306
267 İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3, Sayı: 6 - Year: 3, Issue: 6 Sonbahar 2017 - Autumn 2017 ISSN: 2149-3391 Dergimiz, uluslararası hakemli bir dergidir; hem elektronik hem de basılı olarak yılda iki kez genel, bir kez de özel konulu yayınlanır. Scientific Indexing Services, Academic Resoruce Index ve Eurasian Scientific Journal Index tarafından taranmaktadır. Sahibi T.C. Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi adına Dekan Prof. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN Editörler Kurulu Prof. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN Doç. Dr. Kurtuluş Yılmaz GENÇ Yrd. Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI Redaktör Öğr. Gör. Abdullah ATACAN Dergi Asistanları Dr. Serap Pelin TÜRKOĞLU Arş. Gör. Arda ÖZKAN Arş. Gör. Tolga ÇİKRIKCİ Web: http://iibf.giresun.edu.tr E-İleti: [email protected] TLF: (90) 454-310 1300

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

  • Upload
    others

  • View
    14

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

267

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences

Yıl: 3, Sayı: 6 - Year: 3, Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

ISSN: 2149-3391

Dergimiz, uluslararası hakemli bir dergidir; hem elektronik hem de basılı olarak

yılda iki kez genel, bir kez de özel konulu yayınlanır.

Scientific Indexing Services, Academic Resoruce Index ve Eurasian Scientific Journal

Index tarafından taranmaktadır.

Sahibi T.C. Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi adına

Dekan Prof. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN

Editörler Kurulu Prof. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN

Doç. Dr. Kurtuluş Yılmaz GENÇ Yrd. Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI

Redaktör Öğr. Gör. Abdullah ATACAN

Dergi Asistanları Dr. Serap Pelin TÜRKOĞLU

Arş. Gör. Arda ÖZKAN Arş. Gör. Tolga ÇİKRIKCİ

Web: http://iibf.giresun.edu.tr E-İleti: [email protected]

TLF: (90) 454-310 1300

Page 2: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

2

Danışma ve Yayın Kurulu

Prof. Dr. Ahmet AKSOY (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Mustafa Nail ALKAN (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Derya ALTUNBAŞ (Giresun Üniversitesi) Prof. Dr. Harun ARIKAN (Çukurova Üniversitesi)

Prof. Dr. Sedat AYBAR (İstanbul Aydın Üniversitesi) Prof. Dr. Hüseyin BAĞCI (ODTÜ)

Prof. Dr. Yuriy L. BOSHYTSKY (Kyiv University) Prof. Dr. Servet CEYLAN (Giresun Üniversitesi)

Prof. Dr. Mehmet Efe ÇAMAN (Türk – Alman Üniversitesi) Prof. Dr. Mitat ÇELİKPALA (Kadir Has Üniversitesi)

Prof. Dr. Nursulu ÇETİN (Giresun Üniversitesi) Prof. Dr. Zurab DAVITASHVILI (Tbilisi State University)

Prof. Dr. Melek DOSAY GÜNDOĞAN (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Rasim Özgür DÖNMEZ (Abant İzzet Baysal Üniversitesi)

Prof. Dr. Mehmet DURKAYA (Giresun Üniversitesi) Prof. Dr. Atilla GÖKTÜRK (Dokuz Eylül Üniversitesi) Prof. Dr. Burak Samih GÜLBOY (İstanbul Üniversitesi)

Prof. Dr. Muharrem GÜNEŞ (Mustafa Kemal Üniversitesi) Prof. Dr. Serhat GÜVENÇ (Kadir Has Üniversitesi)

Prof. Dr. Alper GÜZEL (Ondokuz Mayıs Üniversitesi) Prof. Dr. Alexander IVANOV (Kuban State University)

Prof. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN (Giresun Üniversitesi) Prof. Dr. Bayram KAYA (Giresun Üniversitesi)

Prof. Dr. Yakup KÜÇÜKKALE (Karadeniz Teknik Üniversitesi) Prof. Dr. Maxim LEPSKIY (Zaporizhzhya National University)

Prof. Dr. Rafa MARTINEZ (Barcelona Üniversitesi) Prof. Dr. Ayşegül MENGİ (Ankara Üniversitesi)

Prof. Dr. Muhiddin MULALİC (International University of Sarajevo) Prof. Dr. Ayşe ÖZCAN (Giresun Üniversitesi)

Prof. Dr. Ayşen Reyhan WOLF (Giresun Üniversitesi) Prof. Dr. Neşe ÖZDEN (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Çınar ÖZEN (Ankara Üniversitesi)

Prof. Dr. Alpaslan ÖZERDEM (Coventry Üniversity) Prof. Dr. Sibel TURAN (Trakya Üniversitesi)

Prof. Dr. Ömer TURAN (ODTÜ) Prof. Dr. Levent ÜRER (Beykent Üniversitesi)

Prof. Dr. Alaeddin YALÇINKAYA (Marmara Üniversitesi) Prof. Dr. Nebiye YAMAK (Karadeniz Teknik Üniversitesi) Prof. Dr. Rahmi YAMAK (Karadeniz Teknik Üniversitesi)

Prof. Dr. Mehmet YETİŞ (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Reyhan Ayşen WOLFF (Giresun Üniversitesi)

Doç. Dr. Tekin AKDEMİR (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi) Doç. Dr. Davut ATEŞ (Selçuk Üniversitesi) Doç. Dr. Ali BALCI (Sakarya Üniversitesi)

Doç. Dr. Kurtuluş Yılmaz GENÇ (Giresun Üniversitesi) Doç. Dr. Türkmen GÖKSEL (Ankara Üniversitesi)

Page 3: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

3

Doç. Dr. Emre İŞERİ (Yaşar Üniversitesi) Doç. Dr. Şenol KANTARCI (Akdeniz Üniversitesi)

Doç. Dr. Alper KARAVARDAR (Giresun Üniversitesi) Doç. Dr. Tatiana ROMANOVA (St. Petersburg State University)

Doç. Dr. Houman A. SADRI (University of Central Florida) Doç. Dr. Alexander SOTNICHENKO (St. Petersburg State University)

Doç. Dr. Ufuk YOLCU (Giresun Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Savaş BİÇER (Nişantaşı Üniversitesi)

Yrd. Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI (Giresun Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Uğur SEVİM (Giresun Üniversitesi)

BU SAYININ HAKEMLERİ

Prof. Dr. Derya ALTUNBAŞ

Prof. Dr. Erdoğan ALTUNKAYNAK

Prof. Dr. Melek DOSAY GÜNDOĞAN

Prof. Dr. Ferudun TEKİN

Prof. Dr. Alaeddin YALÇINKAYA

Prof. Dr. Ayşe ÖZCAN

Doç. Dr. Şirin DİLLİ

Doç. Dr. Liliana BOŞCAN

Doç. Dr. Masoumeh DAEİ

Doç. Dr. Sezai ÖZÇELİK

Doç. Dr. Alper KARAVARDAR

Doç. Dr. Selçuk BALI

Doç. Dr. Gülşah KARAVARDAR

Doç. Dr. Ranetta GAFAROVA

Doç. Dr. Ufuk YOLCU

Doç. Dr. Kurtuluş Yılmaz GENÇ

Yrd. Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI

Yrd. Doç. Dr. Gönül OĞUZ

Yrd. Doç. Dr. Muaffak SARIOĞLU

Yrd. Doç. Dr.Savaş BİÇER

Yrd. Doç. Dr. Ülkü KARADÜZGÜN

Yrd. Doç. Dr. Erman AKILLI

YAZILARIN BÜTÜN SORUMLULUĞU YAZARLARINI BAĞLAR, KAYNAK GÖSTERİLEREK YAZILARDAN ALINTI YAPILABİLİR.

Page 4: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

4

EDİTÖRDEN MERHABA

Çok değerli okurlarımız, bir kez daha sizlerle olmaktan mutluluk

duyuyoruz, dergimiz tanınmaya ve bu ölçüde taranmaya başlamıştır. Üç

yılını bu sayı ile dolduracak olan İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ,

bundan sonraki yıllarda iki genel sayı, bir özel sayı olarak yılda üç kez

çıkacaktır.

Akademik düzeyi her geçen gün artan ve bütün Akademik

Puanlamalarda kullanılabilen İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ, yazar

kadrosunu genişletmekte ve yeni yazarlarla karşınıza çıkmaktadır.

İktisadi ve İdari Bilimler alanında yazılmış bilimsel yazılarınızı

beklediğimizi, yazar kadromuza katılımınızdan mutluluk duyacağımızı

bildiririz. Bu bağlamda İlkbahar Sayısı için 15 Mart 2018 tarihine kadar ön-

makalelerinizi elektronik–ileti ([email protected]) adresimize göndermeniz

gerekmektedir. Dergimize ulaşan ön-makaleler için, üç gün içinde hakem

süreci başlatılmakta ve yazara dönüş yapılmaktadır.

2018 İLKBAHAR ve SONBAHAR SAYILARI, genel sayı olarak çıkacak

olup İktisadi ve İdari Bilimler alanının tamamından gelecek ön-makaleler

değerlendirmeye alınarak geliş tarihine göre basım sırasına konulacaktır.

2018 ÖZEL SAYISI içinse, web sitemizden yakında duyuru yapılacak

ve ÖZEL SAYI KONUSU ile ÖZEL SAYI EDİTÖRÜ bildirilecektir.

Saygılarımızla.

Prof. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN

Page 5: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

5

İÇİNDEKİLER

Muhasebe Hatası Kavramı, Sorumluluğu ve Düzeltilmesi /Mahmut DEMİRBAŞ …………………………………………………………..

6

ABD’nin Küresel İmparatorluk Tahayyülü ve Bunun Aracı Olarak “Büyük Ortadoğu” Projesi /Doğacan BAŞARAN.....……………

63

Oğuz Atay’ın “Türkiye’nin Ruhu” Üzerine Bir Deneme / Emre Burak DEMİRER…………………………………………………………….

88

Ahıska Türkleri ile Ahıska Yurdu’nun Türkiye için Önemi / Selim KURT…………………………………………………………………

97

Henri Bergson Düşüncesi / Betül KARAGÖZ YERDELEN ……………… 121

Toplu Ulaşımda Toplam Kalite Yönetimi ile Çalışan Memnuniyeti Arasındaki İlişki : İstanbul Örneği / Ayhan BAYRAM…………

138

Çevreci Farkındalığın Ürün Tercihine Etkisi: Üniversite Öğrencileri ve Personeli Üzerinde Yapılan Bir Araştırma / Gökhan KARADİREK – Kurtuluş Yılmaz GENÇ ………….…………….

160

Türkiye – Ermenistan İlişkilerinin Realist Dış Politika Bağlamında İncelenmesi / Serdar KESGİN …………………………….………

183

Uluslararası İlişkilerde Güvenliğin Referans Nesnesi Sorunsalı: Klasikten Yeniye Kavramsal Bir Analiz / Tolga ÇIKRIKÇI .....…

216

MINT Ülkelerinde İhracatın Açıklanmış Karşılaştırılmış Üstünlükler Perspektifinde Analizi: Tarım ve Gıda Ürünleri / Güçgeldi BASHİMOV

235

Postmodern Pazarlama ve Zıtlıkların Birlikteliği / Aytaç ERDEM ……. 254

Kitap İncelemesi: Dünyayı Nasıl Tükettik? / Ufuk PALA……………….. 267

Kitap İncelemesi : Ahlaklı Bir Savaş Mümkün mü? / Emre Burak DEMİRER ……………………………………………………………..

270

Page 6: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

6

MUHASEBE HATASI KAVRAMI,

SORUMLULUĞU ve DÜZELTİLMESİ

Mahmut DEMİRBAŞ

ÖZ

Makalemizde, TMS 8 "Muhasebe Politikaları, Muhasebe Tahminlerinde Değişiklik,

Hatalar ve Bilanço Tarihinden Sonraki Olaylar" standardına göre "hata" ve "hile" kavramları

incelenmiştir, hata ve hile kavramları arasındaki farklılıkları belirtilmiştir. Buna göre, hata

ve hileli işlemleri tespit etme sorumluluğu yönetim kuruluna aittir. Yönetim kurulu, bu

amaçla iç kontrol ve iç denetim departmanları kurulabilir. Bu birimlerin bağımsızlığını ve

etkinliğini sağlamakta yine yönetim kuruluna aittir. Birimlerin etkisiz olmaları yönetim

kurulunun sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Bağımsız denetçinin de muhasebe hata ve

hilelerini bulma, hileli işlemleri rapor etme ve denetim görüşüne yansıtma ile hatalı işlemleri

düzelttirme sorumluluğu mevcuttur. Denetçi, hatalı işlemlerle ilgili geriye dönük düzeltme

işlemlerini yönetim kurulundan yazılı talep eder. Yönetim hatalı işlemleri düzeltmekten

kaçınırsa, mevcut durumu denetim görüşüne yansıtabilir. Tespit edilen hatalı işlemlerin

düzeltme işlemi, muhasebe kayıt ve tekniğine göre yapılmalı ve finansal tablolara

yansıtılmalı, finansal tabloların güvenilir bilgi içermesini sağlamalı ve geriye dönük

düzeltme yaparken bir başka yanlış yapılmamalı ve cezai yükümlülüklerle

karşılaşılmamalıdır. Makalemiz de bu amaçla; hatalı işlemler ve düzeltilmesi uygulamalı

örneklerle açıklanmıştır.

Anahtar Kelimeler: MuhasebeHatası Kavramı, Hile, Türkiye Muhasebe

Standartları 8, İç Kontrol

JEL Classification: M40, M41, M48

ERROR APPLICATION CONCEPT IN ACCOUNTING, ITS

RESPONSIBILITY AND CORRECTIONS

ABSRACT

In our article, "error" and "fraud " concepts are examined related to TAS 8

"Accounting Policies, Changes in Accounting Estimates and Errors and Subsequent Events

on the Balance Sheet"; furthermore it is indicated differences between error concept and

fraud concept. Related to this assessment, responsibility of to determine any errors and T.C. Avrasya Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü Öğretim Üyesi

Page 7: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

7

frauds in transactions belong to the management board. Therefore internal control and

internal auditing departmentcan be established by management board. It is management

board responsibility to provide independence of these departments as well. Even if these

units are passive it does not remove the responsibility of management board. The

independent auditor also has the responsibility for to find accounting errors and frauds, to

report these fraudulentsin transactions, to reflect them in audit opinion and to correct these

error applications. Theauditorwillrequest a writtenretrospectiveapplicationfrommanagement

board. Ifmanagement board avoidsfromtocorrecterrorsapplications, it can be

reflectedtotheauditopinion. If an error applications in transaction is detected , it should be

corrected via the accounting booking and accounting techniques additionaly these financial

corrections should reflected to financial statements, these bookings should make on

financial statements to have more reliable information, not to make another error

applications during correction of prior period errors, not to face to face any penal obligatons.

In order to clarify it, applications are made in article too.

Anahtar Kelimeler: Error Concept in Accounting, Fraud, Turkish Accounting

Standards 8, Internal Kontrol

JEL Classification: M40, M41, M48

GİRİŞ

Yanlış kayıtların düzeltilmesi ile Vergi Usul Kanunu düzenlemelerinde ve

Türkiye Muhasebe Standardı 8 “Muhasebe Politikaları, Muhasebe Tahminlerinde

Değişiklik, Hatalar ve Bilanço Tarihinden Sonraki Olaylar” standardında; defterlere

yapılan kayıtların değiştirilemez olma ilkesi benimsenmiştir. Ancak, yevmiye

defterine yapılan bir kaydın düzeltilmesi ancak “muhasebe ilkelerine” göre

yapılabilmektedir. Ancak, bu düzeltme kayıtlarının vergi kaybına neden olamaması

gerekir. Gelir tablosundaki kar veya zararı etkilememsi gerekir. Yapılan düzeltme

kayıtlarının vergi kaybına neden olması halinde bunlarla ilgili olarak vergi ziyaı

cezası uygulanır. Kasten yapılan muhasebe hata ve hileleri hakkında, ziyaa uğratılan

verginin 3 katı tutarında vergi ziyaı cezası uygulanır. Cezai yükümlülük biri kaynak

çıkışı demektir. Ayrıca mali tabloların güvenilir bilgiyi içermesi gerekir. Bu amaçla

hata ve hile kavramları incelenmiş, hataların İşletmelerin faaliyet gösterdiği ülkedeki

yasa, üst kurul düzenlemeleri, genel kabul görmüş muhasebe ilkeleri ile muhasebe

Page 8: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

8

ve finansal raporlama standartlarının değerlendirilmemesi veya eksik ve yanlış

değerlendirilmesi sonucu, başka bir hesaba kayıt edilmesi, bilinçsizce yapılmış ise,

kasıtsız yapılan işlemler hata olarak tanımlanır. Makalemizde hata kavramının ve

düzeltme usul ve esaslarının iyi anlaşılması amaçlanmıştır.

1.HATA KAVRAMI

Muhasebe hata ve hileleri, muhasebe kavram, ilke ve kurallarına uygun

olmayan düzensizlikleri ifade eder. Hata ve hile kavramlarını birbirinden ayıran

unsur, yapılan işlemlerde kasıt bulunup bulunmadığıdır (Kaymak,1996: 63). Ticari

işlemin muhasebe kayıtlarında alınması sürecinde yapılan yanlışlık; sık sık tekrar

etmiyorsa, anlaşılma ve düzeltme fırsatı varken, fark edilip düzeltme işlemi

yapılıyorsa, düzeltme sürecinde başka bir yanlışlık yapılmıyorsa, işletme sahibi,

yöneticileri ve çalışanları yararına diğer kişilerin zararına bir sonuç doğurmuyorsa,

işletmelerin bir hesap grubu ve aktif toplamı içinde büyük miktarda değilse

(önemlilik kriterlerini taşımıyor ise), bilinçsizce yapılmış ise, kasıt yok ise hata olarak

tanımlanır (Gürbüz, 1995:.31).

Bir ticari işlemin, işletmenin faaliyet gösterdiği ülkedeki yasa, üst kurul

düzenlemeleri, genel kabul görmüş muhasebe ilkeleri (Demirci ,1998:.14) ile

muhasebe ve finansal raporlama standartlarının değerlendirilmemesi veya eksik ve

yanlış değerlendirilmesi sonucu, başka bir hesaba kayıt edilmesi de hata olarak

tanımlanır (Hatunoğlu, 2012: 176). Bu şekilde bir hataya sebep verilmesi ve hesap

hatalarının oluşmasına neden olur.

“UFRS ve TFRS’de hatalar; cari dönemde fark edilen, geçmiş dönem veya

dönemlere ilişkin tabloların hazırlanması veya açıklanması esnasında mevcut ve

dikkate alınmış olması beklenen güvenilir bilginin mali tablolar dışında bırakılması

veya diğer raporlama yanlışlıklarının yapılmasını” ifade eder (Demir : 8).

Hatalar unutkanlık, bilgisizlik, ihmal ve dikkatsizlik sebebiyle yapılabilir

(Kaymak,1996: 64). Muhasebe ilkelerine uyulmamasından veya bu ilkelerin

Page 9: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

9

bilinmemesinden, işletmelerin muhasebe departmanındaki iş akışının

bozukluğundan, etkin iş bölümü yapılmamasından, insan kaynaklarının yetersizliği

ile beşeri ve maddi ögelerin eksikliğinden kaynaklanabilir (Dirimtekin,1991: 87). İç

kontrol ve iç denetim biriminin olmaması veya etkin olmaması, yetki ve sorumluluk

ayırımlarının yapılmaması da hata miktarını arttırabilir.

Muhasebe hatalarını türleri itibariyle sınıflandırmak istersek; hesaplama

hataları, kayıt hataları (rakam hataları, yanlış hesaba kayıt edilmesi) hesabın borç

(sol) alacak (sağ) taraflarının karıştırılması, nakil hataları, unutmalar, tekrarlamalar,

telafi edici hatalar, prensip yanlışlıkları, nitel hatalar, dönem ayırımı dolayısıyla

yapılan hatalar şeklinde sınıflandırılabilir (Kaymak,1996:69-90).

Hataları içerikleri bakımından; nitel ve nical muhasebe hataları, sonuçları

bakımından; önemsiz ve önemli hatalar, etkileri bakımından; bilançoyu etkileyen,

gelir tablosunu etkileyen veya bilanço ve gelir tablosunu birlikte etkileyen muhasebe

hataları şeklinde sınıflandırabilir (Kaymak,1996: 69).

Aktif ve pasif kalemlerin mahsup edilerek bazı hesapların bilanço da

gösterilmemesi, mizan çizelgesindeki hesap sonuçlarının bilançoya yanlış aktarılması

şeklinde bilançoda ortaya çıkabilecek hatalar olabilir (Demirci, 1998: 14).

2.HİLE KAVRAMI

Ticari işlemin muhasebe kayıtlarında alınması sürecinde yapılan yanlışlık;

sık sık tekrar ediyorsa, anlaşılma ve düzeltme fırsatı varken, fark edilip düzeltme

işlemi yapılmıyorsa, düzeltme sürecinde başka bir yanlışlık yapılıyorsa, işletme

sahibi, yöneticileri ve çalışanları yararına diğer kişilerin zararına bir sonuç

doğuruyorsa, işletmelerin bir hesap grubu ve aktif toplamı içinde büyük miktarda ise

(önemlilik kriterlerini taşımıyor ise, bilinçli bir şekilde yapılmış ise, kasıt var ise hile

olarak tanımlanır (Gürbüz, 1995:.31).

Kreditörlerden daha fazla kredi alabilmek, işletmenin borsadaki fiyatlarını

arttırmak, vergi ödeyerek daha fazla itibar sağlamak, şirket ortaklarına fazla kar

Page 10: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

10

dağıtmak, işletmenin kamuoyundaki imajını düzeltmek gibi olumlu yönde mali

tabloların maskelenmesinin yanısıra, kişisel çıkarların gizlenmesi, ortakların

birbirlerini yanıltma istekleri, daha az kar dağıtmak isteği, yolsuzlukların gizlenmesi,

hak edilmeyen teşviklerden yararlanma isteği, vergi kaçırmak, şirketin borsadaki

değerini düşürerek spekülasyon yanmak gibi olumsuz düşüncelerle yapılması

amacıyla bir ticari işlemin kayıtlara alınması sürecinde bilinçli olarak yanıltıcı kayıt

yapılmasına muhasebe hilesi denir (Demirci, 1998:42-45).

Gerçek bir ticari ilişkiyi yansıtan, ancak belge üzerinde yâre lan bilgilerin

olmaması, muhteviyatı itibariyle yanıltıcı vesikalardan bahsedilir. Muhteviyatı

itibariyle yanıltıcı belge, sahte belgenin aksine, gerçek bir belgedir. Fakat ticari işlemi

veya hizmeti aslından farklı bir şekilde yansıtır. Bir mal ve hizmet hareketi olmadığı

halde düzenlenen belgeler, belge düzenleme yetkisi olmayan kişiler tarafından

düzenlenen belgeler, başkası adına bastırılıp kullanılan belgeler, sahte belge olarak

kabul edilir (Duman, 1997: 47). Muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge ve sahte belge

kullanmakta hile kavramının kapsamındadır.

Geniş bir anlamda inceleyecek olursak hile; kasten aldatma boyutu da olan

bir dizi usulsüzlük ve yasa dışı eylem anlamına gelir (TIDE, UIDSMUÇ, s.87) ya da

başka bir ifade ile yetkinin, hakların, imkânların ve her türlü sistem zaaflarının

kişisel çıkarlar amacıyla kötüye kullanılmasıdır (Çomak, 2003: 4). Hileli işlem

yapmak; sahtekârlık ve dolandırıcılıkla eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.

Mal alışlarında belge alınmaması, alışların defterlere kayıt edilmemesi,

üretim ve stok miktarlarının gizlenmesi, iskontoların kayıt edilmemesi, alış

bedellerinin yüksek gösterilmesi şeklideki alış yolsuzlukları da hile kavramının

kapsamındadır.

Hileli işlemler; fırsatların yaratılması ve motivasyon birleşmesi ve

rasyonelleşme sonucuyla ortaya çıkmaktadır.

Page 11: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

11

Fırsatların yaratılması ile; denetim ve kontrol eksikliği, çalışanların

durumları, organizasyonel eksiklikler ve sistem zaafları ve erişim olanakları ifade

edilebilir(Çomak, 2003: 8-11).

Denetim ve kontrol eksikliklerinde; görev dağılımlarının açık

olmaması, üst yönetimin iç kontrol’e bakışı, denetimde bağımsızlığın

sağlanamaması, şirket içinde faklı veri depoları, verilere erişimde yaşanan sorunlar,

iç kontrol süreçlerinin dökümantasyonun zayıf olması, şirket kıymetlerinin

korunaksız olması akla gelmektedir.

Çalışanların durumundan ifade edilen; kötü çalışma ortamı, çalışanların

“anti-fraud” karşıt kültürü, çalışanlar hiçbir şart altında bir devlet görevlisine rüşvet

verme ya da böyle bir kişiyi kurallara uygun olmayan bir biçimde etkileme

girişiminde bulunmamalıdırlar (Hasdemir, 2003: 15). Ancak çalışanların firma içi–

dışı ilişkileri (Çomak, 2003: 8-11), geçici olarak istihdam edilen personel için yeterli

özenin gösterilmemesi, çalışanlar, çıkar çatışmalarından ve çıkar çatışması izlenimini

yaratacak davranışlardan kaçınmakla yükümlü olmalarına rağmen bu tarz

davranışlarda bulunmaları (Hasdemir, 2003: 15,)akla gelmektedir.

Organizasyonel eksiklikler ifadesinden ise; karşıt (anti-fraud) politika

eksikliği (üst yönetimin bakışı), etkili iç denetim ve kontrol mekanizmasının

olmaması, iç denetim ve kontrol birimlerinin bağımsızlığının sağlanamaması,

yönetimin yetki, görevlendirme, sorumluluklarında şeffaflığın sağlanamaması,

kurum için “anti-fraud” kültürünün yerleştirilememesi akla gelmektedir(Çomak,

2003: 11).

Motivasyondenilince; akla kişinin çok para kazanma hırsı, çalışanların

memnuniyetsizliği, ortaya çıkma riskinin az olması, cezalandırma eksikliği,

sayılabilir.

Rasyonelleşme kasıt edilen, asgariye indirme, genelleme,

meşrulaştırma, tarafsızlaşma akla gelmektedir. “Çok küçük bir şeydi” cümlesi

asgariye indirmeye, “herkes yapıyor” cümlesi bir genellemeye, “daha kötüsünü”

yapanlar var” cümlesi bir meşrulaştırma, “problem nedir” cümlesi ise

tarafsızlaşmaya örnek olarak gösterilebilir (Kılıç, 2003: 13).

Page 12: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

12

Kurumun yararına tasarlanan hileli işlemlerde bir fayda, genellikle dışardan

kişileri de aldatabilecek haksız veya sahtekârca avantaj kullanılarak sağlanır. Bu tür

hileli işlemleri yapanlar, genellikle, dolaylı yollardan kişisel çıkar sağlar. Kurumun

yararına tasarlanan hilelere; gerçekte var olmayan veya özellikleri hakkında yanıltıcı

bilgi verilen varlıkların, malların satışı veya devri; devlet memurlarına, devlet

memurlarının aracılarına, müşterilere veya tedarikçilere ödenen rüşvetler, benzer

yasa dışı ödemeler ve yasa dışı siyasi bağışlar gibi usulsüz ödemeler; işlemler,

aktifler, pasifler veya gelirlerin kasten yanlış beyan edilmesi veya kasten yanlış

kıymet takdiri yapılması, mal satış/devir fiyatlarının kasten yanlış beyan edilmesi

(yani ilgili kuruluşlar arasında yapılan mal alım satımında yanlış kıymet takdiri

yapılması), fiyatlandırma tekniklerini cari muhasebe usullerine göre kasten yanlış bir

şekilde kayıt yaparak, yönetim, işleme taraf olan bir kurumun faaliyet sonuçlarını,

işleme taraf olan diğer kurumun zararına, olduğundan daha iyi gösterebilir; bir

tarafın olağan ticari koşullara tabi olan bir işlemde elde edilemeyecek faydalar

sağladığı, kasti ve usulsüz işlemler; kurumun mali tablosunu dışarıdan kişilere

olduğundan daha iyi gösterebilmek amacıyla önemli bilgilerin kasten

kaydedilmemesi veya açıklanmaması; kanunlar, kurallar ve yönetmeliklere aykırı,

yasaklanmış ticari faaliyetleri yerine getirmek ve vergi kaçırma eylemeleri örnek

olarak gösterilebilir (TIDE, UIDSMUÇ, s.87-88).

Kurumun zararına gerçekleştirilen hileler, genellikle, doğrudan doğruya

veya dolaylı olarak bir personelin, dışarıdan bir kişinin veya başka bir kurumun

yararına yapılır (TIDE, UIDSMUÇ, s.88-89). Rüşvet veya benzeri yasa dışı

ödemelerin kabul edilmesi, normal olarak kuruma kar getirme olasılığı bulunan karlı

bir işlemin bir personele veya dışarıdan bir kişiye aktarılması, para veya malların

zimmete geçirilmesiyle ve suç eylemini gizlemek, suçun açığa çıkmasını

güçleştirmek gayesiyle, mali kayıtlarda hileli işlemin yapılmasıyla belirginleşen

ihtilas eylemi (olay veya verilerin kasten gizlenmesi veya yanlış beyan edilmesi),

aslında kuruma teslim edilmeyen mallar veya hizmetler için ödeme talep edilmesi

örnek olarak gösterilebilir.

Page 13: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

13

Kurum içi hileli işlemlere ise, rüşvet, zimmet ve finansal tablolarda

sahtekârlık, finansal kaynaklı ve finansal olmayan kaynaklı hileler örnek olarak

gösterilebilir.

Eğer bir işletmede yönetim birimi temsil edenler; denetçilerin sorularına

kaçamaklı veya yalan cevaplar veriyorsa, yönetim, finansal tablolarla ilgili

toplantılarında aşırı duyarlılık gösteriyorsa, gelirlerin yüksek gösterilmesi ile ilgili

muhasebe standartları hakkında denetçilerle sürekli tartışma içinde ise ve finansal

raporlarla ilgili aşırı duyarlılık gösteriyorsa,

Eğer bir işletmede; zayıf kontrol mekanizması var ise, yönetimin hedeflerin

yerine getirmesinde aldığı pay düşük ise, operasyonel ve finansal kararlar tek bir kişi

veya sınırlı birkaç kişi tarafından alınıyorsa, denetlemenin çok güç olduğu ticari

işlemler var ise, işletmenin performans değerleri endüstri standartları altında veya

aşırı üstünde ise ve firma çok hızlı büyüme trendinde ise, finansal tablolarda hileli

işlemlerin varlığından şüphe edilebilir.

3. HATALI VE HİLELİ İŞLEMLERİ TESPİT ETME SORUMLULUĞU VE

RAPORLANMASI

Hatalı ve hileli işleme ait veriler işlem raporlarını özetleyen finansal raporları

etkiler. Bu nedenle; finansal sorumluluk ve güvenilirlik gereği, hatalı ve hileli

işlemleri tespit etme ve düzeltme sorumluluğu işletme yönetimine aittir. Yönetimin

sorumluluğu; makul bir maliyetle sürekli gözetimi sağlayan etkin bir iç kontrol ve iç

denetim sistemi kurmak ve uygulamaktır. Sürekli gözetim, sistem zaafları,

işlemlerverilerinin bütünselliği, tutarlığı, güvenirliliği, sistem içindeki rapor ve

kontrollerin yetersiz kalması, sistem içindeki kontrolllerin kullanıcı insiyatifinde

olması kullanıcılara verilenyetkilerle kullanıcıların sistem içindeki kontrolleri devre

dışı bırakabilmesi, veri hacmi nedeniyle kullanılması önem arz eden bir yöntemdir

(PCAOB, Auditing Standard 2: E-99). Bu amaçla; iç kontrol ve iç denetim biriminde

görev yapanlar, hatalı ve hileli işlemleri tespit konusunda, “azami mesleki özen ve

dikkati” göstermekten sorumludur. İç denetçiler, hatalı ve hileli işlemlerin

Page 14: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

14

yapıldığının belirtilerini tespit edebilmek için hatalı ve hileli işlemler hakkında

yeterli bilgiye sahip olmalı, ek araştırmaya gerek olup olmadığını değerlendirmeli ve

yetkililere bildirmelidir (TIDE, UIDSMUÇ:95) İyi organize edilmiş iç kontrol ve iç

denetim sistemi ile hatalı ve hileli işlemler önlenebilir. Yönetimin yaptığı kontrollerle

birlikte, denetçilerin yaptığı kontroller, mevcut hatalı ve hileli işlemlere ait

belirtilerinin tespit edilmesi ve ayrıntılı ek araştırmaların yapılması imkanını arttırır

(Demirbaş, 2008: 83). İç kontrol ve iç denetim birimleri yöneticileri, önemli hata ve

hileleri, üst yönetimine, denetim komitesine ve yönetim kuruluna derhal

bildirmekten sorumludur. Bir hata ve hileli işlemin, fiili rapor edilmeden önce

yapıldığından tam emin olmak için yeterli soruşturma yapılmalıdır. Hatalı ve hileli

işlemin saptanması safhasından sonra “ara veya nihai” rapor düzenlemek istenebilir.

Bu rapor, iç denetçinin bu karara varmasına esas teşkil eden çalışma alanına ilişkin

faaliyetlerini ve önerilerini de içermelidir ve rapor yazılı düzenlenmelidir(Demirbaş,

2008: 83).İç kontrol ve iç denetim biriminin etkisizliği, işletme yönetiminin

sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Çünkü hatalı ve hileli işlemler; etik, ekonomik ve

sosyal olmakla birlikte teknik bir konudur. İşletmeleri iflasa götürebilecek sonuçları

vardır (Çomak, 2003: 51).Bir şirket normalde yıllık olarak denetlenmiş finansal

tablolarıyla birlikte denetçi görüşünü de içeren bir doküman yayınlar. Bu doküman

genel olarak “faaliyet raporu” olarak adlandırılır. Böyle bir dokümanı yayınlarken

bir şirket kanuni zorunluluktan ya da alışıla geldiği için diğer finansal ya da finansal

olmayan bilgileri de dokümana dâhil edebilir.

Bahsi geçen finansal ya da finansal olmayan bilgiler diğer bilgiler olarak

kabul edilir. Bu bilgilere örnek olarak; yönetimden sorumlu kişilerce işletme

faaliyetlerine ve işlemlerine yönelik hazırlanan raporlar, finansal özetler veya önemli

bilgiler, personele ilişkin bilgiler, planlanan yatırım harcamaları, finansal oranlar,

orta ve üst düzey yöneticilerin isimleri ve seçilmiş üçer aylık bilgiler sayılabilir.

Bağımsız denetçinin, bu bilgilerin doğru olduğunu değerlendirme sorumluluğu

bulunmamaktadır. Fakat yine de; bağımsız denetçi, denetlenmiş finansal tablolarla

önemli tutarsızlıklar içeren bilgileri tespit etmek amacıyla diğer bilgileri okumalıdır.

Page 15: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

15

Diğer bilgiler, denetlenmiş finansal tablolarda yer alan bilgilerle çelişiyorsa ‘önemli

tutarsızlık’ mevcut demektir (BDS 700, p:6-11). Önemli tutarsızlık ve yanlışlıklar

“hata veya hile kaynaklı olabilir. Yanlışlıkların, tek başına veya toplu olarak, finansal

tablo kullanıcılarının bu tablolara istinaden alacakları ekonomik kararları etkilemesi

makul ölçüde bekleniyorsa bu yanlışlıklar önemli olarak kabul edilir(BDS 700, A57)”.

Önemli tutarsızlığı ve yanlışlıkları tek başına muhasebe hatası olarak kabul etmemek

gerekir. Önemli tutarsızlığın mevcut olması, önceden edinilen denetim kanıtlarına

dayanılarak varılan denetim sonuçlan ve finansal tablolara ilişkin sunulan bağımsız

denetçi görüşü üzerinde şüphe oluşmasına sebep olabilir. Bazı özel durumlarda,

yasalar ya da yapılan sözleşmeler uyarınca, bağımsız denetçinin, özel olarak diğer

bilgiler ile ilgili rapor hazırlaması gerekebilir.

Bunun haricindeki durumlarda bağımsız denetçinin böyle bir yükümlülüğü

yoktur. Her ne kadar bağımsız denetçinin böyle bir yükümlülüğü olmasa da,

denetlenmiş finansal tablolar ile diğer bilgiler arasında tutarsızlıkların mevcut

olabileceği ve bunların denetim raporunun güvenilirliğini zedeleyebileceği ihtimali

dikkate alınarak bağımsız denetçinin yayınlanan diğer bilgileri de göz önünde

tutması gerekir. Eğer diğer bilgilerde önemli tutarsızlığın varlığı halinde ve

değişiklik yapılması gerekiyor ise denetçi diğer bilgilerle ilgili endişelerini, almış

olduğu hukuki tavsiyeleri de içerecek şekilde önemli tutarsızlıkların düzeltilmesini

işletme yönetiminden yazılı talep etmelidir. Diğer bilgilerde değişiklik yapılması

gerekiyorsa ve işletme değişiklik yapmayı reddediyorsa; bağımsız denetçi görüşüne

ilgililerin dikkatine sunulması gerekli görülen husus (konunun vurgulandığı)’

paragrafı ekleyerek önemli tutarsızlığı açıklamalıdır ve hatta bağımsız denetim

görüşünü; şartlı ya da olumsuz görüş olarak değiştirebilir. Bağımsız denetim

görüşünde değişikliğe gitmesinin yanı sıra, önemli tutarsızlığa neden olan özel

koşulların ve karşılaşılan tutarsızlığın büyüklüğüne bağlı olarak denetçi; bağımsız

denetim raporu vermemek veya bağımsız denetimden sürecinden çekilmek gibi ek

önlemlere başvurabilir (BDS 720, p:6-11, A1-A11, BDS 701, A12).

Page 16: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

16

4.HATALARIN DÜZELTİLMESİ

213 sayılı VUK’nun mükelleflerin ödevleri başlığını taşıyan ikinci kitabının

“defter tutma” ile ilgili düzenlemeler içeren 2. kısmının 9. bölümünde “kayıt

nizamı” ile ilgili hükümlere yer verilmiştir. Yanlış kayıtların düzeltilmesi ile ilgili

217. madde hükmünde defterlere yapılan kayıtların değiştirilemez olma ilkesi

benimsenmesine rağmen, yevmiye defterine yapılan bir kaydın düzeltilmesi

ancak “muhasebe ilkelerine” göre yapılabilmektedir. Bu düzeltme kayıtlarının vergi

kaybına neden olmaması gerekir. Yapılan düzeltme kayıtlarının vergi kaybına neden

olması halinde bunlarla ilgili olarak vergi ziyaı cezası uygulanır. Bilinçli yapılan

muhasebe hata ve hileleri hakkında, ziyaa uğratılan verginin 3 katı tutarında vergi

ziyaı cezası uygulanır. Bunlar hakkında tarhiyat öncesi veya tarhiyat sonrası uzlaşma

hükümleri geçerli olamaz. Aynı şekilde, bir hesaba kaydedilmesi gereken tutar eksik

kaydedilmiş ise hata hesaba eksik tutar kadar ilave yapılarak düzeltilecektir.

Defterlerde çizme, kazıma, silme suretiyle düzeltme yapılmaz veya kayıtlar

değiştirilemez. Kayıtlar arasında boş satır bırakılamayacağı gibi boş sayfa da

bırakılamaz. Yanlışlıkla boş bırakılan sayfalar ve satırlar üstü çizilerek atlanır. Ciltli

defterlerde yaprak koparılmaz, müteharrik yapraklı olanlarda ise yaprakların sırası

bozulamaz ve yırtılamaz. 165 Sıra Nolu VUK Genel Tebliği uyarınca müteharrik

yapraklı defterlerde tasdik numarasının mühürle birlikte (kayıt yapılan) her sayfada

bulunması gerekir.

Türkiye Muhasebe Standardı 8 “Muhasebe Politikaları, Muhasebe

Tahminlerinde Değişiklik, Hatalar ve Bilanço Tarihinden Sonraki Olaylar”

standardının amaçlarından bazıları; hata ve düzeltmelere ilişkin açıklamaları

yapabilmek, bilanço tarihinden sonraki düzeltme gerektiren olayların etkilerini

finansal tablolara yansıtabilmek, bilanço tarihinden sonraki düzeltme gerektirmeyen

olaylar için finansal tablolardaki gerekli açıklamaları yapabilmektir. Uluslararası ve

Türkiye finansal raporlama standartları ve muhasebe standartları, finansal tabloların

şeffaf olarak düzenlenmesini amaç edinmektedir(Yalkın, 2005: 34, TFRS 1; p:1-5, TMS

1, p:41).

Page 17: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

17

Geçmiş dönem hataları, işletmenin bir veya daha önceki finansal

tablolarında, güvenilir bilgiyi(TMS 8, p:6),kullanmaması veya yanlış kullanması

sonucu ortaya çıkan ihmaller veya yanlış bilgilendirmelerdir. Hatalar; matematiksel

hataları, muhasebe politikalarının uygulanmasındaki yanlışlıkları, yolsuzlukları ve

bilgilerin yanlış yorumlanmasından veya yönetilmesinden kaynaklanan etkileri

içerir(TMS 8, p:5).

Hatalar ortaya çıktıkları dönem içerisinde düzeltilebilir. Fakat geçmiş dönem

ile ilgili olduklarında geçmiş dönem finansal tabloların düzeltilerek, düzeltilmiş

tutarların finansal tablolarda hiç hata olamamış gibi yer alması, ölçülmesi ve

açıklanmasının yapılması gereklidir (TMS 8, p:41). Bu durum Türkiye Muhasebe

Standartların da geçmişe dönük düzenleme kavramı ile ifade edilmektedir (Demir,

:13). Geriye dönük düzeltme işlemi ile; hatanın yapıldığı döneme (dönemlere) ait

tablodaki (tablolardaki) karşılaştırmalı tutarlar düzeltilir ya da hatanın sunulan

dönemden daha da önce meydana geldiği durumda ise; sunulan en erken dönemin

varlık, borç ve özkaynak açılış bakiyeleri düzeltilir. Cari dönemdeki hataların

düzeltmeleri hariç olmak üzere, önceki dönemlere ilişkin hataların düzeltme etkileri,

hataların fark edildiği döneme ilişkin kar veya zarara dâhil edilemez(TMS 8, p:42-48).

Muhasebe hatalarını düzeltim işlemini, muhasebe politikalarında

meydana gelen değişiklikler ve muhasebe tahminlerinde meydana gelen değişikler

ve bilanço tarihinden sonraki olaylar sebebiyle yapılan düzeltme ile karıştırmamak

Güvenilir Bilgi; “Finansal tabloların onaylanması sırasında mevcut olan ve finansal tabloların hazırlanması ve sunulması esnasında elde edilmiş ve dikkate alınmış olması beklenen bilgiyi” ifade etmektedir. Geçmişe Dönük Uygulama: “Yeni bir muhasebe politikasının işlemlere, olaylara ve koşullara, söz konusu politika, hep kullanımdaymış gibi uygulanmasını” ifade etmektedir. Muhasebe politikalarındaki değişiklik geçmişe dönük uygulanırsa, işletme etkilenen her bir kalem ile özkaynak kaleminin finansal tablolardaki tutarlarını mümkün olduğu kadar geriye giderek düzeltmeli ve bu yeni muhasebe politikası eskiden beri uygulanıyormuşçasına önceki dönemlerle karşılaştırılabilir bilgileri sunmalıdır.

Page 18: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

18

gereklidir. Bu nedenle, muhasebe hataların düzeltilmesinde ileriye yönelik

uygulama sözkonusu değildir.

Finansal tablolardaki yanlış ve gerçeğe uygun olmayan işlemler ile hatalar,

muhasebe politikalarının açıklanması ve dipnotlarda belirtilmesi suretiyle

düzeltilmiş olmaz. Düzeltmeler, muhasebe kayıt ve tekniğine göre yapılır ve finansal

tablolara yansıtılır (Demir, :13).

Geçmiş dönem hatalarına ilişkin işletmeler; geçmiş dönem hatalarının

niteliği, sunulan her bir dönem için, değişiklikten etkilenen her bir finansal tablo

kaleminde yapılmış olan düzeltmenin tutarı, sunulan en erken dönemin başındaki

düzeltme tutarı ve ilgili tutarların belirlenemediği durumlarda, bunun nedeni

belirtilir. Sonraki dönemlerde yayımlanacak finansal tablolarda bu açıklamaların

tekrar edilmesi gerekmez.

İşletme; geçmiş dönem hatalarının niteliği, hesaplanabildiği durumlarda

önceki dönemlere ilişkin her dönemdeki düzeltme tutarı (etkilediği her bir finansal

tablo kalemi için, şirket için “TMS 33 Hisse Başına Kazanç” standardı geçerliyse

asgari ve sulandırılmış hisse başına kar tutarları tekrar hesaplanarak

sunulmalıdır),finansal tablolarda yer alan en eski dönemin başına ilişkin düzeltme

tutarı vegeriye yönelik yeniden düzenlemenin uygulanamadığı durumda, bu

duruma yol açan nedenler ve nasıl ve ne zamandan itibaren hatanın düzeltildiği

açıklanmalıdır (TMS 8, p:49).

5. MUHASEBE HATALARININ DÜZELTİMESİNE İLİŞKİN ÖRNEKLER

Çalışmamızda muhasebe hatalarının düzeltilmesine ilişkin aşağıdaki

örneklere yer verilmiştir.

İleriye Dönük Olarak Uygulanma: “Yeni bir muhasebe politikası ve muhasebe tahminlerindeki değişikliğin işlemlere, olaylara ve koşullara, söz konusu politikanın değiştirildiği tarihten sonraki dönemlerde uygulanmasını, muhasebe tahminlerindeki değişikliklerin etkilerinin değişiklikten etkilenen cari ve gelecekteki dönemlerde finansal tablolara alınmasını” ifade etmektedir.

Page 19: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

19

ÖRNEK 1;Aydın A.Ş. 10.01.2017 tarihinde 10.000 TL tutarındaki tahsil etmiş

olduğu veresiye alacağı senetli alacak tahsili yapmış gibi 4 nolu yevmiye kaydını

yapmıştır. İstenen; 15.01.2017 tarihinde yapılan tespit sonrası yapılması gereken

düzeltme kaydını yapınız.

YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI

4-----------10Ocak 2017--------- Borç Alacak

100 KASA HES.

121 ALACAK SENETLERİ HES.

Senetli Alacak Tahsili

10.000

10.000

----------------------/----------------

OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT

----------------10Ocak 2017--------- Borç Alacak

100 KASA HES.

120 ALICILAR HES.

Senetli Alacak Tahsili

10.000

10.000

----------------------/----------------

DÜZELTME KAYDI

8------------15.Ocak 2017--------- Borç Alacak

121 ALACAK SENETLERİ HES.

120 ALICILAR HES.

4. Nolu Yevmiye Kaydının Düzeltme

10.000

10.000

Page 20: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

20

Yevmiye Kaydı

------------------/----------------

ÖRNEK 2; Aydın A.Ş. 19.01.2017 tarihinde 7.000 TL tutarındaki bankadan

ödemiş olduğu senetli borcunu, nakit veresiye borcun ödenmesi şeklinde 19 nolu

yevmiye kaydını yapmıştır.İstenen;27.01.2017 tarihinde yapılan tespit sonrası

yapılması gereken düzeltme kaydını yapınız.

19-------------19 Ocak 2017--------- Borç Alacak

320 SATICILAR HES.

100 KASA HES.

Veresiye Borcun Nakit Ödenmesi

7.000

7.000

----------------------/----------------

OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT

----------------19 Ocak 2017--------- Borç Alacak

321 BORÇ SENETLERİ HES.

102 BANKA HES.

Senetli Borcun Bankadan Ödenmesi

7.000

7.000

----------------------/----------------

DÜZELTME KAYDI

26-----------27.Ocak 2017--------- Borç Alacak

100KASA HES. 7.000

Page 21: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

21

321 BORÇ SENETLERİ HES.

220 SATICILAR HES.

102 BANKA HES.

19. Nolu Yevmiye Kaydının Düzeltme

Yevmiye Kaydı

7.000

7.000

7.000

------------------/----------------

ÖRNEK 3; Aydın A.Ş. 21.01.2017 tarihinde alıcı tarafından keşide edilen

senet karşılığı Kuşadası A.Ş.ye satmış 6.000TL + KDV tutarında ticari malla ile ilgili

25 nolu yevmiye kaydını yaparken gelir tablosu hesabını kullanacağı yerde ticari mal

hesabını kullanmıştır. İstenen; 26.01.2017 tarihinde yapılan tespit sonrası yapılması

gereken düzeltme kaydını yapınız.

YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI

25-------------21Ocak 2017--------- Borç Alacak

121 ALACAK SENETLERİ HES.

153 TİCARİ MAL HES.

391 HESAPLANAN KDVH.

Senet Karşılığında Ticari Mal Satışı

7.080

6.000

1.080

----------------------/----------------

OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT

----------------20Ocak 2017--------- Borç Alacak

121 ALACAK SENETLERİ HES. 7.080

Page 22: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

22

600 YURTİÇİ SATIŞLAR HES

391 HESAPLANAN KDVHES.

Senet Karşılığında Ticari Mal Satışı

6.000

1.080

----------------------/----------------

DÜZELTME KAYDI

-------------26.Ocak 2017--------- Borç Alacak

153 TİCARİ MAL HES

600 YURTİÇİ SATIŞLAR.

25 Nolu Yevmiye Kaydının Düzeltme

Yevmiye Kaydı

6.000

6.000

------------------/----------------

ÖRNEK4; Aydın A.Ş. 27.01.2017 tarihinde keşide edilen senet karşılığı

Nazilli A.Ş.’den satın alınan 10.000TL + KDV tutarında ticari malla ile ilgili yevmiye

kaydının, 30.01.2017 tarihinde yapılan tespitte 27.01.2017 tarihli veresiye satılan ticari

mal gibi kayıtlara alındığı” anlaşılmıştır. KDV Oranı; %18’dir. İstenen; 30.01.2017

tarihinde yapılan tespit sonrası yapılması gereken düzeltme kaydını yapınız.

YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI

----------------27Ocak 2017--------- Borç Alacak

120 ALICILAR HES.

600 YURTİÇİ SATIŞLARI H.

391 HESAPLANAN KDVH.

11.800

10.000

1.800

Page 23: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

23

391.01.Ocak Ayı Hes. KDV 1.800

Veresiye ticari mal satışı

----------------------/----------------

OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT

----------------27Ocak 2017--------- Borç Alacak

153 TİCARİ MAL

191 İNDİRİLECEK KDV

191.01.Ocak Ayı İnd. KDV 1800

321 BORÇ SENETLERİ H.

Senet karşılığı ticari mal alımı

10.000

1.800

11.800

----------------------/----------------

DÜZELTME KAYDI

32------------30.Ocak 2017--------- Borç Alacak

153 TİCARİ MAL H.

191 İNDİRİLECEK KDV H.

600 YURT İÇİ SATIŞLAR H.

391 HESAPLANAN KDV H.

391.01.Ocak Ayı Hes. KDV 1.800

321 BORÇ SENETLERİ

10.000

1.800

10.000

1.800

11.800

Page 24: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

24

120 ALICILAR H.

Düzeltme Yevmiye Kaydı

11.800

-----------------/----------------

ÖRNEK 5; Aydın A.Ş. 31.03.2017 tarihinde demirbaşlara yapmış olduğu 55

noluyeniden değerleme yevmiye kaydını (sabit kıymet değer artışı 2.000 TL, birikiş

amortisman değer artışı 800 TL, yeniden değerleme fonu; 1.200 TL) yaparken

yanlışlıkla maliyet artış fonu hesabına kayıt yapmıştır. İstenen; 10.04.2017 tarihinde

yapılan tespit sonrası yapılması gereken düzeltme kaydını yapınız.

YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI

55-------------31.Mart 2017--------- Borç Alacak

255 DEMİBAŞLAR HES.

257 BİRİKMİŞ AMORTİSMAN

HESABI

524MALİYET ARTI FONU H.

30.03.2017 Tarihli Yeniden Değerleme

İşleminin Muhasebeleştirilmesi

2.000

800

1.200

----------------------/----------------

OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT

----------------31.Mart 2017--------- Borç Alacak

255 DEMİBAŞLAR HES. 2.000

Page 25: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

25

257 BİRİKMİŞ AMORT. H.

522 M.D.V. YENİDEN DEĞ.

DEĞER ARTIŞ FONU H.

30.03.2017 Tarihli Yeniden Değerleme

İşleminin Muhasebeleştirilmesi

800

1.200

----------------------/----------------

DÜZELTME KAYDI

-------------10Nisan 2017--------- Borç Alacak

524 MALİYET ARTI FONU H

522 M.D.V. YENİDEN DEĞ.

DEĞER ARTIŞ FONU H.

55 Nolu Yevmiye Kaydının Düzeltme

Yevmiye Kaydı

1.200

1.200

------------------/----------------

Şeklinde yevmiye kaydı yapılamaz. Hata ile olsa bile 524 Maliyet Artış Fonu Hesabı

sermayeye ilavesi dışında, başka bir hesaba alınırsa vergiye tabidir. Onun için 55 nolu

yevmiye kaydının önce iptal kaydı sonra ise düzeltme kaydı yapılmalıdır.

60------------10.Nisant 2017--------- Borç Alacak

257 BİRİKMİŞ AMORT. H.

524 MALİYET ARTI FONU H.

255 DEMİBAŞLAR HESABI

800

1.200

2.000

Page 26: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

26

30.03.2017 Tarihli Yanlı Kaydı yapılan 55

nolu Yevmiye Kaydının İptal İşleminin

Muhasebeleştirilmesi

----------------------/----------------

61--------------10 Nisan 2017--------- Borç Alacak

255 DEMİBAŞLAR HESABI

257 BİRİKMİŞ AMORTİSMAN H.

522 M.D.V. YENİDEN DEĞ.

DEĞER ARTIŞ FONU H.

İptal Edilen 55 Nolu Yevmiye Kaydının

Düzeltilmiş Yevmiye Kaydı

2.000

800

1.200

----------------------/----------------

ÖRNEK 6;Aydın A.Ş. 300.000 TL ödenmiş sermayeli hisseleri borsada işlem

gören bir kuruluştur. Nominal değeri 1TL/hisse olan şirkete ait hisse senetleri

borsada oluşan spekülasyon nedeniyle 0,78 TL/hisse fiyatına düşmüştür. Şirket

yönetimi Aydın A.Ş. bu durumu fırsat bilerek 20.Nisan 2017 tarihinde 40.000 adet

kendi firmasına hisse senedini satma alarak kayıtlı sermaye tutarını azaltmış 86 ve 87

nolu yevmiye kaydını yapmıştır. İstenen; 28.04.2017 tarihinde yapılan tespit sonrası

yapılması gereken düzeltme kaydını yapınız.

YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI

86-----------20.Nisan 2017--------- Borç Alacak

Page 27: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

27

500 SERMAYE HESABI

501 ÖDENMEMİŞ SERMAYE HES.

Sermaye Azaltımı İşleminin Yevmiye Kaydı

40.000

40.000

----------------------/----------------

87------------20.Nisan 2017--------- Borç Alacak

501 ÖDENMEMİŞ SERMAYE HESABI

102BANKA HESABI

521 HİSSE SENEDİ İPTAL

KARLARI HESABI

Hisse Senedi İptal Karlarının Yevmiye Kaydı

40.000

31.200

8.800

----------------------/----------------

OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT

87------------20.Nisan 2017--------- Borç Alacak

500 SERMAYE HESABI

102 BANKA HESABI

521 HİSSE SENEDİ İPTAL

KARLARI HESABI

Sermaye Azaltımı Yoluyla Edinilen Hisse

Senedi İptal Karlarının Yevmiye Kaydı

40.000

31.200

8.800

----------------------/----------------

Page 28: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

28

DÜZELTME KAYDI

-------------15.Ocak 2017--------- Borç Alacak

501ÖDENMEMİŞ SERMAYE HES.

500 SERMAYE HES.

86Nolu Yevmiye Kaydının Düzeltme

Yevmiye Kaydı

40.000

40.000

------------------/----------------

BORÇ 501 ÖDENMEMİŞ SERMAYE ALACAK

Sermaye Taahhüdü 300.000 300.000 Sermaye Taahhüdünün

Yerine Getirilmesi

Sermaye Azaltımı

İşlemi

40.000 40.000 Sermaye Azaltımı Kararı

TOPLAM 1 340.000 340.000

BAKİYE 0

Düzeltme Kaydı 40.000

TOPLAM 2 380.000 340.000

BAKİYE 40.000

Page 29: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

29

BORÇ 500 SERMAYE ALACAK

Sermaye Azaltımı

Kararı

40.000 300.000 Sermaye Kaydı

40.000 300.000 TOPLAM 1

260.000 BAKİYE

40.000 Düzeltme Kaydı

40.000 340.000 TOPLAM 2

300.000 BAKİYE

Yukarıdaki yevmiye kaydını yapamazsınız. Çünkü 501 Ödenmemiş Sermaye

Hesabının bakiyesi 0 olsa bile asla ve asla hesabın borç (sol taraf) toplamı, 500

Sermaye Hesabının sağ (alacak taraf) toplamından fazla olamaz. Toplam 1’in 340.000

≤ 300.000 olması gerekmektedir. Ayrıca düzeltme kaydı sonrası 501 Ödenmiş

Sermaye Hesabının 40.000 TL Bakiye vermesi ve 500 Sermaye Hesabının

sermayesinin 300.000 TL olarak gözükmesi söz konusu olmaktadır. Olması gereken

500 Sermaye Hesabının bakiyesi ise 260.000 TL’dir.

Yukarıdaki sebepten dolayı önce yapılan yanlış yevmiye kayıtlarının iptali ve

doğru yevmiye kaydının yapılması gerekir.

105 ----------28.Nisan 2017--------- Borç Alacak

501 ÖDENMEMİŞ SERMAYE HESABI

500 SERMAYE HESABI

20.04.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 86

40.000

40.000

Page 30: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

30

nolu Yevmiye Kaydının İptal İşleminin

Muhasebeleştirilmesi

----------------------/----------------

106------------28.Nisan 2017--------- Borç Alacak

102 BANKA HESABI

521 HİSSE SENEDİ İPTAL KARLARI

HESABI

31.200

8.800

501 ÖDENMEMİŞ SERMAYE

HESABI

20.04.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 87

nolu Yevmiye Kaydının İptal İşleminin

Muhasebeleştirilmesi

40.000

----------------------/----------------

107------------28.Nisan 2017--------- Borç Alacak

500 SERMAYE HESABI 40.000

102 BANKA HESABI

521 HİSSE SENEDİ İPTAL

KARLARI HESABI

31.200

8.800

20.04.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 86 ve

87 nolu Yevmiye Kayıtlarında Yanlış Yapılan

Sermaye Azaltımı Sonucu Oluşan Hisse

Senedi İptal karlarının Doğru Yevmiye Kaydı

----------------------/----------------

Page 31: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

31

BORÇ 501 ÖDENMEMİŞ SERMAYE ALACAK

Sermaye Taahhüdü

Sermaye

300.000

300.000 Sermaye Taahhüdünün

Yerine Getirilmesi

Sermaye Azaltımı (87) 40.000 40.000 Sermaye Azaltım Kararı

(86)

TOPLAM 1 340.000 340.000

Yanlış Yevmiye Kaydı

(105)

40.000 40.000 Yanlış Yevmiye Kaydı

(106)

TOPLAM 2 340.000 340.000

BAKİYE 0

BORÇ 500 SERMAYE ALACAK

Yanlış Yevmiye Kaydı

(86)

40.000 300.000 Sermaye Kaydı

40.000 340.000 TOPLAM 1

300.000 BAKİYE

28.04.2017 Tarihli Doğru 40.000 40.000 İptal İşlemi (105)

Page 32: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

32

Yevmiye Kaydı (107)

80.000 340.000 TOPLAM 2

260.000 BAKİYE

ÖDENMEMİŞ SERMAYE TOP.2 ≤ SERMYE TOP. 2

340.000 ≤ 340.000

SERMAYE HES. BAKİYESİ = OLMASI GEREKEN BAKİYE

340.00-80.0 260.000

260.000 = 260.000

ÖRNEK 7; Aydın A.Ş. 15.05.2017 tarihinde, yeni kurulacak 300.000 TL

sermayeli Kuşadası A.Ş.’nin % 40 hissesi için uzun vadeli yatırım amacı ile 136.000

TL taahhütte bulunmuştur. Aydın A.Ş. iştiraklerin muhasebeleştirilmesinde

“özkaynak yöntemi” kullanmaktadır. İstenen; 15.05.2017 tarihinde yapılan 140 nolu

yevmiye kaydının 03.06.2017 tarihinde yapılan yanlışlığı ile ilgili tespit sonrası

yapılması gereken düzeltme kaydını yapınız.

YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI

140--------15.Mayıs 2017---------- Borç Alacak

242 İŞTİRAKLER HESABI

240.01 Kuşadası A.Ş. Hisseleri

261 ŞEREFİYE

120.000

16.000

Page 33: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

33

261.01. Kuşadası A.Ş.

243 İŞTİRAKLER SERMAYE

TAAHHÜTLERİ HESABI

243.01 Kuşadası A.Ş.

136.000

---------------- / ----------

OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT

140--------15.Mayıs 2017---------- Borç Alacak

242 İŞTİRAKLER HESABI

242.01 Kuşadası A.Ş. Hisseleri

261 ŞEREFİYE

261.01. Kuşadası A.Ş.

243 İŞTİRAKLER SERMAYE

TAAHHÜTLERİ HESABI

243.01 Kuşadası A.Ş.

332.İŞTİRAKLERE BORÇLAR

332.01. Kuşadası A.Ş..

120.000

16.000

120.000

16.000

---------------- / ----------

Page 34: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

34

DÜZELTME KAYDI

İştirakle Sermaye Taahhütleri Hesabının Alacak (sağ taraf) toplamı, İştirakler

Hesabının Borç (sol taraf) toplamını aşamayacağı için ilgili yevmiye kaydının iptali

ve doğru yevmiye kaydının yapılması gereklidir.

168------03.Haziran 2017---------- Borç Alacak

243 İŞTİRAKLER SERMAYE

TAAHHÜTLERİ HESABI

243.01 Kuşadası A.Ş.

136.000

242 İŞTİRAKLER HES.

242.01 Kuşadası A.Ş. Hisseleri

261 ŞEREFİYE

261.01. Kuşadası A.Ş.

15.05.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 140

nolu Yevmiye Kaydının İptal İşleminin

Muhasebeleştirilmesi

120.000

16.000

---------------- / ----------

169--------15.Mayıs 2017---------- Borç Alacak

242 İŞTİRAKLER HESABI

242.01 Kuşadası A.Ş. Hisseleri

261 ŞEREFİYE

120.000

16.000

Page 35: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

35

261.01. Kuşadası A.Ş.

243 İŞTİRAKLER SERMAYE

TAAHHÜTLERİ HESABI

243.01 Kuşadası A.Ş.

322.İŞTİRAKLERE BORÇLAR

332.01. Kuşadası A.Ş..

120.000

16.000

15.05.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 140

nolu Yevmiye Kayıtlarında Yanlış Yapılan İştirakler

Sermaye Taahhüdünün Doğru Yevmiye Kaydı

---------------- / ----------

ÖRNEK 8;

600 YURTİÇİ SATIŞLAR 90.000

610 SATIŞTAN İADE 4.000

621SATILAN TİCARİ MALLAR MALİYETİ 72.000

660 KISA VADELİ BORÇLANMA GİDERİ 19.000

646 KAMBİYO KARLARI 3.000

655 MENKUL KIYMET SATIŞ ZARARI 2.000

Aydın A.Ş. 30.06.2017 tarihinde, Gelir Tablosu Hesaplarını 690 Dönem kar ve

Zararı Hesabı ile kapatmıştır. İstenen; 30.06.2017 tarihinde yapılan 192 nolu yevmiye

kaydının 01.07.2017 tarihinde yapılan yanlışlığın tespiti sonrası yapılması gereken

düzeltme kaydını yapınız.

Page 36: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

36

YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI

192--------30 Haziran 2017-------- Borç Alacak

600 YURTİÇİ SATIŞLAR 90.000

646 KAMBİYO KARLARI 3.000

690 DÖNEM KAR VE ZARARI 4.000

610 SATIŞTAN İADE 4.000

621 SATILAN TİCARİ MALLAR

MALİYETİ

72.000

655 MENKUL KIYMET SATIŞ

ZARARI

2.000

660 KISA VADELİ BORÇLANMA

GİDERİ

19.000

---------------- / ----------

OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT

Gelir Tablosu Hesapları birbirleri ile mahsup edilemez. Ayrıca Türkiye’de uygulanan

Tekdüzen Muhasebe Uygulama Genel Tebliği çerçevesinde kayıt sistemi olarak daha fazla

bilgi sahibi olmak amacı ile endirekt kayıt yöntemi benimsenmiştir. Bu sebeple önce yanlış

yapılan 192 nolu yevmiye kaydının iptal edilmesi ve sonrasında doğru yevmiye kaydının

yapılması gereklidir.

DÜZELTME KAYDI

193--------01 Temmuz 2017-------- Borç Alacak

Page 37: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

37

610 SATIŞTAN İADE 4.000

622 SATILAN TİCARİ MALLAR MALİYETİ 72.000

655 MENKUL KIYMET SATIŞ ZARARI 2.000

660 KISA VADELİ BORÇLANMA GİDERİ 19.000

600 YURTİÇİ SATIŞLAR 90.000

646 KAMBİYO KARLARI 3.000

690 DÖNEM KAR VE ZARARI 4.000

30.06.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 192 nolu

Yevmiye Kaydının İptal İşleminin

Muhasebeleştirilmesi

---------------- / ----------

194--------01 Temmuz 2017-------- Borç Alacak

600 YURTİÇİ SATIŞLAR 90.000

646 KAMBİYO KARLARI 3.000

690 DÖNEM KAR VE ZARARI 93.000

30.06.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 192

nolu Yevmiye Kaydının Doğru Yevmiye Kaydı

---------------- / ----------

195--------01 Temmuz 2017-------- Borç Alacak

690 DÖNEM KAR VE ZARARI 97.000

610 SATIŞTAN İADE 4.000

Page 38: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

38

622 SATILAN TİCARİ MALLAR

MALİYETİ

72.000

655 MENKUL KIYMET SATIŞ

ZARARI

2.000

660 KISA VADELİ BORÇLANMA

GİDERİ

19.000

30.06.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 192

nolu Yevmiye Kaydının Doğru Yevmiye Kaydı

---------------- / ----------

BORÇ 690 DÖNEM KAR/ ZARARI ALACAK

192 Nolu Yanlış Yevmiye

Kaydı

4.000 4.000 193 Nolu Yevmiye Kaydının

İptali

195 Nolu Yevmiye Kaydı 97.000 93.000 195 Nolu Yevmiye Kaydı

Toplam 101.000 97.000

Bakiye 4.000

ZARAR

ÖRNEK 9

710 DİREKT İLK MADDE VE MALZEME MALİYETİ 15.000

720 DİREKT İŞÇİLİK MALİYETİ 14.000

Page 39: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

39

730 GENEL ÜRETİM MALİYETİ 8.000

770 GENEL YÖNETİM GİDERİ 10.000

780 FİNANSMAN GİDERİ (KISA VADELİ) 6.000

Aydın A.Ş. 30.09.2017 tarihinde, dönem içerisinde bilanço ve gelir tablosu

hesaplarına aktarmıştır. İstenen; 30.09.2017 tarihinde yapılan 292 ve 293 nolu

yevmiye kayıtlarına, kaynak teşkil eden stok kartları incelendiğinde 01.10.2017 tarihli

yarı mamul stoku 2.400 TL, 30.09.2017 tarihi itibariyle üretim yerinde 1.200 TL

maliyetli yarımamul stokunun olduğu, 08.10.2017 tarihinde tespit edilmiş ve yapılan

yanlışlıkların tespiti sonrası yapılması gereken düzeltme kaydını yapınız.

YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI

292--------30 Eylül 2017-------- Borç Alacak

711 DİREKT İLK MADDE VE MALZEME

MALİYETİ YANSITMA HESABI

15.000

721 DİREKT İŞÇİLİK MALİYETİ YANSITMA

HESABI

14.000

731 GENEL ÜRETİM MALİYETİ YANSITMA

HESABI

8.000

770 GENEL YÖNETİM GİDERİ YANSITMA

HESABI

10.000

780 FİNANSMAN GİDERİ (KISA VADELİ)

YANSITMA HESABI

6.000

710 DİREKT İLK MADDE VE 15.000

Page 40: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

40

MALZEME MALİYETİ

720 DİREKT İŞÇİLİK MALİYETİ 14.000

730 GENEL ÜRETİM MALİYETİ 8.000

770 GENEL YÖNETİM GİDERİ 10.000

780 FİNANSMAN GİDERİ (KISA

VADELİ)

6.000

---------------- / ----------

293--------30 Eylül 2017-------- Borç Alacak

152 MAMULLER 37.000

632 GENEL YÖNETİM GİDERİ 10.000

660 KISA VADELİ BORÇLANMA GİDERİ 6.000

711 DİREKT İLK MADDE VE

MALZEME

MALİYETİ YANSITMA HESABI

15.000

721 DİREKT İŞÇİLİK MALİYETİ

YANSITMA HESABI

14.000

731 GENEL ÜRETİM MALİYETİ

YANSITMA HESABI

8.000

770 GENEL YÖNETİM GİDERİ

YANSITMA HESABI

10.000

780 FİNANSMAN GİDERİ

YANSITMA HESABI

6.000

Page 41: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

41

---------------- / ----------

OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT

292 ve 293 nolu yevmiye kayıtlarında yapılan yanlışlıklar iki temel noktaya

değinmektedir.

Birincisi; Türkiye’de uygulanan Tekdüzen Muhasebe Uygulama Genel

Tebliği çerçevesinde dönem içerisinde katlanılan maliyet ve gider hesapları ilgili

bilanço hesaplarına aktarılırken önce yansıtma hesapları aracılığıyla yapılır. Sonra

ilgili yansıtma hesapları ilgili maliyet ve gider hesapları ile kapatılır. Rakamlar fiili

olduğu zaman bu sıralama önemsiz gibi görülebilir. Fakat standart maliyet yöntemi

ile kayıt tutan firmalar açısından son derece önemlidir. Çünkü dönem içerisinde

katlanılan maliyet ve giderler ilgili bilanço ve gelir tablosu hesaplarına aktarılırken

yansıtma hesaplarında standart rakamlarla yer alırlar. Daha sonra maliyet ve gider

hesapları ile yansıtma hesapları kapatılırken oluşabilecek farklar ilgili fark

hesaplarında muhasebeleştirilir. Bu sebeple yapılan yevmiye kayıtlarının iptali ve

sıralamaya uygun halde yeniden getirilerek yapılmalıdır.

İkincisi; Dönem içerisinde katlanılan maliyetler ilgili bilanço hesabına

alınırken önce Üretim Yerinin içerinde toplanması ve sonra tamamlanan mamullerin

mamul deposuna nakli gereklidir. Mamul deposu üretim yerinin dışında bir yerdir.

Üretim yerinde katlanılan maliyetleri toplam olarak görebilmemiz gereklidir.

Üretim yerindeki katlanılan maliyetlerin toplamını 151 Yarı mamul Üretim

hesabında görürüz.

Dönem Başı Yarı Mamul 2.400

Dönem İçi Üretim Maliyetleri 37.000

Toplam Üretim Maliyeti 39.400

Page 42: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

42

Dönem Sonu Yarımamul Maliyetleri 1.200

Tamamlanan Mamul Maliyeti 38.200

DÜZELTME KAYDI

310--------08 Ekim 2017-------- Borç Alacak

710 DİREKT İLK MADDE VE MALZEME

MALİYETİ

15.000

720 DİREKT İŞÇİLİK MALİYETİ 14.000

730 GENEL ÜRETİM MALİYETİ 8.000

770 GENEL YÖNETİM GİDERİ 10.000

780 FİNANSMAN GİDERİ (KISA VADELİ) 6.000

711 DİREKT İLK MADDE VE MALZEME

MALİYETİ YANSITMA HESABI

15.000

721 DİREKT İŞÇİLİK MALİYETİ

YANSITMA HESABI

14.000

731 GENEL ÜRETİM MALİYETİ

YANSITMA HESABI

8.000

770 GENEL YÖNETİM GİDERİ

YANSITMA HESABI

10.000

780 FİNANSMAN GİDERİ (KISA

VADELİ) YANSITMA HESABI

6.000

Page 43: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

43

30.09.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 292 nolu

Yevmiye Kaydının İptal İşleminin

Muhasebeleştirilmesi

-------- / ---------- -------

311--------08Ekim 2017-------- Borç Alacak

711 DİREKT İLK MADDE VE MALZEME

MALİYETİ YANSITMA HESABI

15.000

721 DİREKT İŞÇİLİK MALİYETİ YANSITMA

HESABI

14.000

731 GENEL ÜRETİM MALİYETİ YANSITMA

HESABI

8.000

770 GENEL YÖNETİM GİDERİ YANSITMA

HESABI

10.000

780 FİNANSMAN GİDERİ (KISA VADELİ)

YANSITMA HESABI

6.000

152 MAMULLER 37.000

632 GENEL YÖNETİM GİDERİ 10.000

660 KISA VADELİ BORÇLANMA

GİDERİ

6.000

30.09.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 293nolu

Yevmiye Kaydının İptal İşleminin

Muhasebeleştirilmesi

---------------- / ----------

Page 44: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

44

312--------08 Ekim 2017-------- Borç Alacak

151 YARI MAMUL ÜRETİM HES. 37.000

632 GENEL YÖNETİM GİDERİ 10.000

660 KISA VADELİ BORÇLANMA GİDERİ 6.000

711 DİREKT İLK MADDE VE

MALZEME MAL. YAN. HESABI

15.000

721 DİREKT İŞÇİLİK MALİYETİ

YANSITMA HESABI

14.000

731 GENEL ÜRETİM MALİYETİ

YANSITMA HESABI

8.000

770 GENEL YÖNETİM GİDERİ

YANSITMA HESABI

10.000

780 FİNANSMAN GİDERİ (KISA

VADELİ) YANSITMA HESABI

6.000

30.09.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 292 nolu

Doğru Yevmiye Kaydı

---------------- / ----------

313--------08 Ekim 2017-------- Borç Alacak

711 DİREKT İLK MADDE VE MALZEME

MALİYETİ YANSITMA HESABI

15.000

721 DİREKT İŞÇİLİK MALİYETİ YANSITMA

HESABI

14.000

Page 45: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

45

731 GENEL ÜRETİM MALİYETİ YANSITMA

HESABI

8.000

770 GENEL YÖNETİM GİDERİ YANSITMA

HESABI

10.000

780 FİNANSMAN GİDERİ (KISA VADELİ)

YANSITMA HESABI

6.000

710 DİREKT İLK MADDE VE

MALZEME MALİYETİ

15.000

720 DİREKT İŞÇİLİK MALİYETİ 14.000

730 GENEL ÜRETİM MALİYETİ 8.000

770 GENEL YÖNETİM GİDERİ 10.000

780 FİNANSMAN GİDERİ (KISA

VADELİ)

6.000

30.09.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 293 nolu

Yevmiye Kaydının Doğru Yevmiye Kaydı

---------------- / ----------

314--------08 Ekim 2017-------- Borç Alacak

152 MAMULER HESABI 38.200

151 YARI MAMUL ÜRETİM HES. 38.200

30.09.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 292 nolu

Yevmiye Kaydının Doğru Yevmiye Kaydı ve

Tamamlanan Mamul Maliyetinin

Page 46: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

46

Muhasebeleştirilmesi

---------------- / ----------

ÖRNEK 10; Aydın A.Ş. 30.09.2017 tarihinde 289 nolu yevmiye kadında 140

gün önce satın almış olduğu hazine bonosuna ilişkin tahakkuk eden 3.700 TL

tutarındaki faiz geliri için devlet tahvili faiz geliri şeklinde yevmiye kaydı yapmıştır.

İstenen; 10.10.2017 tarihinde yapılan yanlışlığın tespiti sonrası yapılması gereken

düzeltme kaydını yapınız.

YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI

289-------------30 Eylül 2017--------- Borç Alacak

181 GELİR TAHAKKUKLARI HES.

181.02. Hazine Bonosundan Faiz Gelirleri 3.700

3.700

642 FAİZ GELİRLERİ HES.

30.09.2017 Tarihli Hazine Bonosu Faiz Gelirinin

Muhasebeleştirilmesi

3.700

----------------------/----------------

OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT

----------------30 Eylül 2017--------- Borç Alacak

112 KAMU KESİMİ TAHVİL SENET VE

BONOLARI

112.02. Hazine Bonosu 3.700

3.700

642 FAİZ GELİRLERİ HES 3.700

Page 47: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

47

30.09.2017 Tarihli Hazine Bonosu Faiz Gelirinin

Muhasebeleştirilmesi

----------------------/----------------

DÜZELTME KAYDI

Tahvil üzerinde faiz kuponu barındıran bir menkul kıymettir. Tahvil sahibi

bir kişi veya kurum nominal tutarlı tahvili elinde tutarak vadesi içinde sadece kupon

faizini vererek faiz geliri elde edebilir. Fakat hazine bonosu için durum böyle

değildir. Hazine bonosunun nominal değeri vade dolduğunda edinilebilecek bir

değerdir. Hazine bonosu sahibi bir kişi veya kurum ancak vade sonunda hazine

bonosunu verdiği zaman üzerindeki nominal değerin elde eder. Vade sonunu

beklemezse eğer ilgili hazine bonosunu satmak istediği değer üzerinden gelir elde

eder. Bu sebeple hazine bonosundan elde edilen faiz gelirleri, 181 Gelir Tahakkukları

hesabında değil hazine bonosunun raporlama tarihindeki gerçeğe uygun değerini

göstermek amacıyla 112 Kamu Kesimi Tahvil Snet ve Bonoları Hesabının tali hesabı

olan 112.02. Hazine Bonosu Hesabında takip edilir.

322---------10.Ekim 2017--------- Borç Alacak

112 KAMU KESİMİ TAHVİL SENET VE

BONOLARI

112.02. Hazine Bonosu 3.700

181 GELİR TAHAKKUKLARI HES.

181.02. Hazine Bonosundan Faiz Gelirleri

3.700

289Nolu Yevmiye Kaydının Düzeltme Yevmiye

Kaydı

3.700

3.700

Page 48: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

48

------------------/----------------

ÖRNEK 11; Aydın A.Ş. 28.10.2017 tarihinde 3 yıllık vergi ertelemesi sağlayan

Özel Fonlar Hesabındaki 11.600 TL tutarındaki yenileme fonunu, 649 Diğer Olağan

Gelir ve Karlar hesabına aktararak Gelir Tablosu ile ilişkilendirmiştir.

İstenen;05.11.2017 tarihinde, 28.10.2017 tarihindeki 368 nolu yevmiye kaydında

yapılan yanlışlığın, tespiti sonrası yapılması gereken düzeltme kaydını yapınız.

YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI

368-------------28 Ekim 2017--------- Borç Alacak

549 ÖZEL FONLAR HES.

549.01. Yenileme Fonu 11.600

11.600

649 DİĞER OLAĞAN GELİR VE KARLAR

649.05. Yenileme Fonundan Gelir ve Karlar

11.600

11.600

28.10.2017 Tarihli Süresinde Kullanılmayan Yenileme

Fonunun Gelir Tablosu İle İlişkilendirilmesi

----------------------/----------------

OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT

----------------28Ekim 2017--------- Borç Alacak

549 ÖZEL FONLAR HES. 11.600

Page 49: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

49

549.01. Yenileme Fonu 11.600

671 ÖNCEKİ DÖNEM GELİR VE KARLAR

671.05. Yenileme Fonundan Gelir ve Karlar

11.600

11.600

28.10.2017 Tarihli Süresinde Kullanılmayan Yenileme

Fonunun Gelir Tablosu İle İlişkilendirilmesi

----------------------/----------------

Bir işletmenin faaliyetlerinin sonucu olan gelir ve karların aynı zaman

dilimine veya aynı faaliyetlere ait maliyet, gider ve zararlarla karşılaştırılması gereği

muhasebenin dönemsellik temel kavramın gereğidir. Olağan Gelir ve Karlar Hesabı

cari döneme ait ticari işlemler için kullanılabilir. Yenileme fonuna kaynak teşkil eden

ticari işlem ise 3 yıl öncesine aittir. Dönemsellik kavramı gereği ilgili tutar 671 Önceki

Dönem Gelir ve Karlar Hesabına aktarılarak Gelir Tablosu ile ilişkilendirilmelidir.

DÜZELTME KAYDI

392 -----------05 Aralık 2017--------- Borç Alacak

649 DİĞER OLAĞAN GELİR VE KARLAR

649.05. Yenileme Fonundan Gelir ve Karlar 11.600

11.600

671 ÖNCEKİ DÖNEM GELİR VE KARLAR

671.05. Yenileme Fonundan Gelir ve Karlar

11.600

11.600

368Nolu Yevmiye Kaydının Düzeltme Yevmiye Kaydı

----------------------/----------------

Page 50: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

50

Bu olmaz. Çünkü Gelir Tablosu Hesapları birbirleriyle mahsup edilemez. 368

nolu yevmiye kaydının iptali ve doğru yapılması gerekir.

ÖRNEK12; Aydın A.Ş. 27.11.2017 tarihinde yaptırmayı düşündüğü fabrika

binası için taahhüt anlaşması imzaladığı Marmaris İnşaat Ltd. Şti’ye 100.000 TL

avansı banka hesabından göndermiştir. İstenen;05.12.2017 tarihinde, 27.11.2017

tarihindeki 444 nolu yevmiye kaydında unutkanlık ve eksik bilgi neticesinde yapılan

yanlışlığın, tespiti sonrası yapılması gereken düzeltme kaydını yapınız.

YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI

444 -------27 Kasım 2017--------- Borç Alacak

179 TAŞERONLARA VERİLEN AVANSLAR

102 BANKA

27.11.2017 Tarihli Fabrika Binası İnşaatı İçin Taahhüt

Edene Avans Tutarının Bankadan Ödenmesi

100.000

100.000

------------------/--------------

OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT

444---------27 Kasım 2017--------- Borç Alacak

259 VERİLEN AVANSLAR 100.000

259.01. 360.08.001.

Marmaris İnşaat Ltd. Şti

102 BANKA 86.946

Page 51: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

51

360 ÖDENECEK VERGİ VE FONLAR 13.043

360.08. Sorumlu Sıfatıyla Ödenen Gelir

Vergisi

360.08.001. Marmaris İnşaatLtd. Şti.

27.11.2017 Tarihli Fabrika Binası İnşaatı İçin Taahhüt

Edene Avans Tutarının Bankadan Ödenmesi

-------------------/----------------

DÜZELTME KAYDI

179 Taşeronlara Verilen Avanslar hesabını taahhüt işini üstlenen Marmaris

İnşaat Ltd. Şti. işinin bir parçasını alt taşerona vermiş olsaydı kullanabilirdi. Hesap

planında avanslar ticari işlemin özüne göre sınıflandırılmıştır. Aydın A.Ş.’nin vermiş

olduğu avans kendisine bir fabrika binası, bir maddi duran varlık edinimi veya

inşaatı, sebebiyledir.

Ayrıca taahhüt işini veren Aydın A.Ş., taahhüt işini kabul eden Marmaris

Ltd.Şti.ne bir avans ödemesi yaparken taahhüt sözleşmesine bağlı olarak sorumlu

sıfatıyla gelir vergisi stopajı yapmak zorundadır.

Bankadan 15.000 TL fazla ödeme yaptığı için ilgili tutarı 136 Diğer Çeşitli

Alacaklar Hesabında takip edecek ve taşerondan talep edecektir.

459------05Aralık 2017--------- Borç Alacak

259 VERİLEN AVANSLAR 100.000

259.01. 360.08.001. Marmaris

Page 52: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

52

İnşaat Ltd. Şti

136 DİĞER ÇEŞİTLİ ALACAKLAR 13.043

136.06. Taşeronlardan Alacaklar

136.06.01. Marmaris İnşaat Ltd. Şti

179 TAŞERONLARA VERİLEN

AVANSLAR

100.000

360 ÖDENECEK VERGİ VE FONLAR 13.043

360.08. Sorumlu SıfatıylaÖdenen Gelir

Vergisi

360.08.001. Marmaris İnşaat Ltd. Şti.

444Nolu Yevmiye Kaydının Düzeltme Yevmiye

Kaydı

------------ / --------

ÖRNEK13;

Ticari Mal Hareketleri TL

01.11.2017 Tarihi Ticari Mal Stok Maliyeti 9.320

Kasım 2017 İçerisindeki Alışlar Maliyeti 45.434

Kasım 2017 İçerisinde Ticari Mal Alışı Nedeniyle

Katlanılan Navlun Maliyeti

4.600

Kasım 2017 İçerisinde Ticari Mal Alışı Nedeniyle

Katlanılan Sigorta Maliyeti

1.800

Page 53: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

53

Satılabilir Ticari Mal Maliyeti 61.154

30.11.2017 Tarihli Ticari Mal Stok Maliyeti (27.200)

Satılan Ticari Mal Maliyeti 33.954

Aydın A.Ş.’nin 30.11.2017 tarihinde Satılan Ticari Mal Maliyetinin

Hesaplanması yukarıdaki gibidir. Aydın A.Ş. 30.11.2017 tarihinde 449nolu yevmiye

kaydı ile Satılan Ticari Mal Maliyetini Gelir Tablosu ile ilişkilendirmiştir.

İstenen;06.12.2017 tarihinde, 30.11.2017tarihindeki 449nolu yevmiye kaydında, kasım

ayı içindeki alışlarla ilgili takvim-i tehir yapıldığı 54.344 TL yerine 45.434 yazıldığı,

ayrıca dönem sonu stok maliyetinin 29.600 TL olması gerekirken yanlış hesaplandığı

ve 27.200 TL olarak işlem gördüğü tespit edilmiştir. Takvim-i tehir ve yanlış

hesaplama neticesinde yapılan yanlışlığın, tespiti sonrası yapılması gereken

düzeltme kaydını yapınız.

YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI

449 -------30 Kasım 2017--------- Borç Alacak

621 SATILAN TİCARİ MALLAR MALİYETİ HES. 33.954

153 TİCARİ MALLAR HES. 33.954

30.11.2017 Tarihi İtibariyle Satılan Ticari Mal

Maiyetinin Muhasebeleştirilmesi

------------------/--------------

OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT

Ticari Mal Hareketleri TL

Page 54: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

54

01.11.2017 Tarihi Ticari Mal Stok Maliyeti 9.320

Kasım 2017 İçerisindeki Alışlar Maliyeti 54.344

Kasım 2017 İçerisinde Ticari Mal Alışı Nedeniyle

Katlanılan Navlun Maliyeti

4.600

Kasım 2017 İçerisinde Ticari Mal Alışı Nedeniyle

Katlanılan Sigorta Maliyeti

1.800

Satılabilir Ticari Mal Maliyeti 70.064

30.11.2017 Tarihli Ticari Mal Stok Maliyeti (29.600)

Satılan Ticari Mal Maliyeti 40.464

449 -------30 Kasım 2017--------- Borç Alacak

621 SATILAN TİCARİ MALLAR MALİYETİ

HES.

40.464

153 TİCARİ MALLAR HES. 40.464

30.11.2017 Tarihi İtibariyle Satılan Ticari Mal

Maiyetinin Muhasebeleştirilmesi

------------------/--------------

DÜZELTME KAYDI

Olması Gereken STMM 40.464

Yanlış Kayıttaki STMM (33.954)

Page 55: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

55

Fark 6.510

462 -------30 Kasım 2017---------

Borç Alacak

621 SATILAN TİCARİ MALLAR MALİYETİ

HES.

6.510

153 TİCARİ MALLAR HES. 6.510

449 Nolu Yevmiye Kaydının Düzeltme Yevmiye

Kaydı

------------------/--------------

ÖRNEK 14; Aydın A.Ş.’nin 10.12.2017 tarihinde 200.000 TL bedelle kira ve

değer artış kazancı sağlamak amacı İstanbul Selimpaşa’dave 400.000 TL bedelli

“belirli bir kar marjı ile bütününü veya küçük parsellere ayırarak satmak amacıyla

Tekirdağ Marmara Ereğlisi’nde” “ana faaliyet dışı” toplam iki arsayı satın almıştır.

Satın alma sürecinde KDV söz konusu olmamıştır. Arsaların tutarları banka

hesabından ödenmiştir.

İstenen;22.12.2017 tarihinde, 10.11.2017 tarihindeki 650 nolu

yevmiyekaydında, satın alınan gayrimenkulleri 250 Arsa ve Araziler hesabına kayıt

yapmıştır. Özün önceliğine dikkat etmeksizin yapılan yanlış sınıflandırmanın, tespiti

sonrası yapılması gereken düzeltme kaydını yapınız.

YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI

650 -------10 Aralık 2017--------- Borç Alacak

250 ARSA VE ARAZİLER HES. 600.000

250.01. İstanbul Selimpaşa 200.000

Page 56: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

56

250.02. Tekirdağ Marmara

Ereğlisi 400.000

102 BANKA 600.000

10.12.2017 Tarihli Arsa Alımlarının ve Bankadan

Ödemenin Yevmiye Kaydı

------------------/--------------

OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT

650---------10 Aralık 2017--------- Borç Alacak

202 YATIRIM AMAÇLI GAYRİMENKULLER

HESABI

200.000

202.01. Yatırım Amaçlı Arsa ve Araziler

202.01.001. İstanbul Selimpaşa 200.000

201 SATIŞ AMAÇLI GAYRİMENKULLER

HESABI

400.000

201.01. Satış Amaçlı Arsa ve Araziler

201.01.001. Tekirdağ Marmara Ereğlisi 400.000

102 BANKA HES. 600.000

10.12.2017 Tarihli Arsa Alımlarının ve Bankadan

Ödemenin Yevmiye Kaydı

Page 57: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

57

-------------------/----------------

DÜZELTME KAYDI

Bir işletme istediği takdirde bir varlık üzerindeki haklarını gerçeğe uygun

değer üzerinden kira ve değer artışı amacıyla edinmiş ise yatırım amaçlı

gayrimenkul olarak, alım satım amacı ile edinmiş ise satış amaçlı gayrimenkul

olarak, doğru sınıflandırma ve özün önceliği gereği muhasebeleştirir. Hesap Planında

boş olan 200 grubu içerisinde, 201 Satış Amaçlı Gayrimenkul ve 202 yatırım Amaçlı

Gayrimenkul adıyla bir hesap açılabilir ve burada takip edilebilir. Ancak; satış amaçlı

gayrimenkul ve yatırım amaçlı gayrimenkul unsurunun gerçeğe uygun değeri aşırı maliyet

veya çabaya katlanmaksızın ölçülemiyorsa, gayrimenkulün tamamı maddi veya maddi

olmayan duran varlık olarak muhasebeleştirilir. 201 Satış Amaçlı Gayrimenkuller her ne

kadar 201 koduyla Duran Varlıklar arasında olsa dahi, finansal durum tablosunun

(bilançonun) hazırlanması sürecinde, Duran Varlık toplamından çıkarılarak, Dönen Varlıklar

birinci toplamından sonra ve Dönen Varlıklar ikinci toplamından önce yer alır.

680 ------22Aralık 2017--------- Borç Alacak

202 YATIRIM AMAÇLI GAYRİMENKULLER

HESABI

200.000

202.01. Yatırım Amaçlı Arsa ve Araziler

202.01.001. İstanbul Selimpaşa 200.000

201 SATIŞ AMAÇLI GAYRİMENKULLER

HESABI

400.000

201.01. Satış Amaçlı Arsa ve Araziler

201.01.001 Tekirdağ Marmara Ereğlisi 400.000

250 ARSA VE ARAZİLER HES. 600.000

Page 58: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

58

250.01. İstanbul Selimpaşa 200.000

250.02. Tekirdağ Marmara Ereğlisi

400.000

650 Nolu Yevmiye Kaydının Düzeltme Yevmiye

Kaydı

------------ / --------

6. SONUÇ

Muhasebe hata ve hileleri, muhasebe kavram, ilke ve kurallarına uygun

olmayan düzensizlikleri ifade eder. Hata ve hile kavramlarını birbirinden ayıran

unsur, yapılan işlemlerde kasıt bulunup bulunmadığıdır. Ticari işlemin muhasebe

kayıtlarında alınması sürecinde yapılan yanlışlık; sık sık tekrar etmiyorsa, anlaşılma

ve düzeltme fırsatı varken, fark edilip düzeltme işlemi yapılıyorsa, düzeltme

sürecinde başka bir yanlışlık yapılmıyorsa, işletme sahibi, yöneticileri ve çalışanları

yararına diğer kişilerin zararına bir sonuç doğurmuyorsa, işletmelerin bir hesap

grubu ve aktif toplamı içinde büyük miktarda değilse (önemlilik kriterlerini

taşımıyor ise), bilinçsizce yapılmış ise, kasıt yok ise hata olarak tanımlanır.

Bir ticari işlemin, işletmenin faaliyet gösterdiği ülkedeki yasa, üst kurul

düzenlemeleri, genel kabul görmüş muhasebe ilkeleri ile muhasebe ve finansal

raporlama standartlarının değerlendirilmemesi veya eksik ve yanlış

değerlendirilmesi sonucu, başka bir hesaba kayıt edilmesi de hata olarak tanımlanır.

Bu şekilde bir hataya sebep verilmesi ve hesap hatalarının oluşmasına neden olur.

“UFRS ve TFRS’de hatalar; cari dönemde fark edilen, geçmiş dönem veya

dönemlere ilişkin tabloların hazırlanması veya açıklanması esnasında mevcut ve

dikkate alınmış olması beklenen güvenilir bilginin mali tablolar dışında bırakılması

veya diğer raporlama yanlışlıklarının yapılmasını” ifade eder.

Page 59: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

59

Hatalı ve hileli işlemleri tespit etme ve düzeltme sorumluluğu işletme

yönetimine aittir. Yönetimin sorumluluğu; makul bir maliyetle sürekli gözetimi

sağlayan etkin bir iç kontrol ve iç denetim sistemi kurmak ve uygulamaktır. İç

kontrol ve iç denetim biriminin etkisizliği, işletme yönetiminin sorumluluğunu

ortadan kaldırmaz. Çünkü hatalı ve hileli işlemler; etik, ekonomik ve sosyal olmakla

birlikte teknik bir konudur. İşletmeleri iflasa götürebilecek sonuçları vardır.

Türkiye Muhasebe Standardı 8 “Muhasebe Politikaları, Muhasebe

Tahminlerinde Değişiklik, Hatalar ve Bilanço Tarihinden Sonraki Olaylar”

standardının amaçlarından birisi de; hata ve düzeltmelere ilişkin açıklamaları

yapabilmek için finansal tablolardaki gerekli açıklamaları yapabilmektir.

Uluslararası ve Türkiye Finansal Raporlama Standartları ve Muhasebe Standartları,

finansal tabloların şeffaf olarak düzenlenmesini ve güvenilir bilgiyi içermesini amaç

edinmektedir.

Hatalar ortaya çıktıkları dönem içerisinde düzeltilebilir. Fakat geçmiş dönem

ile ilgili olduklarında geçmiş dönem finansal tabloların düzeltilerek, düzeltilmiş

tutarların finansal tablolarda hiç hata olamamış gibi yer alması, ölçülmesi ve

açıklanmasının yapılması gereklidir.

Geriye dönük düzeltme işlemi ile; hatanın yapıldığı döneme (dönemlere) ait

tablodaki (tablolardaki) karşılaştırmalı tutarlar düzeltilir ya da hatanın sunulan

dönemden daha da önce meydana geldiği durumda ise; sunulan en erken dönemin

varlık, borç ve özkaynak açılış bakiyeleri düzeltilir. Cari dönemdeki hataların

düzeltmeleri hariç olmak üzere, önceki dönemlere ilişkin hataların düzeltme etkileri,

hataların fark edildiği döneme ilişkin kar veya zarara dahil edilemez. Muhasebe

hatalarını düzeltim işlemini, muhasebe politikalarında meydana gelen değişiklikler

ve muhasebe tahminlerinde meydana gelen değişikler ve bilanço tarihinden sonraki

olaylar sebebiyle yapılan düzeltme ile karıştırmamak gereklidir. Bu nedenle,

muhasebe ataların düzeltilmesinde ileriye yönelik uygulamasözkonusu değildir.

Page 60: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

60

Finansal tablolardaki yanlış ve gerçeğe uygun olmayan işlemler ile hatalar,

muhasebe politikalarının açıklanması ve dipnotlarda belirtilmesi suretiyle

düzeltilmiş olmaz. Düzeltmeler, muhasebe kayıt ve tekniğine göre yapılır ve finansal

tablolara yansıtılmalıdır.

Hatalı ve hileli işlemleri tespit etme ve düzeltme sorumluluğu işletme

yönetimine aittir. Yönetimin sorumluluğu; makul bir maliyetle sürekli gözetimi

sağlayan etkin bir iç kontrol ve iç denetim sistemi kurmak ve uygulamaktır. İç

kontrol ve iç denetim biriminin etkisizliği, işletme yönetiminin sorumluluğunu

ortadan kaldırmaz. Çünkü hatalı ve hileli işlemler; etik, ekonomik ve sosyal olmakla

birlikte teknik bir konudur. İşletmeleri iflasa götürebilecek sonuçları vardır. Önemli

tutarsızlık ve yanlışlıklar da hata veya hile kaynaklı olabilir. Yanlışlıkların, tek başına

veya toplu olarak, finansal tablo kullanıcılarının bu tablolara istinaden alacakları

ekonomik kararları etkilemesi makul ölçüde bekleniyorsa bu yanlışlıklar önemli

olarak kabul edilir. Önemli tutarsızlığı ve yanlışlıkları tek başına muhasebe hatası

olarak kabul etmemek gerekir. Önemli yanlışlık ve tutarsızlığın mevcut olması

halinde; denetim raporunun güvenilirliğini zedelememek için endişelerini, almış

olduğu hukuki tavsiyeleri de içerecek şekilde düzeltilmesini işletme yönetiminden

yazılı talep etmelidir. İşletme değişiklik yapmayı reddediyorsa; bağımsız denetçi

görüşüne finansal tablolara dayanarak karar alan bilgili kişi veya kurumların

dikkatine sunulması gerekli görülen hususuaçıklayan (konunun vurgulandığı)’

paragrafı ekleyerek önemli tutarsızlığı açıklamalıdır ve hatta bağımsız

denetimgörüşünü; şartlı ya da olumsuz görüş olarak değiştirebilir. Bağımsız denetim

görüşünde değişikliğe gitmesinin yanı sıra, önemli tutarsızlığa neden olan özel

koşulların ve karşılaşılan tutarsızlığın büyüklüğüne bağlı olarak denetçi; bağımsız

denetim raporu vermemek veya bağımsız denetimden sürecinden çekilmek gibi ek

önlemlere başvurabilir.

Page 61: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

61

KAYNAKÇA

Türkiye Denetim Standartları, Bağımsız Denetim Standardı (BDS) 700; Finansal

Tablolara İlişkin Görüş Oluşturma ve Raporlama

Türkiye Denetim Standartları, Bağımsız Denetim Standardı (BDS) 701:Kilit Denetim

Konularının bağımsız Denetim Raporunda Bildirilmesi

Türkiye Denetim Standartları, Bağımsız Denetim Standardı (BDS) 720: Bağımsız

Denetçinin Denetlenmiş Finansal Tabloları İçeren Dokümanlardaki Diğer Bilgilere İlişkin

Sorumlulukları

ÇOMAK Yüksel (2003), “Sahtekarlık, Suistimal, Dolandırıcılık”, VII.Türkiye İç

Denetim Kongresi 29-30 Mayıs.

HASDEMİR Özlem (2003), “Yolsuzlukları Önlenmeye Yönelik Uygulamalar”

,VII.Türkiye İç Denetim Kongresi 29-30 Mayıs 2003.

DEMİR Volkan, “SPK Muhasebe Standartları Çerçevesinde Hata Kavramı ve

Düzeltilmesi-Kıdem tazminatı Karşılığı Hesaplama Örneği” 1-14.

DEMİRBAŞ Mahmut (2008), Suistimalin Tespiti, Soruşturulması ve Raporlanması,

VII. Anadolu İşletmecilik Kongresi, 8-10 Mayıs 2008, 74-84.

DEMİRCİ Nalan (1998), Muhasebe de Hata ve Hile, Yükseklisans tezi, Erciyes

Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı,

Kayseri.

DİRİMTEKİN Tuğrul (1991), Muhasebede İç Kontrol İlkeleri, Bursa İktisadi ve İdari

Bilimler Fakültesi Yayınları, yayın No: 3, Bursa.

DUMAN Ömer (1997), “Yanıltıcı Vesika Vergi Hukukunda Sahte veya Muhteviyatı

İtibariyle”, Maliye ve Sigorta Yorumları, Sayı; 242, Ankara, Şubat.

GÜRBÜZ Hasan (1995), Muhasebe Denetimi, Bilim Teknik Yayınları, Eskişehir.

HATUNOĞLU Zeynep, KOCA Nurettin, KILLI Mustafa (2012), “İç Kontrolün

Muhasebe Sistemindeki Hata ve Hilelerin Önlemedeki Rolü Üzerine Bir Alan Çalışması”,

Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 20, 169-189.

KILIÇ Hasan (2003), “Etik Kurallar, Yolsuzluk ve Denetimi”, VII. Türkiye İç

Denetim Kongresi 29-30 Mayıs 2003.

Page 62: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

62

KAYMAK Can (1996), Muhasebede Yapılan Hata ve Hilelerin Muhasebe ve

Muhasebe Denetimi Yönünden Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Marmara

Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Muhasebe Finansman Bilim Dalı, İstanbul.

Public Company Accounting Over sight Board (PCAOB), Auditing and Related

Professional Practice Standarts AS2, Auditing Standard 2: An Audit of Internal Control Over

Financial Performed in Conjunction with An Audit of Financial Statements, E-99.

The IIA Research Foundation, “Assesment Guide for U.S. Legistative, Regulatory a

Listing Exchange Requirement Affecting Internal Auditing, The IIA Research Foundation,

Florida, 2003.

Türkiye İç Denetim Enstitüsü (TIDE), Uluslararası İç Denetim Standartları Mesleki

Uygulama Çerçevesi (UIDSMUÇ), Yayın No: 3.

Türkiye Muhasebe Standartları (TMS) 8: Muhasebe Politikaları, Muhasebe

Tahminlerindeki Değişiklikler ve Hatalar

Türkiye Muhasebe Standartları (TMS) 33: Hisse Başına Kazanç Vergi Usul Kanunu

YALKIN Yüksel Koç (2005), Genel Muhasebe İlkeleri ve Uygulamalar, 14.Baskı,

Nobel Yayın Dağıtım Ankara.

Page 63: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

63

ABD’NİN KÜRESEL İMPARATORLUK TAHAYYÜLÜ ve

BUNUN ARACI OLARAK “BÜYÜK ORTADOĞU” PROJESİ

Doğacan BAŞARAN

ÖZET

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yaşanmış olan Soğuk Savaş, ideolojik

hassasiyetler çerçevesinde şekillenmiştir. Soğuk Savaş’ın, Sovyetler Birliği’nin ve buna bağlı

olarak sosyalist bloğun dağılmasıyla neticelenmesi, ABD’nin ideolojik bir zafer elde etmesi

anlamına gelmişse de, Washington yönetimi tarafından ideolojik zafer tek başına yeterli

olarak görülmemiş ve Amerika, elde ettiği ideolojik zaferi, jeopolitik bir zaferle de

taçlandırmak istemiştir. Bu nedenle Soğuk Savaş sonrasında Amerikan dış politikasının

jeopolitik hedefler doğrultusunda yönetildiği görülmektedir. Bu bağlamda ABD, küresel

üstünlüğünü koruyabilmek için Avrasya coğrafyasına hükmetmek gerektiği tespitini yapmış

ve dış politikasını da Avrasya coğrafyasının anahtarı olarak değerlendirdiği ‘‘Büyük

Ortadoğu’’yu kontrol etme hedefiyle oluşturmuştur. Zira bu bölge, zengin petrol ve

doğalgaz kaynaklarına sahip olduğu için ABD açısından kontrol edilmesi elzem olarak

değerlendirilen bir cazibe merkezi şeklinde öne çıkmıştır. Büyük Ortadoğu Projeside

ABD’nin bu coğrafyadaki üstünlüğünü kurumsallaştırmaya yönelik geliştirdiği jeopolitik

proje olarak ifade edilebilir.

Anahtar Kelimeler: ABD, Ortadoğu, Büyük Ortadoğu Projesi, İmparatorluk, Tahakküm

THE GLOBAL EMPERORSHIP ENVISAGEMENT OF USA

AND “GREAT MIDDLE EAST” PROJECT AS A TOOL OF IT

ABSTRACT

The Cold War, took place following to Second World War, was shaped by ideological

precisions. The end of Cold War by dissolution of USSR and Soviet Block meant that

ideological triumph of USA. But this ideological triumph wasn’t seen enough for America

Bu çalışma, yazarın Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstütüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Yüksek Lisans mezuniyet tezinden faydalanılarak hazırlanmıştır. Yazar, tezin makaleye dönüştürülmesinde Danışman Hocası Prof. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN tarafından teşvik edilmiş ve desteklenmiştir. Yazar, Hocasına minnettarlığını sunmaktadır. Trakya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Doktora Öğrencisi, [email protected]

Page 64: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

64

and it wanted to crown his ideological triumph with a geopolitical one. So it is seen that

foreign policy of America has been managing in the direction of geopolitical targets

following to the Cold War. In this context America determined that it must dominated to

Eurasian area for protecting his global supremacy. So its foreign policy designed for

controlling the Greater Middle East area, evaluated as key of Eurasian geography. And this

region, has come to the forefront as a center of attraction, which must be controlled by USA,

because of its rich oil and natural gas resources. The Greater Middle East Project can also be

expressed as a geopolitical project that the USA has developed to institutionalize its

supremacy in this geography.

Keywords: USA, Middle East, The Great Middle East Project, Empire, Domination

Giriş

Soğuk Savaş sonrasında Amerika Birleşik Devletleri’nin tek küresel süper

güç olarak öne çıkması, Washington yönetimini, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla

ortaya çıkan jeopolitik boşlukları doldurmaya yönelik bir strateji benimsemeye

itmiştir. Bu anlamda petrol ve diğer enerji kaynaklarını da kontrol edebilmek adına,

Avrasya coğrafyasını jeopolitik ödül olarak tanımlayan Amerikalı karar alıcılar,

Avrasya hâkimiyetini nasıl sağlayabileceklerine ilişkin tartışmalara ağırlık

vermişlerdir. Bu bağlamda Avrasya hâkimiyetinin anahtarı olarak gördükleri

‘‘Büyük Ortadoğu’’ coğrafyasına ilişkin stratejik hedefler belirleyen ABD’nin bölge

politikası, ‘‘Bush Doktrini’’ ve ‘‘Önleyici Savaş Stratejisi’’ çerçevesinde şekillenen

Büyük Ortadoğu Projesi’nde somutlaşmıştır. Bush tarafından benimsenen bu strateji,

bir bölgede sorun ortaya çıkmadan önce düzenlenen askeri operasyonlar ile söz

konusu bölgeye barış getirmek ve terörün kaynaklarını yok etmek gibi amaçlar taşısa

da, zamanla ilgili stratejinin bu hedeflere ulaşmaktan uzak bir yöntem olduğu

tecrübe edilmiştir.1

Türkçe literatür içerisinde ABD’nin Ortadoğu politikası ve Büyük Ortadoğu

Projesi’ne ilişkin çok sayıda çalışma bulunmasına rağmen; bu çalışmalarda konunun

küresel imparatorluk tartışmalarına odaklanarak kuramsal boyutta ele alınması

konusunda, bir eksiklik bulunduğu gözlemlenmektedir. Bu bağlamda bu çalışma

literatüre mütevazi bir katkı yapmayı amaçlamaktadır.

Bu çalışmada, ‘‘imparatorluk’’ kavramı açıklanarak Soğuk Savaş sonrasında,

Amerikan hegemonyasına duyulan rızanın ortadan kalkamaya başlamasıyla birlikte,

gelişen Amerikan saldırganlığı neticesinde dünyanın tanıklık ettiği ‘‘Küresel

1Ertan Efegil, ‘‘Bush Doktrini ve Dünya Güvenliğine Etkileri’’, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat

Araştırmaları Dergisi, Sayı 8,s.120

Page 65: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

65

Amerikan İmparatorluğu’’ girişimi, Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde

değerlendirilmektedir

1.İMPARATORLUK ve ABD

1.1.Kuramsal Anlamda İmparatorluk

İmparatorluk terimi, tıpkı emperyalizm teriminde olduğu gibi, Latince

‘‘imperium’’ sözcüğünden türetilmiştir. İki kavramın etimolojik kökeni aynı olsa bile,

ifade ettiği anlamlar birbirinden oldukça farklıdır. Hardt -Negri ikilisine göre,

emperyalizm, Avrupalı ulus - devletlerin egemenliklerini sınır ötesine yaymasını

ifade ederken; imparatorluk, sabit sınırları tanımayan farklı ulusal renkleri bir

gökkuşağının içerisinde eriten sistemdir2. Daha da önemlisi emperyalizm bir süreci;

imparatorluk ise bir varlığı3 ifade etmektedir. Bu varlık; büyük, bileşik, çok etnikli

veya çok uluslu bir siyasi birliği oluşturmaktadır ve birlik kendi içerisinde egemen

merkez ve ona tabii olan birimler olarak bölünmektedir4. Bu tanımdan hareketle

belirtilebilir ki, literatür içerisinde imparatorluk kavramı, egemenlik - hakimiyet

ilişkilerini ifade etmek amacıyla kullanılmaktadır.

Hardt -Negri ikilisi imparatorluk kavramını, günümüzün çağdaş, küresel

egemenlik ilişkilerini tanımlamak amacıyla kullanmıştır5. Hardt ve Negri’nin

vurguladıkları gibi, çağdaş dönemde egemenlik, yeni bir biçim almış ve buna bağlı

olarak tek bir hükmetme mantığı altında birleşen ulusal ve ulus - üstü organlar

imparatorluğu bir araya getirmiştir6. İmparatorluk kavramının çağdaş döneme ait

olduğunu Hardt ve Negri vurgulamışsa da bu kavramı, dünya tarihinin son 500

yıllık dönemini oluşturan modern dünya - sisteme ait bir kavram olarak

değerlendiren yorumlar da bulunmaktadır. Örneğin StephenHowe’a göre,

imparatorluk; modern dünya - sistemde geçerli olan son 500 yıllık dönemin

yapısıdır. Bu yapının özelliği, deniz gücüyle okyanuslara ve hatta tüm dünyaya

yayılmasıdır7. Modern dünya - sistemi kavramının en önemli temsilcisi olan

Wallerstein’a göre, tarih imparatorlukların var olduğu bir sahnedir. Ona göre

2 Hakan Tunç (2010), Wallerstein’e Göre Modern Dünya-Sistemi, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s.12 3StephenHowe, İmparatorluk, Dost Yayınevi, Sinem Gül(Çev.), Ankara 2002, s.34-35 4S.Howe, ‘‘İmparatorluk…’’, s.44-45 5 Mustafa Demirtaş, ‘‘Michael Hardt ve Antonio Negri: Yeni Bir Egemenlik Biçimi Olarak İmparatorluk ve Siyasetin Öznelerinin Yeniden Kavramsallaştırılması’’, www.spectrumjournal.net/wp-content/uploads/2014/05/Mustafa-Demirtaş.pdf, s.74, Son Erişim Tarihi: 14/04/2016 6H.Tunç, ‘‘Wallerstein’e Göre…’’, s.12; M.Demirtaş, ‘‘ Michael Hardt ve …’’, s.74 7S.Howe, ‘‘İmparatorluk…’’, s.50

Page 66: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

66

imparatorluk, çok sayıda kültürü tek merkezde birleştiren ve içine alan politik

yapıdır8.

İmparatorluk yapısı, tek bir ülkenin gerçek veya potansiyel bir şiddetle

sorunları bastırma kapasitesi sayesinde diğer ülkelerin egemenlik ve hakimiyet

haklarını yok sayması ve onların hareketlerini sınırlandırabilmesi temelinde oluşur;

ve esas olarak askeri güce dayanmaktadır. Ayrıca kendisine karşı oluşturulabilecek

ittifakları engelleme yetisini de gerektirir.9 Tanımdan anlaşılacağı üzere imparatorluk

olgusunun temelinde güç olgusu yatmaktadır. Diğer taraftan imparatorluk, yalnızca

kaba güç olgusuna dayanan değil, gücün barışçıl bir düzen oluşturulabilmesi

amacıyla kullanılmasını da içeren bir kavramdır; çünkü imparatorluk var olan

çatışmaları çözme kapasitesini gerektirir10. Bu görüş, Hardt ve Negriikilisinde de

mevcuttur. İkiliye göre, emperyal düzenin meşruluğu yalnıza askeri güce

dayandırılamaz. Meşruiyet, uluslararası tüzel normların üretimi yoluyla

gelişmelidir.11 Bu anlamda imparatorluk, barışçıl bir düzen üretebildiği sürece

hayatta kalmaktadır. Aksi durumda imparatorluk karşıtı ittifak arayışlarının, yeni

hegemonik yönelimlerin, oluşması hiç de şaşırtıcı değildir.

1.2.Küresel Amerikan İmparatorluğu

Soğuk Savaş sonrasında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte oluşan

yenidünya düzeninde ABD, bir imparatorluk karakteri taşıyarak öne çıkan hâkim

devlet konumundadır. Bu nedenle ABD’nin küresel hegemonya hedefleri

imparatorluk kavramı üzerinden nitelendirilmekte ve ‘‘Yeni - İkinci Roma

İmparatorluğu’’12 benzetmeleri yapılmaktadır. Aslında Küreselleşme, tarihî

kapitalizmin bir dünya-ekonomi ve dünya-sistemi yaratmasına bağlı olarak, 20.

Yüzyılın sonlarında yeni bir iktidar biçimi üretmiştir.13 Ancak ABD için,

“imparatorluk” benzetmesini yapanların tarihin oluş sürecinin tüm zorba rejimleri

olduğu gibi, Roma İmparatorluğu’nu da ezip yok ettiği gerçeğini unuttukları

açıktır14.

8H.Tunç, ‘‘Wallerstein’e Göre…’’, s.11 9 Kemal Çiftçi, ‘‘Soğuk Savaş Sonrasında ABD: Rızaya Dayalı Hegemonyadan İmparatorluk Düzenine’’, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 10, 2009, s.214 10 Michael Hardt, AntonioNegri, İmparatorluk, Ayrıncı Yayınları, Abdullah Yılmaz(Çev.), İstanbul 2012, s.37 11M.Hardt, A.Negri, ‘‘İmparatorluk…’’, s.190 12Zafer Akbaş, ‘‘ABD’nin Ortadoğu Politikalarının Sürdürülebilirliği ve Ortadoğu’da Güç Mücadelesi’’, History Studies, ABD ve Büyük Ortadoğu İlişkileri Özel Sayısı, Yıl 2011, s.3 13

Betül Karagöz, “Bilgi Üretiminin Siyasal, Ekonomik ve Toplumsal Boyutları,” Küreselleşme,

Demokratikleşme ve Türkiye Uluslararası Sempozyumu Bildiri Kitabı – 27-30 Mart 2008, Akdeniz Üniversitesi Yayını, Antalya, 2008a, s.607-616. 14 Ebu Muhammed- el Makdisi, Büyük Ortadoğu Projesi, Küresel Kitap, Müslim Kılıç, İstanbul 2015, s.34

Page 67: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

67

ABD’nin hegemonyasını kuvvet kullanarak merkezileştirmesi konusunda;

yani imparatorluk rolünü üstlenmesi konusunda, uluslararası örgütlerin talepleri

belirleyici olmuştur; çünkü Haiti’den Basra Körfezi’ne, Somali’den Bosna Krizi’ne

kadar, Soğuk Savaş sonrasında yaşanan tüm bölgesel krizlerde uluslararası kamuoyu

ABD’nin soruna müdahale etmesini talep etmiştir.15 Uluslararası kamuoyunun bu

talebine bağlı olarak ABD, dünya düzeninin sağlanması ve dünya barışının yeniden

tesis edilebilmesi için, adeta dünyanın jandarmasıymışçasına müdahalelerde

bulunmuş ve bu müdahaleler uluslararası toplum tarafından meşru olarak

değerlendirilmiştir. Örneğin ABD’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararına

dayandırarak NATO aracılığıyla yaptığı Kosova müdahalesine bakıldığında,

müdahalenin insan hakları söylemine dayandırıldığı ve uluslararası toplum

tarafından meşru olarak değerlendirildiği görülmektedir16. Ancak bu operasyonların

arkası kesilmemiştir. Buna bağlı olarak ABD’nin BM ve NATO destekli

operasyonlarının beklenen sonuçları vermediği ve gereksiz olduğuna yönelik

eleştirel sorgulamalar gelişmiştir. Bu eleştiriler sanılan etkiyi yaratmamış ve ABD’nin

vurucu güç kullanmaktan uzaklaşmasını sağlamamıştır17. İşte bu nedenle ABD, çok

güçlü bir küresel egemenliğe ve hatta gayrıresmi bir imparatorluk seviyesine

ulaşmıştır18. Yani Soğuk Savaş sonrasında ABD’nin tek küresel süper güç ve bir

küresel imparatorluk olarak küresel düzeyde hâkimiyet oluşturduğu19 ve

uluslararası sistemin kural ve düzenlemelerini organize edecek kapasitede olduğu

görülmüştür.

Emperyal sistemin örgütleyicisi ve lideri konumunda20 bulunan ABD’nin

günümüzdeki bu rolü, 19.yüzyıldaki Büyük Britanya İmparatorluğu’na

benzemektedir. Yani mümkün oldukça resmi olmayan; ancak gerektiğinde

resmileşen bir yayılım kontrolü ilkesi mevcuttur21. Resmi olmayan Amerikan

imparatorluğu; Foster’ın da belirttiği üzere, eski zaman imparatorlukları gibi,

sömürgeler, fetihler ve zulüm üzerine kurulmamıştır. 21.yüzyıl imparatorluğu,

politika bilimine yeni giren bir kavram olarak, serbest pazarın sürekliliği için

15M. Hardt, A. Negri, ‘‘İmparatorluk…’’, s.191 16 Cem Oğultürk, ‘‘Kosova’nın Bağımsızlık Süreci Kapsamında ABD Dış Politikasının Analizi’’, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Sayı 19, Yıl 10, s.116 17 Betül Karagöz Yerdelen, ‘‘Birleşmiş Milletler’in 70.Yılında Devletlerin İnsani Sorumluluğu ve İnsani Müdahale Sorunsalı’’, Küresel Yönetişim, Güvenlik ve Aktörler: 70.Yılında BM, Tasam Yayınları, İstanbul 2016, s.51-52 18S.Howe, ‘‘İmparatorluk…’’, s.152 19Taner Timur, ‘‘ ‘‘Küreselleşme’’ den ‘‘İmparatorluk’’ a 11 Eylül Dönüm Noktası mı? ’’, www.praksis.org/wp-content/uploads/2011/07/007-10.pdf, Son Erişim Tarihi: 10.12.2017 20 Harry Magdoff, Emperyalizm Çağı, Sosyalist Yayınlar, Doğan Şafak(Çev.), İstanbul 1997, s.49 21 John BellamyFoster, Emperyalizmin Yeniden Keşfi, Divan Yayıncılık, Çiğdem Çidamlı (Çev.), İstanbul 2008, s.25-26

Page 68: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

68

kullanılan askeri güce dayalı hegemonik bir liderliği ifade etmektedir22. Foster’ın

çalışmasından anladığımız uluslararası emperyal düzenin, sürekli olarak yeniden

üretilmesi durumunda, ABD üstünlüğünün meşru olarak kabul edileceğidir. Diğer

taraftan bize göre, ABD’nin askeri müdahalelerde bulunarak kuvvet kullanması,

onun üstünlüğüne verilen rızanın ortadan kalktığını, yumuşak güç unsurlarının

etkisini kaybettiğini ve kendi otoritesini kabul ettirebilmek adına kaba güç

kullanması gerektiğini; dolayısıyla tahakküm politikalarına yöneldiğini

göstermektedir. Zira Faruk Yalvaç’ın da belirttiği gibi, Amerikan üstünlüğünün

zayıflaması, ABD’nin kendi ürettiği düzenin kurallarını diğer devletlere kabul

ettirememesinden kaynaklanmaktadır23. Bundan dolayı Amerikan üstünlüğünün

zayıflaması durumu, ABD’nin uluslararası meşruiyetini yitirmesinin doğal bir

sonucudur. Bu nedenle ABD’nin askeri müdahaleleri, kendisinin dünya

hâkimiyetindeki gücünü pekiştirmesinin değil; aksine eskisi kadar güçlü

olmadığının, güç kaybettiğinin göstergesidir.

ABD’nin gücünün gerileyişine ilişkin değerlendirmeler yapan Wallerstein’e

göre, Soğuk Savaş sonrasında komünizmin çöküşü, Amerikan üstünlüğünün

arkasındaki tek ideolojik gerekçeyi ortadan kaldırarak liberalizmin çöküşünün de

başlangıcı olmuştur24. Bu nedenle Soğuk Savaş sırasında sosyalist düşmanın

yenilgiye uğratılması hiçbir zaman ABD için öncelikli bir hedef olmamıştır25; çünkü

ABD için Soğuk Savaş, kazanılacak bir oyun değil; dans edilecek bir sahneydi. Bu

nedenle ABD, Soğuk Savaş’ı kazanmamış aslında kaybetmişti. Soğuk Savaş’ın sona

ermesi ABD hegemonyasının en önemli payandası olan Sovyetler Birliği’ni ortadan

kaldırmıştır26. Bundan dolayı ABD, Soğuk Savaş sonrasında gücünü kullanırken çok

daha dikkatli olmak durumunda kalmıştır. Zira ABD gücünün tahakküm politikaları

doğrultusunda kötüye kullanılması, ABD’nin küresel hâkimiyet rolünü gayrimeşru

bir statüye sürükleyeceği endişesini doğurmuştur27. Örneğin ABD’nin Irak

müdahalesi sırasında Almanya ve Fransa gibi Avrupalı devletlerin askeri operasyona

muhalefet etmesi, Amerikan hegemonyasının gayrimeşru olduğuna yönelik

tartışmaların yaşanmasına sebep olmuştur. Buna bağlı olarak ‘‘Amerikan

İmparatorluğu’’ tartışmaları, Irak savaşı sonrasında uluslararası kamuoyunun

gündemine daha sık gelmiş ve literatürde yaygınlık kazanmıştır. Diğer taraftan

22J.Foster, ‘‘Emperyalizmin Yeniden…’’, s.27 23 Faruk Yalvaç, ‘‘Uluslararası İlişkilerde Yapısalcı Kuramlar’’, Devlet, Sistem, Kimlik, (Ed. Kollektif), İletişim Yayınları, İstanbul 2011, s.181 24Immanuel Wallerstein, Amerikan Gücünün Gerileyişi, Metis Yayınları Tuncay Birkan(Çev.), İstanbul 2015 25M.Hardt, A.Negri, ‘‘İmparatorluk…’’, s.189 26I.Wallerstein, ‘‘Liberalizmden…’’, s.181-182 27ZbigniewBrzezinski, Tercih, İnkılap Yayınları, Cem Küçük(Çev.), İstanbul 2005, s.17

Page 69: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

69

ABD’nin oluşan imparatorluğun merkezi olduğu konusunda, Hardt ve Negri ikilisi

farklı bir noktayı daha vurgulamaktadır: İkiliye göre, çağdaş dönemde oluşan

imparatorluk bir Amerikan imparatorluğu olmadığı gibi; ABD, bu imparatorlukta

merkezi bir konuma da sahip değildir; çünkü imparatorluğun fiili ve tespit edilebilir

bir yeri yoktur. İmparatorluk merkezsizdir. Bu anlayışa göre imparatorluk,

merkezsiz olduğu için dışarıya ihtiyaç duymaksızın küresel kapitalizmin varlığını

sürdürmesini sağlamaktadır28.

ABD özeline dönecek olursak imparatorluğun bir merkezinin olmaması;

ABD’nin imparatorluk içerisindeki diğer devletlerden farksız olduğu anlamına

gelmemektedir. Kuşkusuz ABD, küresel kapitalist sistem içerisinde hiyerarşik

anlamada imtiyazlı bir konumu işgal etmektedir29. Irak’ın işgali örneğinde

görüldüğü üzere, ABD ordusu gibi bir güç, hukuki veya ahlaki olmayan bir kaba

kuvvet kullanımında bulunabilmektedir ve bu kuvvet kullanımı, emperyal düzenin

yeniden üretilmesine hizmet ediyorsa meşru olarak değerlendirilmektedir30. Doğal

olarak ABD’nin istisnai gücü, küresel düzene hükmetme kapasitesiyle ilişkilidir31.

Amerika’nın hiyerarşik üstünlüğü hukuki bir mesele olmayıp, güçten kaynaklanan

bir durumdur. Bundan dolayı Irak’ın işgali sonrasında ‘‘İmparatorluk’’ tabiri

kullanılarak ifade edilen üstünlük, fiziki güce dayanan askeri ve siyasi hâkimiyeti

içermektedir32. Bu güç çerçevesinde ABD, gerek gördüğünde uluslararası hukukun

da üstüne çıkabilmektedir. Bu konuda değerlendirme yapanNoam Chomsky

Uluslararası hukuk ABD’ye uygulanamaz, iktidardakiler mahkûm edilemez. Çünkü kanunlar

güçsüz insanlara uygulanır.33, demektedir.

Bu bağlamda ABD, oluşan imparatorluğun merkezinde değilse bile, Soğuk

Savaş sonrasında Pax-Americana’nın işlerliğini yitirmesiyle birlikte uygulamaya

başladığı tahakküme dayalı kaba kuvvet politikalarıyla küresel imparatorluğu

merkezileştirme - küresel imparatorluğun merkezi olma girişimi içerisindedir.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte iki kutuplu dünya düzeni son

bulmuş, tüm dünya için yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönemde ABD’nin jeopolitik

zaferi üzerine çeşitli eserler yazılmış, Brzezinski’nin ifadesiyle, Amerika tek küresel

süper güç olarak ortaya çıkmıştır. Bu durumu Fukuyama, kapitalizmin mutlak zaferi

olarak yorumlamış ve tarihin sonunu ilan etmiştir.

28M. Demirtaş, ‘‘Michael Hardt...’’ 29M.Hardt, A.Negri, ‘‘İmparatorluk…’’, s.378 30M.Hardt, A.Negri, ‘‘Çokluk…’’, s.48 31M.Hardt, A.Negri, ‘‘Çokluk…’’, s.26 32K.Çiftçi, ‘‘Rızaya Dayalı…’’, s.16 33Noam Chomsky, Sömürgecilikten Küreselleşmeye, Ütopya Yayınevi, Erdem Sakınç (Çev.), Ankara 2010, s.44

Page 70: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

70

Fukuyama’ya göre, 20.yüzyılda demokrasilerin kesin zaferiyle birlikte,

ekonomik ve siyasal liberalizmin zaferini ilan ettiğine tanıklık edilmiştir. Oysa

Fukuyama’nın tezinde savunduğu liberalizmin, dolayısıyla tarihsel kapitalizmin

kesin zaferi durumu34, Nuray Mert’in de belirttiği gibi, insanlıktan umudu

kesmekten başka bir anlama gelmemektedir. Zaten Fukuyama’nın asıl amacı da,

kapitalizmin zaferini vurgulamak değil; serbest piyasa ekonomisiyle şekillenen

yenidünya düzenini meşrulaştırmak ve sisteme yönelecek eleştirilerin önünü

kesmektir35. Üstelik Fukuyama, liberalizmin kesin zaferini ilan ettiği çalışmasında

Hegel’i referans vermiştir. Taha Akyol’a göre, Popper tarafından ‘‘açık toplumun

düşmanı’’ ilan edilen Hegel, liberal bile değildir36. Ancak Mert’ten alıntıyla ifade

ettiğimiz gibi, zaten Fukuyama’nın asıl amacı liberal dünya düzenine yönlendirilecek

eleştirilerin önünü kesmekti; çünkü Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Orta

Asya’da beş (Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan) ve

Kafkasya’da üç (Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan) devlet bağımsızlığını

kazanmıştır. Bu durum, başta Orta Asya ve Kafkasya coğrafyası başta olmak üzere,

dünyanın çeşitli bölgelerinde oluşan güç boşluğunu ABD’nin doldurmasına yol

açmıştır. ABD bu güç boşluğunu, bu ülkelerin serbest piyasa ekonomilerine dayanan

liberal bir dünya sistemine, Amerikan sistemine yönelmeleriyle doldurmuştur.

Sovyetler Birliği’nin dağılması durumu, Amerikan hegemonyasının

ideolojik dayanağını yıkarak hegemonyanın rıza unsurunu ortadan kaldırsa bile;

ABD, hegemonyadan tahakküme dayalı imparatorluk düzenine yönelen politikalar

uygulayarak Sovyet coğrafyasında oluşan güç boşluğunu doldurmayı büyük ölçüde

başarmıştır. Bundan dolayı Amerika Birleşik Devletleri’nin imparatorluk

vizyonunun temel hedefi, Avrasya coğrafyasında kendi hâkimiyetine meydan

okuyabilecek bölgesel veya küresel güçteki ülkelerin ortaya çıkmasını önlemektir.

Üstelik diğer ülkeleri kontrol etmeyi, kontrol edemediği ülkeleri gerektiğinde dizayn

etmeyi benimseyen bu tahakküm anlayışı, Amerikan idealizmini dillendiren pek çok

kişiye göre, ABD’nin geleneksel politika anlayışına da tezat oluşturmaktadır; çünkü

kilise baskısından kaçarak ve İngiliz sömürgeciliğine başkaldırarak devletlerini

kuran Amerikalıların, dış politika yönelimlerinin temelinde, tarih boyunca özgürlük

ve demokrasi gibi kavramlar yer almıştır37. İmparatorluk vizyonunun

34 Francis Fukuyama, ‘‘Tarihin Sonu mu?’’, Yusuf Kaplan(Çev.), Tarihin Sonu mu?,(Ed. Mustafa Aydın), Vadi Yayınları, Ankara 2005, s.22 35 Nuray Mert, ‘‘Tarihin Sonu Yok’’, Tarihin Sonu mu?, (Ed. Mustafa Aydın), Vadi Yayınları, Ankara 2005, s.334 36 Taha Akyol, ‘‘Tarihin Sonu mu?’’, Tarihin Sonu mu?,(Ed. Mustafa Aydın), Vadi Yayınları, Ankara 2005, s.149 37 Füsun Türkmen, ‘‘ABD’nin Dış Politikası: Devamlılık ve Değişim’’, Doğu-Batı, Sayı 32, Mayıs-Haziran-Temmuz 2005, s.158

Page 71: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

71

benimsenmesiyle birlikte gelinen noktada, ABD için bu değerlerin içinin boşaldığı,

‘‘Amerikan İdealizminin’’ bir retorikten ibaret olduğu açıkça görülmüştür.

Bugün ABD, kuruluş ideallerinden, popüler ifadeyle Amerikan

idealizminden çok farklı bir noktaya varmıştır; çünkü 1945’ten günümüze uzanan ve

‘‘Amerikan Yüzyılı’’ olarak adlandırılan süreç, sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik

alanlarda ABD’nin diğer ülkeleri etkilemesine yol açarak bir üstünlük kurmasını

sağlamış, SSCB’nin dağılmasıysa bu üstünlükten bir imparatorluk vizyonu yaratmış

ve buna bağlı olarak da Amerika’nın yeni stratejik hedeflere yönelmesine yol

açmıştır. Bugün gelinen noktada Amerika Birleşik Devletleri, kendisinin liderlik

ettiği tek kutuplu dünyaya38hâkimiyetini sağlamlaştırmayı hedeflemektedir. Bu

hedef kuşkusuz küresel bir Amerikan İmparatorluğu yaratmayı veya bir başka

deyişle ABD’yi var olan küresel imparatorluğun merkezi haline getirmeyi

amaçlamaktadır.

İmparatorluk tartışması üzerine değerlendirme yapan Küba Devrimi’nin

efsanevi lideri Fidel Castro da, ABD’nin kuruluş ideallerinden koparak kaba kuvvete

dayalı bir imparatorluk haline geldiğini net bir şekilde vurgulamıştır. Castro’ya göre,

Günümüzün Amerika Birleşik Devletleri’nde, İngiliz sömürgeciliğine karşı isyan eden 13

koloninin formüle ettiği Philedelphia ilkeler bildirgesinin arkasındaki ruhtan bir iz bile

kalmamış görünüyor. Bugün Amerika Birleşik Devletleri, ülkenin ilk kurucularının

rüyalarında dahi göremeyecekleri boyutta devasa bir İmparatorluk!39

Amerika Birleşik Devletleri’nin imparatorluk karakteri taşıyan dış politika

yönelimleri sergilemesinin en önemli nedeni, daha öncede belirtildiği gibi, yumuşak

güç olma imajının ortadan kalkmış olmasıdır. Uluslararası kamuoyu Amerikan

saldırganlığı karşısında, ABD gücüne olan güvenini kaybetmiş, Amerikan üstünlüğü

büyük ölçüde meşruiyetini yitirmiştir. Meşruiyetini yitiren ABD’nin, günümüzdeki

tahakküme dayalı küresel imparatorluk stratejisi 5 temel hedeften oluşmaktadır:

1-)Üçlü içinde bulunan diğer ortakları (Almanya ve Japonya) etkisizleştirmek ve

boyun eğdirmek, böylece bunların ABD yörüngesi dışında faaliyette bulunma gücünü en aza

indirmek 2-) NATO vasıtasıyla askeri kontrolü sağlamak ve önceki Sovyet dünyası

kırıntılarını ‘‘Latin Amerikalılaştırmak’’. 3-) Ortadoğu, Orta Asya ve diğer petrol kaynakları

üzerindeki kontrolü tek başına elinde bulundurmak. 4-) Çin’i parçalamak, diğer büyük

devletlerin boyun eğmelerini sağlamak ve küreselleşmenin şartlarını belirleme noktasında

pazarlık yapacak bölgesel blokların oluşmasını engellemek. 5-)Hiçbir stratejik çıkarı temsil

etmeyen güney bölgelerini marjinalleştirmek.40

38Fatma Koçyiğit(2013), 11 Eylül ve Değişen Amerikan Söylemi: Ekonomi Politiğin Realist Bir

Analizi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Abant Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s.23 39 Fidel Castro, Obama ve İmparatorluk, Agora Kitaplığı, Osman Akınhay(Çev.), İstanbul 2011, s.5 40Samir Amin, ‘‘Küreselleşmecilik mi? Yoksa Küresel Ölçekli Apartheid mi?’’, Modern Küresel

Sistem, (Ed. ImmanuelWallerstein), Pınar Yayınları, Kürşad Atalar(Çev.), İstanbul 2003, s.40

Page 72: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

72

Yukarıdaki üstünlük stratejisini uygulayabilmek ve küresel imparatorluğu

merkezileştirebilmek amacıyla ABD, tüm jeopolitik teorilerin dünyanın merkezi

olarak değerlendirdiği Avrasya coğrafyasına ilişkin çeşitli dış politika stratejileri

geliştirmiştir. Bu stratejilerin temel hedefi, ‘‘Pax – Americana’’ merkezli yenidünya

düzenini tahakküm politikaları uygulayarak, güç kullanarak merkezileştirmek ve bu

Amerikan merkezli yapıyı Asya ve Avrupa’daki büyük güçlere kabul

ettirmektir41.Bu anlamda Washington’un imparatorluk girişiminin, Büyük Ortadoğu

Projesi ile somut bir karşılık bulduğu ifade edilebilir.

2.İMPARATORLUĞUN HÂKİMİYET STRATEJİSİ: BÜYÜK ORTADOĞU

PROJESİ

Ortadoğu terimi ilk kez 1902 senesinde AlfredThayerMahan tarafından

‘‘NationalReview’’ dergisinde yayınlanan ‘‘ThePersianGulfand International

Relations’’ makalesinde kullanılmıştır. Amerika’da ortaya atılan bu terimi Avrupa’ya

taşıyan ise 1909 yılında ‘‘Problems of Middle East’’ başlıklı makalesiyle Augus

Hamilton olmuştur. İki makalenin ortak yanı Basra Körgezi’nin öneminin sömürgeci

mantık çerçevesinde vurgulanmış olmasıdır.42

Ortadoğu kavramı, Avrupa merkezli bir kavram olup dünyanın diğer

bölgelerini bu merkeze (Avrupa’ya) olan uzaklıklarına göre; yakın, orta ve uzak

şeklinde tanımlayan bir anlayışın yansımasıdır. Coğrafi olmaktan ziyade siyasi bir

içeriğe sahip olan Ortadoğu kavramını ilk kez kullanan Mahan, kavramı Arabistan

ile Hindistan arasındaki bölgeyi ifade etmek amacıyla kullanmıştır. Kavrama

resmiyet kazandıran ise 1911 yılında Hindistan’da Lord Curzon olmuştur. Lord

Curzon, ilk kez Ortadoğu kavramını resmi konuşmalarda kullanmıştır43.

“Ortadoğu” kavramı yüz yılı aşan bir süredir kullanılıyor olmasına karşın

bölgesel ve küresel gelişmelere bağlı olarak bu kavramın, mekânsal açıdan sınırları

bir türlü netlik kazanamamıştır. Genel olarak Ortadoğu denildiğinde Arap

yarımadası ve bu yarımada üzerindeki devletlerakla gelmektedir.44Genel kabul

gören tanımlama Afrika, Asya ve Avrupa kara parçalarının birleştiği orta bölümü

ifade etmek için kullanılmasıdır45. Bu anlamda Ortadoğu sınırlarını kuzeyde Türkiye,

doğuda İran, batıda Mısır ve güneyde Yemen’in çevrelediği dörtgen olarak

41 Temel Demirer, Cahide Sarı, Salih Çevikaslan, ‘‘ ‘‘İmparator’’un Irak Hamlesi’’, ABD Saldırganlığı

Irak ve Ötesi, Ütopya Yayınevi, (Ed. Cahide Sarı), Ankara 2004, s.44 42Deniz Taşkın, ‘‘Mekânsal Paylaşım Açısından Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye’’, Marmara

Coğrafya Dergisi, Sayı 26, Temmuz 2012, s.149 43 Hamit Çelik, Ortadoğu’da ABD Politikaları ve Büyük Ortadoğu Projesi, Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2014, s.5 44 Taşkın Deniz, ‘‘Mekânsal Paylaşım Açısından Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye’’, Marmara

Coğrafya Dergisi, Sayı 26, Temmuz 2012, s.149 45 Türel Yılmaz Şahin, Uluslararası Politikada Ortadoğu, Barış Kitap, Ankara 2011, s.11

Page 73: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

73

tanımlamak doğru olacaktır46. Üç semavi dinin de çıkış merkezi olan Ortadoğu

coğrafyası, enerji rezervlerine sahip olması nedeniyle jeostratejik açıdan çok önemli

bir bölgedir.

Dünya ekonomisinin petrole yöneldiği 20.yüzyıldan itibaren47 petrolün

öneminin ortaya çıkmasıyla birlikte, Soğuk Savaş boyunca ABD ile Sovyetler

Birliği’nin hâkimiyet mücadelesi verdiği saha olan Ortadoğu coğrafyası, dünya

petrol rezervlerinin üçte ikisine sahip olması ve bölgedeki petrolün diğer bölgelere

göre daha ekonomik olarak çıkartılabilmesi gibi durumlar nedeniyle dünyanın

büyük güçlerinin gözünü bu bölgeye çevirmesine yol açmıştır. Bu anlamda Ortadoğu

coğrafyası, Deniz Ülke Arıboğan’ın da vurguladığı üzere, küresel çaptaki

çatışmaların bölgesel cephesidir; yani bir başka ifadeyle, bölgesel olarak tanımlanan

sorunlar, küresel rekabetin uzantılarıdır48. Diğer taraftan bölgenin siyasi yapısına

bakıldığında, büyük ölçüde kendi halklarının desteğini alamayan yolsuzluklara

bulaşmış otoriter yönetimlerin iktidarda olduğu ve bu ülkelerde yönetilenler ve

yönetenler arasında etnik ve mezhepsel farklılıkların bulunduğu görülmektedir.

Bunu örneklendirmek gerekirse, örneğin Suriye’de Sünni çoğunluğun Nusayri

azınlık tarafından yönetilmesi, Lübnan’da Maruni Hıristiyan azınlığın Müslüman

çoğunluğu yönetmesi gibi durumların gerilim yarattığı koşullar gözlemlenmektedir.

Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrasında 11 Eylül 1990’da Baba Bush tarafından

Amerikan politikasının haklılığını vurgulamak amacıyla ‘‘Yeni Dünya Düzeni’’

terimi kullanılmıştır. Bush’tan sonra Başkan olan Clinton, dış politikayı ‘‘ Pax -

Americana’’ anlayışına dayanan bir hegemonya felsefesiyle yürütmüştür. 1998

yılında Bill Clinton’un başkanlık yaptığı dönemde ‘’21.yüzyılı şekillendirme’’ fikriyle

yeni bir strateji geliştirilmiş ve 11 Eylül saldırıları yeni stratejinin uygulanması için

tetikleyici olmuştur49. Her ne kadar Clinton döneminde Amerikan stratejisi, dünya

düzenini tehlikeye sokabilecek ülke olarak tanımlanan İran ve Irak’ın kuşatılması

hassasiyetiyle şekillenmişse de Amerikan saldırganlığı anlamında dönüm noktası

Bush dönemi olmuştur. Başkan Bush tarafından ‘‘21.yüzyılın PearlHarbour’u’’ 50

olarak nitelendirilen 11 Eylül saldırıları sonrasında, ‘‘İmparatorluk’’ tartışmaları

Uluslararası İlişkiler uzmanlarının temel gündemlerinden birisini oluşturmuş,

Washington yönetimi, ‘‘Bush Doktrini’’ olarak da ifade edilen ‘‘önleyici savaş

stratejisi’’ni esas alan bir yaklaşımı benimsemiştir.

46T.Şahin, ‘‘Uluslararası Politikada…’’, s.12 47 Mehmet Ali Göngen, ‘‘Arap Baharı Karşısında ABD’nin Tutumu’’, Süleyman Demirel Üniversitesi

Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 33, Aralık 2014, s.3 48Z.Akbaş, ‘‘ABD’nin Ortadoğu...’’, s.10 49 Dursun Yıldız, Tarihi Geçmişi, Stratejik Önemi ve Su Sorunu Açısından Akdeniz’in Doğusu, Bizim Kitaplar Yayınevi, İstanbul 2008, s.130 50Gökhan Telatar(2011), 11 Eylül Sonrası Amerikan Dış Politikasının Yeniden İnşası, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, s.75

Page 74: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

74

11 Eylül 2001 tarihinde Washington’daki Amerikan Savunma Bakanlığı’na

(Pentagon) ve New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne (İkiz Kuleler) yapılan

saldırılar, Amerikan dış politikasında çok önemli bir dönüm noktası olmuştur.

Saldırılardan sonra Amerika, rızaya dayalı hegemonyasını bir imparatorluk

misyonuna dayanan dış politikaya çevirmiştir. ABD’nin uluslararası zeminde terörle

mücadele söylemiyle yürüttüğü politikasının temelini, Ortadoğu bölgesi oturmuştur.

Bu nedenle kendi çıkar tanımlaması doğrultusunda, bölgede terörle mücadelede

işbirliği yapılacak olan ülke olarak İsrail’i gören51 ABD’nin temel amacı, İsrail’in

bölgedeki varlığını korumaya yöneliktir. ABD’nin bu bölgeye ilişkin politikası, her

ne kadar terörle mücadele ve İslami fundamentalizmin önüne set çekilmesi olarak

sunulsa da, bölgenin enerji potansiyelinin ABD’nin küresel çıkarları için

kullanılmasına dayandığını düşünmek hiç yanlış olmayacaktır.

Ortadoğu politikaları için Başkan Bush ve yakın çalışma çevresindeki Yeni -

Muhafazakâr grubun geliştirdiği proje, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adını

taşımaktadır. Proje batıda Fas, doğuda Moğolistan, kuzeyde Çeçenistan ve güneyde

Yemen’e kadar uzanan bir bölgeye yönelik siyasi, hukuki, ekonomik, sosyal ve

güvenlik boyutlarını içeren bir dönüşüm stratejisidir. Stratejinin temel amacı,

bölgedeki enerji kaynaklarına sahip olmak ve enerji geçiş güzergâhlarını kontrol

etmektir.52Zira doğal kaynaklar konusunda yalnızca enerjinin çıktığı yer değil,

güzergâhlar da önemlidir; çünkü petrol genellikle taşındığı yerle de

ilişkilendirilmektedir.

2000’li yıllarda politik zemine taşınan Büyük Ortadoğu Projesi, ABD’de

yapılan G - 8 zirvesinde gündeme ‘‘Kuzey Afrika ve Genişletilmiş Ortadoğu

Girşimi’’ adıyla gelmiştir. Toplantıda Türkiye, İtalya ve Yemen ‘‘Demokrasi

İnisiyatifi Eşbaşkanları’’ olarak seçilmiştir53. BOP’a ilişkin ilk bilgilerse 13 Şubat

2004’te Londra merkezli olarak Arapça yayın yapan El Hayat gazetesinde yer almış

ve projeyle birlikte 27 ülkenin sınırlarının değiştirilmesinin planlandığı

öğrenilmiştir54. Proje çerçevesinde sınırları değiştirilmesi planlanan ülkeler

Afganistan, Pakistan, Fas, Cibuti, Cezayir, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Filistin,

Irak, İran, Katar, İsrail, Kuveyt, Komor Adaları, Libya, Lübnan, Mısır, Moritanya,

Sudan, Somali, Suudi Arabistan, Suriye, Tunus, Ürdün, Umman, Yemen ve

Türkiye’dir. Bu ülkelere ek olarak projeye Endonezya ve Malezya’nın da dâhil

51 Erhan Canikoğlu, ‘‘İsrail, ABD’deki Yahudi Varlığı ve İkinci Körfez Savaşı’’ Ortadoğu Siyasetinde

İsrail, (Ed. Türel Yılmaz, Mehmet Şahin, Mesut Taştekin), Platin Yayınları, Ankara 2005, s.205 52Abdullah Ural, ‘‘ABD’nin Enerji Hâkimiyeti Teorisi ve BOP’’, Akademik Orta Doğu, Cilt 3, Sayı 2, 2009, s.141 53 Hüsnü Mahalli, Ortadoğu’da Kanlı Bahar, Destek Yayınevi, İstanbul 2012, s.102 54D.Yıldız, ‘‘Tarihi Geçmişi…’’, s.130

Page 75: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

75

edilmesi gündeme gelmektedir. Projeyi hazırlayan Evanjelik Akıl55, ABD tarafından

uygulanan demokrasinin bütün ülkeler açısından en ideal yönetim tarzı olduğunu,

dünyaya demokrasinin, özgürlüğün yayılması gerektiğini ve bu görevin Tanrı

tarafından, ABD’ye verildiğini savunmaktadır56. Bu projeyi savunanlar, diktatör

rejimlerin askeri müdahalelerle değiştirilmesini başta İsrail olmak üzere,

müttefiklerine her türlü desteğin verilmesini ve ABD’nin dış politikada aktif,

müdahaleci bir rol üstlenmesi gerektiğini, savunmaktadırlar57. Bu grupların ideolojik

kodlarında dünyayı kıyamete zorlamayı esas alan bir ‘‘Armegeddon Savaşı’’

yaratmak olduğu da atlanmamalıdır. Kapitalizm, başlangıçta varlığını sınıfsal

farklılıklara bağlamışken, 21. Yüzyılda bu sınıfsal farklılıkların yerini uluslararası

kültürel farklılıkları kendine varlık sebebi yapmış, gelecek stratejisini bu farklılıkları

derinleştirmek ve bunları da kullanmak üzerine inşa etmiştir.58

ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne bakıldığında Afrika ülkelerini de

‘‘Büyük Ortadoğu’’ coğrafyası kapsamında değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Bugün

54 bağımsız Afrika ülkesinde 900 milyondan fazla insan yaşamaktadır. Etiyopya

dışında bu ülkelerin tamamı batılı ülkelerin sömürgesi olmuş zorla onların dilini

resmi dil olarak benimsemişlerdir59. ABD, Afrika ülkelerine BOP çerçevesinde,

batılıların alışıldık sömürgecilik anlayışıyla bakmakta ve onları dizayn etmeyi

kendisince hak olarak değerlendirmektedir.

ABD’nin BOP çerçevesinde imparatorluğu merkezileştirmek amacıyla

yürüttüğü ‘‘Büyük Ortadoğu’’ politikasından beklentileri şöyle sıralanmaktadır:

55Evanjelik Akıl ifadesiyle, özellikle Amerikan siyasetinde Yeni – Muhafazakâr ( Neo – Con ) görüşteki çevreleri etkileyen Anglo – Protestan mezhebi olan Evanjelizm ifade edilmektedir. Evanjelizm kavramı etimolojik olarak‘‘ iyi haber ’’, ‘‘ İncil ’’, ‘‘ İsa’nın Öğretileri ’’ gibi anlamları ifade eden Yunanca ‘‘ Evangelion ’’ kelimesinden gelmektedir. Günümüzde Evanjelizm, Amerika’daki Protestan grupların tutucu kesimlerini ifade etmek amacıyla kullanılmaktadır. Evanjelik hareket, yalnızca dini bir hareket olarak değerlendirilemez. Hareket İncil inanışındaki Hz.İsa’nın yeniden yeryüzüne gelmesiyle kurulacağına inanılan ‘‘ Bin Yıllık Tanrı Krallığı’’na zemin hazırlamayı amaçlamakta bu nedenle politik bir tavır sergileyerek ABD’nin özellikle Ortadoğu politikalarını yönlendirmeye çalışmaktadır. Hem Demokrat Parti’nin hem de Cumhuriyetçi Parti’nin içerisinde bulunan Evanjelistler özellikle Başkan Bush döneminde Rice’ın Dış İşleri Bakanı olmasıyla büyük etkinlik kazanmışlardır. Evanjelizm hakkında detaylı bilgi için bkz: Rafet Özkan, Amerikan Evanjelikleri, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Erzurum 2005; Mehmet Şahin, Din – Dış Politika İlişkisi: ABD Örneği, Barış – Platin Kitabevi, Ankara 2009, s.208-2118; Betül Karagöz (2003a), Kültürel Çatışmalar Okulu ve Neo

– Muhafazakârlık, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 56H.Çelik, ‘‘Ortadoğu’da ABD…’’,, s.56 57H.Çelik, ‘‘Ortadoğu’da ABD…’’, s.56 58

Betül Karagöz, Mutlakıyetçi Devlet’ten Hukuk Devleti’ne, Hukuk Devleti’nden Mutlakıyetçi

Devlete: Sivil Uygarlığın Kurumsallaşma Süreci, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2008b, s.544-545. 59TürkkayaAtaöv, Emperyalizmin Afrika Sömürüsü, İleri Yayınları, İstanbul 2010, s.16

Page 76: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

76

-ABD, Rusya ve Çin’in bölgedeki girişim ve gelişmelerini kontrol altına

almak istemektedir.

-Ortadoğu’daki petrol ve doğalgaz kaynakları üzerinde söz sahibi olmak ve

enerjinin batıya doğru güvenli ve makul biçimde ulaştırılmasını sağlamak

amacındadır.

-İsrail’in vurulabilirliğini ortadan kaldırarak, İsrail’in güvenliğini garanti

altına almak, Amerikan politikasının temel çizgisidir.

-Kitle imha silahlarının denetim altına alınması ve bölgeden kaynaklanan

terörü sonlandırmak Amerikan politikasının temel söylemidir.

Amerika Birleşik Devletleri’nin bu imparatorluklaşma sürecindeki asıl amacı,

Avrasya hâkimiyetinin anahtarı olarak gördüğü Büyük Ortadoğu’yu kontrol

etmektir. Böylece petrol ve doğalgaz kaynaklarına hâkim olacak ve enerji

güzergâhlarını kontrol edecektir60; çünkü dünyanın kullanılabilir petrol rezervlerinin

%65’i ve doğalgaz rezervlerinin %41’, Ortadoğu coğrafyasında bulunmaktadır61. Bu

amaçla ABD, BOP çerçevesinde ilk olarak Afganistan operasyonunu yapmış ve bunu

takiben 2003 yılında Irak’ı işgal etmiştir. ABD’nin Irak operasyonunun temel hedefi

dünyanın petrol ve doğal gaz rezervlerinin büyük bölümünü bünyesinde toplayan

bu bölgenin hâkimiyetini kontrol edebildiği biriyle sürdürmektir62. Amerikan

İmparatorluğu için bölge vazgeçilemez bir öneme sahiptir; çünkü Körfez bölgesi,

dünya petrol üretiminin %30’unu sağlamakta ve bilinen dünya petrol rezervlerinin

%65’ine ev sahipliği yapmaktadır. Dünya petrol talebindeki artışları karşılayabilecek

tek bölge olarak bu coğrafya değerlendirilmektedir. 262 milyar varille dünyanın en

büyük petrol üreticisi, ABD ile sıcak ilişkileri bulunan Suudi Arabistan iken ikinci

sırada da 112 milyar varille Irak gelmektedir63. Bu durum imparatorluk politikası

gereği, Irak’ı Amerikan rotasına sokmayı zorunlu kılmıştır.

ABD’nin Irak müdahalesi sırasında temel iddiası, Saddam Hüseyin rejiminin

kitle imha silahlarına sahip olduğu ve bu silahların başta ABD olmak üzere, tüm

dünyanın güvenliğini tehdit ettiği varsayımıydı64. Ancak Irak’ın işgali sonrasında

Saddam rejiminin kimseyi tehdit edebilecek silahlara sahip olmadığı anlaşılmış ve

işgal sırasında 1 milyon 200 bin sivil Irak’lı hayatını kaybetmiş, 2 milyonun üzerinde

Irak’lı Irak’ı terk etmek durumunda kalmıştır65. Irak’ın işgalinin yarattığı bu trajedi,

60D.Yıldız, ‘‘Tarihi Geçmişi…’’, s.133-134 61D.Yıldız, ‘‘Tarihi Geçmişi…’’, s.134 62 Atilla Kıyat, ‘‘Operasyonun Asıl Amacı Enerji Kaynakları’’, Cumhuriyet, 02.08.2002, s.9 63 Michael Renner, ‘‘Büyük Güçlerin Petrolle Dansı’’, ABD Saldırganlığı: Irak ve Ötesi, Ütopya Yayınevi, (Ed. Cahide Sarı), Ankara 2004, s.83 64Cihad El Hazin, ‘‘Amerikan Yüzsüzlüğü’’, ABD Saldırganlığı: Irak ve Ötesi, Ütopya Yayınevi, (Ed. Cahide Sarı), Ankara 2004, s.244 65 Nevzat Yalçıntaş, ‘‘Amerika’nın Irak Macerası’’, Karaküt Yayınları, İstanbul 2009, s.277

Page 77: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

77

Ortadoğu halklarındaki Amerikan karşıtı duyguların körüklenmesine de sebep

olmuştur. Zira Amerikan iddialarının işgal için bir bahane olarak kullanıldığı

görülmüş ve Irak’a propaganda edildiği gibi bir barış ve demokrasi gelmemiş ve

hatta büyük bir güvenlik açığı oluşmuş bölgede etnik ve mezhepsel çatışmalar öne

çıkmıştır.

Başkan Bush döneminde dış politikanın en önemli meselesi olan Irak’ın

işgali, imparatorluklaşma sürecinde ABD’nin rakipsiz askeri gücünün kısıtlamalara

aldırmaksızın kullanılabileceğini göstermiştir. Irak’ın işgali konusunda Fransa ve

Almanya’nın direnişi ve hatta BM’nin muhalefeti, ABD’yi engelleyememiş, ABD bir

haydut devlet gibi davranarak terörle mücadele bahanesiyle Irak’ı işgal etmiştir. İşte

bu nedenle Kadir Cangızbay’a göre, 11 Eylül 2001, 66ABD haydutluğunun

meşrulaştırılması anlamını taşımaktadır. Makdisi’nin de ifade ettiği gibi, bugün

Amerika, dünya genelinde gangsterlik yapmaktadır.67Makdisi’nin ifade ettiği

Amerikan gangsterliğini Mustafa Balbay da vurgulamıştır. Balbay’a göre; Amerika,

19. ve 20.yüzyıllarda Kızılderililere nasıl davrandıysa bugün de tüm dünyaya öyle

davranmak istemektedir68.

Amerika, Ortadoğu’yu tasarlayarak hâkimiyetini pekiştirmek için geliştirdiği

bu projesini çeşitli yollarla uygulamaya çalışmıştır ve bugün hala uygulamaya

çalışmaya da devam etmektedir. Bu süreç bir dizi isyanı tetiklemiştir. Bölgenin iç

dinamiklerinin etkisiyle ilk defa Tunus’ta, Muhammed Abu Azizi isimli bir seyyar

satıcının yoksulluğa isyan ederek kendini yakması sonucunda başlayan Arap Baharı

süreci, BOP’un farklı yollarla uygulanmasının ortamını oluşturmuştur69. Aslında

ABD’nin BOP aracılığıyla uyguladığı imparatorluğu merkezileştirme stratejisi, Arap

halklarının büyük tepkisine yol açmıştı. Bir anlamda ABD’nin bölgedeki rejimlere

ilişkin stratejisi, paradoksal bir biçimde, bölge halklarındaki Anti-Amerikancı

duyguları büyütmüştür.70Başlangıçta Tunus’ta ve Mısır’da gelişen halk

hareketlerinin bölgede ABD’nin güç kaybetmesiyle ilişkilendirildiği görülmüştür.

Ancak bölgede gelişen anti - Amerikancı refleksin farkına varan ABD, Mısır’da önce

Mübarek’i vermiş ve sonra da Müslüman Kardeşler yönetimine yapılan darbeyi

destekleyerek etki alanını korumuştur. Yine Fransa’nın öncülüğünde batılı güçler

Libya’ya NATO operasyonu düzenlemiş ve Kaddafi rejimini devirmiştir. Zira ABD,

Arap Baharı sürecinin nedeni olmasa bile, yönlendireni olmaya çalışmıştır; ülkelerin

66Kadir Cangızbay, Globalleştirme Terörü, Odak Yayınevi, Ankara 2003, s.8 67E.Makdisi, ‘‘Büyük Ortadoğu…’’, s.39 68 Mustafa Balbay, Tarihin Arka Odası: Amerika, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul 2005, s.10 69 Arap Baharı ile Büyük Ortadoğu Projesi arasındaki ilişki hakkında detaylı bilgi için bkz. Ümit Özdağ, ‘‘Arap Baharının Rüzgarı Nereden Esiyor?’’, http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-

ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2011/09/22/6307/arap-baharinin-ruzgari-nereden-esiyor, Son Erişim Tarihi: 27.04.2016 70Tarık Oğuzlu, ‘‘Arap Baharı ve Yansımaları’’, Ortadoğu Analiz, Cilt 3, Sayı 36, Aralık 2011, s.11

Page 78: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

78

iç dinamiklerinde gelişen değişikliklere ABD’nin müdahil olarak yönlendirici aktör

olması tarihsel tecrübelerine de uygundur. Örneğin 1952’de İran’da Muhammed

Musaddık’ın ‘‘İran petrollerinin millileştirilmesi’’ sırasında İran’dan kovduğu Şah’ı,

Ajax operasyonuyla İran’a yeniden yerleştirenler ve Musaddık’ı katledenler de

Amerikalılardı71. Bundan dolayı ABD’nin Arap Baharı sürecine müdahil olması hiç

şaşırtıcı değildir. Musaddık operasyonu için CIA’in bölgede yönettiği ilk darbe

olarak tarihe kayıt düşülmüştür.

Arap Baharı’yla birlikte, bölgede diktatörlerin domino taşı etkisiyle

devrilmesi süreci başlamış ve Arap Baharı, İran’ı yalnızlaştıracak bir süreç olarak

gelişmiştir. İşte tam da bu nedenle ABD, Arap Baharı sürecini BOP’un

uygulanabileceği bir ortam olarak değerlendirmiş ve yönlendirmeye çalışmıştır.

Amerika, bir yandan İsrail’i rahatsız edebilecek İhvan (Müslüman Kardeşler)

oluşumunun siyaset dışına itilmesine göz yummuş ve hatta bu süreçte yaşanan

askeri darbeyi desteklemiş, diğer taraftan da Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi

projesine destek olmuştur. ABD’nin ‘‘demokrasi ihracı’’ söylemi Suudi Arabistan

veBirleşik Arap Emirlikleri gibi otoriter rejimleri ve Mısır’daki darbeyi görmezden

gelirken İran ve Suriye gibi Amerikan üstünlüğüne karşı arayış içerisine girebilen

ülkeleri modernleşmesi ve demokratikleşmesi gereken ülkeler olarak

değerlendirmesiyle inandırıcılığını yitirmiştir. Bu konuda Chomsky şunları ifade

etmektedir:

ABD, bir ülkenin resmi demokrasisinin olup olmadığın önemsemez; önemli olan,

ülkenin ABD egemenliğindeki dünya sistemine uyup uymadığıdır. Onun için temel sorun,

bir ülkenin soyulmaya ya da yabancıların yatırım yapıp serbestçe sömürmelerine izin verip

vermeyeceğidir. Ülke buna izin verdikten sonra, ister faşist, ister demokratik, ister komünist

olsun fark etmez. Fakat bir ülke kaynaklarını kendi halkına yönlendirmeye başlarsa işte o

zaman o ülkenin yok edilmesi gerekir.72

ABD’nin demokrasi ihracı söylemi, özünde Amerikan üstünlüğünün ve

Amerikan düzeninin ihracını içermektedir. ABD açısından rızaya dayalı üstünlüğün

kabul ettirilemediği bölgelere tahakkümle girmenin, imparatorluk tavrı sergilemenin

herhangi bir sakıncası yoktur. Amerika Birleşik Devletleri’nin BOP çerçevesinde

yürüttüğü bu politikaların Samuel Hunthington’un Soğuk Savaş sonrasında yazdığı

Medeniyetler Çatışması tezini doğruladığı düşünülebilir. SSCB’nin dağılmasıyla oluşan

boşluğu İslami radikalliğin doldurduğu 21.yüzyıla gelindiğinde, 1979 yılında ‘‘İslami

Devrim’’le ABD’nin bölgedeki ileri karakolu olmaktan çıkan İran, ABD’nin Ortadoğu

politikalarının da temel hedefi olmuştur. George Bush, 11 Eylül saldırıları sonrasında

İran’ı ‘‘şer ekseni’’ ülkeler arasında sınıflandırmış, İran’ı teröre destek vermek ve

71 E. el Makdisi, ‘‘Büyük Ortadoğu…’’, s.33 72N.Chomsky, ‘‘Sömürgecilikten…’’, s.73

Page 79: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

79

nükleer silah üretmek gibi iddialara hedef ülke haline getirmiştir. Bu iddiaların

temelinde İran’ın ABD’den ziyade, ABD’nin bölgedeki müttefiki olarak

değerlendirdiği İsrail’i tehdit ettiği gerçeği yatmaktadır.

İran jeopolitik konumu itibariyle en az Türkiye kadar önemli olan bir

ülkedir. Kıtasal ölçekten bakıldığında İran, Ortadoğu’ya, Orta Asya’ya ve

Kafkasya’ya sınır teşkil etmektedir. Dünyanın en büyük iki enerji havzasından birine

sahip, diğerine komşudur. Ortadoğu petrollerinin çıkış noktası olan Basra

Körfezi’nin doğu kıyıları İran’a aittir. Bundan dolayı Hürmüz Boğazı’nı kontrol

altında tutmaktadır. Hürmüz Boğazı’nın stratejik avantajını kullanan Tahran

yönetimi, batıdan kendisine yönelen ambargoya karşılık, Hürmüz Boğazı’nı kapatma

kozunu elinde tutmaktadır.73Bölgesel ölçekten bakıldığında İran’ın jeopolitik

konumu daha da özel bir anlam kazanmaktadır. İran’ın Irak’a, Azerbaycan’a,

Türkiye’ye, Ermenistan’a, Afganistan’a ve Pakistan’a sınırları vardır. Bu sınırlar

İran’ın etki altına alınmasını engellemektedir. Son yıllarda İran’a hukuken

uygulanan ambargolar fiilen bu jeopolitik konumdan dolayı etkisiz kalmıştır. Zaten

İran’ın stratejik yönelimlerinin ana hedefini de yalıtılmışlıktan kurtulma amacı

şekillendirmektedir. 74Küresel sistemi sorgulayan İran, ABD tarafından potansiyel

tehdit olarak değerlendirilmektedir; çünkü ABD, Avrasya kuşağında bulunan üç

büyük enerji havzasını ve bunlara ulaşmayı sağlayan nakil hatlarını kontrol etmek

istiyorsa İran’ı hedef tahtasına yazması çok normaldir. İran, bu enerji hazasının hem

bir parçasıdır hem de enerjinin aktarımı için kullanılan geçiş güzergâhının üzerinde

bulunmaktadır. Bu nedenle İran, yenidünya düzenininveya bir başka deyişle

Amerikan İmparatorluğu’nun önündeki en büyük engellerden biridir.

ABD, İran’ın komşuları Irak’ı ve Afganistan’ı işgal etmiş, böylece İran’ı iki

yönden çevrelemiştir. Ancak Tahran, bu çevreleme sırasında sanılanın aksine

olumsuz bir tavır almamıştır; çünkü Afganistan’da kendisi için tehdit olarak kabul

ettiği Selefi yönetimi olan Taliban rejimi temizlenmiş, Irak’ta ise geçmişte savaştığı

Saddam Hüseyin rejimi yıkılmıştır. ABD’nın Irak’ı işgali bölgede yeni bir Şii

ekseninin oluşmasını sağlamış, bu da İran için jeopolitik bir kazanıma dönüşmüştür.

Bizim de dâhil olduğumuz birçok kişiye göre, İran’a yapılması muhtemel Amerikan

müdahalesinin ön cephesi olan, Arap Baharı’nın Suriye ayağında Esad rejimi

yıkılmamış ve çeşitli ülkelerce finanse edilen muhalifler kendi aralarında ayrıştıkları

bir iç savaşa sürüklenmiştir. Oluşan bu durum, İran için jeopolitik açıdan önemli bir

kazanımı temsil etmektedir; çünkü Suriye, İran’ın Lübnan’daki Hizbullah ile olan

bağlantısını sağlamaktadır. İran’ın İsrail’e; dolayısıyla Amerikan üstünlüğüne

73Halil İbrahim Yılmaz, ‘‘Ortadoğu’nun Jeoekonomik Önemi ve ABD’nin Ortadoğu Politikasının Ekonomik Nedenleri’’, TESAM Akademi Dergisi, Ocak 2016, Cilt 3, Sayı 1, s.111 74FirasElias, ‘‘İran’ın Stratejik Düşüncesinde Ortadoğu’’, https://ankasam.org/iranin-stratejik-dusuncesinde-ortadogu/Son Erişim Tarihi: 10.12.2017

Page 80: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

80

meydan okumasını sağlayan bu bağlantıdır; çünkü Hizbullah, Lübnan’da

başlangıçtan beri, işgale direnen ve İsrail’e karşı silah kullanan bir örgüttür75. Bu

nedenle Hizbullah üzerinden İsrail’e meydan okuyabilen bir İran, Sünni halkların

sempatisini kazanarak bölgesel boyutta önemli bir güç olmaktadır. Diğer taraftan

bölgedeki Amerikan yanlısı Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi

ülkelerin seküler yapıya sahip olan Suriye’nin Arap milliyetçisi tutumuyla Arap

halklarına örnek olmasından korktuğu ve Suriye’nin vurulması için ABD’ye baskı

yaptığı da bilinmektedir. Öte yandan 1990’ların ortalarından itibaren, ABD’nin kendi

ulusal güvenlik stratejisini “Küreselleşme” kavramı üzerine oturttuğu ve

Küreselleşmeyi de kendisinin tanımladığı biliniyor76

Bağımsızlık mücadelesi verilen dönemden bu yana Arap milliyetçiliği ve

büyük bir modern devlet ideali, Suriye siyasetini etkileyen temel faktör olmuştur.

İsrail’in kurulmasının Arap coğrafyasında yarattığı travma, Suriye siyasetini

şekillendiren en temel unsurdur. Suriye dış politikasının temel hedefi, modern

seküler bir Arap milliyetçiliğiyle Arap halklarını İsrail karşıtlığında bir araya

getirmektir77.

Arap Baharı sürecinin Suriye’de tıkanması; dolayısıyla BOP uygulamasının

tıkanması, İran’a yapılabilecek askeri müdahalenin sanıldığı kadar kolay olmadığını

ve hatta Amerikan İmparatorluğu’nun dünyayı istediği şekilde dizayn etmesinin

sanıldığı kadar kolay olmadığını ortaya koymaktadır. Bundan dolayı ABD’nin eski

gücüne kıyasla caydırıcılığını kaybettiği değerlendirmesi yapılabilir. Suriye

rejiminin hayatta kalması, Rusya’ya Ortadoğu’da bir aktör gibi davranma fırsatı

verirken, ABD’yi nükleer müzakerelerde İran’la uzlaşı aramak durumunda da

bırakmıştır. Gelinen noktada Suriye’de yaşanacak olası değişimin Rusya ve İran’ın

üzerinde uzlaştığı bir plan olmadan yaşanması mümkün görünmemekte ve buna

bağlı olarak Astana Süreci gelişmekte ve hatta Astana Süreci, Soçi Zirvesi’nde olduğu

gibi, kurumsallaşma eğilimleri de göstermektedir.

Suriye, Rusya açısından doğrudan stratejik önemiyle, ABD için ise İran’ı

kuşatmak, İsrail’in güvenliğini sağlamak ve Irak’ın kuzeyinden Akdeniz’e uzanan

bir ‘‘Kürt Terörü Koridoru’’ oluşturabilmek için öne çıkmaktadır.78

75 Hasan Nasrullah, ‘‘İran Dini Misyonun Önderi’’, ABD Saldırganlığı: Irak ve Ötesi, Ütopya Yayınevi, (Ed. Cahide Sarı), Ankara 2004, s.284 76

Betül Karagöz (2003b), Yeni Dünya Düzeninde Kültür Olgusu, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,

Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 77Muhammed Hüseyin Mercan, ‘‘1970’ten Günümüze Suriye Dış Politikasının Temel Parametreleri’’, Bağımsızlıktan Arap Baharına Suriye: İç ve Dış Politika, Nobel Yayıncılık, (Ed. Mehmet Akif Okur, Nuri Saltık), Ankara 2006, s.257 78Barış Doster, ‘‘Suriye Satrancındaki Son Dönüşümler’’, Ortadoğu Analiz, Kasım 2013, Cilt 5, Sayı 59, s.24

Page 81: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

81

3.GÜNCEL DEĞERLENDİRME: GÜNÜMÜZDE BOP VE BÖLGE

DEVLETLERİNİN REFLEKSLERİ

ABD’nin Suriye Krizi’ndeki genel tavrı, geleneksel Suriye siyasetinin bir

uzantısı niteliği taşımaktadır. Başlangıçtan itibaren ABD, Suriye’yi Hizbullah ve

Hamas gibi örgütlere destek vermekle suçlamış ve bu nedenle Suriye’yi İran gibi açık

bir biçimde olmasa da, örtülü olarak bir ‘‘şer ekseni’’ ülke şeklinde değerlendirmiştir.

Suriye Krizi sırasında ABD, krizi kendisi açısından fırsata çevirmek istemiş ve İran’ı

kuşatacak bir hamle olarak değerlendirmiş, bu nedenle de rejim değişikliği talep

etmiştir. ABD’nin bu talebi, demokratikleşme söylemiyle uyumlu göründüğü için

büyük ölçüde uluslararası kamuoyunun fikri olarak da değerlendirilmiştir. ABD’nin

krizin başlangıcındaki temel partneriyse, bir NATO üyesi olan Türkiye olmuştur.

Türkiye bu dönemde Ortadoğu’daki demokratikleşme taleplerinin dillendirilmesi

açısından son derece idealist bir tavır takınmıştır.

Türkiye’nin Suriye politikasındaki idealist tavrını belirleyen temel unsur

Türkiye’de iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, Mısır ve Tunus’ta

iktidarda gelen ve Suriye muhalefetinin de bir parçası olan Müslüman Kardeşler

(İhvan) tarafından bir rol model olarak görülmesi olmuştur. Bu süreçte ‘‘Şii Hilali’’

ile mücadele stratejisini belirleyen dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bir

Sünni ekseni yaratılabileceği düşüncesiyle Suriye’de muhalefetin açıkça

desteklenmesinden yana olmuştur. Krizin ilk aşamasında Türkiye’nin muhalifler ile

Esad yönetimi arasında arabuluculuk yapabilecek imkânlara sahip olmasına rağmen;

Suriye’nin demokratikleşmesi konusunda rejimle iletişim kanallarını açık tutmayarak

iki ülke arasındaki ipleri kopartan bir stratejiyi benimsemesi de eleştiriye açık bir

durumdur. Türkiye’nin bu süreçteki tutumu farklı nedenlere dayansa da, büyük

ölçüde ABD’nin bölge politikasıyla örtüşmüştür.

Suriye sahasında yaşanan jeopolitik mücadelenin taraflarına bakıldığında,

ABD-Türkiye ikilisinin karşısında, Rusya-İran ikilisinin bulunduğu görülmektedir.

İran, Suriye’de gerçekleştirilmek isteneni, kendisine yapılması planlanan bir

Amerikan müdahalesinin ön cephesi olarak değerlendirmiş ve tavizsiz bir biçimde

Esad yönetiminin yanında durmuştur. Bu nedenle Tahran ile organik bir ilişki

içerisinde olduğu bilinen Hizbullah, Suriye sahasındaki en etkili vekâlet

savaşçılarından birisine dönüşmüştür. Buna ek olarak bölgede ABD etkinliğinin

artmasına karşı çıkan ve Suriye’de üs bulunduran Rusya, Tahran yönetimi ile aynı

çizgide konumlanmış ve Esad yönetimini ayakta tutacak güç dengenin oluşmasını

sağlamıştır. Ancak sahada oluşan denge, sağlıklı bir güç dengesi durumuna

dayanmadığı için terör örgütleri buradaki güç mücadelesinin vekâlet örgütlerine

dönüşmüş ve PKK’nın Suriye kolu olan PYD ile ABD’nin tesis ettiği ilişki,

Page 82: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

82

Türkiye’nin dengedeki konumunu sorgulamasına yol açmıştır. Buna bağlı

olarakSuriye’de gelişen pratik durumun etkisi, 2013 sonrasında Ankara-Washington

ittifakında bir ayrışma yaşanmasına sebep olmuştur.79

ABD, Esad yönetiminin İran ve Rusya’ya rağmen yıkılmasının çok mümkün

olmadığını anladıktan sonra, Irak ve Suriye’de bir ‘‘Kürt Koridoru’’ oluşturarak

kendi enerji politikasını uygulamayı amaçlamıştır. ABD, İran doğalgazının Avrupa

pazarına ulaştırılmasına engel olmak için ilk aşamada Esad rejiminin gitmesine

yönelik çabala harcamış ve Suriye’de ılımlı Sünni bir devletin kurulmasın

planlamıştır.80ABD’nin bu politikadaki amacı, bölge petrollerinin Türkiye’nin

devreden çıkartılarak Akdeniz’e çıkışının sağlanmasıdır.81 Mehmet Ali Güller’e göre,

ABD, Irak’ın işgaliyle koridorun ilk ayağını Basra Körfezi’nden Akdeniz’e ulaşacak

şekilde oluşturmuştur. Hatta işgalin temel nedeni de budur.82Ancak bu durum, haklı

olarak Türkiye’nin tepkisini çekmiş ve Ankara’nın İran-Rusya ikilisiyle yakınlaşması

sonucunu doğurmuştur. Bu anlamda Ankara’nın haklı tepkisi, Türkiye’yi Davutoğlu

döneminde idealize edilen Ortadoğu’da oyun kurucu ülke olma iddiasına

ulaştıramasa da, idealizmden uzak pragmatik bir biçimde ayakları yere basan

gerçekçi dış politika hamleleriyle, Türkiye’nin bölgede oyun bozan aktör

olabileceğini göstermiştir.

Son günlerde dikkat çeken en önemli hususun ABD’nin eskortluğunda IŞID

(DEAŞ) üyelerinin çekilmesi görüntüleri olduğu ifade edilebilir. Bu durum radikal

terörün ‘‘Kürt Koridoru’’nun oluşturulması için bir meşruiyet aracı olarak

kullanıldığını göstermektedir.

Her ne kadar Suriye sahasında yaşanan gelişmelerin, Tahran tarafından,

kendisine yapılması muhtemel bir müdahalenin ön cephesi olarak yorumlandığını

belirtmişsek de, ABD’nin açık bir biçimde PYD’nin yayılma alanına meşruiyet

kazandırmaya yönelik yaptığı hamleler, Türkiye’nin de güneyinden çevrelenmekte

olduğunu göstermiştir. Türkiye bu konuda duyduğu rahatsızlığı en üst seviyede,

Cumhurbaşkanı Erdoğan düzeyinde ifade etmiştir. Bu süreçte Cumhurbaşkanı

Erdoğan, Güney sınırlarımız boyunca oluşturulmaya çalışılan terör koridorunun amacı

Türkiye’yi kuşatmaktır.83sözleriyle Türkiye’nin Suriye’deki ABD-PYD ilişkisine

bakışını ortaya koymuştur.

79Muharrem Ekşi, ‘‘Ak Parti Döneminde Ortadoğu’da Türk-Amerikan İlişkilerinin Ekseni: İslami Kimlik’’, Sayı 8, Cilt 9, Yaz 2016, Gazi Akademik Bakış, s.61-62 80Cenk Tamer, ‘‘Suriye’nin Enerji Jeopolitiği’’, https://ankasam.org/suriyenin-enerji-jeopolitigi/ , Son Erişim Tarii: 07.12.2017 81Mahir Kaynak, Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye Üzerine Stratejik Analizler, Truva Yayınları, İstanbul 2016, s.26 82Mehmet Ali Güller, Suriye’nin Sevr’i Amerikan Koridoru, Kaynak Yayınları, İstanbul 2015, s.25 83 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesi için bkz. https://www.dha.com.tr/politika/erdogandan-vize-krizine-iliskin-sert-aciklamalar-biz-size-muhtac-degiliz/haber-1547284, Son Erişim Tarihi: 27.11.2017

Page 83: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

83

Son dönemde yaşanan Katar Krizi, Türkiye-İran ilişkilerinde gelişecek olan

ittifak yapma zorunluluğunu ortaya koymuş ve iki ülke arasındaki olumlu ilişkiler,

Barzani’nin Kuzey Irak’ta inşa etmeye çalıştığı BOP Kürdistanı’nın engellenmesi

amacı doğrultusunda derinlik kazanmıştır. Türkiye-İran ilişkilerindeki olumlu hava,

benzer bir konjonktürel etkiyle 15 Temmuz sürecinde Dugin’in Türkiye’yle istihbarat

paylaşımına paralel olarak olumlu izlenim yaratan Ankara-Moskova ilişkileriyle de

eş zamanlı olarak gelişmiştir. Bu üç ülkeyi yakınlaştıran olayların ABD’nin BOP’un

uygulanması ile bölgeye yeni bir Sykes-Picot düzeni dayatmak istemesi olduğu

açıktır. Buna bağlı olarak Suriye’deki kriz durumunun sonlandırılmasına ilişkin

harcanan çabalar Astana Görüşmeleri sırasında, Türkiye-Rusya-İran üçlüsünün

Suriye’deki kalıcı barışı inşa edecek üçlü ittifakı oluşturduğunun işaretlerini de

vermiş ve ABD büyük ölçüde Suriye sahasında istediğini alamamış ve denklemin

dışına itilmiştir. Bu durum bölgede Amerikan saldırganlığı karşısında, Atatürk

dönemindeki SadabatPaktı örneğinin güncellenmesi olarak da yorumlanmış ve anti-

emperyalist bir bloğun oluşturulması fikri tartışılmaya başlanmıştır. Son günlerde

Türkiye, İran ve Rusya arasında konjonktürel ilişkilerin bir sonucu olarak gelişen

ittifak durumu, kurumsallaşma eğilimi sergilemektedir. Bu kurumsallaşma ABD’nin

küresel imparatorluk vizyonu karşısında bir ‘‘Batı Asya Bloğu’’nun inşa edildiğini

göstermektedir. Dolayısıyla ABD mevcut oyuncularla bugüne kadar istediği sonucu

pek elde edememiş görünmekte84 ve bir yenilgiye tanıklık etmektedir.

SONUÇ

Soğuk Savaş sonrasında ideolojik anlamda elde ettiği zaferi, jeopolitik

anlamda da taçlandırmak isteyen ABD, Avrasya coğrafyasını kontrol edebilmenin

yollarını aramış ve bu amaç doğrultusunda Büyük Ortadoğu Projesi’nde somutlaşan

stratejiyi geliştirmiştir.

Washington yönetimi, Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde

tahakküme dayalı politik yönelimler sergilemiş ve böylece küresel sistem üzerindeki

hâkimiyetini merkezileştirmeye çalışmıştır. Bu girişim aynı zamanda literatür

içerisindeki ‘‘imparatorluklaşma’’ tartışmalarını da temsil etmektedir.

Ortadoğu coğrafyasını kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirerek

enerji kaynaklarını ve enerji geçiş güzergâhlarını kontrol etmek isteyen Washington

yönetimi, tahakküm politikaları çerçevesinde İslami terör ve terörü destekleyen

devletler ile mücadele adı altında kendi saldırganlığını gizlemeyi başarmıştır.

Afganistan’ın işgaliyle başlayan ABD’nin Avrasya hâkimiyeti için kuvvet kullanma

stratejisi, Irak’ın işgaliyle devam etmiş ve Arap Baharı olarak isimlendirilen halk

84Mehmet Seyfettin Erol, ‘‘Ortadoğu Satrancında BOP Hamleleri’’, https://ankasam.org/ortadogu-satrancinda-son-bop-hamleleri/ , Son Erişim Tarihi: 12.12.2017

Page 84: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

84

ayaklanmaları BOP’un vekâlet savaşçısı olarak kullanılan proxy örgütler üzerinden

yürütülmesine olanak sağlamıştır.

Sonuç olarak Büyük Ortadoğu Projesiyle ABD, Ortadoğu coğrafyasını

kendi emperyal talepleri doğrultusunda şekillendirmek istemektedir. Bu bağlamda

gerektiğinde kuvvet kullanmaktan da kaçınmadığı görülmekte olup, ABD’nin bu

politikayı bölge halklarına dikta etmek konusunda ısrarcı olduğu anlaşılmaktadır.

Ancak ABD’nin bu saldırganlığı, bölge devletlerinin de tepkisini çekmekte ve bu

devletleri egemen politik varlıklarını koruyabilme hassasiyetiyle bir araya

getirmektedir. Son dönemde Suriye sahasında yaşanan gelişmelere bağlı olarak

gözlemlenen Türkiye-Rusya-İran üçlü ittifakının gelişimi ve Barzani’nin bağımsızlık

referandumu karşısında gösterilen ortak tavır, ABD’nin ARAP NATO’su kurmak

için çıktığı yoldabüyük bir fiyaskoya tanıklık ettiğini ve Ortadoğu’ya yüklendikçe

kaybettiğini açıkça ortaya koymaktadır.

KAYNAKÇA

Akbaş, Zafer, ‘‘ABD’nin Ortadoğu Politikalarının Sürdürülebilirliği ve

Ortadoğu’da Güç Mücadelesi’’, HistoryStudies, ABD ve Büyük Ortadoğu İlişkileri

Özel Sayısı, Yıl 2011, s. 1-18

Akyol, Taha, ‘‘Tarihin Sonu mu?’’, Tarihin Sonu, (Ed. Mustafa Aydın), Vadi

Yayınları, Ankara 2005, s. 148-157

Amin, Samir, ‘‘Küreselleşmecilik mi? Yoksa Küresel Ölçekli Apartheid mi?’’,

Modern Küresel Sistem, (Ed.ImmanuelWallerstein), Pınar Yayınları, Kürşad

Atalar(Çev.), İstanbul 2003

Ataöv, Türkkaya, Emperyalizmin Afrika Sömürüsü, İleri Yayınları, İstanbul

2010

Balbay, Mustafa, Tarihin Arka Odası: Amerika, Cumhuriyet Kitapları,

İstanbul 2005

Brzezinski, Zbigniew, Tercih, İnkılâp Yayınları, Cem Küçük(Çev.), İstanbul

2005

Cangızbay, Kadir, Globalleştirme Terörü, Odak Yayınevi, Ankara 2003

Canikoğlu, Erhan ‘‘İsrail, ABD’deki Yahudi Varlığı ve İkinci Körefz Savaşı’’,

Ortadoğu Siyasetinde İsrail, (Ed. Türel Yılmaz, Mehmet Şahin, Mesut Taştekin),

Platin Yayınları, Ankara 2005, s.199-243

Castro, Fidel, Obama ve İmparatorluk, Agora Kitaplığı, Osman

Akınhay(Çev.), İstanbul 2011

Chomsky, Noam, Sömürgecilikten Küreselleşmeye, Ütopya Yayınevi, Erdem

Sakınç (Çev.), Ankara 2010

Page 85: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

85

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesi için bkz.

https://www.dha.com.tr/politika/ erdogandan-vize-krizine-iliskin-sert-

aciklamalar-biz-size-muhtac-degiliz/haber-1547284, Son Erişim Tarihi: 27.11.2017

Çelik, Hamit, Ortadoğu’da ABD Politikaları ve Büyük Ortadoğu Projesi, Ufuk

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2014

Çiftçi, Kemal, ‘‘Soğuk Savaş Sonrasında ABD: Rızaya Dayalı Hegemonyadan

İmparatorluk Düzenine’’, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 10, 2009 s. 203-219

Demirer, Temel, Sarı, Cahide, Çevikaslan, Salih, ‘‘ ‘‘İmparator’’un Irak

Hamlesi’’, ABD Saldırganlığı Irak ve Ötesi, Ütopya Yayınev, (Ed. Cahide Sarı),

Ankara 2004

Demirtaş, Mustafa, ‘‘Michael Hardt ve AntonioNegri: Yeni Bir Egemenlik

Biçimi Olarak İmparatorluk ve Siyasetin Öznelerinin Yeniden

Kavramsallaştırılması’’, www.spectrumjournal.net/wp-content/uploads/2014

/05/Mustafa-Demirtaş.pdf, s.74, Son Erişim Tarihi: 14/04/2016

Deniz, Taşkın, ‘‘Mekansal Paylaşım Açısından Büyük Ortadoğu Projesi ve

Türkiye’’, Marmara Coğrafya Dergisi, Sayı 26, Temmuz 2012, s. 146-170

Doster, Barış, ‘‘Suriye Satrancındaki Son Gelişmeler’’, Ortadoğu Analiz,

Kasım 2013, Cilt 5, Sayı 59, s.23-30

Efegil, Ertan, ‘‘Bush Doktrini ve Dünya Güvenliğine Etkileri’’, Hacettepe

Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 8, s.103-122

El Hazin, Cihad, ‘‘Amerikan Yüzsüzlüğü’’, ABD Saldırganlığı: Irak ve Ötesi,

Ütopya Yayınevi, (Ed. Cahide Sarı), Ankara 2004, s. 244-246

El Makdisi, Ebu Muhammed, Büyük Ortadoğu Projesi, Küresel Kitap,

Müslim Kılıç(Çev.) İstanbul 2015

Elias, Firas, ‘‘İran’ın Stratejik Düşüncesinde Ortadoğu’’,

https://ankasam.org/iranin stratejik-dusuncesinde-ortadogu/Son Erişim Tarihi:

10.12.2017

Ekşi, Muharrem, ‘‘Ak Parti Döneminde Ortadoğu’da Türk-Amerikan

İlişkilerinin Ekseni: İslami Kimlik’’, Gazi Akademik Bakış, Sayı 18, Cilt 9, Yaz 2016,

s.59-77

Erol, Mehmet Seyfettin, ‘‘Ortadoğu Satrancında BOP Hamleleri’’,

https://ankasam.org/ortadogu-satrancinda-son-bop-hamleleri/ , Son Erişim Tarihi:

12.12.2017

Foster, John Bellamy, Emperyalizmin Yeniden Keşfi, Divan Yayıncılık,

Çiğdem Çidamlı (Çev.), İstanbul 2008

Fukuyama, Francis, ‘‘Tarihin Sonu mu?’’, Yusuf Kaplan(Çev.), Tarihin Sonu

mu?,(Ed. Mustafa Aydın), Vadi Yayınları, Ankara 2005,s. 22-50

Page 86: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

86

Göngen, Mehmet Ali ‘‘Arap Baharı Karşısında ABD’nin Tutumu’’, Süleyman

Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 33, Aralık

2014, s. 1-18

Güller, Mehmet Ali, Suriye’nin Sevr’i Amerikan Koridoru, Kaynak Yayınları,

İstanbul 2015

Hardt, Michael ve Negri, Antonio, İmparatorluk, Ayrıntı Yayınları, Abdullah

Yılmaz(Çev.), İstanbul 2012

Howe, Stephen, İmparatorluk, Dost Yayınevi, Sinem Gül(Çev.), Ankara 2002.

Karagöz, Betül, Yeni Dünya Düzeninde Kültür Olgusu, Ankara Üniversitesi

Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2003a

Karagöz, Betül, Kültürel Çatışmalar Okulu ve Neo – Muhafazakârlık, Ankara

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara

2003b

Betül Karagöz, “Bilgi Üretiminin Siyasal, Ekonomik ve Toplumsal

Boyutları,” Küreselleşme, Demokratikleşme ve Türkiye Uluslararası Sempozyumu

Bildiri Kitabı – 27-30 Mart 2008, Akdeniz Üniversitesi Yayını, Antalya, 2008a

Karagöz, Betül, Mutlakıyetçi Devlet’ten Hukuk Devleti’ne, Hukuk

Devleti’nden Mutlakıyetçi Devlete: Sivil Uygarlığın Kurumsallaşma Süreci, Ankara

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2008b

Karagöz Yerdelen, Betül, ‘‘Birleşmiş Milletler’in 70.Yılında Devletlerin İnsani

Sorumluluğu ve İnsani Müdahale Sorunsalı’’, Küresel Yönetişim, Güvenlik ve

Aktörler: 70. Yılında BM, Tasam Yayınları, İstanbul 2016, s. 51-63

Kaynak, Mahir, Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye Üzerine Stratejik

Analizler, Truva Yayınları, İstanbul 2016

Koçyiğit, Fatma, 11 Eylül ve Değişen Amerikan Söylemi: Ekonomi Politiğin Realist

Bir Analizi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Abant Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bolu 2013

Magdoff, Harry, Emperyalizm Çağı, Sosyalist Yayınlar, Doğan Şafak (Çev.),

İstanbul 1997

Mahalli, Hüsnü, Ortadoğu’da Kanlı Bahar, Destek Yayınevi, İstanbul 2012

Mercan, Muhammed Hüseyin, ‘‘1970’ten Günümüze Suriye Dış Politikasının

Temel Parametreleri’’, Bağımsızlıktan Arap Baharına Suriye: İç ve Dış Politika,

Nobel Yayıncılık, (Ed. Mehmet Akif Okur ve Nuri Saltık), Ankara 2006, s. 239-263

Mert, Nuray ‘‘Tarihin Sonu Yok’’, Tarihin Sonu mu?, (Ed. Mustafa Aydın),

Vadi Yayınları, Ankara 2005, s. 331-336

Nasrullah, Hasan, ‘‘İran Dini Misyonun Önderi’’, ABD Saldırganlığı: Irak ve

Ötesi, Ütopya Yayınevi, (Ed. Cahide Sarı), Ankara 2004, s. 283-287

Oğultürk, Cem, ‘‘Kosova’nın Bağımsızlık Süreci Kapsamında ABD Dış

Politikasının Analizi’’, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Sayı 19, Yıl 10, s.99-132

Page 87: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

87

Oğuzlu, Tarık, ‘‘Arap Baharı ve Yansımaları’’, Ortadoğu Analiz, Cilt 3, Sayı,

36, Aralık 2011, s.8-16

Özdağ, Ümit, ‘‘Arap Baharının Rüzgarı Nereden Esiyor?’’,

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-

merkezi/2011/09/22/6307/arap-baharinin-ruzgari-nereden-esiyor, Son Erişim

Tarihi: 27.04.2016

Özkan, Rafet, Amerikan Evanjelikleri, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Erzurum

2005

Renner, Michael, ‘‘Büyük Güçlerin Petrolle Dansı’’, ABD Saldırganlığı: Irak

ve Ötesi, Ütopya Yayınevi, (Ed. Cahide Sarı), Ankara 2004, s. 83-86

Şahin, Mehmet, Din – Dış Politika İlişkisi: ABD Örneği, Barış – Platin

Kitabevi, Ankara 2009

Şahin, Türel Yılmaz, Uluslararası Politikada Ortadoğu, Barış Kitap, Ankara

2011

Taşkın, Deniz, ‘‘Mekânsal Paylaşım Açısından Büyük Ortadoğu Projesi ve

Türkiye’’, Marmara Coğrafya Dergisi, Sayı 26, Temmuz 2012, s.247-171

Telatar, Gökhan, 11 Eylül Sonrası Amerikan Dış Politikasının Yeniden İnşası,

Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi,

Ankara 2011

Timur, Taner, ‘‘ ‘‘Küreselleşme’’ den ‘‘İmparatorluk’’ a 11 Eylül Dönüm

Noktası mı?’’, www.praksis.org/wp-content/uploads/2011/07/007-10.pdf, Son

Erişim Tarihi: 10.12.2017

Tunç, Hakan, Wallerstein’e Göre Modern Dünya-Sistemi, Beykent Ünviersitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2010

Türkmen, Füsun , ‘‘ABD’nin Dış Politikası: Devamlılık ve Değişim’’, Doğu-

Batı, Sayı 32, Mayıs-Haziran-Temmuz 2005,s. 157-180

Ural, Abdullah, ‘‘ABD’nin Enerji Hâkimiyeti Teorisi ve Büyük Ortadoğu

Projesi’’, Akademik Orta Doğu, Cilt 3, Sayı 2, Yıl 2009, s.131-147

Wallerstein, Immanuel, Amerikan Gücünün Gerileyişi, Metis Yayınları,

Tuncay Birkan(Çev.), İstanbul 2015

Yalçıntaş, Nevzat, ‘‘Amerika’nın Irak Macerası’’, Karaküt Yayınları, İstanbul

2009

Yalvaç, Faruk, ‘‘Uluslararası İlişkilerde Yapısalcı Kuramlar’’, Devlet, Sistem,

Kimlik, (Ed. Kollektif), İletişim Yayınları, İstanbul 2011

Yıldız, Dursun, Tarihi Geçmişi, Stratejik Önemi ve Su Sorunu Açısından

Akdenizin Doğusu, Bizim Kitaplar Yayınevi, İstanbul 2008

Yılmaz, Halil İbrahim, ‘‘Ortadoğu’nun Jeoekonomik Önemi ve ABD’nin

Ortadoğu Politikasının Ekonomik Nedenleri’’, Tesam Akademi Dergisi, Ocak 2016,

Cilt 3, Sayı 1, s.99-128

Page 88: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar 2017 - Autumn 201

267

OĞUZ ATAY’IN “TÜRKİYE’NİN RUHU”

ÜZERİNE BİR DENEMESİ

Emre Burak DEMİRER

Özet

Türk edebiyat tarihinin kendine münhasır yazarlarının başında sayılabilecek Oğuz

Atay, yazım hayatı uzun sürmemesine rağmen birçok yazarı ve okuyucuyu etkilemeyi

başarmıştır. Bu nedenle, yazdığı romanlar ve hikayeler incelemelere tabi tutulmuştur.

Yazıları arasındaki sistematik, yaşamının son dönemlerinde yazmak istediği ancak

bitiremediği “Türkiye’nin Ruhu” ismini vereceği romanında gün yüzüne çıkacakken Atay’ın

erken ölümüyle okur bu sistemli yazarın çevresini nasıl tanımladığını öğrenmekten mahrum

kalmıştır. Çalışma, Atay’ın günlüğünde tutuğu notları temel referans kaynağı

alarak“Türkiye’nin Ruhu”nun izini sürmek ve Atay’ın Türkiye insanına, toplumuna ve

devlet yapısına şeklini veren ruh düşününü anlama çabasını amaçlamaktadır.

Anahtar kelimeler: Oğuz Atay, Türkiye’nin Ruhu, İnsan, Toplum, Devlet

Abstract

Oğuz Atay is one of theleadingwriters of theTurkish literature world. Despite his

short life, he has influenced many writers and readers. Fort pense his reason, his writings

have been the subject of numerous articles and writings. Systematic between writing, that

want to write the end of his life, but could not finish, "The Soul of Turkey" in the novel that

gave the name to face the day you'll be out Atay readers with early death has deprived learn

how to define this system the author's environment. In the study, Atay's diary wasused as a

basic reference. Thus, "The Soul of Turkey" allowed to drive, it's also the Turkish people,

Turkish society and the Turkish state structure is intended to consider the attempt to

understand the spirit of giving shape.

Keywords: Oguz Atay, The Soul of Turkey, Human, Society, State

Araştırma Görevlisi, Giresun Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü, [email protected]

Page 89: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

89

GİRİŞ

Oğuz Atay’ın kısa hikâyesi kendi yaşamının ardından devam eden anlaşılma

çabasıyla birlikte uzun bir serüven haline gelmiştir. Kimi yazarların yazdıklarından

çok kendileri üzerinden analizler yapılması alışılmadık bir durum değildir elbette

ama Atay’ın yazdıkları ve daha da önemlisi yazmak istedikleri üzerinden

anlaşılmaya çalışılan bir aydın oluşu incelemeye değer görülmüştür. Atay’ın da

romanlarının kahramanları gibi tutunamayanlardan olup olmadığı ayrı konudur, bu

bağlamda Atay’ın özgün edebi tarzının yanında toplum-aydın ilişkisi tasavvuru

özellikle de “insan-devlet-toplum” üçlemesi üzerinden kurguladığı ve bu minvalde

üç temaya ayırmayı planladığı romanın adı olacak olan “Türkiye’nin Ruhu” salt

kendi başına sosyolojik bir tartışma sahasında kendini bulabilmektedir. Doğası

gereği, yazılmayanın tartışılması veyahut incelemeye tabi tutulması oldukça güçtür

ancak Atay’ın romanlarından ve de günlüğünden hareketle Türkiye edebiyatına

kazandırdığı yazım biçemi çerçevesinde bir altyapı bize kuşkusuz ilginç bir biçimde

yorum çeşitliliği kazandırmaktadır.1

Ekrem Işın’ın arkeolojik değerlendirmesine göre Atay, kimliklerin

belirlendiği toplumsal mekânların derinliklerine dalmaktadır ve derinlere indikçe

“Türkiye’nin Ruhu” bir tabaka olarak ortaya çıkmaktadır (Işın, 2011: 32). Bu durum,

Atay’ın tutunamayandan veya tutunamayanlardan yola çıkarak sistematik bir

toplumsal çözümleme arayışına girdiği sonucunun çıkarsanmasına yol açmaktadır.

Keza “dağınık görünen malzeme rastgele değil, yapısal bir bütünlük meydana

getirecek biçimde” biraraya getirilmiştir.2

1Kuşkusuz Türk edebiyat tarihinde en ilgi çeken romanları yazmıştır Oğuz Atay. Bastırmak için iki yıl uğraştığı ilk romanı Tutunamayanlar’la TRT ödülünü alan ve her yıl en az Tutunamayanlar kadar kültleşen romanlarıyla Yüksek İnşaat Mühendisi Atay, kısa yaşamı ve oldukça kısa yazın hayatıyla post-modernist yazımın ilk örneğini teşkil etmesi sebebiyle kendi zamanında anlaşılmamanın yükünü kendi ağzından serzenişlerle dile getirmesi babında kendinden önceki yenilikçi yazarlardan farklı bir tavırla karşılaşmamıştır. Okuyucuya ulaşılabilecek uzaklıkta olduğunu ancak kendisinin okuyucuyu mumla aradığını defalarca söylemiştir. Günlük tutmasının nedenin çaresizlik olduğunu açıkça belirtmiştir. Selim Işık’a yaklaştığı en yakın an sanırım şu cümleyi yazdığı andır: “Canım insanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız.” 80lerle birlikte hızla yayılan Atay okurluğu hala kendisini anlama peşinde koşmaktadır. Keyder’e göre Atay okurluğuBatılılaşmanın yarattığı aydın kitlesinin oluştuğu tarihe denk gelir bu. Bu anlama hali bağlamında yazılanlar da çeşitlenmekte, doğru veya yanlış Atay’ı anlamaktan ziyade anma etkinliğine de dönüşmüştür bir anlamda. Atay’ı kaybetmek Türk edebiyatının büyük bir parçasını kaybetmektir. 2 Murat Belge’nin Atay üzerine değerlendirmesinden.

Page 90: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

90

Atay’ın tutunamayan kahramanları içten, alışılmadık bir ironinin ve

geleneksel bir kırık hayatlar3 hikâyesinin yansımalarıdır. Atay’ın hikâyesinin peşinden

koştuğu tutunamayan “yarı-aydın”dır. Atay da buna dâhildir. Zira Nurdan Gürbilek,

Atay’ın üslubunu ironi olarak nitelendirirken bunu söylemesinin nedenini Atay’ın

kendisini kenara çekip üstün görmediğinin tıpkı romanlarındaki kahramanlar gibi

hayattan kaçtığını belirtmektedir (Gürbilek, 1990). Tehlikeli Oyunlar romanı üzerine

günlüğünde notlar alan Atay romanın kahramanı Hikmet’i nasıl Anadolu’ya

gönderdiyse kendisi de uzun bir Anadolu yolculuğu yapma isteğinden bahsediyor

(Atay, 2010). Bir aydın olarak insanlarıyla ilişkisini inceleme amacı güden Atay bu

yolculuğu yapma isteğinin nedenleriniayrıntılandırıyor:

…Bizi nasıl anlıyorlar? Biz onların içinde nasıl hissediyoruz? Ben hep kendimi

onlara yakın ilişkiler kurmuş bir insan olarak düşünürüm. Sonra, arkamdan olmadık

düşmanca, hissiz, soğuk ve kötüleyici sözler edildiğini duyarım. Bu birliği -bana karşı

davranış birliğini- nasıl kurarlar acaba? Hangi noktada birleşirler? Aralarında iyi bir izlenim

edinmiş olanlar yok mudur? Nasıl başlarlar insanın arkasından çekiştirmeye sonra? Nasıl

cesaret ederler?...(Atay, 2014: 36-38)

Anadolu’nun aydına bakışının yanısıra aydının da Anadolu’ya karşı tavrını

“muş gibi yapmak” diye nitelendiren Atay’ın kafasını kurcalayan asıl sorunsal da

düşüveriyor önümüze. Çözülemeyen tutunamama halinin biyografisi. Bu düzlemde

tanık olunan “trajikomik hesaplaşma”nın4ortak bir anlam bütünlüğünün

yakalanması, değerlendiren açısından zor olacaktır. Yani tutunamayan tam anlamıyla

kimdir ve neden tutunamamıştır? Bunu anlatmak Atay’ın işiydi. Bunun yerine

Atay’ın Türkiye’nin ruhunu tasarlarken ortaya koyduğu süreçleri ve bu süreçler

içerisinde tutunamayanların nerede ikamet ettiklerini bulmaya çalışmak bu yazının

yapmaya çalıştığı şeydir.

Osmanlı’nın Mirası

Atay, Osmanlı’nın “kapalı bir sistem” olduğundan bahisle bireyi ezen,

ortadan kaldıran buna mukabil devleti kutsallaştıran anlayışı Türkiye’nin Ruhu için

zemin olarak kullanmıştır.

… Osmanlı… kuralları ciddiye aldı, insanı ciddiye almadı… Bütün değişimleri

devlet eliyle gerçekleştirmek istedi…(Atay: 90)

3 Atay, Halit Refiğ’in romanlarındaki karakterlere atıfla bu tanımlamayı yapmakta ve kendi kahramanlarını da Refiğ’e yaklaştırmaktadır. 4 İsim tamlaması Ahmet Cemal’in Oğuz Atay üzerine yazdığı gazete yazısından alınmıştır. Tam cümle şu şekildedir: “Trajedilerimizi komedi, komedilerimizi de trajedi gibi yaşamaktan uzaklaşıp, yaşamlarımıza trajikomik bir hesaplaşmanın ciddiyetini kazandırabildik mi?” (Ahmet Cemal, “Oğuz Atay ve Bir Hüzünlü Ülke”, Cumhuriyet Gazetesi, 14.12.2006)

Page 91: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

91

Böylece devlet eleştiriye kapandı oysa güzeli çirkinden ayıran şey eleştiridir.

Düşünce her türlü eleştiriye kapandı ve felsefe yok oldu. Eleştirinin ortadan

kalmasıyla “kapalı sistem” ortaya çıktı;

Tek felsefe bireyin yok oluşudur; vahdet-i vücud’dur5…. Şiirde, divancılar biz diye

seslenir…. Ülkücü insan yoktur. Ülkücülük bireyciliktir. Özgün sanat yoktur. Usta-çırak

ilişkisi içinde taklit vardır. Bir bakıma gelenek de yoktur. Usta, yaşantısını kimseyle

paylaşmaz; yaratıcılığın ayırıcılığı kendisiyle birlikte ölür. Ne ruhun ölümsüzlüğü, ne de

canlı dünyanın gürültüsü duyulmaz…(Atay: 92)

Devletin azameti karşısında ezilen yek bireyin değersizliği ve yarattıkları ve

yaratacaklarıyla yok oluşunun doğallaşması kapalı sistemin ürünüdür. Kapalı

sistemin devamını garantileyen ise “korku”dur.

Bizim ilk günahımız belki de budur: Kapalı sistem yaratıklarının dünyaya karşı

besledikleri korkudur (Atay, 92)

Atay’ın söylediği korku bir olaydan, yaparsa başa gelebilecek durumlardan

veya bir şeyden korku değildir. Varolma korkusudur. Karar verme korkusudur.

Kendisi olma korkusudur. “Yaşama korkusudur.” Tabii ki korku somut olaylarla

cisimleştirilmekte, daha anlaşılabilir hale getirilmektedir ancak Atay’ın vahdet-i

vücudu besleyen korkusu ya dokunulmazlığa sahip bir konumda azınlık içinde ya

da tamamen toplumun içinde eriyik halde durup konumunu koruyamama

korkusudur:

…Dünyayı bir savaş alanına çevirdikten sonra, her yandan düşman saldırısı

bekleyenlerin korkusudur. Bir şehire kapanıp, bütün ülkenin saldırısını bekleyen sarayın

korkusudur bu. Sarayı kaleye çevirenlerin korkusudur. Kardeşleri tarafından öldürülmeyi

bekleyen Saray’ın korkusudur. Her davranışın devlete yöneldiğini sanan paranoyak

yöneticilerin korkusudur. Kültür korkusudur. Matbaadan, şiirden, resimden, felsefeden, hatta

dinden korkmaktır bu. Halk Partisi’nin Köy Enstitülerinden korkmasıdır. Demokrat Parti’nin

modern resimden korkmasıdır. Bazı solcuların modern edebiyattan, modern sanattan

korkmasıdır. Halkın içinde sivrilen esnafın, eşrafın, mollaların halktan korkmasıdır…(Atay:

94)

5Tasavvuf düşüncesinde, yaratanla yaratılanın tek kaynaktan geldiğini ve "bir" olduğunu savunan görüş. Varlık birliği de denmektedir. Türkiye’nin Ruhu için iyi bir erime potasını teşkil etmektedir. Birey-devlet-toplum kavramlarının bir bütün olması ve aykırı olan dışlamasının kolaylığını sağlamaktadır. Atay, Türkiye’nin Ruhu’nda birey-devlet-toplum temaları üzerinden üç cilt olarak yazmayı planlarken olay örüngüsünü savaşlar üzerinden kurgulayacaktır. Savaşların, insanlar, kurumlar, kavramlar arasında bütünlüğü oluşturduğunu ve tüm bunları tekleştirdiğini söylemektedir. Bu da vahdet-i vücud’un milliyetçi sahaya nasıl sıçradığını, söylemin nasıl kolektif eyleme dönüştüğünü göstermektedir.

Page 92: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

92

“KAPALI SİSTEM”DEN, AYDIN “YABANCILAŞMA”SINA

Atay, Türkiye’nin Ruhunu tarihsel anlamda yaşanılan süreçleri

kavramsallaştırmaya çalışmıştır. Kemalizmin topluma bakış açısı Atay tarafından da

paylaşılmaktadır. Sorunun köklerinin Osmanlı devlet yapısında aramakve sahip

olunan kusurları kökleştirmek. Bunun sebebinin modernleşme macerası dahilinde

arada kalmak olduğu söylenebilir. “Kenar Batı” ile “Orta Doğu” arasında bir millet,

ikisinden biri tam olamamış, kandırmayı bir kazanç, uyanıklık ve yapılması gereken

şey olarak gören yarım yamalak zihinler. Doğuyu beğenmeyen ancak Batıya özenen

fakat ona karşı da hep bir intikam duygusuyla hareket eden:

…Bana öyle geliyor ki biz çocuk kalmış bir milletiz ve daha olayları ve dünyayı,

mucizelere bağlı “myth”lere bağlı bir şekilde yorumluyoruz en ciddi bir biçimde bir biçimde.

Aklı başında bir Batılının gülerek karşılayacağı ve bize ölesiye ciddi gelen bir şekilde.

Bir başka nokta daha: Öyle bir yarım yamalaklığımız var ki, bizim dramımız,

trajedimiz akıl almaz bir biçimde gelişiyor. Ayrıca, bir trajedinin içinde olduğumuzun

farkında bile değiliz. Çok güzel yaşayıp gittiğimizi sanıyoruz. İktidarda olanlar da bu sanıyı

bütün millet adına dile getiriyorlar. Birkaç aydın dışında bunu anlayan yok gibi. O aydınlar

da sosyal bir takım sözler ediyorlar. Psikolojik yönü boş kalıyor bu meselenin. İnsanlarımız,

bu kötü yaşantıyı dile getirmenin, “muhalefet yapmak” olduğunu sanıyor bir bakıma.

Aslında bir yanlış anlama olduğu halde, anlaşıp gidiyorlar. Bir “mış gibi yapmak”

tutturmuşlar; arabalar yürüyor ya, ekmek yapılıyor ya, iyi kötü suyumuz geliyor ya… mesele

yok. Bir taklit yapıyoruz ve Batı’ya bile kabul ettirdiğimiz onlar oluyor. (Bir futbol maçında

yeniveriyoruz onları) Ya çocuksu gururumuz! Beğenilmezsek hemen alınıyoruz. Batılılara

iftiralar ederek kendimizi temize çıkarmak için didiniyoruz. İyi aile çocukları arasında, onlara

çamur atan mahalle çocuğu gibiyiz…(Atay: 24, 26)

Devlet mevhumu da irrasyoneldir. Batı gibi değildir. Kandırılmayı göz

yumarak teşvik eder. Müşfik bir hali vardır. Devlet kiminin babası kiminin ise

anasıdır. Cezalandırır ancak ölçüsü vardır. Yani Batıyı ne millet ne de devlet

benimsemektedir. Kapalı bir sistem içinde konulmayan kurnazlıkları her iki taraf da

içselleştirmiştir.

Her zaman suç işlediği halde kendisine taviz verildiğini hissettiği için başı önde

dolaşır insanımızın” diyor Atay ve devam ediyor: Bizim ilk günahımız işte budur:

Cezalandırılmayan küçük günahların toplamı. Hoşgörümüz de budur. Ayrıca devlet de aynı

suçluluk duygusunun içinde müeyyideleri uygulamaz. Bu bakımdan bağışlayıcıdır…(Atay:

94, 96)

Böylelikle devlet ile millet arasında -ama birey değil- bir sistem sürüp gider.

Kapalı sistemdir bu. Kapalı sistemin yaşaması rollerin değişmesinden duyulan

korkuyla olur. Eleştirinin ortadan kalkması korkunun göstergesidir. Eğer eleştiri

Page 93: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

93

olursa karşılıklı oyun bozulur. Bireyin ortadan kalkması da tam bu noktada

gerçekleşir. Eleştirel akıl devreye girerse birey bir aktör olacak ancak yalnızlaşacak

Atay’ın tabiriyle yabancılaşacaktır yalnızca bir turist olacaktır.

…Bağışlanmayan tek suç, bu oyunu fark etmektir, bu oyuna karşı çıkmaktır. Gerçeği

aramaktır.(Atay: 96)

YABANCILAŞMAYA KARŞI OYUN

Oyun, bir Atay nosyonu olarak bir dairenin içinde topyekûn bir kitleyi tüm

unsurlarıyla bir arada tutan, kuralları belirlenmiş ancak yazılmamış herkesin ezbere

biliyormuş gibi davrandığı, itiraz etmediği, çıkıntılık yapmadan ritüellere uymanın

yoludur. Oyunlar kurmak, günlük hayatın dayanılmaz ağırlığından insanı

kurtarmaktadır çünkü bu dayanılmaz gerçeklik toplumdaki akisi olan kitlenin

“çocuksu hali”nin gerçekliğiyle yer değiştirerek, olmayan daha yerinde bir tabirle

becerilemeyen yaşantının yerini alır. Dairenin dışına çıkmasını engellemektedir. Tek

istisnası tehlikeli olmamalıdır. Oyunla gerçek birbirine karıştırılmamalıdır. Eğer

birbirine karışırsa tehlikeli bir hal alır ya Hikmet Benol’ün başına gelenler olur ya da

Coşkun Ermiş’in. Atay, “garip yaratıkları”nı “hoyrat ellerden” kurtarmaya

çalışmaktadır oyunlarla (Atay, 2014).

Oyunlar ciddi, hatta vahim olabilir, insanların hayatı söz konusu olabilir;

oynayanlar da kendilerini ölesiye ciddi hissedebilirler, fakat bir oyun, gerçek yaşantının gerçek

ilişkinin yokluğunda onun yerine geçen bir şeydir.(Atay: 118)

Ancak şunu belirtmekte fayda var ki: Atay’ın yabancılaşması insana

uzaklaşma gibi görünse de kurgulanan oyun/oyunlar içerisinde yabancılaşmaya

karşı bir durum yoktur. Yani aydın ile halk arasındaki ayrımdan bahseder Atay ve

bunun yanlışlığından. Keza kurulan oyun içinde yabancılaşan aydın sayısı hiç de az

değildir ve Atay’ın ana şikâyetlerinden biri de budur. Toplum içerisinde aydın

hâlihazırda zaten yabancıdır. Kendi güruhu içerisinde yaşamaktadır. Bu

kompartumanvari yapı tam da oyunun kuralları gereğidir. Aydın millet tarafından

anlaşılmamak için vardır. Batılı aydının “sönük kopyası”dır. Oyun kusurlar üzerine

bina edilmiştir. Tutarlılıklar üzerine değil. Atay’a göre aydının kapalı sistem içinde

oyunu devam ettirme dolayısıyla korkudan azade kalma üç biçimde

gerçekleşmektedir:

Yeni yazarların kelimeler icat ederek azınlıkta kalma telaşı,

Toplumsal sorunlara eğilerek kendini tanıma korkusu,

Kavram kargaşası yaratarak temel kavramlardan uzaklaşma çabası ya

da temel kavramların onu hiçe indireceği korkusu.(Işın: 33)

Page 94: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

94

Görüldüğü gibi yabancılaşma aydın tarafından istenen bir durum olarak

karşımıza çıkmaktadır. Sorun halkı etkileyecek bağlamda aydının bir bilinç

düzeyinde hareket etmemesidir. Bunu yapar ise tutunamayacak ve günlük hayatın

rutinleri için dahi bir ansiklopediye ihtiyaç duyacaktır. Yukarıda Atay’ın milletinin

karakteristik özelliklerini anlatırken en başta kullandığı “bana öyle geliyor ki” lafı

öylesine söylenmiş gibi durmamaktadır. Türkiye entelijansiyası televizyonda

radyoda ahkâm kesmekte bir beis görmemektedir. Halk içerisinde kendi sınırlarını

kesin olarak çizmeye özen göstermekte “komünizm gelecekse onu da ancak

kendisinin getireceği” bir mesih rolüne bürünmektedir. Kafkavari bir bürokrasiye

boğazına kadar batmış bir aydınlar komitesi. Buna toplumcu sosyalist aydınlar da

dahildir.

Sanat sanat içindir – sanat toplum içindir kısır çekişmesine karşı sanat insan içindir

parolasıyla çıktıkları halde insanın, gerçek insanın farkında değillerdir… korkak bir karanlık

içindedirler… Aslında bir ruh hastasının tepkisidir bu; daha doğrusu reddettikleri nimetlere

kapılmaktan korkan bozuk ruhların tepkisidir… Bu yüzden sosyalizmi ahlaksızlık sanırlar…

emperyalizm ile sosyalizmi birbirine karıştırırlar… Kendini sosyalist sayan biri, suçunu

ortaya dökeni halk düşmanı olarak suçlayarak yavuz hırsızlık oynar… Nedense kendisini

sosyalist sayanlardan kimse ehliyet sormamaktadır. Olsa olsa sosyalizme sempati duyan

yani… sempatizan sayılması gerekenler ortalığı kasıp kavurmaktadırlar… soldan ve sağdan

hayli kabarık olan bu çıkarcı zümre, bütün gösterişine rağmen kim parayı bastırırsa ona

hizmet etmektedir…(Atay: 136)

…Toplumcu aydınlar da halkı istatistiklerin rakamları ya da kitaplardaki teorilerin

örnekleri olarak görüyorlar…(Atay: 132)

ATAY’IN AYDIN ÇELİŞKİSİ

“Türk halkı bütün boyutuyla kendisine sahip çıkacak aydınları

beklemektedir.”Atay’ın iliklerine kadar pozitivist aydın bakışı burada kendini olanca

kuvvetiyle belli ediyor. Atay, sağ-sol ayrımına karşılık Gramsci’nin organik aydınına

tam anlamıyla karşılık gelmeyen ancak sığ düzeyde yaklaşan bir aydın tanımlaması

yapıyor. “mış gibi yapmayan”, halkına yabancılaşmamış bir aydın. Ancak bu aydının

yerini belirlemiyor, en büyük eksiklik de sınıfsal bir açılım yapmaması veya

yorumda bulunmaması. Sosyalizmi anlayamamış/anlayamayan yarı-aydın en

tehlikesini ona göre zira sosyalistim diyebilmek için bir ehliyete sahip olunması

gerektiğini düşünüyor. Aydın, kavramlar içinde boğulmamalı ve iletişim

kurduklarıyla bu kavramlar etrafında ilişki kurmamalı, anlaşılmayan aydının

kimseye hiçbir faydası yok. Atay bir bakıma haklı görülebilir, söyledikleri

halihazırda geçerli olabilir fakat Atay’ın bunları gerçekleştirmesini beklediği aydın

Page 95: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

95

sınıfsal karakteri itibarıyla aynı yerde duruyor. Burjuva sınıfına dâhil veya burjuvaya

yakın, idealizmi elitizminde mündemiç aydın Atay’ın makbul aydınıyken, aydının

yapmasını istediği, doğrusu olduğunu düşündüğü Anadolu’ya yaklaşan aydın tipini

bu mevcut aydın güruhuyla nasıl başarabilir? Bu durumu yapmaya çalışırken olacak

olan aydının tutunamama halini yaşayıp malum sonla hayat hikâyesinin bitmesi

değil midir? Yabancı olduğu bir çevrede elini bile nereye koyacağını bilmeyen, çayını

nasıl karıştırması söyleyen bir kılavuza ihtiyaç duyan halkçı bir aydın.

Belki de bu yüzden Atay karnavalvari bir durum yaratarak

FrantzFanon’danetkilenimle devrimci gücü lümpenproleteryaüzerine vermeyi

düşünüyor (Atay: 242).6 Muhtemeldir ki; Selim’in, Hikmet’in etrafındaki

karakterlerinlümpenproleteryaya dahil olmalı bundandır. Hikmet’in gecekondu

mahallesine taşınma isteği hareketin içine düşme heyecanına ihtiyaç duyması.

“Türkiye’nin Ruhu” üzerine aldığı notta Osmanlıda ayaklanmaların

lümpenproleteryanın önayak olduğundan bahsederek kendi aydının kaçınılmaz

sonuna karşın başka bir devrimci kaynak bulmaya çalıştığını düşündürüyor.

BİÇEM, KURGU VE SONUÇ

Tıpkı yazım biçemi gibi organik bir yapı kurmayı, karakterler arasında

gezinmeyi ve farklı anlatım biçimleri kullanmayı öngörüyor. Atay’ın, daha önce de

yaptığı ve Türkiye’nin Ruhu’nda da yapmak istediği Bahtinci bir diyalojidir (Bahtin,

2014).7 Birden çok edebi biçem arasında geçişliliği sağlayan ve Atay’ın yazarlık

serüveni boyunca eleştirilere neden olan alışılmadık yazım-kurgu karmaşasını

yaratan da budur. Tüm bunlar göz önüne alındığında Atay’ın “Türkiye’nin

Ruhu”ndakitahayyül yazım tarzıyla ayrılmaz biçimde benzerlik göstermektedir.

Kelimeler, kullanılan edebi tarz, kurgu, kahramanlar, birey-devlet-toplum

teması, “şark kurnazı” Anadolu insanı, “despot ama şefkatli” devlet, “halkçı” aydın

buna karşılık “tehlikeli yarı-aydın”, “insanına yabancılaşmış aydın”, oyuna ayak

uyduramayan tutunamayanlar ve devamı; hepsi Atay’ın kendisidir. “Türkiye’nin

Ruhu” da oyunun içindeki kabullenilmiş çelişkiler yumağının yazılamamış halidir.

“Kenar Batı”dır, “Orta Doğu”dur. Olamamışlığınpsikolojik tarih yazımıdır yapılmak

istenen; başka bir ifadeylebutarihin, “Tutanamayanlar”ın, “Tehlikeli Oyunlar”ın,

6FrantzFanon’un ortaya attığı devrimci olarak lümpenproleterya kavrayışı, 1968 devrimci sol hareketle birlikte artan üçüncü dünyacı anti-kolonyalist kurtuluş hareketlerinin etkisiyle birlikte artmış ve Türkiye Solu’nda da yer bulmuştur. Fanon’un sınıf konusunda sessiz kalan ve düzen içinde bir dönüştürücü arayan Atay’ın dikkatini çekmesi olağandır. Yukarıda bahsedilen Osmanlı ve ayaklanmalar bağlamında lümpenproleteryanın kullanılması bunu göstermektedir. 7Bahtin’indiyoloji kavramı için bakınız: Mihail Bahtin, “Romanda Söylem”, Karnavaldan Romana, der. Sibel Irzık, çev. Cem Soydemir, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2014

Page 96: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

96

“Oyunlarla Yaşayanlar”ın ve diğer romanlarından referansla Beyaz Paltolu Adam’ın8

kaleminden okumak istenilen.

Kaynakça

ATAY, Oğuz (2014), Günlük, İstanbul: İletişim Yayınları

ATAY, Oğuz (2013), Tutunamayanlar, İstanbul: İletişim Yayınları

ATAY, Oğuz (2010), Tehlikeli Oyunlar, İstanbul: İletişim Yayınları

ATAY, Oğuz (2004), Korkuyu Beklerken, İstanbul: İletişim Yayınları

ATAY, Oğuz (2014), Oyunlarla Yaşayanlar, İstanbul: İletişim Yayınları

BAHTİN, Mihail (2014), “Romanda Söylem”, Karnavaldan Romana, der. Sibel Irzık,

çev. Cem Soydemir, İstanbul: Ayrıntı Yayınları

CEMAL, Ahmet, “Oğuz Atay ve Bir Hüzünlü Ülke”, Cumhuriyet Gazetesi, 14.12.2006

GÜRBİLEK, Nurdan (Temmuz-Kasım 1990), “Kemalizmin Delisi Oğuz Atay”, Defter

Dergisi, Sayı 14

IŞIN, Ekrem (Haziran-Temmuz 2011), “Oğuz Atay Düşüncesi: Kapalı Sistem”, Notos

Dergisi, Sayı 28, ss. 32-34

8 Beyaz Paltolu Adam, Atay’ın “Korkuyu Beklerken” isimli sekizhikayedenoluşan kitabın içerisindeki ilk hikâyenin adıdır. İletişim yayınlarından çıkan kitabın kapağında Atay’ın beyaz paltosu üzerinde çekindiği fotoğrafın kullanılması Atay’ın yazılarının ne denli içinde yaşadığının veya ne denli yazılarıyla yaşayan bir yazar olduğunu imgesel olarak göstermektedir.

Page 97: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

97

AHISKA TÜRKLERİ İLE AHISKA YURDUNUN

TÜRİYE İÇİN ÖNEMİ

Selim KURT*

Özet

SSCB’nin dağılmasının ardından bağımsızlığını kazanan Türk Cumhuriyetleri, Türkiye’nin ilgisinin Orta Asya ve Kafkaslar bölgesine yönelmesine neden olmuştur. Akrabalık bağları dolayısıyla başlayan ilişkiler bölge ülkelerinin zengin enerji kaynaklarına sahip olduğunun anlaşılmasıyla daha da gelişmiş ve kısa sürede bu enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara taşınması hususu da gündeme gelmiştir. Bu çerçevede, Türkiye-Gürcistan sınırında yer alan ve sınır boyunca Acara Özerk Bölgesi’nden Ermenistan’a kadar uzanan alanı kapsayan Ahıska yurdunun jeo-politik ehemmiyeti ön plana çıkmaktadır. Özellikle Türkiye’nin Ermenistan ile siyasi ilişkilerinin olmadığı hususu da göz önünde bulundurulduğunda ülkenin Kafkaslar üzerinden Orta Asya’ya erişimi açısından bölge son derece stratejik bir konumdadır. Halen faaliyette olan Bakü-Tiflis-Ceyhan ve Bakü-Tiflis-Erzurum boru hatları Ahıska topraklarından geçmekte olup, planlama ve uygulama aşamasındaki Bakü-Tiflis-Karsdemiryolu ile TRACECA ulaşım koridorunun da anılan bölgeden geçmesi planlamaktadır. Ancak tarihsel süreçte uygulanan göç ve asimilasyon politikaları nedeniyleAhıska Türklerinin anılan bölgedeki varlığı önemli ölçüde azalmış olup, göçe tabi tutulan Ahıskalılar halen büyük ölçüde Kafkas ve Orta Asya ülkerinin yanı sıra Rusya Federasyonu, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri’nde dağınık bir vaziyette yaşamlarını devam ettirme mücadelesi vermektedirler. Diğer taraftan son yıllarda yaşanan gelişmeler sonucunda Ahıska Türkleri’nintarihsel yurtlarına dönüş için bir umut ışığı belirmiş olup, bu umut kendisi için büyük bir önem arz eden iki bölge olan Kafkaslar ile Orta Asya’ya erişimde dar koridorlara mahkûm edilmek istenen Türkiye tarafından da desteklenmelidir.

Anahtar Kelimeler: Ahıska Türkleri, Gürcistan, Kafkaslar, Sürgün, Cavaheti Sorunu

THE IMPORTANCE OF MESKHETIAN TURKS AND THEIR LAND

FOR TURKEY

Abstract

The emergence of Turkish republics following to collapse of USSR has caused to returning of Turkey’s attention to Central Asia and Caucasus regions. The relations started by the relationship by affinity and developed by discovery of rich energy resources of the region’s states. Soon after that the subject of transportation of these resources to the international markets was added to agenda. In this context geo-political importance of the

Page 98: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

98

Meskhetian land, which settled in Turkish-Georgia border and lies from Ajaria Autonomous Region to Armenia through the borderline, is remarkable.Aspecially considering of there is no political relations between Turkey and Armenia, Meskhetian land has highly strategic position for Turkey in the point of accessing Middle Asia through Caucasus. Baku-Tbilisi-Ceyhan and Baku-Tbilisi-Erzurum pipelinesare passing through Meskhetian land and the Baku-Tbilisi-Karsrailway and TRACECA transportation coridor projectsareplaning to passing through the land, as well. But the presence of the Meskhetian Turks in this region decreased considerably because of the immigration and assimilation policies in historical process. The migrating Meskhetians are struggling for life now majorly in Caucasian and Middle Asian countries in addition to Russia Federation, Turkey and United States of America. But there is a hope now for returning back to their home lands in the context of some developments occured in recent years. And this hope should be support by Turkey, who was tried to be convicted narrow corridors accessing to Caucasus and Middle Asia regions.

KeyWords: Meskhetian Turks, Georgia, Caucasus, Deportation, Cavaheti Conflict

GİRİŞ

Türkiye ile Gürcistan sınırı boyunca Acarya Özerk Cumhuriyeti ile

Ermenistan arasında yer alan bölge tarihi Ahıska yurdu olarak tanımlanmaktadır. 16.

yüzyılda Ahıska başkent olmak üzere Çıldır Eyaleti adıyla Osmanlı yönetimine

katılan bölge, 1829 Edirne Antlaşması’na kadar Osmanlı idaresinde kalmıştır. 1829

tarihli Edirne Antlaşması ile Rus hâkimiyetine giren bölgede yaşayan Ahıska

Türkleri bu tarihten sonra Rus baskısı nedeniyle yavaş yavaş Anadoluya göç etmeye

başlamışlardır. Ancak esas büyük felaketi Kasım 1944’te Sovyet lideri Stalin

tarafından verilen sürgün emriyle yaşamışlardır. Ahıska Türkleri bu tarihte trenlerle

Orta Asya ile Sibirya’ya sürülmüş olup, ekseriyetle Özbekistan’a yerleştirilmişlerdir.

Stalin’in ölümünü takiben sürgün edilen halklara anavatanlarına dönüş izni verilse

de Ahıska Türkleri bu haktan mahrum bırakılmıştır. Takiben 1989’da sürgün

edildikleri Özbekistan’da uğradıkları katliamlar sonucunda yeni güzergahları

Azerbaycan, Krasnador ve oradan da Amerika olmuştur.

Bu süreçte geri dönüş için yaptıkları tüm talepler Moskova ve Tiflis

tarafından geri çevrilen Ahıskalılara dönüş ışığını 1999 yılında Gürcistan’ın Avrupa

Konseyine üyeliği yakmıştır. Gürcü hükümetinin 2007 yılında Ahıskalıların

anavatanlarına geri dönüşlerine izin veren bir karar almasına karşın, günümüze

Page 99: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

99

kadar bu kararın gereğince uygulandığını söylemek mümkün değildir. Diğer

taraftan, Ahıska yurdu ile Gürcistan’ın da içerisinde yer aldığı Kafkasya coğrafyası

Türkiye için son derece stratejik bir önemdedir. Çünkü Türkiye, akrabaları da olan

Türki Cumhuriyetler ile bağlantısını bu bölgeden sağlamaktadır. Ayrıca Sovyetlerin

çökmesi ile bölge devletlerinin sahip olduğu zengin enerji kaynakları ve bu

kaynakların Batılı pazarlara taşınması hususu da bir geçiş güzergâhı olarak

Gürcistan ve özelde de hatların geçtiği Ahıska bölgesinin önemini birkez daha ön

plana çıkarmıştır.

Bu kapsamda, çalışmamızın ilk bölümünde Ahıska Türklerinin yerleşim

alanları ve tarihçeleri incelendikten sonra, ikinci bölümündeKafkasya Bölgesi ile

Gürcistan’ın Türkiye için önemi ile Ahıska Bölgesi’nin mevcut demografik yapısı ele

alınacak ve takibende Ahıska Bölgesi’nin Türkiye için sahip olduğu

ehemmiyetortaya konmaya çalışılacaktır.

1. AHISKA TÜRKLERİ

1.1. Ahıska Türkleri Kimdir ve Nerede Yaşarlar?

Ahıska yurdu, Gürcistan toprakları içerisinde Kafkasya Bölgesi’nin

güneybatısında konumlanmıştır. Ahıska’nın kuzeyinde ve doğusunda Gürcistan,

güneyinde Ermenistan, güneybatısında Türkiye, batısında ise Acaristan Özerk

Cumhuriyeti yer almaktadır. Ahıska bölgesinin toplam yüzölçümü 6.260 km2’dir

(Seferov vd., 2008: 395). Bu bölge ılıman-soğuk iklimi ile Gürcistan’ın alçakta yer alan

arazilerinin alt-tropikal koşullarından son derece farklı olan dağlık bir sahadır

(http://www.everyculture.com/Russia-Eurasia-China/Meskhetians-

Orientation.html: 12.03.2014). Söz konusu alan Ahıska şehri ile dört idari birimden

(Adigün, Aspinza, Ahilkelek, Bogdanovka) müteşekkildir. Buraya yerleşen Türklere,

Ahıska Türkleri denmesinin sebebi ise bu vilayetleri içine alan bölgenin coğrafi

isminin Ahıska olmasından kaynaklanmaktadır (Seferov vd., 2008: 396).

Ahıska Türklerinin kökeni ihtilaflı bir konudur. Gürcü, Sovyet ve Sovyet-

sonrası tarih yazımında Ahıska Türkleri’nin antik Gürcü kabilesi olan

Page 100: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

100

“Meskhet”lerin soyundan geldikleri belirtilmektedir. Bu argüman, 16. yüzyıldan 19.

yüzyıla kadar süren güçlü Türk kültürel etkisi ile Mesket Türkleri’ni Hristiyan

Gürcülerden ayıran İslami dönüşüm iddialarına dayanmaktadır. Karşı-argüman ise

Ahıska Türkleri’nin atalarının bölgeye 15. ve 16.yüzyıllarda yerleşen Türk kabileler

olduğunu iddia etmektedir. Özellikle 16. yüzyıl ila 18.yüzyıl arasında şuanki Gürcü

topraklarının Osmanlı hakimiyetine geçmesi sırasında yerel Türk kabilelerin etkili bir

şekilde birleşerek, yeni bir etnisite (Ahıska Türkleri) yarattıkları da ileri sürülmüştür

(Pentikäinen vd., 2004: 9-10; Khazanov, 1992: 1-2, Mirkhanova, 2006: 34-35).

Günümüzde resmi yetkililer, bilim adamları ve medya daha çok Ahıska

Türkleri deyimini kullanmaktadır. Diğer uluslararası organizasyonların yanısıra BM

Mülteciler Yüksek Komiserinin(UNHCR) de katıldığı Ahıska Türkleri’nin 1988’deki

Lahey toplantısında, Gürcü delegasyonunun direnmesine rağmen, Ahıska Türkleri

ifadesi benimsenmiştir. Geçmişte, Ahıska Müslümanları, Gürcü Müslümanları ve

Sovyet Türkleri gibi bazı ifadelerin de resmi yetkililer, liderler ve bilim adamları

tarafından kullanıldığı dagörülmüştür. Ancak Ahıska Türkleri’nin ve özellikle de

ABD’de yerleşik olanların, diğer tüm kullanımları reddederek basitçe Türk olarak

çağrılmayı tercih ettikleri hususu da kabul edilmesi gereken bir gerçektir (Aydıngül

vd., 2006: 2).

1.2. AhıskaTürkleri’nin Tarihçesi ve Sürgünler

Ahıska, Dede Korkut Kitabı’nda Ak-Sıka/Ak-Kale; 481 yılında Akesga adıyla

anılan eski Oğuzlar beldesidir. 2700 yıllık bir Türk yurdudur. Bölgeye M.Ö. 713

yıllarında Kıpçakların ataları Kimerlerin, 680’de de Sakaların yerleşmesi sonucunda

Ahıska bir Türk yurdu haline gelmiştir (Taşdemir, 2005: 78).En eski Gürcü

kaynaklarından biri olan Moktsevay Kartlisa’da (8. yüzyıl) M.Ö.4. yüzyılda

Makedonyalı İskender’in Kafkasya’ya geldiği sırada Kür ırmağı boylarında Bun-

Türklerin yaşadığına dair ifadeler yer almaktadır. Bu topraklara daha sonra birbiri

ardınca Hunlar, Hazarlar ve Kıpçaklar gelmiştir. Bu bilgiler Rus ve Gürcü

kaynaklarınca da doğrulanmaktadır (Zeyrek, 2001: 7).

Page 101: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

101

1068’de Sultan Alparslan’ın fethettiği Ahıska ve Tiflis kesimleri, Eski

Kıpçak/Kumanlar denilen ve 1118-1124’te Kafkaslar ötesinden gelip Kür ve Çoruh

boylarına yayılan ve Ortodoks olan Türklerin eline geçmiş ve eski Kıpçak boy ve

oymakları buralara yerleşmişlerdir. Gürcü Kralı II. David, Selçuklulara karşı

savaşacak ordusu olmadığından, Kıpçak Türkleri’ni ülkesine davet etmiştir (1118-

1120). Kıpçaklardan büyük destek alan II. David, onların yardımıyla Azerbaycan,

Karabağ, Şirvan ve Doğu Anadolu’ya akınlar yaparak Selçuklulara karşı önemli

başarılar elde etmiştir. Çoğunluğu Kıpçaklardan oluşan bu ordu, daha sonra Tiflis’i

alarak merkez yapmıştır. 1124 yılının Haziran ayında ise, Ahılkelek ve Çıldır

bölgelerine ilerlemişler ve buraları da ele geçirdikten sonra Göle ile Erzurum civarını

İspir’e kadar alıp, Oltu’ya ulaşmışlardır.

Uzun yıllar Gürcistan ordu ve devlet yönetiminde önemli fonksiyonlar icra

eden Kıpçak Atabek sülalesi 1267 yılında, bugün Posof’ta bulunan Caksu’da Kıpçak

Ortodoks Atabek Hükümeti’ni kurarak bu bölgenin hâkimi olmuştur. Ahıska

Atabekleri’nin toprakları, Lala Mustafa Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşa’nın

Kafkasya seferi sırasında, Safevilerden alınarak 1578 yılında Osmanlı ülkesine

katılmıştır. Ahıska şehri kurulan Çıldır Eyaleti’nin başkenti olmuştur (Taşdemir,

2005: 81-82).

Hristiyan olan Ahıska Türkleri 16. yüzyılda Osmanlı egemenliğine geçişle

birlikte İslamiyet’i kabul etmeye başlamışlardır. Osmanlı Devleti 1578’de egemenliği

altına alıp, özerk bir yönetim oluşturduğu bu bölgenin özerkliğini 1744’de

kaldırılmış ve Ahıska bölgesi doğrudan Osmanlı yönetimine tabi olmuştur

(Kahraman vd., 2013: 79).Özellikle, 18. yüzyıldan itibaren gittikçe güçlenen Rusların

bölgesel egemenliklerini sağlamlaştırmave güneye doğru yayılma politikaları

çerçevesinde Kafkasya’da üst olarak kullanabilecekleri bir devlet yapılanmasına

ihtiyaç duymaları bölgedeki etnik hareketliliğin artmasına sebebiyet vermiştir.

Ruslar 1828’de imzalanan Türkmençay Antlaşması ile günümüzdeki Ermenistan ve

Azerbaycan topraklarını ele geçirmişler (Aslanlı, 2011: s. 155) ve takiben 1826 yılında

Yeniçeri Ocağı’nın ilgasıüzerine Osmanlı Devleti’nin savunmasız kalmasından

Page 102: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

102

faydalanarak onun Anadolu ve Balkanlardaki toprakları ile Boğazlar üzerindeki

kontrolü ele geçirmek için Osmanlı’ya savaş ilan etmiştirlerdir (Buntürk, 2007: 32).

İki cepheli savaş sonucunda, Rusların Kafkas cephesinde Erzurum’u alarak

Trabzon’a yönelmeleri, Tuna cephesinde ise Rus ordusunun Edirne’ye girmesi

Osmanlı Devleti’ni barış istemeye zorlamıştır. 14 Eylül 1829 tarihli Edirne Antlaşması

ile Rusya, Tuna cephesinde ele geçirdiği tüm toprakları Osmanlılara iade etmiş,

ancak anlaşmanın dördüncü maddesi gereğince Kafkas cephesindeki Anapa, Poti,

Ahıska ve Ahılkelek gibi müstahkem mevkileri Ruslara terk etmek zorunda kalmıştır

(Armaoğlu, 2010: 277-279). Dönemin Rus kaynaklarına göre bu süreç içinde

Kafkasya’ya Anadolu’dan ve bugünkü İran topraklarından en az 1 milyon Ermeni

göç ettirilmiştir (Aslanlı, 2011: s. 156). Görüldüğü üzere bölgenin Rusların

hâkimiyeti altına geçmesinden sonra nüfus yapısı Ruslar tarafından bilinçli bir

şekilde değiştirilmiştir.

Bu savaşların en çetin bölümü Ahıska’da cereyan etmiş ve şehir 1828

felaketinden sonra belini doğrultamamış ve harabe halinden kurtulamamıştır.

1828’de 50.000 olan Ahıska şehrinin nüfusu 1887’de 13.265’e düşmüştür. Halkın bir

kısmı Anadolu’ya göç etmiş, göç etmeyenler ise 1944 sürgününe kadar bu bölgede

yaşamıştır (Taşdemir, 2005: 94-95). Bu olay esasen Ahıska Türklerinin yaşadığı ilk

göç dalgasıdır. Takiben, Rusların 27 Nisan 1877 tarihinde savaş dahi ilan etmeden

Arpaçayı geçerek saldırılara başladıkları meşhur 93 Harbi denilen

savaşsonucundaRus İmparatorluğu 18 Kasım 1878’de Kars’ı da işgal etmiştir.

Ayestafanos/Yeşilköy Antlaşması’yla, Kars, Ardahan ve Batum savaş tazminatı

yerine Ruslara bırakılınca, Ahıska iyice uzaklarda kalmıştır. Ahıska ve

çevresininRusların elinde kalması üzerine, halkın bir kısmı Türkiye’ye göç etmiş ve

onların yerlerine ise Ruslar, Gürcüler, Ermeniler ve Yahudiler iskân edilmiştir

(Taşdemir, 2005: 97-98).

Rus İmparatorluğu’nun diğer ulusları gibi Ahıskalıların kaderi de 1917 Ekim

Devrimi’nden sonra köklü bir şekilde değişmiştir. Yeni bir devlet modeli kurulurken

olumlu ve olumsuz değişimler yaşanmış ve Müslümanlar kurdukları askeri

Page 103: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

103

birliklerle uzun süre Ahıska bölgesinde iktidarı ellerinde tutmuşlardır (Kahraman

vd., 2013: 79).

I. Dünya Savaşı’nı Osmanlı Devleti için sona erdiren ve 30 Ekim 1918

tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi, Türk tarihinin en kötü belgelerinden

biridir. Bu mütareke hükümleri Türk kuvvetlerinin Ahıska’dan çıkmasını

emretmekte olup, 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması çerçevesinde ise Türk

ordusu, Mart sonunda buralardan tamamen çekilmiştir. Böylece tarihimizin son

yüzyılında sıkça rastlanan masa başı kayıplarından biriyle Ahıska ve çevresinin

tarihi de çok hazin bir döneme girmiştir (Taşdemir, 2005: 102-107).

Gürcistan’ın 1921 yılında Sovyet hegemonyasına girmesi ile Ahıskalılar için

kara günler tekrar başlamıştır. Sovyet yönetimi, zorla Gürcistan sınırları içerisinde

bıraktıkları Abhaz, Asetin ve Acaralılara Özerk Cumhuriyet kurma hakkı tanırken,

Ahıska Türkleri yok farz edilmişlerdir. Ayrıca Ruslar ve Gürcülerle imzalanan 1921

tarihli antlaşmalar Ahıska halkını ikiye bölerek (Türkiye ve Gürcistan arasında),

Sovyet Rusya yıkılıncaya kadar aynı soydan gelen iki halkın temaslarının da

kesilmesine neden olmuştur (Aslan, 1995: 7).

1926 yılında SSCB’de ilk nüfus sayımı yapılmış olup, sonuçlara göre;

Ahılkelek ilçesinde Ermeniler nüfusun %73’ünü, Türkler %8,5’ini, Gürcüler ise

%10’unu oluşturmaktadır. Ahıska ilçesinde de nüfus yapısı değişmiş olup, Türkler

azalmış ve %51’e (49.500 kişi) kadar gerilemiştir. Gürcüler ile Ermenilerin sayısı da

artarak sırasıyla %25’e (24.000 kişi) ve %16’ya (15.000 kişi) yükselmiştir. Sovyet

hâkimiyetinin ilk yıllarında (1926) Ahıska bölgesindeki 328 yerleşim yerinde (şehir,

kasaba ve köy) 175.500 kişi yaşamaktadır. Bölgenin 189 yerleşim yerinde Türk ahalisi

bulunmakta olup, toplam nüfusun %32’sini (56.000 kişi) oluşturmaktadırlar.

Kürtlerle (4.000 kişi) birlikte Müslümanlar 211 yerleşim yerinde toplam nüfusun

%34,5’ini (60.500 kişi) teşkil etmektektedirler. Ermeniler ise 133 yerleşim yerinde

bulunmakta olup, toplam nüfusun %42’sini (73.000 kişi) meydana getirmektedirler.

Burada anılan dönemde vuku bulan Türk göçlerinden de söz etmekte fayda

vardır. Ahıska bölgesini içine alan 5 ilçeden (Ahıska, Adıgün, Aspinza, Ahılkelek ve

Page 104: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

104

Bogdanovka) Ahılkelek ve Bogdanovka’da Ermeniler, Rus işgalinden sonra Sovyet

dönemine kadar yağma ve katliamlarla Türkleri göçe zorlamışlar ve boşalan yerlere

isekendileri yerleştirmişlerdir. Geride kalan üç ilçede ise (Ahıska, Adıgün, Aspinza)

gereken önlemler alınarak Ermenilerin bölgeyi boşaltma planları bozulmuştur. Rus

işgalinden sonra bu üç ilçeden Türkiye’ye göçler yaşansa da bölge tamamen

Türklerden temizlenememiştir (Buntürk, 2007: 183-184).

1930’lı yıllarda Ahıska Türkleri Sovyet yönetimi altında kültürel baskılara

maruz kalmaya başlamışlardır. 1930 ile 1939 yılları arasındaki dönemde Türkçe olan

isimlerini Gürcü isimleriyle değiştirilmeleri emredilmiş ve hatta bazılarından

isimlerinin Rusçalarını almaları dahi istenmiştir (Khazanov, 1992: 3). 1937 yılı ise

Stalin zulmünün doruğa çıktığı bir yıldır. 1938-1940 yılları arasında Ahıska ve

çevresine, Türkiye’ye mücavir sınırın korunması adı altında on binlerce asker

yerleştirilmiştir. 1940 yılına kadar askere alınmayan Ahıskalılardan 40 bin civarında

kişi Alman cephesine sevk edilmiştir. Askere sevk edilenlerin kız, gelinve çocukları

Borcama demiryolu yapımında çalıştırılmış ve 1944 yılında tamamlanan bu

demiryolu binlerce Ahıska Türküne mezar olmuştur (Aslan, 1995: 7-8). Stalin

hükümeti tarafından 14 Kasım 1944 yılında, Devlet Savunma Komitesi kararına

dayanılarak, sınır güvenliği gerekçesiyle, Ahıska’nın 209 köyünden alınan 100-120

bin civarındaki Ahıska Türkü, kış aylarında yük vagonlarına doldurularak Orta

Asya’ya sürgün edilmiştir. Azerbaycan’ın o dönemdeki yöneticileri, Ahıska

Türklerini Azerbaycan’a yerleştirmek isteseler de, Stalin’in kararının kesin olması

nedeniyle, Azerbaycan yönetiminin gayretleri de bir sonuç vermemiştir. Bu

yolculukta, Ural dağlarının soğuk havası birçok insanın hayatının sonu olmuştur

(Ganiyeva, 2012: 180). 15-17 Kasım 1944 yıllarında gerçekleşen bu olay, yaklaşık

olarak 90.000-120.000 kişilik büyük bir nüfus kütlesinin anavatanlarındansürülmesi

ile sonuçlanmıştır (Pentikäinen vd., 2004: 11).

Bu zorlu yolculuğu tamamlamayı başaranların büyük çoğunluğu

Özbekistan’a (42.618), diğerleri ise Kazakistan (29.497) ile Kırgızistan’a (9.911) küçük

gruplar halinde yerleştirilmişlerdir. İlk yıllarda Sovyet rejimi Ahıska Türkleri’ni

Page 105: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

105

büyük ölçüde tarım sektöründe istihdam etmiştir. Söz konusu yerleşimciler izole

edilmiş yerleşim yerlerinde kalabalık ve hijyenik olmayan koşullarda yaşamaya

zorlanmışlardır. Pek çoğu tifüs salgını nedeniyle yaşamlarını yitirmiştir. Yerleşim

yerlerini değiştirmelerine izin verilmediği gibi, her ay resmi kurumlara kayıt olma

zorunluluğu da getirilmiştir. Ekonomik ihtiyaçları ve devlet gereklilikleri dolayısıyla

çalışmak zorunda olduklarından çocukları okula dahi gidememiştir (Mirkhanova,

2006: 36).

O dönemde sürgün için belirli bir neden gösterilmemişse de, 1991 yılında

sürgünle ilgili belgelerin önemli ölçüde yayınlanmasıyla Ahıska Türkleri’nin neden

sürgün edildiği de büyük ölçüde ortaya çıkmıştır. Söz konusu resmi belgelerde,

SSCB’nin Halk İçişleri Komiseri Gürcü asıllı Lavrentiy Beriya, savaş sebebiyle bütün

yetkileri elinde toplayan Devlet Savunma Komitesi Başkanı Gürcü İ. V. Stalin’e

gönderdiği teklif niteliğindeki mektupta (24 Temmuz 1944) “Gürcistan SSCB’nin

Türkiye ile sınırdaş olan bölgelerinde oturan Türk nüfusun önemli bir kısmı yıllardır

Türkiye tarafındaki akrabalarıyla temas etmek suretiyle muhaceret eğilimi içerisinde

olup, kaçakçılık yapmakta, Türk istihbarat organları için casus angaje etme kaynağı

oluşturmakta ve eşkiyaya insan gücü temin etmektedir.” diyerek, 16.700 hanenin

(86.000-91.000) Ahıska bölgesinden Orta Asya’ya sürülmesini ve bunların yerine de

Gürcistan’ın toprak sıkıntısı çekilen kazalarından 7.000 Gürcü hanenin iskân

edilmesini teklif ettiği belirtilmektedir. Bu tekliften bir hafta sonra ise Stalin

tarafından imzalanan Devlet Savunma Komitesi Kararıyla “sürgün” başlamıştır

(http://www.diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-7568/ahiska-turkleri-yurtlarina-

geri-donecek.html?vurgu=ah % c4% b1ska: 01.03.2014). Ahıska Türklerinin

sürülmesinin jeopolitik açıdan esas nedeni ise, bugünkü Gürcistan’ın güney

bölgelerini Türk ve Müslüman nüfusundan arındırarak, böylelikle Türkiye ile

gerçekleşmesi muhtemel bir bütünleşme ihtimalini ortadan kaldırmaktır. Ahıska

bölgesinden sürülen Türklerin yerine ise Ermeni ve Gürcü nüfus yerleştirilerek söz

konusu sürgün politikası arzulanan hedefine ulaştırılmış ve Türkiye’nin bölgeyle

olan sosyo-kültürel teması büyük ölçüde yok edilmiştir (Kolukırık, 2011: 171). Ancak

şu da tarihi bir gerçektir ki, “bir distopya mekânı olarak sürgün (deportation), 1931 ile

Page 106: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

106

1953 yılları arasında Stalin diktatörlüğünün, en sıradan uygulaması haline gelmiştir.

Stalin, politik stratejilerine ve keyfi uygulamalarına karşı çıkan ulusal özerk

toplumları, SSCB’nin geniş coğrafyası içinde sürgün etmekten hiç çekinmemiştir”

(Karagöz, 2011: 226). İşte Ahıska Türkleri de, Stalin’in dehşet verici hışmına uğramış

ve kendi topraklarından sürgün edilmiştir.

Stalin’in 1953’teki ölümü ve putlaştırılması ile ilgili siyasetin kınanmasından

sonra Ahıska Türkleri vatana dönme mücadelesine başlamıştır. Çeşitli belgeler

imzalanmış, teşkilatlar kurulmuş, liderler ortaya çıkmış ve delegasyonlar

Moskova’ya gönderilmiştir. Fakat ne SSCB’nin devlet ve parti organları ne de

Gürcistan yönetimi buna olumlu bir yanıt vermemiştir. 1957’den sonra sürgüne tabi

tutulan diğerulusların tersine göç ettirilmesine karşın, Ahıska Türklerinin büyük bir

kısmı zorla göç ettirildikleri bölgede yaşamaya devam etmişlerdir. Bunun en önemli

nedenietno-demografik dengelerin korunması ile ilgilidir. Gürcistan Hükümeti

ülkedeki etnik dengeyi bozmak istememektedir. Ahıska Türklerinin dışında

Gürcistan’da 450.000 kadar da Azeri Türkü bulunmaktadır. Onlara en az Orta

Asya’da bulunan 250.000 kadar Ahıska Türkünü de eklersek bu rakam 700.000’e

ulaşabilir. Bunların gelecekte nüfus artışının Gürcülerden daha fazla olması ihtimali

de bulunmaktadır. Sovyet yönetimi geridönüş siyasetinin yeni ihtilaflara yol

açmasından çekindiğinden, sürgün edilmiş ulusların kendialanlarına dönmesine

sıcak bakmamıştır (Kahraman vd., 2013: 82). Sonuç olarak Ahıska Türkleri,

anayurtlarına dönüş için, ne Moskova’ya ne de Tiflis’e yaptığı başvurulardan olumlu

bir sonuç elde edememişlerdir.

Diğer taraftan, 1989 yılı ortasına gelindiğinde Ahıska Türkleri bu seferde

sürüldükleri yerde katliama ve sürgüne maruz kalmışlardır. Stalin, 1944’te 100

binden fazla Ahıska Türkünü Orta Asya’ya çoğunlukla da Özbekistan’ın Fergana

Vadisi’ne sürdüğünde, Özbekler, Ahıska Türklerini pek de sıcak karşılamamışlardır.

Özbeklerin bu antipatisi Sovyetlerin dağılmaya yüz tuttuğu 1989’da Sovyet

yönetiminin deprovokasyonlarınedeniyle büyük bir şiddete dönüşmüştür (Seferov

vd., 2008: 400).23 Mayıs 1989 günü Fergana’dakiKuvasay kasabasında çıkan

Page 107: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

107

olaylarMargila ve Taslak şehirlerine de yayılarak, adeta bir ayaklanmaya dönüşmüş

ve ancak 15 Haziran’da bastırılabilmiştir (Kolukırık, 2011: 178).Söz konusu olaylar

neticesinde bölgedeki yüzlerce Ahıska Türkünün evi yakılıp yıkılmış,pekçoğu

işkenceye maruz kalarak, ya yaralanmış ya da ölmüştür. Ancak bununla da

yetinilmemiş olayları takiben 100 binden fazla Ahıska Türküsürgüne tabi

tutulmuştur. Sürülen Ahıska Türklerinin pek çoğu Azerbaycan (50.000) ile

Kazakistanve Kırgızistan’a giderken, bir kısmı da Rusya’nın güneyindekiKrasnodar

ve Rostov Bölgesi’ne yerleştirilmiştir (Seferov vd., 2008: 401).

Bununla birlikte söz konusu yer değişimi de beklenilen sonucu doğurmamış,

özellikle bölgedeki Türk varlığından rahatsız olan aşırı Rus milliyetçiler ile

Krasnador bölge valisinin hedefi haline gelen Ahıska Türkleri yeni mekan arayışına

yönelerek ABD’yekadar uzanan bir yer değiştirme hikayesinin aktörü olmuşlardır

(Kolukırık, 2011: 178). Rusya’nın Krasnodar eyaletinde yaşayan Ahıska Türkleri

2004’ten itibaren “gönüllü göç programı” kapsamında ABD’yegöç etmişlerdir. ABD

Nüfus, Sığınmacı ve Göçmen Bürosunun (PRM) verilerine göre 2006 ortalarında

yaklaşık 9.000 Ahıska Türkü Krasnodar’dan gelip buraya yerleşmiştir (Kahraman

vd., 2013: 83).

Diğer taraftan Gürcistan, 1999’da Avrupa Konseyi’ne üye olurken, Konsey’e

kabulünden itibaren üç yıl içerisinde Ahıskalı nüfusun vatana iade ve entegrasyon

sürecini başlatmayı ve iade sürecinide Konsey’e kabulünden itibaren 12 yıl içinde

tamamlamayı taahhüt etmiştir (Taşdemir, 2005: 125-126).Buna göre Gürcistan,

1999’dan itibaren üç yıl içinde Ahıskalıların dönüşlerini başlatacak ve 12 yıl içinde

yani 2011 yılında dönüş işlemini tamamlayacaktır. Eğer Gürcistan süre sonunda

yükümlülüğünü yerine getirmezse Ahıska Türkleri, Avrupa İnsan Hakları

Mahkemesi’ne dava açabilecek ve bu yolla vatanlarına dönmeyi talep

edebileceklerdir.

İlave olarak, uzun süren hukuki ve siyasi süreçlerin ardından Gürcistan

Parlamentosu Temmuz 2007’de “Eski Sovyetler Birliği Tarafından 20. Yüzyılın 40’lı

Yıllarında Gürcistan’dan Zorla Göçe Tabi Tutulan Şahısların Geri Dönüşü Hakkında

Page 108: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

108

Gürcistan Cumhuriyeti’nin 5261-PC Sayılı Kanunu” adlı bir yasayı kabul ederek

Ahıska Türkleri’nin vatanlarına dönüş sorununun çözümünde önemli bir adım

atmıştır. Bu yasa çerçevesinde 2008 yılında başlayan başvurular 1 Ocak 2010

tarihinde sona ermiştir. Toplam 10.000 başvurudan 5.841’i geçerli kabul edilmiş olup,

başvuru yapanlardan 5.389 aile Azerbaycan’da yaşayan Ahıskalılardan oluşurken

geri kalan 452 aile ise Kırgızistan, Türkiye, Rusya, Özbekistan, Kazakistan ve

Ukrayna’daki Ahıskalılardır. 5.841 geçerli başvurudan yaklaşık 1.700’üne geri dönüş,

412’sine de şartlı vatandaşlık statüsü verilmesine karşın, 2015’in ilk ayı itibariyle

Gürcistan sadece 500 kişinin dönüşüne izin vermiştir (Hasanoğlu, 2016: s. 10,

https://www.ecoi.net/file_upload/1930_1443084042_g1520228.pdf).

2. AHISKA YURDUNUN TÜRKİYE AÇISINDAN ÖNEMİ

Genel olarak Kafkasya bölgesi ile Gürcistan, özelde ise tarihi Ahıska

toprakları Türkiye’nin akrabalık bağlarının da bulunduğu Kafkaslar ile Orta Asya

Cumhuriyetlerine giden karayolları ile enerji hatlarının geçtiği güzergahüzerinde

bulunduğu için Türkiye açısından son derece stratejik bir öneme sahiptir. Bu

çerçevede, bu bölümde, öncelikli olarak, Kafkaslar ile Gürcistan’ın ve takiben de

Ahıska bölgesinin Türkiye için önemi değerlendirilmeye çalışılacaktır.

2.1. Kafkaslar’ın Türkiye İçin Önemi

Türkiye’nin eski Sovyet coğrafyasına yönelik yeni yaklaşımında 1990’lar

boyunca Türki (Türk soylu) Cumhuriyetlerin öncelikli bir konumda olduğu

görülmektedir. Fakat Türkiye’nin kaynaklarının ve alt yapısının, Batı dünyasının tam

desteği olsa dahi, bu ülkelerin tamamına ve eş zamanlı olarak cevap vermeye yeterli

olmadığı kısa sürede anlaşılmıştır. Özellikle Orta Asya’nın düşünüldüğü kadar

“yakın” olmadığının görülmesiyle Türkiye’nin beklenti ve önceliklerinde bir takım

değişiklikler gerçekleşmiş olup, bu çerçevede Kafkasya “yakın ve öncelikli” bir bölge

olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Üstünlük ve nüfuzun öncelikli olarak

Kafkasya’da tesis edilmesi, Orta Asya’ya ve Avrasya coğrafyasının geneline

ulaşmada bir zorunluluk olarak görülmüştür (Çelikpala, 2010: 97).

Page 109: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

109

Ancak Kafkasların dağlık coğrafi yapısı bölgede çok az alternatif yolun ve

ulaşım ağının bulunmasına imkân vermektedir. Kafkasya’dan Transkafkasya’ya

sıradağların üzerinden aşarak geçebilen iki karayolu vardır. Bunlardan biri Kuzey

Osetya’dan Güney Osetya’ya ulaşımı sağlayan Daryal Geçidi, diğeri ise Dağıstan’dan

Azerbaycan’a ulaşımı sağlayan Derbend geçididir (Alkan, 2006: 128).Ve bu bölgelerin

her ikisi de çatışmalı sahalardır. Bu nedenle, bölgede barış ve istikrarınsağlanması

Türkiye için büyük bir önem taşımaktadır.

Türkiye ve Rusya için jeo-politik ve ekonomik açıdan çok önemli olan

Kafkasya bölgesinde iki devlet arasında rekabet ve çıkar çatışması yaşanmaktadır. En

önemli rekabet alanı ise, bölgenin sahip olduğu petrol ve doğalgaz kaynaklarının

dünya pazarlarına taşınması konusudur. Çünkü devletler için boru hatlarının

kontrolünü elinde tutmak sadece ekonomik değil, aynı zamanda politik ve stratejik

önemdedir. Bu noktada, Rusya, Türkiye gibi bölge dışı devletlerin, kendi arka

bahçesinde, etki sahası oluşturma gayretlerine karşı çıkmaktadır (Taşdemir, 2005: 24-

25).

Kafkaslar, özellikle de Gürcistan ve Azerbaycan, hem RF pazarına hem de

Orta Asya’ya ulaşmada ve ticaret yapmada öncelikli bir konuma sahiptir. Bölgesel

işbirliği ve ticari/ekonomik bağlar bu anlamda öncelikli konular olarak

değerlendirilmiştir. Bu ilişkiler ağının kurulması, bölgenin bir güvenlik tehdidi

olmaktan çıkartılabilmesinin gereği olarak kabul edilmiştir. Nitekim Kafkaslar,

Türkiye’nin Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİÖ) benzeri bölgesel

girişimlerinin de merkezinde yer almaktadır (Çelikpala, 2010: 97).

ABD’nin bölgeye yönelik politikası Gürcistan’ı kontrol altında tutarken,

Azeri-Ermeni ilişkilerinin düzelmesi maksadıyla çalışmak ve Türkiye’yi de bölge

ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmesi yönünde teşvik etmek şeklinde özetlenebilir.

Böylelikle Kafkasya’da Türkiye üzerinden etkinlik sağlamayı hedeflemektedir.

Kafkasya’da istikrarın sağlanması için de Karabağ Sorunu’nun çözülmesi maksadıyla

tarafları biraraya getirmekte ve Türkiye’ye Ermenistan ile ilişkilerini geliştirmesi için

baskı yapmaktadır. Sonuç olarak, Türkiye için Kafkaslar’ın, jeopolitik ve ekonomik

Page 110: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

110

açıdan son derece önemli bir bölge olduğu söylenebilir. Bu nedenle de Türkiye

bölgede ekonomik işbirliği, kalkınma ve istikrar arayışları içerisindedir (Taşdemir,

2005: 28).

2.2. Gürcistan’ın Türkiye İçin Önemi

Gürcistan’ın önemli bir geçiş güzergâhında bulunması, Sovyetler Birliği

döneminde ülkeyi en zengin Cumhuriyetler’den birihaline getirmiştir. Ancak

Sovyetlerin dağılmasından sonra, 1990’lı yılların ortalarına kadar çok da

önemsenmeyen hatta göz ardı edilen Gürcistan, 1990’lı yılların ortalarından itibaren

Azerbaycan ve Ermenistan merkezli gelişmeler dolayısıyla Türkiye’nin Kafkaslar

politikasında merkezi bir konuma yerleşmiştir. Bu sürecin dönüm noktası, Dağlık

Karabağ ve Azeri-Ermeni anlaşmazlığının kronikleşmesinin yanı sıra Bakü-Tiflis-

Ceyhan (BTC) ve Bakü-Tiflis-Erzurum (BTE) boru hattı projeleridir. Azeri ve Orta

Asya petrol ve doğal gazının güvenli yollardan dünya pazarına taşınması hususu

Gürcistan’ı görünür kılmıştır. BTC projesi, 1994’ten itibaren Gürcistan’a başta ABD

olmak üzere Batı dünyasının, özelde de Türkiye’nin bakışını değiştirmiştir. Bu

anlamda Gürcistan’ın kendi ayakları üzerinde durabilen, güvenliğini ve iç düzenini

sağlayabilen böylece bölgeye istikrarsızlık yayarak dengeleri olumsuz yönde

etkileyen bir ülke olmaktan çıkartılması, Türkiye’nin Kafkaslar politikasının öncelikli

gündem maddesi olarak belirmiştir (Çelikpala, 2010: 99-100).

Gürcistan benimsediği kimliği, Prag Zirvesi’nde Avrupa-Atlantik ittifakına

tam üye olma isteğini açıklayarak aleni bir şekilde ilan etmiştir. Bu kararın

verilmesindeki en önemli etkenler; Gürcistan’ın sınırları içerisinde bulunan ayrılıkçı

bölgelerin RF tarafından desteklenmesi ve Hazar Havzası enerji kaynaklarının

Batı’ya aktarımında RF’nin Gürcistan’a baskı uygulamasıdır. Gürcistan’ın hem iç

sorunlarının üstesinden gelebilmesi hem de Avrupa ile ilişkilerini geliştirmesi için RF

ile istikrarlı ve dostça ilişkiler kurması gerekmektedir (Alkan, 2006: 77).Ancak, Rusya

ile Gürcistan arasında 2008 yılında yaşanan savaş Kafkasya bölgesindeki tüm

dinamikleri değiştirmiştir. İki tarafın topyekün bir savaşın sınırına gelmesine yol

Page 111: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

111

açan silahlı çatışmalar, AB’yi temsilen dönem başkanı Fransa’nın araya girmesiyle

imzalanan ateşkes anlaşması neticesinde yatıştırılmıştır. Fakat RF, Abhazya ve

Güney Osetya’nın statülerinin tartışma/pazarlık konusu olamayacağını, Gürcistan’ın

toprak bütünlüğünün gündemin dışında bir konu olduğunu belirterek, Abhazya ve

Güney Osetya’yı bağımsız birer devlet olarak tanımıştır. Bu kararla Kafkaslardaki

durum içinden çıkılması zor bir uluslararası soruna dönüşmüştür. Kafkasların siyasi

haritası değişmiş, Gürcistan’ın toprak bütünlüğü tartışmalı bir konu haline gelmiştir.

Türkiye, gerek bir bölge ülkesi olarak konumu ve Rusya ile ilişkileri

gerekseBatı dünyası ve kurumlarının tarihsel bir ortağı/müttefiki olarak

gelişmelerden doğrudan doğruya etkilenmiştir. Türk ekonomisi ve ticari ilişkileri

zarar görmüştür. Çok sayıda köprü ve bağlantının yanı sıra ana liman konumundaki

Poti limanının bombalanması nedeniyle Gürcistan’ın kara, deniz ve demiryolu ağı

kullanılamaz hale gelmiştir. Bu, Türkiye’nin Kafkaslar üzerinden Orta Asya veRF ile

ticaretinin durmasına yol açmıştır. BTC petrol boru hattı çalışmaz duruma gelirken,

BTE doğal gaz boru hattından gaz akışı da güvenlik nedeniyle durdurulmuştur. RF

ile Gürcistan’ın yıkıcı bir savaş nedeniyle karşı karşıya kaldıkları uzlaşmaz zeminin,

Türkiye’nin Karadeniz merkezli politikalarını, KEİÖ, BLACKSEAFOR ve Karadeniz

Uyumu gibi bölgesel güvenlik girişimlerini, BTC/BTE boru hatları ile Bakü-Tiflis-

Erzurum (BTK) demiryolu hattı gibi ekonomik ve siyasi projelerini çökertme

potansiyeli taşıdığı açık bir şekilde görülmüştür (Çelikpala, 2010: 99-100).Bu

çerçevede, Türkiye’nin Gürcistan’ın bağımsızlığını kazanmasından beri en büyük

hedefi olan Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün, istikrarının korunması ile kendi

ayakları üzerinde durabilen bir ülke haline gelmesi hedeflerinin ne kadar önemli

olduğu bir kez daha ortaya çıkmış olup, savaş tüm bunların RF’yidışlayan bir tavırla

gerçekleştiremeyeceğini tüm taraflara (ABD, AB ve Türkiye) bir kez daha

göstermiştir.

Savaş ile birlikte daha da belirgen hale gelen Osetya ve Abhazya

problemlerinin dışında, gelecekte Gürcistan’ın başını ağrıtması muhtemel

problemlerden bir diğeri ise Ahıska Türkleri’nin sürülmesini takiben, tarihi Ahıska

Page 112: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

112

topraklarına yerleştirilen Ermenilerin talepleridir. Kafkasya’da Ermenistan dışında

yaşayan Ermeni nüfus, Dağlık Karabağ hariç, büyük ölçüde Ahıska bölgesi

ileRF’ninKrasnador eyaletinde yoğunlaşmıştır. Günümüzde bu iki bölgede kültürel

ve siyasal alanlarda özerklik arayışında olan Ermeniler, bölge nüfusunun da

ekseriyetini oluşturmaktadır. 2002 nüfus sayımına göre Ahıska bölgesindeki Ermeni

nüfusun ilçelere göre dağılımı şu şekildedir: Ahılkelek %94,3, Aspinza %17,5, Ahıska

%36,6, Ninotsminda %95,8, Adigön %3,4 ve Borcom %9,6. Ayrıca, Ermeni kaynakları

Samtshe-Cavaheti’nin %97’sini Ermenilerin oluşturduğunu iddia etmektedir

(Taşdemir, 2005: 30-31).

Bugün, Ahıska Türkleri’nin terk etmek zorunda kaldıkları topraklara

yerleştirilen ve burada da ikinci bir Karabağ yaratan Ermeniler, başta Gürcistan

olmak üzere, bölge huzuru ve güvenliği açısından da önemli bir sorun teşkil

etmektedirler. Zira Ermeniler, Gürcistan’dan özerklik talebinde bulunmaktadırlar.

Otonomi taleplerini sürekli gündemde tutan Ermeniler, kendilerini Ermenistan’ın bir

parçası olarak görmektedirler. Zaten bu amacı gerçekleştirmek üzere; bölgede küçük

bir Ermenistan bile yaratılmış durumdadır

(http://www.diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-7570/61-yil-gectiahiskalilar-hala-

vatansiz.html?vurgu=ah%c4%b1ska: 01.03.2014). Örneğin; Cavahet Bölgesi’nin

denetimini önemli ölçüde ele geçiren Ermeniler, yönetimin birçok kilit kademesinde

görev yapmakta, çeşitli organizasyonlar ve partiler kanalıyla Gürcistan aleyhine

faaliyetler yürütmektedirler. Abhazya’da da durum farklı değildir. Genellikle

Suhumi ve Qagra şehirlerinde yaşayan Ermeniler, buralarda da; Abhazya Ermenileri

Teşkilatı, Abhazya Ermenileri İcmaları Birliği, “Krunk” (Birlik) Ermeni Teşkilatı ve

“Mastots” Ermeni Medeniyet Merkezi gibi oluşumlara sahiptirler. Güney Osetya’da

yerleşik olan Ermeniler ise1992 yılındaki Gürcü-Oset savaşında Osetlerin yanında

Gürcülere karşı savaşmışlardır. Bugün ise, RF ile birleşmek isteyen Güney

Osetya’nın, Kuzey Osetya ile birleşmesi konusunda uğraş vermektedirler. Yani

özetle belirtmek gerekirse; gerek Cavahetide gerekseAbhazya ve Güney Osetya’da

yaşayan Ermeniler, Gürcistan’ı bölme, parçalama konusunda planlı bir faaliyet

içerisindedirler (http://www.diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-6007/ahiska -

Page 113: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

113

turkleri-ve-ermeni-ercegi.html?vurgu=ah%c4%b1ska: 01.03.2014).Bu çerçevede

Gürcistan için Güney Osetya ile Abhazya’daki ayrılıkçılık hareketlerinin yanı sıra

RF’nin Cavaheti bölgesindeki Ermeni ayrılıkçılığını desteklemesi de müstakbel bir

sorun alanı olarak ortada durmaktadır (Kolukırık, 2011: 172).

Gürcistan’ın Ahıska Türkleri’ninCavaheti bölgesine dönüşüne ilişkin bir

takım çekinceleri bulunmakta olup, bunlardan ilkidönüşlere izin verilmesi halinde

Ankara’nın toprak talebinde bulunmasından duyulan endişedir. Ayrıca Ahıskalı

Türklerin güney-batı Gürcistan’a kitle halinde dönüşünün, bölgede yaşayan çok

sayıdaki Ermeni ile bir anlaşmazlığı tetikleyebileceğinden ve böyle bir durumun da

Ahıska Türkleri’nin Türkiye’ye müdahale için baskıda bulunmalarına neden

olabileceğinden endişe edilmektedir. Ancak bu şekilde düşünmeyen Gürcü yetkililer

de bulunmakta olup, örneğin Gürcü Milletvekili AnzorTamarashvili’ye göre çok az

sayıdakı Ahıska Türkü’nün Türkiye’ye katılma yönünde bir hayali bulunmaktadır

(Karagiannis, 2004: 17-18; Overland, 2002: 87; Yemelyanova, 2015: 81-82). Ayrıca

Gürcistan Ulusal Güvenlik Bakanı ŞotaKviraya ise, “Türklerin Türkiye ve

Ermenistan’a sınır olan bölgeye dönüşünün Gürcistan’a stratejik ilgi merkezi olan

Kafkasya’da, Ahıskalı kartını kullanabilme imkânı verecektir.” demiştir (Taşdemir,

2005: 32).

Bu noktada her zaman için merkezi otoriteye sadık kalan Ahıska Türkleri’nin

Acaristan ile Ermenistan arasında konumlanmış olan tarihi yurtlarına dönüşlerine

izin verilmesinin bölgesel istikrarın sağlanmasına da katkıları olacaktır (Aydingün,

2002, s. 59). Bu nedenleTürkiye’de yaşayan Gürcistan/Acaristan göçmeni

vatandaşların yanı sıra Gürcistan’da yaşayan Türk nüfusun varlığı da gelecekteki

ilişkiler açısından önemli bir kazanımdır (Kolukırık, 2011: 172).Tek amaçları

anavatanlarına dönmek olan ve herhangi bir ayrılıkçı talepleri bulunmayan Ahıska

Türkleri’nin tarihi yurtlarına dönüşü, Ermenilere karşı Gürcü yetkililerin de eline

kuvvetlendirerek, bölgedeki ayrılıkçı emellerin dizginlenmesine hizmet edebilir.

Page 114: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

114

2.3. Ahıska Türkleri’nin ve Ahıska Bölgesi’nin Türkiye İçin Önemi

Jeopolitik olarak son derece önemli bir konumda olan Ahıska toprakları,

bölgedeki Türk varlığının kaderini de doğrudan etkilemektedir. Rus çıkarları

açısından önemli olanAhıska arazisininhem SSCB hem de RF tarafından askeri üs

olarak kullanılması, Rusların Ahıska’ya verdiği önemin bir göstergesi niteliğindedir.

Bu çerçevede Türkiye ile sınır hattı üzerinde Türklerin yaşıyor olması Rus Çarlığı

tarafından tehdit olarak algılanmış ve söz konusu tehdidin dengelenebilmesi için

Doğu Anadolu’daki Ermenilerin bir kısmı göç ettirilerek buraya yerleştirilmiştir.

Takip eden dönemde, ortaya çıkan ilk fırsatta bölgedeki Türkler sürgün edilerek sınır

hattındaki Türktehdidi tamamen ortadan kaldırılmış ve dost unsur olarak kabul

edilen Ermenilerin lehine bir durum yaratılmıştır. Dönemin Gürcü yönetimi de

Stalin’in imzaladığı Sovyet Yönetimi’nin sürgün kararını destekleyerek bölgede tesis

edilen yeni statünün değişmemesi için her türlü çabayı göstermiştir. Gürcistan,

bağımsızlığını kazandıktan sonra da bu tutumunu değiştirmemiş ve Ahıska’ya

yerleşime müsaade etmeme konusundaki ısrarını sürdürmüştür.

Sorunun çözümü için mücadele eden Ahıskalılar ilemevcut statüyü devam

ettirmek için tüm imkânlarını kullanmaktan çekinmeyen Gürcistan arasındaki eşitsiz

ilişki de sorunun çözümünü zorlaştıran faktörlerden biridir. Mücadelenin bir

tarafında, çeşitli ülkelerde dağınık bir şekilde yaşayan ve örgütlenme konusunda

ciddi sorunlar yaşayan Ahıskalıların; diğer tarafında ise, bağımsız bir devlet olan

Gürcistan’ın yer alması, Ahıska Türkleri’ninanavatanlarına dönüşleri hususundaki

başarı şanslarını azaltan faktörlerden bir diğeridir. Bu noktada, tarihsel süreçte

sorunun ortaya çıkmasına katkıda bulunan Ruslar ile bir türlü çözüme yanaşmayan

Gürcistan’ın çıkarlarının aynı noktada birleşmesi, sorunun çözümünü daha da

kilitlemektedir (Üren, 2016: 3-4).

Bu çerçevede Ahıska Türklerine yönelik olarak tarih boyunca gerçekleştirilen

sürgün politikasının esas amacının, bugünkü Gürcistan’ın güney bölgelerini Türk ve

Müslüman nüfusundan arındırmak ve Türkiye ile olabilecek muhtemel bir

bütünleşmeyi ortadan kaldırmak olduğu söylenebilir. Ahıska bölgesinden sürgün

Page 115: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

115

edilen Türk nüfusun yerine Ermenilerile Gürcüler yerleştirilerek söz konusu sürgün

politikası arzulanan hedefine ulaştırılmış ve Türkiye’nin bölgeyle olan kültürel

sınırları olumsuz bir şekilde etkilenmiştir. Günümüzde Ahıska Türklerinin

sürgünüyle boşaltılan bölge, Türkiye’nin Kafkaslara açılmada dar ulaşım

koridorlarını kullanmasını zorunlu kılmakta ve bölgesel etkisini sınırlamaktadır.

Ayrıca bugünkü Ahıska bölgesi, uluslararası enerji nakil hatlarının geçiş

güzergâhında yer almakta ve rekabet alanlarının merkezinde bulunmaktadır. BTC,

BTE boru hatları ile yine BTK Demiryolu da Ahıska coğrafyasıyla yakından

bağlantılıdır. Bu özellikleriyle bölge uluslararası enerji güçlerinin ilgisini çekmekte ve

RF, Türkiye ve İran için önemi daha da artmaktadır (Kolukırık, 2011: 171-172).

Bu bağlamda Taşdemir (2005: 21-22), Ahıska bölgesi’nin Türkiye için stratejik

önem arz eden unsurlarını şu şekilde sıralamaktadır:

i. Türkiye ile Kafkasya, İdil-Ural bölgesi ve Türkistan arasında yegane köprü

olması,

ii. Acara ve Borçalı arasında bulunması nedeniyle Türk Dünyasını

birleştiriyor olması,

iii. Gürcistan-Azerbaycan, Ermenistan-İran ve Türkiye yönünde uygun

yaklaşım istikametleriyle üç yönlü hareket alanına sahip olması,

iv. Ardahan vilayetine komşu olması,

v. Posof Türkgözü ve Çıldır Aktaş sınır kapılarının açıldığı bölgede yer

alması,

vi. Kafkasya’da Türkiye’ye yönelik başlıca tehdit durumuna getirilen

Ermenistan’a komşu olması,

vii. Türkiye ile Ermenistan arasında dolaylı ticarete imkân sağlayarak,

Ermenistan’a uygulanan ambargonun etkisini göstermemesi,

viii. Avrasya Ulaşım Koridoru Projesi, Bakü-Tiflis-KarsDemiryolu Projesi

gibi planlama ve uygulama aşaması devam etmekte olan projeler ileBTC veBTEboru

Page 116: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

116

hatları gibi Kafkasya’dan geçen ve Türkiye’nin büyük milli çıkarları olan enerji ve

ulaşım projelerinin güzergâhları üzerinde yer alması,

ix. Cevahet Ermenilerinin, Haydat ülküsünü gerçekleştirmek için özerklik ve

müteakiben Ermenistan’la birleşme arayışında olması,

x. Stalin’in, Anadolu Türklüğü’nü Türksüz yerleşim yerleri ile ablukaya alma

planının bir parçası olarak, 1944yılında sürgüne gönderdiği Ahıska Türkleri’nin,

Avrupa Güvenlik Konseyi ve insan hakları örgütlerinin gündeminde olması,

xi. Türkiye’de 200.000’den fazla Ahıska Türkünün yaşamasının Türkiye’ye

Kafkasya’da politik insiyatif sağlaması.

Türkiye, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Gürcistan gibi ülkelerle

ilişkilerine zarar vermemek için Ahıska Türkleri’nin yaşadığı problemleri hiçbir

zaman resmi olarak gündemine almamıştır. Türkiye’nin ülke dışında yaşayan etnik

Türklere ilişkin resmi duruşu, onların bulundukları yerlerde yaşamaya devam

etmeleri yönündedir (Aydingün, 2002, s. 59). Ancak Kafkasya’da Türk ve Rus

çıkarlarının çakıştığı birçok alandan biri olan Ahıska, Rus çıkarları açısından olduğu

kadar, Türk çıkarları açısından dahayati bir öneme haizdir. Ahıska Türklerinin

vatanlarına geri dönmesi Türkiye ile Türk Dünyası arasındaki kapalı olan kapıyı

yeniden açılabileceğinden, geri dönüş Türkiye’ye büyük bir avantaj sağlamakla

birlikte, RF’nin bölgeye yönelik amaçlarını sekteye uğratma kapasitesine de sahiptir.

Gürcistan’a yönelik politilarında hassas bir tutum takınmasına karşın, Türkiye geri

dönüşün Ahıska Türkleri’nin tarihi yerleşim yeri olan Ahıska bölgesine yapılması

gereğine inanmaktadır, ancak yine de, sorunun Gürcistan ile ikili ilişkilerine zarar

verme ihtimaline karşı daihtiyatlı davranmaktadır (Üren, 2016: 25-26).

SONUÇ

Türkiye için özelde Ahıska toprakları, genelde ise Gürcistan ile Kafkaslar son

derece stratejik bir önemdedir. Kafkasların önemi, büyük ölçüde, Türkiye’yi Orta

Asya’ya bağlayan taşıma güzergâhlarının bölgeden geçmesinden

kaynaklanmaktadır. Ancak bahsi geçen sahada yer alanKafkas Dağları sadece iki

Page 117: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

117

noktada karayolu geçişine izin vermekte ve her iki noktada bünyesinde çatışma riski

barındırmaktadır. Bu nedenle Türkiye, Orta Asya ile bağlantısının kesintisiz bir

şekilde devam etmesi için Kafkasların istikrarına ve bölgedeki mevcut sorunların en

kısa sürede çözüme kavuşturulmasına büyük bir önem vermektedir.

Gürcistan’ın önemi ise, Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkisinin bulunmadığı

hususu da göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’yi akrabalık ilişkileri de olan

Azerbaycan’a ve Kafkaslar üzerinden Orta Asya Cumhuriyetlerine bağlayan yolların

üzerinden yer almasından kaynaklanmaktadır. Özellikle SSCB’nin 1991’de dağılması

ile akrabalık ilişkileri çerçevesinde gelişmeye başlayan ilişkiler, Azerbaycan ve Orta

Asya Cumhuriyetleri’nin sahip olduğu zengin hidro-karbon kaynakların Batı

pazarlarına taşınması için güzergâh belirlenmesi çabaları çerçevesinde daha da

artmıştır. Söz konusu kaynaklar Avrupa’nın enerji arz kaynaklarının

çeşitlendirilmesi için hayati iken, bu kaynakların RF dışında Türkiye gibi müttefik bir

ülkeden taşınması da yine enerji güvenliği açısından son derece önemlidir. Bu

aşamada Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkisinin bulunmaması ibreyi bir kez daha

Gürcistan’a yöneltmiştir. Bu çerçevede halen faaliyette olan BTC ile BTEboru hatları

Gürcistan üzerinden geçmekte olup, Avrasya Ulaşım Koridoru ile Bakü-Tiflis-Kars

Demiryolu gibi projelerin de yine bu ülkeden geçmesi planlanmaktadır.

Bu kapsamda, Türkiye ilk andan itibaren Gürcistan’a yönelik politikalarında

onun Batılı değerlere bağlı demokratik bir yönetim tarzına sahip olmasını ve istikrar

ve bütünlüğünü korumasını ön planda tutmuştur. Gürcistan’ın ilk bağımsızlığını

tanıyan ülke olan Türkiye, ABD’den sonra Gürcistan’a en çok yardımda bulunan

ikinci ülke konumundadır. Ancak Gürcistan’da uygulamaya geçirilen projelerde

RF’nin devre dışı bırakılması ve en nihayetinde Gürcistan’ın NATO üyeliği için

başvuruda bulunması, bu ülkede stratejik çıkarları olan RF’yi tedirgin etmiş ve 2008

yılında RF-Gürcü Savaşı’nın çıkmasına neden olmuştur. RF savaş sonunda Abhazya

ve Osetya’nın bağımsızlığını tanıdığını ilan ederek Gürcistan’ı son derece zor bir

durumda bırakmıştır. Ayrıca bu savaş sırasında BTC ve BTE hatlarından kaynak

akışı durmuş olup, Türkiye’nin Azerbaycan ve Orta Asya ile bağlantısı bir süreliğine

Page 118: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

118

de olsa keşilmiştir. Bu çerçevede savaş, bölgede Rusya’ya rağmen birşeyler

yapmanın pek de mümkün olmadığını bir kez daha tüm taraflara göstermiştir. Bu

nedenle yapılması gereken, bölgeye yönelik olarak, RF’yi de paydaş haline getirecek

çok-taraflı politikalar geliştirmektir.

Yaşanan olaylar, tüm taraflar gibi Türkiye’ye de, Kafkasların ve dolayısıyla

da Gürcistan’ın barış ve istikrarının ne derece önemli olduğunu göstermiş ve Ahıska

yurdunun önemini bir kez daha kanıtlamıştır. Ancak tarihsel Ahıska yurdunun

günümüzdeki demografik yapısı hem Türkiye’yi hem de Gürcistan’ı

endişelendirmektedir. Tarihsel süreçte Ahıskalıların göçleri ile boşalan arazilere

önemli sayıda Ermeni yerleştirilmiş olup, 2002 yılı nüfus sayımına göre tarihi bir

Türk yurdu olan Ahılkelek’in%94,3 Ermeniler oluşturmaktadır. Hatta Ermeni

kaynakları Cavahet’in (Ahıska yurdu) nüfusunun %97’sini de Ermenilerin teşkil

ettiğini iddia etmektedir. Ermeniler’in bu bölgede çok sayda Kilisesi, eğitim

kurumları ile dernekleri bulunmakta olup, ayrılıkçı amaçlar güden bu derneklerin

nihai hedefi bölgeyi tamamen Ermenistan’a bağlamaktır.

Hâlihazırda Abhazyaile Güney Osetya’daki ayrılıkçılık problemleri ile de

mücadele etmekte olan Gürcistan bir de Ermeni ayrılıkçılığı sorunu yaşamak

istememektedir. Bu noktada her zaman için merkezi otoriteye sadık kalan Ahıska

Türkleri’nin Acaristan ile Ermenistan arasında konumlanmış olan tarihi yurtlarına

dönüşlerine izin verilmesi halinde ayrılıkçılık amacı güden Ermeni nüfusu

dengeleyici bir unsur olarak Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne katkıda bulunmaları

da olasıdır. Hatta Gürcü yetkililerinin de bu yönde açıklamaları bulunmaktadır.

Ancak yaşadığı pekçok ayrılıkçılık problemi dolayısıyla, Ahıska Türkleri’nin bölgeye

yerleştirilmesinin yeni bir problemi tetiklemesi endişesi yaşayan Gürcü yönetimi

verilen tüm taahhütlere ve alınan tüm kararlara rağmen, Ahıskalıların bölgeye

dönüşleri hususunu ağırdan almaktadır.

Türkiye açısından ise Orta Asya ve Kafkasya’ya ulaşım (hem kara ulaşımı

hem de enerji hatları ulaşımı) güzergâhının üzerinde bulunan Ahıska yurduna,

Ahıska Türkleri’nin dönüşü anılan yolların güvenliği açısından son derece hayatidir.

Page 119: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

119

Bu hayatiyet enerji boru hatları yapılırken güvenlik endişesiyle hatların Ermenilerin

yoğun olarak yaşadığıAhılkelek arazisinden Türklerin yoğun olarak yaşadığı Ahıska

arazisine kaydırılmasında da anlaşılabilmektedir. Ayrıca Türklere en yakın akraba

topluluklardan biri olan Ahıskalıların da diğer milletler gibi kendi anavatanlarında

yaşamaya hakkı bulunmakta olup, Türkiye’nin bu çabalara daha aktif bir şekilde

destek olması hem Ahıska Türkleri’nin hem de Türkiye’nin milli çıkarları açısından

büyük bir önem arz etmektedir.

Kaynaklar

ALKAN, Akın (2006),21. Yüzyılın İlk Çeğreğinde Karadeniz Güvenliği, Ankara: Nobel

Yayın Dağıtım.

ARMAOĞLU, Fahir (2010), 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 6. Baskı, İstanbul: Alkım

Yayınevi.

ASLAN, Kıyas (1995), Ahıska Türkleri, Ankara: Ahıska Türkleri Kültür ve Dayanışma

Derneği.

ASLANLI, Araz (2011), “Kafkasya’da Güvenlik ve İstikrara En Büyük Tehdit”,

Cavid Veliev ve Araz Aslanlı (Ed.), Güney Kafkasya: Toprak Bütünlüğü, Jeopolitik Mücadeleler ve

Enerji, 1. Baskı içinde (153-193), Ankara: Berikan Yayınevi.

AYDINGÜN, Ayşegül (2002), Ahiska (Meskhetian) Turks: Source of Conflict in

theCaucasus?,The International Journal of Human Rights, 6 (2): 49-64,

AYDINGÜN, Ayşegül ve diğerleri (2006), “Meskhetian Turks: An Introduction to

Their History, Culture and Resettlement Experience”,Culture Profile (20): 1-37.

BM (2015), “The Repatriation Question of The Meskhetian Turks to Their Homeland

in Georgia”, https://www.ecoi.net/file_upload/ 1930_1443084042_g1520228.pdf

(10.05.2017).

BUNTÜRK, Seyfettin (2007), Rus-Türk Mücadelesinde Ahıska Türkleri, Ankara:

Berikan Yayınevi.

ÇELİKPALA, Mitat (2010), “Türkiye ve Kafkasya: Reaksiyoner Dış Politikadan

Proaktif Ritmik Diplomasiye Geçiş”,Uluslararası İlişkiler Dergisi 7 (25): 93-126.

Diplomatik Gözlem (2005), 61 Yıl Geçti…Ahıskalılar Hala Vatansız!,

http://www.diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-7570/61-yil-gectiahiskalilar-hala-

vatansiz.html?vurgu=ah%c4%b1ska (01.03.2014).

Diplomatik Gözlem (2005),Ahıska Türkleri Yurtlarına Geri

Dönecek,http://www.diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-7568/ahiska -turkleri-yurtlarina-

geri-donecek.html?vurgu=ah%c4%b1ska (01.03.2014).

Page 120: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

120

Diplomatik Gözlem (2006),Ahıska Türkleri ve Ermeni Gerçeği,

http://www.diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-6007/ahiska-turkleri-ve-ermeni-

gercegi.html?vurgu=ah%c4%b1ska (01.03.2014).

EveryCulture (t.y.),Meskhetians – Orientation, http://www.everyculture.com/

Russia-Eurasia-China/Meskhetians-Orientation.html (12.03.2014).

GANİYEVA, Salimya (2012), “Ahıska Türklerinin Türkiye’ye Göç Etmesi ve Türk

Vatandaşlığına Alınmasıyla İlgili Hukuki Sorunlar”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakiltesi

Dergisi, 1 (20): 175-199.

HASANOĞLU, İbrahim (2016), “Ahıska Türkleri: Bitmeyen Bir Göç Hikâyesi”, Türk

Dünyası İncelemeleri Dergisi, 16 (1): 1-20.

KAHRAMAN, Selver Özözen ve İBRAHİMOV, Aydın (2013), “Kafkaslar’dan

Sürgün Bir Toplumun Bitmeyen Göçü: Çanakkale’de Ahıska Türkleri”,Ege Coğrafya Dergisi

22 (2): 77-90.

KARAGİANNİS, Emmanuel (2004), “TheTurkish–Georgian Partnership And The

Pipeline Factor”, Journal of Southern Europe andtheBalkans Online, 6 (1): 13-26.

KARAGÖZ, Betül (2011), Toplumsal Adalet ve Totalitarizm, İstanbul: Divan Kitap.

KHAZANOV, Anatoly M. (1992), “Meskhetian Turks in Search of Self Identity”,

Central AsianSurvey, 11 (4): 1-16.

KOLUKIRIK, Suat (2011), “Sürgün, Toplumsal Hafıza ve Kültürel Göç: ABD’deki

Ahıska Türkleri Üzerine Bir Araştırma”,Bilig (59): 167-190.

OVERLAND, Indra (2002), “TheCo-Ordination of ConflictPreventionand

Development Aid in Southern Georgia”, Conflict, Security & Development, 2 (1), 81-98.

PENTİKÄİNEN, OskariveTRİER, Tom (2004), “Between Integration and

Resettlement: The MeskhetianTurks”,ECMI WorkingPaper (21): 1-54.

SEFEROV, Rehman ve AKIŞ, Ayhan (2008), “Sovyet Döneminden Günümüze

Ahıska Türklerinin Yaşadıkları Coğrafyaya Göçlerle Birlikte Genel Bir Bakış”,Türkiyat

Araştırmaları Dergisi (24):393-411.

TAŞDEMİR, Tekin (2005),Türkiye’nin Kafkasya Politikası’nda Ahıska ve Sürgün Halk

Ahıskalılar, İstanbul: IQ Kültür-Sanat Yayıncılık.

ÜREN, Mustafa (2016), “Çıkar ve Güç Dengesi Kıskacındaki Ahıska Türkleri

Sorunu”, Üsküdar Sosyal Bilimler Dergisi 2 (2): 1-41.

YEMELYANOVA, Galina (2015), “Georgia’sEuropeanQuest: The Challenge of the

MeskhetianTurks, Caucasus International, 3 (5), 77-87.

ZEYREK, Yunus (2001), Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri, Ankara, Yayınlanmamış

Kitap Çalışması.

Page 121: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

121

HENRI BERGSON DÜŞÜNCESİ9

Betül KARAGÖZ YERDELEN

ÖZET Bu makalede Henri Bergson’un “Sezgiselci” yaklaşımı analiz edilmeye çalışılmıştır.

Bergson’un yaklaşımı, algılama ve sezme temelinde gelişmiştir. Bu da Bergson’u, bilgi ve

kuram arasına sıkıştırmış, pratik gerçeklikten uzaklaştırmıştır. Bergson felsefesi oldukça

derin bir bilgi kuramı demeti sunar, özellikle Estetik üzerinden geliştirdiği “Yaratıcı Atılım”

düşüncesi çok büyük ilgi toplamıştır. Ancak onun bu derin felsefesi, yaşamın gerçekliğini

keşfe dönük olsa da, bu keşfi başarma anlayışından uzaktır. Bergson düşüncesi, modern

çağda Aristoteles ile birlikte, İbni Sina felsefesine de yakın duran bir kavrayışı ifade eder.

Bununla birlikte, onun sezgiselci akılcılığı, İbni Sina yaklaşımından oldukça farklılık arz

etmektedir.

Anahtar Kelimeler: Henri Bergson, Bersonculuk, Sezgisel Akıl, Yaratıcı Atılım, İbni

Sina

Prof. Dr., Giresun Üniversitesi, İİBF, [email protected] 9 Henri Bergson’un Yaşamı:

1859’da Paris’te doğan Henri Bergson, aslen Yahudi bir ailenin çocuğudur. Orta öğrenimini Condercet Lisesinde başarıyla bitirir. Henüz on sekiz yaşındayken, bir yarışmanın matematik ödülünü kazanır ve bir denemesi basılıp yayınlanır. Bilimsel eğitimle, edebiyat arasında birini seçmek zorunda kalır ve oldukça zorlanarak edebiyatı seçer. Yüksek öğretmen okulunun edebiyat bölümünde, felsefe öğretmenliği dalında eğitim görür. Önce Angers, sonra da Clermont liselerinin felsefe öğretmenliğini yapar. Bu yıllarda (1883) Bilincin Dolaysız Verileri adlı eserini tasarlar ve bitirip Sorbonne’a doktora tezi olarak sunar. Paris’te Rollin kolejine, oradan da Dördüncü Henri lisesine atanır. Bu öğretmenlik yıllarında Madde ve Bellek adlı ikinci kitabı yayınlanır. Yüksek öğretmen okuluna konferansçı olarak geçer. 1900 yılında College de France’ta serbest felsefe dersleri profesörlüğüne getirilir. Aynı yıl Gülme adlı eseri yayınlanır. Yedi yıl sonra, başyapıtı olan Yaratıcı Evrim’i çıkarır ve akademi üyeliğine seçilir. Birinci Dünya Savaşı sırasında İspanya ile Amerika Birleşik Devletleri’ne konferanslar vermesi için gönderilir. 1927 yılında ise Nobel edebiyat ödülünü kazanır. 1932 yılında Ahlâk ve Dinin İki Kaynağı adlı çalışması yayınlanır. Bütün bu çalışmalarına ek olarak, birçok dergide çıkan makaleler, raporlar ve bilimsel yazılara da imzasını atar. En son yapıtıysa, Einstein’in paris’e gelerek, görüşlerini Bergson’la paylaşması üzerine yazdığı, Süre ve Zamandaşlık kitabıdır. Bu yapıtıyla, Einstein’in yalnızca bir fizikçi olmadığını, onun aynı zamanda yeni bir düşünce tarzı geliştirdiğini ileri sürer. Zaten, Bergson’un felsefi görüşlerinin özünü, bu “süre” ve “zaman” konusu oluşturmuştur. Bergson, vasiyetinde de belirttiği gibi, Yahudi kökenli oluşunu reddediyor görünmemek için, Hıristiyanlığı benimsememesine yol açan Naziliğin gelişmesinden dolayı, son yıllarını üzüntü ve felçli olarak geçirmiş; 1941’de doğduğu şehirde 82 yaşında ölmüştür.

Page 122: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

122

THE THOUGHT OF HENRI BERGSON

ABSTRACT

The “intuitional” approach of Henri Bergson has tried to analyze in this paper. The

approach of Bergson has developed in the basis of sense and perception. But this point of

view putS Bergson in between knowledge and theory, away from practical reality. The

philosophe of Bergson presents a highly deep bunch of epistemology. Especially the

thoughts of “Creative Breakthrough” on esthetics have been attracted great attention. But his

deep philosophe, which directed to discover of life’s reality, is far from understanding of

achieving this discover. The thought of Bergson states understandings, which stand close to

philosophe of Ibn-i Sina with Aristo in contemporary age. However, his intuitive rationality

is quite different from the approach of Ibn-i Sina.

Keywords: Henri Bergson, Bersonculuk, Intuitive Rationality, Creative Breakthrough, Ibn-i

Sina

GİRİŞ Henri Bergson düşüncesini (Bergsoncu felsefe anlayışını) sezgi metafiziği ile

nitelik metafiziği çerçevesinde ele almak gerekir. Onun yoğunlaştığı bu sınırlı

çerçeve metafizik anlayışını olduğu kadar estetik anlayışını da sınırlamıştır, özellikle

bağımsız bir estetik felsefesi yazmamıştır. Zaten sanat kavrayışı da metafiziğinde

olduğu gibi “sezgi kavramı” üzerinde oluşmuştur, yani sanat yapıtının niteliksel

kaynağını bulup göstermeyi kendine amaç edinmiştir. Bergson’un düşünsel

yaklaşımı katışıksız bir algılama ve sezme üzerinde biçimlenir. Bu nedenle Bergson,

felsefeyi düşüncenin kuramsal boyutu ile ele alır, pratiğe indirgemez. Bergson

felsefesi oldukça derin bir bilgi kuramı üzerinde yükselir. Bu nedenle, Bergson

felsefesini özellikle Estetiğini (güzellik felsefesi) açıkça ortaya konmuş bir felsefe

yerine, ilk ve orta çağlara özgü bir gizemlilik içinde bulanlar çıkmıştır. Gerçekten de

Bergson, sezgiye ve algıya dayandırdığı düşünsel yaklaşımı ile Aristoteles ve İbni

Sinâ düşüncesine özgü temelleri, modern çağa taşımıştır. Bu bakış açısı, Bergson bilgi

kuramının sonucu olarak ortaya çıkmış ve ilgiyi kuramın bizzat kendinden daha çok

çekmiştir. Burada Bergson’un bir Estetik düşünürü olmadığı halde, kaleme aldığı az

sayıdaki sanat görüşünün modern Estetik ve Sanat Bilimi çevresinde çok derin iz

bıraktığını belirtmek gerekir. Öyleki, felsefesi bir Estetik Felsefesi değildir ama

Page 123: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

123

estetik değerdir. Bu değeri de yapıtlarında ele aldığı bilginin güzelliği ve derinliği

verir (Nimetullah, 1928).

Bergsonculuk, düşüncenin kendine yönelimi olarak belirmiştir. Felsefe ise

düşünceyi kendine indirgeyerek, gerçeği yakalamaya dönüktür. İşte bu noktada

Bergson sanatçıların çok önemli olduğunu söyler; çünkü sanatçılar, gerçeği görebilen

gözdür. Bunu da sezgilerini önemsemesi ile başarırlar. Aslında sezgi herkeste vardır,

ama herkes sanatçılar kadar sezgiyi değerli bulmaz ya da sezgisel bilgiyi kabul etmez

(Nimetullah, 1928).

Bergson’un bütün yapıtları, her şeyin en derin gerçekliğini oluşturan

“süre”ye ilişkin “sezgi”nin araştırmasıdır. Bütün değişimler ve gelişmeler bir süre

içinde gerçekleşir. Bu nedenle “süre”, geçmişi şimdiye taşıyan yaratıcı bir atılımdır;

bu atılımda gerçekte tamamen bir yaşama çabasıdır, yani yaşamın kendisidir, “Canlı

Atılım”dır. Canlı Atılım, öncelikle hareketliliktir, özgürlüktür ve elbette yaratmadır.

Bu nedenle Bergson için yaratma, bilginin sezgi ile algılanmasının somut bir

ifadesidir, Estetik de bilginin sezgiyle algılanabilen uzantısıdır (Timuçin, 1992).

Bergson’un bu görüşleri yalnızca felsefe dünyasında ve metafizik alanında

değil, zamanın birçok bilim dalında, ve sanat alanında yeni yönelimlere ve

düşüncelere yol açmıştır. Bu noktada, Bergson düşüncesini biçimlendiren entelektüel

ortamı ve bu entelektüellerin bakış açısını da göz önüne alarak, Bergson düşüncesini

değerlendirmek gerekir.

1. İÇİNDE BULUNDUĞU ENTELEKTÜEL ORTAM

Bergson her şeyden önce gelenekçi felsefenin özünü oluşturan

entelektüalizmin (akılcılığın) tam bir karşıtıdır. Akılcılığa göre, bütün gerçekler

algılanabilir ve her gerçek de yalnızca akıl veya zekâ tarafından bilinebilir.

Entelektüalistlerin lideri konumundaki Hegel, “Akılcı olan her şey gerçektir,

gerçek olan her şey de akılcıdır” diyerek, insan zekâsını ve aklını tanrılaştırmıştı.

Klasik Yunan felsefesinden doğan fenomenistler, kritistler, pozitivistler gibi

bazı gruplar, zaman zaman şüpheci ya da yarı şüpheci görüşler geliştirse de,

entelektüalizm güncelliğini, o ana kadar hep korumuştu.

Page 124: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

124

İşte Bergson ilk defa, entelektüalistlere kesin ve ağır bir darbe indirdi.

Sarstığı felsefi görüşleri üç grupta inceleyebiliriz. Bunlar Scientizm, Positivizm ve

Relativizm’dir.

1- SCIENTİSTLER’İN GÖRÜŞÜ:

Taine’nin önderliğindeki bu grup için, evren “bir”dir; bütün olaylar da bir

çeşittir. Her şey, bir tür bilgi ile, yani bilimsel bilgi ile açıklanabilir. Bilimsel bilginin

en son sınırı, evrensel matematik bilgisidir. Bu durumda metafizik olanaksızdır.

Metafizik denilen şey, ancak cahillik anıtıdır. Bilimsel ilerlemeler metafiziği yok

edecektir.

BERGSON’UN KARŞIT GÖRÜŞÜ:

Evren, “bir” değil, hiç olmazsa “iki”dir. Bir tarafta bilimsel bilginin

oluşturduğu matematiksel madde dünyası varsa, diğer tarafta bilimsel bilgilerle ve

matematiksel yöntemlerle anlaşılıp, ölçülmesi yalnızca dıştan mümkün olan, ancak

gerçek keşif ve algısı sezgisel metafizik gerektiren, bir başka dünya vardır. İşte

bunun için de, pozitif bilimlerden ayrı, kendine özgü yöntemleri bulunan, metafizik

dünyadan söz etmeliyiz.

2- POZİTİVİSTLER’İN GÖRÜŞÜ:

Comte’un başını çektiği positivistlere göre, metafizik mümkün olmadığı gibi,

konusu, yöntemi ve bilgi araçları ayrı olan bir ruh bilimi de mümkün değildir;

çünkü, ruh biliminde kullanılan içe bakış yöntemi, sağlıklı ve isabetli değildir. Bilinç

denilen şeyse, bir gölge olay, yani beyindeki hareketlerin sonucudur. Bilinci başlı

başına bir olay gibi algılamak, kendi kuruntumuzdan başka bir şey değildir.

BERGSON’UN KARŞIT GÖRÜŞÜ:

Evet, metafizik mümkündür, üstelik kendine özgü konusu ve yöntemi

vardır. Diğer bilimlerden ayrı bir ruh bilimi de mümkündür. Bilinci ise, gölge olay,

yani beyindeki hareketlerin bir sonucu sayan kuram saçmadır. Bu doğru değildir,

Page 125: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

125

çelişkilerle doludur, farkında olmadan yapılmış bir safsata (paralogisme)’dır. Oysa

ruh kendine özgüdür ve bir gerçektir. Ruh biliminin kullandığı içe bakış yöntemi,

pozitif bilimlerin kullandığı dışa bakış kadar değerlidir.

3- RELATİVİSTLER’İN GÖRÜŞÜ:

Kant’ın liderliğindeki relativistlere göre, mademki, kâinat birdir, aynı

zamanda evrensel ve kesin düzenle işlemektedir ve madem ki, ruh yok, yalnızca

bilinç denilen, üstelik olay sanılan, bir gölge vardır, o halde,

a- Hayatta maddede olanlardan,

b- Ruhta da hayatta olanlardan başka bir şey yoktur.

c- Ruh bedenin hizmetçisidir, bedense evrensel düzenin, yani maddi alanın

bir parçasıdır. Bu durumda özgürlük denilen şey de yoktur.

BERGSON’UN KARŞIT GÖRÜŞÜ:

Determinizm, yalnız ham madde alanında geçer. Hayat, bir imkân alanı, ruh

da özgürlük meydanıdır. Bedene oranla daha ayrı ve bağımsızdır.10 Yaşamın

kâinattaki tarihi sürecinde, insanın oluşumu bize, bu özgürlüğün var olduğunu

kanıtlar Özetlemeye çalıştığımız bu üç görüş gösteriyor ki, Bergson’un içinde

yetiştiği felsefe çevresi,

Bilgi kuramı alanında, metafizik ve ruh biliminin bağımsız bilgiler olmasını

reddediyor.

Varlık kuramı alanında ise, evrensel bir düzen ve determinizmi

savunurken, hayat ile madde arasındaki farkı ve sonuçta ruhun bedene oranla

bağımsızlığını, yani özgürlüğünü kabul etmiyor (Bergson, 1947).

Kant’la başlayıp, gittikçe yayılan bu akım, Berthelot, Comte, Renan, Taine

gibi düşünürlerle, o zamanın edebiyat, siyaset, ahlâk, din, sanat, sosyoloji ve eğitim

kuramlarını etkiliyordu.

10

Daha fazla bilgi için bkz. Bergson, 1934, 1947, 1962, Nimetullah, 1928 ve Tunç, 1939.

Page 126: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

126

Fransa’da bu eğilimlere ek olarak var olan, Renouvier’in neo-critizm’i de,

bilimsel yetkinliği fizikte görerek, metafiziğe şans tanımıyordu.

İngiltere’de ise, Spencer daha farklı görüşler ortaya koyamıyor, “maddecilik”

saltanatı sürüyordu.

Almanya’da, Moleschott, Büchner, Haeckel gibi Darvinci materyalistlerin

görüşleri egemendi. Schopenhouer, Hartman ve Nietzche gibi filozoflarsa, üstatları

olan Kant’ın ekolünü biraz değişime uğratıyorlardı. Öte yanda, Fechner, Lotze ve

Wundt ilk defa olarak, deneysel ve matematiksel temele dayalı bir ruh bilimi kurmak

için çalışıyordu.

1880’e gelince, Bergson’un bütün bu düşünürlerin görüşlerini örseleyen

düşünceleri duyulmaya başlamıştır. Bergson, çevresini kuşatan felsefi görüşlerin hiç

birisini dikkate almamış ve inanmamıştı. Sonuçta da, bütün bu görüşleri ağır bir dille

eleştirerek, entelektüalizme savaş açtı. İlk önceleri kuşkuyla karşılanıp, ciddiye

alınmasa da, yapıtlarının sayısı arttıkça diğer görüşleri sarsmaya başladı

(Nimetullah, 1928: 11). Entelektüalizm, tam cepheden, üstelik de bütün

hedeflerinden ilk kez, böylesine yoğun olarak topa tutuluyordu (Bergson, 1950:

Önsöz).

Bergson, dogmatik ve akılcı mantık ile zekâda yaşamın sırrını aramayı

reddetmiştir. Bunun yerine, insanda karanlık bir “mağara” duygusu uyandıran

“benlik”in gizemini çözmeye çalışmıştır. Bu çabasında matematiksel yöntemin

yanında, şairâne bir telkin gücü de kullanıyordu. Üstelik notlarını musiki gibi yazan

bir edebiyatçıydı. Onun yazdıkları insanların içine işliyor, kitleler tarafından gönül

verilerek okunuyordu. Artık insanlar, dört maddede özetlenebilecek, yeni bir felsefi

doktrinle birlikteydiler:11

1- Bilim bilgisinden başka bir bilgi daha vardır: Felsefe bilgisi; zekâdan ayrı

bir bilgi aracı daha vardır: Sezgi (intuition).

2- Zekâ, dış dünyayla ve yalnız onunla uğraşmakla kendini incelemeye pek

az zaman bulmuştur. Bunun için kendi faaliyet alanı olan madde dünyasında mutlak

gerçeğe varılabilir. Hayatın bilgi aracı ise zekâ olmadığından, bu alandaki mutlak

11 Daha fazla bilgi için bkz. (Bergson, 1947, 1950 ve Tunç, 1939).

Page 127: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

127

gerçeğe, ancak sezgi ile erişilebilir. Bu iki araç, kendi alanları dışına çıktıkları zaman

hiçbir şey göremez, boşlukta kalır. Bir de, olgu (phenomene) ve varlık diye eskiden

beri kabul edilen ayrı iki şey yoktur. Bütün varlıklar, bir süreklilik (continuite) taşır,

yani daimi ve hür bir oluştan ibarettir. O halde, olgu ve varlık diye iki şey yoktur,

yalnız sürekli bir oluş vardır.

3- Kâinat, statik, yani durgun olmaktan çok uzaktır. Bilimlerin bundan böyle

ülküsü, dünyayı dinamik haliyle kavramak olduğundan, oluş ülküsünü diriltmek

gerekir. Bu diriltme, önce sezgi dünyası olan ruh ve hayat alanından başlayarak, zekâ

dünyası olan madde alanına dayanışma ile geçmelidir.

4- Süre, ya da oluşun varlığı, öldürülmüş olan özgürlüğü diriltmiştir; aslında

özgürlük ile süre birbirlerinin aynıdır.

5- Bilimsel determinizm yalnızca bir yöntem olarak kullanılmalı ve bu

yöntemin iyiliği bir sınıra kadar kabullenilmelidir; çünkü, bunun ötesinde aciz kalır,

hatta determinizmin, bir inanç doktrini gibi, eşyanın esasına kadar götürülürse,

yıkıcı bile olacağı bilinmelidir (Bergson, 1950: Önsöz).

2. HENRI BERGSON’DA “SEZGİ”NİN ANLAMI

Bergson, felsefenin nesnesini içselliğin alanına yerleştirip, şimdinin sınırına

çeker. Her şeyin hızla akıp geçtiği dünyada, her şey “yeni”dir. Göz olmak da,

görebilmek de yeniyi ele geçirebilmekle ilgilidir. Bu bakış nesnel, olumcu, özellikle de

evrimci bakışlarla ters düşmektedir. Bergson’a göre yenilik, içselliğin sezgisinde var

olan ve kendini gösteren bir oluş biçimidir. Ancak, burada hemen bir ayrımı

belirtmek ve Mutlak Düşünce ile sezgisel düşünceyi birbirinden ayırmak gerekir.

İnsan zihni, dış dünya nesnelerini ayrıştırmacı ve soyutlayıcı bir biçimde

sezdiğinden, gerçekliği “gerçek olarak” tanıyabilecek güçte değildir. Buna benzer bir

parçalamayı Kant yapmış, deneyin alanıyla metafiziğin alanını birbirinden

ayırmıştır. Bergson’a göre gerçeklik, “arı oluşum”dur, basit ve bölünmez

“süreklilik”tir. Böyle bir şey de zihin yoluyla elde ettiğimiz bilgilerle bağdaşamaz;

çünkü zihin bölücü ve parçalayıcıdır; bütünü parçalar, akıcıyı dondurur. Gerçek

gerçeklikse, bütünseldir, sürekli akıp geçer. Bu durumda kavramsal düşünce,

Page 128: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

128

sezgisel düşüncenin karşıtıdır. Kavram, parçalanmışlığı ve donmuşluğu ortaya

koyar, kavramsal düşünce felsefe açısından verimsiz bir düşüncedir. Çağdaş

bilimleri verimli kılan bu iki parçalayıcılık ve donduruculuk, felsefeyi güçsüzleştirir,

yani, insan zihni, kurgulayıcı gücüyle bilim için önemli olurken, felsefe için

geçersizleşir. Öyleyse zihinsel kavrayıştan ayrı, ondan daha güçlü bir başka kavrayış,

felsefeyi ve bilimi gerçekliği, bütünselliği ve akıcılığı içinde kavrayacak, bir başka

anlayış mutlaka olmalıdır. Bu da “sezgi”dir (Bergson, 1947 ve Timuçin, 1995: 92-4).

Bergson için sezgiyi, kavramsal düzeyde, tanınabilir bir ruhsal etkinlik

olarak düşünmememiz gerekir. Sezgi olsa olsa kavramsal düşüncenin karşıtıdır.

Bütünleştirici bir edimdir, tanıyanla tanınanın çakışmasıdır, “ben”in nesneyle

özdeşiğidir. Bergson, sezgisel bir felsefeye ulaşabilmek için, kavramsal düşcnceden

uzaklaşmak gerektiğini savunur, “işte bu noktada felsefe, estetik anlam kazınır” der.

Sezgi, sanatsal duyuma benzeyen, bizi nesnelerin içine yönelten bir kavrayış

biçimidir. Şeylerin bir içi, bir derinliği, bir temeli olmalıdır. Bir anlamda “şeylerin

temeli estetiktir”. Felsefenin estetik bir anlam kazanırken, gizemciliğe açıldığı yol da

buradadır. Dış’tan ayrı bir iç’in varlığı ancak duygucu, öznelci bir bakış açısı için

geçerlidir. Bergson’un bu gizemci felsefesinde, şeylerin görünmez yanları, gizlilikleri

vardır. Sezgi, şeyleri görünmez yanlarıyla, derinlikleriyle ve bütün gizemiyle kavrar

(Nimetullah, 1928: 11).

Bergson’a göre, “sezgi, varlıkları dışardan tanımamızı sağlayan, gidimli ve

çözümleyici bilgiye karşıt olarak, bize varlıkları oldukları biçimde tanıtan, içgüdüyü

ve sanat duygusunu andıran kendine özgü bir bilgi olup, “sayesinde kendimizi bir

varlığın içine yerleştirerek, o varlığın tek ve dilegelmez yanıyla doğrudan

karşılaştığımız entelektüel bir sempati türüdür” (Bergson, 1950 ve 1962).

Hangi anlamda alınırsa alınsın, her sezgi daima bir buluş, bir keşif özelliği

taşır; bu bakımdan da sezginin “kehanete”, “öngörüye” yakın düştüğü söylenir.

Katışıksız bir algılama ya da sezgi anlayışı olan Bergson’un düşüncesi, dikkatli ve

özenli bir yaşam felsefesinden kaynaklanmaktadır. Salt algının tekniği ise dikkatin

yön değiştirmesidir. Bergson’un yaşam felsefesinin temel ilkesi “bir şeye girişmeden,

bir yükümlülük almadan önce engellerden ve bağlardan kurtulmak gerekir” (Nimetullah,

Page 129: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

129

1928). Bu da ancak bir sanatçı gözüyle gerçekleşir, metafizikçi gözüyle değil.

Algılamak için, algılayabilmek söz konusudur, ama bu aşkınlık (aşma) ile değil,

içkinlik (içegirme) ile mümkündür. Bu nedenle tüm insanlar sanatçı bakışına sahip

olabilmelidir; bu da sezgiyi dikkate almakla mümkündür (1950).

Bergson’un bütün yapıtları, süreye ilişkin sezginin köklü anlamı ve sonuçları

üzerine bir araştırma olarak görülebilir. “Süre, ben’in kendini yaşamaya bıraktığında,

bilinç durumlarımızın artarda gelişlerinin oluşturduğu formdur”. Ruh bilimsel nitelik olan

Bergson’cu “sezgi”, gerçekliğin eklemlenmeleri ve farklılaşmaları üzerinde önemle

durur, sıçramalarla ilerler. Bu gerçeklik, ögelerin birbirine eklenmesinin sonucu

olmayan ve geliştikçe bireylere bölünerek ortaya çıkan bir gerçekliktir (Tunç, 1939).

Bütün değişmeler ve gelişmeler, bir “süre” içinde gerçekleşir. Süre içinde gerçekleşen

gelişme, yaratıcı bir atılımdır. Yaratıcı nitelik taşıyan “yaşam atılımı” ile sürekli bir

gelişimi, yani kesintisiz bir evrimi sağlayan “oluş” birbirini gerekseyen iki süreçtir.

Birinin bulunmadığı yerde öteki de yoktur. Öte yandan, “yaşam atılımı” da, evreni

gerçekleştiren “oluş” da, süreye bağlıdır. “Süre”, aynı zamanda bellektir ve geçmişi

şimdiye taşır. Geçmiş, şimdinin kendinde yaşamını sürdürür. Şimdi ise, geçmişin en

yoğunlaştırılmış, sıkıştırılmış derecesidir. Geçmiş ve şimdi birbirinin çağdaşıdır. Biri

ötekini öncelerken, diğeri zamandaştır “yaşam atılımı” da, kendi kendiyle bir

farklılık olarak süre’dir; kendini edimselleştirmesi olarak, devamlı bir edime geçiş

olarak süre’dir. Gerçek süre ise, sürekli bir yaratmadır. Yaşam da bilinç gibi bir

süre’dir, hareketliliktir, özgürlüktür ve sürekli bir yaratmadır (Tunç, 1939 ve

Timuçin, 1992).

Bergson felsefesinin kökeninde, mutlak bir kavram olarak yaşama atılımı,

yani “canlı atılım” kavramı yatar. Bu felsefede her şey canlı atılımla başlar, canlı

atılımla sürer. Her şeyin, her oluşumun temelinde o vardır. “Arı oluşum” dediğimiz

şey de, canlı atılımdan gelir. Bergson, “yaşamın kökel bir atılımı” diye belirlediği bu

yaşam atılımı olan canlı atılımı, değişikliklerin derin nedeni olarak görür. Her şey

gibi insan ruhu da, yaşam atılımının belirleyici gücüyle koşullanmıştır. Bizim

ruhsallığımız, ya da ben’imiz bu koşullanma içinde sürekli bir akışın öznesi

durumundadır. Zamansallık, buna göre ben kavramının özünü oluşturur. Bir başka

Page 130: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

130

deyişle, ben’in gerçekliği zamansallıkla belirgindir. Ben, süre’den, ya da gerçek

yaşam’dan oluşmuştur. Kendimize yöneldiğimizde, içsel yaşamın değişken ve

sürekli olduğunu duyarız. Bu ben’imizin aralıksız sürdüğü, yani kesintisiz bir

süreklilik anlamına gelir. Bergson için “Ben”, bir akıştır, sonsuz akışın sürekliliğidir

(Timuçin, 1992: 92-98 ve Nimetullah, 1928: 11-12).

Bergson, sezgisel düşünceyle, gidimli düşünceyi birbirinden ayırdığı gibi,

gerçek zaman’la ya da ruhsal zaman’la matematiksel zamanı da birbirinden ayırır.

“Matematiksel zaman, ruhsal zamanın yansımasıdır” der. Matematik-fizik

bilimlerinin incelediği “zaman” boş ve durağandır, devinim dışındadır. Gerçek

zaman, süre’dir. Süre, somuttur ve gerçek olarak yaşanılan şeydir. Bu,

“toplumsallaşmış zaman değildir, kol saatimize bakarak okuduğumuz zaman da değildir;

sabırsızlığın ve sabrın zamanıdır, özlemin ve umudun zamanıdır, derinlerimizde birbirini

izleyen duyguların zamanıdır”. Bergson, sayılarla benzerliği olmayan içimizdeki süreyi

de araştırır. İçimizdeki süre, nicelikten uzak, niteliksel bir çokluk olarak belirir. Bu

nedenle niceliksel olanla, iç dünyamızın zengin çeşitliliğini birbirine

karıştırmamamız gerekir. Bergson, bütün yapıtlarında, niceliğe karşı niteliği, çokluğa

karşı yeğinliği, uzaya karşı zamanı savunmuştur.12 Ona göre evrendeki her değişme,

sayısal bir çoğalma değil, bir yeğinlik artışıdır. “Sanat olayı bunun kanıtıdır” der.

Bergson’a göre, eğer duygularımızın, bilincimizin kapıları doğrudan doğruya

gerçekliğin kendi eliyle çalınsaydı, eğer eşya ve kendi kendimizle doğrudan doğruya

anlaşabilseydik sanata gerek kalmayacak, daha doğrusu hepimiz sanatçı olacaktık;

çünkü o zaman, ruhumuzla doğa her zaman hep birlikte çarpacaktır. Gözlerimiz

belleğin yardımıyla, mekândan taklit edilemez tablolar çıkaracak ve zamanda tesbit

edecekti.

İnsan bedeninin canlı mermerindeki eski Yunan heykelleri kadar güzel

yontulmuş heykel parçalarını yollarda görecektik. İç yaşamımızın sürekli

12 Çokluk, fazlalık-niceliksel üstünlük. Yeğinlik, etkililik-niteliksel üstünlük. Uzay, çeşitliliklerin yan yana geldiği ve nesnelerin dışsal olarak algılanamadığı (şey), uzay bir sezgidir, duyulamaz. Zaman, çeşitliliklerin ardı ardına geldiği, dışsal olarak algılanamayan (şey); zaman da bir sezgidir, duyulamaz, düşünülür.

Page 131: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

131

melodisinden arasıra neşeli, daha çok hüzünlü, ama daima özgün bir müziğin sesleri

ruhlarımızın derinliklerinden gelecekti. Bütün bunlar etrafımızda ve bizde oldukları

halde, hiç birini açıkça duymuyoruz. Doğayla bizim aramıza, kendimizle kendi

bilincimizin arasına, insanların çoğu için kalın, sanatçı ve şairler için ise ince, adeta

şeffaf bir perde gerilmiş gibidir. Böylece ister resim, ister heykel, ister şiir ya da

müzikte olsun sanatın tek ereği pratik için yararlı olan simgeleri, saygınlığı

toplumsal olarak kabul edilmiş gelenekleri ve nihayet gerçekliği maskeleyen şeyleri

bir yana bırakarak, bizi gerçekliğin kendisiyle yüz yüze getirmektir (Karagöz

Yerdelen ve Özkan, 2013: 72). Sanatta gerçeklikle idealizm arasında görülen kavga,

işte bu nokta üzerinde beliren yanlış anlamadan doğmuştur. Sanat hiç kuşku yok ki,

gerçekliği daha açık ve doğrudan, başka deyişle, dolaysız görüşten ibarettir. Yalnız

bu görüşün arılığı yarar ve çıkardan kopmasını, duyu ya da bilincin anadan doğma

bir kendine özgülük ve özelliğini getirir; son olarak da idealizm denilen maddi

olmayan bir yaşamayı zorunlu kılar. Sözcüğün anlamıyla hiç oynamadan denebilir

ki, ruhta idealizm olunca, yapıtta realizm vardır ve yalnız idealizmin gücüyle,

gerçeklikle yeniden bağ kurulabilir (Bergson, 1989: 99-106).

Bergson’da sanat, gerçekliğe atılan bir ağ, hakikate uzatılan bir merdivendir;

bilinçli ve sezgisel yaratmalardır; içgüdülerimizin kristalleşmiş biçimleri, ya da

geçmişin şimdi de sürdürülmesidir. Bergson düşüncesi bize duyulur dünyayı aşan

bir şeyleri önerir, bu bir şeylere ulaşabilmemiz için de, en azından duyulur dünyanın

üst duyarlılığını öngörür. Bu metafizik, alışılmış anlamdaki aşkın dünya matefiziği

değildir, her şeyden önce bizi algının alanına yerleştirir, algılanan dünyanın üst

kavrayışına ulaştırmaya çalışır. Sezgi yoluyla dünyanın yetkin sunumuna ulaşırız.

Öyleyse, Bergson’da güzelin bir metafizik anlamının olmadığı söylenebilir.

Gerçeklik, algıyla ulaşılan, örtülerin altında görülen bir değerdir, onu algıda ele

geçirmekse metafiziği değil, simgeciliği gerektirir. Metafizik, simgelerden ne kadar

uzaklaşırsa o kadar metafizik olur. Oysa sanat simgelerle örülmüştür. Sanat zorunlu

olarak simgeseldir. Her zaman olduğu gibi sanatın alanında şeyler bize kendilerini

şöyle böyle açarlar, bu açılmada saydamlık aramak boşunadır. Sanatta gerçeklikle

ilişkimiz dolaylıdır. Hiçbir sanat gerçekliğin örtülerini kaldırmayı başaramayacaktır.

Page 132: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

132

Ancak, her sanat gerçekliği kendi özel anlatımıyla yansıtabilir. Bu nedenle sanatçı

sezginin insanıdır. O, oldukça sorunlu bir alanda, dolaylının alanında iş görmektedir.

İşte bu yüzden her sanat yapıtı bir enerjiyle yüklüdür. Her yapıt bir çabanın

billurlaşmış biçimidir. Sanatçı, gerçekliğin şemasından giderek, bir yaratma çabası

ortaya koyar. Amacıysa bu çabayı imge’ye dönüştürmektir. Bergson’a göre, herkesin

sanat olayından çıkarabileceği çok ders olmalıdır (Bergson, 1989: 102-6).

3. BERGSONCU “SEZGİ”NİN İBNİ SİNÂCI “SEZGİ”DEN FARKI

İbni Sinâ’nın düşüncesinde Sezgisel Akıl, nefsteki kuşkuyu giderir ve zihin

de sezginin verdiği hükmü kabul eder. Bir kimsenin sezgi yoluyla kazanılan bilgiyi

kabul etmesi, sezgi gücünün gerektirdiği bilgiyi edinmesi anlamına gelir ki, bu da bu

bilgiyi reddedene göre, kişiyi daha derin bir öğrenme, düşünme ve yaratma

eylemine ulaştırır. İnsandaki güçlü öğrenme ve bilme isteğini, İbni Sinâ bir sezgi

olarak görür.

Hemen hemen Bergson da benzer bir “sezgi” anlayışı taşımaktadır.

Bergson’a göre de sezgi “insana özgü” bir zihinsel süreçtir. Bazı kimselerde az ya da

çok olabilse bile, “seziş” eylemi, geliştirilebilen bir eğilim veya yetenektir. İnsandaki

her tür yaratma, keşfet, bilme eylemlerinin açık ya da gizli bir “seziş” ile ortaya

çıktığını söyleyen Bergson, aynı zamanda düşüncedeki sezgi ile imgesel ve simgesel

hafızayı birbirinden ayırır.

Kuşkusuz bu noktada Aristoteles, İbni Sinâ ve Bergson paradigmasını bir ve

aynı kavramsal açıklama içinde düşünemeyiz. Aristoteles’in sezgi konusundaki

temel paradigması “Varlık” sorununun aydınlanmasına yöneliktir ve sezgi, Varlık’ın

bir kanıtıdır. İbni Sinâ içinse Varlık zaten vardır, O’nu sezgi ile anlamaya hiç gerek

yoktur, sezgi insan içindir, insanın akıl gücünün yücelmesi içindir. Aristoteles’te

sezgi Tanrı’dan gelir, İbni Sinâ’da insan sezgi ile Tanrı’ya (bile) ulaşabilir. Bergson ise

sezgiyi, “gündelik” olan somut yaşamın bir parçasına dönüşmüş metafizik gerçeklik

olarak düşünür. Bergson’a göre sezgi, “ben” demektir, sezgisini keşfeden “ben”i de

keşfedecektir. Bu da öznenin kendisini, somut ve karmaşık olan şimdiki zamanda

sezmesi, yani ortaya koymasıdır. Sezmek, insanın Tanrı’ya yönelişi değil, kendine

Page 133: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

133

yönelişidir. Bergson’a göre varolmak demek, ardı arkası kesilmez, kaçılamaz

zamansal akış içinde gerçekleşen bir seziş anıdır.

Bergson’un bu görüşleri varoluşçu felsefenin biçimlenmesinde önemli bir

dayanak oluşturmuştur. Ancak onun ruhbilimsel-sezgi temelli metafiziği bütünsellik,

bölünmezlik ve sürekli bir akıcılık ile durağanlığın reddi ile beliren görüşleri kendi

derinliklerimize ve buradan hareketle toplumun derinliğine (toplumsal derin

yapılar) dönmenin ve varlığımızı derinliklerde bulmanın ve bu buluşu zamanın

akıcılığı içinde gerçekleştirebilmenin özgürlüğüdür. Bergson “derin” olana “sezgi”

ile ulaşabilmenin koşulunu içsel ve dışsal özgürlüğe bağlar. Özgürlük ise ancak

“Sezgisel Ahlâk” ile var olabilir. Sezgisel ahlâk, kişiye kurallar ve zorunluluklar

getirir ama asla zorla benimsetilmiş değildir. “Sezgisel Ahlâk” isteyerek

benimsenmiş ahlâktır. Bergson’a göre, insanlığın ileriye gitmesi, ancak Sezgisel

Ahlâk ve bu ahlâkın sağladığı özgürlük ile mümkündür (Bergson, 1928 ve Timuçin,

1992).

SONUÇ

İslâm dünyasında 12. 13. yüzyıllarda gelişen doğa bilimleri ve felsefeye

ilişkin ilerlemeler, kişisel ilişkilerin ötesine çıkarak, üç yolla yoğun biçimde

Avrupa’ya taşınmıştır. Batı bilim felsefesinin biçimlenmesinde oluşturucu, uyarıcı,

besleyici ve yönlendirici etkisi olan bu bilgiler ve düşünce sistematiği, Endülüs

üzerinden, Sicilya üzerinden ve Haçlı Seferleri aracılığıyla Doğu’dan Batı’ya

taşınmıştır. Ortadoğu kentlerinin ulaştığı bilim ve felsefe düzeyi, Haçlılar’ın en

büyük kazanımı olarak yirmi yıl boyunca, Batı’ya götürülmüştür. Kuşkusuz bu

düşüncenin, Ortadoğu’dan Avrupa’ya akışında en verimli ve sistemli aktarım

Endülüs’te gerçekleşmiştir (Tekeli; Kâhya; Dosay; et all, 2001).

Arap dili ile birlikte bilim ve felsefe öğrenimi de gören Yahudi ve Hıristiyan

bilginler, Avrupa’da “12. yüzyıl Rönesansı” olarak da adlandırılan “Erken Uyanış”

döneminin oluşmasında çok önemli rol oynamışlardır. Ardından gelen “15. yüzyıl

Rönesansı” ise özellikle sanatta başlayan bir “düşünce devrimi” sayılmaktadır. Bir

anlamda düşünce üzerindeki radikal dönüşümün, sanatla ifade edilmesidir. Artık

Page 134: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

134

Batılı insan ilk defa, kilise öğretilerinin dışında özgün sanat eserleri üretmeye

başlamıştır. İlk olarak resimde, “perspektif” tekniğini kullanarak “kendi gözüyle

görme”yi denemiştir. Bu da doğanın takliti, yani Tanrı’nın sunduğunun kopya

edilmesi anlayışını yıkmış, insan bizzat üreten, yaratan, yapan, eyleyen ve düşünen

olarak “gerçek kurucu-oluşturucu özne” niteliğini almaya başlamıştır. Bu ilerlemeler

dizisi sonunda “Aydınlanma” ile taçlanmıştır.

“Erken Uyanış”tan “Aydınlanma”ya uzanan sürece etki eden temel düşünsel

akımlardan biri “Meşşaîlik” ve Meşşaîliğin baş temsilcisi olarak da “İbni Sinâ” çok

önemlidir. Meşşaîliğin ve İbni Sinâ’nın önemi, inanç ile bilim arasındaki keskin

çizgiyi reddetmelerinde yatar. Böylece doğanın sistemi, insanın inanç sistemi ile

buluşabilecektir. Batı dünyasında gerçekleşen bu buluşma, insanın Tanrı’nın

karşısında, Tanrı’ya karşı suç işlediğini düşünmeden kendi bilgi, deneyim ve

çıkarsamalarına dayanan özgün görüşlerini öne sürme cesaretini geliştirmiştir. Bakış

açısındaki düşünsel değişim, aciz insanı güçlü insana, taklitçi insanı yaratıcı insana,

günah işlemekten korkan insanı ise düşünsel özgürlüğe taşımıştır.

İslâm dünyasındaki bu bilimsel öncülük, 8. yüzyıl ile 16. yüzyıl arasında

varlığını sürdürmüştür. Burada 12. yüzyılın, hem İbni Sinâ düşüncesinin zirveye

çıkması, hem de Gazali anlayışının yayılmaya başlaması ile bir “kırılma” noktası

olduğunu belirtmek gerekir. 12. yüzyılda Batı’da, erken dönem Rönesansı başlarken,

İslâm dünyasında ise sistemli biçimde din felsefesine geçişin başladığı görülür. Bu

süre yaklaşık 500 yıl sürmüştür. 17. yüzyıldan itibaren de İslâm dünyası ve

Ortadoğu, bazı istisnalar dışında, bilim ve felsefe hayatından soyutlanmıştır; hatta

büyük endüstri devriminin de dışında kalarak tam anlamıyla hâlâ gelişememiştir.

16. yüzyıldan itibaren, Batı’da Rönesans ile ”ayağa kalkış” hareketi

yaşanırken, İslâm dünyasında bilim üretmek ve bilimi geliştirmek bir yana, artık

bilimsel düşünce iyice kaybolmuş ve çağdaş bilimleri anlayamaz bir düzeye

gelmişlerdir; yani bilim üretmedikleri gibi, artık anlayamadıkları için bilim ithali de

başarılamamış; ithal edilen bilim (düşünce, makine, yaklaşım) ise o bilimsel kültür

var olmadığı için, verimli kullanılamamıştır. Diğer yandan kapitalizmin yayılmacı ve

sömürgeci emelleri de Haçlı Seferlerinden daha büyük bir sorun oluşturmaya

Page 135: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

135

başlamıştır. 13. ve 14. yüzyıl boyunca süren iç çatışmalar da ayrıca Orta Doğu

dünyasını zayıf düşürmüştür.

15. yüzyılda, Batı’nın da etkisi ile tekrar toparlanmaya kalkışan Orta Doğu

dünyasının en büyük başarısını, Aristotelesçi tarih anlayışını yıkarak, bilime dayalı

“nedenselci” tarih anlayışını getiren İbni Haldûn (1332-1406) oluşturur.

Birçok bilim insanı ve tarihçi, İslâm dünyasındaki bu duraklama ve geriye

gidişin nedenlerini dört ana nedene bağlamaktadır:

1- İslâm dünyasında hiç ara vermeyen dinî ve siyasî çatışmaların birliği,

bütünlüğü olduğu kadar düzeni ve sistemsel öğrenme, gelişme ortamını da kötü

etkilemeleri (Emevi-Abbasi, Selçuklu-Beylikler-Osmanlı çatışmaları).

2- Moğol akınları ve Haçlı seferleri, bu coğrafyada parayı, askeri alana

kaydırmış ve daha kaderci bir toplum yaratmıştır.

3- Helenestik bilim anlayışının İslâm düşüncesine uygulanamayışı felsefe ile

bilimin ayırt edilememesine yol açmış, bu da bilim ve inanç karşıtlığı yaratmıştır. Bu

karşıtlığın, inanç ağırlıklı taraftarlar bulması, bilimsel bilgiyi geriletmiştir.

4- Akıl, algı, sezgi ve bu üç araç ile inancın ilişkisi, her zaman sorun yaratmış,

Hakiki bilgi ile insanî bilgi ayrımı, akıl-algı ve sezgiye dayandırılarak

açıklanamamıştır; bu konuda bir türlü dogmatik kaos süreci aşılamamıştır. Oysa

Erken Rönesans’ta bile Batı, insan yetilerinin ve yeterliliğinin önemini kavramıştır

(Tekeli; Kâhya; Dosay, et all, 2001: 251-2).

Düşüncenin Orta Doğu’dan Batı’ya yaptığı yolculukta, Aristoteles, İbni Sinâ

ve Bergson Klasik Çağ, Orta Çağ, Modern Çağ’ın temsilcileri olarak, gerek temel

problematik olan Varlık bilgisi, gerekse Varlığın bir kanıtı olarak sezginin keşfi ve

insanın özselleşerek kendine yönelişi açısından tipik birer “düşünce modeli”

oluşturmaktadırlar. Aralarındaki yüzlerce yıllık çağ farkı, düşüncenin geçirmiş

olduğu evrimi anlama açısından da oldukça önemli bir veri kaynağı olarak

görülebilir.

KAYNAKLAR Akarsu, Bedia, (1998), Felsefe Terimleri Sözlüğü, İstanbul: İnkılâp Yayını.

Altıntaş, Hayrani, (1985), İbn Sinâ Metafiziği, Ankara: İlahiyat Fakültesi Yayını.

Page 136: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

136

Ana Britannica Ansiklopedisi, CC. 13-23, Hermetizm ve Meşşaîlik maddeleri.

Aristoteles, (1983), Politika, Çev. Tunçay, Mete, 2. Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Barnes, Barry, (1995), Bilimsel Bilginin Sosyolojisi, Çev. Arslan, Hüsamettin,

Ankara: Vadi Yayınları.

Bergson, Henri, (1934), Yaratıcı Tekâmülden Hayatın Tekâmülü, İstanbul: Devlet

Matbaası.

Bergson, Henri, (1947a), Gülme, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.

Bergson, Henri, (1947b), Yaratıcı Tekâmül, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.

Bergson, Henri, (1950), Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri, İstanbul: Milli Eğitim

Basımevi.

Bergson, Henri, (1962), Ahlâk ile Dinin İki Kaynağı, Ankara: Milli Eğitim Basımevi.

Bergson, Henri, (1989), Gülme, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.

Bozkurt, Nejat, (1992), Sanat ve Estetik Kuramları, İstanbul: Ara Yayıncılık.

Brentjes, Burchard-Sonja, (1979), İbni Sina (Avicenna), İstanbul: Pencere Yayınları.

Bronowski, J., (1971), Bilim ve İnsan Değer Yargıları, Çev. Usluata, Ayseli, İstanbul:

Varlık Yayınevi.

Ceram, C. W., (1964), Tanrılar, Mezarlar, Bilginler, Çev. Örs, Hayrullah, İstanbul:

Milli Eğitim Basımevi, Bilim Eserleri Serisi, No: 1.

Cihan, A. Kâmil, (1998), İbni Sina ve Gazali’de Bilgi Problemi, İstanbul: İnsan

Yayınları.

Dağ, Mehmet, (1984), “İbni Sinâ’nın Psikolojisi,” İbni Sinâ’nın Doğumunun 1000.

Yılı Armağanı, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını.

Dağ, Mehmet, (1990), “İbni Sinâ’nın Bilgi Kuramı Üzerine Bazı Notlar,” Uluslararası

İbn Türk, Harezmi, Farabi ve İbni Sina Sempozyumu Bildirileri (içinde),

Atatürk Kültür Merkezi Yayını, No: 42.

Descartes, (1986), Metot Üzerine Konuşma, Çev. Karaaslan, Mehmet, İstanbul: Milli

Eğitim Basımevi.

Durusoy, Ali, (1993), İbni Sinâ Felsefesinde İnsan ve Kâinattaki Yeri, İstanbul:

Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Yayını, No: 69.

Falurrahman, (1959), Avicenna’s De Anima, Londra: Yayınevi Bilinmiyor.

Gelişim Hachette Ansiklopedisi, C. 2, Bergson Maddesi.

Goighon, Anne Marie, (1986), İbni Sina Felsefesi ve Ortaçağ Avrupa’sındaki Etkisi,

Çev. Yakıt, İsmail, İstanbul: İnsan Yayınları.

Gökberk, Macit, (1996), Felsefe Tarihi, 8. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Honer, Stanley M.; Hunt, Thomas C., (1996), Felsefeye Çağrı, Çev. Ünder, Hasan,

Ankara: İmge Yayınevi.

İbni Sinâ, (1985), Kitabu-Necat, Beyrut: Fahri.

İbni Sinâ, (Tarihsiz), eş-Şifa, el-Mantık, el-Burhan, İstanbul: Ofset.

Page 137: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

137

Karagöz, Betül (2016), “Doğu – Batı Ekseninde, Batı’nın Farklılaşan İzdüşümleri”,

Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 9(45), 254-267.

Karagöz Yerdelen, Betül (2015), “İbni Sina: Batı'daki Modern Uygarlığın Doğu'daki

Erken Öncüsü”, Leges Sosyal Bilimler Dergisi, 5(3), 152-190.

Karagöz Yerdelen, Betül ve Özkan, Arda (2013), “Toplum, Toplumsal Yapı ve

Toplumsallaşma”, Davranış Bilimlerine Giriş, İstanbul: Lisans Yayıncılık.

Malebranche, N., (1997), Metafizik ve Din Üzerine Görüşmeler, Çev. Akarsu, Bedia,

Ankara: Milli Eğitim Basımevi.

Meydan Larousse Ansiklopedisi, C. 9, İbni Sinâ maddesi.

Nimetullah, Halil, (1928), Henri Bergson Şuurunun Bilavasıta Mutaalaları

Hakkında, İstanbul: Devlet Matbaası (Osmanlıca).

O’Leary, De Lacy, (1971), İslâm Düşüncesi ve Tarihteki Yeri, Çev. Yurdaydın,

Hüseyin; Kutluay, Yaşar, Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Yayını, C. II.

Ong, Walter J., (1999), Sözlü ve Yazılı Kültür, Çev. Banon, Sema Postacıoğlu,

İstanbul: Metis Yayınları.

Osmanlıca-Türkçe Sözlük, (1997), Ankara: Bilgi Yayınevi.

Paz, Octavio, (2000), “Tarihin Sonu’nda Batı Doğu’ya Dönüyor,” Yüzyılın Sonu-

Büyük Düşünürler Çağımızı Yorumluyor, Çev. Dişbudak, Belkıs Çorakçı,

İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayını, No: 411, ss. 137-144.

Schilling, Kurt, (1971), Toplumsal Düşünce Tarihi, Çev. Önal, Nihal, İstanbul: Varlık

Yayınevi.

Şahin, Filiz, (1995), İslâm Felsefesinde Mistik Bilginin Yeri, İstanbul,

Tekeli, Sevim; Kâhya, Esin; Dosay, Melek; Demir, Remzi; et all, Bilim Tarihine Giriş,

Ankara: Nobel yayını.

Timuçin, Afşar, (1992), Düşünce Tarihi, İstanbul: BDS Yayınları.

Tunç, Mustafa Şekip, (1939), Bergson ve “Kudret-i Ruhiye’ye Dair Birkaç

Konferans, İstanbul: Matbaa-i Amire (Osmanlıca).

Upper, Claudia Reid, (1994), “Gazali’nin İnsan Doğası Konusundaki Düşünceleri,” İş

Hayatında İslâm, İstanbul: MÜSİAD Araştırma Raporları, No: 9.

Ülken Hilmi Ziya, İslam Ansiklopedisi, C. 48, İbni Sina Maddeleri.

Yetkin, Suut Kemal, (1947), Estetik, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Page 138: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

138

TOPLU ULAŞIMDA TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ İLE ÇALIŞAN

MEMNUNİYETİ ARASINDAKİ İLİŞKİ: İSTANBUL ÖRNEĞİ

Ayhan BAYRAM

Özet

Toplam kalite yönetimi bir kurumda verimliliği maksimum düzeye çıkarmak, sıfır

hataya yaklaşmak ve % 100 müşteri tatmini sağlamada benimsenmesi gereken ve kurum içi

tam katılımın sağlandığı bir yönetim anlayışıdır. Çalışan memnuniyeti kişinin işine ve iş

deneyimine ait değerlendirmesinin duygusal bir sonucudur. Yani bireyin iş durumuyla ilgili

kişisel bir değerlendirmesidir. Bu araştırma da toplu ulaşımda toplam kalite yönetiminin

çalışan memnuniyetine etkisi incelenmiştir.

Toplam kalite yönetimini ölçmek amacıyla Aydın tarafından 2014 yılında geliştirilen

toplam kalite yönetimi ölçeği kullanılmıştır. Ölçeğin geçerlilik ve güvenilirlik çalışmaları

yapılmıştır. Ölçek beş alt boyuttan oluşmaktadır. Ölçekte toplam 15 madde bulunmaktadır.

Çalışan memnuniyetini ölçmek amacıyla Erken tarafından 2013 yılında geliştirilen çalışan

memnuniyeti ölçeği kullanılmıştır. Ölçeğin geçerlilik ve güvenilirlik çalışmaları yapılmıştır.

Ölçek üç alt boyuttan oluşmaktadır. Ölçekte toplam 20 madde bulunmaktadır.

Araştırmada yüz yüze anket ve kolayda örnekleme metodu kullanılarak 125 çalışan

ile görüşülmüştür. Anketler incelendikten sonra hatalı olanlar elenmiş ve toplam 120 anket

analize tabii tutulmuştur. Toplu ulaşım çalışanlarına toplam kalite yönetimi ve çalışan

memnuniyeti özellikleri ölçekleri uygulanarak, elde edilen veriler ışığında sonuçlar

değerlendirilmiş, toplam kalite yönetimi ve çalışan memnuniyetinin boyutları arasında

anlamlı bir ilişkinin olduğu görülmektedir.

Anahtar Sözcükler: Liderlik, Müşteri Memnuniyeti, Süreç Yönetimi, Tam Katılım

Bu makale 17-19 Aralık 2015 tarihinde İstanbul’da düzenlenen 8. Uluslararası Ulaşım Teknolojileri Sempozyum ve Fuarı’nda sunulan bildiriden genişletilerek hazırlanmıştır.

Yrd. Doç. Dr., Giresun Üniversitesi Görele Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu, [email protected]

Page 139: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

139

THE RELATIONSHIP BETWEEN THE TOTAL QUALITY MANAGEMENT AND

EMPLOYEE SATISFACTION OF URBAN TRANSPORTATION:

ISTANBUL EXAMPLE

Abstract

Total quality management full participation within the institution to increase

efficiency and provide customer satisfaction. The type of institution understanding in terms

of total quality management is to reach the efficiency level to the maximum, to reach zero

faults, the adaptation of how to reach 100% customer satisfaction and within the institution,

full participation. Employee satisfaction is person’s business and work experience of

emotional assessment to result. The effect total quality management and employee

satisfaction of urban transportation has been examined.

In order to examine on the total quality management, the total quality management

scale, which had been improved by Aydın in 2014, has been used. This scale has been

validity and reliability tests have been carried out. The scales consist of five lowest stage.

There are 15 clauses in the scale in total. In order to examine on the employee satisfaction,

the employee satisfaction scale, which had been improved by Erken in 2013, has been used.

This scale has been validity and reliability tests have been carried out. The scale consists of

three lowest stages. There are 20 clauses in the scale in total.

Furthermore, face-to-face questionnaire method has been used and 125 employees in

urban transportation have been interviewed. After the questionnaires have been examined,

the default ones were eliminated and 120 questionnaires have been subject to the analysis.

The total quality management and the employee satisfaction scales of the employee of urban

transportation has been applied and in the light of the obtained data, the results have been

evaluated and it has been determined that there is a significant relation between total quality

management and employee satisfaction.

Key Words: Leader, Process Management, Full Participate, Customer Satisfaction

1. Giriş

İstanbul 15 milyona yakın nüfusu, tarihi dokusu, turizm ve ticaret

potansiyeliyle dünyanın sayılı metropolleri arasında yer almaktadır. Son yıllarda

kırsal kesimlerden şehre göç oranının artması, şehrin genişlemesi, vb nedenler

mevcut şehir içi ulaşım ağlarının yetersiz kalmasına yol açmıştır. Bu nedenle şehir içi

ulaşım konusunda yapılan ulaşım yatırımlarıyla metro, hafif raylı sistem, deniz

yolunun daha aktif kullanılması, metrobüs, mevcut otobüs seferlerinin sayılarının

Page 140: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

140

artırılması, yeni otobüs hatların açılması gibi çözümler geliştirilmiştir. Metro yapım

maliyetlerinin yüksek olması nedeniyle her yerde metro bulunmaması ve ilçelerin

denize yakın olmaması gibi nedenler dolayısıyla her gün 4 milyona yakın kişi otobüs

kullanmaktadır.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi şehirde yaşayanların daha hızlı ve rahat

ulaşım sağlayabilmeleri için kaynaklarını etkin kullanarak toplu ulaşımda yaşanan

sorunlara etkili ve kalıcı çözümler üretmelidir. Sorunlara kalıcı çözümler

üretilebilmesi ve başarı için; verimlilik ile etkinliğin değerlendirilme ve

değerlendirme sonuçlarına göre sürekli süreçlerinin iyileştirilmesi gerekmektedir.

Kalite ve mükemmellik anlayışının arttığı günümüzde kurumların

başarılarının sürekliliği için; hızlı gelişmeler karşısında stratejik yaklaşımla sorunlara

çözüm yolları bulunması, uzmanlaşma ve katılımcılık ilkelerinin tutarlı hale

getirilmesini gerekli kılmaktadır. Bu bağlamda yönetimin toplam kalite yönetimine

önem vermesi ve bu anlayışı yönetici ve çalışanlara benimsetmesi diğer taraftan var

olan iç kontrol sisteminin etkinliğini arttırma çabalarının devam etmesi

gerekmektedir (Türedi, 2012:27).

Çalışanların işinden duyduğu mutluluğu ifade eden çalışan memnuniyeti

kavramı, son yıllarda araştırmacıların ve uygulamacıların ilgi duyduğu konulardan

biri haline gelmiştir. Günümüzde birçok kurum, çalışanlarının memnuniyetlerini

artırmak için büyük miktarlarda bütçe ayırmaktadırlar. Bunun nedeni, memnuniyet

seviyesinin artmasının çalışanların motivasyonunu, verimliliğini ve örgüte

bağlılıklarını artıracağı düşüncesidir. Bu durum çalışanların kararlılığı, etkinliği ile

kaliteli ürün ve hizmet üretiminde temel faktördür.

Bu çalışmanın amacı liderlik, süreç yönetimi, sürekli iyileştirme, tam katılım

ve müşteri odaklılık gibi toplam kalite yönetimi ilkelerinin İstanbul’da ki toplu

ulaşım çalışanlarının memnuniyeti üzerindeki etkisini belirlemektir. Bu amaçla

hazırlanan anket formu toplu ulaşımda çalışan 120 kişiye uygulanmıştır. Bu çalışma

ile toplu ulaşım da toplam kalite yönetimi ve çalışan memnuniyeti arasındaki ilişki

kapsamlı olarak araştırılacaktır.

Çalışma beş bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde çalışmanın amacı

üzerinde durulmuş, ikinci bölümde toplam kalite yönetimi ve çalışan memnuniyeti

kavramları açıklanmıştır. Üçüncü bölümde araştırmanın yöntem ve hipotezleri

tanımlanmış, dördüncü bölümde ise toplam kalite yönetimi ve çalışan memnuniyeti

arasındaki ilişki araştırılmıştır. Sonuç bölümünde araştırma da elde edilen bulgular

Page 141: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

141

değerlendirilerek, ilgili konularda yapılan çalışmaların sonuçlarıyla araştırma

sonuçları karşılaştırılmıştır.

2. Kavramsal Çerçeve

Toplam kalite yönetimi ve çalışan memnuniyeti kavramları, kavramsal

çerçevede ele alınarak değerlendirilmiştir.

2.1. Toplam Kalite Yönetimi

Kalite aslında, çok bilindik bir kelimedir. Bununla birlikte, kalite kelimesinin

anlamı ve kullanımı üzerine yapılmış birçok farklı tanımlama bulunmaktadır. Kalite”

kavramı, Latincedeki “qualitas” kelimesinden türetilmiştir. Latince’de “nasıl

oluştuğu” anlamına gelmektedir. Bu kavramı Çiçero ve Yunanlı yazarların birçoğu

“mahiyet veya nitelik” anlamlarında kullandıkları görülmektedir (Karcıoğlu vd.,

2013:20)

Kalitenin öncülerinden bazılarının kalite kavramına ilişkin görüşleri ise şu

şekildedir. Kalite, amaca uygunluk ve en düşük maliyetle ve pazara uygun şekilde

tahmin edilebilir ve güvenilir istikrar düzeyidir (Deming). Kalite, kullanıma

uygunluktur (Juran). Kalite, ihtiyaçlara uygunluktur (Crosby). Kalite, ürünün sevk

edildiği zamandan topluma ulaşıncaya kadar verilen kayıptır (Taguchi). Kalite, en

ekonomik, en kullanışlı ve tüketiciyi daima tatmin eden kaliteli ürünü geliştirmek,

tasarımını yapmak, üretmek ve satış sonrası hizmetlerini vermektir (Akyüz, 2015:24).

Kalite çevrenin özelliklerine göre bir dizi yerine getirme derecesi olarak da

tanımlanmaktadır (Grela, 2013:178).

Çalışma yaşamının kalitesi, örgüt çalışanlarının ücret, fiziksel çalışma

koşulları, örgüt kültürü, liderlik, işbirliği ortamı, iletişim, bağımsızlık, bilgi ve beceri

geliştirme, işle bütünleşme, tanınma, takdir ve planlama, sorun çözme, karar almaya

katılım gibi çok çeşitli sistem olgularına karşı oluşan davranış biçimlerini ve

düşüncelerini açıklayan bir kavramdır. Günümüzde, organizasyonel performansı

belirleyici unsurun çalışan insanlar olduğunun açıklıkla fark edilmesi çalışma yaşamı

kavramını öne çıkarmış ve bu konudaki uygulamaların önemini artırmıştır.

Çalışanların yenilik yapma ve yaratıcı olma potansiyeli organizasyonların rekabetçi

üstünlüğünün temel bir kaynağıdır. Bu kaynağın en iyi şekilde kullanabilmenin yolu

da ona yüksek kalitede bir çalışma ve yaşama ortamı sağlamaktır (Aydın vd.,

2010:44). Fan ve arkadaşları Çin'de yeni mezun hemşirelerin iş verenleri üzerinde

yaptığı araştırmada iş verenlerin hemşireleri işe alırken çalışanın bilgi düzeyi, ahlaki

Page 142: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

142

ve mesleki değerleri temel hemşirelik yeterliliğine ve sağlık durumuna odaklandığı

sonucuna ulaşmıştır (Fan vd., 2014:120).

Toplam Kalite Yönetimi 1961 yılında ilk defa Feigenbaum tarafından

keşfedilmiş ve isimlendirilmiştir. Kalite devriminde en etkili kişilerden biri ise

Edwards Deming olmuştur. Deming, 1980 yılında “Japonlar yapıyorsa biz neden

yapamayalım” adlı televizyon programını yapmıştır. Bu program ile firmaların ve

endüstrilerin kaliteye odaklanmalarının, hükümetlerin kalitenin ulusların ekonomik

zenginlinde ne derece önemli olduğunun farkına varmasına neden olmuştur. Kalite

yönetiminin kavramsal uygulama alanlarındaki gelişmesinde ise Crosby (1979),

Juran (1989), Ishikawa (1976) ve Feigenbaum (1991) önemli katkılarda

bulunmuşlardır. Juran kalite planlama, kontrol ve geliştirmeden oluşan üç faaliyet

grubu üzerinde durmuştur. Crosby ise kaliteyi geliştirerek maliyeti azaltmaya

yönelik çalışmalarda bulunmuştur. Ishikawa (1976, 1985) sürekli iyileştirmeyi

başarmanın yolu olan kalite çemberlerini, problem çözmek için neden etki

diyagramlarının kullanımını ve eğitimin önemini vurgulamıştır. Son olarak

Feigenbaum (1991) ise liderliğe, kaliteyi geliştirmenin önemine, tüm çalışanlarını

katılımına ve kalite maliyetlerini azaltmaya dayalı toplam kalite fikrini tanımlamıştır

(Ustasüleyman, 2011:70).

Yaygın biçimde uygulanmasına bağlı olarak “toplam kalite yönetimi en kabul

gören sürekli kalite gelişim sistemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplam kalite

yönetimi hiçbir şeyin mükemmel olmadığı, çalışanların katılımıyla her şeyin

geliştirilebileceği ve tüm çalışanların kurum içinde kaliteyi başarma yolunda eşit rol

oynadığı temeline dayanmaktadır. Bu noktadan hareketle müşteri memnuniyeti ile

kurumun tüm üyeleri ve topluma sunduğu faydalar sayesinde uzun dönemli

başarıyı amaçlamaktadır. Dolayısıyla toplam kalite yönetimi kurumun genelinde bir

süreç olarak doğru işleri yapmak, ilk başta ve her zaman doğru yapmak, yaptığını

çok iyi düşünmek ve sürekli olarak geliştirmek üzere çalışanların motive edilmesi ve

güçlendirilmesini ifade eden bir mükemmellik arayışıdır (Özyer, 2012:214).

Toplam Kalite Yönetimi kurumda önemli bir role sahiptir. Toplam kalite

yönetimi kurumlarda uygulanarak sürekli olarak performans artırılabilir. Böylece,

kuruluşların önemli ölçüde hizmet ve ürün kalitesi açısından kendi iç ve dış

müşterilerinin ihtiyaçlarını karşılaması mümkün olacak, verimli ve karlı bir iş

geliştirebilecektir (Madar, 2015:125). Toplam kalite yönetiminin bir kurumda başarılı

olabilmesi için liderlik, süreç yönetimi, sürekli iyileştirme, tam katılım ve müşteri

odaklılık süreçlerini içermesi gerekmektedir. Bu süreçler birbirini tamamladıkları

Page 143: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

143

için herhangi birinin eksik olması durumunda başarısızlık yaşanması kuvvetli bir

ihtimaldir. Toplam kalite yönetiminde bu süreçlerin eksiksiz olarak uygulanması

büyük önem arz etmektedir.

2.2. Çalışan Memnuniyeti

İnsan psiko-sosyal bir canlı olarak hem fizyolojik somut hem de soyut gözle

görünmeyen ama son derece önem taşıyan manevi ihtiyaçlara sahiptir. Bu

ihtiyaçların giderilmesi, çalışanlara sunulan imkanlar, kişinin ihtiyaçlarının

giderilmesini sağladığı gibi performansında da etkili olur. Örneğin, kişinin işinden

sağladığı ücret satın alma ihtiyaçlarını giderir. Kişinin çalışması sonucu sağladığı iş

motivasyonu ise iş tatminine ve işinden mutlu olmasına neden olur (Yüksekbilgili ve

Akduman, 2015:90).

Çalışan memnuniyeti, çalışanların iş ve iş çevresinde nasıl mutlu çalışanlar

yaratılabilirliğinin bir ölçüsü olarak tanımlanmaktadır. Aynı zamanda çalışan

memnuniyeti, bir çalışanın mutlu olup olmama durumunu ve bir çalışanın işteki

ihtiyaçlarıyla arzularının çelişmesi ya da uyum içerisinde olma durumunu ifade

etmektedir. Çalışan memnuniyeti bir kişinin işi ya da iş deneyimlerini

değerlendirmesi sonucu zevkli veya pozitif duygusal durumu olarak da tanımlanır

(Reynolds vd., 2015:27). Çalışan memnuniyeti örgüte ve çalışanlara birtakım faydalar

sağlamaktadır. Çalışan memnuniyeti örgütsel etkinliği artırdığından dolayı etkin

örgütler, kurumlarında çalışan memnuniyetini teşvik etmektedirler. Çalışanların

meslektaşlarıyla yarattıkları iyi ilişki, yüksek üret, iyi çalışma koşulları, eğitim ve

kariyer fırsatları gibi faktörler çalışan memnuniyeti üzerinde olumlu bir etki

yaratmaktadır. Artan memnuniyet sayesinde çalışanlar örgüte daha bağlı, verimli ve

motivasyonu daha yüksek birer çalışan haline dönüşmektedirler (Korkmaz, 2014:546)

Çalışanların memnuniyetinde bireysel ihtiyaçlar en önemli noktayı

oluşturmaktadır. Bununla beraber iş seçimi, işin kendisi, yeri, türü, gerektirdiği bilgi

düzeyi, amacı, fiziki şartlar, ücret, çalışanlar arası ilişkiler, güvenlik vb. etkenler de

memnuniyeti etkileyen önemli değişkenler olarak sayılmaktadır. İşletme yönetiminin

çalışanlarının memnuniyetini sağlamak için sadece ekonomik ihtiyaçlarını

karşılamasının yeterli olmadığı, aynı zamanda sosyal ihtiyaçlarını da karşılaması

gerektiği anlaşılmaktadır (Çelik, 2010:405).

Literatür taramasında çalışan memnuniyeti ile çalışan bağlılığı, motivasyon,

örgütsel vatandaşlık davranışı, birey takım ve kurum performansı müşteri

memnuniyeti ve hizmet kalitesi arasında olumlu bir neden sonuç ilişkisi olduğunu

Page 144: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

144

ortaya koyarken, verimsizlik, tükenmişlik, işe devamsızlık ve işten ayrılma eğilimleri

ile de olumsuz bir neden sonuç ilişkisi olduğunu göstermektedir (Zaim ve Koçak,

2010:2986).

3. Araştırma Yöntemi

Çalışmanın bu bölümünde, toplam kalite yönetiminin çalışan memnuniyetine

etkisine ilişkin anketin İstanbul Elektrikli Tramvay ve Tünel İşletmeleri (İETT)

çalışanlarına(şoförler) uygulanması sonucunda elde edilen veriler çeşitli istatistiki

yöntemler aracılığıyla açıklanmaktadır. Bu araştırmada, İETT çalışanlarının toplam

kalite yönetimine ilişkin görüşlerinin tespit edilmesi; toplam kalite yönetiminin,

çalışan memnuniyetine etkisinin belirlenmesi amaçlanmaktadır.

3.1. Veri Toplama Araçları

Bu çalışmada yüz yüze anket yöntemi kullanılarak veriler toplanmıştır. Anket

formunun ilk kısmında, katılımcıların demografik özelliklerini belirlemeye yönelik 5

adet soru sorulmuştur. İkinci ve üçüncü kısımlarda ise, toplam kalite yönetimi ve

çalışan memnuniyetini ölçmeye yönelik toplam 35 adet ifade yer almaktadır. Ankete

katılanlardan, sorulan her bir ifadeye kendi durumlarına uygun cevap vermeleri

istenmiştir.

Toplam kalite yönetimini ölçmek amacıyla Aydın tarafından 2014 yılında

geliştirilen toplam kalite yönetimi ölçeği kullanılmıştır. Ölçek liderlik, süreç

yönetimi, sürekli iyileştirme, tam katılım ve müşteri odaklılık olmak üzere beş alt

boyuttan oluşmaktadır. Bu ölçekte toplam 15 adet soru bulunmaktadır.

Çalışan memnuniyetini ölçmek amacıyla Erken tarafından 2013 yılında

geliştirilen çalışan memnuniyeti ölçeği kullanılmıştır. Ölçek kurum-yönetici, iş

yönetimi ve ortam-ücret olmak üzere üç alt boyuttan oluşmaktadır. Bu ölçekte

toplam 20 adet soru bulunmaktadır.

3.2. Araştırmanın Evreni ve Örneklemi

Araştırmanın evrenini, İETT’de çalışan şoförler (2000 kişi) oluşturmaktadır.

Araştırmanın örnekleminde olasılığa dayanmayan örnekleme yöntemlerinden

kolayda örnekleme kullanılmıştır (Altunışık vd, 2012:139-141).

3.3. Araştırmanın Modeli

Araştırmanın modeli şekil 1’de gösterildiği gibidir. Araştırma modelinde

öncelikle toplam kalite yönetiminin unsurlarına yer verilmektedir. Daha sonra

Page 145: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

145

çalışan memnuniyetinin unsurlarına yer verilerek, toplam kalite yönetimi ile çalışan

memnuniyeti arasındaki ilişki saptanmaya çalışılmaktadır.

Şekil 1. Araştırma Modeli

Şekil 1’de yer alan araştırma modelinin toplam kalite yönetiminin alt boyutları

liderlik, süreç yönetimi, sürekli iyileştirme, tam katılım ve müşteri odaklılıkla çalışan

memnuniyetinin alt boyutları olan kurum-yönetici, iş memnuniyeti ve ortam-ücret

arasındaki ilişkiyi incelediği görülmektedir.

4. Bulgular

Bu çalışmada 125 kişi ile görüşülmüştür. Anketler incelendikten sonra hatalı

olanlar elenmiş ve toplam 120 anket analize tabi tutulmuştur. Verilerin analizinde,

frekans, ortalama, mod ve standart sapma gibi tanımlayıcı istatistiklerden

yararlanılmıştır. Araştırmanın hipotezlerini test ederken, verilerin normal dağılıma

uygun olup olmadığı belirlenmiş ve modelin boyutları arasındaki ilişkiler

incelenmiştir.

Likert Tipi ölçeğe göre hazırlanan soruların güvenilirliği Cronbach Alpha

güvenirlik katsayısı ile ölçülmüştür.Toplam kalite yönetimi sorularına ilişkin

güvenilirlik analizi sonucunda Cronbach’s Alpha değeri liderlik alt boyutu için ,936,

süreç yönetimi alt boyutu için ,931,sürekli iyileştirme alt boyutu için ,890, tam katılım

alt boyutu için ,905, müşteri odaklılık alt boyutu için ,879, olarak bulunmuştur.

Toplam kalite yönetiminin toplam Cronbach’s Alpha değeri ise ,970 olarak

bulunmuştur. Çalışan memnuniyeti sorularına ilişkin güvenilirlik analizi sonucunda

Cronbach’s Alpha değeri kurum-yönetici alt boyutu için ,962, iş memnuniyeti alt

boyutu için ,802, ortam-ücret alt boyutu için ,838, olarak bulunmuştur. Çalışan

memnuniyetinin toplam Cronbach’s Alpha değeri ise ,941 olarak bulunmuştur.

Toplam kalite yönetimi ve çalışan memnuniyeti ölçeklerinin genel Cronbach’s Alpha

değeri ise ,971 olarak bulunmuştur. Bu değerin 0,80 ≤ α < 1,00 değerleri arasında

olmasından dolayı ölçek yüksek derecede güvenilirdir denilebilir (Kalaycı, 2010:405).

TOPLAM KALİTE

YÖNETİMİ

- Liderlik

- Süreç Yönetimi

- Sürekli İyileştirme

- Tam Katılım

- Müşteri Odaklılık

ÇALIŞAN

MEMNUNİYETİ

- Kurum - Yönetici

- İş Memnuniyeti

- Ortam - Ücret

Page 146: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

146

Çalışmada, İETT çalışanlarının demografik özelliklerine ilişkin medeni

durum, yaş, eğitim durumu, çalışma süresi ve gelir durumuna ilişkin sorular

sorulmuştur. Bu sorulara verilen cevaplar ışığında örneklem grubuna ait demografik

bilgiler Tablo 1’de gösterilmiştir.

Tablo 1. Örneklem Grubuna İlişkin Demografik Bilgiler

Medeni Durum

Frekans

% Frekans

Mod

Bekar 13 10,8

1 Evli 107 89,2

Yaş

3

25-30 16 13,3

31-35 40 33,3

36-40 30 25,0

41-45 17 14,2

46 ve Üstü 17 14,2

Eğitim Durumu

2

İlköğretim 23 19,2

Lise 92 76,7

Ön Lisans 5 4,2

Çalışma Süresi

Frekans

% Frekans

1-5 Yıl 45 37,5

1 6-10 Yıl 30 25,0

11-15 Yıl 27 22,5

16-20 Yıl 18 15,0

Gelir

2

2001-3000 TL

83 69,2

3001-4000 TL

31 25,8

4001TL ve 6 5,0

Page 147: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

147

Üzeri

Tablo 1 incelendiğinde araştırmaya katılanların büyük bir kısmının medeni

durumlarının evli (107 kişi), 31-35 yaş aralığında (40 kişi), eğitim durumunun lise (92

kişi), çalışma süresinin 1-5 yıl aralığında (45 kişi) ve gelir durumunun 2001-3000 TL

aralığında (83 kişi) olduğu görülmektedir. Araştırmada kullanılan değişkenlere

ilişkin puan ortalaması sonuçları tablo 2’de gösterilmiştir.

Tablo 2. Değişkenlere İlişkin Puan Ortalamaları

Değişkenler N Ort. St. Hata

Liderlik 120

2,32 1,197

Süreç Yönetimi 120

2,43 1,151

Sürekli İyileştirme

120

2,41 1,224

Tam Katılım 120

2,37 1,266

Müşteri Odaklılık 120

2,50 1,221

Toplam Kalite Yönetimi

120

2,40 1,095

Kurum-Yönetici 120

2,22 1,145

İş Memnuniyeti 120

2,99 1,037

Ortam-Ücret 120

2,65 ,909

Çalışan Memnuniyeti

120

2,55 ,899

Genel Ortalama 120

2,49 ,928

Tablo 2’de değişkenlere ilişkin ortalama puanlara yer verilmiştir. Toplam

kalite yönetiminin puan ortalamasının 2,40 çalışan memnuniyeti puan ortalamasının

ise 2,55 olduğu görülmektedir. Toplam kalite yönetiminin alt boyutlarına ilişkin

puan ortalamaları incelendiğinde liderliğin puan ortalamasının 2,32 ile en düşük,

müşteri odaklılık ise 2,50 ile en yüksek puan ortalamasına sahiptir. Çalışan

Page 148: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

148

memnuniyetinin alt boyutlarına ilişkin puan ortalamaları incelendiğinde kurum-

yönetici alt boyutunun puan ortalamasının 2,22 ile en düşük, iş memnuniyeti ise 2,99

ile en yüksek puan ortalamasına sahiptir. Ölçekteki soruların genel puan ortalaması

ise 2,49’dur.

Ölçeklerle ilgili daha önce faktör analizi yapıldığı için yeniden faktör analizi

yapılmayarak ölçeğin orijinalinde yer alan süreç yönetimi, sürekli iyileştirme, tam

katılım ve müşteri odaklılık, kurum-yönetici, iş memnuniyeti ve ortam-ücret

değişkenlerinin normal dağılıma uygun olup olmadığının belirlenmesi amacıyla

Kolmogorov Smirnov testi yapılmıştır. Kolmogorov Smirnov testi sonuçlarında

verilerin normal dağılıma uygun olmadığı (p=,005 >,00)belirlenmiştir. Değişkenlere

ilişkin normal dağılım testi sonuçları tablo 3’te gösterilmiştir.

Tablo 3. Değişkenlere İlişkin Normal Dağılım Testi Sonuçları

Değişkenler N St. Hata

p

Liderlik 120 1,197 ,000

Süreç Yönetimi

120 1,151 ,035

Sürekli İyileştirme

120 1,224 ,000

Tam Katılım 120 1,266 ,003

Müşteri Odaklılık

120 1,221 ,001

Kurum-Yönetici

120 1,145 ,001

İş Memnuniyeti

120 1,037 ,047

Ortam-Ücret 120 ,909 ,209

Tablo 3 incelendiğinde değişkenlerin büyük bir bölümünün,005 < p olduğu

görülmektedir. P değerinin ,05’ten küçük olması nedeniyle veriler normal dağılım

göstermemektedir. Bu nedenle değişkenlerin karşılaştırılabilmesi için (2 grup olması

durumunda) parametrik olmayan testlerden Mann-Whitney U Testi ve (3 ve daha

fazla grup olması durumunda) Kruskal-Wallis H testi uygulanmıştır. Ayrıca boyutlar

Page 149: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

149

arasındaki ilişkileri ölçmek için de spearmen korelasyon analizi yapılmıştır.

Araştırmanın hipotezleri aşağıdaki gibidir:

H1: İstanbul’da toplu ulaşımda çalışanlarında demografik ile toplam kalite

yönetimi ve çalışan memnuniyeti arasında anlamlı bir fark vardır.

H1a: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında medeni durum değişkeni ile

müşteri odaklılık arasında anlamlı bir fark vardır.

H1b: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında medeni durum değişkeni ile

kurum-yönetici değişkeni arasında anlamlı bir fark vardır.

H1c: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında medeni durum değişkeni ile

ortam-ücret değişkeni arasında anlamlı bir fark vardır.

H1d: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında gelir durumu değişkeni ile

liderlik değişkeni arasında anlamlı bir fark vardır.

H1e: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında gelir durumu değişkeni ile tam

katılım değişkeni arasında anlamlı bir fark vardır.

H2: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında toplam kalite yönetimi ile çalışan

memnuniyeti arasında anlamlı bir ilişki vardır.

H2a: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında toplam kalite yönetiminin

unsurlarından liderlik ile süreç yönetimi, sürekli iyileştirme, tam katılım, müşteri

odaklılık, kurum-yönetici, iş memnuniyeti ve ortam-ücret algıları arasında anlamlı

bir ilişki vardır.

H2b: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında toplam kalite yönetiminin

unsurlarından süreç yönetimi ile sürekli iyileştirme, tam katılım, müşteri odaklılık,

kurum-yönetici, iş memnuniyeti ve ortam-ücret arasında anlamlı bir ilişki vardır.

H2c: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında toplam kalite yönetiminin

unsurlarından sürekli iyileştirme ile tam katılım müşteri odaklılık, kurum-yönetici, iş

memnuniyeti ve ortam-ücret arasında anlamlı bir ilişki vardır.

H2d: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında toplam kalite yönetiminin

unsurlarından tam katılım ile müşteri odaklılık, kurum-yönetici, iş memnuniyeti ve

ortam-ücret arasında anlamlı bir ilişki vardır.

H2e: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında toplam kalite yönetiminin

unsurlarından müşteri odaklılık ile kurum-yönetici, iş memnuniyeti ve ortam-ücret

arasında anlamlı bir ilişki vardır.

H2f: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında çalışan memnuniyetinin

unsurlarından kurum-yönetici ile iş memnuniyeti, ortam-ücret arasında anlamlı bir

ilişki vardır.

Page 150: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

150

H2g: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında çalışan memnuniyetinin

unsurlarından iş memnuniyeti ile ortam-ücret arasında anlamlı bir ilişki vardır.

Araştırmada demografik faktörlerle değişkenler arasında anlamlı farklılık (p=

<,05) tespit edilenlere yer verilmiştir. Medeni durum değişkenine ilişkin Mann

Whitney U testi sonuçları tablo 4’te gösterilmiştir.

Tablo 4. Medeni Durum ile Müşteri Odaklılık, Kurum-Yönetici, Ortam-Ücret

Değişkenlerine İlişkin Mann Whitney U Testi Sonuçları

Medeni Durum

N Sıra

Değer Ort.

Z P

Müşteri Odaklılık

Evli 107

63,31

-2,558 ,011

Bekar 13

37,38

Kurum-Yönetici

Evli 107

63,20

-2,449 ,014

Bekar 13

38,27

Ortam-Ücret

Evli 107

63,79

-2,978 ,003

Bekar 13

33,42

Tablo 4’de yer alan Mann Whitney U testi sonucuna göre (0.05 anlamlılık

seviyesinde) medeni durum değişkeni ile müşteri odaklılık (p=,011<,05) değişkeni

arasında anlamlı bir farklılık olduğu tespit edilmiştir. Müşteri odaklılık değişkeninin

sıra değer ortalaması, evlilerin bekarlara göre daha yüksek olduğu görülmektedir.

Medeni durum değişkeni ile kurum-yönetici (p=,014<,05) değişkeni arasında anlamlı

bir farklılık olduğu tespit edilmiştir. Kurum-yönetici değişkeninin sıra değer

ortalaması, evlilerin bekarlara göre daha yüksek olduğu görülmektedir. Medeni

durum değişkeni ile ortam-ücreti (p=,003<,05) değişkeni arasında anlamlı bir

farklılık olduğu tespit edilmiştir. Ortam-ücret değişkeninin sıra değer ortalaması,

evlilerin bekarlara göre daha yüksek olduğu görülmektedir.

Medeni durum değişkeniyle, liderlik (p=,336>,05), süreç yönetimi

(p=,420>,05), sürekli iyileştirme (p=,871>,05), tam katılım (p=,507>,05), ve iş

memnuniyeti(p=,058>,05)değişkenleri arasında yapılan Mann Whitney U testi’nde

anlamlı bir farklılık bulunamamıştır. Yaş değişkeniyle, liderlik (p=,143>,05), süreç

Page 151: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

151

yönetimi (p=,255>,05), sürekli iyileştirme (p=,220>,05), tam katılım (p=,060>,05),

müşteri odaklılık (p=,458>,05), kurum-yönetici (p=,208>,05), iş memnuniyeti

(p=,054>,05) ve ortam-ücret (p=,208>,05) değişkenleri arasında yapılan Kruskal-

Wallis H Testi’nde anlamlı bir farklılık bulunamamıştır. Eğitim durumu

değişkeniyle, liderlik (p=,555>,05), süreç yönetimi (p=,491>,05), sürekli iyileştirme

(p=,171>,05), tam katılım (p=,074>,05), müşteri odaklılık (p=,405>,05), kurum-

yönetici (p=,070>,05), iş memnuniyeti (p=,962>,05) ve ortam-ücret (p=,552>,05)

değişkenleri arasında yapılan Kruskal-Wallis H Testi’nde anlamlı bir farklılık

bulunamamıştır.Çalışma süresi değişkeniyle, liderlik (p=,139>,05), süreç yönetimi

(p=,728>,05), sürekli iyileştirme (p=,892>,05), tam katılım (p=,342>,05), müşteri

odaklılık (p=,434>,05), kurum-yönetici (p=,261>,05), iş memnuniyeti (p=,581>,05) ve

ortam-ücret (p=,553>,05) değişkenleri arasında yapılan Kruskal-Wallis H Testi’nde

anlamlı bir farklılık bulunamamıştır. Gelir durum değişkenine ilişkin Kruskal-Wallis

H testi sonuçları tablo 5’de gösterilmiştir.

Tablo 5. Gelir Durumu ile Liderlik ve Tam Katılım Değişkenlerine İlişkin Kruskal

Wallis Testi Sonuçları

Gelir

Durumu (TL)

N

Sıra Değer Ortalama

χ2 P

Liderlik

2001-3000 83 59,10

9,027

,011

3001-4000 31 70,92

4001 TL ve Üzeri

6 26,00

Tam Katılım

2001-3000 83 58,75

9,971

,007

3001-4000 31 71,97

4001 TL ve Üzeri

6 25,42

Tablo 5’de yer alan Kruskal-Wallis H testi sonucuna göre (0.05 anlamlılık

seviyesinde) gelir durumu değişkeni ile liderlik, (p=,011<,05) değişkeni arasında

anlamlı bir farklılık olduğu tespit edilmiştir. Liderlik değişkeninde 3001-4000 TL

aralığında gelir durumuna sahip katılımcıların, diğer gruplarda yer alan katılımcılara

göre daha yüksek olduğu görülmektedir. Gelir durumu değişkeni ile tam katılım,

(p=,007<,05) değişkeni arasında anlamlı bir farklılık olduğu tespit edilmiştir. Tam

katılım değişkeninde 3001-4000 TL aralığında gelir durumuna sahip katılımcıların,

diğer gruplarda yer alan katılımcılara göre daha yüksek olduğu görülmektedir.

Page 152: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

152

Gelir durumu değişkeniyle, süreç yönetimi (p=,059>,05), sürekli iyileştirme

(p=,126>,05), müşteri odaklılık (p=,892>,05), kurum-yönetici (p=,083>,05), iş

memnuniyeti (p=,505>,05) ve ortam-ücret (p=,787>,05) değişkenleri arasında yapılan

Kruskal-Wallis H Testi’nde anlamlı bir farklılık bulunamamıştır. Yapılan Kruskal-

Wallis H Testi’nde anlamlı farklılık gösteren liderlik ve tam katılım

değişkenlerindeki farklılığın hangi gelir durumu gruplarından kaynaklandığının

belirlenmesine ilişkin yapılan Mann Whitney U testi sonuçları tablo 6’da

gösterilmiştir.

Tablo 6. Gelir Durum ile Liderlik ve Tam Katılım Değişkenlerine İlişkin Mann

Whitney U Testi Sonuçları

Medeni Durum

N Sıra Değer Ort.

Z P

Liderlik

2001-3000 83

46,71 -

2,360 ,0

18 3001-4000 6 21,33

Liderlik

3001-4000 31

21,10

-2,714

,007 4001 TL ve

Üzeri 6 8,17

Tam Katılım

2001-3000 83

46,66 -

2,299 ,0

21 3001-4000 6 22,08

3001-4000 31

21,35

-3,048

,002 4001 TL ve

Üzeri 6 6,83

Tablo 6’da yer alan Mann Whitney U testi sonucuna göre (0.05 anlamlılık

seviyesinde) gelir durumu ile liderlik değişkenleri arasındaki fark,2001-3000 TL ile

3001-4000 TL (p=,018<,05) ve 3001-4000 TL ile 4001 TL ve üzeri (p=,007<,05)

arasındadır ve katılım düzeyi noktasında bir farklılık vardır. Farklılık 3001-4000 TL

aralığında gelir durumuna sahip katılımcılardan kaynaklanmaktadır. Gelir durumu

ile tam katılım değişkenleri arasındaki fark,2001-3000 TL ile 3001-4000 TL

(p=,021<,05) ve 3001-4000 TL ile 4001 TL ve üzeri (p=,002<,05) arasındadır ve katılım

düzeyi noktasında bir farklılık vardır. Farklılık 3001-4000 TL aralığında gelir

durumuna sahip katılımcılardan kaynaklanmaktadır. Liderlik, süreç yönetimi,

Page 153: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

153

sürekli iyileştirme, tam katılım, müşteri odaklılık, kurum-yönetici, iş memnuniyeti ve

ortam-ücret değişkenleri arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla verilerin normal

dağılım göstermemesi nedeniyle Spearman korelasyon analizi yapılmıştır. Yapılan

Spearman korelasyon analizi sonuçları Tablo 7'de verilmiştir.

Tablo 7. Değişkenlere İlişkin Spearmen Korelasyon Analizi Sonuçları

Boyutlar Boyut N r p

Liderlik Süreç

Yönetimi 1

20 ,802 ,000

Liderlik Sürekli

İyileş. 1

20 ,810 ,000

Liderlik Tam

Katılım 1

20 ,799 ,000

Liderlik Müşteri

Odak. 1

20 ,605 ,000

Liderlik Kurum-

Yönetici 1

20 ,702 ,000

Liderlik İş

Memnuniyeti 1

20 ,398 ,000

Liderlik Ortam-

Ücret 1

20 ,364 ,000

Süreç Yönetimi

Sürekli İyileş.

120

,882 ,000

Süreç Yönetimi

Tam Katılım

120

,893 ,000

Süreç Yönetimi

Müşteri Odak.

120

,526 ,000

Süreç Yönetimi

Kurum-Yönetici

120

,715 ,000

Süreç Yönetimi

İş Memnuniyeti

120

,435 ,000

Süreç Yönetimi

Ortam-Ücret

120

,398 ,000

Sürekli Tam 1 ,863 ,000

Page 154: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

154

İyileş. Katılım 20

Sürekli İyileş.

Müşteri Odak.

120

,610 ,000

Sürekli İyileş.

Kurum-Yönetici

120

,650 ,000

Sürekli İyileş.

İş Memnuniyeti

120

,404 ,000

Sürekli İyileş.

Ortam-Ücret

120

,397 ,000

Tam Katılım

Müşteri Odak.

120

,503 ,000

Tam Katılım

Kurum-Yönetici

120

,741 ,000

Tam Katılım

İş Memnuniyeti

120

,309 ,000

Tam Katılım

Ortam-Ücret

120

,368 ,000

Müşteri Odak.

Kurum-Yönetici

120

,652 ,000

Müşteri Odak.

İş Memnuniyeti

120

,511 ,000

Müşteri Odak.

Ortam-Ücret

120

,528 ,000

Kurum-Yönetici

İş Memnuniyeti

120

,391 ,000

Kurum-Yönetici

Ortam-Ücret

120

,475 ,000

İş Memnuniyeti

Ortam-Ücret

120

,767 ,000

Liderlik ile süreç yönetimi, sürekli iyileştirme, tam katılım, müşteri odaklılık,

kurum-yönetici, iş memnuniyeti, ortam-ücret değişkenleri arasındaki ilişkiyi

belirlemek üzere yapılan spearmen korelasyon analizi sonucunda, liderlik ile sürekli

iyileştirme değişkeni arasında % 80,2 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05)

Page 155: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

155

yüksek bir ilişki, süreç yönetimi değişkeniyle arasında % 81 düzeyinde pozitif yönde

anlamlı (p=,000< ,05) yüksek bir ilişki, tam katılım değişkeniyle arasında % 79,9

düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) yüksek bir ilişki, müşteri odaklılık

değişkeniyle arasında % 60,5 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) orta bir

ilişki, kurum-yönetici değişkeniyle arasında % 70,2 düzeyinde pozitif yönde anlamlı

(p=,000< ,05) yüksek bir ilişki, iş memnuniyeti değişkeniyle arasında % 39,8

düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) zayıf bir ilişki, ortam-ücret

değişkeniyle arasında % 36,4 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) zayıf bir

ilişki bulunmuştur. Buna göre liderlik değişkeninin puanı arttıkça süreç yönetimi,

sürekli iyileştirme, tam katılım, müşteri odaklılık, kurum-yönetici, iş memnuniyeti,

ortam-ücret değişkelerinin de puanı artmaktadır.

Süreç yönetimi ile sürekli iyileştirme, tam katılım, müşteri odaklılık, kurum-

yönetici, iş memnuniyeti, ortam-ücret değişkenleri arasındaki ilişkiyi belirlemek

üzere yapılan spearmen korelasyon analizi sonucunda, süreç yönetimi ile sürekli

iyileştirme değişkeni arasında % 88,2 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05)

yüksek bir ilişki, tam katılım değişkeniyle arasında % 89,3 düzeyinde pozitif yönde

anlamlı (p=,000< ,05) yüksek bir ilişki, müşteri odaklılık değişkeniyle arasında % 52,6

düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) orta bir ilişki, kurum-yönetici

değişkeniyle arasında % 71,5 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) yüksek

bir ilişki, iş memnuniyeti değişkeniyle arasında % 43,5 düzeyinde pozitif yönde

anlamlı (p=,000< ,05) zayıf bir ilişki, ortam-ücret değişkeniyle arasında % 39,8

düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) zayıf bir ilişki bulunmuştur. Buna

göre süreç yönetimi değişkeninin puanı arttıkça sürekli iyileştirme, tam katılım,

müşteri odaklılık, kurum-yönetici, iş memnuniyeti, ortam-ücret değişkelerinin de

puanı artmaktadır.

Sürekli iyileştirme ile tam katılım, müşteri odaklılık, kurum-yönetici, iş

memnuniyeti, ortam-ücret değişkenleri arasındaki ilişkiyi belirlemek üzere yapılan

spearmen korelasyon analizi sonucunda, sürekli iyileştirme ile tam katılım değişkeni

arasında % 86,3 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) yüksek bir ilişki,

müşteri odaklılık değişkeniyle arasında % 61 düzeyinde pozitif yönde anlamlı

(p=,000< ,05) orta bir ilişki, kurum-yönetici değişkeniyle arasında % 65 düzeyinde

pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) orta bir ilişki, iş memnuniyeti değişkeniyle

arasında % 40,4 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) zayıf bir ilişki, ortam-

ücret değişkeniyle arasında % 39,7 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05)

zayıf bir ilişki bulunmuştur. Buna göre sürekli iyileştirme değişkeninin puanı

Page 156: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

156

arttıkça tam katılım, müşteri odaklılık, kurum-yönetici, iş memnuniyeti, ortam-ücret

değişkelerinin de puanı artmaktadır.

Tam katılım ile müşteri odaklılık, kurum-yönetici, iş memnuniyeti, ortam-

ücret değişkenleri arasındaki ilişkiyi belirlemek üzere yapılan spearmen korelasyon

analizi sonucunda, tam katılım ile müşteri odaklılık değişkeni arasında % 50,3

düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) orta bir ilişki, kurum-yönetici

değişkeniyle arasında % 74,1 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) yüksek

bir ilişki, iş memnuniyeti değişkeniyle arasında % 30,9 düzeyinde pozitif yönde

anlamlı (p=,000< ,05) zayıf bir ilişki, ortam-ücret değişkeniyle arasında % 36,8

düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) zayıf bir ilişki bulunmuştur. Buna

göre tam katılım değişkeninin puanı arttıkça müşteri odaklılık, kurum-yönetici, iş

memnuniyeti, ortam-ücret değişkelerinin de puanı artmaktadır.

Müşteri odaklılık ile kurum-yönetici, iş memnuniyeti, ortam-ücret

değişkenleri arasındaki ilişkiyi belirlemek üzere yapılan spearmen korelasyon analizi

sonucunda, müşteri odaklılık ile kurum-yönetici değişkeni arasında % 65,2

düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) orta bir ilişki, iş memnuniyeti

değişkeniyle arasında % 51,1 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) orta bir

ilişki, ortam-ücret değişkeniyle arasında % 52,8 düzeyinde pozitif yönde anlamlı

(p=,000< ,05) orta bir ilişki bulunmuştur. Buna göre müşteri odaklılık değişkeninin

puanı arttıkça kurum-yönetici, iş memnuniyeti, ortam-ücret değişkelerinin de puanı

artmaktadır.

Kurum-yönetici ile iş memnuniyeti, ortam-ücret değişkenleri arasındaki

ilişkiyi belirlemek üzere yapılan spearmen korelasyon analizi sonucunda, kurum-

yönetici ile iş memnuniyeti değişkeni arasında % 39,1 düzeyinde pozitif yönde

anlamlı (p=,000< ,05) zayıf bir ilişki, ortam-ücret değişkeniyle arasında % 47,5

düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) zayıf bir ilişki bulunmuştur. Buna

göre kurum-yönetici değişkeninin puanı arttıkça iş memnuniyeti, ortam-ücret

değişkelerinin de puanı artmaktadır.

İş memnuniyeti ile ortam-ücret değişkenleri arasındaki ilişkiyi belirlemek

üzere yapılan spearmen korelasyon analizi sonucunda, kurum-yönetici ile iş

memnuniyeti değişkeni arasında % 76,7 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000<

,05) yüksek bir ilişki bulunmuştur. Buna göre iş memnuniyeti değişkeninin puanı

arttıkça ortam-ücret değişkeninin de puanı artmaktadır.

Page 157: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

157

5. Sonuç ve Tartışma

Bu çalışma İETT çalışanlarında, toplam kalite yönetiminin çalışan

memnuniyetine etkisinin incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Demografik etkenlerinin

toplam kalite yönetimi ve çalışan memnuniyetine etkisiyle, toplam kalite yönetimi ve

çalışan memnuniyetinin alt boyutları arasındaki ilişki incelenmiştir.

Toplam kalite yönetiminin alt boyutlarından liderliğin puan ortalamasının

2,32, çalışan memnuniyetinin alt boyutlarından kurum-yönetici alt boyutunun puan

ortalamasının 2,22 ile en düşük oldukları görülmektedir. Çalışanların liderler ve

kurum-yönetici değişkenlerine ilişkin memnuniyet oranlarının düşük olduğu

görülmektedir. Bu değişkenlerin memnuniyet oranlarının artırılması için çalışmalar

yapılması gerekmektedir. Tso ve arkadaşları yapmış oldukları çalışmada (2015)

çalışan memnuniyeti mevcut sorunları çözmeye yardımcı olur ve daha fazla

sürdürülebilir kalkınmaya çalışanları teşvik etmesine ek olarak, uyumlu bir çalışma

ilişkisi oluşturmaya da teşvik eder (Tso vd, 2015:580-581)

Medeni durum değişkeninin müşteri odaklılık (p=,011<,05), kurum-yönetici

(p=,014<,05) ve ortam-ücret (p=,003<,05) değişkenlerinde farklılık gösterdiği

bulunmuştur. Gelir durumu değişkeninin de liderlik (p=,011<,05) ve tam katılım

(p=,007<,05) değişkenlerinde farklılık gösterdiği bulunmuştur. Alpern ve

arkadaşları yapmış oldukları çalışmada (2013) düşük gelir seviyesine sahip Etiyopya

da yeterli liderlik desteği, çalışan memnuniyetini azaltmakta ve aşırı iş gücü

eksikliğini artırmaktadır (Alpern vd, 2013:1).Constantini ve Zanin yapmış oldukları

çalışmada (2011)toplam kalite yönetimini uygulayan kurumlarda, uygulamayan

kurumlara göre finansal olmayan performans ölçütlerine daha fazla önem verildiği

sonucuna ulaşmıştır (Constani ve Zanin, 2015:84). Akgün ve arkadaşları yapmış

oldukları çalışmada (2014) finansal performans artışıyla toplam kalite yönetimi

arasında doğrudan bir ilişkinin olmadığını dolaylı bir ilişki olduğu sonucuna

ulaşmıştır (Akgün vd, 2014:896).

Toplam kalite yönetiminin alt boyutları liderlik, süreç yönetimi, sürekli

iyileştirme, tam katılım ve müşteri odaklılıkla, çalışan memnuniyetinin alt boyutları

kurum-yönetici, iş memnuniyeti ve ortam-ücret arasında pozitif anlamlı bir ilişki

bulunmuştur. Maletic ve arkadaşları yapmış oldukları çalışmada (2014) güçlü bir

temel kalite yönetim yönelimi temel performans geliştiriminde etkili bir yol olduğu

sonucuna ulaşmıştır (Maletic vd, 2014:1744). Vanichchinchai ve Igel yapmış oldukları

çalışmada (2011) toplam kalite yönetimi uygulamaları doğrudan firmanın tedarik

performansını artırdığı sonucuna ulaşmıştır (Vanichchinchai ve Igel, 2011:3416).

Toplam kalite yönetiminin alt boyutlarında yer alan değişkenlerde ki memnuniyet

Page 158: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

158

düzeyi artışı, çalışan memnuniyetinin de artmasını sağlayacaktır. Gelir ve medeni

durum değişkenleri de dikkate alınarak toplam kalite yönetiminin alt boyutlarının

memnuniyet oranını artırılması için çalışmalar yapılması gerekmektedir. Liderlik ve

kurum-yönetici değişkenlerindeki puan ortalamasının düşük olmasının nedenleri

araştırılarak çözüm yolları üretilmelidir. Bundan sonra yapılacak çalışmalarda

toplam kalite yönetimi ile iş doyumu ve yetkinlik kavramları arasındaki ilişkiler

incelenebilir.

Kaynakça

Akgün, A. E., İnce, H., İmamoğlu, S. Z., Keskin, H., Kocoğlu, İ., (2014), "The Mediator

Role of Learning Capability and Business İnnovativeness Between Total Quality

Management and Financial Performance", International Journal of Production Research, 52(3),

888-900.

Akyüz, B., (2015), "Sosyal Hizmet Kurumlarında Toplam Kalite Yönetimi”, Süleyman

Demirel Üniversitesi Vizyoner Dergisi, Özel Sayı, 21-36.

Alpern, R., Canavan, M. E., Thompson, J. T., McNatt, Z., Tatek, D., Lindfield, T. B.,

Elizabeth H., (2013), "Development of a Brief Instrument for Assessing Employee Satisfaction

in a Low-Income Settig", Plos One, 8(11), 1-8.

Altunışık, R., Coşkun, R., Bayraktaroğlu, S., Yıldırım, E., (2012), "Örnekleme Seçimi",

Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri, Sakarya: Sakarya Yayıncılık.

Aydın, Ç. (2013): Toplam Kalite Yönetiminin Çalışan Motivasyonu Üzerine Etkisi: İlaç

Sektöründe Bir Uygulama, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.

Aydın, A, Üçüncü, K., Taşdemir, T, (2010), "İşletmelerde Uygulanan Toplam Kalite

Yönetimi Çalışmalarının Çalışan Performansı Üzerine Etkileri”, International Journal of

Economic and Administrative Studies, 3(5), 41-62.

Costantini, A., Zanin, F., (2015), "The Influence of Total Quality Management on Risk

Identification and Non-Financial Performance Measures: An Italian-Based Empricial

Analysis", International Journal of Management Cases, 17(4), 73-87.

Çelik, S., (2010), "İş Ahlakı Uygulamalarının Çalışan Memnuniyeti ile İlişkisi”, İş

Ahlakı Dergisi, 3(5), 21-40.

Erken, M. (2013): Çalışan Memnuniyeti Üzerine Sağlık Sektöründe Bir Araştırma,

Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.

Fan, Y., Li, Q., Yang, S., Guo, Y., Yang, L. Zhao, S., (2014), "Developing Tools for

Identifying Employer and Employee Satisfaction of Nursing New Graduates in China",

Hindawi Publishing Corporation The Scientific World Journal, 120(1), 1-7.

Grela, G., (2013), "The Framework of Quality Measurement", Quality Strategy, 10(2),

177-191.

Page 159: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

159

Kalaycı, Ş. (2010), Güvenirlik Analizi", SPSS Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistiksel

Teknikler, İstanbul: Asil Yayın Dağıtım.

Karcıoğlu, R., Dursun, A., Biçer, E. B., (2013), "Toplam Kalite Yönetimi Yaklaşımının

İşletme Maliyet Gelişim Süreci Üzerine Etkisi ve Bir Üretim İşletmesinde Uygulama”,

Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 27(1), 19-40.

Korkmaz, O., Erdoğan, E., (2014), "İş Yaşam Dengesinin Örgütsel Bağlılık ve Çalışan

Memnuniyetine Etkisi”, Ege Akademik Bakış Dergisi, 14(4), 541-557.

Madar, A., (2015), "Implemantation of Total Quality Management Case Study: British

Airways", Bulletin of the Transilvania University of Braşov Economic Sciences International Journal

of Production Research, 8(57), 125-132.

Maletic, D., Maletic, M., Gomiscek, B., (2014), "The Impact of Quality Management

Orientation on Maintenance Performance", International Journal of Production Research, 52(6),

1744-1754.

Özyer, K., Kanbur, E., (2012), "Toplam Kalite Yönetiminden Yöneticilerin

Motivasyonuna Uzanan Yolun İncelenmesi Üzerine Ampirik Bir Araştırma”, Journal of World

of Turks, 4(2), 213-232.

Reynolds, L. D. B., Roberts-Lombard, M., Meyer, C. D., (2015), "The Traditional

Internal Marketing Mix and Its Perceived Influence on Graduate Employee Satisfaction in an

Emerging Economy", Journal of Global Business Technology, 11(1), 24-38.

Tso, G. K. F., Liu, F., Li, J., (2015), "Identifying Factors of Employee Satisfaction: A

Case Study of Chinese Resource-Based State-Owned Enterprises", Soc. Indic. Res., 123(1), 567-

583.

Türedi, S., (2011), "İç Kontrol Sistemi ve Toplam Kalite Yönetimi İlişkisi”, Uluslararası

Alanya İşletme Fakültesi Dergisi, 4(1), 27-37.

Ustasüleyman T., (2011), "Toplam Kalite Yönetimi Uygulamalarının Firma

Performansı Üzerine Etkisi: Türkiye’nin 500 Büyük Firmasına Yönelik Bir Araştırma”, Gazi

Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 13(2), 67-96.

Vanichchinchai, A., Igel, B., (2011), "The Impact of Quality Management on Supply

Chain Management and Firm's Supply Performance", International Journal of Production

Research, 49(11), 3405-3424.

Yüksekbilgili, Z, Akduman, G., (2015), "Perakende Mağazacılık Sektöründe Satış

Personelinin Demografik Özellikleri ve Personel Memnuniyeti İlişkisi”, Elektronik Sosyal

Bilimler Dergisi, 14(52), 86-99.

Zaim, H., Koçak, O., (2010), "Bilgi Çalışanın Memnuniyeti”, Journal of Yaşar University,

18(5), 2985-2994.

Page 160: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

160

ÇEVRECİ FARKINDALIĞIN ÜRÜN TERCİHİNE ETKİSİ:

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ VE PERSONELİ ÜZERİNDE YAPILAN

BİR ARAŞTIRMA

Gökhan KARADİREK

Kurtuluş Yılmaz GENÇ

ÖZET

Bu çalışmanın amacı, doğal çevrenin korunmasına yönelik duyarlılık ile ortaya çıkan çevreci

yönelimin ürün tercihleri üzerindeki etkisini ortaya koymaktır. Araştırma, çevreci

farkındalığın saptanması, gündeme taşınması, çevreye dost ürünlerin daha bilinçli

davranışlar ile teşvik edilmesi açısından önemlidir. Veri kümesi, Ordu Üniversitesi ve

Giresun Üniversitesi’nde gerçekleştirilen anket çalışması ile elde edilmiştir. Araştırmanın

örneklemi 54 akademik, idari personel ve 98 öğrenci olmak üzere 152 kişiden oluşmuştur.

Çeşitli istatistiksel yöntemlerle yapılan analizler sonucunda ‘yeşil farkındalık’

değişkeninin,‘algılanan yeşil risk’, ‘çevreci yönelim’, ‘yeşil ürün deneyimi’, ve ‘çevresel niyet’

değişkenleri ile istatistiksel olarak anlamlı pozitif ilişkiye sahip olduğu belirlenmiştir. Yine,

‘yeşil ürün tercihi ile ‘kollektif bilinç’ ve ‘yeşil ürün deneyimi’ arasında pozitif yönlü ilişkinin

olduğu, ‘yeşil ürün tercihi’nin‘algılanan yeşil risk’ ile anlamlı bir ilişkisinin olmadığı

görülmüştür. Diğer taraftan, ‘yeşil algılanan risk’, ‘kollektif bilinç’ ve ‘yeşil ürün deneyimi’

değişkenlerinin ilişkili olduğu ortaya konulmaktadır.‘Kollektif bilinç’ ile ‘yeşil ürün

deneyimi’ arasında da anlamlı ilişkili olduğu bulunmuştur.

Anahtar Kelimeler: Çevreci yönelim; Çevreye dost ürün; Kollektif bilinç; Üniversite

mensupları

THE IMPACT OF ENVIRONMENTAL AWARENESS ON THE PRODUCT

PREFERENCES: A RESEARCH ON THE UNIVERSITY STUDENTS AND PERSONNEL

ABSTRACT

The aim of this study is to demonstrate the impact of environmental orientation as a result of

environmentally friendly sensitivity, on the green product preferences. The study is

important for the identification of natural environmental awareness, putting it on agenda,

and encouraging individuals to consume environmentally friendly products. The data set

Doktora öğrencisi, [email protected], Giresun Üniversitesi Doç. Dr.,[email protected], Giresun Üniversitesi

Page 161: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

161

was collected from OrduUniversity and Giresun University with a survey form. The sample

of the research is 152, which consists of 54 academic, managerial personnel, and 98 university

students. The results of the data analysis showed that, the ‘green awareness’ variable has

statistically significant positive relationship with the variables of ‘perceived green risk’,

‘environmentalist orientation’, ‘green product experience’, and the ‘environmental will’.

Again, it was seen that, there is a statistically significant and positive relationship between

the variable of ‘green product preference’ and ‘collective mind’, and ‘green product

experience’. On the other hand, there is no significant relationship between ‘green product

preference’ and ‘perceived green risk’. In addition, it was revealed that, the ‘green perceived

risk’, ‘collective mind’, and ‘green product experience’ variables are significantly associated.

Finally, it was found that, the ‘collective mind’ and ‘green product experience’ are

statistically significantly linked.

Key Words: Environmentalist orientation; Environmentally friendly product; Collective

mind; University members.

JEL Kodu: M310, M140, Q2

GİRİŞ

Doğal çevrenin korunması konusu günümüzde insanlığın önceliklerindendir.

Özünde, insanın yaşam düzeyini daha çok yükseltmek için gerçekleştirilen

faaliyetler, bir yandan da insanlığın aleyhine sonuçlar doğurmakta, dahası canlıların

ortak geleceğini tehdit etmektedir. Henüz geri döndürülebilir noktada olan bu

tehditler, çevre dostu bilinç, farkındalık ve hareketle ortadan kaldırılabilir.

Ekonomik gelişme ile birlikte ortaya çıkan kirlenen çevre konusu gelişmiş ülkeler

kadar, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin de sorunudur. Ortak gezegenimizde,

sanayileşmiş ülkelerin sorunu kendilerinden uzak tutma yönündeki çabaları

boşunadır. Ancak, doğa, çevreyi kirleten kadar kirletmeyeni de cezalandırmaktadır.

Bu durumda, çevreye zarar vermeyen ya da en az zarar verenlerin yapması gereken

de bu soruna duyarlı olmaktır. Bu duyarlılık, devletin çevre odaklı politikalarını

desteklemeyi, çevreye dost taleplerle işletmeleri yönlendirmeyi, yeni nesillerin bu

yönde eğitilmelerini, kaynakları akılcı tüketmeyi, geri dönüştürme ve yeniden

kullanmayı, işbirliğini ve dayanışmayı gerektirir.

Page 162: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

162

Gelecek nesillere yaşanabilir doğal bir çevre bırakmak bütün insanların ortak

sorumluluğudur. Bütün faaliyetler gibi, çevreci faaliyetlerde de ulusal çıkarlar

konusuna dikkat edilmelidir. Ancak, şu vurgulanmalıdır ki, bu konu özellikle, ulusal

çıkarlarla insanlığın çıkarlarının bütünleştiği bir alanı içermektedir. Gelişmiş ülkeler

azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler birlikte hareket etmelidir. Ülkelerin birbirini

yanıltıcı yönlendirmeleri ancak ortak zararlara yol açabilir.

Çevresel farkındalığın çevreye dost ürün tercihi üzerindeki etkisi konusunda

literatürde çok sayıda çalışma vardır (ör.:Spaargaren, 2011; Chen ve Chang, 2012;

Mourad ve Ahmed, 2012; Kumar ve Ghodeswar, 2014; Wang, Tu, Yang, Guo, Yuan

ve Lio, 2016; Mishal, Dubey, Gubta ve Duo, 2017). Bu çalışmalar, çevresel

duyarlılığın farklı boyutlarını ele almışlardır. Bu çalışmalara literatür kısmında yer

verilmektedir.

Bu çalışmada, çevreci duyarlılık ile çevreye dost ürün tercihi arasındaki ilişki ele

alınmaktadır. Bu kapsamda, öncelikle literatür ortaya konulmakta, sonrasında, bir

alan araştırmasının sonuçlarına yer verilmektedir. Alan araştırmasında, ‘yeşil

farkındalık, ‘yeşil ürün imajı’, ‘maruz kalınan çevresel etki’, ‘referans gruplar’,

‘kollektif bilinç’ değişkenlerinin, ‘algılanan yeşil risk’, ‘çevreci yönelim’, ‘yeşil ürün

deneyimi’ ve ‘çevresel niyet’ değişkenlerini etkileyerek ‘yeşil ürün tercihini’ nasıl

belirledikleri konusu üzerinde durulmaktadır. Çalışma, bir genel değerlendirme ile

sonlandırılmaktadır.

I. LİTERATÜR

Çevreci farkındalık, bu konudaki ortak bilinç, referans grupları, maruz kalınan

çevresel etki, çevreye dost ürünlerin imajı, algılanan çevresel risk, ürünle ilgili

deneyimler, diğer deneyimler ve çevresel niyet çevreye dost ürünlerin tercihinde

belirleyicidir.

Çevreci farkındalığın oluşumunda, devlet politikası, eğitimler, yasal çerçevede

faaliyetlerini sürdüren sivil toplum kuruluşları, maruz kalınan olumlu ve olumsuz

Page 163: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

163

deneyimlerin rolü büyüktür. Yine, toplumun ortak bilinci farkındalığı

etkilemektedir.

Çevreye dost ürünler, doğrudan çevreye dost kuruluşlar tarafından

üretilebileceği gibi, çevresel duyarlılığı yüksek kesimleri hedef pazar olarak gören

işletmeler tarafından da piyasaya sürülebilir. İki durumun bir arada olabileceği de

açıktır.

Mourad ve Ahmed (2012), yaptıkları araştırmada, yeşil farkındalık ile yeşil ürün

tercihi arasında çok düşük düzeyde ilişki olduğunu bulmuşlardır. Öte yandan, aynı

yazarlar, yeşil ürün imajı, yeşil farkındalık ve yeşil güven’in yeşil marka tercihi

üzerinde güçlü etkisi olduğunu bulmuşlardır. Adı geçen çalışmada ulaşılan bir başka

bulgu da, yeşil ürün tercihinin cinsiyetlere göre değişmesi, ancak yaş, gelir düzeyi ve

eğitim düzeyi ile ilişkisinin olmamasıdır.

Kumar ve Ghodeswar (2014)’ın araştırmalarında ise, yanıtlayıcıların çevrenin

korunması, çevre ile ilgili sorumlulukların yerine getirilmesi, çevre dostu ürünler

konusunda bilgi sahibi olma konusunda istekli oldukları belirlenmiştir. Yine, aynı

yazarların elde ettiği sonuçlara göre, yeşil ürün satın alma kararını etkileyen unsurlar

ise çevrenin korunmasını destekleme, çevre konusunda sorumluluk alma isteği, yeşil

ürün deneyimi, şirketlerin çevreye olan dostluğu ve diğer sosyal kaygılardır. Diğer

taraftan, Richards’ (2013), tüketicilerin, yeşil reklamlar konusunda genellikle

tereddütlü olduklarını ve yeşil ürün satın alırken açık motive edici ve engelleyici

etkenlerle karşılaştıklarını belirlemiştir. Buna göre, yeşil ürünlere duyulan güven

onlara olan talebi de artırmaktadır. Yine, Başgöze ve Tektaş (2012), insanların çevre-

dostu ürünler satın alırken etkilendikleri unsurların fiyat, zaman, kafa karışıklığı,

ulaşamama ve güven olduğunu ortaya koymuşlardır. Tüketiciler ürünün içeriği ya

da gerçekten çevre dostu olması konusunda şüphe duyabilmektedirler. Bu tür

ürünlerin yüksek fiyatla satılmaları da olumsuz bir durumdur.

Wang ve diğerleri (2016) ise, Çin Halk Cumhuriyeti’nde yaptıkları

araştırmalarında, insan-doğa yönelimli olma ya da dayanışma gibi geleneksel

Page 164: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

164

kültüre özgü unsurların çevre dostu satın alma davranışı üzerinde etkili olduğu

sonucuna ulaşmışlardır. Bunlara ek olarak, çevresel kavrama ve çevresel etki gibi

kişisel tutumların ve referans gruplarının yeşil ürün satın alma konusunda etkili

olduğunu saptamışlardır.

Chen ve Chang (2012)’ın elde ettiği sonuçlara göre ise, ‘algılanan yeşil değer’,

‘yeşil güven’i ve yeşil satın alma niyetlerini olumlu etkileyecektir. Diğer taraftan,

algılanan ‘yeşil risk’in ise her iki değişken üzerinde olumsuz etkisi vardır. Bunlara ek

olarak sonuçlar, yeşil satın alma niyetleri ile algılanan yeşil değer ve algılanan yeşil

risk arasındaki ilişki üzerinde yeşil güven’in aracılık etkisi olduğunu ortaya

koymuştur. Bu bulgular temelinde yazarların temel önermeleri, algılanan yeşil değeri

yükseltmek ve algılanan yeşil riski düşürmek için kaynaklara yatırım yapmanın yeşil

güven ve yeşil satın alma niyetlerini artırmaya katkıda bulunacağıdır.

Mishal ve diğerleri (2017), çevresel bilincin, yeşil satın alma tutumu ve algılanan

müşteri etkililiği üzerinde, yeşil satın alma niyetinin algılanan müşteri etkililiği ve

yeşil davranış üzerinde, yeşil davranışın yeşil satın alma davranışı üzerinde etkisi

olduğunu bulmuşlardır. Yine, Kai ve Haokai (2016), yeşil satın alma ve satın alma

niyeti arasındaki ilişkiyi ortaya koymuşlardır. Alkaya, Çoban, Tehci ve Ersoy (2016),

araştırmalarında, çevresel duyarlılığı oluşturan üç faktör olan ekolojik duyarlılık,

kişisel duyarlılık ve davranışsal duyarlılığın yeşil ürün satın alma davranışı ile ilişkili

olduğunu belirlemişlerdir. Lee (2017), yeni ekolojik paradigmanın, çevresel ortak

etkinin, çevresel bilginin ve dayanışmacı tavrın, Çin’de yeşil ürün satın alma

davranışının doğrudan öncülleri olduğunu bulmuştur. Buna ek olarak, Lee (2017),

dayanışmacı tavrın, çevresel ortak etki ile yeşil ürün satın alma davranışı arasında

aracılık etkisi olduğunu saptamıştır.

Page 165: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

165

ALAN ARAŞTIRMASI

METHODOLOJİ

Model ve Hipotezler

Şekil 1. Model

Hipotezler

H1:Yeşil farkındalık, algılanan yeşil risk üzerinde etkilidir.

H2:Yeşil farkındalık, çevreci yönelim üzerinde etkilidir.

H3: Yeşil farkındalık, yeşil ürün deneyimi üzerinde etkilidir.

H4: Yeşil farkındalık, çevresel niyet üzerinde etkilidir.

H5: Yeşil ürün imajı, algılanan yeşil risk üzerinde etkilidir.

Page 166: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

166

H6:Yeşil ürün imajı, çevreci yönelim üzerinde etkilidir.

H7: Yeşil ürün imajı, yeşil ürün deneyimi üzerinde etkilidir.

H8: Yeşil ürün imajı, çevresel niyet üzerinde etkilidir.

H9:Maruz kalınan çevresel etkinin algılanan yeşil risk üzerinde etkisi vardır.

H10:Maruz kalınan çevresel etkinin çevreci yönelim üzerinde etkisi vardır.

H11: Maruz kalınan çevresel etkinin yeşil ürün deneyimi üzerinde etkisi vardır.

H12: Maruz kalınan çevresel etkinin çevresel niyet üzerinde etkisi vardır.

H13: Referans gruplar, algılanan yeşil risk üzerinde etkilidir.

H14: Referans gruplar, çevreci yönelim üzerinde etkilidir.

H15: Referans gruplar, yeşil ürün deneyimi üzerinde etkilidir.

H16: Referans gruplar, çevresel niyet üzerinde etkilidir.

H17:Kollektif bilinç, algılanan yeşil risk üzerinde etkilidir.

H18:Kollektif bilinç, çevreci yönelim üzerinde etkilidir.

H19: Kollektif bilinç, yeşil ürün deneyimi üzerinde etkilidir.

H20: Kollektif bilinç, çevresel niyet üzerinde etkilidir.

H21:Algılanan yeşil risk,yeşil ürün tercihi üzerinde etkilidir.

H22:Çevreci yönelim, yeşil ürün tercihi üzerinde etkilidir.

H23: Yeşil ürün deneyimi, yeşil ürün tercihi üzerinde etkilidir.

H24: Çevresel niyet, yeşil ürün tercihi üzerinde etkilidir.

Araştırmanın Amacı

Araştırmanın amacı, yeşil ürün tercihini etkileyen faktörler arasındaki ilişkilerin

belirlenmesidir.

Page 167: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

167

Araştırmanın Önemi

Yaşam koşulları her geçen gün modernleştikçe beraberinde çevreye verilen

zararın ve çevre dostu olmayan ürünlerin kullanımının arttığı bilinmektedir.

Buzullardaki erimeler, nesli tükenmiş ya da tükenmekte olan canlılar yeşile duyarlı

olmadığımızın ve çevre dostu bilincin yeterince oluşamadığının bir göstergesidir.Bu

çalışma, insanoğlunun doğayı yok etmeye devam ettiği 21. Yüzyılda, çevreci algıların

ve çevre dostu ürünlere yönelik tutumların belirlenmesi, çevreci algıların

yönetilmesi, çevre bilincinin kazandırılmasına yönelik araştırmaları desteklemek ve

hızlandırmak, gelecek nesil için nasıl daha iyi yaşanılabilir bir çevre ve dünya

bırakılabilir algısındaki farkındalıkların belirlenebilmesi açısından önemlidir.

Dolayısıyla bu çalışmada, yeşil ürün ve çevre bilinci algısının doğaya karşı bir tercih

niteliği taşıdığı varsayılarak yeşil ürün tercihi üzerinde etkili faktörlerin belirlenmesi

istenmektedir.

Veri Toplama Aracı

Araştırmanın verileri “Çevre dostu, yeşil algının belirlenmesi” anketi aracılığıyla

toplanmıştır. Anket maddelerinin oluşturulmasında Wang ve diğerleri (2016), Kumar

ve Ghodeswar (2015), Mourad ve Ahmed (2012), Chen ve Chang (2012) tarafından

yapılan çalışmalarından yararlanılmıştır. Anket maddelerinin istatistiksel veriye

dönüştürülmesinde Dikert Derecelendirme Ölçek (Beşli) tekniği kullanılmıştır.

Geçerlik ve Güvenirlik

Veri toplama aracının Cronbach Alpha güvenilirlik katsayısı α= .87 olarak

hesaplanmıştır.Bu sonuç iç güvenirliğin sağlanması için yeterli görülen (α= .70)

değerin üzerinde olduğunu belirtilmektedir (Kalaycı vd., 2010). Ayrıca her faktöre ait

Cronbach Alfa güvenilirlik katsayıları hesaplanarak, faktör analizi sonuçları ile

Page 168: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

168

birlikte Tablo 2’de gösterilmektedir. Faktör analizi sonucunda toplam varyansın %

58’ini açıklayan dokuz faktör belirlenmiştir. Bunlar; Yeşil Farkındalık, Yeşil Ürün

İmajı, Maruz Kalınan Çevresel Etki, Çevreci Yönelim, Yeşil Ürün Deneyimi, Referans

Gruplar, Yeşil Ürün Tercihi, Yeşil Algılanan Risk ve Kollektif Bilinçtir. Faktörler

isimlendirilirken literatür ve ölçek maddeleri dikkate alınmıştır. Analiz sırasında

faktör yükü 0,50’nin altındaki ve faktör niteliği taşıyamayan anket maddeleri

istatistiki değerlendirmelerin dışında tutulmuştur. Ayrıca, araştırma modelindeki

Çevresel Niyet değişkenini ifade edebilecek herhangi bir faktör bulunamamıştır.

Örneklem Grubu

Araştırmanın amacına ulaşabilmesi için örneklem grubu kolay ulaşılabilir durum

örneklem yöntemiyle belirlenmiştir. Araştırmanın verileri, 180 katılımcının anketlere

verdiği yanıtlardan elde edilmiştir. Anket formlarının incelenmesi sonucunda, 152

tanesinin kullanılabilir olduğu saptanmıştır.

Demografik bilgilere bakıldığında, ankete yanıt verenlerin 82’sikadın (%54), 70’i

erkektir (%46). Katılımcıların 46’sı köyde (%30), 51’i ilçede (%34), 55 ise kentte

(%36)çocukluk dönemlerini geçirmiştir. Yine, yanıtlayıcıların 53’ü 18-21 yaş arasında

(%35), 45’i 22-25 arasında (%30) ve 54’ü de 26 yaş ve üzerindedir (%35).

Katılımcıların aile gelir durumlarına bakıldığında ise, 49’u 1000-2000 TL (%32), 52’si

2001-3000 TL (%34), 18’i 3001-4000TL (%12), 16’sı 4001-5000 TL gelir aralığındadır

(%11). 17 katılımcının aile geliri 5001 TL ve üzerindedir (%11).

Bulgular

Tablo 1’de faktör analizi sonuçları gösterilmektedir.

Tablo 1. Faktör Analizi Sonuçları

Yeşil Farkındalık Faktör

Yükü Özdeğer

Açıklanan

Varyans

(%)

Cronbach

Alpha

YF1Şirketlerin pazarlama ,760 10.31 22.426 .841

Page 169: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

169

faaliyetlerinde kullandığı

çevre dostu sloganlar ve

simgeler ilgimi çeker.

6

YF2 Ürünler üzerindeki

çevre dostu mesajlar ilgimi

çeker.

,738

YF3 Bir ürün üzerinde

çevre dostu bir etiket

görürsem o ürünü tercih

ederim.

,625

YF4 Şirketlerin

pazarlama faaliyetlerinde

kullandıkları simgeleri

hatırlarım.

,575

YF5 Ürün satın alırken

çevre dostu ürünleri tercih

ederim.

,525

Yeşil Ürün İmajı Faktör

Yükü Özdeğer

Açıklanan

Varyans

(%)

Cronbach

Alpha

YÜİ1 -Bir markanın

(şirketin) çevreci yönü satın

alma kararlarımda etkilidir.

,803 4.045 8.794 .861

YÜİ2 Bir markanın

(şirketin) çevresel

performansı satın alma

kararlarımda etkilidir.

,729

YÜİ3 Bir markanın ,681

Page 170: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

170

(şirketin) çevreci ürün

tasarımı satın alma

kararlarımda etkilidir.

YÜİ4 Bir markanın

(şirketin) çevreyle ilgili

taahhütleri o markanın

(şirketin) ürünlerini satın

alma kararlarımda etkilidir.

,645

YÜİ5 Çevre konusunda

vaatlerini yerine getiren

markanın (şirketin)

ürünlerini tercih ederim.

,537

Maruz Kalınan Çevre Faktör

Yükü

Özdeğer

Açıklanan

Varyans

(%)

Cronbach

Alpha

MKÇ1-Doğadaki bitki ve

hayvan yaşamına insanın

verdiği zarar beni çok

düşündürüyor.

,777 2.408 5.235 .789

MKÇ2-Doğal gıdaların

çoğunun kimyasal madde

içermesi beni

endişelendiriyor.

,720

MKÇ3-Devletler doğal

çevrenin korunması

konusunda daha çok çaba

sarf etmelidirler.

,698

MKÇ4-Sanayi

kuruluşlarının çevreye ,643

Page 171: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

171

verdiği zarar beni çok

tedirgin eder.

MKÇ5-Hava kirliliğinin

olduğu günlerde moralim

hep bozuktur.

,544

MKÇ6-İnsanoğlu

doğanın yapısını anlamalı,

doğanın yasalarını bilmeli

ve buna göre hareket

etmelidir.

,510

Çevreci Yönelim Faktör

Yükü

Özdeğer

Açıklanan

Varyans

(%)

Cronbach

Alpha

ÇY1-İnsanoğlu çevreye

uyum sağlamak yerine,

çıkarları doğrultusunda

doğayı yönetmelidir.

,728 2.202 4.788 .751

ÇY2-İnsanoğlunun

doğadaki her türlü kaynağı

istediği gibi kullanmaya ve

dağıtmaya hakkı vardır.

,720

ÇY3-Çevre dostu ürünler

seçerken temel kaygım

başkalarının gözündeki

imajımdır.

,633

ÇY4-İnsanlar doğanın

yalnızca bir parçasıdır. ,608

ÇY5-Doğayla uyum ,594

Page 172: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

172

içinde olmalıyız.

ÇY6-Şirketlerin

(markaların) çevre dostu

çabalarının farkındayım.

.536

Yeşil Ürün Deneyimi Faktör

Yükü

Özdeğer

Açıklanan

Varyans

(%)

Cronbach

Alpha

YÜD1-Çevre dostu

ürünler daha pahalı olsa

bile çevre dostu ürünleri

satın alırım.

,706 1.817 3.950 .738

YÜD2-Çevre dostu

sorunlarıyla ilgili mümkün

olduğunca çok bilgi

edinmeye çalışırım.

,691

YÜD3-Çevresel ürünlerle

ilgili bilgileri

arkadaşlarımdan alırım.

,607

YÜD4-Çevre dostu

ürünler konusundaki bilgi

ve deneyimlerimi

arkadaşlarımla paylaşırım.

,573

YÜD5-Bundan sonra

çevre dostu ürünleri tercih

edeceğim.

,502

Referans Gruplar Faktör

Yükü

Özdeğer

Açıklanan

Varyans

(%)

Cronbach

Alpha

Page 173: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

173

RG1-Arkadaşlarımın

değerlendirme ve tercihleri,

çevre dostu ürün

konusundaki tercihimi

etkiler.

,786 1.683 3.658 .664

RG2-Aile üyelerinin

tercihleri çevre dostu

ürünler konusundaki

seçimlerimi etkiler.

,656

RG3-Çevre dostu

ürünler konusundaki

tavrım, ailemin,

komşularımın ya da

arkadaşlarımın

beklentilerine göre oluşur.

,579

RG4-Arkadaşlarımdan,

komşularımdan,

akrabalarımdan ya da

çevremdeki diğer

insanlardan çevreci

düşünce ve davranış

konusunda etkilenirim.

,522

Yeşil Ürün Tercihi Faktör

Yükü

Özdeğer

Açıklanan

Varyans

(%)

Cronbach

Alpha

YÜT1-Bundan sonra

çevreyi daha az kirleten

ürünleri tercih edeceğim.

,596 1.493 3.245 .449

YÜT2-Ürünün çevre

dostu olup olmaması ,538

Page 174: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

174

markaya olan sadakatimi

etkilemez.

Algılanan Yeşil Risk Faktör

Yükü

Özdeğer

Açıklanan

Varyans

(%)

Cronbach

Alpha

YAR1-Bir ürünün

kullanılması, ceza ya da

yaptırım ile karşılaşmama

neden olacaksa o ürünü

satın almam.

,611 1.410 3.065 .498

YAR2-Tasarımı çevre

dostu olsa bile amacına

ulaşamayacak ürünü satın

almam.

,584

YAR3-Çevre dostu

olduğunu iddia eden bir

ürün, olası çevresel

performansından dolayı,

genel ‘çevre dostu’ imajına

zarar verecekse, o ürünü

satın almam.

,549

Kollektif Bilinç Faktör

Yükü

Özdeğer

Açıklanan

Varyans

(%)

Cronbach

Alpha

KB1-Toplumun ortak

çıkarları için her zaman

çalışmaya hazırım.

,686 1.345 2.925 .727

KB2-Toplumsal

faaliyetlere her zaman ,634

Page 175: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

175

katkıda bulunurum.

KB3-Yardıma muhtaç

insanlara her zaman

yardım ederim.

,516

Varimax rotasyonlu temel bileşenler

faktör analizi

Bartlett testi:

3387.746

p=0.00<0

.05

Kaiser‐Meyer‐Olkin

Ölçüsü: .793 Toplam açıklanan varyans (%): 58.086

Korelasyon Analizi

Tablo 2’de korelasyon analizi sonuçları verilmektedir.

Tablo 2. Korelasyon Analizi Sonuçları

Faktörler F1 F2 F3 F4 F5 F6 F7 F8 F9

F1 1 .6

12**

.4

10**

.0

08

.2

25**

.2

44**

.2

65**

.3

81**

.4

43**

F2 1 .4

12**

-

.023

.3

10**

.2

22**

.2

58**

.3

72**

.5

01**

F3 1 -

.213**

.1

93*

.1

89*

.1

96*

.4

34**

.3

50**

F4 1 -

.013

.1

72*

-

.041

-

.034

.1

28

F5 1 .2

87**

.1

07

.1

96*

.1

65*

Page 176: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

176

F6 1 .1

36

.2

59**

.4

07**

F7 1 .2

67**

.2

18**

F8 1 .432**

F9 1

**p<0.01 *p<0.05

F1: Yeşil

Farkındalık

F2: Yeşil Ürün

İmajı

F3: Maruz Kalınan Çevresel

Etki

F4: Çevreci

Yönelim

F5: Referans

Gruplar F6: Yeşil Ürün Tercihi

F7:

Algılanan

Yeşil Risk

F8: Kollektif

Bilinç F9: Yeşil Ürün Deneyimi

Araştırmanın modeline göre korelasyon analizi sonucu, Algılanan Yeşil Risk,

Yeşil Ürün Deneyimi ve Yeşil Ürün Tercihi faktörlerine yönelik çoklu doğrusal

regresyon analizi uygulanabileceğini göstermektedir. Ayrıca, modele göre Çevreci

Yönelim faktörüne basit doğrusal regresyon analizi uygulanabileceği sonucuna

varılmaktadır.

Tablo 3’teAlgılanan Yeşil Risk değişkenine ait çoklu doğrusal regresyon analiz

sonuçları verilmektedir.

Tablo 3. Algılanan Yeşil Risk Değişkenine İlişkin Regresyon Analizi Sonuçları

Page 177: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

177

Değişken B Standart

Hata β t p

Sabit 6.524 1.317 4.955 0.000

Yeşil

Farkındalık .075 .062 .123 1.212 0.227

YeşilÜrün

İmajı

.06

6 .062 .109 1.075 .284

Maruz Kalınan

Çevresel Etki

.01

6 .052 .027 .298 .766

Kollektif Bilinç .18

4 .099 .167 1.863 .064

R2= .111 F= 4.589 p=.002

Durbin-

Watson=1.708

Tablo 3’te Yeşil Farkındalık, Yeşil ürün İmajı, Maruz Kalınan Çevresel Etki ve

Kollektif Bilinç değişkenlerinin Algılanan Yeşil Risk değişkeni üzerinde anlamlı

(p<0.05) bir etkisinin olmadığı görülmektedir. Buradan,H1, H5, H9 ve H17

hipotezlerinin reddedildiği sonucuna ulaşılmaktadır. Referans Gruplar ile Algılanan

Yeşil Risk arasında p<0.05 düzeyinde anlamlı bir ilişki bulunamadığından H13

hipotezinin doğruluğu test edilememiştir.

Tablo 4’te Çevreci Yönelim değişkenine ait basit doğrusal regresyon analiz sonucuna

verilmektedir.

Tablo 4. Çevreci Yönelim Değişkenine İlişkin Regresyon Analizi Sonucu

Page 178: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

178

Değişken B Standart

Hata β t p

Sabit 18.991 2.368 8.021 .000

Maruz Kalınan

Çevresel Etki -.244 .091

-

.213

-

2.676 .008

R2= .046 F=7.159 p=

.008

Durbin-

Watson=1.604

Maruz Kalınan Çevresel Etki, negatif yönlü olarak ve anlamlı (p<0.05) olarak

Çevresel Yönelimi etkilemektedir. Bu sonuç, H10 hipotezini doğrulamaktadır. Yeşil

Farkındalık, Yeşil Ürün İmajı, Referans Gruplar ve Kollektif Bilinç ile Çevreci

Yönelim arasında anlamlı bir ilişki bulunamadığından, regresyon analizi

yapılamamış ve H2, H6, H14 ve H18 hipotezleri reddedilmiştir.

Tablo 5’te Yeşil Ürün Deneyimi değişkenine ait çoklu doğrusal regresyon analiz

sonuçları verilmektedir.

Tablo 5. Yeşil Ürün Deneyimi Değişkenine İlişkin Regresyon Analizi Sonuçları

Değişken B Standart

Hata β t p

Sabit 3.937 1.798 2.190 .030

Yeşil

Farkındalık .129 .079

.14

4

1.62

9

.10

5

Yeşil Ürün

İmajı .273 .081

.30

3

3.37

9

.00

1

Page 179: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

179

Maruz

Kalınan

Çevresel Etki

.055 .067 .06

6 .826

.41

0

Kollektif

Bilinç .392 .127

.24

0

3.08

8

.00

2

Referans

Gruplar

-

.025 .084

-

.021

-

.292

.77

1

R2= .339 F= 14.978 p=

.000

Durbin-

Watson=

2.124

Tablo 5’teki regresyon analizi sonucunu incelediğimizde Yeşil Ürün İmajı ve

Kollektif Bilinç değişkenleri p<0.01 anlamlılık düzeyinde ve pozitif yönlü olarak

Yeşil Ürün Deneyimini etkilediği görülmektedir. Bu analiz sonucu H7 ve H19

hipotezlerinin kabul edildiğini ortaya koymaktadır. Yeşil Farkındalık, Maruz Kalınan

Çevresel Etki ve Referans Grupları değişkenlerinin p<0.05 anlamlılık düzeyinde Yeşil

Ürün Deneyimi üzerinde bir etkisinin olmadığı sonucuna varılmaktadır. Dolayısıyla

H3, H11 ve H15 reddedilmiştir.

Tablo 6’da Yeşil Ürün Tercihi değişkenine ait çoklu doğrusal regresyon analiz

sonuçları verilmektedir.

Tablo 6. Yeşil Ürün Tercihi Değişkenine İlişkin Regresyon Analizi Sonucu

Değişken B Stand

art Hata β t p

Page 180: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

180

Sabit 3.35

7 .545

6.15

6

.00

0

Çevreci

Yönelim .036 .022

.12

2

1.63

2

.10

5

Yeşil Ürün

Deneyimi .155 .030

.39

1

5.22

9

.00

0

R2= .180 F= 16.363 p=

.000

Durbin-

Watson=

1.936

Tablo 6 incelendiğinde Yeşil Ürün Deneyimi, p<0.01 anlamlılık düzeyinde ve

pozitif yönlü olarak Yeşil Ürün Tercihini etkilediği ortaya konulmaktadır. Ancak,

Çevreci Yönelim faktörünün p<0.05 anlamlılık düzeyinde anlamlı olmadığı

görülmektedir. Dolayısıyla H23 hipotezi kabul edilirken, H22 hipotezi

reddedilmiştir. Korelasyon analizi sonucunda Algılanan Yeşil Risk Faktörü ile Yeşil

Ürün Tercihi arasında bir ilişki bulunamadığından ve faktör analizi sonucunda

Çevresel Niyet değişkenini belirleyici faktör oluşmadığından H21 ve H24 hipotezleri

test edilememiştir.

SONUÇ

Korelasyon analizi sonucunda Yeşil Farkındalık ve Yeşil Ürün İmajı faktörlerinin

Çevreci Yönelim haricinde diğer faktörlerle p<0.01 anlamlılık düzeyinde pozitif

yönlü ilişkisinin olduğu belirlenmiştir. Maruz Kalınan Çevresel Etki faktörü p<0.01

anlamlılık düzeyinde Çevreci Yönelim ile negatif ilişkili iken, Maruz Kalınan

Çevresel Etki faktörünün, Referans Gruplar, Yeşil Ürün Tercihi ve Algılanan Yeşil

Risk ile p<0.05 anlamlılık düzeyinde pozitif yönlü istatistiksel ilişkisinin olduğu test

edilmektedir. Çevreci Yönelim faktörünün ile Maruz Kalınan Çevresel Etki faktörü

ile p<0.05 anlamlılık düzeyinde pozitif yönlü zayıf ilişkisinin olduğu görülmektedir.

Page 181: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

181

Referans Grupların, Yeşil Ürün Tercihi ile p<0.01 anlamlılık düzeyinde, Kollektif

Bilinç ve Yeşil Ürün Deneyimi ile pozitif yönlü istatistiksel ilişkisinin olduğu

bulunmaktadır. Diğer taraftan Referans Grupların, Algılanan Yeşil Risk ile p<0.05

anlamlılık düzeyinde bir ilişkisinin olmadığı test edilmiştir. Yeşil Ürün Tercihi ile

Kollektif Bilinç ve Yeşil Ürün Deneyimi arasında p<0.01 anlamlılık düzeyinde pozitif

yönlü ilişkinin olduğu, Yeşil Ürün Tercihinin Algılanan Yeşil Risk ile anlamlı bir

ilişkisinin olmadığı görülmüştür. Yeşil Algılanan Risk, Kolektif Bilinç ve Yeşil Ürün

Deneyimi arasında p<0.01 anlamlılık düzeyinde ilişkili olduğu ortaya

konulmaktadır. Kollektif Bilinç ile Yeşil Ürün Deneyiminin p<0.05 anlamlılık

düzeyinde anlamlı ilişkili olduğu bulunmaktadır.

Sonraki çalışmaların odaklanabileceği konular arasında, çevreye duyarlı yönelim

ile kültür arasındaki ilişki, sanayileşmenin etkisi, gelişmiş, gelişmekte olan ve

azgelişmiş ülkelerdeki durum gibi başlıklar vardır.

KAYNAKÇA

Alkaya, A., Çoban, S., Tehci, A., Ersoy, Y. (2016). Çevresel duyarlılığın yeşil ürün

satın alma davranışına etkisi: Ordu ili örneği. Erciyes Üniversitesi İktisadi ve

İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 47 (Ocak-Haziran), pp. 121-134.

Kalaycı, Ş., Eroğlu, A., Albayrak, A. S., Kayış, A., Öztürk, E. , Küçüksille, E, Ak, B. ,

Karaatlı, M., Keskin, H. Ü., Çiçek, E. U., Antalyalı, Ö. L., Uçar, N., Demirgil,

H., İşler, D. B., Sungur, O. (2010). SPSS Uygulamalı çok Değişkenli İstatistik

Teknikleri. Ankara: Asil Yayın Dağıtım.

Başgöze, P., Tektaş, O. O. (2012). Ethical perceptions and green buying behaviour of

consumers: a cross-national exploratory study. Journal of Economics and

Behavioural Studies, 4(8), 477-488.

Chen, Y.-S. ve Chang, C.-H. (2012). Enhance green purchase intentions. The roles of

green perceived value, green perceived risk, and green trust. Management

Decision, 50(3), pp. 502-520.

Page 182: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

182

Kai, C., Haokai, L. (2016). Factors affecting consumers’ green commuting. Eurasia

Journal of Mathematics, Science & Technology Education, 12(3), pp.527-538.

Kumar, P. ve Ghodeswar, B. (2015). Factors affecting consumers’ green product

purchase decisions. Marketing Intelligence & Planning, 33(3), pp. 330-347.

Lee, Y. K. (2017). A comparative study of green purchase intention between Korean

and Chinese Consumers: the moderating role of collectivism. Sustainability, 9

(1930).

Mishal, A., Dubey, R., Gubta, O., K., Luo, Z. (2017). Dynamics of environmental

consciousness and green purchase behaviour: an empirical study. International

Journal of Climate Change Strategies and Management, 9(5), pp. 682-706.

Mourad, M. ve Ahmed, Y. S. E. (2012). Perception of green brand in an emerging

innovative market. European Journal of Innovation Management, 15(4), pp. 514-

537.

Richards’, L. (2013). Examining green advertising and its impacts on consumer

scepticism and purchasing patterns. The Elon Journal of Undergraduate Research

in Communications, 4(2), pp.78-90.

Spaargaren, G. (2011). Theories of practices: agency, technology, and culture.

Exploring the relevance of practices theories for the governance of sustainable

consumption practices in the new world-order. Global Environmental Change,

21, pp. 813-822.

Wang, X., Tu, M., Yang, R., Guo, J., Yuan, Z. ve Liu, W. (2016). Determinants of pro-

environmental consumption intention in rural China: The role of traditional

cultures, personal attitudes and reference groups. Asian Journal of Social

Psychology, 19, pp. 215-224.

Page 183: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

183

TÜRKİYE-ERMENİSTAN İLİŞKİLERİNİN

REALİST DIŞ POLİTİKA BAĞLAMINDA İNCELENMESİ

Serdar KESGİN

Özet

Ermeniler Osmanlı Devleti içerisinde yüzlerce yıl barış ve huzur içerisinde

yaşayabilme imkanı bulmuşlardır. Ancak Fransız İhtilali ve sonrası gelişmeler Balkan

coğrafyasında olduğu gibi Kafkaslarda da etkisini göstermiştir. Ermenilerin,

Türkiye’nin doğu bölgelerini de kapsayan büyük Ermenistan hayali Osmanlı’nın son

dönemlerinde başlamış ve bugünde canlılığını korumaktadır. Rus Çarlığının da

kışkırtmasının etili olduğu 1915 olayları sonucu Osmanlı topraklarında yaşayan

Ermeniler göç ettirilmiştir. Bolşevik Devrimi sonrası kurulan Transkafkasya

Meclisinden ayrılan Ermenistan bağımsızlığını ilan etmesine rağmen kısa süre sonra

SSCB hâkimiyetine girmiştir.

SSCB’nin dağılması ile bağımsızlığını ilan eden Ermenistan, Türkiye ile ilişkilerini

Ermeni soykırım iddiaları üzerine oturtarak Türkiye’nin doğu bölgelerinden toprak

alabilmenin hayali içerisindedir. 2000’li yıllarda Türkiye’nin başlattığı komşularla iyi

ilişkiler kurma politikasının odak noktasında olan ülkelerden biri de Ermenistan idi.

Ülkeler arası sorunların çözümü konusunda Ermeni diasporasının muhalefeti ve

Ermenistan ile Azerbaycan arasında sınır anlaşmazlıklarının devam ediyor oluşu bu

girişimin zamansız olduğunu ortaya koymaktadır. Günümüz uluslararası ilişkiler

sisteminin halen realist bir düzlemde seyrediyor oluşu, girişimlerin yeterli fayda-

maliyet analizi sonucu gerçekleştirilmesini zorunlu hale getiriyor.

Anahtar Sözcükler: Türkiye, Ermenistan, Güvenlik, Komşuluk, Diaspora

AN ANALYSIS OF THE RELATIONSHIP BETWEEN TURKEY AND

ARMENIA WITHIN THE CONTEXT OF REALIST FOREIGN POLICY

Abstract

Armenians lived in peace in the Ottoman Empire for hundreds of years.

However, just as in the Balkans, the French Revolution and subsequent

developments had a big impact in the Caucasus. The Armenian people’s dream of a

Yrd. Doç. Dr. Giresun Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler

Page 184: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

184

great Armenia, which includes eastern Turkey, started in the late Ottoman period

and still remains alive today. As a result of the events that occurred in 1915, which

were also affected by the provocation of the Tsardom of Russia, the Ottoman

Government forced the Armenian people to migrate from the places they lived.

Armenia declared its independence upon opting out the Transcaucasia Assembly

established after the Bolshevik Revolution. However, soon afterwards it entered the

domination of the USSR.

It declared its independence again when the USSR dissolved, still holding tothe

dream of acquiring lands from eastern Turkey by grounding its relationship with

Turkey on the claims of Armenian genocide. In the 2000s, Turkey initiated a policy to

establish good relationships with its neighbors, particularly focusing on Armenia as

well as some other countries. Nevertheless, this attempt was untimely, considering

the opposition of the Armenian diaspora to finding fair solutions to the problems

between these countries, and the ongoing border conflicts between Armenia and

Azerbaijan. The system of international relations is still based on realist grounds,

which makes it necessary to carry out actions only after sufficiently analyzing the

benefits and costs.

Keywords: Turkey, Armenia, Security, Neighborhood, Diaspora

Giriş

Türkiye ve Ermenistan birbirine ve Güney Kafkasya’nın diğer ülkelerine

komşu, aralarında tarihsel sorunlar bulunan iki ülkedir. Türkiye ve Ermenistan, bir

zamanlar Osmanlı coğrafyasında yaşamış iki halkın oluşturduğu devletlerdir. Güney

Kafkasya ve Anadolu birbirine komşu ve stratejik öneme sahip bölgeler olmaları

nedeniyle tarih boyunca birçok medeniyetin hâkimiyet kurmak istediği bölgeler

olmuşlardır. Birbirine eklemlenmiş bölgeler olmaları ve göç yollarında bulunmaları

nedeniyle genellikle aynı güç tarafından ve aynı zamanlarda hâkimiyet altında

bulunmuşlardır. Persler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve son olarak Osmanlı

İmparatorluğu Anadolu ve Güney Kafkasya’ya aynı anda hâkim olabilmiş

medeniyetlerdir.

16. yy’dan 19. yy’a kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalan Güney Kafkasya’da bu

tarihlerden itibaren Rus hâkimiyeti başlamıştır. Rusların Kafkasya’ya yerleşmeleri

Page 185: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

185

bölgede bir göç hareketini başlatmıştır. Bu hareketler sadece Müslüman halkın değil

Ermenilerinde güneye doğru kaymalarını beraberinde getirmiştir. Bu süreç Azeriler

ve Ermeniler arasında savaşın patlak vermesine neden olmuştur13 Ermenilerin taraf

olduğu çatışmalar, Doğu Anadolu bölgesinde de kendini göstermiş ve Birinci Dünya

Savaşı esnasında Osmanlı topraklarında Ermeni çeteciler Rus birlikleri ile birlikte

hareket etmişlerdir. Bu hareket tarzında Ermeni milliyetçilerin, Rusların desteği ile

bağımsız bir devlet kurabileceklerine olan inançları etkili olmuştur.

Birinci Dünya Savaşı sonuçları itibariyle tüm dünyada olduğu gibi Kafkaslarda da

karışıklıkları beraberinde getirmiştir. 1917 Bolşevik Devrimi sonrası Ermeni, Gürcü

ve Azeriler 1917’de Transkafkasya Meclisi’ni kurmuşlar, ardından 1918 yılında bu üç

halk bağımsızlığını ilan etmiştir. Sovyetlerin etkisinin artması ile üç devlet 1922’de

Kafkasya Ötesi Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyetine dönüşmüştür. 1936’da

Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri

oluşturulmuştur.14 1991 yılına kadar Güney Kafkas devletleri Sovyet rejimi altında

kalmışlardır. Bağımsızlıklarını ilan eden Ermenistan ve Azerbaycan, Karabağ

meselesi nedeniyle savaşa girişmişler ve bu savaş Türkiye ile Ermenistan arasındaki

ilişkileri de olumsuz etkilemiştir. Soğuk Savaş yıllarında Ermeni teröristlerin

eylemleri ile de gündeme gelen ve Ermeni Diasporasının hararetle savunduğu

soykırım iddiaları bağımsızlık sonrası dönemde Türk-Ermeni ilişkilerine damgasını

vurmuştur.

Türk-Ermeni İlişkilerinde Tarihsel Arka Plan ve Ermeni İddiaları

Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişki 1915 yılında Doğu Anadolu’da

Osmanlı’nın Ermenilere uyguladığı iddia edilen soykırım politikası çerçevesinde

şekillenmiştir. Soykırım iddialarına giden ve Türk tarafının tehcir olarak adlandırdığı

olayların tarihi, Kafkaslarda Rus varlığına kadar uzanmaktadır.

13 Ali Faik Demir, Türk Dış Politikası Perspektifinden Güney Kafkasya, Bağlam Yayınları, Ankara, 2003, s. 67 14 Ali Faik Demir, A.g.e. s. 68-69

Page 186: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

186

Ermeniler asırlarca Osmanlı Devleti’nde barış ve huzur içinde yaşamışlar ayrıca

hükümet idaresinde çeşitli görevlerde bulunmuşlardır. Sadık millet olarak tanınan

Ermeniler, Osmanlı Devleti’nin gerilemeye başlaması ile bu özelliklerini

yitirmişlerdir. Osmanlı toraklarında, Balkanlarda başlayan milliyetçilik akımı

Rusların etkisiyle Ermeniler arasında da kendini göstermiştir.15 20. yy’ın başlarında

Rusya hâkimiyetindeki Kafkasya topraklarında ayaklanmalar başlamış Ermeni ve

Azeriler arasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. Bu ortamda Ermenilerde, dış

işlerinde Rusya’ya bağlı bir devlet kurma fikri şekillenmiştir.16 Bağımsızlık fikri

Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerde de heyecan uyandırmıştır. Rusya,

Ermenilerin bağımsızlık fikrine temelde karşı çıkmakla birlikte Ermenilerin

yaşadıkları yerleri kendi toprakları olarak görüyordu ancak Osmanlı coğrafyasından

Ermenilerin ayrılacak oluşu Rusya’nın bölgede daha fazla güçlenmesi anlamına

gelecekti.17 Bu nedenle Osmanlı topraklarındaki Ermeni ayaklanmalarına Rusya’nın

kışkırtması ve yardımları olmuştur.

1914’ün sonlarına doğru başlayan Birinci Dünya Savaşı’nda Rusya ile Osmanlı’nın

karşı cephelerde olması Rusya desteğindeki Ermeni halkı ile Osmanlı yönetimi

arasında iplerin kopmasına neden olmuştur. Ermeni örgütlerinin Ruslardan aldıkları

destek ile Türk birliklerine ve yerleşim yerlerine saldırıları Doğu cephesinde

Osmanlıyı zor durumda bırakmıştır. Ayrıca Rus ordusunda Ermeni gönüllülerden

oluşan birlikler de Osmanlı Ordusuna karşı savaşa katılmışlardır. 1915 yılının Nisan

ayında çıkarılan Tehcir yasası ile Ermenilerin kalabalık oldukları Doğu

vilayetlerinden başka bölgelere göç ettirilmeleri karara bağlanmıştır.18

Tehcir esnasında bazı Ermeniler kendi istekleriyle Rusya hakimiyetindeki

Ermenistan’a göç etmişler, bazıları ise Savaş sonrası dönemde Osmanlı’nın elinden

çıkan ve göç ettirildikleri Fransız ve İngiliz bölgelerinde kalmışlardır. Tehcir

15 Hakkı Yapıcı, “Osmanlı Güvencesinde Tehcir Yasası”, Ermeni Araştırmaları, 2009, Sayı 32, s. 60 16 Fırat Karabayram, Rusya Federasyonu’nun Güney Kafkasya Politikası, Lalezar Kitapevi, Ankara, 2007, s. 32-33 17 Hakkı Yapıcı, a.g.e. s. 61 18 Haluk Selvi, Armenian Question, From The First War To The Treaty Of Lausanne, Sakarya University, 2007, s. 57-70

Page 187: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

187

sırasında 9-10 bin civarında Ermeni hayatını kaybetmiştir.19 Ermeniler ise Tehcir

esnasında soykırım yapıldığı 1,5 milyon Ermeni’nin öldürüldüğünü iddia

etmektedirler.20 Tehcir öncesinde ve sonrasında Anadolu’da ve Kafkasya’da 2,5

milyon Müslüman, Ermeni çeteciler tarafından öldürülmüştür. Rusya’nın bölgede

Hıristiyan nüfusu arttırma ve iskan politikası sonucu Kafkasya’da Müslümanlar göç

etmek durumunda kalmışlardır.21

Lozan Antlaşması sonrasında tehcir sonrası evlerine geri gelmiş olanlar ile tehcirden

muaf tutulmuş Batı Anadolu’da yaşayan Ermeniler, başta Amerika, Rusya ve Fransa

olmak üzere çeşitli ülkelere göç etmişlerdir. Bugün dünyada 10 milyona yakın

Ermeni yaşamaktadır.22

Ermeni propagandacıları ile bunların destekçileri, Osmanlı Devletinin ve zamanın

yöneticilerinin, Ermenileri top yekün yok etmek amacıyla faaliyette bulundukları

iddiası ile Osmanlı’nın mirasçısı olan Türkiye’den özür, tazminat ve toprak talebinde

bulunmaktadırlar. Fakat Birinci Dünya Savaşı Sonrasında İşgal güçleri Ermeni

soykırımı ile suçlanan ve Malta’ya sürgüne gönderilen Osmanlı yöneticileri hakkında

bir delil bulamamış ve onları serbest bırakmıştır.23

Ermeni yöneticiler, Türkiye’den toprak talepleri olmadığını belirtseler de Ermenistan

Anayasası’nda, Türkiye topraklarının bir kısmından Batı Ermenistan olarak

bahsedilmesi ve Ermenistan’ın, Sovyetler Birliği ile Türkiye’nin yaptıkları sınır

antlaşmalarını kabul etmediğini ve tek taraflı olarak fesh ettiğini açıklaması Türk

tarafında toprak talebi olarak algılanmaktadır.24 Ayrıca Ermeni lobilerinin güçlü

olduğu çeşitli ülkelerin meclislerinde soykırımı kabul ettirme gayretleri Türkiye ile

Ermenistan’ı karşı karşıya getiren önemli unsurlardır.

19 Haluk Selvi, A.g.e. s. 81-82 20 Pulat Y. Tacar, “Ermenilere Soykırım Yapıldığı Savının Hukuksal ve Ahlaki Açılardan İncelenmesi”, Ermeni Araştırmaları, Asam, Sayı 2, Ankara, 2001, s. 105 21 Haluk Selvi, A.g.e. s. 145-148 22 Haluk Selvi, A.g.e. s. 204-217 23 Pulat Y. Tacar, A.g.e. s. 94 24 Pulat Y. Tacar, A.g.e. s. 95-96

Page 188: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

188

Soğuk Savaş Döneminde Türkiye’nin Kafkasya ile İlişkisi

Kurtuluş Savaşı yıllarından itibaren Kafkasya, Türk dış politikasında önem arz

eden ve aynı zamanda sorun teşkil eden bir bölge olmuştur. Türk-Rus ilişkileri

Kafkasya politikalarına da damgasını da vurmuş, her iki tarafta bölgeye hakim

olmak istemesine rağmen dünya politikasındaki değişken zemine göre bölge

üzerinden işbirliği içerisine de gitmiştir.

1917 Devrimi, Rusya ve dünya açısından farklı bir süreci ifade eder. 1918 yılında

Brest-Litovsk Antlaşması ile Ruslar savaşı bitirmişler ve devrim sürecini

tamamlamak üzere içsel faaliyetlere öncelik vermişlerdir. Bu antlaşma ile Kars ve

Ardahan civarı Osmanlı’ya bırakılmıştır. Bu dönemde Azerbaycan, Gürcistan ve

Ermenistan tarafından Transkafkasya Demokrat Federal Cumhuriyeti kurulmuştur.

Osmanlı, Dünya Savaşı’nın devam ettiği bu ortamda Brest-Litovks anlaşmasını

Transkafkasya Demokrat Federal Cumhuriyeti’ne kabul ettirmek istemiş ancak

Ermenistan razı gelmemiştir. Osmanlı Ordusunun Kars’a girmesi ile yeni kurulan bu

devlette antlaşmayı kabul etmiştir. Transkafkasya Demokrat Federal

Cumhuriyeti’nin aynı yıl dağılması ile Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan

devletleri bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.25

Anadolu’da Kurtuluş Savaşı’nın başladığı dönemlerde, TBMM ile Sovyet Rusya’sı

arasında ilk temaslar kurulmaya başlanmıştır. Belirsizliğin hakim olduğu bölgeye

Türk, Rus ve Avrupalı devletler tarafından önem atfedilmektedir. Türkiye açısından

batılı devletlere karşı verdiği özgürlük mücadelesinde destek alabileceği nadir

devletlerden olan Sovyet Rusya ile bağlantı bu bölge aracılığıyla sağlanabilecektir.

Sovyet Rusya için ise emperyalist batıya karşı işbirliği yapabileceği bir ülke olarak

Türkiye ön plana çıkmaktadır. Batılı ülkelerin özellikle de İngiltere’nin ilgisi ise

bölgedeki zengin petrol yatakları odaklı gelişmekte ve bölgeye ne Rusların nede

Türklerin hâkim olması arzu edilmemektedir. Bu nedenle Türk-Rus ya da Türk-

Ermeni anlaşmazlıkları desteklenmiştir. İngiltere önceleri Ermenileri ve soykırım

25 Fırat Karabayram, A.g.e. s. 53-55

Page 189: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

189

iddialarını frenlemekte iken, Sevr’i de Türkiye’ye onaylatmak niyetidir26 Sevr planı

hayat bulmadığı zaman ise ikili ilişkilerin bozulmasına yönelik soykırım iddiaları

İngilizler tarafından çeşitli dokümanlar ile desteklenmiştir.

Bu dönemde Ermeniler, Ruslar ve İngilizler’den aldıkları destek ile Doğu

Anadolu’da işgal girişimlerinde bulunmuş, Kazım Karabekir komutasındaki

ordunun hareketi ile Ermenistan ile Türkiye arasında 1920’de Gümrü antlaşması

imzalanmış böylece Türkiye’nin doğu sınırları belirlenmiştir. 1921 yılındaki Moskova

Antlaşması ile bu sınırlar Sovyet Rusya tarafından da tanınmıştır.27 Sovyetler Birliği,

Türkiye ile dostluk ilişkileri geliştirirken bir yandan da Ermenistan’ın toprak talepli

faaliyetlerini desteklemiştir, bu durum Türk ve Rus tarafının karşılıklı temkinli

davranmasını beraberinde getirmiştir.

Sovyetler Birliği için Ermenilik, Ermeni hareketleri veya bir Ermeni sorununun

çıkarılıp çıkarılmaması, genel siyaset stratejilerinin içerisinde ve kendi amaçlarına

uygun olup olmaması yönünden önemli olmuştur. Sovyet Rusya’sı, Çarlık

dönemindeki yayılmacı politikalarına devam etmiştir. Bu kapsamda 1922 tarihinde

Ermenistan bir Sovyet Cumhuriyeti haline getirilmiştir. Sovyetler Birliği bu tarihten

sonra Ermeni davalarının savunucusu olduğunu ifade etmiş ve 1947 yılında New

York’ta Dünya Ermenileri Birliği Kongresinin toplanmasını sağlamıştır. Sovyetler,

Kongrede Kars ve Ardahan’ın Sovyet Ermenistan’ına ait olduğunu kararlaştırmış ve

BM’ye bu konuyla ilgili bir muhtıra verilmesini sağlamıştır.28 Ancak bu ve benzeri

girişimler Türkiye’nin Batı ile eklemlenmesini hızlandıran unsurlar olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı, Dünya tarihinde önemli mihenk taşlarındandır, savaş

sonrasında iki süper güç ABD ve Sovyetler Birliği ortaya çıkmıştır. Bu güçler

etrafında şekillenen siyasal düşünceler ve kamplaşmalar meydana gelecek, bu

dönemdeki doktriner ve ideolojik farklılıklara dayanan siyasi ve sosyal sürtüşmelere

Soğuk Savaş nitelemesi kullanılacaktır.

26 Ali Faik Demir, A.g.e. s. 38-39 27 Ali Faik Demir, A.g.e. s. 40-43 28 Fırat Karabayram, A.g.e. s. 59-62

Page 190: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

190

Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında Çarlık Rusya’nın genel

siyasetini uygulamaya başlamıştır. ABD’nin savaş esnasında Sovyetler Birliği ile

başlayan iyi ilişkilerini savaş sonrasında da devam ettirme umutları ortadan

kalkmıştır.29 Sovyetler Birliği’nin yayılmacı tutumu, Boğazlardan ve Doğu

Anadolu’dan toprak talepleri bu ortamda Türkiye’yi ABD ve Batıya yaklaştıran en

önemli unsurdur.

Avrupa’daki Sovyet tehdidinde karşı Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri bir

ittifaka ihtiyaç duyulduğunu hissetmişlerdir. Bu nedenle 1949 yılında NATO (Kuzey

Atlantik Antlaşmaları Örgütü) kurulmuştur. NATO’nun kuruluşu ile Sovyet

yayılması durdurulmuştur.30 Buna karşılık Sovyetler Birliği önderliğinde Varşova

Paktı oluşturulacaktır. Sovyet tehdidine maruz kalan ülkelerden birisi olan

Türkiye’de NATO’ya girerek Soğuk Savaş’ın batı cephesinde yer almıştır. Türk-

Sovyet sınırı NATO-Varşova Paktı sınırı haline gelerek Kafkaslar ile Doğu

Anadolu’nun suni bir perde ile bölünmesine yol açmıştır. Son elli yılda bölgede

yaşanan istikrar bu suni perdenin oluşturduğu katı bir stratejik dengenin

ürünüdür.31 Bu dönemde Kafkasya ülkeleri ile olan ilişkiler Türk-Sovyet ilişkilerinin

ötesine gidememiştir.

Ermeniler, Soğuk Savaş zamanı da soykırım iddialarını yinelemişler ve özellikle Bat

Avrupa’da Türk elçiliklerine terörist saldırılar ile konuyu gündeme getirmeye

çalışmışlardır. Türkiye bu dönemde Ermeni tehdidiyle bir kez daha karşılaşmış ve

saldırılarda birçok elçilik görevlisi hayatını kaybetmiştir. Saldırılar genel olarak

ağırlıklı Fransa olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ve ABD’de yaşayan

Ermeni diasporasının ürünü olarak ortaya çıkmaktadır.

29 Hüseyin Bağcı, Demokrat Parti Dönemi Dış Politikası, İmge Yayınları, Ankara, 1990, s. 7 30 Cemil Hesenli, SSCB-Türkiye: Soğuk Muharebe’nin Sınav Meydanı, Adiloğlu Yayınları, Bakü, 2005, s. 332-340 31 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 2001, s. 125

Page 191: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

191

Bağımsızlık Sonrasında İkili İlişkiler

Türkiye-Ermenistan Arasındaki tarihe dayalı sorunlar, Sovyet

Ermenistan’ında devam etmiş, bağımsızlık sonrasında da devlet politikası haline

gelmiştir. Sovyetler zamanında anıt dikimi, anma günü belirlenmesi gibi

düzenlemeler ve bağımsızlık deklarasyonuna soykırımın tanınması gerekliliği

ibaresinin yerleştirilmesi ile soykırım çalışmaları şekillenmeye başlamıştır.32

Ermeni Parlamentosu 21 Eylül 1991’deki referandumun ardından 23 Eylül’de

bağımsızlığını ilan etmiştir. Bağımsızlık sonrasında dış politikada çalışacak uzman

bulmakta sıkıntı çelikmiş Ermeni kökenli yabancılardan destek alınmıştır. Türkiye ile

ilişkilerde ise tarihçi Ermenilerden destek alınmaya çalışılmıştır.33 İlk ilişkiler olumlu

bir havada gerçekleşmiş ve Ermenistan’ı tanıyan ilk ülkelerden biri Türkiye

olmuştur.

Rusya, bölgede Ermenistan’ın önem verdiği en yakın müttefiki olup gerek ülke

içinde gerek bölgedeki sorunlarda desteği hayati önem taşınmaktadır. Türkiye,

Ermenistan’ın batıya açılan kapısıdır, ancak bu kapı tarihi sorunlar ve Karabağ

meselesi yüzünden istenilen şekilde kullanılamamaktadır. Ermenistan, birçok politik

ve ekonomik fırsatı bu ilişkilerin kötülüğü yüzünden kaçırmıştır. Avrupa ve ABD

bünyesinde barındırdığı diaspora ile hem Ermenistan hem de Türkiye’ye karşı etkili

olabilmiştir.

Ermenistan bölgede yalnız kalması nedeniyle kendine Rusya dışında müttefiklerde

aramış ve İran ile temasa geçmiştir. Türkiye bu girişimi kendine karşı bir birliktelik

olarak algılamıştır. Bu gelişmeler bölgede Türk-Azeri yakınlaşmasına bir cevap

olarak düşünülmüştür. Ermeni-Azeri savaşı sonrasında bozulmaya başlayan Türk-

Ermeni ilişkileri soykırım iddiaları ile daha da açılmıştır. Türkiye’nin, Ermenistan’ın

Dağlık Karabağ’ı işgaline karşı, sınır kapılarını kapatması ve ambargosu

32 Ali Faik Demir, A.g.e. s. 108 33 Ali Faik Demir, A.g.e. s. 109-110

Page 192: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

192

Ermenistan’ın, Türkiye’ye baskı yapılması konusunda diasporayı harekete geçirmesi

ile ilişkiler giderek gerilme noktasına gelmiştir.34

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bağımsızlıklarına kavuşan devletler

arasında, Azerbaycan ve Kırım’ın tarihi ve etnik yapısı nedeniyle Türkiye için önemli

bir yeri bulunmaktadır. Türk ulusçuluğunun esin kaynağı olmaları nedeniyle bu iki

bölge Türkler açısından her zaman kültürel bir anlam taşımıştır. Azerbaycan, Bosna,

Kıbrıs gibi bazı meselelerde Türk kamuoyu benzer hisleri paylaştığından dış

politikada etkili olabilmişlerdir. Türkiye’nin Dağlık Karabağ uyuşmazlığında da

Azeri tezlerini desteklemesinin arkasında, Ermenilerin Türklere yapmış oldukları

zulüm ve eziyetlere ilişkin halk arasında yaygın olarak anlatılan rivayetlerin de

doğrudan etkisi olmaktadır.35

Türkiye, Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar Dağlık Karabağ konusunda bir bekle gör

politikası izlemiş hatta Azerbaycan’ın arabuluculuk teklifine sıcak bakmış ancak

Ermeni tarafının razı olmaması ile bir sonuca ulaşılamamıştır. Ermenilerin,

Karabağ’ın Hocalı bölgesine düzenledikleri saldırı ve peşinden gelen katliam, Dağlık

Karabağ savaşının seyrinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu aşamaya kadar

muharebe sanki iki komşu devletin gerilla savaşı olarak devam ederken artık

topyekün bir savaş haline dönüşmüştür. Türkiye bu noktada tarafsızlığını

korumakta güçlük çekmeye başlamıştır. Türkiye’nin Ermenilere yönelik kullandığı

söylemler sertleşmeye başlamış, bu arada Ermeniler de boş durmamışlar bu tepkilere

karşı diaspora yoluyla tehcir sırasında Ermenilere soykırım yapıldığı tezini

canlandırmaya çalışmışlardır. Türkiye ile Azerbaycan arasındaki yakınlaşma da bu

aşmada ilerlemiştir. Bu gerginlik döneminde Türkiye’nin Ermenistan’a yönelik sert

uyarılarını fırsat bilen Rusya, Ermenistan ile kolektif güvenlik Antlaşmasını

34 Eldar Ismailov, Vladimer Papava, “A New Concept fort he Caucasus”, Southeast European and Black Sea Studies, Vol. 8, No. 3, september 2008, 287-293 35 Ömer Göksel İşyar, “Türkiye’nin Azerbaycan-Ermenistan Uyuşmazlığına Yönelik Politikaları: 1992-2004”, Geçmişten Günümüze Dönüşen Orta Asya ve Kafkasya, Der: Yelda Demirağ, Cem Karadeli, Palme Yayıncılık, Ankara, 2006, s. 241-242

Page 193: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

193

imzalamak için görüşmelere başlamıştır.36 Rusya bu konuda Ermeni tarafına olan

desteğini açıkça ortaya koymuştur. Bu durum Ermenistan’a olan tepkilerinde ölçülü

olması gerektiğini taraflara hatırlatmıştır.

1998 yılı içinde Türkiye, Ermenistan ile önemli gerginlikler yaşamaktadır. Bunda

sertlik yanlısı Robert Koçaryan’ın etkisi olmuştur. Bu dönemde Dağlık Karabağ’ın

ilhak edildiği ilan edilmiş Türkiye, ABD ve Rusya bu tavra tepki göstermiştir.

Koçaryan iki ülke arasındaki ilişkilerin Karabağ ile sınırlanmaması gerektiğini,

sınırın açılarak karşılıklı ticaretin yapılabileceğini belirtmiştir. Buna karşılık

Ermenistan’ın 1998-2000 yılları arasında PKK’lı gruplara topraklarını açması ve

onları Ermenistan ve Karabağ’da eğitmesi barış görüşmelerini imkansız hale

getirmiştir.37 Ermeniler, düşmanımın düşmanı dostumdur mantığı ile hareket ederek

Türkiye’nin mücadele ettiği terörist gruplara destek vermektedirler. Ayrıca

Ermenistan, Kafkasya’da yaşayan Kürt nüfusunu da kendi yanına çekerek

güvenliğini sağlamayı ve nüfuzunu arttırmayı hedeflemektedir. Bölgede kurulacak

bir Kürt devleti, Ermenistan açısından ittifak yapılabilecek bir unsur olarak

belirmektedir ve bu kapsamda Kürt devletinin kurulması desteklenmektedir. Kürt

nüfusunun bir kısmının Hıristiyan oluşu Ermenistan’ı daha da istekli kılan bir diğer

unsurdur.

Karabağ sorununun çözümüne ilişkin olarak AĞİT-Minsk Grubunun yaptığı plan

çerçevesinde Karabağ’da ortak bir devletin kurulması öngörülmüş ve iki tarafta bu

düşünceye sıcak bakmıştı ancak bu sıralarda Ermenistan’da meclis baskını ve

Karabağ Cumhurbaşkanı’nın öldürülmesi ve Azerbaycan’da bazı bakanların istifası

ile süreç tıkanmıştır. Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Demirel’in “Kafkas İstikrar Paktı”

girişiminin bölgede uzlaştırıcı bir etkisi olduğu belirtilmektedir. Bu harekete karşılık

Rusya “Kafkasya Forumu” toplanması önerisinde bulunmuştur. Tarihi İpek

Yolu’nun canlandırılması istekleri de bu girişimlerle şekillenmeye başlamıştır. Bu

36 Esil Şirin, The Nagorno-Karabakh Conflıct And The Armenıan Foreıgn Polıcy: 1988-2007, A Thesıs Submıtted To The Graduate School Of Socıal Scıences Of Mıddle East Technıcal Unıversıty, 2007, 18-21

37 Ömer Göksel İşyar, A.g.e. s. 276-279

Page 194: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

194

girişimlerden sonra da Ermeni Tehciri ve soykırım iddialarının arttığı ve barış

görüşmelerinin yavaşlatıldığı görülmektedir.38 Bu durum, istikrarsızlıklardan çıkar

sağlayan grupların varlığını ve grupların barış ve çözüm girişimlerini baltalamaya

çalıştıkları fikrini ortaya çıkarmaktadır.

Çözüm girişimlerinin bölgesel olması uluslararası aktörleri bölgede daha fazla etkin

olamayacakları düşüncesi ile rahatsız etmiş ve faaliyete geçmeye zorlamış olabilir.

Sorun beklide bölgesel olmaktan çok küresel boyutta ele alınmalıdır. Kafkasya ile

ilgili küresel güçlerin belirli bir konsensusa varmadıkları sürece barış girişimlerinin

neticeye ulaşmasının pek olası olmadığı düşüncesi akla gelmektedir. Bölgedeki çıkar

mücadelesinin tahmin edileninde ötesinde olduğu düşünülmektedir. Bölgedeki

sürekli bir istikrarsızlık müdahale imkanını da beraberinde getireceği için çatışmalar

sıcak tutulmaya çalışılmaktadır.

Türkiye ile Ermenistan çeşitli platformlarda bir araya gelerek birtakım adımlar

atmaya çalışmış fakat çabalar hiçbir neticeye ulaşmamıştır. Türkiye ile Ermenistan

arasında ilişkilerin düzelmesi için son dönemde atılan en önemli adımlardan biri,

Mart 2000’de resmi bir niteliği olmayan “Türk-Ermeni Uzlaştırma Komisyonu’nun”

meydana getirilmesidir. 9 Temmuz 2001’de Cenevre’de yapılan toplantı sonucunda

“Türk-Ermeni Barış Komisyonu”nun kurulduğu açıklanmıştır.39 Bu komisyon,

Türkiye ve Ermenistan arasındaki sorunları konuşmak, karşılıklı diyalog ve işbirliği

imkanlarını geliştirmeyi amaçlamakta idi. Siyaset üstü bir platform olarak algılanan

bu girişim, siyasilerin karşılıklı demeçleri neticesinde ilişkileri geliştirmede etkili

olamamıştır. Bu girişimin etkili olamamasının en önemli nedenlerinden biride

Ermeni diasporasının ilişkilerin yumuşamasına karşı takındığı tavırdır.

Ermeni diasporası, Ermenistan’ın bağımsızlığının öncesi ve sonrasında önemli maddi

ve politik bir destek kaynağıdır. Ama aynı zamanda diasporadaki aşırı milliyetçi

Ermeniler Ermenistan’a büyük zarar vermişlerdir. Yurtdışında aşırı derecede politize

olmuş Ermeniler sanki Sovyetlerdeki Ermenilerden daha fazla haklara sahipmiş gibi

38 Ömer Göksel İşyar, A.g.e. s. 282-283 39 Ali Faik Demir, A.g.e. s. 117

Page 195: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

195

Ermenistan’a gelmiş ve önemli pozisyonlar almışlardır. Bu kitle, Karabağ olaylarının

ağırlaşmasına neden oldukları gibi Türkiye ile ilişkilerin gerilmesinin de en önemli

sebepleridir. Diasporanın etkisi ile Ermenistan dış politikada yalnızlaşmaya başlamış

ve Rusya’nın etki alanına girmek zorunda kalmıştır.40 Ermenistan, diaspora etkisi

altında yürüttüğü dış politika sonucu ekonomik açıdan da zor duruma düşmüş ve

büyük oranda göç vermeye başlamıştır. Bu durum Ermenistan’ı değil ama diasporayı

güçlendirmiştir. Göç ve doğum oranının düşük olması Ermenistan için en büyük

tehlikelerden bir haline gelmektedir. Diaspora bilerek ya da bilmeyerek Ermenistan’ı

yok etmektedir. Bir gün Ermenistan’da Ermenilerin azınlık konumunda

kalabilecekleri bile düşünülebilir.

Ermenistan bağımsızlık sürecinde kısa bir süre Rusya karşıtı politika izlemiş, daha

sonra özellikle ekonomik ve askeri açıdan desteğe ihtiyaç duyması nedeniyle Rusya

ile ilişkilerine önem vermiştir. Ermenistan siyasi elitine Ermenistan’ın, Rusya’nın

desteği olmadan varlığına devam edemeyeceği görüşü hakimdir. Ermenilerin bu

görüşü benimsemelerindeki en önemli etkenler; bağımsızlık sonrası ciddi ekonomik

sorunlarla karşılaşılması, Karabağ Savaşı’na başlanması, Türkiye’ye yönelik toprak

iddiasında bulunmaları ve sözde Ermeni Soykırım iddiaları ve komşu devletlerin

toprakları hesabına genişleme politikaları ile açıklanabilir.41 Ayrıca tarihsel olarak da

Ermenistan’ın Rusya açısında ayrıcalıklı bir öneme sahip olduğunu da söyleyebiliriz.

Rusya bu konuda Ermenistan’ın komşuları ile çatışmasından faydalanmak istemekte

ve Ermenistan’ın güvenliği konusunda gerekli olduğunu düşündürerek

Ermenistan’da üs bulundurmak maksatlı antlaşmalar yapmaktadır. Rusya’nın bu

stratejisinin temelinde Ermenistan’ın güvenliği değil bölgede başka güçlerin

bulunması istememesi yatmaktadır, zira bağımsızlılarını kazanan Azerbaycan ve

Gürcistan, Batı ile yakın temasta bulunmuşlardır.

Rusya’nın bölgesel çıkarlarını göz önüne alacak olursak, Ermeniler ile Türkler

arasındaki anlaşmazlığın Ruslar tarafından çıkarıldığına inananlar da

40 Paul Henze, “Türkiye ve Ermenistan: Eski Sorunlar Yeni Beklentiler”, Avrasya Etüdleri, Cilt 3, Sayı 1, 1996, s. 46 41 Fırat Karabayram, A.g.e. s. 292

Page 196: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

196

bulunmaktadır. Zira Ermeniler ile Türkler arasında işbirliği her iki ülke çıkarına da

hizmet etmektedir. Ermenistan, Türkiye’ye karşı yıkıcı faaliyetler için bir merkez

olarak hareket etmediği sürece, ülkelerin birbirlerinden çekinmeleri için hiçbir neden

yoktur. Türkiye’nin ekonomisi daha büyük, Avrupa ve Dünya ile entegre olmuş

durumdadır. Dolayısıyla Ermenistan ile sınırların açılması özellikle Ermenistan

açısından faydalı olacaktır. Bağımsızlıktan bu yana işsizlikten dolayı Ermenistan’ı

terk eden 700 bin Ermeni’nin çoğu Rusya’ya gitmiştir.42 Ermenistan’ın kalkınması

için bu nüfusa ihtiyaç vardı. Rusya’da aslında bu kadar Ermeni’nin topraklarına

gelmesinden memnun değildir, zira bu nüfusun tamamı iş bulmak için Rusya’ya

gitmiştir ve Rusya’da işsizliğin artmasına da katkı sağladıkları düşünülmektedir.

İlişkilerde Yumuşama Dönemi ve Protokollerin İmzalanması

Türkiye, 2000’li yılların başlarından itibaren Karabağ konusunda iki tarafın da

kazanacağı projeler üzerinde durmuştur. Ancak ilk adım Ermenistan’dan

beklenmektedir, zira Azerbaycan topraklarının bir kısmı Ermeni işgali altındadır. Bu

nedenle Türkiye işgalin sona erdirilmesini ilişkilerin geliştirilmesi için bir ön koşul

olarak sunmaktadır.

Türkiye, Kafkaslarda istikrar ortamının kurulmasını istemekte ve bu nedenle kendi

stratejisine uygun hareket eden NATO ve AB’nin iyi komşuluk politikalarını

desteklemektedir. NATO, AB ve Türkiye’nin düşüncesi, sorunlarını kendi aralarında

çözüme kavuşturamamış Kafkasya ülkelerine dış destek verilerek çözüme

gidilmesidir. Türkiye sorunun çözümüne yönelik olarak diyalog yolunu

kapatmamak, zirveler ya da ikili görüşmelerle tarafları birbirine yaklaştırmak ve

çözüme odaklanılmasını sağlamak şeklinde bir misyona sahiptir.43

Türkiye, Ermenistan ile ilişkilerini geliştirip sorunlarını çözmeyi istemekte ve son

dönemlerde bunun için ciddi girişimlerde bulunmaktadır, bu girişimlerin en önemli

nedenlerinden birisi de AB’nin Karabağ sorununa ve Ermeni soykırımı iddialarına

42 Paul Henze, A.g.e. s. 50-51 43 Ömer Göksel İşyar, A.g.e. s. 299

Page 197: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

197

giderek daha fazla ilgi duymasıdır. Türkiye, AB üyeliği sürecinde önüne bir Ermeni

meselesinin gelmesini istememektedir. Zira Ermeni soykırımı birçok Avrupa ülkesi

parlamentosunda kabul edilmiştir. Türkiye bu kabul edilişlerin ardından gelebilecek

olan AB kararları ve yaptırımlardan çekinmektedir. Aynı zamanda ABD, Rusya,

Fransa gibi ciddi ilişkilerinin olduğu ülkelerde tanımanın ardından gelebilecek

talepler Türkiye’yi bu konuda hızlı hareket etmeye zorlamaktadır. Özellikle ABD’de

Ermeni nüfusunun fazla olmasına bağlı olarak diasporanın bu ülkede etkin olması

iki müttefik ülke arasındaki ilişkileri olumsuz yönde etkilemektedir.44 Ermenilerin

1915 olaylarının yüzüncü yılını anacakları ve etkinliklerini artıracakları 2015 yılı

gelmeden Türkiye sorunu çözme niyetindedir.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 2008 yılı Eylül ayında milli maç nedeniyle

Ermenistan’a yaptığı ziyaretten sonra Türkiye-Ermenistan arasında normal ilişkiler

kurulması için başlayan ve iki ülke dışişleri bakanları toplantıları ile devam eden

süreçte yumuşama yaşandığı söylenebilir. Basın organlarına verilen karşılıklı

demeçlerde gelinen noktanın memnuniyet verici olduğu belirtilmektedir. Burada

Ermenilerin üzerinde durdukları iki önemli nokta bulunmaktadır; birisi Türk

tarafının görüşmelere Karabağ önkoşulu olmadan başlaması, diğeri soykırım

iddialarıdır. Ermenistan görüşmelere başlamak ile soykırım iddialarından vazgeçmiş

olmadıklarının altını özellikle çizmektedir. Buna karşın Türkiye; mevcut sınırların

tanınması, soykırım iddiaları için bir komisyonun kurulması, sınırın açılmasının

Karabağ işgalinin sonlandırılmasına bağlanmasını öngörmektedir.45

22 Nisan 2009 tarihinde Türkiye, Ermenistan ve İsviçre Dışişleri Bakanlıkları ortak

bir açıklama yaptılar. “Türkiye ve Ermenistan, İsviçre arabuluculuğunda ikili

ilişkileri iyi komşuluk ve karşılıklı saygı çerçevesinde normalleştirmek, geliştirmek

ve bu suretle tüm bölgede barış, güvenlik ve istikrarı ileri götürmek amacıyla yoğun

çaba göstermektedir. İki taraf, bu süreçte somut ilerleme ve karşılıklı anlayış

sağlamış ve ikili ilişkilerinin tarafları tatmin edecek şekilde normalleşmesi için

44 Abdullah Gül, “Turkey:Vital Ally in the Cause of Long-Term Stability”, American Foreign Policy Interests, V. 29, 2007, 175-181 45 Ömer Engin Lütem, “Facts and Comments”, Review of Armenian Studies, No: 19-20, 2009, s. 7-9

Page 198: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

198

kapsamlı bir çerçeve üzerinde mutabık kalmışlardır. Bu çerçevede, bir yol haritası

belirlenmiştir. Üzerinde mutabık kalınan bu durum, devam eden süreç içinde olumlu

bir perspektif sağlamaktadır.”46

Bu açıklamanın 24 Nisan’a iki gün kala yapılmış olması ABD Başkanı Obama’yı

soykırım sözcüğünü kullanmaması konusunda rahatlatıcı bir etkisi olmuştur.

Amerika’nın da baskıları ile oluşan bu bildirinin başlıca amacının Amerikan

Başkanının işini kolaylaştırmak olduğu anlaşılmaktadır. Açıklamanın en önemli

noktası ilişkilerin normalleşmesi için yoğun çaba içinde olunduğunun ifade

edilmesidir. Bu amaçla kapsamlı bir çerçeve üzerinde mutabık kalınmış ve yol

haritası çizilmiştir. Ancak çerçevenin içinde neler olduğu ve yol haritasının hangi

duraklardan geçtiği hakkında bilgi verilmemiştir. Gizlilik, bu tarihlerde iki ülke

arasında önemli konularda hala mutabakat olmadığını düşündürmektedir. 47

İsviçre’nin arabuluculuğunda yaklaşık beş aydır yürütülen görüşmeler sonucunda 31

Ağustos 2009 tarihinde Türkiye ve Ermenistan arasında parafe edilen protokoller ile

iki ülke ilişkileri yeni bir boyut kazanmıştır. Protokollerin içeriği konusunda ise bilgi

verilmemiştir. Paraf süreci ile imza süreci arasındaki zaman yetkililere protokolleri

kendi içerisinde analiz etme imkanı sağlamıştır. Parafların atılmasından yaklaşık kırk

gün sonra iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesini ve diplomatik ilişki

kurulmasını sağlayacak iki adet Protokol, İsviçre’nin Zürih kentinde Türk Dışişleri

Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Ermenistan Dışişleri Bakanı Eduard Nalbantyan

tarafından 10 Ekim 2009 tarihinde imzalanmıştır. İmza töreninde ABD, Rusya, Fransa

Dışişleri bakanları ve AB Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi de hazır

bulunmuşlardır.48

46 Ömer Engin Lütem, s. 13’den Naklen; “Joint statement of The Ministries of Foreign Affairs of The Republic of Turkey and Republic of Armenia and The Swiss Federal Department of Foreign Affairs”, No: 56, April 22, 2009, http://www.mfa.gov.tr/no_-56_-22-nisan-2009_-turkiye-eremnistan-iliskileri-hk_.tr.mfa 47 Ömer Engin Lütem, A.g.e. s. 14 48 Esat Arslan, “Temel Dayanaktan Yoksun; Ermeni Protokolleri”, 2023, Sayı 102, Ekim 2009, s. 34-35

Page 199: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

199

Protokol Metni 1

Türkiye Cumhuriyeti ve Ermenistan Cumhuriyeti,

Aynı gün imzalanan İlişkilerin Geliştirilmesine Dair Protokolde öngörüldüğü şekilde,

halklarının yararına hizmet etmek amacıyla iyi komşuluk ilişkileri tesis etmeyi, siyasi,

ekonomik, kültürel ve diğer alanlarda ikili ilişkileri geliştirmeyi arzulayarak,

Birleşmiş Milletler Şartı, Helsinki Nihai Senedi, Yeni Avrupa için Paris Şartı

çerçevesindeki yükümlülüklerine atıfta bulunarak,

İkili ve uluslararası ilişkilerinde, eşitlik, egemenlik, diğer ülkelerin iç işlerine müdahale

etmeme, toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı ilkelerine saygılı olacakları ve

bu ilkelere saygı gösterilmesini sağlayacakları yönündeki taahhütlerini teyit ederek,

İki ülke arasında güven ve itimat ortamı oluşturulmasının ve bunun muhafaza

edilmesinin, tüm bölgede barışın, güvenliğin ve istikrarın kuvvetlenmesine katkıda

bulunacağını, güç kullanımından ya da güç kullanma tehdidinden imtina etme,

anlaşmazlıkların barışçı yollardan çözümü, insan haklarının ve temel özgürlüklerin

korunmasının önemini akılda tutarak,

İki ülke arasındaki mevcut sınırın uluslararası hukukun ilgili antlaşmalarında tarif

edildiği şekliyle karşılıklı olarak tanındığını teyit ederek,

Ortak sınırın açılması hususunda aldıkları kararı vurgulayarak,

İyi komşuluk ilişkileri anlayışıyla bağdaşmayacak herhangi bir siyaset izlemeyeceklerine

dair taahhütlerini yineleyerek,

Hangi nedenle olursa olsun terörizmin tüm biçimlerini, şiddeti ve aşırıcılığı kınayarak,

bu tür eylemlerin teşvikinden veya müsamaha görmesinden kaçınılacağını ve bunlara

karşı mücadelede işbirliğine gidileceğini taahhüt ederek,

Ortak çıkarlar ve iyi niyet zemininde, barış, karşılıklı anlayış ve uyum hedefleri

doğrultusunda ilişkileri için yeni bir model geliştirme ve istikamet belirleme iradelerini

teyit ederek,

Page 200: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

200

1961 tarihli Diplomatik İlişkilere Dair Viyana Sözleşmesi uyarınca bu Protokolün

yürürlüğe girdiği tarihten itibaren diplomatik ilişki kurulması ve karşılıklı olarak

diplomatik temsilcilik açılması hususunda anlaşmışlardır.

Bu Protokol ve Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti arasında ilişkilerin

geliştirilmesine dair protokol aynı gün ve esasen onay belgelerinin değişimini takip eden

ilk ayın ilk günü yürürlüğe girecektir.

10 Ekim 2009 günü Zürih’te Türkçe, Ermenice ve İngilizce dillerinde her biri

orjinelolarak ikişer nüsha olarak hazırlanmıştır. Yorum farklılığı olması halinde

İngilizce metin esas alınacaktır.

Protokol Metni 2

Türkiye Cumhuriyeti ve Ermenistan Cumhuriyeti,

Aynı gün imzalanan Türkiye Cumhuriyeti ve Ermenistan Cumhuriyeti arasında

tıklayın Diplomatik İlişkilerin Kurulması Protokolü rehberliğinde,

İkili ilişkilerini karşılıklı çıkarlara saygı ve güven temelinde geliştirme hedeflerini göz

önünde bulundurarak,

İkili ilişkilerini iki ülkenin ortak çıkarları temelinde, siyasi, ekonomik, enerji, ulaştırma,

bilimsel, teknik, kültürel ve diğer alanlarda geliştirmeye ve ilerletmeye kararlı olarak,

Uluslararası ve bölgesel örgütlerde işbirliğinin, iki ülke arasında özellikle BM, AGİT,

Avrupa Konseyi, Avrupa-Atlantik İşbirliği Konseyi ve KEİ kapsamında geliştirilmesine

destek vererek,

İki devletin, bölgede demokratik ve sürdürülebilir gelişmenin sağlanması, bölgesel

istikrar ve güvenin arttırılması için işbirliği yapmak yönündeki ortak amaçlarını

dikkate alarak,

Page 201: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

201

Bölgesel ve uluslararası uyuşmazlık ve çatışmaların uluslararası hukuk ilkeleri ve

normları temelinde barışçı şekilde çözümlenmesi hususundaki taahhütlerini

tekrarlayarak,

Terörizm, sınır aşan örgütlü suçlar, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı gibi bölgeye ve

dünya güvenliği ve istikrarına yönelik ortak güvenlik tehditleri konusunda uluslararası

toplumun eylemlerini güçlü şekilde desteklemeye hazır olduklarını yeniden

vurgulayarak,

1- Bu Protokolün yürürlüğe girmesinden itibaren 2 ay içerisinde ortak sınırın açılması

hususunda anlaşmışlardır,

2- Her iki ülkenin Dışişleri Bakanlıkları arasında düzenli siyasi istişare

gerçekleştirilmesi

İki halk arasında karşılıklı güven tesis edilmesi amacıyla, mevcut sorunların

tanımlanmasına ve tavsiyelerde bulunulmasına yönelik olarak, tarihsel kaynak ve

arşivlerin tarafsız bilimsel incelemesini de içerecek şekilde bir diyaloğun uygulamaya

konulması,

İki ülke arasında mevcut ulaştırma, iletişim, enerji altyapısı ve şebekelerinden en iyi

şekilde istifade edilmesi ve bu yönde tedbirler alınması;

İki ülke arasında işbirliğini güçlendirmek amacıyla ikili hukuki çerçevenin

geliştirilmesi;

İlgili kurumlar arasında ilişkilerin desteklenmesi ve uzman ve öğrenci değişimini teşvik

etmek yoluyla bilim ve eğitim alanlarında işbirliği yapılması ve iki tarafa ait kültürel

mirasın korunması ve ortak kültürel projelerin başlatılması amacıyla harekete geçilmesi;

İki ülkenin vatandaşlarına gerekli yardımı ve korumayı sağlayabilmek için 1963 tarihli

Konsolosluk İlişkilerine dair Viyana Sözleşmesi uyarınca konsolosluk alanında işbirliği

tesis edilmesi;

İki ülke arasında ticaret, turizm ve ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi amacıyla somut

tedbirler alınması;

Page 202: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

202

Çevre konularına ilişkin diyalog kurulması ve işbirliğinin güçlendirilmesi,

hususlarında anlaşmışlardır.

3- Bu Protokol'ün 2. işlem paragrafında ifade edilen yükümlülüklerin hızlı bir şekilde

uygulanmasını teminen, ayrı alt komisyonları da kapsayan Hükümetlerarası bir ikili

komisyonun kurulması hususunda anlaşmışlardır. Hükümetlerarası komisyonun ve alt

komisyonlarının çalışma kurallarını hazırlamak üzere işbu protokolün yürürlüğe

girmesini izleyen günden 2 ay sonra iki Dışişleri Bakanı başkanlığında bir çalışma

grubu oluşturulacaktır. Bu çalışma kuralları, işbu protokolün yürürlüğe girmesini

izleyen 3 ay içerisinde Bakanlar seviyesinde onaylanacaktır. Hükümetlerarası komisyon,

anılan çalışma kurallarının kabul edilmesinin hemen ardından ilk toplantısını

gerçekleştirecektir. Alt komisyonlar bu andan itibaren en geç 1 ay içerisinde

çalışmalarına başlayacak ve görevlerini tamamlayana dek ara vermeden çalışacaklardır.

Uygun olması halinde alt-komisyonlara uluslararası uzmanlar da katılacaktır.

İş bu protokolün uygulanmasına ilişkin ve iki tarafın üzerinde mutabakata vardıkları

zaman çizelgesi ve unsurlar bu protokolün ayrılmaz parçası olan ekli belgede

zikredilmektedir.

Bu Protokol ve Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti arasında ilişkilerin

geliştirilmesine dair protokol aynı gün ve esasen onay belgelerinin değişimini takip eden

ilk ayın ilk günü yürürlüğe girecektir.

10 Ekim 2009 günü Zürih’te Türkçe, Ermenice ve İngilizce dillerinde her biri

orjinelolarak ikişer nüsha olarak hazırlanmıştır. Yorum farklılığı olması halinde

İngilizce metin esas alınacaktır.

Protokol Ek Belgesi

Atılacak Adımlar

1. Ortak sınırın açılması: Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti arasında

İkili İlişkilerin Geliştirilmesi Protokolünün yürürlüğe girmesinden sonra iki aylık bir

süre içinde

Page 203: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

203

2. İki Dışişleri Bakanının başkanlığında, hükümetlerarası komisyonun ve alt

komisyonlarının çalışma kurallarını hazırlamak üzere bir çalışma grubunun

oluşturulması: Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti arasında İkili

İlişkilerin Geliştirilmesi Protokolünün yürürlüğe girmesini izleyen günden 2 ay sonra

3. Hükümetlerarası komisyonun ve alt komisyonlarının çalışma kurallarının Bakanlar

düzeyinde onaylanması: Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti arasında

İkili İlişkilerin Geliştirilmesi Protokolünün yürürlüğe girmesinden sonra 3 aylık bir

süre içinde

4. Hükümetlerarası komisyonun ilk toplantısının düzenlenmesi: Hükümetlerarası

komisyonun ve alt komisyonlarının çalışma kurallarının Bakanlar düzeyinde

onaylanmasından hemen sonra

5. Aşağıdaki alt komisyonların çalışmaya başlamaları:

-siyasi istişare alt komisyonu;

-ulaştırma, iletişim ve enerji altyapı ve şebekeleri alt komisyonu;

-hukuki konulara ilişkin alt komisyon;

-bilim ve eğitim alt komisyonu;

-ticaret, turizm ve ekonomik işbirliği alt komisyonu;

-çevre sorunlarına ilişkin alt komisyon; ve

- iki halk arasında karşılıklı güven tesis edilmesi amacıyla, mevcut sorunların

tanımlanmasına ve tavsiyelerde bulunulmasına yönelik olarak, tarihsel kaynak ve

arşivlerin tarafsız bilimsel incelenmesini de içerecek şekilde bir diyaloğun uygulamaya

konulması için ve Türk, Ermeni ve aynı zamanda İsviçreli diğer uluslararası

uzmanların da yer alacakları tarihsel boyuta ilişkin alt komisyon: Hükümetlerarası

komisyonun ilk toplantısından en geç bir ay sonra.49

49 www.mfa.gov.tr/turkiye-ermenistan-siyasi-iliskileri.tr.mfa

Page 204: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

204

Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesini için bir çerçeve olan

protokoller, Türkiye’nin komşular ile sıfır politika anlayışının bir ürünü olarak

görülmektedir.50 Planlı ve iyi niyetli olarak atıldığı düşünülen bu girişimin sonuca

ulaşacağı ikili ilişkileri büyük oranda düzeltileceği hesap edilmekte idi.

Zira birinci protokolün 2 ve 3. paragraflarında uluslararası hukuk kapsamında

ülkelerin egemenlik hakları, toprak bütünlüğü gibi konularda atıfta bulunulmuştur.

Burada Türkiye ve Azerbaycan’ın toprak bütünlüklerinin de üstü örtülü olarak

tanındığı varsayılmaktadır. Benzer bir durum 4. paragraf içindeki ifadeler içinde ele

alınabilir, zira ilgili bölümde yer alan güç kullanımından imtina etme

anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözümü, insan haklarının ve temel özgürlüklerin

korunmasında kararlı olma ilkeleri, tarafların zımnen de olsa kabul ettiği mevcut

sınırların tanınması hususunu güçlendirmektedir. 5. paragrafta yer alan

düzenlemelerde ise Türkiye ve Ermenistan aralarındaki mevcut sınırın uluslararası

hukukun ilgili anlaşmalarında tarif edildiği şekliyle karşılıklı olarak tanındığı

belirtilmiştir. Metinden de anlaşıldığı üzere, bu düzenleme ile taraflar yukarıda

yorumladığımız protokolün önceki paragraflarına oranla daha açık bir biçimde

mevcut sınırları tanıdıklarını beyan etmiştir. Ancak, yine de metinde, 1921 tarihli

Kars Anlaşması’nın ismen belirtilmemiş olması bir soyutluk oluşturmaktadır.51

Protokollerin 6. paragrafında ise sınır kapısının açılması öngörülmektedir. Bu durum

kuşkusuz Ermenistan’ın yararına olan bir gelişmedir. 7,8 ve 9. Paragraflarda ise iyi

komşuluk ilkesine vurgu yapılmaktadır. 10. Paragrafta da diplomatik ilişkilerin

kurulması öngörülmektedir.

İkinci protokol ve eki genel itibariyle birinci protokolde yer alan hükümleri açıklayıcı

ve sürecin işleyişini belirten bir özellik taşımaktadır. Burada, protokollerin iki ülke

meclisinde onaylanmasını takip eden iki ay içerisinde sınırın açılması

50 Barış Özdal, “Türkiye-Ermenistan Diyaloğu: Uzun Bir Sürecin Başlangıcı Mı?”, Ortadoğu Analiz, Cilt 1, Sayı 10, Ekim 2009, s. 72 51 Barış Özdal, A.g.e. s. 73

Page 205: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

205

öngörülmektedir. Protokolün geri kalanında ise ikili ilişkilerini iki ülkenin ortak

çıkarları temelinde, siyasi, ekonomik, enerji, ulaştırma, bilimsel, teknik, kültürel ve

diğer alanlarda geliştirmeye ve ilerletmeye yönelik fikir birliği olduğu

vurgulanmaktadır. Ayrıca iki ülke arasında bir komisyon kurulması ve karşılıklı

iddiaların burada tartışılması öngörülmektedir.

Protokoller hem Türkiye hem de Ermenistan açısından önemli sonuçlar içermekte

idi. Diplomatik ilişkilerin kurulması, sınırların tanınması, komisyonun kuruması ve

sınırın açılması iki ülke ve aynı zamanda bölge sorunlarının aşılmasında önemli bir

adım olarak görülmekte idi. Protokoller ile her iki ülke bölgesel ve uluslararası

uyuşmazlık ve çatışmaların uluslararası hukuk ilkeleri ve normları temelinde barışçı

şekilde çözümlenmesi hususundaki taahhütlerini tekrarlamışlardır. Metinde açıkça

geçmese bile Karabağ sorununun çözümünde uluslararası hukuk ilkelerinin kabul

edileceğinin sinyalinin verilmesi önemli bir gelişmedir. Ayrıca komisyonda soykırım

iddialarının tartışılacak olması da Ermeniler tarafından tartışılması sürekli

engellenen bu konunun Türkiye tarafından çözüme kavuşturulmasında önemli bir

adım olarak görülmektedir.52

İkili ilişkilerin başlaması ile her iki ülkede de sertlik taraftarları ile ılımlılar birbiriyle

çatışıyor. Muhalefetteki sertlik yanlıları şimdiye kadar yapılanların boşa gideceğini

savunuyorlar. Özellikle Ermeni diasporası yurt dışında bu güne kadar yapılmış ve

daha da yapılması planlanan girişimlerin sekteye uğrayacağını düşünmektedir.

Muhalefet yapılan açılımları ise taviz vermek veya yenilgi olarak algılıyor. Ancak

statükonun devamı politik, ekonomik ve demografik sorunlarda artışa yol açıyor,

kaynakları tüketiyor veya boşa harcatıyor. Her iki ülke kamuoylarındaki

bölünmüşlük, kafa karışıklığı ve şiddetli muhalefet hükümetler açısından hayati bir

siyasal risk anlamına geliyor.53

52 Bülent Aras, Fatih Özbay, “Türkiye ve Ermenistan Statüko ve Normalleşme Arasında Kafkasya Siyaseti”, SETA Analiz, Sayı 12, Ekim 2009, s. 4-5 53 Bülent Aras, Fatih Özbay, A.g.e. s. 6

Page 206: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

206

İhtilaflı durumlarda tarafların birbirlerine yüzlerini dönebilmeleri önemli bir

evrimsel süreci gerektirir. Kemikleşmiş sorunlar karşısında adım atabilmek yıllar

sürebilir. Her şeyden önce her iki tarafın birlikte yapılacak açılımlara ön ayak

olabilecek davranış biçimlerini sergileyebilmeleri gerekir. Özellikle halkları birbirine

düşman olmuş tarafların hem iç hem de dış çevreleri memnun edebilmeleri oldukça

zor bir durumdur. Sorunun çözümü iki tarafın davranışları ya da kararlılığı iken

üçüncü etkenlerin dayatmaları yada çözüm sürecinde bulunmak istemeleri bir başka

engeli beraberinde getirebilir. Bu tür dış müdahaleye açık durumlar küresel güçlerin

sorunu istismar etmelerine olanak sağlamaktadır.54

Obama’nın ABD Başkanı olmasından hemen sonra Dışişleri Bakanı Hilary Clinton’u

Ankara’ya göndermesi, arkasından kendisinin Ankara ziyareti ve TBMM’de

konuşması Ermeni Meselesi konusunda Türk tarafına bir baskı olarak algılanabilir.

Obama, Senatör iken 2008 yılında konu ile ilgili düşüncelerini dile getirmiştir. “Ben

Türkiye ve Azerbaycan engellemelerini sona erdirmek için Ermenistan’ın güvenliğini

geliştireceğim. Ben bir ABD Senatörü olarak Ermeni soykırımının Türkiye tarafından

tanınması için Ermeni kökenli Amerikalılarla aynı saftayım. Tarihi gerçekleri

saptıran diplomatlara başvuran bir resmi diplomasi mümkün olmayan bir

diplomasidir. Ermeni soykırım yasa tasarısının ABD meclislerinden geçmesini

destekliyorum. Başkan olmam durumunda Ermenilere karşı Osmanlı yetkilileri

tarafından kullanılan yer değiştirme, açlıktan öldürme, toplu kıyım ve Ermeni

soykırımını tanıyacağım.”55

Obama, TBMM’deki konuşmasında Ermeni meselesi konusundaki görüşlerinin

değişmediğini ancak bir açılım yapılması durumunda soykırım ifadesini

kullanmayacağını belirtmiştir. Ankara bu gelişmeler üzerine İsviçre’nin

arabuluculuğu ile Nisan 2009’da bir yol haritasını kabul etmek zorunda kalmıştır.

Hazırlıklı olunmadığı ve dayatmaların sindirilemediği için de içeriği açıklanamayan

yol haritası gereği iki ülke arasında bir protokolün imzalanması ve protokol gereği

54 Esat Arslan, A.g.e. s. 34-36 55 Esat Arslan, A.g.e. s. 37

Page 207: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

207

de sınırların açılması planlanmış, 31 Ağustos tarihinde kamuoyuna duyurulan ve

protokollerin arkasına eklenen yol haritası ile gelişmeler bir takvime bağlanmaya

çalışılmıştır.56 Ancak protokollerin hayata geçirilebilmesi için iki ülke meclislerince

onaylanması gerekmektedir. Burada yeni bir süreç devreye girmektedir, artık top

ülkelerin iç politikalarına atılmıştır ki Ermeni diasporası ve iki ülkedeki muhalif

kanatlar güçlerini hissettirmeye başlamıştır.

Türkiye, protokolleri imzaladıktan sonra TBMM’ye onaylanmak için göndermiştir.

Ancak gerek Başbakan Erdoğan’ın, Protokollerin TBMM’de onaylanması için

Karabağ şartını masaya koyması, gerek Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “Türkiye ile

Ermenistan arasında tam bir normalleşme öngörülüyorsa, Ermenistan-Azerbaycan

arasında da normalleşme gerçekleşmeli” sözleriyle Karabağ sorununa işaret etmesi,

protokollerin onayı sürecinde bir ilerleme yaşanmamasının nedenidir. CHP ve

MHP’nin de protokollerin imzalanmasında Azerbaycan şartını ortaya koymaları

mecliste bu konuda bir fikir birliğinin olduğunu ortaya koymuştur.57

Ermenistan’da ise süreç hukuki olarak daha farklı işlemiştir. Protokollerin Ermeni

Meclisinde onaylanması için Ermenistan Anayasası’nın Protokolleri incelemesi ve

Ermenistan Anayasası’na uygun olup olmadığını belirlemesi gerekmektedir.

Ermenistan Anayasa Mahkemesi, Protokolleri 12 Ocak’ta incelemiş, onaylamış ve o

tarihten itibaren protokoller mecliste beklemektedir. Ancak Anayasa Mahkemesi,

gerekçeli kararında Protokolleri iki taraflı anlaşma olarak kabul etmiş ve Karabağ

konusunu devre dışı bırakmıştır. Mahkeme sınır konusunda ise sadece Ermenistan’ın

yaptığı anlaşmaları kabul ederek şuan ki sınır belirleyen eski anlaşmaların geçerli

olmadığına vurgu yapmış, Ermenistan’ın sadece sınır kontrol noktaları için gerekli

düzenlemeler yapabileceğini belirtmiştir. Yani sınırlar kabul edilmemiş ancak sınır

kapısının açılması onaylanmıştır. Bu kararlar, Türkiye’nin sert tepkisi ile

karşılaşmaktadır. Karar, anlaşmanın lafzına ve ruhuna aykırı kabul edilmiş ve kabul

56 Esat Arslan, A.g.e. s. 37 57 Bahar Bakır, “Sözde Soykırım Tasarısı ve Ermeni Protokolleri Arasında Sıkışmış Türkiye: Ankara bu İkilemden Nasıl Çıkacak?”, 21. Yüzyıl, Sayı 16, Nisan 2010, s. 30

Page 208: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

208

edilemez olarak nitelendirilmiştir.58 Bu noktadan sonra protokoller çıkmaza girmiş,

Türkiye, Ermenistan’ı protokollere ters düşen kararlar almakla suçlamıştır.

Ermenistan ise Türkiye’nin bu kararı gerekçe göstererek süreci dondurmak istediğini

belirtmiştir. Ermenistan, Protokolleri onaylamak için Türkiye’nin onayını ön şart

olarak ortaya koymaktadır. Bu noktadan itibaren Ermenistan ve diaspora Ermeni

soykırım iddialarının ABD ve diğer ülke meclislerinde onaylanması girişimlerine

kaldığı yerden devam etmiştir. Türkiye’nin Protokoller aracılığı ile ilişkilerin

yumuşatılması ümidi de ötelenmiş durumdadır.

İlişkilerin Geleceğine Dair Realist Bir Değerlendirme

Diaspora ve Ermenistan Devleti kendilerini hala Türkiye ile savaş halinde

görmektedir. Ermenistan bugün resmen Türkiye’nin sınırlarını tanımıyor ve Türkiye

toprakları üzerinde hak talep ettiğini anayasasına yazıyor. Ağrı Dağı’nı simge olarak

kullanıp, Türkiye’nin bazı vilayetlerini batı Ermenistan olarak görmektedirler.

Ermenistan Türkiye ile savaşında tarih boyunca devrin güçlü ülkelerini arkasına

almayı hedeflemiştir. Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra diaspora aracılığı ile

ABD kullanılmaya çalışılmaktadır. Türkiye’nin karşısında intikam duygusu ile

düşmanlık besleyen bir Ermenistan bulunmaktadır. Ermenistan ve diaspora Türk

milletine karşı kini bir din olarak görmektedir. Böyle bir anlayışa sahip ülke ile dış

baskılar sonucu protokol imzalamanın sorunun çözülmesi imkânsız

görünmektedir.59

Ermenistan, Azerbaycan topraklarının %20’lik kısmını işgal altında

bulundurmaktadır. Bu işgalci tavrı Türkiye’nin sınırlarını kapatmasına neden

olmuştur. Türkiye, işgali bitir, soykırım iddialarına son ver, sınırları tanı sonra

kapıları açalım diyordu. Fakat Türkiye birden bire ön şartsız protokolleri imzaladı.

Ermenistan ise soykırım iddialarına devam etti. Protokollere herkes farklı anlamlar

yükledi ve her iki tarafta kendi dış politikasına göre protokolleri makul bir yere

oturtmaya çalıştı. Ayrıca protokollerdeki maddeleri Ermenistan farklı yorumlayarak

58 Bahar Bakır, A.g.e. s. 31 59 Özcan Yeniçeri, “Ermenilerin Soykırım Savaşı ve Türkiye”, 2023, Sayı 107, Mart 2010, s. 10-11

Page 209: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

209

Karabağ ve soykırım ile ilişkilendirmemeye çalışmaktadır.60 Nihayet Ermenistan

Anayasa Mahkemesi de benzer bir karar ile protokollerin kabulünün mevcut Ermeni

dış politikasına etkisinin olmayacağını belirtmiştir.

Ermenilerin saldırgan tutumlarına karşı, Türkiye sorunun çözümünde daha istekli

davranan taraf olmaya devam etmektedir. Davutoğlu’na göre, tek yönlü ve tek

eksenli bir iç siyasal kültür ve buna bağlı bir dış politika yapımının oluşması

Türkiye’nin çok yönlü tarihi birikimini yeterince değerlendirebilen ve farklı

senaryolara uyum gösterebilen bir siyası tavır sergilemesini engellemektedir. Her

türlü alternatife açık bir vizyondan stratejik belirleyicilikten ve taktik esneklikten

yoksun böylesi tek eksenli bir yaklaşım, uluslararası ilişkilerdeki eksen değişimlerini

zamanında fark edilmesine engel olmaktadır. Davutoğlu’na göre, Türkiye bölgesinde

stratejik konumunu kullanarak etkin ve uluslararası bir güç olmalıdır. Türkiye doğal

bir köprü konumu olduğunu hatırlamalı ve medeniyetler arasında işbirliğinin

gelişmesinde edilgen bir politika izlemelidir. Türkiye ya bu stratejik yönelişin

getireceği çetin güçlükleri göze alarak dinamik bir medeniyet ekseni oluşturma

çabasına girecektir ya da başkaları tarafından oluşturulmuş çevre unsurunun bir

parçası olacaktır.61

Türk dış politikası Davutoğlu ile vizyoner-teorik bir modeli benimsemiştir. Komşular

ile sıfır problem politikası da bu görüşün bir örneğidir. Ancak, dış politikada teorik

alt yapının varlığı başarıyı garanti etmemektedir. Hatta bazen teori problemlerin

kaynağı da olabilir. Davutoğlu’nun dış politikası vizyondan gelen teoriye bağlı bir

politikadır, bu teori etik vurgusu yüksek ve bazılarına göre de ümmetsel bir

politikadır. Kavramlar, modeller ve teoriler dünyanın karmaşıklığına bir parça şekil

vermek, onu anlaşılır kılmak için faydalı olabilir, ancak gerçeğin kendisi değillerdir.

Komşularla sıfır problem anlayışı, müzmin sorunları çözmek için çaba harcamaya

açık olmak olarak anlaşıldığında sorunlu değildir. Ama sıfır problem zorunlu bir

kural haline geldiğinde muhataplarımızda esas sorunlu taraf bizmişiz, biz

60 Özcan Yeniçeri, A.g.e. s. 11 61 Ahmet Davutoğlu, A.g.e. s.91-93

Page 210: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

210

inadımızdan, statükoculuğumuzdan vazgeçersek sorunlar çözülecek algısı

oluşturmakta ve bütün ödevleri bize vermektedir.62 Ermeni politikalarına karşı

mücadele de bu yaklaşım ve sorunların bir an önce çözülme isteğinin hasıl olması

Türk dış politikasında yanlış yapma riskini artırmaktadır.

Ermenistan, dört bir tarafı kara ile çevrili, denize kıyısı olmayan bir ülkedir. Türkiye

ve Azerbaycan’ın on yılı aşkın bir süredir uyguladığı ikili ekonomik kıskaç sonucu

ekonomisi çökmüştür. Nüfusu göç nedeniyle azalmış ve batı ile ilişkilerini

geliştirebilmesi için Türkiye’ye ihtiyacı artmıştır. Türkiye sınırlarını açmak ve çeşitli

kısıtlamaları tek yanlı kaldırmak suretiyle Ermeni ekonomisini kendine bağlamayı

deneyebilir. Tüm bunlara rağmen Ermeni soykırım iddiaları devam ederse Türkiye

tavrını gözden geçirme imkânına sahiptir. ABD, sınır kapısının açılmasının

Ermenistan’ın Rusya’ya bağımlılığının azalacağını düşünerek Türkiye’ye bu konuda

baskı yapmaktadır.63

Kasım 2003’teki Gürcistan krizi ve ardından gelen kadife devrimden sonra Rusya,

Güney Kafkasya’daki tek müttefiki olarak gördüğü Ermenistan ile çok yönlü bir

yakınlaşma içine girmiştir. Ermenistan ekonomik ve askeri açıdan Rusya’ya bir dizi

kolaylıklar sağlamıştır. Bugün Rusya, Ermenistan’ın en önemli ekonomik ve askeri

müttefiki konumundadır.64 Rusya bu bölgedeki askeri üslerini Azerbaycan ve

Gürcistan’a karşı bir baskı unsuru olarak kullanmakta ve Ermenistan’ı Türklere kaşı

koruduğu izlenimini vermektedir. Ermenistan, Türkiye ve Azerbaycan ile arasındaki

sorunları çözerse ABD açısından NATO’nun genişleme konseptine dahil olabilecek

bir ülke haline gelecektir. ABD’nin isteği de bu yöndedir, ancak Rusya bu durumu

arka bahçesine müdahale olarak algılayarak karşı çıkacaktır ki benzer durum diğer

Kafkas ülkeleri içinde geçerlidir. Bölgede güç dengelerinin bozulmaması için

Kafkasya’da istikrarsızlık Rusya’nın devamını istediği bir durumdur. Dolayısıyla,

Ermeni sorununun Rusya’nın talebi ve niyeti olmadan çözülmesini düşünmek

62 Şanlı Bahadır Koç, “Stratejik Dehlizlerde Derinlik Sarhoşluğu: Bir AKP Dış Politikası Eleştirisi”, 21. Yüzyıl, Sayı 19, Temmuz 2010, s. 8-9 63 Murat Metin Hakkı, Türkiye, Ortadoğu ve Avrasya’yı Neler Bekliyor, Ötüken Yayınları, 2007, s. 74-75 64 F. Stephen Larrabee, “Turkey’s New Geopolitics”, Survival, Vol. 52, No. 2, April-May 2010, 169-171

Page 211: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

211

gerçekçi değildir. Rusya’nın Protokollerin imzalanmasında hazır bulunması,

Rusya’nın sorunun çözümüne yönelik isteğini ortaya koyduğu şeklinde yanlış bir

kanıya kimse kapılmasın, zira Rusya’da protokollerin ABD iç politikasını

rahatlatmak amacıyla yapılan ve kadük bir girişim olduğunun bilincindedir. Ayrıca

Rusya, Ermeni iç politikasında da son derece güçlü bir konuma sahiptir. Burada

anlaşılması gereken beklide en önemli noktalardan birisi Kafkasya’da ve özelliklede

Ermenistan’ın taraf olduğu konularda Rusya’sız bir çözümün mümkün

olmayacağıdır. Ermenistan realist bir dış politika izlemekte ve bölgede güç dengesini

Rusya ile sağlayabileceğinin farkında olmaktadır. Bölge, tarihsel veriler de göze

alındığında uluslararası yapının anarşist bir örneği olarak karşımıza çıkmaktadır ki

böyle bir ortamda devletler hamlelerini ve ittifak ilişkilerini çok dikkatli

gerçekleştirmek zorundadırlar.

Türkiye açısından bölge ile ilişkilerde Rusya her zaman dikkate alınması gereken bir

ülkedir. Türkiye ile Rusya’nın bölgede güç mücadelesi içerisine girmesi iki devlet

açısından da olumlu sonuçlar doğurmayacaktır zira Rusya’nın Ermenistan üzerinde

önemli bir etkisi olmakla birlikte Türkiye’nin de Kuzey Kafkasya halkları ile organik

ve kültürel bağı bulunmaktadır.65

Rusya’nın Ermenistan üzerindeki etkisi Türkiye ile olan ilişkilerini olumsuz yönde

etkilediği gibi ABD ve AB ile entegrasyonunu da etkilemektedir. Bu nedenle

Ermenistan’ın Rusya’ya bağımlılığını kırması gerekir ki bunun da tek yolu Türkiye

ve Azerbaycan ile sorunlarını çözmesidir. Ermenistan bölgede kendi kendini

hapsetmiştir, bunda aşırı milliyetçi diasporanın da etkisi oldukça fazladır. Diaspora,

Ermenistan da yaşayan Ermenilerin sorunlarıyla değil diasporadaki Ermenilerin

benliklerini kaybetmemeleriyle ilgilenmektedir, bu noktada ortak bir tarih, ideal,

yaşanmış acılar ve bu acılara dayalı duygu sömürüsü ön plana çıkmaktadır. Ayrıca

diasporanın soykırım iddialarıyla kendini finanse ettiği de defalarca dile getirilmiştir.

Ermenistan’ın geçmişe saplantılı, dış müdahalelere açık ve saldırgan dış politikası

65 Ali Faik Demir, A.g.e. s. 309-310

Page 212: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

212

Ermenistan’ın geleceğini ipotek altına almaktadır, giderek nüfusu azalan Ermenistan

yakında sadece diasporadan ibaret bir Ermenistan haline gelecektir.

Türkiye ile Ermenistan ilişkilerinin düzeltilmesine yönelik futbol diplomasisi ile

başlayan ve protokoller ile devam eden süreçte, protokollerde yer almayan Karabağ

sorunu ve Azerbaycan-Ermenistan ilişkileri en önemli noktaların başında

gelmektedir, zira Türkiye protokollerin mecliste imzalanmasını Karabağ sorununun

çözümüne bağlamıştır. Ermenistan Anayasa Mahkemesi ise protokoller ile Karabağ

sorununu birbirinden ayırdığı gibi, protokollerin imzası sonrasında yaşanacak

değişimlere de karşı çıkmış, adeta kurnazlık yapıp sadece sınırın açılmasını uygun

görmüştür. Her iki ülke de protokollerin meclislerde imzalanmaması için adeta

bahaneler öne sürmüşlerdir, zaten protokollerin bu şartlarda yürürlüğe girmemesi

uluslararası kamuoyu tarafından da beklenen bir gelişme olarak görülmemekte idi

ve bu konuda ülkelere herhangi bir baskı da gelmemiştir.

Türkiye, protokollerin mecliste onaylanmasını Karabağ sorununun çözümüne

bağlayarak hem iç muhalefeti hem de Azerbaycan ile olan ilişkileri sakinleştirmiştir.

Hatta bu tavrı ile Azerbaycan ve Ermenistan’ı sorunun çözümü konusunda teşvik

ettiği dahi zaman zaman belirtilmektedir. Türkiye, protokoller imzalandıktan sonra

hem muhalefetten hem de Azerbaycan’dan şiddetli tepkiler görmüştür. Bu durum

Ankara’ya adeta kar-zarar analizi yaptırmıştır, zira Türkiye ile Azerbaycan arasında

dinsel, etnik, tarihi, kültürel, ekonomik ve stratejik bağlar bulunmaktadır.

Ermenistan ile ilişkilerin Azerbaycan pahasına gelişemeyeceği ortay çıkmıştır, her

şeyden önce içerideki muhalefetin tepkisi bir şekilde azaltılabilse de ekonomik ve

stratejik zararlar telafi edilebilecek boyutta değildir. Çünkü Türkiye, Azerbaycan’dan

petrol ve gaz almakta ayrıca hazar petrol ve doğalgazının Avrupa’ya ulaşmasında

köprü rolü oynamaktadır, gelecekte bu hattın genişletilme planları düşünüldüğünde

Türkiye bu enerji akımından dışlanırsa hem ekonomik hem de stratejik zarara

uğrayacaktır. Ayrıca Azerbaycan ile Türkiye arasında önemli bir ticaret hacmi de

bulunmaktadır. Tüm bunlar dikkate alınırsa Azerbaycan’a rağmen Ermenistan

protokollerinin kabul edilmesinin Türkiye’nin çıkarlarına zarar vereceği

Page 213: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

213

görülmüştür. Aynı zamanda Azerbaycan’ın ilişkilerde göz ardı edilmesi, Azerbaycan

için de bir eksen kaymasına neden olabilecektir ki bu noktada Rusya’nın devreye

girerek boşluğu doldurması ihtimali hem Türkiye hem de ABD açısından en son

istenecek gelişmedir. Kıyaslama yapılacak olursa Azerbaycan doğal kaynakları,

konumu, ekonomisi ve nüfusu itibariyle Ermenistan’dan çok daha fazla önem az

eden bir ülkedir.

Dolayısıyla, Ermenistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinin bölgesel

dengeler, çıkar ilişkileri, güvenlik tehditleri ve güç mücadeleleri göz önüne

alındığında o kadar da kolay olmadığı anlaşılmaktadır. Dahası bugün gelinen

noktada ikili ilişkilerde küresel güçlerin hamlelerine yönelik çok önemli gelişmeler

görülmüş değildir, ABD’nin protokollere yönelik girişimleri ABD’nin kendi iç

politikasında rahatlama yaşamasına yönelik olduğuna dair vurguların haklılığı da bu

noktada ortaya çıkmaktadır. Son zamanlarda iki ülke arasında yaşanan

yakınlaşmanın ve protokollerin, realist dış politika argümanlarını benimsemiş iki

ülke açısından da alt yapısı olmayan ve günü kurtarıcı gelişmeler olduğu ön plana

çıkmaktadır.

Sonuç

Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkilerin normalleşmesine ilişkin gelişmeler ve

protokollerin imzalanması ile başlayan olumlu hava son noktada yerini bir bekleyişe

bırakmıştır. Protokollerin ve ilişkilerin geleceği Türkiye-Ermenistan ekseninden

ziyade Azerbaycan-Ermenistan eksenine kaymıştır. Türkiye’nin protokollerin

mecliste bekletilmesine ilişkin bu tavrı da Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerinde yeni

bir boyutun açılmasına yardımcı olabileceği gibi Ermenistan muhalefetinin tepkisine

de neden olabilir. Karabağ sorunun olası bir çözümü sonrasında Türkiye’nin Azeri

desteğini kaybedebileceğine dair bazı görüşlerde bulunmaktadır, böyle bir durumun

engellenmesi kapsamında Türkiye’nin Karabağ sorununun çözümünde direk

müdahil olması, hatta garantör olması bu endişeleri ortadan kaldırabilecek bir strateji

olarak düşünülebilir. Bu noktada Türkiye’nin bölgesel gücünün de artabileceği hesap

edilmelidir.

Page 214: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

214

Karabağ sorunu dışında Türkiye ile Ermenistan arasında soykırım ve toprak talepleri

meselesi de çözülmesi gereken diğer konular olarak masada durmaktadır. Karabağ

meselesi çözülse dahi Ermeniler soykırım iddialarından ve anayasalarında belirtilen

batı Ermenistan idealinden vazgeçecek gibi görünmemektedirler. Protokollerin

işletilebilmesi ve karşılıklı sorunların çözülmesi noktasında ilk adımın Ermenistan

tarafından gelmesi gerekir. Bunun için de hem iç politikada hem de diaspora

bağlamında Ermenistan’ın diğer ülkelerle entegrasyonu ve Rusya boyunduruğundan

kurtulma niyetinde konsensusun sağlanmış olması gereklidir. Burada Türkiye,

çözümsüzlüğün devamının Türkiye ve Azerbaycan’dan ziyade Ermenistan’a zararı

olduğunu ve gelecekte de bu durumun daha da artarak devam edebileceğini

göstermekle birlikte ilişkilerin dostane bir ortamda kurulabileceğini de

hissettirmelidir. Ermenistan tarihsel argümanlar içerisinde sıkışmış ve gerçeklerden

uzak bir dünyada yaşamaktadır. Ermenistan, bölgede yalnızlaşmış bir ülke olarak

daha fazla devam edemeyeceğini anlamalıdır.

Kaynakça

Abdullah Gül, “Turkey: Vital Ally in the Cause of Long-Term Stability”, American

Foreign Policy Interests, V. 29, 2007

Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 2001

Ali Faik Demir, Türk Dış Politikası Perspektifinden Güney Kafkasya, Bağlam Yayınları,

Ankara, 2003

Bahar Bakır, “Sözde Soykırım Tasarısı ve Ermeni Protokolleri Arasında Sıkışmış

Türkiye: Ankara bu İkilemden Nasıl Çıkacak?”, 21. Yüzyıl, Sayı 16, Nisan 2010

Barış Özdal, “Türkiye-Ermenistan Diyaloğu: Uzun Bir Sürecin Başlangıcı Mı?”,

Ortadoğu Analiz, Cilt 1, Sayı 10, Ekim 2009

Bülent Aras, Fatih Özbay, “Türkiye ve Ermenistan Statüko ve Normalleşme Arasında

Kafkasya Siyaseti”, SETA Analiz, Sayı 12, Ekim 2009

Cemil Hesenli, SSCB-Türkiye: Soğuk Muharebe’nin Sınav Meydanı, Adiloğlu Yayınları,

Bakü, 2005

Page 215: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

215

Eldar Ismailov, Vladimer Papava, “A New Concept fort he Caucasus”, Southeast

European and Black Sea Studies, Vol. 8, No. 3, september 2008

Esat Arslan, “Temel Dayanaktan Yoksun; Ermeni Protokolleri”, 2023, Sayı 102, Ekim

2009

Esil Şirin, The Nagorno-Karabakh Conflıct And The Armenıan Foreıgn Polıcy: 1988-

2007, A Thesıs Submıtted To The Graduate School Of Socıal Scıences Of Mıddle

East Technıcal Unıversıty, 2007

Fırat Karabayram, Rusya Federasyonu’nun Güney Kafkasya Politikası, Lalezar

Kitapevi, Ankara, 2007

F. Stephen Larrabee, “Turkey’s New Geopolitics”, Survival, Vol. 52, No. 2, April-May

2010

Hakkı Yapıcı, “Osmanlı Güvencesinde Tehcir Yasası”, Ermeni Araştırmaları, 2009, Sayı

32

Haluk Selvi, Armenian Question, From The First War To The Treaty Of Lausanne,

Sakarya University, 2007

Hüseyin Bağcı, Demokrat Parti Dönemi Dış Politikası, İmge Yayınları, Ankara, 1990

Murat Metin Hakkı, Türkiye, Ortadoğu ve Avrasya’yı Neler Bekliyor, Ötüken

Yayınları, 2007

Ömer Engin Lütem, “Facts and Comments”, Review of Armenian Studies, No: 19-20,

2009

Ömer Göksel İşyar, “Türkiye’nin Azerbaycan-Ermenistan Uyuşmazlığına Yönelik

Politikaları: 1992-2004”, Geçmişten Günümüze Dönüşen Orta Asya ve Kafkasya,

Der: Yelda Demirağ, Cem Karadeli, Palme Yayıncılık, Ankara, 2006

Özcan Yeniçeri, “Ermenilerin Soykırım Savaşı ve Türkiye”, 2023, Sayı 107, Mart 2010

Paul Henze, “Türkiye ve Ermenistan: Eski Sorunlar Yeni Beklentiler”, Avrasya Etüdleri,

Cilt 3, Sayı 1, 1996

Pulat Y. Tacar, “Ermenilere Soykırım Yapıldığı Savının Hukuksal ve Ahlaki Açılardan

İncelenmesi”, Ermeni Araştırmaları, Asam, Sayı 2, Ankara, 2001

Şanlı Bahadır Koç, “Stratejik Dehlizlerde Derinlik Sarhoşluğu: Bir AKP Dış Politikası

Eleştirisi”, 21. Yüzyıl, Sayı 19, Temmuz 2010

www.mfa.gov.tr/turkiye-ermenistan-siyasi-iliskileri.tr.mfa

Page 216: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar 2017 - Autumn 201

267

ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE GÜVENLİĞİN REFERANS NESNESİ

SORUNSALI: KLASİKTEN YENİYE KAVRAMSAL BİR ANALİZ

Tolga ÇİKRIKCİ1

Özet

Uluslararası ilişkilerde bir alt alan olan güvenlik, alandaki çalışmaların tümünün

doğrudan ya da dolaylı bir bağlamını oluşturur. Sahip olduğu anlamsal genişlik

itibarıyla, çözümlemelerde birimler üzerinden ifade edilmesi zorunlu olan güvenlik

kavramı, günümüzde bu birimler arasındaki etkileşimin ölçülebilir sınırları aşmış

olmasıyla yeni ve kaçınılmaz bir genişlemeye uğramış gibi görünmektedir. Bu

anlamda güvenliğin referans nesnesinin düşünsel dönüşümünün anlamlandırılması,

güvenlik çalışmalarının temel yaklaşımlarının sağlamlaştırılması noktasında zorunlu

bir aşama olarak karşımıza çıkar. Bu çalışmada, bahsi geçen dönüşüm, konu ile ilgili

kuramsal tartışmaların betimlenmesi ve yorumlanması yöntemiyle ele alınmıştır.

Anahtar Kelimeler: Eleştirel Güvenlik Çalışmaları, Ulusal Güvenlik, Kopenhag

Okulu, Abersywyth Ekolü

THE REFERENT OBJECT PROBLEMATIC OF SECURITY IN INTERNATIONAL

RELATIONS: A CONCEPTUAL ANALYSIS FROM CLASSIC TO

CONTEMPORARY

Abstract

The concept of security, a subfield of international relations, takes part in all studies

of the field directly or indirectly. There is a necessity to describe the concept via the

units of analysis due to its semantic wideness. Nowadays, the concept seems to be

widened inevitably once again with the exceeding of the interaction between these

units the measurable limits. In this sense, the explanation of the intellectual

transformation of the referent object arises as an imperative stage for the security

1Arş. Gör., Giresun Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Doktor Adayı

(Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı) [email protected]

Page 217: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

217

studies with regards to theoretical framework. In this study, the mentioned

transformation will be examined over theoretical discussions on the subject with

descriptive method.

Key Words: Critical Security Studies, National Security, Copenhagen School,

Aberystwyth School

Giriş

Doğası gereği güvenlik, “adalet”, “özgürlük” ya da “ahlak” gibi; karmaşık birçok

çağrışımı barındıran, zaman içerisinde kullanım şekli ile kullanım alanı değişen ve

semantik zemini oldukça geniş bir kavramdır. Ancak güvenlik kavramı bugün, “çok

şeyi ifade eden bir kavramın hiçbir şeyi açıklayamayacağı” şeklindeki bir pozitivist

önermeye karşı çıkarcasına, sosyal bilimler içerisinde gittikçe daha büyük bir yer

kaplamaktadır. Sahip olduğu anlamsal genişlik itibarıyla, çözümlemelerde birimler

üzerinden ifade edilmesi zorunlu gibi görünen güvenlik kavramı, günümüzde bu

birimler arasındaki etkileşimin ölçülebilir sınırları aşmış olmasıyla yeni ve

kaçınılmaz bir genişlemeye uğramış gibi görünmektedir. Böylesi bir sistem içerisinde

güvenlik, hangi birim üzerinden bakılırsa bakılsın son tahlilde, dünya sathına

eklemlenecek bir büyüklüğü ifade edebilmektedir.

Uluslararası ilişkilerde bir alt alan olarak konumlanmış olan güvenlik, uluslararası

ilişkiler çalışmalarının yapı taşlarından biri olarak düşünülebilir. Uluslararası ilişkiler

teorisindeki, her uluslararası aktörün öncelikle güvenliğe ihtiyaç duyduğu,

güvenliğini sağlamak için politika ürettiği ve güvenlik kavramı olmadan uluslararası

politikadaki her hangi bir olayın açıklanamayacağı şeklindeki temel tez (Terriff,

Croft, James, & Morgan, 2000: 2-5), güvenliğin, bahsi geçen şekilde uluslararası

ilişkilerde raison d’etre (var olma sebebi) oluşunu (Walt, 1991: 211) açıklar niteliktedir.

Devleti, hem güvenliğinin sağlanması gereken hem de güvenlik sağlayıcı bir birim

olarak merkeze alan klasik teorilere güvenlik yaklaşımı konusunda getirilen

eleştiriler, 1990 sonrasının uluslararası ilişkilerindeki en önemli tartışma

bağlamlarından birisidir. Bu anlamda güvenliğin referans nesnesinin düşünsel

dönüşümünün anlamlandırılması, güvenlik çalışmalarının temel yaklaşımlarının

sağlamlaştırılması noktasındaki birinci basamağı teşkil eder. Bu çalışmanın temel

amacını oluşturan bahsi geçen anlamlandırma çabası, konu üzerindeki kuramsal

Page 218: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

218

tartışmaların betimlenmesi ve yorumlanması yöntemiyle ortaya konulmaya

çalışılacaktır.

Belirtmek gerekir ki, uluslararası ilişkilerde güvenlik kavramının tam manasıyla neyi

ifade ettiği, ancak uluslararası sistemin tarihi süreç içerisindeki özellikleri göz

önünde bulundurularak incelenebilir. Bu bakımdan uluslararası sistemde, sisteme

içkin aktörlerin doğası ve davranış kalıplarına ilişkin genellemeler üzerinden

hareketle oluşturulan paradigmalar, her ne kadar somut bilgi üretimi noktasında bir

kısıtlılık olarak keskin bir çerçeve çizmeseler de, kavramın anlamlandırılmasında

kilit bir öneme sahiptirler. Dolayısıyla uluslararası ilişkilerde güvenliğe dair bir

analiz için yapılması gereken, kavramı hakim paradigmalarla birlikte ele almak ve

bunu tarihi süreç bağlamında değerlendirmektir. Bunun için de öncelikle güvenlik

kavramının yalın olarak neyi ifade ettiğine ya da başka bir deyişle özünün ne

olduğuna bakmak gerekir. Buradan hareketle çalışmanın ilk bölümünde güvenlik

kavramının düşünsel zeminine odaklanılacak; takip eden bölümlerde ise klasik

güvenlik yaklaşımı ve buna bağlı olarak ulusal güvenlik kavramı irdelenerek,

referans nesnesinin dönüşümü güvenliğin genişleme ve derinleşme boyutlarıyla ele

alınmaya çalışılacaktır.

2. Güvenlik Kavramının Özü

Sözlük anlamı ile “tehlikenin olmaması, güven ve rahat içinde olma hali” olarak

ifade edilen ve 1. yüzyıldan itibaren temel bir siyasi kavram olarak kullanılan

güvenlik (Brauch, 2012: 168), Arnold Wolfers’a göre, nesnel olarak “edinilmiş

değerlere yönelik bir tehdidin olmaması” durumunu ifade eder (Wolfers, 1952: 481).

Bu tanımda güvenlik, olumsuz bir ibareyle, yani bir şeyin yokluğuyla ifade

edilmektedir. Ancak irdelendiğinde öznel olarak, genelde yapıldığı gibi güvenliğin

olumsuzlama yöntemiyle resmedildiği (Çiçekçi, 2012: 10) bu tanımlamada esas

olarak vurgu yapılanın, “edinilmiş değerlere yönelik bir tehdidin varlığına karşı

korku taşımama hali” olduğu ortaya çıkmaktadır (Baldwin, 1997: 14). Edinilmiş

değerlere yönelen tehdidi ortadan kaldırmak ya da bu tehditlere karşı korku

taşımama halinin sağlanması, başka bir deyişle güvende olma/hissetme hali realist

düşünürlerce “güç” ile ilişkilendirilmektedir. Bu görüşe göre özetle, güvenliği söz

konusu olan birim, güçlüyse güvendedir. Fakat eleştirel yaklaşımın öncülerinden

olan Waever’e göre “mutlu yaşam ve üzüntünün olmamasına” dayanan güvenlik bu

bakış açısıyla ele alınacak kadar basit bir kavram değildir ve anlamlandırılması için

bağlamsal değerlendirmelere tabi tutulması gerekmektedir. (Wæver, 2007: 100).

Page 219: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

219

Buzan’ın da belirttiği gibi, elde olanı kaybetme tehlikesi ve mutlu olma hali

tanımlarıyla güvenlik, özgürlük ve mülkiyet ile özdeşleştirilmektedir. Ne var ki bu

yolla güvenlik, mülkiyet emniyetsizliği üzerinden meşrulaştırılarak, devam eden

sınıf sorununu gizlemekte ve bu anlamda güvensizlik ortamının devamını sağlayan

bir anlayışı içinde barındırmaktadır. Buzan’a göre güvensiz ortamı oluşturan temel

etkenler, beraberinde risk ve belirsizlik getiren özel mülkiyet ve piyasa ekonomisidir

(Buzan, 1983:124). Bu noktalardan hareketle etimolojik köken itibarıyla Latince “se”

(olmaksızın) ve “cura” (endişe) ikilisinden türemiş olan securitas (Hobbes ile

başlayan yeni dönemde İngilizce security kelimesine dönüşecektir) yani “endişeden

uzak olma ve sükunet” anlamına gelen (Arends, 2012: 200) güvenliğin, tehdit ve

korku unsurlarıyla şekillenen, kişiye, topluma, devlete, sisteme, zaman ve mekana

göre farklılık gösteren göreceli bir olgu olduğu açıklık kazanmaktadır.

Arends güvenlik kavramının tarihi gelişimini iki aşamada inceler. Bunlardan ilki

Romalılar tarafından kullanılan ve dini vurguları olan erken aşama; ikincisi ise

Thucydides’ten etkilenen Hobbes ile başlayan, iç ve dış ayrımının belirmeye

başladığı modern aşamadır (Arends, 2012: 199). Toplumsal bir değer olarak da

düşünülebilen güvenlik, Hobbes tarafından, egemen gücün, halka karşı yerine

getirmekle yükümlü olduğu bir görev olarak tanımlanarak “iç savaşların önlenmesi

hedefine hizmet eden otoriter süper devlet” Leviathan’ın ortaya çıkışı ile

ilişkilendirilmiştir. Hobbes bahsedilen devlet-güvenlik ilişkisini şu şekilde ifade

etmektedir:

“Devletin amacı, bireysel güvenliktir. Doğal olarak özgürlüğü ve başkalarına egemen olmayı

seven insanların, devletler halinde yaşarken kendilerini tabi kıldıkları kısıtlamanın nihai

nedeni, amacı veya hedefi, kendilerini korumak ve böylece daha mutlu bir hayat sürmek; yani,

…insanları korku içinde tutacak ve onları, ceza tehdidiyle, ahitlerini ifa etmeye ve …doğa

yasalarına uymaya zorlayacak belirgin bir güç olmadığında, insanların doğal duygularının

sonucu olan o berbat savaş durumundan kurtarmaktır.” (Hobbes, 2013, s. 133)

Açıkça görüldüğü gibi Hobbes, güvenliği birey güvenliği üzerinden

değerlendirmekte ve devlet mekanizmasını bunu sağlamak üzere oluşturulmuş bir

yapı olarak konumlandırmaktadır. Tüm bunlar göz önüne alındığında kavramın

muhtevasında, eski dönem Atinalıların amaçları, Romalıların dini vurguları ve

Hobbesçu felsefeyi bir arada barındırmakta olduğu görülür (Arends, 2012: 199).

Modern aşama içinde 20. yüzyıl, giderek artan şekilde küreselleşen güvenliğin

yükselişine tanık olmuştur. Bu yükseliş 1912-1921 döneminde ABD Başkanı olan

Page 220: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

220

Woodrow Wilson’un “Savaş Sonrası Barış Düzeni İlkeleri” ile başlar. Kısaca “Wilson

İlkeleri” olarak anılan bu 14 ilkede güvenlik (security) ve emniyet (safety) kelimeleri

birbirlerinin yerine kullanılmıştır. Bu durum 1919 Milletler Cemiyeti Misakında da

görülmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında “dış güvenlik” konularının önem

kazanması neticesinde, siyasal vurgusu ağırlık basan güvenlik kavramının kullanımı

genişleyerek, güvenlik kelimesi tartışmaya yer bırakmayacak şekilde dış güvenlik

konuları ile ilişkilendirilmiştir (Arends, 2012: 218). Bu dönemde çoğu stratejist bir

güvensizlik kaynağı olarak iç ve dış konular arasındaki etkileşimle şekillenen iç

politikayı göz ardı edip, güvenliği dar anlamı ile sadece dış politika ve askeri güç

ekseninde değerlendirmişlerdir (Zielonka, 1991: 128).

Brauch’a göre güvenlik nesnel olarak uluslararası, ulusal ya da bireysel boyutlarda,

enerji, gıda, su gibi sektörlere yönelik tehlikelerin bütünüdür. Buna karşılık öznel

güvenlik, bireyler ya da halkın, söz edimi ya da yazılı olarak ifade edilen tehlikelere

ilişkin güvenlik endişeleridir. Bu noktada güvenlikle ilgili tüm kavramlar; tarihteki

olaylara ilişkin analiz yapanlar, bu kavramlara ilişkin belirli eylemleri talep edenler

ya da bu eylemleri meşrulaştırmak için bu kavramları kullananlar tarafından

oluşturulan sözlü ya da yazılı ifadelerin toplamını ifade eder (Brauch, 2012: 172).

Başka bir deyişle güvenliğe ilişkin kavramların büyüklüğü, güvenlikleştirmenin

sınırlılığı/sınırsızlığı düşünülerek anlaşılabilir. Bu konuda uzlaşılıyor olsa da,

yazarlar arasında güvenlik analizlerinin odaklandığı noktanın “bireysel” mi,

“ulusal” mı veya “uluslararası” mı olması gerektiği konusunda farklılaşma vardır

(Baylis, 2012: 156).

Güvenlik konusundaki kavramsal bir diğer önemli tartışma ise, kavramına

kapsamına ilişkindir. Güvenlik kavramının, hayatı realist bir bakış açısıyla okumanın

neticesi olarak ortaya çıkan dar tanımı bu bağlamda en çok eleştirilen noktadır.

Güvenliğin daha geniş bir bakış açısıyla ele alınması gerektiğini savunanlar, genel

olarak askeri unsurların ötesinde, güvenliğin, sosyal, ekonomik ve çevresel konuların

da dahil edilerek düşünülmesi gerektiği noktasında birleşmektedirler (Aldis & Herd,

2004: 171-175). Güvenliğin dar ve geniş geniş tanımları konusunda, Soğuk Savaş

döneminin hakim klasik güvenlik yaklaşımcıları ve eleştirel güvenlikçiler arasındaki

tartışma bugün halen sonlanmış değildir.

3. Klasik Güvenlik Yaklaşımı ve Ulusal Güvenlik

Yukarıdaki bilgiler ışığında diyebiliriz ki, modern aşamada güvenliğe yüklenen

devlet bağlamlı anlamlar erken aşama için bir şey ifade etmemektedir. Modern

Page 221: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

221

anlamda devletin ortaya çıkmasıyla yeni bir anlam bütünlüğüne kavuşan güvenlik,

20. yüzyılın en sık başvurulan kavramlarından biri olarak (Wæver, 2007: 101), ulusal

sınırlar ve vatandaşlık bağı üzerinden anlamlandırılan “ulusal güvenlik”

kavramsallaştırmasıyla, karşımıza çıkmaktadır. Bu yükselişle birlikte literatürde

güvenlik ve ulusal güvenlik kavramları kullanımda içerik olarak benzerlik

kazanmışsa da bu iki kavram arasında belirttikleri amaçlar noktasında farklılık

bulunmaktadır. Buzan’ın da belirttiği gibi ulusal güvenlik kavramı, kavramın yalın

kullanımına kıyasla hem ulus ve devlet arasındaki bağlantıyı daha çok

vurgulamakta, hem de güvenliğin referans nesnesinin, yani güvenliği tehdit altında

olanın ulus olduğunun altını çizmektedir (Buzan, 1983: 70).

İdealizmin uluslararası politikada yükselişini simgeleyen 1919-1939 döneminde

güvenlik kavramı, statükocu güçlerce, iki savaş arası dönemin var olan düzenini

koruma çabası olarak kurgulanarak; ulusal beka, egemenlik ve güç bağlamındaki

atıflarla incelenmiştir (Wæver, 2007: 102). Brauch’a göre 2. Dünya Savaşı sırasında

Amerika Birleşik Devletleri’nin dış dünya ile ilişkisini açıklamak için geliştirilmiş bir

kavram olarak ulusal güvenlik, zihniyetlerin yeniden askerileşmesini ve silahlanma

yarışını meşrulaştırmak için kullanılmıştır. (Brauch, 2012: 168-169). Böylesi bir

düzlemde klasik anlamıyla güvenlik, genel olarak “devletin egemenliği ve toprak

bütünlüğünün tehlike altında olmadığı bir durum” (Spiegel & Wehling, 1999: 492)

olarak tanımlanmaktadır ki bu tanım tarihsel kullanımı bağlamında ulusal güvenlik

kavramını özetler niteliktedir.

Bilgin, devletin güvenliğini ifade etmek için “ulusal” ya da “milli” kavramlarının, bu

meşruluğa halkı inandırmak ve ikna etmek amacıyla bilinçli olarak seçildiğini belirtir

(Bilgin, 2005: 182-183). 1975 Helsinki Nihai Senedinde, birçok yurt içi sosyal ve

ekonomik boyutu olduğunu vurgulanmışsa da iki kutuplu sistem çözülünceye kadar

ulusal güvenlik, dış bağlantılı ve askeri unsurlar ekseninde, güvenliğin dar tanımına

uygun olarak değerlendirilmiştir. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra dış güvenlik

vurgusuyla “devletlerarası ilişkiler” zeminine yerleşmiş olan ulusal güvenliğin temel

ilgi alanı, Soğuk Savaş dönemi boyunca; egemenlik, devletlerarası ittifak ve

müzakereler, stratejik caydırma, konvansiyonel ve nükleer savaş gibi konular

olmuştur. (Zielonka, 1991: 128) Buradan da anlaşılacağı gibi klasik güvenlik

çalışmalarındaki hakim yaklaşım, realist dünya görüşünü yansıtmaktadır.

Realist paradigmanın, Poggi’nin tanımlamasıyla “doğası gereği ucu-açık, rekabetçi

ve risklerle dolu bir güç mücadelesi” (Poggi, 1978: 60) olarak kabul ettiği uluslararası

Page 222: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

222

sistemdeki bütün davranışların temelinde, “beka dürtüsü” bulunur (Gilpin, 1986: 301

- 321). Klasik manada ulusal güvenlik kavramı da, devletin bekası noktasında ulusal

ve uluslararası alanlardan kendisine yönelik tehditleri algılama ve yanıtlama

ilişkisini ifade eder. Başka bir deyişle ulusal güvenlik kavramı, iç güvenlik, dış

güvenlik ve savunma konularını kapsamaktadır (Tavas, 2011: 20). Neo-realistlere

göre de ulusal güvenlik devletlerin en önemli amacı olarak konumlandırılmaktadır.

Neo-realizmin en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilen Waltz, bu noktayı

belirtirken, devletlerin, refah, kazanç ve güç gibi diğer amaçlarına ulaşmak için

öncelikle bekalarını garanti altına almaları gerektiğini belirtmektedir (Waltz, 1979:

126). Bu bağlamda ortaya çıkan “ulusal güvenlik nasıl sağlanmalıdır?” sorusu,

Hobbesçu klasik realist düşünürler tarafından birinin mutlak kontrolü ele

geçirmesini engellemek için “diğerlerinin gücünü dengeleme” çabası olarak karşılık

bulur (Carr, 2010: 147-153). Zira bu düşünce sisteminde uluslararası sistem, anarşinin

hakim olduğu yapısıyla, salt bir güç ve rekabet mücadelesi arenasıdır ve bu çaba

olmadan bekanın sürdürülmesi mümkün değildir.

Ne var ki değişime açık olan uluslararası sistemde iç ve dış güvenlik ayrımının

belirginliğini giderek yitirmesi, devletlerin uluslararası alanda giderek daha işbirlikçi

bir tutum sergilemelerini zorunlu hale getirmektedir (Bruno, Khan, Nolte, & Paulus,

2002: 41-42). Bu bağlamda ortaya çıkan “kolektif güvenlik” kavramı ilk olarak

Woodrow Wilson’un önderliğinde Kant’ın “kalıcı barış” düşüncesinin etkisiyle, 1919

Milletler Cemiyeti Paktı’nda kullanılmış ve daha sonra Birleşmiş Milletler Şartı’nın

güvenlik anlayışını oluşturmuştur (Brauch, 2012: 168). Devletlerin bazı durumlarda

işbirlikçi davranabildiği görüşünü kabul etmekle birlikte bazı neo-realist yazarlar,

devletlerarasında işbirliği yapılabileceğini, fakat bunun devletlerin kendilerini

rekabete gerek kalmayacak şekilde güvende hissedebilecekleri bir seviyede

gerçekleşmesinin mümkün olmadığı görüşündedirler (Mearsheimer, 1994: 9-13). Bu

yazarların en önemlilerinden biri olarak Walt, realist paradigmayla örtüşür şekilde,

merkeze savaş olgusunu yerleştirerek güvenlik çalışmalarını “tehdit algısı ekseninde

askeri gücün kullanım ve kontrolüne ” ilişkin bir alan olarak tanımlamıştır (Walt S.

M., 1991: 212). Bu doğrultuda, güvenliğin sağlayıcısı da bizatihi askeri gücü kontrol

eden devlet iktidarı olmaktadır.

Soğuk Savaş döneminin hakim anlayışı güvenliği “askeri güç” odaklı

değerlendirdiğinden, ulusal güvenliğe ilişkin algılanan tehditler doğal olarak,

Walt’un tanımına paralel şekilde, askeri bir nitelik kazanmıştır (Held & McGrew,

1998: 219). Bu doğrultudaki bazı realist yazarlarca farklı yorumlanabileceğini

Page 223: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

223

belirtmekle birlikte Miller, geleneksel ulusal güvenlik anlayışının beş ana

boyutundan bahsetmektedir. Bunlardan ikisi algılanan tehdidin kaynağı ve

mahiyetine ilişkindir. Klasik anlamda tehdidin kaynağı genel olarak diğer

devletlerken, mahiyeti devletlerin askeri kapasitesi ile alakalıdır. Üçüncü boyut

askeri mahiyetteki tehdide verilecek karşılık ile ilişkilidir ki bu karşılık da askeri

niteliktedir. Dördüncü boyut “ kim güvenliği sağlamakla yükümlüdür?” sorusuyla

karşımıza çıkmaktadır ve bu soru, sorunun içerisinde anlatılmak istenen devletin

güvenliğinin, yine devlet tarafından sağlanmak zorunda olduğu cevabı ile karşılanır.

Beşinci ve son boyut, toprak bütünlüğü, sınırların dokunulmazlığı ve iç işlerine

müdahaleye izin vermeme gibi korunması gereken egemenlik ve ulusal bağımsızlık

değerleriyle ilişkilidir (Miller, 2001: 16-17). Bu çerçevede devletlerin kendilerine

yöneldiğini düşündükleri tehditlerle mücadelelerinin yeterliliği, o devletlerin

askeri yetenekleri ve olanakları ile paralellik gösterir. Bu bağlamda askeri ulusal

güvenlik, bireylerin/yurttaşların da güvenliği anlamını ihtiva etmektedir. Zira realist

yaklaşım, devletin vatandaşlarına karşı sorumlu olduğunu kabul etmekte (Bellamy &

McDonald, 2004: 311) ve buna bağlı olarak devletin güvende olduğu durumda

bireyin de kendisini güvende hissedeceği varsayımına dayanmaktadır.

4. Uluslararası İlişkilerde Güvenliğin Dönüşümü

Önceki bölümde görüldüğü üzere, geleneksel uluslararası ilişkiler çalışmalarında

güvenlik kavramı, devlete atfedilen bir göreve gönderme yapar ve bu şekilde

kurgulanır. Küreselleşme sürecinde bu algı, kavramın esasen devletten bağımsız

düşünülemeyecek olan tüm toplumsal olgularla, ulusal ve uluslararası kurum ve

kuruluşlarla, sistemle ya da bireyle, kısacası hayata ilişkin hemen her dinamikle ilişki

içerisinde olduğu düşüncesi çerçevesinde ciddi bir sorgulamayla karşılaşmıştır.

Realist paradigma üzerinden anlamlandırılan geleneksel yaklaşımda tüm bu

boyutlar egemenlik ve sınır güvenliği gibi klasik kavramlara indirgenerek, askeri güç

ekseninde değerlendirilmekte ve bu bağlamda güvenlik anlamsal olarak,

devletlerarasındaki sürekli çatışma potansiyelini ihtiva etmektedir (Krause &

Williams, 1996: 235). İki dünya savaşı arasındaki dönemi irdeleyen ve uluslararası

ilişkiler çalışmalarının klasiklerinden olan “Yirmi Yıl Krizi” adlı eserinde Carr, gücün

ekonomik boyutunu vurgulamış olsa da (Carr, 2010: 73), ekonomik unsurlar bile

geleneksel güvenlik çalışmalarında sonradan yer bulabilmiştir (Rudolph, 2003: 5). Ne

var ki küreselleşme sürecinde benzer toplumsal olgular çeşitlendikçe, ulusal ve

uluslararası aktörler arasındaki ilişki ve etkileşim yelpazesi büyüdükçe; güvenlik

olgusuna ilişkin boyutlar değişmekte ve bu artışla birlikte zaman ve mekan

Page 224: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

224

bağlamında kavrama ilişkin yeni bağıntılar, yeni güvenlik algı ve arayışları ortaya

çıkmaktadır.

Yeni güvenlik çalışmaları kapsamında, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve çevresel

boyutları da içerir şekilde genişleyen ve sosyal gruplar ile bireylerin güvenliğini

kapsar şekilde (Tanrısever, 2014: 122-123) derinleşen güvenliğin (Smith, 1999: 72)

gündemine çevresel zararlar (Özkan, 2012: 139-150), küresel ısınma, göç ve mülteci

sorunları, salgın hastalıklar, su ve gıda yetersizliği, nüfus artışı, etnik ve dinsel

çatışmalar, madde ve insan kaçakçılığı ve hatta gelir eşitsizliği gibi bir çok yeni tehdit

unsuru dahil edilmiştir. Dünya üzerinde bu unsurlarla ilişkili olayların ortaya yeni

çıkmadığı açıktır. Yeni olan, bütün bu konuların güvenlik bağlamında

değerlendirilmesi ve güvenliğin tüm birimleri üzerinde doğurabilecekleri sonuçlar

konusundaki farkındalığın artmasıdır. Bu anlayışa iten temel etken ise Soğuk Savaş

dönemi güvenlik anlayışında etkili olan temel parametrelerin uluslararası politik

önceliklerini ve önemlerini kaybetmiş olmalarıdır (Tavas, 2011: 197).

4.1. Güvenliğin Genişlemesi: Yeni Tehditler

İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan günümüze kadar geçen süre içinde akademik

anlamda güvenlik çalışmalarının temel yaklaşımlarını belirleyen ve bu anlamda

güvenlik kavramının sınırlarını genişleten iki olgudan bahsetmek mümkündür.

Bunlardan ilki, Soğuk Savaş’ın başından itibaren klasik güvenlik çalışmalarını

temellendiren çıkar ve tehdit olgularının, Soğuk Savaş yıllarının sonlarına doğru

güvenlik çalışmalarının kapsamında belirginleşen şiddet, risk ve korku

kavramlarıyla genişlemesidir. İkincisi ise, Soğuk Savaş’ın sonlarından itibaren

güvenlik çalışmalarının sonuçlar üzerine kurgulanması yerine nedenlere

odaklanması ve bu düzlemde öne çıkan Eleştirel Güvenlik Çalışmalarıdır (Birdişli,

2014). Başka bir ifade ile küreselleşme sürecinde güvenlik anlayışı, yeni tehdit

unsurları ile genişlemiş ve bu yeni durum karşısında güvenlik çalışmaları, analiz

birimi ve tehdit kaynağı bağlamında klasik güvenlik anlayışını eleştiren düşünce

sistemleri üzerine oturtulmuştur. Bu düşünce sistemleri çerçevesinde yazarlar, Soğuk

Savaş döneminin askeri ve nükleer güç bağlantılı saplantılarının, güvenlik

çalışmalarında yanıltıcı bir sınırlama olduğu noktasında birleşmektedirler. Bu

kapsamda birleşilen diğer bir nokta da, bahsedilen geleneksel tehditlerin ortadan

kalkmadığı, ancak askeri kaynaklı olmayan diğer tehditlerin bugün için daha fazla

baskı oluşturduğu düşüncesidir.

Page 225: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

225

Bahsedilen bu yeni tehdit unsurları askeri konulara ek olarak, güvenliğin, ekonomik,

sosyal, ekolojik, tıbbi, kültürel ve demografik boyutları ile ilgilidir. Bu boyutlar

arasından özellikle çevresel bozulma, Soğuk Savaş sonrası dönemde çevre bilincinin

artmasına bağlı olarak, klasik güvenlik yaklaşımının bu konuda her hangi bir açılım

yapamaması bağlamında sorgulanmasında öncü bir yere sahiptir (Krause &

Williams, 1996: 230). Soğuk Savaş’ın sonuna doğru bahsedilen boyutların ulusal

güvenliğin inceleme alanına dahi edilmesi gerektiği fikrine, “hayatı ve refahı tehdit

eden her etkeni ve olayı ulusal güvenliğe yönelik bir tehdit olarak

konumlandırmanın, kavramın içini boşaltacağı” (Deudney, 1990: 461- 476)

argümanıyla, şiddetle karşı çıkılmıştır. Benzer şekilde Walt da, “güvenlik

çalışmalarının bu şekilde genişletilmesinin kavramın teorik bütünlüğünü bozacağını

ve bunun bahsedilen boyutlardaki önemli problemlerin çözümünü güçleştireceğini”

öne sürmüştür (Walt S. M., 1991: 222). Bu noktada Walt, güvenlik çalışmalarını

“pozitivist standartlar ve neo-realizmin uluslararası anarşi algısı arasında çok sınırlı

bir kapsama hapsettiği” gerekçesiyle eleştirilmiştir (Kolodziej, 1992: 421 - 438).

Geleneksel güvenlik anlayışının uluslararası güvenlik konularında yetersiz kalması

karşısında, Barry Buzan’ın öncülük ettiği Kopenhag Okulu çatısı altındaki yazarların

çalışmaları önemli bir yer tutar. Buzan, güvenliğin askeri, siyasi, ekonomik,

toplumsal ve çevresel boyutları üzerine dikkat çekmekte ve bu beş boyutun

birbirinden bağımsız düşünülemeyeceğini belirtmektedir (Buzan, 1983:19-20). Tüm

bu boyutların ortak noktası, bu kapsamdaki tehditlerin yöneldiği ve bu tehditlere

karşı savunma yapacak birimin devlet olarak düşünülmesidir. Yani bu

formülasyonda referans objesi devlettir (Wæver, Buzan, Kelstrup, & Lemaitre, 1993:

24).

Bu noktada temel yaklaşım, doğal bir tehdidin olmadığı, olguların sosyal ve siyasal

kontrolden çıkması halinde tehdit olabileceği şeklindedir. Yukarıda belirtildiği

şekilde güvenliği, salt düşman ve fiziksel şiddetin olamaması hali gibi değerlendirip

negatif bir yaklaşımla tanımlamak yerine, sosyal, ekonomik ve kültürel yapıyı da

içerisine alan bir yaklaşımla ele alma düşüncesi eleştirel güvenlik çalışmalarının ana

eksenini oluşturmaktadır (Buzan & Hansen, 2009:102-104).

Kopenhag Ekolü’nün yeni güvenlik çalışmalarına yaptığı en önemli katkı, devletin

bekasını ilgilendiren acil konuların dışında kalan “low politics” olarak nitelendirilen

konuların güvenlik dışına çıkarılmasını ifade eden “güvenlik dışılaştırma

(desecuritization)” kavramları olmuştur (Wæver, 1995: 46).

Page 226: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

226

Soğuk Savaş sonrası dönemin ilk on yılında ulus-aşırı terörizm, organize suçlar,

uluslararası göç, sığınmacılar ve çevresel bozulmalar en çok tartışılan yeni güvenlik

problemleri olarak karşımıza çıkmaktadır (COT Institute for Safety, 2007: 34; Özkan,

2016: 133-134). Bu problemlerin güvenlik bağlamında askeri konular dışında,

Buzan’ın güvenlik gündeminin genişlemesine yönelik önerdiği (Buzan, 1983: 19-20)

siyasi, ekonomik, sosyal ve çevresel boyutlara işaret ettiği açıktır. Bu boyutların

uluslararası güvenliğin değişen doğası içerisinde önemli bir yeri olduğunu savunan

Haftendorn, yeni güvenlik çalışmalarında öncelikle güvenliğin ne olduğuna ilişkin

ortak bir algının oluşturulmasının elzem olduğunu vurgular. Bunun gerçekleşmesi

için ABD’li yazarların stratejik araştırmalar üzerinde yoğunlaşmayı bırakmaları ve

Avrupalı yazarların da barış araştırmalarının ötesine geçmeleri gereklidir

(Haftendorn, 1991: 15). Bu noktada uluslararası güvenliğin bütüncül düşünülmesi

yönünde bir çağrı yapılmaktadır. Stratejik araştırmalar ve güvenlik çalışmaları

ilişkisi bağlamında Betts’in görüşleri bu düşünceye ters düşünmektedir. Zira strateji

çalışmaları ile genişleyen güvenlik çalışmalarını birbirinden ayıran Betts’e göre savaş

halen uluslararası ilişkilerin en önemli konularından biridir ve bu noktada stratejik

araştırmaların pozisyonunu koruması önemlidir. Betts uluslararası ilişkileri iç içe

geçmiş üç halkadan oluşan bir diyagram şeklinde düşünüp, bu halkaların merkezine

askeri çalışmaları, ikinci dış kısma stratejik araştırmaları, üçüncü ve en dış kısma ise

genişleyen güvenlik çalışmalarını yerleştirmektedir. Buradan hareketle stratejik

araştırmaları yeni güvenlik alanlarıyla askeri konular arasında bir koordinasyon

alanı olarak konumlandırılmaktadır. Güvenlik kapsamındaki alt alanların sınırsızlığı,

uluslararası ilişkilerin bir disiplin olarak organize olmasını engellemektedir ve bu

nedenle stratejik araştırmalardan ayrı düşünülmelidir. Zira bu düşünceye göre,

belirtilen organizasyon, askeri strateji araştırmalarının uluslararası ilişkilerin ana

görevi olarak konumlandırılması halinde sağlanabilmektedir. Bu bağlamda güvenlik

gündeminin genişlemesi ile stratejik araştırmaların uluslararası ilişkiler içerisindeki

pozisyonu gerek akademik gerekse politik bakımdan sarsılmamalıdır (Betts, 1997: 9).

Bu neo-realist yaklaşımla Betts, askeri gücü ve stratejik araştırmaları uluslararası

ilişkilerin merkezine yerleştirmekte ancak güvenlik çalışmaları içerisinde kabul ettiği

sorunların, askeri çalışmalarla nasıl bir stratejik koordinasyon dahilinde

çözülebileceği konusunu açıklamakta yetersiz kalmaktadır.

4.2. Güvenliğin Derinleşmesi: Kimin Güvenliği?

Güvenliğin “derinleşmesi” ifadesi genel olarak, güvenliğin irdelendiği, bireysel,

toplumsal, bölgesel, ya da küresel düzlemlerle ilişkili olarak kullanılmaktadır

Page 227: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

227

(Krause & Williams, 1996: 230). Yani esasen güvenliğin derinleşmesi, güvenliğin

amacına ilişkin konuları kapsamaktadır ve doğrudan “güvenliğin hangi birim için

sağlanması gerektiği” yani “referans nesnesi” sorunsalına ilişkin bir ifadedir (COT

Institute for Safety, 2007: 33) . Derinleşme, temel olarak iki değişim boyutuyla ifade

edilir. Bunlardan ilki klasik ulusal güvenlik anlayışıyla bütünleşen devlet odağından

uluslararası alana, küresel ölçeğe başka bir deyişle uluslararası sistemin güvenliğine

doğru olan bir değişimi ifade eden yukarı yönlü değişim; ikinci ise yine klasik devlet

düzleminden toplumların ve bireylerin güvenliğine doğru derinleşmeyi ifade eden

aşağı yönlü değişimdir (Rotschild, 1995: 53; Aksu & Turhan, 2012: 70). Derinleşme

kavramı, güvenliği genişletici unsurlar olarak yeni tehdit alanları bu değişimle gelen

yeni analiz seviyelerinde yani birey güvenliği ve küresel güvenlik seviyelerinde

incelenmesi gerektiği düşüncesini ifade eder. Bu düşüncede bölgesel güvenlik de bir

inceleme düzeyi olarak birey ile küresel güvenlik arasında bir yere yerleşmektedir

(Krause & Williams, 1996: 230).

Genel olarak bu şekilde ifade edilen güvenliğin derinleşmesi, Galler Ekolü’nün öncü

yazarlarından Booth tarafından yalnızca belirtildiği şekilde, devlet dışındaki

birimlerin güvenlik çalışmalarının odağına alınması değildir. Derinleşme bunun

yanında, türetilmiş bir kavram olduğu kabul edilerek güvenliğe ve ona ilişkin

kavramların belirli siyasal teorilere dayandırıldığı düşünülerek yaklaşılmasını da

ifade eder (Booth, 1997: 106). Zira güvenliğin hiçbir unsuru yansız ve bağımsız olarak

tasavvur edilemez.

Yeni Güvenlik Çalışmalarının önemli bir parçasını oluşturan Galler Ekolü, klasik

güvenlik çalışmalarının temel yaklaşımlarının aksine, uluslararası sistemin

doğasının salt güç ilişkileri ve bencillik üzerine oturduğunu kabul etmez. Bu

bağlamda güvenliğe dinamik olgularla yaklaşılması gerektiğini savunur. Zira

uluslararası sistemin belirleyicileri yalnızca devletler ve devletlerden müteşekkil

uluslararası örgütler değil; bireyler, etnik gruplar, ulusal toplumlar ve nihayetinde

küresel toplumdur. Uluslararası sistemin ulaştığı son aşamada güvenlik, klasik

anlamda devletin güvenliği olmaktan öte, azınlıklar, yoksullar, kadınlar ve çocuklar

gibi korunmaya muhtaç kesimlerin tehditlerden uzak olması durumu ile ilişkilidir

(Booth, 2004: 5 - 8). Bunun yanı sıra, Soğuk Savaş döneminin tehdit algısının bu

dönemden sonra önemini yitirmesiyle, insan hakları ve özgürlük gibi konuların öne

çıkmaya başladığı ve devletlerin güvenlik konusunda tek referans olma özelliğinin

işlevsel olmadığı görüşü ön plana çıkmaktadır (Booth, 1999: 2- 9). Klasik güvenlik

anlayışında esas ilgilenilen noktanın Cox’un sınıflandırmasındaki “problem çözücü”

Page 228: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

228

yaklaşımla nasıl daha iyileştireceği üzerine yoğunlaşılmasını eleştiren Booth,

güvenliği yeniden ele alırken sorulması gerekenin esasında “kimin için güvenlik?”

sorusu olması gerektiğini belirtir.

Neden sonuç ilişkileri bağlamında güvenliğin temeline ilişkin varsayımlarda klasik

güvenlik anlayışıyla örtüşmese de Galler Ekolü, klasik güvenlik paradigmalarının

tümünü göz ardı etmez. Ancak eleştirel bir yaklaşımla güvenliği ele alan bu ekole

göre uluslararası alandaki güvensizliğin temel nedeni uluslararası sistemdeki

hiyerarşik yapılanmadır. Bu bağlamda devlet güvenliğin sağlanmasında bir araç

olarak konumlandırılmaktadır (Booth, 1991: 321 - 322).

Buzan’ın da belirtiği gibi artık güvenliğin dinamikleri açısından uluslararası düzlem

ile devlet-altı birimler arasında geçirgenlik artmış ve birey düzlemi devletin

güvenliği bağlamında normatif bir değer kazanmıştır (Buzan, 1983: 36). Ancak Buzan

devleti referans nesnesi olarak konumlandırmaktan vazgeçmediği ve bu anlamda

geleneksel güvenlik anlayışından keskin bir şekilde ayrılmadığı gerekçesiyle

eleştirilmektedir (Mcsweeney, 1999: 123). Zira devlet- merkezli yaklaşım,

küreselleşme sürecinde meydana gelen değişimlerin net olarak görülmesini

engellemekte, buna bağlı olarak devletler kendi güvenliklerini sağlamada yetersiz

kalmakta ve bu da dünya politikasında tehlikeli uyuşmazlıklara sebep olmaktadır

(Brown, 1998). Bu düşünce doğrultusunda, King ve Murray’in belirttikleri gibi,

“devletlerin sınırlarını güvenceye almalarının, insanlarının güvenliğini sağlamayı

garanti etmediği”, yazarlar ve karar vericiler tarafından giderek kabul edilmeye

başlanmıştır (King & Murray, 2001: 585-610). Bu bakımdan güvenliğin tehdit

unsurları bağlamından genişlemesinin yanında, bu unsurları göz ardı eden klasik

anlayışın referans nesnesi anlayışının da, aşağı yönlü bir değişmeye uğraması bir

zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Bu zorunluluk düşüncesi ekseninde ortaya

çıkan “insan güvenliği” kavramına bağlı tartışmalar akademik güvenlik literatürüne

büyük ölçüde katkı sunmaktadır.

5. Sonuç

Soğuk Savaş sonrası yükselişe geçen eleştirel düşünce çerçevesinde yaygınlaşan

algıyla güvenlik, “devlet merkezli” olmaktan “birey merkezli” olmaya doğru bir

değişim izlemiştir. Zira genişleyen güvenlik tehditleri, güvenlik çalışmalarında

devlet dışındaki aktörlerin analiz birimi olarak kullanılmasını zorunlu kılmıştır. Eğer

bir güvenlik konusu irdelenirken, referans objesi olarak devlet dışındaki aktörlere

odaklanılması zorunlu oluyorsa, bu durum o tehditlerin, hem bu aktörlere – bireyler,

Page 229: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

229

uluslar vb.- yönelmiş, hem de askeri güçle kontrol altında tutulmalarının imkansız

olduğunu göstermektedir. Soğuk Savaş döneminin devlet üzerinden kurguladığı

tehdit algısı bağlamında karşılıklı olarak askeri kapasitelerin arttırılması ve

dolayısıyla tehdidin büyümesini ifade eden “güvenlik ikilemi” (Tang, 2009: 587-623),

bu dönemde önemli değişime uğramıştır. Zira devletlerin algıladığı tehditler artık,

sadece dışsal olmayıp, devlet-altı ve devlet-ötesi oluşumlarla birlikte çeşitlenmiştir.

Güvenliğin genişlemesi genel olarak, güvenlik anlayışına askeri tehditlere ek olarak,

ekonomik adaletsizlik, çevre kirliliği, iklim değişikliği, doğal kaynakların yok olması,

göç ve mülteci sorunu, politik baskı, gıda ve su yetersizliği, salgın hastalıklar, nüfus

artışı, bölgesel ve ulusal anlaşmazlıklar, terörizm, örgütlü suçlar, etnik ve dinsel

çatışmalar, devletlerin kendi halklarına yönelik şiddet eylemleri, siber saldırılar,

uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığı vb. konuların eklenmiş olmasını ifade eder. Bu

eksendeki tartışmalar 1980’lerin başında başlamış olup, güvenlik kavramı

1990’lardan bugüne kadar aşama aşama genişletilmiştir

Güvenliğin birey merkezli olarak değerlendirilmesi, insan hakları odaklı olarak

devlet ile birey arasında kolektif güvenlik anlayışının oluşmasını sağlamıştır. “Birey

güvenliğinin insan hakları ihlalleriyle zedelenmesi, devleti meşruiyet noktasında

eksiltirken; ulusal, bölgesel ve küresel güvenliğe zarar vermektedir” düşüncesinin

kabulü, tüm güvenlik alanlarının birey eksenli olarak tanımlanması gerekliliğini

ortaya çıkarmıştır (Dağı, 2000: 210).

Yeni güvenlik çalışmaları, önceki bölümlerde aktarılmaya çalışılan uluslararası

sistemin ve buna bağlı olarak güvenlik kavramının dönüşümü neticesinde ortaya

çıkan yeni bir güvenlik anlayışına dayanır. Bu anlayış, güvenliğin odaklarının artık

çeşitlendiği vurgulayarak, inceleme alanını askeri konuların dışına taşıyıp, bireyden

küresele doğru tüm unsurların güvenliğini içerecek şekilde genişletmiştir.

Klasik/geleneksel güvenlik anlayışında temel referans nesnesi olan devlet, yeni

güvenlik çalışmalarında, ancak birey ve toplum ile değerlendirildiğinde referans

nesnesi olarak sayılabilmektedir. Güvenliği genel olarak askeri tehditlerin

belirlenmesi ve ortadan kaldırılması olarak algılayan geleneksel güvenlik anlayışına

karşı çıkışı simgeleyen yeni güvenlik çalışmaları, güvenliğe ilişkin politikaların

amacının yalnızca silahlı çatışmaları engellemek değil, bunun yanında insanların

mutluluk ve refahlarını sağlamak olması gerektiği düşüncesine dayanmaktadır

(Bilgin, 2010: 73). Dolayısıyla yeni güvenlik çalışmaları eleştirel bir anlayışla, klasik

güvenlik anlayışına karşı çıkışı ifade eder. Bu karşı çıkışın yukarıda açıklanmaya

Page 230: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

230

çalışılan genişleme ve derinleşme olguları kapsamında temel iki dayanağı vardır.

Bunlardan ilki bahsi geçen dönemdeki tehditlerin niteliği, ikincisi ise güvenliğin

öznesi ve nesnesine ilişkindir. Özetle Soğuk Savaş sonrası dönemde güvenliğe konu

olan tehditler, diğer rakip devletlerden çok, devlet-üstü ya da devlet içi alanlardan

kaynaklanmaktadır ve bunun yanında devletin kendisi de vatandaşları için birer

tehdit unsuru olabilmektedirler (Booth, 1991: 318). Bu yaklaşımın kabulü beraberinde

yeni bir güvenlik gündeminin oluşturulmasını ve buna bağlı olarak devlet-merkezli

anlayıştan birey-merkezli anlayışa doğru bir geçişi getirmiştir. Bu anlayış ekseninde

yapılan yeni çalışmalarda, analiz düzeyi olarak bireyin güvenliği giderek daha fazla

merkeze alınmaya başlanmış ve buna bağlı olarak Birleşmiş Milletler tarafından

normlaştırılan “insan güvenliği” kavramı da yeni güvenlik anlayışının bir parçası

olmuştur. Dolayısıyla yeni güvenlik anlayışı, güvenliğin derinleşmesi ve genişlemesi

neticesinde ortaya çıkan “güvenlik kimin içindir?” sorusuna “insan” yanıtını

vermektedir (Bilgin, 2010: 79).

Bu bilgiler ışığında diyebiliriz ki, “uluslararası ilişkilerde güvenliğin dönüşümü”

özetle, güvenliğin, tehditler bağlamında genişlemesini ve aktörler bağlamında

derinleşmesini ifade eder. Bu genişleme ve derinleşme olguları, güvenlik

gündeminin önemli bir aracı olarak “insan güvenliği” kavramının oluşmasını

zorunlu kıldığı gibi, bu kavram etrafında gelişen yeni bir güvenlik anlayışının

oluşmasını sağlamıştır.

Kaynakça

Aksu, M., & Turhan, F. (2012). Yeni Tehditler, Güvenliğin Genişleme Boyutları ve

İnsani Güvenlik. Uluslararası Alanya İşletme Fakültesi Dergisi, 4(2), 69-80.

Aldis, A., & Herd, G. (2004). Managing Soft Security Threats: Current Progress and

Future Prospects. European Security, 13, 169-186.

Arends, J. (2012). Homeros'dan Hobbes ve Ötesine: Avrupa Geleneğinde Güvenlik

Kavramı. M. Aydın, H. Brauch, N. Polat, M. Çelikpala, & U. Spring içinde,

Uluslararası İlişkilerde Çatışmadan Güvenliğe (B. Yavuz, Çev., s. 199-220).

İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Baldwin, D. (1997). The Concept of Security. Review of International Studies, 5-26.

Baylis, J. (2012). Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavramı. M. Aydın, H. Brauch, M.

Çelikpala, U. Spring, & N. Polat içinde, Uluslararası İlişkilerde Çatışmadan

Güvenliğe (B. Yavuz, Çev., s. 153-164). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi.

Page 231: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

231

Bellamy, A., & McDonald, M. (2004). Securing International Society: Towards an

English School Discourse of Security. Australian Journal of Political Science,

39(2), 307-330.

Betts, R. (1997). Should Strategic Studies Survive? World Politics, 50(1), 7-33.

Bilgin, P. (2003). Individual and Societal Dimensions of Security. International studies

Review, 203-222.

Bilgin, P. (2005). Turkey’s Changing Security Discourses: The Challenge of

Globalisation. European Journal of Political Research, 44, 175-201.

Bilgin, P. (2010). Güvenlik Çalışmalarında Yeni Açılımlar: Yeni Güvenlik Çalışmaları.

Stratejik Araştırmalar, 8(14), 69-96.

Birdişli, F. (2014). Eleştirel Güvenlik Çalışmaları Kapsamında Frankfurt Okulu ve

Soğuk savaş Sonrası Güvenlik Sorunlarına Eleştirel Bir Yaklaşım: Galler

Ekolü. Güvenlik Stratejileri Dergisi, 229-255.

Booth, K. (1991). Security and Emancipation. Review of International Studies, 17(4), 313-

326.

Booth, K. (1997). Security and Self: Reflections of a Fallen Realist. K. Krause, & M. C.

Williams içinde, Critical Security Studies: Concepts and Cases (s. 83-119).

Minneapolis: University of Minnesota.

Booth, K. (1999). Nuclearism, Human Rigths and Constructions of Security. The

International Journal of Human Rigths, 44-61.

Booth, K. (2004). Realities of Security: Editor's Introduction. International Relations, 5-

8.

Brauch, H. (2012). Güvenliğin Yeniden Kavramsallaştırılması: Barış, Güvenlik,

Kalkınma ve Çevre Kavramsal Dörtlüsü. M. Aydın, H. Brauch, M. Çelikpala,

U. Spring, & N. Polat içinde, Uluslararası İlişkilerde Çatışmadan Güvenliğe (Z.

Arkan, Çev., s. 167-198). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Brown, S. (1998). World Interests and the Changing Dimensions of Security. Nisan 12,

2017 tarihinde http://users.clas.ufl.edu:

http://users.clas.ufl.edu/rnolan/3333worldinterests.html adresinden alındı

Bruno, S., Khan, D.-E., Nolte, G., & Paulus, A. (2002). The Charter of The United

Nations: A Commentary. Oxford: Oxford University Press.

Page 232: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

232

Buzan, B. (1983). People, States and Fear. Brighton: Wheatsbeaf Books.

Carr, E. (2010). Yirmi Yıl Krizi, 1919-1939. (C. Cemgil, Çev.) İstanbul: Bilgi

Üniversitesi Yayınları.

COT Institute for Safety, Security and Crisis Management. (2007). Notions of Security:

Shifting Concepts and Perspectives. Hague: COT Institute for Safety, Security and

Crisis Management.

Çiçekçi, C. (2012). Uluslararası Güvenlik Çalışmaları: Uluslararası İlişkilerde Eleştirel

Güvenlik Kuramı. İstanbul: Kriter Yayın.

Dalby, S. (1997). Contesting and Essential Concept: Reading the Dilemmas in

Contemporary Security Discourse. Critical Security Studies-Concept and Cases, 3-

33.

Deudney, D. (1990). The Case Against Linking Environmental Degradation and

National Security. Millenium: Journal of International Studies, 19(3), 461-476.

Gilpin, R. (1986). The Richness of the Tradition of Political Realism. R. Keohane

içinde, Neorealism and Its Critics (s. 301-321). New York: Colombia University

Press. Nisan 30, 2017 tarihinde

https://www.academia.edu/11808971/_HIN_100508_Neorealism_and_Its_C

ritics_-_Robert_O._Keohane adresinden alındı

Haftendorn, H. (1991). The Security Puzzle: Theory-Building and Discipline-Building

in International Security. International Studies Quarterly(35), 3-17.

Held, D., & McGrew, A. (1998). The End of the Old Order? Globalization and the

Prospects for World Order. Review of International Studies, 24(5), 219-245.

Hobbes, T. (2013). Leviathan (12 b.). (S. Lim, Çev.) İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Jones, R. W. (1999). Security, Strategy and Critical Theory. Boulder: Lynne Rienner

Publishers.

King, G., & Murray, C. (2001). Rethinking Human Security. Political Science Quarterly,

585-610.

Kolodziej, E. (1992). Renaissance in Security Studies? Caveat Lector! International

Studies Quarterly, 36(4), 421-438.

Krause, K., & Williams, M. (1996). Broadening the Agenda of Security Studies:

Politics and Methods. Mershon International Studies Review, 40(2), 229-254.

Page 233: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

233

Mcsweeney, B. (1999). Security, Identity and Interest: A Sociology of International

Relations. Cambridge: Cambridge University Press.

Mearsheimer, J. (1994). The False Promise of International Institutions. International

Security, 19(3), 5-49.

Miller, B. (2001). The Concept of Security: Should it be Redefined? Journal of Strategic

Studies, 24(2), 13-42.

Neumann, I., & Sending, O. (2010). Governing the Global Polity: Practice,

Mentality,Rationality. Michigan: Michigan University Press.

Özkan, A. (2012). Sınıraşan Çevresel Zararlar ve Küresel Sorumluluk Rejimi.

Uluslararası İnsani Güvenlik Konferansı,, (s. 139-150). İstanbul.

Özkan, A. (2016). Güvenlik Paradigmasında Sınıraşan Bir Çevre Sorunsalı: Nükleer

Zarar. Alternatif Politika Dergisi, Çevre Özel Sayısı, 7(1), 128-159.

Poggi, G. (1978). The Development of the Modern State. Stanford: Stanford University

Press.

Rotschild, E. (1995). What is Security. Daedalus: The Quest for World Order, 124(3), 53-

98.

Rudolph, C. (2003). Globalization and Security: Migration and Evolving Conceptions

of Security in State Craft and Scholarship. Security Studies, 13(1), 1-32.

Smith, S. (1999). The Increasing Insecurity of Security Studies: Conceptualizing

Security in the Last Twenty Years. Contemporary Security Policy, 20(3), 72-101.

Spiegel, S., & Wehling , F. (1999). World Politics in a New Era. Fort Worth: Harcourt

Brace College Publishers.

Tang, S. (2009). The Security Dilemma: A Conceptual Analysis. Security Studies, 18(3),

587-623.

Tanrısever, O. (2014). Güvenlik. A. Eralp içinde, Devlet ve Ötesi: Uluslararası İlişkilerde

Temel Kavramlar (s. 107-124). İstanbul: İletişim Yayınları.

Tavas, T. (2011). Uluslararası Güvenlik Sisteminde Değişim: Kolektf Müdahale

Doktrininin Yükselişi. Yayımlanmamış Doktora Tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Terriff, T., Croft, S., James, L., & Morgan, P. (2000). Security Studies Today. Malden:

Blackwell Publishers.

Page 234: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

234

Ullman, R. (1983). Redefining Security. Internatonal Security, 8(1), 129-153.

Wæver, O. (1995). Securitization and Desecuritization. R. Lipschutz içinde, On

Security (s. 46-87). New York: Colombia University Press.

Wæver, O. (2007). Peace and Security: Two Evolving Concepts and Their Changing.

H. Brauch, U. Oswald Spring, C. Mesjasz, J. Grin, P. Dunay, N. Behera, . . . P.

Liotta içinde, Globalization and Environmental Challenges (s. 99-111). Berlin–

Heidelberg–New York: Springer.

Wæver, O., Buzan, B., Kelstrup, M., & Lemaitre, P. (1993). Identity, Migrationand the

New Security Agenda in Europe. New York: St. Martin's Press.

Walt, S. M. (1991). The Renaissance of Security Studies. International Studies Quarterly,

35(2), 211-239.

Waltz, K. N. (1979). Theory of International Politics. Reading: Addison-Wesley.

Wolfers, A. (1952). "National Security" as an Ambiguous Symbol. Political Scence

Quarterly, 67(4), 481-502.

Zielonka, J. (1991). Europe's Security: A Great Confusion. International Affairs (Royal

Institute of International Affairs 1944-), 67(1), 127-137.

Page 235: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar 2017 - Autumn 201

267

MINT ÜLKELERİNDE İHRACATIN AÇIKLANMIŞ

KARŞILAŞTIRMALI ÜSTÜNLÜKLER PERSPEKTİFİNDEN ANALİZİ:

TARIM VE GIDA ÜRÜNLERİ ÖRNEĞİ

Güçgeldi BASHİMOV1

Özet

Tarım sektörü MINT ekonomilerinin en önemli sektörünü oluşturmakta ve bu

sektör MINT ülkelerinin dış ticaretinde ve ekonomik kalkınmasında önemli rol

oynamaktadır. Son 15 yıllık dönemde tarımsal gıda ürünleri ihracatı 3 kattan fazla bir

artış göstermiştir. Bugün, MINT ülkeleri birçok tarımsal gıda ürünlerin üreticisi ve

aynı zamanda ihracatçısıdır. Bu çalışmada MINT ülkelerinin (Meksika, Endonezya,

Nijerya ve Türkiye) tarımsal hammaddeler ile gıda ürünlerinin karşılaştırmalı

üstünlüğü analiz edilmiştir. Çalışmada Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler,

Açıklanmış Simetrik Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Ticaret Dengesi İndeksinden

yararlanılmıştır. Analiz aşamasında 2001-2015 dönemine ait Uluslararası Ticaret

Merkezi’nin verileri kullanılmıştır. AKÜ ve ASKÜ indeks sonuçlarına göre,

Endonezya ve Türkiye yüksek rekabet gücüne sahipken, Meksika ve Nijerya tarımsal

hammaddeler ve gıda ürünlerinde düşük rekabet gücüne sahiptir. Araştırma

sonucuna göre, Türkiye tarımsal hammaddeler ve gıda maddelerinde net ihracatçı

ülke konumunda iken, Endonezya tarımsal hammaddelerde ve Meksika gıda

maddelerinde net ihracatçı ülkedir. Nijerya ise söz konusu ürünlerde net ithalatçı

ülkedir.

Anahtar Kelimeler: AKÜ, Dış ticaret, MINT ülkeleri, Tarımsal gıda ürünleri.

ANALYSIS OF EXPORT FROM THE PERSTECTIVE OF REVEALED COMPARATIVE

ADVANTAGES IN MINT COUNTRIES: CASE STUDY OF AGRICULTURAL FOOD

PRODUCTS

1 Ömer Halisdemir Üniversitesi, SBE Doktora Öğrencisi

Eposta: [email protected]

Page 236: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

236

Abstract

Agriculture sector is one of the key sectors of MINT economies. It is plays an

important role in MINT’s foreign trade and economic development. In the last 15

years, the export of agricultural food products has grown more than 3 times. Today,

MINT countries are major producer and exporter of many agricultural food

products. In this study examined the comparative advantage of agricultural and food

products of MINT countries. In study the Revealed Comparative Advantage,

Revealed Symmetric Comparative Advantage and Trade Balance Index was used.

The study used International Trade Centre statistical data for the period 2001-2015.

The estimate of RCA and RSCA show that the competitiveness is high in agricultural

raw materials and foodstuffs in Indonesia and Turkey. It was found that the

competitiveness is low in Mexico and Nigeria. Findings show that Turkey is a net

exporter in both product groups. Indonesia is a net exporter in agricultural raw

materials and Mexico is in foodstuffs. Nigeria is a net importer country in both

product groups.

Keywords: RCA, Foreign trade, MINT countries, Agricultural food products

1. Giriş

Tarım, temel gıda maddeleri üretimini garanti ederek, nüfusun önemli bir

kısmına istihdam imkânı yaratarak, sınai sektöre emek, ara malı ve piyasa

sağlayarak, ekonomiye döviz kazandırarak ve iç piyasanın genişlemesine yol açarak

ekonomik gelişme sürecine katkıda bulunmaktadır. Ayrıca çoğu gelişmekte olan

ülkede kırsal alanlarda yaşayanların geçimlerini sağladıkları temel sektör tarımdır

(Doğan, 2009: 22). Tarım sektörü çok farklı açılardan toplumu etkilemektedir.

Tarımın etkileri ve katkıları genel olarak şu beş başlık altında toplanabilmektedir:

ekonomik kalkınma, yoksulluğun azaltılması, cinsiyet eşitliği sağlama, gıda

güvenliği ve çevresel sürdürülebilirlik (Özertan, 2013: 12).

Tarım sektörü, günümüze kadar ülkelerin ekonomik ve sosyal hayatında çok

önemli görevler üstlenmiştir. Tarım sektörü, ülkelerin gelişmişlik düzeyi ne olursa

olsun, tüm ülkelerin ekonomik hayatlarında önemli bir yere sahiptir (Doğan ve ark.,

2015: 30-31). Günümüzde tarım sektörünün tüm devletler için stratejik ve yaşamsal

değeri olan önemli bir ekonomik faaliyet olduğu kabul edilmektedir. Bu sektör

MINT ülkelerinde de genel ekonomik sistemin ayrılmaz bir parçasını

oluşturmaktadır. Tarım sektörü uzun yıllardan beri MINT ekonomilerinde önemini

Page 237: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

237

korumaktadır. Tarım sektörü sadece zorunlu gıda maddelerinin üretiminin yapıldığı

bir sektör olmayıp, aynı zamanda sanayi sektörünün birçok alanına hammadde

sağlaması ve ihracat yoluyla önemli miktarda döviz girdisi sağlaması bakımından

ayrı bir öneme sahiptir. Dolayısıyla tarım sektörü günümüzde de ekonominin önemli

üretim kollarından biri olarak faaliyetini devam ettirmektedir.

Bu çalışmada MINT ülkelerinin tarımsal gıda ürünlerdeki karşılaştırmalı

üstünlüğü incelenmiştir. MINT ülkeleri kavramı ilk kez Jim O’Neill tarafından ortaya

atılmış ve günümüzde sıklıkla kullanılan terim haline gelmiştir. Dünya ekonomisinin

“Yeni Dörtlü”sü olarak adlandırılan MINT ülkeleri Meksika, Endonezya, Nijerya ve

Türkiye’yi içine almaktadır. MINT ülkelerinin tarımsal gıda ürünlerdeki

karşılaştırmalı üstünlüğünün belirlenmesinde Açıklanmış Karşılaştırmalı

Üstünlükler, Açıklanmış Simetrik Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Ticaret Dengesi

İndeksi kullanılmıştır. Çalışmada 2001-2015 dönemi analiz edilmiş ve HS 2 haneli

sınıflandırma düzeyi kullanılmıştır.

2. Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi

Karşılaştırmalı üstünlük kavramı, dış ticaret yapısının açıklanması

bakımından uluslararası ticaret teorileri arasında önemli bir kavramı

oluşturmaktadır. Karşılaştırmalı üstünlük kavramı ilk kez David Ricardo tarafından

ortaya atılmıştır. Ricardo’ya göre uluslararası ticaretin temelini karşılaştırmalı

üstünlükler oluşturmaktadır (Seyidoğlu, 2013: 8; Agustin ve ark., 2014: 40).

Ricardiyan teoriye göre, ülkeler karşılaştırmalı olarak üstünlüğe sahip oldukları

ürünlerin üretiminde uzmanlaşmalı ve bu ürünleri ihraç etmeliler. Böylece ülkeler

uluslararası ticarette rekabet üstünlüğü elde edebileceklerdir. Teoriye göre, ülkeler

arasındaki karşılaştırmalı üstünlüğün kaynağını maliyetler ve teknolojik farklılıklar

oluşturmaktadır (Sinanan ve Hosein, 2012: 16).

Karşılaştırmalı üstünlükler temel olarak “uzmanlaşma” düşüncesine

dayanmaktadır. Tıpkı bir bireyin uzmanlaşmasında olduğu gibi ülkeler de belli mal

ve hizmetlerin üretiminde uzmanlaşırlar. Bu belli mal ve hizmetlerin üretimi

ülkelerin karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu üretim dallarında gerçekleşir

(Utkulu, 2005: 3). Ricardo, dış ticarette hangi ülke daha karlıdır veya hangi ülke daha

kazançlıdır, sorusu üzerinde durmamıştır. Önemli olan dış ticarete girişmektir. Dış

ticaret yapan her iki ülke de bu ticaretten toplumsal bir kazanç sağlar (Yılmaz, 2014:

31).

Page 238: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

238

Karşılaştırmalı üstünlük kavramına bir ilave de 1919’da E. Heckscher ve

1930’da B. Ohlin tarafından yapılmış ve Faktör Donatımı Teorisi olarak

adlandırılmıştır. Bu teori karşılaştırmalı üstünlüklere değişik bir yorum getirmekte

ve onun ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmektedir. Buna göre, bir ülke hangi

üretim faktörüne zengin olarak sahipse, üretimi o faktöre yoğun biçimde dayanan

mallarda karşılaştırmalı üstünlük elde eder; yani onları daha ucuza üretir ve o

alanlarda uzmanlaşır (Seyidoğlu, 2015: 84).

Uluslararası ticaretin belirleyicisi olan karşılaştırmalı üstünlükleri ortaya atan

Ricardo, teoride daha çok fiziksel ve doğal etkileri vurgularken, daha sonraki

ekonomistler ağırlıklı olarak faktör donatımı, teknoloji ve insan faktörü üzerinde

durmuşlardır. Ricardo’dan başlayarak Mill’e, Marshall’a, Heckscher-Ohlin’e ve

çağdaş ekonomistlere kadar karşılaştırmalı üstünlüklerin teorik gelişimi devam

etmiştir (Goldin, 1990).

3. Literatür Araştırması

Bugüne kadar çeşitli ülkelerde tarım sektörünün karşılaştırmalı üstünlüğünü

ölçmek için çok sayıda çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaların önemli bir kısmı ise

Balassa indeksi olarak da bilinen Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler indeksi

kullanılarak yapılan çalışmalardır. Çeşitli ülkelerde tarım sektörünün karşılaştırmalı

üstünlüğünü ölçmeye yönelik yapılmış önemli çalışmalardan bazıları hakkında kısa

bilgiler Tablo 1’de sunulmuştur.

Tablo 1. Literatürdeki Örnek Çalışmalar

Yazar Kullanılan İndeks Ülke Sonuç

Gorton ve

ark. (2000)

Açıklanmış

Karşılaştırmalı

Üstünlükler indeksi

ile Yerel Kaynak

Maliyeti indeksi

Bulgaristan

ve Çek

Cumhuriyeti

Bulgaristan ve Çek Cumhuriyeti’nin

hububat ihracatında karşılaştırmalı

üstünlüğe sahip olduğu belirlenmiştir.

Fertö ve

Hubbard

(2003)

Balassa ve Vollrath

indeksleri

Macaristan Araştırma sonucunda Macaristan’ın

hayvansal ürünlerde karşılaştırmalı

üstünlüğe sahip olduğu tespit

edilmiştir.

Bielik ve

Qineti (2010)

Açıklanmış

Karşılaştırmalı

Üstünlükler indeksi

Çek

Cumhuriyeti

ve Slovakya

Sonuç olarak her iki ülkenin de tarım

ürünleri ihracatındaki karşılaştırmalı

üstünlüklerinin sürekli arttığı tespit

Page 239: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

239

edilmiştir.

Çoban ve

ark. (2010)

Açıklanmış

Karşılaştırmalı

Üstünlükler indeksi

Türkiye Türkiye’nin AB ülkeleri karşısında yai

meyve ve sebze, şeker ve şeker

ürünlerinde karşılaştırmalı üstünlüğe

sahip olduğu belirlenmiştir.

Cao ve ark.

(2011)

Açıklanmış

Karşılaştırmalı

Üstünlükler indeksi

Çin Çin’in Orta Asya ülkeleri karşısındaki

rekabet gücü analiz edilmiştir. Sonuç

olarak, Çin’in tarımsal gıda ürünlerinde

rekabet gücünün düşük olduğu

belirlenmiştir.

Bakhshinejad

ve

Hassanzadeh

(2012)

Açıklanmış

Karşılaştırmalı

Üstünlükler indeksi

İran İran’ın seçilmiş tarım ürünlerindeki

(ceviz, badem, fındık, elma ve portakal)

karşılaştırmalı üstünlüğü analiz

edilmiştir. Sonuç olarak, İran’ın söz

konusu ürünlerde karşılaştırmalı

dezavantaja sahip olduğu

belirlenmiştir.

Kanaka ve

Chinadurai

(2012)

Açıklanmış

Karşılaştırmalı

Üstünlükler indeksi

Hindistan Araştırma bulgularına göre Hindistan

pirinç, çay, yer fıstığında karşılaştırmalı

üstünlüğe sahiptir.

Ervani (2013) Ticaret Dengesi

indeksi

Endonezya Endonezya’nın tarımsal ürünlerde net

ihracatçı ülke olduğu ve tarımsal

ürünlerde uzmanlaşma düzeyinin

giderek arttığı belirlenmiştir.

Ishchukova

ve Smutka

(2013)

Balassa, Vollrath ve

Lafay indeksleri

Rusya Sonuç olarak, Rusya tahıl ve bitkisel

yağ ihracatında karşılaştırmalı

üstünlüğe sahiptir.

Sarker ve

Ratnasena

(2014)

Açıklanmış

Karşılaştırmalı

Üstünlükler indeksi

Kanada Kanada’nın başlıca tarım ürünlerindeki

(buğday, sığır eti ve domuz eti) rekabet

gücünü analiz etmişlerdir. Araştırma

bulgularına göre Kanada buğday

ihracatında karşılaştırmalı avantaja

sahip iken, sığır eti ve domuz eti

ihracatında karşılaştırmalı dezavantaja

sahiptir.

Peker (2015) Açıklanmış

Karşılaştırmalı

Türkiye Türkiye hububat-baklagil alt

sektörünün Avrupa Birliği pazarı

Page 240: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

240

Üstünlükler indeksi karşısındaki rekabet gücü analiz

edilmiştir. Sonuç olarak, Türkiye’nin

AB pazarı karşısında mercimek ve

nohutta yüksek rekabet gücüne sahip

olduğu belirlenmiştir.

Bashimov

(2016)

Açıklanmış

Karşılaştırmalı

Üstünlükler indeksi

Rusya 2001-2013 dönemi için Rusya’nın tarım

ürünleri ihracatındaki rekabet gücü

analiz edilmiştir. Hesaplamalar sonucu

Rusya’nın hububat, örülmeye elverişli

bitkisel maddeler, hayvansal ve bitkisel

yağlar, kakao ve kakao ürünleri ile

tütün ve tütün mamaullerinde rekabet

gücüne sahip olduğu saptanmıştır.

4. Materyal ve Yöntem

Bu çalışmada ikincil veriler kullanılmıştır. Araştırmada kullanılan dış ticaret

verileri dolar bazında olup Uluslararası Ticaret Merkezi’nin veri tabanından

derlenmiştir. Araştırma 2001-2015 dönemini kapsamaktadır. Çalışmada

Uyumlaştırılmış (Armonize) Mal Tanım ve Kod Sistemi (Harmonized Commodity

Desctription and Coding System) kullanılmıştır. HS sınıflandırması içerisinde yer

alan tarım ürünleri, tarımsal hammaddeler ve gıda maddeleri olarak ele alınmıştır.

Çalışmada kullanılan tarım ve gıda ürünleri HS 2 haneli sınıflandırmaya göre şu

şekildedir:

Tarımsal hammaddeler: HS 01 (Canlı hayvanlar), HS 02 (Etler ve yenilen

sakatat), HS 03 (Balıklar ve diğer deniz ürünleri), HS 04 (Süt ve süt ürünleri), HS 05

(Diğer hayvansal menşeli ürünler), HS 06 (Canlı ağaçlar ve diğer bitkiler), HS 07 (Yaş

sebzeler), HS 08 (Yaş meyveler), HS 09 (Kahve ve çay), HS 10 (Hububat), HS 11

(Değirmencilik ürünleri), HS 12 (Yağlı tohum ve meyvalar), HS 13 (Lak, sakız, reçine

ve diğer bitkisel özsu ve hülasalar), HS 14 (Örülmeye elverişli bitkisel maddeler) ve

HS 15 (Hayvansal ve bitkisel katı ve sıvı yağlar).

Gıda maddeleri: HS 16 (Et ve deniz ürünlerinin müstahzarları), HS 17 (Şeker ve

şeker mamulleri), HS 18 (Kakao ve kakao müstahzarları), HS 19 (Esasını hububat, un,

nişasta veya süt teşkil eden müstahzarlar), HS 20 (Sebzeler, meyveler ve bitkilerin

diğer kısımlarından elde edilen müstahzarlar), HS 21 (Yenilen çeşitli gıda

Page 241: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

241

müstahzarları), HS 22 (Meşrubat, alkollü içkiler ve sirke) ve HS 23 (Gıda sanayiinin

kalıntı ve döküntüleri) ve HS 24 (Tütün ve tütün mamulleri)

Tarım ve gıda ürünlerinin karşılaştırmalı üstünlüğünün belirlenmesinde

kullanılan ilk ölçüt Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler indeksidir. Açıklanmış

Karşılaştırmalı Üstünlükler (AKÜ) indeksi ilk kez Liesner tarafından ortaya atılmış,

daha sonra ise Bela Balassa tarafından yeniden tanımlanarak geliştirilmiş, bu nedenle

Balassa indeksi olarak da adlandırılmaktadır. Balassa’nın AKÜ yaklaşımı,

karşılaştırmalı üstünlüğün gerçek biçiminin ticaret sonrası verilerden

gözlemlenebileceğini varsaymaktadır. Bu yaklaşım ile Balassa, bir ülkenin ilgili mal

ya da sektörde ‘açıklanmış’ karşılaştırmalı avantaja sahip olup olmadığını

belirlemeye çalışmaktadır (Utkulu ve İmer, 2009: 29-30; Şahinli, 2012: 93). Balassa’nın

AKÜ indeksi şu şekilde formüle edilmektedir:

(1)

Eşitlik 1’de, AKÜij, ‘i’ ülkesinin ‘j’ sektörü için açıklanmış karşılaştırmalı

üstünlükler indeksini, Xij ‘i’ ülkesinin ‘j’ sektörünün ihracatını, Xi ‘i’ ülkesinin toplam

ihracatını, Xwj ‘j’ sektörünün dünya ihracatını ve Xw dünyanın toplam ihracatını

göstermektedir. İndeks değerinin 1’den büyük olduğu hallerde ülkenin ilgili malda

açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu, indeks değerinin 1’den küçük

olduğu hallerde ise, ülkenin ilgili malda karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olmadığı

sonucuna ulaşılmaktadır (Ervani, 2013: 57; Mushanyuri ve Mzumara, 2013: 38).

Bununla beraber, eğer AKÜ>4 ise güçlü bir karşılaştırmalı üstünlük; 2<AKÜ<4 orta

derecede karşılaştırmalı üstünlük; 1<AKÜ<2 zayıf bir karşılaştırmalı üstünlük;

0<AKÜ<1 ise karşılaştırmalı dezavantaj söz konusudur (Hinloopen ve Marrewijk,

2001: 13).

Çalışmada kullanılan ikinci ölçüt Açıklanmış Simetrik Karşılaştırmalı

Üstünlükler (ASKÜ) indeksidir. Bu indeks aşağıdaki şekilde formüle edilmektedir:

(2)

ASKÜ indeksi -1 ile +1 arasında bir değer almaktadır. Eğer indeks değeri

pozitif ise ulke o üründe rekabet gücüne (karşılaştırmalı avantaja) sahiptir. Eğer

indeks değeri negatif ise ülke o ürünün ticaretinde karşılaştırmalı dezavantaja

sahiptir (Laursen, 1998: 2).

Karşılaştırmalı üstünlüğün ölçümünde kullanılan son ölçüt Ticaret Dengesi

İndeksidir (TBI). Lafay tarafından geliştirilen bu indeks bir ülkenin ilgili üründe net

ihracatçı veya net ithalatçı olup olmadığını belirlemek için kullanılmaktadır

Page 242: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

242

(Widodo, 2008: 159; Ishchukova ve Smutka, 2013: 16). İndeks şu şekilde formüle

edilmektedir:

(3)

Eşitlik 3’de ‘X’ ve ‘M’ sırasıyla ihracatı ve ithalatı göstermektedir. TBI indeksi -

1 ile +1 arasında bir değer almaktadır. Eğer indeks değeri +1 ise ülkenin net ihracatçı

konumda olduğu söylenir. Buna karşın eğer indeks değeri -1 ise ülkenin net ithalatçı

konumda olduğu söylenir. Eğer indeks değeri 0 ise ülkenin ihracat ve ithalat

değerlerinin birbirine eşit olduğu söylenir (Ma, 2013: 138; Altay Topçu ve Sümerli

Sarıgül, 2015: 336).

ASKÜ ve TBI indeksleri kullanılarak ürün haritası oluşturulmaktadır. Ürün

haritası dört farklı gruptan (A, B, C, D) oluşmaktadır. Bu gruplar Tablo 2’deki gibi

açıklanabilir (Widodo, 2008: 160):

Tablo 2. Ürün Haritası

Açıklanmış Simetrik Karşılaştırmalı Üstünlükler İndeksi (RSCA)

RSCA>0

Grup B:

Karşılaştırmalı Üstünlük-

Net İthalatçı

(RSCA>0 ve TBI<0)

Grup A:

Karşılaştırmalı Üstünlük-

Net İhracatçı

(RSCA>0 ve TBI>0)

RSCA<0

Grup D:

Karşılaştırmalı Dezavantaj-

Net İthalatçı

(RSCA<0 ve TBI<0)

Grup C:

Karşılaştırmalı Dezavantaj-

Net İhracatçı

(RSCA<0 ve TBI>0)

TBI<0 TBI>0

Ticaret Dengesi İndeksi (TBI)

5. Bulgular

Tablo 3’de tarım ve gıda ürünlerinde ele alınan ülkeler için Açıklanmış

Karşılaştırmalı Üstünlükler (AKÜ) indeks değerleri yer almaktadır. Endonezya

tarımsal hammadelerde söz konusu yılların tamamında karşılaştırmalı üstünlüğe

sahiptir. Gıda maddelerinde ise 2013 yılına kadar karşılaştırmalı dezavantaj durumu

bu yıldan itibaren karşılaştırmalı avantaja bırakmıştır. Ele alınan yıllarda gerek

Page 243: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

243

tarımsal hammaddelerin gerekse gıda maddelerinin AKÜ indeks değerli sürekli artış

göstermiştir. Endonezya tarımsal hammaddelerde orta derecede karşılaştırmalı

üstünlüğe (2<AKÜ<4) sahipken, gıda maddelerinde ise zayıf bir karşılaştırmalı

üstünlüğe (1<AKÜ<2) sahiptir.

Analiz sonucunda Meksika ile Nijerya’nın tarımsal hammaddeler ve gıda

maddelerinde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olmadıkları görülmüştür. Nitekim, söz

konusu ürünlerde AKÜ indeks değeri 1’den küçüktür (0<AKÜ<1). Türkiye ise ele

alınan yılların tamamında hem tarımsal hammaddelerde hem de gıda maddelerinde

karşılaştırmalı üstünlüğe sahiptir. Söz konusu ürünlerde AKÜ indeks değeri 1’den

büyüktür. Araştırma bulgularına göre Türkiye’nin tarım ve gıda ürünlerinde rekabet

güçleri giderek zayıflamaktadır. Örneğin, 2001-2015 yılları arasında Türkiye’nin

tarımsal hammaddeler sektörüne ait AKÜ indeks değeri 1,66’dan 1,31’e ve gıda

maddeleri sektörüne ait AKÜ indeks değeri 1,87’den 1,49’a gerilemiştir.

Tablo 3. Tarım ve Gıda Ürünlerinde AKÜ İndeks Değerleri

Yıllar Sektör Endonezya Meksika Nijerya Türkiye

2001 Tarımsal hammaddeler

1,50 0,69 0,00 1,66

Gıda maddeleri 0,73 0,67 0,00 1,87

2002 Tarımsal hammaddeler

1,93 0,65 0,07 1,34

Gıda maddeleri 0,88 0,72 0,20 1,41

2003 Tarımsal hammaddeler

1,96 0,74 0,00 1,33

Gıda maddeleri 0,81 0,73 0,00 1,40

2004 Tarımsal hammaddeler

2,29 0,78 na 1,27

Gıda maddeleri 0,84 0,77 na 1,46

2005 Tarımsal hammaddeler

2,26 0,77 na 1,56

Gıda maddeleri 0,87 0,85 na 1,58

2006 Tarımsal hammaddeler

2,37 0,79 0,09 1,43

Gıda maddeleri 0,88 0,93 0,01 1,47

Page 244: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

244

2007 Tarımsal hammaddeler

2,92 0,74 0,17 1,19

Gıda maddeleri 0,89 0,88 0,39 1,34

2008 Tarımsal hammaddeler

3,26 0,70 0,11 1,08

Gıda maddeleri 1,02 0,92 0,33 1,26

2009 Tarımsal hammaddeler

2,72 0,76 0,35 1,25

Gıda maddeleri 0,98 0,95 0,99 1,26

2010 Tarımsal hammaddeler

2,78 0,70 0,38 1,36

Gıda maddeleri 0,97 0,93 0,63 1,40

2011 Tarımsal hammaddeler

2,73 0,71 0,15 1,36

Gıda maddeleri 0,85 0,95 0,40 1,40

2012 Tarımsal hammaddeler

2,97 0,73 0,42 1,24

Gıda maddeleri 0,92 0,86 1,16 1,36

2013 Tarımsal hammaddeler

2,80 0,71 0,51 1,34

Gıda maddeleri 1,03 0,92 0,91 1,49

2014 Tarımsal hammaddeler

3,08 0,74 0,17 1,30

Gıda maddeleri 1,17 0,87 0,35 1,54

2015 Tarımsal hammaddeler

3,21 0,80 0,23 1,31

Gıda maddeleri 1,24 0,87 0,41 1,49

Kaynak: INTRACEN verileri kullanılarak yazar tarafından hesaplanmıştır.

na: ilgili yıla ilişkin verilerden birine ulaşılamadığını göstermektedir.

Tarım ve gıda ürünlerinde ele alınan ülkeler için hesaplanan Açıklanmış

Simetrik Karşılaştırmalı Üstünlükler indeks değerleri Tablo 4’de sunulmuştur. Buna

göre tarımsal hammaddeler ve gıda maddelerinde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip

olan ülkeler arasında Endonezya ve Türkiye yer almaktadır. Meksika ve Nijerya ise

Page 245: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

245

söz konusu ürünlerde karşılaştırmalı dezavantaja sahiptir. Hesaplamalar sonucunda

dikkat çeken bir husus da ele alınan ürünlerde Endonezya’nın rekabet gücü artarken,

Türkiye’nin rekabet gücünün giderek azaldığıdır. Örneğin, ele alınan dönemde

Endonezya’nın tarımsal hammaddelerdeki AKÜ indeks değeri 0,20’den 0,53’e

yükselirken, gıda maddelerindeki AKÜ indeks değeri -0,16’dan 0,11’e yükselmiştir.

Aynı dönemde Türkiye’nin tarımsal hammaddelerdeki AKÜ indeks değeri 0,25’den

0,13’e gerilerken, gıda maddelerindeki AKÜ indeks değeri 0,30’dan 0,20’ye

gerilemiştir.

Tablo 4. Tarım ve Gıda Ürünlerinde ASKÜ İndeks Değerleri

Yıllar Sektör Endonezya Meksika Nijerya Türkiye

2001 Tarımsal hammaddeler

0,20 -0,18 -0,99 0,25

Gıda maddeleri -0,16 -0,19 -1,00 0,30

2002 Tarımsal hammaddeler

0,32 -0,21 -0,87 0,15

Gıda maddeleri -0,06 -0,16 -0,67 0,17

2003 Tarımsal hammaddeler

0,32 -0,15 -0,99 0,14

Gıda maddeleri -0,11 -0,15 -0,99 0,17

2004 Tarımsal hammaddeler

0,39 -0,12 na 0,12

Gıda maddeleri -0,09 -0,13 na 0,19

2005 Tarımsal hammaddeler

0,39 -0,13 na 0,22

Gıda maddeleri -0,07 -0,08 na 0,23

2006 Tarımsal hammaddeler

0,41 -0,12 -0,84 0,18

Gıda maddeleri -0,06 -0,04 -0,98 0,19

2007 Tarımsal hammaddeler

0,49 -0,15 -0,71 0,09

Gıda maddeleri -0,06 -0,07 -0,43 0,15

2008 Tarımsal hammaddeler

0,53 -0,18 -0,80 0,04

Page 246: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

246

Gıda maddeleri 0,01 -0,04 -0,50 0,12

2009 Tarımsal hammaddeler

0,46 -0,14 -0,48 0,11

Gıda maddeleri -0,01 -0,02 -0,01 0,12

2010 Tarımsal hammaddeler

0,47 -0,18 -0,45 0,15

Gıda maddeleri -0,02 -0,04 -0,23 0,17

2011 Tarımsal hammaddeler

0,46 -0,17 -0,74 0,15

Gıda maddeleri -0,08 -0,03 -0,43 0,17

2012 Tarımsal hammaddeler

0,50 -0,16 -0,41 0,11

Gıda maddeleri -0,04 -0,07 0,07 0,15

2013 Tarımsal hammaddeler

0,47 -0,17 -0,32 0,15

Gıda maddeleri 0,01 -0,04 -0,05 0,20

2014 Tarımsal hammaddeler

0,51 -0,15 -0,72 0,13

Gıda maddeleri 0,08 -0,07 -0,48 0,21

2015 Tarımsal hammaddeler

0,53 -0,11 -0,63 0,13

Gıda maddeleri 0,11 -0,07 -0,42 0,20

Kaynak: INTRACEN verileri kullanılarak yazar tarafından hesaplanmıştır.

na: ilgili yıla ilişkin verilerden birine ulaşılamadığını göstermektedir.

Tablo 5’de Ticaret Dengesi İndeksine göre ele alınan ülkelerin tarımsal

hammddeler ve gıda maddelerinde rekabet gücü değerleri sunulmaktadır. Buna göre

tarımsal hammaddelerde Endonezya ve Türkiye net ihracatçı ülke konumunda iken,

Meksika ve Nijerya net ithalatçı ülke konumundadır. Gıda maddelerinde ise Türkiye

ve Meksika net ihracatçı ülke konumunda iken, Endonezya ve Nijerya net ithalatçı

ülke konumundadır. Ele alınan ülkelere ait Ticaret Dengesi İndeks değerleri

incelendiğinde Türkiye’nin tarımsal hammaddeler ve gıda maddelerindeki indeks

değerlerinde bir azalma görülürken, diğer ülkelere ait indeks değerlerinde ise artış

söz konusudr.

Page 247: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

247

Tablo 5. Tarım ve Gıda Ürünlerinde Ticaret Dengesi İndeks Değerleri

Yıllar Sektör Endonezya Meksika Nijerya Türkiye

2001 Tarımsal hammaddeler

0,35 -0,22 -1,00 0,45

Gıda maddeleri -0,03 0,11 -1,00 0,44

2002 Tarımsal hammaddeler

0,37 -0,26 -0,91 0,24

Gıda maddeleri 0,13 0,12 -0,66 0,39

2003 Tarımsal hammaddeler

0,39 -0,21 -0,99 0,18

Gıda maddeleri 0,02 0,08 -0,99 0,37

2004 Tarımsal hammaddeler

0,43 -0,20 na 0,27

Gıda maddeleri -0,03 0,08 na 0,34

2005 Tarımsal hammaddeler

0,50 -0,19 na 0,37

Gıda maddeleri -0,02 0,10 na 0,41

2006 Tarımsal hammaddeler

0,47 -0,18 -0,89 0,35

Gıda maddeleri 0,03 0,14 -0,95 0,41

2007 Tarımsal hammaddeler

0,47 -0,24 -0,86 0,19

Gıda maddeleri -0,07 0,10 -0,45 0,36

2008 Tarımsal hammaddeler

0,54 -0,30 -0,67 -0,01

Gıda maddeleri 0,03 0,12 -0,05 0,32

2009 Tarımsal hammaddeler

0,50 -0,18 -0,54 0,20

Gıda maddeleri 0,04 0,17 0,15 0,36

2010 Tarımsal hammaddeler

0,48 -0,19 -0,35 0,16

Page 248: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

248

Gıda maddeleri -0,01 0,17 0,07 0,34

2011 Tarımsal hammaddeler

0,41 -0,21 -0,85 0,05

Gıda maddeleri -0,08 0,18 -0,73 0,32

2012 Tarımsal hammaddeler

0,48 -0,19 -0,33 0,11

Gıda maddeleri -0,14 0,14 0,32 0,29

2013 Tarımsal hammaddeler

0,46 -0,16 -0,26 0,16

Gıda maddeleri -0,12 0,18 -0,25 0,28

2014 Tarımsal hammaddeler

0,46 -0,13 -0,73 0,10

Gıda maddeleri -0,07 0,18 -0,39 0,33

2015 Tarımsal hammaddeler

0,50 -0,04 -0,65 0,13

Gıda maddeleri -0,02 0,19 -0,45 0,32

Kaynak: INTRACEN verileri kullanılarak yazar tarafından hesaplanmıştır.

na: ilgili yıla ilişkin verilerden birine ulaşılamadığını göstermektedir.

Tablo 6’da ele alınan ülkelerin tarımsal hammaddeler ve gıda maddelerinin

ürün haritası yer almaktadır. Araştırma bulgularına göre Endonezya tarımsal

hammaddelerde A grubunda yer almaktadır. Gıda maddelerinde ise ilk yıllarda D ve

C grubunda yer almışken, 2013 yılından bu yana B grubunda yer almaktadır. Yani

gıda maddelerinde karşılaştırmalı dezavantaj-net ithalatçı konum son yıllarda yerini

karşılaştırmalı üstünlük-net ithalatçı konuma bırakmıştır. Meksika tarımsal

hammaddelerde karşılaştırmalı dezavantaj ve net ithalatçı konumda (D grubu) iken,

gıda maddelerinde ise karşılaştırmalı dezavantaj ve net ihracatçı konumdadır (C

grubu). Nijerya’nın tarımsal hammaddeler ve gıda maddelerinde karşılaştırmalı

dezavantaj ve net ithalatçı konumda (D grubu) olduğu görülmektedir. Türkiye ise

tarımsal hammaddeler ve gıda maddelerinde A grubunda yer almaktadır. Buna göre,

Türkiye söz konusu ürünlerde karşılaştırmalı üstünlük ve net ihracatçı konumdadır.

Page 249: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

249

Tablo 6. Tarım ve Gıda Ürünlerine Ait Ürün Haritası

Yıllar Sektör Endonezya Meksika Nijerya Türkiye

2001 Tarımsal hammaddeler

A D D A

Gıda maddeleri D C D A

2002 Tarımsal hammaddeler

A D D A

Gıda maddeleri C C D A

2003 Tarımsal hammaddeler

A D D A

Gıda maddeleri C C D A

2004 Tarımsal hammaddeler

A D na A

Gıda maddeleri D C na A

2005 Tarımsal hammaddeler

A D na A

Gıda maddeleri D C na A

2006 Tarımsal hammaddeler

A D D A

Gıda maddeleri C C D A

2007 Tarımsal hammaddeler

A D D A

Gıda maddeleri D C D A

2008 Tarımsal hammaddeler

A D D B

Gıda maddeleri A C D A

2009 Tarımsal hammaddeler

A D D A

Gıda maddeleri C C C A

2010 Tarımsal hammaddeler

A D D A

Gıda maddeleri D C C A

2011 Tarımsal hammaddeler

A D D A

Page 250: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

250

Gıda maddeleri D C D A

2012 Tarımsal hammaddeler

A D D A

Gıda maddeleri D C A A

2013 Tarımsal hammaddeler

A D D A

Gıda maddeleri B C D A

2014 Tarımsal hammaddeler

A D D A

Gıda maddeleri B C D A

2015 Tarımsal hammaddeler

A D D A

Gıda maddeleri B C D A

Kaynak: INTRACEN verileri kullanılarak yazar tarafından hesaplanmıştır.

Ürün Haritası: Grup A: Karşılaştırmalı Üstünlük-Net İhracatçı, Grup B: Karşılaştırmalı Üstünlük-Net İthalatçı, Grup C: Karşılaştırmalı Dezavantaj-Net İhracatçı, Grup D: Karşılaştırmalı Dezavantaj-Net İthalatçı.

na: ilgili yıla ilişkin verilerden birine ulaşılamadığını göstermektedir.

6. Sonuç

Yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren hız kazanan küreselleşme dünya

ticaretinde önemli değişimlere yol açmıştır. Küreselleşme ile birlikte dünya

ticaretinin önündeki engeller büyük ölçüde kalkmış ve uluslararası pazarlarda

başarının anahtarı rekabet gücü olmuştur. Bugün dünya ticaretinde yoğun bir

rekabet süreci yaşanmakta ve bu süreç bütün sektörler ile birlikte tarım sektörünü de

etkilemektedir. Dolayısıyla dünya tarım ürünleri pazarında rekabetçi üstünlük

sağlayan ülkeler dünya ticaretinde ön sıralara yükselmektedir.

Bu çalışmada, MINT ülkeleri olan Meksika, Endonezya, Nijerya ve

Türkiye’nin tarımsal hammaddeler ve gıda maddelerindeki karşılaştırmalı üstünlüğü

analiz edilmiştir. Çalışmada Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler, Açıklanmış

Simetrik Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Ticaret Dengesi İndeksi kullanılmıştır.

Hesaplanan AKÜ ve ASKÜ sonuçlarına göre Endonezya ve Türkiye tarımsal

hammaddeler ve gıda maddelerinde karşılaştırmalı üstünlüğe (rekabet gücüne)

sahiptir. Meksika ve Nijerya ise karşılaştırmalı dezavantaja sahiptir. Ticaret Dengesi

İndeks değerlerine göre Türkiye tarımsal hammaddeler ve gıda maddeleri

Page 251: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

251

ihracatında net ihracatçı ülke konumundadır. Endonezya tarımsal hammddelerde ve

Meksika gıda maddelerinde net ihracatçı ülkedir. Nijerya ise söz konusu ürünlerde

net ithalatçı ülke konumundadır.

MINT ülkeleri sahip olduğu doğal kaynaklarıyla ve istihdam gücüyle dünya

tarım ve gıda ürünleri piyasasında rekabet edebilir niteliktedir. MINT ülkelerinin

dünya tarım ve gıda ürünleri piyasasındaki payının artırılması için uluslararası

standartlara ve tüketici tercihlerine uygun yüksek kaliteli ürünlerin küresel

piyasalara sunulması gerekmektedir. Bununla birlikte, ürün çeşitlemesine gidilerek

küresel pazarlarda talep edilen ürünlerin üretilmesi rekabet açısından da oldukça

önem arz etmektedir.

Kaynakça

Agustin, G., Ananda, C.F., Maski, G., Adi Saputra, P.M. (2014). “The Product

Mapping Analysis of Manufacturing Industry Products in Bilateral Trade

between Indonesia and China in 1995-2011”, Int. J. Eco. Res., 5 (2), 37-49.

Altay Topçu, B., Sümerli Sarıgül, S. (2015). “Comparative Advantage and the

Products Mapping of Exporting Sectors in Turkey”, Akademik Sosyal

Araştırmalar Dergisi, 3 (18), 330-348.

Bakhshinejad, M., Hassanzadeh, A. (2012). “Comparative Advantage of Selected

Agriculture Products in Iran: a Revealed Comparative Advantage

Assessment”, Agricultura Tropica et Subtropica, 45 (1), 28-31.

Bashimov, G. (2016). “Rusya’nın Tarım Ürünlerinde Karşılaştırmalı Üstünlüğü”, Siirt

Üniversitesi İİBF İktisadi Yenilik Dergisi, 3 (2), 19-26.

Bielik, P., Qineti, A., (2010). “The Position of Czech and Slovak Agro-Food Trade in

the European Markets”, Delhi Business Review, 11 (2), 1-10.

Cao, S., Li, F., Zhang, J. (2011). “Export Competitiveness of Agri-Products between

China and Central Asian Countries: A Comparative Analysis”, Canadian Social

Science, 7 (5), 129-134.

Çoban, O., Peker, A.E., Kubar, Y. (2010). “Türk Tarımının Avrupa Birliği Ülkeleri

Karşısındaki Sektörel Rekabet Gücü”, S.Ü. İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar

Dergisi, 20, 247-266.

Page 252: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

252

Doğan, A. (2009). “Yoksullar Lehine Büyümede Tarımın Rolü:Sahra-Altı Afrika

Örneği”, KMU İİBF Dergisi, 11 (16), 21-38.

Doğan, Z., Arslan, S., Berkman, A.N. (2015). “Türkiye’de Tarım Sektörünün İktisadi

Gelişimi ve Sorunları: Tarihsel Bir Bakış”, Niğde Üniversitesi İktisadi ve İdari

Bilimler Fakültesi Dergisi, 8 (1), 29-41.

Erkan, B. (2012). “Ülkelerin Karşılaştırmalı İhracat Performanslarının Açıklanmış

Karşılaştırmalı Üstünlük Katsayılarıyla Belirlenmesi: Türkiye-Suriye Örneği”,

ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 8 (15), 195-218.

Ervani, E. (2013). “Export and Import Performance of Indonesia’s Agriculture

Sector”, Journal of Economics and Policy, 6 (1), 54-63.

Fertö, I., Hubbard, L.J. (2003). “Revealed Comparative Advantage and

Competitiveness in Hungarian Agri-Food Sectors”, World Economy, 26 (2), 247

259.

Goldin, I. (1990). “Comparative Advantage: Theory and Application to Developing

Country Agriculture-Research Programme on: Changing Comparative

Advantage in Food and Agriculture”, OECD Development Centre Working

Papers, 16.

Gorton, M., Davidova, S., Ratinger, T. (2000). “The Competitiveness of Agriculture in

Bulgaria and the Czech Republic vis-à-vis the European Union (CEEC and EU

Agricultural Competitiveness)”, Comparative Economic Studies, XLII (1), 59-86.

Hinloopen, J., Marrewijk, C.V. (2001). “On the Empirical Distribution of the Balassa

Index”, Review of World Economics, 137 (1), 1-35.

Ishchukova, N., Smutka, L. (2013). “Revealed Comparative Advantage of Russian

Agricultural Exports”, Acta Univ. Agric. Silvic. Mendelianae Brun. 61 (4), 941-

952.

Kanaka, S., Chinadurai, M. (2012). “A Study of Comparative Advantage of Indian

Agricultural Exports”, Journal of Management and Science, 2 (3), 1-9.

Ma, A.S. (2013). “Revealed Comparative Advantage Measure: ASEAN-China Trade

Flows”, Journal of Economics and Sustainable Development, 4 (7), 136-145.

Mushanyuri, B.E., Mzumara, M. (2013). “An Assessment of Comparative Advantage

of Mauritius”, European Journal of Sustainable Development, 2 (3), 35-42.

Page 253: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

253

Özertan, G. (2013). “Türkiye Tarım Sektöründe Yapısal Dönüşüm ve Teknoloji

Kullanımının Rolü”,

http://www.econ.boun.edu.tr/public_html/RePEc/pdf/201301.pdf [Erişim

Tarihi: 20.04.2017]

Peker, A.E. (2015). “Türkiye Hububat ve Baklagil Alt Sektörünün Avrupa Birliği

Pazarı Karşısındaki Rekabet Gücü”, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 5 (2), 1-20.

Saray, M.O., Hark, R. (2015). “OECD Ülkelerinin İleri-Teknoloji Ürünlerindeki

Rekabet Güçlerinin Değerlendirilmesi”, Çankırı Karatekin Üniversitesi İktisadi ve

İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 5(1), 347-372.

Sarker, R., Ratnasena, S. (2014). “Revealed Comparative Advantage and Half a

Century Competitiveness of Canadian Agriculture: A Case Study of Wheat,

Beef and Pork Sectors”, CATPRN Working Paper 2014-01.

Seyidoğlu, H. (2013). “Uluslararası Ticaret”, 1. Baskı, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi

Yayını No: 2923.

Seyidoğlu, H. (2015). “Uluslararası İktisat: Teori, Politika ve Uygulama”, 20. Baskı,

İstanbul: Güzem Can Yayınları No: 29.

Sinanan, D., Hosein, R. (2012). “Transition Probability Matrices and Revealed

Comparative Advantage Persistence in a Small Hydrocarbon-based

Economy”, The West Indian Journal of Engineering, 23(1/2), 16-29.

Şahinli, M.A. (2012). “Rekabet Gücü: Türkiye ve Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerde

Canlı Hayvancılık Sektörünün Durumu”, YYÜ Tarım Bilimleri Dergisi, 22 (2),

91-98.

Widodo, T. (2008). “Shift in Comparative Advantage, Dynamic Market and

Purchasing Power Parity in the East Asia”, Doctoral Thesis, Graduate School

of Economics Hiroshima University of Economics, Hiroshima, Japan.

Utkulu, U. (2005). “Türkiye’nin Dış Ticareti ve Değişen Mukayeseli Üstünlükler”, İzmir:

Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları.

Utkulu, U., İmer, H. (2009). “Türk Tekstil ve Konfeksiyon Sektörünün Avrupa Birliği

Tekstil ve Konfeksiyon Sektörü Karşısındaki Rekabet Gücünün Alt Sektörler

Düzeyinde Ölçülmesi”, Rekabet Dergisi, 36, 3-43.

Yılmaz, Ş.E. (2014). “Dış Ticaret Kuramlarının Evrimi”, 3. Baskı, Ankara: Efil Yayınevi.

Page 254: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar 2017 - Autumn 201

267

POSTMODERN PAZARLAMA VE ZITLIKLARIN BİRLİKTELİĞİ

Aytaç ERDEM1

Özet

20 yüzyılın sonlarında hemen hemen her alanda etkisini göstermeye başlayan

postmodern düşünce; felsefe, edebiyat, psikoloji, sosyoloji gibi birçok alanın yanında

pazarlama alanında da etkisini göstermektedir. Hızlı gelişen teknoloji,

modernizmden postmodernizme geçişi hızlandırmış ve kültürde yaygın bir değişime

yol açmıştır. Pazarlama faaliyetlerinin kültüre bağımlı olarak hareket etmesi, bu

kültürleri yansıtmak adına pazarlamada farklı gelişmelere yol açmaktadır. Birbiri ile

ilişkisi olmayan sahneler ve kişiliklerin bir arada olması sonucu tüketiciler tüketim

faaliyetlerini mevcut ortama göre şekillendirmişlerdir. Postmodern kültürün

“zıtlıkların birlikteliği” koşulu “Her şey kabul edilir” söyleminin en önemli

dayanağıdır.

Anahtar Kelimeler: Postmodernizm, Postmodern pazarlama, Zıtlıkların

birlikteliği

Abstract

Since the end of 20th century, postmodern thought which can be seen in

almost every field has an impact on philosophy, literature, psychology, sociology as

well as marketing. Rapidly developing technology has accelerated the transition

from modernism to postmodernism and has led to widespread changes in culture. As

a result of Marketing activities acting as culture dependent, different developments in

marketing are used to reflect these cultures. Because of that scene and personalities

which not related to each other coexist; consumers have shaped their consumption

activities according to the current atmosphere. The element of postmodernism,

“Juxtaposition of opposites”, is one of the main foundation of the saying “anything

can be juxtaposed to anything else”.

1 Arş. Gör., Giresun Üniversitesi, İ.İ.B.F., İşletme Bölümü.

Page 255: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

255

Keywords: Postmodernism, Postmodern marketing, Juxtaposition of

opposites

Giriş

Son zamanlarda “post” önekinin kullanıldığı kavramlar ve sözcükler, bilim ve

sanat gibi birçok alanda kullanılmaya başlanmıştır. Ekonomi post-endüstriyel,

üretim sistemi post-fordist ve kültür ise postmodern hale gelmiştir Postmodernizmin

belli kalıplara sıkıştırılmaya karşı olan ayır edici özelliği, herkes tarafından kabul

görmüş bir tanımın yapılmasını zorlaştırmakta ve anlamsız kılar gibi görünmektedir.

(Odabaşı, 2012:11-12).

Bazı yazarlara göre, toplumu oluşturan bireyler arasındaki farklılıklara

rağmen (siyahlar-beyazlar, ateistler-inancı olanlar, tutcular-liberaller, tek eşliler-çok

eşliler vb.), toplum her şeyi kabul edebilir niteliktedir (Malka, Grobler ve Strasheim,

2013:122). Postmodern bakış açısı aynı dönemde farklı kültür şekillerinin sunulması

ve kabul edilmesi için olanak sağlar. Postmodern kültürün unsurlarından biri olan

“zıtlıkların birlikteliği” unsuru, işte bu “her şey kabul edilir” söyleminin en önemli

dayanağıdır.

Bu çalışmada, modernizm ve postmodernizm kavramları düşünsel temelleri

üzerinden irdelenerek; postmodernizmin unsurlarından biri olan “zıtlıkların

birlikteliği” kavramının anlamsal açıklanmasının yapılması hedeflenmektedir.

Bunun için öncelikle modern pazarlamadan postmodern pazarlamaya geçiş süreci

aktarılacak; arkasından postmodernizmin pazarlama üzerindeki etkisi ve zıtlıkların

birlikteliği kavramına yönelik literatür taraması örnekler ile sunulacaktır.

1.Modernizmden Postmodernizme

“Postmodern”, “postmodernizm” ve “postmodernite” özellikle son

zamanlarda sosyal bilimlerde sıkça karşılaştığımız kavramlar haline gelmiştir. Diğer

bir ifadeyle 20. yüzyılın sonlarından itibaren hemen hemen her alanda etkisi olan bir

kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Postmodernist düşünce sadece mimari ve

edebiyat alanında değil, felsefe, psikoloji, sosyoloji, politika, coğrafya, tarih, teoloji,

ekonomi, antropoloji, medya çalışmaları, hukuk ve birçok akademik uzmanlık

gerektiren farklı alanlarda da etkili olmuştur (Brown, 1993:19).

Page 256: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

256

Modernizm; emir, nesnellik, rasyonel ve doğrusal düşünme ve evrensel

inanışların peşinde bir ideolojiyken (Berthon ve Katsikeas 1998:150), postmodernizm;

karmaşa, düzensizlik, öznellik ve birçok inanışın bir arada olmasına olanak sağlayan

çoğulculuk inanışı ile şekillenmektedir. Postmodernizm bir bakış açısına ayrıcalık

tanımayı reddederken düzensizlik ve çatışmaları ayırt etmek yerine sadece

farklılıkları ve parçaları ayırt eder (Wilson, 1989:209; Akt. Firat, 1991:73).

Teorik açıdan “Postmodernin” göstergeleri hakkında göz önünde

bulundurulması gereken en önemli şey, postmodernin bir konsept değil eleştiri

olduğudur. Postmodern pazarlama, var olan pazarlama kavramlarına alternatif bir

yol sağlamaz. Sadece var olan fikir ve anlayışların yanlışlığı konusunda bize bilgi

verir. Bize “kralın çıplak olduğunu” söyler ama yeni bir elbise dikmeye çalışmaz

(Brown, 2006).

Postmodernizm 19.ve 20. yüzyıllarda kurgusal açıdan iyi yapılandırılmış bir

düşünce sistemidir. Postmodernizm, çeşitli disiplinlerde uygulanmış; bunların

hepsinde, rasyonaliteyi ve her çeşit rasyonalizasyonu reddetmiş, bu bağlamda

parçalanma ve çokluğu gerektirmiştir. Bu bakımdan Postmodernizm, “üst

anlatıdaki” inanç kaybı olarak tanımlanabilir. Burada üst anlatıyla ifade edilmek

istenen, üstün teori, diğer teori ve referans çerçevelerini değerlendirmek ve

yargılamak için kullanılan bir referans çerçevesi olduğudur (Lynch, 2001; Akt. Addis

ve Podesta, 2005:386). Postmodernizm, parçalara ayrılmanın yanı sıra, bu geçici

manzaraların herhangi bir bağlamdan koparılmış olduğunu iddia eder (Gitlin, 1989).

Belirli bir bağlam veya geçmişe ait değillerdir. Örneğin; diğer medya araçları gibi

televizyon da yaşamımızın büyük bir kısmında baskın rol oynar. Haberleri de içeren

televizyon programları, olaylar, sahneler ve kişilikler genellikle birleştirilmiştir ve bir

arada olan şeyler aslında birbirinden bağımsız ve bağlantısız içeriklerdir.

2.Teknoloji ve Postmodern Kültür

Kumar (2005; Akt. Malka, Grobler ve Strasheim, 2013:124)’a göre teknoloji,

küreselleşmenin itici gücü konumundadır. Daha geniş bağlanabilirlik ve bilginin

daha etkin paylaşımıyla küreselleşme artık başarılabilir bir hal almıştır. Benzer

şekilde Poster de postmodern kültür ve yeni iletişim sistemlerinin arasındaki ilişkiyi

incelemiş, yeni iletişim sistemlerinin, artan üretkenlik ile bilgi değiş tokuşu açısından

sadece verimlilik boyutunu arttırmayacağını, ayrıca bireylerin kimliklerinin

oluşumunu referans göstererek kültürde yaygın bir değişmeye yol açacağını

belirtmiştir. Poster ayrıca yaşam kalitesini ve sosyal eşitliğin yeni iletişim sistemleri

Page 257: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

257

aracılığıyla gelişeceğini vurgulamaktadır (2006; Akt. Malka, Grobler ve Strasheim,

2013:124). Toplumdaki iletişimi kolaylaştırma açısından büyük bir öneme sahip olan

internet ve mobil telefon iletişim sistemlerinin yaygın kullanımı ile bu

gerçekleşmiştir.

Fırat ve Dholakia (2006:123)’ya göre modernizmden postmodernizme doğru

oluşan dönüşüm, belirgin bir kültürel değişim ve hızlı gelişen teknolojinin bir

sonucudur. Özellikle de dijital iletişimlerin ve elektronik işlemlerin baskın olduğu bir

ortam, kitlesel bir biçimde şekil değiştiren kültürlerin değişmesine ve bu değişimin

devam etmesine yol açmaktadır. Bilgi iletişim teknolojileri, toplum ve ekonomik

etkiler, önceleri karşılaşmamızın pek mümkün olmadığı insan eylemlerini ortaya

çıkarmıştır. Dijital medyadaki ilerleyiş, sosyal medya ağları ve bu sosyal medya

ağların toplum içindeki kullanımı gibi iletişim teknolojileri bu değişimi hızlandıran

araçlardır (Malka, Grobler ve Strasheim, 2013:123).

3.Modern Pazarlamadan Postmodern Pazarlamaya

Kültür, birçok olgunun şekillenmesinde önemli rol oynamaktadır. Kültürün

pazarlama açasından önemli bir yer teşkil etmesi, postmodern kültürel boyutların

pazarlama için önemini artırmaktadır. Pazarlamadaki gelişmeler, bu kültürleri

yansıtma yönünde eğilim göstermektedir (Firat ve Dholakia 2006:152; Procter ve

Kitchen, 2002:145).

Tarihsel süreç içinde pazarlamanın geçirmiş olduğu üç ana evre söz

konusudur. Bu üç evre, ürün odaklı, satış odaklı ve pazar-tüketici odaklı olarak

sınıflandırılabilir. Bu üç dönemde de, merkeze belli bir pazarlama unsurunun

alındığı ve bu unsur üzerine odaklanıldığı görülmektedir. Postmodern pazarlama

anlayışının ortaya çıkmasında önemli role sahip olan bir başka önemli etken,

“Fordist” üretim anlayışının yerini “Post-Fordist” üretim anlayışına bırakmasıdır.

Postmodern pazarlamanın bu üç dönemi irdelendiğinde; birinci dönemin ürün

odaklı pazarlama yaklaşımıyla “ne üretirsem onu satarım” görüşünün hakim olduğu

ve Fordizm, Fordist üretim biçimi ile bağdaştırıldığı görülmektedir. İkinci dönemde

ise satış odaklı pazarlama görüşü hakimdir. Artan rekabet koşulları, üreticilerin

ürettikleri malları satmakta yaşadığı zorluklar ve üretmekten ziyade kar elde etmeyi

sağlayacak satışların önemli bir hal almasına neden olmuştur. Pazar-tüketici odaklı

üçüncü dönem ise, daha önceki iki dönemde çok fazla odaklanılmayan tüketici

boyutunu da pazarlama faaliyetlerine dahil ederek, tüketicilerin beklentilerinin

Page 258: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

258

pazarda rekabet edebilmek açısından önem verilmesi gereken bir konu olduğu

gerçeğini ortaya çıkarmıştır (Yeygel, 2006:200-204).

Postmodernizmin pazarlama üzerindeki etkisi ise, pazarlama ile ilgili yeni ve

karmaşık konuların ortaya çıkmasına sebep oluşudur. Daha az maliyetle

gerçekleştirilen postmodern reklamlar yapılmaktadır. Ürünler geliştirilerek

müşterilere ulaştırılmaktadır. Postmodern fiyatlandırmalar ön plana çıkmakta,

tüketicileri tüketme konusunda ikna edecek ve yönlendirecek değişikliklere

postmodern satıcılar daha çok önem vermektedir (Brown, 1993).

Firat ve Dholakia (2006:133) pazarlamadaki modernden postmoderne doğru

olan dönüşümü açık bir şekilde ifade etmek için tiyatro metaforunu kullanmıştır. Bu

metaforda sahne; sahne donanımı, aktörler, yönetmenler ve performans, işletme ve

pazarlama disiplinlerinin belirlenmiş boyutlarını temsil ederken, tiyatro izleyicileri

ise pazarı temsil etmektedir. Modern pazarlamada, sahnedeki öğeler, yönetmenleri

tarafından koordine edilmekteyken, performansa katılmayan seyirciler ise sahneden

bağımsız olarak düşünülmüştür. Postmodern pazarlama, birbiriyle konuşan pasif

gözlemcilerden oluşan seyircileri sahneye almaya, performans ile etkileşim içinde

bulunmaya, sahnedekilerle konuşmaya ve üretime ortak oyuncu veya ortak

çalışanlara dahil olmaya davet eder. Bu noktada müşteriler sadece resmi set ekibi

(pazarlama elemanları) ile etkileşime girmez; ayrıca tüketim deneyimlerini

gerçekleştirdiği süreç boyunca diğer seyirci üyeleriyle (müşteriler ve beklentiler) de

etkileşim içindedir. Firat, Dholakia ve Venkatesh (1995:42) bu süreci, üretim ve

tüketimin yer değiştirmesi olarak adlandırmaktadır. Seyircilerin etkileşimleri

(müşteriden müşteriye) yaşanmış marka deneyimlerinin paylaşılması adına bir

mekanizma sağlar. Eğer pazarlama faaliyetlerinin amacı müşterilere ihtiyaçları ve

istekleri sunmak ise insanlar için, yaşamlarını etkileyecek adımlara dahil olmak çok

doğaldır (Firat ve Dholakia, 2006). Tiyatro metaforu, postmodern pazarlamadaki

tarafların etkileşimini gözümüzde canlandırmak adına yararlı bir yoldur.

Firat ve Dholakia (2006:150-151) pazarlamada modernden postmoderne

dönüşümü aşağıdaki şekilde açıklamışlardır:

Belirgin işletme faaliyetlerinden saklı uygulamalara: Bu

dönüşüm, topluluklarda müşterilerin yaşam deneyimlerini yükseltmek için

destekleyici bir rol üstlenerek pazarlama uygulamalarına müşteri

topluluklarını dahil etmektedir.

Page 259: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

259

Yönetilen pazarlamadan işbirlikçi pazarlamaya: Bu değişim

müşterileri pazarlama sürecinde ortak oyuncular olarak kabul eder.

Merkezileştirilmişten yayılmış pazarlamaya: Bu değişiklik ilgili

tarafların pazarlamaya dahil edildiği anlamına gelmektedir.

Düzenli pazarlamadan karmaşık pazarlamaya: Bu dönüşüm,

işletmeler için çok yönlü pazarlarda daha esnek pazarlama faliyetlerini

benimseme ihtiyacını ifade eder.

Her geçen gün yaygın hale gelen postmodern pazarlama akademisyenlerin

ilgisini çeken bir konu olsa da, pazarlamacıların kafasını gittikçe karıştıran bir

sorunsal haline gelmektedir. Zira marka, globalizasyon veya pazarlamanın tanımları

gibi birçok pazarlama konusu ve terimleri için evrensel olarak kabul edilen keskin ve

açık bir tanım yoktur ve bu eksiklik bahsedilen sorunsalı derinleştirmektedir.

4.Postmodern Toplumsal Yapı ve Zıtlıkların Birlikteliği

Fırat ve Venkatesh (1993:229) ’e göre, postmodern pazarlamanın ortaya

çıkmasında önemli bir rol üstlenen ve postmodern pazarlamayı tanımlanmasına

katkıda bulunan postmodern kültür koşulları, beş ana karakterle ifade edilmektedir.

Bu koşullar aşağıdaki gibi sıralanır :

• Üstgerçeklik (hyper-reality),

• Parçalanma (fragmentation),

• Üretim ve tüketimin yer değiştirmesi (reversal of cunsumption and

production),

• Öznenin merkezileştirilmemesi (decentring of the subject),

• Paradoksal birleşme/zıtlıkların-karşıtlıkların birleşmesi (paradoxical

juxtaposition of opposites),

Sınırları belli olmayan, gizemli, hedef olarak seçmenin ve hemen elde etmenin

mümkün olmadığı postmodern tüketiciyi kategorize etmek zordur. Buna karşın,

onlarla sıkı bağlar kurmak, onlara hitap etmek ve onları başarılı bir şekilde etkilemek

mümkündür. Bu yolla etkileşime geçme; kesin konumlandırma ve segmentlere

ayrılmanın tersi bir durumu amaç olarak belirler.

Page 260: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

260

Postmodern pazarlama, açık, hedeflenmeyen, tanımlanmamış, hayal gücü

güçlü tüketici katılımının olduğu bir alanda faaliyet gösterir (Brown 2006:23).

Böylesi bir ortamda belirlenen amaç, pastiş, farklı parçaların bir araya getirilip yeni

bişey oluşturulması (brikolaj), yanyana koyma, zıtlıkların karıştırılması ve

eşleştirilmesi, çelişkili türlerin kombinasyonu, motifler ve imalar ile

gerçekleştirilmektedir. Parlayan yüzeylerin olduğu yalancı rokoko binalar; reklam

aralarında, mağaza camlarında veya yollardaki bilboardlarda karşılaşılan resimler

buna örnek verilebilir (Brown, 2006:24).

Göstergebilim, işaretlerin incelenmesi ve bir şeyi nasıl simgelediğinin analiz

edilmesidir. Yorumlama ise dünyayı ve dünyadaki şekilleri nasıl

anlamlandırdığımızla ilgilidir (Solomon vd. 2006: 56). Peirce’nin görüşüne göre her

kelime ve işaret faklı şekillerde ile yorumlanabilir (Chandler, 2010). Benzer şekilde

ürünlerde de aynı problem ile karşılaşılmaktadır. Bu anlamda ürünler; kültüre,

bireysel anlamaya ve pazarlama çabasına bağlı olarak çeşitli görüntüleri

yansıtabilirler. Bu uyumlu çelişki, resimlerin ve ürünlerin varolan içerik ve

bağlamlarından kopukluğu ile sonuçlanır (Firat ve Schultz, 1997: 192). Belirleyici

değer (ürünler), sürekli yeni değerler eklendiği için zor anlaşılır. Bu durum gerçeğin,

değerler ve imajlar içeren sembolik gerçekten bir adım geride kalmasına neden olur

(Jorgensen ve Yde, 2010). Benzersizlik ise postmodern alanda orijinal anlamlarıyla

ayırt edilen sembollere atfedilir (Nooteboom 1992). Bu şekilde postmodern pazara,

kişisel kimliği vurgulama görevini yerine getiren ve gerçek şekilleri temsil eden

işaretler ile nüfuz edilmiştir.

Süreci anlamlandırmaya dair bir evrensel otorite olmamasına rağmen,

mantığa aykırı olarak görülen fikirler, terimler ve ilkelerin birlikte bulunması veya

yan yana getirilmesi bugünlerde sıkca karşılaştığımız bir durumdur. Bu tür

zıtlıkların birlikteliği, mimari, sanat ve reklam alanlarında gözlemlenebilir (Firat ve

Venkatesh, 1993:43). Zıtlıkların birlikteliği; kültürel açıdan zıt, çelişkili ve özellikle

ilgisiz unsurları içeren herhangi bir şey ile başka bir şeyi birleştirme eğilimi olarak

tanımlanır (Fırat ve Shultz, 1997:191). Postmodernizmin bu unsuru, hedeflenmesi ve

hitap edilmesi mümkün olmayan postmodern tüketicileri bir araya getirme

girişimidir. Bu girişimde; amaç, alan ve niyetin muğlak; bazen de ürün ve hizmetin

belirsiz olduğu durumlarda, ironik reklam araçları benimsenir. Bu da eğlence, rüşvet

ve karşıt sembollerin, konuların ve referansların birleşimini belirten unsurların

mesajlarda içerilmesi ile başarılabilir.

Page 261: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

261

Birçok iletişimci, artık dikkatlerini bu tarz mesajlar üzerine çevirmektedir.

Örneğin, bazı televizyon reklamları ve diğer medya araçlarındaki reklamlar

müşterilerin reklamın ne hakkında olduğu merakını göz ardı eder (Procter ve

Kitchen. 2002:149). Mimaride modern, rokoko, klasik İtalyan ve Yunan özellikleri

aynı anda bünyesinde barındıran binalar görülebilmesi ise bir başka örneği teşkil

etmektedir. Görsel medyada ise birbirinden bağımsız ve ilişkisi olmayan olaylar,

sahneler ve kişilikler bir arada görülebilmektedir. Bağımsız olma, merkeziyetten

uzaklaşma ve “her şey her şeyle gider” düşüncesi zıtlıkların benimsenmesine yönelik

toleransı arttırmıştır (Firat ve Shultz, 1997:191).

Zıtlıkların birlikteliği, müşterilerin merakını artırmak ve müşterilerin kendi

deneyimleri ve arzularına bağlı olarak marka imajını yorumlamaları için, kurumsal

marka imajında karşıt semboller, konular ve referansların birlikte kullanılması

gerektiğini belirtir. Yardım derneği ile bağlantısı olan ve müşteriler tarafından

gerçekleştirilen her satın alma faaliyetinden elde edilen gelirin bir kısmını yardım

kuruluşuna veren bir işletme buna örnek olarak verilebilir. İşletmenin kurumsal

imajı “kar elde etme bilincine sahip aynı zamanda hayırsever” şeklinde ifade

edilebilir (Procter ve Kitchen. 2002:150).

Postmodern kültürün ana özelliklerinden biri olan “mantığa aykırı olma”

birçok posmodernist teorisyenin fikir birliği oluşturduğu bir noktadır (Foster 1983;

Hutcheon 1988; Wilson 1989; Akt. Firat, 1991:73). Daha açık bir ifadeyle; çelişkili

duygular (nefretle aşk, hayranlıkla küçük görme vb.) ve bilme yetisi (şüpheyle

inanış, alay ile saygı gösterme vb.) her şeyin her şey ile yan yana gelebileceğini

göstermektedir. Yeni bir ürünün tanıtımının yapıldığı ve eğlendiren ürün reklamları

veya reklamı kötüleyerek güvenilirliğe teşvik eden reklamlar buna örnek verilebilir.

Konukları ile hafif alaycı bir tavırla sohbet eden talk-showcular ve politik liderler

veya ünlülerle ile ilgili hakaretler kullanarak onlara saygı duyulmasını söyleyen

komedyenler de buna örnek verilebilir (Firat, 1991).

İleri kapitalizm; pazarı, birlikteliğin eksikliği ve pazarda sürekli arayış içinde

olunması ile bir baskın onay gücü haline getirmekteydi. Açıktır ki böylesi bir

pazarda, mevcut satın alma gücü var oldukça, her şey denenebilir ve bırakılabilir

durumdadır. Buna rağmen, postmodernitede, kişi hem eleştiri yapabilir ve birinin

tüketim davranışları ile dalga geçebilir, hem de deneyimden hoşlanabilir. Bu şekilde

pazar, postmodern kültüre asimile edilmiş bir hal almakta ve her türlü başkaldırı

veya köklü eleştiriyi, birliktelik sayesinde kültürel bir asimilasyona uğratmaktadır.

Page 262: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

262

Orijinal anlamlarından ziyade başkaldırış söylemlerinin (punk gibi) para elde etme

adına nesneleştirilmesi, faaliyetleri pazar ekonomisine çekmekte ve bu anlamda

içlerini boşaltmaktadır (Fırat, 1991: 73).

5.Zıtlıkların Birlikteliğinin Tüketiciler ve Tüketim Deneyimleri Üzerindeki

Etkileri

Zıtlıkların paradoksal birlikteliği kavramı, tüketicilerin hiçbir tutarlılığa

ihtiyaç duymadan, uyum içerisindeki birçok farklı değer ve inançlara sahip olma

süreci anlamına gelmektedir. Şu iki bilişsel unsur “uyumlu zıtlıklara” örnek olarak

verilebilir: “Araba kullanmanın çevre için zararlı olduğunu biliyorum” ve “Araba

kullanıyorum”. Bu unsurlar arasında, tüketicinin azaltmaya çalıştığı ve rahatsızlık

hissi yaratan psikolojik bir tutarsızlık bulunmaktadır. Esasında bunun sonucu; hiçbir

şey yapmamak, daha az araba kullanmak veya daha fazla çevre dostu araba

kullanmak olabilir. Ancak bunun ortaya çıkmaması, bir şey yapma motivasyonunun

uyumsuz unsurların sayısına ve önemine bağlı olduğunu göstermektedir (Solomon

vd., 2006). Uyumlu zıtlıklar, bilişsel tutarlılığın anlaşılır olma ilkesine karşı

çıkmaktadır. Bu ilke genel olarak “tüketiciler düşünceleri, duyguları ve davranışları

arasında bir uyum belirlediği ve bu unsurlar arasındaki birlikteliği oluşturmak için

motive oldukları” yönünde bir önermeye dayanmaktadır (Solomon vd. 2006: 146).

Ancak, uyumlu zıtlık, postmodern toplumun değerleri ve inançları ile güçlü bir

şekilde örtüşmektedir.

Postmodern toplumda, zıtlıkların paradoksal birlikteliği aynı zamanda

pazarlama kurumlarının biçim ve tarz anlamındaki rekabetini de arttırmıştır. Firat ve

Schultz’a göre (1997:192) postmodern tüketici “ürünü temsil ettiği imaj için alır ve bu

imaj yalnızca kısmen fonksiyonel bir ihtiyaç üzerine kurulmuştur”. Bu davranış

ürünü orijinal fonksiyonundan ayırır ve odak noktasını ürünlerin sunum noktasına

taşır.

Özne ve nesne arasındaki ontolojik karşıtlık postmodern kültürün ana bir

özelliğinin sonucu olarak yan yana düşünülmektedir (Firat ve Vankatech, 1993:42).

Başka bir deyişle “her şey birleştirililebilir veya yan yana getirilebilir”. Bu konuda

postmodern düşünürler arasında bir görüş birliği mevcuttur. Modernizmin temel

mantığına karşı çıkan bu aykırılık, bireyler arasında duyguların karşıtlığı (aşk, nefret,

küçük görme ve hayranlık vb.) ve bilme yetisinin karşıtlığı (inanma ve şüphe vb.)

gibi çok boyutlu olarak ortaya çıkabilir (Hamouda, 2012:103). Bu aykırılık,

bağdaşmayan veya çelişkili kişiliklerin aynı bireyde var olması şeklinde de meydana

Page 263: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

263

gelebilir. Gerçeği söylemek gerekirse, aynı bireyde çelişkili ve mantığa aykırı

davranışları saptamak çok sık rastlanılan bir durumdur (Elliot, 1997; Christopher,

1989; Akt. Hamouda, 2012:103). Böyle bir durumun sonucu olarak diyebiliriz ki

postmodern tüketim deneyimleri zıt ve çelişkili unsurlar barındırmaktadır. Bu

çelişkili eğilimi örneklendirecek olursak, tüketicilerin kendilerininkinden farklı dini

ritüelleri keşfetme arzuları ve deneyimleme heveslerinden bahsetmek yerinde

olacaktır (Sandikci ve Omeraki, 2007:614). Bunun yanı sıra, etnik restoranlar da

konuya farklı bir örnek oluşturmaktadır. Bu restoranlar tarafından sunulan tüketim

deneyimleri yeni ve farklı mutfakların lezzetlerini test etme arzusuna dayanmaktadır

ve genellikle hedef üst sınıf tüketicilerdir (Jang, Liu ve Namkung, 2011:676). Bu

türdeki bir restaurantın tüketicileri restaurantın kendi zevklerine göre modifiye

edildiğini bilmekte, fakat bu durum onları rahatsız etmemektedir. Burada yemekler

sadece bir göstergedir. Zira orada bulunmalarının sebebi sadece lezzetli bir yemeği

tatmak değil, farklı yaşam tarzlarını hissetmek, bir başka etnik kültürü yaşamak ve

deneyimlemektir.

En özet haliyle ifade edecek olursak, karşıtların birlikteliği ve ona bağlı ana

konular şu şekilde gösterilebilir:

Her şey, her şeyle birlikte olabilir.

Tüketim Deneyimleri, farklılıkların ve paradoksların ortadan kaldırılması anlamına

gelmez. Tam tersine bunların serbestçe ortaya çıkmasına olanak sağlar.

Parçalanma, tüketim temelini oluşturur. Marka ve firma bağlılığı kalıcı değildir ve

değişir.

İroni ve çift anlamlılık yaşama ortamı bulur.

Kes-yapıştır türündeki anlayış ve eklektik, pragmatik davranışlar geçerlidir.

Kaleydeskopik duyarlılık ve hoşgörü söz konusudur.

Red etme yerine, kabul edip içine alma yaklaşımı kabullenilir.

Global ve yerel, şimdi ve geçmiş birlikte bir arada olabilir.

Page 264: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

264

Müşteri ihtiyaçları anında çeşitli kanallardan cevaplanabilir.

Kaynak: Odabaşı, 2012: 63

Sonuç

Günümüzde teknolojinin de etkisiyle, kültürler arasındaki etkileşim, sınırların

kalkmasını ve alışılmış şeylerin yerini farklı kültür oluşumlarına bırakmasını

sağlamıştır. Teknolojinin sunduğu avantajlar ile yeni iletişim sistemlerinin

kullanılması, sadece verimliliği arttırmamış, aynı zamanda bireylerin kimliklerinin

oluşmasına ve kültürde yaygın değişmelere de sebep olmuştur. Birçok alanda

kullanımı yaygınlaşan postmodernizm kavramı, işte bu hızlı gelişen teknoloji ve

değişen kültürün bir çıktısı haline dönüşmüştür.

Alışılmışın aksine, tanımlanamayan ve hayal gücü yüksek olan postmodern

tüketiciler, sembolleri ve imajları hem tüketen hem de üreten konumundadır.

Kültürel açıdan bakıldığında birbiri ile alakası olmayan, zıt ve çelişkili unsurlar

arasındaki ilişki kurma eğilimi olarak tanımlanan zıtlıkların birlikteliği kavramı, işte

bu tanımlanamayan tüketicileri bir araya getirme girişimidir. Tüketicilerin de aktif

bir şekilde rol aldığı postmodern pazarlama, karmaşa ve inanışın bir arada olmasını

sağlayan çoğulculuk anlayışı ile şekillenmektedir.

Postmodern kültür unsurlarından biri olan “zıtlıkların birlikteliği”, “her şey

gider, her şey kabul ” düşüncesinin desteklenmesine büyük katkı sağlamış, bunun

yanı sıra pazarlama faaliyetlerinin yeniden şekillenmesine yol açmıştır. Buna bağlı

olarak birbirinden bağımsız, ilişkisi olmayan olaylar, sahneler ve kişilikler bir arada

görülmekte, tüketiciler bu ortamın etkisinde kalarak tüketim faaliyetlerini bu

çerçevede şekillendirmektedir. Biçim ve tarz konusunda rekabetin arttığı ortamda,

ürünü fonksiyonel özelliğinden çok imajı için satın alan post modern tüketici, odak

noktasını ürünün fonksiyonundan sunum şekline kaydırmıştır.

Pazarlama alanı içindeki bazı kavramlar için evrensel bir şekilde kabul

görmüş tanımların yapılamaması sorunu, postmodern pazarlama için de geçerlidir.

Pazarlamacılar, anlaşılması zor hale gelen postmodern pazarlama kavramına

odaklanmak yerine post modern tüketiciyi anlamaya çalışılmalı ve post modern

tüketicileri yaratıcılık sürecine dahil etmelidirler.

Page 265: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

265

Kaynakça

Addis, M. ve Podesta, S. (2005), “Long life to marketing research: a

postmodern view”. European Journal of Marketing, 39 (3/4), 386-412.

Brown S. (1993), “Postmodern Marketing?”, European Journal of Marketing,

27(4), 19-34.

Berthon, P. ve Katsikeas C. (1998), “Essai: Weaving postmodernism”, Internet

Research, 8(2), 149–155.

Brown, S. (2006), “Recycling Postmodern Marketing”, The Marketing Review,6,

211-230.

Christopher, M. (1989), “The existential consumer”, European Journal of

Marketing, 23( 8), 80-84.

Elliot, R. (1997), “Existential consumption and irrationnal desire”, European

Journal of Marketing, 31(3/4), 285-296.

Fırat A.F. (1991), “The Consumer in Postmodernity”, Advances in Consumer

Research, 18, 70-76.

Fırat A.F. (1992), “Postmodernism and the Marketing Organization”, Journal of

Organizational Change Management, 5(1), 79-83.

Firat, A.F. ve Venkatesh, A. (1993), “Postmodernity: the age of marketing”,

International Journal of Research in Marketing, 10 (3), 227-49.

Firat, F.A., Dholakia, N. ve Venkatesh, A.. (1995), “Marketing in a postmodern

World”, European Journal of Marketing, 29(1), 40–56.

Firat, A.F. ve Dholakia, N. (2006), “Theoretical and philosophical implications

of postmodern debates: Some challenges to modern marketing”, Marketing Theory,

6(2), 123–162.

Fırat A.F., ve Shultz C.J. (1997), “From Segmentation to Fragmentation:

Markets and Marketing Strategy in the Postmodern Era”, Europesn Journal of

Marketing, 31(3/4), 183-207.

Page 266: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

266

Gitlin, T. (1989), Postmodernism: roots and politics, in Angus, I. and Jhally, S. (Eds),

Cultural Politics in Contemporary America, New York: Routledge

Hamouda, M. (2012), “Postmodernism and Consumer Psychology:

Transformation or Break?” International Journal of Academic Research in Business and

Social Sciences, 2(1), 96-117.

Jang, S., Liu, Y. ve Namkung, Y. (2011), “Effects of authentic atmospherics in

ethnic restaurants: investigating Chinese restaurants”, International Journal of

Contemporary Hospitality Management, 23(5), 662-680.

Jorgensen, P.E. ve Yde, M. H. (2010), Branding in a Postmodern society- Green as a

Differentiation Factor, Basılmamış Lisans tezi,

Malka, A.G., Grobler, A. ve Strasheim, A. (2013), “Suggesting new

communication tactics using digital media to optimise postmodern traits in

marketing”, South African Journal for Communication Theory and Research, 39(1), 122-

143.

Nooteboom, B. (1992), “A postmodern philosophy of markets”, International

Studies of Management and Organisation, 22(2), 53-76.

Odabaşı, Y. (2012), Post Modern Pazarlama,İstanbul: MediaCat

Procter, T. ve Kitchen, P. (2002), “Communication in postmodern integrated

marketing” Corporate Communications: An International Journal, 7(3), 144–154.

Sandikci, O. ve Omeraki, S. (2007), “Globalization and Rituals: Does Ramadan

Turn into Christmas?”, Advances in Consumer Research?, 34, 610-615

Yeygel, S. (2006), “Postmodern Toplumsal Yapının Pazarlamaya Getirdiği

Yeni Boyut: Topluluk Pazarlaması (Tribal Marketing)”. Bilig, 38, 197-228

Page 267: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar 2017 - Autumn 201

267

KİTAP İNCELEMESİ 1

“DÜNYAYI NASIL TÜKETTİK?”

Yazar: Lester R. Brown

Çevirmen: Mehmet Fehmi İmre

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009

246 Sayfa, 3. Baskı, ISBN: 9754588333

Ufuk PALA1

Dünyada hızla artan nüfus ve bununla birlikte büyüyen ekonomi artan

bir talebin oluşmasına neden oldu. Giderek artan bu talep, dünyanın

karşılayabileceğinden daha fazla hale geldikçe, doğanın yaşamı destekleyen

işlevlerini tehdit etmeye başladı. Doğa tahribatlarının en önemli

sonuçlarından birisi de dünya gıda arzındaki kapasitenin yetersiz bir hale

gelmeye başlamasıdır. Lester R. Brown’un “Dünyayı Nasıl Tükettik?” kitabı

bu yetersizliğin nedenlerini ayrıntılarıyla ele almayı amaçlamıştır. Brown

kitabında bu nedenleri beş ana sorun üzerinden açıklamaya çalışmış: su,

enerji, gübre, besin ve tarım alanları. Temel olarak sorduğu soru ise insanlığın

gelecek yıllarda bu ilerleyiş ile yeterli gıda üretimi sağlayıp

sağlayamayacağıdır.

Kitap, 10 bölümden oluşmakta ve her bölüm içerisinde sorunların

gerçekliği istatistiki bilgilerle desteklenmektedir. Bu istatistiki bilgilerden

bazıları şunlardır:

Dünya nüfusuna her yıl eklenen 76 milyon kişi, yeni yüzyılın başından

itibaren 4 yılda bir tahıl kıtlığının yaşanmasına neden oluyor.

1 Arş. Gör., Giresun Üniversitesi, İİBF, İşletme Bölümü.

Page 268: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

268

Dünya gıda stokları 30 yıl içerisinde tükenmeye doğru gidiyor.

Küresel ısınmayla birlikte ısının 1 derece yükselmesi, tahıl üretim alanlarının

yaklaşık %10 azalması anlamına geliyor.

Dünya, petrolün ne zaman tükeneceğini konuşuyor ancak Brown’a

göre yaşadığımız gezegen için suyun önemi petrolün çok daha ötesinde

bulunuyor. Üstelik otomobil kullanımı arttıkça otopark, otoyol gibi ihtiyaçlar

giderek tarım alanlarının da yok olmasına neden oluyor.

Kitapta öncelikli olarak ekonomik büyümenin çevre tahribatına

yansımaları üzerinde duruluyor ve bunun dünya tahıl üretimi için ne anlama

geldiğini açıklanıyor. Brown’un analizine göre tarım arazilerinin aşırı

sulanması ve büyük ölçüde artan kentleşmenin getirdiği ihtiyaçlar insanlık

için gereken su seviyesinin azalmasına neden oluyor. Japonya, Kore, Çin,

Tayvan gibi yoğun nüfuslu ülkeler hızla sanayileştikçe tarım arazilerinin

daralmasına neden oluyor. Sanayileşmeyle birlikte gelirler arttıkça tahıl

tüketimi artarken, tahıl üretimi için gerekli araziler daraldığı için üretim

giderek düşüyor. Brown bu durumu “Japonya Sendromu” olarak

adlandırıyor.

Kitapta, yoğun olarak nüfus artışının gelişmekte olan ülkelerde olacağı

belirtiliyor. Hızlı ekonomik büyüme bu ülkelerde şimdiden bazı çevre

tahribatlarına yol açıyor. Brown, gelişmekte olan ülkelerin “Japonya

Sendromu” yaşamaması için, tarım alanları konusunda önlemler alınması

gerektiğini öne sürüyor. Geçen yüzyılın yarısından itibaren genetikte

ilerlemeyle birlikte tahıl üretimi konusunda yeni yöntemler ortaya çıktı, ancak

Brown bu yöntemlerin fizyolojik sınıra ulaştığına dikkat çekiyor ve tarım

uygulamaları konusunda teknolojinin bu aşamadan sonra yetersiz kalacağını

iddia ediyor.

Yazar, bazı okurlara karmaşık gelebilecek bilimsel ve teknolojik

kavramları yalın bir dille anlatmış ve istatistiki verilerin yoğunluğuna rağmen

çarpıcı örneklerle kitabın akıcılığını sağlamaya çalışmıştır. Küresel

kaynakların kapasitesini insanlık olarak ne derece zorladığımızı çok iyi bir

dille anlatmış ve sürdürülebilir ekonominin acil bir şekilde gerekliliğini gözler

önüne sermiştir. Ancak yazar, ülkelerin hızlı bir şekilde tarım politikalarını

değiştirmesi gerektiğini belirtirken, bu konudaki uluslararası politikalara çok

az değinmiştir. Çevre tahribatını önlemek amacıyla küresel önlemlerin de

Page 269: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

269

alınması gerektiği oldukça açıkken, kitapta bu konunun üzerinden çok az

geçilmiştir.

Bu kitap çevrecilerin yanı sıra ekonomistler, işletmeciler ve

sürdürülebilirlik alanında çalışanlar için önemli bir kaynak niteliği

taşımaktadır. Ayrıca, sürdürülebilir ekonominin iyice anlaşılması ve gıda

kıtlığının önlenebilmesi açısından “Dünyayı Nasıl Tükettik?” kitabı oldukça

iyi bir başlangıç olarak görünüyor.

Page 270: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

270

KİTAP İNCELEMESİ 2

“AHLÂKLI BİR SAVAŞ MÜMKÜN MÜ?”

“HAKLI SAVAŞ HAKSIZ SAVAŞ”

Yazar: Michael Walzer

Çevirmen: Mehmet Doğan

Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 2010, 445 Sayfa

Emre Burak DEMİRER

Savaş, kimileri için bir yenilenme, kurtuluş, iyiliğe yol açan kötülük,

gereklilik, zorunluluk gibi tasvip edilmese dahi iyilenen olumlu bir yol, insanın

mündemiç bir niteliği, kimileri için ise yıkım, ölüm, cehennem, cinayet, felaket gibi

olumsuz nitelemelerle tanımlanmıştır. Ancak bize savaş hakkında bu tür yorumları

yaptıran nedir? Çok güvendiğimiz ve devamlı saygı duyduğumuzu söylediğimiz

hukuk kuralları mı yoksa bunun daha ötesi mi? Kısacası savaşı

değerlendirebileceğimiz ve yine öznesinde yer alabileceğimiz bir metodumuz var

mı? Şöyle ki; her savaşta aslında o savaşa dahil olmasak da haklı dediğimiz bir taraf

tutarız, bunun birçok sebebi olabilir (din, dil, ırk, siyasi rejim vs.). Peki aslında

katlanılması gereken kötülük olarak olumlu nitelikler bahşettiğimiz halde

kötülüğünü kabullendiğimiz savaşta niye böyle bir haklı haksız ayrımı yaparız?

Walzer, burada devreye giriyor ve Haklı Savaş Haksız Savaşı yazma

nedenini açıklarken tam da bu soruya cevap veriyor. Walzer’a göre (ki Walzer bu

Araştırma Görevlisi, Giresun Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü, [email protected]

Page 271: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

271

kitabı yazmada Vietnam savaşının etkisinin oldukça büyük olduğunu kabul etmekle

birlikte kitabı bir kuram çalışmasından ziyade yani bir siyaset bilimci olarak değil bir

savaş karşıtı aktivist olarak kaleme aldığını üstüne basarak vurguluyor) aslında

savaşa getirilen suçlamalar her ne kadar hukuksal arka planı aranarak yapılsada

ahlaki haykırışlardır ancak çoğumuz bunun farkında bile olmayız. Burada şu

ayrımın yapılmasında fayda görüyorum; Walzer ahlakı çok kapsamlı ele almış ve her

insani değerlendirmeyi bu kavram çerçevesinde değerlendirmiştir ki bence bu

durum dilsel açıdan bir fakirlik ve kısırlık yaratmaktadır. Bu nedenle ben ahlakın

yanısıra özellikle Walzer’ın savaşın ahlaki gerçekliği olarak ikili ayrımında ortaya

koyduğu jus ad bellum (savaşın haklılığı) kısmında kastedilen ahlakın bizim

dilimizde vicdan kelimesine daha çok yakınlaştığını düşünüyorum. Çünkü savaş ilk

çıktığında bir tarafa haklı diyeceksek bu bizim ahlaki değerlerimizden çok vicdani

rahatsızlıklarımızdan kaynaklanmaktadır. Ama eğer durum böyle değilse haklı

bulduğumuz tarafla aramızda güçlü bir bağ var demektir ve burada çok da ahlaki

değerlerin öne çıktığından bahsedemeyiz. Burada amacım Walzer’ın nitelemesine

yani savaş karşıtı söylem arayışına karşı çıkmak değil tam tersine dilin

imkânlarından yararlanarak katkıda bulunmaya çalışmaktır.

Walzer, ilk olarak 1977’de basılan orijinal ismiyle “JustandUnjustWar” isimli

kitabını yukarıda belirtmeye çalıştığım gibi ABD’nin Vietnam bozgunundan hemen

sonra yazmaya başlamıştır ki bu tarih 1970’tir. Walzer o dönemde Vietnam savaşına

karşı olan aktivistlerden biridir ve bu kaygıyla görüşleri oluşmuş, savaş karşıtı

söylemlere aslında insanlığın içteniçe yabancı olmadığı yeni bir yaklaşım

getirmektedir, kendisi de Vietnam savaşına karşı çıktıklarında gerçekte ahlaki bir

karşı duruş sergilediklerini ancak itirazlarını yasal pozitivizmin fakir dağarcığında

bunu yapmaya çalıştıklarını belirtmiştir. Walzer hukukun iki yönüne vurgu yaparak

bir itiraz geliştirir. Bunlardan birincisi yasal pozitivizmdir; hukukçuların kurduğu

kâğıttan kaleler benzetmesi yapar bunun için dolayısıyla sözleşmelerin paçavra

olmaktan başka önemi yoktur. Diğeri ise hukukun siyaset ilkelerine göre belirlendiği

faydacı tezlerdir ki bu da şu an Birleşmiş Milletler’e getirilen en önemli

Page 272: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

272

suçlamalardan biridir. İkiyüzlük burada devreye girmektedir. Faydacılık esasına

dayalı verilen kararların ikiyüzlüğü ancak ahlaki değerlendirmelerle günyüzüne

çıkabilir. Pozitif hukuku yeniden tanımlamanın bir yolu daha var: ahlaki değerleri

katarak yeniden bir pozitif hukuku yaratmak. Walzer bunu yapmakla pozitif

hukukun kendinden bir şey kaybetmeyeceğini tam tersine böyle yaparak yeni oluşan

hukukun yine pozitivist özellikler taşıyacağını söylemekte. Zaten haklı savaş haksız

savaşta ana amaç bunun yapılması gerektiğini örneklerle ispat etmektir. Burada

Walzer’a bir itiraz getirilebilir; salt Vietnam savaşından yola çıkarak hem içerik hem

de tarihsel anlamda böyle genel bir yöntem geliştirilebilir mi? Walzer’ın buna cevabı

tüm savaşların birbirine benzediği yönündedir. Ona göre savaşlar arasında zamanın

getirdiği çok az farklılık olmuştur. Diğer taraftan Walzer Müdahale konusunun

üzerinde durmakta ve müdahalelerin savaş yöntemleri açısından merkezi bir öneme

sahip olduğunu söylemektedir. Bir ön bilgi olarak şunu burada belirtmek isterim ki

Walzerlegalist paradigma dediği savaş konvansiyonunu düzenleyen kurallarda en

çok revizyon yapılması gereken alanın müdahaleler olduğunu belirtmektedir. Bu

nedenle Walzer tüm savaşların birbirine benzerliği düşüncesinden kendisini bir

ölçüde kurtaracak biçimde bir parantez açmıştır.

Bu noktada cevaplanması gereken temel soru şu: hepimiz biliyoruz ki ahlak

çok karmaşık ve grift, içinden çıkılması imkansız bir labirent hatta tanımlanması bile

oldukça güç, peki bu kadar zor bir kavramı, değerler silsilesisini nasıl olur da

oldukça somut olması gereken (özelliklede mevzu uluslararası toplumken) hukukun

içine katabiliriz ve pozitivizmden ödün vermeyiz? Burada cevap pratik ahlaktır, yeni

bir ahlak dünyası inşa etmek değil. Bizim ahlakla ilişkimiz yalnızca olaylar üstünden

ahlaki değerlerimizi tanımlamanın ve böylelikle haklılık, haksızlık tanımlarımızı

yapmanın tek yolu budur. Yoksa birdenbire labirentin içinde buluruz kendimizi.

Kitabın karakteristik özelliğini oluşturan örnekler üzerinden yürümenin önemi de

burada yatmaktadır.

Kitabın incelemesini yapmaya çalışırken benim kullanacağım yöntem kitabı

iki kısıma ayırmak olacak. Birinci kısımda Savaşın Ahlaki Gerçekliği ve Saldırganlık

Page 273: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

273

Kuramı bölümlerini, ikinci kısımda Savaş Konvansiyonu, Savaşın İkilemleri ve

Sorumluluk Meselesini incelemek, ana meselemiz olan kazanmak ve düzgün

savaşmak olan amaç/araç çelişkisini daha açık ortaya koymaktadır. Diğer taraftan bu

incelemede kitaptaki örneklerden yararlanırken daha tasarruflu olmakta fayda

olduğunu düşünüyorum. Bunun sebebi bu çalışmanın, kitabı henüz okumamış

birinin eline geçmesi durumunda kitabı okumanın önünde bir engel teşkil etmemesi,

kitabı okumuş olanları ise sıkılmadan göz gezdirmelerinin istenmesidir.

BİRİNCİ KISIM

Gerçekçilik Tartışması

Tartışma ilk olarak meşhur “inter arma silentleges” (savaş zamanı hukuk

susar.) sözüyle başlamaktadır. Bu görüş kadim bir özellik taşımaktadır. Çünkü savaş

insanın tüm varlığını tehlike altına sokmakta ve insan buna karşı koymak için tüm

gereklilikleri yapmak durumunda kalmaktadır. Böylece insan ister istemez hukuk

kurallarının söylediği tüm kısıtlamaları karşılaştığı kötülüğe cevap vermek için

çiğnemek zorundadır. Bunun en önemli nedeni kötülüğü yenmesinin mutlak

gerekliliğidir. Yaşamı tehlike altında olan insanın savaş zamanında hukukun sesine

kulak tıkaması kaçınılmazdır.

Diğer yandan “savaşta ve aşkta her yol mubahtır.” lafı ise aşkı da savaşla bir

tutarak şiddetin tarihini hem dünyanın en büyük kederine hem de en büyük

sevincine yaymıştır. Sanırım bu söz insanlık tarihinin en berrak sözlerinden biridir ve

şiddete karşı çare aramak saflıktan başka bir şey değildir. Savaşmak insan doğasında

oldukça normal sayılacak bir eylemdir. Yukarıda da belirtildiği gibi bunun için

birçok sebep vardır. Tüm bunlar “gerçekçiliğin” savunularıdır. Bu savunuyu

yapanlar gerçeği şöyle tanımlarlar; geleneksel olarak insanlıkdışı olarak

nitelediğimiz şey aslında baskı altında ortaya çıkan insanlıktan başka bir şey

değildir. Bunu bize anlatan kişi ise kadim Yunan’dan örnekler veren Thukydides’tir.

ThukydidesPeloponnessos Savaşları kitabında Atina’nın savaşlarını kendi

kurgusunu da katarak aktarmaktadır. Peloponnesssos Savaşları’nı literatüre

Page 274: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

274

kazandıran, çevirisini yapan ise ünlü Leviathan’ın yazarı Thomas Hobbes’tur.

Aralarında 2000 yıla yakın zaman olan bu iki adamın ortak noktaları savaşı gerçeklik

ve de gereklilik olarak tanımlamalarıdır. Bu tez Hobbes’unLeviathan’ında daha da

genişletilmiştir.

Aslında Walzer’ın yaptığı Thukydides ve Hobbes’da kendini bulan

gerçekliğe karşı çıkmak ama bunu yaparken felsefi tartışma boyutundan kaçınmak,

bilinçli olarak da bu alana girmemektir. Thukydides’inAtinalılar’ınMelos ve

Midilli’yle olan savaşlarını ve bu savaşların sonuçlarını anlattığı bölümleri ele alan

Walzer, Atina’da bile ahlaki değerlerin savaş zamanı devreye girdiğini kanıt olarak

sunmaktadır. Bunun nasıl olduğunu anlamak için her iki savaşa da yakından

bakmak gerekmektedir.

Melos ve Midilli

Melos, Sparta’nın kolonisi olan bir şehirdir. Spartalılar ve Atinalılar

arasındaki savaşta tarafsız kalmak istemiştir. Ancak Atina bunu kabul etmemiş ve

Melos’a iki generalini yollamıştır. Melos’un yargıçlarını ikna etmeye çalışan Atinalı

iki generalin ikna çabaları sonuçsuz kalmıştır. Buna karşılık Melos halkı direnmeyi

seçti, boş durmayan Atina ise Melos’un topraklarını yakıp yıktı ayrıca Melos içinden

bazıları da Atina’nın tarafına geçtiler. Yani Melos hem tahrip edildi hem de kendi

içinde ihanete uğradı. Çaresiz kalan Melos savaşa girdi ancak yenildi. Atina ise

Melos’a girerek kadın ve çocuklarını köle yaptı, erkeklerini ise öldürdü ve 500 kişilik

bir koloniyi Melos topraklarına yerleştirdi.

Burada tam bir gerçekçilik görüyoruz; Atina yapması gerekeni yaptı.

WalzerThukydides’in gerçekçiliğini tanımlamak için, WernerJaeger’in bir sözünü

kullanmıştır: “Thukydides güç ilkesinin kendi dünyasını kurduğunu, kendi hukukunu

yürüttüğünü bunu da ahlaki hayatın kurallarından müstakil ve farklı olduğunu ileri

sürer.”Walzer’a göre HobbesThukydides’iJaeger’in bahsettiği biçimiyle okumuştur.

Eğer bu kabul edilirse Atina Melos’a karşı yaptıkları konusunda kesinlikle

eleştirilemez.

Page 275: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

275

Melos örneğinin tersi biçiminde Midilli Atina’nın müttefikiydi, yani

aralarında bir vassallık ilişkisi bulunmuyordu. Midilli Atina’ya karşı isyan etti ve

Sparta’yla ittifak kurdu. Atina’ya ihanet etti. Bir boyutuyla bakıldığında Midilli’nin

yanında Melos’un suçu devede kulak bile sayılabilir. Atina meclisi Midilli’nin bu

hareketine karşılık erkeklerinin tümünün idam edilmesi ve tüm kadın ve

çocuklarının köle yapılması kararı aldı. Bu karar tartışmalara yol açtı. Thukydides’in

aktardığı Kleon ve Diodotus arasındaki diyalog bu tartışmanın betimlenebilmesi

açısından önemli. Kleon meclisin aldığı karara destek veren tarafı temsil etmektedir.

Kleon Midilli’nin topluca suçlu olduğunu ve adaletin sağlanması için

cezalandırılmalarından bahseder. Diodotus ise bu cezalandırmanın caydırıcı etkisine

değinir ve imparatorluğa cezadan bir fayda gelmeyeceğine hatta bunun daha kötü

sonuçlar doğuracağını söyler. Tartışmaların sonucunda Diodotus kazanmıştır. Bu

durum Melos olayında olduğu gibi gerçekçilik tezine uymaz. Peki Atinalılar’ı Midilli

kararından vazgeçiren sadece siyasi hesaplar mıdır?

Kuşkusuz hayır. Eğer böyle olsaydı en azında Diodotus çok taraftar

bulamazdı. Çünkü Atina oldukça güçlüydü ve her durumda siyasi hesap peşinde

koşması oldukça mesai gerektirirdi ki diğer taraftan Melos için de pekiala bu tür

endişeler duyabilirdi ve harap etmezdi. Dolayısıyla geriye bir cevap kalıyor:

Atinalılar Melos’a yapılanlardan rahatsız oldular ve Midilli kararına karşı

çıkışlarında ahlaki kaygılar söz konusuydu. Bu arada belirtmekte fayda var, Melos

olayı M.Ö. 416’da olurken Midilli isyanı M.Ö. 428 yılında gerçekleşmiştir. Bu zaman

diliminin kısalığı gözönüne alındığında Atinalılar’ın Midilli kararına karşı duruşları

siyasi faydacılık üzerine inşa edilmiş olsa da ahlaki kaygıların etkisinin daha büyük

olduğu su götürmez bir gerçektir.

Burada kullandığımız ahlaka ben “vicdan” demenin uygun olacağı

görüşündeyim, bunu Walzer’ın yapmamasının bir nedeni dilin durumu

karşılamadaki yetersizliği olabilir ancak Türkçe’de“vicdan” kelimesi tam da Melos ile

Midilli’ye karşı Atinalılar’ın tavır farkını açıklamaktadır. Bunun dışında Walzer kitap

boyunca kullandığı ahlak terimine karşı değilim ki böyle olması zaten mümkün değil

Page 276: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

276

ancak bu tip durumlar için ahlaki davranmaktan ziyade vicdani hareket etme tanımı

(vicdanın sızlaması gibi) en azından anlaşılabilirlik açısından daha doğru olacaktır.

Önerim bunun ötesine geçmemektedir.

Melos ve Midilli örneklerinden yola çıkarak gerçekçiliğe karşı duruş tezlerini

ortaya koyduktan sonra savaşın bir diğer gerekçelendirme yüzü olan strateji ve ahlak

ilişkisine bakmak gerek. Melos’a saldıran Atina, ahlaki açıdan kendini savunmak için

imparatorluğun bekasını öne sürerek “bizim yerimizde olsanız siz de aynı şeyi

yapardınız.” demiştir. Yani gereklilik diliyle hareket eden Atina ahlaki söylemi de

oluşturmaya dikkat etmiştir. Bu durum her savaş için geçerlidir. Savaşın stratejik

gerekliliğinin yanısıra haklılığının kanıtlanması için ahlaki söylemlere de ihtiyaç

vardır. İşte bu yüzden her ikisi de gerekçelendirme dilidir diyoruz.

Stratejinin savaş sonrası önemi daha fazladır. Çünkü savaşta işlenen suç

stratejide hata yapana yüklenmektedir zira stratejide hata yapılmasaydı savaş

kazanılır ve suçlu da olmazdı. Bunun örneğini Thukydides’inPeloponnessos

Savaşları’nda görüyoruz; Walzer bu örneği dipnot biçiminde kullanmaktadır; Atinalı

General Meloslular’la konuştuktan sonra savaşı planlamak için kampa döner ve üst

rütbeli askerlere bir konuşma yapar:

…Bazı tehlikeleri göze almalıyız; fakat önemli değil, çünkü bu tehlikelere ben değil

siz gireceksiniz. Kaybedersek suçu sana yüklerim…

Bu noktada stratejik karar vermek ahlaki karar vermek gibidir. Konuşmayı

yapan Atinalı generalin karşısındaki subay Melos olayını dert edinmiş Diodotus gibi

davranmalı, Walzer’ın tabiriyle zalimliğin ve haksızlığın tehlikelerini bilmelidir. Ne

Kleon ne de “gamsız” Atinalı general gibi olmamalıdır. Savaşlar Modern Çağ’ın

başlangıcındaki gibi aristokratik şövalyeler arasında olmuyor belki ama savaşçı

idealizminin ölmesi savaş kurallarının ortadan kalkmasına yol açmamakla birlikte

açmamalıdır da. Bu türden sorumlu yaklaşımlar savaşın gerekçelendirilmesinde

kullanılan ikiyüzlü tavırları da ortaya çıkaracaktır. Çünkü ikiyüzlülük birşeyleri

saklama ve bu yolla haklı olduğunu kanıtlama dilidir. İkiyüzlülüğün olduğu yerde

Page 277: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

277

şüphesiz ahlaki değerler de söz konusudur. Ahlaki kaygılar üzerine konuşmamız ne

kadar anlaşılır ve kullanılan dil ne kadar ortak olursa ikiyüzlülüğün maskesini ancak

o zaman düşürebiliriz.

Savaşın Ahlâki Gerçekliği

Savaş hakkında yargılarımız iki türlüdür: biri savaşın sebepleri diğeri ise

savaşta kullanılan yöntemler hakkındadır. Yani savaşı iki kere yargılarız. Savaşın

sebepleri için haklı/haksız, kullanılan yöntemler için adilce/haksızca savaşıldığına

hükmederiz. Bu ayrım ortaçağ yazarları tarafından ifade edilmiştir: jus ad bellum(

savaşta haklılık) savaşın sebepleri hakkındaki yargılarımızı, jus in bello (savaşta

adalat) savaş yöntemleri hakkındaki yargılarımızı belirtmektedir. Aynı zamanda jus

ad bellum savaşın saldırganlık mı yoksa nefsi müdafaa mı olduğunu, jus in bello da

savaş kurallarının ihlalinin ve ya gözetilmesinin hangisinin gerçekleştiği sonucuna

varmamızı sağlamaktadır.

Diğer taraftan bu ikili ayrım savaşın ahlaki gerçekliğinin en sorunlu kısmını

oluşturmaktadır. Zira savaş haklı olup haksızca savaşılabilir, bunun tersi olarak

haksız olup adilce savaşılabilir ki burada cezalandırma sorunuyla karşılaşırız; adilce

savaşan askeri nasıl yargılayabiliriz ya da savaşı haklı olan askeri kısıtlamaları

çiğnediği için suçlayabilir miyiz?

Örneklerin derinine inildikçe sorunun net olarak cevaplanması

zorlaşmaktadır. Çünkü savaşlar süreçleri içinde olan olaylar bakımından

öngörülemeyen, grift ve kompleks özellikler taşımaktadırlar ve herbiri birbirinden

ayrıdır. Ancak burada kastedilen ayrılık savaşların genel niteliğinden çok teknik

açıdan taşıdıkları özelliklerdir.

“Savaş Cehennemdir.”

Savaşta insanlar ölür; hem de çok sayıda insan ölür. Ölümün olduğu yerde

de cehennem vardır. Bu uhrevi bir anlayıştan öte bir durumu niteler. Ölüm kötüdür

ve en büyük kötülük “cehennem” kelimesinde ifade bulur. Karl vonClausewitz savaş

Page 278: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

278

üstüne yazmış en ünlü isimlerden biridir. Clausewitz’e göre savaş: kuramsal olarak

sınırı bulunmayan bir güç eylemidir. Aynı Clausewitz “savaş bukalemundur”

demiştir. Savaş başladıktan sonra nerede duracağı kestirilemez, aslında bu yaklaşım

“inter arma silentleges”e oldukça yakındır çünkü savaş artık kendi kurallarını yaratır.

Savaşta kısıtlamalara uymak oldukça zordur. Bu anlayış savaşı aşırılıklara götürerek

hain ve zalimlik niteliği taşımayan şiddet eylemlerinin hiçbirini savaş saymaz.

Dolayısıyla savaş insanları ahlaki aşırılıklara taşmayı zorlar. Aynı görüş

Eisenhower’ın “…Güce başvurduğumuzda, işlerin nereye gideceğini bilemezsiniz.”

sözüyle bir yandan savaşın isli puslu havasını da yansıtarak desteklenmektedir. Tabii

kaçınılmaz bir biçimde savaş kuralsızlık hali almaktadır. Clausewitz’in şu sözü

önemli: “Savaş kurallardan meydana gelen bir etkinlik değildir ve savaş asla bir düello

değildir.”. Bunlardan hareketle savaş cehennemdir ancak bu cehennemden

kaçınılabilir. Her zaman ahlaki bir seçenek vardır. Buna daha sonra değinilmek

üzere kısa bir parantez olarak burada bırakalım.

Savaşın cehennemliği yalnızca sınırsızlığı ve belirsizliği değil rıza

kısıtlamasının da buna yol açmasıdır. Artık savaşlar genç aristokratların düelloları

biçiminde olmamaktadır. Bunlar iki tarafın da sonuçlarını önceden kabullendiği

rekabetçi mücadelelerdir. Artık savaşlar zorlanan, yani rızası ellerinden alınmış

askerler arasında gerçekleşmektedir. WilfredOwen’ın 1. Dünya Savaşı piyadeleri çiçn

yazdığı ve rıza meselesini çok iyi özetleyen bir satırı bulunmaktadır:

“Sığırlar gibi ölenler için hangi ölüm çanları çalmalı?”

Modern savaşlarda askerlerin hayatları kamulaştırılmaktadır ve artık askerin

hayatı yalnızca onun değildir. Rızası elinden alınan asker savaş alanlarının malıdır.

Sinemadan örnek vermek bu anlamda yerinde olacaktır; 2004’de Fransız ve

Amerikan ortak yapımı Türkiye’de “Kayıp Nişanlı” olarak gösterilen orijinal adı “A

VeryLongEngagement”olanfilm bu anlamda ilginç sahneler barındırmaktadır. 1.

Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Fransa’da geçen filmde, Vermon’da savaşan 5

Fransız askerin evlerine dönmek için kendi ellerini vurmaları gösteriliyor ancak

askerler Somme’de Almanya’yla çatışmanın en sıcak olarak yaşandığı Somme’ye

Page 279: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

279

Bingo Crépusculemevzisine gönderiliyorlar. Bunun sebebi aslında idam edilme

kararları; bu 5 asker Bingo Crépusculemevzisinde Fransa ve Almanya arasındaki

tarafsız bölgeye atılıyorlar çünkü tarafsız bölgedeki sıcak çatışmalar nedeniylebir

insanın oradan sağ çıkması imkansız, bu durum ada yerlilerinin King Kong’a

insanları adak olarak sunmalarına benzetilebilir. Burada kesmekte fayda var zira film

uzayıp gidiyor ancak bu sahnenin askerlerin hayatlarının savaş sırasında nasıl

kamulaştırıldığını ve askerlerin aslında kendi hayatları üzerinede hiç söz hakkının

bulunmadığını göstermesi bakımından oldukça etkileyici bir kurgu olduğunu

düşünüyorum. Bu 5 askerden birinin ve filmin aynı zamanda esas oğlanı olan

karakterin elinden vurulmak için yaktığı bir sigarayı parmaklarının arasına sıkıştırıp

siperin üstünden Alman keskin nişancılarının bunu fark etmeleri için sallaması ve bir

iki saniye sonra tam istediği biçimde avuç içinden vurulması savaş cehenneminin

ateşinin hiçbir zaman hafiflemediğini, devamlı harlı olduğunu da göstermektedir.

“Savaş Tiranlıktır.”

Savaşın tiranlığını en iyi tanımlayan Troçki’nin diyalektikle ilgili

aforizmasının yorumuyla en iyi tanımlanabilir: “Savaşla ilgilenmiyor olabilirsiniz

ama savaş sizinle ilgilenmektedir.”.

Walzer’ın savaşın tiranlığı tanımı ise dolaysız ve aforizmasız, yalın bir

tanımdır. Walzer savaşın tiran yönünü tanımlarken saldırganlığa direnenlerin

saldırganın vahşetini taklit etmek, belki de bunun bile üzerine çıkmak zorunda

kalmak olduğunu söyler. Savaşmak istemeyebilir ancak karşımızda kendi hayatımıza

kasteden bir güruh gördüğümüzde en az onlar kadar bizim de gözümüz hiçbir şeyi

görmez ki savaşın tiranlığında artık küçük kurşun askerler haline çoktan

dönüşmüşüzdür.

Peki bir cehennemdeysek ve bilmeden de olsa bir tiranın esareti altındaysak

bundan dolayı bizi kim suçlayabilir?

Buna Walzer’ın cevabı şu şekildedir: cehennemde bile daha insanca ya da

insanlıktan uzak davranmak, sınırlamalara uyarak veya uymayarak savaşmak

Page 280: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

280

mümkündür. Yani her zaman (daha önce de kısaca değindiğimiz gibi) ahlaki bir

seçenek mevcuttur.

Askerlerin Durumu

Savaşın sınırlarını zorlayan, bu sınırların çiğnenmesini kolaylaştıran zorunlu

askerlik olmuştur. Walzer demokrasinin bu duruma meşru zemin oluşturduğunu ve

devletin cebretme gücünü kuvvetlendirdiği fikrindedir. 1. Dünya Savaşı’nda Verdun

ve Somme cephelerinde Owen’in dediği gibi sığırlar gibi ölen askerler bu durumun

en bariz örneklerini oluşturmaktadırlar. Ancak buna rağmen ahlak ölmemiştir. En

çarpıcı örnek ise birbirlerini ebedi düşman olarak gören Alman ve Fransız askerlerin

1914 Noel’inde birlikte içki içip hepbir ağızdan şarkı söylemeleridir. Burada akla

gelen soru; birlikte içip şarkı söylediklerine göre düşmanlıkları nasıl tanımlanabilir?

Bu soruya cevap askerlerin birbirlerine kişisel olarak düşman olmadıklarıdır;

askerler hayatları kamulaştırıldıktan sonra siyaseten güdülenerek savaşmaktadırlar.

Ancak askerler bunun farkında mıdır? En azından farkında olmaları gerekir ya da

öyle olursa hepimiz için iyi olur. Walzer, askerlerin özgürce savaşıp birbirlerini

düşman olarak seçiyor ve kendi tasarladıkları çarpışmalara giriyorlarsa savaşlarının

suç olmadığını, eğer özgürce savaşmıyorlarsa da bu savaşların onların suçu

olmadığını söylemekte, böylelikle rıza kısıtlamasını da işin içine katarak askerlerin

bir anlamda savaş alanlarındaki statülerini de açıklamaktadır.

Tüm bunlarla birlikte Hitler’in Rommel’i nereye yerleştirilmeli? Bilindiği gibi

Rommel Hitler’in en önemli üst rütbeli komutanlarından biriydi ve aynı zamanda

Hitler muhaliflerinin de başını çekmekteydi hatta Hitler’e karşı yapılan suikast

girişiminin plancılarındandır. Şimdi soru şu Dünyanın en büyük kötülüğüne hizmet

etmiş fakat muhalif de olmuş Rommel nasıl değerlendirilmelidir? Dünya’nın

gördüğü en acımasız ordunun başındaki bir general mi yani bir kötülükler prensi

mi? Şüphesiz ki bu sorunun cevabı evet. Diğer taraftan Hitler karşıtlığıyla sorumlu

bir general olarak mı değerlendirilmelidir?

Page 281: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

281

Sonuçta savaş cehennemse ve tiranlıksa Rommel’in savaş sırasındaki

kötülükleri doğru olmasa da mantıklı gelebilir, savaşta gösterdiği ahlaki duruşla da

bu desteklenebilir mi? Bu noktada jus ad bellum ve jus in bello arsındaki ayrım

önemlidir. Askerler en azından müdahale edebildikleri alanlardan sorumlu

tutulmalıdırlar. Askerin (ki burada bahsi geçen asker emir altındaki tüm asker ve

generaller, emri verenler değil) tüm savaştan haklılık ve haksızlık bağlamındaki

sorumsuzluğu ayrı düşünülmelidir. Rommel hakkında cevap ise açıktır: kötülük o

kadar büyüktür ki yapılan iyilikler hangi nitelikte olursa olsun hep iğne ucu kadar

bir öneme sahip olacaktır en azından bunu yargılayacak çoğunluk açısından.

Bu yargılamayı bize yaptıran savaşla ilgili tüm normları, gelenekleri, yasal

hükümleri vs. tanımlayan, yargılarımızı şekillendiren savaş konvansiyonudur. Savaş

konvansiyonu, savaşın ahlaki niteliklere haiz olduğunu baştan kabul eder. Yani

düzgün savaşmak, kurallara riayet etmek bile savaşın bitirilmesini sağlamaz. Her

halükarda insanlar ölecektir. Bu durumun tezahürünü savaşta gösterilecek en büyük

şefkatin savaşı hızla bitirmek olduğunu söyleyen 1800’lerin sonlarında Prusya

genelkurmay başkanlığı yapmış vonMolkte’de görmek mümkün. Buna karşın savaş

konvansiyonunu işe yaramaz görmek gereksiz. Midilliörneğinde olduğu gibi

kazanabilirsiniz ancakyalnızca zafer insanları tatmin etmez. Kısacası hem düzgün

savaşmayı hem de kazanmayı, zafere ulaşmayı isteriz. VonMolkte’nin şefkat anlayışı

önceden verilmeye çalışılan bir gözdağı çabası olarak değerlendirilebilir çünkü

vonMolkte bunu söylemesine rağmen hiçbir zaman bu kadar aşırıya gitmedi.

Saldırganlık

Saldırganlık, savaş suçuna takılan isimdir. Saldırganın yaptığı haksızlık,

saldırıya uğrayanların kendi haklarını korumak uğruna bu insanların hayatlarını

tehlikeye atmak zorunda bırakmalarıdır. Savaşın tiranlığı dediğimiz durum da zaten

buna tekabül etmektedir. Bu duruma bir katkı yapmak gerek; saldırganlığa karşı

kendini koruyan taraf ahlaken de savaşmaktadır. Yani saldırgana karşı savaşan

tarafın savaşı haklı savaştır. Saldırganlığı savaş suçu sayarak savaşını haksız olarak

nitelendirmekteyiz.

Page 282: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

282

İki tarafında haklı olduğu savaş yoktur. Bu yargı cezalandırma

gerekliliğinden kaynaklanmaktadır. Ortada bir savaş varsa mutlaka bundan sorumlu

birileri yani cezalandırılması gerekenler vardır. Her iki tarafın da haksız olduğu

savaşlar da vardır ki bunlar aristokratların düellolarıdır, bu savaşlar da suç değildir.

Ancak modern savaşlarda bir taraf mutlaka haksızdır. Cezalandırma dilinde

saldırganlıktan başka suç tanımlanmamaktadır. Bu durum hukuk dilinin fakirliğine

de atfedilebilir.

Saldırganın asıl suçu, insanların ölmeyi göze alabilecekleri değerlere

saldırmasıdır. Walzer bu değerleri iki biçimiyle başlıklandırır; birincisi toprak

bütünlüğü, ikincisi ise siyasal egemenlik. Ancak bunun bir istisnası bulunmaktadır;

eğer insanlar kendilerini yönetecek hükümet biçimini seçmeye ve hayatlarını

şekillendiren politikaları şekillendirmeye ahlaksal açıdan yetkili değillerse dışarıdan

müdahaleler suç değildir. Örnekse; 1870’deki Allace-Lorraine olayı gösterilebilir.

Alsace-Lorraine’de Almanya ve Fransa hak iddia ettiler; Almanya Allace-Lorraine’le

kültürel bağlarını, Fransa da Allace-Lorraine’deki 200 yıl süren yönetimini öne

sürdü. Beklenen odur ki bu kararı yerel halk versin ama çözüm bu şekilde olmadı.

Barış anlaşmalarının genel özelliği olan baskı altında yapılmaları Franco-Prusya

savaşından sonra da tekrar edildi. Almanya savaşta Allace’nin bütününü Lorraine’in

ise bir kısmını ilhak etti. 1871’de yapılan barış anlaşmasıyla Fransızlar Almanya’nın

haklarını tanıdılar. Bu durumu destekleyen tez ise çok geçmeden Henry Sighwick

tarafından ortaya atıldı. Sighwick’e göre zaman içinde değişen tutumlarla birlikte

haksız ilhak edilen topraklardaki halk ilhak edeni kabulleniyor ise haksız ilhakın

ahlaki etkisi tersine döner ve haksızlık ortadan kalkar. Yine Sighwick’e göre ahlaki

değerler zamanın getirdiği yeni koşullara göre değişebilmektedir, bu açıdan

Sighwick faydacılığın uç noktalarında olduğunu açıkça göstermektedir.

Legalist Paradigma

Walzer, birey ve devlet benzerliği kurar ve yerel toplumla kıyaslama denilen

kavrama dayanarak kişisel özgürlükle devletin siyasi bağımsızlığını birbirlerine

denkler. Legalist paradigma açık ifade etmek gerekirse kişilerin sahip olduğu

Page 283: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

283

temelhak ve özgürlükler gibi devletlerin haklarını koruyan hukuki duruma verilen

isimdir. Ancak legalist paradigmanın uygulanmasında yetki boşluğu bulunmaktadır,

bu yapıda polis bulunmamaktadır. Walzer, uluslararası toplumu haklar temeli

üzerine kurulmuş kusurlu bir binaya benzetir. Bu bizi uluslararası toplumun

gerçekleriyle yüzleştirir ve gerçekler legalist paradigmada revizyonlar yapmamızı

gerektirmektedir. Tek suç saldırganlık olduğuna göre revize edilmemiş legalist

paradigma saldırganlık kuramının altı maddesiyle özetlenebilir;

1. Bağımsız devletlerden oluşan uluslararası bir toplum vardır.

2. Bu uluslararası toplumun hukuku, üyelerinin haklarını, herşeyin

ötesinde de toprak bütünlüğü ve siyasi egemenlik haklarını belirler.

3. Bir devletin başka bir devletin toprak bütünlüğüne veya siyasi

egemenliğine karşı güç kullanması ya da güç kullanmakla tehdit etmesi saldırganlık

sayılır, suç eylemi kapsamına girer.

4. Saldırganlık iki tür şiddet tepkisini haklı çıkarır; kurbanın nefsi

müdafaa savaşı ve kurban ile uluslararası toplumun diğer üyelerinin hukuku

yürürlüğe koyma savaşı.

5. Savaşı sadece saldırganlık haklı kılar.

6. Saldırgan devlet askeri olarak püskürtüldükten sonra ayrıca

cezalandırılabilir.

Son madde ayrıca önemlidir, çünkü bu madde legalist paradigmanın

saldırganlık suçunu savaş sonrasında da devam ettirmektedir. Fakat bunun

abartılmaması gerekmektedir, zira 2. Dünya Savaşı’nın ayak seslerinin 1919 Versaille

Antlaşması’yla duyulduğunu söyleyen Carr haklı çıkmıştır. Bu sebeple 6. Madde

cezalandırılan devletin halkları tarafından nefret ve intikam boyutuna vardırılabilir.

Legalist paradigma caydırıcılık üzerine kurulmuştur. Fakat faydacı tezler de

mevcuttur. Bunun en önemlilerinden biri Gerald Vann’ın tezidir. Bu tez Münih İlkesi

olarak adlandırılmaktadır. Münih İlkesi, saldırıya uğrayan devletin müttefiklerinin

saldırgan devlete karşı savaşabilecekleri gibi faydacı bir yaklaşımla müttefiklerin

saldırıya uğrayan devletin saldıran devletin isteklerini kabul etmesi için elinden

Page 284: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

284

geleni yapması gerektiğini tavsiye etmektedir. Tez safdillik olarak değerlendirilse de

barış için çabalamak amacı gütmesi açısından mühimdir. Walzer’a göre Münih İlkesi,

bağımsızlığın kaybedilmesini kabullenir ve uluslararası toplumu güce göre tasnif

eder.

Önceleme

İlk ateşi kim açtı? Sınırı ilk hangi taraf geçti? Bu soruların cevabı

saldırganlığın ispatlanması ya da önceleme amaçlı harekatlar olduğunun ortaya

konması açısından önemlidir. 1842’de İngiltere Devlet Başkanı Daniel Webster

önleyici savaş için “acil karşı konulmaz, başka bir seçime imkan vermeyip müzakerelere

zaman tanımayan… nefsi müdafaa gereği olduğunu ve bu durumun kanıtlanması koşuluyla

haklı bir savaş” olduğunu söylemektedir. Walzer, önleyici savaşın amacının dengeyi

korumak ve eşit güç dağılımı denen durumun baskın devletler aşağı devlet ilişkisine

doğru kaymasını engellemek olduğunu ortaya koymuştur. EdmundBurke ve Francis

Bacon güç dengesinin anlamsızlığın bahsederek, güç dengesinin aslında yapılmış

sayısız savaşın asıl sebebi olduğunu belirtmişlerdir. Bu nedenle mükemmel denge

bir ütopyadır. Önleyici savaş için standarda ihtiyacımız vardır. Bu standardı Bacon

“haklı korku”olarak tanımlamaktadır. Haklı tehdit diğer devletin tehditkar

eylemlerine atıfta bulunmaktadır. Tehdit ne kadar büyükse önleyici savaş da o kadar

haklıdır.

Hangi eylemler savaşı haklı kılacak kadar ciddi bir tehdit sayılabilir? Walzer

İsrail’in 6 Gün Savaşı’ndaki önleyici harekatını örnek göstererek legalist

paradigmaya yapılması gereken ilk revizyonu belirlemektedir. Bu revizyon; askeri

güç kullanmak toprak bütünlüklerini veya siyasi bağımsızlıkları cidden tehdit

ederse, devletler savaş tehdidi karşısında askeri güç kullanabilirler biçimindedir.

Walzer önleyici savaşı haklı kılacak standartları daha önce de belirttiği insanların

yaşamlarını hiç düşünmeden ve de haklı olarak tehlikeye atabilecekleri toprak

bütünlüğü ve siyasi egemenlikten oluşan siyasal toplumun hakları çizgisinde

belirlemiştir.

Page 285: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

285

Müdahaleler

Müdahaleler başka devletlerin iç meselesine karışmakla ilgilidir.

Müdahaleler siyasi toplumun haklarının çiğnenebildiği eylemlerdir. John StuartMill

bu bağlamda toplumun kendi kaderini belirleme (self-determinasyon) hakkı ile

siyasi özgürlüklerini birbirinden ayırır ve vatandaşlar hükümetlerini, kendilerinin

yöneten siyasileri seçsin seçmesin bu tip toplumların kendi kaderini tayin eden

toplumlar olduğunu söyler. Eğer siyasi toplumun fertleri özgürlüklerini kazanmak

istiyorlar ise tıpkı bireysel kazanımların tek başına elde edilmesi gerekliliği gibi

bunun için çaba sarfetmeleri gerekir. Dolayısıyla kendi kaderinin tayin etme hakkı

vatandaşlara bireysel haklarını vermez ancak bunları kazanmaları için onlara fırsat

sunar, ortam sağlar. Anlaşılacağı üzere Mill’in müdahale anlayışı dışlayıcıdır. Mill,

müdahalenin özgürlük amacına hizmet ettiğini düşünmez, eğer buna rağmen

müdahale gerçekleşecekse mutlaka başarısız olacaktır. Mill’in bu

tutumununDarwinci bir seleksiyon anlayışa meyilli olduğunu yorumlayanlar da

olmuştur.

Mill gibi müdahalelere tamamen dışlayıcı biçimde bakmasak da

müdahalenin sınırlarını iyi çizmeliyiz. Walzer bunu şu şekilde nitelemiştir:

“…görünüşte iyilikleri için bile olsa, onlar için yapamayacağımız şeyler

vardır.”

Ancak müdahale konusunda Mill’in bir istisna ortaya koyduğundan

bahsetmek gerekir. Mill müdahalelerin uç şekli olan istilayı yetersiz insanların ve

barbarların istilaya uğrayıp yabancılara tabi olmalarının çıkarlarına olduğunu

söyleyerek istilaya şartlı destek vermiştir. Aynı şekilde Walzer da 2. Dünya Savaşı

sonrası Almanya ve Japonya’nın yetersiz hale düşmelerinden dolayı müttefiklerin

buralardaki istila politikalarını doğru bulmaktadır.

Müdahale konusuna dönmek gerekirse, karşılaşılan müdahale tipleri

gözönüne alındığında legalist paradigmaya ikinci, üçüncü ve dördüncü revizyonları

yapmak gerekmektedir.

Page 286: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

286

1. Belirli sınırlar içerisinde iki ay da daha fazla siyasi toplum varsa,

bunlardan bir tanesi büyük çaplı bir özgürlük mücadelesi yürütüyor ise,

2. Bunu iç savaşın taraflarından biri istemişse bile sınırlar başka bir

yabancı güç tarafından aşıldığında (karşı-müdahale),

3. Sınırlar içerisinde insan hakları ihlalleri korkunç boyutlara ulaştığında

(insancıl müdahale) müdahale gereklidir.

Tüm bu revizyonlarla birlikte dünya tarihinde gerçekleşen müdahalelerin

boyutları gözönünde tutulduğunda müdahale sınırlarını ne denli aşılabildiği de

unutulmamalıdır. Aslında Walzerlegalist paradigmada revizyon yapmanın ne kadar

tehlikeli olduğunun da farkındadır,

Yukarıda sayılan üç müdahale biçimine dair belirgin örnekler üzerinden

gidilmelidir. Ancak burada revizyonlar arasındaki en önemli müdahale ve

müdahalelerin haklılığını en üst noktaya taşıyan sebebi oluşturan üçüncü revizyona

yani insancıl müdahaleye değinmek yerinden olacaktır.

İnsani müdahale, devletler içindeki hakim güçlerin ağır insan hakları ihlalleri

söz konusu olduğunda gündeme gelir. Ancak herkesin bildiği gibi müdahaleyi

gerçekleştiren devletler tarafından fazlaca suistimal edilmiş ve edilmektedir. Walzer

bu konuda ikili bir karşılaştırma yapıyor ve ABD’nin 1898’de İspanyol baskısı

altındaki Küba’ya müdahalesini ve Hindistan’ın Pakistan topraklarındaki

Bangladeş’e 1971’de yaptığı müdahaleyi karşılaştırıyor.

İlk örnekte Kübalı ayaklanmacılar İspanyol baskısına karşı ABD

müdahalesini desteklediler hatta isteklerinin birinci maddesi ABD müdahalesinden

sonra kendi kuracakları geçici hükümetin ABD tarafından tanınmasıydı. Durum

böyle olmadı. ABD müdahaleyi gerçekleştirdi fakat ayaklanmacıları tanımak şöyle

dursun nihai müdahale bir istilaya dönüştü ve ABD İspanyolların yerini aldı. ABD

1898’de 1902’ye kadar adada askerlerini tuttu (gerçi bu istilanın insani haklar

yönünden Kübalı’lara etkisi oldu ancak bu devede kulak devede kulak

orantılamasından bile daha az seviyedeydi). Müdahalenin başlıca kuralı müdahale

Page 287: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

287

eden devletin bir dereceye kadar müdahale ettiği ülkenin insanlarıyla aynı amacı

paylaşmasıdır. ABD’nin Küba müdahalesinde böyle bir durum söz konusu dahi

olmamıştır.

Diğer taraftan Hindistan’ın 1971’de Bangladeş’e (Doğu Pakistan) girerek

müdahalede bulunması ve müdahale gerçekleştirilip Bangladeş’in siyasi

özgürlüğünü tanıyarak buradan çekilmesi yukarıdaki örnekten daha insani bir

müdahale biçimini kuşkusuz göstermektedir. Ancak şüphe yok ki Hindistan ahlaki

gerekliliği gözettiği gibi stratejik çıkarlarını da gözetmiştir. Bunu söylememek

safdillik olurdu. Zira Pakistan ve Hindistan arasındaki kan davasıvari düşmanlık

düşünüldüğünde Hindistan’ın Pakistan topraklarına insani amaçlarla da olsa girmesi

aynı zamanda askeri stratejik bir kazanım niteliği de taşımaktadır.

Bangladeş olayında Birleşmiş Milletler’in (BM) tutumuna değinmekte fayda

var. Olay BM’ye taşındığında BM’nin kılı bile kıpırdamamıştır. Walzer’a göre eğer

insani müdahale gibi acil bir durum söz konusuysa evrensel devleti veya mesihi

beklemek gibi BM’yi beklemek ahlaki bir anlam taşımamaktadır.

Savaşın Amacı Ne Olmalı?

Savaşta insanlar ölür ve bu yüzden savaş cehennemdir. Ancak cehenneme

neden düştüğümüzü bilmemiz gerekir.Boşuna mı cehennemdeyiz, boşuna mı

yanıyoruz, boşuna mı ölüyoruz? Tüm bu soruların cevabı bizi ahlak dünyasına

bağlar bu nedenle siyasetçi ikiyüzlüdür. Bize uğrunda ölecek ahlaki bir neden

söylemek zorundadır. Eğer amaç kazanmaksa durum böyledir ancak

Walzer’ınThukydides ve Hobbes’dan ayrı olarak kullandığı “gerçekçiler” hedeflerin

ılımlı olması gerektiğini söylerler. Hatırlanacak olursa her zaman ahlaki bir seçenek

olduğu gibi faydacı bir tez de vardır.

Mutlak kazanmayı anlatan “kayıtsız şartsız teslimiyet” 2. Dünya Savaşı’nda

Müttefikler’inAlman’lara uyguladıkları siyaset bakımından tartışmasız doğrudur. Bu

doğruluğun sebeplerinden biri Hitler Almanya’sının dünya tarihinin en büyük

kötülüklerinden biriolması ve buna karşı savaşan Müttefikler’in sadece kendileri için

Page 288: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

288

değil tüm dünya için savaştıklarıdır. Almanya o kadar büyük bir caydırıcılığa maruz

bırakılmalıdır ki bir daha böyle bir girişimin halayi dahi gerçekleşmesin.

Diğer taraftan İmmanuelKant’dan izler taşıyan otoriter devletlerin savaş

açmaya demokratik devletlerden daha meyilli olduğu görüşü ise çok da doğru

değildir. Zira Walzer’a göre Atina tarihi buna kanıt oluşturmaz.

Savaşta orantılı olmak, kullanılan şiddet ölçüsünde karşılık vermek mutlaka

uyulması gereken bir doktrindir. Müttefikler Hitler Almanya’sına böyle davrandılar.

Ama ABD, Kore ve Vietnam’da bunu yapmadı. Kore ve Vietnam’a 2. Dünya Savaşı

Almanya’sı gibi davrandı. Bu noktada legalist paradigmada beşinci revizyonu

yapmak gerektiğini belirtiyor Walzer: Devletin kollektif karakteri yüzünden,

yakalayıp cezalandırmaya dair yerel toplumdaki yaklaşımlar uluslararası toplumun

gerçeklerini karşılamaz. Bu önlemlerin önemli bir caydırıcı etkisi yoktur. Bu

bağlamda David Hume’un “Güç Dengesi Üzerine” adlı denemesinde kullandığı

cümle dikkat çekicidir.

…Fransa’yla girdiğimiz savaşların yarısından çoğu, komşumuzun hırsından çok

bizim ihtiyatsız şiddet göstermemize dayanır.

Bu tür bir haçlı ihtirasıyla yapılan savaşta haklılık aramak yerinde

olmayacaktır. Yani jus ad bellum’la değil sadece jus in bello ile ilgileniriz. Fakat bu

ikiliğin yaşandığı yerde diğer bir ifadeyle jus ad bellum ile jus in bello çatışmasıyla

karşılaşırsak ne yapmamız gerekir? Haklı bir savaşta kurallar kenara bırakılabilir mi?

İKİNCİ KISIM

Savaş Yöntemleri

Artık ilgi alanımız jus in bello’dur. Henry Sighwick’e göre çarpışma sırasında

olan biten hakkında bir yargıya varmak isteniyorsa iki tarafında kendini haklı

Page 289: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

289

gördüğü varsayımıyla hareket edilmeli. Ardından asıl soru geliyor; askerler nasıl

adilce savaşır?

Sighwick’in yanıtı iki aşaması olan bir kuraldır. Bu kuralın en önemli özelliği

ise faydacılığıdır: çarpışmalar esnasında savaşın sonunu getirmeye somut bir katkısı

olmayan herhangi bir kötülüğe, ya da büyüklüğüne kıyasla savaşın sonunu

getirmeye katkısı cılız olan bir kötülüğe izin verilmez. Belirtmek istenilen şey

aşırılıktan kaçınılmasıdır. Sighwick aşırılıktan kaçınmak için iki ölçüt önermiştir: ilki

zaferin kendisi, ikincisi orantılık kavramı yani yapılan kötülüğün tartılmasıdır.

Sighwick, bu teziyle disiplini ve hesaplamayı öne çıkarmaktadır. Yine Sighwick’e

göre iyi bir general ahlaki değerlere önem vermeli ve öyle davranmalıdır. Bu açıdan

en iyi plan, savaşın mümkün olduğunca çabuk ve kayıpsız kazanılmasıdır. Faydacı

yaklaşımın en belirgin niteliği savaş kurallarından bahsetmekten çok bu kuralların

hangi durumlarda çiğnenebileceğini gösterme çabasıdır. Ancak sadece faydası

düşünülerek sınırlamaların aşılması kabul edilemez, ahlaki kabul görmesi ve çoğu

insan tarafından haklılık anlayışına da uyması gerekir.

Vitoria’nın“birliklerin cesaretini arttırıcı bir etken olarak savaşın idare edilmesi için

gerekliyse bir şehri yağmalamak kanunsuz değildir.” sözünden yola çıkarak 1943’de

Fransa’nın Faslı lejyonerlerinin İtalya’ya girmesi ve kadınlara tecavüz hakkının bu

askerlere tanınması Vitoria için makul karşılanabilir ancak bu çoğumuz için ahlak

dışıdır ve hiç de makul değildir. Bu nedenle savaşın zaruretinden bağışık bir ahlaki

duruşa sahip olmalıyız, yalnızca böyle davranarak düzgün savaşmanın kurallarına

bağlı kalmış oluruz. Unutulmamalı ki; savaştığımız insanların dahi hakları vardır ve

bu haklar savaş zamanında korunmalı, kollanmalı, saklı tutulmalıdır. Bu noktada

karşılaştığımız en önemli sorun muharip olmayanların haklarının nasıl

korunacağıdır ki bu durum da sağlıklı bir biçimde muharip olanlarla olmayanlar

arasında ayrımın yapılabilmesini ve bu alanın iyi tanımlanmasını gerektirir.

Savaş konvansiyonunda ilk kural savaş başladıktan sonra tüm muhariplere

(savaşamayacak durumda olsalar bile) saldırılabileceğidir. Askeri gereklilik buna bir

Page 290: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

290

mazeret olarak gösterilir. Walzer bu durumu Gerekliliğin Doğası (1) olarak

nitelendirmektedir:

“…savaşı kazanmak için yalnızca neyin gerekli olduğunu gerekçelendirmekle

kalmaz, kaybetme riskini düşürmek, kayıpları azaltmak ya da savaşın akışında kayıp verme

ihtimalini küçültmek için gerekli şeyleri de gerekçelendirir.”

Konvansiyonun ikinci kuralı muharip olmayanlara karşı savaş konvansiyonu

asla saldırılmaması gerektiğini söyler. Ancak bu konuda karşımıza çifte etki doktrini

çıkmaktadır. Çifte etki, muharip olmayanlara saldırılmasına getirilen mutlak

yasaklama ile makul askeri harekatları biraraya getirebilmenin yoludur. Bu doktrine

göre ancak dört koşuldan biri gerçekleştiğinde muharip olmayanlara saldırılabilir.

Bunlar:

1. Eylem kendi içinde iyidir ya da tesirsizdir.

2. Doğrudan etkisi ahlaken kabul edilebilir.

3. Eylemcinin niyeti iyidir.

4. İyi etki, kötü etkiye verilen izni telafi etmeye yetecek kadar iyidir.

şeklinde sıralanmıştır. Walzer bu dört koşuldan ancak üçüncüsünün

kabuledilebilir olduğunu söylemekte ve koşulu ayrıntılandırmaktadır:

3. Eylemcinin niyeti iyidir, yani ancak kabuledilebilir etkiyi hedefler; kötü

etki amaçlarından biri değildir, ne de onu amacı için bir araç olarak kullanabilir.

Ortaya çıkabilecek kötü etkinin farkında olarak onu en aza indirmeye çalışır, bunu

sağlamak için kendisi bir bedel ödemeyi kabul eder.

Bununla birlikte Walzer savaşın mutlak suretle sivillerin aleyhine olduğunun

altını çizmektedir.

Kuşatma ve Ablukalar

Savaşta muharip olmayanların durumunu incelerken şüphesiz sivillere karşı

en eski savaş biçimlerinden olan kuşatma ve ablukalardan da bahsetmek

Page 291: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

291

gerekmektedir. Kuşatma çok kadim bir geleneksel savaş biçimidir ve toplamda sebep

olduğu kayıplar şu anki en acımasız savaş biçimi olan nükleer savaştan dahi fazladır.

Walzer’ın verdiği örnek bu açıdan anlamlıdır: Leningrad kuşatmasında ölen siviller

Hamburg, Dresden, Tokyo, Hiroşima ve Nagasaki’nin modern cehennemlerinde ölen

sivillerden fazlaydı.

Kuşatma kadim bir savaş biçimidir. Dolayısıyla ahlaki kabul gördüğü

durumların varolduğu da bir gerçektir. Bu nedenle kuşatma savaş konvansiyonunun

ikinci kuralını sarsan bir istisna halini alır. Kuşatmaları tamamen dışlayamayız veya

reddedemeyiz ancak bir şekilde sınırını çizmek durumundayız. İbnMemun daha

sonra Grotius’un da kaynak olarak kullanacağı bir görüşü ortaya koymuştur.

İbnMemun’a göre şehir ele geçirilmek amacıyla kuşatılırsa dört taraftan değil

muharip olmayanların kaçmasına izin verecek şekilde üç taraftan kuşatılmalıdır.

Bunun özellikle de saldırgan devlet tarafından yapılmasını ummak rahatlıkla saflık

olarak nitelendirilebilir. Ancak İbnMemun’un bu görüşü modern çağda karşılığını

mülteci olma hakkı olarak bulur. Peki sivillerin bir kaçış yolu yok ise kuşatma

uygulayan devlet veya devletler sivillerin de kaçınılmaz olarak kullandığı mahsul ve

gıda stoklarına saldırırsa durum ne olur? Bu noktada 1. Dünya Savaşı’nda

Britanya’nın Almanya ablukasını örnek gösteren Walzer çifte etki doktrininden

hareketle ve Alman sivilleri askerlerden ayırmanın mümkün olmadığını da

söyleyerek Britanya’nın her ne kadar sivilleri öldürmek istemese de bu ölümlerden

kaçınamayacak halde olduğunu belirtiyor, fakat cümlenin gidişatından beklendiği

gibi sivil ölümleri haklı görmüyor aksine Britanya’nın muhakkak zorluğu ne kadar

büyük olursa olsun askeri hedefleri sivillerden ayırması gerektiğini söylüyor. Kitabın

ana amacının her çatışma koşulu içinde ahlaki bir arayış olduğu hatırlandığında bu

durum normal karşılanmalıdır.

Gerilla

Gerilla savaşında en büyük sorun gerillanın halktan ayrımı sorunudur. Zira

gerilla askeri kıyafetler giymez, halkın arasında dolaşır. Gerilla özü itibariyle bir halk

direnişidir. Vietnam’ın gerilla hareketi olan NFL’nin (NationalLiberationFront -

Page 292: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

292

Ulusal Özgürlük Cephesi) paramiliter güçlerine Don Quan (sivil asker) denmesinin

altındaki neden budur.

İkinci sorun savaş sırasında gerillanın ne tür haklara sahip olduğudur?

Savaşta askerlerin hakları vardırve savaş konvansiyonu bunu düzenler ancak

sivillerden ayrılması imkansız, bir askeri disipline ve görüntüye sahip olmayan

gerillanın hakları nasıl belirlenebilir? Bu soruya halk ve gerilla birlikteliği gözönünde

bulundurularak halkın kitlesel olarak isyan ettiği durumda savaş haklarının

düzensiz savaşçılara geçtiği şeklinde verilebilir. Ancak bir durum daha var ki o da

halk ile gerillanın birbirinden tecrit edilebilme sorunu.

ABD ordularının Vietman’da kendi belirlediği üç maddelik “Muharebe

Kuralları”nı nasıl çiğnediği görüldüğünde tecridin imkansızlığı ve bunu

beceremedikçe saldırganın daha fazla hırçınlaştığı hatta kendi belirlediği kuralları

dahi rahatlıkla çiğnedi anlaşılmaktadır. Sonuç olarak Walzer’a göre nihai çözüm

gerillaya karşı savaşın hem kazanılamaz hem de kazanılmaması gerekliliğidir.

Walzer’ın bu bakışı, köklü bir çözüm sunduğu gibi jus ad bellum ve jus in bello

açısından uyumlu bir cevaptır da.

Terörizm

Modern tezahürlerinde terör, savaş ile siyasetin totaliter biçimidir. Savaş

konvansiyonu ve siyaset yasasını sarsar diyen Walzer terörizmi tamamen dışlamış ve

savaşın hiçbir yerinde yan, ahlaki gerçekliğinde yer alamayacağını belirtmiştir.

Ancak bir istisna açarak suikast ile terör arasında ayrım yapmaktadır. Bu ayrım ise

en çok terörizmin özelliğinde kendini bulur. Terörizm soykırım belirtileri taşımakla

birlikte suikast bu belirtiyi taşımaz. Suikasti yapanlarda vigilant bir tavır

bulunmaktadır. Adaleti devrimci bir yolla sağladıklarını söylerler.

Devrimcinin bu yola başvurması doğru mu? Hayır; devrimcinin

özgürlüğünü gösterme şekli, özgürlüğünü kazandığı yolla aynıdır, düşmanlarıyla

doğrudan yüzleşir, başkalarına saldırmaktan (hele ki masumlara) kaçınır. Devrimci

ahlakı diye bir şey var ise o da budur.

Page 293: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

293

Misilleme

Misilleme doktrinin savaş konvansiyonun istismara en açık biçimidir. Bir

yazara göre misilleme daha önce başkası yaptı diye yanlış olduğunu düşündüğümüz

birşeyi yapmaktır diyerek misillemenin kısas yoluyla barındırdığı kötü yandan

bahsetmektedir. Misillemede biri mutlaka cezalandırılmalıdır çünkü önceden de

dediğimiz gibi bir taraf muhakkak haksızdır. Ancak bu cezayı misilleme yoluyla

verirken kötülüğe kötülükle karşılık vermemek gerekir; yani kısas aranmamalıdır.

Misilleme de önemli olan kötülük tekrarlasa bile kötülüğe kötülükle karşılık

verilmemesidir.

Masum sivillere karşı yapılan her türlü misilleme ise istisnasız suç

sayılmalıdır. Bilindiği gibi 2. Dünya Savaşı’nın en büyük sebeplerinden biri Müttefik

devletlerin tüm 1. Dünya Savaşı’nın hıncını alır gibi yenik devletlerle barış

anlaşmaları yapmaları ve bu yolla yenik devletlerin halklarının bunun intikamını

alma arzusuyla doldurmalarıdır. Özellikle Almanlar 2. Dünya Savaşı’nda

Müttefiklere karşı kısasa kısas hissiyle tüm sınırları çiğneyerek savaşmışlardır.

Barış Zamanı Misillemeleri

Misillemeler diplomasiden sonra saldırganlara karşı kullanılabilecek bir

doktrindir. Aynı zamanda misilleme uyarı özelliğine de sahiptir. Yani misilleme

savaş dışında tutulabilecek askeri bir önlemdir. Bu nedenle savaş konvansiyonunda

hemen reddedilmeyen bir doktrindir. Ancak bu noktada orantılık önemli, çünkü

uyarı niteliğinde kalması gereken bir barış zamanı girişimi savaşa yol açmamalıdır.

Aksi tekdirde misilleme de aşırıya kaçmak veya başarısızlıkla sonuçlanabileceği

durumlarda misillemeden kaçınmak ve hiç denememek gerekmektedir.

Walzer misillemenin barış zamanı dünyasında yerinde bir doktrin olduğunu

ancak konvansiyonun sınırları dışına çıkılmamasını ve sınırları savunmanın doğru

olduğunu söyleyerek savaş konvansiyonları bahsini bitirmektedir.

Page 294: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

294

Düzgün Savaşmak

Tarihten uç bir örnek alarak Sung Dükü’nden ve onun düzgün savaşmaktan

anladığı şeye bakmak gerek. M.Ö. 638’de Orta Çin’de Sung ve Çu adında iki feodal

devlet çatışmaya girdi. Sung ordusu nehrin kuzey yakasında savaş düzeni aldı ve Çu

ordularının nehri geçmesini bekledi. Çu ordusu nehrin ortalarındayken Sung

Dükü’nün yardımcılarından biri kendi ordularının sayısının Çu’ya göre az olduğunu

ve hazır Çu ordusu nehirdeyken saldırıya geçmeleri gerektiğini söyledi. Aynı

yardımcı Çu ordusu nehri henüz geçip savaş düzeni almadan da aynı saldırı teklifini

Dük’e yaptı. Sung Dükü iki teklifi de geri çevirdi ve yardımcısına “…çökmüş bir

hanedanın zayıf bir temsilcisi olsam bile davullarımı düzene girmemiş bir düşmana saldırmak

için vurdurmam.” dedi. Bu onurlu tavrı Sung Dükü’nün yaralanmasına ve ordusunun

tarumar edilmesine engel olmadı. Mao Zedung bu olaydan neredeyse 2600 yıl sonra

aynı coğrafyada Sung Dükü’nün düzgün savaşını “budala ahlakı” olarak adlandırdı.

Gerçi Mao Zedung’u anlamak zor değildir çünkü Mao zaferin ahlaki bir zorunluluk

olduğunu düşünmektedir.Ancak Sung Dükü için önemli olan şey kazanmaktan çok

düzgün savaşmaktır. Kuşkusuz Sung Dükü de Mao kadar aşırı bir söylem

içerisindedir. Ya jus ad bellum ya da jus in bello’dan birini önemsemişler ve yalnızca

birinin gücüne inanmışlardır. Buna karşın yapılması gereken iki ahlaki gerçekliğin de

tanınması ve çözümün bu şekilde üretilmesidir.

Haklı ve haksız savaşta kısıtlamalar değişiklik gösterir mi? John Rawls’ın

buna cevabı haklı bir savaşta bile belirli şiddet biçimlerinin katiyen kabul

edilemeyeceği yönündedir. Bu ayrımda sınırlamaları aşarak faydacı teze yaklaşan

değişken ölçü ve onun karşısında da manevi mutlakçılık karşımıza çıkar. Bu da yine

jus ad bellum ve jus in bello ikileminden kaynaklanmaktadır. Manevi mutlakçılık,

açık bir biçimde gök başına (gerçekten) yıkılacak gibi olana kadar adaletten

sapmama biçiminde özetlenebilir.

Walzer savaş kuralları ile saldırganlık kuramı arasındaki ve jus ad bellum ile

jus in bello arasındaki gerilimi dört farklı şekilde ele alıyor:

Page 295: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

295

1. Faydacı iddianın baskısı altında savaş konvansiyonu basitçe bir kenara

atılır (Mao’nun zafer anlayışı).

2. Konvansiyon yavaş yavaş davanın ahlaki önemine teslim edilir.

3. Konvansiyona uyulur ve sonucu ne olursa olsun haklara katı bir şekilde

saygı gösterilir (Sung Dükü’nün düzgün savaşı).

4. Konvansiyon sadece yaklaşan bir felaketin eşiğinde çiğnenir (manevi

mutlakçılık).

Dördüncü iddia Walzer’a göre iki türlü adalete de en iyi açıklamayı getirirve

her ikisinin gücünü de tanıyan doğru bir iddiadır. Walzer’ın teklifi son ana kadar

herkesin Sung Dükü olmasıdır.

Tarafsızlık

Bir devlet nasıl tarafsız olabilir ve bunun getirdiği ahlaki yükümlülüğü nasıl

kaldırabilir? Bu soruya cevap John Westlake’den gelmiştir. Westlake’e göre savaşa

müdahale etmek adaleti sağlamayacaksa ya da bunun tarafsız devlete bedeli yıkıcı

olacaksa ancak o zaman tarafsızlık ahlaken haklıdır. Peki tarafsız olan devlet bunu

nasıl elde etmiştir? Tarafsız devletin askeri bakımdan bunun anlamı henüz saldırıya

uğramamış olup savaşmak zorunda kalmamasıdır. Diğer bir etken de devletin

şansıyla ilgilidir, çünkü çoğu başarılı tarafsızlığa bakıldığında savaş

coğrafyalarından uzakta olmaları göze çarpmaktadır.

Ancak tarafsız devletlerin tehlikenin büyüklüğü ya da savaş alanının

genişliği karşısında bir sorunu vardır. Walzer’ın Gerekliliğin Doğası (2) olarak

tanımladığı: savaşan devletlerin tarafsız olan tarafsızlık hakkına saygı

gösterebilecekleri gibi göstermeyebilecekleri durumu. Tarafsız devlet haklarında

ısrarcıdır, başkalarının zorlamaları yüzünden vatandaşları kendilerini feda etmek

zorunda değildir. Savaşan devlet savaş amacının yaşamsal öneminden bahseder;

tarafsız devlet savaş kurallarına sığınır. Bunlar söylendikten sonra tarafsız devletin

yanında olmayı isteyebilir ancak durum böyle değildir. Bazen de savaşanın yanında

oluruz. Tercihi ahlaki değerlerimiz yaptırır.

Page 296: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

296

Tarafsızlığın ihlal edildiği bir örnek vermek gerekirse başta anlatılan Melos

Olayı’nın hatırlanması yerinde olacaktır. Melos olayı Atina’ya askeri bir zarar

vermemiştir ancak Atinalılar’ın vicdanını harekete geçirmiştir. 1914’de Almanya’nın

tarafsız Belçika’ya saldırması ise Almanya’nın 1. Dünya Savaşı’nda yenilmesinin

nedenleri arasında sayılmaktadır.

1914’de tarafsız Belçika’ya saldıran Almanya haksızlığını çok geçmeden

kendi de kabul etmiştir. Şansölye von Bethmann Hollweg’in 4 Ağustos tarihli

parlamento konuşması bu pişmanlığın kanıtıdır. Ama bu haksız saldırı Britanya’nın

savaş iştahını körüklemiş, ABD’yi Müttefikler’e yaklaştırmış hatta Lenin bile Belçika

saldırısının Almanya’ya karşı savaşmanın yeterli bir sebebi olarak görüp kınamasına

yol açmıştır. Lenin şöyle demiştir:

…bütün devletlerin, Belçika’nın özgürlüğü ve tazminat alması için Almanya’ya

savaş açtığını varsayalım; Bu durumda Sosyalistler elbette ki Almanya’nın düşmanlarına

yakınlık duyardı.

Başka bir tarafsızlık örneğinde ise Winston Churchill’in değişken ölçü adına

Norveç’in tarafsızlığını çiğnemesidir. Churchill’e göre kişinin davasının haklılığı ne

kadar fazlaysa o kadar çok hakka sahiptir. Britanya Almanya’yla tüm devletler adına

savaşmaktadır ve devletlerin buna engel olmaması hatta haklarından feragat ederek

Britanya’ya destek olmaları gerekmektedir. Böylece üçüncü devletin hakkı, haklı bir

savaş yürüten devletin vatandaş ve askerlerine geçmektedir.

Norveç demir cevheri kaynağıydı ve Alman gemileri Norveç’in güneyinden

Britanya donanmasına yakalanmadan bu sevkiyatı yapıyorlardı. Hitler hiçbir zaman

İskandinav ülkelerini savaşa sokmak istemedi hatta amacı bu ülkelerin tarafsızlıkları

korumaktı. Churchill Norveç’i savaşa katarak demir cevheri sevkiyatını

durduracaktı. Yine Churchill, Almanya’nın Norveç’e saldırmasında Britanya’nın

kazancının kaybından büyük olacağını söylemişti. Ama durum böyle olmadı.

Almanya 9 Nisan’da Norveç’i işgal etti, Norveçliler’in direnişi ise kısa ve trajik oldu.

En ilginç nokta ise Norveç’i saldırıya açan Britanya’nın Norveç’i savunmak için

Page 297: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

297

oldukça hazırlıksız olmasıydı; birkaç kez kara çıkarması yapmayı denese de Alman

hava kuvvetleri bu girişimleri hep durdurdu.

Planları yaparken çok istekli ve aceleci görünen Churchill küçük düşürücü

tahliye kararları dahi vermek zorunda kaldı. Hiç şüphesiz Churchill işin başında

salyaları akan bir kurttu ama iddiasına girdiği lades kemiği boğazında kaldı.

Norveç örneğinden yola çıkarak Walzer’ın savaş koşullarında ahlaken uç

noktası olan “en üst derecede olağanüstü durum”a geçmek gerek. Churchill Norveç

planında çok aceleciydi ama daha itidalli olsaydı ve zamanını bekleseydi?

Walzer’ın İstisnası (en üst derede olağanüstü durum)

En üst derecede olağanüstü durum kavramının patenti Churchill’e aittir.

Churchill bu lafı 1939 Britanya’sının durumunu tasvir etmek için kullanmıştır ancak

Walzer bunun bir sav içerdiğini söyler ve Gerekliliğin Doğası (3) olarak tanımlar;

savaşta sıradan korkaklığın (ve çılgın bir fırsatçılığın) ötesinde bir korku ve bu

korkuya denk gelen bir tehlike vardır; bu korku ve tehlike savaş konvansiyonunun

yasakladığı önlemlerin alınmasını gerektiriyor olabilir. İki ölçütle tanımlanır; ilki

tehlikenin yakınlığı, diğeri tehlikenin doğasıyla ilgilidir. İş, saf gerçekliktir.

Britanya uçakları Almanya’yı 2. Dünya Savaşı’nda bombalarken masum

insanları da öldürdü ancak soru şu: masum insanların öldürülmesi Walzer’ın sınırsız

kötülük olarak tanımladığı Nazi zaferine karşı söylem olabilir mi? Walzer bu soru

karşısında tehlikenin yakınlığını bir isteri ya da kuruntu olmaması durumunda hayır

safında yer almaktadır. Bunun ağır bir sorumluluk olduğunu bilmektedir;

konvansiyonun kuralları çiğnenebilir çünkü başka seçenek yoktur, öbür türlü risk

çok büyüktür.

Hiroşima bu emsalde bir örnek teşkil eder mi? Hayır. Hiroşima’ya yapılanlar

insanlık kasaplığıdır; ne tehlikenin yakınlığı ne de doğası böyle bir vahşete izin

verebilir. İnsanlığın bu konudaki ortak tutumundan dolayı Hiroşima örneğini şu

çıkarsamayla bitirmek ve çok uzatmamak gerekir ki insanlar savaşmaya mecbur

Page 298: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

298

edilmeme hakkına sahipse o zaman savaşın muhtemel en adil bir şekilde

bitirilebileceği noktaya ulaştıktan sonra savaşa devam etmeye mecbur edilmeme

hakları da vardır. Bundan sonra savaşı sürdürmek saldırganlık suçu ve hatta daha da

ötesi insanlık suçudur.

Nükleer Sorunu

Savaş tarihimizde nükleer silah kullandığımız bir gerçek keşke hiç olmasaydı

ancak bu aşamadan sonra varlığını tartışmaktan vazgeçip savaş konvansiyonu

içerisinde nasıl kısıtlayacağımızı ve hangi yolla tanımlayacağımız üzerinde

anlaşmamız gerekmektedir. İnsanlık tarihine en azından utanç verici hatıralar miras

bırakılmamalı.

Nükleer silahlar tüm bunlar ışığında caydırıcı olarak kullanılabilir mi?Paul

Ramsey 1973’de bu soruyu yapmanın yanlış olduğu şeyi tehdit olarak kullanmak da

yanlıştır, “eğer tehdit etmek “yapmayı kastetmek” anlamına geliyorsa…halka karşı

yürütülen savaş cinayetse, halka yöneltilen caydırıcı tehditler de cinayettir.” şeklinde

yanıtlamıştır. Ramsey’e göre caydırıcılıktehdit içermektedir. Eğer tehdit ediliyorsak

bunun gerçekten yapılmayacağına karşı nasıl güven duyarız? Şüphesiz bu soruya net

bir cevap veremeyiz, sadece kötülüğün büyüklüğü karşısında tehdit edilmek ahlaken

doğru olmasa da savunulabilir bir durumdur. Bu durumun devletlerarası kaygan

zemin için geçerli olduğu notu da düşülmelidir.

Nükleer silahlar için önümüzde iki seçenek vardır; ya nükleer silahların

seviyesi o kadar düşük tutulacaktır ki konvansiyonel silahların sağladığından çok

daha büyük bir askeri fayda getirmeyecektir ki bu durumda nükleer silah kullanma

sebebi ortadan kalkar, ya da kullanımları hedefler arasındaki ayrımı yok edecektir.

Tercihimiz her zaman ilk seçenekten yanadır.

Bernard Brodie ise nükleer silahın caydırıcı yönüne tehdit unsurunu dışarıda

bırakarak bakmaktadır. Brodie göre saldırıya uğramamız durumunda nükleer silah

kullanmakla tehdit etmemize gerek yok, hiçbir tehdide gerek yok; silahların var

olması tek başına yeterli. Ramsey de nükleer silaha sahip olmanın zaten üstü örtülü

Page 299: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

299

bir tehdit olduğunu belirterek bu noktadaBrodie’yle örtüşmektedir. Fakat bu bile

nükleer silaha sahip olan devletlerin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz. Brodie’nin

dediğine uyarak tehdidi yüksek sesle dile getirmese bile nükleer silaha sahip olan

devlet bunun tüm sorumluluğunu taşımak zorundadır.

Ramsey’in nükleer silahlar konusunu da kapsayacak savaş cehennemdir

doktrinini sarsan ve değinilmesi gereken bir tezi var; Ramsey özellikle caydırıcılık

meselesinde kötülüğün iyi tanımlanması gerektiğini söylüyor ve eğer herşeye

kötülük gözüyle bakarsak kaçmanın yolunu bulamayız, kaçamadığımız kötülüğü de

cehennem olarak nitelendirir cehenneme kural koymaya girişiriz ki cehennemde

kuralla yaşanmaz, tek gerçek her tarafın alevlerden ibaret olmasıdır. Böylece sınırları

çabucak aşarız daha sonra da ne nükleeri kalır ne de zehirli gazı… İşte bu yüzden

her tehdidi, ortalığı cehenneme çevirmek için bahane olarak kullanamayız ve

kullanmamalıyız. Savaşı, tarihten edindiğimiz tecrübelerle tehditle değil

savaşmamanın getirdiği “şevkle” engelleyebiliriz (“şevk” Walzer’ın tabiridir).

Sorumluluk Meselesi

Savaşta adaletin olması aynı zamanda sorumlu insanların bulunmasını

gerektirir. Bizim işimiz burada insanların hukuken suçlu ya da masum olmaları

değil, ahlaki olarak suçlanabilip, suçlanamadıklarıdır. Eğer ahlaki değerler “vahşice”

saldırıya uğruyorsa bunun cezalandırılabileceği yer hukuk merci değil insanların

vicdanlarıdır.

Devlet adamalarının savaşlardaki sorumlulukları genellikle hukuksal alanla

hem bireysel hem de toplumsal olarak daha bağlantılı ve bu ayrımı yapmakta

yaşanacak zorluktan dolayı vatandaşlar boyutuna geçmek daha uygun olacaktır.

Zira buradaki sorumluluk arayışımız vicdanidir.

Vatandaşların savaştaki sorumlulukları nelerdir? Diyelim ki saldırgan bir

savaşa girişmiş devletin vatandaşlarıyız; o zaman bize ne yapmak düşer?

Çarpışmalar söz konusu olduğunda iki tarafın sivilleri de masumdur. Savaş bittikten

sonra siyasi ve ekonomik hedef haline geliriz, yenilenen siyasi yapının, tazminat

Page 300: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

300

bedellerinin kurbanı oluruz. J. GleenGray’in hatıratında yazdıkları bu durumun tam

bir yansımasıdır; savaş halindeki devletin askeri veya vatandaşı kaba, vahşi,

pervasız, şiddet yanlısı bir toplumun ferdidir ve her türlü bedele rağmen

kazanılması istenen bir girişimin ister istemez katılımcısıdır. Bundan yakasını

sıyıramaz. Gray şu şekilde devam eder:

…Ulusunun ordusunun cömert işleri ve değerli ürünleri sonucunda yaşanan tatmin

duygusunu paylaştığı gibi utancına da ortak olur.

Bu utancın paylaşılmaması için devletin savaşa girmemesi gerekirfakat

vatandaşlar bunun için ne yapabilirler ki? Bu soru için Gray 2. Dünya Savaşı’yla ilgili

kendi ülkesinin vatandaşlarına şunları yazdı:

Sesini çıkarması gerekirken sessizliğini bozmadı. Kendi etki alanında ağırlığını

hissettirmedi. Zamanında protesto edecek medeni cesareti kendinde bulsaydı, bazı

adaletsizlikler yaşanmayabilirdi.

Vatandaşlar bu sesi aralarında paylaşarak çıkarabilirler. Demokrasi

sorumluluğu insanlar arasında paylaştırır. Ancak kuşkusuz her bireyin eşit miktarda

sorumlu tutulması da imkansızdır.

Walzer’ın dipnot olarak kullandığı Anna Frank “Hatıra Defteri”nde şöyle

yazdı:

Sadece hükümetlerle kapitalistlerin saldırganlık suçu işlediğine inanmıyorum. Hayır

küçük insanların da buna hevesi vardı, yoksa dünya halkları uzun zaman önce

başkaldırırlardı.

Ancak Frank’in yazdıklarına rağmen savaş suçunu “küçük insanlara”

atamayız. Savaşan ya da savaşın eşiğinde olan devletin vatandaşları ne kadarını

yapabiliyorlarsa, o kadarını yapmak zorundadırlar. Askerlerin rıza kısıtlaması

konusunda savaşın onların suçu sayılmayacağı gibi devletin sivil fertleri için de

durum budur.

Page 301: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

301

Askerlerden (burada emir altındaki askerler kastedilmektedir, komutanlar

dahil değildir) bahsetmişken rıza kısıtlamasının yanı sıra askerlerin sorumluluğunu

azaltan iki savunmaları daha vardır: biri savaşın sıcak atmosferi, diğeri ordunun itaat

etme (hiyerarşik düzen), emirlere uyma zorunluluğudur. Zaten askerler de

kendilerini ahlaki failler olarak görmezler. Brecht, bir oyununda komünist militanları

“devrimin üstlerine talimatlarını yazdığı boş sayfalar” olarak betimler ki bu durum her

haliyle sadece komünist militanlar için değil tüm askeri zevat için de geçerlidir.

Asker bu emirlere ya da talimatlara karşı çıkarsa ne olur? Bu soruya bir örnek

üzerinden cevap vermek sanırım daha doğru; Cezayir’de savaşmayı reddeden bir

Fransız askeri içinde bulunduğu durumu kardeşlikten atılmak, bir monologa tıkılmak,

anlaşılmaz olmakolarak betimlemiştir.

Aslında savaşta neler olduğunu en iyi komuta kademesine bakarak

anlayabiliriz. Sonuçta Brecht’in tabiriyle talimatları boş sayfalara yazanlar onlardır.

Walzer, sıradan asker ve komuta kademesi arasında sorumluluk ayrımı yapar, buna

göre; sıradan askerler söz konusu olduğunda olayı kanıtlamak bize düşer ancak

subayların başta suçlu olduğunu varsayarız; masumiyetlerini göstermek istiyorlarsa,

kanıtlamak onlara düşer.

Walzer’ın deyimiyle sona bırakılan en zorlu soru: savaş kurallarını çiğneyip

en üst derecede olağanüstü durumlarda masum insanları öldüren o askeri

komutanlar (ya da siyasi önderler) hakkında ne demeliyiz? Bu sorunun cevabı

Walzer’ın Gerekliliğin Doğası (4) olarak tanımladığı durumdur; ne gerekiyorsa onu

yapan insanlara ihtiyaç duyarız, bizim yerimize karar verir ve sorumluluğu alır.

Çünkü böyle bir durumda ahlaki kaygılar duymamak için kulağımızı tıkarız ve bu

kararı vermesi için tüm haklarımızı kararı verecek kişiye devretmekte çok da

istekliyizdir. Ancak kararı alan veya alanlar yenilirse cezalandırılmaları

umurumuzda bile olmaz. Netice de Churchill, Arthur Harris’e 1942’de Almanya’yı

bombalattı (hatırlanacak olursa daha önce bu olay “en üst derecede olağanüstü

durum”a örnek olarak verilmişti.) sonra da çok ileri gittiğini anlayarak hiç suçu

yokmuş gibi HarrisWalzer’ınhaklı tabiriyle gözden düşürdü.

Page 302: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

302

SONUÇ

Çalışmayı sonlandırmak için Walzer’ın sonsöz kısmında yazdığı monologu

kullanmak, üçüncü baskıya önsöz kısmında kitabın, haklı savaş kuramının

demokratik karar verme sürecinde gerekli bir kılavuz olduğu inancıyla tartışmalara

özgürce katılıp etki edebilen vatandaşlar için yazıldığı amacı gözönünde

bulundurulduğunda gediğine oturan taş niteliğindedir:

Bana ateş edemezsiniz, çünkü ben size ateş etmiyorum ve size ateş etmeyeceğim.

Sizin düşmanınızım, ülkeyi işgal ettiğiniz müddetçe de öyle kalacağım. Fakat muharip

olmayan bir düşmanım ve yapabiliyorsanız şiddet kullanmaksızın üzerimde baskı kurup

benimle savaşmalısınız.

Page 303: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

303

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

YAYIN ŞARTLARI

1. Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,

uluslararası hakemli bir dergi olup, İlkbahar ve Sonbahar (Bahar ve Güz Sayıları)

olmak üzere yılda iki kez yayınlanmaktadır. Her yıl en az bir Özel Sayı çıkarılacaktır.

2. Dergide başta iktisat, işletme, siyaset bilimi, kamu yönetimi, ulus-lararası

ilişkiler ve maliye alanları başta olmak üzere finans, yönetim organizasyon,

muhasebe, sayısal yöntemler, yöneylem, pazarlama, eko-nometri, çalışma ekonomisi,

siyasi tarih, uluslararası hukuk vb. alanlar-daki Türkçe ve İngilizce makaleler, kitap

tanıtım ve eleştirileri ile örnek olay çalışmaları yayınlanmaktadır.

3. Dergiye gönderilen makaleler daha önce bir başka dergide yayım-

lanmamış, yayımlanmak üzere gönderilmemiş veya yayım için kabul edilmemiş

olmalıdır. Herhangi bir bilimsel toplantıda sunulmuş ve ya-yımlanmamış olan

yazılarda, toplantının adı, yeri ve tarihi dipnot olarak belirtilmelidir.

4. Makalelerdeki görüş ve bilimsel sorumluluklar yazar veya yazar-lara ait

olup, dergi ile hiçbir ilişkisi yoktur. Yazılar yayınlanmak üzere kabul edildiği

takdirde dergi bütün yayın haklarına sahip olur. Eserin yayımlanmasına karar

verilmesi durumunda yazarlar yayın haklarını dergiye devretmiş olurlar.

5. Dergiye gönderilen makaleler, ilgili editör tarafından şekil ve içe-rik

yönünden ön incelemeye alınmakta olup, genel olarak dergide ya-yınlanmaya uygun

olup olmadığına karar verilmekte ve daha sonra ha-kemlere gönderilmektedir.

Makale o alandaki iki hakeme gönderilir. Hangi makalenin hangi hakemlere

gönderileceğine hakemlerin ve ma-kalelerin ilgi alanlarına göre karar verilmektedir.

Makaleyi değerlendi-ren hakemlerin kimlikleri hakkında yazarlara, gönderilen

makalenin kime ait olduğu konusunda da hakemlere bilgi verilmez. Hakem rapor-

ları gizlidir.

6. Makalenin gönderildiği iki hakemden de olumlu görüş bildirilme-si

durumunda makale yayınlanmak üzere sıraya alınır. İki hakemden de olumsuz

görüş bildirilmesi durumunda makale hiçbir surette yayınlanmaz. İki hakemin

birbirinden farklı görüş bildirmesi durumunda makale üçüncü bir hakeme

gönderilir; üçüncü hakemin vereceği cevaba göre yayınlanmasına veya

Page 304: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

304

yayınlanmamasına karar verilir. Hakemlerden ge-len raporlara göre, makalenin

aynen yayınlanmasına (kabul), düzeltme, ekleme veya çıkarma istenmesine

(düzeltme) veya yayınlanmamasına (ret) karar verilmekte olup bu karar yazar veya

yazarlara en çok 2 ay içerisinde bildirilmektedir.

7. Hakemlerin düzeltme yönünde görüş bildirmeleri durumunda ya-zara

başvurulur ve yazarın gerekli düzeltmeleri tamamlayarak gönder-mesi istenir.

Düzeltme verilen makaleler yazarı veya yazarları tarafın-dan belirtilen süre

içerisinde düzeltilmedikçe yayınlanmaz.

8. Gönderilen yazıların yayımlanma hakkı dergi yönetimine aittir. Dergide

yayımlanan yazılar, dergi yönetimin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde çoğaltılamaz

ve başka bir yerde (matbu olarak veya internet or-tamında) tekrar yayımlanamaz.

Dergiye makale gönderen yazar, bu ilkeleri kabul etmiş sayılır.

YAZIM KURALLARI

1. Yayımlanan makalelerin uluslararası indekslere eklenmesinde so-run

yaşanmaması için özet ve anahtar kelimeler gerekmektedir. Bu se-beple dergiye

gönderilecek makalelerde mutlaka Türkçe - İngilizce Özet ve en az üç (3) en fazla beş

(5) tane Anahtar Kelime - Key Words bulunmalıdır. Ayrıca makalenin İngilizce

başlığı, Türkçe başlı-ğın altına eklenmelidir. Makaledeki tüm başlıklardaki

kelimelerin sade-ce ilk harfleri büyük yazılmalıdır.

2. Sayfa yapısı 17x24 olmalı ve çalışmanın tamamı 25 sayfayı aş-mamalıdır.

3. Çalışmanın ana başlığı tamamen büyük ve kalın harflerden, alt ba-lıkların

sadece ilk harfleri büyük ve tamamı kalın harflerden oluşmalı-dır. Yazar (lar) sağa

dayalı olarak ad soyad belirtmeli, dipnot şeklinde çalıştıkları kurum ve e-posta

adreslerini vermelidirler.

4. Makale tam metin olarak word dosyası şeklinde gönderilmelidir. Kabul

edilen formatlar; doc, docx, jpeg, tiff, gif şeklindedir.

5. Makalede sayfa düzeni şu şekilde olmalıdır:

METİN BOYUTU

Dipnot ve Tablo boyutu

Paragraf aralığı

Page 305: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

305

Paragraf girinti

Üst kenar boşluğu

Alt kenar boşluğu

Sağ kenar boşluğu

Sol kenar boşluğu

Satır aralığı

11 punto, 9 punto, 6 nk, 1.25 cm, 3 cm, 2.5 cm , 3.5 cm ve 1.25

cm.

5. Makalede Times New Roman yazı fontu kullanılmalıdır. Ancak bazı

alanların gereği olarak yazım esnasında özel font kullanılmış ise, bu fontlar makale

ile birlikte gönderilmelidir.

6. Kullanılan bütün kaynaklar makalenin sonunda "Kaynakça" adı altında

verilmelidir.

7. Yazım kurallarına uymayan makaleler değerlendirilmeye alınmayacaktır.

MAKALEDE KAYNAK GÖSTERME

Dergide, kaynak gösterme konusunda APA sistemi kullanılmakta-dır. Bu

sebeple, gönderilecek makalelerin aşağıdaki kaynak gösterme sistemine uygun

olması gerekmektedir:

Kitaplarda:

Metin içinde: (Goldgar, 2007: 13)

Eserin kaynakçada yazımı şu şekilde olmalıdır:

Goldgar, A. (2007), Tulipmania: Money, Honor, and Knowledge in the Dutch

Golden Age, Chicago: University of Chicago Pres.

Makalelerde:

Metin içinde: (Hamilton, 1987: 153)

Makalenin kaynakçada yazımı şu şekilde olmalıdır:

Page 306: İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİİKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6

Sonbahar 2017 - Autumn 2017

306

Hamilton, J. (1987), “Monetary Factors in the Great Depression”, Journal of

Monetary Economics, 19 (2), 145-169.

Tezlerde:

Metin İçinde: (Arıoğlu, 2007: 7)

Tezin kaynakçada yazımı şu şekilde olmalıdır:

Arıoğlu, E. (2007), Firma Büyüklüğü ile Hisse Senedi Getirileri Arasındaki

İlişkinin Farklı Yöntemlerle İncelenmesi: İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında

Uygulamalı Bir Analiz, Basılmamış Yüksek Li-sans Tezi.

TABLO VE ŞEKİLLER

1. Tablo ve şekil açıklaması, Tablo 1: …………………

şeklinde 0 punto ile yazılmalı ve ortalanmalıdır.

2. Tablo içi metinler 9 punto, satır aralığı tek, paragraf aralığı 3 nk

olmalıdır.

3. Tablo sayfaya ortalanmalıdır.

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

Journal of Economics and Administrative Sciences

Web: http://iibf.giresun.edu.tr ve E-İleti: [email protected]