johan-nes’ten gerçek din eğitimini almıştır. Eğitimsonrası İzmir’e dönerek, burada 60 yılayakın İzmir Episkoposluğu yapmıştır; amaTanrı’nın varlığını reddetmediği için şehirstadyumunda yakılmak istenmiş, odunlarateş almayınca bir askerin kılıcını çekip öl-dürmesiyle İzmir’in ilk din şehidi olmuştur.Adına yapılan günümüzdeki Yeni Asır ga-zetesi karşısındaki St. Polikarp Kilisesi 17.yüzyılda inşa edilmiştir.

Çift yılan başlı asa

2. tabloda Polikarp elinde çift yılan başlıasa ile ayakta bulutlar üzerinde Mesih İsa’yayakın olarak sunulmuştur. Halen günümüzOrtodoks piskoposlar ve patrikler bu asayıkullanmaktadırlar. Bu asanın hikâyesi şöy-ledir: Musa, halkını Kızıldeniz yoluyla HorDağı’ndan karşıya geçirdi. Ama halk ona,bu çölde ölecek miyiz, ne yiyecek ne içecekvar, diyerek isyan ettiler. Bunun üzerineRab, halkın arasına zehirli yılanlar saldı. Buzehirli yılanların insanları ısırmasıyla pekçok kişi öldü. Halk, Musa’ya tekrar gelip,

“Kusura bakma biz yanlış yaptık, bizi buyılanlardan kurtar!” diye yalvardılar. Rabda Musa’ya “Tunçtan bir yılan yaparak di-reğin üzerine koy, ısırılan herkes ona bakıncatekrar sağlığına kavuşacaktır!” dedi. BöyleceMusa tunçtan bir yılan yaparak direğinüzerine koydu. Yılan tarafından ısırılanlartunç asaya bakınca iyileştiler. Bu gelenekhala devam eder.

Burada hatırlatılmak istenen İsa’nın şu sö-züdür, “Ey iman edenler! Yılan gibi akıllı, gü-vercin gibi saf olun!” (Matta 10.16).

Giysileri çuldan

3. tabloda İtalyan Aziz Francesco çuldanelbiseler içinde tasvir edilmiştir. 13. yüzyıldayaşamış bir İtalyan asilzadedir. Gençliğizengin aile çocukları arasında geçmiştir.Askerdeyken esir düşmüş bir yıl sonraterhis olmuştur. Askerlik sonrası kendinidine vermiş, ilk cemaat üyelerini kendizengin çevresinden seçmiştir. Ama ailesininmallarını da kilise ve fakirler için harcamış,zengin halkı ve o zamanlar zengin yaşayandin adamlarını halk gibi yaşamaya davetetmiştir. Bundan dolayı resimdeki gibi giy-sileri çuldandı. Belinde pahalı kemer yerineüç düğümlü kuşak taşımıştır. Bu düğümlerinher biri ayrı bir anlam ifade ediyordu.Bunlar sırasıyla:

1- Bekâret ve iffet

2- Fakirlik

3- İtaat (kiliseye)

Tabloya dikkatli bakınca, ellerinde İsa’nın

çarmıhtaki gibi açık yara izleri dikkat çeker.Bu onun Hz. İsa’nın yolunda olduğunugöstermektedir. Ve bu yaraları Verno Da-ğı’nda dua ederken aldığı söylenir. Asisikentindeki mezarı dünyada en çok ziyaretyerlerden biridir.

Patmos Adası’nda kendi incilini yazmış

Kilisenin kalbi denilen altarın duvarındaAziz Johannes’in devasa tablosu asılı dur-maktadır. İsa’nın 12 havarisinden biri olanJohannes, 4. İncil’in yazarıdır. İsa’nın teyze-sinin oğlu olup en çok sevdiği havaridir.Ona o kadar güvenir ki annesi Meryem’iona emanet ederek Efes kentine yollamıştır.Uzun bir yaşamı vardır. 1. yüzyılda Romaİmparatoru Domitian zamanında PatmosAdası’na gitmek zorunda kalmış ve kendiİncilini de orada yazmıştır. 90 yaşlarındaykenaffedilip Efes’e dönmüş orada ölmüş veorada defnedilmiştir. Mezarı Selçuk’taki Aya-suluk Tepesi’ndedir. İzmir’de ve çevresindeilk cemaatini kurduğu için Alsancak’taki bukilise 19. yüzyılda ona adanmıştır.

5- Sağdan beşinci tabloda Aziz Augustinusyer almaktadır. O, 5. yüzyılda Cezayir’deyaşamış, Hipo kentinde ölmüş, ünlü bir fi-lozof ve düşünürdür. Ona göre, "Devlet,Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisidir."

Hayatının büyük bölümü Afrika’da ve Kar-taca’da geçirmiştir. 32 yaşından sonra ken-dini dine ve felsefeye vermiştir; "Anlaya-bilmek için inanıyorum," anlayışıyla felsefeyidine uygulamaya çalışmıştır.

Tabloda ufuklara doğru bakıp “Baba-Oğul-Kutsal Ruh” teslisini düşünürkentasvir edilmiştir. Bir gün kumsalda bir ço-cuk görür ve ona sorar, "Ey çocuk söylebakayım, sen ne yapıyorsun?" Çocuk da,"Bu denizin tüm suyunu bu çukura doldur-maya çalışıyorum," der. Bu cevaba AzizAgustinus güler. Bu imkânsız, olamazder. Küçük çocuk da ona, "Senin kutsalteslisini anlamaktan benim bu deniz suyunudoldurmam daha kolay!" der. Hikâyeninözü şudur: İnsan aklıyla kutsal teslisi tamolarak anlayamayız; ancak Tanrı lütfederse.Çünkü akıl bir yere kadar her şeyi çözebilir.Felsefe işte böyle bir şey, bu da benimyorumum olsun.

Aziz Andreas 6. tabloda sunulmuştur. HavariPetrus’un kardeşi olup İsa’nın 12 havari-sinden biridir. İsa’nın mesih olduğunu ilkbilen, ifade eden odur. Balıkçıdır. Aziz Joh-annes’in öğrencisidir. Patras’a Johannes ilebirlikte gitmiş vaazlar vermiştir. Yöreninvalisi, karısının inananlar safına geçmesine

sebep olduğu için onu tutuklatıp “X” çarpışeklindeki çarmıha gerdirip öldürmüştür.Bu yüzden resimde çarmıhla birlikte su-nulmuştur.

Yedi kez sürgün yedi kez af

Son tablodaki Aziz Athanasisius’tur. 4. yüz-yılda yaşamıştır. İskenderiyeli bir diyakondu.İznik Konsülü’nde Arius’a karşı doğru imanısavunmuş ve daha sonra İskenderiye Patriğiseçilmiştir. Hayatı eza cefa içinde geçmiştir.Öyle ki siyasi ve dini hayatin çalkantılı yılla-rında 7 kez sürgüne yollanmış, 7 kez affe-dilmiştir. Hatta Almanya’nın güzel kenti Tri-er’de 28 ay yaşadığı bilinmektedir. Ona göre,baba vardır, oğul vardır ve kutsal ruh vardır.Ancak baba-oğul-kutsal ruh tek Tanrı’dır.

St. Johannes Kilisesi’nin tespit ettiğim gi-zemleri ve ayrıcalıkları şunlardır:

- Dünyada ve ülkemizde duvarlarındaTürkçe ayet yazan tek kilisedir.

- Patrik Bartolemeos’un Kutsal Sinod ilebirlikte ziyaret ettiği ilk Katolik kilisedir.

- Bu kilisedeki aziz tasvirlerinin altı tanesibez tuval üzerine ama Aziz Johannes’inkitahta üzerine resmedilmiştir.

- Kilisenin en kutsal yeri, kutsal komünyonekmeğinin saklandığı yerdir. Orada gecegündüz bir kırmızı ışık yanar. Bu var olmanınsembolüdür. Katolikler biliyor ki o ışığınolduğu yerde Mesih İsa’nın bedeni sakla-nıyordur ve orası dua etmek için en uygunyerdir.

- Sağ taraftan en sondaki cam vitray oriji-naldir.

- Cemaatin Sultan Abdülaziz’e teşekkür ki-tabesi içten üçüncü kapı üzerindedir.

- Azizler dünyasındaki bu gezintiyi bir se-lamla kapamak istiyorum:

Selam olsun dedeler rabbiler ve azizlerkenti güzel İzmir’e…

59YAZ 2016

Şu anda, Türkiye’nin en zengin“tarihi eser özel koleksi-yoncusu olan” iş adam-

larımızdan Yavuz Tatış, kasa-larla altın sikke ve antik eser-lerini muhafaza ettiği büro-sunda, bu eserleri halkla pay-laşamamanın hüznünü yaşıyor.Sebep de, SİT yönetmenliğinetabi tutulması ve aradığı güvenlibinayı bulamaması.

Çeşitli kuruluşlardan şimdiyekadar muhtelif madalyalarve şiltler alan Tatış, İzmir’ingöbeğindeki ofisinde, “tekkişilik” arkeoloji müzesinin,“hem koruyucusu, hem ziya-retçisi, hem patronu, hem bakıcısı,hem bekçisi, hem denetleyicisi,hem de katibi durumunda.

1993 de koleksiyonculuğa birheves uğruna başlayan Tatış,İzmir’in Tanınmış ailelerindenÖzel Türk Liselerinin sahibimerhum Bahattin Tatış’ın oğlu.Yüksek öğrenimi, ABD’ de VirginiaÜniversitesinden. İzmir’de Ticari Bi-

limler özel yüksek okulundan da diplo-masını aldı. Türkiye’nin ilk açtığı ter-

cüman ve rehberlik kursiyerlerininilk kayıtlısı olan Tatış, Bakanlığın

davetlisi prens ve kraliçeleretercümanlık yaptı. Sanayiürünlerinin ilk ihracatçısıoldu. Koleksiyonunun bazıparçalarını 2004 yılı içinde

"Anadolu MedeniyetlerindenKültür Yansımaları" başlıklı, bir

yayınla kitaplaştırdı. Kitap, mede-niyetin beşiği olan Anadolu'da,

Protohistorik Dönem'den baş-layıp geçen yaklaşık 4200yılı aşkın süre içersinde göl-gede kalmış değerli kültürvarlıklarını içermektedir.

Çevre ve tabiatı korumak ama-cıyla İzmir Urla’da büyük bir çiftlikkurmuş ve yeni hayvan ve bitki

nesilleri yetiştirerek Türk çift-çisine yardım amaçlı uğraşlarda vermektedir. İzmir KentArşivi Müzesi'ne katkıda bu-lunduğu için İzmir Büyük-şehir Belediyesi'nden her yıl

teşekkür plaketi aldı. İlk parakoleksiyonculuğunu başlatan-

lar, bilindiği üzere tarihteki Sezar

ve Pompeius. Bizde bu iş, 20. yüzyıldabaşladı. Türk müzeciler ve koleksiyoncu-larımız sayılırken Tatış, ilk dördün içindezikrediliyor zaten. Muhtelif zamanlardagelen Japon arkeologlar, ofisinin üç oda-sına hapsedilmiş tarihi eser ve para ko-leksiyonlarını hayranlıklarla seyretmiş veoradan ayrılmak istememişler. Kendisiböyle söylüyor. Yerlere göklere sığmayankocaman kasadaki raflarda sarı sarı altınsikkeler pırıl pırıl. Arada bir havalandırdı-ğında Tatış, görsel olarak onları gözleriyleokşuyor ve zevk alıyor. Tek tek tozlarınıalıyor. Atsan atamazsın. Satsan satamazsın.Ateşe atamazsın. Buhar olup göğe savu-ramazsın. Bu altın sikkelerle, eski mede-niyetleri “bir çırpıda” yaşıyor Tatış. Taaamilattan öncelere kadar gidiyor. Cumhu-riyetin kurucusu Atatürk’ün heykelininbulunduğu meydana bakan ofisinde, me-deniyetler sanki bu meydanda buluşuyorlarbir bakıma. Nereden nereye...

60 YAZ 2016

Tek kişilik müze‹zmir’in göbe€inde tarihi sikke koleksiyonu var amabu müze flimdilik kifliye özel. Müzenin sahibi; hem pat-ron hem koruyucu hem ziyaretçi hem bak›c› hem bekçihem denetleyici hem de katibi durumunda.

Muzaffer CELLEK

2863 sayılı Tabiat Varlıkları ve EserleriniKoruma Kanununa tabi olduklarını hatır-latan Tatış, dönemin Başbakanı rahmetliTurgut Özal zamanında çıkarılan bu kanunlayurt dışına eser kaçırılmasının önlendiğinisöylüyor. Tatış, “ Bizdeki bu antik eser veparaların dokümanı, devlette de var. Bizlerözel izinle bu koleksiyonculuğu yapıyoruz.Kelebek, pul, para koleksiyoncuları gibi.Bizde arkeoloji, her nedense sevilmiyor”diye konuşuyor.

TRT tarafından bu eserlerin belgesel olarakfilmlerinin de çekildiğini öğrenmiş bulundukbu arada... Tatış’ın çalışma odasında bulu-nan kıymetli tarihi eserler, rafları tepelemedoldurmuş. Anadolu’nun muhtelif yerle-rindeki kazılardan çıkarılmış. Keza toprakaltındaki paralar da şimdi, bu binada çek-meceli kasalarda raflar halinde istiflenmiş.Antik çağa ait altın ve gümüş sikkeler gözalıcı. Doyumsuz güzellikleri var. Tarihi elle-rinizle tutuyorsunuz. O devri yaşıyorsunuzsanki. Şifreli kilitler şifreli kasalarda saklıhepsi. Kasanın gözleri, birbiri üzerine bin-dirilmiş raflarla ayrılmış. Çekiyorsunuz rafı,sıra sıra M.Ö’den başlayan, muhtelif devirlerikapsayan sikkeler, paralar çil çil. Hepsi altın.Hepsi değerli.

Bir de şunu öğrendik. Hakiki sikkeler üze-rinde bulunan patenler, yosun yeşili, dumanrengindedir. Sahte sikkelerde bu olay ol-mazmış.

Tatış; bu minnacık ama paha biçilemeyenmüzenin hem koleksiyoncusu, hem kuru-cusu, hem seyircisi. Sanki, tek kişilik müze.

Kasa duvar delinip taşınmışDayanamadık sorduk, “Kocaman ağır kasabu binaya nasıl taşındı? Nasıl kapılardansığdı? “ diye. Gülümsedi ve “Dış cepheden,binanın duvarını deldik, sokaktan odaya

pencere açtık, kaldıraçlarla öyle soktuk”dedi. Koleksiyoner Tatış ile konuşuyoruz.“Sikkeler, yazılı belgeler ve arkeolojik bul-gular ile birlikte incelendiğinde insanlarapek çok konuda bilgi verirler. Eski metalparalar, ‘sikke’ biçiminde adlandırılırlar. Ka-

zılarda bulunan sikkeler, aynı zamandadevlet şeklini, bölgesini bildirir, hatta onlarınincelenmesinden sayısız tarihi olaylar vegerçekler ortaya çıkar. Ortadan kalkmış şe-hirlerin isimlerini, kaybolmuş bir heykeli,yıkılmış bir binayı, o zaman var olan ancakbugün yetişmeyen bir bitkiyi, sikkelerdekitasvirler sayesinde öğrenebiliriz” diyor.

Anlıyoruz ki sikke, devletin resmi damgasıylagarantilenmiş, kullanımı kolay madeni biralım aracıdır. Tatış, “Sikke, Lidyalılar tarafındanicat edilmiştir. Altın ve gümüş karışımındanmeydana gelen elektrondan yapılmıştır. Budoğal elektronu ilk kez altın ve gümüşeayırarak sikke bastıran Krezüs’tür.”

Öyle ya ! Örneğin kentlerin ya da devletlerinzenginlik düzeylerine ışık tutarak ekonomitarihine ışık tutarlar. Devletlerin hangi coğ-rafyada egemenlik kurdukları ya da ticariilişkilerinin nereye kadar uzandığı yine bu-lunan sikkelerle anlaşılabilmektedir. Sik-kelerde ayrıca devletle ilgili bilgiler, şehiradları, bina, heykel veya bitki tasvirleri bu-lunabilmektedir ve bu yönüyle de önem-lidirler. Hey gidi medeniyetler silsilesi hey.Nereden nereye geldik. Koskoca medeni-yetler, dünya coğrafyasında Türkiye’nin İz-mir’inde, bir ofisin kasasında topluca birkasaya tıkıştırılmış olarak “suskun” duruyor.Arada bir, bir hayır sahibi de, “tozlarını”alıyor. Ki, o sikkelerin esas sahipleri, olandevletler, burunlarından kıl aldırmazlardı.

Anadolu’da kurulan uygarlıklar aralığında,1071’de sıra bize geldi de Osmanlı İmpa-ratorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti ile buralarakadar geldik. Arada Hititler, Persler, Romaİmparatorluğu var. Bizanslar falan derken,giden gidene.

Ha unutuyorduk. İskender de var işin için-de. Garibanın kendisi gitti, kebabı kaldıyadigar.

61YAZ 2016

D ile kolay...Yirmi iki yıl siyah-beyazlı formayıkuşandı.

Jübilesinden sonra da antrenör olarak çoksevdiği kulübüne hizmet etti.

ALTAY’da ‘’hem oyuncu hem çalıştırıcı’’olarak Türkiye Kupası (1966-1967) şampi-yonluğu yaşayandı.

İlk kez düştüğü 2. Lig’den ertesi yıl 1. Lig’eçıkmasını sağladı ALTAY'ın (1983-1984).

102 yıllık armanın unutulmazları arasındailk sıralardadır Ayfer Elmastaşoğlu.

Hep yüreğinin sesini dinleyenlerdendi Kap-tan.

Biliyordu ki "aslolan yürekti"…

ALTAY'ın sevdalıları, yıllarca onu maçlarındabir futbol aşığı, spor yazarı olarak da izleyenbizler; Ayfer Kaptanı hep yüreğiyle oynayanfutbolcu olarak anımsar...

***

1977'de jübilesini yaptığı gün; onun için

bir veda yazısı kaleme almıştı Gündüz Kılıççalıştığı Hürriyet'te...

Şu dizelerdi Baba Gündüz’ün kalemindençıkan:

“Yeşil sahalarımızdan zevkle seyredilecekbir futbolcu daha eksiliyor…

Bu ayrılışa üzülmemek elde değil.

Fakat ben asıl onun gerçek büyüklüğü tamanlamı ile anlaşılmadan kireçli çizgileri terkedişine üzülüyorum.

Altay kulübünün antrenörlüğünü yaparkenAyfer’i yakından incelemiştim.

Böyle bir futbolcunun bütün futbol tarihi-mizde zirveleşenlerin arasına rahatça gi-rebileceğini söyleyebilirim.

Olağanüstü bir top kontrolü ve oyun kav-

rayışı vardı onda.

Ancak türlü nedenlerle bu yeteneklerini

yeteri kadar sahaya dökemediğini de iddiaedebilirim.

Onunla beraber çalıştığım günleri hatır-lıyorum da, güzel bir eser okur, nefis birmüzik dinler gibi seyrederdim o şahanehareketlerini, o akıl almaz top cambaz-lıklarını!’’

***

62 YAZ 2016

Ayfer Elmastaşoğlu...‘’Ayfer Kaptan ’’...Üç ağabeyi defutbolcuydu…(Enver, Nail ve GS’liYavru Ayhan…)Tepeden tırnağaALTAY'dı o !Büyük ALTAYlı…

Atilla KÖPRÜLÜOĞLU

Statlarda kaleleri titreten Ayfer Kaptan se-yircisine son derece saygılıydı...

Yüreğindeki tükenmez sıcak sevgisiyle.

O futbol kılıklı bataklıkta nergiz gibi kala-bilendi!

Siyah-beyaz 1914’lü armayı kuşandığı dö-nemde en büyük başarıyı; 1966-1967 se-zonunda Türkiye kupasını kazanarak yaşadı.Altay o tarihten sonra da kupayı kazanmafırsatını yakalamakla birlikte bu başarıyıyineleyemedi. Kupayı, 1968’deki finaldeFenerbahçe’ye, 1972’de de Ankaragücü’nekaptırdı.

Ayfer Elmastaşoğlu o günleri Dinyakos’tanOrhan Berent’e şöyle aktarır:

“1967’de Göztepe’yle oynadığımız kupafinalinde takım kaptanımız Varol’du. Maçberabere bitince kura atışı yapıldı. Kuraatışına o gitmedi, bizden Aydın ile Gözte-pe’den Nihat katıldılar. Sonuçta biz kazandık.Kupa mücadelesinde daha az maç yapıldığıiçin Altaylı yöneticilerin hedefinde hepTürkiye Kupasını kazanmak vardı. Fener’e

finalde kaybettiğimiz zaman ben OrduMilli Takımı’ndaydım. İzmir’deki maça izinalıp gelecektim ama Yunanistan’la yapılanmaçta kavga çıktığı için yöneticimiz Albay

İsmail Hakkı Güngör beni bırakmadı.”

1972’deki finalde kupayı kaybettikten sonraAnkaragücü kalecisi Aydın Tohumcu’yuomuzlarına aldıkları fotoğrafı hatırlatıyoruz.

Büyük bir tevazu içinde, “O zamanlar öy-leydi” diyor. “Rakip olmak ayrı, düşmanolmak ayrıdır. Şimdi insanlar birbirinedüşman oluyor, birbirini bıçaklıyor, öldü-rüyor. Rakipler birbirini tamamlar, seyirciyistada çeker. Ama kavga edersen seyircide azalır!’’

Milli takım kariyeri… Genç, amatör ve ümit kademelerinde çokkez milli forma şansı bulmasına rağmen Amilli formayı sadece üç kez giyebildi.

Resmi karşılaşmalardaysa, sadece 1971’deİzmir’de Polonya’yı 1-0 yendiğimiz maçtaoynama fırsatı buldu.

Bunda formunun yüksek olduğu bir dö-nemde geçirdiği sakatlığın rolü büyüktüAyfer Kaptan’ın:

“1966-1967 sezonunun başında hazırlık içinBulgaristan’a kampa gitmiştik. Form grafiğimçok yüksekti o zaman. Orada ağır bir sakatlıkgeçirdim. O zaman hem ümit hem A MilliTakım’a çağrılmıştım. Danimarka’da 0-0 be-rabere kaldığımız maçta çok iyi oynamıştım.Almanya ile yapılan ümit milli maçta yirmidakika oynayabildim, sonra yerime Galata-saraylı Uğur girdi. Çarşamba günü de Mos-kova’da Rusya maçı vardı. Orada oynayama-dım, benim yerime Beşiktaşlı Faruk Karadoğanoynadı. O zamanlar başarılı olan kadrolarıpek bozmazlardı. O sakatlık yüzünden uzunsüre milli takımda yedek kaldım. Eskidenmilli takımda İstanbul tekeli vardı ama 1.Lig kurulduktan sonra yavaş yavaş kırılmayabaşladı. Mahalli ligde kendi içinde kapalıkaldığın zaman hiç almıyorlardı. SonraGöztepe ve Altay’ın başarısı sayesinde İz-mir’den de oyuncu çağırıldı.”

63YAZ 2016

İ zmir’de Türklere ait olanhastanelerden ilki 1829yılında faaliyete geçen

Askeri Hastane, ikincisi de1851 yılında hastalarını ka-bul etmeye başlayan Gu-reba-i Müslimin Hastane-si’dir. Buna karşın kentteazınlıklara ait hastaneler,Türk hastanelerinden çokdaha önce açılmış olup faa-liyetlerine devam etmektey-diler. 1908 yılında, bu Türk has-tanelerinin arasına katılan ve gü-nümüzde İzmir Büyükşehir BelediyesiEşrefpaşa Hastanesi adıyla hizmetlerinisürdüren hastanenin, tarihsel süreç içerisindebirkaç farklı adla anıldığını görüyoruz.

Her ne kadar Emraz-ı Zühreviye (zührevi ma-razlar/hastalıklar) Hastanesi adı ile kurulmuşolsa da daha çok Frengi Hastanesi olarak anıl-mıştır; hatta 1913 yılında Eşrefpaşa adını almışolması dahi, bu gerçeği uzun yıllar değiştire-memiştir. Hastanenin bu adla anılmasının nedeniise 19. yüzyılın sonlarına doğru İzmir’de çok sıkgörülmeye başlanan frengi (sifiliz) hastalığınıtedavi etmek amacı ile kurulmasından kaynak-lanmaktadır.

1906 yılında İzmir Belediyesi, Tepecik’te bir arsasatın alarak hastanenin yapımına ilişkin ilk resmîadımı atar. Hastanenin temel atma töreni, dö-nemin padişahı II. Abdülhamit’in cülus (tahtaçıkma) tarihine denk getirilir ve 31 Ağustos1907’de inşaata başlanır. İzmir gazetelerindenAhenk, hastane inşaatına ilişkin haberi, 28 Ağus-

tos 1907’de ilk sayfasından okuyucularına du-yurur. Bu haberden anlaşıldığı üzere, dört aydatamamlanmak üzere inşaatın sorumluluğu Lig-nadi adında bir müteahhite verilir ve hastane

1908 yılında faaliyete geçer.

Kuruluşundan kısa bir süre sonra, sa-dece İzmir merkezindeki frengi has-

talarını değil, il civarında bulunanfrengi hastalarını da tedavi et-meye başlayan hastanenin ilkBaşhekimi ise Ahmet Mithat Beyolur. Kısıtlı personel ve maddiolanaklarla hizmet vermeye ça-lışan hastanenin, 1910 yılındaoldukça hareketli ve verimli bir

süreç yaşadığını görüyoruz. Ni-tekim hastaneye atanan genç mü-

dür Ömer Salahattin Bey’in çalış-maları, hastanenin gelirlerini artırmak

için düzenlenen sinema gösterileri, pi-yango çekilişleri, erkekler koğuşunun devreye

girmesi gibi bir dizi olay, hep bu yıl içinde ger-çekleşir. Bütün bunlardan daha da önemlisi,frengi hastalığının tedavisinde kullanılan 606-Salvarsan ilacının, hastanede uygulanması veilaçtan olumlu sonuçlar alınmaya başlanmasıdır.

Frengi tedavisinde bir dönüm noktası: Hastanede 606-Salvarsan ilacı uygulanıyor Yahudi asıllı Alman bakteriyoloji bilgini PaulEhrlich (1854-1915), 1909 yılı sonbaharında,Asistanı SahachiroHata’nın da desteği ile 606ilacını keşfeder. İlacın 606 adıyla anılmasınınnedeni, Ehrlich’in deneylerini daima numara-landırmasından ileri gelmektedir. Ehrlich, frengihastalığına neden olan bakteri ile savaşan builacı, 606. denemesinde bulur ve bu ilaç Salvarsan(Kurtarıcı) adı ile 1910 yılında piyasaya sürülür.

1912 yılında da yan etkileri azaltılmış olarak

Neosalvarsan 914 adıyla piyasaya sürülmeyedevam eder. Nitekim bu ilaç, 1941 yılından iti-baren penisilinin kullanılmaya başlanmasınakadar frengi ile mücadelenin en etkin ilacı olur.

İzmir gazetelerinden Köylü’nün 2 Ekim 1910tarihli nüshasında, birkaç ay öncesine kadar fren-ginin bir ilacının olmadığı, Ehrlich’in 606 adıverilen ilaçla bu hastalığın çaresini bulduğu,ilacın Avrupa ve tüm dünyada kapışıldığı, bilimdünyasının bu haberle çalkalandığı, dünyanınher tarafından doktorların Almanya’ya gittiği veTürkiye’den de ilacın nasıl uygulandığı hakkındabilgi almak için Almanya’ya ilk giden doktorun“Osmanlılığa hizmetleri ile tanınan” Margulis ol-duğu kaydedilir. Yine haberde, Frengi Hastanesi’ninfahri doktoru olan Margulis’in, iki üç aydan beri,606 ilacını, İzmir’deki birkaç hastanede bulunan57 ağır hasta üzerinde şırınga ettiği ve hastalardahızlı iyileşme belirtileri görüldüğü belirtilir.

Bu ilaç ilk defa eylül ayı sonunda Frengi Hasta-nesi’nde kullanılmaya başlanır. Hatta Köylü ga-zetesinin muhabiri, Başhekim Emrullah CemilBey ile röportaj yapmak üzere hastaneye gider.Böylece ilacın kullanımı ve hastalar üzerindekiolumlu sonuçlarına dair bilgiler de gazete ara-cılığıyla okuyuculara duyurulmuş olur.

Hastane İl Özel İdaresinebağlanıyor ve adı değişiyor1913 yılının en önemli gelişmesi, Frengi Hastanesiile İzmir Gureba-i Müslimin Hastanesi’nin yö-netim biçiminin değişmesidir. 26 Mart 1913tarihli İdare-i Umumiye-i Vilayat Kanunu ile buiki hastane, İl Özel İdaresinin yönetimine geçer.Bu kanunla İl Özel İdareleri, ilk kez tüzel kişiliğe,belirli bir bütçeye sahip olurlar ve kendilerineait gelir-giderleri bulunan özerk bir yönetimbirimi haline gelirler. Böylece doğrudan İl Özelİdaresine bağlanan Frengi Hastanesi’nin Belediyeile bağlantısı kesilir.

1913 yılında, hastanenin sadece idaresi değiladı da değişime uğrar. Bu tarihe kadar, Emraz-ıZühreviye adından daha çok Frengi Hastanesiolarak anılan hastaneye, merhum Belediye Baş-kanı Eşref Paşa’nın adı verilir. 1907 yılında vefateden ve hastanenin kuruluşunda emeği geçenEşref Paşa, böylece onurlandırılır.

Yunan işgali ve hastane10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşma-sı’ndan sonra Yunanlar, İzmir’de hükümet ida-resine el koyarlar ve devlet dairelerinde birtakım

64 YAZ 2016

Emraz-ı Zühreviye Hastanesi’ndenEşrefpaşa Hastanesi’ne1906 y›l›nda ‹zmir Belediyesi, Tepecik’te bir arsa sat›n alarak has-tanenin yap›m›na iliflkin ilk resmî ad›m› atar. Hastanenin temelatma töreni, dönemin padiflah› II. Abdülhamit’in cülus (tahta ç›kma)tarihine denk getirilir ve 31 A€ustos 1907’de inflaata bafllan›r.

Dr. Başak OCAKDokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü

EşrefpaşaHastanesi

1924 yılında Eşrefpaşa Hastanesi Kadrosu

Kurucu Eşref Paşa

düzenlemeler yaparlar. Başlangıçta FevkaladeKomiserlik tarafından Özel İdareye dokunulma-yacağı belirtilse de bir süre sonra bunun aksinehareket edilir ve memurlarının birçoğu işten çı-karılır. 1921 Mart’ında, Eşrefpaşa Hastanesi’nindoktor ve yöneticilerinin görevlerine son verilerekhastane kapatılır. Bu tarihten itibaren de sadecepoliklinik hizmeti veren bir dispansere dönüş-türülür. Benzer uygulama ile İzmir MemleketHastanesi (Gureba-i Müslimin Hastanesi) de kar-şılaşır ve hastanenin yatak sayısı iki yüz ellidenseksene indirilirken memur, doktor ve hizmetlikadroları da daraltılır. İşgal ettikleri İzmir’i terkederek çekilmeye başlayan Yunanlar tarafından,tıpkı Memleket Hastanesi gibi yağmalanan Eş-refpaşa Hastanesi, 1922 yılının sonlarına doğru,yeniden hizmet vermeye başlar.

Türk Kurtuluş Savaşı’nın ardından yeniden faa-liyete geçen hastane, 1923 yılında 100 yatak ve4 koğuşla hizmetlerini sürdürür. Personel sayısıise 3’ü doktor olmak üzere toplam 28 kişidir.1926 yılında 100 yatağa ve 5 koğuşa sahip olanhastanenin personel sayısı da 7’si doktor olmaküzere 38’e ulaşır. Aynı yıl hastanenin genişletilmesiyolundaki ihtiyaç üzerine, İzmir Belediyesi tara-fından başlatılan dispanser inşaatı da neredeysetamamlanır. 1926 Kasım’ına kadar yapımı için18 bin lira harcanan ve hastanenin yanında inşaedilen bu bina, Emraz-ı Zühreviye Dispanseriadıyla faaliyete geçer.

Hastane İzmir Belediyesi’nedevrediliyorİl Genel Meclisinin 20 Ocak 1950 tarihli toplan-tısında görüşülen bir önerge, Eşrefpaşa Hasta-nesi’nin kaderini değiştirir. Söz konusu önergede,il bütçesinin, Eşrefpaşa Hastanesi’nin (tıpkı İzmirMemleket Hastanesi gibi) giderlerini karşılamayaelverişli olmadığı; Belediyenin üzerine düşengörevi yerine getirerek Eşrefpaşa Hastanesi’nidevralması gerektiği yazılıdır. Konunun kararabağlanması için Belediye Encümeni de 1 Şubat1950 tarihinde toplanır. Sonuçta, il bütçesindenher yıl 25.000 lira ödenek alınması şartıyla, Özelİdarece yaptırılmış olan pavyonlarıyla, tesisat,makine, mefruşat ve aletleriyle birlikte 400 binlira değerindeki hastanenin, bedelsiz olarak Be-lediye tarafından devralınması prensibi oylanarakkabul edilir. Böylece hastane tamamen Belediyeyeait bir sağlık kuruluşu haline gelir.

1954 yılı, Belediyenin hastaneyi modern bir kim-liğe büründürmek için çaba sarf ettiği bir yılolur. Bu doğrultuda harap ve işe yaramaz birhale gelmiş olan eski poliklinik binasının yerine,yeni bir poliklinik binasının yapımına ilişkinalınan karar, 1955 yılı Ocak ayında hayata geçi-

rilir.1956 yılında hizmete giren binanın temelatma töreni, 6 Ocak 1955’te gerçekleştirilir vetörende dönemin Sağlık Bakanı Behçet Uz baştaolmak üzere, Vali Kemal Hadımlı, Belediye BaşkanıSelahattin Akçiçek, 2. Yurtiçi Bölge KumandanıKorgeneral Cemal Gürsel, Nato Güneydoğu KaraKuvvetleri Komutanı Korgeneral Kendall ve erkânıile hastane başhekimleri, idarecileri ve doktorlarıhazır bulunurlar. Aynı yıl, belediye meclisinin 4Ekim 1955 tarihli toplantısında, 3.10.1955 günve 1671 sayılı başkanlık önergesi ile hastaneninismindeki “Cilt ve Zührevi Hastalıklar” kısmı dakaldırılarak adının İzmir Belediyesi EşrefpaşaHastanesi olması oy birliği ile kabul edilir.

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi-İzmir Tıp Fakültesiişbirliği ve Hızır Acil ServisEşrefpaşa Hastanesi’nin, Ege Üniversitesi Tıp Fa-kültesi’nin yanı sıra İzmir Tıp Fakültesi (günü-müzdeki Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi)ile işbirliği yapması ve günümüzde 112 Ambulanshizmetine öncülük eden Hızır Acil Servisi kurması,hastanenin en önemli hizmetleri arasında yeralmaktadır. Nitekim 1958 yılından itibaren EgeÜniversitesi’ne ait üroloji ve dermatoloji klinikleri,1972 yılında Bornova’daki yeni binaya taşınanadek Eşrefpaşa Hastanesi’nde hizmetlerini sür-dürürler. İzmir Tıp Fakültesi ile yapılan işbirliğiise 1979-1982 yılları arasında sürer. Bu süre zar-fında hastane, fakülteye tüm klinikleri ile sağlıkve eğitim hizmeti verir. Belediye ile yapılan pro-tokolün sona ermesiyle fakülte, 1982 yılındaBalçova’da bugünkü hizmet binalarına taşınır.

Hızır Acil Servis-077 ise İzmir’de ilk defa EşrefpaşaHastanesi bünyesinde 6 Ağustos 1986 tarihindefaaliyete geçer. 1991-1992 yıllarında Türk Telekomtarafından geçilen yeni sistem nedeniyle 077’ninyerine 112 numarası ambulans numarası olarakkullanılmaya başlanır.

Hastanenin atılım yılı: 2006Eşrefpaşa Hastanesi’ni tam donanımlı ve modernbir hale getirmek amacıyla girişilen büyük çaplıdeğişikliklerin ve yeniliklerin Belediye BaşkanıAziz Kocaoğlu döneminde gerçekleştirildiğinigörüyoruz. Özellikle2006 yılı,hastanenin pekçok alanda kendisini yenilediği, Bağ-Kur, İzmirBarosu ve SSK ile anlaşmalar yaptığı, yeni ci-hazlarla donatıldığı, baştan aşağı tadilata tabitutulduğu ve yeni poliklinik binasının inşaat ça-lışmalarına başlanıldığı bir yıldır.

Taraflar arasındaki sözleşmenin feshedilmesisonucu 2001 yılından beri Eşrefpaşa Hastane-si’nden yararlanamayan Bağ-Kur’lular, tüm resmikurumlara ve Emekli Sandığı’na hizmet vermekte

olan hastanenin olanaklarından 20 Ocak 2006tarihinden itibaren yararlanmaya başlarlar. Bağ-Kur üyelerinden sonra, Eşrefpaşa Hastanesi,İzmir Barosu üyelerine de kapılarını açar.16 Mart2006 tarihinde imzalanan protokol uyarınca,SSK’lı, Bağ-Kur’lu ve sosyal güvencesi olmayan5 bine yakın İzmir Barosu üyesi, Eşrefpaşa Has-tanesi Baro Sekreterliği’nden alacakları randevuile sağlık hizmetinden faydalanma hakkını ka-zanırlar.İzmir Barosu üyelerinden sonra, SSKmensuplarına da 2 Ekim 2006 tarihinden itibarenhizmet verilmeye başlanır.

Eşrefpaşa Hastanesi, 2007 yılında ilk kez “hastaev takibi” yapan kamu hastanesi olma niteliğinesahip olur ve aynı yıl veznelerinde kredi kartıile ödeme imkânı sunarak 2008’de bilgi işlemağını yenileyip bünyesinde yapılan tahlillerinsonuçlarına web sayfasından ulaşılmasını sağ-layarak hastalarına daha kaliteli hizmet vermekiçin çabalarını sürdürür.

Günümüzde pek çok branşta sağlık hizmeti sunanEşrefpaşa Hastanesi, gerek okullarda gereksemahallelerde gerçekleştirdiği genel sağlık tara-malarının yanı sıra ağız ve diş sağlığı taramaları,hepatit-b taramaları, gezici poliklinik hizmetleri,düzenlediği ücretsiz halk sağlığı seminerleri, evdebakım ve hasta ev takibi hizmetleri gibi birçokçalışmayı başarıyla yürüten, 108 yıldır halka şifadağıtan İzmir’in değerli sağlık kurumlarından bi-ridir. Ayrıca bu hastane, bugün Türkiye’de bele-diyeye ait tek sağlık kuruluşu olması açısındanda ayrı bir önem taşımaktadır. Üzerine düşengörevi geçmişte olduğu gibi bugün de layıkıylasürdürmekte; belediye idarelerinin sorumlulu-ğunda olan halk sağlığını koruma, hastalıklarakarşı mücadele etme, halkı sağlık konularındabilgilendirme, sosyal güvenceden yoksun kişilere,yoksullara, kimsesizlere kucak açma anlayışınınsomut bir örneği olarak karşımızda durmaktadır.

65YAZ 2016

1920 yılı yatakhane 1955 yılı temel atma töreni.

15 Mayıs 1919 sabahı, İzmir Konak Mey-danı, Yunan atlıların nal sesleri ile acıacı inlerken, gazeteci (Osman Nevres)

Hasan Tahsin’in tabancasından çıkan iki kur-şun, bir anda sessiz İzmir’i aya€a kaldırdı.Yerli Rumların “Zito Venizelos” zafer çı€lıklarıarasında, İzmir Metropoliti Hrisostomos ta-rafından takdis edilen Yunan askerleri, ga-zeteci Hasan Tahsin’i hunharca şehit ettiler.İzmir Valili€i’ne Yunan bayra€ı asılırken,onları Anadolu’ya çıkaran, ABD, İngiliz, Fransızve İtalyan askerleri de aynı balkona kendibayraklarını asmışlardı. İşgalciler tarafından,İzmir ve ilçelerinde, iki gün içinde, 5.000Türk şehit edilmişti.

“Hücum haberini al›nca hesap ediniz. Onbeflinci gün ‹zmir’deyiz” diyen Gazi MustafaKemal Paşa, İzmir’e on dört günde ka-vuşmuştu. Tahmininde bir gün yanılanGazi, İzmir özlemini 18 numaralı notdefterine şöyle yansıtmıştır:

“15 May›s 1919, ‹zmir’in iflgali… Benayn› günde ‹stanbul’u terk ettim. Okara günde Karadeniz’deydim. 3 seneve 4 ay sonra da bugün Akdeniz’deyim.”

9 Eylül 1922 günü, İzmir’de son kurşun

atılmış, ülke yabancı çizmesinden kurtul-muştu. 11 Ekim 1922 günü, “Mudanya AteflkesAntlaflmas›” imzalandıktan sonra sıra kalıcıbarış antlaşması olan, Lozan’a gelmişti.

20 Kasım 1922 tarihinde İsviçre’nin Lozankentinde başlayan barış görüşmelerinin nasılgerçekleşti€ini ve orada tüm dünyaya karşıne mücadelelerin verildi€ini sizlere anımsa-tayım. Lozan’daki görüşmelerde kapitülas-yonların kalkmasını devamlı isteyen, Türki-ye’nin Baş Delege İsmet Paşa’ya Lord Curzonşöyle yanıt vermiştir:

“Siz medeni devletlerin hukuk sistemine sahipde€ilsiniz, o halde Adli Kapitülasyonlar kalmal›.Sizle bir iktisadi anlaflma yapt›€›m›z zaman,sizin bir iktisat kanununuz yok, mecelle (f›k›htanyeni hayata uygulanm›fl medeni kanun bö-lümleri) ile bu ifl yürümez.”

Gazi Mustafa Kemal Paşa, Türk tarafının “ka-pitülasyon ve esirlik” konusundaki kararlılı€ınışöyle anlatmıştır:

“Kapitülasyonlar bir devleti mutlaka bitirir.Osmanl› ve Hindistan Türk-‹slam impara-torluklar› bunun kan›t›d›r. Kapitülasyonlar›nTürk milleti için ne derece nefret edilecekbir fley oldu€unu size anlatamam. Bunlar›baflka biçim ve adlar alt›nda gizleyerek, bizekabul ettirmede baflar›l› olaca€›n› hayaledenler aldan›yorlard›r. Çünkü Türkler, ka-pitülasyonun devam›n›n kendilerini pek azzamanda ölüme sürükleyece€ini anlam›fl-lard›r. Türkiye esir olarak mahvolmaktansa,son nefesine kadar mücadeleye ve savafl-maya karar vermifltir.”

“Lozan” barış görüşmelerine 4 Şubat’ta araverilmesi üzerine, Lozan’daki heyet ülkeyegeri dönme kararı almıştır. Gazi, UşakizadeLatife Hanım ile 29 Ocak 1923 günü evlenirken,kıyılan nikâhta, İzmir ve Türkiye bir ilke dahatanık olmuştur. Bu nikâh, üç yıl sonra gerçek-leşecek olan Medeni Kanun’a çok yaklaşırken,Lozan’da, İngiltere’nin Baş Delegesi Lord Cur-zon’un “Siz medeni devletlerin hukuk sisteminesahip de€ilsiniz” sözüne bir yanıt oluyordu.

2 Şubat 1923 günü ‘Türkiye ‹ktisat Kongre-si’nin yapılaca€ı binada gerçekleşen top-lantıda; Gazi, önce eşi Latife Hanım’ı İzmirlikadınlara tanıtmış; ardından da kadın so-runları ve Lozan hakkında geniş bilgi ver-miştir. Katılanların ço€unun kadın oluşunedeniyle bu toplantı ‘Kad›nlar Kongresi’olarak da adlandırılmıştır.

17 Şubat 1923 günü başlayan ve 4 Mart1923 gününe kadar devam eden, yine ülkeninbir ilki olan “Türkiye ‹ktisat Kongresi”, İzmir’deHamparsumyan’a ait incir işleme deposundagerçekleşmiştir. TBMM Başkanı Gazi MustafaKemal Paşa, konuşmasında; verilen Milli Mü-cadele’den sonra Yeni Türkiye’nin iktisat mü-cadelesinin kazanılması ve milli ekonominintemelinin atılması konusunu ele almıştır.Gazi Mustafa Kemal’in kongrede, bugün içinde geçerli olan iktisat konusunda söyledik-lerinden bir bölümü anımsayalım;

“Bir ulusun do€rudan do€ruya hayat› ile ilgiliolan, o ulusun iktisad›d›r. Tarihin ve deneylerinyo€unlaflt›rd›€› bu gerçek bizim ulusal hayat›-m›zda ve ulusal tarihimizde tamamen belirmifltir.Gerçekten Türk tarihi incelenirse yükselifl, çöküflnedenlerinin iktisat sorunlar›ndan baflka birfley olmad›€› derhal anlafl›l›r. Tarihimizi dolduranzaferlerin yahut bozgunlar›n tümü iktisat du-rumumuzla ba€lant›l› ve iliflkilidir. Yeni Türki-

yemizi lay›k oldu€u yüksek düzeye ulaflt›ra-bilmek için iktisad›m›za birinci derecede

ve en çok önem vermek zorunday›z. Za-man›m›z tamamen bir iktisat döne-minden baflka bir fley de€ildir.”

“Ulusal egemenlik, iktisadi egemen-li€e dayanmal›d›r. Siyasi ve askeri

zaferler ne kadar büyük olursa olsun,iktisadi zaferlerle taçland›r›lmad›kça

sonuçsuz kal›r.”

66 YAZ 2016

9 Eylül’den Lozan’a İzmir 2 fiubat 1923 günü, ‘Türkiye ‹ktisat Kongresi’nin yap›-laca€› binada gerçekleflen toplant›da; Gazi, önce efliLatife Han›m’› ‹zmirli kad›nlara tan›tm›fl, ard›ndan dakad›n sorunlar› ve Lozan hakk›nda genifl bilgi vermifltir.Kat›lanlar›n ço€unun kad›n oluflu nedeniyle bu toplant›‘Kad›nlar Kongresi’ olarak da adland›r›lm›flt›r.

Ahmet GÜRELİTK Uşakizade Köşkü Md.

Türkiye İktisat Kongresi’nin bitişinde açık-lanan Ekonomik And (Misak-ı İktisadi)yurdun her yanında okunmuş, dükkânlarınve evlerin uygun yerlerine asılmıştır. Tür-kiye İktisat Kongresi’nin bitimiyle, batılıdevletleri 4 Şubat’ta ara verilen Lozanbarış görüşmelerinin 23 Nisan’da yenidenbaşlayaca€ını bildirmeleri gecikmemiştir.Lozan Barış Antlaşması 24 Temmuz 1923günü imzalanmış ve 28’nci madde hük-müne göre, kapitülasyonlar kaldırılmıştır.

Emperyalist ülkelere karşı tüm Anado-lu’nun kanı ve canı pahasına verdi€i mü-cadeleyle kazandı€ı Kurtuluş Savaşı’ndansonra, bu kez de kuruluş mücadelesiolarak, iktisadi savaşın kazanılması he-deflenmiştir. “Lozan Bar›fl Antlaflmas›”nınimzalanmasıyla, Anadolu’da verilen ba-€ımsızlık savaşının iktisadi zaferlerle nasıltaçlanaca€ını bir kez daha anımsadık.Ekte verilen, Ekonomik And’ı okuyunca,kulluktan fertli€e, ümmet toplumundanulus devlete nasıl geçti€imizi gururla ha-tırlayalım. Ülkesini seven ve ulus devlettenyana olanlar, ülkeyi bölmek isteyenlereasla izin vermeyecektir.

İzmir’in kurtuluşuna şahitlik yapan, Uşa-kizade Köşkü ve İzmir Atatürk Müze-si’nden başka İzmir’de bir başka müzedaha vardır. Bu müze, Garp cephesi ko-mutanı, Lozan Baş Delegesi İsmet Paşa’nındo€du€u evdir. 24 Temmuz 1999 günüziyarete açılan İnönü Müze Evi, 2014 yı-lında, İnönü Vakfı’nca Konak Belediyesi’nedevredilmiştir. 1999 yılından, günümüze,her 24 Temmuz günü, İnönü MüzeEvi’nde Lozan Barış Antlaşması’nı törenleanarız. Bu törenlerde, müzenin açılışındanberi görev alırım.

67YAZ 2016

Misak-ı İktisadi (Ekonomik And) esasları “Bütün Türkiye’nin ziraat, sanayi, ticaret veiflçi zümrelerinden seçilmifl 1135 delegenin ka-t›l›m›yla ‹zmir’de toplanan ilk Türkiye ‹ktisatKongresi’nin oybirli€iyle tespit ve kabul etti€iEkonomik And esaslar›d›r:

Madde 1 – Türkiye, milli hudutlar› dâhilindelekesiz bir ba€›ms›zl›k ile, dünyan›n bar›fl veilerleme unsurlar›ndan biridir.

Madde 2 – Türkiye halk› milli hâkimiyetini,kan› ve can› pahas›na elde etti€inden, hiçbirfleye feda etmez ve milli hâkimiyete dayal› olanMeclis ve hükümetine daima yard›mc›d›r.

Madde 3 – Türkiye halk› y›kmaz; imar eder.Bütün çal›flmam›z, memleketi iktisaden yük-seltmek amac›na yöneliktir.

Madde 4 – Türkiye halk›, tüketti€i mallar› müm-kün mertebe kendi yetifltirir ve çok çal›fl›r. Za-mandan, paradan ve ithalatta israftan kaçar.Milli üretimi temin için gerekti€inde geceli-gün-düzlü çal›flmak hedefidir.

Madde 5 – Türkiye halk›, servet itibariyle biralt›n hazinesi üzerinde oldu€unun bilincindedir.Ormanlar› evlad› gibi sever, bunun için a€açbayramlar› yapar; yeniden orman yetifltirir. Ma-denlerini kendi milli üretimi için iflletir ve de-€erlerini herkesten fazla bilmeye çal›fl›r.

Madde 6 – H›rs›zl›k, yalanc›l›k, ikiyüzlülük vetembellik en büyük düflman›m›z; tutuculuktanuzak dini bir sa€laml›k her fleyde esas›m›zd›r.Her zaman faydal› yenilikleri severek al›r›z. Türkiyehalk› kutsal de€erlerine, topraklar›na, flah›slar›nave mallar›na karfl› yap›lan düflmanca hareket-lerden ve propagandalardan nefret eder vedaima bunlarla mücadele etmeyi vazife bilir.

Madde 7 – Türkler, anlay›fl ve ustal›k afl›€›d›r.Türk, her yerde hayat›n› kazanabilecek flekildeyetiflir, fakat her fleyden evvel memleketinmal›d›r. Bilim ve kültüre verdi€i kutsaliyet ne-deniyle “Mevlid-i fierif” Kandil gününü, ayn› za-manda bir kitap bayram› olarak kutlar.

Madde 8 – Birçok harpler ve çaresizliklerdendolay› eksilen nüfusumuzun fazlalaflmas› ileberaber sa€l›€›m›z›n ve hayatlar›m›z›n korun-mas› en birinci emelimizdir. Türk, mikroptan,pis havadan, salg›ndan ve pislikten çekinir,bol ve saf hava, bol günefl ve temizli€i sever.Ecdat miras› olan binicilik, niflanc›l›k, avc›l›k,denizcilik gibi bedeni terbiyenin yap›lmas›naçal›fl›r. Hayvanlar›na da ayn› dikkat ve himmetigöstermekle beraber, cinslerini düzeltir ve mik-tarlar›n› ço€alt›r.

Madde 9 – Türk, dinine, milliyetine, topra€›na,hayat›na ve kurumlar›na düflman olmayanmilletlere daima dosttur; ecnebi sermayeyekarfl› de€ildir. Ancak, kendi yurdunda kendi li-san›na ve kanununa uymayan kurumlarla ilifl-kide bulunmaz. Türk, ilim ve sanat yeniliklerininereden olursa olsun, do€rudan do€ruya al›rve her türlü iliflkide fazla arac› istemez.

Madde 10 – Türk, aç›k al›n ile serbestçe çal›flmay›sever; ifllerde tekel istemez.

Madde 11 – Türkler hangi s›n›f ve meslekteolurlarsa olsunlar, birbirlerini candan severler.Meslek, zümre itibariyle el ele vererek birlikler,memleketini ve birbirlerini tan›mak, al›flmakiçin seyahatler ve birleflmeler yaparlar.

Madde 12 – Türk kad›n› ve ö€retmeni, çocuklar›Ekonomik And’a göre yetifltirir.”

6 Mart 1923

İ zmir Musevi toplumunun en ünlü üyesi,hiç şüphesiz dünyanın yakından tanıdığıve daima sempati beslediği şarkıcı Dario

Moreno’dur.

İzmir’in Mezarlıkbaşı semtinde büyüyen,daha sonra Asansör semtinde yaşayangenç Moreno, ateşli Napoliten şarkılarıylatanındı ve sonra gittiği Paris’te dünyacaünlü bir şarkıcı ve film yıldızı oldu. BrigitteBardot ve Eddie Constantine ile serüvenfilmlerinde rol aldı.

Eğer yaşınız 50’den küçük ise pek bilemez-siniz sevgili Dario’yu… Ama yaşınız dahayukarılarda ise Dario sözcünü duyunca,hele hele İzmirliyseniz, İstanbullu iseniz,hemen hissedersiniz iki küçük gözyaşınınyanaklarınızdan yavaşça kayıp gittiğini…

Ahh Dario ahh…

Türkiye’de, İspanya’da, Fransa’da, Portekiz’de,İtalya’da, İsrail’de, Kıbrıs’ta ve Güney Ame-rika’da senin kadar çok sevilen bir başkaşarkıcı var mıydı bir zamanlar?

İzmirli Dario Moreno…Mezarlıkbaşı’nın fıkır fıkır kaynayan ço-cuğu…İkiçeşmelik’in sevdalısı…Karataş’ın aşığı…Asansör’ün evladı…Kemeraltı tiryakisi…Kordonboyu’nun martısı…İzmirli Dariom benim…Canım Dariom!..

İzmir’in Yahudi mahallesiBazen Mezarlıkbaşı’ndan Anafartalar Cad-desi boyunca Tilkilik’e, yani Hatuniye Ca-mii’ne, Dönertaş’a doğru ağır ağır çıkarım.Kalabalık ve yoksul bir semttir burası. Alış-veriş vardır, at arabaları, el arabaları, Çin-geneler, ağır işçiler, Kürtler, kronik ayyaşlar,çok eski yoksul İzmirliler, yüzlerini hepörten Müslüman kadınlar, ucuz otelleriniçi geçmiş kayıp müşterileri ve esrarkeşler,hırsızlar, suç insanları… Yüzyıllar öncesininünlü Keçeciler Caddesi’dir burası. Yani eski

ve yoksul İzmir’in kalabalık Müslüman veYahudi mahallesi…16.Yüzyılda İspanya’daki Engizisyon işken-cesinden akın akın kaçıp İzmir’e gelen Ya-hudilerin yoksul kesimi yüzyıllarca buradaoturdular. Zenginleri ise Karataş ve Alsan-cak’ta yerleşiktir; sürünen fakir fukaralarıise perişan bir şekilde Mezarlıkbaşı’ndakiKortijo (Yavuthaneler) denilen ve içindetoplu yaşanan aile evlerine sığınmıştı. Halk

dilinde Yahudihane’den uyarlanmış bukocaman, çok odalı ve döküntü binalar(Keçeciler, daha doğrusu Anafartalar caddesiboyunca sıralanmışlardı), üst üste fakir Ya-hudi aileleri yüzyıllar boyunca içlerindeyaşattılar. Bu semtin çocuğu Şair Şahin Çandır, kom-şuları Yahudileri şöyle anlatır:“Makyajsız, basma entarili çökük kadınlar,bir deri bir kemik boynu kısık adamlar, ya-

68 YAZ 2016

Akdeniz’in büyüsü ile Napoliten şarkıların ve unutulmaz aşkların buluştuğu simge…

Dario Moreno...Yaşar AKSOY

Dillere destanDario Moreno

Dario Moreno’nun en çok sevilen 45’lik kapağı Dünya çapında yüz binlerce plağı kapışıldı

İzmirli

lınayak oğlan çocukları, göğüsleri henüz ka-barmış güzel bacaklı kızlar dolaşıp dururlardısokak aralarında. Genel çeşmelerde testilerini,kap kaçaklarını doldururlardı. Cumartesileriateş yakmazlardı. Bunun için Türk çocukla-rından ateş yakma ricasında bulunurlar sonrabozuk para bahşiş verirlerdi. Erkekleri esnafve işportacıydı. Kadınları ise tütün, incir,üzüm mağazalarının, bisküvi imalathane-lerinin işçileriydi. Arı gibi çalışan, az yevmiyeli,bitik ve yitik insanlardı. Çığ gibi yoksul Yahudiaileleri kaynaşırdı bu sokaklarda. Sonra hepsigöçtü İsrail’e… Terk ettiler Mezarlıkbaşı’nı...”

Dario Moreno’nun yaşamıDario Moreno’nun gerçek ismi David Aru-gete idi. 1921’de Aydın’da doğdu. Babasıölmüştü. Annesinin ismi Roza idi. Dahabebek iken yerleştikleri İzmir’in Mezarlıkbaşısemtinde çocukluğu yoksulluğun doruk-larında geçti. Musevi Yetimhanesi’nde bü-yüdü. 12 yaşlarında bir sokak arasında bul-duğu eski püskü kenarı çatlak bir gitarıtıngırdatmaya başlayınca büyük keyif aldı.Sefaleti acı biçimde tattı. Lale Sineması’nıntam karşısında küçük bir dükkancığı olanMadam Bohora’nın acıyıp bedava leblebiverdiği bir tombalak oğlandı. Agora’da köf-teci Emin’in yanında çıraklık yaptığı 6-7yaşlarından beri çok güzel darbuka çalmasıile de dikkat çekti . Yıl, 1928’lerdi…

Dario Moreno, darbukayı bıraktı, eline gitaraldı. Sokak aralarında gitarını çalarak Na-politen şarkılar söylemeye başladı. ÖzellikleTürk çiftetellisini Yahudi İspanyolcasınauyarlıyor, romantik ve egzotik ezgiler ya-ratıyordu. Arkadaş toplantılarında, Museviçocukların Bar-Mitzva törenlerinde, misa-firliklerde, okul çaylarında artık mikrofonDario’nun yumuşacık ve tombul ellerindedir.Kendi çabası ile Fransızca öğrendi. Bu kez,Fransızca, Türkçe ve İspanyolca karışımıhüzünlü parçalar yaratmaya başladı.

17 yaşına geldiğinde artık mahallesindeepey tanınmış, şöhreti şehrin kaldırımlarınayayılmaya başlamıştı. Düğünlerde çalıyor,az da olsa para kazanıyordu. Biraz elinepara geçince anasını aldı, Asansör semtinetaşındı. Asansör’ün altındaki sokakta küçükbir evciğin alt katına yerleştiler. Sonra gi-derek İzmir’de ünlendi.

Sanat basamaklarındayükselişİzmir Palas’taki seanslarında büyük sükseyarattı. Duyulmamış kıvrak bir sesi vardı,her dileyeni büyülüyordu. Piyade eri olarakaskerliğini yaptığı Akhisar Orduevi’nin CazOrkestrası’nın solistliğinde tüm garnizonve komutanları tarafından alkışlandı. ŞimdiNATO binası olan Kordon’daki Marmara

Gazinosu’nda hatır için her gece yarımsaat unutulmaz programlar gerçekleştirdi.İkinci Dünya savaşı yıllarında Ankara GarGazinosu’nda Fransızca şansonlar ve Ar-jantin tangoları söyleyerek gecede 2.5 lirayevmiye aldı. Kaldığı otelde uzun süre Or-han Veli ile bitişik odaları paylaştı. Aniden plakçıların dikkatini çekti. “Bu güzelses harcanmamalı” diyen dostlarının aracılığıile İstanbul’un ünlü Taksim Gazinosu’natransfer oldu. O devrin ünlü şarkıcısı Türkasıllı maestro Fritz Kerlten ile düet yaparakbir anda İstanbul sosyetesinin ve gece ha-yatının gözüne girdi. Taksim Belediye Ga-zinosu’ndaki büyük sükseyi, FenerbahçeBelvü’deki şahane geceler takip etti. Dario,Belvü’de şarkı söylemeye başlayınca tümKalamış ve Fenerbahçe koyu ışıl ışıl tekne-lerle dolardı. Birbiri ardı sıra plakları yayın-landı. 1950’lerin İstanbul’unda Dario Mo-reno kadar sükseli, şık giyinen, kravatındanmendiline kadar ipek giysiler içinde dolananbir başka muhteşem sanatçı yoktu. YoksulDario zengin olmuş ve şöhrete kavuşmuştu,ama geçmişini hiç unutmadı.

Bundan sonra Dario’yu çok az bir süre Ati-na’da, daha sonra Fransa’nın Cannes ken-tinin Palm Beach Otelinde şarkı söylerkengörüyoruz. İlk çalıştığı müzikhol, PuertoDel Sol’du. Dario’nun derinliği olan bir sesivardı, içten gelen romantik, hüzünlü vecoşkulu bu ses, folk yorumlarına tam uyanbir yapıdaydı. Los Paraguayos’dan o yıllardaha ünlü olan Louis Alberto de Parano’danepey etkilenen Moreno’nun çağı, MarinoMarini, Nat King Cole gibi balad şarkıcılarıngözde olduğu yıllardı. Moreno, MichaelJackson veya Madonna’nın çılgın çağınındeğil, tam Akdeniz-Latin romantizmininpatlak verdiği çağın şarkıcısıydı. Bu yüzdenAvrupa’nın dikkatini çekti.

Zirvelerdeki şarkıcıParis, onu İstanbul’dan hemen kaptı. Şar-kıları Avrupa’yı sarsmaya başladı birden.1955’de “Adieu Lizbon” şarkısı tam 6 ayliste başı oldu. Kaminato, Granada, Quisas,Galagenya, Pörfidia ve asla söylemektenvazgeçmediği Türkçe şarkıları “Canım İzmir,Yavaş Yavaş Gel Bana” büyük sükse yaptı.

69YAZ 2016

Brigitte Bardot ilebirlikte filmlerdebaşrol oyuncusuydu.

Brigitte Bardot ile “La Femme EtLe Pantin (Kadın ve Kuklası) filmindebaşrol oynadı. Fransız yönetmenHenri Georges Clouzot’un çevirdiği“Korkunun Bedeli” filminde hancırolünü oynadı. Eddie Constantineile Akdeniz polisiye filmlerinde rolaldı (örneğin “Yosma” filmi).Birincilik kazandığı Brezilya ve Ka-nada Festivalleri’nde ısrarı üzerinegöndere Fransa’nın değil, Türkiye’ninbayrağını çektirdi. Cannes Film Fes-tivalleri’nin en sükseli şarkıcılığınıyıllarca korudu. 1957 yılında MonteCarlo radyosunda “Ses ve AlkışKralı” ilan edildi. Şarkılarını alkışlayaninsanların gürültüsünün radyoevininalkış barometresini patlatması büyükespri oldu. 1958’de Venedik FilmFestivali’nde En İyi Yardımcı Erkek OyuncuÖdülü’nü aldı. Olimpia, Alhambra, Bobino,European’daki konserleri muhteşemdi.

Daha sonra Avrupa’da pek tanınmayanCoca-Cola’nın hisselerini satın alması onuçok zengin yaptı. Frambuaz renkli Cadillac’ı

çok ünlüydü. Türkiye Hükümeti, kendisine“Hitit Güneşi” armağanını layık gördü.Şarkıları, Fransa’dan İspanya’ya, Türkiye’denİsrail’e kadar tüm Akdeniz’e yayıldı. Yalnızve hüzünlü bir kişi olan Dario Moreno, in-sanları hümanist mesajlarında coşturuyor,ancak aşk yorgunu olduğunu mısralar ara-sında fısıldamaktan vazgeçmiyordu. Giderekgeçmişindeki yoksul yaşamı ve çektiği se-faletin ruhsal azabı omuzlarına bindi. Ka-vuşamadığı aşklarının azabını yaşadı. Ne-şesini bir martı hüznü örterdi hep.

İzmir aşkıŞöhretinin doruğa çıktığı 1955-1963 yıllarıarasında bile, fırsat buldukça İzmir’e gel-mekten asla vazgeçmedi. Paris’ten uçağaatladığı gibi İzmir’e koşuyor ve sabahın

7’sinde İkiçeşmelik’teki Abdi’nin fı-rınında sıcak sıcak boyoz yemedenedemiyordu. Sonra eski mahallesiniadım adım gezerdi. Çok yoksul düş-müş Türk ve Yahudi dostlarına yüklüparalar verirdi. Onların sorunlarıylailgilenirdi. Koskoca Mezarlıkbaşı,“Bizim Dario geldi” çığlıkları ileinlerdi. Hatuniye Camii karşısındakikahveye oturur, bir güzel nargileçekerdi. Sonra ver elini Kemeraltı’ndaki Şük-ran Lokantası… Rakı sofrası kurulurve çevresini kuşatan İzmirlilere Parisakşamlarını anlatırdı. Tipik İzmirliydi.Altay’ı, Altınordu’yu, İzmirspor’u, KafSin Kaf’ı, Göztepe’yi ayrı ayrı severdi.Çipura, rakı, roka, imbat, martı, fayton,buzlu badem ve demir hindiye büyüktiryakiliği vardı. Her semtte, Kadife-

kale’de, Damlacık’ta, Güzelyalı’da, Eşref-paşa’da, pasaport kahvelerinde nice gerçekdostlar kazanmıştı. Paris’ten İzmir’e köfteciEmin’in köftelerini yemeye gelirdi. Her se-ferinde 5-6 porsiyonluk 40-50 köfte yerdi.Yanında 3 porsiyon piyaz birkaç kase yo-ğurt, bol salata, yarım tepsi baklavayı mi-deye indirirdi. O esnada ondan mutluinsan yoktu. Yazları Çeşme’ye gitmeden edemezdi. Be-lediye Başkanı Kelami Ertan’ın yakın dos-tuydu. Çeşme’de bir çok dostu vardı.Sezen Cumhur Önal ve Fecri Ebcioğlu, Mo-reno’nun şarkılarına Türkçe söz yazmışlardır.Moreno, Jacques Brel’in yazıp sahneye koy-duğu ve başrolünü oynadığı  L’Homme dela Mancha adlı müzikal eserde Sancho Panc-ho rolünü üstlendi. Dario Moreno ayrıca 32filmde rol almıştı. Son kez İstanbul’a geldi-ğinde Belçika Kraliyet Tiyatrosu’nda JacquesBrel’in oyununda yine Şanso Panço rolündeoynuyordu. Rolünde olağanüstü başarılı ol-duğu için Belçika Prensesi Paola, onu SanatMadalyası ile onurlandırdı.

70 YAZ 2016

Samba’dan Rumba’ya, Mambo’dan Çiftetelli’ye, Dario’nununutulmaz şarkılarından bir demet sunalım:Canım İzmir (İzmir sevgisini ölümsüzleştirir)Her akşam votka, rakı ve şarap (Köçekçe duyarlığı verir)Kukuru-Ku (Köçekçe duyarlığını yansıtır)Deniz ve Mehtap (Unutulmaz bir İzmir ezgisidir)Adios Muchachos (Ünlü bir Rumba)Exodüs (Yahudi hüznünü yansıtır)Adieu Lizbon (Napoliten şarkı, Portekiz aşkını anlatır)Donte Estas Corason (Gece yarısı müziği)Entarisi Ala benziyor (Tam bir Çiftetelli)Yavaş Yavaş Gel Bana (Türkçe Samba)Si Tu Vas A Rio (Karnaval şarkısı)Havanagilah (İbrani ezgisidir)Plegaria (Romantizmin doruk şarkısıdır)Quisas Quisas Quisas (Akdeniz ezgisidir))

Dario’nun şarkıları

Yaşar Aksoy, 2000 yılında İsrail’de Tel Aviv yakınındaki Holon şehri kabristanında on binlercemezar arasında, Dario Moreno’nun mezarını ilk kez buldu ve fotoğrafladı.

Dario Moreno Sokağı (Asansör) Dario Moreno Sokağı başındaki büst.

Eşsiz yaşamın sonuAylarca kapalı gişe oynanan oyununun birhafta tatil edilmesinden yararlanarak İzmir’egelmek üzere İstanbul uça-ğına bindi. 1 Aralık 1968 günüİstanbul  Yeşilköy Havaala-nı’nda vefat etmiştir. Paris’tegalası gerçekleşecek oyununave  Paris’te ilk kez yapılacakTürk gecesine gideceği uça-ğına geç kalması ve uçağabindirilmemesi üzerine ha-vaalanındaki görevliyle girdiğimünakaşa üzerine tansiyo-nunun yükselmesiyle rahat-sızlandı; kanlar içinde kalarak

yere yığıldı. Hipertansiyon hastası ve çokiçkili olan Moreno hastaneye kaldırılmakiçin bindirildiği 34 EY 288 plakalı NiyaziDalgıç isimli şoförün yönetimindeki taksidekomaya girdi. Beyin kanaması geçiren Dario,sağ tarafı felçli olarak kaldırıldığı TaksimHastanesi girişinde 47 yaşında vefat etti.İzmir’e gömülmesini vasiyet etmişti. Vasi-yetinde şöyle diyordu:Sevgili şehrim İzmir,Eğer senden uzakta ölürsem,Beni alıp sana getirsinler.Ama koynuna bırakırlarken,Öldü demesinler,Uyuyor desinler…Ancak İzmir’den İsrail’e göç etmiş olan an-nesi Roza, naaşını İsrail’e götürdü ve TelAviv’e yakın bir kent olan Holon kentininmezarlığına gömdü. Sonra anne de ölünce,oğlunun yanına gömülmüştür.

Dario Moreno Sokağı ve mezarı1990’lı yıllarda Yaşar Aksoy’un Yeni Asırgazetesinde yönlendirici yazıları sonucundaYüksel Çakmur yönetimindeki İzmir Bele-diyesi büyük bir ileri görüşlülükle 20 Haziran1993 tarihinde Asansör Kulesi’ni yenidenhizmete açarken, törenle Asansör’e gidensokağa Dario Moreno Sokağı ismini verdive o sokak üzerinde yaşadığı eski evineplaket çaktı.Aynı gün “Asansör ve Dario Moreno Anı-ları” isimli belediyece bastırılan Yaşar Aksoy

imzalı kitap konuklara ve daha sonra halka10.000 adet olarak ücretsiz dağıtıldı.Daha sonra 2000 yılında İsrail’e giden ga-zeteci Yaşar Aksoy, on binlerce kişinin uyu-duğu muazzam Tel-Aviv yakınındaki Holonkenti mezarlığında Dario Moreno’nun vehemen yanındaki annesinin mezarlarınıbuldu ve çiçek bıraktı. Bu mezarın bulu-nuşunda emeği geçen İsrail’de yaşayan İz-mirsporlu eski futbolcu Yabes’e de şükranborçluyuz. Ancak o da sonsuzluğa vardı.Mezarın bulunmasında büyük emeği geçenİsrail’deki Türkiyeliler Birliği Başkanı eskiİzmirli Eczacı Moreno Margunato’ya dabinlerce şükran…Dario Moreno, seni seviyoruz.Ve unutmayacağız…Melodilerin hep yüreğimizde çalacak…

71YAZ 2016

Deniz ve mehtap / Lala Lala Lala… Lala…Deniz ve mehtap / Sordular seni, neredesin?Nasıl derim, terk etti / Anladılar ki, aşkımız bitti.Alay ettiler benle hep / Sen oldun bunlara bak sebepMehtap dedi gördüm, ahh onu / Belinde erkek koluDeniz güldü halime / Bir avuç su verdi elimeBiterse gözyaşın al dedi / Doldur tekrar yerine…

Dario’nun unutulmaz bir şarkısınımırıldanmak ister misiniz?

Dario Moreno üzerine yazdığımız birşiir, sonra müzisyen Prof. Erol Balık tara-fından bestelenerek şarkı haline geti-rildi. Bu nefis şarkının sözlerini aşağıdasunarak, yazımıza son verelim ve DarioMoreno’yu kalbimize gömelim.izmir’in çocuğutombiş, şen şakrakgüle oynaya yaşadınhatıralar hayal oldu

severiz seni pek çokasansör’den agora’yadilimizdesin kalbimizdesindeniz ve mehtap neredesin

iki boyoz, tek yumurtakırık gitar, çatlak darbukaşöhretin yayıldı dünyayacanım izmir, canım İzmir…

Yaşar AKSOY(“Asansör ve Dario Moreno Anıları”kitabından)

Onu kalbimize gömdük

Dario Moreno Evi (Asansör)

Türkiye’de Dario Moreno üzerine yayımlanantek kitap, Yaşar Aksoy’un İzmir BüyükşehirBelediyesi yayını olan “Asansör ve Dario Mo-reno Anıları” isimli kitaptır.

Dario Moreno Evinin kapısındaki plaket

Yaşar Aksoy ve ter-cümanı gazetecimerhum Necla Er-bakır, 1996 ParisBelleville Festiva-li’nde Dario More-no Oturumu’ndaünlü şarkıcıyı an-lattılar.

Nice uygarlığa ev sahipliği yapan İz-mir (Smyrna), Neolitik Dönem’dengünümüze önemli bir liman kenti

olarak tarihteki yerini hep korumuştur. Bi-linen 8.500 yıllık tarihinde kentin ilk yerleşimnoktalarına şimdilerin Bornova’sı Buruno-va’da rastlanır; ardından da Tepekule Bay-raklı’da. Günümüzden yaklaşık 2 bin 400yıl öncesinde nüfus artıp ihtiyaçlar çoğa-lınca, Smyrnalılar bugün Kadifekale diyeadlandırdığımız Pagos’a yerleşmişlerdir.

Düşünde gördü

Helenistik Dönem’de kâhin Tanrı Apollon’adanışılmadan kent kurulamıyordu; aslındabu, dönemin dinsel bir yaptırımıydı. TümAntik Çağ kentlerinin -elbette İzmir’in de-kuruluşu çok sayıda söylenceye, mitolojiköyküye konu olmuştur. Smyrna’nın Pagos’ta

yeniden kuruluşu da Büyük İskender’e da-yandırılmıştır. M.S. 2. yüzyılda yaşamış olanLidyalı gezgin ve coğrafyacı Pausanias;Phillippos’un oğlu Aleksandros’un yani bi-zim bildiğimiz adıyla Büyük İskender’in,şimdiki kenti uykusunda gördüğü bir düşyüzünden kurduğunu anlatır.

İzmirliler dört kezdaha mutlu olacak

Efsane bu ya, Büyük İskender İzmir’e gelirve Pagos Tepesi’nde ava çıkar. Bir ara Ne-mesisler tapınağının önündeki ulu çınarınaltında uykuya dalar. Rüyasında iki Nemesis,yeni kenti uyumakta olduğu tepenin etek-lerinde kurmasını söylerler. Smyrnalılarise Bayraklı’dan ayrılmak istemezler, onlarıikna etmek güçtür. Pausanias’ın anlatımınagöre Smyrnalılar Klaros’a elçiler gönderirlerve kâhinlerin yorumunu isterler. Klaros’unApollon Kâhini’nin yorumu ise ilginçtir:

“Kutsal Meles Çayı’nın yanı başındaki PagosTepesi’nde yerleşecek İzmirliler, eskisindendört kez daha mutlu olacaklar...”

İlk kişisel başvuru

Tanrı Apollon’un mesajı açıktır; kenti Pa-gos’un eteklerine taşımalarını ister. Smyna-lılar yavaş yavaş Bayraklı’dan ayrılırlar veKadifekale ile Kemeraltı arasındaki yamacayerleşirler. Dünyanın ilk coğrafyacısı olarakda bilinen Yunan tarihçi ve filozof Strabon’agöreyse ki Strabon Smyrna’dan “bütünkentlerin en güzeli” diye bahseder, kentinyer değişimini Büyük İskender’in komu-tanları Antigonos Monophtalmos ve Lysi-makhos yapmıştır. Hatta Büyük İskender’inLysimakhos’u bizzat Klaros’a gönderdiği

72 YAZ 2016

Kadimkentin

gizemli tüneli...Kadim demek bafllang›c› ol-mayan kadar eski demektirasl›nda, t›pk› ‹zmir gibi.Kentimizden hep “kadimkent” diye bahsederiz, bin-lerce y›ld›r birbirinden farkl›uygarl›klar› ve kültürleribar›nd›rm›fl olmas›yla övü-nürüz. Övünürüz övünme-sine de ‹zmir’i bu kadar özelyapan kültürlerin, içindebar›nd›rd›€› de€erlerin nekadar fark›nday›zd›r, iflteoras› tam bir muamma.

Teodora HACUDİ

Fotoğraflar Doruk UĞURLUER

ve bunun Apollon Klaros Bilicilik Merkezineyapılan ilk kişisel başvuru olduğu da söylenir.

Rüyası tasvir edilmiş

İskender’in rüyası Roma Dönemi sikkele-rinde de betimlenir. British Museum ko-leksiyonunda bulunan bir örnekte, sikkeninön yüzünde Philippus’un (MS. 224 – 249)büstü arka yüzünde de İskender’in rüyasıtasvir edilmiştir.

Ulu bir çınar ağacının altında, kalkanınınüzerine uzanan İskender’in karşısında -sağ ellerinde dizgin, sol ellerinde ise cetveltutan- iki Nemesis durur. Yunan mitoloji-sinde “İntikam Tanrıçası” olarak bilinenNemesis, aşırı gurura düşenleri cezalan-dıran tanrıçadır. Dizgin aşırılıkları önlemeye,cetvel ise tutum ve davranışlardaki aşırılığıölçüp, iyiliklerden fazla olup olmadığınabakmak içindir.

Apollon’un kehanetiyle mutluluğu yaka-layan İzmirliler, Nemesis’in öğretisiyle el-lerinde cetvel ve dizginlerle bu kadim ge-leneği sürdürmeye devam ediyorlar.

Kuruluş öyküsünde dahi suyun yeri olanİzmir’de, farklı söylenceler binlerce yılboyunca nesilden nesile aktarıldı.Yüzyıllar geçtikçe kulaktan ku-lağa dolaşarak efsaneleşen gi-zemli dehlizlerin varlığındanbahsedildi. Agora Antik Ken-ti ile Kadifekale’yi birbirinebağladığı düşünülen deh-lizler, kimilerine göre Büyükİskender’in ordusunu Kadife-kale’ye çıkardığı gizemli bir yol,kimilerine göreyse akınlardan ka-çan halkın gizlendiği sığınaklardı. Bu tü-neller aslında Roma Dönemi’ndeKadifekale ile Kemeraltı arasındakurulan Yeni Smyrna’da kentinsu ihtiyacını karşılamak içinyapılan su kanallarındanbaşka bir şey değildi. GeçRoma Dönemi’nden başla-yarak Bizans ve Osmanlı Dö-nemlerinde de kullanılan sukanalları, yaklaşık 2 metre 10cm yükseklikleri ve 90 cm geniş-likleri ile İzmirlilerin söylencelerini des-teklercesine atların olmasa bile bir insanınkolayca ilerleyebileceği boyutlardadır.

Sütveren Meryem Dua EviGünümüze kadar gelmiş bu gizemli tü-nellerden biri de Antik Agora kazı alanınınhemen üst sokağında, 821 sokak üzerindebulunan ve içinde Sütveren Meryem DuaEvi’nin yer aldığı kanaldır. Hz. İsa’nın 12havarisinden biri olan İncil Yazarı Aziz Yu-hanna adına inşa edilen Aya Yanni Kilise-

si’nin hemen üzerindeki yamaçta bulunanbu kanalla ilgili bilgilere 19. yüzyılda İzmir’deyaşamış olan Alman Arkeolog Georg We-ber’in kitabında rastlıyoruz.

Weber’in aktarımından o dönemde bir zi-yaret yeri olduğu anlaşılan bu kanalın, 20.

yüzyılın ortalarına kadar saygıgördüğü bilinmektedir. Farklı

inançlardan olanların birlikteyaşama kültürünü belki deen güzel anlatan örnek-lerinden biri olan bu kut-sal mekânı, Hristiyanlar“Panagia Galatusa” – “Süt-

veren Meryem Dua Evi”olarak adlandırmışken, İz-

mir’in Müslümanları da ona“Süt Kuyusu” demişler.

İçinde hala su bulunan kanalınorijinal seviyesine Bizans veya

Osmanlı Dönemi’nde inşaedilen merdivenlerle ini-liyor. “Panagia Galatusa”tünelin içinde yaklaşık 50metre ilerledikten sonra

ulaşılan bir odacıkta yeralmaktadır. Büyük bir ola-

sılıkla bu bölüm iki farklı ka-nalla beslenmekteydi. Sola doğ-

ru devam eden bölümde çökme ol-duğundan daha ileri gidilememekte. Sağagiden orijinal kanal ise kapatılarak önünebir niş inşa edilmiş ve arkada biriken suyunakması için de nişe bir çeşme konulmuş.

Gelenek devam ediyor

Weber söz konusu nişin üzerinde bugünhiçbir iz bulunmayan Meryem Ana tasviriolduğundan bahsetmektedir. GünümüzdeMeryem Ana tasvirinden herhangi bir izkalmamış olsa bile nişin üzerindeki çeş-

menin borusu halen mevcuttur.

Farklı inançlardan insanlar bu tünele giripşifa bulmak için dua eder, adaklarda bulu-nurlarmış. Gelenlerin çoğu da kadınmış;kimisi sütünün artması, kimisi de bir evlatsahibi olabilmek için yakarırmış. Unutulmuşolsa bile kaybolmamış olan bu gelenekgünümüzde hala devam etmektedir.

Bu gizemli tünelin girişinin bulunduğubina Konak Belediyesi tarafından satınalınıp, restorasyonu yapılarak Kent TarihiBirimi olarak hizmete açıldı. Kentte yaşayanOrtodoks Hristiyan hemşehrilerimizin yanısıra yerli ve yabancı turistler için de uğrakyeri haline geldi.

Şubat 2015 yılında İstanbul Rum OrtodoksPatriği 1. Bartholomeos’un Sütveren Mer-yem Dua Evi’ni ziyaretinden sonra, İzmir’deyaşayan Hristiyan Ortodoksların düzen-ledikleri ayinlerle Sütveren Meryem DuaEvi İnanç Turizmi açısından da önem ka-zanmıştır.

Kadim kentimiz İzmir; içinde barındırdığıbu kültürel hazinelerle, tıpkı Strabon’undediği gibi “bütün kentlerin en güzeli” ol-maya devam ediyor…

KAYNAKÇA- Ersoy, A. (2015) Büyük İskender Sonrasında Antik Smyrna,İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı Yayınları, İzmir

- Weber, G. (Türkçeleştiren ve Yayına Hazırlayan Pınar, İ.)(2011) İzmir’in Su Yolları, İzmir Büyükşehir Belediyesi KentKitaplığı Yayınları, İzmir

- Solomonidis, H.S. (1960) İzmir Kilisesi, MavridiYayınları, Atina

(Σολομωνίδη, Χ.Σ.(1960) Εκκλησία της Σμύρνης,Τυπογραφεία Μαυρίδη, Αθήνα)

- http://www.klaros.org Klaros – Apollon Bilicilik Merkezi

- Hunt, P. (2012) Alexander the Great’s Dream of theNemeses at Smyrna www.electrummagazine.com (Büyükİskender’in Smyrna’da Nemesisler Rüyası)

73YAZ 2016

“B ir geminin ziftli güvertesinden ken-dini kurtarıp, Levanten şehrin kı-yısına çıkmaktan daha güzel çok

az haz vardır” diyor İngiliz yazar ve tarihçiEyre Evans Crowe. Bir zamanların Doğu Ak-deniz’in görkemli günlerini anlatan bu söze“Levant-Akdeniz’de İhtişam ve Felaketler”kitabında yer veren tarihçi-yazar PhilipMansel, Levant’ın güçlü şehirlerinin doğu-munu ve yıkımını incelerken, Asya ve Av-rupa’nın Smyrna’da buluştuğunu belirtiyorve ekliyor: “Şayet Konstantiniyye’nin kaderi,doğası nedeniyle büyük bir imparatorluğunpayitahtı olmaktıysa, 1922’ye kadar adıSmyrna olan İzmir’in kaderi de büyük birliman olmaktı”. (1)

Kaderinde “liman kenti” yazan İzmir, 18.yüzyılda Levant’ın en büyük ve en zenginlimanı haline geldi. 1748-1789 yılları ara-sında Fransa’dan çıkan her 4 gemiden biriİzmir’e yanaşıyordu. Ticaret neredeyse ka-

zanç da oradaydı. Ve o yüzyıllarda kazancınpeşine düşen Avrupalı tüccarlar, DoğuAkdeniz’e yöneldi. Fransız, Hollandalı, İn-giliz, Maltalı, İtalyan tüccar ailelerininİzmir’e yerleşmeleri de yine aynı dönem-lerde gerçekleşti. İzmir’in deniz ticaretisayesinde elde ettiği ve bazı kesintilererağmen 1980’li yıllara kadar süren ihtişamlıyıllarının en büyük temsilcilerinden biriDutilh ailesiydi.

Bu ailenin temsilcileri Hendrik ve Karel Du-tilh, İzmir’in saygın işadamları arasında yeralır. Gemi taşımacılığı ve turizm alanlarındafaaliyet gösteren Dutilh ailesi, 1960’lı yıl-lardan itibaren Türkiye’nin en büyük denizcişirketleri arasında yer aldı. Hendrik Dutilhve Karel Dutilh 6 kez Türkiye, 11 kez İzmirvergi rekortmeni oldu.

74 YAZ 2016

Kaderinde “liman kenti”yazan ‹zmir, 18. yüzy›ldaLevant’›n en büyük veen zengin liman› halinegeldi. 1748-1789 y›llar›aras›nda Fransa’dan ç›-kan her 4 gemiden biri‹zmir’e yanafl›yordu.

Dutilh ailesi

İzmir’in ihtişamlı günlerinde rekortmen bir aile

Sinan DOĞAN

Amsterdam’dan İzmir’eDutilh ailesinin kökenleri Fransa’ya kadaruzanır. Fransa’nın Bordeaux şehri yakınla-rında yaşayan Dutilhler, mezhep savaşlarısırasında Protestanlara karşı gelişen siyasiortam sonucu göç eder. Ailenin bir koluHollanda’ya, diğer kolu ise İzmir’e gelir.Geçtiğimiz Mart ayında yitirdiğimiz İzmirlisanayici ve yazar Melih Gürsoy, “Tarihi, Eko-nomisi ve İnsanları ile Bizim İzmirimiz” ki-tabında şöyle anlatıyor Dutilh ailesini; “Du-tilh ailesi, İzmir’in en eski tüccar ailelerindenbirisidir. Bugün Maurice Hendrik DutilhKoli. Şti., Ava Komandit Şti., Dutilh ve Ort.Denizcilik Turizm, Sanayi ve Ticaret AnonimŞirketi kurucu ortaklarından olan HendrikDutilh’in büyük büyük büyükbabası PereDutilh, 1762 yılında Amsterdam’da doğmuşve 1786 yılında İzmir’e gelerek Dutilh Pere

ve Ort. firmasını kurmuştur. Dutilhailesi İzmir’e gelişlerinden sonra geçen200 yılı aşkın bir zamandan beri daimaticaret, bankacılık ve gemi nakliye iş-leriyle meşgul olmuşlardır.” (2)

Maurice Octa ve Dutilh’in oğullarıHendrik Dutilh, 12 Mart 1929’da, KarelDutilh ise 12 Kasım 1939’da İzmir’dedoğar. Hendrik Dutilh, babasıyla beraberdeniz taşımacılığı ve turizm alanındafaaliyet gösteren “Maurice Dutilh KollektifŞirketi”ni 1958 yılında kurduklarında,henüz Türkiye’de modern anlamda deniztaşımacılığı yoktu. Maurice Dutilh, İz-mir’de 3 Temmuz 1960’ta aniden ölür.Bu vefatın ardından şirkete Hendrik Dutilh

yüzde 60, Karel Dutilh yüzde 40 ortakolur. Ardından şirket, limited şirketedönüşür. Kısa sürede deniz taşımacı-lığını büyüterek, birçok uluslararası de-nizcilik firmasının acenteliğini alırlar.Hendrik Dutilh denizciliği tercih ederken,kardeşi Karel Dutilh’in tercihi turizmolur. Her ikisi de babaları gibi uzun yıllarHollanda Fahri Konsolosluğu göreviniüstlenirler. Ticarette gösterdikleri başarıile İzmir’in hem uluslararası alanda hemde Türkiye çapında yüz akı olurlar.

Hendrik Dutilh, 1913 yılında ChambreMaritime de Smyrne ismi altında kurulanancak çalışmalarına Birinci Dünya Savaşınedeniyle ara veren, 1923 yılında tekrarfaaliyete geçen İzmir Deniz NakliyecileriDerneği’nde 1961-2004 yılları arasında Yö-netim Kurulu Üyeliği yapar. 2007 yılındanbu yana Dernek’te, Onursal Üye olarak ça-

lışmalarını sürdürür. Denizcilik dünyadakiuluslararası bir meslektir. Farklı kimliklerive farklı dilleri bünyesinde birleştiren Le-vantenlerin, denizcilikte öne çıkması tesadüfdeğildir. Hendrik Dutilh, İzmir Deniz Nak-liyecileri Derneği Tarihi Kitabı’nda bu ko-nuya, kendi hayatından verdiği örnekleşöyle değiniyor: “Bizim meslekte lisan sonderece önemlidir. 1929’da doğdum. Liseyibitirmedim. Ancak Hollanda’ya gittim birara ve dil öğrenmeye gayret ettim. Yaniİtalyanca, Hollandaca, Fransızca ve İngilizce.Bu lisanları çalışırken ve dışarıdayken dersalıyordum. Bizim gemicilik mesleğinde enlazım olan nokta lisan. İngiliz gelecek,kendi lisanınızla konuşursanız başka İngi-lizce konuşursanız başka. Fransız ile İngilizcekonuşmaktansa Fransızca konuşmak dahafarklı bir şey.” (3)

75YAZ 2016

Ve o yüzy›llarda kazan-c›n pefline düflen Avru-pal› tüccarlar, Do€u Ak-deniz’e yöneldi. Frans›z,Hollandal›, ‹ngiliz, Mal-tal›, ‹talyan tüccar aile-lerinin ‹zmir’e yerleflme-leri de yine ayn› dönem-lerde gerçekleflti.

Dutilh ailesi, deniz taşımacılığı ve turizmişini tam da zirvedeyken bıraktılar. 2000yılında şirketlerini satmaya karar verdikle-rinde iş dünyasında ve İzmir kamuoyundabüyük şaşkınlık yaşandı. Ancak gerek Hen-drik Dutilh gerekse Karel Dutilh bir kenaraoturup emeklilik hayatı yaşamayı tercihetmediler. Hendrik Dutilh, sosyal alandaçalışmalarını sürdürdü. Karel Dutilh isevefat ettiği Temmuz 2013 tarihine kadarHollanda Fahri Konsolosluğu görevine de-vam etti. Çalışırken istihdam yaratıp ülkeekonomisine önemli katkılar sağlayanDutilh kardeşler,Türkiye’ye uluslararası ya-tırımların gelmesine öncülük yaptılar. Ancakmütevazı yaşamlarından hiç taviz verme-diler. Davetlerde onlara rastlamak çokzordu. Gazetelerde yayınlanan röportajlarıve fotoğrafları çok sınırlı kaldı.

“Soyadım İzmir’de yaşasın”Yeni Asır gazetesinde ekonomi muhabiriolarak çalıştığım dönemde çeşitli defalargörüştüğümüz Karel Dutilh ile sohbet et-mek çok keyifliydi. Şubat 2013’te yaptığımızgörüşmede Dutilh’e iş hayatını sorduğumda“Tekrar hayata gelsem, yine aynı işi yapar-dım” yanıtını verecek kadar turizmi severdi.Karel Dutilh’in en büyük üzüntüsü İzmirAlsancak Limanı’nın durumuydu. Dutilh,sorularıma şu yanıtı vermişti: “İzmir, ihracatlimanıdır. Limanın bu durumda olmasıacıklıdır. Bir an önce ne yapılacaksa yapıl-malı. İzmir’in gelişmesinin yolu kruvaziyerturizminden geçiyor. Turistler, konteyner-lerin arasında yürüyüp İzmir’e girmemeli.Kruvaziyer turlarının başlangıç noktasınınİzmir olması önerisi de güzel.”

12 yıl boyunca Türkiye Seyahat AcenteleriBirliği’nin yönetiminde bulunan Dutilh,turizm şirketlerinin fiyat kırmasının ve herşey dahil sisteminin Türkiye turizminin canınaokuduğunu da belirtmişti. Karel Dutilh, ça-lışmayı çok severdi. Gençlere tavsiyelerinisorduğumda, “Ağabeyim saat 05.30’da kalkıpişe giderdi. Ben de öyle. Hiç durmadan 12saat çalışırdık. Cumartesi, pazar, bayram yok.Bana gelen gençlere hep şunu söylüyorum;Bir anda zengin olmayı düşünmeyin. Fiyatkırmayın. Bol bol çalışın” yanıtı vermişti. (4)

Karel Dutilh, soyadının hem de İzmir’dedevam etmesini çok önemsiyordu. İzmirTicaret Odası İletişim ve Tanıtım MüdürüMert İlkutluğ’a“Ekonomik Vizyon” Dergisiiçin verdiği röportajda, erkek çocuklarınınolmadığını, tek erkek torunu GuillaumeKarel Sudan’a Dutilh soyadını vermek içinmahkemeye başvurduğunu açıklıyordu.Karel Dutilh, “Dutilh soyadı neden bitsin?Kaç senedir bu isim burada. Torunum bu-raya gelir mi emin değilim. Belki o, belkionun çocukları İzmir’e gelir. Dutilh ismini

76 YAZ 2016

Yaklafl›k 250 y›l önce Hol-landa'dan gelip ‹zmir'eyerleflen Dutilhler, hepdenizcili€in içinde bu-lundu. Hendrik Dutilh,bir gemi acentesinin mü-dürü olan babas› MauriceDutilh ile beraber 1958y›l›nda tafl›mac›l›k flirke-tini kurdu€unda Türki-ye'de henüz modern de-niz tafl›mac›l›€› yoktu.

Hendrik Dutilh

Karel Dutilh

İzmir’de devam ettirirler” demişti. (5)

Bay Karel Dutilh, 18 Temmuz 2013 tarihindetatil için gittiği Fransa’da hayatını kaybetti.Vefat ettiğinde 73 yaşındaydı. 26 Ağustos2013 tarihinde İzmir Alsancak DominikenKilisesi’nde düzenlenen anma ayininde,Karel Dutilh’in sevenleri bir araya geldi.

“Turist gelmeden deniz şehriolunmaz”Denizciliğin duayeni Hendrik Dutilh, bugün87 yaşında. İş hayatındaki gibi çalışkan,titiz ve disiplinli. Kendisini İzmir’e bağlayanen önemli şeyin cana yakınlık olduğunubelirtiyor. Dutilh, “İnsanlar ‘Amca nasılsın?Seni görmedik kaç gündür’ diye soruyor.Bu beni teselli ediyor” diyor. Sorularımayanıt verirken, İzmir’in geçmişi canlanıyorgözlerimin önünde. Ama Bay Dutilh geç-mişte yaşayan insanlardan değil. Geleceğedair, özellikle de İzmir’in geleceği için ön-görüleri ve hayalleri var.

Bay Dutilh, siz İzmir’in görkemliyıllarını temsil ediyorsunuz. Geç-mişin İzmir’i nasıldı?Ben 14-15 yaşındayken, Birinci Kordon’daAlsancak Vapur İskelesi’nin biraz gerisindeoturuyorduk. O zaman evden kaçıp denizegiriyordum. Annemden de dayak yiyordum.Bunu maalesef şimdi yapamıyoruz. İzmirçok değişti. Değişecek de. Ama bazı me-kanlar, bazı görünüşler eski İzmir’i andır-mıyor. Maalesef Kordon dediğimiz yer, es-kiden yürüyüş sahasıydı. İki katlı Levantenevleri vardı. Şimdi bu restoranlar, şunlarbunlar derken, orada tek kişi ancak yürü-yebiliyor. Rahmetli kardeşim Karel’in Kor-don’da evi vardı. “Evime girmek için kuvvetister” derdi. Bunlar tatsız şeyler. İkinci Kordonda şahane bir yerdi. Eski Levanten ve Rumevleri vardı. Trafik iki yönlüydü. Şimdi ba-baları koydular. Trafik tek yön oldu. EskidenKordon’da yol büyük taşlarla yapılmıştı. On-dan sonra küçük parke taşları koyuldu. Nearabanın alt kısmı, ne insanın canı kalıyorsallanmaktan. Elbette tüm dünyada nüfusçoğalıyor. Yeni oteller yapılıyor. Onun içinbelediyeler 5-10 seneyi değil 40-50 senesonrayı düşünerek yolları düzenlemeli.

2000 yılında Dünya Gazetesi’ndemuhabirken, sizin denizcilik işleri-nizi sattığınızın haberini yapmıştım.Neden böyle bir karar almıştınız?Evet, 2000 senesinde işimizi kardeşimlesattık. Bunun üç sebebi var. Birincisi ben ozaman 71 yaşındaydım. Kardeşim de 62yaşındaydı. Benim de kardeşimin de kızlarıbu işi girişmek istemiyorlardı. İkinci sebepdünyada deniz ticaretindeki gelişmeydi.

Armatörler acentenin karına ortak olmakistediler. Bugün artık çok acentenin işiniarmatör aldı. Acenteye çok küçük pay verdi.Bunu o zaman iyi görüp, doğru zamandaçıkış yapmışız. Bu sadece İzmir’de ve Tür-kiye’de değil tüm dünyada böyle. Acente-lerin derneği Deniz Nakliyecileri Derneği’ningaliba 30-32 üyesi var. Ama onlardan belki2-3 tanesi doğru dürüst kar yapıyor. Üçüncüsebep elektronik işinin çok ilerlemesiydi.Daha önce kendi işimizde tüm kontrol biz-deydi. Ama elektronikteki gelişmelerdensonra kontrolü kaybediyorsunuz.

İzmir bir zamanlar deniz ve limanşehriydi. Bugün İzmir’e deniz şehridiyebiliyor muyuz?Bunun olması için turist lazım. Turist gel-mezse deniz şehri olamazsınız. Ha uçaklaha gemilerle mutlaka turist gelmeli. BirCenova, Monte Carlo, Nice gibi… Bu soru-nun cevabı çok kolay. Turist gelsin, olur.

Alsancak Limanı’nın şehir içindekaldığı, taşınması gerektiği konu-şuluyor. Şehir içinde liman olur mu?Şehrin içinde liman olur. Olmaması içinbir sebep yok. Ama limanı işleten iyi yö-netecek ki turistin ayak bastığı yerde kon-teynerler, kamyonlar olmayacak.

Sizleri İzmir’e bağlayan nedir?İklimi, insanların yakınlığı ve şimdiye kadartrafiğin normal olması. İstanbul felaket.İnanır mısınız 10-15 sene evvel bir toplantıiçin İstanbul’a gitmiştim. Taksim’de bir tak-siyle havaalanına gidiyorum. Havaalanına20 kilometre kala şoför, “Devam etmemabi” dedi. Bagajımı yol kenarına çıkardı.Allah’tan bir taksi daha geldi de bindim

gittim. Ondan sonra dedim ki İstanbul’dayaşamak zor. İzmir’e gelince rahatlıyorum.

İzmir’in en çok neresiniseviyorsunuz?Her yeri seviyorum. Eskiden Kuşadası’ndaevimiz vardı. Sonra Urla’da evimiz oldu. Oyöreleri çok severim. Şimdi Çeşme’de evimizvar. Çeşme’ye gidip geliyorum. En çok sev-diğim yer ise Alsancak. Herkes tanıdık.

Çankaya’da Aya Fotini Kilisesi’nehep destek oldunuz. Kilisenin öy-küsünü anlatabilir misiniz?Bu kilise Hollanda Protestanları Kilisesi’ydi.1960’lı yıllarda, İzmir’de Rumların ibadetedecekleri bir kiliseleri yoktu. Rumlar, bukiliseye talip oldular. O zamanki YunanBaşkonsolosu ile Fahri Konsolosu olan ba-bam görüştüler. Büyükelçiler arasında dakonuşuldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin ona-yından sonra Yunan hükümeti kiliseyi Hol-landa’dan kiraladı. Bakımı, onarımı Yunanlaraitti. Rahmetli babama bu desteğindendolayı Yunan hükümeti tarafından nişanverildi. Kilisenin girişinde onun namına birplaket var. Önce ben, sonra kardeşim Karel,Hollanda Fahri Konsolosu olunca kiliseyleilgilendik. Kilise, hem Türkiye hem Hollan-da’da eski eser kapsamında.

Dipnotlar(1) Philip Mansel-Levant-Akdeniz’de İhtişam ve

Felaketler(2) Melih Gürsoy-Tarihi, Ekonomisi ve İnsanları

ile Bizim İzmirimiz(3) Prof.Dr. Kemal Arı-100. Yılında İzmir Deniz

Nakliyecileri Derneği Tarihi(4) Yeni Asır-13 Şubat 2010(5) Ekonomik Vizyon-Ocak 2012

77YAZ 2016

İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş Karel Dutilh (sağdan ikinci) veHendrik Dutilh’e (en sağda) plaket verirken…

Kemeraltı... Dünyanın en uzun çarşı-larından biri... Ve hemen arkasında,Basmane'de, geleneksel konut do-

kusunun yer aldığı büyülü sokaklar... Çokdeğil bir yüzyıl öncesinin en güzel sokakları...

Bugün biraz hüzünlü görüntüsü var... Olsunne fark eder ki? Büyük bir mirası barındırmıyormu? Cami, kilise, sinagog, çeşme, sebil,türbe, mezar taşı, konak/köşk, konut, dahasayamadığım pek çok taşınmaz kültür değeri,hepsi burada değil mi? Bu yazımda size Bas-mane'nin kıvrımlı sokaklarının büyüleyicikonutlarından kısaca söz etmek istiyorum...

Aynı coğrafyada farklı konutVar olduğu günden itibaren koruma, ko-runma, uyuma, yeme-içme gibi yaşamsalihtiyaçlarını karşılamak amacıyla çeşitli ba-rınma yapıları kullanan insanoğlu, yerleşikyaşama geçerek daha konforlu yapılar inşaetmiş. Toplumun en küçük birimi olan aileninbirlikte yaşadığı, huzuru bulduğu, sevinçleriüzüntüleri paylaştığı mekanlar olarak ta-sarlanan konutlar bu yapılar arasında yerinialmış. Konutların mekansal tasarımları, inşamalzemeleri ve bunları süsleyen çeşitliögeler yaşanılan coğrafya, iklim, inanç sis-temi, yaşayış tarzı ve ekonomik koşullargibi nedenlere göre farklılık göstermekte.Yağışın az olduğu bölgelerde toprak, yağışınve ormanın çok olduğu yerlerde ahşap, yaz-larının çok sıcak geçtiği bölgelerde ise taşevlerin yaygın oluşu daha çok coğrafya veiklim gibi sebeplere bağlanabilinirken, aynıcoğrafyada birbirinden farklı konutların birarada görülmesi ise toplumsal yapıdaki çe-şitlilikle açıklanmalı.

İzmir kozmopolit bir kente dönüşmüşAntik çağlardan günümüze kadar ticarikimliği ile ön plana çıkmış bir kent olan

İzmir her dönem farklı din, dil, ırk, vekültür değerlerine sahip topluluklar içinadeta bir çekim merkezi olmuş. Özellikle18. yüzyıldan itibaren Ortadoğu'nun önem-li bir limanı olan İzmir, Müslüman, Yunan,Ermeni ve Yahudi cemaatlerle birlikte ti-caret yapmak için buraya gelen Levantendenilen Avrupalıların birlikte yaşadığı koz-mopolit bir kente dönüşmüş. Her bir ce-maatin belli başlı faaliyetlerine ve kendiaralarında sürdürdükleri ilişkilere bağlıolarak farklı mahallelerde oturduklarınınbilinmesine rağmen, bu topluluklar çoğuzaman iç içe geçmiş. İzmir'de mekansalkuruluşları, kullanılan malzemeler ve süs-leme öğeleri farklı bir çok konutun olmasıtoplumsal yapıdaki bu çeşitliliğe bağlı.

Üç ana konut tipi

Kentin Kadifekale ve eteklerinde Türk evleri,Buca, Bornova, Bayraklı, Göztepe gibi yer-leşim bölgelerinde azınlıkların geliştirdiğievler, Buca ve Bornova’da ise Levantenköşkleri olmak üzere birbirinden farklı üçana konut tipi görülse de, bu konutlarınçeşitli varyasyonları kentin tümünde gö-rülebilir. Bu çeşitliliğe bazen de döneminsiyasi düşünceleri ve beğenileri doğrultu-sunda yeniden şekillenmiş konutlar eklenir.Kısacası kentin kozmopolitliği yapılarıylada hissedilir.

Türk evi, Rum konutu, kortijo

İşte size Basmane; diğer bir deyişle biryüzyıl öncesinin büyülü sokakları, büyü-leyici konutları... Günümüze ulaşabilen ko-nutların büyük çoğunluğu 19. yüzyıl vesonrasından.

Topografyaya göre şekillenerek yer yer da-ralıp genişleyen Basmane sokaklarında ba-zen tek tip bir konutun sıra ev şeklindebirbirlerine bitişik dizildiği, bazen aynısokak üzerinde farklı türde konutların yanyana ya da karşı karşıya yer aldığı görülür.Türk evi, Rum konutu, kortijo...

Adları değişse de komşuluk,hoşgörü, saygı, sevgi değişmez...Bu geleneksel dokuda günümüze az sayıdaulaşabilen Türk evlerini Tilkilik, Dönertaşgibi Türklerin yoğun olarak yerleştiği ma-hallelerde gezerken mutlaka görürsünüz.Bu konutların sayıca azlığını inşa malze-mesinin doğa koşullarına göre dayanık-sızlığı, yangın gibi afetlerde çabuk yokoluşu, kullanıcılarının yeterli özeni göster-memeleri gibi sebeplerle açıklamak müm-kün. Çoğunda sokak-bahçe-konut ilişkisikurulmuş. Aile mahremiyeti anlayışının so-nucu içe dönük bir tasarım sergileyen buyapılarda günlük yaşamın büyük bir kısmıavluda/bahçede geçer. Avlunun/bahçeningünlük işlere yönelik tasarlanması sonucuburada genellikle kuyu, havuz, çeşme gibibir ya da birkaç su öğesi bulunur. Neredeysetamamı iki katlı olarak inşa edilen bu ko-nutlar topografyaya göre şekillenmiştir vebu nedenle de belirli bir cephe tasarımı

78 YAZ 2016

Kıvrımlı sokakların büyüleyici konutları

Basmane çok eski zamanlardan günümüze de€ingenifl bir yelpaze... Biraz eski, biraz yeni ama düflü-nemeyece€iniz ancak görebilece€iniz kadar büyü-leyici... Bir gün Basmane'nin hüzünlü ancak bir okadar da büyülü sokaklar›nda kaybolman›z dile€iyle...

Yrd. Doç. Dr. Aygül Uçar

Sanat Tarihçisi

tekrar etmez. Bu konutların en önemliortak özelliği üst katlarda yer alan çıkma-larıdır. Parselin düzgün olmayışından kay-naklanan alt kattaki eğrisel mekânlar üstkatlarda çıkmalar yardımıyla dörtgen me-kanlara dönüştürülür. Bu mekanlar eli böğ-ründe adı verilen eğimli ahşap payandalarladesteklenir. Bazı konutlarda pencerelerinönünde sokağı farklı açılardan görmeyisağlayan ve “cumba kafes” olarak adlandı-rılan ferforjeler bulunur. Kişisel ihtiyaçlariçin tasarlanan yüklük, gusülhane, dolapgibi elemanlar odaların içlerinde yer alır.Bazı evlerde odalara girişi sağlayan kapılarüzerinde ya da duvarlarda Arapça “Maşallah”yazısı, bitkisel süslemeler ve mimari tas-virlerin olduğu dikkati çeker.

Dışa dönük konutlar

Basmane'de bol sayıda “Rum konutu”, yanitipik "İzmir konutu" var. Bu konutlarda so-kak-konut-bahçe ilişkisi kurularak günlük

yaşam sokaktan koparılmamış. Dışa dönükkonutlar... Cephe ve plan özellikleri bakı-mından birbirlerine benzeyen bu yapılarçoğunlukla dar ve uzun dikdörtgen şekilliparseller üzerine; tek kat, bodrum + tekkat, iki kat ya da bodrum + iki kat olarakinşa edilmiş. Genellikle depolama işlevigören bodrum kat, diğer katlardaki pencereakslarına yerleştirilmiş olan açıklıklar sa-yesinde evin havalandırılmasını da sağla-makta. Bu konutların giriş katı, gündelikyaşamdaki ihtiyaçları karşılayacak oturmaodası, mutfak, tuvalet, banyo gibi servismekânlarına hizmet verirken, üst kat ço-ğunlukla yatak odalarına ayrılmış. Evler,dar olan cephelerinin sokak tarafına bak-ması sonucu çoğunlukla yan hollü cephedüzeni ve plan şeması göstermekte. Cep-henin 1/3’ünü kaplayan ve birkaç basa-makla sokak zemininden yükseltilmiş gi-rişler, genellikle eyvan şeklindeki bir nişindip duvarı üzerine yerleştirilmiş. Giriş açıklığıgenellikle çift kanatlı, süslemeli, demir birkapıyla kapatılmış. Bu konutların en belirginözelliği ise üst katta, genellikle cephe or-tasında veya cephenin bir yanında cumbabulunması. Basmane'nin büyülü sokakla-rında gezerken sabah saatlerinde cumba-daki sandalyemde oturup imbat esintisiile keyif kahvemi yudumladığımı hayalederim hep. Düşünmesi bile çok güzel...

Hüzünlü konutlarBir de özünü kaybetmemiş, ama kimliksiz-leştirilmiş konutlar var... Hüzünlü konutlar...İlk bakışta yakın zamanda yapılmış bir binaizlenimine kapıldığınız, ancak dikkatlicebaktığınızda ayrıntılarında Rum konut mi-marisi özellikleri taşıdığını gördüğünüz ya-pılar. Günümüz kullanıcılarının vefasızlığısonucu balkon, ilave kat gibi eklemelerinyapıldığı, pencere ve kapı oranlarının de-ğiştirildiği yapılar bunlar... Kiraya verilmişilave kat titreyen beden duvarları tarafındantaşınırken, küçücük balkon sokakta hava-sızlıktan boğulur aslında. Siz bu binalarıgörmeyin, görmezden gelin... Onlar hüzünlüdursunlar yerlerinde.

Ve kortijolar... 15. yüzyıldan itibaren Sefarad ağırlıklı birMusevi cemaatine ev sahipliği yapan ken-timizde, Sefaradların İspanya'dan burayataşıdıkları kültürleri, yaşam biçimleri gibietkenlerle şekillenmiş konutlar. Dışarıdanküçük, dar bir girişle ulaşılan ancak avlusunaulaştığınızda "inanmıyorum" dediğiniz, sizihayrete düşüren sürpriz konutlar... Bir avluetrafına sıralanmış çok sayıda oda. Avluortak, banyo ortak, tuvalet ortak, sevinçlerortak, acılar ortak, yaşam ortak...

Ve zaman zaman bu da ne güzel dediğinizkonutlar... Osmanlı’nın çöküşünün hızlan-

dığı 20. yüzyıl başlarında ulusal bir bilinçyaratılmak için dönemin düşüncesiyle şe-killenmiş konutlar... I.Ulusal Mimarlık Dö-nemi konutları... Bu dönemin mimarları,mimarlığı ulusal bir bilinç yaratmaya yar-dımcı olabilecek bir araç olarak görmüş,inşa ettikleri yapılarda Osmanlı mimarlığınınklasik değerlerini yansıtmayı amaçlamış.Kaynağı Anadolu Türk Mimarisi olan, 1908-1930 yılları arasında etkili olduğu görünenI.Ulusal Mimarlık Dönemi yapılarında, Os-manlı mimarisinin pencere, saçak, kemer,kubbe, sütun gibi yapı öğeleri, süslemedeSelçuklu ve Osmanlı motiflerinin kullanıldığıgörülür. Cepheler kabartma hatayi üsluplubitki motifleri, rozetler, çini panolar ve geo-metrik Selçuklu desenleriyle bezenir.

Bu konutlara 1940'lı, 1950'li, 1960'lı,...... yıl-ların konutları da eklenir.

Kısacası Basmane çok eski zamanlardangünümüze değin geniş bir yelpaze... Birazeski, biraz yeni ama düşünemeyeceğinizancak görebileceğiniz kadar büyüleyici...Bir gün Basmane'nin hüzünlü ancak bir okadar da büyülü sokaklarında kaybolmanızdileğiyle...

79YAZ 2016

AKS 110ACİL SERVİS 112POLİS İMDAT 155 JANDARMA 156SU ARIZA 185CENAZE HİZMETLERİ 188

Otogar (İzotaş)0 232 472 10 10Üçkuyular Terminali0 232 259 88 62Adnan Menderes Havalimanı0 232 274 26 26THY 0 232 484 12 20TCDD Basmane Garı0 232 484 53 53TCDD Alsancak Garı0 232 464 77 95Denizcilik İşl. (Liman)0 232 425 87 00

Fuar Evlendirme Memurluğu0 232 425 24 60Eşrefpaşa Evlendirme Memurluğu 0 232 250 25 05Gültepe Evlendirme Memurluğu0 232 457 49 90Güzelyalı Ümit BesenEvlendirme Memurluğu0 232 285 05 07

Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü0 232 489 45 22 Bilgi İşlem Müdürlüğü0 232 445 19 40Çevre Koruma veKontrol Müdürlüğü232 482 10 36Emlak ve İstimlak Müdürlüğü0 232 489 45 18Fen İşleri Müdürlüğü0 232 489 48 58Hukuk İşleri Müdürlüğü0 232 489 31 73İnsan Kaynakları ve EğitimMüdürlüğü0 232 484 14 99Kültür ve Sosyal İşlerMüdürlüğü0 232 422 68 07Mali Hizmetler Müdürlüğü0 232 484 09 99Plan ve Proje Müdürlüğü0 232 489 45 59Park ve Bahçeler Müdürlüğü0 232 445 43 90Sağlık İşleri Müdürlüğü0 232 482 20 75Temizlik İşleri Müdürlüğü0 232 433 36 30Ulaşım Hizmetleri Müdürlüğü0 232 459 97 95Veteriner Müdürlüğü0 232 459 24 10Zabıta Müdürlüğü0 232 484 15 10Merbel Genel Müdürlüğü0 232 464 41 52

Valilik0 232 455 82 82Büyükşehir Belediye Başkanı0 232 293 12 00İZFAŞ 0 232 497 10 00Ege Serbest Bölge Md.0 232 251 35 94TRT Bölge Md.0 232 463 02 03Basın Yayın ve Enformasyonİl Müdürlüğü0 232 489 42 91Emniyet Müdürlüğü0 232 489 05 00Güney Deniz Saha Komutanlığı0 232 463 01 00Hava Eğitim Komutanlığı0 232 285 96 50İl Gençlik ve Spor Müdürlüğü.0 232 464 82 08İl Müftülüğü0 232 441 82 01Meteoroloji Bölge Müdürlüğü0 232 285 39 65Defterdarlık0 232 483 09 25Milli Eğitim Müdürlüğü0 232 477 21 00Ulaştırma Bölge Müdürlüğü0 232 495 20 00Ege Bölgesi Sanayi Odası0 232 441 09 09İl Sağlık Müdürlüğü0 232 441 81 11Çevre İl Müdürlüğü0 232 341 68 00Dokuz Eylül Üniversitesi0 232 464 80 47Ege Üniversitesi0232 388 01 10Yüksek Teknoloji Enstitüsü0232 750 60 00

Hastane PoliklinikAĞIZ BİRLİĞİ AĞIZ VE DİŞSAĞLIĞI POLİKLİNİĞİAli Çetinkaya Bulvarı No: 34/1 Alsancak Tel: 0232 463 86 88ATA DİŞ POLİKLİNİĞİVasıf Çınar Bulvarı Çelebi Apt.No: 25 K:2 D:4 AlsancakTel: 0 232 464 86 26ATAKALP HASTANESİ1418 Sok. No: 16 KahramanlarTel: 0 232 483 14 14BAŞKENT ÜNİVERSİTESİZÜBEYDE HANIM HAST.6371 Sok. No:34 BostanlıTel: 0 232 241 10 00DENTAKİD ÖZELSAĞLIK HİZMETLERİKıbrıs Şehitleri Cad. No: 53/4 Alsancak Tel: 0 232 465 11 05DENTORİON AĞIZ DİŞESTETİK MERKEZİMustafa Bey Cad. No:1/1 D:18Alsancak Tel: 0 232 464 88 11DIET INN BESLENME VEDİYET DANIŞMA MERKEZİKıbrıs Şehitleri Cad. Mayıs Apt.No: 4/7 Alsancak Tel: 0 232 463 53 67 - 463 53 29DİZDARER ÖZEL SAĞLIK1394 Sok. No: 11 D:9 AlsancakTel: 0 232 464 04 06

DOĞU-ŞAN ÖZEL AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI POLİKLİNİĞİCumhuriyet Bul. No: 181 D:3 Alsancak Tel: 0 232 421 59 65DR. CEVDET TUĞRUL MEME MER. ANKA ÖZEL SAĞLIKAli Çetinkaya Bul. No: 58/1Alsancak Tel: 0 232 446 84 75DR. A. KADİR DEMİRELDİŞ KLİNİĞİAli Çetinkaya Bul. No: 70 K:2 D:204 Sağlık Sitesi AlsancakTel: 0 232 421 89 12www.kadirdemirel.netDUYMER İŞİTMECİHAZLARI MERKEZİ1720 Sok. No: 2 KarşıyakaTel: 0 232 364 22 59Kıbrıs Şehitleri Cad. No: 4 Alsancak Tel: 0 232 463 74 55EL MİKROCERRAHİORTOPEDİ TRAVMATOLOJİHASTANESİ1418 Sok. No: 14 KahramanlarTel: 0 232 441 01 21GELİŞİM EGE SPECTTEŞHİS MERKEZİMimar Sinan Cad. No: 13/1 Kahramanlar Tel: 0 232 464 22 32 İDEAL AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI POLİKLİNİĞİTalatpaşa Bul. No:16 D:1 Alsancak Tel: 0 232 463 09 39www.idealclinic.comİLGİM KADIN HASTALIKLARIVE DOĞUM MERKEZİTalatpaşa Bul. 1434 Sok. No: 1/6 Alsancak Tel: 0 232 463 89 29www.ilgim.com.trİRENBE TIP VE TÜP BEBEK MERKEZİTalatpaşa Bul. 1436 Sok. No:6 Alsancak Tel: 0 232 464 58 88 (pbx)KENT HASTANESİ8229 Sok. No:30 ÇiğliTel:0 232 386 70 70KÜLTÜR TIP LABORATUVARI1394 Sok. No: 11 AlsancakTel: 0 232 464 42 32LAMED ÖZEL SAĞLIK HİZM.1359 Sok. No:1 K:2 D: 5-6Umut Sitesi AlsancakTel:0 232 464 22 33ORTE AĞIZ DİŞ SAĞLIĞIAli Çetinkaya Bul. No: 67/3Alsancak Tel: 0 232 465 05 50ÖZEL ÇINARLI HASTANESİAnadolu Cad. No: 14 ÇınarlıTel: 0 232 462 27 27ÖZEL KENT TIP MERKEZİKıbrıs Şehitleri Cad. No: 140 Alsancak Tel: 0 232 488 28 28ÖZEL SMYRNA ARTTÜP BEBEK MERKEZİAnadolu Cad. No: 34 BayraklıTel: 0 232 461 93 33 - 461 68 63RETİNA GÖZ MERKEZİTalatpaşa Bul. 1488 Sok. No:3 Alsancak Tel: 0 232 464 49 49 SERDAR ÖZLER GÖZ KLİNİĞİ1382 Sok. No: 32/4 Alsancak Tel: 0 232 463 98 76STAR KADIN SAĞLIĞI Ali Çetinkaya Bul. No: 66/4Alsancak Tel: 0 232 464 71 51 TALATPAŞA TIP LAB.Talatpaşa Bul. No: 61/2 Alsancak Tel: 0 232 463 08 97

TÜRKER DİŞ TEDAVİ ORTODONTİ İMPLANT1438 Sok. No: 1 Sema Apt. Alsancak Tel: 0 232 422 43 43TÜRK KANSER ARAŞTIRMAVE SAVAŞ KURUMU İZMİRMahmut Bozkurt Cad. No: 47 /2 Alsancak Tel: 0 232 464 85 84VELİ LÖK ÖZEL TEDAVİMERKEZİ1416 Sok. No: 11 KahramanlarTel: 0 232 425 85 45YAŞAM LABORATUVARIKıbrıs Şehitleri Cad. 1447 Sk. No: 6/1 Alsancak Tel: 0 232 464 55 64ZÜBEYDE HANIM TIP MERKEZİZübeyde Hanım Cad.No: 39/B Alaybey Karşıyaka Tel: 0 232 366 22 77

SEMT MERKEZLERİNazime-Sacide Akarcalı Semt Merkezi2814 Sok. No: 7Tel: 0 232 445 29 06Mersinli/İzmirBasmane Semt Merkezi1299 Sok. No: 7 Basmane(Oteller Sokağı) Tel: 0 232 445 93 79Agora Semt Merkezi806 Sok. No: 7 Patlıcan Yokuşu/Agora Tel: 0 232 483 05 98 Saadet Mirci Semt Merkezi843 Sok. No: 50 İkiçeşmelik Tel: 0 232 425 35 10İsmetpaşa Semt Merkezi360/1 Sok. No: 5 İsmetpaşa Tel: 0 232 457 37 40Ballıkuyu Semt MerkeziKocatepe Mah. Hacı Efendi Cad.No: 232 Ballıkuyu Tel: 0 232 446 00 40Eşrefpaşa Semt Merkeziİkiçeşmelik Cad. No: 5 Cicipark İçi Tel: 0 232 250 71 00Gültepe Semt MerkeziPlevne Cad. No: 18 Gültepe Tel: 0 232 433 25 77Kadın Danışma Merkezi442 Sokak No:73 Konak Tel: 0 232 425 35 01Mehmet Ali Akman Semt Merkezi4/1 Sokak No: 6Diyarbakır Apartmanı Güzelyalıİleri Yaş Sağlıklı Yaşam MerkeziHalil Rıfat Cad. No: 380 KonakTel: 484 53 00/2984Tarık Dursun K.Yazar Evi269 Sokak No: 12 Karataş

AKSAN OTELİGaziler Cad. No: 214-216 Basmane Tel: 0 232 441 70 61ANEMON İZMİRMürsel Paşa Bul. No: 40 Kahramanlar Tel: 0 232 446 36 56ANEMON FUAR OTEL1362 Sok. No: 57 Montrö AlsancakTel: 0 232 446 06 46

Acil Telefonlar

Ulafl›m

Konak Belediyesi Evlendirme Memurluklar›

Konak Belediyesi Müdürlükler

Resmi Daireler

Hastaneler

KONAK BELED‹YES‹ SEMT MERKEZLER‹

Oteller

NE NEREDE?... NE NEREDE?...

80 YAZ 2016

NE NEREDE?... NE NEREDE?... NE NEREDE?... BABADAN OTELİGaziosmanpaşa Bul. No: 50 Çankaya Tel: 0 232 483 96 40 BALCA OTEL1484 Sok. No:11 Alsancak Tel: 0 232 422 30 74BEYOND HOTELKızılay Cad. 1376 Sok. No: 5Alsancak Tel: 0 232 463 05 85BLUE BOUTİQUE HOTELMürselpaşa Bul. 1265 Sok. No: 13Basmane Tel: 0 232 484 25 25COMFORT OTELMürselpaşa Bul. No: 159 Tel: 0 232 425 26 00CROWNE PLAZACrowne Plaza İzmir 10 Sok. No: 67 İnciraltı Tel: 0 232 292 13 00OTEL DOKUZ EYLÜLMustafa Kemal Sahil Bul. No: 273Küçükyalı Tel: 0 232 445 94 80EGE PALAS OTELİCumhuriyet Bul. No: 210 Alsancak Tel: 0 232 463 90 90EGE SAĞLIK OTELİEge Üniversitesi ArkasıBornova Tel: 0 232 373 48 62İSMİRA OTEL Gazi Osman Paşa Bul. No: 26 Alsancak Tel: 0 232 445 60 60İZMİR HİLTONGazi Osman Paşa Bul. No: 7 Alsancak Tel: 0 232 497 60 60 İZMİR PALACEVasıf Çınar Bul. No: 2 Alsancak Tel: 0 232 421 55 83KARACA OTELİ1379 Sok. No: 55 Alsancak Tel: 0 232 489 19 40KAYA PRESTİGETel: 0 232 483 03 23 KİLİM OTELAtatürk Bulvarı AlsancakTel: 0 232 484 53 40 KORDON OTELAkdeniz Cad. No: 2 Pasaport Tel: 0 232 425 04 45MOVENPİCK HOTEL İZMİR Cumhuriyet Bul. No: 138 Pasaport Tel: 0232 488 14 14OTEL MARLAKazım Dirik Cad. No: 7 Pasaport İZMİR Tel: 0 232 441 40 00Faks: 0 232 441 11 50OTEL BAYLAN1299 Sok. No: 8 Basmane Tel: 0 232 483 01 52OTEL KAYAGazi Osman Paşa Bul. No: 45Alsancak Tel: 0 232 483 97 71PALM CITY OTELMürsel Paşa Bul. No: 149Basmane Tel: 0 232 445 80 80RESİDENCE BUTİK OTELMürsel Paşa Bul. No: 28 Basmane Tel: 0 232 441 90 90SC INN BOUTIGUE HOTELMürsel Paşa Bul. No: 2 Basmane Tel: 0 232 446 54 00SUSUZLU ATLANTİS OTELGazi Bul. No: 128 Çankaya Tel: 0 232 483 55 48SWISSOTEL GRAND EFESGazi Osman Paşa Bul. HeykelTel: 0 232 414 00 00YUMUKOĞLU OTELŞair Eşref Bul. 1371 Sok. No: 8 Çankaya Tel: 0 232 483 65 65 OLİMPİYAT OTEL945 Sokak No: 2 Basmane/İzmirTel: 0 232 425 12 69

ATATÜRK İL HALKKÜTÜPHANESİTel: 0 232 425 08 97İZMİR DEVLET TİYATROSUTel: 0 232 445 89 41 İDT KONAK SAHNESİTel: 0 232 483 50 35 İSMET İNÖNÜ SANAT MERKEZİTel: 0 232 489 09 26İZMİR TİYATRO BAB-I SANAT SAHNESİŞehit Fethi Bey Caddesi PasaportTel: 0 232 446 77 95DEÜ SABANCI KÜLTÜR SARAYITel: 0 232 441 90 09HAMLE TİYATROSUTel: 0 232 446 88 57 İZMİR DEVLET OPERA VE BALESİTel: 0 232 441 01 73İZMİR DEVLET SENFONİORKESTRASITel: 0 232 489 09 26İZMİR SANATTel: 0 232 483 63 34KARŞIYAKA AÇIK HAVATİYATROSUTel: 0 232 362 61 61

KONAK BELEDİYESİ TÜRKAN SAYLAN ALSANCAK KÜLTÜRSANAT MERKEZİKıbrıs Şehitleri Cad. No: 12 Alsancak Tel: 0 232 422 52 36KONAK BELEDİYESİSELAHATTİN AKÇİÇEKEŞREFPAŞA KÜLTÜR MERKEZİİnönü Cad. No: 2/1 BayramyeriTel: 0 232 262 45 90 - 262 99 84KONAK BELEDİYESİ GÜZELYALIKÜLTÜR MERKEZİ32 Sok. No: 4 Fuat Göztepe ParkıGüzelyalı Tel: 0 232 224 24 30AHMED ADNAN SAYGUNSANAT MERKEZİ (AASSM)Mithatpaşa Cad. 1087 Sok.Güzelyalı Tel: 0 232 293 38 00ALMAN KÜLTÜR MERKEZİTel: 0 232 489 56 87EÜ ATATÜRK KÜLTÜR MER.Tel: 0 232 483 85 20FRANSIZ KÜLTÜR MERKEZİCumhuriyet Bul. No: 152Alsancak Tel: 0 232 466 00 13KEDİ KÜLTÜR SANAT MER. Atatürk Cad. No: 86/A Alsancak Tel: 0 232 464 99 35 www.kedikultursanat.orgNARLIDERE BELEDİYESİKÜLTÜR SANAT MERKEZİTel: 0 232 238 80 55TÜRK-AMERİKAN DERNEĞİTel: 0 232 464 20 95TÜRK-İTALYAN KÜLTÜR DER.Kıbrıs Şehitleri Cad. No: 58 Alsancak Tel: 0 232 421 52 42ZİYA GÖKALP KÜLTÜR MER.Tel: 0 232 366 44 59

AFM PASTELTel: 0 232 489 22 00AGORATel: 0 232 277 25 25

BATITel: 0 232 347 58 25CİNEBONUS KONAK PİERTel: 0 232 446 90 40DESEM SİNEMALARITel: 0 232 422 53 10 İZMİR Tel: 0 232 421 42 61

KONAK BELEDİYESİNEŞE VE KARİKATÜR MÜZESİTel: 0 232 465 31 05KONAK BELEDİYESİİZMİR MASK MÜZESİTel: 0 232 465 31 07KONAK BELEDİYESİÜMRAN BARADAN OYUN VE OYUNCAK MÜZESİTel: 0 232 425 75 13KONAK BELEDİYESİRADYO VE DEMOKRASİ MÜZESİTel: 0 232 484 14 83KONAK BELEDİYESİKADIN MÜZESİTel: 0 232 484 04 81-489 45 22AGORA AÇIKHAVA MÜZESİTel: 0 232 483 46 96ARKEOLOJİ MÜZESİTel: 0 232 489 07 96ATATÜRK MÜZESİTel: 0 232 464 80 85BERGAMA MÜZESİTel: 0 232 631 28 83ÇEŞME MÜZESİTel: 0 232 712 66 09EFES MÜZESİTel: 0 232 892 60 10ETNOGRAFYA MÜZESİTel: 0 232 489 07 96İNÖNÜ EVİ MÜZESİTel: 0 232 445 55 99İZMİR RESİM VE HEYKEL MÜZESİTel: 0 232 482 03 93ÖDEMİŞ MÜZESİTel: 0 232 545 11 84TABİAT TARİHİ MÜZESİTel: 0 232 388 26 01TCDD MÜZE VE SANATGALERİSİTel: 0 232 464 31 31

EGE ÜNİVERSİTESİ KAĞIT VEKİTAP SANATLARI MÜZESİTel: 0 232 374 59 31

ÇAĞDAŞ YAŞAMI DES. DERNEĞİ1451 Sok. No: 17/3 Alsancak Tel: 0 232 464 33 59EGE AÇIKDENİZ YACHT KULÜBÜLevent Marina Bakü Bul. No: 72İnciraltı Tel: 0 232 278 79 22 EGE ORMAN VAKFI1452 Sok. No: 10/A K:3Tel: 0 232 464 51 60İZMİR DAĞCILIK VE DOĞASPORLARI İHTİSAS KULÜBÜ1456 Sok. No: 96/3 Alsancak Tel: 0 232 421 30 10 - 0 541 421 30 90İZMİR FOTOĞRAF SANATI DER.1457 Sok. No: 12/3Alsancak Tel: 0 232 464 32 12İZMİR KÜLTÜR SANATEĞİTİM VAKFIMithatpaşa Cad. No: 38 Karataş Tel: 0 232 482 00 90YENİ YÜKSEKTEPE KÜLTÜR DER.1482 Muzaffer İzgü Sokağı No: 5Alsancak Tel: 0 232 464 57 391710 Sok. No: 11 KarşıyakaTel: 0 232 381 67 76

KÜÇÜK KULÜPTel: 0 232 463 87 47KÜLTÜRPARK TENİS KULÜPTel: 0 232 483 33 52

ADNAN MENDERES HAVALİMANITel: 0 232 274 26 26İL TURİZM MÜDÜRLÜĞÜTel: 0 232 483 51 17BERGAMA Tel: 0 232 631 28 51ÇEŞME Tel: 0 232 712 66 53FOÇA Tel: 0 232 812 12 22SELÇUK Tel: 0 232 892 63 28

ABD Tel: 0 232 464 87 55İNGİLTERE Tel: 0 232 463 51 51İTALYA Tel: 0 232 463 66 76-96YUNANİSTAN Tel: 0 232 464 31 60

Tiyatrolar - Sahneler

Kültür Merkezi

Müzeler

Sinemalar

Sosyal kulüpler

Tenis Kulüpleri

Turizm Dan›flma

Konsolosluklar

81YAZ 2016

K A R A B U R U N Ö D E N E K Y A

A N O N İ M S A B A N M A Z E R E T

Ş T N A L K A L E M T A N E L İ

A N A K A R A İ T İ R A F F K

R O T A M İ L L İ T E R A T Ü R

G İ Z A J A N

Ş A F A K E K C A

A Y R E T A K A S

V Ş A N N A İ

E G E E T A L İ H

T O K A A K A L A

T İ R E A D A A N A N A S S E T

P İ L F E R İ B O T B İ R A Z T

O K F E L A K E T P A T A E T İ K

L K A S L İ S E L İ E S A M E A

A Z A R H A L L O K A L L İ K İ T

R A M T A M İ M B D İ V A N M İ

M A T A R A Ü M İ T K A T Y A Y

M A R A Z K A Z I A H N E V A L E

A N A S I R R E H A V E T N E D E N

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13

14

15

16

17

18

19

20

1- Dalış merkezleri ve balıklokantaları ile ünlü, yaklaşık on binnüfusu ile İzmir’in en küçük ilçesi - Biriş için ayrılan bütçe - Hayret sözü 2-Sahibi belli olmayan eser - İlkel birtarım aracı - Bahane 3- Atlarınayağına takılan demir parçası - Yazıaracı - Tanelerden oluşmuş 4- Büyüktoprak parçası, kıta - Başkalarıtarafından bilinmesi sakıncalı görülenbir gerçeği saklamaktan vazgeçipaçıklama 5- Gidilecek yön, izlenecekyol - Karada 1609, denizde 1852metre olarak kabul edilen bir uzaklıkölçü birimi - Bir bilim kolunun türlükonuları üzerine yazılmış yazı veeserlerin hepsi 6- Aklın erişemediği,açıklanmayan veya çözülemeyen şey- Casus 7- Güneşin doğduğu saat -İlave - Kalsiyumun sembolü 8- Dünyanın uydusu - Bir nota -Değiş tokuş, trampa 9- Ün, nam -Sodyumun sembolü 10- İzmir’in deiçinde bulunduğu coğrafi bölge -Şans 11- El sıkışma - Amerikantohumundan yurdumuzda üretilen birpamuk türü 12- İzmir’in bir ilçesi -Etrafı su ile çevrili kara parçası -Tropikal bir bitki ve bu bitkinin, tadıçok sevilen meyvesi - Voleybol veteniste maçın her bir bölümü 13- Kimyasal enerjiyi elektrikenerjisine çeviren araç, batarya -Arabalı vapur - Bir parça, azıcık 14- İlkel bir silah - Büyük zarar,üzüntü ve sıkıntılara yol açan olayveya durum, yıkım, bela - Oyundayenen ve yenilen olmaması, beraberekalma - Çeşitli meslek kolları arasındatarafların uyması veya kaçınmasıgereken davranışlar bütünü, 15- Tellerden oluşan ve kasılarakvücut hareketlerini sağlayan organ vebu organın telsi dokusu - Lisedeokuyan öğrenci - Adlar, isimler 16- Paylama - Karışık bir sorununiçinden çıkma, sonuca varma -Müzikli eğlencelerin yapıldığı yer,gece kulübü - Sıvı, akışkan 17- Boyuneğen, kendini başkasının buyruğunabırakan - Genelge, sirküler - Yüksekdüzeydeki devlet adamlarınınkurduğu büyük meclis - Bir nota 18- Yolculukta ve askerliktekullanılan, boyna veya bele asılıolarak taşınan, genellikle aba, deriveya metalden yapılmış su kabı -Umma, beklenti, umut - Bir yapıda ikidöşeme arasında yer alan daire veyaodaların bütünü - Ok atmaya yarayan,iki ucu arasına kiriş gerilmiş, eğri ağaçveya metal çubuk 19- Hastalık - Yeraltındaki tarihsel değeri olan şeyleri,yapıları ortaya çıkarmak amacıylaarkeologlarca toprağın belli kurallarave yöntemlere göre kazılması,araştırılması - Beddua - Gerekenyiyecek ve içecek şeyler, azık 20- Ögeler, unsurlar - Vücutta görülengevşeklik, ağırlık, tembellik - Bir olayıve durumu gerektiren, doğuran başkaolay veya durum, sebep

1- Bir peynir türü - Eğer, belki,farzedelim ki - Kutup - Fas’ınplaka işareti 2- En kısa zamanparçası - Bugün KuzeyKafkasya’da yaşayan bir Türkboyunun adı - Roman üslûbundansonra gelen abartılı danteladokusunda Orta Çağı mimarlıküslûbu - Vakit 3- Ofset baskısistemi - Bir konuyu açıklamayayarayan resim veya çizimGemilerde oda 4- Hatırla, yad et -Kaza ile, yanlışlıkla - Utanma,utanç duyma - Kadınların süs içingöz kapaklarına sürdükleri çeşitlirenkte boya, düzgün - Genellikleiçine sulu şeyler konulan metalvb.nden yapılmış kap 5- Yapı -Son yıllarda tehlikeli hale gelen

öldürücü bir haşere - Anadolu'nunbatı kıyısında, Selçuk ilçesi sınırlarıiçerisinde bulunan antik kent -Genellikle tavşan avındakullanılan, uzun bacaklı, çekikkarınlı, çok çevik bir köpek türü 6- Çıkar yıl, çare - Yabancı - Sıcak,kızgın, yakıcı 7- Mikroskop camı -İki şey arasında açıklıkoluşturmak, yarı açmak 8- Akıl- İzmir’in bir ilçesi - Araziölçülerinden 9- Bir yerden alıpbaşka bir yere iletme, aktarma,taşıma - Gereksiz, yersiz, boş -Sanat ve bilim eserlerinin, sanat vebilime yarayan nesnelerinsaklandığı, halka gösterilmek içinsergilendiği yer veya yapı 10- Kışaylarında kurulan keklik tuzağı -Yolcu ve turistlere gecelemeimkânı sağlamak, bunun yanındayemek, eğlence vb. hizmetlerisunmak amacıyla kurulmuşişletme - Büyük çivi 11- Hastalıklı,sakat - Astatinin sembolü - Otel,tiyatro vb. yerlerde girişe yakıngeniş yer 12- Bir sorunu çözmek

üzere öne sürülen görüş,düşünce, teklif - Dökme demir,font - İşlenecek bir nesnedebulunması gereken ısının, neminyeterli olması durumu 13- Satrançta yenilgi - Kalın vekaba bir kumaş - İsim - Helyumunsembolü 14- İlaç, merhem -Demirin sembolü - Bir şeyin iyiveya kötü olma özelliği, kalite 15- Bir şeyi veya kişiyi övmek içinyazılan yazı veya şiir - Doğuda birnehrimiz - Bir ilimiz 16- Eziyetetme - Bir besin - Kaygı -Cüzzamlı (halk) 17- Yapılardakullanılan kalın ağaç, tomruk -İlişki (halk) - Taban, döşeme, yer -Bir bağlaç 18- Orta kaldırım - Kalınbiçilmiş uzun tahta - Eşi olmayan,biricik, yegâne - Anma 19- Rüzgâr- Hindistan'da prenslere verilenunvan - Mesaj - Aruz veznindekısa okunması gereken heceyiölçüye uydurmak için uzun okuma 20- Çabuk davranan, çevik - Öğüt - Kesinlikle

82 YAZ 2016

SOLDA SAĞA

YUKARIDANAŞAĞIYA

BULMACA... BULMACA... BULMACA... BULMACA... BULMACA...

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13

14

15

16

17

18

19

20