Upload
others
View
13
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C.
ATILIM ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ ANA BİLİM DALI
TÜRKİYE’DE LİBERALİZM (1980–1999): NEO-LİBERAL
POLİTİKALARIN TÜRK POLİTİK-EKONOMİSİNE ETKİLERİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Mehmet Necati CİZRELİOĞULLARI
Tez Danışmanı
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Kemal UTKU
Ankara–2013
3
T.C.
ATILIM ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ ANA BİLİM DALI
TÜRKİYE’DE LİBERALİZM (1980–1999): NEO-LİBERAL
POLİTİKALARIN TÜRK POLİTİK-EKONOMİSİNE ETKİLERİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Mehmet Necati CİZRELİOĞULLARI
Tez Danışmanı
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Kemal UTKU
Ankara–2013
ÖNSÖZ
‘‘Türkiye’de Liberalizm (1980-1999): Neo-liberal Politikaların Türk Politik-
Ekonomisine Etkileri’’ başlıklı çalışmamın genel yapısında 1980 sonrası Türkiye’de
uygulanan neo-liberal politikaların 2000 krizine kadar nasıl bir süreçten geçtiği
anlatılmaktadır. Türkiye’de 1980 dönemine kadar olan süreçte yaşanan ekonomik
olguların, siyasal alana hangi açıdan yansıdığı ele alındıktan sonra, 1980 sonrası
Türkiye’de neo-liberal dönüşümüm baş mimarı olarak sayılan Turgut Özal
döneminde gerçekleştirilen neo-liberal politikaların olumlu ve olumsuz tarafları
ortaya konulmuş teoriler kapsamında 2000 yılına kadar Türkiye’de ne gibi bir etki
oluşturduğu tartışmaya söz konusu olmuştur.
Bu çalışmamın her aşamasında bana yol gösteren değerli danışmanım Yrd.
Doç. Dr. Mustafa Kemal UTKU’ya teşekkür ederim. Aldığım Yüksek Lisans
Derslerinde Tez konumun belirlenmesini sağlayan Prof. Dr. Halil İbrahim ÜLKER
ve Yrd. Doç. Dr. Hayriye ÖZEN’e teşekkürlerimi bir borç bilirim.
Çalışmalarım esnasında katkılarını sunan Senem ÖZDEMİR’e ve her zaman
yanımda olan, maddi manevi desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen M. Münir
CİZRELİ’ye ve aileme anlayış ve sabırlarından dolayı sonsuz teşekkür ederim.
ii
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ......................................................................................................................... i
İÇİNDEKİLER .......................................................................................................... ii
KISALTMALAR ....................................................................................................... v
TABLOLAR ............................................................................................................. vii
GİRİŞ .......................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM
LİBERALİZMİN TANIMI, ÇEŞİTLERİ VE GELİŞİMİ
1.1. LİBERALİZMİN TANIMI .............................................................................. 3
1.2. LİBERALİZMİN UNSURLARI...................................................................... 5
1.2.1. Bireycilik .............................................................................................. 6
1.2.2. Özgürlük ............................................................................................... 7
1.2.3. Sınırlı Devlet ......................................................................................... 9
1.2.4. Piyasa Ekonomisi ................................................................................ 10
1.3. LİBERALİZMİN ÇEŞİTLERİ ...................................................................... 12
1.3.1. Klasik Liberalizm ............................................................................... 12
1.3.2. Sosyal Liberalizm ............................................................................... 13
1.3.3. Neo-Liberalizm ................................................................................... 15
1.4. LİBERALİZMİN BATIDAKİ GELİŞİMİ ..................................................... 18
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE LİBERALİZM
2.1. TEK PARTİ DÖNEMİ................................................................................... 21
2.1.1. Planlı Dönem Öncesi: 1923–1929 ...................................................... 21
2.1.1.1. İzmir İktisat Kongresi......................................................... 23
2.1.1.2. Lozan Antlaşması ............................................................... 25
2.1.1.3. 1929 Buhranı ...................................................................... 26
2.1.2. Planlı Dönem: 1930–1938 Yılları Arası Devletçilik Politikası .......... 28
iii
2.1.2.1. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı .......................................... 30
2.1.2.2. Savaş Dönemi ve Sonrası Gelişen Süreç............................ 31
2.2. DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİ .................................................................... 34
2.3. LİBERALİZMİN SAHNEDEN ÇEKİLMESİNİN YAPTIĞI ETKİ ............ 39
2.3.1. 27 Mayıs Darbesi ve 1961 Anayasası ................................................. 39
2.3.2. Kalkınma Planları ............................................................................... 42
2.3.3. AET ile Türkiye Arasındaki İlişki ...................................................... 45
2.3.4. Petrol Krizi ve 1970’lerde Yaşanan Gelişmeler ................................. 47
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1980 İLE 1999 YILLARI ARASINDA GELİŞEN OLAYLAR
ÇERÇEVESİNDE TÜRKİYE’DE NEO-LİBERALİZM
3.1. NEO-LİBERAL POLİTİKALARA GİRİŞ .................................................... 53
3.1.1. 12 Eylül’ün Ekonomiye Etkisi ve 1982 Anayasası ............................ 55
3.1.2. 24 Ocak İstikrar Kararları ................................................................... 60
3.1.2.1. 24 Ocak Kararların Tedbirleri ............................................ 64
3.1.2.2. 24 Ocak Kararlarının Sonuçları.......................................... 66
3.2. KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA NEO-LİBERALİZM .......................... 68
3.3. NEO-LİBERAL POLİTİKALAR ÇERÇEVESİNDE YENİ SAĞ ............... 70
3.4. TURGUT ÖZAL İLE NEO-LİBERALİZM SÜRECİ ................................... 72
3.4.1. ANAP’ın Siyasi Yapısı ve Programı .................................................. 75
3.4.2. ANAP İktisadi Liberalizm .................................................................. 81
3.4.2.1. Özal Döneminde Ekonomik Yapı ...................................... 82
3.4.2.1.1. Dış Politika ....................................................... 83
3.4.2.1.2. Vergi Sistemi .................................................... 86
3.4.2.1.3. Özelleştirme ..................................................... 88
3.4.3. ANAP Siyasi Liberalizm .................................................................... 92
3.5. NEO-LİBERAL POLİTİKALAR .................................................................. 94
3.5.1. Para ve Finansal Serbestleşme Dönemi .............................................. 94
3.5.2. Devletin Sınırlandırılması ................................................................... 97
3.6. 5 NİSAN KARARLARININ SİYASETE VE EKONOMİYE ETKİSİ ........ 99
iv
3.7. IMF VE DÜNYA BANKASININ TÜRKİYE İLE İLİŞKİLERİ ................ 102
3.8. AB İLE GÜMRÜK BİRLİĞİ ....................................................................... 105
SONUÇ .................................................................................................................... 110
KAYNAKLAR ....................................................................................................... 118
ÖZET ....................................................................................................................... 133
ABSTRACT ............................................................................................................ 135
v
KISALTMALAR
AB : Avrupa Birliği
ABD : Amerika Birleşik Devletleri
ANAP : Anavatan Partisi
AP : Adalet Partisi
AT : Avrupa Topluluğu
BM : Birleşmiş Milletler
BYKP : Beş Yıllık Kalkınma Planı
CHP : Cumhuriyet Halk Partisi
DB : World Bank- Dünya Bankası
DÇM : Dövize Çevrilebilir Mevduat
DP : Demokrat Parti
DPT : Devlet Planlama Teşkilatı
DYP : Doğru Yol Partisi
GB : Gümrük Birliği
IMF : İnternational Monetary Fund- Uluslararası Para fonu
KDV : Katma Değer Vergisi
KİT : Kamu İktisadi Teşekkülleri
MSP : Milli Selamet Partisi
NATO : North Atlantic Treaty Organization- Küzey Atlantik Antlaşması
Örgütü
OECD : Organisation for Economic Co-operation and Development-
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü
vi
OPEC : Organization of Petroleum Exporting Countries- Petrol İhraç Eden
Ülkeler Örgütü
RP : Refah Partisi
SHP : Sosyal Demokrat Halkçı Parti
TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi
vii
TABLOLAR
Tablo 1. Liberal Sosyal Düzen, Liberal Ekonomik Düzen ve Liberal
Siyasal Düzen ........................................................................................ 113
Tablo 2. Doğuşundan Günümüze Liberalizm ...................................................... 114
Tablo 3. Türkiye’nin İktisadi Gelişmenin Temel Özellikleri 1980 ve
Sonrası ................................................................................................... 115
Tablo 4. 1980–1983 Askeri Hükümet Dönemi Ekonomik Performansı
Değerlendirmesi .................................................................................... 116
Tablo 5. AB–Türkiye İlişkilerinde Önemli Tarihler, Olaylar ve Dönüm
Noktaları ................................................................................................ 117
GİRİŞ
1970’li yıllar Türkiye için her yönüyle pek çok olumsuz olayların bir arada
yaşandığı bir dönem oldu diyebiliriz. Zaten, liberalizm tarihinin bu çalışmada
dolaysız olarak en fazla ilgilendiren kısmı da 1970’lerde başlayan ve 1980’lerden
2000 krizine kadarki küresel ekonomik durgunluğun ve siyasal hareketliliğin
ülkemize olan etkisidir. Bu süreç içinde ve özellikle de 1980 sonrasından 2000’e
kadar ANAP’ın uygulamaya çalıştığı ve neo-liberal diyede adlandırılan politikaların
ülkemiz ekonomi politiğine yaptığı etkiler bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır.
Liberalizm gerçek anlamda sanayileşmenin ilerlemesi, ülke ekonomisin
seyrinin değişmesi ve insan hakları anlamlarında ve daha birçok konuda yönetimleri
ciddi boyutta etkileyen bir konuma sahiptir. Özellikle büyük ekonomilere sahip
ülkeler diğer ekonomileri etkileme gücüne sahiptir ki Amerika ve İngiltere buna
örnek gösterilerek liberal kabulleri en fazla bünyelerinde barındıran devletlerdir.
Böylece liberalizm, daha fazla gelişme şansı yakalayarak, diğer ülkeleri de etki
alanına almaya başlamıştır.
1980 sonrasında bütün dünyada etkileri görülmeye başlayan küresel siyasal
ve iktisadi gelişmeler ve bu gelişmelerin Türkiye’ye yansıması en çok Turgut Özal’ın
iktidarı zamanında kabul görmüştür. 1980 askeri müdahalesiyle bir taraftan ülkede
demokrasi konusunda ödün verilirken, diğer yandan yine askerin desteğiyle bir
yönetim yapılanmasına gidilmiştir. Askeri dönem sonrası iktidara gelen Anavatan
Partisi ve Turgut Özal, Batı’da esen yeni liberal sağ politikaları Türkiye’de
uygulayıcı olma yoluna gitmişlerdir.
Bu anlayış doğrultusunda Özal’ın amacı, ülkeyi toplumsal ve ekonomik
yönden etki eden devletin yetkilerini sınırlandırmak, küresel düzeyde hâkimiyetini
hissettirmeye başlayan pazar ekonomisi Türkiye’de de uygulamak, dışa açılmanın en
büyük aracı olan özelleştirmeler yapmak ve Avrupa birliği yolunda önemli adımlar
atmasıydı. Ancak, Özal toplumsal ve ekonomik açıdan istediği hayallerini
gerçekleştiremedi. Yeni sağ politika uygulamalarının sonucun da oluşan ekonomik
2
istikrarsızlık, düşük büyüme hızı, artan yoksulluk ve eşitsizlik olmuştur. İzlenen
politikalar toplumun ekonomik ve toplumsal açıdan sorunlarını hafifletmeyerek daha
da ağırlaştırmıştır.
Çalışmamızın sonucunda da belirtmeye çalıştığımız gibi Özal çeşitli
nedenlerle ümit ettiği sonuca ulaşamamıştır. Araştırmamız Özal’ın önünü tıkayan
engellerin neler olduğunu ve kapitalizm ile onun ideolojik alt yapısı durumundaki
liberalizm kalkanındaki çatlaklıkların neler olduğunu açıklamaya çalışılacaktır. Diğer
bir deyişle, bizim ilgilendiğimiz zaman diliminde toplumsal gerçekliğin ne yönde
değiştiği, neler talep ettiği ve Özal ve iktidarının bunları ne ölçüde karşılayabildiği
araştırılacaktır.
Yukarda belirttiğimiz hususların geniş kapsamlı anlaşılabilmesi için
liberalizmin ve onun uzantısı olarak kabul edilen neo-liberalizm güncel şekline
tarihsel/sosyolojik olarak yaklaşacağız.
Araştırmamız doğrultusunda öncelikli olarak liberalizmin tanımı, tarihsel
evrimi ve geçirdiği değişiklikler hem küresel boyutta hem de ülkemiz özelinde
incelenecektir. İkinci bölümünde Türkiye’de liberalizm başlığı altında liberalizmin
gelişim süreci boyunca, Türkiye’de tek parti ve demokrat parti dönemindeki iktisadi
sürece değinilmiştir. Son bölümde ise 12 Eylül darbesi, 24 Ocak kararları ve
ANAP’ın iktisadi ve siyasal liberalizmi ele alınmıştır. ANAP döneminde uygulanan
siyasetin 1990’dan sonra Türk ekonomisini ve siyasetini nasıl etkilediği ele alınarak
bunun AB ve IMF gibi kuruluşlarla ilişkilerimize ne şekilde yansıdığı üzerinde
durulmuştur.
BİRİNCİ BÖLÜM
LİBERALİZMİN TANIMI, ÇEŞİTLERİ VE GELİŞİMİ
1.1. LİBERALİZMİN TANIMI
Liberalist düşüncenin köklerini ilk Çağ Antik Yunan siyasi ve iktisadi
düşüncesinde bulmak olasıysa da, sistemli bir düşünce tarzı olarak liberalizmin 17.
18. Yüzyıllar Avrupa’sında, siyasal alanda John Locke ve iktisat alanında da Adam
Smith tarafından geliştiğini söyleyebiliriz.1 Liberalist politikaların Türkiye’de, daha
doğrusu Osmanlı Devleti’nde yaşam bulmaları ise ‘yenileşme’, ya da o zamanların
söyleyişiyle ‘Tanzimat’ ve ‘Islahat’ adı altında olmuş ve Osmanlı devletinin
liberalleşme yolunda attığı ilk adımlar olarak algılanmıştır.2
Liberalizmin popülaritesi ve buna paralel olarak, özellikle Avrupa’nın
İngiltere gibi, görece olarak daha modern ve gelişmiş ülkelerinde, yayılması 18.
Yüzyılda olmuştur. Fransa’da başta Montesquieu (1699-1755), ve Jean-Jacques
Rousseau (1712–1778), daha sonra da Alexis de Tocqeville (1805-1859) liberalizmin
öncüleri olarak tanınır. Ortaya çıkışından beri anlamı ekonomik ve siyasi anlamda
özgürlük olan liberalizm, iktisadi alanda ise Adam Smith tarafından ‘‘Ulusların
Zenginliği’’ adlı eseriyle anlam bulmuştur. Bu kitabında liberalist iktisadın temel
ilkelerini ortaya koyan Smith, ekonominin işleyişinde doğal düzenin var olduğunu
öne sürerek bunu ‘‘görünmez el’’ olarak tanımlamıştır.3
19. Yüzyılda olgunluk çağına eriştiği kabul edilen bu akım, 20. Yüzyılda
yıkıcı etkileri çok uzun hissedilen bir buhran ve toplumsal kriz dönemine girmiştir.
1929 yılında başlayan ve ‘Büyük Bunalım’ olarak adlandırılan dönemin ardından
‘müdahaleci devlet’ anlayışını aksettiren devlet politikaları bir zorunluluk olarak
devreye sokulmuş ve geniş anlamda söylemek gerekirse, devletin iktisadi hayattaki
1 C. Can Aktan, ‘‘Klasik Liberalizm, Neo-Liberalizm ve Libertarianizm’’, Amme İdaresi Dergisi,
Cilt:28, Sayı:1, Mart 1995, s.8 2 Mehmet Seyitdanlıoğlu, ‘‘Türkiye’de Liberal Düşüncenin Doğuşu ve Gelişimi’’, Liberal
Düşünce Dergisi, Cilt:1, Sayı:2, Bahar 1996, s.103 3 Aktan, a.g.m., ss.3–10
4
rolü ve işlevinin genişlemesi demek olan bu politikalar, 1970’li yılların sonlarına
kadar uygulanmıştır. Devletin toplumsal ve iktisadi hayattaki rolü ve işlevinin
genişlemeye başlaması ise yeni sorunlar -kronik bütçe açıkları, yüksek vergi yükü,
enflasyon- iktisatçıları yeni çözüm yollarına yöneltmiştir. Bu olumsuz döngüsel
düzen yeniden siyaset ve iktisat alanlarında liberalist görüşlerin güç kazanmasına
neden olmuştur.4
Liberalizm gerçekten sadece bir siyasal doktrin veya ekonomik bir politika
değil, bunların hepsini bünyesinde toplayan bir dünya görüşüdür. Lerner, liberalizmi
toplumu örgütleyen bir yönetim metodu, özgürlüğü savunan bir birey için ise
inandığı bir felsefe ve hareket olarak tanımlamaktadır.5 Kısacası, liberalizmin temel
felsefesi; bireyi ön plana alan, toplumun savunduğu özgürlük anlamı içerisinde
hürriyetini, serbestliğini sağlayan ekonomik ve siyasi yapıdır.
Tarihsel açıdan bakıldığında, liberalizmin ticari kapitalizme ve onun iktisat
politikası olan merkantilizme tepki olarak doğduğu görülür; bir iktisat düşüncesi
olarak sanayi burjuvazisinin çıkarlarını yansıtmıştır.6
Aktan’ın ifadesiyle; liberalizm, bireyciliğe dayalı bir yapı olarak, bireylerin
iktisadi ve siyasal yapı içerisinde hak ve özgürlükleri güvence altına alan, piyasa
ekonomisinin doğal işleyişine bırakılarak devletin ekonomiye müdahalesinin
minimum düzeye indirilmesini savunan bir akımdır.7
Liberalizmin ilk hedefi, toplumu devletin denetim ve gözetim sisteminden
arındırmak olmuştur. Liberalizm ilk yıllarda mutlakiyetçiliğe ve feodal düzene karşı
olan bir ideolojiyken, sonraki dönemde devletin piyasa üzerinden müdahalesine karşı
olan ‘‘laissez-faire’’ (bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler) sloganına sahip
ekonomik anlayışı ve yapısal düzeni savunmaya başlamıştır. Liberalizmin temel
noktası olan ‘‘laissez-faire’’; insanları iktisadi faaliyetlerinde, dini işlerinde, düşünce
4 C. Can Aktan, Müdahaleci Devletten Sınırlı Devlete, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1996,
s.146 5 Fatmagül Berktay, Liberalizm: Tek Bir Teorik Pozisyona İndirgenmesi Olanaksız Bir
İdeoloji, Modern Siyasal İdeolojiler, der. Birsen Örs, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,
İstanbul, 2007, s.50 6 Gencay Şaylan, Değişim Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi, İmge Yayınevi, 2.Baskı,
Ankara, 1995, s.27 7 C. Can Aktan, ‘‘Turgut Özal’ın Değişim Modeli ve Değişime Karşı Direnen Güçlerin Tahlili’’,
Türkiye Günlük Dergisi, Sayı:40, Mayıs –Haziran 1996, s.13
5
ve kültürel bakımından kendi hayatlarına müdahale etmeyen, onları serbest bırakan
bir düşünce olarak tanımlanmaktadır.8
20. yüzyıla gelinmesiyle, liberalizm hem ekonomik hem de siyasi açıdan
krizlerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Krizlerin yarattığı etkilerden dolayı,
liberalizm geleceğine dair karamsar bir tablo çizerek derinleşmiş; ikinci dünya
savaşından sonra tekrar kendini göstermeye başlamıştır.
1.2. LİBERALİZMİN UNSURLARI
Liberalizm, olmazsa olmaz birçok temel ilkeye sahiptir ve bu ilkeler
birbirlerini tamamlayıcı niteliktedirler. Herhangi birinin eksikliği söz konusu
olduğunda liberal sistemin oluşumunu tamamlaması beklenilemez. Bu olmazsa
olmaz ilkeler; özgürlük, eşitlik, hoşgörü, akıl, serbest piyasa ekonomisi, sınırlı
hükümet ve hukuk devleti ilkesidir. Tablo 1’de belirtildiği gibi; liberalizmin mevcut
temel ilkeleri, toplumun sosyal, ekonomik ve siyasal düzenini oluşturmaktadır. Bu
unsurların ana ayrımı liberal ekonomik düzen ve liberal düzen şeklindedir. Her iki
ayrımın ortak niteliği özlerinde temel hak ve özgürlükleri barındırmalarıdır.
Liberalizmin sosyal düzen içerisinde olan piyasa ekonomisi, özgürlük, bireycilik ve
sınırlı ve sorumlu devlet anlayışı, ekonomik ve siyasal düzeni de içine almaktadır.
Liberalizmde akılcılık ilkesi, bireylerin kendi çıkarları doğrultusunda
davranacakları varsayımla iç içedir. Bireylerin eşit olarak doğdukları, yasa önünde ve
siyasal haklar bakımından eşit olduklarını kabul etmekle beraber, burada eşitlikten
kast edilen mutlak eşitlik değil fırsat eşitliğidir. Liberalizm, hoşgörünün sosyal ve
bireysel özgürlüğü ve mutluluğu artıracağını savunur.9 Çetin, liberal devletin
sınırlılık niteliğini “hukuk devleti” kavramı ile ifade eder. Ona göre; doğal hukuk
devletten önce de vardır ve devlet bağlayıcı niteliktedir.10
8 Ralph Racio, ‘‘Yirminci Yüzyılda Klasik Liberalizm’’, Liberal düşünce, Sayı:28, Güz 2002,
s.135 9 Mümtaz’er Türköne, Siyaset, Lotos Yayınevi, 7.Baskı, Ankara, 2007, s.121
10 Halis Çetin, ‘‘Liberalizmin Temel İlkeleri’’, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Dergisi, Cilt:2, Sayı:1, 2001, s.231
6
Liberalizm temel unsurları içerisinde önemli yere sahip olan; bireycilik,
özgürlük, sınırlı devlet ve serbest piyasa ekonomisi kavramları ele alınarak
açıklanmaya çalışılacaktır.
1.2.1. Bireycilik
Liberalist ideolojiye göre; birey, herhangi bir kolektif oluşum ve sosyal grup
karşısında üstündür; bireyler birbirinden farklı kimliklere sahip varlıklardır. Bu
farklılıkların temelinde bireylerin kendi çıkarlarını serbestçe yani özgür bir şekilde
gerçekleştirmelerini sağlayan, dışarıdan müdahale etmeyen bir devlet vardır.
Atilla Yayla; bireyciliği bir toplum teorisi, insanların sosyal hayatını
belirleyerek onları anlama teşebbüsü olarak niteler. Kendisine göre; bireycilik, bireyi
toplumdan soyutlanmış, hayatını yalnız başına sürdüren bir varlık olarak görmekten
ziyade, onu temel varlık olarak esas almak demektir. Toplum, devlet, millet gibi
varlıklar soyutturlar, bireydir somut olan; o dur temel olan varlık. Sosyal bütünler
esasen bireylerden oluşmaktadır ve bundan dolayı da her türlü kurumun, yapının,
topluluğun üstündedir.11
Birey topluluğun üzerinde ise eğer bu, hiç kimseden akıl
almaması, kimsenin ona hesap sormaması ve kimseye hesap vermemesi anlamına
gelir. En genel anlamıyla, liberal bir toplum bireye devlet müdahalesinin olmadığı,
yasaklanmayan hiçbir şeyin olmadığı bir toplum düzenidir bile denebilir.
Locke, liberalizmin temel felsefesini ortaya koyduğu ‘Liberalizm’ adlı
eserinde liberalizmin bireylerin siyasal özgürlüğünü savunan bir düşünce olduğunu
vurgular. Ona göre; bireyi özgür olması için her türlü otoriteden kurtulması ve kendi
hayatını kendisinin kurması gerektiğini ‘‘herkes kendinin yargıcıdır’’ ifadesiyle
belirtir.12
Tocqueville ise, her şeyin serbest olduğu, devletin müdahalesinin olmadığı
bir toplumsal düzende hiç kimsenin önüne geçemeyeceği evrensel bir yol vardır der.
Bu evrensel yolda bireyler kendi iradelerini sınırlandıracak, ona müdahale edecek her
11
Atilla Yayla, Liberalizm, Turhan Kitapevi, 1.Baskı, Ankara, 1992, s.135 12
John Locke, Civil Government, Siyasal Düşünceler Tarihi, Aktaran: Mete Tuncay, C.II, Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Sevinç Matbaası, Ankara, 1969, s.193
7
şeyi despotizm olarak tanımlarlar.13
Mill de devlet müdahalesine karşıdır. Mill’e
göre; devletin müdahalesi olmaksızın bireyler kendilerini daha iyi geliştirir, işlerini
daha iyi yapabilirler. Devletin müdahalesi, Mill’e göre, sadece onun gücünü gereksiz
yere artırmaya yarar.14
Şaylan, bu görüşü destekler niteliktedir. Yazar’a göre; piyasa mekanizmasının
sağlıklı bir şekilde uygulanması için devlet eliyle hiçbir müdahale de
bulunulmamalıdır. Aksi takdirde doğal uyum ve bütünleşme ortadan kalkar.
Dolayısıyla bireyin özgürlüğün kısıtlanması bireye başkaları üzerinde baskı kurma
durumunu ortaya çıkaracaktır. Özgürlüğün kısıtlanması ve bireye baskı uygulanması
çatışma ortamını getirecektir.15
Özetle, Bireycilik; bireyin haklarını devletin haklarından üstün gören ve her
türlü değerin bireyden geldiğine inanarak onu toplumun üzerinde tutan bir dünya
görüşü, bir toplum felsefesidir. Burada devlet bireye müdahale etmediği sürece birey
kendi kendini geliştirerek üretecektir.
1.2.2. Özgürlük
Özgürlük kavramı liberalizmin sahip olduğu en önemli unsurdur.
Liberalizmde hedef; bireylerin birbirinin özgürlüklerine müdahalede bulunmadan ve
her birinin birbirinden bağımsız bir şekilde serbestçe yaşayabilmesidir. Özgürlük
anlayışı liberallere göre, bireyin dışarıdan hiçbir zorlama olmadan davranabilmesidir;
dolayısıyla bireyin toplumun temel ögesi olmasından dolayı özgürlüğü korunmalıdır.
Ayferi Göze; dört çeşit özgürlükten bahseder: ‘‘Kişi özgürlüğü, İnanç
özgürlüğü, Basın özgürlüğü ve Mülkiyet özgürlüğüdür. Kişi özgürlüğü; kişinin
sebepsiz yere suçlanmaması, tutuklanmaması, çeşitli faaliyetlerden
yasaklanmamasıdır. İnanç özgürlüğü; herkesin istediği dini seçerek vicdani
düşüncelere sahip olabileceğini, dolayısıyla hiçbir şekilde hiçbir dine, mezhebe
girmeye zorlanmamasıdır. Basın özgürlüğü, serbest düşünceyi yayma amacı
13
Alexis de Tacqueville, Amerika’da Demokrasi, çev. Taner Timur, Türk İlimler Derneği
Yayınları, İstanbul, 1962, s.42 14
J. S. Mill, Faydacılık, çev. Nazmi Coşkunlar, M.E.B. Yayınları, İstanbul, 1986, s.21 15
Şaylan, a.g.e., s.27
8
taşımasından dolayı kişinin bağımsızlığının olmazsa olmaz şartıdır. Mülkiyet
özgürlüğü, kutsal, dokunulmaz bir haktır.’’16
Bütün bu saydığımız haklar yalnız
siyasal alanla sınırlı olmayıp, liberal düşünceye göre; iktisadi ve sosyal alanı da
kapsar.
Liberal açıdan özgürlük olgusunu incelediğimizde; Isiah Berlin’in, (1909–
1997) ‘‘Two Concepts of Liberty’’ adlı yapıtında belirttiği gibi, negatif ve pozitif
özgürlük teorisini görürüz. Klasik liberaller özgürlüğün, kişinin kendi başına
bırakılmasına, müdahaleden bağımsız ve tercih ettikleri şekilde hareket etme
becerilerine dayalı olduğuna inanırlar. Bu görüşü de, dışsal bir kısıtlama veya
zorlamanın olmadığı, negatif özgürlük teorisi olarak adlandırırlar. Modern liberal
görüşüne katılanlar ise, pozitif özgürlüğü; kişinin kendisinin efendisi olma yolunda
bağımsız olması olarak tanımlarlar. Kişinin kendisinin efendisi olması, bireyin
kendisini geliştirebilmesi, düşünceleri genişletebilmesi için de memnuniyet duyması
gerektiğini eklerler.17
‘‘Liberalizmin özgürlük anlayışı negatif özgürlüktür. Negatif özgürlük
bireyin dışarıdan gelen herhangi bir zorlamaya maruz kalmadan davranabilmesidir.
Birey davranışlarına müdahale edilmediği oranda özgürdür. İnsanın herhangi bir dış
müdahaleye maruz kalmadan davranabildiği alan ne kadar geniş ise, özgürlüğü de o
oranda geniştir. Burada özgürlük; “bir şeyden özgürlüktür”, “bir şeye özgürlük”
değildir. Özgürlükte esas olan bireye bir şey sağlanması değil onun dış zorlamalara
ve baskılara maruz kalmamasıdır.’’18
Locke; bireyin özgürlüğüne müdahalede bulunacak en büyük tehlike unsuru
olarak devleti görmektedir. Bu yüzden, devletin despot anlayışı olan bireylerin
özgürlüğünü hiçe sayması ve yok etmesi durumu önlenmelidir. Bunun da yolu ancak
devletin birey için var olduğuna inanmak ve onu sınırlamaktır. Çünkü ne kişiler, ne
de devlet insanların mallarına ve sivil haklarına baskı ve müdahale yetkisine
16
Ayferi Göze, Siyasi Düşünceler ve Yönetimler, Beta Yayınları, İstanbul, 1987, s.246 17
Andrew Heywood, Siyasi İdeolojiler, çev. Ahmet Kemal Bayram, Adres Yayınları, Ankara,
2011, s.46 18
Yayla, a.g.e., s.149
9
sahiptir.19
Bireyler üzerinde kendi değerlerini benimsetmek toplumsal refahı etkiler.
Bu yüzden, özgürlük başkalarının kendi yararlandığı haklardan mahrum etmemek
koşuluyla kendi mutluluğumuz için arayışta bulunmaktır. Bunu sağlamak içinde
olabildiğince devlet unsurunu geri plana iterek, baskı tutumunu azaltması gerekir.
Böylelikle, bireyin istenilen sonuca varması, kendini geliştirip üretken bir duruma
gelmesi liberalizm açısından ideal bir duruma ulaşması demektir.
1.2.3. Sınırlı Devlet
Liberalizmin devlet anlayışı, bireysel özgürlüklerin temel alınması
gerektiğine inanır. Bireysel özgürlükler hayata geçirildiğinde devletin yapısının
küçültülmesi ve sınırlandırılması gerekmektedir. Devlet, topluma müdahale edip
bireyin özgürlüklerini dikkate almadığı sürece liberalizmin hayata geçirilmesi
beklenemez.
Liberalizm, devlet baskısının ve müdahalesinin bulunmadığı işbirliği ve
özgürlük ortamında doğar. Toplum düzeninin sürekliliği, ancak dış müdahale ve
baskılar olmaksızın görüş birliği içinde sağlanır. Bunu gerçekleştirebilecek otorite
devlettir. Devlet, kuralları değiştirecek araçları sağlar, kurallar arasındaki farklılıkları
dengeler, kural dışı davrananları ise cezalandırır.20
Liberalist düşünceye göre, gerçek anlamda özgürlükten söz edilebilmesi için
anayasal düzenlemelerle devletin otoritesi sınırlandırılmalıdır. Bu durumda devletin,
temel hak ve özgürlükleri teminat altına alması gerekmektedir. ‘Anayasalcılık ve
Kuvvetler Ayrılığı’ kavramları da bu düşüncenin bir yansımasıdır. Liberalizm’in,
Kuvvetler Ayrılığı ve Anayasacılık ilkelerini geliştirmesindeki amaç; yasaların
egemenliğini korumak, yasa koyucuların keyfi müdahalelerini önlemektir.21
Bireyi sınırlandırdığımızda, devleti de sınırlandırmış oluruz. Bu yüzden,
sınırlandırılmamış, belirli düzenlemeler taşımayan bir devlet insan özgürlüğüne
19
John Locke, Hoşgörü Üstüne Bir Mektup, çev. Melih Yürüşen, Liberte Yayınları, Ankara,
1988, s.28 20
Milton Freidman, Kapitalizm ve Özğürlük, çev. Doğan Erbek, Altın Kitap Yayınları, İstanbul,
1988, s.52 21
Ruhdan Yumer, “Hayek’çi Liberalizmin Temel İlkesi”, Yeni Forum, Cilt:9, Sayı:215, 1988, s.24
10
yönelmiş en büyük tehdittir. Vatandaşlar üzerinde sonsuz otoriteye sahip olan,
onlardan ayrı ve onlardan üstün bir varlık olan devlet liberal değildir.22
Lock’a göre;
“devlet, sadece kendi sivil çıkarlarını tedarik etmek, korumak ve geliştirmek için
teşkil edilmiş bir insan toplumudur. Bu yüzden de, devlet, toplumun temel hakları
olan özgürlük, sağlık, mülkiyet gibi hakların her biri için, aynı kanunları yansız bir
şekilde düzenleyerek güvence altına almalıdır.”23
Liberalizme göre; esas olan ‘‘bireysel özgürlük’’ tür. İnsan; bağımsız, kendi
hür iradesiyle hareket edebilen bir “özne” olarak görülmekte ve toplum da
bireylerden oluşan bir bütün olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla insanın bireysel
olarak, toplum içindeki ihtiyaçlarını en yüksek ölçüde sağlayabilmesindeki azami
fayda bireylerden oluşan toplumun sahip olduğu azami fayda ile eş değerdir.
Devletin bireyler arasındaki ilişkilere müdahalede bulunmaması gerektiği düşüncesi,
bireylerin tek tek kendi “iyi” lerini seçebilecekleri, davranışlarının engellenmediği
bir düzen içinde faydacılığın temel ilkesi olan “en yüksek sayıdaki insanın en yüksek
mutluluğu” nun sağlanacağı varsayımına dayanmaktadır. Toplumsal büyümenin
temeli; bireyin, engellenmemiş hür irade serbestisinde saklı olmaktadır.24
Bu
durumda, piyasa ekonomisinin yaratılması için devlet ekonomiden elini çekmelidir.
Piyasa ekonomisi yaratıldığında ekonomik alanda özgürleşme sağlanacak, böylelikle
bireyler başarıya ulaşacaklardır.
1.2.4. Piyasa Ekonomisi
Liberalizmin bir diğer önemli unsuru da piyasa ekonomisidir. Piyasa
ekonomisi; toplumda gerçekleştirilecek ekonomik faaliyetlerin her hangi bir baskıya
maruz kalmadan ve bireylerin aralarında oluşacak hoşgörü ile işleyişlerini
sürdürebilmesidir.
Mises’a göre; piyasa ekonomisi ile ekonomik özgürlük aynı anlama
gelmektedir. Piyasa ekonomisinin olmadığı bir ülkede, ekonomik özgürlükler ve
siyasi haklardan dolayısı ile de gerçek özgürlükten söz edilebilmesi mümkün
22
Andrew Vincent, Modern Political İdeologies, Basil Blackwell, Cambridge, 1992, s.27–28 23
Locke, Civil Goverment, s.16 24
Levent Köker, Demokrasi Üzerine Yazılar, İmge Yayınları, Ankara, 1992, s.35
11
değildir. Bundan ötürü, özgürlüğü koruma altına almanın temel yolu kanunlardan
ziyade piyasa ekonomisidir. Piyasa ekonomisinin özgürlüğü sağladığı unsurun
rekabet olması dolayı ile bireylere sonsuz imkânlar sağlayarak onları özgürleştirir.
Eğer devlet ekonomik hayatı kontrol etseydi, insanların her alanındaki durumunu da
kontrol etme imkânı bulurdu. Bundan dolayı, siyasal özgürlük ile ekonomik özgürlük
iç içedir; birbirinden bağımsız düşünülemez.25
Piyasa ekonomisinde herkes kendi adına hareket eder. Kendi ihtiyaçlarını
gidermek için uğraşan bireyin eylemleri aynı zamanda diğer insanların
gereksinimlerini gidermelerine de hizmet eder. Bireyler, kendi bireysel ihtiyaçlarını
karşılarken dolaylı bir şekilde birbirlerine de fayda sağlamaktadırlar. Karşılıklı yarar
içinde işleyen sistem piyasa tarafından yönetilir. Piyasa sistemi; bireylerin
faaliyetlerini, insan ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik, başarıları doğrultusunda
yönlendirir.26
Piyasa sisteminin en önemli özelliği de sistemdeki bütün ilişkilerin
serbestlik içinde olmasıdır. İnsanlar birbirleriyle işbirliği yapıp yapmamakta, ticari
ilişkiye girip girmemekte özgürdür. Devlet piyasadaki faaliyetlere müdahale etmek
yerine, onları korumalı ve düzgün işleyebilmeleri için gerekli imkânları
sağlamalıdır.27
Friedman’da piyasanın tam anlamıyla işlerlik kazanmasını ve piyasa gücünün
sağlanabilmesini, şu görüşleri ile ifade etmiştir:28
Kaynakların etkin dağılımı,
Bilginin işletilmesi,
Yasal düzenlemelere gerek duyulmaksızın ırk, dil, din ve cinsiyet
ayrımının ortadan kaldırılması
Politik fikir işbirliğine ihtiyaç olmadan farklı gerçeklerin tatmin edilmesi;
bireylerin isteklerini piyasa yoluyla duyurabilmeleridir.
25
Ludwing Von Mises, The Anticapitalistic Mentality, Nosrand Company, London, 1956, s.259,
akt. Çetin, a.g.m., s.227 26
Çetin, a.g.m., s.227 27
Ayn Rand, “Kapitalizm Nedir?’’, çev. Atilla Yayla, Yeni Forum, Cilt:11, No:252, 1990, s.38 28
Freidman, a.g.e., s.56
12
Piyasa ekonomisi, bireylerin kendi istekleri doğrultusunda serbestçe faaliyet
gösterecekleri alanları kendilerinin seçmesini sağlar. Bireylerin bu tercihleri devlet
tarafından korunmalı ve bunlara yönelik her türlü olumsuz müdahale
engellenmelidir. Piyasa ekonomisinde karar mekanizması birey olmalıdır. Kararları
devlet verdiği takdirde, bireylerin aldığı kararların piyasa ekonomisine etkisi,
verimsiz ve düzensiz olacaktır.
1.3. LİBERALİZMİN ÇEŞİTLERİ
Liberalizm; 17. yüzyılda feodal toplumdan kapitalist topluma geçiş
aşamasından başlayarak 19. yüzyıla sanayi devrimine kadar olan dönemde klasik
liberalizm, daha sonra 20. yüzyılın son çeyreği ortaya çıkan modern liberalizm olarak
tanımlanan sosyal liberalizm ve sosyal liberalizme tepki olarak ortaya çıkan neo-
liberalizm olmak üzere üç şekilde adlandırılmıştır. Liberalizmin ortaya çıkışından
günümüze kadar olan yapısı Tablo 2’de ayrıntılı olarak gösterilmektedir.
1.3.1. Klasik Liberalizm
Klasik liberalizm, liberal düşüncenin ilk dönemlerinde ortaya çıkmıştır.
Klasik liberal düşüncenin yaratıcıları; John Locke, Adam Ferguson, Adam Smith,
Montesqueiu, J. Stuart Mill, Isiah Berlin ve Hayek’dir.
Klasik liberalizmin odak noktası bireydir. Yayla’ya göre; klâsik liberalizm,
toplumun aksine bireyi ön planda tutan, pozitif özgürlük anlayışı yerine, negatif
özgürlük anlayışını savunan; müdahaleci ve baskıcı bir devlet değil, sınırlı ve
sorumlu devlet isteyen; yeniden dağıtımcı sosyal adalet anlayışına karşı çıkarak,
adaletin en iyi şekilde piyasa ekonomisi içinde kendini yansıtmasını hedef alan bir
düşünce yapısıdır.29
Yeniden dağıtımcı anlayış karşısında Nozick, bireysel hak ve özgürlüklere
verdiği değer sosyal adaleti reddeder. Birinci değer olarak; bireysel hak ve
özgürlüklerin önemini vurgularken, sosyal adalet yaklaşımının yeniden dağıtım
29
Atilla Yayla, Liberalizm, Erişim: http://www.libertedownload.com/Ornek/Liberalizm.pdf.,
07.01.2013
13
politikasını eleştirir. Yeniden dağıtımcı bir adalet kavramı, insanların sahip olduğu
şeyler üzerinde diğer insanların da belli hakları olduğunu ve bu hak nedeniyle refahın
yeniden dağılımına ilişkin her türlü adalet isteği uygun karşılanması gerektiği
düşüncesine dayanır. Rawls’ un desteklediği yeniden dağıtım politikaları ise,
bireylerin kendi kendilerine sahip olma (self-ownership) ve mülkiyet hakkının ihlal
edilmesi anlamına gelir.30
Klasik liberaller, insanoğlunun kendi ayakları üzerinde durabilme
kapasitesinin yüksek olmasını kendi bencil çıkarları peşinde koşmalarına bağlarlar.
İkinci olarak, negatif özgürlüğe inanırlar. Birey, başkalarının zorlamasına veya
müdahalesine tabi olmadan yalnız bırakıldığı sürece özgürdür. Üçüncü olarak,
Locke’un da ifade etmiş olduğu gibi; toplumsal yaşama müdahalede bulunulmaması
anlamına gelen ‘‘gece bekçisi gibi çalışan minimal veya sınırlı devlet’’ anlayışıdır.31
Klasik liberalizm, serbest piyasa ekonomisine oldukça güven duymaktadır.
‘‘Laissez faire, laissez passer’’ olarak adlandırılan ‘‘bırakınız yapsınlar, bırakınız
geçsinler’’ ilkesi, ekonomik aktivitelerde devletin her türlü müdahalesine karşı çıkar.
Serbest piyasanın bireylerin rasyonel tercihleri doğrultusunda, A. Smith’in icadı olan
‘‘görünmez el’’ aracılığı ile kendini ideal düzeye taşıyabileceğini savunur.32
Ekonomiden yüksek fayda sağlanabilmesi için devlet müdahalesinin olmadığı bir
piyasa pazarının oluşturulması gereklidir. Böylelikle, bu düzen, özel mülkiyetçiliğin
gelişmesini ve bireylerin özgürlüklerinin korunmasını sağlayacaktır.
1.3.2. Sosyal Liberalizm
20. yüzyıla girilmesiyle beraber liberalizm, sosyal değerleri ve hakları
gündeme getirmiştir. Bunun nedeni, klasik iktisat politikalarının yol açtığı 1929 krizi
ve ona karşı oluşan tepkidir. Sosyal liberalizmin doğuş sebebi; sanayi toplumlarında
ortaya çıkan adaletsizlik ve eşitsizliklerdir.
30
Rabia Sağlam, ‘‘Liberal Adaletin İki Farklı Görünümü: John Rawls ve Robert Nozick,
‘‘Hakkaniyet olarak Adalet’’ Eleştirisinden Yetkisel Adalet Eleştirisine’’, Erzincan Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:XI, Sayı:1–2, 2007, s.182 31
Heywood, a.g.e., s.61 32
Ahmet Nohutçu, Kamu yönetimi, Savaş Yayınevi, Altın Seri 8.Baskı, Ankara, 2012, s.525
14
Sosyal liberalizmin kurucusu Thomas Hill Green olarak kabul edilir. Sosyal
liberalizmin temel ilkeleri, klasik liberalizm’in temel ilkelerine oldukça ters
düşmektedir. Sosyal liberalizm; pozitif özgürlük, sosyal adalet, toplumculuk, bireyin
ve toplumun hayatında devletin daha fazla yer edinilmesi anlayışını benimsemiştir.33
Sosyal liberalizm de doğal olan, insanların farklı yapılara ve değer yargılarına sahip
olmalarıdır. İnsanoğlunun doğası gereği birbirinden farklı özelliklere sahip olması,
birbirlerinden farklı yaşama haklarına sahip olmalarına olanak tanır.
Green, insanların özgecilik kapasiteleri olduğunu ve birbirine karşı şefkat
besledikleri söyler. Ona göre; bireyler salt bireysel değil, sosyal sorumluluklar da
taşırlar. Bu yüzden de her birey diğerine empati bağlarıyla bağlıdır. İnsan doğasına
ilişkin böyle bir ilişkinin kavramsallaştırılmasının, insanların sosyallik ve işbirlikçi
doğasına vurgu yapan sosyalist fikirlerden etkilendiğidir.34
Sosyal liberaller, devletin rolünü artıran ona aktif bir görev üsteleyen görüş
tarzı olan pozitif özgürlük anlayışını benimsemektedir. Çünkü onlara göre, özgürlük
sadece bireysel bir olgu değil toplumsal bir olgudur. Bu anlayış, bireyin toplum
içinde üretilen değerden pay almasını gerektirmektedir. Bu durumda devlet,
özgürlüğün sağlanabilmesi için aktif bir rol biçerek çaba göstermelidir.35
Green’in pozitif özgürlük fikrine göre, özgürlük, bireyin bireyselliği kazanma
ve geliştirme yeteneğidir; yani özgürlüğün içerisinde bireyin potansiyelini
gerçekleştirme, bilgi ve beceri elde etme ve doyuma ulaşma yeteneği vardır. Bu
bağlamda, negatif özgürlük bireyin üzerindeki dışsal sınırlamaları kaldırırken
açlıktan ölme özgürlüğünden daha fazla bir şey demek olmadığını, pozitif özgürlük
ise; bireyi güçlendirmeyi ve felce uğrayan sosyal felaketlerden insanların yaşamlarını
muhafaza eder.36
“Kendiliğinden düzen” kavramı sosyal liberalizmin esas aldığı diğer bir
ilkedir. Liberal düşünür Hayek’in üzerinde en fazla durduğu konuların başında gelen
kendiliğinden düzen kavramı; herhangi birinin üzerinde girişimde bulunmadığı,
toplumun kendi dinamikleri içinde geliştiği, insanların kendi doğal görüntülerini
33
Atilla Yayla, Liberal Bakışlar, Liberte Yayınları, Ankara, 2000, s.160 34
Heywood, a.g.e., s.71 35
Mustafa Erdoğan, Liberal Toplum, Liberal Siyaset, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1998, s.11 36
Heywood, a.g.e., s.72
15
rahatlıkla sergileyebildiği, toplumun kendiliğinden bir değişim süreci yaşadığı
toplum düzenidir. Hayek, kurgulayıcı akla karşı şiddetli tepki göstererek toplumun
kendiliğinden ve aşama aşama değişmesini savunmuştur.37
Bu durumda, devlet
toplumsal yapıya müdahalede bulunmamalıdır. Devletin toplumsal yapıya
müdahalede bulunmaması, daha özgür ve katılımcı bir toplum yapısının oluşumuna
sebep olacaktır.
Özetle, Sosyal liberalizm, 1929 Dünya Bunalımı ile birlikte yoksulluğu
azaltmak, toplumsal refahı artırmak ve sosyal adaleti sağlamak amacıyla klasik
liberalizme tepki olarak ortaya çıkan bir kavramdır.
1.3.3. Neo-Liberalizm
Neo-liberalizmin amacı, devlet müdahalesinin minimal düzeyde olduğu bir
toplumda kendi kendine işleyerek, kendine özgü kurallarıyla süreklilik gösteren
piyasa mekanizmasını oluşturmaktır. Devlet müdahalesinin minimal düzeyde
tutulması düşüncesi, sadece piyasa mekanizması ile sınırlandırılmamalıdır.
Toplumsal ve siyasal sistemde de devlet müdahalesi pek az istenen bir durumdur.
Devlet müdahalesinin olmadığı bir sistemde bireyler kendilerini daha iyi ifade edip,
özgür olacaktır.38
1929’da dünyadaki ülkeler o tarihe kadar karşılaştığı en büyük üretim fazlası
nedeniyle büyük bir krize girmişti. Bu krizin ardından tercih edilen Keynesçi
ekonomi modeli, devlet otoritesinin ekonomi alanına nüfuz etmesini savunmuştur.
Keynesyen model, kriz sonrasında işsizliğe neden olan talep ve istihdam sorunlarının
çözümünü devletin yetki ve sorumluluğunda olması gerektiğini benimsemiştir.
Bununla beraber, 1970’li yıllara gelindiğinde; Keynes ekonomi modelinin etkisini
kaybetmeye başladığı görülmüştür. Keynesçi modelin refah devleti anlayışı yerine;
37
Ömer Çaha, Dört Akım, Dört Siyaset, Zaman Kitabevi, İstanbul, 2001, s.53 38
Senem Kurt, ‘‘Hayek’in Özgürlük ve Adalet Teorisi’’, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:2, Sayı:3, 2006, s.200
16
serbest piyasa, özel sektör ve devlet denetiminden uzak, pazar sistemi anlayışı
yerleşmiş, bu oluşum neo-liberal dönemin başlamasına zemin hazırlamıştır.39
Türköne’nin belirttiği şekliyle; neo-liberalizmin temel öğeleri, birey ve
pazardır. Amacı ise, piyasa üzerindeki devlet müdahalesini kaldırmaktır. Bir pazar
sisteminin etkili, verimli olabilmesi ve büyüme göstermesi için serbestçe işlenmesi
temin edilmelidir. Bu durumda, devlet müdahalesi olmaksızın işleyebilen bir
sistemde bireyler daha özgür olacaktır.40
Andrew Heywood ise; neo-liberalizmi, 1970’lerden beri üzerinde konuşulan
iktisadi liberalizmin yeniden canlanması olarak görmektedir. Neo-liberalizm karşı bir
devrim niteliği taşıması sebebiyle, 20. yüzyıla damgasını vuran ‘‘iri’’ devlet
anlayışını, durdurmak mümkünse tersine çevirmektir. Neo-liberalizm, en büyük
etkisinin serbest piyasa ekonomisi ilkesi kapsamında yer alan İngiltere’deki
‘‘Thatcherism’’, ABD’deki ‘‘Reaganizm’’ politikalarının oluşturduğu ‘yeni sağa’ ait
ideoloji üzerinde olduğu kabul edildi.41
Neo-liberalizme tarihsel açıdan bakıldığında: ‘‘İkinci Dünya Savaşı sonrası
dönem, liberalizmin hegemonyasının doruk noktasına çıktığı 1968’den itibaren hızla
inişe geçmeye başladığı bir dönem olmuştur. Bu süreç, 1980’li yıllara gelindiğinde;
liberalizmin neo-liberalizme dönüşmesiyle sonuçlanmış, liberal gelenek daha önceki
süreçte katıldığı sosyal-demokrat öğelerden hızla sıyrılarak, yeni sağ söylem içinde
daha fazla muhafazakâr ve otoriter öğeler eklenmemiştir. Sonuç olarak, tüm
toplumsal yaşamın, piyasa terimleri üzerinden algılandığı bir piyasa düzeni olarak
neo-liberal bir tarz ortaya çıkmıştır.’’42
Tüm dünya da yeni sağ kavramının 1970’lı
yıllarda neo-liberalizm ile etkin olmasıyla beraber Türkiye’ye yansıması, 1980
sonrası dönemde iktidarda bulunan ANAP partisi (Turgut Özal) dönemidir.
1980’li yıllarda, neo-liberalizmin; birçok ülke yönetiminde etkisini
göstermeye başlamasıyla, devletlerin ‘‘neo-liberal reform programları’’na
39
C. Emre Aytekin, ‘‘Türkiye Siyasetinde Neo-liberal Dönüşüm’’, Seminer Çalışması, Erciyes
Üniversitesi İ.B.B.F, Kayseri, 2012, s.4–5 40
Türköne, a.g.e., s.124-125 41
Heywood, a.g.e., s.67 42
Alev Özkazanç, ‘‘Türkiye’nin Neo-Liberal dönüşümü ve Liberal Düşünce’’, Tartışma Metinleri
NO:85,Haziran-2005,Erişim:http://www.politics.ankara.edu.tr/eski/dosyalar/tm/SBF_WP_85.pdf,
11.01.2013
17
başvurmaları dikkat çekmiştir. Bu programlarda; insan ihtiyaçlarının karşılandığı,
refahın sağlandığı, kişisel özgürlüklerin artırıldığı, pazarlara siyasetin ötesinde
öncelik tanındığı ve piyasa tabanında bireylere mal ve hizmetleri seçme hakları
sunulduğu görülmektedir. Bu süreci ülke yönetimleri için önerilen neo-liberal
politikalar takip etmiştir:43
Uluslar ticarete ve yatırımlara açık olmak, ticari vergilerde indirim
yapmak, özel sektörün katılımını engelleyen bürokratik yapıyı azaltmak,
Ekonomide yeniden düzenlemeler yapmak ve fiyatların kendi seviyesini
kendileri bulacağı esnek emek pazarları oluşturmak,
Sağlık, refah ve eğitim gibi alanlarda sosyal hizmet alanlarında ve kamu
harcamalarında indirime gitmek,
Kamu hizmetlerini özelleştirmek, uluslararası rekabeti sağlayacak yarı
özel kuruşları oluşturmak,
Sosyal olarak kazanılan piyasa haklarının yeniden tanımlanması.
Bu politikalar İngiltere ve ABD’de gelişerek daha sonra birçok ülkede
uygulanmaya başlamıştır.
Sonuç olarak, ‘‘17. yüzyıldan 19. yüzyılın sonlarına kadar olan süreçte
“Klasik Liberalizm”, politik alanda; güçler ayrılığı, kanun üstünlüğü, sınırlı hükümet,
gibi değerleri savunurken, ekonomik alanda; piyasa mantığını savunmuştur. Büyük
ekonomik krizin ardından 1. ve 2. Dünya Savaşları sonrası gelişen toplumsal
hareketler, liberalizmin özgürlük teorisini sorgulamaya yol açmış, bunun sonucu
olarak da Sovyet Devrimin oluşturduğu süreç, onu kapitalizmin Keynesci refah
ekonomisi anlayışına yöneltmiştir. Bu anlayış, eşitlikçi bir liberalizm biçimini
savunan “Sosyal Liberalizm” söylemini ortaya çıkarmış, ancak bu durum uzun
sürmemiştir. 1970’lerde özellikle sanayileşmiş ülkelerde meydana gelen dünya petrol
krizi, yüksek enflasyon, ekonomik durgunluk gibi olumsuz gelişmeler liberalizmde
yeni bir yapılanma gereksinimine yol açmıştır. Bu yapılanma, sosyal liberalizmin
43
Keith Faulks, Political Sociology, USA, New York Un. Press, 1995, s.75, akt. M. Akif Özer,
Yeni Kamu Yönetimi Teoriden Uygulamaya, Platin Yayınları, Ankara, 2005, s.154
18
kamu harcamalarına ve planlı ekonomisine tepki olarak ortaya çıkan “Neo-
Liberalizm” biçimini açığa çıkarmıştır.’’44
1.4. LİBERALİZMİN BATIDAKİ GELİŞİMİ
‘‘Liberalizm, ortaçağ düzeninin çözülmesiyle ortaya çıkan ulus devletlerin
sosyal, siyasal ve ekonomik organizasyon arayışlarının, eski düzen yerine yeni düzen
oluşturma çabasının, hemen her alanda yeni meşruiyet dayanakları aramanın bir
sonucu olarak doğmuş ve gelişmiştir. Liberalizm, bireyin sosyal, siyasal ve
ekonomik alanlarını kısıtlayan, sınırlandıran bir yapıya karşı olmasından dolayı bu
alanlardaki özgürlüğünü yok eden her türlü olguya karşı mücadele etmektedir.’’45
Liberalizm, ortaçağdaki yapının özgürlüklere doğru dönüşmesiyle
başlamaktadır. Ortaçağda Avrupa’ya damgasını vuran yapılardan biri, Avrupa’da
yaşam tarzını belirleyen bütün ilişkileri toprakla bütünleştiren feodalite, diğeri ise;
bütün düzeni dinsel değerler üzerine kurulu olan yapının toplumu kendine bağlı hale
getiren kilise; bu yapılar ortaçağda liberalizmin başlangıcını oluşturmuşlardır.
Bu çağ ile beraber Avrupa’da toplum ve yönetim yapısında bir takım
dönüşümler gerçekleşmiştir. Bu dönüşümleri etkileyen süreçler; ekonomik düzeyde
ticaretin gelişmesi, kentlerin kurulması ve Kralın, bireysel iradesinin güçlenerek
ortaya çıkan yeni bir sınıfın (Burjuvazi) iktidardan pay arayışıdır. Ticari ve sanayi
sınıfı olan burjuvazinin ortaya çıkması ile birlikte bu sınıflar liberal özgürlük ve
gelişmelerin öncüsü haline gelmiştir.
Ortaya çıkan en önemli kavramlardan biri olan özgürlük kavramı,
özgürleşmeyi beraberinde getirmiştir. Özgürleşme, kentlerde yaşayan insanların
ortak çıkarlarının temsil edilmesine yönelik bir örgütleşmeye yol açmıştır. Böylece,
insanların temsil edilebilirliği ve hukuk kurallarına göre belirlenmiş sosyal statülere
sahip olmalarına da olanak vermiştir. Bu durum, liberalizmin oluşmasında etki
44
Cevdet Doğan, ‘‘Klasik Liberalizmden Neo-Liberalizme Devletin Rolü Sorunsalı’’, Sosyoloji
Dergisi, Ankara, Eylül-Ekim-Kasım2008, s.56,
Erişim: http://tr.scribd.com/doc/120492494/sosyoloji-notlar%C4%B1, 12.01.2013 45
Halis Çetin, ‘‘Liberalizmin Tarihsel Kökenleri’’, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Dergisi, Cilt:3, Sayı:1, 2002, s.80–81
19
göstermiştir.46
Yaşanan gelişmeler ve değişimler kilisenin gücünü kırmıştır. Böylece
liberalizmin doğuran özgür düşünce ortamının zemini oluşmuştur. Bunun sonucu
olarak, bireyin düşünsel özgürlüğünün önündeki en büyük engel olarak görülen
dinsel faktörlerin yerini, özgür ve eşit birey anlayışı almıştır.
Avrupa’da köklü bir değişimlere yol açan Reform ve Rönesans hareketleriyle
birlikte yeni bir insan anlayışı doğmuş ve bu anlayışa bağlı olarak özgürlük ve
bireycilik kavramlarının önemi vurgulanmıştır.47
Liberalizm gelişmesine, sanayi devriminin de büyük katkısı olmuştur.
Liberalizmin oluşmasını ve yerleşmesini sağlayacak olan bu devrim yapısal ve
düşünsel değişimlerin temelleri çerçevesinde gelişerek; insanı doğaya egemen kılmış,
burjuvaziyi iktidara geçirmiş, ekonomide liberalizmin sloganı olan “laissez faire”
fikrini ortaya çıkarmıştır.48
Sanayi Devriminin yarattığı ortam burjuvazinin her zamankinden daha da
güçlü hissettirmesini sağlayan devlet anlayışına yöneltmiştir. Özgürlüğün her alanda
yayılmasını sağlamak amacıyla; özel mülkiyet, serbest girişim gibi liberal ilkeler
benimsenmiştir. Sanayi devrimi; kapitalistleşme, serbest girişim, özel mülkiyet
alanlarındaki gelişmelerle liberalizmin ekonomik bir tabana oturmasına sebep
olmuştur.49
Sanayi devrimi rekabet oluşturması nedeniyle yeni savaşlara ve yeni
sömürgelere neden olmuştur. Ekonomik alandaki gelişmelerin, iç savaşlara,
devrimlere, anayasal hareketlerin yaşanmasına yol açması, liberalizmin oluşturduğu
sosyal, siyasal, ekonomik yapıyı ortaya çıkarmıştır. Sanayi devriminin toplumsal ve
ekonomik ilişkilerde değişim göstermesinin ardından, alt üst sınıflar, işçi ve işveren
sınıfları oluşmuş, büyük ekonomik uçurumlar görülmüştür.50
46
M. Ali Ağaoğulları, Levent Köker, İmparatorluktan Tanrı Devletine, İmge Yayınevi, Ankara,
1991, s.189 47
M. Ali Ağaoğulları, Levent Köker, Tanrı Devletinden Kral Devlete, İmge Yayınevi, Ankara,
1991, s.155 48
Çetin, a.g.m., s.88 49
A. Erdem Çetin, Siyaset Bilimi, Kamu Yönetimi, ed. Ayşe Tekin, Arın Yayıncılık, Ankara,
2007, s.71 50
Mehmet Selik, İktisadi Doktrinler Tarihi, Gerçek Yayınları, İstanbul, 1988, s.105–108
20
Sanayileşme, ülkelerde ekonomik, toplumsal, politik ve kültürel bakımından
büyük ve köklü değişimlerin yaşanmasına sebep olmuştur. Meydana gelen bu
ekonomik uçurum halkın büyük bir kesiminin işsiz kalmasına yol açmış ve
dolayısıyla yoksullaştırmıştır.51
Özetleyecek olursak; yapmış olduğumuz açıklamalardan yola çıkıldığında
liberal anlayışın sonucu olarak, batı ülkelerinde; birey özgürlüğü ön plana çıkmış
dini otorite gücü zayıflamış, bireyler aralarında sınıf tabakaları oluşmuş, özel
mülkiyet kavramı doğmuştur.
51
Şaylan, a.g.e., s.46-47
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE LİBERALİZM
2.1. TEK PARTİ DÖNEMİ
Tek parti döneminde, Türkiye’nin politik-ekonomik yapısını etkileyen
gelişmeler yaşanmıştır. 1923–1930 yılları arasında liberal politikalar uygulanmaya
çalışılmış ise de, beklenen başarı sağlanamamış, bunun sonucu olarak 1930’dan
sonra yeni bir yapılanma olan ‘Devletçilik’ politikasına geçilmiştir. Böylelikle; yeni
bir sürece girilmiş, kalkınma planı hazırlanmış, ülke gelişiminde etki gösterecek
sanayi politikalarına başvurulmuştur. Ancak dünya ülkelerinin genelinde yaşanan
ekonomik kriz ve ikinci dünya savaşı Türkiye’yi siyasal, sosyal ve ekonomik açıdan
derinden etkilemiş, bunun sonucu olarak ülkenin dışa kapalı yapısının değişmesine
yönelik ılımlı bir bakış açısı oluşmuştur.
2.1.1. Planlı Dönem Öncesi: 1923–1929
Osmanlı devleti 19. yüzyılın sonundan 20. yüzyılın başına kadar katıldığı
savaşların etkisiyle güçsüz bir konuma gelmesinden dolayı, ekonomik anlamda iç
kaynakları yetersiz kalmış, yüksek oranda borçlanmaya gidilmiştir. Savaşların
yıllarca sürmesi sonucunda; ülkede birçok iş sahası kapanmış, erkek nüfusu azalmış,
göçler nedeniyle de işsizlik büyük boyutlara ulaşmıştır. Devletin iç kaynaklarının
ordunun hizmetine sunulması sonucu kaynakların tükenmesi söz konusu olmuştur.52
Osmanlı Devletindeki sanayi kuruluşlarının kapasitesinin düşük olması, işçi sayısının
az üretilen ürünlerin ise kalitesiz ve verimsiz olmalarının sonucu devletin ekonomik
yapısında zayıflama görülmüştür.
Cumhuriyetin ilan edilmesinin ardından, toplumum her açıdan devletten
beklentisinin yüksek olması ülkeyi zor bir döneme sürüklemiştir. Bunun sonucu,
sosyal ve ekonomik alanda ülkeyi yeniden inşa etmek amacıyla, okullar ve hastaneler
52
Ali Coşkun, ‘‘Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türkiye Ekonomisi’’, Atatürkçü Düşünce Dergisi,
Sayı:4, Kasım 2003, s.72
22
inşa edilmiş; diğer taraftan da şekeri, çimentoyu üretecek fabrikalar kurmak için
planlar yapılmıştır. Bu dönemde, ülkede olumsuz faktörlerin görülmesine rağmen
egemen olan düşünce sistemi, piyasa mekanizmasının esas alınması ve sermaye
birikiminin özel sektör aracılığıyla gerçekleştirilmesine yönelikti.53
Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren ekonomik kalkınmanın hızlı bir
sanayileşme ile mümkün olacağı görüşü benimsenmiş ve tarım sektörünün esas
görevinin sanayideki gelişmeyi desteklemek olacağı kabul edilmiştir. Bu kapsamda,
hammaddesi yurtiçinde bulunan malları işleyecek sanayi kuruluşlarının oluşturulması
öncelikli olarak öngörülmüştür. Ancak Osmanlı Devletinin üretiminin büyük ölçüde
tarıma dayalı olması ve sanayi devrimini ülkeye yansıtılmasında yetersiz kalınması
sorunu, Cumhuriyetin ilk dönemlerine de intikal etmiş ve ekonomik gelişmeyi ve
kalkınmayı sağlayacak sektör olarak yine tarım sektörü seçilmiştir.54
Türkiye
ekonomisinin yeniden yapılanmasına etki eden gelişme; 1923 yılında gerçekleşen
İzmir İktisat Kongresidir. Bu kongre’ de, özel sektör ağırlıklı ve piyasa ekonomisine
yönelik bir iktisadi kalkınma modeli karar kılınmıştır.
Tek parti döneminde gerçekleşen ekonomik gelişmeler, Cumhuriyetin ilk
yıllarında Atatürk tarafından uygulanan iktisat politikası, (1923–1929 yılları arası
kısmi liberal dönem ) ve 1929–1938 yılları arası (devletçilik politikası) olmak üzere
iki bölüme ayrılmaktadır.
Birinci plan öncesi, 1923–1929 yılları Arası kısmi ‘Liberal Dönem’ olarak
adlandırılan yıllar; yoksul bir toplum tarafından geçimini sağlayan ilkel tarım
yöntemi uygulaması, ithal malları korumayı amaç edinen bir gümrük rejimi ve
ülkeye ekonomik bakımından egemen olan yabancı şirketler, daha da önemlisi
devleti zor durumda bırakan ‘‘Düyun-u Umumiye’’ nedeniyle bütün ticari faaliyetleri
büyük ölçüde durmuş olan dönemi kapsamaktadır. Bu sebeplerden dolayı Türkiye’de
her şeyin yeniden inşa edilebilmesi ve bu problemlerin çözümlenebilmesi ve devletin
ekonomi politikasına yön verecek önlemlerin belirlenebilmesi için 1923’te İzmir
53
Özer Özçelik, Güner Tuncer, ‘‘Atatürk Dönemi Ekonomi, Politikaları’’, Afyon Kocatepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:9, Sayı:1, 2007, s.254 54
Yasin Çoban, Türkiye Ekonomisi, İkinci sayfa, 3.Baskı, İstanbul, 2012, s.32
23
İktisat Kongresi düzenlenmiştir.55
1923’ten 1929’a kadar olan süreç içerisinde ortaya
çıkan durumlar, ekonomi politikalarının Türkiye ekonomisine acil önlemler
alınmasını gerekli kılmıştır.
2.1.1.1. İzmir İktisat Kongresi
1920’li yılların sonuna kadar olan süreçte ekonomi politikaları, İzmir İktisat
Kongresi’nin liberal ekonomiden yana olan temel kararları doğrultusunda yeniden
yapılandırılmıştır.
Henüz Lozan Antlaşması imzalanmadığı ve Cumhuriyetin ilan edilmediği bir
dönemde ekonomi politikalarının belirlenmesi ve siyasal bağımsızlık gibi ekonomik
bağımsızlık yolundaki kararlılığının da gösterilmesi amacıyla bir kongre yapılması
düşünülmüştür. Bu düşünceden yola çıkılarak, Mustafa Kemal Paşa’nın desteği ve
dönemin İktisat Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un girişimleri ile 1923 yılında
İzmir’de Türkiye İktisat Kongresi toplanmıştır. Kongre kararlarına göre; Türkiye
ekonomisi dışa açık olacak, yabancı sermayeye daha ılımlı davranılacak, özel girişim
desteklenecektir.56
1923’te İzmir’de toplanarak, liberalizmin yasaları çerçevesinde
tartışılan, Türkiye İktisat Kongresi’nde; dinamik bir iç pazar yaratılması için gerekli
kararlar alınmıştır.
‘‘İzmir İktisat Kongresi’nin toplanmasındaki amaç, savaştan yorgun çıkmış
olan devletin iktisadi faktör ve birimlerinin birbirlerini tanımalarını sağlamak,
ihtiyaçlarını tespit etmek, iktisadi konular üzerine dikkatleri çekmek ve yapılacak
politikaları da bu sonuçlara göre belirlemek isteğidir.’’57
İzmir İktisat Kongresi hakkında Prof. Dr. İbrahim Atilla Acar şöyle bir
açıklama da bulunmuştur:
‘‘Kurtuluş Savaşı'nın ardından ekonomik başarılarla kendini
göstermek isteyen bir ülkenin var olma mücadelesi İzmir İktisat
55
Muhammed Karataş, ‘‘Türkiye Cumhuriyeti Temellerinin Atılmasında İzmir İktisat Kongresinin
Yeri ve Önemi’’, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı:23–24, Eylül-Aralık 1998, s.3318 56
Erdinç Tokgöz, Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi, İmaj Yayınevi, Ankara, 2009, s.43 57
Ahmet M. Gökçen, ‘‘Cumhuriyet Döneminde İktisadi Gelişme’’, Yeni Türkiye Dergisi,
Ankara, Sayı:23–24, Eylül-Aralık 1998, s.3256
24
Kongresi ile başlamaktadır. 1923'teki İktisat Kongresi
bağımsızlığımızın imzası niteliğindedir. O tarihlerde, ekonomik geri
kalmışlık, Osmanlı borçlarının yönetimi ve kapitülasyonlar gibi
sorunların üstesinden gelmek için İktisat Kongresi yapılmıştır.’’58
Ülkenin ekonomik yapılanmasının ve uygulanmak istenilen politikaların,
yönünü belirleyecek bir “Misak-ı İktisadi” belirlenmiştir. Bu Misak-ı İktisadi
uygulamasının amacı; yurt içinde sanayi alanını geliştirmek, mülkiyet haklarına
saygı çerçevesinde devletten ziyade özel girişimciliğe öncelik veren bir ekonomik
sistem oluşturmaktır.59
Ayrıca, kongre meslek katmanlarına göre; çiftçilerin,
tüccarların, sanayicilerin ve işçilerin katılımı ile oluşturulmuştur. Çoban; kongrede
‘‘sanayici, tüccar, çiftçi, işçi’’ kesimlerinin yer aldığı ortamından sonra ana sektörler
itibariyle belirlenen ‘‘Misak-ı iktisadi Esasları’’ başlığı altında bu kesimlerin
bütünleşmelerini, bir uzlaşma arayışı olarak nitelendirmiştir.60
Hamitoğulları’na göre; gümrük tarifelerinin düzenlenmesi, kara, deniz
nakliyesinin geliştirilmesi, sanayicilere kredi verilmesi, sanayi sektörünün ihtiyaç
duyduğu personelin yetiştirilmesi amacıyla eğitim verilmesi gibi endüstriyi
destekleyecek kararlar, sanayileşme alanına teşvik edici niteliktedir.61
İzmir iktisat kongresinden alınan kararlar doğrultusunda, milli sanayiyi
geliştirmek, tasarrufları harekete geçirmek ve ekonomik atılımları finanse etmek
amacıyla bankacılık alanında önemli adımlar atılmıştır. Cumhuriyet döneminin ilk
bankası olan İş bankası 1924’te kurulmuş, 1925’te Sümerbank’a dönüştürülmüştür.
Bunun yanında, Türkiye’de sanayileşmeyi desteklemek ve yönlendirmek amacıyla
Sanayi ve Maadin bankası kurulmuştur.62
Liberal ekonomi politikalarının uygulanabilmesi ve piyasa ekonomisinin
işlerlik kazanabilmesi için Cumhuriyet döneminde bir süreliğine uygulamada kalan
58
Star Gazetesi, ‘‘İzmir İktisat Kongresi Yeniden Tarihi Bir Misyon Üstleniyor’’, Erişim:
http://haber.stargazete.com/ege/izmir-iktisat-kongresi-yeniden-tarihi-bir-misyon üstleniyor/haber-
738906 59
Hasan Sabır, ‘‘Atatürk’ün iktisat Zihniyeti’’, Dış Ticaret Dergisi, Yıl:8, Sayı:28, Nisan 2003,
s.80 60
Çoban, a.g.e., s.35 61
Beşir Hamitoğulları, Çağdaş İktisadi Sistemler, Savaş Yayınları, Ankara, 1986, s.782 62
Ahmet Makal, Türkiye’de Tek Partili Dönemde Çalışma İlişkileri: 1920–1946, İmge Kitapevi,
Ankara,1999, s.209
25
Aşar vergisi, 1925 tarihinde kaldırılmıştır. Aşar vergisi, kalkınmanın ilk
aşamalarında ve tarımın milli gelir içindeki payının çok yüksek olduğu dönemlerde
devlet için önemli vergi kaynağı olmuştur. Aşar vergisinin kaldırılması ardından,
1927 yılında yerli sanayi sermayesini güçlendirmek ve teşvikler sağlamak amacıyla
‘Teşvik-i Sanayi Kanunu’ çıkarılmıştır. Bu kanun, yerli üretimi ve sanayiyi korumak
için gümrük vergilerini kısıtlayarak, ithalatı kolaylaştırmıştır.63
Bu yıllarda hükümet, ekonomiye katkı sağlayacağına inandığı özel
sermayenin ülkede uygulanmasına izin vermiştir. Ancak, gelişmiş ülkelerin
gelişmekte olan ülkeler üzerindeki sermaye birikimi sınırlı olduğundan dolayı
gelişmekte olan ülkelere sermaye girişimi olmamıştır. Bu yüzden, gelişmekte olan
ülkelerde, iktisat politikaları ve stratejilerinin belirlenmesine karar kılınmıştır.
Öncelikli hedef ise, sanayileşme başta olmak üzere tarım ve hizmetler sektörünün
gelişmesini sağlamaktı.
2.1.1.2. Lozan Antlaşması
1923–1929 yılları arası, liberal politikaların uygulandığı bir dönem olarak
nitelendirilmesinin nedeni, devletin özel girişimciliği desteklemesi ve dışa açık bir
ekonomi modelini benimsemesidir.
Lozan Antlaşması, Osmanlı döneminde uygulanan gümrük tarifelerini 1929
yılına kadar aynı şekilde korumayı şart koymuştu. Bundan dolayı, bu döneme kadar
Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun düşük oranlardaki gümrük tarifelerini
yükseltme hakkından yoksun kılınmıştır. 1929 yılında bu antlaşmanın bağlayıcılığı
kalmamış ve yeni bir gümrük kanunu yürürlüğe konulmuş, yaklaşık %15 oranında
olan gümrük vergisi üç katına çıkarılmıştır.64
Bu durum, Türkiye’nin belirli bir süre
gümrükler üzerinde söz sahibi olamamasına sebep olmuştur.
Bir siyasi bağımlılık düzenlenmesi olan, üstelik önemli ve ağır iktisadi
sonuçları da bulunan kapitülasyonlarının kaldırılması, bir başarı olarak görülmesine
rağmen antlaşma ile Osmanlı borçlarının büyük bir bölümü Türkiye tarafından
63
Çoban, a.g.e., s.41 64
H. Avni Özcan, “Dünden Bugüne Dış Ticaretimizdeki Gelişmeler”, Dış Ticaret Dergisi, Sayı:3,
Ekim 1998, s.44
26
devralınmıştır. Osmanlı’nın borçlanmalar döneminde ki toprakları ile Lozan’ın
öngördüğü sınırlar dikkate alınarak Osmanlı borcu, Türkiye ile Osmanlı topraklarını
paylaşan diğer devletler arasında paylaşılmıştır.65
Bunun neticesinde, Türkiye
Osmanlı borçlarından kendisine düşen payını ancak 1954’te ödeyerek bitirmiştir.
Lozan Antlaşmasında imzalanan Ticaret sözleşmesi, Türkiye’nin dışarıya
karşı uygulayabileceği iktisat politikalarını beş yıl süreyle dondurmakta, ithalat ve
ihracat yasaklarının kaldırılmasını ve yenilerin konmamasını ve gümrük tarifelerinin
değişmemesini öngörmekteydi. Bu hükümler, gümrük gelirlerinin artırılmasını veya
sanayiyi dış rekabetten korunmaya dönük etkili bir politika değişikliği önlemeyi
amaçlamıştır. Bu bağlamda, Lozan’da belirlenen gümrük tarifesi, ulusal ekonomiye
sadece %12,9’luk bir koruma derecesi ile sağlanmıştır.66
Beş yıllık süre boyunca gümrük tarifelerine konan düzenleme yasağı, 1929
yılında 1499 sayılı ‘‘Gümrük Tarifesi Kanunu’’nun çıkarılması ile kaldırılmıştır. Bu
kanun ile ulusal bir gümrük tarifesi konulmuş ve yerli sanayiyi dış rekabetten
koruyan korumacı gümrük politikalarına geçilmiştir. 1929 yılından sonraki süreçte
uygulanan koruyucu gümrük politikaları ile Türkiye’nin dış ticareti fazla açık
vermiştir.67
2.1.1.3. 1929 Buhranı
1929 yılında ABD’de başlayan ve dünya genelinde etkisini gösteren
ekonomik bunalım, liberal ekonomik politikalar çerçevesinde Türkiye’yi de olumsuz
etkilemiştir.
‘‘Dünya ekonomik krizi, 1929 yılında ABD'de başlayıp sanayileşmiş
ülkelerde etkisi yüksek olmuş, Türkiye de bu krizden olumsuz yönde etkilemiştir.
Batılı ülkelerinin ‘‘komşuyu fakirleştirme’’ politikaları geliştirmelerinin sonucunda;
uluslararası ticarette daralmalar meydana gelmiş, Türkiye’de ödemeler bilânçosu
açığı artmış, bunun sonucunda hammadde ve tarımsal ürün fiyatlarında yüksek
65
Korkut Borotav, Türkiye iktisat Tarihi (1908–2009), İmge Kitapevi, 17.Baskı, Ankara, 2012,
s.43–44 66
Borotav, a.g.e., s.44–45 67
Çoban, a.g.e., s.38
27
oranda düşüş görülmüş, dış ticaret hadlerinin aleyhimize gelişmesine neden
olmuştur. Bunun beraberinde, Türk Lirasının değerinde önemli düzeyde düşüş
meydana gelmiş, küçük işletmelerin iflas etmeleri hızla artmıştır. Hükümet bu
gelişmeler karşısında, Türk parasının değerini korumak için kanun çıkarmış; fiyat
düşüşünü önlemek için doğrudan bu duruma müdahale etmeye başlamış ve dış açığı
azaltmak için korumacı politikaları yürürlüğe koymuştur. Bu kriz, sanayileşmede
başarılı olamayan özel sektöre duyulan güveni erozyona uğratmış ve piyasaya dayalı
sistem konusunda kuşkuların oluşmasına yol açmıştır.’’68
Ekonomik hayata devletin
müdahalesi eskiden beri var olmakla beraber 1929 buhranıyla birlikte bu
müdahalenin uygulama alanı genişlemiştir.
Özel sektörün sanayileşmeyi sağlayamamasından dolayı devletçilik politikası,
1929 yılı sonrasında ekonomik kalkınma politikası olarak kullanılmıştır. Türkiye,
devletin ekonomiye müdahalesini zorunlu gören ve Keynesyen görüş olarak ifade
edilen politikalara başvurarak bunalımdan kurtulmanın yollarını aramıştır.69
Türkiye,
krize karşı bazı önlemler almış: Ekonomiyi güçlendirmek amacıyla ithalat ve ihracatı
artırıcı politikalar izlemeye başlaması ve 1933 yılında dış ödemelerde uygulamasına
başlanan ‘‘kliring ve takas sistemi’’ni, yani dış ticarette ülkeler arasında yapılan
alışverişin karşılıklı olarak döviz kullanılmadan malla ödenmesi sistemini
uygulamıştır.70
Ekonomik krizin giderilmesi için devletin ekonomiye müdahalesinin
gereği anlaşılarak, devletçi ve korumacı politikalara yönelmeye başlanmıştır.
1929’da yaşanan dünya ekonomik bunalımı, liberalizmi gözden düşürüp
yerine devletçi ekonomik politikalara ağırlık verilmesine zemin hazırlamıştır.
Devletçi politikanın Türkiye de uygulama alanı bulmasının temel sebepleri: Devlet
müdahalesi etkisinde olup, bütün dünya ülkeleri tarafından benimsenmesi ve liberal
ekonomi politikalarından başarılı sonuç alınamamasıdır.71
Bu politikanın
uygulanmasındaki amaç; devlet öncülüğünde özel sektörün geliştirilmesidir. Ancak,
68
İ. Yaşar Vural, ‘‘Atatürk Dönemi Maliye Politikaları: Liberal İktisattan Karma Ekonomiye’’,
Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:20, Nisan 2008, s.95–96 69
Mehmet Palamut, E. Filiz, Giray, ‘‘Cumhuriyetten Günümüze Yaşanan Mali Krizler ve
Uygulanan Politikalar”, Yeni Türkiye Dergisi, Yıl 7, Sayı 41, Eylül – Ekim 2001, s.20–34 70
Çoban, a.g.e., s.46 71
M. Nazif Ülgen, Özalizm Çıkmazını Aşmak İçin Alternatif Politikalar, ARBA Basın Yayın,
İstanbul, 1989, s.32
28
girişimcinin başarısız olduğu durumlarda devletin devreye girme ve önderlik etme
yetkisi vardır.
Liberal politikaların başarısının yanında başarısızlıkları da olmuştur. Peki,
1923–1930 yılları arasında uygulanan liberal politikalar neden başarısız olmuştur?
‘‘1929 dünya ekonomik buhranı, özel sektörün yeteri kadar sermaye birikimine sahip
olamaması, yatırımlarda istenilen hedeflere ulaşamaması, yetersiz sanayi alt yapısı,
dış ticaret açığının giderek büyümesi, işsizliğin artması ve devletten kredi alan birçok
ticari ve sanayi kuruluşunun iflas etmeye başlaması, 1930’lı yıllar ile birlikte yeni bir
ekonomik politikası arayışını beraberinde getirmişti. Bundan dolayı, 1929
buhranından sonra, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ekonomik kalkınma
açısından yoğun bir doktrin tartışmasına girilmiştir.’’72
Bu etkilerden dolayı, liberal
politikalar başarısız olunmuş; hükümet yeni bir liberal arayışa girerek devletçilik
politikasını benimsemiştir.
Liberalizmin kısmi uygulama dönemi olarak nitelendirilen bu dönemi
özetleyecek olursak; Cumhuriyetin ilk yıllarında ekonomik liberal yaklaşımların
ağırlık kazandığı görülmüştür. İzmir İktisat Kongresi ve Lozan antlaşması, hem
siyasal hem de liberal politikaların belirlenmesinde büyük bir öneme sahiptir.
Cumhuriyet döneminin önemli gelişmelerinden olan 1923 Türkiye İktisat Kongresi
ve Aşar vergisinin kaldırılması, liberal politikaların uygulanmaya çalışıldığı 1923–
1929 dönemine rastlamaktadır. 1929 Dünya İktisat Burhan’ından sonra 1933’e kadar
olan süreyi bir geçiş dönemi olarak nitelendirmek mümkündür. Geçiş döneminde ise,
devletçiliğe dönük politikaların uygulanmasıyla birlikte iktisat politikaları açısından
hedefler de değişerek yeni bir liberal arayışa girilmiştir.
2.1.2. Planlı Dönem: 1930–1938 Yılları Arası Devletçilik Politikası
Ekonomik krizin ardından, açık ekonomiden kapalı ekonomiye doğru bir
gelişim sergilenerek, Dünyada meydana gelen gelişmelere koşut olarak ‘himayecilik
ve devletçilik’, anlayışı ön plana çıkmıştır.
72
Anadolu Üniversitesi, ‘‘Türkiye'de Sosyal ve Ekonomik Değişmeler’’, s.158, Erişim:
http://w2.anadolu.edu.tr/aos/kitap/IOLTP/1269/unite09.pdf, 26.01.2013
29
Türkiye’de 1930–32 yılları arasında yaşanan politik ve ekonomik
gelişmelerin, devletin ekonomideki yerini belirlemesi ile devletin, ekonomik hayata
doğrudan müdahale etmesi, ülke için gerekli temel maddelerin üretimini üstlenmesi,
sanayi alanında KİT’leri kurması, devleti önemli bir konuma getirmiştir.73
Türkiye’nin, sanayileşme alanında devlet müdahalesini benimsemesi, devletçilik
politikasını getirmiştir. 1930 yılından başlayarak uygulama alanı bulan, korumacı ve
devletçi politikalar, tüketim ve gelir düzeyinin gerilemesine karşı, denetleme ve
koruma önlemleri olarak uygulanmıştır.
Devletçiliğin amacı; politik ve ekonomik bağımsızlığı güçlendirerek,
ekonominin hızlı bir şekilde gelişmesini sağlamaktır. Devletçiliğin araçları; Devlet
teşebbüsü, sanayileşme, sermaye ve emek arasında denge kurmak, fiyatları kontrol
etmek ve korumaktır. Bütün araçlar, merkezi planlamanın içinde olan kavramlardır.
Sermaye birikimi ve yatırım hareketleri, gelişmenin hızlı bir şekilde gerçekleşmesini
sağlayan unsurlar olarak düşünülürken, kaynakların sadece tüketicilerin zararına
harekete geçirilebileceği olasılığı karşısında, planlı merkezi bir kaynak dağılımı,
devletin ana görevi olarak belirlenmiştir.74
Parasız’a göre; bu dönemde izlenen devletçi politikalarının belirlenmesinde
şu faktörler etkili olmuştur:75
1923 ile 1929 tarihleri arasında izlenen liberal ekonomi politikalarından
arzu edilen sonuç ifade edilememesi,
1929 Büyük Dünya bunalımının dünya ölçeğinde tüm ekonomileri
olumsuz etkilemesi,
SSCN’de uygulanmakta olan planlı ekonomi politikalarının ilk
sonuçlarının başarılı olması,
73
Robert W. Kerwin, “Türkiye’de Devletçilik 1933–50”, Türkiye’de Devletçilik, der. Nevin
Coşar, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 1995, s.97 74
Z.Y. Herslag, “Atatürk’ün Devletçiliği”, Türkiye’de Devletçilik, der. Nevin Coşar, Bağlam
Yayıncılık, İstanbul, 1995, ss.211–215 75
İlker Parasız, Türkiye Ekonomisi, 1923’ten Günümüze İktisat ve İstikrar Politikaları, Ezgi
Kitabevi Yayınları, Bursa, 1988, s.29
30
Klasik ekonomi politikalarının 1929 bunalımına çözüm üretememesi
üzerine devletin ekonomiye müdahalesini savunan görüşlerin popülerlik
kazanması.
2.1.2.1. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı
Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı, 1933’te hazırlanan devletçi sanayileşme
programı çerçevesinde, 1934 yılında uygulanmaya konulmuştur. Planın temel hedefi;
Türkiye ekonomisinin gelişmesini sağlamak adına hızlı bir sanayileşme politikasının
uygulanmasıdır.76
Bu plan, Sovyet planlamasından sonra dünyada ilk planlama
deneyimlerinden birini temsil etmektedir.
Bu dönemin başlıca politikaları; devletin ekonomik hayata girmesi, doğrudan
doğruya devlet işletmeciliğine başlaması, ülke ihtiyaçlarını esas alması, hammaddesi
yurtiçinde bulunan malları işleyecek yerli sanayi kuruluşlarına öncelik verilmesi ve
içe dönük bir sanayi yapısı şeklindedir. Ayrıca, Kamu İktisadi Teşebbüs (KİT)’lerin
de gelişmeleri, bu yıllardan sonra gerçekleşmiştir. KİT’ler, özel sektör teşebbüslerini
kurmak ve geliştirmek, kredi temin etmek ve nitelikli personel yetiştirme alanında
faaliyet göstermiştir.77
Birinci Plan süresi dolmadan 1936’dan sonra ikinci plan
hazırlıklarına girişilmiştir. Ancak, ikinci plan, birinci planın uzantısı olduğundan ve
ikinci dünya savaşının araya girmesiyle uygulamaya konulamamıştır.78
Türkiye’de 1930 sonrası dönemde, ekonomi politikaları içerisinde sermaye
hareketlerini biçimlendiren en belirgin faktörler; dış ticaret, bütçe, para arzı ve kur
politikalarında dengenin sağlanmasıdır. 1938 yılına gelinmesi ile Türkiye, karma
ekonomi anlayışı benimseyen, sanayileşme yolunda ilerleyen bir ülke durumuna
gelmiştir.79
1930–1939 yılları arası devletçilik politikası dönemin de; dünya
ekonomisinin, geri kalmış ülkeleri kriz içine çekmiş ve bu ülkeler krizin etkileri ile
76
Cezmi Sevgi, Sanayileşme Sürecinde Türkiye ve Sanayi Kuruluşlarını Alansal Dağılımı,
Beta Basım Yayın Dağıtım, İstanbul, 1994, s.50 77
Çoban, a.g.e., s.52 78
Yakup Kepenek, Nurhan Yentürk, Türkiye Ekonomisi, Remzi Kitapevi, 12.Basım, İstanbul,
2001, s.68 79
Çoban, a.g.e., s.54
31
uğraşırken, Türkiye’nin, diğer ülkeler gibi krizden önemli ölçüde etkilenmeyip krizin
dışında kalmayı başarması ile ülkede sanayileşme yönünden önemli adımlar
atılmıştır. Bu başarısı, kamunun kendi sanayi yatırımlarını ön plana çıkarması ve dışa
kapalı bir iktisat politikası izleyerek gerçekleştirmesidir.80
Özetlersek; 1923- 1929 kısmi liberal olarak adlandırılan dönemde, İzmir
İktisat Kongresinde alınan kararlar ile ekonomik yapı oluşturulmuştur. Daha sonra,
devletin ekonomiye müdahalesi söz konusu olmasıyla devletçilik politikasına
geçilmiştir. Devletçilik politikası ile özel kesime öncelik verilmiş, ekonomik
kalkınma ve toplumun refaha kavuşturulmasına çalışılmıştır.
2.1.2.2. Savaş Dönemi ve Sonrası Gelişen Süreç
İkinci Dünya Savaşı, Avrupa eşiğindeki Türkiye için yeni bir dönemi
aralamaktadır. II. Dünya Savaşı başından itibaren ekonomiyi denetim altına almak
için birçok karar alınmıştır. En önemli kararlardan biri, 1940 yılının Ocak ayında
ekonominin kapsamlı bir şekilde denetimini sağlamak üzere, bir çeşit iktisadi
olağanüstü hal yasası olan “Milli Korunma Yasası” kabul edilmesidir. 1940 yılı Milli
korunma yasası ile devlet gelirlerini artırmak için çıkarılan ‘Varlık Vergisi’ ve
tarımsal kazançlardan alınmak üzere çıkarılan ‘Toprak Mahsulleri Vergisi’ bu
dönemin başlıca yasal düzenlemeleridir.81
Türkiye, İkinci Dünya Savaşına girmemiş; fakat savaşın olumsuz
etkilerinden kendini soyutlayamamıştır. Devletçi politikaların uygulanması ve dönem
sonunda oluşan bazı eğilimler savaş yıllarının iktisadi politikalarını ve onların
sonuçlarını biçimlendirmiştir. Daha da önemlisi, 1940 sonrasında mevcut sınıflara,
siyasi kadrolara ve yüksek bürokrasiye geniş yetkiler veren iktisat politikaları ile zor
koşulların birleşmesi, önemli değişiklere yol açmıştır. Dolayısıyla bu dönüşümler,
80
Nadir Eroğlu, ‘‘Atatürk Dönemi Para Politikaları (1923–1938)’’, Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F.
Dergisi, Cilt:XXVIII, Sayı:1, 2010, s.32 81
Tevfik Çavdar, Türkiye Ekonomisinin Tarihi (1900–1960), İmge Kitabevi, Ankara, 2003,
s.312–314
32
savaş sonunda oluşan ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelere önemli ölçüde etki
etmiştir.82
II. Dünya Savaşı ardından oluşan ortamda Türkiye, Batılı ülkeler yanında
özellikle Amerika Birleşik Devletleri(ABD)’in yanında yer almıştı. Bundan dolayı,
savaş bittikten birkaç yıl sonra Türkiye’nin politik sisteminde, ekonomi
politikalarında ve dış ilişkilerinde büyük ölçüde değişim yaşanmıştır.83
Hükümet, İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar yabancı ülkelerle olan ekonomik
ilişkilerine özen göstererek, bu ilişkilerin kendi aleyhine işleyeceğinden çekinmiştir.
Çünkü ülkeye girecek yabancı sermayenin kapitülasyonlar ölçüsüne varma
ihtimalinden endişelenmişlerdir. Fakat savaş sırasında dışta ve içte görülen siyasi ve
ekonomik bazı gelişmeler, savaştan sonra Türkiye’nin kapalı politikasını
değiştirmeye başlaması ile dış ilişkiler; kontrollü davranışlarından vazgeçerek,
dışarıdan Türkiye’ye gelecek ekonomik yardıma karşı daha iyimser bir tavır
sergilemiştir.84
Türkiye, İkinci Dünya Savaş’ından sonra oluşan ‘‘soğuk savaş’’ ortamında
Batılı ülkelerden yana olmuştur. Çünkü savaşın etkisiyle, Türkiye’de liberal
ekonomik yapı zayıflamıştı. Bunun sonucunda, Türkiye’nin kaynaklarının yetersiz
kalması dolayısı ile dış yardımlara başvurulmuştur. Marshall Yardımı ile başlayan bu
süreç, Türkiye’nin IMF ve Dünya Bankası’na üye olmasıyla birlikte hızlanarak siyasi
ve iktisadı yapı oluşturmuştur.85
Marshall Planı, Amerikan Hükümeti tarafından
verilen mali yardımın ideolojik ve fikri çerçevesini belirler. Türkiye de, Marshall
Planı’nın kabul edilmesiyle birlikte, demokratikleşme sürecine girilmiş ve çok partili
yıllara geçiş aşaması da bu yıllarda ortaya çıkmıştır.86
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, 1945 yılında Türkiye'de siyasi güç ile
ekonomik güç arasındaki çatışma yeni bir boyut kazanmıştır. Hükümetin, muhalif
söylemlere rağmen ‘Çiftçiyi Topraklandırma Kanununu’ çıkarması ve ardından
82
Borotav, a.g.e., s.82 83
Erik J. Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, çev. Yasemin Saner, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2012, s.303 84
Mehmet Gönlübol, Olaylarla Türk Dış Politikası, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1996, s.435–436 85
Gülten Kazgan, Ekonomide Dışa Açık Büyüme, Altın Kitaplar, İstanbul, 1985, s.380 86
Chrıstos Teazıs, İkincilerin Cumhuriyeti: Adalet ve Kalkınma Partisi, Mızrak Yayıncılık,
İstanbul, 2010, s.44
33
uygulamaya koymasıyla, büyük toprak sahiplerinin ve başta Adnan Menderes, Emin
Sazak, Cavit Oral ve Fevzi Karaosmanoğlu gibi kişilerin de büyük tepkisine yol
açmıştır. Başlangıçta, CHP'nin Toprak Reformuna ve dolayısıyla ekonomi
politikasına karşı oluşan bu muhalefet hareket, siyasi bir harekete dönüşmüş,
sonrasında 1945 yılı Haziranında Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve
Refik Koraltan'ın, iktidar partisi olan CHP'nin Meclis Grubuna bir takrir vererek
Türk siyasi tarihinde ‘‘Dörtlü Takrir’’ olarak anılan hareketin başlamasına sebep
olmuştur. Ardından bu muhalif kadro, daha sonra CHP’den ayrılarak 7 Ocak 1946'da
Demokrat Parti'yi kurmuşlardır.87
Savaşın ardından, 1946’da toprak ağalarının güçlü desteğiyle, çok partili
hayata geçilmesiyle Demokrat Parti (DP) kurulmuştur. 1946–1950 yılları arasında
yaşanan sürecin etkisiyle devletçilik bir iktisat politikası olarak tasfiye edilmiştir.
1950 yılına gelindiğinde DP’nin iktidar olmasıyla birlikte devletçi iktisat politikası
anlayışı son bulmuştur.88
Özetle; 1938–1950 dönemi, İkinci Dünya Savaşının yarattığı etkiler, onun
doğurduğu çalkantılar ve ağır demokrasi mücadeleleri ile geçmiştir. En önemlisi de
olası bir tehlikeye karşı ülkemizde savaş ekonomisi politikası uygulanmıştır. 1940
yılında çıkarılan ‘‘Milli Koruma Yasası’’ ile olağanüstü koşullarda fiyatların
saptanması, özel işletme sahiplerine müdahale edilmesi, işletmelerde zorunlu
çalıştırma gibi hükümete ekonomiye doğrudan müdahale etme yetkisi verilmiştir.
Ayrıca, devlet gelirlerini arttırma amacı ile 1940 yılında ‘varlık vergisi’ yasası
uygulamaya konulmuştur. 1945–1950 yıllarında çok partili sisteme geçişle birlikte
ekonomi alanında liberal akım başlamıştır. 1947 yılında, 1948–1952 yıllarını
kapsayan liberal karakterde bir de kalkınma planı hazırlanmıştır.89
Savaşın bitmesiyle, liberal politikalar tüm dünyada etkisini göstermiştir.
Türkiye’nin de, çok partili sisteme geçmesiyle birlikte başlayan liberal akım, Türk
ekonomisine devletin müdahalesinin belli sınırlar içinde tutulmasına yol açmıştır.
87
Yaşar Baytal, ‘‘Demokrat Parti Ekonomi Politikaları (1950–1957)’’, Ankara Üniversitesi Türk
İnkılap Tarihi Enstitüsü, Atatürk Yolu Dergisi, Sayı:40, Kasım 2007, s.549 88
R. Barış Yeşilay, ‘‘Devletçiliğin Türkiye Ekonomisindeki İzdüşümleri’’, İktisadi ve İdari
Bilimler Dergisi, Cilt:19, Sayı:1, Nisan 2005, s.130 89
Esat Çelebi, ‘‘Atatürk’ün Ekonomik Reformları ve Türkiye Ekonomisine Etkileri (1923–2002)’’,
Doğuş Üniversitesi Dergisi, Cilt:3, Sayı:1, 2002, s.34–35
34
2.2. DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİ
Demokrat parti programı, ‘Liberalizm ve Demokrasi’ temel unsurları
çerçevesinde şekillenmiştir. Daha önceki dönemde uygulanan devletçilik
politikasının aksamasından yola çıkılarak, çok partili hayata geçiş denemesi
yaşanmıştır. Parti programına bakıldığında; siyasette demokrasi; ekonomik ve
toplumsal yaşamda liberalizmin benimseneceği belirtilmiştir.
1923’lerde uygulanan liberal ekonomi politikalar o günün şartlarında sonuç
vermemesi ve devletçi ekonomik politikalarının uygulanmasının istenmesi fikir
çatışmalarına neden olmuştur. Devletçi politikanın uygulanmasında ısrarcı olunması;
ülkenin ekonomik yapısında olumsuzlukların görülmesine sebep olmuştur. Bunun
sonucunda, DP hükümeti devletçilik politikasını değiştirmeye çalışarak liberal
ekonomi ve dışa açılan ekonomi temelini benimsetmeye çalışmıştır.
1946 yılından itibaren hem siyasal hem de ekonomik alanda dönüm noktası
yaşayan Türkiye’de, tek parti rejiminden çok partili hayata geçilmiş ve böylelikle
ekonomik anlamda devletçi kalkınma modelinden, ithalata yönelik bir kalkınma
modeline adım atılmıştır.90
Dışa açık liberal ekonomi temelleri atılmış olup, Türk
ekonomisi, 1950’den sonra giderek dışa bağımlı bir yapıya dönüşmüştür. Hem siyasi
hem de ekonomi alanda da liberalizmi savunan Demokratlar, yabancı sermayeye
önem vermişler ve yerli girişimci sınıfın şekillenmesinde yabancı sermayenin yol
gösterici olacağını düşünmüşlerdir. Fakat ekonomide hedeflenen liberalizm, iç ve dış
etkenler yüzünden aksaklığa uğramıştır. Bu yüzden, yerli girişimci sınıfının oluşması
tam gerçekleşmediği gibi ekonomide devlet etkisi devam etmiştir. Bunun sonucunda
hükümet, karma ekonomiye yönelmek zorunda kalmıştır.91
Türkiye’de çok partili hayata geçiş sürecinde en az dış faktörler kadar iç
faktörler de etkili olmuştur. Bunun neticesi olarak; toprak sahipleri ve tüccarlar
sınıfında yarattığı rejimin geleceğine ilişkin endişeler, siyasal baskılar; toplumun
siyasal özgürlüğünü ve demokrasi isteğini yaratmıştı. Bireylerin, mal varlığında
büyük oranda azalmasına neden olan vergi yükünün fazlalığı ise, köylü kesiminin
yönetimden memnun olmama durumuna yol açmıştı. Bundan dolayı, toprak sahipleri
90
S. Sallan Gül, Sosyal Devlet Bitti, Yaşasın Piyasa!, Etik Yayınlar, İstanbul, 2004, s.48 91
Baytal, a.g.m., s.567
35
ve tüccarlar, hem siyasal güvence ve demokrasi rejimin pekişmesi, hem de ekonomik
olanaklardan yararlanabilmek için dışa açılmayı gerekli görmüşlerdir. Ancak, ‘Milli
Korunma Kanunu ve Varlık Vergisi’ yüzünden dönemin güçlü sınıfları olan toprak
sahipleri ve tüccarlar kazançlarının bir kısmını kaybetmişlerdir. Bu oluşumlar,
Türkiye’nin çok partili hayata geçişinde etkili olan iç faktörlerdir.92
1950 yılından itibaren Demokrat Partinin, liberal bir ekonomik politika
uygulama amacı ile iktidara gelmesinin ardından ekonomide tek parti döneminde
uygulanmakta olan her türlü planlama, sınırlama ve kısıtlamalar kaldırılmıştır.
Demokrat parti, 1950’li yılları da göz önünü alarak, Türkiye’de uygulanması istenen
liberal politikaların uygulanabilirliğini sağlayan özel sektörün geliştirilmesi
amaçlamış olmasına karşın, kamu yatırımları yapılmış ve hatta devletin ekonomideki
ağırlığı giderek arttırılmıştır.
Demokrat Parti’nin iktidara geldiği dönemden, 1954 yıllına kadar geçen süreç
göz önüne alındığında; DP ülkenin dışa kapalı anlayışı ile içe dönük iktisat
politikalarını hızlı bir şekilde terk ederek, serbest dış ticaret rejimi ve dış pazarlara
yönelik bir kalkınma anlayışı benimsemiştir. Ancak, ithalatın artması sonucu dış
açıkların kronik hale gelmesi ardından ülkenin ekonomik yapısı, dış yardım, kredi ve
yabancı sermaye yatırımlarına dayanmak zorunda kalmıştır.93
Bu politikalar,
liberalleşmenin doruk noktasına ulaşılmasına neden olmuştur. 1954’ten itibaren dış
ticarette tıkanmalar meydana gelince, tarıma ve dış ticarete yönelik sanayileşme
politikası terk edilerek; daha çok korumacı, ithal ikamesine yönelik politikalara
yönelilmiştir.
1950’li yılların ilk yarısı, gerek yatırımlar ve gerekse ekonomik olarak üretim
faaliyetleri açısından ülkede bolluk yılları göstermesine rağmen; 1950’li yılların
ortasına doğru gelindikçe ekonomik gelişme gittikçe yavaşlamaya başlamıştır. Buna
etki eden süreç; tarımsal fiyatların dünya piyasasından düşmeye başlaması, ABD’nin
tekrar buğday ihraç etmeye başlaması, Türkiye’nin tarımsal üretimden elde edilen
92
Gülten Kazgan, Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929–2001): Ekonomi Politik Açısından Bir
İrdeleme, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2008, s.96–97 93
Nadir Eroğlu, ‘‘Türkiye’de İktisat Politikaların Gelişimi 1923–2003’’, 80 yılında Türkiye
Cumhuriyeti Sempozyumu, Marmara Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Araştırma
ve Uygulama Merkezi, 29–31 Ekim 2003, s.6
36
döviz gelirlerinde önemli düşüşlerin yaşanmış olmasıdır. DP hükümetinin tarımı
desteklemeye yönelik kalkınma stratejisi uygulaması bile ülkenin kalkınmasına
yeterli olmamış, ülkenin dış ödemeler dengesinin sürekli açık vermesi devleti büyük
bir döviz sıkıntısı ile karşı karşıya bırakmıştır. Demokrat Parti, politik açıdan
varlığını sürdürmesi adına, tarımsal kesimi desteklemeye devam etmiş, ancak
şehirlerde çalışanların zor duruma düşmesine neden olmuştur. Böyle bir politika
benimsemesi ardından enflasyon yükselmiş, yatırımlar azalmış, birçok mal
karaborsaya çıkmıştır. Bunun sonucunda, DP iktidarının 1950’li yılların ilk yarısında
gösterdiği başarı, 1950’li yılların ikinci yarısında ülkenin ekonomik ve toplumsal
anlamda tam bir duraklama dönemine girmesi ile başarısızlığa dönüşmüştür.94
Bu dönemde, ülke kalkınmasına katkı sağlamak için ‘‘Yabancı Sermayeyi
Teşvik Kanunu’’ ve özel teşebbüsü ön plana çıkaran, kaynaklarını özel teşebbüs
eliyle geliştirilmesini sağlamak amacıyla da ‘‘Petrol Kanunu’’ çıkarılmıştır. Bu
kanunlar liberal ekonomi politikalarının bir devamı niteliğindedir. Bunların yanı sıra,
Türkiye, IMF, Dünya Bankasına ve Avrupa İktisadi İşbirliği Örgütüne 1947’de,
1952’de NATO’ya üye olmuştur.
1954 yılından itibaren, Demokrat Parti döneminde, ekonomideki kötü gidişat
ve döviz sıkıntıları nedeniyle, kısıtlanmalar getirilmiş, ithalatı önleyici önlemler
alınmıştır. Bu önlemlerden bazıları; gümrük vergisinde değer esasına geçilmesi,
gümrük tarifelerinin yükseltilmesi, yerli sanayinin dış rekabetten korunması ve iç
talebin yerli sanayiciler tarafından karşılanması ve en önemlisi de yeniden Milli
Korunma Kanunu’nun yürürlüğe konulmasıdır.95
Bu önlemlere rağmen, ekonomideki
sıkıntılar 1956’a kadar devam etmiştir. Bu sorunlar, sadece ekonomik alanda değil
siyasal alanda da kendini göstermiştir. Siyasal alanda, 6–7 Eylül olayları, DP
hükümetinin siyasi yapısını zayıflatmıştır. Bu olayların yaşanmasındaki neden, ülke
ekonomisinin gittikçe zorlaşması ve yaşanan yüksek enflasyonun hayat standardı
düşürmesinden kaynaklanmasıdır.
94
Anadolu Üniversitesi, ‘‘Türkiye'de Sosyal ve Ekonomik Değişmeler’’, s.161, Erişim:
http://w2.anadolu.edu.tr/aos/kitap/IOLTP/1269/unite09.pdf, 05.02.2013 95
Baytal, a.g.m., s.557
37
Dar boğazların, finansal darlıkların ve sıkıntıların ortaya çıkması ile ekonomi
gittikçe, liberalizmin etkisinden sıyrılmış, kontrole doğru sürüklenmiştir. Dönemin
sonuna doğru gelinmesiyle, ülkenin ekonomisi, günden güne alınan geçici tedbirlerle
ayakta durabilen, dengesiz ve güçsüz bir duruma düşmüştür. Bunun sonucunda
hükümet ekonomik gelişmeyi sağlamak amacıyla kamu ekonomisini, Kamu İktisadi
Teşebbüsleri (KİT) kurmuştur.96
Bu olaylar zincirinde enflasyon oranı düşürülememiş ve dış ticaret açıkları
kapatılamamıştır. Bu yüzden, DP hükümeti tek başına kötü gidişi
durduramayacaklarını anladıkları için Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı örgütünden
(OECD) kendilerine bir yol göstermesini istemiştir. Bu kuruluş, Türkiye’nin bu
çıkmazdan çıkması için bir istikrar programı uygulaması gerektiğini ileri sürmüştür.
Türkiye’de 4 Ağustos 1958’de istikrar programı uygulanmıştır. Bu program
sonucunda; devalüasyon yapılmış, bütçe denkliği için harcamalar kısıtlanmış, dış
ticaret rejimi yeniden düzenlenmiş ve ileriki dönemlerde de Türkiye’nin her zaman
sorununu teşkil eden KİT ürünlerinin fiyatları yükselmiştir.97
Fakat KİT fiyatlarının
yükseltilmesi ile devalüasyon uygulamaları, fiyat mekanizması seviyesinin
yükselmesine yol açmış; bu durum, 1959 dönemine kadar sürmüştür. Bu
uygulamalara yönelik ekonomik tedbirler alınmış olmasına rağmen, enflasyonu
önlemede başarı gösterilememiştir.
1959 yılı sonuna doğru ekonomide başlayan durgunluk, siyasi bunalımla
birleşmesiyle, 27 Mayıs 1960 Darbesini getirmiş ve DP’nin kapatılmasına neden
olmuştur. 1960 darbesinin ardından, yeni bir Anayasa hazırlıklarına başlanarak uzun
vadeli ekonomik plan yapılmasını kararlaştırmak adına ekonomik ve sosyal
kalkınmanın hızlandırılması amacıyla ve kalkınma planları hazırlamak suretiyle 30
Eylül 1960 tarihinde Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kurulmuştur. 1961 Anayasası
ile birlikte ekonomik ve sosyal kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleştirmek adına
kalkınma planlarının hazırlanması hükme bağlanmıştır.98
96
Çoban, a.g.e., s.65 97
Eroğlu, a.g.m., s.7 98
Çoban, a.g.e., s.69-70
38
1960 yılına gelindiğinde; devletçi ekonomi politikasının yerini, karma
ekonomi anlayışı almıştır. Karma ekonomi, devlet işletmeciliği ile özel girişimciliği
aynı önemle değerlendirmiştir. Bu dönemde izlenen ekonomi politikası, çeşitli
partilerin anlayış ve programlarına bağlı olarak içerik kazandığından, kalkınma
planları da bu anlayış çerçevesinde hazırlanmış ve uygulanmıştır.99
Özetleyecek olursak; 1945- 1960 dönemi, yeni ekonomik politikaların hayata
geçirilmeye çalışılması açısından farklı bir dönemi oluşturur. İkinci Dünya Savaşı'nın
bitimine denk gelen 1945 yılı, dünyada Dünya Bankası (DB) ve Uluslararası Para
Fonu (IMF)’nun kurulduğu ve Avrupa ülkelerinin yeniden yapılandırılıp
kalkındırılmasına ve bu amaçla yatırımların canlandırılmasına dönük çabaların ön
plana çıktığı bir dönem olarak kendini gösterir. Bu yıllar arasında, Türkiye'de de
ekonomik alanda istikrar paketi uygulamasıyla, ilk defa 1946 yılında devalüasyon
yaşanmış ve ülkede dış borçlanma süreci başlamıştır. Bu bağlamda; IMF ve Dünya
Bankası'ndan gelecek kredi yardımına ve Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD)
diğer az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere olduğu gibi Türkiye'ye de Marshall
Planı çerçevesinde yaptığı yardımlar karşılığında uygulanmakta olan politikalardan
dönüş yapılmış ve özel sektörü destekleyici önlemler alınmış, 1960 yılına kadar bu
politikalar uygulanmıştır.100
1950–1960 yılları arasında yaşanan ekonomik ve siyasal gelişmeler, ilk
yıllarda iç ve dış şartların etkisiyle birkaç yıl olumlu sonuçlar alınmışsa da, dönemin
ikinci yarısından itibaren, ülkeyi ekonomik bunalıma sürüklemiştir. Bunalımdan
çıkmak için yeni çözüm yollarına başvurularak kalkınma planlarının yapılmasına
karar verilmiş, 1960 yılında planlama dönemine geçilmesiyle birlikte; Türkiye’nin
sosyal ve ekonomik ortamına zemin hazırlanmıştır. Devletin ekonomik kalkınmayı
istikrarlı bir şekilde sağlamak adına bir planlama yapması gerekmesi, dış konjektör
de, planlı ekonomi modeli benimsek istemesi ülkeyi, yeni bir ekonomik ve politik
sürece girmesi gerektiği düşüncesini ortaya çıkarmıştır.
99
Cahit Talas, Ekonomik Sistemler, İmge Kitabevi, Ankara, 5.Baskı, 1999, s.552–553. 100
Sumru Bakan,‘‘1980’den Günümüze Uygulanan Neo-liberal İktisat Politikaları’’, Dicle
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:1, Sayı:2, Kasım 2009, s.122
39
2.3. LİBERALİZMİN SAHNEDEN ÇEKİLMESİNİN YAPTIĞI ETKİ
1960–80 yılları arası tarihsel sürece baktığımız zaman sahnede yer alan
siyasal liberalizmin tekrar sahneden çekilmeye başladığını ve hem siyasi hem de
ekonomik anlamda ciddi bir devletçiliğe doğru yöneldiğini görmekteyiz. Bu dönem
de dünyada yaşanan siyasal, ekonomik ve toplumsal değişim, Türkiye’ye de etki
ederek liberalizmin etkisinin yitirilmesine neden olmuştur. Türkiye’de liberalizmin
sahneden çekilmesine neden olan süreçler: 27 Mayıs darbesi, kalkınma planları ve
petrol krizlerin yaşanmasıdır.
2.3.1. 27 Mayıs Darbesi ve 1961 Anayasası
27 Mayıs askeri darbesinin gerçekleşmesindeki neden; 1950 yıllarında
yaşanan gelişmelerden dolayı bürokrasi ve askerler gücünü kaybettikleri
düşüncesiyle, bozulan ekonomik ve toplumsal yapıyı öne sürerek, ekonomik, sosyal,
siyasal bir yapı içerisine girmeleridir. Türkiye’nin siyasal yaşamı boyunca yapılan
darbelerin amacı; 27 Mayıs 1960 darbesi hariç temel hak ve özgürlükleri kısıtlama
adına güçsüzleşen merkezi otoriteyi güçlendirmektir.
Darbe sabahı radyolardan duyulan ilk müdahale gerekçesi, politikacıları içine
düştükleri çıkmazdan kurtarmaktı. Darbe sabahı Ankara Radyosu’nda yapılan
yayında şöyle ifade edilmekteydi:
‘‘Demokrasimizin içine düştüğü kriz nedeniyle, kardeşin kardeşi
vurmasını önlemek için, Türk Silahlı Kuvvetleri ülkenin yönetimine el
koydular. Bu girişim, partilerin içine düştükleri uzlaşmazlık
durumundan kurtarmak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Bu girişim
herhangi bir kişi ya da gruba yönelik değildir. Yönetimimiz kişilere
karşı herhangi bir saldırı eylemine başvurmayacaktır. Mensup
oldukları partiler dikkate alınmaksızın her yurttaş yasalara uygun
biçimde muamele göreceklerdir.’’101
101
Ahmad Feroz, Modern Türkiye’nin Oluşumu, çev. Yavuz Alagan, Kaynak Yayınları, İstanbul,
2012, s.152–153
40
27 Mayıs darbesinin, siyasal hayata önemli bir şekilde etkisi olmuştur:
Demokrat Parti kapatılmış, parti önderleri anayasayı ihlal etmiş gerekçesiyle
yargılanıp, tutuklanmış, partinin lideri olan Menderes ise 1961’de idam edilmiştir.
27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi Türk demokrasi hayatında siyasal anlamda
olduğu kadar ekonomik anlamda da önemli dönüm noktasıdır. 1950’li yıllarda
serbest piyasa ekonomisi adıyla yapılan devlet müdahaleciliği, 1960’lı yıllarda
geçilen planlı kalkınmanın hazırlayıcısı olmuştur. Bundan dolayı, hükümet ekonomik
politikayı her anlamıyla uygulaması ve devletin temel prensiplerine bağlı kalması
adına Devlet Planlama Teşkilatını (DPT) kurmaya karar vermiştir. DPT’nin
kurulmasıyla kalkınma modeli yaratmıştır. Planlama modelinin temel özellikleri şu
şekilde sıralanabilir:102
Demokrasi düzeni için de kalkınma planı yapılacak.
On beş yıllık perspektif içinde 5 yıllık planlar hazırlanacak.
Karma ekonomi düzeni içinde plan kamu sektörü için emredici, özel sektör
için özendirici nitelikte olacak.
Yıllık büyüme hızı hedefi plan döneminde % 7 olacaktır.
Bu modelinin belirlenmesinden birkaç gün sonra halk oylamasıyla yeni
anayasa 1961 Anayasası yürürlüğe girmiş oldu.
Ozan Örmeci, makalesinde 27 Mayısı şu şekilde belirtmektedir: ‘‘27 Mayıs
gerçekten Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından çok önemli ve tartışmalı bir olaydır.
Askerin siyasete karışma ve direkt müdahale geleneğini başlatması açısından son
derece zararlı olan 27 Mayıs; ilginç bir şekilde çağdışı 1924 anayasasının yerine,
özgürlükçü 1961 anayasasını getirerek Türkiye’nin gerçekten demokratik bir rejime
kavuşmasına ön ayak olmuştur. 27 Mayıs ayrıca diğer darbelerin aksine ABD
tarafından önceden haber alınamayan ve emir-komuta zinciri içerisinde
gerçekleşmeyen bir darbeydi. Ancak 27 Mayıs’ın, sonraki darbelerden önemli bir
102
Erdinç Tokgöz, Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914–2007), İmaj Yayınevi, Ankara,
2007, s.171
41
farkı vardı. O fark, bence emir-komuta zinciri içinde bir hareket olmamasıydı. O
zamanın genelkurmay başkanına da bir başkaldırmaydı. Darbeden sonra, Avrupa
Birliği’nin bizden istediği reformların ötesinde geniş bir hak ve özgürlükler sağlayan
1961 anayasası kabul edilmiştir. 1961 anayasasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin
sosyal bir devlet olduğu vurgulamıştır.”103
Zürcher’e göre; 1960’dan sonra Türkiye’de liberalizme canlılık katan veya
onun varlığını sürdürmesinde en büyük katkı şüphesiz 1961 Anayasası olmuştur.
Öncelikle 1961 Anayasası hem sol hem de sağ siyaset için bir önceki anayasaya
nazaran daha geniş bir siyasal faaliyet yelpazesine izin vermiş olması bakımından
çok daha fazla liberaldir.104
1961 Anayasası, özgürlükçü bir görüntünün ardından esas itibariyle devletçi
bir yapıyı teşkil ettiği için eleştirilmiştir. Bu anlayışı savunanlar; bu iddialarını, 1961
Anayasasının ekonomik anlamda devletçi ekonomiyi öngörmesi ve sosyalist
düşüncelere zemin hazırlaması bakımından eleştirmişlerdir. Aslında, 1961
Anayasası, bir yandan siyasal iktidarları sınırlayarak, diğer yandan klasik hak ve
özgürlüklere bazı haklar tanıması açısından liberal değerler taşımaktadır.105
Türkiye’de kabul edilen, 1961 Anayasası; ‘‘Millet, egemenliği anayasasının
koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır.’’ Sözüyle parlamentoyu tek
egemen güç olma durumundan çıkarmıştır. Mahkeme Bağımsızlığı, yargıç güvenliği
ve yasaların uygunluğunu denetleyecek olan Anayasa Mahkemesini 1961 Anayasası
ile kurulmuştur. Anayasayla birlikte klasik hak ve özgürlüklere o güne kadar
tanınmayan bazı güvenceler sağlanmış, bunun yanında ekonomik ve sosyal haklar,
temel haklar arasına sokulmuştur.106
Bu bağlamda, 1961 Anayasası, bu duruma kadar
toplumda baskı altında tutulan bazı demokratik ilkelerinde yükselmesine işaret
etmektedir.
103
Ozan Örmeci, ‘‘27 Mayıs ve Sonuçları’’, 9 Eylül 2010, Erişim:
http://ydemokrat.blogspot.com/2010/09/27-mayis-ve-sonuclari.html, 09.02.2013 104
Zürcher, a.g.e., s.358 105
Ahmet Köroğlu, ‘‘1990’lı Yıllarda Türkiye’de Siyasal Liberalizm’’, Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2011, s.45 106
Cem Eroğul, Geçiş Sürecinde Türkiye, Belge Yayınları, İstanbul, 1990, s.156–157
42
‘‘1961 Anayasası üç kez değişikliğe uğramıştır. Birincisi, siyasi partilere
hazine yardımı yapılması ile ilgili, ikincisi, parlamento üyelerinin aylık ödenekleri ile
ilgili, üçüncüsü ise Türk siyasal yaşamının temel konusu olan temel hak ve
özgürlükler ile ilgili olan değişiklerdir. Anayasa’nın ikinci kısmında yer alan Temel
Haklar ve Ödevler kısmında, “Temel Hakların Özü” şeklinde yer alan 11. madde,
“Temel Hak ve Hürriyetlerin Özü, Sınırlanması ve Kötüye Kullanılmaması” şeklinde
değiştirilmiştir. Özgürlükler düzeninin temel ilkesi olan “serbestlik” yerine
“sınırlılık” getirilmiştir.’’107
1961 Anayasası'nın uygulanmaya konulmasıyla,
Türkiye'de toplumsal ve siyasal hayatta ciddi bir demokratikleşme süreci başlamış,
fakat 1969'dan itibaren artan siyasi istikrarsızlık ve kutuplaşmalar demokrasinin
devam etmesini engellemiştir.
2.3.2. Kalkınma Planları
1950–1960 yılları arasında Demokrat parti döneminde liberal politikaların
benimsenmesiyle, devletin ekonomik hayattaki etkinliğini sınırlandırmak amacıyla
plan yapma yoluna gidilmemişti. Ancak, 1950’li yılların sonlarına doğru ekonomik
göstergelerdeki bozulmalar, dış kaynak sağlayan kuruluşların da etkisiyle,
kalkınmanın plan dâhilinde yürütülmesi gerekliliği fikrini ortaya koymuştur. 1961
Anayasasında, “Sosyal ve Ekonomik Hükümler” başlığı altında, devlete kalkınma
planları hazırlama görevi verilerek, ekonomide kamu kesimine ayrı bir yer verilmiş;
planlama, anayasal zorunluluk haline gelmiştir. Böylece, ekonomide devletin
üstlendiği görevleri icra eden KİT’lere belirli ödevler yüklenmiş, iktisadi ve sosyal
hayata planlama düşüncesi egemen olmuş, planların icrası için de DPT
kurulmuştur.108
1963’den 1983’e kadar dört kalkınma planı yapılmıştır. Bu dört kalkınma
planları şunlardır: 1. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1963–1967), 2. Beş Yıllık Kalkınma
Planı (1968–1972), 3. Beş Yıllık Kalkınma Planı (1973–1977), 4. Beş Yıllık
Kalkınma Planı (1979–1983).
107
Sezer Ayan , ‘‘Siyasi Yapılanma Sürecinde 1961 ve 1982 Anayasası’’, Cumhuriyet Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt:8, Sayı:2, 2007, s.1 108
Abdullah Takım, ‘‘Türkiye’de 1960–1980 Yılları Arasında Uygulanan Kalkınma Planlarında
Maliye Politikaları’’, Maliye Dergisi, Sayı:160, Ocak-Haziran 2011, s.156
43
Ekonominin tümünü kapsamakta olan bu planlar, devlet kesimi için
buyurucu, özel kesim için yol gösterici nitelikte olmasından dolayı bunlara, karma
planlar da denilmektedir. Karma ekonomide bir kesimin ağırlığının bulunması,
planın da niteliğini geniş ölçüde belirleyeceğinden, planın buyurucu ve yol gösterici
nitelik kazanmasını sağlar. Bu durum devletin ekonomi üzerindeki yetkilerinin
sınırlarını belirler niteliktedir. Devletin özel sektörle aralarında oluşan ilişkinin
derecesinin belirlenmesi anlamına da gelir. Bu kapsamda değerlendirildiğinde,
1.BYKP devlet kesimi ile özel kesim arasındaki dengenin sürdürülmesi esası üzerine
oturmuştur. 2. ve 3. BYKP’ler ise, genel olarak özel kesime ağırlık tanımışlar, devlet
kesiminin büyümesini, devletin ekonomik uğraşlardaki rolünün gelişmesini
benimsemedikleri gibi, karma ekonomik düzen içinde özel kesime birçok alanda
sınırsız yer açmışlardır. Devlet, kamu iktisadi kuruluşları ile özel kuruluşlar arasında
rekabet eşitliğini sağlamak için bir fark gözetilmesi gerektiğini kabul etmiş ve her
türlü teşvik görmelerini benimsemiştir. 2.BYKP’de devletin yatırımları, neredeyse
altyapı kurumları ile sınırlandırılırken, imalat sanayi alanı tamamıyla özel kesime
bırakılmıştır. 1.BYKP’da terk edilen ve bir bakıma devlet sermayesini, özel kesim
emrine verme amacını taşıyan anlayışa yeniden dönülmesi sonucu, ekonominin
karma niteliği zayıflamış, daha çok özel girişimciliğe ağırlık verilmiştir. Bir bakıma,
karma ekonomik uygulamada devlet kesimi en aza indirilmiştir. Bu durum,
2.BYKP’nin daha çok yol gösterici bir plan niteliği kazanmasına neden olmuştur.
Devlet adeta geleneksel işlevlerinin sınırları içine sıkıştırılmak istenmiş ve hızlı bir
kalkınmayı sağlamak için devletin ekonomik gücünden yararlanmaktan bir ölçüde
vazgeçilmiştir. Bu plan, sosyal açıdan oldukça yetersiz bir plan olarak
değerlendirilebilir. Türkiye bu dönemde, 1969 Kriziyle sarsılmış ve kriz sonrasında
IMF ile istikrar programı uygulamayı kabul etmiştir. 3.BYKP önceki iki plandan
farklı niteliklere sahiptir. Bu dönemde devletçi ekonomik politikadan fazla bir şey
kalmamış, Türkiye’nin ekonomik düzeni yeni bir şekil almıştır. Büyük sermayenin
egemen olduğu ve sanayileşme sürecini hızlandırdığı bir kapitalizm, Türkiye’de
bütün boyutları ile görülmeye başlamıştır. 4.BYKP’de, önceki plan döneminde özel
girişim lehine oluşturulan politikalarla bozulan karma ekonomiye, yeniden denge
44
kazandırma ön plandadır. Planlar, planları yapan iktidarların görüşlerine göre
şekillenmiştir.109
Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı, ekonomik, siyasi ve sosyal politika
ilişkilerinin teknik ve idari çözümlemeleri açısından Avrupa Ekonomik Topluluğuna
üyeliği hedefleyen önemli bir dönemi kapsamaktadır. Bu plan dönemi içerisinde
Türkiye’de siyasi alanda koalisyon hükümetleri (CHP-MSP) döneminin başlaması,
plan uygulanmasında bir takım güçlüklerin yaşanmasına neden olmuştur. Bu
güçlüklerin yaşanmasındaki neden; bu dönemde, Türkiye’nin 1971 muhtıra
yaşaması, ekonominin darboğaza girmesi, petrol krizinin yaşanması ve Kıbrıs
sorunsalıdır. Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı dönemine gelindiğinde ise, üçüncü
plan döneminde görülen ekonomik ve siyasi istikrarsızlık, planın ertelenip bir yıl
sonra yürürlüğe girmesine yol açmıştır. Dördüncü plan döneminde, ülkede yüksek
enflasyon ve ödemeler bilançosu açıklarının yoğun bir şekilde yaşanmasından dolayı,
sanayileşme stratejisini benimseyen kamu kesime ağırlık verilmiş, ödemeler
bilançosu açıklarını gidermek amacıyla da kendi ayakları üzerinde duran bir
ekonomiyi benimsenmiştir.110
Türkiye 3. BYKP’da yaşanan dönemde ekonomik ve politik sorun karşısında
çözüm yolları için İMF, DB ve OECD kuruluşlarından yardım alarak çözüm
yollarına başvurmuştur. İlk üç planın genel çizgilerini sürdüren dördüncü plan da ise,
Türkiye’nin içinde bulunduğu ağır, ekonomik, siyasal ve toplumsal bunalım
nedeniyle uygulanamamıştır. Sezen’e göre; bu koşullar olmasaydı bile, planın 24
Ocak 1980 ekonomik istikrar tedbirleri ile Türkiye’nin o güne kadar izlediği, ithal
ikamesine dayalı kalkınma politikalarının terk edilerek, liberal politikalara, ihracata
ve dışa açılmaya dayalı bir kalkınma anlayışının benimsenmesi sonucu, geçerliliğini
yitirmiş gözükebilir. Planın yürürlüğe koyulduğu tarihte ABD’de ‘Reagan’,
İngiltere’de ‘Thatcher’ yönetimleri sosyal devlet uygulamalarına son vermeyi
hedefleyen yeni sağ politikaları yaşama geçirmektedirler. Bu politikalar, Türkiye’de
109
Uysal Kerman, ‘‘Türkiye’de Devletin Küçültülmesi Sorunu’’, Yayımlanmamış Doktora Tezi,
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2006, s.127–128 110
DPT, Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı 1973–1977, DPT Yayınları, 1972 Ankara, DPT
Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı 1979–1983, DPT Yayınları, Ankara, 1977, bkz.
http://ekutup.dpt.gov.tr/plan/plan.asp
45
yansımasını Anavatan Partisi (ANAP) ile bulacaktır.111
Birinci kalkınma planı hariç
diğer tüm kalkınma planları liberalizme yaklaşmadı ve hatta liberalizmi ülkeden uzak
tutmaya çalıştılar.
Kalkınma planlarının uygulandığı dönemde, yapılan devalüasyon ve
arkasından gelen 12 Mart döneminden sonra yaşanan bazı gelişmeler ekonomide bir
iyileşme sağlamıştır. Buna rağmen, 1974 yılından itibaren petrol fiyatlarındaki ani
yükseliş sonucu, dünya ekonomisinin daha da kötüye gitmesi ile ekonomik bunalım
yaşanmıştır. Türkiye’nin, bu ekonomik bunalıma tepkisi, sürekli siyasi istikrarsızlık
içinde olan ülkenin devamlı siyasi rekabetin yaşandığı bir ortamda seçim ekonomisi
ardından bunalımını yansıtmamak ve ertelemeye çalışmak olmuştur. Türkiye, bu
dönemde petrol fiyatlarının aniden artması karşısında, döviz türünden borçlanmaya
giderek, ekonominin büyümesini amaçlasa da, bu uygulama 1975 ile 1976 yılları
arasında az da olsa büyüme sağlamış, ancak bu süreç fazla sürmemiştir. Alınan dış
borçlar, petrol zamları ve siyasi istikrarsızlıklar ülkenin yeniden çıkmaza girmesine
sebep olmuş, bunun doğal sonucu olarakta ülke ekonomik bunalım içine girmiştir.
2.3.3. AET ile Türkiye Arasındaki İlişki
Türkiye, 1963 Ankara Anlaşması ile başlayan ve günümüze kadar devam
eden Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) üye olma serüveninde ilerleme
kaydetmiştir. Bunun ardından, Türkiye’nin, 1995 yılında topluluk üyesi olan
ülkelerle gümrük birliğine geçişini öngören Katma Protokolün de 1970 yılında
imzalanması ile kalkınma hedeflerinde yeni ufuklar açılmıştır.112
‘‘Türkiye, 23 Kasım 1970’te AET ile imzaladığı ‘‘Katma Protokol’ü,
Temmuz 1971’de TBMM’nin onayına sunmuştu. Bu tarihten itibaren Türkiye’nin
yeni sanayi yatırımları planlaması ve gümrük duvarıyla bunları koruması yasal
olarak mümkün değildi. Ancak önce AET’nin yayılması, sonra petrol krizinin aralıklı
111
Seriye Sezen, Devletçilikten Özelleştirmeye Türkiye’de Planlama, TODAİE, Ankara, 1999,
s.195 112
Sezen, a.g.e., s.191
46
olarak dünya ekonomisini büyük ölçüde etkilemesi, karşılıklı olarak öngörülen
yükümlülüklerin zamanında yürürlüğe konmasını engellemiştir.’’113
Ankara Anlaşmasıyla, anlaşmada yer alan hususların yanında, Türkiye ile
AET arasında gümrük birliği kurulması kararlaştırılmıştır. Anlaşma; gümrük birliği,
Türkiye ile AET ülkeleri arasında, sanayi ürünlerinde, ithalatta olduğu gibi ihracatta
da gümrük vergileri ile aynı etkiye sahip verginin miktar kısıtlamasının ve aynı etkili
her türlü tedbirin kaldırılmasını ve Türkiye’nin üçüncü ülkelere karşı Ortak Gümrük
Tarifesini (OGT) uygulamasını öngörmektedir. Ankara Anlaşmasına göre;
oluşturulacak gümrük birliği, taraflar arasındaki gelişmişlik farkı dikkate alınarak
aşamalı bir şekilde kurulacaktır. Fakat Türkiye ile AET ülkeleri arasında büyük gelir
farklılığı bulunmaktadır. Bundan dolayı, taraflar arasında kurulacak gümrük birliği,
üç aşamada gerçekleşecektir: Hazırlık Dönemi, Geçiş Dönemi ve Son dönem114
Ankara Anlaşması'nın imzalanması sırasında İtalya Maliye Bakanı olarak
AET Bakanlar Konseyi'nde bulunan, ‘‘Emilio Colombo’nun’’, Mehmet Ali
Birand'la, yaptığı konuşmasında Avrupa'nın anlaşma imzalanmasına neden olan
tutumunu şöyle açıklamaktadır:
‘‘Ankara anlaşması ve Katma Protokol esnasındaki itici güç
politik nedendi. Türkiye’nin NATO üyesi olması ve Sovyetlere karşı
bir perde görevi üstlenmesinden dolayı, Yunanistan'la ayrıcalı
tutulmaması için (hiç değilse görünüşte) epey çaba harcandı.
Türkiye bu anlaşmayı devamlı isteyen ve kendini sıkı sıkıya
bağlamaya çabalayan taraftı... Bundan dolayı, biz de hayır
diyemiyorduk. Bunun nedeni, Türkiye’nin siyasi ağırlığını ortaya
koymasından kaynaklanmasıdır. O dönem için de bu oldukça
önemliydi.’’115
Türkiye Katma Protokol imzalamasının ardından, Kıbrıs çıkarması ve
ardından yaşanan toplumsal ve siyasi olaylar Türkiye’nin zor günler yaşayacağını
113
Tokgöz, a.g.e., s.192 114
Belgin Akçay, B. Gülüm Özçelik, Lizbon Antlaşması Sonrası Avrupa Birliği, Serbest
Dolaşım ve Politikalar, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2012, s.526 115
M. Ali Birand, Türkiye'nin Ortak Pazar Macerası (1959–1985), Milliyet Yayınları, İstanbul,
1986, s.147
47
göstermiştir. Ülkenin yaşayacağı zorluklar sadece siyasal düzeyde kendini
göstermemiş, bundan daha yoğun biçimde kendisini ekonomik düzeyde göstermiştir.
Ekonomik açıdan; enflasyon, bu yıllardan itibaren Türkiye’de değişmez bir gerçeklik
haline gelmiştir. Siyasi bakımdan aynı zamanda hem ABD hem de AET ülkelerinden
uzaklaşmaya yol açan Kıbrıs sorunsalı, Türkiye’de “Batı” nın yine bir bütün olarak,
olumsuz biçimde algılanmasına yol açmıştır. Türkiye de, bu dönemde ekonomik ve
siyasal ortam olmadığından dolayı Katma Protokol hükümlerini yerine getirecek ve
bu konuda devamlılığını sürdürecek bir irade gösterememiştir. Ankara Anlaşmasının,
bir tam üyelik sürecini hazırlayacağı bilinse de, bunun sağlanması yolunda bir
yakınlaşma politikası uygulanmamış, anlaşma, taraflar arasındaki siyasal olaylar
bahane edilerek askına alınmış, AET’nin kendi içerisinde geçirdiği aşamalar da göz
ardı edilmiştir. Bu sürecin, tam üyeliğe gidecek biçimde kabul edilmemesi ve bu
yolda ekonomik, siyasal ilişkilerin geliştirilmemesi, Türkiye’de AET’nin
dışsallaşmasına yol açmıştır. Öyle ki, AET ülkelerinin “ortak” olduğu onaylanırken,
Türkiye’nin her koşulda dışarıda kalacağı düşünüldüğünden sadece “pazar” olacağı
anlayışı yerleşmiştir.116
Türkiye’de 1970’li yılların yarısından itibaren yaşanan ekonomik bunalım ve
siyasi istikrarsızlıklar, AET ile ilişkilerimizin ertelenmesine neden olmuştur. Daha
sonra, 12 Eylül’ün yaşanması AET ile ilişkilerimizi dondurmuş, sonraki yıllarda bu
süreç AB ilişkilerine dönüşerek günümüzde bile hala devam eden bir süreç haline
gelmiştir.
2.3.4. Petrol Krizi ve 1970’lerde Yaşanan Gelişmeler
Ekonomik yapıda inişli çıkışlı dönemleri kapsayan 1970 ile 1980 arasındaki
yıllar, Türkiye’nin geçirdiği ekonomik, siyasal ve sosyal bunalım dönemidir. Siyasal
alanda; 1971 muhtırası, Kıbrıs sorunu ve hükümetlerin istikrarsızlık politikalarının
yaşanmasına karşın, ekonomik alanda; petrol krizi, devalüasyon, istikrar politikaları
yaşanmıştır.
116
Beril Dedeoğlu, ‘‘Dünden Yarına Türkiye- Avrupa Birliği İlişkileri’’, Siyasa, Yıl:1, Sayı:1,
Bahar 2005, s.28–29
48
1970’li yıllara girilen dönemde, dış ticaret açıkları genişlemesiyle, dış kaynak
girişleri beklenen ölçüde gerçekleşmeyince; Türkiye, döviz darboğazı şeklinde ortaya
çıkan bir ekonomik bunalıma girmiştir. Hükümet, bunalımdan çıkmak için bazı
politikalar uygulamış ise de, ilk dört yıl olumlu sonuçlar alınmış, ancak ülkeye dış
ilişkilerin müdahalesiyle daha da ağır sonuçlar yaşanmıştır. Dünya petrol krizi OPEC
(Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) petrol fiyatlarını artırması, Türkiye’yi hem
ekonomik hem siyasal bakımından zor duruma düşürerek, ülkeyi daha çıkmaz bir
duruma sürüklemiştir.
Dünya ekonomisi, petrol enerjisine bağımlı olması nedeniyle, Ortadoğu
ülkelerinin üye olduğu OPEC’in petrol fiyatlarını aşırı biçimde yükseltmesi, krizin
yaşanmasına yol açmıştır. OPEC’in 1973 sonbaharında aldığı %70 kararıyla
yetinmeyerek, yıl sonunda % 130 artış kararı alması krizin etkilerini daha da
artırmıştır.117
Petrol üreticisi ülkelerin fiyatları yükseltmek amacıyla üretimi sınırlandırma
siyaseti izlemeye başlamaları sonucunda petrol fiyatları, altı-yedi aylık bir dönemde
ortalama dört kat yükselmiş, petrol tüketiminin %70’den fazlasını ithalat yoluyla
sağlayan Türkiye için 1973 sonlarında başlayan Dünya Petrol Krizi’nden şiddetli bir
şekilde etkilenmesine yol açmıştır. Bu döneme kadar benimsediği sanayileşme
politikalarında değişiklik yapmak zorunda kalan Türkiye, krizden direk ve dolaylı
olarak iki şekilde etkilenmiştir: Petrol fiyatlarındaki artışın ithalat giderlerini
yükseltici etkisi ve Petrol fiyatlarındaki artış sonucu petrol dışı ithalat giderlerinin
artması. Petrol, endüstrilerin çok yaygın olarak kullandıkları bir sanayi ham
maddesidir. Dolayısıyla petrol fiyatlarındaki artış onu girdi olarak kullanan tüm
sanayi ürünlerinin de fiyatlarının yükselmesine neden olacaktır.118
Dünyadaki ülkeler petrol konusunda tasarruf etmeye çalışırken, Türkiye
ilginç bir şekilde petrole destek vererek, tüketimi yüksek seviyelere çıkarmıştır.
Bundan dolayı, petrole dayalı enerji üretimi ve yabancı sermayeye dayalı otomobil
üretimine geçiş sürecinde, petrol tüketimi 10,8 milyon tondan 17,7 milyon tona
117
Gökçen- Faruk Alpkaya, 20.Yüzyıl Dünya ve Türkiye Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
İstanbul, 2005, s.233 118
Halil Seyidoğlu, Türkiye’de Sanayileşme ve Dış Ticaret Politikası, Turhan Kitabevi, Ankara,
1982, s.147-148
49
fırlarken, petrolün enerji tüketimindeki payı % 50 civarına çıkmıştır. Bu durum,
Türkiye’nin ekonomisinde görülmedik bir boyutta savurganlığa neden olmuş,
başlarda pozitif değer veren turizm bilançosu bile negatif bakiye vermiştir. Batının
stagflasyon içine girdiği bu dönemde uluslararası bankalar düşük faizli kredi vermek
için ülkelere teklif götürmeye başlamışlar, henüz IMF-bankalar işbirliği
kurulmadığından Türkiye de kısa vadeli borca girmeye başlamıştır. Bu ortamda
alınan bütün politika önlemleri içeride büyümeyi teşvik etmiş, sermaye ve mal
ithalini kolaylaştırmıştır. Denetimli ekonomide serbestleşme girişimleri böylece
kendini göstermeye başlamıştır.119
1971 yılından itibaren uygulanan yanlış kur politikası sonucunda; TL’nin
değeri yüksek tutulmuş, ancak ihracat ve turizm gelirlerinin beklendiği bir şekilde
artması mümkün olmamıştır. Bu durum Türkiye’ye son üç yılda dış ülkelerden gelen
işçilerin döviz miktarının azalmasına neden olmuştur. 1975 yılının başından itibaren
toplam döviz gelirleri azalmasına rağmen, Türkiye’nin giderleri gün geçtikçe artan
bir durumuna gelmiştir. Bu sonuç ülkeyi yönetenleri her türlü dış kaynağın kolayca
girişini sağlayacak bir mevzuat hazırlamaya, dolayısıyla dış borçlanmaya götüren en
önemli olay olarak görülen Dövize Çevrilebilir Mevduat (DÇM) hesaplarını
oluşturmuştur. DÇM’nin uygulanmasıyla hızla dışarıdan kısa vadeli olarak
borçlanmaya gidilmiş, fakat giderek artan dış ticaret açığı önlenemeyince, önce işçi
dövizleriyle, daha sonra dış borçlanma yoluna gidilmiştir. Bu dönemden sonra kamu
gelir ve giderleri arasındaki açık, borçlanmayla karşılanmaya çalışılmışsa da ortaya
çıkan enerji ve döviz darboğazı sanayi kesiminde üretimin düşmesine yol açmıştır.120
Feroz’a göre; 1973’ten sonraki yıllar, Türkiye’nin kararsız bir politikada
kalarak yönünü bulamadığı, zayıf ve kararsız hükümetler tarafından yönetildiği en
kötü dönemdir. Bu dönemde, hükümet sadece ekonomi alanında, petrol krizleriyle
uğraşmak zorunda kalmamıştı. Avrupa’nın Türk işçisi isteğinin bitmesine yol açan,
yaşanılan ekonomik krizin darbelerine de katlanmak zorunda kalmıştır. Bundan
dolayı, Türkiye hem sermaye yetersizliği hem de işsizlik sorunuyla karşı karşıya
119
Gülten Kazgan, Tanzimat’tan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, İstanbul Bilgi Üniversitesi,
İstanbul, 2006, s.102–109 120
Rıdvan Karluk, Cumhuriyet’in İlan’ından Günümüze Türkiye Ekonomisi’nde Yapısal
Dönüşüm, Beta Yayınları, İstanbul, 2009, s.414
50
gelmiştir. Bu sorunları çözmek amacıyla; hükümet bir yandan tasarruf çağrısı
yapmış, diğer yandan yüksek istihdam ve kamu yatırımlarıyla ekonomik büyüme
politikaları uygulamışlardır. Büyüme politikalarının uygulanmasına rağmen,
ekonomi giderek artan işgücünü önlemede yetersiz kalmış, bundan dolayı, işsizlik
artmış, özellikle de okul bitiren gençler üzerinde etkili olmuştur.121
Bunun
sonucunda, öğrenciler sağ ve sol saflara katılmışlar, bu durum, Türkiye’nin
toplumsal kutuplaşmasına yol açarak, ülkenin toplumsal, ekonomik ve siyasal
yaşamının her alanında etkisini göstermiştir.
‘‘Ham petrol fiyatlarının üç misli arttığı bu yıllarda Türkiye ekonomisi
karşılaştığı döviz kıtlığına karşın, kısa vadeli döviz türünden pahalı borçlanma
yöntemiyle ekonomik büyümesini sürdürmeye çalıştı. Böylece dünya ekonomik
bunalım içinde debelenir ve ulusal ekonomiler küçülme zorunda kalırken, Türkiye bu
yapay yöntemlerle 1975 ve 1976 yıllarında %8 dolaylarında büyüdü. Siyasal
güçlükleri popülist iktisat politikaları ile geçici bir refah konjonktürü yaratarak
aşmaya çalışan hükümetin bu politikasının tıkanması kaçınılmazdı. Nitekim genel
seçimlerin yapıldığı 1977 yılı ertelenmiş ekonomik bunalımın patlak verdiği yıl
oldu.’’122
Ekonomik bunalımın yaşanması sonucunda 1978 ve 1979 yılında ikinci
petrol krizi yaşanmış, petrol fiyatları tekrardan artmıştır. Bu süreç, Türkiye’yi de kısa
vadeli borçlanma talebinde bulunmakta bırakmış, bunun sonucunda da Türkiye döviz
darboğazına girmiştir.
1978’de iktidara gelen Ecevit Hükümeti olumsuz gidişi tersine çevirmek için
ekonomik yapısal değişikliği amaçlayan tedbirler alarak, ekonomiyi ayakta
tutabilmek adına dış kredilerde bulunmuş ve kısa vadeli borçların ertelenmesi için
IMF’nin önerileri doğrultusunda hareket etmiştir. Devalüasyon yapılması, Cari
Harcamaların Kısılması, maaş ve ücretlerin belirli seviyede tutulması, bütçenin
küçültülmesi, KİT ürünlerine zam yapılması IMF’nin alınması istediği önlemler
arasındaydı. Hükümet bu önlemleri dikkate almadan dış borç ertelemeleri ve kredi
bulmaları imkânsız olmasından dolayı, IMF’nin önlemleri dikkate alarak; Türk
Parası Devalüe edilmiş, KİT ürünlerine zam yapılmış, İhracat vergisi düşürülmüş,
121
Feroz, a.g.e., s.208–209 122
Anadolu Üniversitesi, Bunalımlı Yıllar (1971–1980), s.132, Erişim:
http://w2.anadolu.edu.tr/aos/kitap/IOLTP/1269/unite07.pdf, 18.02.2013
51
Faiz hadleri yükseltilmiş ve en önemlisi DÇM uygulaması kaldırılmıştır.123
Alınan
önlemler ekonomideki olumsuz gidişi düzeltmeye etkili olmamış, enflasyon hızının
yükselmesini engelleyememiştir.
Ekonomin giderek daha da kötüleşmesi sonucunda, Nisan 1978 ve Mart 1979
tarihlerinde yürürlüğe konan genel anlamda birbirine benzer olan iki istikrar
programı uygulanmıştır. Programların temel amacı; ülkenin dış ödemeler dengesini
sağlayarak enflasyonu düşürmekti. Enflasyon ve ödemeler dengesi açıklarının
Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesine çıktığı bu yıllarda her iki karar da o
dönemde Türkiye’nin içinde bulunduğu istikrarsızlık nedeniyle uygulanamamıştır.124
1979’da döviz kıtlığı yaşanmasının ardından petrol fiyatları yükselerek 24 dolara
çıkmıştı. Bunun neticesinde, büyümüş olan yatırımlar ertelenmiş, üretimin daralmış,
mal kıtlıkları ve kuyrukları yaygınlaşmıştır.
1979’lu yılların sonuna doğru 1980 Askeri müdahalesi yaşanmadan hükümeti
devralan Başbakan Süleyman Demirel, Hükümet Programını açıklarken ülkenin
içinde bulunduğu ekonomik durumu şu sözlerle özetlemiştir:
“… Hayat pahalılığı, fakir, fukarayı dar gelirli vatandaşları
ezmiş, 1979’un ilk 9 ayında, yılsonunda %100’ü aşacak bir eğilim
içine giren enflasyon, ekonomik hayatı felce uğratmıştır… Vatandaş
başta yağ, akaryakıt, kömür, ilaç, ampul olmak üzere günlük ihtiyaç
maddelerinin çoğunu bulamaz haldedir. Yokluktan dolayı millet
canından bezmiş, karaborsa dar gelirli vatandaşları ezmiş, ülke adeta
bir kuyruklar diyarı haline gelmiştir…15 yıl arka arkaya ortalama
yılda %7 kalkınma hızı gerçekleştiren Türkiye, 1978 ve 1979
yıllarında kalkınma hızını sıfıra düşürmüştür… Kasası işlerlik
kazanamayan Merkez Bankası enflasyon kaynağı olmuştur.
Cumhuriyet’in kurulduğu günden 1977 sonuna kadar geçen 54
senede, emisyon hacmi ancak 77 milyar liraya ulaşmışken, geçen 22
ay zarfında 100 milyar lira daha artarak 177 milyar liraya ulaşmıştır.
123
Fikret Başkaya, Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına: Türkiye Ekonomisinde İki Bunalım
Dönem, Maki Basın Yayın, Ankara, 2004, s.185 124
Karluk, a.g.e., s.416
52
Merkez Bankası açık finansman için kullanılmıştır. Hazine borç
altındadır. 406 milyar liralık 1979 yılında ki Bütçe oranı, daha
şimdiden 600 milyar liralık ödeme yükünün altındadır. Yıllık açığı 100
milyar lirayı bulan İktisadi Devlet Teşekkülleri, Devlet Hazinesinin en
düşündürücü meselesi olarak ortada durmaktadır.’’125
Bu dönemde, ekonomik sorunların yaşanması, toplumsal ve siyasal yaşama
etki ederek şiddet olaylarını artırmıştır. 22 Aralık 1978’de Kahramanmaraş’ta patlak
veren şiddet olayları, güvenlik güçlerinin önleyemedikleri bir iç savaş durumuna
dönüşmüş, 109 kişi ölmüş, 500 ev ve işyeri tahrip edilmiştir. Bu durum, sağ ve sol
kavgasına dönüştürülerek, sağda veya solda birçok emniyet müdürü, sendikacı, savcı,
profesör, gazeteci gibi bazı kişilerin faali meçhul durumu yaratılarak öldürülmesine
neden olmuştur.126
1978 ile 1979 yılları arasında sadece duraklayan ekonomi ve hızlanan
enflasyon yaşanmamıştı. AP (Demirel) ve CHP arasında yoğunlaşan gerilimler,
alınamayan ya da yürütülemeyen kararlar, IMF ile sürüp giden görüşmeler, ülkenin
siyasal boyutu oluşturmuştur. Yaşanan ekonomik ve siyasal kargaşada iktidara gelen
AP hükümeti, IMF’nin isteğini gerçekleştirmek adına, IMF’nin onayını alarak 24
Ocak diye anılan ‘‘serbestleşme içinde istikrar sağlama programı’’ hazırlamak
istemişti, ancak hükümetin bu yıllarda bu programı aksatması neticesinde 12 Eylül
darbesinden sonra Başbakanlık Müsteşarı olan Turgut Özal’a kalmıştır. Özal, askeri
rejimin getirdiği siyasal ve ekonomik baskı altında, IMF ile Dünya Bankası’nın
dayattığı politikaları 24 Ocak Kararları adı altında uygulama fırsatı bulmuştur.127
Demirel Hükümeti, zamanında dış ekonomik ilişkilerden dolayı, dış yardım
ve kredi olanaklarının kesilmesi nedeniyle, uzun bir süredir politik beklentilere göre
kurgulanan ekonomiyi Turgut Özal’a bırakmıştır. Özal, yeni bir uygulama yaparak;
karma ekonomiden, serbest ekonomiye yönelmiştir. Bu uygulama ile Dünya
Bankası’nın Türkiye’ye önerdiği kararlar geçerliliğe girmiştir.
125
Nuran Dağlı, Belma Aktürk, Hükümetler ve Programları II, TBMM Basımevi, Ankara, 1998,
s.451–452 126
Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012, s.272 127
Kazgan, a.g.e., s.192–193
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1980 İLE 1999 YILLARI ARASINDA GELİŞEN OLAYLAR
ÇERÇEVESİNDE TÜRKİYE’DE NEO-LİBERALİZM
3.1. NEO-LİBERAL POLİTİKALARA GİRİŞ
Neo-liberal ekonomi politikaları, 1980 yılından itibaren kabul görmeye ve
dünya üzerinde üstünlük sağlamaya başlamıştır. Neo-liberal politikaların tüm
dünyada önem kazanmasını ve hızla yayılmasını sağlayan dört unsur şöyle
sıralanabilir:128
‘‘1980’lerin başlarından itibaren bir yandan Thatcher’in İngiltere’de,
Reagan yönetiminin uyguladıkları, ‘‘Thatcherism ve Reaganomics’’ neo-liberal
ekonomi politikaların tüm dünyaya yayılmasını sağlayan unsurlarından biridir.’’
Neo-liberal politika, kamu harcamalarının azaltılması, denk bir bütçe politikası
izlenmesi, vergi oranlarının indirilmesi ve tarafsız bir vergi politikası, istikrarlı bir
para politikası uygulaması, özelleştirme, deregülasyon gibi uygulamalarla ortak
özellikleri taşımaktadır.129
‘‘Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası finans kurumlarının Neo-liberal
görüş doğrultusunda oluşturduğu ve ‘‘Yapısal Uyum’’ adını verdiği programlar,
1980 sonrası dönemde Neo-liberal politikaların yayılmasını hızlandıran unsurlardan
ikincisidir.’’ 1970’lerin sonlarına doğru ortaya çıkan ve 1980’lerin başlarında etkisini
göstermeye başlayan ekonomik kriz, yapısal uyum politikalarının oluşumuna zemin
hazırlamıştır.
‘‘1980’lere kadar kapitalizme alternatif olma özelliğini koruyan komünizmin
çökmesi ve soğuk savaşın sona ermesi, Neo-liberal politikaların yaygınlaşmasını
sağlayan unsurlardan üçüncüsüdür.’’ Liberalleşme eğilimlerinin güçlenmesi,
modern ulus-devlet yapısının yıpranmaya başlaması ve teknolojik ilerlemenin ivme
128
Ekrem Erdoğan, M. Zeki Ak, ‘‘Neo-Liberal Ekonomik Dönüşüm ve Sendikalar’’, Kamu-iş,
Cilt:7, Sayı:2, 2003, ss.6–9 129
C. Can Aktan, Çağdaş Liberal Düşüncede Politik İktisat, Takav Matbaası, İzmir, 1994, s.116
54
kazanması ile birlikte demokratikleşme ve yeniden yapılanma sürecine girilmiş,
bunun doğal sonucu olarakta Sovyetler birliği parçalanmıştır.
‘‘Neo-liberalizmin, dünya ekonomisinin bir bütün olmaya doğru yönelmesi
olarak tanımlanan küresel bütünleşme (küreselleşme) sürecinin temel ideoloji haline
gelmesi, Neo-liberal politikalarının gelişmesini sağlayan unsurlardan
dördüncüsüdür.’’ Ülkelerin, küreselleşme olgusunu benimsemesi açısından dışa
kapalı politikalarının yerine dışa açılma politikası izleyerek neo-liberal politikaları
uygulamaya geçirmeleri gerekmektedir.
Devletin ekonomiye müdahalesini sorgulayan ve minimal devlet anlayışını
öngören Friedmancı liberal politikaların dünyada yaygınlaşması ile ortaya çıkan işçi
ayaklanmaları, terörizm gibi siyasi olumsuzluklar Türkiye’nin siyasi ve ekonomik
yapısına olumsuz etki etmiştir. Türkiye’de yaşanan siyasi istikrarsızlık ve artan
şiddet eğilimleri ekonomik alanda oluşan bu olumsuzluklarla birleşmesi ile ülkenin
1980 sonrası ekonomik, siyasal ve sosyal hayatındaki değişim ve dönüşümünde
önemli bir pay sahibi olacak 24 Ocak kararlarının ve 12 Eylül askeri müdahalesinin
ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Eksen’e göre, 24 Ocak programını hayata
geçiren 12 Eylül Rejimi’dir. 24 Ocak Uyum Programı’nın en dikkat çekici özelliği,
hükümet tarafından değil, 12 Eylül Rejimi tarafından alınmış olmasıdır.130
Para ya liberalizmde olduğu gibi sermayenin ve ekonominin denetiminde
olmalı ya da Keynesyenizm de olduğu gibi devletin ve siyasetin devletin denetiminde
olmalıdır.131
Bu anlayış doğrultusunda, hem siyaseti hem de ekonomiyi belirleyen
oluşumlar, her ikisinin de birbirine karşı konumu ve gücüdür. Sonuç olarak, ekonomi
ve siyaset birbirini şekillendiren unsurlardır.
Tablo 3’de belirtmiş olduğumuz üzere; 1980 yılı ve beraberinde yaşanan
gelişmeler sonucunda, hem Türkiye hem de dünya ülkelerinde önemli yapısal
dönüşümler yaşanmıştır. 1980 ve sonrası dönemde Türkiye tarihine damgasını vuran
neo-liberal politikalar, Tanzimat’tan bu yana özellikle 1980 dönemine kadar bir türlü
çözülemeyen sorunlar neticesinde ortaya çıkmıştır. Bu dönemden itibaren tüm
130
Nazif Ekzen, Türkiye Kısa İktisat Tarihi: 7 Eylül 1946’dan 15 Mayıs 2008’e, ODTÜ
Yayıncılık, Ankara, 2009, s.114 131
A. Haşim Köse, Fikret Şenses, Erinç Yeldan, İktisat Üzerine Yazılar I – Küresel Düzen:
Birikim, Devlet ve Sınıflar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011, s.138
55
dünyada yaygınlaşmaya başlayan küreselleşme dalgası tüm ülke ekonomilerini
derinden etkilemiştir. Bu açıdan, küreselleşme olgusu ülkenin ekonomik sınırlarını
sermaye düzenine açma yönünden bir takım liberal politikaların uygulanmasına ivme
kazandırmıştır. Bu dönemde ithal ikameci modelden vazgeçilerek, Türkiye’yi dışa
daha az bağımlı bir yapıya dönüştürmek istenmiştir. Türkiye, karşılaştığı sosyal ve
siyasal alanlardaki olumsuzlukların üstesinden gelebilmek amacıyla dış dinamikleri
göz önüne alarak dünya ekonomisiyle bütünleşmek stratejisini benimsemiştir.
24 Ocak kararları; ithal ikamesine dayalı, ulusal kalkınmacı, sanayileşmeyi
hedeflenen bir birikim modelinden kopuşu simgelerken, dünya kapitalist sistemiyle
bütünleşmeye yönelik yapısal uyum politikaları yoluyla ekonomiyi serbest piyasa
ilkesine göre yeniden yapılandırmayı ve ihracata dayalı bir gelişmeyi öngörmüştür.
Bu süreç bütünüyle, neo-liberal dönüşüm olarak adlandırılmaktadır.132
Dünyada yeni
sağ, Türkiye’de ise neo-liberal dönüşüm olarak adlandırılan politikalar, Türkiye’de
1980 yılından başlayarak, askeri darbeyle uygulanma imkânı bulmuştur.
3.1.1. 12 Eylül’ün Ekonomiye Etkisi ve 1982 Anayasası
12 Eylül’e girilen süreçte; 1974 yılında Kıbrıs çıkartması, Türkiye’ye karşı
uygulanan ambargolar, artan siyasi kargaşa ve sosyal boyut kazanan bunalımın
yaşanması, içte ve dışta ortaya çıkan olumsuz durumlar, ülkenin siyasi, ekonomik ve
sosyal açıdan tıkanıklık yaşamasına neden olmuştu. 1980 yılına gelinmesiyle birlikte
Demirel Hükümeti, 1980 yılında ülkenin kötü giden yapısını düzeltmek adına Özal’ı
başbakanlık müsteşarı yaparak Türkiye’nin ekonomik-politik tarihine damgasını
vuracak 24 Ocakları ile dizi önlemler almıştır.133
Olumsuz gelişmelere paralel olarak,
terörün ortaya çıkması ve artmasıyla beraber uygulanan sıkıyönetim de eklenince
TBMM’e bunları önleyemeyen yasaları çıkarmayarak ülkeyi daha çıkmaza
sürüklemiştir. Bunun sonucu olarak, Demirel Hükümetinin, bu alanda gösterdiği
132
Raşit Kaya, “Neo-liberalizmin Türkiye’ye Siyasal Etkileri Üzerine Değerlendirmeler ve Tartışma
Ögeleri”, Küreselleşme, Kriz ve Türkiye’de Neo-liberal Dönüşümler içinde (sayfa:235–260),
der. Nergis Mütevellioğlu ve Sinan Sönmez, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2009,
s.237 133
Emre Korgar, 21. Yüzyılda Türkiye, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2001, s.187
56
çabaların yetersiz kalması, terör sorununa da çözüm bulunamaması ile ekonomik
sorununun yanına siyasal ve toplumsal sorunları da eklenmiştir.
Yaşanan toplumsal ve ekonomik sorunlardan dolayı halktaki huzursuzluk
giderek artmış, can ve mal güvenliği ortadan kalkmıştır. Bu yıllarda, terör
örgütlerinin önüne geçilememiş; toplumsal barış sarsılmış, vatandaşların devlete
duyduğu güven azalmış, temel tüketim mallarının piyasada bulunamadığı bir ortam
oluşmuştur. Siyasal partilerin genel yaklaşımları ise kutuplaşmayı teşvik eden
açıklamalarda bulunmaları ile siyasal gerilimi artırmak şeklinde olmuştur.
Toplumdaki meydana gelen karmaşa ve gerilim ve artan şiddet olayları beraberinde
siyasal kutuplaşmayı getirmiştir.134
Ülkede görülen ekonomik ve siyasi bunalım, 12
Eylül’ün habercisi olmuştur. Tüm bu olumsuz gelişmelerin ardından, 12 Eylül sabahı
Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuştur.
1980 rejimi, nitelik olarak 1960 ve 1971 rejimlerinden daha geniş
kapsamlıdır. 1980 rejimi, halkın siyasi tutumunu değiştirmiş ve darbe öncesi
Türkiye’yi karakterize eden siyasi, ideolojik parçalanmayı ve kutuplaşmayı önlemek
amacıyla bütün toplumu de-politize etmeye çalışmıştır. Amacı ise, devlet otoritesini
yeniden sağlamak adına tüm faktörleri ortadan kaldırarak ulusal birlik ve beraberliği
sağlamaktır.135
Yılmaz’a göre; Türkiye’de İkinci Dünya Savaşı sonrasında, dünya ekonomisi
ile paralel bir şekilde yaşanan uzun genişleme sürecinin 1970'lerin sonundaki krizi
ile birlikte artan toplumsal muhalefet ve dirençli sosyal hareketlerin ortamında ve
1960'ların sosyal, siyasal ve ekonomik konjonktüründe göreli olarak daha
demokratik sayılan 1961 Anayasasının çerçevesi içinde oluşan devlet biçimi ve
siyasal konjonktür altında neo-liberal dönüşüm politikalarının hayata geçirilebilmesi
mümkün değildi. Nitekim 1980 sonrasında yaşanan dönüşümün temel öğesi sayılan
24 Ocak 1980 kararlarının hayata geçirilebilmesi, ancak 12 Eylül 1980 darbesi ve
onun oluşturduğu antidemokratik devlet biçimi ve siyasal çerçeve içinde mümkün
134
T.B.M.M, ‘‘Meclis Araştırma Komisyonu Raporu’’, Cilt:2, Sayı:376, Kasım 2012, s.710,
Erişim: http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss376_Cilt2.pdf, 25.02.2013 135
İhsan Dağcı, ‘‘Democratic Transition in Turkey, 1980–83: The Impact of European Diplomacy,’’
Middle Eastern Studies, Vol.32, No.2, April 1996, Erişim:
https://www.mtholyoke.edu/acad/intrel/dagi.htm, 25.02.2013
57
olabilmiştir. Bu yüzden, devlet biçiminin oluşumu açısından kilit noktası olan 12
Eylül 1980 darbesi ve sonrasında oluşan toplumsal, ekonomik ve siyasal
konjonktürün gelişim süreci, neo-liberalizm olarak adlandırılabilir.136
12 Eylül rejimi sonrasında yaşanan süreç; 12 Eylül ile ortaya çıkan tüm
gelişmeleri içermesi nedeniyle tarihsel bir dönüşümü yansıtmaktadır. Silahlı
Kuvvetlerin bu süreçte kısa vadeli ilk hedefi, aşırı siyasallaşmış toplumu pasif
duruma getirerek, siyaset dışı bırakmaktı. Böylelikle, siyasi istikrar sağlanacak ve
buna bağlı olarak ekonomik istikrar gerçekleşecekti. Bu faaliyetler, silahlı güç
kullanımı başta olmak üzere çeşitli baskı yöntemleri şeklinde gerçekleşmiştir.
Ekonominin kendiliğinden işleyişini sağlayarak, krizi egemen sınıflar lehine çözmek,
Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de askeri bir müdahale ile
başlamıştır.137
Darbe ‘‘anarşi’’ durumuna ve ‘‘kan akıtılmasına’’ son vermişti. Bu durum
insanlık açısından değerlendirildiğinde, çarpıcı sonuçların olduğu görülmüştür:
650.000 kişi gözaltına alınmış, 230.000 kişi yargılanmış, 517 kişi idam cezasına
çarptırılmış, 49 kişi idam edilmiş, 171 kişi işkence sonucu ölmüştür. 30.000 kişi işten
atılmış, bir bu kadar da yurt dışına kaçmıştır.138
12 Eylül döneminde; sendika ve dernek faaliyetleri sınırlandırılmış, basın
organları zor şartlar altında çalışmak durumunda kalmış, toplantı ve yürüyüş izne
bağlanmış, demokratikleşmenin temel unsuru olan kişi hak ve özgürlükler
kısıtlanmıştır. Bunların yanında, sivil iktidar devre dışı bırakılmış, ülkede siyasal
kurumlar kaldırılmış, bireysel, siyasal özgürlüklerin kısıtlandığı bir sıkıyönetim
düzenine girilmiştir.139
12 Eylül Dönemi’nden 1983‘de gerçekleşen seçimlere kadar,
askeri yönetim; 24 Ocak kararlarını ve ekonomi politikalarını uygulamış, bu
politikaların ileriki yıllarda uygulanabilmesi için yasal ve toplumsal zemini
oluşturmuştur.
136
Ahmet Yılmaz, ‘‘Neo-liberal Dönüşüm Sürecinde Türkiye’de Devlet-Toplum İlişkileri,
Toplumsal Sınıf Merkezli Bir Yaklaşım’’, Marmara Üniversitesi, İ.İ.B.F, Dergisi, Cilt:XX,
Sayı:1, 2005, s.123 137
A. Bora Tarhan, ‘‘Türkiye’de Post Modernizm ve Siyasal Değişim’’, Sosyal ve Beşeri Bilimler
Dergisi, Cilt:4, Sayı:2, 2012, s.17 138
Akşin, a.g.e., s.278 139
H. Sami Uyar, ‘‘Özal Döneminde Sosyal Politika (1983–1989)’’, Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kocaeli, 2008, s.10
58
İstanbul Sanayi Odası Meclis Başkanı İsmail Bodur; 12 Eylül Harekâtını
ekonomik açıdan nasıl değerlendirirsiniz sorusuna karşılık şunu söylemektedir:
‘‘Her türlü ekonomik faaliyet emirde can ve mal güvenliğinin
sağlanması bağlıdır. 12 Eylül can ve mal güvenliği sağladığı için
ekonomiye katkısı olmuştur. 24 Ocak istikrar kararlarının başarılı
olmasında 12 Eylül’ün harekâtının önemi ve katkısı olmuştur. 12 Eylül
olmasaydı devam eden anarşik ortam içerisinde ekonomik istikrarı
korumak isteyenler politikayı uygulamak ve bu kararları başarıya
ulaştırmak mümkün olmazdı. Bu bakımından bu kararların
başarısında 12 Eylül harekâtının katkısı olmuştur.’’140
Aynı yıl içerisinde değerlendirmede bulunan Danışma Meclisi Bütçe-plan
Komisyonu Başkanı Mustafa Aysan ise 12 Eylül’ü şöyle açıklamıştır:
‘‘1981 yılında elde edilen ekonomik başarıların asıl sahibi 12
Eylül yönetimi ve onun hükümetidir. 12 Eylül harekâtının yarattığı
olumlu ortam olmasaydı bu kararlar kesinlikle aynı başarılı sonuçları
veremezdi. Zaten 24 Ocak kararları uygulandığında bile 1980 Ağustos
ayı sonuna kadar kötüye gidiş devam etmişti. Bu yüzden, 12 Eylül’den
sonra devlet harcamalarına getirilen disiplin kuralları, kamu
yönetiminde yaratılan etkinlik, işçi-işveren ilişkilerindeki dengesizliğe
son verilmesi ve alınan tedbirlerle üretimin hızlandırılmıştır. Bu
sayede başarılı sonuçlar alınmaya başlanmıştır. Eğer, 12 Eylül
yönetiminin kamu kesimi harcamalarına getirdiği disiplin ve vergi
tedbirleri olmasaydı 1981’in en büyük başarısı olan enflasyon hızının
yüzde 35’in altına düşürülmesi de mümkün olmazdı.’’141
12 Eylül sonrasında Türkiye’nin içinde bulunduğu durum itibariyle, 1982
Anayasası çıkarılmıştır. 1982 Anayasası ile ekonomik alanın dışındaki tüm
özgürlükler bir şekilde sınırlandırılmış, sermayenin çıkarları doğrultusunda yeniden
yapılandırılmıştır.
140
Milliyet, 14.09.1981, Sayfa 8, http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/, 28.02.2013 141
Osman Ulugay, 24 Ocak Deneyimi Üzerine, Gümüş Basımevi, İstanbul, 1983, s.19
59
1982 Anayasası'nın kabulünü takip eden süreçte; 1980 öncesinin gergin
siyasal ortamının sorumlusu kabul edilen belirli toplumsal kesim ve kurumlara karşı
ciddi baskı ve sınırlamalar gündeme gelmiştir. Örneğin; bu süreçte bir yandan bazı
sendikalar kapatılmış ve çalışanların ekonomik ve sosyal haklarında önemli
sınırlamalara gidilmiş, bir yandan da hem üniversitelere hem de özellikle sol siyasal
hareket içindeki kesimlere yönelik baskı ve müdahaleler gerçekleştirilmiştir. Bunun
sonucu olarak, devletin baskı aygıtlarının etkinliğinin artışı birçok alana etki etmiştir.
Bu bağlamda, toplumsal muhalefet grubun değişim ve demokratikleşme talepleri,
demokratikleşme yolunda ilerleme sağlamayıp tam tersi durumu ortaya koymuştur.
Bu dönüşüm bir yandan muhalif Kürt hareketinin baskılanması çabasıyla bir iç
savaşa, diğer yandan da toplumsal bir taban bulan İslami eğilimlerinin
baskılanmasını hedefleyen bir darbeye sürüklemiştir.142
17 Temmuz 1982’de devlet otoritesini takviye etmeye dönük, siyasi istikrarı
esas alan ve devlet sistemi içinde yürütmeyi güçlendiren bir anayasa taslağı
hazırlandı. Anayasa, 7 Kasım 1982 yılında yapılan referandumla %91,4 oy oranıyla
kabul edildi. Bu anayasa, 10 yıl süre boyunca Demirel, Erbakan, Ecevit, Türkeş’e
siyaset yapma yasağı getirmiştir.143
Türk siyasal hayatında yaşanan askeri
müdahaleler, Türkiye’ye her açıdan etki etmiş önemli oluşumlardır. Müdahaleler
sonrasında çıkarılan anayasalar Türkiye’nin sosyal ve siyasi huzursuzluklarına çare
olamamıştır.
1982 anayasası diğer anayasalara göre, daha kapsamlı biçimde hazırlanmış ve
maddelerinin değiştirilmesi güç şartlara bağlanmıştır. 1982 Anayasası diğer
anayasalara göre, güçlü ve otoriter kavramlara ağırlık vererek devletin gücünü ön
planda tutmuştur. Bunun yanında, hak ve hürriyetlerle devlet otoritesi arasındaki
dengeyi, devlet otoritesine değiştirdiğinden, bireyin özgürlüğü ve demokratik
alandaki özgürlükler de oldukça sınırlı tutulmuştur.144
1982 Anayasası, liberalizmin
temel olgularından biri olan özgürlük kavramını bazı durumlarda sınırlamıştır. Bu
sınırlama; devletin, olağanüstü durumlarında ‘Temel hak ve Hürriyet’ kavramını ve
142
Tarhan, a.g.m., s. 125-126 143
Mustafa Erdoğan, Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset, Liberte Yayınları, Ankara, 2011, s.158 144
Şükrü Kartepe, Darbeler, Anayasalar ve Modernleşme, İz Yayıncılık, İstanbul, 1999, s.251
60
‘Kişi hak ve Özgürlük’ kavramlarını sınırlama ve durdurma hakkını anayasal
güvenceye bağlamasıdır.
1982 Anayasası, otoriteyi yani devletin gücünü ortaya çıkaran, ancak
özgürlüğü ikinci plana iten bir anayasadır. Diğer anayasalardan farkı, bireyi temel
değer olarak alarak insan haklarını koruması ya da gerçekleştirmek istemesidir. 1982
Anayasası, bireyden ziyade toplumu ve devleti tercih eden bir anayasadır.145
Bu
anayasada, toplumun birey için var olduğu, devletin ise hem birey hem de toplum
için var olduğu anlayışı hâkimdir.
Tanör’e göre; ‘‘1982 Anayasası 1961 Anayasasına göre anti liberaldir.
Anayasayı yapanlara göre; En yüce değer birey değil, özgürlük veya demokrasi hiç
değil, ‘‘Devlet ve Türk Milli Menfaatleri’’dir. 1982 Anayasanın isteyip ve koruduğu
demokrasi ve hukuk devleti kavramı da, bu anayasada gösterilen demokrasi ve hukuk
devleti anlayışıdır.’’146
Bu görüşler ışığında, 12 Eylül siyasi açıdan daha ağır sonuçlar doğurmuştur.
Siyasi partiler yasaklanmış, birçok kişi tutuklanmış, binlerce insan hapse atılmış ve
işkenceye maruz kalmış, buna benzer birçok olay darbenin siyasal karakterinin ağır
sonuçlar verdiğini göstermektedir. Bu durum, Türkiye’nin insan hakları ve
demokrasi bağlamında olumsuz bir yapıyı teşkil etmektedir.
3.1.2. 24 Ocak İstikrar Kararları
Türkiye’de 1980 sonrası neo-liberal dönüşümün başlangıcı kabul edilen
uygulama 24 Ocak kararlarıdır. ANAP hükümeti bu kararları uygulayıp, daha sonra
neo-liberal politikalarla sürekliliği sağlamak istemiştir.
‘‘24 Ocak kararlarının uygulanmasına kadar olan süreçte; ithal ikameci ve
devletçilik politikalarının yanlış anlaşılıp, uygulanması sonucunda; ülke karaborsaya
dönüşmüş, ekonomik olarak iflas etmiş ve toplumsal kaosa sürüklenmiştir. Bu
sorunların ve ülkede döviz darboğazının yaşanması neticesinde, 24 Ocak kararlarının
145
Mümtaz Sosyal, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1987, s.191–192 146
Bülent Tanör, Bugünkü Türkiye 1980–2003, Türkiye Tarihi 5, Cem Yayınevi, İstanbul, 2011,
s.50–51
61
uygulanması zorunluluk haline gelmiştir.’’147
24 Ocak kararları Turgut Özal
tarafından hazırlanan toplumsal, siyasal, kültürel ve ekonomi boyutlarıyla radikal bir
dönüşüme işaret eden, kalıcı politikalar ürünüdür. Ancak; asıl olarak, IMF’in kendi
isteklerini Türkiye’ye uygulatmak istediği bir programdır.
Borotav 24 Ocak 1980 tarihinde yürürlüğe konan ve sonraki yıllara damgasını
vuracak olan neo-liberal programıyla ilgili genel çerçeve içinde üç gözlem yapmıştır:
‘‘İlki, 24 ocak programında yer alan boyutlarıyla devalüasyon,
KİT zamları ve fiyat denetimlerinin kaldırılması gibi şok tedavisi
öğelerinin, IMF’nin üç yıldır Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinden
istediği nice boyutları fazlasıyla aşmış olduğudur. İkincisi, sadece
istikrar paketi değildir. Sermayenin özellikle Dünya bankası
aracılığıyla ‘‘pazarladığı’’ ve içte ve dışa karşı piyasa serbestîsi ile
beynelmilel ve yerli sermayenin emeğe karşı günlendirilmesi gibi iki
stratejik hedef etrafında oluşan bir ‘‘yapısal uyum’’ perspektifi
taşıdığıdır. Üçüncüsü, Demirel Hükümeti bu programı, Özal’ın
sermaye çevrelerinin istekleri doğrultusunda yani sistemli ve sürekli
olarak ‘‘emek aleyhtarı’’ bir doğrultuda uygulayabilmenin ve
geliştirmenin araçlarından yoksundu. İşte 12 Eylül 1980’de
gerçekleşen rejim değişikliği, 24 Ocak programının önündeki bu
önemli engeli ortadan kaldırtırmıştır.’’148
24 Ocak kararları, neo-liberal politikaların ekonominin merkezine
oturtulmasında önemli bir karar olmuştur. Bu kararlar doğrultusunda ülke
serbestleşme ve dışarıdan dayatmalı bir yapısal dönüşüme girmiştir. Türkiye’nin
serbest piyasa ekonomisi bağlamında dışa açılma yönündeki ekonomi politikaları,
IMF ve Dünya Bankasının gelişmekte olan ülkeler için zorunlu kıldığı politikaların
dayatması olarak devreye girmiştir. 24 Ocak kararları, reel devalüasyonların
yaşandığı, liberilasyona doğru giden ithalat rejimi uygulamalarının devreye
sokulduğu, emek gücünün gelirinin baskılandığı liberalleşme dönemini
147
Avrupa Bülteni, ‘‘Türkiye ekonomisinin kırılma noktası: 24 Ocak İstikrar Kararları’’,
Erişim: http://www.avrupabulteni.com/print.php?type=1&id=44395, 03.03.2013 148
Borotav, a.g.e., s.147–148
62
vurgulamaktadır.149
1980 yılından itibaren, Türkiye’de serbest piyasa ekonomisi
hâkim olmuş ve IMF ve Dünya bankası öncülüğünde ekonomiyi belirleyen kararların
alındığı ve uygulandığı bir neo-liberal dönemin başlangıcı olmuştur.
24 Ocak istikrar programının uygulanmasındaki amaç, ekonomik alanda
devlet müdahalesini minimum seviye indirmek ve piyasa ekonomisine işlevlik
kazandırmaktır. Devletin yerini özel kesimin alması, ekonomide dengelerin
sağlanmasına sebep olmuş; sonuç itibariyle idari kararların yerini, fiyat
mekanizmasının alması amaçlanmıştır. Bu amacın gerçekleşmesi içinde mal ve
faktör piyasalarına müdahalelerin kaldırılması gerekmektedir. Bu bağlamda,
ekonominin işleyişinde idari kararlar değil, serbest piyasa güçleri etkili olacak, KİT
dâhil tüm kamu kesimi daraltılacak ve özel girişim teşvik edilecektir. Ayrıca,
ithalatta serbestlik sağlanarak ve yabancı sermaye teşvik edilerek, fiyat rekabeti tesis
edilecektir.150
Bu durumda, ekonominin özel girişimcilerle sağlanması için, hükümet
ekonomiye daha az müdahale etmeli ve piyasa ekonomisine karışmamalıdır.
Karluk’a göre; 24 Ocak kararlarının uzun ve kısa vadede gerçekleştirilmesi
öngörülen iki amacı vardı. Uzun vadede ki amacı, devletin piyasaya müdahalede
bulunmaması, dolayısıyla kamu otoritesinin daraltılmasıdır. Burada ki anlayış,
devletin ekonomiye müdahalesini en aza indirerek, piyasa ekonomisini hayata
geçirmek ve fiyat mekanizmasını geçerli kılmaktır. Kısa vadede ise, ülkenin dış
borçlarını çözüme kavuşturmak, enflasyon seviyesini en aza düşürmek, ülkenin
büyümesi için oluşturulan kapasiteleri harekete geçirmektir. Bu iki niteliğiyle 24
Ocak Kararları, Türkiye’de neo-liberal dönüşümü gerçekleştirmek için hazırlanmış
bir programdır.151
Bu programın, temelde piyasa güçleri ve açık ticarete dayanan
uzun dönemli bir yapılanmaya yönelik olduğu iktidar çevrelerince vurgulanmıştır.
Kısaca belirtmek gerekirse, Türkiye ekonomisinde yıllardır merkezi müdahalelerle
yürütülen iç talebe yönelik ithal ikameci sanayileşme modeli terk edilerek, yerine
149
Kazgan, Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929–2001), s.195–196 150
Salih Öztürk, Deniz Özyakışır, ‘‘Türkiye Ekonomisinde 1980 Sonrası Yapısal Dönüşümlerin
GSMH, Dış ticaret ve Dış borçlar Bağlamında Teorik Bir Değerlendirilmesi’’, Mevzuat Dergisi,
Yıl:8, Sayı: 94, Ekim 2005, Erişim: http://www.mevzuatdergisi.com/2005/10a/01.htm,
04.03.2013 151
Karluk, a.g.e., s.419
63
serbest piyasa güçlerine duyarlı ve uluslararası rekabete açık ihracata yönelik bir
kalkınma stratejisi benimsenmiştir.152
F5 Haberde 24 Ocak kararlarını özetleyen bir haber gözümüze çarpmıştır.
Haber’e göre: 153
‘‘24 Ocak Karaları sadece bir ekonomik kalkınma modeli değil
bir toplumsal ve siyasal anlayışın ekonomideki dışavurumudur.
Ekonomide dış dünyadan izole olduğunuzda siyasette de diğer
toplumsal alanlarda da kendi kendinizle baş başa kalan bir ülke
oluyorsunuz. Ne ekonominiz, ne kültürünüz, ne siyasetiniz ne de diğer
toplumsal faaliyet alanlarınız dış dünya ile bütünleşmiş, iç içe geçmiş
ve yakın iletişim halinde bulunuyor. Her alanda "biz bize
yeteriz" mantığı geçerli oluyor. Oysa Dünyada yaşanan gelişmeler,
her alanda iş birliği ve bütünleşmeyi benimsemiştir. Dünya bunu
benimserken Türkiye’nin bunun dışında kalması elbette mümkün
değildir. 24 Ocak Kararları, işte bu gidişten çıkışın önemli ve cesur
bir adımıdır. Her ne kadar bu kararların tam adı Ekonomik İstikrar
Tedbirleri ise de aslında alınan kararlar, sadece ekonomik alanda
sonuçları olan, Türkiye’nin kaostan çıkmasını sağlayan ve kalkınma
modelini değiştiren, yeni bir kalkınma modeliyle Türkiye'yi tanıştıran
kararlar olmayıp aynı zamanda Türkiye'nin stratejik konumunu,
duruşunu ve zihniyetini köklü şekilde dönüştürme yönünde etkide
bulunan bir "milat" olmuştur. Artık kalkınma "ithal ikameci" bir
anlayışa değil "ihracata yönelik" olacaktı. Yatırımlar sadece iç piyasa
hesabıyla değil dış piyasalar da hesaba katılarak planlanacaktı.
Ekonomide öncelik kamuda değil özel sektörde olacaktı. Fiyatlar
piyasa şartlarında belirlenecek ekonomide tedrici bir serbestleşmeye
geçilecekti. Bu durum, Türkiye ekonomisinin dünya ile bütünleşmesi,
152
A. Aydın Çeçen, Türkiye’de Ekonomik Büyüme Yapısal Dönüşüm ve Kriz, Egemen Yayın,
İstanbul, 1990, s.111 153
F5Haber, ‘‘24 Ocak Kararları için Dönüm Noktası’’, Erişim:
http://www.f5haber.com/yazete/24-ocak-kararlari-turkiye-icin-donum-noktasi-haberi 3628575/,
06.03.2013, Haberin alındığı kaynak: http://www.yazete.com/haber-yazdir-546849.html
64
serbestleşmesi ve kararların dünyadaki gelişmelere göre verilmesi
anlamına geliyordu. Aynı zamanda, bu oluşum Türkiye için yeni bir
gelişmeydi. Kamu ağırlıklı ve devlet kontrollü ekonomiden piyasa
merkezli ve özel sektör ağırlıklı bir ekonomik yapıya doğru evrilmenin
zihinde ve diğer toplumsal alanlarda da yansıması olacaktı elbette.
Ekonomideki dünya ile bütünleşme ve liberalleşmenin siyaset ayağı,
uzun yıllar eksik kalmıştır. Özellikle Türkiye’de 1990 sonrası, Avrupa
Birliği süreci bağlamında gerçekleşen gelişmeler, ekonominin
yanında siyasette de Avrupa ile bütünleşme ve demokratikleşme
çabalarını gündeme getirmiştir. Bir bakıma Türkiye'nin son çeyrek
asırdaki liberal-demokratik değerler temelinde yeniden
yapılanmasının yolunu 24 Ocak Kararları açmıştır. Bu sebeple bu
kararlar Türkiye için bir dönüm noktasıdır.’’
24 Ocak kararlarıyla birlikte ülke ekonomisinin hızla dışarıya açılıma
eğilimine girdiği kuskusuz doğrudur. Doğru olmayan yönü ekonominin 1970’li
yıllarda ortaya çıkan petrol krizi ve uluslararası durgunluk karşısında belirli bir
ayarlamaya ve açılmaya gitmediğidir.
3.1.2.1. 24 Ocak Kararların Tedbirleri
24 Ocak kararlarının bütünü öncelikle, artan enflasyonu denetim altına
almayı, içerde arz talep dengesini, dışarıda ödemeler dengesini sağlamayı hedef
almıştır. Ancak bu amaçlara yönelirken benimsenen temel yaklaşım, ekonomik
yapının kendisini ve işleyiş biçimini değiştirmeyi amaçlayan bazı köklü
düzenlemelerin gerektiğidir. Bunlardan başlıcaları şunlardır:154
İç pazara dönük “ithal ikamesi” modeli yerine “ihracata yönelik
sanayileşme” modelinin benimsenmesi,
154
A.Ümit Danışman, 24 Ocak İstikrar Tedbirlerinin ihracatımızda Doğurduğu Yapısal
Değişmeler Üzerine Bir araştırma, D.P.T Yayınları, Ankara, No: 2037, Nisan 1986, s.25
65
Aşırı değerlenmiş ‘‘döviz kuru’’ yerine “gerçekçi kur” politikasının
benimsenmesi ve bunu sağlamak için radikal devalüasyonlardan
kaçınılması,
Faiz hadlerinin devletin değil, piyasadaki fon arz ve talebinin belirlemesi,
Yüksek faizin yanı sıra sınırlı para-kredi politikasının da iç talebi,
dolayısıyla enflasyonu denetleyici bir araç olarak kullanılması,
Kamu kesimince üretilen temel mallarda sübvansiyonların kaldırılması ya
da azaltılması, böylece bu mallarda hatırı sayılır zamların çekinmeden
yapılması,
KİT reformu yapılarak bu kuruluşların karsız istihdam depoları olmaktan
kurtarılması,
Bir yandan kamu harcamaları kısılırken, diğer yandan kapsamlı bir vergi
reformuyla bütçe denkliğinin sağlanması.
Ekonomik istikrar programı sonucunda gerekli düzenlemeler getirilmiştir. Bu
düzenlemeler; piyasanın verimliliğini artırmak ve ülkede bulunan kaynak dağılımını
iyileştirmektir. Ülkenin ekonomi alanında büyümesi için ekonomik politikanın
hükümet kontrolünden ziyade, dış yatırımlara ağırlık verecek şekilde, piyasa
yapısının güçlenmesi adına ekonominin yeniden düzenlenmesi gerektiği anlayışını
otaya koymuştur. Bu durum, yerel endüstrinin hızla gelişmesini öngören geçmiş
ekonomik politikalardan kesin bir dönüştür.155
Özal, devletin bulunduğu şartlar altında 24 Ocak istikrar programını
uygulamaya geçirerek ülkenin liberalleşmesine yönelik ilk temel adımları atmıştır.
Özal bu başarısını, 1983 seçimleriyle iktidara gelmesi ve siyasi gücüde eline
almasıyla 24 Ocak kararlarını daha gerçekçi bir şekilde uygulamasıyla arttırmıştır.
155
Danışman, a.g.e., s.24
66
3.1.2.2. 24 Ocak Kararlarının Sonuçları
24 Ocak Kararları sonucunda; 156
İhracat hızla gelişmiş, özellikle ihracatta sanayi mallarının payı
yükselmiştir. Bunun sonucunda, ihracat 1980’de 2,9 milyar dolardan
1983’de 5,9 milyar dolara sıçramıştır.
İhracat ve diğer döviz gelirlerindeki artış sonucunda ödemeler dengesi
açıkları küçülmüş ve döviz darboğazı genişletilmiştir.
Yabancı sermaye, işçi dövizleri ve turizm gelirleri artmıştır.
1981 liberasyonunundun sonra ithalat hızla geliştiği için dış ticaret açığı
büyümüştür.
Kısa dönemde yokluklar, kuyruklar ve karaborsa ortadan kalkmıştır.
1980’de Cumhuriyet tarihinde ilk defa üç haneli fiyatlar olmuştur. Fakat
1981’de hızla inmiş, 1981–1987 döneminde yıllık ortalama %30’lar
civarında seyretmiştir.
Faiz oranları artırılması, banka mevduatlarını yükseltmiştir.
1980–1983 döneminde GSMH sabit fiyatlarla %4 yükselmiştir.
Kit ürünlerine kısa aralıklarla zam yapılmış, KİT’lerin zararları kapatılmış
ve dolayısıyla hazine’ye yükleri hafifletmiştir.
Maaş ve ücretlere enflasyon oranında zam yapılmıştı. Bunun sonucunda
gelir dağılımı bozulmuştur.
Sabah Gazetesi Yazarı Hasan Celal Güzel de, 24 Ocak Ekonomik Programı'nı
üç yönden inceleyerek şöyle açıklamıştır:157
‘‘Felsefe Değişikliği: 24 Ocak, Türkiye'de gerçek piyasa
ekonomisine geçişi ifade eder. 24 Ocak 1980'e kadar olan dönemde,
ideolojik değilse de sistem bakımından sosyalist bir ekonominin
156
Karluk, a.g.e., s.420 157
Sabah, ‘‘İyi ki oldu: 24 Ocak Ekonomik Kararları’’, 24 Ocak 2013, Erişim:
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/guzel/2013/01/24/iyi-ki-oldu-24-ocak-ekonomik-kararlari,
09.03.2013
67
geriliği içinde olmuştur. 24 Ocak'ta, ekonominin ana
mekanizmasının 'rekabet'e dayandığı ve ana motivasyonunun
'kâr' elde etmek olduğu keşfedilmiştir. Döviz kurlarından başlanarak
gerçekçi bir ekonomi politikası takip edilmiş; çifte fiyatlar ve
karaborsacılık kalkmış; ithalât kotaları saçmalığına son verilmiştir.
Sistem Değişikliği: Türkiye, 24 Ocak'ta içine hapsedildiği sistemi
kırarak devletçi ekonomik modelini değiştirmiştir. Bu tarihe kadar
uygulanan 'ithal ikamesi' sistemi kökten değiştirilerek, ekonominin
kendi ayakları üzerinde durması sağlanmıştır. 24 Ocak
Açılımı sayesinde Türk üreticisi ilk olarak sübvansiyonsuz ve yasaksız
ekonomik şartlar içinde, dünya ekonomisine uygun üretime
başlamıştır. Dışarıya Açılma: İthal ikamesi sisteminin yıkılışıyla Türk
üreticisi, ürettiği mal ve hizmetlerin kalitesini arttırmış ve özellikle
'ihraç malları Üretimi’ne ağırlık vermiştir. Bunun sonucunda,
geleneksel ihraç ürünleri diye bilinen madencilik ürünleri ile fındık,
fıstık, üzüm gibi çerezlerin dışına çıkılabilmiş ve çok kısa
zamanda 'ihracat patlaması' yaşanarak Türkiye dünyaya açılmıştır.’’
Ekonomik istikrar programının başarıyla uygulanabilmesi için orta ve uzun
vadeli olmak zorundadır. Ancak Türkiye’de siyasal iktidarların iktidar süreleri
genellikle 4–5 yıllık secim süreleriyle sınırlandırılmıştır. Bu nedenle bir ekonomik
istikrar programının uygulanma süresi; özellikle henüz mali piyasaları gelişememiş,
piyasaları serbestleştirme konusunda temel uygulamaları tamamlanamamış, rekabet
ortamı tam anlamı ile gerçekleştirilememiş ülkelerde, daha uzun sürelere ihtiyaç
duyulmuştur.158
Türkiye’de bir siyasal iktidarın, ekonomik istikrarı sağlayarak başarı
sağlaması için uzun vadede gerçekleşmesi gerektiğinden iktidar süresine
sığmamaktadır.
24 Ocak sonrasında olumlu, olumsuz pek çok gelişme yaşanmıştır. Olumlu
gelişmeler içerisinde, borsada ilerlemeler kaydedilmiş, enflasyon gerilemiş,
dolayısıyla ülke ekonomi içindeki yerini almıştır. Olumlu gelişmelere karşın
158
Mahfi Eğilmez, Ercan Kumcu, Ekonomi Politikası Türkiye ve Türkiye Uygulaması, Remzi
Kitabevi, İstanbul, 2004, s.337
68
ekonomi yeterli seviyede büyümemiş, işsizlik, dış borç artmış, devletin ekonomiye
müdahalesi azalmamış, sosyal dengesizlik büyümüş ve gelir dağılımının bozulması
ile ileriki yıllarda yolsuzluk görülmüştür.
Özetle, 1980 ile 1983 yılları arasındaki, askeri hükümet dönemini
değerlendirirsek; Tablo 4’de belirtmiş olduğumuz gibi; Türkiye ekonomisi, 24 Ocak
istikrar kararlarından sonra ‘yapısal uyarlama’ denilen bir değişim sürecine girmiş
olmasına rağmen, kararlar ekonomide gerekli istikrarı sağlamada tam olarak başarı
gösterememiştir. Kamu ve özel sektörde reel ücretler azalmıştır. Gelir dağılımı
memur, işçi, esnaf lehine azalırken, kar sahipleri lehine artış göstermiştir. Bu
dönemde işsizlik oranı artmıştır. Bu dönemde, başarılı olan politikalarından birisi,
ihracat miktarının aniden yükselmesidir. Diğer bir başarı ise demokratikleşme
yolunda adım atılmasına imkân sağlayacak genel seçimlerin yapılmasıdır.
3.2. KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA NEO-LİBERALİZM
Küreselleşme, gelişen dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan ekonomik,
sosyal, kültürel ve siyasal olayların dünyanın başka toplumları üzerinde etkili olduğu
ve toplumlar arasındaki bağın gittikçe artmasıdır. Küreselleşme sürecinde uygulanan
neo-liberal politikalar, devletin sosyal alana ayırdıkları bütçe oranlarının
kısıtlamalarına neden olmuştur.159
Küreselleşme olgusunun kökeni, 1970’lı yıllarda neo-liberalimizin ortaya
çıkmasına dayanmaktadır. Bu dönemde, dış ticaretin serbestleştirilmesi yolunda
önemli adımlar atılmış olması, çok uluslu şirketlerin önem kazanması, üye ülkelerin
iktisadi bütünleşmesi amacıyla oluşturulan Avrupa Ekonomi Topluluğu’nun dünya
ekonomi içindeki etkisinin artması ve Batı Avrupa’ya yönelik olmak üzere işçi
göçünün önemli boyutlara ulaşması, küreselleşme sürecine yönelik gelişmelerdir.
Bunun yanında, küreselleşmeyi engelleyen unsurlar: İkinci Dünya Savaşı sırasında
siyasal anlamda bağımsızlıklarına kavuşan ülkelerin, serbest piyasa politikalar
aracılığıyla dış dünya ile bütünleşmeyi dikkate almayıp, içe dönük piyasayı
159
İbrahim Sezgül, ‘‘Küreselleşme, Neo-liberalizm ve Etik’’, TUBAV Bilim Dergisi, Cilt:2, Sayı:4,
2009, s.504
69
benimsemeleri, bu bağlamda bu ülkelerin yabancı sermaye konusunda dış yardımlara
başvurarak devleti borçlanmaya itmeleri ve uluslararası finansal merkezlerin dışında
kalmalarıdır.160
Turgut Özal’ın uyguladığı dışa açılma politikaları, geleneksel ekonomik
politikaların yeniden yapılanmasına yol açarak, küreselleşmenin Türkiye’de
hissedilmeye başlanmasını sağlamıştır. Bu süreç, Türkiye’nin küreselleşme olarak
adlandırılan dünya ekonomisiyle bütünleşme sürecinin başlangıcıdır.161
Özal, serbest
piyasa ekonomisi uygulamasını getirerek, neo-liberal ekonominin kabul görmesine
imkân vermiştir. IMF’in ortaya koymuş olduğu politika ile Türkiye uluslararası
piyasalar ve sermaye ile bütünleşmiştir. Ancak, küreselleşme sürecinde, bu
politikaların uygulanması, ücretlerde düşüş ve enflasyonun artması gibi olumsuz
faktörlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu durum, toplumsal statüde
dengesizliklerin görülmesine yol açarak toplumsal bütünleşmeyi engeller bir niteliğe
bürünmüştür.
Türkiye ekonomisinin dünya pazarlarına açılması; 1980 ile 1983 yılları
arasında başlamış, 1989–1990 yılları arasında tamamlanmıştır. Bu süreçte,
Türkiye’nin küreselleşme süreci, aşağıdaki üç olguda görülmektedir:162
İktisadi artığın yaratılması ve milli gelirin bölüşümüne ilişkin süreçler;
bu süreç, devletin bölüşüm sorunu kamu kesimi açıklarını beraberinde
getirmiştir.
Devletin değişen rolü ve bunun yol açtığı kamu kesimi finansman
açıkları; bu durumda, 1980 sonrasında işgücü piyasalarında ücretlerin
üretkenlik ile ilişkisinin zayıflamasına neden olmuş. Böylelikle, devletin
gelir dağılımında adaletli bir şekilde işlevlerini yerine getirmesine imkân
sağlamıştır.
160
Fikren Şenses, ‘‘Neo-liberal Küreselleşme Kalkınma için Bir Fırsat mı, Engel mi?’’, METU-
ERC Working Papers (04/09), 2004, s.2, Erişim:
http://www.erc.metu.edu.tr/menu/series04/0409.pdf, 12.03.2013 161
M. Bilal Arık, İletişim Yazıları, Tablet Kitabevi, Konya, 2006, s.108 162
Erinç Yeldan, Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm, Birikim ve Büyüme,
İletişim Yayınları, 15.Baskı, İstanbul, 2011, s.29
70
Finansal serbestleştirmenin olası kıldığı dış kaynaklı kısa vadeli sermaye
girişlerine dayalı, spekülatif finansman ve büyüme; Bu durum
Türkiye’de ekonomik istikrarsızlık ve kriz süreçlerinin yaşanmasına yol
açmıştır.
Küreselleşme süreci Türkiye de ciddi sorunları da beraberinde getirmiştir.
Küreselleşme; ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel olgulara etki etmesi, devletin
küçülmesine, birey özgürlüğünün devlettin önüne geçmesine ve devletin hizmet aracı
olarak görülmesine neden olmuştur.
3.3. NEO-LİBERAL POLİTİKALAR ÇERÇEVESİNDE YENİ SAĞ
Kapitalist ülkelerde 1929 dünya ekonomik bunalımından sonra başlayan
Keynesyen anlayış, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından işçi ayaklanmaları gibi
müdahaleci etkenler refah devletinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Refah Devleti,
birbiriyle çelişen iki kavram olan ‘demokrasi ve kapitalizm’ arasında ki uzlaşmayı
ifade eder. Bu uzlaşma ile 1960’lı yılların sonuna gelindiğinde; devletin hem
kapitalizmi hem de demokratik talepleri beslemesi sonucunda, sermayenin birikim
koşulları zayıflamış ve bu taleplere karşılık veremeyecek duruma gelmiş olması ile
devlet yapısı bozulmaya başlamıştır.163
Yeni sağ; ülkenin sosyal, siyasal, ekonomik yapısının yeniden düzenlenmesi
ve dönüşüm geçirmesidir. Ekonominin büyümesini amaçlayan Keynesyen
politikalarını destekleyen sosyal refah devleti sisteminden uzaklaşılarak kalkınma
yapısının özel sektöre ve serbest piyasaya bırakılmasını ifade eder. 1970’li yıllara
gelindiğinde; yaşanan toplumsal ve ekonomik sorunların, petrol krizleriyle
birleşmesiyle kapitalizm bir çıkmaza sürüklenmiştir. Değişen koşullara göre;
alternatifler geliştirebilen kapitalizm, kendine çıkış yolu olarak yeni sağı yaratmıştır.
1970’li yılların ortalarından itibaren iktidara gelen yeni sağ hükümetleri, neo-liberal
163
Cemal Baltacı, ‘‘Yeni Sağ üzerine Bir Eleştiri’’, Süleyman Demirel Üniversitesi İ.İ.B.F
Dergisi, Cilt:9, Sayı:2, 2004, s.360
71
dönüşüm sürecine bir başlangıç sağlamıştır.164
Thatcher ve Reagan Hükümetinin
uygulamaya koyduğu yeni sağ anlayış, Türkiye’de Turgut Özal’ın uygulamaya
koyduğu neo-liberal politikaların temel referans kaynaklarını oluşturmaktadır.
Yeni sağ düşüncenin ortaya çıkışı, 20. yüzyılda devletin aşırı büyümesinin
sonucu olarak, hem bireysel hem de toplumsal özgürlüklerin kısıtlayıcısı haline
gelmesinden kaynaklanmaktadır. Bu süreç, kaynakların büyük bir bölümünün israf
edilmesine ve devletin bürokratikleşmiş hantal yapısının ortaya çıkmasına neden
olmuş, refah sağlama adına zenginleşmenin yolunu tıkamıştır. Bundan dolayı
ekonomik, sosyal, siyasal ve yönetsel boyutları olan bir dönüşümü sağlamak adına
yeni sağ anlayış benimsenmiştir.165
Yeni sağ, ‘‘laisez-faire’’ deyimiyle özetlenen 19. Yüzyılın çağdaş liberal
görünümüdür. Toplumsal adalet kavramını ve ekonomik eşitlik gibi sorunları dikkate
almayarak özgürlüğün güvencesinin piyasa ekonomisi veya kapitalizm olduğu
inancına dayanır. Bu anlayış, devletin ekonomiye ve toplumsal yaşama
müdahalesinin, özgürlüklerin kısıtlayıcısı olduğunu, bu alanların tümüyle piyasa
mekanizmalarına bırakılmasının ise demokrasi ve özgürlüklerin ön koşulu olduğunu
kabul etmektedir.166
Yeni sağ, serbest piyasa ekonomisi ile yeniden yapılandırılmaya yönelik
çalışmalar ve özelleştirmeler ile devletin işlevi minimum düzeye getirilmiştir.
Böylelikle, devletin ekonomik ve sosyal faaliyetlerinin sonlandırılması, devlet
yapısının zayıflamasına neden olacaktır. Bu amaçla, devlet güçlü bir yapıya
bürünmek için, planlama yerine piyasaya ve özel sektöre önem vermiştir. Bunun
yanında, devlet fonksiyonlarının etkili ve verimli bir şekilde gerçekleştirilebilmesi
için, kamu yönetiminin özel sektöre benzetilmesi sonucunda özelleştirmeden geriye
164
Oğuz Yılmaz, ‘‘Yeni Sağ ve Devletin Değişimi’’, s.1, Erişim:
http://oguzyilmaz90.files.wordpress.com/2012/01/yeni-sac49f-ve-devletin-dec49fic59fimi.pdf,
14.03.2013 165
B. Ayman Güler, Yeni sağ ve Devletin Değişimi, TODAİ Yayınları, Takav Matbaası, Ankara,
1996, s.51 166
A. Ekber Doğan, Birikimin Hamalları: Kriz, Neo-liberalizm ve Kent, Donkişot Yayınları,
Ankara, 2002, s.41
72
kalan devletin, hala taşımakta olduğu hantal niteliğinden arındırılması
amaçlanmıştır.167
Neo-liberal yaklaşım ve yeni sağ anlayışının temel hedefi; devletin işlevsel ve
yapısal olarak küçültülerek özel sektöre bırakılması ve böylelikle rekabet ortamının
oluşması ile ekonomide iyileşme sağlamak ve kamu yatırımı harcamalarında
kısıtlamaya gitmektir. Bunun sonucunda, Türkiye için sosyal ve toplumsan açıdan
önem taşıyan sağlık, eğitim ve sosyal alanlardaki harcamalarda da kısıtlanmaya
gidilmiştir. Bu uygulama eşitsizliklerin oluşmasına sebep olmuş, bununla beraber
ülkede yoksulluk ortaya çıkmıştır.
1980 sonrasında uygulanan neo-liberal politikaların temsilcisi olan Özal
iktidarıyla birlikte uygulanan Yeni sağ politikalarıyla, Türkiye’de ekonomik ve
siyasal alanda köklü değişikler olmuştur. Yaşanan bu değişiklikle yapısal uyarlama
ve istikrar politikaları uygulanmıştır. Neo-liberalizmin yayılmasında IMF ve Dünya
Bankası gibi uluslararası kuruluşların Türkiye’nin yeniden yapılanma sürecine
etkisinden bağımsız olduğu düşünülmemelidir.
3.4. TURGUT ÖZAL İLE NEO-LİBERALİZM SÜRECİ
1980 döneminde yaşanan gelişmelere paralel olarak Özal, piyasa ekonomisi
ile siyasal demokrasiyi bir bütün olarak görerek küresel bir ilişki kurmuştur. Bu
ilişkinin sonuçlarını, toplumsal yaşamın, ekonomik ve maddi gelişmelerine
bağlamıştı. Özal bir konuşmasında bu ilişkiyi şöyle açıklamıştır:
‘‘Önce ekonomi yasaklardan arındırılacak, tam liberal olacak.
Bu yolla ekonomi güçlenecek, havadan para kazanma yolları
kapanacak. Bütün bunlara paralel olarak da demokrasi gelişecektir.
Demokrasinin gelişmesi içinde ekonomi sağlam temellere
oturtulacaktır.’’168
167
Cahit Emre, Değişen Kamu Yönetimi Anlayışı ve Mülki İdare Amirliğinin Geleceği, İyi
Yönetim Arayışında Türkiye’de Mülki İdarenin Geleceği, TİAV Yayını, Ankara, 2002, s.301 168
Hasan Cemal, Özal Hikâyesi, Doğan Kitapçılık, İstanbul, 2000, s.337
73
Özal, demokratikleşmenin sağlayıcı unsuru olan ‘‘serbest ticaret sistemini’’
bir değer olarak benimsemiştir. Özal’ın demokrasi örneği olarak gördüğü ülke ABD
olduğu için genellikle oradaki uygulamaları savunmuştur. Ancak ABD’nin tarihsel,
ekonomi ve siyasal koşullarını ve geleneklerini dikkate almadan bu savunmayı
yapmıştır. Bunun yanında, ‘Anayasaya ve Hukuka’ bağlılık konusunda özellikle
esnek davranmış, Türkiye’de tarihe geçmiş bir söz olarak “anayasayı bir kere delsek
bir şey olmaz” dediği basında yer almıştır.169
Demokratikleşme ile birlikte hızlı bir
dönüşüm yaşanmış, ekonomik alanda; liberalleşme yönünde adımlar atılmış, dünya
ile uyumlu neo-liberal politikalar uygulanmaya başlanmıştır. Türkiye’de Turgut
Özal’la yaygınlaşan neo-liberal politikalar ile yeni bir döneme girilmiş, ülke
küreselleşmeye başlamıştır.
Özalist perspektifinden, ekonomik liberalizm ve demokratikleşme arasında
çok yakın bir ilişki vardı. Özal yakın ilişkiyi şöyle ifade etmiştir: ‘‘Güçlü bir devlet,
ataerkil bir devlet anlamına gelmez. Dolayısıyla, devletin zenginliği olmamalıdır.
Milletin zenginliği olmalıdır. Eğer, insanlar zengin ise, bu durum devletin de zengin
olduğu anlamına gelir. Ekonomi ya da politik alanlarda devlet halkı ile rekabet,
içinde olmamalıdır. Ancak onlara destek olmalıdır. Bu durumda, kişi devletin kölesi
olmamalı, devlet halkın hizmetkârı olmalıdır.’’170
Özal, Türkiye’yi dünyadan kopuk askeri ve bürokratik yapı olmaktan çıkarıp,
açık toplumcu demokrasiye dönüştürmek istemiştir. Bu anlayışla, Özal, alışılmış
düşünce kalıbı olan devletçilik anlayışını değiştirmeyi başarmış ve böylelikle,
ülkenin dünya ekonomisiyle bütünleşmesi yolunda önemli adımlar atmıştır.171
Bütünleşme, ülkeler arasındaki yapısal eşitliği kaldırarak, demokratik bir yapı
içerisinde neo-liberal politikaların uygulanmasını sağlamaktır.
Özal, askeri yönetimle işbirliği içerisinde olmasından dolayı ülkenin
demokratikleşme süreci, yavaş bir tempoda devam etmiştir. Ancak, Özal, sivil
siyasetin orduya olan üstünlüğünü yeniden oluşturmakta kararlıydı. Bu yüzden,
169
Mehmet Arı, ‘‘Türk Sağının Demokrasi Anlayışı: Atmış Yıllık Süreç’’, s.714, Erişim:
http://iys.inonu.edu.tr/webpanel/dosyalar/1427/file/MehmetAri.pdf, 15.03.2013 170
Sedat Laçiner, ‘‘Özalism (Neo-Ottomanism): An Alternative in Türkish Foreign Policy’’,
Journal Administrative Sciences, Volume:1, Number:1–2, 2003–2004, s.175 171
Berdal Aral, ‘‘Özal Döneminde İç ve Dış Siyaset: Süreklilik ya da Kopuş’’, Kim bu Özal:
Siyaset, İktisat, Zihniyet, Haz. İlhan Dağcı, İhsan Sezal, Boyut Kitapları, İstanbul, 2003, s.244
74
1984’teki belediye seçimlerinden önce yasaklanan partilerin seçimlere katılması ve
izin verilmesi yönünde oy kullandı. Daha sonra, Anayasada eski siyasetçilerin
yeniden siyasete katılmalarına imkân verecek bir değişikliği halkoylamasına sunarak,
yasaklı siyasetçilerin geri dönmesi için etkin bir mücadele verdi.172
Özal’ın başarısının yanında toplum tarafından başarılı görülmeyen tarafları da
vardı. Kurumuş; Özal’ın yaptığı politikaların başarısız olmasının nedenini şöyle
açıklamıştır: ‘‘Türkiye’de neo-liberal dönüşüm bağlamında uygulanan politikaların
başarılı olup olmamasından bağımsız olarak, gelişmesi ve yerleşmesi için alt yapıyı
sağlamada gerekli ortamın hazır olması gereklidir. Özal döneminde, bireyciliğin ön
planda olduğu, kendini kurtarmanın, köşeyi dönmemin en büyük erdem olduğu ve bu
durumların ne kadar övgü konusu yapıldığı unutulmamalıdır. Özal döneminde,
insanların, toplumsal ve ekonomik sorunlardan kaynaklandığı sıkıntılarını unutup
gelecekleriyle hiç ilgisi olmayan uğraşlara, yeni bir düşünce ve davranış biçimi kalıbı
içine sokularak, farkına varmadan sürüklenmiştir. Köşeyi dönme gayeleri umutsuz
bir yıkıma neden olmuştur.’’173
Özal’ın ‘‘köşeyi dönme, iş bitirme’’ gibi söylemleri
rüşvete ve yolsuzluklara yol açmış, dolayısıyla bu durum, ülkenin demokratikleşmesi
yönünden bir engel teşkil etmiştir.
Diğer bir olumsuz tarafı ise, ‘‘Reagan ve Thatcher’’ gibi Özal’ın da herkese
açık sınırsız kapitalist yarışa inanması işin olumsuz tarafıydı. Bu durum, ABD ve
İngiltere’de olduğu gibi, ancak onlardan daha fazla yolsuzluğa kapı açtı. ANAP’lı
yöneticiler arka arkaya istifaya zorlandılar. Özal’ın ailesi iş faaliyetlerinde büyük bir
güce sahip olmasından dolayı eleştirildiler. Özal 1989 seçimlerinden sonra kabineden
aile üyelerini çekerek bu tepkiyi az da olsa azalttı.174
Ziya Öniş, Özal’ın uyguladığı neo-liberal politikaların başarılı ve başarısız
yönlerini kendi perspektifinden şu şekilde yorumlamıştır: Ona göre; Özal, piyasa
odaklı ekonomi politikasını uygularken, güçlü bir kurumsal yapı oluşturmamıştı.
Örneğin, özelleştirme gibi oluşturduğu katmanlar, bürokrasinin gelenek ve
kültüründen yoksundu. Bu yüzden, güçlü bir yasal altyapının yokluğu, özelleştirme
172
Zürcher, a.g.e., s.408 173
Orhan Kurumuş, ‘‘Türkiye’de Neo-liberalizm’’, Mülkiye Dergisi, Cilt:XXXIV, Sayı:268, 2010,
s.24–25 174
Zürcher, a.g.e., s.412
75
programının başarılı bir şekilde uygulanmasını tehlikeye sokmuştur. Diğer bir nokta,
ihracat sübvansiyonlarının kötüye kullanılması; hayali ihracatın yaşanmasına neden
olmuştur. Devletin hayali ihracat konusunda yeterince tepki vermemesi, neo-
liberalizmin 1990 yılı sonrasındaki sürecini tehlikeye sokmuş, ülkede yolsuzlukların
başlamasına zemin hazırlamıştır. Ülkede görülen olumsuz durumlara karşın olumlu
taraf ise, Özal’ın İslamcı eğilim göstermesine rağmen, Avrupa Topluluğu ile yakın
ilişkiler geliştirmeye büyük önem vermesi, AT üyeliği ile güçlü bir dış ilişkiler
kurulmasına imkân sağlamıştır. Bu gelişme, 1987 yılında Avrupa Birliği üyelik
süreci etkin bir rol oynadı. Nitekim, Türkiye'nin başvurusu reddedildi. Ancak,
Özal'ın girişimleri sonucunda, 1990 yılından itibaren Türkiye ekonomisi tam ölçekli
serbestleşme politikası unsuru haline gelmiş, bunun sonucun da ‘Gümrük Birliği’
yolu açılmıştır.175
Özal’ın, 1980'lerde Türk ekonomisine ilişkin uygulamaları, 1990'lı
yıllarda neo-liberalizmin sonraki aşamasında büyük ölçüde devlete enjekte ederek
etkili olmuştur. Bir nevi 1990’lı yıllar 1980’li yılların devamı niteliğindedir.
3.4.1. ANAP’ın Siyasi Yapısı ve Programı
Turgut Özal, 12 Ocak askeri darbesinden sonra kurulan Bülend Ulusu
Hükümeti’nde ekonomik işlerden sorumlu başbakan yardımcılığı görevine getirildi.
22 ay kaldığı görevinden 14 Temmuz 1982’de istifa ederek, Turgut Özal
Başkanlığında 20 Mayıs 1983’te ANAP Partisini kurdu.176
1983 seçimlerinde birinci
parti olarak çıkma başarısı gösterdi. Özal’ın 1983’de tek başına iktidar olmasında ki
başarı, siyasal alanda kendisine muhalefet olma potansiyeli taşıyan oluşumların, 12
Eylül darbesiyle yasaklanmış olmasıdır.
Özal’ın seçim başarısındaki rolü; politik parti ve deneyimli liderlerin
siyasetten yasaklı olmaları ve rakiplerinin siyasi güçsüzlüğü yanında, Özal ve
Anavatan Partisinin vaat ettiği toplumsal düzenin geniş toplumsal kitlelere cazip
gelmiş olması yatar. Özal farklı politik söylemleriyle toplumsal grupları etkileyerek,
başarı sağlamıştır. 1980 sonrası yaşanan siyasi kargaşalar sonucunda toplum
175
Ziya Öniş, ‘‘Turgut Özal and His Economic Legacy; Turkish Neo-Liberalism in Critical
Perspective’’, Middle Eastern Studies, Vol.40, No:4, 2004, ss.113–134 176
Sabah, ‘‘Turgut Özal Kimdir?’’, 09.04.2012,
Erişim: http://www.sabah.com.tr/fotohaber/yasam/turgut-ozal-kimdir/41410, 19.03.2013
76
derinden etkilenmiş, Özal’ın ülkeyi bu durumdan çıkaracak söylemlerine karşı bir
güven ve sempati duymaya başlanmıştır.177
Özal, söylemleriyle sosyo-ekonomik
düzeni kurmayı ve bir türlü gerçekleşemeyen ekonomik kalkınmayı vaat ederek
toplumun ilgisini çekmiştir.
1983 yılı Türkiye tarihinde, sınıfsal siyasi çatışmaların bastırıldığı, 12 Eylül
askeri darbesinin ardından yaşanan, demokrasiye dönüş sürecine işaret etmektedir.
Bu süreçte, Türk siyasal yaşamına damgasını vuran Anavatan partisidir. Yaklaşık 8
yıl iktidarda kalan ANAP’ın, 1983 seçimlerindeki başarısına 12 Eylül yönetiminin
katkısı olmuştur. Partilerin siyasi katılımının engellenmesi ve siyasal kadrolara
siyasetin yasaklanması da ANAP’ın iktidara gelmesini sağlayan diğer unsurlardır.
ANAP’ın önemli isimlerinden Hasan Korkmazcan’a göre;
“ANAP 1980 sonrasının siyasi boşluğundan yararlanarak yukarıdan
inşa edilmiş bir partidir. ANAP, kitlelere mal olmuş bir parti
hüviyetini hiçbir zaman kazanamadı. Bu yüzden, partiye halkın
katılımı da sınırlı oldu. Yoksa, 1983’ten 1989’a yılına kadar tek
başına iktidara gelen bir partinin, sonraki 2 dönemde yok olup gitmesi
söz konusu olamazdı. Bu durum, ANAP’ın kitlelere dayanmadığını
göstermektedir.”178
12 Eylül’de tüm siyasi partilerin kapatılması, ANAP içinde Dört eğilimin
temsil edilmesini sağlamıştı. Bu eğilimler, merkez sol, merkez sağ, milliyetçilik ve
muhafazakârlıktı. Bu dört eğilim, ‘‘Sağın liberal, milliyetçi ve dinci kesimleri ile
sosyal demokrasinin uzantıları’’ olarak da temsil edilmektedir. Akalın’a göre;
ülkücüler, Milli görüşçüler, sosyal demokratlar ve Muhafazakârlar hatta Marksistler,
siyasal kimliklerinden vazgeçmeden ANAP’ta yer aldılar. Özal’ın yeni görüş
programını uygulayabilmek için, iktidara ihtiyacı vardı, fakat iktidar olmak içinde
seçmen çoğunluğu gerekliydi. İşte seçmen çoğunluğunu sağlamak üzere dört veya
hatta beş eğiliminin ANAP’ta temsilini öngördü. Belki böylece Özal, toplumsal
177
Hayriye Özer, Turgut Özal, ed. Emre Toros, Türkiye’de Siyasi Liderlik: Dönemler, Özellikler
ve Karşılaştırmalar Menderes, Demirel Özal ve Erdoğan Örnekleri, Atılım Üniversitesi
Yayınları, Ankara, 2011, s.128 178
Hüseyin Çavuşoğlu, ‘‘Merkez Sağda, 27 Mayıs ve 12 Eylül Sonrası Partileşme’’, Balıkesir
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:12, Sayı:22, Aralık 2009, s.172
77
barışı da sağlamış olacaktı. Özal’ın bu mühendis-plancı hesapları tuttu ve ANAP
iktidar oldu.179
Özal’ın partisinin içindeki dört eğilimi barındırması demokrat
olmasını ifade etmiyordu, tam tersine zaten dört eğilim ANAP içinde vardı,
dolayısıyla bu oluşum, başka partilerin bir birleşimi değildi.
Askeri yönetimin; siyasi iktidarı, sivil iradeye bıraktığı 1983 yılında 24 Ocak
kararlarının mimarlarından olan Özal’ın ANAP’ı iktidara gelmiş ve ülkenin
ekonomik yapısı başta olmak üzere sosyal ve kültürel yapısında önemli değişim ve
dönüşümler yaşanmıştır. Ekonomik alandaki değişim ve dönüşüm, ülkenin sosyal ve
siyasal yapısını etkileyecek olan yeni bir muhafazakâr kesimin oluşmasına zemin
hazırlamıştır. Tek partinin iktidar olduğu Özal Hükümeti döneminde siyasal alanda
kendisine muhalefet edebilme potansiyeli taşıyan birçok siyasi oluşumun
faaliyetlerinin, 12 Eylül askeri rejimi tarafından yasaklanmış olması, demokratik
olmasa da, Özal Hükümetine siyasi istikrar açısından önemli bir katkı sunmuştur.180
ANAP hükümetinin ekonomik alanda yaptığı başarıları, siyasi alanda
gösterememiştir. Ancak, ekonomik alanda yaptığı başarılar sonraki yıllarda,
Türkiye’nin sosyal ve siyasal hayatında önemli rol oynamıştır.
ANAP, ideolojik akımların ve çıkar gruplarının garip bir koalisyonuydu.
Bunlar partiye, kısmen ordunun kısıtlayıcı uygulamaları altında, gidecek başka
yerleri olmadığı için katılmış bulunuyorlardı. Parti, kendisi de modern sanayi
burjuvazisinin ve Anadolu’nun küçük işadamlarının bir koalisyonu olan eski Adalet
Partisi’nin, dinci Milli Selamet Partisi’nin ve Milli Hareket Partisi’nin desteğini
almıştı. Turgut Özal parti için son derece önemli bir adamdı. O olmasaydı bu
koalisyonun uzun zaman bir arada kalması ihtimali düşüktü.181
Özal’ın seçim
başarısı, muhafazakârlık, milliyetçilik, liberalizm gibi kavramları benimseyerek, bu
kavramlara yeni bir içerik kazandırmasın da yatmaktadır.
179
Güneri Akalın, Cumhuriyet Dönemi-Ekonomi-Politik Tarihi’nin Liberal Yorumu, Orion
Kitabevi, Ankara, 2010, s.481 180
Gökhan Tuncel, “Ekonomik Krizlerin Türkiye’de Siyaset- Bürokrasi İlişkisine Etkisi”, Turgut
Özal Uluslararası Ekonomi ve Siyaset Kongresi I, Küresel Krizler ve Ekonomik Yönetişim
Bildiriler Kitabı, İnönü Üniversitesi, Malatya, 15 – 16 Nisan 2010, s.779 181
Zürcher, a.g.e., s.407
78
Anavatan Partisi’nin programına göre:182
İktisadi gelişmede fertlerin teşebbüs gücü esas alınmalıdır. Devlet, sanayi
ve ticarete ana prensip olarak girmemelidir, KİT’ler zaman içinde millete
devredilmelidir. Devlet müdahalesi asgariye indirilerek, rekabet
şartlarının hâkim kılındığı serbest Pazar ekonomisi uygulanmalıdır
(Madde 9–10).
Herkesin kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel
hak ve hürriyetlere sahiptir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde
ifadesini bulan bu hak ve hürriyetlerin sağlanması ve teminat altın
alınması için hukuka bağlı ve hukukun üstünlüğünü esas alan bir devlet
nizamı şarttır (Madde 4).
Ortadoğu ve Müslüman Ülkelerle dostane ilişkilerimiz geliştirilmeli, AET
ile olan ilişkilerimizde, menfaatlerin dengelenmesini ön planda tutan bir
işbirliğine uygun davranılmalıdır (Madde 35).
ANAP programında devlet ve toplum ilişkilerinde ‘‘Devlet millet için
vardır. Devletin millet ile bütünleşmesi esastır. Kanun önünde eşitlik
esastır. Yargı organlarının bağımsızlığı ve tarafsızlığı esastır (Madde 23).
Yukarıda parti programında da değinildiği gibi; Anavatan Partisinin temel
gayeleri; Türkiye’yi modern ve ileri bir ülke yapmak, insan temel hak ve
hürriyetlerini vazgeçilmez kabul etmek, ülkenin iktisadi kalkınmasını hızlandırmak,
işsizliği, fakirliği ve gelir dağılımı farklılıklarını azaltmak, refahın yaygınlaştırmasını
sağlamaktı. Ancak, Özal bu isteklerini gerçekleştirmek istediğinde bir takım
zorluklarla karşılaşmıştır: O dönemde Türkiye, rekabet için dışa açılması gerekmişti.
Bunu da gerçekleştirmek için, devletin rolünü küçültmeye gitmiştir. Bunun
sonucunda, gelir adaletsizlikleri oluşarak devlet etkisiz kalmış, bu durum,
vurgunların, haksız kazançların yaşanmasına neden olmuştur.
Özal programlarında çok zayıf bir demokrasi perspektifi sergilemiştir. Bu
programlar; 12 Eylül darbesi ile oluşturulmuş anti-demokratik sosyo-politik sistemin
182
T.B.M.M., ‘‘Anavatan Partisi Programı’’,
Erişim:http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tbmm_internet.arama?q=anavatan%20partisi,
22.03.2013
79
değişimine yönelik net bir hedeften yoksun programlardır. Demokrasinin insan
hakları ve hürriyetlerine saygıyı, hukukun üstünlüğünü, adaleti içeren ilkeleri
programda yer almasına rağmen, bu ilkeleri gerçekleştirecek somut bir adım
atmamıştır. Parti programındaki demokrasi vurgusu, 12 Eylül darbesini
gerçekleştirenlerin seçimleri engellememesi ve seçimle iş başına gelenlerin
yetkilerine saygı duyması gibi istekleri içeren bir anlayış doğrultusunda yapılmış bir
vurgudan öteye gidememiştir. Bu görüşe paralel olarak; toplumsal sorunları
ilgilendiren ve toplumun taleplerini içeren Kürt sorunu, gelir sistemindeki
adaletsizlik ve demokratikleşme talepleri ülkede daha çok sorun yaratmasına rağmen,
2. Hükümet programında dikkate alınmamıştır.183
Bunun nedeni; 1. Hükümetin
hedeflerinde gösterdiği başarının, kendilerinde özgüven oluşturması; dolayısıyla 2.
Hükümet programında kayda değer bir değişiklik göstermemesidir. 1. Hükümet
dönemindeki başarıların abartılması ve politikaların sonraki süreçte olumsuz
sonuçlara yol açması, dikkate alınmamış; bu durum, toplumsal sorunların göz ardı
edilmesine ve bu sorunların üstesinden gelinememesine neden olmuştur.
Akalın da; parti programının içeriğine olumsuz bir açıdan yaklaşmıştır. Ona
göre; ilk olarak, dört eğilime birden hitap eden bir siyasal parti olamaz. Ancak belli
bir dava için toplanmış bir kitle partisi olur. Nitekim 1987 yılına gelindiğinde; Özal,
ANAP’ın dört eğilim partisini barındırmasından vazgeçerek; partiyi Muhafazakâr-
Milliyetçi olarak nitelemiştir. İkinci olarak, iktisadi örgütleme ve kaynak tahsis
mekanizmaları arasında bir tutarlılık yoktur. Örneğin; hem planlama hem de serbest
piyasa ekonomisi birlikte var olamazlar. Üçüncüsü, iktisadi örgütlenme ile tutarlı bir
makro model bulunmaması, ileride uygulamada politikalara da yansımış olup; miras
alınan enflasyon ve devalüasyon sürecine; borçlanma da eklenmiştir. Dördüncüsü
ise, devlete, ekonomik kalkınmada; planlama, alt yapı, teşviklerle ilgili çeşitli
görevler verir ve özelleştirme ihmal edilirse; ekonomik ve siyasal iktidarlar ayrımı
mümkün olamaz.184
1987 yılında, kamuoyundan gelen baskının artması sonucunda, siyasi
yasaklar meselesi bir anayasa değişikliği ile halkoyuna sunulmuştur. 6 Eylül 1987
183
Özer, a.g.e., s.132 184
Akalın, a.g.e., s.484
80
günü yapılan halkoylamasında % 50.16’lık bir sonuç ile siyasi yasaklar kaldırılmıştır.
Demirel, Ecevit, Türkeş ve Erbakan yeniden kurulmuş partilerinin başına tekrar
geçmiştir. Bu da siyasi ortamı büyük ölçüde canlandırmıştır. Ancak bu halk
oylaması, bir anlamda ANAP için de bir güvenoyu olarak algılayan Özal’ın, erken
seçim kararı almasını ve seçim kanununda yapılan değişikliklerle 1987 genel
seçimlerine giden süreci oluşturmuştur.185
1987 seçimlerinde II. Özal Hükümeti kurulmuş, 1989 tarihine kadar olan
süreçte iktidar olunmuştur. 1991 genel seçimlerinde Demirel Hükümeti, yeniden
seçimi kazanarak başa gelmiştir. Yeni hükümetin programı; Anayasa değişikliği,
daha fazla akademik özgürlük, basın özgürlüğü, demokratikleşme ve insan haklarına
saygı gibi ilkeleri vaat etmesi bakımından liberal bir özellik taşıyordu.186
Bir nevi bu
program, Özal tarafından başlatılmış olan liberalleşmenin devamı niteliğindeydi.
Süleyman Demirel Hükümeti, ANAP dönemine karşı özgürlükçü
demokrasinin yaşatılması ve geliştirilmesi amacına yönelik bir tutum sergilemiştir.
25 Kasım 1991 günü TBMM’de Süleyman Demirel’in okuduğu yeni hükümet
programında, iki partinin geçmiş dönemine ilişkin ortak durumu şöyle aktarmıştır:
‘‘Ülkenin pek çok yerinde etkisini hala gösteren anarşi ve
terör can almaya devam etmekte, soygunlar devam etmekte ve faali
meçhul cinayetlerin sayısı artmaktadır. Birleşmiş Milletler (BM)’ler
ölçütlerine göre, Türkiye’de demokrasi ve insan hakları konusunda
gerileme olmuştur. Ekonomik bakımında ise, 24 OECD ülkesi içinde
en pahalı, en fakir ve işsiz bir ülke durumundadır. Dolayısıyla,
dünyanın en borçlu ülkeleri arasındadır. Yatırım ve sanayi yatırımları
durduğundan işsiz sayısı artmış, yoksulluklar baş göstermiştir.
Türkiye’de yolsuzluk iddiaları doruğa çıkmış, dolayısıyla bozulan yapı
halkın gelecek ümitlerini karamsarlığa düşürmüştür. Ekonomik ve
185
Tanör, a.g.e., s.71-72 186
Zürcher, a.g.e., s.421
81
toplumsal alandaki olumsuzlukların yanında, kamu yönetimi de son
yıllarda ağır bir tahribata maruz kalmıştır.187
3.4.2. ANAP İktisadi Liberalizm
1980 yılında başlatılan liberalleşme süreci, askeri yönetim süresi boyunca
devam etmiş, 1983’te ANAP’ın iktidara gelmesiyle birlikte yeni bir ivme
kazanmıştır. Sezen’e göre; 1983 sonrası yaşanan gelişmeler, ekonominin
liberalleştirilmesiyle yetinilmediği, bunun çok ötesinde, Cumhuriyetten günümüze
toplumun sahip olduğu birçok değerin eleştirel biçimde sorgulandığı ve bunların
ekonomik, siyasal ve toplumsal gelişmesinin önünde aşılması gereken engeller
olarak görüldüğü bir yeniden yapılanma dönemini simgeler. Bu dönemin en belirgin
özelliği, eleştirilerin doğrudan devleti hedef alması ve toplumun önünü açacak, ona
‘‘çağ atlatacak’’ dünyayla bütünleştirecek mekanizmanın, her alanda kamusal
olandan uzak olmasıdır.188
ANAP’ın iktisadi liberalizmi, ekonominin dış rekabete açılması ve iktisadi
örgütlenmenin ve planlı bir ekonomiden serbest pazar ekonomisine geçişin
başlatılmasıdır. Bu yapılanma ile ithalat serbestleştirilerek özel sektöre yeni hareket
alanı kazandırılmış, bunun sonucunda devlet kontrolcü ve müdahaleci
politikalarından vazgeçerek, serbest ithalat ve ihracatı teşvik etmiştir.
Türkiye ekonomisinde o döneme kadar yetersiz sermaye ve teşebbüsü
desteklemek zorunda kalan devletin, Cumhuriyet döneminden itibaren devam eden
kontrolcü ve müdahaleci politikalar yerine vergi ve faiz politikalarını uygulamak
istemiştir. İktisadi alanda yapılan bu yenilikler ile serbest ithalat ve ihracat teşvik
edilerek, özel sektör güçlendirilmiştir. Ancak, KİT’ler ve üretimin özel sektöre
devredilmesi ile birlikte devletin iktisadi sorumlulukları, altyapı, yatırım ve
ekonominin bazı dönemlerinde yüksek enflasyon ve hakları kısıtlanan işçiler için
olumsuz hale gelen çalışma koşulları gibi ciddi sorunlar baş göstermiştir.189
187
VII. Demirel Hükümet Programı, 15 Kasım 1991, Ankara, s.4–5, bkz.
http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP49.htm, 24.03.2013 188
Sezen, a.g.e., s.215 189
Aytekin, a.g.m., s.12
82
Türkiye’de neo-liberal dönüşümün belirleyicisi olan Turgut Özal’ın temel
amacı, sermayenin önünde engel olarak görmeye başladığı devletin, ekonomiye
müdahalesini minimal seviyeye indirerek devleti küçültmekti. Bunun içinde,
Türkiye’de özelleştirme, vergi sistemi ve dış politikalar üzerinde reformlar yapmıştır.
3.4.2.1. Özal Döneminde Ekonomik Yapı
Özal’ın, 1980 sonrasında neo-liberal dönüşümü gerçekleştirmek istediği alan,
ekonomik anlamda istikrarı sağlamaya çalışmaktı. Bundan dolayı, ANAP’ın
ekonomi yapısı, devletin ticari ve endüstriyel ekonomideki doğrudan müdahalesini
tamamen ortadan kaldırma üzerine kurulmuştur. Yani devletin piyasa hareketlerine
müdahalesinin azaltılması amaçlanmıştır. Özal, bu politika ile piyasa ekonomisi’ne
geçişi hızlandırmak ve tamamlamak istemiştir.
Özal’ın ekonomi anlayışı, Türkiye’yi, kapitalizmi benimsemiş olan gelişmiş
ülkelerin yoluna girerek dünya ekonomisiyle bütünleştirmekti. Bunu sağlamak için
de, Türkiye’nin her şeyden önce ekonomisinin dışa açılması, piyasa ekonomisini tüm
gerekleriyle uygulaması, bürokrasinin ekonomideki ve yönetimdeki rolünü azaltması
ve en önemlisi Batı anlamında demokrasiye işlerlik kazandırması gerekmektedir.190
Türkiye’nin uluslararası rekabetin giderek artığı bir dünyada varlığını
kanıtlaması ve ayakta kalabilmesi için bu yola girmesi zorunlu bir hedefti. Bu
bağlamda, Türkiye dışa açılarak dünya ekonomisiyle bütünleşmesi yolunda önemli
adımlar atmıştır. Ancak, Türkiye’nin dışa açılma politikası, bazı olumsuz durumlara
neden olmuştur. Örneğin; dışa açılma yolunda atılan adımlar, enflasyonun artmasına,
hayali ihracatların yaşanmasına sebep olmuştur. Hayali ihracatların yaşanması
sonucu, hükümete yakın iş adamları ve politikacıların rüşvet ve yolsuzluk
ilişkilerinde artış olmuş ve bu ilişkiler neticesinde hükümetten teşvik ve prim
alınmıştır.
Özalist, liderlik tarafından uygulanan ekonomik reform programında,
ekonomide devletin rolünün azaltılması, gerçekçi bir döviz kuru ve sıkı para
politikalarının uygulanmasını, sübvansiyonlar ve fiyat kontrolleri ortadan
190
Osman Ulugay, Özal’ı Aşmak İçin, AFA Yayınları, İstanbul, 1989, s.35–36
83
kaldırılması ve doğrudan yabancı yatırım gibi politikaları vardı. Bu reform programı,
bir liberal siyasi süreci ve kapitalist ekonomik sistemin başlatılmasını sağlamıştır.191
Mehmet Barlasın, Milliyet Gazetesindeki Özal hakkında yaptığı köşe yazısı
dikkat çekmiştir: Özal uygulama başladığı ekonomik program ile başarı sağlamazsa
ne olur? Barlas’a göre; Özal modeli başarısızlığa uğrarsa siyasette kilitlenme
başlayabilir ve parlamento dışı çeşitli modeller gündeme gelebilir. Ancak, eğer Özal,
enflasyonu durdurur, ihracatı artırır ve yatırımları başlatabilirse bir başarı
sağlayabilir. Ama aynı zamanda işsizliği önlemesi, sosyal adalet ilkesini kurması ve
dış ödemeleri denkleştirmesi mümkün olmayacaktır. Bu da başarısızlık
sağlayacaktır.192
3.4.2.1.1. Dış Politika
Özal dönemin de, dış politika kapsamında siyasi ve ekonomik alanlarda
önemli girişimlerde bulunulmuştur. Özal’ın dış politikadaki temel hedefi; Türkiye’yi
uluslararası alanda serbest ticaret sistemiyle bütünleştirerek, siyaset ve ekonomi
arasında uyum oluşturmak ve ülkenin dışa açılımını gerçekleştirebilmekti. Dışa
açılım ile varılmak istenilen nokta; ihracat teşvikleri, düşük seviyede uygulanan
emek maliyetleri ve döviz kuru politikaları kanalı ile dünya piyasalarına girmeyi
gerçekleştirmektir.
Ekonomik liberalizm gereği, “ithalatı kısıtlama” yönteminden vazgeçilerek
“ihracatı teşvik” politikasına geçildi. İdeolojik düşünce ve mevcut rejimi kurtarma
çabalarının yerini ekonomik mantığı oturtabilme amacı aldı. Bunun en belirgin
göstergesi, dış ticaretin yönündeki değişim olmuştur. Önceki dönemlerde, büyük
oranının ithalattan oluştuğu dış ticaret, daha çok Batı ülkeleriyle yapılmaktaydı.
Özal’ın liderliği döneminde ise Türkiye’nin ticari ortaklarında belirgin bir artış söz
konusu olmuştur. Batı ülkeleri dışında kalan diğer ülkelerden bazıları ile de ticari
191
Muhittin Ataman, ‘‘Leadership Change: Özal Leadership and Restructuring in Turkish Foreign
Policy’’, Alteratives: Turkish Jounal of International Relations, Volume 1, Number 1, Spring
2002, ss.120–153 192
Milliyet, 8 Şubat 1984, Erişim: http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/Arsiv/1984/02/08, 27.03.2013
84
ortaklıklar oluşturularak değişik ticari antlaşmalar düzenlendi. Ortadoğu ve Kuzey
Afrika ülkeleri başta olmak üzere Türkiye ticaret etkinliğini geniş alanlara yaydı.193
Türkiye ekonomisinin dünya pazarlarına açılması; 1980 ile 1983 yılları
arasında başlanmış, 1989 ile 1990 yılları arasında tamamlanmıştır. Bu yıllar arasında
öncelikle dış pazarlara açılınmış ve ithalat rejimi serbestleştirilmiştir. Devalüasyon
yapılarak döviz kuru esnekleştirilmiştir. Sanayinin ihracata yönlendirilmesinde ise
temel araç niteliğini teşvikler sağlamıştır. Bu açılardan değerlendirdiğimizde, 1990’lı
yıllarda Türkiye’nin dışa açık ekonomi yapısına kavuştuğunu söyleyebilmemiz
mümkün olmaktadır.194
1988 – 1989 yılları arasında geçen süreçte dış ticaret açığı
artmış, dolayısıyla ülke ekonomisinde büyüme gerçekleşmemiştir. Bundan dolayı,
Özal’ın liberalizasyon politikaları başarısız duruma düşmüştür. Özal, ekonomideki
kötü gidişatı durdurmak amacıyla sermaye hareketlerini serbestleştirmiştir. Bu
durum, ithalattın artmasına sebep olmuş ve ithalattaki bu artış da Türkiye’nin 1993
yılında genişlemesine etki etmiştir.
Turgut Özal’ın ekonomi dünyasının içinden gelmesi sebebiyle, dış politikası
önceki liderlerin politikalarından farklılık göstermekteydi. Bu ayrım; dış politikaya
‘‘ekonomi gözlüğü’’ ile bakmasıydı. Özal, Amerikan yaklaşımının etkisiyle de,
Türkiye’nin iç ve dış konjektöründe ekonomik yapılanmayı siyasal ve sosyal
yapılanmanın önüne taşıyarak, sorunların çözümünde ekonomik araçlara büyük
ağırlık vermiştir. Bu bağlamda, Özal’ın dış politika anlayışında ekonomik faktörlerin
ön planda tutulduğu görülmektedir. Özellikle, Türkiye’nin 1980'li yıllından önceki
yapısının şimdiki durumundan çok daha yoğun bir şekilde komşu ülkelere
yönelmesinin bir nedeni, ihracatını arttırmak için gelişmiş pazarlarda aradığını
bulamamasından dolayı dış ülkelere yoğunlaşarak, İran ve Irak pazarlarını
zorlamasıdır.195
Özal’ın dış politika anlayışına göre, ülkenin ilerlemesi ve güçlü bir yapıya
sahip olabilmesi için, kararsız politikaları terk ederek aktif bir dış politika anlayışının
193
Mühittin Ataman, ‘‘Özalist Dış Politika: Aktif ve Rasyonel Bir Anlayış,” Bilgi: Sosyal Bilimler
Dergisi, Sayı:7, 2003/2, s.52 194
Yeldan, a.g.e., s.25 195
Ramazan Gözen, Amerikan Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve Sonrası,
Liberte Yayınları, Ankara, 2000, s.118
85
benimsenmesi gerekmekteydi. Bu doğrultuda Özal, Türkiye’nin dış politikasını
yeniden yapılandırarak, liberal ekonomiye yönelik politikaların oluşmasını
sağlamıştır. Bu politikalar; daha çok endüstrileşme, ticari ilişkilerin artması, yabancı
yatırımların teşvik edilmesi, hükümetin ekonomiye müdahalesinin azaltılması, vergi
reformu ve özelleştirme gibi uygulamalardır. Özal, Türkiye’nin dış politikasının
güçlenmesinin istikrarlı bir ekonomik yapıdan geçtiğine inanmıştır. Bunu
sağlayabilmek amacı ile de, ekonomik ve siyasi programlar başlatmıştır. Özal’ın dış
ekonomik politika anlayışına göre, ekonomideki gelişim ve ilerleme siyaseti de
olumlu yönde etkileyerek canlılık kazandıracaktı.
‘‘Türkiye'yi siyasi anlamda bölgesel bir güç haline getirmeyi amaçladığını
sıklıkla dile getiren Turgut Özal'a göre; arzulanan siyasi hedeflere ulaşılabilmesi için,
güçlü bir ekonominin ve yoğun ticari ilişkilerin oluşumunun sağlanması
gerekmektedir. Bu oluşumu sağlayabilmenin yolu da diğer ülkeler ile ticari ilişkileri
arttırarak ekonomiyi de bu yönde şekillendirmektir. Türkiye'nin dış politikası da dış
ticaretini besleyecek şekilde düzenlenmelidir. Türkiye öncelikli olarak bölgesinde
ekonomik işbirliğini geliştirmeli, ‘‘karşılıklı bağımlılığı’’ arttırmalı, böylece çatışma
risklerini en aza indirmelidir.’’196
Dış politikayı siyasi açıdan ele aldığımızda; ekonomi ve siyasette liberalizm
ve farklılıkların bir arada olduğunu savunan Özal’ın, dış politikada da ABD
politikalarına uyumlu bir Türkiye'nin kazançlı çıkacağını savunduğunu görmekteyiz.
Özal, liderliği süresinde dış politikanın gelişimi açısından Türkiye ile Batı
ittifakının oluşturulmasına yönelik niteliksel değişiklikler meydana gelmesine
öncülük etmiş ve AB veya ABD’den birine bağımlılığı önlemek maksadıyla da hem
Avrupa hem de Amerika ile eşzamanlı olarak ilişkileri geliştirme amaçlı çabalar sarf
etmiştir. Özal’ın bu çabalarının neticesinde Türkiye’nin Batı ile ittifakı güçlenmiş
dolayısı ile de ülkenin pazarlık gücü artış göstermiştir. Önceki liderlerin iktidar
dönemlerinde karmaşık bir seyir izleyen Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, Özal
döneminde istikrar kazanmıştır. Özal iktidarı, ekonomik reformlarının neticesinde
AB’ye yönelik yükümlülükleri yerine getirerek 14 Nisan 1987 tarihinde örgüte tam
196
Sedat Laçiner, ‘‘Özal Dönemi Dış Politikası’’, s.4,
Erişim: http://www.belgeler.com/blg/2f45/zal-dnemi-trk-di-politikasi, 29.03.2013
86
üyelik için başvurmuştur.197
Özal döneminde girişilen ekonomik ve siyasi
politikaların temelinde, Türkiye’nin anlaşma esaslarına dayanan bağımlılık anlayışını
bir tarafa bırakarak, bölgesel gücü geliştirmesi anlayışı yatmaktadır. Bu anlayış
biçimi, AB üye ülkelerle ilişkilerin geliştirmesi ve yeni ittifakların oluşumunun
sağlanması açısından önem taşımaktadır.
Özal, ülkede ekonomik refahı sağlamak istemiş, bu amaçla Avrupa Birliği
ülkelerinin mallarından gümrük vergisini kaldırmıştır. Gümrük vergisini
kaldırmasındaki amacı, gümrük birliğine ulaşabilmekti. Özal’ın temel amaçlarından
bir diğeri de Türkiye’nin ekonomik ve siyasi kalkınmasının hızlandırılması için
ideolojik farklılıkları gözetmeksizin bütün bölgesel ülkelerle ilişkileri güçlü tutmaktı.
Bu sebeple sık sık, bölgesel ülkelerle ekonomik, kültürel ve siyasi ilişkiler içerisinde
oldu. Yapılan bu girişimler sonucunda Türkiye’nin Batı ülkelerine olan ekonomik ve
siyasi bağımlılığında azalmalar oluştu. Bu bağlamda, Özal’ın değişik ortam ve
zamanlarda dile getirmiş olduğu gibi, Özal Hükümeti, aynı amaca hizmet edecek
şekilde, Türkiye’nin Avrupa’ya olan bağımlılığını azaltmak maksadıyla Amerika
Birleşik Devletleri ile ekonomik ve siyasi ilişkilerini derinleştirmiştir. Benzer
şekilde, Batıya daha az bağımlı hale gelmek amacıyla da İslam ülkeleri ile yakın
ilişkilere girmiştir.198
3.4.2.1.2. Vergi Sistemi
1980 Yılından sonra vergi sisteminde belli düzenlemelere gidilmek
istenmiştir. Bu düzenlemeler ile sistemin kolaylaştırılmasının yanı sıra gelişen ve
değişen ekonomik şartlara karşı esneklik kazanılması hedeflenmiştir.
Uras’a göre; dolaysız vergilerin ağırlıkta olduğu vergi gelirleri, dolaylı
vergiler lehine değiştirildi. Dış ticaret rejimi çerçevesinde uygulanan miktar
kısıtlamaları kademeli olarak terk edilerek, yerine ithalat vergisi ve fon kesintileri
getirildi. Vergi gelirlerinin enflasyonunun etkisiyle reel olarak erimesini önlemek
amacıyla 1981 yılına ‘‘Peşin Vergi Sistemi’’ uygulamaya konuldu. 1983 yılında ise,
197
Ataman, a.g.m., s.57 198
Ataman, a.g.m., s.61
87
gerçekçi görünmeyen vergi beyannamelerine karşı tedbir olarak ‘‘Hayat Standardı
Sistemi’’ geliştirildi. Gelir Vergisinde belli bir alt çizgi belirlendi. Enflasyona paralel
olarak bu seviyenin yükseltilmesi esas alındı.199
Özal, 1979 yılında ‘‘Kalkınmada Yeni Görüş’ün Esasları’’ başlığını taşıyan
raporunda vergilenmenin ana prensipleri üzerinde durmuştur. Özal, vergilerin açık,
basit olmasını, oranları düşük tutulmasını ve herkes tarafından anlaşılabilir olması
gerektiğini belirtmiştir. 1990 yıllı sonrasında yaptığı bir konuşmasında bile yine
‘‘vergi reformu’’ hakkında dikkate değer iki konu üzerinde durmuştu: İlki,
‘‘vergilerin harcamalar üzerinden alınmasının doğru olduğunu’’, ikincisi, ‘‘vergi
oranların düz oranlı ve düşük olarak tespit edilmesinin daha doğru olduğunu’’dur.200
Özal, vergi sistemindeki bu uygulamalarla, Türkiye’nin vergi gelirleri oranlarının
artacağını umut etmişti. Bunun aksine, vergi gelirlerinde azalmalar meydana gelmiş,
bu yüzden de beklentisi gerçeklememiştir.
Özal döneminde, vergi konusunda yaşanan en önemli gelişme, 1985 yılında
Katma Değer Vergisi’nin (KDV) kabul edilmesidir. KDV’nin kabulüyle, Türkiye
vergi sistemi, giderek artan ölçülerde gelir vergisine; bordro kesintisiyle katılan
ücretlilerin ve tüketicilerin katkılarına dayanır bir hal almıştı. Bu durum, vergi
hâsılatının milli gelir içindeki payını düşürmüş; sermaye sınıfları lehine verilen vergi
ödünleri sonraki yılların mali krizinin oluşmasına neden olmuştur. Böylelikle,
sermaye sahipleri vergi yükü açısından rahatlatılmış, fakat tüketici kesimin daha
fazla vergi ödemesini mecbur kılınmıştır.201
Yapılan değişiklikler sonucunda vergi
miktarında azalmalar meydana gelmiş, devlet kamu açıklarını karşılayamamıştır.
Bunun sonucun da, devlet, doğal olarak ülkeyi iç ve dış borçlanmalara sürüklemiş,
dolayısıyla bu borçlanma ilerde Türkiye ekonomisinin yapısal bozukluğuna yol
açmıştır.
Dış borçlanmayı; IMF ve Dünya Bankası kuruluşlarından alınan krediler
kapsamaktadır. Dış borçları ödeyebilmek için devlete kaynak yaratmak amacıyla bir
çözüm olarak iç borçlanmaya gidilmiş, bundan ötürü; Türkiye, KİT karlarını
199
T. Güngör Uras, Ekonomide Özal’lı Yıllar 1980–1990, AFA Yayınları, İstanbul, 1993, s.42–43 200
Aktan, ‘‘Turgut Özal’ın Değişim Modeli ve Değişime Karşı Direnen Güçlerin Tahlili’’, s.16–
17 201
Borotav, a.g.e., s.154
88
artıracak yükseklikte fiyatlar için kamuda düşük ücret maaş ödemesi ve düşük tarım
destek fiyatlarını yaratmıştır. 1994 krizi sonrasında, bu uygulama tekrar uygulamaya
başlanacaktır.202
KİT’ler, Türkiye’yi iç ve dış borçlanmaya sürüklemesi sonucunda
gözden çıkarılarak özelleştirmeye hazırlanmıştır.
Tüm bu politikalar, neo-liberalizmin yayılma sürecinde özel sermayeyi
desteklemek amacıyla uygulanmıştır. Çünkü Özal Hükümeti devleti küçülterek, özel
sektörün daha ağırlık kazanmasını istemiştir. Bu uygulama, neo-liberal politikalar
bağlamında gelişen serbest piyasa düzenini göstermektedir.
Ülkede çözümlenemeyen üç temel sorun: Enflasyon, gelir dağılımdaki
adaletsizlik ve işsizliktir. Enflasyonun kısa sürede düşürülmesi çeşitli sorunları
gündeme getirecektir. Çünkü enflasyon, büyüme hızı, istihdam düzeyi birbirine
bağlantılı yapıyı oluşturmaktadır. Kamu açığının aşağıya çekilmesi ise, ya devletin
küçültülmesi ya da gerçekçi bir vergi reformu ile mümkün olabilmektedir.203
Gelir
dağılımdaki adaletsizlik, yolsuzluklara, kayırmacılığa yol açmıştır. Özal
Hükümetinin başarısızlığına etki eden nedenlerinden biridir.
3.4.2.1.3. Özelleştirme
1980 sonrasında Türkiye’deki neo-liberal politikalara damgasını vuran diğer
bir uygulamada özelleştirme olgusudur. Türkiye’nin özeleştirmeye gitmesindeki
nedeni açıklayacak olursak; Türkiye’de özelleştirme olgusu, KİT’lerin ilk kuruluş
yıllarında ortaya atılmış bir düşünce olmasına rağmen uygulamadaki kararlılık
açısından ayırt edici yıl 1980 dönemidir. 24 Ocak kararlarıyla benimsenen dışa açık
ekonomi modeli; IMF ve Dünya Bankası eşliğinde gerçekleştirilmeye çalışılarak,
yeniden yapılandırma sürecine girmesi ile özelleştirme hız kazanmıştır. Türkiye’de
devletin ve ekonominin yeniden şekillendirilmesi adına; Dünya bankasının
politikaları uygulayabilmesi için yapısal uyum anlaşma kredisi imzalanmıştır. İşte,
bu anlaşmalar içerisinde Özelleştirme ve KİT yatırımlarının azaltılması vardı.
202
Kazgan, Tanzimat’tan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, s.140 203
Tevfik Çavdar, Türkiye’de liberalizm (1860–1990) İmge Kitabevi, Ankara, 2001, s.232–233
89
Türkiye’de oluşan bu süreçlerden sonra, Özal’ın liberal söylemleri ve
açılımları, özelleştirme politikasına ağırlık vermesi gerektiğini ortaya koymuştur.
Özal’ın değişim modelinin temeli, piyasa ekonomisi üzerindeki müdahalelerini
kaldırarak, devletin ekonomik alana müdahalesini sınırlandırmaktı. İşte, özelleştirme
bunu ifade etmektedir. Özal’ın özelleştirme politikası anlayışı; eğitimden sağlığa,
sosyal güvenlik hizmetlerinden altyapı hizmetlerine kadar tüm kamusal hizmetlerin
uygun yapıda hızla özelleştirilmesinin yapılmasıydı.204
Özelleştirme, Türkiye’de neo-
liberal politikaların uygulanmasındaki önemli araçlardan biridir. Ancak, özelleştirme
yolunda atılan adımlar, Özal’ın başarısının yanında başarısızlığını da ortaya
koymuştur. Özal’ın özelleştirmeye öncelik vermesi, Türkiye’nin sosyal ve toplumsal
sorunlarının ihmal edilmesine neden olmuştur.
Neo-liberal politikaların, Türkiye Ekonomisi için öngördüğü koşullar;
kamusal harcamaların azaltılması ve özelleştirmelerin gerçekleştirilmesidir. Ancak
ekonomide gerçekleşen bu dönüşümler; eksik istihdama yol açmış ve gelir
dağılımdaki adaletsizliği daha da derinleştirmiştir.205
Kamu harcamalarının
kısılmasındaki amaç; devletin ekonomiye müdahalesinin sınırlandırılması, yani
piyasanın egemen olması gerektiği anlayışıdır. Bu anlayış, rekabetçi bir ortam
yaratacaktır. Dolayısıyla, rekabetçi ortamda daha kaliteli, daha çok ve daha nitelikli
hizmetler üretilmiş olacaktır.206
Özal Hükümeti döneminde, devletin küçültülmesi ve özel sektör ağırlığının
artırılması için KİT’lerin özelleştirilmesi gündeme gelmiştir. Kamu iktisadi
Teşebbüsler (KİT), uzun zamandan beri Türkiye’ye büyük sıkıntılar açmış, ancak
iktidara gelen her hükümet, KİT’lere karşı çıkmasına rağmen bir düzenleme
girişiminde bulunmamıştır. KİT’ler konusunda yapılması gereken düzenleme,
‘‘modern teknolojiyi kullanan, iç ve dışta rekabet olanaklarına sahip olan kurumlar’’
haline getirilmesidir. Fakat bunun devlet tarafından yapılmasının zor olduğu
görünüyordu. Bundan dolayı, KİT’lerin acil bir şekilde özelleştirilme fikri gün
geçtikçe ortaya çıkmaktaydı.207
KİT’lerin düzenlenmesi için gerekli liberal adımların
204
Kerem Karabulut, ‘‘Özal Dönemi Türkiye’nin Ekonomi Politiği’’, Uluslar Arası Ekonomi ve
Siyaset Kongresi, İnönü Üniversitesi, Kocaeli, 15–16 Nisan, s.998 205
Aynur Uçkaç, ‘‘Türkiye’de Neo-liberal Ekonomi Politikaları ve Sosyo-Ekonomik Yansımaları’’,
Mülkiye Dergisi, Sayı:158, Ocak Haziran 2010, s.429 206
Kurumuş, a.g.m., s.17-18 207
Tevfik Çavdar, Türkiye’de Liberalizm, İmge Kitabevi, Ankara, 1992, s.234
90
atılması gerekiyordu. Bu yüzden, Özal, KİT’lerin devlet üzerindeki ağırlığını
hafifletici tedbirler alarak, KİT’lerin özel sektör eliyle gerçekleştirilmesini sağlamaya
çalışmıştır.
1986 yılında ANAP hükümetine bir Master208
planı sunulmuştur. Bu planda
özelleştirme için 14 amaç belirlenmiştir:209
Piyasa güçlerinin ekonomiyi harekete geçirmelerine imkân verilmesi,
Verimlilik ve üretkenliğin artırılması,
Mal ve hizmetlerin nitelik, nicelik ve çeşitliliklerinin artırılması,
Mülkiyetin tabana yayılması,
Sermaye piyasasının gelişiminin hızlandırılması,
KİT’lere hazine tarafından sağlanan finansal desteğin minimize edilmesi,
KİT'lerin tekelci fiyatlarının ve dolaylı vergilerin azaltılması,
Bürokratların KİT’leri yönetmek yerine politika ve mevzuat üzerinde
çalışmalarına imkân sağlanması,
Modern teknoloji ve yönetim tekniklerinin çekilmesi,
Çalışanlara pay senedi verilmek suretiyle işgücü verimliliğinin
artırılması,
Endüstrideki kamu ve özel mülkiyet arasındaki dengenin yönünün
değiştirilmesi,
Yabancı yatırımlar vasıtasıyla uluslararası ekonomik ve politik bağların
kuvvetlendirilmesi,
Mevcut sermaye yatırımları getiri oranlarının yükseltilmesi,
208
‘‘1985 Yılında özelleştirme ile ilgili hazırlık çalışmalarını yürütmek adına Dünya Bankasının
Maddi desteğiyle Morgan Garanty Trust Company of New York fiması ile DPT arasında bir
anlaşma imzalanarak bu firmaya geniş kapsamlı bir özelleştirme planı hazırlatmıştır. Kısaca
‘’Master Plan’’ diye adlandırılan bu rapora göre, Türkiye’de özelleştirme faaliyetlerine çok kısa
sürede başlanılması uygun bulunmuştur.’’ Bkz. Aslı Eren, Türkiye Ekonomisi, Ekin Kitabevi,
Ankara, 2006, s.226 209
Münever Soyak, ‘‘Özelleştirme Olgusu ve Türkiye’nin Özelleştirme Deneyimi Üzerine Bir
Değerlendirme’’, Memleket Siyaset Yönetim, Cilt:5, Sayı:14, 2010, s.194
91
Devlete gelir sağlanması.
Türkiye’de 1980’lerdeki özelleştirme faaliyetlerinin bir anlamda yönergesi
niteliğini taşıyan ‘‘Morgan Bank’’ın hazırlamış olduğu bu Master Plan, satışların
ağırlıklı olarak yabancılara yapılması nedeniyle birçok yazar tarafından
eleştirilmiştir.
1980 sonrasında özelleştirme, küresel bir durum haline gelmesi ve IMF ve
Dünya Bankası’nın baskısının da bu duruma eklenmesiyle, Özal’ı, 1985’ten itibaren
özelleştirme alanına yoğunlaştırdı. Ancak bu konuda olumlu sonuçlar elde edilemedi.
Çünkü satılan kimi işletmeler değerinin altında fiyatlarla eşe dosta satılmış,
işletmeleri alanlar ise fabrikaları yıkıp, arazilerini arsa olarak değerlendirmişlerdir.
Bu durum, işsizlik ve yoksulluğa yol açmıştır. Diğer bir nokta ise; Kamu
işletmelerinin zarar etmesi, özelleştirmelere gerekçe olarak gösterilmişse de, zarar
etmeleri genellikle hükümetlerin kötü yönetmeleri ve yaşanan yolsuzluklardan dolayı
olmuştur.210
Özelleştirmede temel hedef; KİT’lerin yükünden kurtularak bütçeyi
rahatlatmak ve hazineye gelir sağlamak olduğundan, özelleştirmenin toplumsal,
ekonomik ve ülke güvenliği açısından yaratacağı sorunlar (işsizlik, kamu tekelinin
yerini özel tekellerin alması, yabancılara satış vb.) üzerinde durulmamış, bu konular
ancak yargının uyarıları sonucunda 1990’larda düzenlenmeye konusu olmuştur.211
KİT sorunu yaklaşık 46 yıldır, çözülmeye çalışılmaktadır. Serbestîden yana
olduğunu ileri süren her siyasi parti, her kuruluş KİT’leri eleştirmiştir. Fakat bunların
tasfiyesi ya da yeniden düzenlenmesi konusunda en ufak bir adım bile
atmamışlardır.212
1980’lerde yaşanan süreçte, KİT’lere müdahalede bulunulmuşsa
da, zaman içinde yerini siyasal müdahalelere terk etmiştir. Ancak, KİT’ler daha
sonra devlete bir yük olarak görülerek, özelleştirilmesi ve en önemlisi siyasetten
arındırılması düşünülmüştür. Teşebbüslere karşı siyasi müdahaleler devam etmiş,
ancak, teşebbüsler, ekonomiye yük olmayı sürdürmesiyle, devlete verdiği ekonomik
zarar devam etmiştir.
210
Akşin, a.g.e., s.286–287 211
Sezen, a.g.e., s.225 212
Çavdar, Türkiye’de liberalizm (1860–1990), s.234
92
Devletin ekonomideki rolünün yoğun bir biçimde eleştirildiği; kamu
tekellerinin kaldırılması, KİT’lerin satışı ve diğer özelleştirme yöntemleri ve devletin
ekonominin işleyişini düzenleyen müdahalelerinin sınırlandırılması ya da
kaldırılması yoluyla Türkiye’de değişim sureci yaşanmıştır. Günümüze bakıldığında
bu sürecin henüz tamamlanmadığı görülmektedir.
3.4.3. ANAP Siyasi Liberalizm
Siyasi liberalizm ve iktisadi liberalizm birbirlerini tamamlayan kavramlardır.
Her iki liberalizm de birbirini destekler niteliğinde olmasından dolayı, birinin olması
diğerinin varlık şartına bağlıdır. Siyasi liberalizmin önemli ilkesi, ANAP
hükümetinin de benimsediği ilke olan minimal devlettir. Bundan dolayı, Siyasi
liberalizm, özgürlüklerin önündeki en büyük engeli devlet olarak görmektedir. Bu
yüzden, devletin mutlak olarak sınırlandırılması gerektiğine inanmıştır. Bunun yolu
da, devletin hukuk ile sınırlandırılmış, anayasal bir devlet olması gerektiğidir.213
1980 askeri rejimin yaşanmasının ardından, 1983 seçimlerinden sonra sivil
yönetime geçilmesi ile birlikte siyasi liberalizmde, toplumun temel hak ve
özgürlükleri kısıtlanmış, bunun sonucu olarak, insan hakları ihlalleri yaşanmıştır.
ANAP döneminde, ülkede yaşanan askeri rejim içerisinde demokrasi, ‘‘düşünce ve
ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü’’ olmadığı gibi parti içinde de demokratik bir ortam
olmamıştır. Özal’ın demokratlığının eleştirildiği iki nokta bulunmaktadır: Birincisi,
yasaklı siyasetçiler için yapılacak olan referandumda sergilediği tavır, ikincisi
Cumhurbaşkanı seçilme sürecinde kendisinden sonra partinin başına geçecek olan
ismi yine kendisinin belirlemesidir. Diğer bir nokta ise, 1989 seçimlerinde
Demokrasiye yakışmayan bir tavır sergilemesidir. ‘‘Elleri kolları bağlı bir başkan
ister misiniz?’’ sloganıyla tehdit amaçlı bir kampanyayla yola çıktığı için halkın
tepkisini almış, böylelikle, ANAP için ağır bir yenilgiyle sonuçlanmıştır.214
Bunun yanında, ANAP döneminde uygulanan bazı politikalar, özgürlükleri
kısıtlayıcı olması sebebiyle büyük tepkiler de toplamıştır. Bunların başında,
213
Çaha, a.g.e., s.43 214
N. Mehmet Yavuz, İkinci Cumhuriyet (Özal’ın Değişim Modeli), Öncü Kalem Yayınları,
Ankara, 1997, s.56--58
93
ANAP’ın, özellikle basına ve gazetecilere karşı tutumu gelmektedir. Ara seçimlerin
yapıldığı 1989 yılına kadar, ANAP iktidarı döneminde; ‘‘3000'e yakın gazeteci,
yazar ve çevirmen yargılanmış olup, 500'e yakın yayın organı için toplatma kararı
verilmiş, 39 ton yayın imha edilmiş, 40 ton yayın imhayı bekler hale getirilmiş,
gazetecilere toplam 2000 yıl dolayında hapis cezası verilmiş, 13 gazete hakkında 303
dava açılmıştır.’’215
Bu olaylar gösteriyor ki, ANAP’ın ekonomi alandaki başarısı siyasi alana
yansımamıştır. ANAP, akademik özgürlüğü, basın özgürlüğü ve insan haklarına
saygı vaat etmesine karşın böyle bir tutum sergilemediğini göstermiştir. Özal,
ekonomik liberalizme önem vererek siyasi liberalizmi ihmal etmiştir.
Bulut’a göre; ‘‘Türkiye’de özellikle 1980 sonrasında ekonomik büyüme
temel amaç haline gelmiştir. Ekonomik liberalizmin siyasi liberalizmin temelleri
olduğu iddia edilmekle beraber bu dönemde siyasi ve sosyal haklar fazlasıyla
kısıtlanmıştır. Ekonominin mimarı olarak tanıtılan Özal ile birlikte ‘‘orta direk, iş
bitirici ve iş bitiricilik’’ gibi kavramlar siyasi literatüre girmiştir. İthalatın serbest
bırakılması ve ihracatın desteklenmesi, uygulamalarla Türkiye’yi dışa kapalılıktan
kurtaracak bir politika uygulanan Özal döneminin en önemli sloganı ise “Çağ
Atlayan Türkiye” olmuştur. ANAP iktidarı ile birlikte Özal’ın her fırsatta
konuşmalarında kullanmayı sevdiği transformasyon/dönüşüm bir şekilde
gerçekleşmiştir.’’216
ANAP döneminde, liberal ekonomik düzen içerisinde önemli girişimlerde
bulunulmasına rağmen, siyasi liberalizm yönünden eksik kalınmıştır. Bu bağlamda,
12 Eylül’le demokratik hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, siyasi özgürlüklerin
olmadığı, topluma baskının olduğu bir ortamda uygulanan neo-liberal politikalar
çerçevesinde ekonomik liberalizm, siyasi liberalizmi getirememiştir. Özal, ekonomik
liberalizme önem verip, siyasi liberalizme önem vermemesindeki neden; Türkiye’de
215
Emre Kongar, 21. Yüzyılda Türkiye: 2000’li yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, Remzi
Kitabevi, 34.Basım, İstanbul, 2004, s.221 216
Sedef Bulut, ‘‘27 Mayıs 1960’tan Günümüze Paylaşılmayan Demokrat Parti Mirası’’, Süleyman
Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:19, Mayıs 2009,
s.86
94
iktisadi liberalizm gerçekleştikten sonra siyasi liberalizmin gerçekleşeceğine inandığı
düşüncesiydi.
Özal, yalnızca ekonomik liberalleşmenin, siyasi liberalleşmeyi ve
demokratikleşmeyi mümkün kılacağını söylemekteydi. Ona göre; demokrasi sadece
serbest ekonomik düzen üzerine inşa edilmelidir. Bu düşüncesini, Türk Haberler
Ajansına bu şekilde ifade etmiştir:
‘‘Dikkat ederseniz Marksistlerin Türkiye’de uygulamak
istedikleri model hep devletçi modeldir. Devletçi model ise neticede
bizi bilimsel sosyalizme götürür. Onun üstüne ise demokrasi bina
edilemez. Fransa’da sosyalist idare var ama altında gene serbest
ekonomik sistem var. Her iş başına gelen bu kurallar içerisinde
devleti yönetiyor.’’217
Aslında ifade etmek istediği bir ülkenin ekonomisi gelişirse ülke
demokratikleşir. Ona göre, ekonomik liberalizm hem demokrasinin hem de siyasal
liberalizmin temel unsurudur.
3.5. NEO-LİBERAL POLİTİKALAR
3.5.1. Para ve Finansal Serbestleşme Dönemi
1980 sonrası dönemde ülkenin dışa açılması, finansal serbestleşme süreci ile
birlikte finans piyasalarında yapılan düzenlemelerin başında faiz hadleri üzerindeki
sınırlamaların kaldırılması gelmektedir. 1983 yılından sonra finansal serbestleşme
politikasında önemli gelişmeler sağlanarak, bu rejim üzerindeki kısıtlama ve
yasakların büyük bir bölümü kaldırılmıştır.
Kambiyo rejiminin serbestleştirilmesinin ilk adımı olarak döviz sisteminde
serbestleştirme gidilmiş ve döviz kurlarının belirlenmesinde bankalara yetki
verilmiştir. 1984 yılında kur politikalarında esneklik sağlanmış, böylelikle döviz
alım-satımına getirilen çeşitli kısıtlamalar kaldırılmıştır.218
Birçok iktisatçıya göre;
uygulanacak düşük kur-yüksek faiz politikası yabancı sermayeyi davet etmek için
217
Milliyet, 14 Kasım 1983, Erişim:http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/Arsiv/1983/11/14, 04.04.2013 218
Çoban, a.g.e., s.108–110
95
uygulanır, ama kötülerin en kötüsü, bir para politikasıdır. Bu anlayışı düşünen
iktisatçıya göre, yüksek faizler karşısında yabancı sermaye çekilir ama gelen yabancı
sermaye ülkede kısa vadede yüksek paralar kazanır. Faizleri beğenmediği zaman da
parasını alıp gider. Dolayısıyla, kurlar yükselir, faizler artar ve ekonomide kriz
çıkar.219
Döviz kuru oranlarının ve döviz piyasalarının serbestleştirilmesi
Türkiye’deki neo-liberal yapılanmanın önemli bir boyutudur. Bu alandaki
serbestleştirilme devletin kontrolü şeklinde olmuştur.
Neo-liberal programın, gündeme gelmesiyle birlikte sermaye hareketlerinde
tam serbestleştirme, uluslararası finans kapitalizmin temel talebi olarak ortaya
çıkmıştır.220
Sermaye piyasa mekanizmasının tam olarak işlemesi için:221
Devletin ekonomik hayata müdahalesi asgariye indirecek politikalar
benimsendi.
Rekabeti engelleyici uygulamaların azaltılması sağlandı.
Kaynak dağılımı bozucu kısıtlamalardan kaçınıldı.
Yatırımların ve üretimin dış rekabet düzeyinde gerçekleştirilmesi hedef
alındı.
Mal ve hizmet üretimde dış pazarlarda rekabet edebilecek kalite ve fiyat
yapısı hedef alındı.
Bu uygulamalar; 1983’te Türkiye’de ortaya atılmış, ancak 1990’dan sonra
işler hale gelmiştir. Çünkü ANAP döneminde yaşanan ekonomik ve siyasi çalkantılar
neo-liberal politikaların uygulanmasını geciktirmiştir. Bunun ardından, yapılan
devalüasyonlar ve dış yardım kuruluşlarından alınan krediler, Türkiye’nin ekonomik
yapısının zayıflamasına sebep olmuştur. Kazgan’a göre, eğer bir ülke dış yardım
kuruluşlarından yani IMF ve Dünya Bankası’nın şartlı kredilerini alıyorsa, bir de
219
Eğilmez, Kumcu, a.g.e., s.204 220
Borotav, a.g.e., s.178 221
Uras, a.g.e., s.32
96
yüksek tranşlarda borç alıyorsa, bu kurumların şart koştuğu her türlü ekonomik,
siyasal, sosyal nitelikli şartları kabule zorlanır. Bunlar, ülkenin çıkarları ile
bağdaşmada da uygulama zorunda olmasını, her çeşit yapısal çarpıklığı, ekonomik
zararı peşinden getirir.222
Borotav, sermaye hareketlerindeki serbestleşmeyi şöyle ifade etmektedir: O
dönemde yaşanan sınıflar arası gerilimin, partiler arası rekabetin ve siyasi
istikrarsızlığın kesinleştiği bir dönemde popülizme dönüşümün kamu dengeleri
bozması neo-liberal modelin makro-ekonomik istikrar ögesini ihlal etmişti. Aynı
modelin diğer önemli ögesi olan sermaye hareketlerinde sınırsız serbestleşme ise bu
dönemde eşzamanlı gerçekleşmektedir.223
Ali Babacan ise; ‘‘her bir ülkenin iç
siyasetinin olduğunu ve bazen popülizm rüzgârlarının esebileceğine işaret etmiş ve
ona göre; ekonomi popülizmi affetmez. Popülizm yapan ekonomi er ya da geç
sıkıntıya girer.’’224
Aslında, Türkiye’de bu dönemden sonra yaşanan devalüasyon ve
ardından yaşanan 1994 Krizi bunu görüşü destekler niteliktedir.
Türkiye’de 1989 yılında çıkarılan ‘32 Sayılı Karar’ ile ‘‘ulusal mali
piyasaların serbestleştirilmesi ve uluslararası sermaye hareketleri’’ üzerindeki
kambiyo kontrollerinin kaldırılmasıyla ekonomik büyümenin belirleyici faktörü,
finansal sermaye hareketleri olmuştur. Finansal sermaye hareketlerinin artması,
Türkiye’yi zaman içinde sıcak para cenneti haline getirmiş, 1990’lı yıllardan itibaren
ise Türkiye, tamamıyla dışa açık bir uyum süreci yaşamıştır. Bu dönemde, sıcak para
akımlarının ülke içerisinde döviz bolluğu yaratmasıyla ulusal ekonominin büyüme
ilişkileri de bu sürece uygun olarak yeniden biçimlenmiştir.225
Erkan Mumcu, Hürriyet Gazetesinde yayınladığı bir makalesinde siyasetin
sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesindeki etkiyi şöyle açıklamaktadır:
‘‘Türkiye uluslararası sermaye hareketlerinin serbest olduğu
dönemde üç genel seçim geçirdi. Üç seçimde de kontrollü kur rejimi
222
Kazgan, Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929–2001), s.250 223
Borotav, a.g.e., s.178–179 224
HaberTürk, ‘‘Babacan: Ekonomi Özgürlüğü Affetmez’’, 15.02.2013, Erişim:
http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1305241-babacan-ekonomi-populizmi- affetmez,
05.04.2013 225
Çoban, a.g.e., s.105
97
uygulanıyordu. Seçim dönemlerinde kurlar üzerinde baskı oldu.
Merkez Bankası müdahale etti. Ama hiçbir seçimde döviz rezervleri
bitmedi ya da kontrollü kur sistemi döviz rezervlerini tehdit etmedi.
Kurlarda istikrarın sağlanması mümkün oldu. Seçimlerin ekonomik
maliyeti asgaride tutulabildi. Erken ya da geç, Türkiye bir başka genel
seçime doğru sürükleniyor. Yaratılan siyasi belirsizliklerle döviz
kurlarındaki artış mali piyasaların sinirini bozuyor. Faizler
tırmanıyor. Mali piyasalardaki çalkantının makro ekonomik maliyeti
çok yüksek oluyor. Yaratılan durumu önlemenin de bir çözümü yok.
Çünkü seçime giden bir ülkede siyasi belirsizliği önlemenin bir yolu
yok. Siyasetin parçalanmış olduğu ülkelerde bu sorun çok daha derin
oluyor. IMF kendi açısından belki haklı olarak program uyguladığı
ülkelerde dalgalı kur sisteminin uygulanmasını istiyor. Bu yolla,
siyasetçilerin IMF parası yoluyla şımarıklık yapmasını istemiyor.
Şımarıklığın maliyeti kurların fırlaması oluyor. Dolayısıyla, dalgalı
kur rejimi siyasetçileri disiplin altına sokan bir mekanizma olarak
görülüyor.’’ 226
3.5.2. Devletin Sınırlandırılması
Neo-liberalizmin sınırlı ve minimal devlet anlayışı, devletin kamu
harcamasını azaltması ve kamu düzenlemeleriyle ekonomiye müdahalesinin
sınırlandırılmasıdır. Bu anlayış, devletin yeniden yapılandırması; ‘yeni kamu
harcaması’ ilkesi getirilerek müdahale sınırlandırılmaya çalışılmıştır. Türkiye’de
1980 sonrası gerçekleşen sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, kur üzerindeki
müdahaleler ve özelleştirme uygulamaları devlet ağırlığının azaltılması yönündeki
girişimlerdi. Bu uygulamalar ile devletin ekonomiye müdahalesi minimal seviyeye
indirilerek, tasfiyesi amaçlanmıştır. Tüm bu oluşumları değerlendirdiğimizde;
devletin rolünde ve işlevinde köklü bir dönüşümün gerçekleştiği görülmektedir.
226
Hürriyet, ‘‘Dalgalı Kur Kesim Çözüm mü?’’, 23.06.2002, Erişim:
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=80195, 05.04.2013
98
Liberalizmin sınırlı devlet anlayışı ve devlete karşı bireyi ön planda tutan
düşüncesi, ANAP iktidarı döneminde çokça tartışılan konulardan biriydi. Bu
dönemde, ANAP uygulamak istediği politikalarla, bireyi devlete karşı ön planda
tutan bir anlayış getirmek istemiştir. Ancak, bunu yaparken de devletin görevlerini
sınırlamakta ve devleti bireyin hizmetine sunmak istemiştir. Böyle bir anlayış
demokratikleşme yönünde büyük faydalar sağlayacaktır.
Özal, devletin sınırlandırılması yönündeki bir konuşmasında görüşlerini şöyle
belirtmektedir:
“Devleti küçültmek mecburiyetindeyiz. Devletin küçültülmesi anlayışı,
devletin bir şey yapmaması değil, tam tersine devlet küçük ama güçlü olacaktır.”
Turgut Özal’ın görüşlerinin önemli bir kısmının devlet felsefesine dayalı olduğunu
söylemek mümkündür. Özal’ın kendi ifadesiyle “1980’li yıllar bütün dünyada ‘ortak
bir kanaatler bütününden’ yani devletçi doktrinlerden ‘yeni bir bütüne’, devletçilik
karşıtı mücadeleye girişildiği yıllardır.” Özal’ın devlet felsefesi, esasen devletçilik
karşıtı bir ekonomik düzene dayalıdır.227
1960 ve 1970’lerde devletin rolü ile ilgili temel anlayış; sosyal devlet fikri,
sosyal güvenlik, sosyal refah ve eğitim gibi unsurlar olmuştur. Ancak, bu anlayış her
ne kadar fiili olarak uygulanmamışsa da sağ ya da sol hemen hemen bütün siyasal
parti programlarında yer almıştır. 1980’lere gelinmesiyle, devletin rolü ile ilgili bu
uzlaşı özellikle uygulamada önemli ölçüde değişmiştir. Devletin rolü üzerindeki
temel anlayış, önceki dönemlerle karşılaştırıldığında, kamu harcamaların azaltılması
ve kamu harcamaları içinde sosyal refahın göstergesi olabilecek eğitim, sağlık gibi
sosyal refah harcamalarının payının azalması ile kendini göstermiştir.228
Türkiye’de 1980’lerden itibaren iktisat ve maliye politikalarını
yönlendirmeye çalışan düşünce; Türkiye’de devletin fazlaca ağırlıklı bir yerinin
bulunduğu, kamunun ekonomik faaliyetlerinin, 1980 öncesinde genişleme eğiliminde
olduğu ve bunun mutlaka tersine çevrilmesi gerektiğidir. Topluma da bu düşünce
benimsetmeye çalışılmıştır. Bu düşünce doğrultusunda; eyleme geçirilmesi, 24 Ocak
227
Turgut Özal Kimdir?, Erişim: http://www.genelbilge.com/turgut-ozal-kimdir.html/, 07.04.2013 228
Handan Temizel, ‘‘Neo-liberal Politikalar Doğrultusunda Türkiye’de Devletin Yeniden
Yapılanması, Küresel Sistemle Bütünleşme Sorunları’’, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 2007, s.109
99
istikrar programından itibaren başlamıştır. 1980–83 döneminde daha çok üçüncü tür
müdahalelerde bir deregülasyon gündeme getirilmiş, buna karşılık emeğin toplu
sözleşme düzeninde serbestçe belirlenmesi kararlaştırılıp, katı sınırlamalar getirilmiş,
ardından 1988 yılı sonrasında gevşetilmiştir.229
1990’dan sonra Türkiye’de ekonomi
ve siyasi istikrarsızlıklar başlamıştır.
1990 yılına gelindikçe, dış dünyada iki önemli gelişmenin yaşanması,
Türkiye ekonomisini direkt olarak etkilemiştir. Bunlar; İran-Irak savaşının sona
ermesi ve 1990 Körfez Krizinin yaşanmasıdır. Bu iki olayın yaşanması, Türkiye’de
iki önemli pazarın kaybolmasına neden olmuştur. Türkiye'yi derinden etkileyen bu
gelişmelere, dünya ekonomisinde yaşanan daralma sürecinin eklenmesiyle,
Türkiye'de ihracat olumsuz yönde etkilenmiştir. Bu dönemin ardından, kamu
açıklarının yükselmesi ve izlenen yanlış kur politikası uygulamalarıyla ekonomi
yeniden kötüye gitmiş, bunun sonucunda, 5 Nisan 1994 yılında yeni ekonomik
istikrar önlemleri alınmıştır.230
1990’lı yıllarda, sadece Türkiye’de değil tüm dünya ülkelerin de görülen
ekonomik kriz neo-liberal politikaları olumsuz yönde etkilemiştir. Özellikle
gelişmekte olan ülkelerde art arda gelen krizler, işsizliğin yaşanmasına ve dolayısıyla
yoksulluğa neden olmuş, bu olumsuz gelişmeler sonucunda; neo-liberal reformların
yeniden yapılanmasına yönelik bir olumsuz tavır alınmıştır.
3.6. 5 NİSAN KARARLARININ SİYASETE VE EKONOMİYE ETKİSİ
Akyol’a göre; 5 Nisan kararlarının alınmasındaki amaç: 1983 seçimlerinde
iktidara gelen Anavatan Partisi, siyasal yönüyle parti içinde dört eğilimi
birleştirmişti. 1987 genel seçimleri yaklaştıkça, bu yılda yapılan referandumla eski
siyasal liderlere konulan yasaklar kaldırılınca, siyasi bir rekabet yaşanmasına neden
olunmuştur. Bu yüzden, ANAP hükümetinin yoğun siyasal rekabetin yaşaması ve
yaşanan ekonomik ve siyasal sorunlardan dolayı iktidar yapısının zayıflaması
nedeniyle ülkede genişlemeci iktisat politikalarını uygulanmıştır. Seçimlerde oy
229
Oğuz Oyan, Türkiye Ekonomisi: Nereden Nereye?, İmaj Yayıncılık, Ankara, 1998, s.27 230
Bakan, a.g.m., s.123
100
oranı düşmesine rağmen, ANAP seçimlerden sonra da politikaları sürdürmeye devam
etmiştir. Ancak, 1991 yılında yapılan genel seçimlerde Körfez Krizinin yaşanması
siyasal sisteme olumsuz etki ederek Mesut Yılmaz liderliğindeki ANAP iktidarının
kaybetmesine neden olmuştur. Daha sonra kurulan, DYP-SHP koalisyonu, ilk iki yıl
seçim vaadlerine uygun olarak “popülist politika” genişlemeci politikalar
uygulamışlardı. Bundan dolayı, bu dönemde yüksek oranda bir büyüme yaşanmıştır.
Ama ekonomik dengelerin alt üst olması, Türkiye’nin 1994’te büyük bir ekonomik
kriz yaşamasına neden olmuştur. Krizin ardından, Tansu Çiller başbakanlığındaki
hükümet Türk siyasal yaşamına 5 Nisan kararları olarak geçen kararları almış, bu
kararlar ile kamu yatırımları durdurulmuş, kamu harcamaları düşürülmüş, Reel
faizler olağanüstü bir şekilde yükselmiş ve Türk lirası bir kez daha devalüe
edilmiştir.231
Hükümet, yerel seçimler nedeniyle ertelediği paketi, 5 Nisanda aldı ve
bunlar 5 Nisan kararlar olarak tarihe geçmiştir.
İç ve dış baskılar sonucunda, kısa sürede karar verilen ve alt yapı çalışması
yapılmadan alınan bu kararlar, daha çok hükümet’in isteklerini içeren niyet mektubu
özelliği taşımaktadır. Kararlar, dönemin başbakanı Tansu Çiller tarafından
uygulanmaya konulmaya çalışılmıştır. Fakat başarıya ulaştırılamayan, popülist
niteliği ağır basan bir önlemler girişimi olarak kalmıştır. Kararların ardından
enflasyon büyümüş, işsizlik ve yoksulluk baş göstermiştir.232
1994 yılında yaşanan ekonomik krize karşı alınan önlemlerin hedefi; kamu
harcamalarını kısmak, iç talebi daraltmak, ücretleri baskı altına almak ve yüksek
oranlı bir devalüasyon yapmak olmuştur. Bu önlemler sonucunda, devletin
küçültülmesi, kamu harcamalarının azaltılması, devletin rolünün daraltılması, sosyal
politikalarda reform yapılması ve iktisadi ve siyasal alanlarda dönüşümleri içeren
yeniden düzenlemeler yapılmıştır. Bu durumda; 5 Nisan kararları, yeni liberal
politikalar ışığında önceliği devletin küçültülmesi stratejisine verildiği yeni bir
evreye geçişi hızlandırmakta, piyasada bozulan dengelerin ve kaybolan güvenin
yeniden inşasını temel almakta ve ekonomik toplumsal ve siyasal yapıda önemli
231
Ender Akyol, ‘‘Geçmişten Günümüze Ekonomik Krizler ve Kamu Yönetiminde Değişim”
Turgut Özal Uluslararası Ekonomi ve Siyaset Kongresi-I, Malatya, 15–16 Nisan 2010,
s.2195 232
Karluk, a.g.e., s.425
101
dönüşümler yaratacak yapıyı öngörmektedir.233
Alınan kararlar neticesinde,
Türkiye’de neo-liberal politikalar derinleşmiştir. Ancak, politikalarının bazıları
uygulanıp bazılarının ise uygulanamaması, neo-liberal anlayışı sekteye uğratmıştır.
Örneğin; Maliye ve para politikaları uygulanmış, ancak sonraki dönemlerde mali
disiplin sürdürülememiş ve parasal genişleme önlenememiştir.
5 Nisan kararlarında, ekonomide kalıcı istikrarın sağlanması için kamu kesimi
gelir-gider dengesinin gerekliliği vurgulanmıştır. Bunu gerçekleştirmek için kısa
dönemde özelleştirmenin hızlandırılması ve özelleştirme geliri ile dengenin
sağlanmasına gerek duyulmuştur. Ancak, bu hedef gerçekleştirilememiş, bunun
yanında kamu kesimi için israfının önlenerek, devletin harcamalarının kısıtlanması
amaçlanmış, ancak, bu amaçlara da ulaşılamamıştır.234
5 Nisan kararları, yapılmak
istenen programlar açısından başarı sağlayamamıştır. Bu durum, uluslararası
kuruluşların özellikle Dünya Bankasının Türkiye’yi özelleştirme kapsamında
başarısız bir ülke olarak görmesine neden olmuştur.
Siyasi açıdan, Türkiye’de yaşanan 1993–1994 yılındaki ekonomik kriz,
etkisini daha çok sabit ve dar gelirli kesim üzerinde göstermiştir. Bu dönemde,
iktidarda olan siyasi partiler krizden kurtulmak için ülkedeki yardıma muhtaç
insanlara yardım etmek için kurulmuş olan ‘‘Sosyal yardımlaşma ve Dayanışma
Fonu’’nun mali kaynaklarının %74’ünü genel bütçe açıklarının kapatılmasında
kullanmışlardır. Bunun sonucunda, halk, kriz ve sonrasında uygulanan ekonomi
politikalarına karşı tepkisini 1995 genel seçimlerinde Refah Partisi (RP)’nin oylarını
%21’e çıkartarak göstermiştir. Bazı düşünürler göre; RP’nin bu oyların çoğunu kent
yoksullarının tepki oyları olduğunu ileri sürmektedir. Aralık 1995 genel seçimlerinde
Refah Partisi %21 oy alarak seçimden birinci parti olarak çıkması ile ülkedeki siyaset
bürokrasi ilişkisi sert bir mücadele sürecine girmiştir. 1980 yılı sonrası küreselleşme
sürecinin etkisi altında ülkede yaşanan ekonomik ve siyasi gelişmelerin güçlendirdiği
yeni bir muhafazakâr kesim, ülkenin sosyal ve siyasal hayata dâhil olma çabası
içerisine girmeye başlamış ise de, 1994 yılında yaşanan ekonomik kriz ile
muhafazakâr kesimin siyasi iktidara gelme sürecinin kısalmasına ve dolayısıyla
233
Metin Altıok, ‘‘Yeni Liberal İstikrar ve Yapısal Uyum Programları: Türkiye Ekonomisinde
Sermaye Birikimi ve Kriz’’, Praksis: Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:5, Kış 2002, s.111–112 234
Hasan Şahin, Türkiye Ekonomisi, Ezgi kitabevi, Bursa, 1998, s.214
102
ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal hayatı üzerindeki etkisini artırmasına yönelik
önemli bir etki yapmıştır.235
Bu dönemden sonra, 2000 yılına kadar yaşanan süreçte, 28 Şubat Post-
Modern olarak adlandırılan askeri müdahale yaşanmış, bu müdahale ile 1980’de
yaşanan sürece benzerlik gösteren siyasetin faaliyet alanına ilişkin düzenlemeler
getirilerek, siyasetin faaliyet alanı daraltılmıştır. Bu süreçten sonra, 1999’da genel
seçimler yapılarak, üç partinin içinde bulunduğu koalisyon hükümeti (DSP-MHP-
ANAP) kurulmuştur. O döneme kadar, koalisyon kültürünün gelişmediği Türkiye’de,
2000 ve 2001 yıllarında iki büyük ekonomik krizin yaşanması ardından iktidarda
bulunan koalisyon hükümeti sarsılmıştır.
Kısacası, hükümet tarafından alınan 5 Nisan kararları, kurumsal bir
düzenleme yapılmadan uygulanmaya konulmasından dolayı, ülkenin siyasi ve
yapısal olumsuzlukları giderememiştir. Bundan dolayı, 5 Nisan ekonomik istikrar
programı, başarısız sonuçlar alınması bakımından tarihe dönemini vurmuştur. Esasen
olumsuz etkisi, Türkiye’de sonraki dönemde uygulanan istikrar önlemlerine,
toplumun inançsızlık gösterdiği için bir alt yapının oluşturulamamasıdır.
3.7. IMF VE DÜNYA BANKASININ TÜRKİYE İLE İLİŞKİLERİ
Türkiye’de gerçekleştirilmek istenen iktisat politikaları, II. Dünya savaşının
yaşanması ardından batı dünyasındaki ekonomik gelişmelere paralel olarak değişime
uğramıştır. Türkiye, batı dünyasındaki gelişmeleri öncü alarak Uluslararası Para
Fonu (IMF) ve Dünya Bankası (DB) kuruluşlarına üye olmuştur.
1947 yılında IMF’ye üye olan Türkiye, Demokrat parti (DP) döneminde
yaşanan dış ticaret açıkları ve döviz darboğazı nedeniyle başvurmuştu. Daha sonra
IMF ile ilişkiler; 1970, 1978 ve 1979 yılları arasında yaşanan toplumsal ve ekonomik
olaylar içerisinde devam etmiştir.236
235
Tuncel, a.g.m., s.780 236
M. Uçar Karabıyık, ‘‘Türkiye’de 1980 Sonrası Uygulanan IMF destekli İstikrar Programlarının
Ekonomik Açıdan Değerlendirilmesi’’, Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt:5, Sayı:2, 2010,
s.41
103
Türkiye’de 1970 sonrasında yaşanan siyasal istikrarsızlıklar ve ekonomik
müdahaleler sonucu, ülke siyasal ve ekonomik bunalım sürecine girmiştir. Bu süreç,
1980’lere gelinmesiyle, Dünya da yaşanan ekonomik bunalım karşısında Dünya
Bankasının yaklaşımı değişmiştir. Bu döneme kadar, Dünya Bankasının yaklaşımı,
IMF’den bağımsızken, krizle birlikte ülkelere yönelik, ihracata dayalı kalkınma,
kamu varlıklarının özelleştirilmesi gibi yeni liberal politikalar uygulamaya
çalışmıştır. Bundan dolayı, Dünya Bankası yapısal uyarlama sürecinin baş aktörü
olan IMF ile birlikte hareket ederek, ülkelere yönelik iktisadi alanda dönüşümleri
gerçekleştirmişlerdir.
‘‘Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası kuruluşlarının, neo-liberal görüş
doğrultusunda oluşturduğu ve yapısal uyum adını verdiği programlar, 1980 sonrası
dönemde neo-liberal politikaların yayılmasını hızlandıran dinamiklerdir. Dünya
Bankası ve IMF, gelişmekte olan ülkelerin banka kaynaklarından daha çok
yararlanmak, borç ertelemek ve yeni kredi alabilmek için yapısal uyum verdiği
politikalara uyum sağlama zorunluluğu getirmiş, bundan dolayı, uluslararası finans
kurumlarının, bu kurumlara bağımlı ülkelere kredi açma, borç verme ya da erteleme
koşullarını belirleyen politikalar haline gelmiştir.’’237
Ancak, IMF ve DB’nin
uygulattığı programlar, ülkelerin borç yükünü azaltmak yerine artırmış ve ülkelere
istikrarlı bir büyüme sağlayamamıştır. Kısacası, yapısal uyum adıyla uygulanan
programlar, yapısal sorunlara çözüm olamamıştır.
İlhan göre; IMF’nin temel görevi, ülkelerin uluslararası ödemelerinin
aksamadan yürütmelerini sağlamak ve bunun için gerekli her türlü önlemleri almak
ve düzenlemelerini yapmaktır. IMF’nin böyle bir görev üstlenmesinin dayanağını
oluşturan liberal ekonomi görüşüne göre, ülkelerin dış dengelerinin bozulmasının
nedeni; bunların birbirlerinden bağımsız olarak farklı ekonomi politikaları
uygulamalarıdır. IMF göre; bütün ülkeler aynı ekonomik görüşü ve bunun kurallarını
benimseyip uygulamalıdırlar. Bu ortak kurallar, liberal ekonomi görüşü ve onun
serbest rekabete dayalı piyasa ekonomisi kurallarıdır. Bu kurallar doğrultusunda;
IMF, Türkiye’yi ulusal politikaları doğrultusunda, istemese bile desteklemek
zorunluluğu vardır. Çünkü ulusal ekonomi politikası dışa açılmayı ilke olarak red
237
Erdoğan, Ak, a.g.m., s.8–9
104
edemez, sadece temposunu yavaşlatır. Yani, IMF’nin amacı ile bir çatışma yoktur.
Başka bir bağlamda, Ulusal ekonomi politikası ancak seçim ile iktidara gelecek bir
parti tarafından uygulanmaya konulacağından, IMF’nin bu politikanın başarısını
kösteklemesi, temsilcisi olduğu kapitalist dünyanın demokratik yönetimleri
destekleme yönündeki siyasal görüşlerine aykırı düşer. IMF bu konuda bağımsız
hareket edemez. Türkiye’nin azımsanmayacak bir ekonomik gücü ve bati içinde
önemli bir siyasal yeri vardır. Bunlara dayanılarak, IMF ile başarılı bir pazarlık
yapılabilir.238
‘‘Türkiye'nin, IMF'ye üyelik tarihinden itibaren bugüne kadar 19 stand-by
anlaşması yapmıştır, bunlardan sadece son 2 stand-by'ı başarıyla tamamlayabildi.
Son iki stand-by anlaşmasında dikkat çeken nokta, her iki anlaşmanın da herhangi bir
ekonomik kriz nedeniyle gerçekleştirilmemiş olmasıdır. Kısacası, Türkiye'nin, IMF
ile 52 yıl içinde gerçekleştirdiği stand-by anlaşmaları genelde, bitmesi gereken
zamandan önce başarılamadan sona ermiştir.’’239
Türkiye, IMF ile ilişkileri ekonomi alanında olduğundan, toplumun eğitim,
sağlık, teknolojik yatırımlarına öncelik verilmemiştir. Dolayısıyla, bu sorunlar
karşısında büyüme gerçekleştirilememiştir. Bunun sonucunda, dış kaynaklara
bağımlı halde olmamız toplumsal eşitsizliğin artması sorunlarına yol açmış,
Türkiye’nin 2000 ve 2001 krizlerin yaşanmasına neden olmuştur. Türkiye bu sürecin
sonunda bir kez daha krizlerle karşılaşmış ve bu hedeflerden etkilenerek istenilen
hedeflere ulaşamamıştır. Care International Yardım kuruluşu Başkanı Fraser, IMF ve
Dünya Bankası’nın kalkınmakta olan ülkelere yönelik programlarının pek işe
yaramadığını belirtmiş, bu gibi grupların ekonomik tavsiyelerden kaçınmalarını,
kendi yollarını çizmelerini söylemiştir.240
2000 ve 2001 krizlerinin etkisinden
kurtulmak için 15 Mayıs 2001’de “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”, yaşanan
olayları dengelemek açısından yürürlüğe konulmuştu. Bu program, bir nevi 1999
yılında IMF ile yapılan stand-by anlaşmasının devamı nitelindeydi.
238
Selçuk İlhan, İş Bitiren Ekonomi: Liberalizm, Devlet Müdahalesi ve 24 Ocak, Ekonomi
Kitaplar Dizisi, 1.Basım, İstanbul, 1986, s.26–45 239
Hürriyet, ‘‘Türkiye’nin IMF’e Borcu Bitiyor’’, 2 Şubat 2013, Erişim:
http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/22506052.asp, 10.04.2013 240
Milliyet, 13 Mayıs 1994, Erişim: http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/Arsiv/1994/05/13, 11.04.2013
105
3.8. AB İLE GÜMRÜK BİRLİĞİ
Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üzerinde uzun ve devam eden süreci, 1963
yılında imzalanan Ankara Antlaşması ile başlamıştır. Ankara Anlaşmasının siyasi ve
ekonomik açıdan en önemli nedenlerinden birisi; AB’nin Türkiye’ye yardım etmesi
ve Türkiye’deki hayat standartlarının yükseltilmesine katkıda bulunmasıdır.
Anlaşmanın protokolü gereğince, ileriki tarihlerde AB ve Türkiye kendi aralarında
bir Gümrük Birliği oluşturabileceği üzerinde durulmaktaydı. Çünkü Türkiye’nin,
Gümrük Birliği’ne girmesi, AB’ye üyelik yolunda önemli bir süreç olacaktı.
Avrupa Parlamentosu, 13 Aralık 1995’te, 1 Ocak 1996’dan itibaren ‘Gümrük
Birliği’ (GB)’nin başlamasını kararlaştırdı. Ancak, aynı zamanda ‘‘Türkiye’de insan
haklarının durumuna ilişkin tasarısı’’ adıyla çok sert kararı da kabul etti.
Komisyon’un demokratikleşme, insan hakları konusunda her yıl Parlamento’ya rapor
vermesi kararına bağlandı. Bu durumda, Türkiye, AB’ye tam üye olmadan GB’ye
girmekle, üyesi olmayan bir topluluğun alacağı bütün kararlara uyma yükümlüğünü
üstlenmişti.241
1973 yılındaki dünya petrol krizi, Türk askerinin Kıbrıs’a çıkması ve
1980’deki askeri darbesi, AB ile Türkiye arasında geliştirilmesi planlanan Gümrük
Birliği fikrini de önemli ölçülerde kesintiye uğrattı. Bu dönemde AB’nin yapması
gereken finansal yardımların askıya alınması ve buna bir karşılık olarak da,
Türkiye’nin gümrük vergilerinde yapması gereken indirimlerden vazgeçmesi,
ilişkileri iyice gerdi. Fakat ülke yönetimi, tekrar sivillere devredilerek
demokratikleşme sürecine girilmesiyle birlikte ilişkilerde de, gözle görülen bir
şekilde iyileşme oldu.242
12 Eylül’den sonra uygulanan ülkenin ekonomi yapısının
serbest piyasa ekonomisine dönüştürülmesi, Türkiye’yi kurumsal açıdan Gümrük
Birliğine hazırladı. Çünkü Ankara Anlaşması ve Katma Protokol’de belirtilen dış
ticaretin serbestleştirilmesi şartı, ancak neo-liberal dönüşümle sağlanacaktı.
4 Nisan 1987 yılında AB’ye tam üyelik için resmi başvuru yapan Türkiye,
AB’nin eski üyelerinin desteğini almak istemiş, ancak hiçbir üyenin sempatisini elde
241
N. İlter Ertuğrul, 1923–2008 Cumhuriyet Tarihi El Kitabı, ODTÜ Yayıncılık, Ankara, 2009,
s.168 242
Turgay Uzun, Serap Özen, Avrupa Birliği Sürecinde Türkiye: Siyasal, Ekonomik ve
Toplumsal Dönüşüm, Sorunlar ve Tartışmalar, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2004, s.209
106
edememiştir. Bu isteksizliğin sebeplerinden bazıları; Türkiye’nin nüfusunun çokluğu,
ekonomik yönden az gelişmişlik, insan haklarıyla ilgili kaygılar, dağınık ve etkin
olmayan tarım sektörü ve kültürel ayrıcalıklardır. Bu olumsuz tavırlara rağmen, AB
için Türkiye 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere, AB ortak pazarına
üyelik imzalandı.243
1993 Kopenhag Zirvesi’nde AB üyeliği için yeni kriterler getirildi: Siyasal
kriterler; ‘‘demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıkların
korunmasıydı.’’ Ekonomik kriterler ise, ‘‘işleyen bir piyasa ekonomisi, AB içinde
rekabet ve piyasa güçleriyle baş edebilme kapasitesiydi.’’ Yeni ülkeler için daha
önce aranmayan koşullar getirilmesinin görünürdeki nedeni, Doğu Blok’unun
dağılmasından sonra AB’ye girecek ülkeler olmasıydı. Türkiye, çok daha önce üyelik
başvurusunu yapmış bir ülke olarak bu kriterlerin kendisine uygulanamayacağını
sanıyordu. 1997’de Türkiye Lüksemburg zirvesinde açıklanan Raporu’nda bile
Türkiye, AB üye olacak gruplara dâhil edilmeyerek, Kopenhag kriterlerine uyma
yükümlülüğü getirildi ve 4 özel koşula bağlandı: Ekonomik ve siyasal reformlar,
azınlık haklarına saygı ve azınlıkların korunması, Yunanistan’la sorunların
Uluslararası Adalet Divanı’na götürülmesi, Kıbrıs’ta çözüm.244
Bu koşulların yerine
getirilmesine kadar AB, Türkiye ile ilişkilerini askıya aldı. Ancak bu süreç boyunca,
AB Türkiye’yi tamamen dışlamadı. Bunun nedeni, Türkiye’yi üyelik sürecine
sokarak, AB’nin kendi isteklerini yaptırmak istemesiydi.
AB’nin Türkiye’ye devamlı ileri sürdüğü olguların başında kültür farklılığı,
yani din farkı ve bundan kaynaklanan sosyal değerler sistemi geliyordu. Taha
Akyol’un 13 Mayıs 1994 Milliyet Gazetesindeki Yazısında AB’nin Türkiye ile
arasındaki kültür farkı sorununu şöyle dile getirmiştir: Almanya’daki Meclis Grubu
Başkanı Wolgang Schaeuble, Hırıstiyan işadamlarına yaptığı konuşmada kültür
farkının Türkiye’nin AB üyeliğine temel sorun olduğunu söylemektedir. Ona göre;
‘‘Türkiye’ye kesinlikle AB üyesi olamayacağı söylenmelidir. Böylece
Türkiye’ye iyilik yapmış oluruz. Türkiye’nin kökten dinci olmayan politikalarını
destekleyelim. Avrupa’nın birleşmesinden doğan ekonomik avantajlardan
243
Uzun; Özen, a.g.e., s.209 244
Ertuğrul, a.g.e., s.178
107
Türkiye’nin yararlandırılmasına taraftarım. Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğini de
Memnuniyetle karşılıyorum. Fakat AB adayları olarak sadece Avrupa- Hırıstiyan
geleneğine sahip ülkeler söz konusu olabilir. Müslüman Türkiye ve Asyalı Rusya, AB
üyesi olamaz.’’ Ayrıca, Müteveffa Will Brandt, bir sohbette Bonn büyükelçimiz onur
oymen’e demişti ki: ‘‘Sizin AB’ye alınmamanızdaki en büyük engel, Müslüman
olmanızdır. Biz sosyal demokratlar için bu bir engel değildir. Ama Avrupa’da birçok
çevre öyle düşünüyor.’’245
Bu durum Türkiye’nin hiçbir koşulda AB’ye üye
olamayacağını gösteriyor. Ancak Türkiye’nin tam üye olmadan gümrük birliğini
gerçekleştirmesi bu koşulu düşündürmüştür.
Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği anlaşması yapması birçok önemli soruyu
da beraberinde getirmiştir. Üye olan ülkelerin ekonomik ve sosyal açıdan birbirinden
bariz derecede farka sahip olması, sorunların daha çok hissedileceğine neden
olmuştur. Bu sorunlardan dolayı, AB Türkiye’nin üyelik sürecini uzun tutmuş, bu
süreç boyunca gerekli düzenlemelerini yapması şartını koymuştu. En önemli
şartlarından biri de; Türkiye’nin insan hakları ve vergi sistemi ile ilgili iyileştirmeleri
yapması yönündeydi. Türkiye’nin insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti
bağlamında AB ile arasında geniş farklıklar olduğu söylenebilir. Ancak, AB’nin
diğer adaylardan bu ölçütleri tam üyelik sonunda istemesine rağmen Türkiye’ye ön
koşul olarak bunları sunması Türkiye’ye karşı bir olumsuz bir tavırdır.
Us’a göre; ‘‘Türkiye, AB’ye üye olursa ülke de ne şekilde bir gelişme
sağlanacaktır.’’ Ona göre; eğer Türkiye tam üye olursa, AB’ye yeni pazarın
girmesine olanak sağlayacaktır. Çünkü Türkiye’nin ihracatının yarısından fazlası AB
ülkelerine gidiyor, yaklaşık olarak ithalattın yarısı ise üye ülkelerden gelmektedir. Bu
gösteriyor ki Türkiye AB’ye tam üye olması durumda, bu oluşum Türkiye ile AB
arasındaki ilişki yoğunlaştıracaktır. Ayrıca, üç kıtayı bağlayan Türkiye’nin eşsiz
konumu AB’ye katkı sağlayacaktır. Türkiye'nin Birliğe tam üye olarak katılması
halinde, AB'nin özellikle bu coğrafi konumlara, Türkiye'nin yakınlığını da göz önüne
alarak, Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkasya'da, uluslararası arenada etkinliğini
245
Milliyet, Sayfa 17, 13.05.1994, Erişim:
http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/Ara.aspx?araKelime=H%C4%B1r%C4%B1stiyan%20Avrupa
&isAdv=false, 14. 04. 2013
108
artıracaktır.246
Türkiye’nin, 1987 yılında yaptığı AB’ye tam üyelik başvurusu
reddedilse de, Avrupa Birliğinin üyelik aşamasındaki sürecin, bundan sonraki
döneminde Türkiye’nin siyasal tarihinin en önemli konularından biri olmuştur.
‘‘Dönemin başbakanı Tansu Çiller Hükümeti tarafından imzalanarak, Ocak
1996’da yürürlüğe giren Gümrük Birliği Anlaşması, Türkiye’yi bu yolda artık
dönülmesi mümkün olmayan bir sürece sokmuştur. Ancak, Gümrük Birliği
Anlaşması’nın hayata geçirilmesinden sonraki dönemde, tam üyelik sürecini olumlu
bir süreç göstermemiştir. Hatta Türkiye’nin Avrupa Birliği projesinin dışına itildiği
söylenebilir. Özellikle, AB’nin genişleme sürecinin geleceğini ortaya koyan
Luxemburg Zirvesi’nden Türkiye için somut bir üyelik tarihinin ve hedefinin
çıkmaması, Türkiye’de tam bir hayal kırıklığı oluşturmuştur. Dolayısıyla, bu durum
AB ile soğuk ilişkilerin başlamasına sebep olmuştur. Türkiye’den çok daha sonra AB
üyeliğine başvuran Romanya ve Bulgaristan gibi doğu bloku ülkelerine tanınan aday
ülke statüsü ve katılım için net bir tarihin ortaya konması, Türkiye’nin AB bakışını
çok olumsuz etkilemiş ve AB bir Hıristiyan kulübü olarak anılmaya başlamıştır. Bu
süreçte devreye giren Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Türk Hükümetinin
ortaya koyduğu tavır, AB’nin kısa zamanda fikir değiştirmesine sebep olmuş ve
Türkiye’nin aday statüsü kabul edilmiştir. Aralık 1999 Helsinki Zirvesi’nde başlayan
bu yeni süreç, Aralık 2004’de müzakerelere başlama kararı ile sonuçlanmıştır.
Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirdiğinin kabul edilmesi ile
birlikte, 3 Ekim 2005’te resmi olarak tam üyelik müzakereleri başlamıştır.’’247
Aslında, Türkiye’nin gösterilmeyerek, doğu blok ülkelerinin üye katılımının
gösterilmesi, Almanya’daki Meclis Grubu Başkanı Wolgang Schaeuble, Hırıstiyan
işadamlarına, AB adayları olarak sadece Avrupa-Hırıstiyan geleneğine sahip ülkeler
söz konusu olabilir, dediği konuşmasındaki haklılığını ortaya çıkarmıştır.
Türkiye’de yaşanan askeri müdahaleler, ekonomik krizler, Avrupa
Topluluğuyla ilişkilerin askıya alınmasına neden olmuştur. Ancak Türkiye’de 12
246
Vuslat Us, ‘‘An Assessment of Turkey’s Integration To European Union’’, Sosyo-Ekonomik
Dergisi, Yıl:1, Sayı:2, 2005, ss.103–114 247
Zeki Kütük, ‘‘Turkey and the European Union: The Simple Complexity’’, Turkish Studies,
Vol:7, No:2 2006, ss.275–292. akt. Taner Kılıç; İlham Kaya; Ahmet Yıldırım, ‘‘Dicle
Üniversitesi Öğrencilerin Türkiye’nin Avrupa Birliği Üyeliğine İlişkin Görüş ve Beklentileri’’,
Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:7, Sayı:23, Kış 2008, s.258
109
Eylül askeri darbesinden sonra ortaya çıkan yeni konjonktürde, Turgut Özal’ın Türk
siyasetine damgasını vurduğu bir dönemde, 1987 yılında tam üyelik başvurusu
yapması, AB ile ilişkilerimizin yeni bir döneme girilmesine imkân tanımıştır.
Türkiye’nin başvurusu önce reddedilip, aday ülkeler arasına dâhil edilmese bile, daha
sonra oluşan demokratikleşme yolunda atılan adımlar sonucunda, aday ülkeler
arasına dâhil edilmiş, ardından müzakere tarihi verilmiş, en sonunda da tam üyelik
müzakereleri başlatılmıştır.248
Özal’ın 24 Ocak istikrar tedbirleri ile başlayan ekonomik reform
çerçevesinde, dünya ekonomisiyle bütünleşme, serbest piyasa ekonomisi,
özelleştirme, vergi sistemi ve döviz politikası alanlarında önemli adımlar atılması,
ekonomide önemli gelişmelerin yaşanmasına neden olmuştur. AB’ye
başvurulmasında bu gelişmeler, güven veren faktörler olmuştur.249
Türkiye’nin
AB’ye üyelik hedef ve süreci, Turgut Özal ile ilerleme kazanmış, sonraki
dönemlerde ise hissedilmeye başlanmıştır.
Tablo 5’de detaylı bir şekilde gösteriliyor ki; Türkiye’nin ortak üyelik
başvurusu, 1959’da liberal söylemler içinde olan Demokrat Parti Hükümeti
tarafından yapılmıştır. Üyelik başvurusuyla başlayan müzakere süreci, 1960
müdahalesi sonucunda kesintiye uğramış, daha sonra, 1963’de AET ile ortaklık
anlaşması olan Ankara Anlaşması imzalanmıştır. 1980 darbesi sonucunda ilişkilerin
durdurulması ardından, ANAP hükümetinin, Avrupa Birliği (AB) üyeliği konusunda
ısrarcı tutum sergilemesi, Türkiye’nin 1987’de AB üyeliğine tam üyelik
başvurmasıyla sonuçlanmıştır. Ancak, Türkiye’nin üyelik başvuru reddedilmiş,
Tansu Çiller Hükümeti döneminde Gümrük Birliği anlaşmasıyla tekrar gündeme
gelmiştir. Ardından, 1999 yılında gerçekleşen Helsinki Zirvesi Kararları, Türkiye’nin
tam üyelik sürecine önemli bir aşama olarak kaydedilmiş, bu sürecin ardından,
Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin hızlandırılması için Katılım ortaklığı belgesi
hazırlanmıştır. Kopenhag kriterleri ile Türkiye aday ülke statüsünden tam üyelik
statüsüne geçmiştir.
248
Mustafa Acar, Avrupa Birliği ve Türkiye: Bir Ekonomik ve Siyasi Analiz, Orion Yayınevi,
2006, s.212 249
Cihan Dura, Hayriye Atik, Avrupa Birliği Gümrük Birliği ve Türkiye, Nobel Yayın, 3.Basım,
Ankara, 2007, s.495
SONUÇ
Dünya siyasetinde neo-liberal reformlarının ilk örnekleri; ABD ve
İngiltere’de iktidarın liberal siyasete dönüşmesiyle görülmüştür. ABD’de ‘Reagan’,
İngiltere’de ‘Thatcher’, ülkemizde ise 1980 darbesi ve sonrasında siyasal, ekonomik
ve toplumsal alanlarda köklü değişimlere adım atılarak uygulanmak istenmiştir.
Dünyada uygulanmak istenen neo-liberal politikalar ile kapitalizme alternatif olma
özelliğini koruyan komünizmin çökmesi, soğuk savaşın sona ermesi ve küreselleşme
yoluyla tüm dünyada etkinlik sağlanması amaçlanmıştır. Dünyada liberalleşme
eğilimlerin güçlenmesi ve modern-devlet yapısının yıpranmaya başlanması;
demokratikleşme sürecini beraberinde getirmiş, dolayısıyla bu oluşum, ülkelerde
yeniden yapılanma yolu açmıştır. Dünya kapitalizmin, gelişmekte olan ülkelerle
doğrudan bütünleşmesi ve küreselleşme sürecinin de ortaya çıkmasıyla, ülkeler dışa
açık bir yapıya büründürülerek, neo-liberal politikaları uygulamışlardır. Bu
yapılanma sürecine girilmesindeki neden; özellikle, Doğu Avrupa, Rusya, eski
sosyalist ülkeler ve gelişmekte olan ülkelerin dünya ekonomisine entegre olmak ve
serbest piyasa mekanizmasını örgütleyerek, batıya açılmak istemesidir.
Liberalizmin Türkiye’deki yansımasını Tanzimat, Meşrutiyet dönemlerinde,
1908-1910 yılları aralıklarında, 1946 dönüşümünde ve 1980 sonrası döneminde
görmek mümkündür. Neo-liberal dönüşüm diye adlandırılan sürecin Türkiye’deki
siyasi ve ekonomik alanlarda yenilik ve değişimlerine vücut veren siyasi aktörü; 45.
ve 46. dönem hükümetlerinin Başbakanı Turgut Özal’dır. Özal’lı yıllar Türkiye’ye
pek çok fayda sağlamasıyla beraber yapılan olumsuz eleştirilerden de yola
çıkıldığında bu yılların ülkemiz üzerinde olumsuz nitelikte de pek çok etkisinin
görüldüğünü söylememiz mümkündür. 1980 sonrası Türkiye’de neo-liberal
dönüşümü gerçekleştirmek isteyen Özal’ın Hükümet döneminde, liberalleşme
yönünden köklü değişimler yaşanmıştır. Bu dönem, Türkiye de liberalizmin etkisinin
en belirgin biçimde görüldüğü dönem olmuştur. Liberalleşmeye yönelik en gerçekçi
adımlar Özal döneminde atılmış, oldukça olumlu sonuçlar alınmıştır. Ancak bununla
111
beraber, Türkiye’nin neo-liberal dönüşüme hazır olmaması olumsuz sonuçların daha
ağır basmasına yol açmıştır.
1980 sonrası Türkiye’de kabul gören serbest piyasa ekonomisi, ülkeyi 1980’li
yıllarda ekonomi alanında en hızlı kalkınan ülke konumuna getirmiştir. Ancak, bir
takım kişi ve kuruluşlar tarafından suiistimale maruz kalması olumsuz gelişmelerin
yaşanmasına sebep olmuştur. Bunun neticesinde, o dönemlerde Türkiye’de yolsuzluk
iddiaları fazlasıyla gündem konusu olmuştur. Dolayısıyla zarar gören ekonomik yapı,
halkın gelecek ümitlerinde karamsar bir tablonun oluşmasına yol açmıştır.
1980 sonrasında Türkiye’de neo-liberal dönüşümün gerçekleşmesinden
sonraki süreçte; sosyal ve ekonomik çerçevede devlet küçültülmüş, piyasada
serbestleşme hâkim kılınmış, özelleştirmeler yapılmış, dışa açılım sağlanmış, Avrupa
Birliği ile Gümrük Birliği gerçekleştirilmiştir. Ancak, bunca olumlu gelişmenin
gerçekleşmesine rağmen, Türkiye toplumsal ve ekonomik açıdan arzu edilen noktaya
ulaştırılamamıştır.
1980’lerde neo-liberal dönüşüm için uygulanan politikalar, 1990 sonrasında
neo-liberalizmin sonraki aşamasına büyük ölçüde etki etmiştir. Bu doğrultuda,
1990’lı yıllar 1980’li yılların devamı niteliğindedir. 1990 sonrası Türkiye’nin içinde
barındırdığı çelişkiler, ülkeyi siyasi ve ekonomik alanlarda krizlere, ekonomik
çıkmazlara sürüklemiştir. 1990’lı yıllarda yaşanan bu süreç; sadece Türkiye’yi değil,
tüm dünya ülkelerini etkisi altında bırakmıştır. Bu dönemde, dünya ülkelerinin maruz
kaldığı krizler, işsizliğin yaşanmasına neden olmuştur. Bu da beraberinde yoksulluğu
getirmiştir. Böylelikle, toplum genelinde, yaşanan bu dönüşüme karşı olumsuz bir
tavır oluşmuştur.
Türkiye’de 1990 ile 2000 yılları arasındaki yaşanan süreç; ülkenin devlet
yönetimi bakımından oldukça istikrarsız bir dönem olduğunu göstermektedir. Bu
yıllar aralığında; artan işsizlik, yolsuzluklar, terör olayları, yükselen siyasal İslam ve
siyasi koalisyonlar, ülkede neo-liberalizmin gelişimini sekteye uğratmıştır.
Batıda esen liberal politikaları, Türkiye’de neo-liberal politikalar ışığında
uygulamak isteyen siyasi aktör Özal’ın, ölümünden sonra özelleştirme ve devleti
küçültme konusundaki önerilerini reddeden çoğu siyasi muhalifler, daha sonra,
112
Özal’ın liberal ekonomisinin avantajlarını kabul ederek, serbest piyasa
mekanizmasının Türkiye’de kabul gören ve uygun olan bir alternatif olduğu üzerine
yoğunlaştılar. Ancak, siyasi istikrarsızlık ve ekonomik vizyonların olmayışı, onları
hem liberal politikaları gerçekleştirmekten alıkoydu; hem de ülkeyi ekonomik krize
sürükledi. 1993 sonrası siyasetçiler arasındaki en büyük ironi, 1980 sonrası
uygulanan neo-liberal reformların ötesine gidememeleri ve Türkiye’yi ekonomik ve
siyasi açıdan 1980 öncesi yapısına geri döndürmeleridir.
Türkiye, 1980’lerdeki küresel-konjektör gelişmeleri; 1970’lerde yaşanan
siyasal, ekonomik ve toplumsal sorunlarla karşılamak zorunda kaldığından dolayı,
atılan neo-liberal adımlar, ilk süreçte olumlu sonuçlar doğurmasına rağmen, gerekli
alt yapının olmayışı ve ülkenin 1923–1980 yılları arasındaki yapıdan farklı bir yapıya
büründürmek istenmesinden dolayı olumsuz sonuçların ağır basmasına neden
olmuştur.
Türk ekonomisi ve siyasetinde yaşanan gelişmeler, 1980’lerde başlayan ve
1990’larda gücü iyice artan küreselleşme sürecinden ayrı tutulamaz. Dolayısıyla söz
konusu politikalar bir bakıma Türkiye’nin küreselleşme sürecine entegre olmasının
sonucu olarak görülebilir. Aynı zaman diliminde gelişmiş kapitalist ülkelerde
yaşanan strateji değişimi ve neo-liberalizm yükselişinin Türkiye’ye de yansıdığı
açıktır.
Türkiye’de liberalizme dönük adımlar, batı toplumda olduğu gibi demokratik
ve özgür toplum yapısına büründürmek amacında olmamıştır. İktisadi alanda devlet
müdahalesiyle gerçekleşen liberalizm, siyasi alanda daha güçlü, otoriter devleti
gerektirmiştir. Türkiye’de kapitalist toplum yaratılmak istenildiği halde, batı tipi
liberal bir devlet yapısına dönüşememiştir.
Her ne kadar ciddi olumsuzluklar ile karşı karşıya gelindiği görülmekte ise de
bütün olarak değerlendirildiğinde, Özal dönemi ve sonrasındaki sürecin Türkiye’nin
gelişimi açısından önemli bir role sahip olduğu kanısına varılmaktadır. Hedef alınan
konum ve politikaya ulaşılamamakla beraber ülkemizde liberalizm kavramı
bireylerin hayatlarının bir parçası haline getirilmiştir.
113
Tablo 1. Liberal Sosyal Düzen, Liberal Ekonomik Düzen ve Liberal Siyasal Düzen
LİBERALİZM
(LİBERAL SOSYAL DÜZEN)
TEMEL İLKELER
—Bireycilik
—Rasyonalite ve Ekonomik İnsan
—Özgürlük
—Laissez-Faire ve Doğal Düzen
—Piyasa Ekonomisi Kapitalizm
—Sınırlı ve Sorumlu Devlet (Anayasacılık)
LİBERAL EKONOMİK
DÜZEN
(PİYASA EKONOMİSİ)
TEMEL İLKELER
—Özel Mülkiyet
—Rekabet
—Miras
—Serbest Girişim
—Fiyat Mekanizması
—Temel Ekonomik Haklar ve Özgürlükler
Kaynak: C. Can Aktan, ‘‘Klasik Liberalizm, Neo-Liberalizm ve Libertarianizm’’, Amme İdaresi
Dergisi, Cilt:28, Sayı:1, Mart 1995, s.6
LİBERAL SİYASAL DÜZEN
(LİBERAL DEMOKRASİ)
TEMEL İLKELER
—Kanun Hâkimiyeti
—Hukukun Üstünlüğü
—Sınırlı ve Sorumlu Devlet
—Temel Siyasi Haklar ve Özgürlükler
114
Tablo 2. Doğuşundan Günümüze Liberalizm
Liberalizm Türü Kurucusu Temel İlkeleri/Tezleri
LİBERALİZMİN
DOĞUŞU
(Siyasi Liberalizm)
John Locke
Thomas Hobbes
Lord Acton
Jocuah Tocker
EdwardBorke
-İnsanın doğal hakları ve özgürlükleri
vardır ve bunlar korunmalıdır.
-Devlet ve iktidar sınırlanmalıdır.
-Kurucu ve Rasyonalizm İlkesi
-Sosyal sözleşme teorisi
LAİSSEZ FAİRE
LİBERALİZMİ
-Laissez Faire ilkesi
-Doğal düzenin işleyişine müdahale
edilmemelidir.
-Anti-rasyonalizm ilkesi
KLASİK LİBERALİZM David Hume
Adam Smith
-Görünmez El
-Koruyucu Devlet (sınırlı Devlet)
-İyimserler: Anti Rasyonalizm
-Kötümserler: Kurucu Rasyonalizm
-Serbest Piyasa Ekonomisi(Kapitalizm)
NEO-LİBERALİZM
F. A. Hayek
-Homo Economicus
-Evrimci Rasyonalizm
-Son Piyasa Dönemi
-Sınırlı Devlet
-Subjektivizm
-Karma Hâkimiyeti
1.Neo-Avusturya Okulu
Liberalizmi
2.Chicago Okulu
Liberalizmi Milton Freidman
-Sınırlı Devlet
-Pozitivizm
-Parasal büyüme kuralı
-Homo Economicus
3.Virginiz Okulu
Liberalizmi(Sözleşmeli
Liberalizm)
James M
Buchaman
-Anayasal sınırlı devlet
-Kurucu rasyonalizm
-Metodololojik bireycilik
-Politika bir müdahaledir
-Homo Economicus
-Devletin başarısızlığı
4.Freiburg Okulu
Liberalizmi(ORDO
Liberalizmi)
David Freidman
-Doğal düzen değil Anayasal-Yasal-Kurumsal
düzen önemli
-Sosyal piyasa ekonomisi
-Sınırlı ve fonksiyonel devlet
LİBERTARIANİZM
-Pür özgürlük
-Otoriterizme ve totaliterizme hayır
-Devletsiz toplum
-Gönüllü piyasa mübadelesi(pür piyasa
ekonomisi)
1.Anarko-Kapitalizm
2.Ultra Minimal Devlet
Libertarianizmi
Robert Nozick
Ayn Rand
-Ultra minimal devlet (Aşırı sınırlı devlet)
-Anti rasyonalizm
Kaynak: C. Can Aktan, ‘‘Klasik Liberalizm, Neo-Liberalizm ve Libertarianizm’’, Amme İdaresi
Dergisi, Cilt:28, Sayı:1, Mart 1995, s.30–31
115
Tablo 3. Türkiye’nin İktisadi Gelişmenin Temel Özellikleri 1980 ve Sonrası
Uluslararası Siyasal Çerçeve Bölgesel Güç Odakları
Uluslararası Ekonomik Çerçeve III. Küreselleşme Dalgası
Hayatta Kalma Stratejisinin Temel
Belirleyicileri
Dış Dinamikler
Yeni Siyasal Meşruluk Arayışlarının Dönüm
Noktası
Eylül 1980
İnsan Tipi Tüketici, etnik veya inanç temelinde ayrışma
Devlet Aygıtının Göreli Otonomisi Düşük
İktisadi Plan arayışı Stratejik Plan
Mekan Organizasyonu Kentlerde Ara Formlar
İç ve Dış Makroekonomik Ekonomik Denge Büyük ve sürdürülebilmesi güç iç ve dış açıklar
Tarımdan Sanayiye Kaynak Aktarımı Aksi Yönde Kaynak Akımları
Sanayileşme Modeli Dünya Ekonomisine eklenme, sonraları ithal
ikamesi
Sanayide İş Örgütlenmesi Çevresel Esnek Üretime Geçiş
Finans Kesiminin İşlevlerine Bakış Bizatihi bir amaç olarak finansal kurumlaşma
Bilim Politikası Tüm bilgi transfer kanallarının kullanılması
Teknoloji Politikası Teknoloji ve yenilik politikası ile iç içer talep
öğelerine açık
Kaynak: Oktar Türel, İktisadi Gelişme Süreçleri 1923–1998, Tarih Vakfı Yayınları, 1999,İstanbul,
s.4
116
Tablo 4. 1980–1983 Askeri Hükümet Dönemi Ekonomik Performansı
Değerlendirmesi
Makro Ekonomik Göstergeler 1980–1983 Askeri Hükümeti Dönemi Gelişmeler
1-Büyüme ve Sektörel Gelişmeler Yapısal dönüşüm programı uygulanmasına rağmen, düşük
sayılmayacak bir büyüme oranına ulaşmıştır. Büyüme atıl
kapasite harekete geçirilerek sağlanmıştır. Tarım
sektörünün GSMH içindeki payı azalırken, sanayi ve
hizmetler sektörünün payları artmıştır.
2-İstihdam Politikaları İşsizlik oranı artmıştır. Tarım sektörü işgücü azalmıştır.
3-Para Politikaları, Faiz ve Bankacılık M1/GSMH fazla değişmemiştir. M2/GSMH önemli
oranda artmıştır. Bu durum harcamaların daha çok vadeli
hesaplar üzerinden yapıldığını göstermektedir. Reel faizler
artmıştır. Dönem sonunda küçük bankalar ve bankerler
iflas etmiştir.
4-Fiyat İstikrarı Fiyat istikrarına yönelik olarak dönem boyunca önemli
sayılabilecek bir gelişme kaydedilmiştir.
5-Maliye Politikaları Harcamalar GSMH oranı ve Gelirler GSMH azalmıştır.
Personel harcamaları azalmış, faiz ödemeleri artmıştır.
Toplam dış borçlar artmıştır.
6-Ödemeler Dengesi ve Döviz
Politikaları
Bu dönemin en başarılı politikalarından birisi ihracat
miktarında görülen hızlı artışlardır. İthalat artışları sınırlı
düzeyde kalmıştır. İhracatı ve ithalatı GSMH içindeki payı
artmıştır. İhracatın ithalatı karşılama oranı hızla artmıştır.
7-Yabancı Sermaye Sağlanan kolaylıklara rağmen doğrudan yabancı sermaye
girişinde dikkate değer bir artış gerçekleştirilememiştir.
8-Gelir Dağılımı ve Sosyal Politikalar Kamu ve özel sektörde reel ücretler azalmıştır. Gelir
dağılımı, ücretliler ve tarım sektörü aleyhine, faiz, rant ve
kar sahipleri lehine gelişmiştir.
9-AET’ye Yönelik Politikalar Askeri müdahale nedeniyle Karma Parlamento
Komisyonu’nun görevleri askıya alınmış, genel seçimlerin
yapılması ve TBMM’nin oluşturulmasına kadar
yenilenmemesi kararlaştırılmıştır.
Kaynak: Türkiye’de Hükümetlerin Makro Ekonomik Performansı (1950–2007), Detay
Yayınları, Ankara 2009, s.179, Akt: Kerem Karabulut, Özal Dönemi Türkiye’nin Ekonomi Politiği,
Uluslararası Ekonomi ve Siyaset Kongresi, İnönü Üniversitesi, Kocaeli, 15-16 Nisan 2010, s. 988
117
Tablo 5. AB–Türkiye İlişkilerinde Önemli Tarihler, Olaylar ve Dönüm Noktaları
1959
Türkiye ile AB arasında resmi ilişkiler başladı: Altı kurucu üye tarafından Avrupa
Ekonomik Topluluğu’nun (AET) kurulmasını takiben, Türkiye 31 Temmuz 1959’da
ortaklık için başvurdu.
1963
Ankara Anlaşması: AET Bakanlar Konseyi, Türkiye’nin AET’ye başvurusunu kabul
etti. Bir ortaklık ilişkisi oluşturan Ankara Anlaşması, 12 Eylül 1963’de imzalandı. Bu
anlaşma üç aşamalı bir süreç öngörmekteydi:
–Beş yıllık hazırlık dönemi (13 Kasım 1970’de sona erecek şekilde),
–Geçiş dönemi (1973’den itibaren 12 ve 22 yıllık iki ayrı dönem) ve
–Nihai dönem.
Geçiş döneminin sonuna kadar Gümrük Birliği’nin tamamlanması planlandı. Ancak,
gümrük vergilerinin kaldırılması 1978 ve 1988 arasında durdu. Türkiye’deki 1980
askeri darbesinden sonra ilişkiler donduruldu.
1987 Üyelik başvurusu: 14 Nisan 1987’de, Türkiye AB’ye tam üyelik başvurusunda
bulundu.
1989
Avrupa Komisyonu, AB’nin kendi iç pazar uyumlaştırmasını tamamlayıncaya kadar
yeni bir üye kabul edemeyeceği şeklindeki görüşünü sundu.
1993
AB ve Türkiye “Gümrük Birliği” müzakereleri başladı: Katılıma yönelik ilk adım
olan Gümrük Birliği’ni oluşturmak üzere 1993 yılında müzakerelerin başlamasıyla
AB–Türkiye ilişkileri yeni bir boyut kazandı
1996 Gümrük Birliği yürürlüğe girdi: İki yıl süren müzakerelerin sonunda, Türkiye ve
AB arasındaki “Gümrük Birliği” 1 Ocak 1996’da yürürlüğe girdi.
1999
Türkiye aday statüsü kazandı: 13 Ekim 1999 tarihinde yayımlanan Türkiye
hakkında İkinci İlerleme Raporu’nda, Komisyon Türkiye’ye “üyelik perspektifi”
verilmesini tavsiye etti. Bu raporun bir sonucu olarak Aralık 1999’daki Helsinki
Zirvesi’nde Türkiye’ye AB üyeliği için “aday ülke” statüsü verildi.
Kaynak: Süleyman Özdemir , “AB Müzakere Sürecinin Türk Çalışma Yaşamına Etkileri”, Yerel İş
Barışı Kongresi Tebliğleri, 08–09 Eylül 2007, Kocaeli, s.149–211
118
KAYNAKLAR
ACAR, M. (2006). Avrupa Birliği ve Türkiye: Bir Ekonomik ve Siyasi Analiz.
Ankara: Orion Yayınevi
AĞAOĞULLARI, M. A., KÖKER, L. (1991). İmparatorluktan Tanrı Devletine.
Ankara: İmge Yayınevi
AĞAOĞULLARI, M. A., KÖKER, L. (1991). Tanrı Devletinden Kral Devlete.
Ankara: İmge Yayınevi
AKALIN, G. (2010). Cumhuriyet Dönemi-Ekonomi-Politik Tarihi’nin Liberal
Yorumu. Ankara: Orion Kitabevi
AKÇAY, B., ÖZÇELİK, B. G. (2012). Lizbon Antlaşması Sonrası Avrupa Birliği,
Serbest Dolaşım ve Politikalar. Ankara: Seçkin Yayıncılık
AKŞİN, S. (2012). Kısa Türkiye Tarihi. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür
AKTAN, C. C. (1994). Çağdaş Liberal Düşüncede Politik İktisat. İzmir: Takav
Matbaası
AKTAN, C.C. (1995, Mart). “Klasik Liberalizm, Neo-Liberalizm ve
Libertarianizm”. Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 28, Sayı:1, ss. 3-32
AKTAN, C. C.(1996). Müdahaleci Devletten Sınırlı Devlete. Ankara: Yeni Türkiye
Yayınları
AKTAN, C. C. (1996, Mayıs, Haziran). ‘‘Turgut Özal’ın Değişim Modeli ve
Değişime Karşı Direnen Güçlerin Tahlili’’. Türkiye Günlük Dergisi, Sayı:
40, ss.15–32
AKYOL, E. (2010, Nisan). ‘‘Geçmişten Günümüze Ekonomik Krizler ve Kamu
Yönetiminde Değişim”. Turgut Özal Uluslararası Ekonomi ve Siyaset
Kongresi-I, Malatya, ss. 2186–2198
ALTIOK, M.(2002, Kış). ‘‘Yeni Liberal İstikrar ve Yapısal Uyum Programları:
Türkiye Ekonomisinde Sermaye Birikimi ve Kriz’’. Praksis: Sosyal
Bilimler Dergisi, Sayı:5, ss. 77–130
119
ALPKAYA, G., F. (2005). 20.Yüzyıl Dünya ve Türkiye Tarihi. İstanbul: Tarih
Vakfı, İstanbul
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ. (t.y.). Türkiye'de Sosyal ve Ekonomik Değişmeler.
26.01.2013 tarihinde, http://w2.anadolu.edu.tr/aos/kitap/IOLTP/1269/
unite09.pdf adresinden alınmıştır.
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ. (t.y.). Türkiye'de Sosyal ve Ekonomik Değişmeler.
05.02.2013 tarihinde http://w2.anadolu.edu.tr/aos/kitap/IOLTP/1269/
unite09.pdf adresinden alınmıştır.
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ. (t.y.). Bunalımlı Yıllar (1971–1980). 18.02.2013
tarihinde http://w2.anadolu.edu.tr/aos/kitap/IOLTP/1269/unite07.pdf
adresinden alınmıştır.
ARAL, B. (2003). ‘‘Özal Döneminde iç ve dış siyaset: Süreklilik ya da Kopuş’’ Kim
bu Özal: Siyaset, İktisat, Zihniyet. Haz. İ. Dağcı, İ. Sezal, İstanbul: Boyut
Kitapları
ARIK, M. B. (2006). İletişim Yazıları. Konya: Tablet Kitapevi.
ARI, M. (t.y.) ‘‘Türk Sağının Demokrasi Anlayışı: Atmış Yıllık Süreç’’. 15.03.2013
tarihinde http://iys.inonu.edu.tr/webpanel/dosyalar/1427/file/MehmetAri.pdf
adresinden alınmıştır.
ATAMAN, M. (2002, Spring). ‘‘Leadership Change: Özal Leadership and
Restructuring in Turkish Foreign Policy’’. Alteratives: Turkish Jounal of
International Relations, Volume 1, Number 1, ss.120-153
ATAMAN, M. (2003). ‘‘Özalist Dış Politika: Aktif ve Rasyonel Bir Anlayış”. Bilgi:
Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:2, ss. 47-62
AVRUPA BÜLTENİ. (t.y.). “Türkiye ekonomisinin kırılma noktası: 24 Ocak
İstikrar Kararları”. 03.03.2013 tarihinde
http://www.avrupabulteni.com/print. php?type=1&id=44395 adresinden
alınmıştır.
120
AYAN, S. (2007). “Siyasi Yapılanma Sürecinde 1961 ve 1982 Anayasası”.
Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt:8, Sayı:2,
ss. 1–24
AYTEKİN, C. E. (2012, Mayıs). “Türkiye Siyasetinde Neo-liberal Dönüşüm”.
Seminer Çalışması, Erciyes Üniversitesi İ.B.B.F, Kayseri
BAKAN, S. (2009, Mayıs). ‘‘1980’den Günümüze Uygulanan Neo-liberal İktisat
Politikaları’’. Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:1,
Sayı:2, ss. 116–125
BALTACI, C. (2004). ‘‘Yeni Sağ üzerine Bir Eleştiri’’. Süleyman Demirel
Üniversitesi İ.İ.B.F Dergisi, Cilt:9, Sayı:2, ss.359–373
BAŞKAYA, F. (2004). Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına, Türkiye Ekonomisinde
İki Bunalım Dönem. Ankara: Maki Basın Yayın, Ankara
BAYTAL, Y. (2007, Kasım). ‘‘Demokrat Parti Ekonomi Politikaları (1950–1957)’’.
Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Atatürk Yolu Dergisi,
Sayı:40, ss. 545–567
BERKTAY, F. (2007). Liberalizm: Tek Bir Teorik Pozisyona indirgenmesi
Olanaksız Bir İdeoloji. Modern Siyasal İdeolojiler, B. Örs, (der.), İstanbul:
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
BİRAND, M. A. (1986). Türkiye'nin Ortak Pazar Macerası (1959–1985). İstanbul:
Milliyet Yayınları
BOROTAV, K. (2012). Türkiye iktisat Tarihi (1908–2009). 17.Baskı, Ankara: İmge
Kitapevi
BULUT, S. (2009, Mayıs). ‘‘27 Mayıs 1960’tan Günümüze Paylaşılmayan Demokrat
Parti’’ Mirası. SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi,
Sayı:19, ss.73–90
CEMAL, H. (2000). Özal Hikâyesi. İstanbul: Doğan Kitapçılık
COŞKUN, A. (2003, Kasım). ‘‘Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türkiye Ekonomisi’’.
Atatürkçü Düşünce Dergisi, Sayı:4, ss.72–77
121
ÇAHA, Ö. (2001). Dört Akım, Dört Siyaset. İstanbul: Zaman Kitabevi
ÇAVDAR, T. (2003). Türkiye Ekonomisinin Tarihi (1900–1960). Ankara: İmge
Kitabevi
ÇAVDAR, T. (1992). Türkiye’de Liberalizm. Ankara: İmge Kitabevi
ÇAVDAR, T. (2001). Türkiye’de liberalizm (1860–1990). Ankara: İmge Kitabevi
ÇAVUŞOĞLU, H.(2009, Aralık). ‘‘Merkez Sağda, 27 Mayıs ve 12 Eylül Sonrası
Partileşme’’. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
Cilt:12, Sayı:22, ss.165–178
ÇEÇEN, A. A. (1990). Türkiye’de Ekonomik Büyüme Yapısal Dönüşüm ve Kriz.
İstanbul: Egemen Yayın
ÇELEBİ, E. (2002). ‘‘Atatürk’ün Ekonomik Reformları ve Türkiye Ekonomisine
Etkileri (1923–2002)’’. Doğuş Üniversitesi Dergisi, Cilt:3, Sayı:1, ss. 17–50
ÇETİN, A. E. (2007). ‘‘Siyaset Bilimi’’, Kamu Yönetimi. Ayşe Tekin (ed), Ankara:
Arın Yayıncılık
ÇETİN, H. (2001). ‘‘Liberalizmin Temel İlkeleri’’. Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi
ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt:2, Sayı:1, ss.219–237
ÇETİN, H. (2002). ‘‘Liberalizmin Tarihsel Kökenleri’’. Cumhuriyet Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt:3, Sayı:1, ss.79–97
ÇOBAN, Y. (2012). Türkiye Ekonomisi, 3. Baskı, İstanbul: İkinci sayfa,
DAĞCI, İ. (1996, April). ‘‘Democratic Transition in Turkey, 1980–83: The Impact
of European Diplomacy’’. Middle Eastern Studies, Vol.32, No.2.
25.02.2013 tarihinde https://www.mtholyoke.edu/acad/intrel/dagi.htm,
adresinden alınmıştır.
DAĞLI, N., AKTÜRK, B. (1998). Hükümetler ve Proğramları II. Ankara: TBMM
Basımevi
DANIŞMAN, A. Ü. (1986, Nisan). 24 Ocak İstikrar Tedbirlerinin ihracatımızda
Doğurduğu Yapısal Değişmeler Üzerine Bir araştırma. No:2037, Ankara:
D.P.T Yayınları
122
DEDEOĞLU, B. (2005, Bahar). ‘‘Dünden Yarına Türkiye- Avrupa Birliği
İlişkileri’’. Siyasa, Yıl:1, Sayı:1, ss.23–46
DOĞAN, C. (2008, Eylül-Ekim-Kasım). ‘‘Klasik Liberalizmden Neo-Liberalizme
Devletin Rolü Sorunsalı’’. Sosyoloji Dergisi, Ankara, ss.56–67, 12.01.2013
tarihinde http://www.sosyolojinotlari.com/PDF/sosnot6.pdf, adresinden
alınmıştır.
DOĞAN, A. E. (2002). Birikimin Hamalları Kriz, Neo-liberalizm ve Kent. Ankara:
Donkişot Yayınları
DPT (1972). Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı 1973–1977. Ankara: DPT
Yayınları,
DPT (1977). Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı 1979–1983. Ankara: DPT
Yayınları
DURA, C., ATİK, H.(2007). Avrupa Birliği Gümrük Birliği ve Türkiye. 3. Basım,
Ankara: Nobel Yayın
EĞİLMEZ, M. KUMCU, E. (2004). Ekonomi Politikası Türkiye ve Türkiye
Uygulaması. İstanbul: Remzi Kitabevi
EKZEN, N. (2009). Türkiye Kısan İktisat Tarihi: 7 Eylül 1946’dan 15 Mayıs
2008’e. Ankara: ODTÜ Yayıncılık
EMRE, C. (2002). Değişen Kamu Yönetimi Anlayışı ve Mülki İdare Amirliğinin
Geleceği, İyi Yönetim Arayışında Türkiye’de Mülki İdarenin Geleceği.
Ankara: TİAV
ERDOĞAN, E., AK, M. Z. A. (2003). ‘‘Neo-Liberal Ekonomik Dönüşüm ve
Sendikalar’’. Kamu-iş, Cilt:7, Sayı:2, ss.2–14
ERDOĞAN, M. (1998). Liberal Toplum, Liberal Siyaset. Ankara: Siyasal Kitabevi
ERDOĞAN, M. (2011). Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset. Ankara: Liberte
Yayınları
EREN, A. (2006). Türkiye Ekonomisi. Ankara: Ekin Kitabevi
EROĞUL, C. (1990). Geçiş Sürecinde Türkiye. İstanbul: Belge Yayınları
123
EROĞLU, N. (2003, Ekim). ‘‘Türkiye’de İktisat politikaların gelişimi 1923–2003’’.
80 yılında Türkiye cumhuriyeti sempozyumu, Marmara üniversitesi Atatürk
İlkeleri ve İnkılap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi, ss. 1–15
EROĞLU, N. (2010). ‘‘Atatürk Dönemi Para Politikaları(1923–1938)’’. Marmara
Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt: XXVIII, Sayı:1, ss. 23–36
ERTUĞRUL, N. İ. (2009). 1923–2008 Cumhuriyet Tarihi El Kitabı. Ankara:
ODTÜ Yayıncılık
FEROZ, A. (2012). Modern Türkiye’nin Oluşumu. Çev. Y. Alagan, İstanbul:
Kaynak Yayınları
FREİDMAN, M. (1988). Kapitalizm ve Özgürlük. Çev. D. Erbek, İstanbul: Altın
Kitap Yayınları
FAULKS, K. (1995). Political Sociology, USA: New York Un. Press. Akt. M. Özer,
M. A. (2005). Yeni Kamu Yönetimi Teoriden Uygulamaya. Ankara: Platin
Yayınları
GÖZE, A. (1987). Siyasi Düşünceler ve Yönetimler. İstanbul: Beta Yayınları
GÜL, S. S. (2004). Sosyal Devlet Bitti, Yaşasın Piyasa !. İstanbul: Etik Yayınlar
GÖZEN, R. (2000). Amerikan Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal
ve Sonrası. Ankara: Liberte Yayınları
GÖKÇEN, A. M. (1988). ‘‘Cumhuriyet Döneminde İktisadi Gelişme’’. Yeni Türkiye
Dergisi, Ankara, Sayı:23–24, ss.3255–3269
GÖNLÜBOL, M. (1996). Olaylarla Türk Dış Politikası. Ankara: Siyasal Kitabevi
GÜLER, B. A. (1996). Yeni sağ ve Devletin Değişimi. Ankara: TODAİE Yayınları
HABER TÜRK. (2013) ‘‘Babacan: Ekonomi Özgürlüğü Affetmez’’. 15.02.2013,
Erişim:http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1305241-babacan-
ekonomi-populizmi-affetmez, 05.04.2013 tarihinde edinilmiştir.
HAMİTOĞULLARI, B. (1986). Çağdaş İktisadi Sistemler. Ankara: Savaş Yayınları
HERSLAĞ, Z.Y. (1995). “Atatürk’ün Devletçiliği”, Türkiye’de Devletçilik’’. der.
N. Coşar (içinde), İstanbul: Bağlam Yayıncılık
124
HEYWOOD, A. (2011). Siyasi İdeolojiler. Çev. A. K. Bayram, Ankara: Adres
Yayınları
HÜRRİYET (2002). ‘‘Dalgalı Kur Kesim Çözüm mü?’’. 23.06.2002, Erişim:
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=80195, 05.04.2013
tarihinde edinilmiştir.
HÜRRİYET (2013). ‘‘Türkiye’nin IMF’e Borcu Bitiyor’’. 2 Şubat 2013, Erişim:
http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/22506052.asp, 10.04.2013 tarihinde
edinilmiştir.
İLHAN, S. (1986). İş Bitiren Ekonomi: Liberalizm, Devlet Müdahalesi ve 24
Ocak. 1.Basım, İstanbul: Ekonomi Kitaplar Dizisi
KARABULUT, K. (2010, Nisan). ‘‘Özal Dönemi Türkiye’nin Ekonomi Politiği’’.
Uluslararası Ekonomi ve Siyaset Kongresi, İnönü Üniversitesi, Kocaeli, ss.
978–1008
KARABIYIK, M. U. (2010). ‘‘Türkiye’de 1980 Sonrası Uygulanan IMF destekli
İstikrar Programlarının Ekonomik Açıdan Değerlendirilmesi’’. Akademik
İncelemeler Dergisi, Cilt: 5, Sayı:2, ss.37–58
KARATAŞ, M. (1998, Eylül-Aralık). ‘‘Türkiye Cumhuriyeti Temellerinin
Atılmasında İzmir İktisat Kongresinin Yeri ve Önemi’’. Yeni Türkiye
Dergisi, Sayı: 23–24, ss. 3317–3324
KARLUK, R. (2009). Cumhuriyet’in İlan’ından Günümüze Türkiye
Ekonomisi’nde Yapısal Dönüşüm. İstanbul: Beta Yayınları
KARTEPE, Ş. (1999). Darbeler, Anayasalar ve Modernleşme. İstanbul: İz
Yayıncılık
KAYA, R. (2009). “Neo-liberalizmin Türkiye’ye Siyasal Etkileri Üzerine
Değerlendirmeler ve Tartışma Ögeleri”. N. Mütevellioğlu, S. Sönmez (der.),
Küreselleşme, Kriz ve Türkiye’de Neo-liberal Dönüşümler içinde (s. 235–
260), İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
KAZGAN, G. (2008). Türkiye Ekonomisinde Krizler (1929–2001). 2. Baskı,
İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
125
KAZGAN, G. (1985). Ekonomide Dışa Açık Büyüme. İstanbul: Altın Kitaplar
KAZGAN, G. (2006). Tanzimat’tan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi. İstanbul:
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
KEPENEK, Y., YENTÜRK, N. (2001). Türkiye Ekonomisi. 12. Basım, İstanbul:
Remzi Kitapevi
KERMAN, U. (2006). ‘‘Türkiye’de Devletin Küçültülmesi Sorunu’’.
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Ankara
KERWİN, R. W. (1995). “Türkiye’de Devletçilik 1933–50”, Türkiye’de Devletçilik.
(der.) Nevin Coşar, İstanbul: Bağlam Yayıncılık
KORGAR, E. (2001). 21. Yüzyılda Türkiye. İstanbul: Remzi Kitabevi
KONGAR, E. (2004). 21. Yüzyılda Türkiye: 2000’li yıllarda Türkiye’nin
Toplumsal Yapısı. İstanbul: Remzi Kitabevi
KÖKER, L. (1992). Demokrasi Üzerine Yazılar. Ankara: İmge Yayınları
KÖROĞLU, A. (2011). ‘‘1990’lı Yıllarda Türkiye’de Siyasal Liberalizm’’.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul
KÖSE A. H. ŞENSES F., YELDAN E. (2011). İktisat Üzerine Yazılar I – Küresel
Düzen: Birikim, Devlet ve Sınıflar. İstanbul: İletişim Yayınları
KURT, S. (2006). ‘‘Hayek’in Özgürlük ve Adalet Teorisi’’. Zonguldak Karaelmas
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:2, Sayı: 3, ss.199-213
KURUMUŞ, O. (2010). ‘‘Türkiye’de Neo-liberalizm’’. Mülkiye Dergisi, Cilt:
XXXIV, Sayı: 268, ss.9–41
KÜTÜK, Z. (2006). ‘‘Turkey and the European Union: The Simple Complexity.’’
Turkish Studies, Vol:7, No:2, ss. 275–292. (Akt.), T. Kılıç, i. Kaya, A.
Yıldırım, Dicle Üniversitesi Öğrencilerin Türkiye’nin Avrupa Birliği
Üyeliğine İlişkin Görüş ve Beklentileri, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi,
Cilt:7, Sayı 23, Kış 2008, ss.245-273
126
LAÇİNER, S. (t.y.). ‘‘Özal Dönemi Dış Politikası’’. 29.03.2013 tarihinde
http://www.belgeler.com/blg/2f45/zal-dnemi-trk-di-politikasi adresinden
alınmıştır.
LAÇİNER, S. (2003-2004). ‘‘Özalism (Neo-Ottomanism): An Alternative in Türkish
Foreign Policy’’. Journal Administrative Sciences, Volume:1, Number:1-2,
ss.161-202
LOCKE, J. (1969) Civil Goverment. (Akt.), M. Tuncay, Siyasal Düşünceler Tarihi,
Cilt: II, A.Ü.S.B.F. Yayınları, Ankara: Sevinç Matbaası
LOCKE, J. (1988). Hoşgörü Üstüne Bir Mektup. (Çev.), M. Yürüşen, Ankara:
Liberte Yayınları
MAKAL, A. (1999). Türkiye’de Tek Partili Dönemde Çalışma İlişkileri: 1920-
1946. Ankara: İmge Kitapevi
MİLLİYET. (1981). 14 Eylül 1981, Sayfa 8, http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/,
28.02. 2013 tarihinde edinilmiştir.
MİLLİYET. (1984). 8 Şubat 1984, Erişim: http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/
Arsiv/1984/02/08, 27.03.2013 tarihinde edinilmiştir.
MİLLİYET. (1983). 14 Kasım 1983, Erişim: http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/
Arsiv/1983/11/14, 04.04.2013 tarihinde edinilmiştir.
MİLLİYET. (1994). 13 Mayıs 1994, Erişim: http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/
Arsiv/1994/05/13, 11.04.2013 tarihinde edinilmiştir.
MİLLİYET. (1994). 13 Mayıs 1994, Sayfa 17, Erişim:
http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/Ara.aspx?araKelime=H%C4%B1r%C4%
B1stiyan%20Avrupa&isAdv=false, 14.04.2013 tarihinde edinilmiştir.
MİLL, J. S. (1986). Faydacılık. (Çev.), N. Coşkunlar, İstanbul: M.E.B Yayınları
MİSES, L., V. (1956). The Anticapitalistic Mentality, Nosrand Company. London,
(Akt.). H. Çetin, ‘‘Liberalizmin Temel İlkeleri’’. Cumhuriyet Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt:2, Sayı:1, 2001
127
NOHUTÇU, A. (2012). Kamu yönetimi. Altın Seri 8. Baskı, Ankara: Savaş
Yayınevi
ÖNİŞ, Z. (2004). ‘‘Turgut Özal and His Economic Legacy; Turkish Neo-Liberalism
in Critical Perspective’’. Middle Eastern Studies, Vol. 40, No:4, ss.113-134
ÖRMECİ, O. (2010, Eylül 9). ‘‘27 Mayıs ve Sonuçları’’. 09.02.2013 tarihinde
http://ydemokrat.blogspot.com/2010/09/27-mayis-ve-sonuclari.html
adresinden alınmıştır.
OYAN, O. (1998). Türkiye Ekonomisi: Nereden Nereye?. Ankara: İmaj Yayıncılık
ÖZCAN, H. A. (1988, Ekim). “Dünden Bugüne Dış Ticaretimizdeki Gelişmeler”.
Dış Ticaret Dergisi, Sayı:3, ss. 41–76
ÖZÇELİK, Ö., TUNCER, G. (2007). ‘‘Atatürk Dönemi Ekonomi, Politikaları’’.
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 9, Sayı:1, s.253–
266
ÖZER, H. (2011). ‘‘Turgut Özal’’. E. Toros, (edt.), Türkiye’de Siyasi Liderlik:
Dönemler, Özellikler ve Karşılaştırmalar Menderes, Demirel Özal ve
Erdoğan Örnekleri. Ankara: Atılım Üniversitesi Yayınları
ÖZKAZANÇ, A. (2005, Haziran). ‘‘Türkiye’nin Neo-Liberal dönüşümü ve Liberal
Düşünce’’. Tartışma Metinleri, NO:85, 11.01.2013 tarihinde
http://www.politics.ankara.edu.tr/eski/dosyalar/tm/SBF_WP_85.pdf
adresinden alınmıştır.
ÖZTÜRK, S., ÖZYAKIŞIR, D. (2005, Ekim). ‘‘Türkiye Ekonomisinde 1980 sonrası
yapısal dönüşümlerin GSMH, Dış ticaret ve Dış borçlar bağlamında teorik
bir değerlendirilmesi’’. Mevzuat Dergisi, Yıl:8, Sayı:94, 04.03.2013
tarihinde http://www.mevzuatdergisi.com/2005/10a/01.htm adresinden
alınmıştır.
PALAMUT, M., GİRAY, E. F. (2001, Eylül-Ekim). “Cumhuriyetten Günümüze
Yaşanan Mali Krizler ve Uygulanan Politikalar”. Yeni Türkiye Dergisi,
Yıl:7, Sayı:41, ss. 20–34
128
PARASIZ, İ. (1988). Türkiye Ekonomisi, 1923’ten Günümüze İktisat ve İstikrar
Politikaları. Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları
RACİO, R. (2002, Güz). ‘‘Yirminci yüzyılda Klasik Liberalizm’’. Liberal Düşünce,
Sayı:28, ss.135–149
RAND, A. (1990). “Kapitalizm Nedir?’’. (Çev.), Atilla Yayla, Yeni Forum, Cilt:11,
No:252, s.38–48
SABAH. (2013, Ocak). ‘‘İyi ki oldu: 24 Ocak Ekonomik Kararları’’. 24 Ocak
2013, Erişim: http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/guzel/2013/01/24/iyi-ki-
oldu-24-ocak-ekonomik-kararlari, 09.03.2013 tarihinde edinilmiştir.
SABAH. (2012). ‘‘Turgut Özal Kimdir?’’. 09.04.2012, Erişim:
http://www.sabah.com.tr/fotohaber/yasam/turgut-ozal-kimdir/41410,
19.03.2013 tarihinde edinilmiştir.
SABIR, H. (2003, Nisan). ‘‘Atatürk’ün İktisat Zihniyeti’’. Dış Ticaret Dergisi, Yıl:8,
Sayı:28, ss.77–92
SAĞLAM, R. (2007). ‘‘Liberal Adaletin İki Farklı Görünümü: John Rawls ve Robert
Nozick, ‘‘Hakkaniyet olarak Adalet’’ Eleştirisinden Yetkisel Adalet
Eleştirisine’’. Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:XI,
Sayı:1–2, ss.182–216,
SELİK, M. (1988). İktisadi Doktrinler Tarihi. İstanbul: Gerçek Yayınları
SEVGİ, C. (1994). Sanayileşme Sürecinde Türkiye ve Sanayi Kuruluşlarını
Alansal Dağılımı. İstanbul: Beta Basım Yayın Dağıtım
SEYİDOĞLU, H. (1982). Türkiye’de Sanayileşme ve Dış Ticaret Politikası.
Ankara: Turhan Kitabevi
SEYİTDANLIOĞLU, M. (1996, Bahar). ‘‘Türkiye’de Liberal Düşüncenin Doğuşu
ve Gelişimi’’. Liberal düşünce dergisi, Cilt:1, Sayı:2, ss. 103–112
SEZEN, S. (1999). Devletçilikten Özelleştirmeye Türkiye’de Planlama. Ankara:
TODAİE
129
SEZGÜL, İ. (2009). ‘‘Küreselleşme, Neo-liberalizm ve Etik’’. TUBAV Bilim
Dergisi, Cilt:2, Sayı:4, ss.504–509
SOSYAL, M. (1987). 100 Soruda Anayasanın Anlamı. İstanbul: Gerçek Yayınevi
SOYAK, M. (2010). ‘‘Özelleştirme Olgusu ve Türkiye’nin Özelleştirme Deneyimi
Üzerine Bir Değerlendirme’’. Memleket Siyaset Yönetim, Cilt:5, Sayı:14,
2010, ss.187-209
SÖNMEZ, S., MÜTEVELLİOĞLU, N. (2009). Küreselleşme, Kriz ve Türkiye’de
Neo-liberal dönüşüm. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
STAR GAZETESİ. (2013, Mart) ‘‘İzmir İktisat Kongresi Yeniden Tarihi Bir
Misyon Üstleniyor’’, http://haber.stargazete.com/ege/izmir-iktisat-kongresi-
yeniden-tarihi-bir-misyon-ustleniyor/haber-738906, adresinden alınmıştır.
ŞAHİN, H. (1988). Türkiye Ekonomisi. Bursa: Ezgi kitabevi
ŞAYLAN, G. (1995). Değişim Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi. Ankara: İmge
Yayınevi
ŞENSES, F. (2004). ‘‘Neo-liberal Küreselleşme Kalkınma için Bir Fırsat mı, Engel
mi?’’. METU-ERC Working Papers (04/09), ss.1–17, 12.03.2013 tarihinde
http://www.erc.metu.edu.tr/menu/series04/0409.pdf adresinden indirilmiştir.
TACQUEVİLLE, A. (1962). Amerika’da Demokrasi. (Çev.), T. Timur, İstanbul:
Türk İlimler Derneği Yayınları
TAKIM, A. (2011, Ocak-Haziran). ‘‘Türkiye’de 1960-1980 Yılları Arasında
Uygulanan Kalkınma Planlarında Maliye Politikaları’’. Maliye Dergisi,
Sayı:160, ss.154–176
TALAS, C. (1999). Ekonomik Sistemler, 5. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi
TANÖR, B. (2011). Bugünkü Türkiye 1980–2003, Türkiye Tarihi 5. İstanbul: Cem
Yayınevi
TARHAN, A. B. (2012). ‘‘Türkiye’de Post Modernizm ve Siyasal Değişim’’. Sosyal
ve Beşeri Bilimler Dergisi, Cilt:4, Sayı:2, ss.11–20
130
T.B.M.M. (2012, Kasım). ‘‘Meclis Araştırma Komisyonu Raporu’’. Cilt:2,
Sayı:376, ss.714–1420, Erişim:
http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss376Cilt2.pdf, 25.02.2013
tarihinde edinilmiştir.
T.B.M.M, (t.y). Anavatan Partisi Programı. 22.03.2013 tarihinde Erişim:
http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tbmm_internet.arama?q=anavatan%2
0partisi adresinden alınmıştır.
TEAZIS, C. (2010). İkincilerin Cumhuriyeti: Adalet ve Kalkınma Partisi. İstanbul:
Mızrak Yayıncılık
TEMİZEL, H. (2007). ‘‘Neo-liberal Politikalar Doğrultusunda Türkiye’de Devletin
Yeniden Yapılanması, Küresel Sistemle Bütünleşme Sorunları’’.
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Konya
TOKGÖZ, E. (2007). Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914–2007). Ankara:
İmaj Yayınevi
TOKGÖZ, E. (2009). Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi. Ankara: İmaj Yayınevi
TUNCEL, G. (2010, Nisan 15-16). “Ekonomik Krizlerin Türkiye’de Siyaset-
Bürokrasi İlişkisine Etkisi”. Turgut Özal Uluslararası Ekonomi ve Siyaset
Kongresi I, Küresel Krizler ve Ekonomik Yönetişim Bildiriler Kitabı,
Malatya, ss.765- 788
TÜRKÖNE, M. (2007). Siyaset. 7. Baskı, Ankara: Latos Yayınevi
UÇKAÇ, A. (2010, Ocak, Haziran). ‘‘Türkiye’de Neo-liberal Ekonomi Politikaları
ve Sosyo-Ekonomik Yansımaları’’. Mülkiye Dergisi, Sayı:158, ss.422–430
ULUGAY, O. (1989). Özal’ı Aşmak İçin. İstanbul: AFA Yayınları
ULUGAY, O. (1983). 24 Ocak Deneyimi Üzerine. İstanbul: Gümüş Basımevi
URAS, T. G. (1993). Ekonomide Özal’lı Yıllar 1980–1990. İstanbul: AFA
Yayınları
131
US, V. (2005). ‘‘An Assessment of Turkey’s Integration To European Union’’.
Sosyo-Ekonomik Dergisi, Yıl:1, Sayı:2, ss.103-114
UYAR, H. S. (2008). ‘‘Özal Döneminde Sosyal Politika (1983–1989)’’.
Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Kocaeli
UZUN, T.,ÖZEN, S. (2004). Avrupa Birliği Sürecinde Türkiye: Siyasal, Ekonomik
ve Toplumsal Dönüşüm, Sorunlar ve Tartışmalar. Ankara: Seçkin
Yayıncılık
ÜLGEN, M. N. (1989). Özalizm Çıkmazını Aşmak İçin Alternatif Politikalar.
İstanbul: ARBA Basın Yayın
VİNCENT, A. (1992). Modern Political İdeologies. Cambridge: Basil Blackwell
VURAL, İ. Y. (2008, Nisan). ‘‘Atatürk Dönemi Maliye Politikaları: Liberal
İktisattan Karma Ekonomiye’’, Dumlupınar Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Dergisi, Sayı:20, ss. 77-114
YAVUZ, N. M. (1997). İkinci Cumhuriyet (Özal’ın Değişim Modeli). Ankara:
Öncü Kalem Yayınları
YAYLA, A. (1992). Liberalizm, 1. Baskı, Ankara: Turhan Kitapevi
YAYLA, A. (2000). Liberal Bakışlar. Ankara: Liberte Yayınları
YAYLA, A. (t.y.). Liberalizm. 07.01.2013 tarihinde
http://www.libertedownload.com/Ornek/Liberalizm.pdf adresinden
alınmıştır.
YELDAN, E. (2011). Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm,
Birikim ve Büyüme. İstanbul: İletişim Yayınları
YEŞİLAY, R. B. (2005, Nisan). ‘‘Devletçiliğin Türkiye Ekonomisindeki
İzdüşümleri’’. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt:19, Sayı:1, ss.117–132
YILMAZ, A. (2005). ‘‘Neo-liberal Dönüşüm Sürecinde Türkiye’de Devlet-Toplum
İlişkileri, Toplumsal Sınıf Merkezli Bir Yaklaşım’’. Marmara Üniversitesi
İ.İ.B.F Dergisi, Cilt:XX, Sayı:1, ss.107–140
132
YILMAZ, O. (t.y.). ‘‘Yeni Sağ ve Devletin Değişimi’’. 14.03.2013 tarihinde
http://oguzyilmaz90.files.wordpress.com/2012/01/yeni-sac49f-ve-devletin-
dec49fic59fimi.pdf adresinden alınmıştır.
YUMER, R. (1998). “Hayekçi Liberalizmin Temel İlkesi”. Yeni Forum, Cilt:9,
Sayı:215, ss.24–32
ZÜRCHER, J. E. (2012). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. (Çev.), Y. Saner,
İstanbul: İletişim Yayınları
F5 Haber. (t.y.). ‘‘24 Ocak Kararları için Dönüm Noktası’’. Haberin alındığı
kaynak: http://www.yazete.com/haber-yazdir-546849.html, Erişim:
http://www.f5haber.com/yazete/24-ocak-kararlari-turkiye-icin-donum-
noktasi-haberi-3628575/, 06.03.2013 tarihinde edinilmiştir.
‘‘Turgut Özal Kimdir?’’. (t.y.). 07.04.2013 tarihinde http://www.genelbilge.com/
turgut-ozal-kimdir.html/ adresinden alınmıştır.
VII. Demirel Hükümet Programı. (1991). 15 Kasım 1991, Ankara, bkz.
http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/HP49.htm, 24.03.2013
133
ÖZET
[CİZRELİOĞULLARI, Mehmet Necati], [Türkiye’de Liberalizm (1980–1999): Neo-
liberal Politikaların Türk Politik-Ekonomisine Etkileri], [Yüksek Lisans Tezi],
Ankara, [2013].
Bütün Dünya Devletlerini etkisi altında bırakan liberalizm, 20. Yüzyılda
dünya krizine girilmesiyle, müdahaleci devlet politikasını ortaya çıkarmış, devletin
iktisadi ve siyasi alanlarda kendini yeniden yapılandırması gereksinimini
doğurmuştur. Türkiye’de de 1970 yılına kadar uygulanan devletçilik politikası,
enflasyon, döviz darboğazı, terör olayları, işçi olayları ve siyasi istikrarsızlıkların
yaşanmasının ardından ülkenin daha da kötüye gitmesi, siyasi ve ekonomik
alanlarda yeniden yapılandırılma gereksinimini doğurmuştur. Türkiye’de yaşanan
siyasi istikrarsızlık ve toplumsal sorunların ekonomiyle birleşmesi, 1980 sonrası neo-
liberal dönüşümü getirmiştir. Bu döneme kadar, liberalizmin etkili olamamasının
nedeni ise, liberalizme yönelik girişimlerin, iktidar grupları ile örtüşememesi,
oluşturulan liberal yapının Türkiye’deki siyasi ve ekonomik politikaların
uygulanmasını tam anlamıyla gerçekleştirememesidir. Bu da ülkeyi daha zor duruma
sokmuştur.
Türkiye’de neo-liberal dönüşümün figürü olan Turgut Özal’la uygulanan 24
Ocak kararları ile Türk politik ekonomisinde tarihe geçen kararlar alınmış ve
liberalleşme ekseninde yapısal dönüşüm sağlanmıştır. Bu dönüşüm 12 Eylül askeri
darbesiyle uygulama alanı bulmuştur. Turgut Özal’la gerçekleştirilen neo-liberal
politikalar ile ekonomi dış rekabete açılmış, özelleştirmeler yapılmış ve devlet
küçültülmüştür. Bu durum ilk süreçte olumlu sonuçlar göstermesine rağmen, gerekli
sosyal, siyasal alt yapı oluşturulmadan uygulanmak istendiğinden sonraki
dönemlerde olumsuz sonuçların yaşanmasına neden olmuştur.
Özal iktidarı döneminde ekonomik alanda liberal temalar ön plana çıkarken,
liberalizmin siyasi yönü eksik kalmıştır. Bu dönemde, demokratikleşme ve insan
haklarına yönelik yeterli gelişme sağlanamamıştır. Özal’ın anlayışı, ekonomik
134
liberalleşmenin hem siyasi liberalizmi hem de demokratikleşmeyi beraberinde
getireceği doğrultusundaydı. Özal’ın Avrupa Birliği sürecindeki ısrarı sonucunda
1990 sonrası AB süreci bağlamındaki gelişmeler, hem ekonominin hem de siyasetin
Avrupa ile bütünleşmesi için Türkiye’de demokratikleşme çabalarını gündeme
getirmiştir.
Anahtar Sözcükler
1. Neo-liberalizm
2. Turgut Özal
3. 24 Ocak Kararları
4. 12 Eylül
4. Avrupa Birliği
135
ABSTRACT
[CİZRELİOĞULLARI, Mehmet Necati], [Liberalism in Turkey (1980–1999): The
Effects of Neo-liberal Policies of Turkish Political-Economy], [Master’s Thesis],
Ankara, [2013].
All world government that liberalism, when the crisis emerged, interfering
with the government understanding of the 20th century. The results of government
policies has emerged from the economic and political reconstruction. This process
Turkey led to the economic crisis, political and social problems. This issues,
inflation, foreign Exchange bottleneck, terrorist incidents, employee events and
political inability. This process has led to further worsening of Turkey. After 1980,
Turkey political instability and social problems in the economy have made the
transformation of neo-liberal. The reason for this period made in the direction of
liberalism; liberalism effective interventions, the ruling group in politics and the
liberal structure of nonoverlapping, the implementation of economic policies more
difficult situation the country died.
The figure of the neo liberal transformation in Turkey is Turgut Ozal on 24
January with the history and the economy of the Turkish political liberalization with
decisions on the axis of the transformation. This transformation has found
application to the military coup on September 12.Turgut Ozal in the neo liberal
policies carried out with foreign competition opened the economy, with
customizations were made and Government has decreased. This is the first positive
results in the process, although the social, political, infrastructure can be built next to
the desired periods of negative results be applied has been inflicted.
Özal government in the economic field during the liberal themes to the fore,
while the political aspect of liberalism have remained missing. During this period,
the democratization did not provide significant improvement in the human rights
context. The understanding of economic liberalisation and political liberalism of
Ozal and democratization would entail. After 1990, Özal's insistence that the process
136
of the European Union, both developments in the context of the process of the
European Union, after the economy and the politics of European integration has
brought the democratization efforts in Turkey.
Key Words
1. Neo-liberalism
2. Turgut Özal
3. Decisions of 24 January
4. 12 September
5. European Union
137