Upload
others
View
14
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
267
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ Journal of Economics and Administrative Sciences
Yıl: 3, Sayı: 6 - Year: 3, Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
ISSN: 2149-3391
Dergimiz, uluslararası hakemli bir dergidir; hem elektronik hem de basılı olarak
yılda iki kez genel, bir kez de özel konulu yayınlanır.
Scientific Indexing Services, Academic Resoruce Index ve Eurasian Scientific Journal
Index tarafından taranmaktadır.
Sahibi T.C. Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi adına
Dekan Prof. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN
Editörler Kurulu Prof. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN
Doç. Dr. Kurtuluş Yılmaz GENÇ Yrd. Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI
Redaktör Öğr. Gör. Abdullah ATACAN
Dergi Asistanları Dr. Serap Pelin TÜRKOĞLU
Arş. Gör. Arda ÖZKAN Arş. Gör. Tolga ÇİKRIKCİ
Web: http://iibf.giresun.edu.tr E-İleti: [email protected]
TLF: (90) 454-310 1300
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
2
Danışma ve Yayın Kurulu
Prof. Dr. Ahmet AKSOY (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Mustafa Nail ALKAN (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Derya ALTUNBAŞ (Giresun Üniversitesi) Prof. Dr. Harun ARIKAN (Çukurova Üniversitesi)
Prof. Dr. Sedat AYBAR (İstanbul Aydın Üniversitesi) Prof. Dr. Hüseyin BAĞCI (ODTÜ)
Prof. Dr. Yuriy L. BOSHYTSKY (Kyiv University) Prof. Dr. Servet CEYLAN (Giresun Üniversitesi)
Prof. Dr. Mehmet Efe ÇAMAN (Türk – Alman Üniversitesi) Prof. Dr. Mitat ÇELİKPALA (Kadir Has Üniversitesi)
Prof. Dr. Nursulu ÇETİN (Giresun Üniversitesi) Prof. Dr. Zurab DAVITASHVILI (Tbilisi State University)
Prof. Dr. Melek DOSAY GÜNDOĞAN (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Rasim Özgür DÖNMEZ (Abant İzzet Baysal Üniversitesi)
Prof. Dr. Mehmet DURKAYA (Giresun Üniversitesi) Prof. Dr. Atilla GÖKTÜRK (Dokuz Eylül Üniversitesi) Prof. Dr. Burak Samih GÜLBOY (İstanbul Üniversitesi)
Prof. Dr. Muharrem GÜNEŞ (Mustafa Kemal Üniversitesi) Prof. Dr. Serhat GÜVENÇ (Kadir Has Üniversitesi)
Prof. Dr. Alper GÜZEL (Ondokuz Mayıs Üniversitesi) Prof. Dr. Alexander IVANOV (Kuban State University)
Prof. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN (Giresun Üniversitesi) Prof. Dr. Bayram KAYA (Giresun Üniversitesi)
Prof. Dr. Yakup KÜÇÜKKALE (Karadeniz Teknik Üniversitesi) Prof. Dr. Maxim LEPSKIY (Zaporizhzhya National University)
Prof. Dr. Rafa MARTINEZ (Barcelona Üniversitesi) Prof. Dr. Ayşegül MENGİ (Ankara Üniversitesi)
Prof. Dr. Muhiddin MULALİC (International University of Sarajevo) Prof. Dr. Ayşe ÖZCAN (Giresun Üniversitesi)
Prof. Dr. Ayşen Reyhan WOLF (Giresun Üniversitesi) Prof. Dr. Neşe ÖZDEN (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Çınar ÖZEN (Ankara Üniversitesi)
Prof. Dr. Alpaslan ÖZERDEM (Coventry Üniversity) Prof. Dr. Sibel TURAN (Trakya Üniversitesi)
Prof. Dr. Ömer TURAN (ODTÜ) Prof. Dr. Levent ÜRER (Beykent Üniversitesi)
Prof. Dr. Alaeddin YALÇINKAYA (Marmara Üniversitesi) Prof. Dr. Nebiye YAMAK (Karadeniz Teknik Üniversitesi) Prof. Dr. Rahmi YAMAK (Karadeniz Teknik Üniversitesi)
Prof. Dr. Mehmet YETİŞ (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Reyhan Ayşen WOLFF (Giresun Üniversitesi)
Doç. Dr. Tekin AKDEMİR (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi) Doç. Dr. Davut ATEŞ (Selçuk Üniversitesi) Doç. Dr. Ali BALCI (Sakarya Üniversitesi)
Doç. Dr. Kurtuluş Yılmaz GENÇ (Giresun Üniversitesi) Doç. Dr. Türkmen GÖKSEL (Ankara Üniversitesi)
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
3
Doç. Dr. Emre İŞERİ (Yaşar Üniversitesi) Doç. Dr. Şenol KANTARCI (Akdeniz Üniversitesi)
Doç. Dr. Alper KARAVARDAR (Giresun Üniversitesi) Doç. Dr. Tatiana ROMANOVA (St. Petersburg State University)
Doç. Dr. Houman A. SADRI (University of Central Florida) Doç. Dr. Alexander SOTNICHENKO (St. Petersburg State University)
Doç. Dr. Ufuk YOLCU (Giresun Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Savaş BİÇER (Nişantaşı Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI (Giresun Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Uğur SEVİM (Giresun Üniversitesi)
BU SAYININ HAKEMLERİ
Prof. Dr. Derya ALTUNBAŞ
Prof. Dr. Erdoğan ALTUNKAYNAK
Prof. Dr. Melek DOSAY GÜNDOĞAN
Prof. Dr. Ferudun TEKİN
Prof. Dr. Alaeddin YALÇINKAYA
Prof. Dr. Ayşe ÖZCAN
Doç. Dr. Şirin DİLLİ
Doç. Dr. Liliana BOŞCAN
Doç. Dr. Masoumeh DAEİ
Doç. Dr. Sezai ÖZÇELİK
Doç. Dr. Alper KARAVARDAR
Doç. Dr. Selçuk BALI
Doç. Dr. Gülşah KARAVARDAR
Doç. Dr. Ranetta GAFAROVA
Doç. Dr. Ufuk YOLCU
Doç. Dr. Kurtuluş Yılmaz GENÇ
Yrd. Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI
Yrd. Doç. Dr. Gönül OĞUZ
Yrd. Doç. Dr. Muaffak SARIOĞLU
Yrd. Doç. Dr.Savaş BİÇER
Yrd. Doç. Dr. Ülkü KARADÜZGÜN
Yrd. Doç. Dr. Erman AKILLI
YAZILARIN BÜTÜN SORUMLULUĞU YAZARLARINI BAĞLAR, KAYNAK GÖSTERİLEREK YAZILARDAN ALINTI YAPILABİLİR.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
4
EDİTÖRDEN MERHABA
Çok değerli okurlarımız, bir kez daha sizlerle olmaktan mutluluk
duyuyoruz, dergimiz tanınmaya ve bu ölçüde taranmaya başlamıştır. Üç
yılını bu sayı ile dolduracak olan İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ,
bundan sonraki yıllarda iki genel sayı, bir özel sayı olarak yılda üç kez
çıkacaktır.
Akademik düzeyi her geçen gün artan ve bütün Akademik
Puanlamalarda kullanılabilen İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ, yazar
kadrosunu genişletmekte ve yeni yazarlarla karşınıza çıkmaktadır.
İktisadi ve İdari Bilimler alanında yazılmış bilimsel yazılarınızı
beklediğimizi, yazar kadromuza katılımınızdan mutluluk duyacağımızı
bildiririz. Bu bağlamda İlkbahar Sayısı için 15 Mart 2018 tarihine kadar ön-
makalelerinizi elektronik–ileti ([email protected]) adresimize göndermeniz
gerekmektedir. Dergimize ulaşan ön-makaleler için, üç gün içinde hakem
süreci başlatılmakta ve yazara dönüş yapılmaktadır.
2018 İLKBAHAR ve SONBAHAR SAYILARI, genel sayı olarak çıkacak
olup İktisadi ve İdari Bilimler alanının tamamından gelecek ön-makaleler
değerlendirmeye alınarak geliş tarihine göre basım sırasına konulacaktır.
2018 ÖZEL SAYISI içinse, web sitemizden yakında duyuru yapılacak
ve ÖZEL SAYI KONUSU ile ÖZEL SAYI EDİTÖRÜ bildirilecektir.
Saygılarımızla.
Prof. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
5
İÇİNDEKİLER
Muhasebe Hatası Kavramı, Sorumluluğu ve Düzeltilmesi /Mahmut DEMİRBAŞ …………………………………………………………..
6
ABD’nin Küresel İmparatorluk Tahayyülü ve Bunun Aracı Olarak “Büyük Ortadoğu” Projesi /Doğacan BAŞARAN.....……………
63
Oğuz Atay’ın “Türkiye’nin Ruhu” Üzerine Bir Deneme / Emre Burak DEMİRER…………………………………………………………….
88
Ahıska Türkleri ile Ahıska Yurdu’nun Türkiye için Önemi / Selim KURT…………………………………………………………………
97
Henri Bergson Düşüncesi / Betül KARAGÖZ YERDELEN ……………… 121
Toplu Ulaşımda Toplam Kalite Yönetimi ile Çalışan Memnuniyeti Arasındaki İlişki : İstanbul Örneği / Ayhan BAYRAM…………
138
Çevreci Farkındalığın Ürün Tercihine Etkisi: Üniversite Öğrencileri ve Personeli Üzerinde Yapılan Bir Araştırma / Gökhan KARADİREK – Kurtuluş Yılmaz GENÇ ………….…………….
160
Türkiye – Ermenistan İlişkilerinin Realist Dış Politika Bağlamında İncelenmesi / Serdar KESGİN …………………………….………
183
Uluslararası İlişkilerde Güvenliğin Referans Nesnesi Sorunsalı: Klasikten Yeniye Kavramsal Bir Analiz / Tolga ÇIKRIKÇI .....…
216
MINT Ülkelerinde İhracatın Açıklanmış Karşılaştırılmış Üstünlükler Perspektifinde Analizi: Tarım ve Gıda Ürünleri / Güçgeldi BASHİMOV
235
Postmodern Pazarlama ve Zıtlıkların Birlikteliği / Aytaç ERDEM ……. 254
Kitap İncelemesi: Dünyayı Nasıl Tükettik? / Ufuk PALA……………….. 267
Kitap İncelemesi : Ahlaklı Bir Savaş Mümkün mü? / Emre Burak DEMİRER ……………………………………………………………..
270
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
6
MUHASEBE HATASI KAVRAMI,
SORUMLULUĞU ve DÜZELTİLMESİ
Mahmut DEMİRBAŞ
ÖZ
Makalemizde, TMS 8 "Muhasebe Politikaları, Muhasebe Tahminlerinde Değişiklik,
Hatalar ve Bilanço Tarihinden Sonraki Olaylar" standardına göre "hata" ve "hile" kavramları
incelenmiştir, hata ve hile kavramları arasındaki farklılıkları belirtilmiştir. Buna göre, hata
ve hileli işlemleri tespit etme sorumluluğu yönetim kuruluna aittir. Yönetim kurulu, bu
amaçla iç kontrol ve iç denetim departmanları kurulabilir. Bu birimlerin bağımsızlığını ve
etkinliğini sağlamakta yine yönetim kuruluna aittir. Birimlerin etkisiz olmaları yönetim
kurulunun sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Bağımsız denetçinin de muhasebe hata ve
hilelerini bulma, hileli işlemleri rapor etme ve denetim görüşüne yansıtma ile hatalı işlemleri
düzelttirme sorumluluğu mevcuttur. Denetçi, hatalı işlemlerle ilgili geriye dönük düzeltme
işlemlerini yönetim kurulundan yazılı talep eder. Yönetim hatalı işlemleri düzeltmekten
kaçınırsa, mevcut durumu denetim görüşüne yansıtabilir. Tespit edilen hatalı işlemlerin
düzeltme işlemi, muhasebe kayıt ve tekniğine göre yapılmalı ve finansal tablolara
yansıtılmalı, finansal tabloların güvenilir bilgi içermesini sağlamalı ve geriye dönük
düzeltme yaparken bir başka yanlış yapılmamalı ve cezai yükümlülüklerle
karşılaşılmamalıdır. Makalemiz de bu amaçla; hatalı işlemler ve düzeltilmesi uygulamalı
örneklerle açıklanmıştır.
Anahtar Kelimeler: MuhasebeHatası Kavramı, Hile, Türkiye Muhasebe
Standartları 8, İç Kontrol
JEL Classification: M40, M41, M48
ERROR APPLICATION CONCEPT IN ACCOUNTING, ITS
RESPONSIBILITY AND CORRECTIONS
ABSRACT
In our article, "error" and "fraud " concepts are examined related to TAS 8
"Accounting Policies, Changes in Accounting Estimates and Errors and Subsequent Events
on the Balance Sheet"; furthermore it is indicated differences between error concept and
fraud concept. Related to this assessment, responsibility of to determine any errors and T.C. Avrasya Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü Öğretim Üyesi
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
7
frauds in transactions belong to the management board. Therefore internal control and
internal auditing departmentcan be established by management board. It is management
board responsibility to provide independence of these departments as well. Even if these
units are passive it does not remove the responsibility of management board. The
independent auditor also has the responsibility for to find accounting errors and frauds, to
report these fraudulentsin transactions, to reflect them in audit opinion and to correct these
error applications. Theauditorwillrequest a writtenretrospectiveapplicationfrommanagement
board. Ifmanagement board avoidsfromtocorrecterrorsapplications, it can be
reflectedtotheauditopinion. If an error applications in transaction is detected , it should be
corrected via the accounting booking and accounting techniques additionaly these financial
corrections should reflected to financial statements, these bookings should make on
financial statements to have more reliable information, not to make another error
applications during correction of prior period errors, not to face to face any penal obligatons.
In order to clarify it, applications are made in article too.
Anahtar Kelimeler: Error Concept in Accounting, Fraud, Turkish Accounting
Standards 8, Internal Kontrol
JEL Classification: M40, M41, M48
GİRİŞ
Yanlış kayıtların düzeltilmesi ile Vergi Usul Kanunu düzenlemelerinde ve
Türkiye Muhasebe Standardı 8 “Muhasebe Politikaları, Muhasebe Tahminlerinde
Değişiklik, Hatalar ve Bilanço Tarihinden Sonraki Olaylar” standardında; defterlere
yapılan kayıtların değiştirilemez olma ilkesi benimsenmiştir. Ancak, yevmiye
defterine yapılan bir kaydın düzeltilmesi ancak “muhasebe ilkelerine” göre
yapılabilmektedir. Ancak, bu düzeltme kayıtlarının vergi kaybına neden olamaması
gerekir. Gelir tablosundaki kar veya zararı etkilememsi gerekir. Yapılan düzeltme
kayıtlarının vergi kaybına neden olması halinde bunlarla ilgili olarak vergi ziyaı
cezası uygulanır. Kasten yapılan muhasebe hata ve hileleri hakkında, ziyaa uğratılan
verginin 3 katı tutarında vergi ziyaı cezası uygulanır. Cezai yükümlülük biri kaynak
çıkışı demektir. Ayrıca mali tabloların güvenilir bilgiyi içermesi gerekir. Bu amaçla
hata ve hile kavramları incelenmiş, hataların İşletmelerin faaliyet gösterdiği ülkedeki
yasa, üst kurul düzenlemeleri, genel kabul görmüş muhasebe ilkeleri ile muhasebe
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
8
ve finansal raporlama standartlarının değerlendirilmemesi veya eksik ve yanlış
değerlendirilmesi sonucu, başka bir hesaba kayıt edilmesi, bilinçsizce yapılmış ise,
kasıtsız yapılan işlemler hata olarak tanımlanır. Makalemizde hata kavramının ve
düzeltme usul ve esaslarının iyi anlaşılması amaçlanmıştır.
1.HATA KAVRAMI
Muhasebe hata ve hileleri, muhasebe kavram, ilke ve kurallarına uygun
olmayan düzensizlikleri ifade eder. Hata ve hile kavramlarını birbirinden ayıran
unsur, yapılan işlemlerde kasıt bulunup bulunmadığıdır (Kaymak,1996: 63). Ticari
işlemin muhasebe kayıtlarında alınması sürecinde yapılan yanlışlık; sık sık tekrar
etmiyorsa, anlaşılma ve düzeltme fırsatı varken, fark edilip düzeltme işlemi
yapılıyorsa, düzeltme sürecinde başka bir yanlışlık yapılmıyorsa, işletme sahibi,
yöneticileri ve çalışanları yararına diğer kişilerin zararına bir sonuç doğurmuyorsa,
işletmelerin bir hesap grubu ve aktif toplamı içinde büyük miktarda değilse
(önemlilik kriterlerini taşımıyor ise), bilinçsizce yapılmış ise, kasıt yok ise hata olarak
tanımlanır (Gürbüz, 1995:.31).
Bir ticari işlemin, işletmenin faaliyet gösterdiği ülkedeki yasa, üst kurul
düzenlemeleri, genel kabul görmüş muhasebe ilkeleri (Demirci ,1998:.14) ile
muhasebe ve finansal raporlama standartlarının değerlendirilmemesi veya eksik ve
yanlış değerlendirilmesi sonucu, başka bir hesaba kayıt edilmesi de hata olarak
tanımlanır (Hatunoğlu, 2012: 176). Bu şekilde bir hataya sebep verilmesi ve hesap
hatalarının oluşmasına neden olur.
“UFRS ve TFRS’de hatalar; cari dönemde fark edilen, geçmiş dönem veya
dönemlere ilişkin tabloların hazırlanması veya açıklanması esnasında mevcut ve
dikkate alınmış olması beklenen güvenilir bilginin mali tablolar dışında bırakılması
veya diğer raporlama yanlışlıklarının yapılmasını” ifade eder (Demir : 8).
Hatalar unutkanlık, bilgisizlik, ihmal ve dikkatsizlik sebebiyle yapılabilir
(Kaymak,1996: 64). Muhasebe ilkelerine uyulmamasından veya bu ilkelerin
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
9
bilinmemesinden, işletmelerin muhasebe departmanındaki iş akışının
bozukluğundan, etkin iş bölümü yapılmamasından, insan kaynaklarının yetersizliği
ile beşeri ve maddi ögelerin eksikliğinden kaynaklanabilir (Dirimtekin,1991: 87). İç
kontrol ve iç denetim biriminin olmaması veya etkin olmaması, yetki ve sorumluluk
ayırımlarının yapılmaması da hata miktarını arttırabilir.
Muhasebe hatalarını türleri itibariyle sınıflandırmak istersek; hesaplama
hataları, kayıt hataları (rakam hataları, yanlış hesaba kayıt edilmesi) hesabın borç
(sol) alacak (sağ) taraflarının karıştırılması, nakil hataları, unutmalar, tekrarlamalar,
telafi edici hatalar, prensip yanlışlıkları, nitel hatalar, dönem ayırımı dolayısıyla
yapılan hatalar şeklinde sınıflandırılabilir (Kaymak,1996:69-90).
Hataları içerikleri bakımından; nitel ve nical muhasebe hataları, sonuçları
bakımından; önemsiz ve önemli hatalar, etkileri bakımından; bilançoyu etkileyen,
gelir tablosunu etkileyen veya bilanço ve gelir tablosunu birlikte etkileyen muhasebe
hataları şeklinde sınıflandırabilir (Kaymak,1996: 69).
Aktif ve pasif kalemlerin mahsup edilerek bazı hesapların bilanço da
gösterilmemesi, mizan çizelgesindeki hesap sonuçlarının bilançoya yanlış aktarılması
şeklinde bilançoda ortaya çıkabilecek hatalar olabilir (Demirci, 1998: 14).
2.HİLE KAVRAMI
Ticari işlemin muhasebe kayıtlarında alınması sürecinde yapılan yanlışlık;
sık sık tekrar ediyorsa, anlaşılma ve düzeltme fırsatı varken, fark edilip düzeltme
işlemi yapılmıyorsa, düzeltme sürecinde başka bir yanlışlık yapılıyorsa, işletme
sahibi, yöneticileri ve çalışanları yararına diğer kişilerin zararına bir sonuç
doğuruyorsa, işletmelerin bir hesap grubu ve aktif toplamı içinde büyük miktarda ise
(önemlilik kriterlerini taşımıyor ise, bilinçli bir şekilde yapılmış ise, kasıt var ise hile
olarak tanımlanır (Gürbüz, 1995:.31).
Kreditörlerden daha fazla kredi alabilmek, işletmenin borsadaki fiyatlarını
arttırmak, vergi ödeyerek daha fazla itibar sağlamak, şirket ortaklarına fazla kar
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
10
dağıtmak, işletmenin kamuoyundaki imajını düzeltmek gibi olumlu yönde mali
tabloların maskelenmesinin yanısıra, kişisel çıkarların gizlenmesi, ortakların
birbirlerini yanıltma istekleri, daha az kar dağıtmak isteği, yolsuzlukların gizlenmesi,
hak edilmeyen teşviklerden yararlanma isteği, vergi kaçırmak, şirketin borsadaki
değerini düşürerek spekülasyon yanmak gibi olumsuz düşüncelerle yapılması
amacıyla bir ticari işlemin kayıtlara alınması sürecinde bilinçli olarak yanıltıcı kayıt
yapılmasına muhasebe hilesi denir (Demirci, 1998:42-45).
Gerçek bir ticari ilişkiyi yansıtan, ancak belge üzerinde yâre lan bilgilerin
olmaması, muhteviyatı itibariyle yanıltıcı vesikalardan bahsedilir. Muhteviyatı
itibariyle yanıltıcı belge, sahte belgenin aksine, gerçek bir belgedir. Fakat ticari işlemi
veya hizmeti aslından farklı bir şekilde yansıtır. Bir mal ve hizmet hareketi olmadığı
halde düzenlenen belgeler, belge düzenleme yetkisi olmayan kişiler tarafından
düzenlenen belgeler, başkası adına bastırılıp kullanılan belgeler, sahte belge olarak
kabul edilir (Duman, 1997: 47). Muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge ve sahte belge
kullanmakta hile kavramının kapsamındadır.
Geniş bir anlamda inceleyecek olursak hile; kasten aldatma boyutu da olan
bir dizi usulsüzlük ve yasa dışı eylem anlamına gelir (TIDE, UIDSMUÇ, s.87) ya da
başka bir ifade ile yetkinin, hakların, imkânların ve her türlü sistem zaaflarının
kişisel çıkarlar amacıyla kötüye kullanılmasıdır (Çomak, 2003: 4). Hileli işlem
yapmak; sahtekârlık ve dolandırıcılıkla eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.
Mal alışlarında belge alınmaması, alışların defterlere kayıt edilmemesi,
üretim ve stok miktarlarının gizlenmesi, iskontoların kayıt edilmemesi, alış
bedellerinin yüksek gösterilmesi şeklideki alış yolsuzlukları da hile kavramının
kapsamındadır.
Hileli işlemler; fırsatların yaratılması ve motivasyon birleşmesi ve
rasyonelleşme sonucuyla ortaya çıkmaktadır.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
11
Fırsatların yaratılması ile; denetim ve kontrol eksikliği, çalışanların
durumları, organizasyonel eksiklikler ve sistem zaafları ve erişim olanakları ifade
edilebilir(Çomak, 2003: 8-11).
Denetim ve kontrol eksikliklerinde; görev dağılımlarının açık
olmaması, üst yönetimin iç kontrol’e bakışı, denetimde bağımsızlığın
sağlanamaması, şirket içinde faklı veri depoları, verilere erişimde yaşanan sorunlar,
iç kontrol süreçlerinin dökümantasyonun zayıf olması, şirket kıymetlerinin
korunaksız olması akla gelmektedir.
Çalışanların durumundan ifade edilen; kötü çalışma ortamı, çalışanların
“anti-fraud” karşıt kültürü, çalışanlar hiçbir şart altında bir devlet görevlisine rüşvet
verme ya da böyle bir kişiyi kurallara uygun olmayan bir biçimde etkileme
girişiminde bulunmamalıdırlar (Hasdemir, 2003: 15). Ancak çalışanların firma içi–
dışı ilişkileri (Çomak, 2003: 8-11), geçici olarak istihdam edilen personel için yeterli
özenin gösterilmemesi, çalışanlar, çıkar çatışmalarından ve çıkar çatışması izlenimini
yaratacak davranışlardan kaçınmakla yükümlü olmalarına rağmen bu tarz
davranışlarda bulunmaları (Hasdemir, 2003: 15,)akla gelmektedir.
Organizasyonel eksiklikler ifadesinden ise; karşıt (anti-fraud) politika
eksikliği (üst yönetimin bakışı), etkili iç denetim ve kontrol mekanizmasının
olmaması, iç denetim ve kontrol birimlerinin bağımsızlığının sağlanamaması,
yönetimin yetki, görevlendirme, sorumluluklarında şeffaflığın sağlanamaması,
kurum için “anti-fraud” kültürünün yerleştirilememesi akla gelmektedir(Çomak,
2003: 11).
Motivasyondenilince; akla kişinin çok para kazanma hırsı, çalışanların
memnuniyetsizliği, ortaya çıkma riskinin az olması, cezalandırma eksikliği,
sayılabilir.
Rasyonelleşme kasıt edilen, asgariye indirme, genelleme,
meşrulaştırma, tarafsızlaşma akla gelmektedir. “Çok küçük bir şeydi” cümlesi
asgariye indirmeye, “herkes yapıyor” cümlesi bir genellemeye, “daha kötüsünü”
yapanlar var” cümlesi bir meşrulaştırma, “problem nedir” cümlesi ise
tarafsızlaşmaya örnek olarak gösterilebilir (Kılıç, 2003: 13).
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
12
Kurumun yararına tasarlanan hileli işlemlerde bir fayda, genellikle dışardan
kişileri de aldatabilecek haksız veya sahtekârca avantaj kullanılarak sağlanır. Bu tür
hileli işlemleri yapanlar, genellikle, dolaylı yollardan kişisel çıkar sağlar. Kurumun
yararına tasarlanan hilelere; gerçekte var olmayan veya özellikleri hakkında yanıltıcı
bilgi verilen varlıkların, malların satışı veya devri; devlet memurlarına, devlet
memurlarının aracılarına, müşterilere veya tedarikçilere ödenen rüşvetler, benzer
yasa dışı ödemeler ve yasa dışı siyasi bağışlar gibi usulsüz ödemeler; işlemler,
aktifler, pasifler veya gelirlerin kasten yanlış beyan edilmesi veya kasten yanlış
kıymet takdiri yapılması, mal satış/devir fiyatlarının kasten yanlış beyan edilmesi
(yani ilgili kuruluşlar arasında yapılan mal alım satımında yanlış kıymet takdiri
yapılması), fiyatlandırma tekniklerini cari muhasebe usullerine göre kasten yanlış bir
şekilde kayıt yaparak, yönetim, işleme taraf olan bir kurumun faaliyet sonuçlarını,
işleme taraf olan diğer kurumun zararına, olduğundan daha iyi gösterebilir; bir
tarafın olağan ticari koşullara tabi olan bir işlemde elde edilemeyecek faydalar
sağladığı, kasti ve usulsüz işlemler; kurumun mali tablosunu dışarıdan kişilere
olduğundan daha iyi gösterebilmek amacıyla önemli bilgilerin kasten
kaydedilmemesi veya açıklanmaması; kanunlar, kurallar ve yönetmeliklere aykırı,
yasaklanmış ticari faaliyetleri yerine getirmek ve vergi kaçırma eylemeleri örnek
olarak gösterilebilir (TIDE, UIDSMUÇ, s.87-88).
Kurumun zararına gerçekleştirilen hileler, genellikle, doğrudan doğruya
veya dolaylı olarak bir personelin, dışarıdan bir kişinin veya başka bir kurumun
yararına yapılır (TIDE, UIDSMUÇ, s.88-89). Rüşvet veya benzeri yasa dışı
ödemelerin kabul edilmesi, normal olarak kuruma kar getirme olasılığı bulunan karlı
bir işlemin bir personele veya dışarıdan bir kişiye aktarılması, para veya malların
zimmete geçirilmesiyle ve suç eylemini gizlemek, suçun açığa çıkmasını
güçleştirmek gayesiyle, mali kayıtlarda hileli işlemin yapılmasıyla belirginleşen
ihtilas eylemi (olay veya verilerin kasten gizlenmesi veya yanlış beyan edilmesi),
aslında kuruma teslim edilmeyen mallar veya hizmetler için ödeme talep edilmesi
örnek olarak gösterilebilir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
13
Kurum içi hileli işlemlere ise, rüşvet, zimmet ve finansal tablolarda
sahtekârlık, finansal kaynaklı ve finansal olmayan kaynaklı hileler örnek olarak
gösterilebilir.
Eğer bir işletmede yönetim birimi temsil edenler; denetçilerin sorularına
kaçamaklı veya yalan cevaplar veriyorsa, yönetim, finansal tablolarla ilgili
toplantılarında aşırı duyarlılık gösteriyorsa, gelirlerin yüksek gösterilmesi ile ilgili
muhasebe standartları hakkında denetçilerle sürekli tartışma içinde ise ve finansal
raporlarla ilgili aşırı duyarlılık gösteriyorsa,
Eğer bir işletmede; zayıf kontrol mekanizması var ise, yönetimin hedeflerin
yerine getirmesinde aldığı pay düşük ise, operasyonel ve finansal kararlar tek bir kişi
veya sınırlı birkaç kişi tarafından alınıyorsa, denetlemenin çok güç olduğu ticari
işlemler var ise, işletmenin performans değerleri endüstri standartları altında veya
aşırı üstünde ise ve firma çok hızlı büyüme trendinde ise, finansal tablolarda hileli
işlemlerin varlığından şüphe edilebilir.
3. HATALI VE HİLELİ İŞLEMLERİ TESPİT ETME SORUMLULUĞU VE
RAPORLANMASI
Hatalı ve hileli işleme ait veriler işlem raporlarını özetleyen finansal raporları
etkiler. Bu nedenle; finansal sorumluluk ve güvenilirlik gereği, hatalı ve hileli
işlemleri tespit etme ve düzeltme sorumluluğu işletme yönetimine aittir. Yönetimin
sorumluluğu; makul bir maliyetle sürekli gözetimi sağlayan etkin bir iç kontrol ve iç
denetim sistemi kurmak ve uygulamaktır. Sürekli gözetim, sistem zaafları,
işlemlerverilerinin bütünselliği, tutarlığı, güvenirliliği, sistem içindeki rapor ve
kontrollerin yetersiz kalması, sistem içindeki kontrolllerin kullanıcı insiyatifinde
olması kullanıcılara verilenyetkilerle kullanıcıların sistem içindeki kontrolleri devre
dışı bırakabilmesi, veri hacmi nedeniyle kullanılması önem arz eden bir yöntemdir
(PCAOB, Auditing Standard 2: E-99). Bu amaçla; iç kontrol ve iç denetim biriminde
görev yapanlar, hatalı ve hileli işlemleri tespit konusunda, “azami mesleki özen ve
dikkati” göstermekten sorumludur. İç denetçiler, hatalı ve hileli işlemlerin
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
14
yapıldığının belirtilerini tespit edebilmek için hatalı ve hileli işlemler hakkında
yeterli bilgiye sahip olmalı, ek araştırmaya gerek olup olmadığını değerlendirmeli ve
yetkililere bildirmelidir (TIDE, UIDSMUÇ:95) İyi organize edilmiş iç kontrol ve iç
denetim sistemi ile hatalı ve hileli işlemler önlenebilir. Yönetimin yaptığı kontrollerle
birlikte, denetçilerin yaptığı kontroller, mevcut hatalı ve hileli işlemlere ait
belirtilerinin tespit edilmesi ve ayrıntılı ek araştırmaların yapılması imkanını arttırır
(Demirbaş, 2008: 83). İç kontrol ve iç denetim birimleri yöneticileri, önemli hata ve
hileleri, üst yönetimine, denetim komitesine ve yönetim kuruluna derhal
bildirmekten sorumludur. Bir hata ve hileli işlemin, fiili rapor edilmeden önce
yapıldığından tam emin olmak için yeterli soruşturma yapılmalıdır. Hatalı ve hileli
işlemin saptanması safhasından sonra “ara veya nihai” rapor düzenlemek istenebilir.
Bu rapor, iç denetçinin bu karara varmasına esas teşkil eden çalışma alanına ilişkin
faaliyetlerini ve önerilerini de içermelidir ve rapor yazılı düzenlenmelidir(Demirbaş,
2008: 83).İç kontrol ve iç denetim biriminin etkisizliği, işletme yönetiminin
sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Çünkü hatalı ve hileli işlemler; etik, ekonomik ve
sosyal olmakla birlikte teknik bir konudur. İşletmeleri iflasa götürebilecek sonuçları
vardır (Çomak, 2003: 51).Bir şirket normalde yıllık olarak denetlenmiş finansal
tablolarıyla birlikte denetçi görüşünü de içeren bir doküman yayınlar. Bu doküman
genel olarak “faaliyet raporu” olarak adlandırılır. Böyle bir dokümanı yayınlarken
bir şirket kanuni zorunluluktan ya da alışıla geldiği için diğer finansal ya da finansal
olmayan bilgileri de dokümana dâhil edebilir.
Bahsi geçen finansal ya da finansal olmayan bilgiler diğer bilgiler olarak
kabul edilir. Bu bilgilere örnek olarak; yönetimden sorumlu kişilerce işletme
faaliyetlerine ve işlemlerine yönelik hazırlanan raporlar, finansal özetler veya önemli
bilgiler, personele ilişkin bilgiler, planlanan yatırım harcamaları, finansal oranlar,
orta ve üst düzey yöneticilerin isimleri ve seçilmiş üçer aylık bilgiler sayılabilir.
Bağımsız denetçinin, bu bilgilerin doğru olduğunu değerlendirme sorumluluğu
bulunmamaktadır. Fakat yine de; bağımsız denetçi, denetlenmiş finansal tablolarla
önemli tutarsızlıklar içeren bilgileri tespit etmek amacıyla diğer bilgileri okumalıdır.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
15
Diğer bilgiler, denetlenmiş finansal tablolarda yer alan bilgilerle çelişiyorsa ‘önemli
tutarsızlık’ mevcut demektir (BDS 700, p:6-11). Önemli tutarsızlık ve yanlışlıklar
“hata veya hile kaynaklı olabilir. Yanlışlıkların, tek başına veya toplu olarak, finansal
tablo kullanıcılarının bu tablolara istinaden alacakları ekonomik kararları etkilemesi
makul ölçüde bekleniyorsa bu yanlışlıklar önemli olarak kabul edilir(BDS 700, A57)”.
Önemli tutarsızlığı ve yanlışlıkları tek başına muhasebe hatası olarak kabul etmemek
gerekir. Önemli tutarsızlığın mevcut olması, önceden edinilen denetim kanıtlarına
dayanılarak varılan denetim sonuçlan ve finansal tablolara ilişkin sunulan bağımsız
denetçi görüşü üzerinde şüphe oluşmasına sebep olabilir. Bazı özel durumlarda,
yasalar ya da yapılan sözleşmeler uyarınca, bağımsız denetçinin, özel olarak diğer
bilgiler ile ilgili rapor hazırlaması gerekebilir.
Bunun haricindeki durumlarda bağımsız denetçinin böyle bir yükümlülüğü
yoktur. Her ne kadar bağımsız denetçinin böyle bir yükümlülüğü olmasa da,
denetlenmiş finansal tablolar ile diğer bilgiler arasında tutarsızlıkların mevcut
olabileceği ve bunların denetim raporunun güvenilirliğini zedeleyebileceği ihtimali
dikkate alınarak bağımsız denetçinin yayınlanan diğer bilgileri de göz önünde
tutması gerekir. Eğer diğer bilgilerde önemli tutarsızlığın varlığı halinde ve
değişiklik yapılması gerekiyor ise denetçi diğer bilgilerle ilgili endişelerini, almış
olduğu hukuki tavsiyeleri de içerecek şekilde önemli tutarsızlıkların düzeltilmesini
işletme yönetiminden yazılı talep etmelidir. Diğer bilgilerde değişiklik yapılması
gerekiyorsa ve işletme değişiklik yapmayı reddediyorsa; bağımsız denetçi görüşüne
ilgililerin dikkatine sunulması gerekli görülen husus (konunun vurgulandığı)’
paragrafı ekleyerek önemli tutarsızlığı açıklamalıdır ve hatta bağımsız denetim
görüşünü; şartlı ya da olumsuz görüş olarak değiştirebilir. Bağımsız denetim
görüşünde değişikliğe gitmesinin yanı sıra, önemli tutarsızlığa neden olan özel
koşulların ve karşılaşılan tutarsızlığın büyüklüğüne bağlı olarak denetçi; bağımsız
denetim raporu vermemek veya bağımsız denetimden sürecinden çekilmek gibi ek
önlemlere başvurabilir (BDS 720, p:6-11, A1-A11, BDS 701, A12).
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
16
4.HATALARIN DÜZELTİLMESİ
213 sayılı VUK’nun mükelleflerin ödevleri başlığını taşıyan ikinci kitabının
“defter tutma” ile ilgili düzenlemeler içeren 2. kısmının 9. bölümünde “kayıt
nizamı” ile ilgili hükümlere yer verilmiştir. Yanlış kayıtların düzeltilmesi ile ilgili
217. madde hükmünde defterlere yapılan kayıtların değiştirilemez olma ilkesi
benimsenmesine rağmen, yevmiye defterine yapılan bir kaydın düzeltilmesi
ancak “muhasebe ilkelerine” göre yapılabilmektedir. Bu düzeltme kayıtlarının vergi
kaybına neden olmaması gerekir. Yapılan düzeltme kayıtlarının vergi kaybına neden
olması halinde bunlarla ilgili olarak vergi ziyaı cezası uygulanır. Bilinçli yapılan
muhasebe hata ve hileleri hakkında, ziyaa uğratılan verginin 3 katı tutarında vergi
ziyaı cezası uygulanır. Bunlar hakkında tarhiyat öncesi veya tarhiyat sonrası uzlaşma
hükümleri geçerli olamaz. Aynı şekilde, bir hesaba kaydedilmesi gereken tutar eksik
kaydedilmiş ise hata hesaba eksik tutar kadar ilave yapılarak düzeltilecektir.
Defterlerde çizme, kazıma, silme suretiyle düzeltme yapılmaz veya kayıtlar
değiştirilemez. Kayıtlar arasında boş satır bırakılamayacağı gibi boş sayfa da
bırakılamaz. Yanlışlıkla boş bırakılan sayfalar ve satırlar üstü çizilerek atlanır. Ciltli
defterlerde yaprak koparılmaz, müteharrik yapraklı olanlarda ise yaprakların sırası
bozulamaz ve yırtılamaz. 165 Sıra Nolu VUK Genel Tebliği uyarınca müteharrik
yapraklı defterlerde tasdik numarasının mühürle birlikte (kayıt yapılan) her sayfada
bulunması gerekir.
Türkiye Muhasebe Standardı 8 “Muhasebe Politikaları, Muhasebe
Tahminlerinde Değişiklik, Hatalar ve Bilanço Tarihinden Sonraki Olaylar”
standardının amaçlarından bazıları; hata ve düzeltmelere ilişkin açıklamaları
yapabilmek, bilanço tarihinden sonraki düzeltme gerektiren olayların etkilerini
finansal tablolara yansıtabilmek, bilanço tarihinden sonraki düzeltme gerektirmeyen
olaylar için finansal tablolardaki gerekli açıklamaları yapabilmektir. Uluslararası ve
Türkiye finansal raporlama standartları ve muhasebe standartları, finansal tabloların
şeffaf olarak düzenlenmesini amaç edinmektedir(Yalkın, 2005: 34, TFRS 1; p:1-5, TMS
1, p:41).
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
17
Geçmiş dönem hataları, işletmenin bir veya daha önceki finansal
tablolarında, güvenilir bilgiyi(TMS 8, p:6),kullanmaması veya yanlış kullanması
sonucu ortaya çıkan ihmaller veya yanlış bilgilendirmelerdir. Hatalar; matematiksel
hataları, muhasebe politikalarının uygulanmasındaki yanlışlıkları, yolsuzlukları ve
bilgilerin yanlış yorumlanmasından veya yönetilmesinden kaynaklanan etkileri
içerir(TMS 8, p:5).
Hatalar ortaya çıktıkları dönem içerisinde düzeltilebilir. Fakat geçmiş dönem
ile ilgili olduklarında geçmiş dönem finansal tabloların düzeltilerek, düzeltilmiş
tutarların finansal tablolarda hiç hata olamamış gibi yer alması, ölçülmesi ve
açıklanmasının yapılması gereklidir (TMS 8, p:41). Bu durum Türkiye Muhasebe
Standartların da geçmişe dönük düzenleme kavramı ile ifade edilmektedir (Demir,
:13). Geriye dönük düzeltme işlemi ile; hatanın yapıldığı döneme (dönemlere) ait
tablodaki (tablolardaki) karşılaştırmalı tutarlar düzeltilir ya da hatanın sunulan
dönemden daha da önce meydana geldiği durumda ise; sunulan en erken dönemin
varlık, borç ve özkaynak açılış bakiyeleri düzeltilir. Cari dönemdeki hataların
düzeltmeleri hariç olmak üzere, önceki dönemlere ilişkin hataların düzeltme etkileri,
hataların fark edildiği döneme ilişkin kar veya zarara dâhil edilemez(TMS 8, p:42-48).
Muhasebe hatalarını düzeltim işlemini, muhasebe politikalarında
meydana gelen değişiklikler ve muhasebe tahminlerinde meydana gelen değişikler
ve bilanço tarihinden sonraki olaylar sebebiyle yapılan düzeltme ile karıştırmamak
Güvenilir Bilgi; “Finansal tabloların onaylanması sırasında mevcut olan ve finansal tabloların hazırlanması ve sunulması esnasında elde edilmiş ve dikkate alınmış olması beklenen bilgiyi” ifade etmektedir. Geçmişe Dönük Uygulama: “Yeni bir muhasebe politikasının işlemlere, olaylara ve koşullara, söz konusu politika, hep kullanımdaymış gibi uygulanmasını” ifade etmektedir. Muhasebe politikalarındaki değişiklik geçmişe dönük uygulanırsa, işletme etkilenen her bir kalem ile özkaynak kaleminin finansal tablolardaki tutarlarını mümkün olduğu kadar geriye giderek düzeltmeli ve bu yeni muhasebe politikası eskiden beri uygulanıyormuşçasına önceki dönemlerle karşılaştırılabilir bilgileri sunmalıdır.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
18
gereklidir. Bu nedenle, muhasebe hataların düzeltilmesinde ileriye yönelik
uygulama sözkonusu değildir.
Finansal tablolardaki yanlış ve gerçeğe uygun olmayan işlemler ile hatalar,
muhasebe politikalarının açıklanması ve dipnotlarda belirtilmesi suretiyle
düzeltilmiş olmaz. Düzeltmeler, muhasebe kayıt ve tekniğine göre yapılır ve finansal
tablolara yansıtılır (Demir, :13).
Geçmiş dönem hatalarına ilişkin işletmeler; geçmiş dönem hatalarının
niteliği, sunulan her bir dönem için, değişiklikten etkilenen her bir finansal tablo
kaleminde yapılmış olan düzeltmenin tutarı, sunulan en erken dönemin başındaki
düzeltme tutarı ve ilgili tutarların belirlenemediği durumlarda, bunun nedeni
belirtilir. Sonraki dönemlerde yayımlanacak finansal tablolarda bu açıklamaların
tekrar edilmesi gerekmez.
İşletme; geçmiş dönem hatalarının niteliği, hesaplanabildiği durumlarda
önceki dönemlere ilişkin her dönemdeki düzeltme tutarı (etkilediği her bir finansal
tablo kalemi için, şirket için “TMS 33 Hisse Başına Kazanç” standardı geçerliyse
asgari ve sulandırılmış hisse başına kar tutarları tekrar hesaplanarak
sunulmalıdır),finansal tablolarda yer alan en eski dönemin başına ilişkin düzeltme
tutarı vegeriye yönelik yeniden düzenlemenin uygulanamadığı durumda, bu
duruma yol açan nedenler ve nasıl ve ne zamandan itibaren hatanın düzeltildiği
açıklanmalıdır (TMS 8, p:49).
5. MUHASEBE HATALARININ DÜZELTİMESİNE İLİŞKİN ÖRNEKLER
Çalışmamızda muhasebe hatalarının düzeltilmesine ilişkin aşağıdaki
örneklere yer verilmiştir.
İleriye Dönük Olarak Uygulanma: “Yeni bir muhasebe politikası ve muhasebe tahminlerindeki değişikliğin işlemlere, olaylara ve koşullara, söz konusu politikanın değiştirildiği tarihten sonraki dönemlerde uygulanmasını, muhasebe tahminlerindeki değişikliklerin etkilerinin değişiklikten etkilenen cari ve gelecekteki dönemlerde finansal tablolara alınmasını” ifade etmektedir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
19
ÖRNEK 1;Aydın A.Ş. 10.01.2017 tarihinde 10.000 TL tutarındaki tahsil etmiş
olduğu veresiye alacağı senetli alacak tahsili yapmış gibi 4 nolu yevmiye kaydını
yapmıştır. İstenen; 15.01.2017 tarihinde yapılan tespit sonrası yapılması gereken
düzeltme kaydını yapınız.
YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI
4-----------10Ocak 2017--------- Borç Alacak
100 KASA HES.
121 ALACAK SENETLERİ HES.
Senetli Alacak Tahsili
10.000
10.000
----------------------/----------------
OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT
----------------10Ocak 2017--------- Borç Alacak
100 KASA HES.
120 ALICILAR HES.
Senetli Alacak Tahsili
10.000
10.000
----------------------/----------------
DÜZELTME KAYDI
8------------15.Ocak 2017--------- Borç Alacak
121 ALACAK SENETLERİ HES.
120 ALICILAR HES.
4. Nolu Yevmiye Kaydının Düzeltme
10.000
10.000
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
20
Yevmiye Kaydı
------------------/----------------
ÖRNEK 2; Aydın A.Ş. 19.01.2017 tarihinde 7.000 TL tutarındaki bankadan
ödemiş olduğu senetli borcunu, nakit veresiye borcun ödenmesi şeklinde 19 nolu
yevmiye kaydını yapmıştır.İstenen;27.01.2017 tarihinde yapılan tespit sonrası
yapılması gereken düzeltme kaydını yapınız.
19-------------19 Ocak 2017--------- Borç Alacak
320 SATICILAR HES.
100 KASA HES.
Veresiye Borcun Nakit Ödenmesi
7.000
7.000
----------------------/----------------
OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT
----------------19 Ocak 2017--------- Borç Alacak
321 BORÇ SENETLERİ HES.
102 BANKA HES.
Senetli Borcun Bankadan Ödenmesi
7.000
7.000
----------------------/----------------
DÜZELTME KAYDI
26-----------27.Ocak 2017--------- Borç Alacak
100KASA HES. 7.000
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
21
321 BORÇ SENETLERİ HES.
220 SATICILAR HES.
102 BANKA HES.
19. Nolu Yevmiye Kaydının Düzeltme
Yevmiye Kaydı
7.000
7.000
7.000
------------------/----------------
ÖRNEK 3; Aydın A.Ş. 21.01.2017 tarihinde alıcı tarafından keşide edilen
senet karşılığı Kuşadası A.Ş.ye satmış 6.000TL + KDV tutarında ticari malla ile ilgili
25 nolu yevmiye kaydını yaparken gelir tablosu hesabını kullanacağı yerde ticari mal
hesabını kullanmıştır. İstenen; 26.01.2017 tarihinde yapılan tespit sonrası yapılması
gereken düzeltme kaydını yapınız.
YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI
25-------------21Ocak 2017--------- Borç Alacak
121 ALACAK SENETLERİ HES.
153 TİCARİ MAL HES.
391 HESAPLANAN KDVH.
Senet Karşılığında Ticari Mal Satışı
7.080
6.000
1.080
----------------------/----------------
OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT
----------------20Ocak 2017--------- Borç Alacak
121 ALACAK SENETLERİ HES. 7.080
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
22
600 YURTİÇİ SATIŞLAR HES
391 HESAPLANAN KDVHES.
Senet Karşılığında Ticari Mal Satışı
6.000
1.080
----------------------/----------------
DÜZELTME KAYDI
-------------26.Ocak 2017--------- Borç Alacak
153 TİCARİ MAL HES
600 YURTİÇİ SATIŞLAR.
25 Nolu Yevmiye Kaydının Düzeltme
Yevmiye Kaydı
6.000
6.000
------------------/----------------
ÖRNEK4; Aydın A.Ş. 27.01.2017 tarihinde keşide edilen senet karşılığı
Nazilli A.Ş.’den satın alınan 10.000TL + KDV tutarında ticari malla ile ilgili yevmiye
kaydının, 30.01.2017 tarihinde yapılan tespitte 27.01.2017 tarihli veresiye satılan ticari
mal gibi kayıtlara alındığı” anlaşılmıştır. KDV Oranı; %18’dir. İstenen; 30.01.2017
tarihinde yapılan tespit sonrası yapılması gereken düzeltme kaydını yapınız.
YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI
----------------27Ocak 2017--------- Borç Alacak
120 ALICILAR HES.
600 YURTİÇİ SATIŞLARI H.
391 HESAPLANAN KDVH.
11.800
10.000
1.800
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
23
391.01.Ocak Ayı Hes. KDV 1.800
Veresiye ticari mal satışı
----------------------/----------------
OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT
----------------27Ocak 2017--------- Borç Alacak
153 TİCARİ MAL
191 İNDİRİLECEK KDV
191.01.Ocak Ayı İnd. KDV 1800
321 BORÇ SENETLERİ H.
Senet karşılığı ticari mal alımı
10.000
1.800
11.800
----------------------/----------------
DÜZELTME KAYDI
32------------30.Ocak 2017--------- Borç Alacak
153 TİCARİ MAL H.
191 İNDİRİLECEK KDV H.
600 YURT İÇİ SATIŞLAR H.
391 HESAPLANAN KDV H.
391.01.Ocak Ayı Hes. KDV 1.800
321 BORÇ SENETLERİ
10.000
1.800
10.000
1.800
11.800
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
24
120 ALICILAR H.
Düzeltme Yevmiye Kaydı
11.800
-----------------/----------------
ÖRNEK 5; Aydın A.Ş. 31.03.2017 tarihinde demirbaşlara yapmış olduğu 55
noluyeniden değerleme yevmiye kaydını (sabit kıymet değer artışı 2.000 TL, birikiş
amortisman değer artışı 800 TL, yeniden değerleme fonu; 1.200 TL) yaparken
yanlışlıkla maliyet artış fonu hesabına kayıt yapmıştır. İstenen; 10.04.2017 tarihinde
yapılan tespit sonrası yapılması gereken düzeltme kaydını yapınız.
YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI
55-------------31.Mart 2017--------- Borç Alacak
255 DEMİBAŞLAR HES.
257 BİRİKMİŞ AMORTİSMAN
HESABI
524MALİYET ARTI FONU H.
30.03.2017 Tarihli Yeniden Değerleme
İşleminin Muhasebeleştirilmesi
2.000
800
1.200
----------------------/----------------
OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT
----------------31.Mart 2017--------- Borç Alacak
255 DEMİBAŞLAR HES. 2.000
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
25
257 BİRİKMİŞ AMORT. H.
522 M.D.V. YENİDEN DEĞ.
DEĞER ARTIŞ FONU H.
30.03.2017 Tarihli Yeniden Değerleme
İşleminin Muhasebeleştirilmesi
800
1.200
----------------------/----------------
DÜZELTME KAYDI
-------------10Nisan 2017--------- Borç Alacak
524 MALİYET ARTI FONU H
522 M.D.V. YENİDEN DEĞ.
DEĞER ARTIŞ FONU H.
55 Nolu Yevmiye Kaydının Düzeltme
Yevmiye Kaydı
1.200
1.200
------------------/----------------
Şeklinde yevmiye kaydı yapılamaz. Hata ile olsa bile 524 Maliyet Artış Fonu Hesabı
sermayeye ilavesi dışında, başka bir hesaba alınırsa vergiye tabidir. Onun için 55 nolu
yevmiye kaydının önce iptal kaydı sonra ise düzeltme kaydı yapılmalıdır.
60------------10.Nisant 2017--------- Borç Alacak
257 BİRİKMİŞ AMORT. H.
524 MALİYET ARTI FONU H.
255 DEMİBAŞLAR HESABI
800
1.200
2.000
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
26
30.03.2017 Tarihli Yanlı Kaydı yapılan 55
nolu Yevmiye Kaydının İptal İşleminin
Muhasebeleştirilmesi
----------------------/----------------
61--------------10 Nisan 2017--------- Borç Alacak
255 DEMİBAŞLAR HESABI
257 BİRİKMİŞ AMORTİSMAN H.
522 M.D.V. YENİDEN DEĞ.
DEĞER ARTIŞ FONU H.
İptal Edilen 55 Nolu Yevmiye Kaydının
Düzeltilmiş Yevmiye Kaydı
2.000
800
1.200
----------------------/----------------
ÖRNEK 6;Aydın A.Ş. 300.000 TL ödenmiş sermayeli hisseleri borsada işlem
gören bir kuruluştur. Nominal değeri 1TL/hisse olan şirkete ait hisse senetleri
borsada oluşan spekülasyon nedeniyle 0,78 TL/hisse fiyatına düşmüştür. Şirket
yönetimi Aydın A.Ş. bu durumu fırsat bilerek 20.Nisan 2017 tarihinde 40.000 adet
kendi firmasına hisse senedini satma alarak kayıtlı sermaye tutarını azaltmış 86 ve 87
nolu yevmiye kaydını yapmıştır. İstenen; 28.04.2017 tarihinde yapılan tespit sonrası
yapılması gereken düzeltme kaydını yapınız.
YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI
86-----------20.Nisan 2017--------- Borç Alacak
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
27
500 SERMAYE HESABI
501 ÖDENMEMİŞ SERMAYE HES.
Sermaye Azaltımı İşleminin Yevmiye Kaydı
40.000
40.000
----------------------/----------------
87------------20.Nisan 2017--------- Borç Alacak
501 ÖDENMEMİŞ SERMAYE HESABI
102BANKA HESABI
521 HİSSE SENEDİ İPTAL
KARLARI HESABI
Hisse Senedi İptal Karlarının Yevmiye Kaydı
40.000
31.200
8.800
----------------------/----------------
OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT
87------------20.Nisan 2017--------- Borç Alacak
500 SERMAYE HESABI
102 BANKA HESABI
521 HİSSE SENEDİ İPTAL
KARLARI HESABI
Sermaye Azaltımı Yoluyla Edinilen Hisse
Senedi İptal Karlarının Yevmiye Kaydı
40.000
31.200
8.800
----------------------/----------------
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
28
DÜZELTME KAYDI
-------------15.Ocak 2017--------- Borç Alacak
501ÖDENMEMİŞ SERMAYE HES.
500 SERMAYE HES.
86Nolu Yevmiye Kaydının Düzeltme
Yevmiye Kaydı
40.000
40.000
------------------/----------------
BORÇ 501 ÖDENMEMİŞ SERMAYE ALACAK
Sermaye Taahhüdü 300.000 300.000 Sermaye Taahhüdünün
Yerine Getirilmesi
Sermaye Azaltımı
İşlemi
40.000 40.000 Sermaye Azaltımı Kararı
TOPLAM 1 340.000 340.000
BAKİYE 0
Düzeltme Kaydı 40.000
TOPLAM 2 380.000 340.000
BAKİYE 40.000
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
29
BORÇ 500 SERMAYE ALACAK
Sermaye Azaltımı
Kararı
40.000 300.000 Sermaye Kaydı
40.000 300.000 TOPLAM 1
260.000 BAKİYE
40.000 Düzeltme Kaydı
40.000 340.000 TOPLAM 2
300.000 BAKİYE
Yukarıdaki yevmiye kaydını yapamazsınız. Çünkü 501 Ödenmemiş Sermaye
Hesabının bakiyesi 0 olsa bile asla ve asla hesabın borç (sol taraf) toplamı, 500
Sermaye Hesabının sağ (alacak taraf) toplamından fazla olamaz. Toplam 1’in 340.000
≤ 300.000 olması gerekmektedir. Ayrıca düzeltme kaydı sonrası 501 Ödenmiş
Sermaye Hesabının 40.000 TL Bakiye vermesi ve 500 Sermaye Hesabının
sermayesinin 300.000 TL olarak gözükmesi söz konusu olmaktadır. Olması gereken
500 Sermaye Hesabının bakiyesi ise 260.000 TL’dir.
Yukarıdaki sebepten dolayı önce yapılan yanlış yevmiye kayıtlarının iptali ve
doğru yevmiye kaydının yapılması gerekir.
105 ----------28.Nisan 2017--------- Borç Alacak
501 ÖDENMEMİŞ SERMAYE HESABI
500 SERMAYE HESABI
20.04.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 86
40.000
40.000
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
30
nolu Yevmiye Kaydının İptal İşleminin
Muhasebeleştirilmesi
----------------------/----------------
106------------28.Nisan 2017--------- Borç Alacak
102 BANKA HESABI
521 HİSSE SENEDİ İPTAL KARLARI
HESABI
31.200
8.800
501 ÖDENMEMİŞ SERMAYE
HESABI
20.04.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 87
nolu Yevmiye Kaydının İptal İşleminin
Muhasebeleştirilmesi
40.000
----------------------/----------------
107------------28.Nisan 2017--------- Borç Alacak
500 SERMAYE HESABI 40.000
102 BANKA HESABI
521 HİSSE SENEDİ İPTAL
KARLARI HESABI
31.200
8.800
20.04.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 86 ve
87 nolu Yevmiye Kayıtlarında Yanlış Yapılan
Sermaye Azaltımı Sonucu Oluşan Hisse
Senedi İptal karlarının Doğru Yevmiye Kaydı
----------------------/----------------
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
31
BORÇ 501 ÖDENMEMİŞ SERMAYE ALACAK
Sermaye Taahhüdü
Sermaye
300.000
300.000 Sermaye Taahhüdünün
Yerine Getirilmesi
Sermaye Azaltımı (87) 40.000 40.000 Sermaye Azaltım Kararı
(86)
TOPLAM 1 340.000 340.000
Yanlış Yevmiye Kaydı
(105)
40.000 40.000 Yanlış Yevmiye Kaydı
(106)
TOPLAM 2 340.000 340.000
BAKİYE 0
BORÇ 500 SERMAYE ALACAK
Yanlış Yevmiye Kaydı
(86)
40.000 300.000 Sermaye Kaydı
40.000 340.000 TOPLAM 1
300.000 BAKİYE
28.04.2017 Tarihli Doğru 40.000 40.000 İptal İşlemi (105)
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
32
Yevmiye Kaydı (107)
80.000 340.000 TOPLAM 2
260.000 BAKİYE
ÖDENMEMİŞ SERMAYE TOP.2 ≤ SERMYE TOP. 2
340.000 ≤ 340.000
SERMAYE HES. BAKİYESİ = OLMASI GEREKEN BAKİYE
340.00-80.0 260.000
260.000 = 260.000
ÖRNEK 7; Aydın A.Ş. 15.05.2017 tarihinde, yeni kurulacak 300.000 TL
sermayeli Kuşadası A.Ş.’nin % 40 hissesi için uzun vadeli yatırım amacı ile 136.000
TL taahhütte bulunmuştur. Aydın A.Ş. iştiraklerin muhasebeleştirilmesinde
“özkaynak yöntemi” kullanmaktadır. İstenen; 15.05.2017 tarihinde yapılan 140 nolu
yevmiye kaydının 03.06.2017 tarihinde yapılan yanlışlığı ile ilgili tespit sonrası
yapılması gereken düzeltme kaydını yapınız.
YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI
140--------15.Mayıs 2017---------- Borç Alacak
242 İŞTİRAKLER HESABI
240.01 Kuşadası A.Ş. Hisseleri
261 ŞEREFİYE
120.000
16.000
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
33
261.01. Kuşadası A.Ş.
243 İŞTİRAKLER SERMAYE
TAAHHÜTLERİ HESABI
243.01 Kuşadası A.Ş.
136.000
---------------- / ----------
OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT
140--------15.Mayıs 2017---------- Borç Alacak
242 İŞTİRAKLER HESABI
242.01 Kuşadası A.Ş. Hisseleri
261 ŞEREFİYE
261.01. Kuşadası A.Ş.
243 İŞTİRAKLER SERMAYE
TAAHHÜTLERİ HESABI
243.01 Kuşadası A.Ş.
332.İŞTİRAKLERE BORÇLAR
332.01. Kuşadası A.Ş..
120.000
16.000
120.000
16.000
---------------- / ----------
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
34
DÜZELTME KAYDI
İştirakle Sermaye Taahhütleri Hesabının Alacak (sağ taraf) toplamı, İştirakler
Hesabının Borç (sol taraf) toplamını aşamayacağı için ilgili yevmiye kaydının iptali
ve doğru yevmiye kaydının yapılması gereklidir.
168------03.Haziran 2017---------- Borç Alacak
243 İŞTİRAKLER SERMAYE
TAAHHÜTLERİ HESABI
243.01 Kuşadası A.Ş.
136.000
242 İŞTİRAKLER HES.
242.01 Kuşadası A.Ş. Hisseleri
261 ŞEREFİYE
261.01. Kuşadası A.Ş.
15.05.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 140
nolu Yevmiye Kaydının İptal İşleminin
Muhasebeleştirilmesi
120.000
16.000
---------------- / ----------
169--------15.Mayıs 2017---------- Borç Alacak
242 İŞTİRAKLER HESABI
242.01 Kuşadası A.Ş. Hisseleri
261 ŞEREFİYE
120.000
16.000
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
35
261.01. Kuşadası A.Ş.
243 İŞTİRAKLER SERMAYE
TAAHHÜTLERİ HESABI
243.01 Kuşadası A.Ş.
322.İŞTİRAKLERE BORÇLAR
332.01. Kuşadası A.Ş..
120.000
16.000
15.05.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 140
nolu Yevmiye Kayıtlarında Yanlış Yapılan İştirakler
Sermaye Taahhüdünün Doğru Yevmiye Kaydı
---------------- / ----------
ÖRNEK 8;
600 YURTİÇİ SATIŞLAR 90.000
610 SATIŞTAN İADE 4.000
621SATILAN TİCARİ MALLAR MALİYETİ 72.000
660 KISA VADELİ BORÇLANMA GİDERİ 19.000
646 KAMBİYO KARLARI 3.000
655 MENKUL KIYMET SATIŞ ZARARI 2.000
Aydın A.Ş. 30.06.2017 tarihinde, Gelir Tablosu Hesaplarını 690 Dönem kar ve
Zararı Hesabı ile kapatmıştır. İstenen; 30.06.2017 tarihinde yapılan 192 nolu yevmiye
kaydının 01.07.2017 tarihinde yapılan yanlışlığın tespiti sonrası yapılması gereken
düzeltme kaydını yapınız.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
36
YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI
192--------30 Haziran 2017-------- Borç Alacak
600 YURTİÇİ SATIŞLAR 90.000
646 KAMBİYO KARLARI 3.000
690 DÖNEM KAR VE ZARARI 4.000
610 SATIŞTAN İADE 4.000
621 SATILAN TİCARİ MALLAR
MALİYETİ
72.000
655 MENKUL KIYMET SATIŞ
ZARARI
2.000
660 KISA VADELİ BORÇLANMA
GİDERİ
19.000
---------------- / ----------
OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT
Gelir Tablosu Hesapları birbirleri ile mahsup edilemez. Ayrıca Türkiye’de uygulanan
Tekdüzen Muhasebe Uygulama Genel Tebliği çerçevesinde kayıt sistemi olarak daha fazla
bilgi sahibi olmak amacı ile endirekt kayıt yöntemi benimsenmiştir. Bu sebeple önce yanlış
yapılan 192 nolu yevmiye kaydının iptal edilmesi ve sonrasında doğru yevmiye kaydının
yapılması gereklidir.
DÜZELTME KAYDI
193--------01 Temmuz 2017-------- Borç Alacak
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
37
610 SATIŞTAN İADE 4.000
622 SATILAN TİCARİ MALLAR MALİYETİ 72.000
655 MENKUL KIYMET SATIŞ ZARARI 2.000
660 KISA VADELİ BORÇLANMA GİDERİ 19.000
600 YURTİÇİ SATIŞLAR 90.000
646 KAMBİYO KARLARI 3.000
690 DÖNEM KAR VE ZARARI 4.000
30.06.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 192 nolu
Yevmiye Kaydının İptal İşleminin
Muhasebeleştirilmesi
---------------- / ----------
194--------01 Temmuz 2017-------- Borç Alacak
600 YURTİÇİ SATIŞLAR 90.000
646 KAMBİYO KARLARI 3.000
690 DÖNEM KAR VE ZARARI 93.000
30.06.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 192
nolu Yevmiye Kaydının Doğru Yevmiye Kaydı
---------------- / ----------
195--------01 Temmuz 2017-------- Borç Alacak
690 DÖNEM KAR VE ZARARI 97.000
610 SATIŞTAN İADE 4.000
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
38
622 SATILAN TİCARİ MALLAR
MALİYETİ
72.000
655 MENKUL KIYMET SATIŞ
ZARARI
2.000
660 KISA VADELİ BORÇLANMA
GİDERİ
19.000
30.06.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 192
nolu Yevmiye Kaydının Doğru Yevmiye Kaydı
---------------- / ----------
BORÇ 690 DÖNEM KAR/ ZARARI ALACAK
192 Nolu Yanlış Yevmiye
Kaydı
4.000 4.000 193 Nolu Yevmiye Kaydının
İptali
195 Nolu Yevmiye Kaydı 97.000 93.000 195 Nolu Yevmiye Kaydı
Toplam 101.000 97.000
Bakiye 4.000
ZARAR
ÖRNEK 9
710 DİREKT İLK MADDE VE MALZEME MALİYETİ 15.000
720 DİREKT İŞÇİLİK MALİYETİ 14.000
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
39
730 GENEL ÜRETİM MALİYETİ 8.000
770 GENEL YÖNETİM GİDERİ 10.000
780 FİNANSMAN GİDERİ (KISA VADELİ) 6.000
Aydın A.Ş. 30.09.2017 tarihinde, dönem içerisinde bilanço ve gelir tablosu
hesaplarına aktarmıştır. İstenen; 30.09.2017 tarihinde yapılan 292 ve 293 nolu
yevmiye kayıtlarına, kaynak teşkil eden stok kartları incelendiğinde 01.10.2017 tarihli
yarı mamul stoku 2.400 TL, 30.09.2017 tarihi itibariyle üretim yerinde 1.200 TL
maliyetli yarımamul stokunun olduğu, 08.10.2017 tarihinde tespit edilmiş ve yapılan
yanlışlıkların tespiti sonrası yapılması gereken düzeltme kaydını yapınız.
YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI
292--------30 Eylül 2017-------- Borç Alacak
711 DİREKT İLK MADDE VE MALZEME
MALİYETİ YANSITMA HESABI
15.000
721 DİREKT İŞÇİLİK MALİYETİ YANSITMA
HESABI
14.000
731 GENEL ÜRETİM MALİYETİ YANSITMA
HESABI
8.000
770 GENEL YÖNETİM GİDERİ YANSITMA
HESABI
10.000
780 FİNANSMAN GİDERİ (KISA VADELİ)
YANSITMA HESABI
6.000
710 DİREKT İLK MADDE VE 15.000
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
40
MALZEME MALİYETİ
720 DİREKT İŞÇİLİK MALİYETİ 14.000
730 GENEL ÜRETİM MALİYETİ 8.000
770 GENEL YÖNETİM GİDERİ 10.000
780 FİNANSMAN GİDERİ (KISA
VADELİ)
6.000
---------------- / ----------
293--------30 Eylül 2017-------- Borç Alacak
152 MAMULLER 37.000
632 GENEL YÖNETİM GİDERİ 10.000
660 KISA VADELİ BORÇLANMA GİDERİ 6.000
711 DİREKT İLK MADDE VE
MALZEME
MALİYETİ YANSITMA HESABI
15.000
721 DİREKT İŞÇİLİK MALİYETİ
YANSITMA HESABI
14.000
731 GENEL ÜRETİM MALİYETİ
YANSITMA HESABI
8.000
770 GENEL YÖNETİM GİDERİ
YANSITMA HESABI
10.000
780 FİNANSMAN GİDERİ
YANSITMA HESABI
6.000
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
41
---------------- / ----------
OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT
292 ve 293 nolu yevmiye kayıtlarında yapılan yanlışlıklar iki temel noktaya
değinmektedir.
Birincisi; Türkiye’de uygulanan Tekdüzen Muhasebe Uygulama Genel
Tebliği çerçevesinde dönem içerisinde katlanılan maliyet ve gider hesapları ilgili
bilanço hesaplarına aktarılırken önce yansıtma hesapları aracılığıyla yapılır. Sonra
ilgili yansıtma hesapları ilgili maliyet ve gider hesapları ile kapatılır. Rakamlar fiili
olduğu zaman bu sıralama önemsiz gibi görülebilir. Fakat standart maliyet yöntemi
ile kayıt tutan firmalar açısından son derece önemlidir. Çünkü dönem içerisinde
katlanılan maliyet ve giderler ilgili bilanço ve gelir tablosu hesaplarına aktarılırken
yansıtma hesaplarında standart rakamlarla yer alırlar. Daha sonra maliyet ve gider
hesapları ile yansıtma hesapları kapatılırken oluşabilecek farklar ilgili fark
hesaplarında muhasebeleştirilir. Bu sebeple yapılan yevmiye kayıtlarının iptali ve
sıralamaya uygun halde yeniden getirilerek yapılmalıdır.
İkincisi; Dönem içerisinde katlanılan maliyetler ilgili bilanço hesabına
alınırken önce Üretim Yerinin içerinde toplanması ve sonra tamamlanan mamullerin
mamul deposuna nakli gereklidir. Mamul deposu üretim yerinin dışında bir yerdir.
Üretim yerinde katlanılan maliyetleri toplam olarak görebilmemiz gereklidir.
Üretim yerindeki katlanılan maliyetlerin toplamını 151 Yarı mamul Üretim
hesabında görürüz.
Dönem Başı Yarı Mamul 2.400
Dönem İçi Üretim Maliyetleri 37.000
Toplam Üretim Maliyeti 39.400
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
42
Dönem Sonu Yarımamul Maliyetleri 1.200
Tamamlanan Mamul Maliyeti 38.200
DÜZELTME KAYDI
310--------08 Ekim 2017-------- Borç Alacak
710 DİREKT İLK MADDE VE MALZEME
MALİYETİ
15.000
720 DİREKT İŞÇİLİK MALİYETİ 14.000
730 GENEL ÜRETİM MALİYETİ 8.000
770 GENEL YÖNETİM GİDERİ 10.000
780 FİNANSMAN GİDERİ (KISA VADELİ) 6.000
711 DİREKT İLK MADDE VE MALZEME
MALİYETİ YANSITMA HESABI
15.000
721 DİREKT İŞÇİLİK MALİYETİ
YANSITMA HESABI
14.000
731 GENEL ÜRETİM MALİYETİ
YANSITMA HESABI
8.000
770 GENEL YÖNETİM GİDERİ
YANSITMA HESABI
10.000
780 FİNANSMAN GİDERİ (KISA
VADELİ) YANSITMA HESABI
6.000
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
43
30.09.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 292 nolu
Yevmiye Kaydının İptal İşleminin
Muhasebeleştirilmesi
-------- / ---------- -------
311--------08Ekim 2017-------- Borç Alacak
711 DİREKT İLK MADDE VE MALZEME
MALİYETİ YANSITMA HESABI
15.000
721 DİREKT İŞÇİLİK MALİYETİ YANSITMA
HESABI
14.000
731 GENEL ÜRETİM MALİYETİ YANSITMA
HESABI
8.000
770 GENEL YÖNETİM GİDERİ YANSITMA
HESABI
10.000
780 FİNANSMAN GİDERİ (KISA VADELİ)
YANSITMA HESABI
6.000
152 MAMULLER 37.000
632 GENEL YÖNETİM GİDERİ 10.000
660 KISA VADELİ BORÇLANMA
GİDERİ
6.000
30.09.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 293nolu
Yevmiye Kaydının İptal İşleminin
Muhasebeleştirilmesi
---------------- / ----------
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
44
312--------08 Ekim 2017-------- Borç Alacak
151 YARI MAMUL ÜRETİM HES. 37.000
632 GENEL YÖNETİM GİDERİ 10.000
660 KISA VADELİ BORÇLANMA GİDERİ 6.000
711 DİREKT İLK MADDE VE
MALZEME MAL. YAN. HESABI
15.000
721 DİREKT İŞÇİLİK MALİYETİ
YANSITMA HESABI
14.000
731 GENEL ÜRETİM MALİYETİ
YANSITMA HESABI
8.000
770 GENEL YÖNETİM GİDERİ
YANSITMA HESABI
10.000
780 FİNANSMAN GİDERİ (KISA
VADELİ) YANSITMA HESABI
6.000
30.09.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 292 nolu
Doğru Yevmiye Kaydı
---------------- / ----------
313--------08 Ekim 2017-------- Borç Alacak
711 DİREKT İLK MADDE VE MALZEME
MALİYETİ YANSITMA HESABI
15.000
721 DİREKT İŞÇİLİK MALİYETİ YANSITMA
HESABI
14.000
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
45
731 GENEL ÜRETİM MALİYETİ YANSITMA
HESABI
8.000
770 GENEL YÖNETİM GİDERİ YANSITMA
HESABI
10.000
780 FİNANSMAN GİDERİ (KISA VADELİ)
YANSITMA HESABI
6.000
710 DİREKT İLK MADDE VE
MALZEME MALİYETİ
15.000
720 DİREKT İŞÇİLİK MALİYETİ 14.000
730 GENEL ÜRETİM MALİYETİ 8.000
770 GENEL YÖNETİM GİDERİ 10.000
780 FİNANSMAN GİDERİ (KISA
VADELİ)
6.000
30.09.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 293 nolu
Yevmiye Kaydının Doğru Yevmiye Kaydı
---------------- / ----------
314--------08 Ekim 2017-------- Borç Alacak
152 MAMULER HESABI 38.200
151 YARI MAMUL ÜRETİM HES. 38.200
30.09.2017 Tarihli Yanlış Kaydı Yapılan 292 nolu
Yevmiye Kaydının Doğru Yevmiye Kaydı ve
Tamamlanan Mamul Maliyetinin
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
46
Muhasebeleştirilmesi
---------------- / ----------
ÖRNEK 10; Aydın A.Ş. 30.09.2017 tarihinde 289 nolu yevmiye kadında 140
gün önce satın almış olduğu hazine bonosuna ilişkin tahakkuk eden 3.700 TL
tutarındaki faiz geliri için devlet tahvili faiz geliri şeklinde yevmiye kaydı yapmıştır.
İstenen; 10.10.2017 tarihinde yapılan yanlışlığın tespiti sonrası yapılması gereken
düzeltme kaydını yapınız.
YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI
289-------------30 Eylül 2017--------- Borç Alacak
181 GELİR TAHAKKUKLARI HES.
181.02. Hazine Bonosundan Faiz Gelirleri 3.700
3.700
642 FAİZ GELİRLERİ HES.
30.09.2017 Tarihli Hazine Bonosu Faiz Gelirinin
Muhasebeleştirilmesi
3.700
----------------------/----------------
OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT
----------------30 Eylül 2017--------- Borç Alacak
112 KAMU KESİMİ TAHVİL SENET VE
BONOLARI
112.02. Hazine Bonosu 3.700
3.700
642 FAİZ GELİRLERİ HES 3.700
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
47
30.09.2017 Tarihli Hazine Bonosu Faiz Gelirinin
Muhasebeleştirilmesi
----------------------/----------------
DÜZELTME KAYDI
Tahvil üzerinde faiz kuponu barındıran bir menkul kıymettir. Tahvil sahibi
bir kişi veya kurum nominal tutarlı tahvili elinde tutarak vadesi içinde sadece kupon
faizini vererek faiz geliri elde edebilir. Fakat hazine bonosu için durum böyle
değildir. Hazine bonosunun nominal değeri vade dolduğunda edinilebilecek bir
değerdir. Hazine bonosu sahibi bir kişi veya kurum ancak vade sonunda hazine
bonosunu verdiği zaman üzerindeki nominal değerin elde eder. Vade sonunu
beklemezse eğer ilgili hazine bonosunu satmak istediği değer üzerinden gelir elde
eder. Bu sebeple hazine bonosundan elde edilen faiz gelirleri, 181 Gelir Tahakkukları
hesabında değil hazine bonosunun raporlama tarihindeki gerçeğe uygun değerini
göstermek amacıyla 112 Kamu Kesimi Tahvil Snet ve Bonoları Hesabının tali hesabı
olan 112.02. Hazine Bonosu Hesabında takip edilir.
322---------10.Ekim 2017--------- Borç Alacak
112 KAMU KESİMİ TAHVİL SENET VE
BONOLARI
112.02. Hazine Bonosu 3.700
181 GELİR TAHAKKUKLARI HES.
181.02. Hazine Bonosundan Faiz Gelirleri
3.700
289Nolu Yevmiye Kaydının Düzeltme Yevmiye
Kaydı
3.700
3.700
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
48
------------------/----------------
ÖRNEK 11; Aydın A.Ş. 28.10.2017 tarihinde 3 yıllık vergi ertelemesi sağlayan
Özel Fonlar Hesabındaki 11.600 TL tutarındaki yenileme fonunu, 649 Diğer Olağan
Gelir ve Karlar hesabına aktararak Gelir Tablosu ile ilişkilendirmiştir.
İstenen;05.11.2017 tarihinde, 28.10.2017 tarihindeki 368 nolu yevmiye kaydında
yapılan yanlışlığın, tespiti sonrası yapılması gereken düzeltme kaydını yapınız.
YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI
368-------------28 Ekim 2017--------- Borç Alacak
549 ÖZEL FONLAR HES.
549.01. Yenileme Fonu 11.600
11.600
649 DİĞER OLAĞAN GELİR VE KARLAR
649.05. Yenileme Fonundan Gelir ve Karlar
11.600
11.600
28.10.2017 Tarihli Süresinde Kullanılmayan Yenileme
Fonunun Gelir Tablosu İle İlişkilendirilmesi
----------------------/----------------
OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT
----------------28Ekim 2017--------- Borç Alacak
549 ÖZEL FONLAR HES. 11.600
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
49
549.01. Yenileme Fonu 11.600
671 ÖNCEKİ DÖNEM GELİR VE KARLAR
671.05. Yenileme Fonundan Gelir ve Karlar
11.600
11.600
28.10.2017 Tarihli Süresinde Kullanılmayan Yenileme
Fonunun Gelir Tablosu İle İlişkilendirilmesi
----------------------/----------------
Bir işletmenin faaliyetlerinin sonucu olan gelir ve karların aynı zaman
dilimine veya aynı faaliyetlere ait maliyet, gider ve zararlarla karşılaştırılması gereği
muhasebenin dönemsellik temel kavramın gereğidir. Olağan Gelir ve Karlar Hesabı
cari döneme ait ticari işlemler için kullanılabilir. Yenileme fonuna kaynak teşkil eden
ticari işlem ise 3 yıl öncesine aittir. Dönemsellik kavramı gereği ilgili tutar 671 Önceki
Dönem Gelir ve Karlar Hesabına aktarılarak Gelir Tablosu ile ilişkilendirilmelidir.
DÜZELTME KAYDI
392 -----------05 Aralık 2017--------- Borç Alacak
649 DİĞER OLAĞAN GELİR VE KARLAR
649.05. Yenileme Fonundan Gelir ve Karlar 11.600
11.600
671 ÖNCEKİ DÖNEM GELİR VE KARLAR
671.05. Yenileme Fonundan Gelir ve Karlar
11.600
11.600
368Nolu Yevmiye Kaydının Düzeltme Yevmiye Kaydı
----------------------/----------------
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
50
Bu olmaz. Çünkü Gelir Tablosu Hesapları birbirleriyle mahsup edilemez. 368
nolu yevmiye kaydının iptali ve doğru yapılması gerekir.
ÖRNEK12; Aydın A.Ş. 27.11.2017 tarihinde yaptırmayı düşündüğü fabrika
binası için taahhüt anlaşması imzaladığı Marmaris İnşaat Ltd. Şti’ye 100.000 TL
avansı banka hesabından göndermiştir. İstenen;05.12.2017 tarihinde, 27.11.2017
tarihindeki 444 nolu yevmiye kaydında unutkanlık ve eksik bilgi neticesinde yapılan
yanlışlığın, tespiti sonrası yapılması gereken düzeltme kaydını yapınız.
YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI
444 -------27 Kasım 2017--------- Borç Alacak
179 TAŞERONLARA VERİLEN AVANSLAR
102 BANKA
27.11.2017 Tarihli Fabrika Binası İnşaatı İçin Taahhüt
Edene Avans Tutarının Bankadan Ödenmesi
100.000
100.000
------------------/--------------
OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT
444---------27 Kasım 2017--------- Borç Alacak
259 VERİLEN AVANSLAR 100.000
259.01. 360.08.001.
Marmaris İnşaat Ltd. Şti
102 BANKA 86.946
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
51
360 ÖDENECEK VERGİ VE FONLAR 13.043
360.08. Sorumlu Sıfatıyla Ödenen Gelir
Vergisi
360.08.001. Marmaris İnşaatLtd. Şti.
27.11.2017 Tarihli Fabrika Binası İnşaatı İçin Taahhüt
Edene Avans Tutarının Bankadan Ödenmesi
-------------------/----------------
DÜZELTME KAYDI
179 Taşeronlara Verilen Avanslar hesabını taahhüt işini üstlenen Marmaris
İnşaat Ltd. Şti. işinin bir parçasını alt taşerona vermiş olsaydı kullanabilirdi. Hesap
planında avanslar ticari işlemin özüne göre sınıflandırılmıştır. Aydın A.Ş.’nin vermiş
olduğu avans kendisine bir fabrika binası, bir maddi duran varlık edinimi veya
inşaatı, sebebiyledir.
Ayrıca taahhüt işini veren Aydın A.Ş., taahhüt işini kabul eden Marmaris
Ltd.Şti.ne bir avans ödemesi yaparken taahhüt sözleşmesine bağlı olarak sorumlu
sıfatıyla gelir vergisi stopajı yapmak zorundadır.
Bankadan 15.000 TL fazla ödeme yaptığı için ilgili tutarı 136 Diğer Çeşitli
Alacaklar Hesabında takip edecek ve taşerondan talep edecektir.
459------05Aralık 2017--------- Borç Alacak
259 VERİLEN AVANSLAR 100.000
259.01. 360.08.001. Marmaris
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
52
İnşaat Ltd. Şti
136 DİĞER ÇEŞİTLİ ALACAKLAR 13.043
136.06. Taşeronlardan Alacaklar
136.06.01. Marmaris İnşaat Ltd. Şti
179 TAŞERONLARA VERİLEN
AVANSLAR
100.000
360 ÖDENECEK VERGİ VE FONLAR 13.043
360.08. Sorumlu SıfatıylaÖdenen Gelir
Vergisi
360.08.001. Marmaris İnşaat Ltd. Şti.
444Nolu Yevmiye Kaydının Düzeltme Yevmiye
Kaydı
------------ / --------
ÖRNEK13;
Ticari Mal Hareketleri TL
01.11.2017 Tarihi Ticari Mal Stok Maliyeti 9.320
Kasım 2017 İçerisindeki Alışlar Maliyeti 45.434
Kasım 2017 İçerisinde Ticari Mal Alışı Nedeniyle
Katlanılan Navlun Maliyeti
4.600
Kasım 2017 İçerisinde Ticari Mal Alışı Nedeniyle
Katlanılan Sigorta Maliyeti
1.800
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
53
Satılabilir Ticari Mal Maliyeti 61.154
30.11.2017 Tarihli Ticari Mal Stok Maliyeti (27.200)
Satılan Ticari Mal Maliyeti 33.954
Aydın A.Ş.’nin 30.11.2017 tarihinde Satılan Ticari Mal Maliyetinin
Hesaplanması yukarıdaki gibidir. Aydın A.Ş. 30.11.2017 tarihinde 449nolu yevmiye
kaydı ile Satılan Ticari Mal Maliyetini Gelir Tablosu ile ilişkilendirmiştir.
İstenen;06.12.2017 tarihinde, 30.11.2017tarihindeki 449nolu yevmiye kaydında, kasım
ayı içindeki alışlarla ilgili takvim-i tehir yapıldığı 54.344 TL yerine 45.434 yazıldığı,
ayrıca dönem sonu stok maliyetinin 29.600 TL olması gerekirken yanlış hesaplandığı
ve 27.200 TL olarak işlem gördüğü tespit edilmiştir. Takvim-i tehir ve yanlış
hesaplama neticesinde yapılan yanlışlığın, tespiti sonrası yapılması gereken
düzeltme kaydını yapınız.
YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI
449 -------30 Kasım 2017--------- Borç Alacak
621 SATILAN TİCARİ MALLAR MALİYETİ HES. 33.954
153 TİCARİ MALLAR HES. 33.954
30.11.2017 Tarihi İtibariyle Satılan Ticari Mal
Maiyetinin Muhasebeleştirilmesi
------------------/--------------
OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT
Ticari Mal Hareketleri TL
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
54
01.11.2017 Tarihi Ticari Mal Stok Maliyeti 9.320
Kasım 2017 İçerisindeki Alışlar Maliyeti 54.344
Kasım 2017 İçerisinde Ticari Mal Alışı Nedeniyle
Katlanılan Navlun Maliyeti
4.600
Kasım 2017 İçerisinde Ticari Mal Alışı Nedeniyle
Katlanılan Sigorta Maliyeti
1.800
Satılabilir Ticari Mal Maliyeti 70.064
30.11.2017 Tarihli Ticari Mal Stok Maliyeti (29.600)
Satılan Ticari Mal Maliyeti 40.464
449 -------30 Kasım 2017--------- Borç Alacak
621 SATILAN TİCARİ MALLAR MALİYETİ
HES.
40.464
153 TİCARİ MALLAR HES. 40.464
30.11.2017 Tarihi İtibariyle Satılan Ticari Mal
Maiyetinin Muhasebeleştirilmesi
------------------/--------------
DÜZELTME KAYDI
Olması Gereken STMM 40.464
Yanlış Kayıttaki STMM (33.954)
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
55
Fark 6.510
462 -------30 Kasım 2017---------
Borç Alacak
621 SATILAN TİCARİ MALLAR MALİYETİ
HES.
6.510
153 TİCARİ MALLAR HES. 6.510
449 Nolu Yevmiye Kaydının Düzeltme Yevmiye
Kaydı
------------------/--------------
ÖRNEK 14; Aydın A.Ş.’nin 10.12.2017 tarihinde 200.000 TL bedelle kira ve
değer artış kazancı sağlamak amacı İstanbul Selimpaşa’dave 400.000 TL bedelli
“belirli bir kar marjı ile bütününü veya küçük parsellere ayırarak satmak amacıyla
Tekirdağ Marmara Ereğlisi’nde” “ana faaliyet dışı” toplam iki arsayı satın almıştır.
Satın alma sürecinde KDV söz konusu olmamıştır. Arsaların tutarları banka
hesabından ödenmiştir.
İstenen;22.12.2017 tarihinde, 10.11.2017 tarihindeki 650 nolu
yevmiyekaydında, satın alınan gayrimenkulleri 250 Arsa ve Araziler hesabına kayıt
yapmıştır. Özün önceliğine dikkat etmeksizin yapılan yanlış sınıflandırmanın, tespiti
sonrası yapılması gereken düzeltme kaydını yapınız.
YANLIŞ YAPILAN YEVMİYE KAYDI
650 -------10 Aralık 2017--------- Borç Alacak
250 ARSA VE ARAZİLER HES. 600.000
250.01. İstanbul Selimpaşa 200.000
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
56
250.02. Tekirdağ Marmara
Ereğlisi 400.000
102 BANKA 600.000
10.12.2017 Tarihli Arsa Alımlarının ve Bankadan
Ödemenin Yevmiye Kaydı
------------------/--------------
OLMASI GEREKEN DOĞRU KAYIT
650---------10 Aralık 2017--------- Borç Alacak
202 YATIRIM AMAÇLI GAYRİMENKULLER
HESABI
200.000
202.01. Yatırım Amaçlı Arsa ve Araziler
202.01.001. İstanbul Selimpaşa 200.000
201 SATIŞ AMAÇLI GAYRİMENKULLER
HESABI
400.000
201.01. Satış Amaçlı Arsa ve Araziler
201.01.001. Tekirdağ Marmara Ereğlisi 400.000
102 BANKA HES. 600.000
10.12.2017 Tarihli Arsa Alımlarının ve Bankadan
Ödemenin Yevmiye Kaydı
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
57
-------------------/----------------
DÜZELTME KAYDI
Bir işletme istediği takdirde bir varlık üzerindeki haklarını gerçeğe uygun
değer üzerinden kira ve değer artışı amacıyla edinmiş ise yatırım amaçlı
gayrimenkul olarak, alım satım amacı ile edinmiş ise satış amaçlı gayrimenkul
olarak, doğru sınıflandırma ve özün önceliği gereği muhasebeleştirir. Hesap Planında
boş olan 200 grubu içerisinde, 201 Satış Amaçlı Gayrimenkul ve 202 yatırım Amaçlı
Gayrimenkul adıyla bir hesap açılabilir ve burada takip edilebilir. Ancak; satış amaçlı
gayrimenkul ve yatırım amaçlı gayrimenkul unsurunun gerçeğe uygun değeri aşırı maliyet
veya çabaya katlanmaksızın ölçülemiyorsa, gayrimenkulün tamamı maddi veya maddi
olmayan duran varlık olarak muhasebeleştirilir. 201 Satış Amaçlı Gayrimenkuller her ne
kadar 201 koduyla Duran Varlıklar arasında olsa dahi, finansal durum tablosunun
(bilançonun) hazırlanması sürecinde, Duran Varlık toplamından çıkarılarak, Dönen Varlıklar
birinci toplamından sonra ve Dönen Varlıklar ikinci toplamından önce yer alır.
680 ------22Aralık 2017--------- Borç Alacak
202 YATIRIM AMAÇLI GAYRİMENKULLER
HESABI
200.000
202.01. Yatırım Amaçlı Arsa ve Araziler
202.01.001. İstanbul Selimpaşa 200.000
201 SATIŞ AMAÇLI GAYRİMENKULLER
HESABI
400.000
201.01. Satış Amaçlı Arsa ve Araziler
201.01.001 Tekirdağ Marmara Ereğlisi 400.000
250 ARSA VE ARAZİLER HES. 600.000
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
58
250.01. İstanbul Selimpaşa 200.000
250.02. Tekirdağ Marmara Ereğlisi
400.000
650 Nolu Yevmiye Kaydının Düzeltme Yevmiye
Kaydı
------------ / --------
6. SONUÇ
Muhasebe hata ve hileleri, muhasebe kavram, ilke ve kurallarına uygun
olmayan düzensizlikleri ifade eder. Hata ve hile kavramlarını birbirinden ayıran
unsur, yapılan işlemlerde kasıt bulunup bulunmadığıdır. Ticari işlemin muhasebe
kayıtlarında alınması sürecinde yapılan yanlışlık; sık sık tekrar etmiyorsa, anlaşılma
ve düzeltme fırsatı varken, fark edilip düzeltme işlemi yapılıyorsa, düzeltme
sürecinde başka bir yanlışlık yapılmıyorsa, işletme sahibi, yöneticileri ve çalışanları
yararına diğer kişilerin zararına bir sonuç doğurmuyorsa, işletmelerin bir hesap
grubu ve aktif toplamı içinde büyük miktarda değilse (önemlilik kriterlerini
taşımıyor ise), bilinçsizce yapılmış ise, kasıt yok ise hata olarak tanımlanır.
Bir ticari işlemin, işletmenin faaliyet gösterdiği ülkedeki yasa, üst kurul
düzenlemeleri, genel kabul görmüş muhasebe ilkeleri ile muhasebe ve finansal
raporlama standartlarının değerlendirilmemesi veya eksik ve yanlış
değerlendirilmesi sonucu, başka bir hesaba kayıt edilmesi de hata olarak tanımlanır.
Bu şekilde bir hataya sebep verilmesi ve hesap hatalarının oluşmasına neden olur.
“UFRS ve TFRS’de hatalar; cari dönemde fark edilen, geçmiş dönem veya
dönemlere ilişkin tabloların hazırlanması veya açıklanması esnasında mevcut ve
dikkate alınmış olması beklenen güvenilir bilginin mali tablolar dışında bırakılması
veya diğer raporlama yanlışlıklarının yapılmasını” ifade eder.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
59
Hatalı ve hileli işlemleri tespit etme ve düzeltme sorumluluğu işletme
yönetimine aittir. Yönetimin sorumluluğu; makul bir maliyetle sürekli gözetimi
sağlayan etkin bir iç kontrol ve iç denetim sistemi kurmak ve uygulamaktır. İç
kontrol ve iç denetim biriminin etkisizliği, işletme yönetiminin sorumluluğunu
ortadan kaldırmaz. Çünkü hatalı ve hileli işlemler; etik, ekonomik ve sosyal olmakla
birlikte teknik bir konudur. İşletmeleri iflasa götürebilecek sonuçları vardır.
Türkiye Muhasebe Standardı 8 “Muhasebe Politikaları, Muhasebe
Tahminlerinde Değişiklik, Hatalar ve Bilanço Tarihinden Sonraki Olaylar”
standardının amaçlarından birisi de; hata ve düzeltmelere ilişkin açıklamaları
yapabilmek için finansal tablolardaki gerekli açıklamaları yapabilmektir.
Uluslararası ve Türkiye Finansal Raporlama Standartları ve Muhasebe Standartları,
finansal tabloların şeffaf olarak düzenlenmesini ve güvenilir bilgiyi içermesini amaç
edinmektedir.
Hatalar ortaya çıktıkları dönem içerisinde düzeltilebilir. Fakat geçmiş dönem
ile ilgili olduklarında geçmiş dönem finansal tabloların düzeltilerek, düzeltilmiş
tutarların finansal tablolarda hiç hata olamamış gibi yer alması, ölçülmesi ve
açıklanmasının yapılması gereklidir.
Geriye dönük düzeltme işlemi ile; hatanın yapıldığı döneme (dönemlere) ait
tablodaki (tablolardaki) karşılaştırmalı tutarlar düzeltilir ya da hatanın sunulan
dönemden daha da önce meydana geldiği durumda ise; sunulan en erken dönemin
varlık, borç ve özkaynak açılış bakiyeleri düzeltilir. Cari dönemdeki hataların
düzeltmeleri hariç olmak üzere, önceki dönemlere ilişkin hataların düzeltme etkileri,
hataların fark edildiği döneme ilişkin kar veya zarara dahil edilemez. Muhasebe
hatalarını düzeltim işlemini, muhasebe politikalarında meydana gelen değişiklikler
ve muhasebe tahminlerinde meydana gelen değişikler ve bilanço tarihinden sonraki
olaylar sebebiyle yapılan düzeltme ile karıştırmamak gereklidir. Bu nedenle,
muhasebe ataların düzeltilmesinde ileriye yönelik uygulamasözkonusu değildir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
60
Finansal tablolardaki yanlış ve gerçeğe uygun olmayan işlemler ile hatalar,
muhasebe politikalarının açıklanması ve dipnotlarda belirtilmesi suretiyle
düzeltilmiş olmaz. Düzeltmeler, muhasebe kayıt ve tekniğine göre yapılır ve finansal
tablolara yansıtılmalıdır.
Hatalı ve hileli işlemleri tespit etme ve düzeltme sorumluluğu işletme
yönetimine aittir. Yönetimin sorumluluğu; makul bir maliyetle sürekli gözetimi
sağlayan etkin bir iç kontrol ve iç denetim sistemi kurmak ve uygulamaktır. İç
kontrol ve iç denetim biriminin etkisizliği, işletme yönetiminin sorumluluğunu
ortadan kaldırmaz. Çünkü hatalı ve hileli işlemler; etik, ekonomik ve sosyal olmakla
birlikte teknik bir konudur. İşletmeleri iflasa götürebilecek sonuçları vardır. Önemli
tutarsızlık ve yanlışlıklar da hata veya hile kaynaklı olabilir. Yanlışlıkların, tek başına
veya toplu olarak, finansal tablo kullanıcılarının bu tablolara istinaden alacakları
ekonomik kararları etkilemesi makul ölçüde bekleniyorsa bu yanlışlıklar önemli
olarak kabul edilir. Önemli tutarsızlığı ve yanlışlıkları tek başına muhasebe hatası
olarak kabul etmemek gerekir. Önemli yanlışlık ve tutarsızlığın mevcut olması
halinde; denetim raporunun güvenilirliğini zedelememek için endişelerini, almış
olduğu hukuki tavsiyeleri de içerecek şekilde düzeltilmesini işletme yönetiminden
yazılı talep etmelidir. İşletme değişiklik yapmayı reddediyorsa; bağımsız denetçi
görüşüne finansal tablolara dayanarak karar alan bilgili kişi veya kurumların
dikkatine sunulması gerekli görülen hususuaçıklayan (konunun vurgulandığı)’
paragrafı ekleyerek önemli tutarsızlığı açıklamalıdır ve hatta bağımsız
denetimgörüşünü; şartlı ya da olumsuz görüş olarak değiştirebilir. Bağımsız denetim
görüşünde değişikliğe gitmesinin yanı sıra, önemli tutarsızlığa neden olan özel
koşulların ve karşılaşılan tutarsızlığın büyüklüğüne bağlı olarak denetçi; bağımsız
denetim raporu vermemek veya bağımsız denetimden sürecinden çekilmek gibi ek
önlemlere başvurabilir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
61
KAYNAKÇA
Türkiye Denetim Standartları, Bağımsız Denetim Standardı (BDS) 700; Finansal
Tablolara İlişkin Görüş Oluşturma ve Raporlama
Türkiye Denetim Standartları, Bağımsız Denetim Standardı (BDS) 701:Kilit Denetim
Konularının bağımsız Denetim Raporunda Bildirilmesi
Türkiye Denetim Standartları, Bağımsız Denetim Standardı (BDS) 720: Bağımsız
Denetçinin Denetlenmiş Finansal Tabloları İçeren Dokümanlardaki Diğer Bilgilere İlişkin
Sorumlulukları
ÇOMAK Yüksel (2003), “Sahtekarlık, Suistimal, Dolandırıcılık”, VII.Türkiye İç
Denetim Kongresi 29-30 Mayıs.
HASDEMİR Özlem (2003), “Yolsuzlukları Önlenmeye Yönelik Uygulamalar”
,VII.Türkiye İç Denetim Kongresi 29-30 Mayıs 2003.
DEMİR Volkan, “SPK Muhasebe Standartları Çerçevesinde Hata Kavramı ve
Düzeltilmesi-Kıdem tazminatı Karşılığı Hesaplama Örneği” 1-14.
DEMİRBAŞ Mahmut (2008), Suistimalin Tespiti, Soruşturulması ve Raporlanması,
VII. Anadolu İşletmecilik Kongresi, 8-10 Mayıs 2008, 74-84.
DEMİRCİ Nalan (1998), Muhasebe de Hata ve Hile, Yükseklisans tezi, Erciyes
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı,
Kayseri.
DİRİMTEKİN Tuğrul (1991), Muhasebede İç Kontrol İlkeleri, Bursa İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Yayınları, yayın No: 3, Bursa.
DUMAN Ömer (1997), “Yanıltıcı Vesika Vergi Hukukunda Sahte veya Muhteviyatı
İtibariyle”, Maliye ve Sigorta Yorumları, Sayı; 242, Ankara, Şubat.
GÜRBÜZ Hasan (1995), Muhasebe Denetimi, Bilim Teknik Yayınları, Eskişehir.
HATUNOĞLU Zeynep, KOCA Nurettin, KILLI Mustafa (2012), “İç Kontrolün
Muhasebe Sistemindeki Hata ve Hilelerin Önlemedeki Rolü Üzerine Bir Alan Çalışması”,
Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 20, 169-189.
KILIÇ Hasan (2003), “Etik Kurallar, Yolsuzluk ve Denetimi”, VII. Türkiye İç
Denetim Kongresi 29-30 Mayıs 2003.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
62
KAYMAK Can (1996), Muhasebede Yapılan Hata ve Hilelerin Muhasebe ve
Muhasebe Denetimi Yönünden Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Marmara
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Muhasebe Finansman Bilim Dalı, İstanbul.
Public Company Accounting Over sight Board (PCAOB), Auditing and Related
Professional Practice Standarts AS2, Auditing Standard 2: An Audit of Internal Control Over
Financial Performed in Conjunction with An Audit of Financial Statements, E-99.
The IIA Research Foundation, “Assesment Guide for U.S. Legistative, Regulatory a
Listing Exchange Requirement Affecting Internal Auditing, The IIA Research Foundation,
Florida, 2003.
Türkiye İç Denetim Enstitüsü (TIDE), Uluslararası İç Denetim Standartları Mesleki
Uygulama Çerçevesi (UIDSMUÇ), Yayın No: 3.
Türkiye Muhasebe Standartları (TMS) 8: Muhasebe Politikaları, Muhasebe
Tahminlerindeki Değişiklikler ve Hatalar
Türkiye Muhasebe Standartları (TMS) 33: Hisse Başına Kazanç Vergi Usul Kanunu
YALKIN Yüksel Koç (2005), Genel Muhasebe İlkeleri ve Uygulamalar, 14.Baskı,
Nobel Yayın Dağıtım Ankara.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
63
ABD’NİN KÜRESEL İMPARATORLUK TAHAYYÜLÜ ve
BUNUN ARACI OLARAK “BÜYÜK ORTADOĞU” PROJESİ
Doğacan BAŞARAN
ÖZET
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yaşanmış olan Soğuk Savaş, ideolojik
hassasiyetler çerçevesinde şekillenmiştir. Soğuk Savaş’ın, Sovyetler Birliği’nin ve buna bağlı
olarak sosyalist bloğun dağılmasıyla neticelenmesi, ABD’nin ideolojik bir zafer elde etmesi
anlamına gelmişse de, Washington yönetimi tarafından ideolojik zafer tek başına yeterli
olarak görülmemiş ve Amerika, elde ettiği ideolojik zaferi, jeopolitik bir zaferle de
taçlandırmak istemiştir. Bu nedenle Soğuk Savaş sonrasında Amerikan dış politikasının
jeopolitik hedefler doğrultusunda yönetildiği görülmektedir. Bu bağlamda ABD, küresel
üstünlüğünü koruyabilmek için Avrasya coğrafyasına hükmetmek gerektiği tespitini yapmış
ve dış politikasını da Avrasya coğrafyasının anahtarı olarak değerlendirdiği ‘‘Büyük
Ortadoğu’’yu kontrol etme hedefiyle oluşturmuştur. Zira bu bölge, zengin petrol ve
doğalgaz kaynaklarına sahip olduğu için ABD açısından kontrol edilmesi elzem olarak
değerlendirilen bir cazibe merkezi şeklinde öne çıkmıştır. Büyük Ortadoğu Projeside
ABD’nin bu coğrafyadaki üstünlüğünü kurumsallaştırmaya yönelik geliştirdiği jeopolitik
proje olarak ifade edilebilir.
Anahtar Kelimeler: ABD, Ortadoğu, Büyük Ortadoğu Projesi, İmparatorluk, Tahakküm
THE GLOBAL EMPERORSHIP ENVISAGEMENT OF USA
AND “GREAT MIDDLE EAST” PROJECT AS A TOOL OF IT
ABSTRACT
The Cold War, took place following to Second World War, was shaped by ideological
precisions. The end of Cold War by dissolution of USSR and Soviet Block meant that
ideological triumph of USA. But this ideological triumph wasn’t seen enough for America
Bu çalışma, yazarın Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstütüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Yüksek Lisans mezuniyet tezinden faydalanılarak hazırlanmıştır. Yazar, tezin makaleye dönüştürülmesinde Danışman Hocası Prof. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN tarafından teşvik edilmiş ve desteklenmiştir. Yazar, Hocasına minnettarlığını sunmaktadır. Trakya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Doktora Öğrencisi, [email protected]
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
64
and it wanted to crown his ideological triumph with a geopolitical one. So it is seen that
foreign policy of America has been managing in the direction of geopolitical targets
following to the Cold War. In this context America determined that it must dominated to
Eurasian area for protecting his global supremacy. So its foreign policy designed for
controlling the Greater Middle East area, evaluated as key of Eurasian geography. And this
region, has come to the forefront as a center of attraction, which must be controlled by USA,
because of its rich oil and natural gas resources. The Greater Middle East Project can also be
expressed as a geopolitical project that the USA has developed to institutionalize its
supremacy in this geography.
Keywords: USA, Middle East, The Great Middle East Project, Empire, Domination
Giriş
Soğuk Savaş sonrasında Amerika Birleşik Devletleri’nin tek küresel süper
güç olarak öne çıkması, Washington yönetimini, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla
ortaya çıkan jeopolitik boşlukları doldurmaya yönelik bir strateji benimsemeye
itmiştir. Bu anlamda petrol ve diğer enerji kaynaklarını da kontrol edebilmek adına,
Avrasya coğrafyasını jeopolitik ödül olarak tanımlayan Amerikalı karar alıcılar,
Avrasya hâkimiyetini nasıl sağlayabileceklerine ilişkin tartışmalara ağırlık
vermişlerdir. Bu bağlamda Avrasya hâkimiyetinin anahtarı olarak gördükleri
‘‘Büyük Ortadoğu’’ coğrafyasına ilişkin stratejik hedefler belirleyen ABD’nin bölge
politikası, ‘‘Bush Doktrini’’ ve ‘‘Önleyici Savaş Stratejisi’’ çerçevesinde şekillenen
Büyük Ortadoğu Projesi’nde somutlaşmıştır. Bush tarafından benimsenen bu strateji,
bir bölgede sorun ortaya çıkmadan önce düzenlenen askeri operasyonlar ile söz
konusu bölgeye barış getirmek ve terörün kaynaklarını yok etmek gibi amaçlar taşısa
da, zamanla ilgili stratejinin bu hedeflere ulaşmaktan uzak bir yöntem olduğu
tecrübe edilmiştir.1
Türkçe literatür içerisinde ABD’nin Ortadoğu politikası ve Büyük Ortadoğu
Projesi’ne ilişkin çok sayıda çalışma bulunmasına rağmen; bu çalışmalarda konunun
küresel imparatorluk tartışmalarına odaklanarak kuramsal boyutta ele alınması
konusunda, bir eksiklik bulunduğu gözlemlenmektedir. Bu bağlamda bu çalışma
literatüre mütevazi bir katkı yapmayı amaçlamaktadır.
Bu çalışmada, ‘‘imparatorluk’’ kavramı açıklanarak Soğuk Savaş sonrasında,
Amerikan hegemonyasına duyulan rızanın ortadan kalkamaya başlamasıyla birlikte,
gelişen Amerikan saldırganlığı neticesinde dünyanın tanıklık ettiği ‘‘Küresel
1Ertan Efegil, ‘‘Bush Doktrini ve Dünya Güvenliğine Etkileri’’, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Dergisi, Sayı 8,s.120
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
65
Amerikan İmparatorluğu’’ girişimi, Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde
değerlendirilmektedir
1.İMPARATORLUK ve ABD
1.1.Kuramsal Anlamda İmparatorluk
İmparatorluk terimi, tıpkı emperyalizm teriminde olduğu gibi, Latince
‘‘imperium’’ sözcüğünden türetilmiştir. İki kavramın etimolojik kökeni aynı olsa bile,
ifade ettiği anlamlar birbirinden oldukça farklıdır. Hardt -Negri ikilisine göre,
emperyalizm, Avrupalı ulus - devletlerin egemenliklerini sınır ötesine yaymasını
ifade ederken; imparatorluk, sabit sınırları tanımayan farklı ulusal renkleri bir
gökkuşağının içerisinde eriten sistemdir2. Daha da önemlisi emperyalizm bir süreci;
imparatorluk ise bir varlığı3 ifade etmektedir. Bu varlık; büyük, bileşik, çok etnikli
veya çok uluslu bir siyasi birliği oluşturmaktadır ve birlik kendi içerisinde egemen
merkez ve ona tabii olan birimler olarak bölünmektedir4. Bu tanımdan hareketle
belirtilebilir ki, literatür içerisinde imparatorluk kavramı, egemenlik - hakimiyet
ilişkilerini ifade etmek amacıyla kullanılmaktadır.
Hardt -Negri ikilisi imparatorluk kavramını, günümüzün çağdaş, küresel
egemenlik ilişkilerini tanımlamak amacıyla kullanmıştır5. Hardt ve Negri’nin
vurguladıkları gibi, çağdaş dönemde egemenlik, yeni bir biçim almış ve buna bağlı
olarak tek bir hükmetme mantığı altında birleşen ulusal ve ulus - üstü organlar
imparatorluğu bir araya getirmiştir6. İmparatorluk kavramının çağdaş döneme ait
olduğunu Hardt ve Negri vurgulamışsa da bu kavramı, dünya tarihinin son 500
yıllık dönemini oluşturan modern dünya - sisteme ait bir kavram olarak
değerlendiren yorumlar da bulunmaktadır. Örneğin StephenHowe’a göre,
imparatorluk; modern dünya - sistemde geçerli olan son 500 yıllık dönemin
yapısıdır. Bu yapının özelliği, deniz gücüyle okyanuslara ve hatta tüm dünyaya
yayılmasıdır7. Modern dünya - sistemi kavramının en önemli temsilcisi olan
Wallerstein’a göre, tarih imparatorlukların var olduğu bir sahnedir. Ona göre
2 Hakan Tunç (2010), Wallerstein’e Göre Modern Dünya-Sistemi, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s.12 3StephenHowe, İmparatorluk, Dost Yayınevi, Sinem Gül(Çev.), Ankara 2002, s.34-35 4S.Howe, ‘‘İmparatorluk…’’, s.44-45 5 Mustafa Demirtaş, ‘‘Michael Hardt ve Antonio Negri: Yeni Bir Egemenlik Biçimi Olarak İmparatorluk ve Siyasetin Öznelerinin Yeniden Kavramsallaştırılması’’, www.spectrumjournal.net/wp-content/uploads/2014/05/Mustafa-Demirtaş.pdf, s.74, Son Erişim Tarihi: 14/04/2016 6H.Tunç, ‘‘Wallerstein’e Göre…’’, s.12; M.Demirtaş, ‘‘ Michael Hardt ve …’’, s.74 7S.Howe, ‘‘İmparatorluk…’’, s.50
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
66
imparatorluk, çok sayıda kültürü tek merkezde birleştiren ve içine alan politik
yapıdır8.
İmparatorluk yapısı, tek bir ülkenin gerçek veya potansiyel bir şiddetle
sorunları bastırma kapasitesi sayesinde diğer ülkelerin egemenlik ve hakimiyet
haklarını yok sayması ve onların hareketlerini sınırlandırabilmesi temelinde oluşur;
ve esas olarak askeri güce dayanmaktadır. Ayrıca kendisine karşı oluşturulabilecek
ittifakları engelleme yetisini de gerektirir.9 Tanımdan anlaşılacağı üzere imparatorluk
olgusunun temelinde güç olgusu yatmaktadır. Diğer taraftan imparatorluk, yalnızca
kaba güç olgusuna dayanan değil, gücün barışçıl bir düzen oluşturulabilmesi
amacıyla kullanılmasını da içeren bir kavramdır; çünkü imparatorluk var olan
çatışmaları çözme kapasitesini gerektirir10. Bu görüş, Hardt ve Negriikilisinde de
mevcuttur. İkiliye göre, emperyal düzenin meşruluğu yalnıza askeri güce
dayandırılamaz. Meşruiyet, uluslararası tüzel normların üretimi yoluyla
gelişmelidir.11 Bu anlamda imparatorluk, barışçıl bir düzen üretebildiği sürece
hayatta kalmaktadır. Aksi durumda imparatorluk karşıtı ittifak arayışlarının, yeni
hegemonik yönelimlerin, oluşması hiç de şaşırtıcı değildir.
1.2.Küresel Amerikan İmparatorluğu
Soğuk Savaş sonrasında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte oluşan
yenidünya düzeninde ABD, bir imparatorluk karakteri taşıyarak öne çıkan hâkim
devlet konumundadır. Bu nedenle ABD’nin küresel hegemonya hedefleri
imparatorluk kavramı üzerinden nitelendirilmekte ve ‘‘Yeni - İkinci Roma
İmparatorluğu’’12 benzetmeleri yapılmaktadır. Aslında Küreselleşme, tarihî
kapitalizmin bir dünya-ekonomi ve dünya-sistemi yaratmasına bağlı olarak, 20.
Yüzyılın sonlarında yeni bir iktidar biçimi üretmiştir.13 Ancak ABD için,
“imparatorluk” benzetmesini yapanların tarihin oluş sürecinin tüm zorba rejimleri
olduğu gibi, Roma İmparatorluğu’nu da ezip yok ettiği gerçeğini unuttukları
açıktır14.
8H.Tunç, ‘‘Wallerstein’e Göre…’’, s.11 9 Kemal Çiftçi, ‘‘Soğuk Savaş Sonrasında ABD: Rızaya Dayalı Hegemonyadan İmparatorluk Düzenine’’, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 10, 2009, s.214 10 Michael Hardt, AntonioNegri, İmparatorluk, Ayrıncı Yayınları, Abdullah Yılmaz(Çev.), İstanbul 2012, s.37 11M.Hardt, A.Negri, ‘‘İmparatorluk…’’, s.190 12Zafer Akbaş, ‘‘ABD’nin Ortadoğu Politikalarının Sürdürülebilirliği ve Ortadoğu’da Güç Mücadelesi’’, History Studies, ABD ve Büyük Ortadoğu İlişkileri Özel Sayısı, Yıl 2011, s.3 13
Betül Karagöz, “Bilgi Üretiminin Siyasal, Ekonomik ve Toplumsal Boyutları,” Küreselleşme,
Demokratikleşme ve Türkiye Uluslararası Sempozyumu Bildiri Kitabı – 27-30 Mart 2008, Akdeniz Üniversitesi Yayını, Antalya, 2008a, s.607-616. 14 Ebu Muhammed- el Makdisi, Büyük Ortadoğu Projesi, Küresel Kitap, Müslim Kılıç, İstanbul 2015, s.34
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
67
ABD’nin hegemonyasını kuvvet kullanarak merkezileştirmesi konusunda;
yani imparatorluk rolünü üstlenmesi konusunda, uluslararası örgütlerin talepleri
belirleyici olmuştur; çünkü Haiti’den Basra Körfezi’ne, Somali’den Bosna Krizi’ne
kadar, Soğuk Savaş sonrasında yaşanan tüm bölgesel krizlerde uluslararası kamuoyu
ABD’nin soruna müdahale etmesini talep etmiştir.15 Uluslararası kamuoyunun bu
talebine bağlı olarak ABD, dünya düzeninin sağlanması ve dünya barışının yeniden
tesis edilebilmesi için, adeta dünyanın jandarmasıymışçasına müdahalelerde
bulunmuş ve bu müdahaleler uluslararası toplum tarafından meşru olarak
değerlendirilmiştir. Örneğin ABD’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararına
dayandırarak NATO aracılığıyla yaptığı Kosova müdahalesine bakıldığında,
müdahalenin insan hakları söylemine dayandırıldığı ve uluslararası toplum
tarafından meşru olarak değerlendirildiği görülmektedir16. Ancak bu operasyonların
arkası kesilmemiştir. Buna bağlı olarak ABD’nin BM ve NATO destekli
operasyonlarının beklenen sonuçları vermediği ve gereksiz olduğuna yönelik
eleştirel sorgulamalar gelişmiştir. Bu eleştiriler sanılan etkiyi yaratmamış ve ABD’nin
vurucu güç kullanmaktan uzaklaşmasını sağlamamıştır17. İşte bu nedenle ABD, çok
güçlü bir küresel egemenliğe ve hatta gayrıresmi bir imparatorluk seviyesine
ulaşmıştır18. Yani Soğuk Savaş sonrasında ABD’nin tek küresel süper güç ve bir
küresel imparatorluk olarak küresel düzeyde hâkimiyet oluşturduğu19 ve
uluslararası sistemin kural ve düzenlemelerini organize edecek kapasitede olduğu
görülmüştür.
Emperyal sistemin örgütleyicisi ve lideri konumunda20 bulunan ABD’nin
günümüzdeki bu rolü, 19.yüzyıldaki Büyük Britanya İmparatorluğu’na
benzemektedir. Yani mümkün oldukça resmi olmayan; ancak gerektiğinde
resmileşen bir yayılım kontrolü ilkesi mevcuttur21. Resmi olmayan Amerikan
imparatorluğu; Foster’ın da belirttiği üzere, eski zaman imparatorlukları gibi,
sömürgeler, fetihler ve zulüm üzerine kurulmamıştır. 21.yüzyıl imparatorluğu,
politika bilimine yeni giren bir kavram olarak, serbest pazarın sürekliliği için
15M. Hardt, A. Negri, ‘‘İmparatorluk…’’, s.191 16 Cem Oğultürk, ‘‘Kosova’nın Bağımsızlık Süreci Kapsamında ABD Dış Politikasının Analizi’’, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Sayı 19, Yıl 10, s.116 17 Betül Karagöz Yerdelen, ‘‘Birleşmiş Milletler’in 70.Yılında Devletlerin İnsani Sorumluluğu ve İnsani Müdahale Sorunsalı’’, Küresel Yönetişim, Güvenlik ve Aktörler: 70.Yılında BM, Tasam Yayınları, İstanbul 2016, s.51-52 18S.Howe, ‘‘İmparatorluk…’’, s.152 19Taner Timur, ‘‘ ‘‘Küreselleşme’’ den ‘‘İmparatorluk’’ a 11 Eylül Dönüm Noktası mı? ’’, www.praksis.org/wp-content/uploads/2011/07/007-10.pdf, Son Erişim Tarihi: 10.12.2017 20 Harry Magdoff, Emperyalizm Çağı, Sosyalist Yayınlar, Doğan Şafak(Çev.), İstanbul 1997, s.49 21 John BellamyFoster, Emperyalizmin Yeniden Keşfi, Divan Yayıncılık, Çiğdem Çidamlı (Çev.), İstanbul 2008, s.25-26
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
68
kullanılan askeri güce dayalı hegemonik bir liderliği ifade etmektedir22. Foster’ın
çalışmasından anladığımız uluslararası emperyal düzenin, sürekli olarak yeniden
üretilmesi durumunda, ABD üstünlüğünün meşru olarak kabul edileceğidir. Diğer
taraftan bize göre, ABD’nin askeri müdahalelerde bulunarak kuvvet kullanması,
onun üstünlüğüne verilen rızanın ortadan kalktığını, yumuşak güç unsurlarının
etkisini kaybettiğini ve kendi otoritesini kabul ettirebilmek adına kaba güç
kullanması gerektiğini; dolayısıyla tahakküm politikalarına yöneldiğini
göstermektedir. Zira Faruk Yalvaç’ın da belirttiği gibi, Amerikan üstünlüğünün
zayıflaması, ABD’nin kendi ürettiği düzenin kurallarını diğer devletlere kabul
ettirememesinden kaynaklanmaktadır23. Bundan dolayı Amerikan üstünlüğünün
zayıflaması durumu, ABD’nin uluslararası meşruiyetini yitirmesinin doğal bir
sonucudur. Bu nedenle ABD’nin askeri müdahaleleri, kendisinin dünya
hâkimiyetindeki gücünü pekiştirmesinin değil; aksine eskisi kadar güçlü
olmadığının, güç kaybettiğinin göstergesidir.
ABD’nin gücünün gerileyişine ilişkin değerlendirmeler yapan Wallerstein’e
göre, Soğuk Savaş sonrasında komünizmin çöküşü, Amerikan üstünlüğünün
arkasındaki tek ideolojik gerekçeyi ortadan kaldırarak liberalizmin çöküşünün de
başlangıcı olmuştur24. Bu nedenle Soğuk Savaş sırasında sosyalist düşmanın
yenilgiye uğratılması hiçbir zaman ABD için öncelikli bir hedef olmamıştır25; çünkü
ABD için Soğuk Savaş, kazanılacak bir oyun değil; dans edilecek bir sahneydi. Bu
nedenle ABD, Soğuk Savaş’ı kazanmamış aslında kaybetmişti. Soğuk Savaş’ın sona
ermesi ABD hegemonyasının en önemli payandası olan Sovyetler Birliği’ni ortadan
kaldırmıştır26. Bundan dolayı ABD, Soğuk Savaş sonrasında gücünü kullanırken çok
daha dikkatli olmak durumunda kalmıştır. Zira ABD gücünün tahakküm politikaları
doğrultusunda kötüye kullanılması, ABD’nin küresel hâkimiyet rolünü gayrimeşru
bir statüye sürükleyeceği endişesini doğurmuştur27. Örneğin ABD’nin Irak
müdahalesi sırasında Almanya ve Fransa gibi Avrupalı devletlerin askeri operasyona
muhalefet etmesi, Amerikan hegemonyasının gayrimeşru olduğuna yönelik
tartışmaların yaşanmasına sebep olmuştur. Buna bağlı olarak ‘‘Amerikan
İmparatorluğu’’ tartışmaları, Irak savaşı sonrasında uluslararası kamuoyunun
gündemine daha sık gelmiş ve literatürde yaygınlık kazanmıştır. Diğer taraftan
22J.Foster, ‘‘Emperyalizmin Yeniden…’’, s.27 23 Faruk Yalvaç, ‘‘Uluslararası İlişkilerde Yapısalcı Kuramlar’’, Devlet, Sistem, Kimlik, (Ed. Kollektif), İletişim Yayınları, İstanbul 2011, s.181 24Immanuel Wallerstein, Amerikan Gücünün Gerileyişi, Metis Yayınları Tuncay Birkan(Çev.), İstanbul 2015 25M.Hardt, A.Negri, ‘‘İmparatorluk…’’, s.189 26I.Wallerstein, ‘‘Liberalizmden…’’, s.181-182 27ZbigniewBrzezinski, Tercih, İnkılap Yayınları, Cem Küçük(Çev.), İstanbul 2005, s.17
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
69
ABD’nin oluşan imparatorluğun merkezi olduğu konusunda, Hardt ve Negri ikilisi
farklı bir noktayı daha vurgulamaktadır: İkiliye göre, çağdaş dönemde oluşan
imparatorluk bir Amerikan imparatorluğu olmadığı gibi; ABD, bu imparatorlukta
merkezi bir konuma da sahip değildir; çünkü imparatorluğun fiili ve tespit edilebilir
bir yeri yoktur. İmparatorluk merkezsizdir. Bu anlayışa göre imparatorluk,
merkezsiz olduğu için dışarıya ihtiyaç duymaksızın küresel kapitalizmin varlığını
sürdürmesini sağlamaktadır28.
ABD özeline dönecek olursak imparatorluğun bir merkezinin olmaması;
ABD’nin imparatorluk içerisindeki diğer devletlerden farksız olduğu anlamına
gelmemektedir. Kuşkusuz ABD, küresel kapitalist sistem içerisinde hiyerarşik
anlamada imtiyazlı bir konumu işgal etmektedir29. Irak’ın işgali örneğinde
görüldüğü üzere, ABD ordusu gibi bir güç, hukuki veya ahlaki olmayan bir kaba
kuvvet kullanımında bulunabilmektedir ve bu kuvvet kullanımı, emperyal düzenin
yeniden üretilmesine hizmet ediyorsa meşru olarak değerlendirilmektedir30. Doğal
olarak ABD’nin istisnai gücü, küresel düzene hükmetme kapasitesiyle ilişkilidir31.
Amerika’nın hiyerarşik üstünlüğü hukuki bir mesele olmayıp, güçten kaynaklanan
bir durumdur. Bundan dolayı Irak’ın işgali sonrasında ‘‘İmparatorluk’’ tabiri
kullanılarak ifade edilen üstünlük, fiziki güce dayanan askeri ve siyasi hâkimiyeti
içermektedir32. Bu güç çerçevesinde ABD, gerek gördüğünde uluslararası hukukun
da üstüne çıkabilmektedir. Bu konuda değerlendirme yapanNoam Chomsky
Uluslararası hukuk ABD’ye uygulanamaz, iktidardakiler mahkûm edilemez. Çünkü kanunlar
güçsüz insanlara uygulanır.33, demektedir.
Bu bağlamda ABD, oluşan imparatorluğun merkezinde değilse bile, Soğuk
Savaş sonrasında Pax-Americana’nın işlerliğini yitirmesiyle birlikte uygulamaya
başladığı tahakküme dayalı kaba kuvvet politikalarıyla küresel imparatorluğu
merkezileştirme - küresel imparatorluğun merkezi olma girişimi içerisindedir.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte iki kutuplu dünya düzeni son
bulmuş, tüm dünya için yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönemde ABD’nin jeopolitik
zaferi üzerine çeşitli eserler yazılmış, Brzezinski’nin ifadesiyle, Amerika tek küresel
süper güç olarak ortaya çıkmıştır. Bu durumu Fukuyama, kapitalizmin mutlak zaferi
olarak yorumlamış ve tarihin sonunu ilan etmiştir.
28M. Demirtaş, ‘‘Michael Hardt...’’ 29M.Hardt, A.Negri, ‘‘İmparatorluk…’’, s.378 30M.Hardt, A.Negri, ‘‘Çokluk…’’, s.48 31M.Hardt, A.Negri, ‘‘Çokluk…’’, s.26 32K.Çiftçi, ‘‘Rızaya Dayalı…’’, s.16 33Noam Chomsky, Sömürgecilikten Küreselleşmeye, Ütopya Yayınevi, Erdem Sakınç (Çev.), Ankara 2010, s.44
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
70
Fukuyama’ya göre, 20.yüzyılda demokrasilerin kesin zaferiyle birlikte,
ekonomik ve siyasal liberalizmin zaferini ilan ettiğine tanıklık edilmiştir. Oysa
Fukuyama’nın tezinde savunduğu liberalizmin, dolayısıyla tarihsel kapitalizmin
kesin zaferi durumu34, Nuray Mert’in de belirttiği gibi, insanlıktan umudu
kesmekten başka bir anlama gelmemektedir. Zaten Fukuyama’nın asıl amacı da,
kapitalizmin zaferini vurgulamak değil; serbest piyasa ekonomisiyle şekillenen
yenidünya düzenini meşrulaştırmak ve sisteme yönelecek eleştirilerin önünü
kesmektir35. Üstelik Fukuyama, liberalizmin kesin zaferini ilan ettiği çalışmasında
Hegel’i referans vermiştir. Taha Akyol’a göre, Popper tarafından ‘‘açık toplumun
düşmanı’’ ilan edilen Hegel, liberal bile değildir36. Ancak Mert’ten alıntıyla ifade
ettiğimiz gibi, zaten Fukuyama’nın asıl amacı liberal dünya düzenine yönlendirilecek
eleştirilerin önünü kesmekti; çünkü Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Orta
Asya’da beş (Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan) ve
Kafkasya’da üç (Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan) devlet bağımsızlığını
kazanmıştır. Bu durum, başta Orta Asya ve Kafkasya coğrafyası başta olmak üzere,
dünyanın çeşitli bölgelerinde oluşan güç boşluğunu ABD’nin doldurmasına yol
açmıştır. ABD bu güç boşluğunu, bu ülkelerin serbest piyasa ekonomilerine dayanan
liberal bir dünya sistemine, Amerikan sistemine yönelmeleriyle doldurmuştur.
Sovyetler Birliği’nin dağılması durumu, Amerikan hegemonyasının
ideolojik dayanağını yıkarak hegemonyanın rıza unsurunu ortadan kaldırsa bile;
ABD, hegemonyadan tahakküme dayalı imparatorluk düzenine yönelen politikalar
uygulayarak Sovyet coğrafyasında oluşan güç boşluğunu doldurmayı büyük ölçüde
başarmıştır. Bundan dolayı Amerika Birleşik Devletleri’nin imparatorluk
vizyonunun temel hedefi, Avrasya coğrafyasında kendi hâkimiyetine meydan
okuyabilecek bölgesel veya küresel güçteki ülkelerin ortaya çıkmasını önlemektir.
Üstelik diğer ülkeleri kontrol etmeyi, kontrol edemediği ülkeleri gerektiğinde dizayn
etmeyi benimseyen bu tahakküm anlayışı, Amerikan idealizmini dillendiren pek çok
kişiye göre, ABD’nin geleneksel politika anlayışına da tezat oluşturmaktadır; çünkü
kilise baskısından kaçarak ve İngiliz sömürgeciliğine başkaldırarak devletlerini
kuran Amerikalıların, dış politika yönelimlerinin temelinde, tarih boyunca özgürlük
ve demokrasi gibi kavramlar yer almıştır37. İmparatorluk vizyonunun
34 Francis Fukuyama, ‘‘Tarihin Sonu mu?’’, Yusuf Kaplan(Çev.), Tarihin Sonu mu?,(Ed. Mustafa Aydın), Vadi Yayınları, Ankara 2005, s.22 35 Nuray Mert, ‘‘Tarihin Sonu Yok’’, Tarihin Sonu mu?, (Ed. Mustafa Aydın), Vadi Yayınları, Ankara 2005, s.334 36 Taha Akyol, ‘‘Tarihin Sonu mu?’’, Tarihin Sonu mu?,(Ed. Mustafa Aydın), Vadi Yayınları, Ankara 2005, s.149 37 Füsun Türkmen, ‘‘ABD’nin Dış Politikası: Devamlılık ve Değişim’’, Doğu-Batı, Sayı 32, Mayıs-Haziran-Temmuz 2005, s.158
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
71
benimsenmesiyle birlikte gelinen noktada, ABD için bu değerlerin içinin boşaldığı,
‘‘Amerikan İdealizminin’’ bir retorikten ibaret olduğu açıkça görülmüştür.
Bugün ABD, kuruluş ideallerinden, popüler ifadeyle Amerikan
idealizminden çok farklı bir noktaya varmıştır; çünkü 1945’ten günümüze uzanan ve
‘‘Amerikan Yüzyılı’’ olarak adlandırılan süreç, sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik
alanlarda ABD’nin diğer ülkeleri etkilemesine yol açarak bir üstünlük kurmasını
sağlamış, SSCB’nin dağılmasıysa bu üstünlükten bir imparatorluk vizyonu yaratmış
ve buna bağlı olarak da Amerika’nın yeni stratejik hedeflere yönelmesine yol
açmıştır. Bugün gelinen noktada Amerika Birleşik Devletleri, kendisinin liderlik
ettiği tek kutuplu dünyaya38hâkimiyetini sağlamlaştırmayı hedeflemektedir. Bu
hedef kuşkusuz küresel bir Amerikan İmparatorluğu yaratmayı veya bir başka
deyişle ABD’yi var olan küresel imparatorluğun merkezi haline getirmeyi
amaçlamaktadır.
İmparatorluk tartışması üzerine değerlendirme yapan Küba Devrimi’nin
efsanevi lideri Fidel Castro da, ABD’nin kuruluş ideallerinden koparak kaba kuvvete
dayalı bir imparatorluk haline geldiğini net bir şekilde vurgulamıştır. Castro’ya göre,
Günümüzün Amerika Birleşik Devletleri’nde, İngiliz sömürgeciliğine karşı isyan eden 13
koloninin formüle ettiği Philedelphia ilkeler bildirgesinin arkasındaki ruhtan bir iz bile
kalmamış görünüyor. Bugün Amerika Birleşik Devletleri, ülkenin ilk kurucularının
rüyalarında dahi göremeyecekleri boyutta devasa bir İmparatorluk!39
Amerika Birleşik Devletleri’nin imparatorluk karakteri taşıyan dış politika
yönelimleri sergilemesinin en önemli nedeni, daha öncede belirtildiği gibi, yumuşak
güç olma imajının ortadan kalkmış olmasıdır. Uluslararası kamuoyu Amerikan
saldırganlığı karşısında, ABD gücüne olan güvenini kaybetmiş, Amerikan üstünlüğü
büyük ölçüde meşruiyetini yitirmiştir. Meşruiyetini yitiren ABD’nin, günümüzdeki
tahakküme dayalı küresel imparatorluk stratejisi 5 temel hedeften oluşmaktadır:
1-)Üçlü içinde bulunan diğer ortakları (Almanya ve Japonya) etkisizleştirmek ve
boyun eğdirmek, böylece bunların ABD yörüngesi dışında faaliyette bulunma gücünü en aza
indirmek 2-) NATO vasıtasıyla askeri kontrolü sağlamak ve önceki Sovyet dünyası
kırıntılarını ‘‘Latin Amerikalılaştırmak’’. 3-) Ortadoğu, Orta Asya ve diğer petrol kaynakları
üzerindeki kontrolü tek başına elinde bulundurmak. 4-) Çin’i parçalamak, diğer büyük
devletlerin boyun eğmelerini sağlamak ve küreselleşmenin şartlarını belirleme noktasında
pazarlık yapacak bölgesel blokların oluşmasını engellemek. 5-)Hiçbir stratejik çıkarı temsil
etmeyen güney bölgelerini marjinalleştirmek.40
38Fatma Koçyiğit(2013), 11 Eylül ve Değişen Amerikan Söylemi: Ekonomi Politiğin Realist Bir
Analizi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Abant Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s.23 39 Fidel Castro, Obama ve İmparatorluk, Agora Kitaplığı, Osman Akınhay(Çev.), İstanbul 2011, s.5 40Samir Amin, ‘‘Küreselleşmecilik mi? Yoksa Küresel Ölçekli Apartheid mi?’’, Modern Küresel
Sistem, (Ed. ImmanuelWallerstein), Pınar Yayınları, Kürşad Atalar(Çev.), İstanbul 2003, s.40
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
72
Yukarıdaki üstünlük stratejisini uygulayabilmek ve küresel imparatorluğu
merkezileştirebilmek amacıyla ABD, tüm jeopolitik teorilerin dünyanın merkezi
olarak değerlendirdiği Avrasya coğrafyasına ilişkin çeşitli dış politika stratejileri
geliştirmiştir. Bu stratejilerin temel hedefi, ‘‘Pax – Americana’’ merkezli yenidünya
düzenini tahakküm politikaları uygulayarak, güç kullanarak merkezileştirmek ve bu
Amerikan merkezli yapıyı Asya ve Avrupa’daki büyük güçlere kabul
ettirmektir41.Bu anlamda Washington’un imparatorluk girişiminin, Büyük Ortadoğu
Projesi ile somut bir karşılık bulduğu ifade edilebilir.
2.İMPARATORLUĞUN HÂKİMİYET STRATEJİSİ: BÜYÜK ORTADOĞU
PROJESİ
Ortadoğu terimi ilk kez 1902 senesinde AlfredThayerMahan tarafından
‘‘NationalReview’’ dergisinde yayınlanan ‘‘ThePersianGulfand International
Relations’’ makalesinde kullanılmıştır. Amerika’da ortaya atılan bu terimi Avrupa’ya
taşıyan ise 1909 yılında ‘‘Problems of Middle East’’ başlıklı makalesiyle Augus
Hamilton olmuştur. İki makalenin ortak yanı Basra Körgezi’nin öneminin sömürgeci
mantık çerçevesinde vurgulanmış olmasıdır.42
Ortadoğu kavramı, Avrupa merkezli bir kavram olup dünyanın diğer
bölgelerini bu merkeze (Avrupa’ya) olan uzaklıklarına göre; yakın, orta ve uzak
şeklinde tanımlayan bir anlayışın yansımasıdır. Coğrafi olmaktan ziyade siyasi bir
içeriğe sahip olan Ortadoğu kavramını ilk kez kullanan Mahan, kavramı Arabistan
ile Hindistan arasındaki bölgeyi ifade etmek amacıyla kullanmıştır. Kavrama
resmiyet kazandıran ise 1911 yılında Hindistan’da Lord Curzon olmuştur. Lord
Curzon, ilk kez Ortadoğu kavramını resmi konuşmalarda kullanmıştır43.
“Ortadoğu” kavramı yüz yılı aşan bir süredir kullanılıyor olmasına karşın
bölgesel ve küresel gelişmelere bağlı olarak bu kavramın, mekânsal açıdan sınırları
bir türlü netlik kazanamamıştır. Genel olarak Ortadoğu denildiğinde Arap
yarımadası ve bu yarımada üzerindeki devletlerakla gelmektedir.44Genel kabul
gören tanımlama Afrika, Asya ve Avrupa kara parçalarının birleştiği orta bölümü
ifade etmek için kullanılmasıdır45. Bu anlamda Ortadoğu sınırlarını kuzeyde Türkiye,
doğuda İran, batıda Mısır ve güneyde Yemen’in çevrelediği dörtgen olarak
41 Temel Demirer, Cahide Sarı, Salih Çevikaslan, ‘‘ ‘‘İmparator’’un Irak Hamlesi’’, ABD Saldırganlığı
Irak ve Ötesi, Ütopya Yayınevi, (Ed. Cahide Sarı), Ankara 2004, s.44 42Deniz Taşkın, ‘‘Mekânsal Paylaşım Açısından Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye’’, Marmara
Coğrafya Dergisi, Sayı 26, Temmuz 2012, s.149 43 Hamit Çelik, Ortadoğu’da ABD Politikaları ve Büyük Ortadoğu Projesi, Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2014, s.5 44 Taşkın Deniz, ‘‘Mekânsal Paylaşım Açısından Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye’’, Marmara
Coğrafya Dergisi, Sayı 26, Temmuz 2012, s.149 45 Türel Yılmaz Şahin, Uluslararası Politikada Ortadoğu, Barış Kitap, Ankara 2011, s.11
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
73
tanımlamak doğru olacaktır46. Üç semavi dinin de çıkış merkezi olan Ortadoğu
coğrafyası, enerji rezervlerine sahip olması nedeniyle jeostratejik açıdan çok önemli
bir bölgedir.
Dünya ekonomisinin petrole yöneldiği 20.yüzyıldan itibaren47 petrolün
öneminin ortaya çıkmasıyla birlikte, Soğuk Savaş boyunca ABD ile Sovyetler
Birliği’nin hâkimiyet mücadelesi verdiği saha olan Ortadoğu coğrafyası, dünya
petrol rezervlerinin üçte ikisine sahip olması ve bölgedeki petrolün diğer bölgelere
göre daha ekonomik olarak çıkartılabilmesi gibi durumlar nedeniyle dünyanın
büyük güçlerinin gözünü bu bölgeye çevirmesine yol açmıştır. Bu anlamda Ortadoğu
coğrafyası, Deniz Ülke Arıboğan’ın da vurguladığı üzere, küresel çaptaki
çatışmaların bölgesel cephesidir; yani bir başka ifadeyle, bölgesel olarak tanımlanan
sorunlar, küresel rekabetin uzantılarıdır48. Diğer taraftan bölgenin siyasi yapısına
bakıldığında, büyük ölçüde kendi halklarının desteğini alamayan yolsuzluklara
bulaşmış otoriter yönetimlerin iktidarda olduğu ve bu ülkelerde yönetilenler ve
yönetenler arasında etnik ve mezhepsel farklılıkların bulunduğu görülmektedir.
Bunu örneklendirmek gerekirse, örneğin Suriye’de Sünni çoğunluğun Nusayri
azınlık tarafından yönetilmesi, Lübnan’da Maruni Hıristiyan azınlığın Müslüman
çoğunluğu yönetmesi gibi durumların gerilim yarattığı koşullar gözlemlenmektedir.
Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrasında 11 Eylül 1990’da Baba Bush tarafından
Amerikan politikasının haklılığını vurgulamak amacıyla ‘‘Yeni Dünya Düzeni’’
terimi kullanılmıştır. Bush’tan sonra Başkan olan Clinton, dış politikayı ‘‘ Pax -
Americana’’ anlayışına dayanan bir hegemonya felsefesiyle yürütmüştür. 1998
yılında Bill Clinton’un başkanlık yaptığı dönemde ‘’21.yüzyılı şekillendirme’’ fikriyle
yeni bir strateji geliştirilmiş ve 11 Eylül saldırıları yeni stratejinin uygulanması için
tetikleyici olmuştur49. Her ne kadar Clinton döneminde Amerikan stratejisi, dünya
düzenini tehlikeye sokabilecek ülke olarak tanımlanan İran ve Irak’ın kuşatılması
hassasiyetiyle şekillenmişse de Amerikan saldırganlığı anlamında dönüm noktası
Bush dönemi olmuştur. Başkan Bush tarafından ‘‘21.yüzyılın PearlHarbour’u’’ 50
olarak nitelendirilen 11 Eylül saldırıları sonrasında, ‘‘İmparatorluk’’ tartışmaları
Uluslararası İlişkiler uzmanlarının temel gündemlerinden birisini oluşturmuş,
Washington yönetimi, ‘‘Bush Doktrini’’ olarak da ifade edilen ‘‘önleyici savaş
stratejisi’’ni esas alan bir yaklaşımı benimsemiştir.
46T.Şahin, ‘‘Uluslararası Politikada…’’, s.12 47 Mehmet Ali Göngen, ‘‘Arap Baharı Karşısında ABD’nin Tutumu’’, Süleyman Demirel Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 33, Aralık 2014, s.3 48Z.Akbaş, ‘‘ABD’nin Ortadoğu...’’, s.10 49 Dursun Yıldız, Tarihi Geçmişi, Stratejik Önemi ve Su Sorunu Açısından Akdeniz’in Doğusu, Bizim Kitaplar Yayınevi, İstanbul 2008, s.130 50Gökhan Telatar(2011), 11 Eylül Sonrası Amerikan Dış Politikasının Yeniden İnşası, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, s.75
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
74
11 Eylül 2001 tarihinde Washington’daki Amerikan Savunma Bakanlığı’na
(Pentagon) ve New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne (İkiz Kuleler) yapılan
saldırılar, Amerikan dış politikasında çok önemli bir dönüm noktası olmuştur.
Saldırılardan sonra Amerika, rızaya dayalı hegemonyasını bir imparatorluk
misyonuna dayanan dış politikaya çevirmiştir. ABD’nin uluslararası zeminde terörle
mücadele söylemiyle yürüttüğü politikasının temelini, Ortadoğu bölgesi oturmuştur.
Bu nedenle kendi çıkar tanımlaması doğrultusunda, bölgede terörle mücadelede
işbirliği yapılacak olan ülke olarak İsrail’i gören51 ABD’nin temel amacı, İsrail’in
bölgedeki varlığını korumaya yöneliktir. ABD’nin bu bölgeye ilişkin politikası, her
ne kadar terörle mücadele ve İslami fundamentalizmin önüne set çekilmesi olarak
sunulsa da, bölgenin enerji potansiyelinin ABD’nin küresel çıkarları için
kullanılmasına dayandığını düşünmek hiç yanlış olmayacaktır.
Ortadoğu politikaları için Başkan Bush ve yakın çalışma çevresindeki Yeni -
Muhafazakâr grubun geliştirdiği proje, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adını
taşımaktadır. Proje batıda Fas, doğuda Moğolistan, kuzeyde Çeçenistan ve güneyde
Yemen’e kadar uzanan bir bölgeye yönelik siyasi, hukuki, ekonomik, sosyal ve
güvenlik boyutlarını içeren bir dönüşüm stratejisidir. Stratejinin temel amacı,
bölgedeki enerji kaynaklarına sahip olmak ve enerji geçiş güzergâhlarını kontrol
etmektir.52Zira doğal kaynaklar konusunda yalnızca enerjinin çıktığı yer değil,
güzergâhlar da önemlidir; çünkü petrol genellikle taşındığı yerle de
ilişkilendirilmektedir.
2000’li yıllarda politik zemine taşınan Büyük Ortadoğu Projesi, ABD’de
yapılan G - 8 zirvesinde gündeme ‘‘Kuzey Afrika ve Genişletilmiş Ortadoğu
Girşimi’’ adıyla gelmiştir. Toplantıda Türkiye, İtalya ve Yemen ‘‘Demokrasi
İnisiyatifi Eşbaşkanları’’ olarak seçilmiştir53. BOP’a ilişkin ilk bilgilerse 13 Şubat
2004’te Londra merkezli olarak Arapça yayın yapan El Hayat gazetesinde yer almış
ve projeyle birlikte 27 ülkenin sınırlarının değiştirilmesinin planlandığı
öğrenilmiştir54. Proje çerçevesinde sınırları değiştirilmesi planlanan ülkeler
Afganistan, Pakistan, Fas, Cibuti, Cezayir, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Filistin,
Irak, İran, Katar, İsrail, Kuveyt, Komor Adaları, Libya, Lübnan, Mısır, Moritanya,
Sudan, Somali, Suudi Arabistan, Suriye, Tunus, Ürdün, Umman, Yemen ve
Türkiye’dir. Bu ülkelere ek olarak projeye Endonezya ve Malezya’nın da dâhil
51 Erhan Canikoğlu, ‘‘İsrail, ABD’deki Yahudi Varlığı ve İkinci Körfez Savaşı’’ Ortadoğu Siyasetinde
İsrail, (Ed. Türel Yılmaz, Mehmet Şahin, Mesut Taştekin), Platin Yayınları, Ankara 2005, s.205 52Abdullah Ural, ‘‘ABD’nin Enerji Hâkimiyeti Teorisi ve BOP’’, Akademik Orta Doğu, Cilt 3, Sayı 2, 2009, s.141 53 Hüsnü Mahalli, Ortadoğu’da Kanlı Bahar, Destek Yayınevi, İstanbul 2012, s.102 54D.Yıldız, ‘‘Tarihi Geçmişi…’’, s.130
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
75
edilmesi gündeme gelmektedir. Projeyi hazırlayan Evanjelik Akıl55, ABD tarafından
uygulanan demokrasinin bütün ülkeler açısından en ideal yönetim tarzı olduğunu,
dünyaya demokrasinin, özgürlüğün yayılması gerektiğini ve bu görevin Tanrı
tarafından, ABD’ye verildiğini savunmaktadır56. Bu projeyi savunanlar, diktatör
rejimlerin askeri müdahalelerle değiştirilmesini başta İsrail olmak üzere,
müttefiklerine her türlü desteğin verilmesini ve ABD’nin dış politikada aktif,
müdahaleci bir rol üstlenmesi gerektiğini, savunmaktadırlar57. Bu grupların ideolojik
kodlarında dünyayı kıyamete zorlamayı esas alan bir ‘‘Armegeddon Savaşı’’
yaratmak olduğu da atlanmamalıdır. Kapitalizm, başlangıçta varlığını sınıfsal
farklılıklara bağlamışken, 21. Yüzyılda bu sınıfsal farklılıkların yerini uluslararası
kültürel farklılıkları kendine varlık sebebi yapmış, gelecek stratejisini bu farklılıkları
derinleştirmek ve bunları da kullanmak üzerine inşa etmiştir.58
ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne bakıldığında Afrika ülkelerini de
‘‘Büyük Ortadoğu’’ coğrafyası kapsamında değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Bugün
54 bağımsız Afrika ülkesinde 900 milyondan fazla insan yaşamaktadır. Etiyopya
dışında bu ülkelerin tamamı batılı ülkelerin sömürgesi olmuş zorla onların dilini
resmi dil olarak benimsemişlerdir59. ABD, Afrika ülkelerine BOP çerçevesinde,
batılıların alışıldık sömürgecilik anlayışıyla bakmakta ve onları dizayn etmeyi
kendisince hak olarak değerlendirmektedir.
ABD’nin BOP çerçevesinde imparatorluğu merkezileştirmek amacıyla
yürüttüğü ‘‘Büyük Ortadoğu’’ politikasından beklentileri şöyle sıralanmaktadır:
55Evanjelik Akıl ifadesiyle, özellikle Amerikan siyasetinde Yeni – Muhafazakâr ( Neo – Con ) görüşteki çevreleri etkileyen Anglo – Protestan mezhebi olan Evanjelizm ifade edilmektedir. Evanjelizm kavramı etimolojik olarak‘‘ iyi haber ’’, ‘‘ İncil ’’, ‘‘ İsa’nın Öğretileri ’’ gibi anlamları ifade eden Yunanca ‘‘ Evangelion ’’ kelimesinden gelmektedir. Günümüzde Evanjelizm, Amerika’daki Protestan grupların tutucu kesimlerini ifade etmek amacıyla kullanılmaktadır. Evanjelik hareket, yalnızca dini bir hareket olarak değerlendirilemez. Hareket İncil inanışındaki Hz.İsa’nın yeniden yeryüzüne gelmesiyle kurulacağına inanılan ‘‘ Bin Yıllık Tanrı Krallığı’’na zemin hazırlamayı amaçlamakta bu nedenle politik bir tavır sergileyerek ABD’nin özellikle Ortadoğu politikalarını yönlendirmeye çalışmaktadır. Hem Demokrat Parti’nin hem de Cumhuriyetçi Parti’nin içerisinde bulunan Evanjelistler özellikle Başkan Bush döneminde Rice’ın Dış İşleri Bakanı olmasıyla büyük etkinlik kazanmışlardır. Evanjelizm hakkında detaylı bilgi için bkz: Rafet Özkan, Amerikan Evanjelikleri, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Erzurum 2005; Mehmet Şahin, Din – Dış Politika İlişkisi: ABD Örneği, Barış – Platin Kitabevi, Ankara 2009, s.208-2118; Betül Karagöz (2003a), Kültürel Çatışmalar Okulu ve Neo
– Muhafazakârlık, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 56H.Çelik, ‘‘Ortadoğu’da ABD…’’,, s.56 57H.Çelik, ‘‘Ortadoğu’da ABD…’’, s.56 58
Betül Karagöz, Mutlakıyetçi Devlet’ten Hukuk Devleti’ne, Hukuk Devleti’nden Mutlakıyetçi
Devlete: Sivil Uygarlığın Kurumsallaşma Süreci, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2008b, s.544-545. 59TürkkayaAtaöv, Emperyalizmin Afrika Sömürüsü, İleri Yayınları, İstanbul 2010, s.16
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
76
-ABD, Rusya ve Çin’in bölgedeki girişim ve gelişmelerini kontrol altına
almak istemektedir.
-Ortadoğu’daki petrol ve doğalgaz kaynakları üzerinde söz sahibi olmak ve
enerjinin batıya doğru güvenli ve makul biçimde ulaştırılmasını sağlamak
amacındadır.
-İsrail’in vurulabilirliğini ortadan kaldırarak, İsrail’in güvenliğini garanti
altına almak, Amerikan politikasının temel çizgisidir.
-Kitle imha silahlarının denetim altına alınması ve bölgeden kaynaklanan
terörü sonlandırmak Amerikan politikasının temel söylemidir.
Amerika Birleşik Devletleri’nin bu imparatorluklaşma sürecindeki asıl amacı,
Avrasya hâkimiyetinin anahtarı olarak gördüğü Büyük Ortadoğu’yu kontrol
etmektir. Böylece petrol ve doğalgaz kaynaklarına hâkim olacak ve enerji
güzergâhlarını kontrol edecektir60; çünkü dünyanın kullanılabilir petrol rezervlerinin
%65’i ve doğalgaz rezervlerinin %41’, Ortadoğu coğrafyasında bulunmaktadır61. Bu
amaçla ABD, BOP çerçevesinde ilk olarak Afganistan operasyonunu yapmış ve bunu
takiben 2003 yılında Irak’ı işgal etmiştir. ABD’nin Irak operasyonunun temel hedefi
dünyanın petrol ve doğal gaz rezervlerinin büyük bölümünü bünyesinde toplayan
bu bölgenin hâkimiyetini kontrol edebildiği biriyle sürdürmektir62. Amerikan
İmparatorluğu için bölge vazgeçilemez bir öneme sahiptir; çünkü Körfez bölgesi,
dünya petrol üretiminin %30’unu sağlamakta ve bilinen dünya petrol rezervlerinin
%65’ine ev sahipliği yapmaktadır. Dünya petrol talebindeki artışları karşılayabilecek
tek bölge olarak bu coğrafya değerlendirilmektedir. 262 milyar varille dünyanın en
büyük petrol üreticisi, ABD ile sıcak ilişkileri bulunan Suudi Arabistan iken ikinci
sırada da 112 milyar varille Irak gelmektedir63. Bu durum imparatorluk politikası
gereği, Irak’ı Amerikan rotasına sokmayı zorunlu kılmıştır.
ABD’nin Irak müdahalesi sırasında temel iddiası, Saddam Hüseyin rejiminin
kitle imha silahlarına sahip olduğu ve bu silahların başta ABD olmak üzere, tüm
dünyanın güvenliğini tehdit ettiği varsayımıydı64. Ancak Irak’ın işgali sonrasında
Saddam rejiminin kimseyi tehdit edebilecek silahlara sahip olmadığı anlaşılmış ve
işgal sırasında 1 milyon 200 bin sivil Irak’lı hayatını kaybetmiş, 2 milyonun üzerinde
Irak’lı Irak’ı terk etmek durumunda kalmıştır65. Irak’ın işgalinin yarattığı bu trajedi,
60D.Yıldız, ‘‘Tarihi Geçmişi…’’, s.133-134 61D.Yıldız, ‘‘Tarihi Geçmişi…’’, s.134 62 Atilla Kıyat, ‘‘Operasyonun Asıl Amacı Enerji Kaynakları’’, Cumhuriyet, 02.08.2002, s.9 63 Michael Renner, ‘‘Büyük Güçlerin Petrolle Dansı’’, ABD Saldırganlığı: Irak ve Ötesi, Ütopya Yayınevi, (Ed. Cahide Sarı), Ankara 2004, s.83 64Cihad El Hazin, ‘‘Amerikan Yüzsüzlüğü’’, ABD Saldırganlığı: Irak ve Ötesi, Ütopya Yayınevi, (Ed. Cahide Sarı), Ankara 2004, s.244 65 Nevzat Yalçıntaş, ‘‘Amerika’nın Irak Macerası’’, Karaküt Yayınları, İstanbul 2009, s.277
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
77
Ortadoğu halklarındaki Amerikan karşıtı duyguların körüklenmesine de sebep
olmuştur. Zira Amerikan iddialarının işgal için bir bahane olarak kullanıldığı
görülmüş ve Irak’a propaganda edildiği gibi bir barış ve demokrasi gelmemiş ve
hatta büyük bir güvenlik açığı oluşmuş bölgede etnik ve mezhepsel çatışmalar öne
çıkmıştır.
Başkan Bush döneminde dış politikanın en önemli meselesi olan Irak’ın
işgali, imparatorluklaşma sürecinde ABD’nin rakipsiz askeri gücünün kısıtlamalara
aldırmaksızın kullanılabileceğini göstermiştir. Irak’ın işgali konusunda Fransa ve
Almanya’nın direnişi ve hatta BM’nin muhalefeti, ABD’yi engelleyememiş, ABD bir
haydut devlet gibi davranarak terörle mücadele bahanesiyle Irak’ı işgal etmiştir. İşte
bu nedenle Kadir Cangızbay’a göre, 11 Eylül 2001, 66ABD haydutluğunun
meşrulaştırılması anlamını taşımaktadır. Makdisi’nin de ifade ettiği gibi, bugün
Amerika, dünya genelinde gangsterlik yapmaktadır.67Makdisi’nin ifade ettiği
Amerikan gangsterliğini Mustafa Balbay da vurgulamıştır. Balbay’a göre; Amerika,
19. ve 20.yüzyıllarda Kızılderililere nasıl davrandıysa bugün de tüm dünyaya öyle
davranmak istemektedir68.
Amerika, Ortadoğu’yu tasarlayarak hâkimiyetini pekiştirmek için geliştirdiği
bu projesini çeşitli yollarla uygulamaya çalışmıştır ve bugün hala uygulamaya
çalışmaya da devam etmektedir. Bu süreç bir dizi isyanı tetiklemiştir. Bölgenin iç
dinamiklerinin etkisiyle ilk defa Tunus’ta, Muhammed Abu Azizi isimli bir seyyar
satıcının yoksulluğa isyan ederek kendini yakması sonucunda başlayan Arap Baharı
süreci, BOP’un farklı yollarla uygulanmasının ortamını oluşturmuştur69. Aslında
ABD’nin BOP aracılığıyla uyguladığı imparatorluğu merkezileştirme stratejisi, Arap
halklarının büyük tepkisine yol açmıştı. Bir anlamda ABD’nin bölgedeki rejimlere
ilişkin stratejisi, paradoksal bir biçimde, bölge halklarındaki Anti-Amerikancı
duyguları büyütmüştür.70Başlangıçta Tunus’ta ve Mısır’da gelişen halk
hareketlerinin bölgede ABD’nin güç kaybetmesiyle ilişkilendirildiği görülmüştür.
Ancak bölgede gelişen anti - Amerikancı refleksin farkına varan ABD, Mısır’da önce
Mübarek’i vermiş ve sonra da Müslüman Kardeşler yönetimine yapılan darbeyi
destekleyerek etki alanını korumuştur. Yine Fransa’nın öncülüğünde batılı güçler
Libya’ya NATO operasyonu düzenlemiş ve Kaddafi rejimini devirmiştir. Zira ABD,
Arap Baharı sürecinin nedeni olmasa bile, yönlendireni olmaya çalışmıştır; ülkelerin
66Kadir Cangızbay, Globalleştirme Terörü, Odak Yayınevi, Ankara 2003, s.8 67E.Makdisi, ‘‘Büyük Ortadoğu…’’, s.39 68 Mustafa Balbay, Tarihin Arka Odası: Amerika, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul 2005, s.10 69 Arap Baharı ile Büyük Ortadoğu Projesi arasındaki ilişki hakkında detaylı bilgi için bkz. Ümit Özdağ, ‘‘Arap Baharının Rüzgarı Nereden Esiyor?’’, http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-
ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2011/09/22/6307/arap-baharinin-ruzgari-nereden-esiyor, Son Erişim Tarihi: 27.04.2016 70Tarık Oğuzlu, ‘‘Arap Baharı ve Yansımaları’’, Ortadoğu Analiz, Cilt 3, Sayı 36, Aralık 2011, s.11
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
78
iç dinamiklerinde gelişen değişikliklere ABD’nin müdahil olarak yönlendirici aktör
olması tarihsel tecrübelerine de uygundur. Örneğin 1952’de İran’da Muhammed
Musaddık’ın ‘‘İran petrollerinin millileştirilmesi’’ sırasında İran’dan kovduğu Şah’ı,
Ajax operasyonuyla İran’a yeniden yerleştirenler ve Musaddık’ı katledenler de
Amerikalılardı71. Bundan dolayı ABD’nin Arap Baharı sürecine müdahil olması hiç
şaşırtıcı değildir. Musaddık operasyonu için CIA’in bölgede yönettiği ilk darbe
olarak tarihe kayıt düşülmüştür.
Arap Baharı’yla birlikte, bölgede diktatörlerin domino taşı etkisiyle
devrilmesi süreci başlamış ve Arap Baharı, İran’ı yalnızlaştıracak bir süreç olarak
gelişmiştir. İşte tam da bu nedenle ABD, Arap Baharı sürecini BOP’un
uygulanabileceği bir ortam olarak değerlendirmiş ve yönlendirmeye çalışmıştır.
Amerika, bir yandan İsrail’i rahatsız edebilecek İhvan (Müslüman Kardeşler)
oluşumunun siyaset dışına itilmesine göz yummuş ve hatta bu süreçte yaşanan
askeri darbeyi desteklemiş, diğer taraftan da Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi
projesine destek olmuştur. ABD’nin ‘‘demokrasi ihracı’’ söylemi Suudi Arabistan
veBirleşik Arap Emirlikleri gibi otoriter rejimleri ve Mısır’daki darbeyi görmezden
gelirken İran ve Suriye gibi Amerikan üstünlüğüne karşı arayış içerisine girebilen
ülkeleri modernleşmesi ve demokratikleşmesi gereken ülkeler olarak
değerlendirmesiyle inandırıcılığını yitirmiştir. Bu konuda Chomsky şunları ifade
etmektedir:
ABD, bir ülkenin resmi demokrasisinin olup olmadığın önemsemez; önemli olan,
ülkenin ABD egemenliğindeki dünya sistemine uyup uymadığıdır. Onun için temel sorun,
bir ülkenin soyulmaya ya da yabancıların yatırım yapıp serbestçe sömürmelerine izin verip
vermeyeceğidir. Ülke buna izin verdikten sonra, ister faşist, ister demokratik, ister komünist
olsun fark etmez. Fakat bir ülke kaynaklarını kendi halkına yönlendirmeye başlarsa işte o
zaman o ülkenin yok edilmesi gerekir.72
ABD’nin demokrasi ihracı söylemi, özünde Amerikan üstünlüğünün ve
Amerikan düzeninin ihracını içermektedir. ABD açısından rızaya dayalı üstünlüğün
kabul ettirilemediği bölgelere tahakkümle girmenin, imparatorluk tavrı sergilemenin
herhangi bir sakıncası yoktur. Amerika Birleşik Devletleri’nin BOP çerçevesinde
yürüttüğü bu politikaların Samuel Hunthington’un Soğuk Savaş sonrasında yazdığı
Medeniyetler Çatışması tezini doğruladığı düşünülebilir. SSCB’nin dağılmasıyla oluşan
boşluğu İslami radikalliğin doldurduğu 21.yüzyıla gelindiğinde, 1979 yılında ‘‘İslami
Devrim’’le ABD’nin bölgedeki ileri karakolu olmaktan çıkan İran, ABD’nin Ortadoğu
politikalarının da temel hedefi olmuştur. George Bush, 11 Eylül saldırıları sonrasında
İran’ı ‘‘şer ekseni’’ ülkeler arasında sınıflandırmış, İran’ı teröre destek vermek ve
71 E. el Makdisi, ‘‘Büyük Ortadoğu…’’, s.33 72N.Chomsky, ‘‘Sömürgecilikten…’’, s.73
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
79
nükleer silah üretmek gibi iddialara hedef ülke haline getirmiştir. Bu iddiaların
temelinde İran’ın ABD’den ziyade, ABD’nin bölgedeki müttefiki olarak
değerlendirdiği İsrail’i tehdit ettiği gerçeği yatmaktadır.
İran jeopolitik konumu itibariyle en az Türkiye kadar önemli olan bir
ülkedir. Kıtasal ölçekten bakıldığında İran, Ortadoğu’ya, Orta Asya’ya ve
Kafkasya’ya sınır teşkil etmektedir. Dünyanın en büyük iki enerji havzasından birine
sahip, diğerine komşudur. Ortadoğu petrollerinin çıkış noktası olan Basra
Körfezi’nin doğu kıyıları İran’a aittir. Bundan dolayı Hürmüz Boğazı’nı kontrol
altında tutmaktadır. Hürmüz Boğazı’nın stratejik avantajını kullanan Tahran
yönetimi, batıdan kendisine yönelen ambargoya karşılık, Hürmüz Boğazı’nı kapatma
kozunu elinde tutmaktadır.73Bölgesel ölçekten bakıldığında İran’ın jeopolitik
konumu daha da özel bir anlam kazanmaktadır. İran’ın Irak’a, Azerbaycan’a,
Türkiye’ye, Ermenistan’a, Afganistan’a ve Pakistan’a sınırları vardır. Bu sınırlar
İran’ın etki altına alınmasını engellemektedir. Son yıllarda İran’a hukuken
uygulanan ambargolar fiilen bu jeopolitik konumdan dolayı etkisiz kalmıştır. Zaten
İran’ın stratejik yönelimlerinin ana hedefini de yalıtılmışlıktan kurtulma amacı
şekillendirmektedir. 74Küresel sistemi sorgulayan İran, ABD tarafından potansiyel
tehdit olarak değerlendirilmektedir; çünkü ABD, Avrasya kuşağında bulunan üç
büyük enerji havzasını ve bunlara ulaşmayı sağlayan nakil hatlarını kontrol etmek
istiyorsa İran’ı hedef tahtasına yazması çok normaldir. İran, bu enerji hazasının hem
bir parçasıdır hem de enerjinin aktarımı için kullanılan geçiş güzergâhının üzerinde
bulunmaktadır. Bu nedenle İran, yenidünya düzenininveya bir başka deyişle
Amerikan İmparatorluğu’nun önündeki en büyük engellerden biridir.
ABD, İran’ın komşuları Irak’ı ve Afganistan’ı işgal etmiş, böylece İran’ı iki
yönden çevrelemiştir. Ancak Tahran, bu çevreleme sırasında sanılanın aksine
olumsuz bir tavır almamıştır; çünkü Afganistan’da kendisi için tehdit olarak kabul
ettiği Selefi yönetimi olan Taliban rejimi temizlenmiş, Irak’ta ise geçmişte savaştığı
Saddam Hüseyin rejimi yıkılmıştır. ABD’nın Irak’ı işgali bölgede yeni bir Şii
ekseninin oluşmasını sağlamış, bu da İran için jeopolitik bir kazanıma dönüşmüştür.
Bizim de dâhil olduğumuz birçok kişiye göre, İran’a yapılması muhtemel Amerikan
müdahalesinin ön cephesi olan, Arap Baharı’nın Suriye ayağında Esad rejimi
yıkılmamış ve çeşitli ülkelerce finanse edilen muhalifler kendi aralarında ayrıştıkları
bir iç savaşa sürüklenmiştir. Oluşan bu durum, İran için jeopolitik açıdan önemli bir
kazanımı temsil etmektedir; çünkü Suriye, İran’ın Lübnan’daki Hizbullah ile olan
bağlantısını sağlamaktadır. İran’ın İsrail’e; dolayısıyla Amerikan üstünlüğüne
73Halil İbrahim Yılmaz, ‘‘Ortadoğu’nun Jeoekonomik Önemi ve ABD’nin Ortadoğu Politikasının Ekonomik Nedenleri’’, TESAM Akademi Dergisi, Ocak 2016, Cilt 3, Sayı 1, s.111 74FirasElias, ‘‘İran’ın Stratejik Düşüncesinde Ortadoğu’’, https://ankasam.org/iranin-stratejik-dusuncesinde-ortadogu/Son Erişim Tarihi: 10.12.2017
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
80
meydan okumasını sağlayan bu bağlantıdır; çünkü Hizbullah, Lübnan’da
başlangıçtan beri, işgale direnen ve İsrail’e karşı silah kullanan bir örgüttür75. Bu
nedenle Hizbullah üzerinden İsrail’e meydan okuyabilen bir İran, Sünni halkların
sempatisini kazanarak bölgesel boyutta önemli bir güç olmaktadır. Diğer taraftan
bölgedeki Amerikan yanlısı Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan gibi
ülkelerin seküler yapıya sahip olan Suriye’nin Arap milliyetçisi tutumuyla Arap
halklarına örnek olmasından korktuğu ve Suriye’nin vurulması için ABD’ye baskı
yaptığı da bilinmektedir. Öte yandan 1990’ların ortalarından itibaren, ABD’nin kendi
ulusal güvenlik stratejisini “Küreselleşme” kavramı üzerine oturttuğu ve
Küreselleşmeyi de kendisinin tanımladığı biliniyor76
Bağımsızlık mücadelesi verilen dönemden bu yana Arap milliyetçiliği ve
büyük bir modern devlet ideali, Suriye siyasetini etkileyen temel faktör olmuştur.
İsrail’in kurulmasının Arap coğrafyasında yarattığı travma, Suriye siyasetini
şekillendiren en temel unsurdur. Suriye dış politikasının temel hedefi, modern
seküler bir Arap milliyetçiliğiyle Arap halklarını İsrail karşıtlığında bir araya
getirmektir77.
Arap Baharı sürecinin Suriye’de tıkanması; dolayısıyla BOP uygulamasının
tıkanması, İran’a yapılabilecek askeri müdahalenin sanıldığı kadar kolay olmadığını
ve hatta Amerikan İmparatorluğu’nun dünyayı istediği şekilde dizayn etmesinin
sanıldığı kadar kolay olmadığını ortaya koymaktadır. Bundan dolayı ABD’nin eski
gücüne kıyasla caydırıcılığını kaybettiği değerlendirmesi yapılabilir. Suriye
rejiminin hayatta kalması, Rusya’ya Ortadoğu’da bir aktör gibi davranma fırsatı
verirken, ABD’yi nükleer müzakerelerde İran’la uzlaşı aramak durumunda da
bırakmıştır. Gelinen noktada Suriye’de yaşanacak olası değişimin Rusya ve İran’ın
üzerinde uzlaştığı bir plan olmadan yaşanması mümkün görünmemekte ve buna
bağlı olarak Astana Süreci gelişmekte ve hatta Astana Süreci, Soçi Zirvesi’nde olduğu
gibi, kurumsallaşma eğilimleri de göstermektedir.
Suriye, Rusya açısından doğrudan stratejik önemiyle, ABD için ise İran’ı
kuşatmak, İsrail’in güvenliğini sağlamak ve Irak’ın kuzeyinden Akdeniz’e uzanan
bir ‘‘Kürt Terörü Koridoru’’ oluşturabilmek için öne çıkmaktadır.78
75 Hasan Nasrullah, ‘‘İran Dini Misyonun Önderi’’, ABD Saldırganlığı: Irak ve Ötesi, Ütopya Yayınevi, (Ed. Cahide Sarı), Ankara 2004, s.284 76
Betül Karagöz (2003b), Yeni Dünya Düzeninde Kültür Olgusu, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 77Muhammed Hüseyin Mercan, ‘‘1970’ten Günümüze Suriye Dış Politikasının Temel Parametreleri’’, Bağımsızlıktan Arap Baharına Suriye: İç ve Dış Politika, Nobel Yayıncılık, (Ed. Mehmet Akif Okur, Nuri Saltık), Ankara 2006, s.257 78Barış Doster, ‘‘Suriye Satrancındaki Son Dönüşümler’’, Ortadoğu Analiz, Kasım 2013, Cilt 5, Sayı 59, s.24
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
81
3.GÜNCEL DEĞERLENDİRME: GÜNÜMÜZDE BOP VE BÖLGE
DEVLETLERİNİN REFLEKSLERİ
ABD’nin Suriye Krizi’ndeki genel tavrı, geleneksel Suriye siyasetinin bir
uzantısı niteliği taşımaktadır. Başlangıçtan itibaren ABD, Suriye’yi Hizbullah ve
Hamas gibi örgütlere destek vermekle suçlamış ve bu nedenle Suriye’yi İran gibi açık
bir biçimde olmasa da, örtülü olarak bir ‘‘şer ekseni’’ ülke şeklinde değerlendirmiştir.
Suriye Krizi sırasında ABD, krizi kendisi açısından fırsata çevirmek istemiş ve İran’ı
kuşatacak bir hamle olarak değerlendirmiş, bu nedenle de rejim değişikliği talep
etmiştir. ABD’nin bu talebi, demokratikleşme söylemiyle uyumlu göründüğü için
büyük ölçüde uluslararası kamuoyunun fikri olarak da değerlendirilmiştir. ABD’nin
krizin başlangıcındaki temel partneriyse, bir NATO üyesi olan Türkiye olmuştur.
Türkiye bu dönemde Ortadoğu’daki demokratikleşme taleplerinin dillendirilmesi
açısından son derece idealist bir tavır takınmıştır.
Türkiye’nin Suriye politikasındaki idealist tavrını belirleyen temel unsur
Türkiye’de iktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, Mısır ve Tunus’ta
iktidarda gelen ve Suriye muhalefetinin de bir parçası olan Müslüman Kardeşler
(İhvan) tarafından bir rol model olarak görülmesi olmuştur. Bu süreçte ‘‘Şii Hilali’’
ile mücadele stratejisini belirleyen dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bir
Sünni ekseni yaratılabileceği düşüncesiyle Suriye’de muhalefetin açıkça
desteklenmesinden yana olmuştur. Krizin ilk aşamasında Türkiye’nin muhalifler ile
Esad yönetimi arasında arabuluculuk yapabilecek imkânlara sahip olmasına rağmen;
Suriye’nin demokratikleşmesi konusunda rejimle iletişim kanallarını açık tutmayarak
iki ülke arasındaki ipleri kopartan bir stratejiyi benimsemesi de eleştiriye açık bir
durumdur. Türkiye’nin bu süreçteki tutumu farklı nedenlere dayansa da, büyük
ölçüde ABD’nin bölge politikasıyla örtüşmüştür.
Suriye sahasında yaşanan jeopolitik mücadelenin taraflarına bakıldığında,
ABD-Türkiye ikilisinin karşısında, Rusya-İran ikilisinin bulunduğu görülmektedir.
İran, Suriye’de gerçekleştirilmek isteneni, kendisine yapılması planlanan bir
Amerikan müdahalesinin ön cephesi olarak değerlendirmiş ve tavizsiz bir biçimde
Esad yönetiminin yanında durmuştur. Bu nedenle Tahran ile organik bir ilişki
içerisinde olduğu bilinen Hizbullah, Suriye sahasındaki en etkili vekâlet
savaşçılarından birisine dönüşmüştür. Buna ek olarak bölgede ABD etkinliğinin
artmasına karşı çıkan ve Suriye’de üs bulunduran Rusya, Tahran yönetimi ile aynı
çizgide konumlanmış ve Esad yönetimini ayakta tutacak güç dengenin oluşmasını
sağlamıştır. Ancak sahada oluşan denge, sağlıklı bir güç dengesi durumuna
dayanmadığı için terör örgütleri buradaki güç mücadelesinin vekâlet örgütlerine
dönüşmüş ve PKK’nın Suriye kolu olan PYD ile ABD’nin tesis ettiği ilişki,
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
82
Türkiye’nin dengedeki konumunu sorgulamasına yol açmıştır. Buna bağlı
olarakSuriye’de gelişen pratik durumun etkisi, 2013 sonrasında Ankara-Washington
ittifakında bir ayrışma yaşanmasına sebep olmuştur.79
ABD, Esad yönetiminin İran ve Rusya’ya rağmen yıkılmasının çok mümkün
olmadığını anladıktan sonra, Irak ve Suriye’de bir ‘‘Kürt Koridoru’’ oluşturarak
kendi enerji politikasını uygulamayı amaçlamıştır. ABD, İran doğalgazının Avrupa
pazarına ulaştırılmasına engel olmak için ilk aşamada Esad rejiminin gitmesine
yönelik çabala harcamış ve Suriye’de ılımlı Sünni bir devletin kurulmasın
planlamıştır.80ABD’nin bu politikadaki amacı, bölge petrollerinin Türkiye’nin
devreden çıkartılarak Akdeniz’e çıkışının sağlanmasıdır.81 Mehmet Ali Güller’e göre,
ABD, Irak’ın işgaliyle koridorun ilk ayağını Basra Körfezi’nden Akdeniz’e ulaşacak
şekilde oluşturmuştur. Hatta işgalin temel nedeni de budur.82Ancak bu durum, haklı
olarak Türkiye’nin tepkisini çekmiş ve Ankara’nın İran-Rusya ikilisiyle yakınlaşması
sonucunu doğurmuştur. Bu anlamda Ankara’nın haklı tepkisi, Türkiye’yi Davutoğlu
döneminde idealize edilen Ortadoğu’da oyun kurucu ülke olma iddiasına
ulaştıramasa da, idealizmden uzak pragmatik bir biçimde ayakları yere basan
gerçekçi dış politika hamleleriyle, Türkiye’nin bölgede oyun bozan aktör
olabileceğini göstermiştir.
Son günlerde dikkat çeken en önemli hususun ABD’nin eskortluğunda IŞID
(DEAŞ) üyelerinin çekilmesi görüntüleri olduğu ifade edilebilir. Bu durum radikal
terörün ‘‘Kürt Koridoru’’nun oluşturulması için bir meşruiyet aracı olarak
kullanıldığını göstermektedir.
Her ne kadar Suriye sahasında yaşanan gelişmelerin, Tahran tarafından,
kendisine yapılması muhtemel bir müdahalenin ön cephesi olarak yorumlandığını
belirtmişsek de, ABD’nin açık bir biçimde PYD’nin yayılma alanına meşruiyet
kazandırmaya yönelik yaptığı hamleler, Türkiye’nin de güneyinden çevrelenmekte
olduğunu göstermiştir. Türkiye bu konuda duyduğu rahatsızlığı en üst seviyede,
Cumhurbaşkanı Erdoğan düzeyinde ifade etmiştir. Bu süreçte Cumhurbaşkanı
Erdoğan, Güney sınırlarımız boyunca oluşturulmaya çalışılan terör koridorunun amacı
Türkiye’yi kuşatmaktır.83sözleriyle Türkiye’nin Suriye’deki ABD-PYD ilişkisine
bakışını ortaya koymuştur.
79Muharrem Ekşi, ‘‘Ak Parti Döneminde Ortadoğu’da Türk-Amerikan İlişkilerinin Ekseni: İslami Kimlik’’, Sayı 8, Cilt 9, Yaz 2016, Gazi Akademik Bakış, s.61-62 80Cenk Tamer, ‘‘Suriye’nin Enerji Jeopolitiği’’, https://ankasam.org/suriyenin-enerji-jeopolitigi/ , Son Erişim Tarii: 07.12.2017 81Mahir Kaynak, Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye Üzerine Stratejik Analizler, Truva Yayınları, İstanbul 2016, s.26 82Mehmet Ali Güller, Suriye’nin Sevr’i Amerikan Koridoru, Kaynak Yayınları, İstanbul 2015, s.25 83 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesi için bkz. https://www.dha.com.tr/politika/erdogandan-vize-krizine-iliskin-sert-aciklamalar-biz-size-muhtac-degiliz/haber-1547284, Son Erişim Tarihi: 27.11.2017
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
83
Son dönemde yaşanan Katar Krizi, Türkiye-İran ilişkilerinde gelişecek olan
ittifak yapma zorunluluğunu ortaya koymuş ve iki ülke arasındaki olumlu ilişkiler,
Barzani’nin Kuzey Irak’ta inşa etmeye çalıştığı BOP Kürdistanı’nın engellenmesi
amacı doğrultusunda derinlik kazanmıştır. Türkiye-İran ilişkilerindeki olumlu hava,
benzer bir konjonktürel etkiyle 15 Temmuz sürecinde Dugin’in Türkiye’yle istihbarat
paylaşımına paralel olarak olumlu izlenim yaratan Ankara-Moskova ilişkileriyle de
eş zamanlı olarak gelişmiştir. Bu üç ülkeyi yakınlaştıran olayların ABD’nin BOP’un
uygulanması ile bölgeye yeni bir Sykes-Picot düzeni dayatmak istemesi olduğu
açıktır. Buna bağlı olarak Suriye’deki kriz durumunun sonlandırılmasına ilişkin
harcanan çabalar Astana Görüşmeleri sırasında, Türkiye-Rusya-İran üçlüsünün
Suriye’deki kalıcı barışı inşa edecek üçlü ittifakı oluşturduğunun işaretlerini de
vermiş ve ABD büyük ölçüde Suriye sahasında istediğini alamamış ve denklemin
dışına itilmiştir. Bu durum bölgede Amerikan saldırganlığı karşısında, Atatürk
dönemindeki SadabatPaktı örneğinin güncellenmesi olarak da yorumlanmış ve anti-
emperyalist bir bloğun oluşturulması fikri tartışılmaya başlanmıştır. Son günlerde
Türkiye, İran ve Rusya arasında konjonktürel ilişkilerin bir sonucu olarak gelişen
ittifak durumu, kurumsallaşma eğilimi sergilemektedir. Bu kurumsallaşma ABD’nin
küresel imparatorluk vizyonu karşısında bir ‘‘Batı Asya Bloğu’’nun inşa edildiğini
göstermektedir. Dolayısıyla ABD mevcut oyuncularla bugüne kadar istediği sonucu
pek elde edememiş görünmekte84 ve bir yenilgiye tanıklık etmektedir.
SONUÇ
Soğuk Savaş sonrasında ideolojik anlamda elde ettiği zaferi, jeopolitik
anlamda da taçlandırmak isteyen ABD, Avrasya coğrafyasını kontrol edebilmenin
yollarını aramış ve bu amaç doğrultusunda Büyük Ortadoğu Projesi’nde somutlaşan
stratejiyi geliştirmiştir.
Washington yönetimi, Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde
tahakküme dayalı politik yönelimler sergilemiş ve böylece küresel sistem üzerindeki
hâkimiyetini merkezileştirmeye çalışmıştır. Bu girişim aynı zamanda literatür
içerisindeki ‘‘imparatorluklaşma’’ tartışmalarını da temsil etmektedir.
Ortadoğu coğrafyasını kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirerek
enerji kaynaklarını ve enerji geçiş güzergâhlarını kontrol etmek isteyen Washington
yönetimi, tahakküm politikaları çerçevesinde İslami terör ve terörü destekleyen
devletler ile mücadele adı altında kendi saldırganlığını gizlemeyi başarmıştır.
Afganistan’ın işgaliyle başlayan ABD’nin Avrasya hâkimiyeti için kuvvet kullanma
stratejisi, Irak’ın işgaliyle devam etmiş ve Arap Baharı olarak isimlendirilen halk
84Mehmet Seyfettin Erol, ‘‘Ortadoğu Satrancında BOP Hamleleri’’, https://ankasam.org/ortadogu-satrancinda-son-bop-hamleleri/ , Son Erişim Tarihi: 12.12.2017
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
84
ayaklanmaları BOP’un vekâlet savaşçısı olarak kullanılan proxy örgütler üzerinden
yürütülmesine olanak sağlamıştır.
Sonuç olarak Büyük Ortadoğu Projesiyle ABD, Ortadoğu coğrafyasını
kendi emperyal talepleri doğrultusunda şekillendirmek istemektedir. Bu bağlamda
gerektiğinde kuvvet kullanmaktan da kaçınmadığı görülmekte olup, ABD’nin bu
politikayı bölge halklarına dikta etmek konusunda ısrarcı olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak ABD’nin bu saldırganlığı, bölge devletlerinin de tepkisini çekmekte ve bu
devletleri egemen politik varlıklarını koruyabilme hassasiyetiyle bir araya
getirmektedir. Son dönemde Suriye sahasında yaşanan gelişmelere bağlı olarak
gözlemlenen Türkiye-Rusya-İran üçlü ittifakının gelişimi ve Barzani’nin bağımsızlık
referandumu karşısında gösterilen ortak tavır, ABD’nin ARAP NATO’su kurmak
için çıktığı yoldabüyük bir fiyaskoya tanıklık ettiğini ve Ortadoğu’ya yüklendikçe
kaybettiğini açıkça ortaya koymaktadır.
KAYNAKÇA
Akbaş, Zafer, ‘‘ABD’nin Ortadoğu Politikalarının Sürdürülebilirliği ve
Ortadoğu’da Güç Mücadelesi’’, HistoryStudies, ABD ve Büyük Ortadoğu İlişkileri
Özel Sayısı, Yıl 2011, s. 1-18
Akyol, Taha, ‘‘Tarihin Sonu mu?’’, Tarihin Sonu, (Ed. Mustafa Aydın), Vadi
Yayınları, Ankara 2005, s. 148-157
Amin, Samir, ‘‘Küreselleşmecilik mi? Yoksa Küresel Ölçekli Apartheid mi?’’,
Modern Küresel Sistem, (Ed.ImmanuelWallerstein), Pınar Yayınları, Kürşad
Atalar(Çev.), İstanbul 2003
Ataöv, Türkkaya, Emperyalizmin Afrika Sömürüsü, İleri Yayınları, İstanbul
2010
Balbay, Mustafa, Tarihin Arka Odası: Amerika, Cumhuriyet Kitapları,
İstanbul 2005
Brzezinski, Zbigniew, Tercih, İnkılâp Yayınları, Cem Küçük(Çev.), İstanbul
2005
Cangızbay, Kadir, Globalleştirme Terörü, Odak Yayınevi, Ankara 2003
Canikoğlu, Erhan ‘‘İsrail, ABD’deki Yahudi Varlığı ve İkinci Körefz Savaşı’’,
Ortadoğu Siyasetinde İsrail, (Ed. Türel Yılmaz, Mehmet Şahin, Mesut Taştekin),
Platin Yayınları, Ankara 2005, s.199-243
Castro, Fidel, Obama ve İmparatorluk, Agora Kitaplığı, Osman
Akınhay(Çev.), İstanbul 2011
Chomsky, Noam, Sömürgecilikten Küreselleşmeye, Ütopya Yayınevi, Erdem
Sakınç (Çev.), Ankara 2010
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
85
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesi için bkz.
https://www.dha.com.tr/politika/ erdogandan-vize-krizine-iliskin-sert-
aciklamalar-biz-size-muhtac-degiliz/haber-1547284, Son Erişim Tarihi: 27.11.2017
Çelik, Hamit, Ortadoğu’da ABD Politikaları ve Büyük Ortadoğu Projesi, Ufuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2014
Çiftçi, Kemal, ‘‘Soğuk Savaş Sonrasında ABD: Rızaya Dayalı Hegemonyadan
İmparatorluk Düzenine’’, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 10, 2009 s. 203-219
Demirer, Temel, Sarı, Cahide, Çevikaslan, Salih, ‘‘ ‘‘İmparator’’un Irak
Hamlesi’’, ABD Saldırganlığı Irak ve Ötesi, Ütopya Yayınev, (Ed. Cahide Sarı),
Ankara 2004
Demirtaş, Mustafa, ‘‘Michael Hardt ve AntonioNegri: Yeni Bir Egemenlik
Biçimi Olarak İmparatorluk ve Siyasetin Öznelerinin Yeniden
Kavramsallaştırılması’’, www.spectrumjournal.net/wp-content/uploads/2014
/05/Mustafa-Demirtaş.pdf, s.74, Son Erişim Tarihi: 14/04/2016
Deniz, Taşkın, ‘‘Mekansal Paylaşım Açısından Büyük Ortadoğu Projesi ve
Türkiye’’, Marmara Coğrafya Dergisi, Sayı 26, Temmuz 2012, s. 146-170
Doster, Barış, ‘‘Suriye Satrancındaki Son Gelişmeler’’, Ortadoğu Analiz,
Kasım 2013, Cilt 5, Sayı 59, s.23-30
Efegil, Ertan, ‘‘Bush Doktrini ve Dünya Güvenliğine Etkileri’’, Hacettepe
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 8, s.103-122
El Hazin, Cihad, ‘‘Amerikan Yüzsüzlüğü’’, ABD Saldırganlığı: Irak ve Ötesi,
Ütopya Yayınevi, (Ed. Cahide Sarı), Ankara 2004, s. 244-246
El Makdisi, Ebu Muhammed, Büyük Ortadoğu Projesi, Küresel Kitap,
Müslim Kılıç(Çev.) İstanbul 2015
Elias, Firas, ‘‘İran’ın Stratejik Düşüncesinde Ortadoğu’’,
https://ankasam.org/iranin stratejik-dusuncesinde-ortadogu/Son Erişim Tarihi:
10.12.2017
Ekşi, Muharrem, ‘‘Ak Parti Döneminde Ortadoğu’da Türk-Amerikan
İlişkilerinin Ekseni: İslami Kimlik’’, Gazi Akademik Bakış, Sayı 18, Cilt 9, Yaz 2016,
s.59-77
Erol, Mehmet Seyfettin, ‘‘Ortadoğu Satrancında BOP Hamleleri’’,
https://ankasam.org/ortadogu-satrancinda-son-bop-hamleleri/ , Son Erişim Tarihi:
12.12.2017
Foster, John Bellamy, Emperyalizmin Yeniden Keşfi, Divan Yayıncılık,
Çiğdem Çidamlı (Çev.), İstanbul 2008
Fukuyama, Francis, ‘‘Tarihin Sonu mu?’’, Yusuf Kaplan(Çev.), Tarihin Sonu
mu?,(Ed. Mustafa Aydın), Vadi Yayınları, Ankara 2005,s. 22-50
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
86
Göngen, Mehmet Ali ‘‘Arap Baharı Karşısında ABD’nin Tutumu’’, Süleyman
Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 33, Aralık
2014, s. 1-18
Güller, Mehmet Ali, Suriye’nin Sevr’i Amerikan Koridoru, Kaynak Yayınları,
İstanbul 2015
Hardt, Michael ve Negri, Antonio, İmparatorluk, Ayrıntı Yayınları, Abdullah
Yılmaz(Çev.), İstanbul 2012
Howe, Stephen, İmparatorluk, Dost Yayınevi, Sinem Gül(Çev.), Ankara 2002.
Karagöz, Betül, Yeni Dünya Düzeninde Kültür Olgusu, Ankara Üniversitesi
Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2003a
Karagöz, Betül, Kültürel Çatışmalar Okulu ve Neo – Muhafazakârlık, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara
2003b
Betül Karagöz, “Bilgi Üretiminin Siyasal, Ekonomik ve Toplumsal
Boyutları,” Küreselleşme, Demokratikleşme ve Türkiye Uluslararası Sempozyumu
Bildiri Kitabı – 27-30 Mart 2008, Akdeniz Üniversitesi Yayını, Antalya, 2008a
Karagöz, Betül, Mutlakıyetçi Devlet’ten Hukuk Devleti’ne, Hukuk
Devleti’nden Mutlakıyetçi Devlete: Sivil Uygarlığın Kurumsallaşma Süreci, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2008b
Karagöz Yerdelen, Betül, ‘‘Birleşmiş Milletler’in 70.Yılında Devletlerin İnsani
Sorumluluğu ve İnsani Müdahale Sorunsalı’’, Küresel Yönetişim, Güvenlik ve
Aktörler: 70. Yılında BM, Tasam Yayınları, İstanbul 2016, s. 51-63
Kaynak, Mahir, Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye Üzerine Stratejik
Analizler, Truva Yayınları, İstanbul 2016
Koçyiğit, Fatma, 11 Eylül ve Değişen Amerikan Söylemi: Ekonomi Politiğin Realist
Bir Analizi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Abant Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bolu 2013
Magdoff, Harry, Emperyalizm Çağı, Sosyalist Yayınlar, Doğan Şafak (Çev.),
İstanbul 1997
Mahalli, Hüsnü, Ortadoğu’da Kanlı Bahar, Destek Yayınevi, İstanbul 2012
Mercan, Muhammed Hüseyin, ‘‘1970’ten Günümüze Suriye Dış Politikasının
Temel Parametreleri’’, Bağımsızlıktan Arap Baharına Suriye: İç ve Dış Politika,
Nobel Yayıncılık, (Ed. Mehmet Akif Okur ve Nuri Saltık), Ankara 2006, s. 239-263
Mert, Nuray ‘‘Tarihin Sonu Yok’’, Tarihin Sonu mu?, (Ed. Mustafa Aydın),
Vadi Yayınları, Ankara 2005, s. 331-336
Nasrullah, Hasan, ‘‘İran Dini Misyonun Önderi’’, ABD Saldırganlığı: Irak ve
Ötesi, Ütopya Yayınevi, (Ed. Cahide Sarı), Ankara 2004, s. 283-287
Oğultürk, Cem, ‘‘Kosova’nın Bağımsızlık Süreci Kapsamında ABD Dış
Politikasının Analizi’’, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Sayı 19, Yıl 10, s.99-132
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
87
Oğuzlu, Tarık, ‘‘Arap Baharı ve Yansımaları’’, Ortadoğu Analiz, Cilt 3, Sayı,
36, Aralık 2011, s.8-16
Özdağ, Ümit, ‘‘Arap Baharının Rüzgarı Nereden Esiyor?’’,
http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-
merkezi/2011/09/22/6307/arap-baharinin-ruzgari-nereden-esiyor, Son Erişim
Tarihi: 27.04.2016
Özkan, Rafet, Amerikan Evanjelikleri, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Erzurum
2005
Renner, Michael, ‘‘Büyük Güçlerin Petrolle Dansı’’, ABD Saldırganlığı: Irak
ve Ötesi, Ütopya Yayınevi, (Ed. Cahide Sarı), Ankara 2004, s. 83-86
Şahin, Mehmet, Din – Dış Politika İlişkisi: ABD Örneği, Barış – Platin
Kitabevi, Ankara 2009
Şahin, Türel Yılmaz, Uluslararası Politikada Ortadoğu, Barış Kitap, Ankara
2011
Taşkın, Deniz, ‘‘Mekânsal Paylaşım Açısından Büyük Ortadoğu Projesi ve
Türkiye’’, Marmara Coğrafya Dergisi, Sayı 26, Temmuz 2012, s.247-171
Telatar, Gökhan, 11 Eylül Sonrası Amerikan Dış Politikasının Yeniden İnşası,
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi,
Ankara 2011
Timur, Taner, ‘‘ ‘‘Küreselleşme’’ den ‘‘İmparatorluk’’ a 11 Eylül Dönüm
Noktası mı?’’, www.praksis.org/wp-content/uploads/2011/07/007-10.pdf, Son
Erişim Tarihi: 10.12.2017
Tunç, Hakan, Wallerstein’e Göre Modern Dünya-Sistemi, Beykent Ünviersitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2010
Türkmen, Füsun , ‘‘ABD’nin Dış Politikası: Devamlılık ve Değişim’’, Doğu-
Batı, Sayı 32, Mayıs-Haziran-Temmuz 2005,s. 157-180
Ural, Abdullah, ‘‘ABD’nin Enerji Hâkimiyeti Teorisi ve Büyük Ortadoğu
Projesi’’, Akademik Orta Doğu, Cilt 3, Sayı 2, Yıl 2009, s.131-147
Wallerstein, Immanuel, Amerikan Gücünün Gerileyişi, Metis Yayınları,
Tuncay Birkan(Çev.), İstanbul 2015
Yalçıntaş, Nevzat, ‘‘Amerika’nın Irak Macerası’’, Karaküt Yayınları, İstanbul
2009
Yalvaç, Faruk, ‘‘Uluslararası İlişkilerde Yapısalcı Kuramlar’’, Devlet, Sistem,
Kimlik, (Ed. Kollektif), İletişim Yayınları, İstanbul 2011
Yıldız, Dursun, Tarihi Geçmişi, Stratejik Önemi ve Su Sorunu Açısından
Akdenizin Doğusu, Bizim Kitaplar Yayınevi, İstanbul 2008
Yılmaz, Halil İbrahim, ‘‘Ortadoğu’nun Jeoekonomik Önemi ve ABD’nin
Ortadoğu Politikasının Ekonomik Nedenleri’’, Tesam Akademi Dergisi, Ocak 2016,
Cilt 3, Sayı 1, s.99-128
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar 2017 - Autumn 201
267
OĞUZ ATAY’IN “TÜRKİYE’NİN RUHU”
ÜZERİNE BİR DENEMESİ
Emre Burak DEMİRER
Özet
Türk edebiyat tarihinin kendine münhasır yazarlarının başında sayılabilecek Oğuz
Atay, yazım hayatı uzun sürmemesine rağmen birçok yazarı ve okuyucuyu etkilemeyi
başarmıştır. Bu nedenle, yazdığı romanlar ve hikayeler incelemelere tabi tutulmuştur.
Yazıları arasındaki sistematik, yaşamının son dönemlerinde yazmak istediği ancak
bitiremediği “Türkiye’nin Ruhu” ismini vereceği romanında gün yüzüne çıkacakken Atay’ın
erken ölümüyle okur bu sistemli yazarın çevresini nasıl tanımladığını öğrenmekten mahrum
kalmıştır. Çalışma, Atay’ın günlüğünde tutuğu notları temel referans kaynağı
alarak“Türkiye’nin Ruhu”nun izini sürmek ve Atay’ın Türkiye insanına, toplumuna ve
devlet yapısına şeklini veren ruh düşününü anlama çabasını amaçlamaktadır.
Anahtar kelimeler: Oğuz Atay, Türkiye’nin Ruhu, İnsan, Toplum, Devlet
Abstract
Oğuz Atay is one of theleadingwriters of theTurkish literature world. Despite his
short life, he has influenced many writers and readers. Fort pense his reason, his writings
have been the subject of numerous articles and writings. Systematic between writing, that
want to write the end of his life, but could not finish, "The Soul of Turkey" in the novel that
gave the name to face the day you'll be out Atay readers with early death has deprived learn
how to define this system the author's environment. In the study, Atay's diary wasused as a
basic reference. Thus, "The Soul of Turkey" allowed to drive, it's also the Turkish people,
Turkish society and the Turkish state structure is intended to consider the attempt to
understand the spirit of giving shape.
Keywords: Oguz Atay, The Soul of Turkey, Human, Society, State
Araştırma Görevlisi, Giresun Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü, [email protected]
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
89
GİRİŞ
Oğuz Atay’ın kısa hikâyesi kendi yaşamının ardından devam eden anlaşılma
çabasıyla birlikte uzun bir serüven haline gelmiştir. Kimi yazarların yazdıklarından
çok kendileri üzerinden analizler yapılması alışılmadık bir durum değildir elbette
ama Atay’ın yazdıkları ve daha da önemlisi yazmak istedikleri üzerinden
anlaşılmaya çalışılan bir aydın oluşu incelemeye değer görülmüştür. Atay’ın da
romanlarının kahramanları gibi tutunamayanlardan olup olmadığı ayrı konudur, bu
bağlamda Atay’ın özgün edebi tarzının yanında toplum-aydın ilişkisi tasavvuru
özellikle de “insan-devlet-toplum” üçlemesi üzerinden kurguladığı ve bu minvalde
üç temaya ayırmayı planladığı romanın adı olacak olan “Türkiye’nin Ruhu” salt
kendi başına sosyolojik bir tartışma sahasında kendini bulabilmektedir. Doğası
gereği, yazılmayanın tartışılması veyahut incelemeye tabi tutulması oldukça güçtür
ancak Atay’ın romanlarından ve de günlüğünden hareketle Türkiye edebiyatına
kazandırdığı yazım biçemi çerçevesinde bir altyapı bize kuşkusuz ilginç bir biçimde
yorum çeşitliliği kazandırmaktadır.1
Ekrem Işın’ın arkeolojik değerlendirmesine göre Atay, kimliklerin
belirlendiği toplumsal mekânların derinliklerine dalmaktadır ve derinlere indikçe
“Türkiye’nin Ruhu” bir tabaka olarak ortaya çıkmaktadır (Işın, 2011: 32). Bu durum,
Atay’ın tutunamayandan veya tutunamayanlardan yola çıkarak sistematik bir
toplumsal çözümleme arayışına girdiği sonucunun çıkarsanmasına yol açmaktadır.
Keza “dağınık görünen malzeme rastgele değil, yapısal bir bütünlük meydana
getirecek biçimde” biraraya getirilmiştir.2
1Kuşkusuz Türk edebiyat tarihinde en ilgi çeken romanları yazmıştır Oğuz Atay. Bastırmak için iki yıl uğraştığı ilk romanı Tutunamayanlar’la TRT ödülünü alan ve her yıl en az Tutunamayanlar kadar kültleşen romanlarıyla Yüksek İnşaat Mühendisi Atay, kısa yaşamı ve oldukça kısa yazın hayatıyla post-modernist yazımın ilk örneğini teşkil etmesi sebebiyle kendi zamanında anlaşılmamanın yükünü kendi ağzından serzenişlerle dile getirmesi babında kendinden önceki yenilikçi yazarlardan farklı bir tavırla karşılaşmamıştır. Okuyucuya ulaşılabilecek uzaklıkta olduğunu ancak kendisinin okuyucuyu mumla aradığını defalarca söylemiştir. Günlük tutmasının nedenin çaresizlik olduğunu açıkça belirtmiştir. Selim Işık’a yaklaştığı en yakın an sanırım şu cümleyi yazdığı andır: “Canım insanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız.” 80lerle birlikte hızla yayılan Atay okurluğu hala kendisini anlama peşinde koşmaktadır. Keyder’e göre Atay okurluğuBatılılaşmanın yarattığı aydın kitlesinin oluştuğu tarihe denk gelir bu. Bu anlama hali bağlamında yazılanlar da çeşitlenmekte, doğru veya yanlış Atay’ı anlamaktan ziyade anma etkinliğine de dönüşmüştür bir anlamda. Atay’ı kaybetmek Türk edebiyatının büyük bir parçasını kaybetmektir. 2 Murat Belge’nin Atay üzerine değerlendirmesinden.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
90
Atay’ın tutunamayan kahramanları içten, alışılmadık bir ironinin ve
geleneksel bir kırık hayatlar3 hikâyesinin yansımalarıdır. Atay’ın hikâyesinin peşinden
koştuğu tutunamayan “yarı-aydın”dır. Atay da buna dâhildir. Zira Nurdan Gürbilek,
Atay’ın üslubunu ironi olarak nitelendirirken bunu söylemesinin nedenini Atay’ın
kendisini kenara çekip üstün görmediğinin tıpkı romanlarındaki kahramanlar gibi
hayattan kaçtığını belirtmektedir (Gürbilek, 1990). Tehlikeli Oyunlar romanı üzerine
günlüğünde notlar alan Atay romanın kahramanı Hikmet’i nasıl Anadolu’ya
gönderdiyse kendisi de uzun bir Anadolu yolculuğu yapma isteğinden bahsediyor
(Atay, 2010). Bir aydın olarak insanlarıyla ilişkisini inceleme amacı güden Atay bu
yolculuğu yapma isteğinin nedenleriniayrıntılandırıyor:
…Bizi nasıl anlıyorlar? Biz onların içinde nasıl hissediyoruz? Ben hep kendimi
onlara yakın ilişkiler kurmuş bir insan olarak düşünürüm. Sonra, arkamdan olmadık
düşmanca, hissiz, soğuk ve kötüleyici sözler edildiğini duyarım. Bu birliği -bana karşı
davranış birliğini- nasıl kurarlar acaba? Hangi noktada birleşirler? Aralarında iyi bir izlenim
edinmiş olanlar yok mudur? Nasıl başlarlar insanın arkasından çekiştirmeye sonra? Nasıl
cesaret ederler?...(Atay, 2014: 36-38)
Anadolu’nun aydına bakışının yanısıra aydının da Anadolu’ya karşı tavrını
“muş gibi yapmak” diye nitelendiren Atay’ın kafasını kurcalayan asıl sorunsal da
düşüveriyor önümüze. Çözülemeyen tutunamama halinin biyografisi. Bu düzlemde
tanık olunan “trajikomik hesaplaşma”nın4ortak bir anlam bütünlüğünün
yakalanması, değerlendiren açısından zor olacaktır. Yani tutunamayan tam anlamıyla
kimdir ve neden tutunamamıştır? Bunu anlatmak Atay’ın işiydi. Bunun yerine
Atay’ın Türkiye’nin ruhunu tasarlarken ortaya koyduğu süreçleri ve bu süreçler
içerisinde tutunamayanların nerede ikamet ettiklerini bulmaya çalışmak bu yazının
yapmaya çalıştığı şeydir.
Osmanlı’nın Mirası
Atay, Osmanlı’nın “kapalı bir sistem” olduğundan bahisle bireyi ezen,
ortadan kaldıran buna mukabil devleti kutsallaştıran anlayışı Türkiye’nin Ruhu için
zemin olarak kullanmıştır.
… Osmanlı… kuralları ciddiye aldı, insanı ciddiye almadı… Bütün değişimleri
devlet eliyle gerçekleştirmek istedi…(Atay: 90)
3 Atay, Halit Refiğ’in romanlarındaki karakterlere atıfla bu tanımlamayı yapmakta ve kendi kahramanlarını da Refiğ’e yaklaştırmaktadır. 4 İsim tamlaması Ahmet Cemal’in Oğuz Atay üzerine yazdığı gazete yazısından alınmıştır. Tam cümle şu şekildedir: “Trajedilerimizi komedi, komedilerimizi de trajedi gibi yaşamaktan uzaklaşıp, yaşamlarımıza trajikomik bir hesaplaşmanın ciddiyetini kazandırabildik mi?” (Ahmet Cemal, “Oğuz Atay ve Bir Hüzünlü Ülke”, Cumhuriyet Gazetesi, 14.12.2006)
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
91
Böylece devlet eleştiriye kapandı oysa güzeli çirkinden ayıran şey eleştiridir.
Düşünce her türlü eleştiriye kapandı ve felsefe yok oldu. Eleştirinin ortadan
kalmasıyla “kapalı sistem” ortaya çıktı;
Tek felsefe bireyin yok oluşudur; vahdet-i vücud’dur5…. Şiirde, divancılar biz diye
seslenir…. Ülkücü insan yoktur. Ülkücülük bireyciliktir. Özgün sanat yoktur. Usta-çırak
ilişkisi içinde taklit vardır. Bir bakıma gelenek de yoktur. Usta, yaşantısını kimseyle
paylaşmaz; yaratıcılığın ayırıcılığı kendisiyle birlikte ölür. Ne ruhun ölümsüzlüğü, ne de
canlı dünyanın gürültüsü duyulmaz…(Atay: 92)
Devletin azameti karşısında ezilen yek bireyin değersizliği ve yarattıkları ve
yaratacaklarıyla yok oluşunun doğallaşması kapalı sistemin ürünüdür. Kapalı
sistemin devamını garantileyen ise “korku”dur.
Bizim ilk günahımız belki de budur: Kapalı sistem yaratıklarının dünyaya karşı
besledikleri korkudur (Atay, 92)
Atay’ın söylediği korku bir olaydan, yaparsa başa gelebilecek durumlardan
veya bir şeyden korku değildir. Varolma korkusudur. Karar verme korkusudur.
Kendisi olma korkusudur. “Yaşama korkusudur.” Tabii ki korku somut olaylarla
cisimleştirilmekte, daha anlaşılabilir hale getirilmektedir ancak Atay’ın vahdet-i
vücudu besleyen korkusu ya dokunulmazlığa sahip bir konumda azınlık içinde ya
da tamamen toplumun içinde eriyik halde durup konumunu koruyamama
korkusudur:
…Dünyayı bir savaş alanına çevirdikten sonra, her yandan düşman saldırısı
bekleyenlerin korkusudur. Bir şehire kapanıp, bütün ülkenin saldırısını bekleyen sarayın
korkusudur bu. Sarayı kaleye çevirenlerin korkusudur. Kardeşleri tarafından öldürülmeyi
bekleyen Saray’ın korkusudur. Her davranışın devlete yöneldiğini sanan paranoyak
yöneticilerin korkusudur. Kültür korkusudur. Matbaadan, şiirden, resimden, felsefeden, hatta
dinden korkmaktır bu. Halk Partisi’nin Köy Enstitülerinden korkmasıdır. Demokrat Parti’nin
modern resimden korkmasıdır. Bazı solcuların modern edebiyattan, modern sanattan
korkmasıdır. Halkın içinde sivrilen esnafın, eşrafın, mollaların halktan korkmasıdır…(Atay:
94)
5Tasavvuf düşüncesinde, yaratanla yaratılanın tek kaynaktan geldiğini ve "bir" olduğunu savunan görüş. Varlık birliği de denmektedir. Türkiye’nin Ruhu için iyi bir erime potasını teşkil etmektedir. Birey-devlet-toplum kavramlarının bir bütün olması ve aykırı olan dışlamasının kolaylığını sağlamaktadır. Atay, Türkiye’nin Ruhu’nda birey-devlet-toplum temaları üzerinden üç cilt olarak yazmayı planlarken olay örüngüsünü savaşlar üzerinden kurgulayacaktır. Savaşların, insanlar, kurumlar, kavramlar arasında bütünlüğü oluşturduğunu ve tüm bunları tekleştirdiğini söylemektedir. Bu da vahdet-i vücud’un milliyetçi sahaya nasıl sıçradığını, söylemin nasıl kolektif eyleme dönüştüğünü göstermektedir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
92
“KAPALI SİSTEM”DEN, AYDIN “YABANCILAŞMA”SINA
Atay, Türkiye’nin Ruhunu tarihsel anlamda yaşanılan süreçleri
kavramsallaştırmaya çalışmıştır. Kemalizmin topluma bakış açısı Atay tarafından da
paylaşılmaktadır. Sorunun köklerinin Osmanlı devlet yapısında aramakve sahip
olunan kusurları kökleştirmek. Bunun sebebinin modernleşme macerası dahilinde
arada kalmak olduğu söylenebilir. “Kenar Batı” ile “Orta Doğu” arasında bir millet,
ikisinden biri tam olamamış, kandırmayı bir kazanç, uyanıklık ve yapılması gereken
şey olarak gören yarım yamalak zihinler. Doğuyu beğenmeyen ancak Batıya özenen
fakat ona karşı da hep bir intikam duygusuyla hareket eden:
…Bana öyle geliyor ki biz çocuk kalmış bir milletiz ve daha olayları ve dünyayı,
mucizelere bağlı “myth”lere bağlı bir şekilde yorumluyoruz en ciddi bir biçimde bir biçimde.
Aklı başında bir Batılının gülerek karşılayacağı ve bize ölesiye ciddi gelen bir şekilde.
Bir başka nokta daha: Öyle bir yarım yamalaklığımız var ki, bizim dramımız,
trajedimiz akıl almaz bir biçimde gelişiyor. Ayrıca, bir trajedinin içinde olduğumuzun
farkında bile değiliz. Çok güzel yaşayıp gittiğimizi sanıyoruz. İktidarda olanlar da bu sanıyı
bütün millet adına dile getiriyorlar. Birkaç aydın dışında bunu anlayan yok gibi. O aydınlar
da sosyal bir takım sözler ediyorlar. Psikolojik yönü boş kalıyor bu meselenin. İnsanlarımız,
bu kötü yaşantıyı dile getirmenin, “muhalefet yapmak” olduğunu sanıyor bir bakıma.
Aslında bir yanlış anlama olduğu halde, anlaşıp gidiyorlar. Bir “mış gibi yapmak”
tutturmuşlar; arabalar yürüyor ya, ekmek yapılıyor ya, iyi kötü suyumuz geliyor ya… mesele
yok. Bir taklit yapıyoruz ve Batı’ya bile kabul ettirdiğimiz onlar oluyor. (Bir futbol maçında
yeniveriyoruz onları) Ya çocuksu gururumuz! Beğenilmezsek hemen alınıyoruz. Batılılara
iftiralar ederek kendimizi temize çıkarmak için didiniyoruz. İyi aile çocukları arasında, onlara
çamur atan mahalle çocuğu gibiyiz…(Atay: 24, 26)
Devlet mevhumu da irrasyoneldir. Batı gibi değildir. Kandırılmayı göz
yumarak teşvik eder. Müşfik bir hali vardır. Devlet kiminin babası kiminin ise
anasıdır. Cezalandırır ancak ölçüsü vardır. Yani Batıyı ne millet ne de devlet
benimsemektedir. Kapalı bir sistem içinde konulmayan kurnazlıkları her iki taraf da
içselleştirmiştir.
Her zaman suç işlediği halde kendisine taviz verildiğini hissettiği için başı önde
dolaşır insanımızın” diyor Atay ve devam ediyor: Bizim ilk günahımız işte budur:
Cezalandırılmayan küçük günahların toplamı. Hoşgörümüz de budur. Ayrıca devlet de aynı
suçluluk duygusunun içinde müeyyideleri uygulamaz. Bu bakımdan bağışlayıcıdır…(Atay:
94, 96)
Böylelikle devlet ile millet arasında -ama birey değil- bir sistem sürüp gider.
Kapalı sistemdir bu. Kapalı sistemin yaşaması rollerin değişmesinden duyulan
korkuyla olur. Eleştirinin ortadan kalkması korkunun göstergesidir. Eğer eleştiri
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
93
olursa karşılıklı oyun bozulur. Bireyin ortadan kalkması da tam bu noktada
gerçekleşir. Eleştirel akıl devreye girerse birey bir aktör olacak ancak yalnızlaşacak
Atay’ın tabiriyle yabancılaşacaktır yalnızca bir turist olacaktır.
…Bağışlanmayan tek suç, bu oyunu fark etmektir, bu oyuna karşı çıkmaktır. Gerçeği
aramaktır.(Atay: 96)
YABANCILAŞMAYA KARŞI OYUN
Oyun, bir Atay nosyonu olarak bir dairenin içinde topyekûn bir kitleyi tüm
unsurlarıyla bir arada tutan, kuralları belirlenmiş ancak yazılmamış herkesin ezbere
biliyormuş gibi davrandığı, itiraz etmediği, çıkıntılık yapmadan ritüellere uymanın
yoludur. Oyunlar kurmak, günlük hayatın dayanılmaz ağırlığından insanı
kurtarmaktadır çünkü bu dayanılmaz gerçeklik toplumdaki akisi olan kitlenin
“çocuksu hali”nin gerçekliğiyle yer değiştirerek, olmayan daha yerinde bir tabirle
becerilemeyen yaşantının yerini alır. Dairenin dışına çıkmasını engellemektedir. Tek
istisnası tehlikeli olmamalıdır. Oyunla gerçek birbirine karıştırılmamalıdır. Eğer
birbirine karışırsa tehlikeli bir hal alır ya Hikmet Benol’ün başına gelenler olur ya da
Coşkun Ermiş’in. Atay, “garip yaratıkları”nı “hoyrat ellerden” kurtarmaya
çalışmaktadır oyunlarla (Atay, 2014).
Oyunlar ciddi, hatta vahim olabilir, insanların hayatı söz konusu olabilir;
oynayanlar da kendilerini ölesiye ciddi hissedebilirler, fakat bir oyun, gerçek yaşantının gerçek
ilişkinin yokluğunda onun yerine geçen bir şeydir.(Atay: 118)
Ancak şunu belirtmekte fayda var ki: Atay’ın yabancılaşması insana
uzaklaşma gibi görünse de kurgulanan oyun/oyunlar içerisinde yabancılaşmaya
karşı bir durum yoktur. Yani aydın ile halk arasındaki ayrımdan bahseder Atay ve
bunun yanlışlığından. Keza kurulan oyun içinde yabancılaşan aydın sayısı hiç de az
değildir ve Atay’ın ana şikâyetlerinden biri de budur. Toplum içerisinde aydın
hâlihazırda zaten yabancıdır. Kendi güruhu içerisinde yaşamaktadır. Bu
kompartumanvari yapı tam da oyunun kuralları gereğidir. Aydın millet tarafından
anlaşılmamak için vardır. Batılı aydının “sönük kopyası”dır. Oyun kusurlar üzerine
bina edilmiştir. Tutarlılıklar üzerine değil. Atay’a göre aydının kapalı sistem içinde
oyunu devam ettirme dolayısıyla korkudan azade kalma üç biçimde
gerçekleşmektedir:
Yeni yazarların kelimeler icat ederek azınlıkta kalma telaşı,
Toplumsal sorunlara eğilerek kendini tanıma korkusu,
Kavram kargaşası yaratarak temel kavramlardan uzaklaşma çabası ya
da temel kavramların onu hiçe indireceği korkusu.(Işın: 33)
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
94
Görüldüğü gibi yabancılaşma aydın tarafından istenen bir durum olarak
karşımıza çıkmaktadır. Sorun halkı etkileyecek bağlamda aydının bir bilinç
düzeyinde hareket etmemesidir. Bunu yapar ise tutunamayacak ve günlük hayatın
rutinleri için dahi bir ansiklopediye ihtiyaç duyacaktır. Yukarıda Atay’ın milletinin
karakteristik özelliklerini anlatırken en başta kullandığı “bana öyle geliyor ki” lafı
öylesine söylenmiş gibi durmamaktadır. Türkiye entelijansiyası televizyonda
radyoda ahkâm kesmekte bir beis görmemektedir. Halk içerisinde kendi sınırlarını
kesin olarak çizmeye özen göstermekte “komünizm gelecekse onu da ancak
kendisinin getireceği” bir mesih rolüne bürünmektedir. Kafkavari bir bürokrasiye
boğazına kadar batmış bir aydınlar komitesi. Buna toplumcu sosyalist aydınlar da
dahildir.
Sanat sanat içindir – sanat toplum içindir kısır çekişmesine karşı sanat insan içindir
parolasıyla çıktıkları halde insanın, gerçek insanın farkında değillerdir… korkak bir karanlık
içindedirler… Aslında bir ruh hastasının tepkisidir bu; daha doğrusu reddettikleri nimetlere
kapılmaktan korkan bozuk ruhların tepkisidir… Bu yüzden sosyalizmi ahlaksızlık sanırlar…
emperyalizm ile sosyalizmi birbirine karıştırırlar… Kendini sosyalist sayan biri, suçunu
ortaya dökeni halk düşmanı olarak suçlayarak yavuz hırsızlık oynar… Nedense kendisini
sosyalist sayanlardan kimse ehliyet sormamaktadır. Olsa olsa sosyalizme sempati duyan
yani… sempatizan sayılması gerekenler ortalığı kasıp kavurmaktadırlar… soldan ve sağdan
hayli kabarık olan bu çıkarcı zümre, bütün gösterişine rağmen kim parayı bastırırsa ona
hizmet etmektedir…(Atay: 136)
…Toplumcu aydınlar da halkı istatistiklerin rakamları ya da kitaplardaki teorilerin
örnekleri olarak görüyorlar…(Atay: 132)
ATAY’IN AYDIN ÇELİŞKİSİ
“Türk halkı bütün boyutuyla kendisine sahip çıkacak aydınları
beklemektedir.”Atay’ın iliklerine kadar pozitivist aydın bakışı burada kendini olanca
kuvvetiyle belli ediyor. Atay, sağ-sol ayrımına karşılık Gramsci’nin organik aydınına
tam anlamıyla karşılık gelmeyen ancak sığ düzeyde yaklaşan bir aydın tanımlaması
yapıyor. “mış gibi yapmayan”, halkına yabancılaşmamış bir aydın. Ancak bu aydının
yerini belirlemiyor, en büyük eksiklik de sınıfsal bir açılım yapmaması veya
yorumda bulunmaması. Sosyalizmi anlayamamış/anlayamayan yarı-aydın en
tehlikesini ona göre zira sosyalistim diyebilmek için bir ehliyete sahip olunması
gerektiğini düşünüyor. Aydın, kavramlar içinde boğulmamalı ve iletişim
kurduklarıyla bu kavramlar etrafında ilişki kurmamalı, anlaşılmayan aydının
kimseye hiçbir faydası yok. Atay bir bakıma haklı görülebilir, söyledikleri
halihazırda geçerli olabilir fakat Atay’ın bunları gerçekleştirmesini beklediği aydın
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
95
sınıfsal karakteri itibarıyla aynı yerde duruyor. Burjuva sınıfına dâhil veya burjuvaya
yakın, idealizmi elitizminde mündemiç aydın Atay’ın makbul aydınıyken, aydının
yapmasını istediği, doğrusu olduğunu düşündüğü Anadolu’ya yaklaşan aydın tipini
bu mevcut aydın güruhuyla nasıl başarabilir? Bu durumu yapmaya çalışırken olacak
olan aydının tutunamama halini yaşayıp malum sonla hayat hikâyesinin bitmesi
değil midir? Yabancı olduğu bir çevrede elini bile nereye koyacağını bilmeyen, çayını
nasıl karıştırması söyleyen bir kılavuza ihtiyaç duyan halkçı bir aydın.
Belki de bu yüzden Atay karnavalvari bir durum yaratarak
FrantzFanon’danetkilenimle devrimci gücü lümpenproleteryaüzerine vermeyi
düşünüyor (Atay: 242).6 Muhtemeldir ki; Selim’in, Hikmet’in etrafındaki
karakterlerinlümpenproleteryaya dahil olmalı bundandır. Hikmet’in gecekondu
mahallesine taşınma isteği hareketin içine düşme heyecanına ihtiyaç duyması.
“Türkiye’nin Ruhu” üzerine aldığı notta Osmanlıda ayaklanmaların
lümpenproleteryanın önayak olduğundan bahsederek kendi aydının kaçınılmaz
sonuna karşın başka bir devrimci kaynak bulmaya çalıştığını düşündürüyor.
BİÇEM, KURGU VE SONUÇ
Tıpkı yazım biçemi gibi organik bir yapı kurmayı, karakterler arasında
gezinmeyi ve farklı anlatım biçimleri kullanmayı öngörüyor. Atay’ın, daha önce de
yaptığı ve Türkiye’nin Ruhu’nda da yapmak istediği Bahtinci bir diyalojidir (Bahtin,
2014).7 Birden çok edebi biçem arasında geçişliliği sağlayan ve Atay’ın yazarlık
serüveni boyunca eleştirilere neden olan alışılmadık yazım-kurgu karmaşasını
yaratan da budur. Tüm bunlar göz önüne alındığında Atay’ın “Türkiye’nin
Ruhu”ndakitahayyül yazım tarzıyla ayrılmaz biçimde benzerlik göstermektedir.
Kelimeler, kullanılan edebi tarz, kurgu, kahramanlar, birey-devlet-toplum
teması, “şark kurnazı” Anadolu insanı, “despot ama şefkatli” devlet, “halkçı” aydın
buna karşılık “tehlikeli yarı-aydın”, “insanına yabancılaşmış aydın”, oyuna ayak
uyduramayan tutunamayanlar ve devamı; hepsi Atay’ın kendisidir. “Türkiye’nin
Ruhu” da oyunun içindeki kabullenilmiş çelişkiler yumağının yazılamamış halidir.
“Kenar Batı”dır, “Orta Doğu”dur. Olamamışlığınpsikolojik tarih yazımıdır yapılmak
istenen; başka bir ifadeylebutarihin, “Tutanamayanlar”ın, “Tehlikeli Oyunlar”ın,
6FrantzFanon’un ortaya attığı devrimci olarak lümpenproleterya kavrayışı, 1968 devrimci sol hareketle birlikte artan üçüncü dünyacı anti-kolonyalist kurtuluş hareketlerinin etkisiyle birlikte artmış ve Türkiye Solu’nda da yer bulmuştur. Fanon’un sınıf konusunda sessiz kalan ve düzen içinde bir dönüştürücü arayan Atay’ın dikkatini çekmesi olağandır. Yukarıda bahsedilen Osmanlı ve ayaklanmalar bağlamında lümpenproleteryanın kullanılması bunu göstermektedir. 7Bahtin’indiyoloji kavramı için bakınız: Mihail Bahtin, “Romanda Söylem”, Karnavaldan Romana, der. Sibel Irzık, çev. Cem Soydemir, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2014
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
96
“Oyunlarla Yaşayanlar”ın ve diğer romanlarından referansla Beyaz Paltolu Adam’ın8
kaleminden okumak istenilen.
Kaynakça
ATAY, Oğuz (2014), Günlük, İstanbul: İletişim Yayınları
ATAY, Oğuz (2013), Tutunamayanlar, İstanbul: İletişim Yayınları
ATAY, Oğuz (2010), Tehlikeli Oyunlar, İstanbul: İletişim Yayınları
ATAY, Oğuz (2004), Korkuyu Beklerken, İstanbul: İletişim Yayınları
ATAY, Oğuz (2014), Oyunlarla Yaşayanlar, İstanbul: İletişim Yayınları
BAHTİN, Mihail (2014), “Romanda Söylem”, Karnavaldan Romana, der. Sibel Irzık,
çev. Cem Soydemir, İstanbul: Ayrıntı Yayınları
CEMAL, Ahmet, “Oğuz Atay ve Bir Hüzünlü Ülke”, Cumhuriyet Gazetesi, 14.12.2006
GÜRBİLEK, Nurdan (Temmuz-Kasım 1990), “Kemalizmin Delisi Oğuz Atay”, Defter
Dergisi, Sayı 14
IŞIN, Ekrem (Haziran-Temmuz 2011), “Oğuz Atay Düşüncesi: Kapalı Sistem”, Notos
Dergisi, Sayı 28, ss. 32-34
8 Beyaz Paltolu Adam, Atay’ın “Korkuyu Beklerken” isimli sekizhikayedenoluşan kitabın içerisindeki ilk hikâyenin adıdır. İletişim yayınlarından çıkan kitabın kapağında Atay’ın beyaz paltosu üzerinde çekindiği fotoğrafın kullanılması Atay’ın yazılarının ne denli içinde yaşadığının veya ne denli yazılarıyla yaşayan bir yazar olduğunu imgesel olarak göstermektedir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
97
AHISKA TÜRKLERİ İLE AHISKA YURDUNUN
TÜRİYE İÇİN ÖNEMİ
Selim KURT*
Özet
SSCB’nin dağılmasının ardından bağımsızlığını kazanan Türk Cumhuriyetleri, Türkiye’nin ilgisinin Orta Asya ve Kafkaslar bölgesine yönelmesine neden olmuştur. Akrabalık bağları dolayısıyla başlayan ilişkiler bölge ülkelerinin zengin enerji kaynaklarına sahip olduğunun anlaşılmasıyla daha da gelişmiş ve kısa sürede bu enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara taşınması hususu da gündeme gelmiştir. Bu çerçevede, Türkiye-Gürcistan sınırında yer alan ve sınır boyunca Acara Özerk Bölgesi’nden Ermenistan’a kadar uzanan alanı kapsayan Ahıska yurdunun jeo-politik ehemmiyeti ön plana çıkmaktadır. Özellikle Türkiye’nin Ermenistan ile siyasi ilişkilerinin olmadığı hususu da göz önünde bulundurulduğunda ülkenin Kafkaslar üzerinden Orta Asya’ya erişimi açısından bölge son derece stratejik bir konumdadır. Halen faaliyette olan Bakü-Tiflis-Ceyhan ve Bakü-Tiflis-Erzurum boru hatları Ahıska topraklarından geçmekte olup, planlama ve uygulama aşamasındaki Bakü-Tiflis-Karsdemiryolu ile TRACECA ulaşım koridorunun da anılan bölgeden geçmesi planlamaktadır. Ancak tarihsel süreçte uygulanan göç ve asimilasyon politikaları nedeniyleAhıska Türklerinin anılan bölgedeki varlığı önemli ölçüde azalmış olup, göçe tabi tutulan Ahıskalılar halen büyük ölçüde Kafkas ve Orta Asya ülkerinin yanı sıra Rusya Federasyonu, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri’nde dağınık bir vaziyette yaşamlarını devam ettirme mücadelesi vermektedirler. Diğer taraftan son yıllarda yaşanan gelişmeler sonucunda Ahıska Türkleri’nintarihsel yurtlarına dönüş için bir umut ışığı belirmiş olup, bu umut kendisi için büyük bir önem arz eden iki bölge olan Kafkaslar ile Orta Asya’ya erişimde dar koridorlara mahkûm edilmek istenen Türkiye tarafından da desteklenmelidir.
Anahtar Kelimeler: Ahıska Türkleri, Gürcistan, Kafkaslar, Sürgün, Cavaheti Sorunu
THE IMPORTANCE OF MESKHETIAN TURKS AND THEIR LAND
FOR TURKEY
Abstract
The emergence of Turkish republics following to collapse of USSR has caused to returning of Turkey’s attention to Central Asia and Caucasus regions. The relations started by the relationship by affinity and developed by discovery of rich energy resources of the region’s states. Soon after that the subject of transportation of these resources to the international markets was added to agenda. In this context geo-political importance of the
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
98
Meskhetian land, which settled in Turkish-Georgia border and lies from Ajaria Autonomous Region to Armenia through the borderline, is remarkable.Aspecially considering of there is no political relations between Turkey and Armenia, Meskhetian land has highly strategic position for Turkey in the point of accessing Middle Asia through Caucasus. Baku-Tbilisi-Ceyhan and Baku-Tbilisi-Erzurum pipelinesare passing through Meskhetian land and the Baku-Tbilisi-Karsrailway and TRACECA transportation coridor projectsareplaning to passing through the land, as well. But the presence of the Meskhetian Turks in this region decreased considerably because of the immigration and assimilation policies in historical process. The migrating Meskhetians are struggling for life now majorly in Caucasian and Middle Asian countries in addition to Russia Federation, Turkey and United States of America. But there is a hope now for returning back to their home lands in the context of some developments occured in recent years. And this hope should be support by Turkey, who was tried to be convicted narrow corridors accessing to Caucasus and Middle Asia regions.
KeyWords: Meskhetian Turks, Georgia, Caucasus, Deportation, Cavaheti Conflict
GİRİŞ
Türkiye ile Gürcistan sınırı boyunca Acarya Özerk Cumhuriyeti ile
Ermenistan arasında yer alan bölge tarihi Ahıska yurdu olarak tanımlanmaktadır. 16.
yüzyılda Ahıska başkent olmak üzere Çıldır Eyaleti adıyla Osmanlı yönetimine
katılan bölge, 1829 Edirne Antlaşması’na kadar Osmanlı idaresinde kalmıştır. 1829
tarihli Edirne Antlaşması ile Rus hâkimiyetine giren bölgede yaşayan Ahıska
Türkleri bu tarihten sonra Rus baskısı nedeniyle yavaş yavaş Anadoluya göç etmeye
başlamışlardır. Ancak esas büyük felaketi Kasım 1944’te Sovyet lideri Stalin
tarafından verilen sürgün emriyle yaşamışlardır. Ahıska Türkleri bu tarihte trenlerle
Orta Asya ile Sibirya’ya sürülmüş olup, ekseriyetle Özbekistan’a yerleştirilmişlerdir.
Stalin’in ölümünü takiben sürgün edilen halklara anavatanlarına dönüş izni verilse
de Ahıska Türkleri bu haktan mahrum bırakılmıştır. Takiben 1989’da sürgün
edildikleri Özbekistan’da uğradıkları katliamlar sonucunda yeni güzergahları
Azerbaycan, Krasnador ve oradan da Amerika olmuştur.
Bu süreçte geri dönüş için yaptıkları tüm talepler Moskova ve Tiflis
tarafından geri çevrilen Ahıskalılara dönüş ışığını 1999 yılında Gürcistan’ın Avrupa
Konseyine üyeliği yakmıştır. Gürcü hükümetinin 2007 yılında Ahıskalıların
anavatanlarına geri dönüşlerine izin veren bir karar almasına karşın, günümüze
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
99
kadar bu kararın gereğince uygulandığını söylemek mümkün değildir. Diğer
taraftan, Ahıska yurdu ile Gürcistan’ın da içerisinde yer aldığı Kafkasya coğrafyası
Türkiye için son derece stratejik bir önemdedir. Çünkü Türkiye, akrabaları da olan
Türki Cumhuriyetler ile bağlantısını bu bölgeden sağlamaktadır. Ayrıca Sovyetlerin
çökmesi ile bölge devletlerinin sahip olduğu zengin enerji kaynakları ve bu
kaynakların Batılı pazarlara taşınması hususu da bir geçiş güzergâhı olarak
Gürcistan ve özelde de hatların geçtiği Ahıska bölgesinin önemini birkez daha ön
plana çıkarmıştır.
Bu kapsamda, çalışmamızın ilk bölümünde Ahıska Türklerinin yerleşim
alanları ve tarihçeleri incelendikten sonra, ikinci bölümündeKafkasya Bölgesi ile
Gürcistan’ın Türkiye için önemi ile Ahıska Bölgesi’nin mevcut demografik yapısı ele
alınacak ve takibende Ahıska Bölgesi’nin Türkiye için sahip olduğu
ehemmiyetortaya konmaya çalışılacaktır.
1. AHISKA TÜRKLERİ
1.1. Ahıska Türkleri Kimdir ve Nerede Yaşarlar?
Ahıska yurdu, Gürcistan toprakları içerisinde Kafkasya Bölgesi’nin
güneybatısında konumlanmıştır. Ahıska’nın kuzeyinde ve doğusunda Gürcistan,
güneyinde Ermenistan, güneybatısında Türkiye, batısında ise Acaristan Özerk
Cumhuriyeti yer almaktadır. Ahıska bölgesinin toplam yüzölçümü 6.260 km2’dir
(Seferov vd., 2008: 395). Bu bölge ılıman-soğuk iklimi ile Gürcistan’ın alçakta yer alan
arazilerinin alt-tropikal koşullarından son derece farklı olan dağlık bir sahadır
(http://www.everyculture.com/Russia-Eurasia-China/Meskhetians-
Orientation.html: 12.03.2014). Söz konusu alan Ahıska şehri ile dört idari birimden
(Adigün, Aspinza, Ahilkelek, Bogdanovka) müteşekkildir. Buraya yerleşen Türklere,
Ahıska Türkleri denmesinin sebebi ise bu vilayetleri içine alan bölgenin coğrafi
isminin Ahıska olmasından kaynaklanmaktadır (Seferov vd., 2008: 396).
Ahıska Türklerinin kökeni ihtilaflı bir konudur. Gürcü, Sovyet ve Sovyet-
sonrası tarih yazımında Ahıska Türkleri’nin antik Gürcü kabilesi olan
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
100
“Meskhet”lerin soyundan geldikleri belirtilmektedir. Bu argüman, 16. yüzyıldan 19.
yüzyıla kadar süren güçlü Türk kültürel etkisi ile Mesket Türkleri’ni Hristiyan
Gürcülerden ayıran İslami dönüşüm iddialarına dayanmaktadır. Karşı-argüman ise
Ahıska Türkleri’nin atalarının bölgeye 15. ve 16.yüzyıllarda yerleşen Türk kabileler
olduğunu iddia etmektedir. Özellikle 16. yüzyıl ila 18.yüzyıl arasında şuanki Gürcü
topraklarının Osmanlı hakimiyetine geçmesi sırasında yerel Türk kabilelerin etkili bir
şekilde birleşerek, yeni bir etnisite (Ahıska Türkleri) yarattıkları da ileri sürülmüştür
(Pentikäinen vd., 2004: 9-10; Khazanov, 1992: 1-2, Mirkhanova, 2006: 34-35).
Günümüzde resmi yetkililer, bilim adamları ve medya daha çok Ahıska
Türkleri deyimini kullanmaktadır. Diğer uluslararası organizasyonların yanısıra BM
Mülteciler Yüksek Komiserinin(UNHCR) de katıldığı Ahıska Türkleri’nin 1988’deki
Lahey toplantısında, Gürcü delegasyonunun direnmesine rağmen, Ahıska Türkleri
ifadesi benimsenmiştir. Geçmişte, Ahıska Müslümanları, Gürcü Müslümanları ve
Sovyet Türkleri gibi bazı ifadelerin de resmi yetkililer, liderler ve bilim adamları
tarafından kullanıldığı dagörülmüştür. Ancak Ahıska Türkleri’nin ve özellikle de
ABD’de yerleşik olanların, diğer tüm kullanımları reddederek basitçe Türk olarak
çağrılmayı tercih ettikleri hususu da kabul edilmesi gereken bir gerçektir (Aydıngül
vd., 2006: 2).
1.2. AhıskaTürkleri’nin Tarihçesi ve Sürgünler
Ahıska, Dede Korkut Kitabı’nda Ak-Sıka/Ak-Kale; 481 yılında Akesga adıyla
anılan eski Oğuzlar beldesidir. 2700 yıllık bir Türk yurdudur. Bölgeye M.Ö. 713
yıllarında Kıpçakların ataları Kimerlerin, 680’de de Sakaların yerleşmesi sonucunda
Ahıska bir Türk yurdu haline gelmiştir (Taşdemir, 2005: 78).En eski Gürcü
kaynaklarından biri olan Moktsevay Kartlisa’da (8. yüzyıl) M.Ö.4. yüzyılda
Makedonyalı İskender’in Kafkasya’ya geldiği sırada Kür ırmağı boylarında Bun-
Türklerin yaşadığına dair ifadeler yer almaktadır. Bu topraklara daha sonra birbiri
ardınca Hunlar, Hazarlar ve Kıpçaklar gelmiştir. Bu bilgiler Rus ve Gürcü
kaynaklarınca da doğrulanmaktadır (Zeyrek, 2001: 7).
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
101
1068’de Sultan Alparslan’ın fethettiği Ahıska ve Tiflis kesimleri, Eski
Kıpçak/Kumanlar denilen ve 1118-1124’te Kafkaslar ötesinden gelip Kür ve Çoruh
boylarına yayılan ve Ortodoks olan Türklerin eline geçmiş ve eski Kıpçak boy ve
oymakları buralara yerleşmişlerdir. Gürcü Kralı II. David, Selçuklulara karşı
savaşacak ordusu olmadığından, Kıpçak Türkleri’ni ülkesine davet etmiştir (1118-
1120). Kıpçaklardan büyük destek alan II. David, onların yardımıyla Azerbaycan,
Karabağ, Şirvan ve Doğu Anadolu’ya akınlar yaparak Selçuklulara karşı önemli
başarılar elde etmiştir. Çoğunluğu Kıpçaklardan oluşan bu ordu, daha sonra Tiflis’i
alarak merkez yapmıştır. 1124 yılının Haziran ayında ise, Ahılkelek ve Çıldır
bölgelerine ilerlemişler ve buraları da ele geçirdikten sonra Göle ile Erzurum civarını
İspir’e kadar alıp, Oltu’ya ulaşmışlardır.
Uzun yıllar Gürcistan ordu ve devlet yönetiminde önemli fonksiyonlar icra
eden Kıpçak Atabek sülalesi 1267 yılında, bugün Posof’ta bulunan Caksu’da Kıpçak
Ortodoks Atabek Hükümeti’ni kurarak bu bölgenin hâkimi olmuştur. Ahıska
Atabekleri’nin toprakları, Lala Mustafa Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşa’nın
Kafkasya seferi sırasında, Safevilerden alınarak 1578 yılında Osmanlı ülkesine
katılmıştır. Ahıska şehri kurulan Çıldır Eyaleti’nin başkenti olmuştur (Taşdemir,
2005: 81-82).
Hristiyan olan Ahıska Türkleri 16. yüzyılda Osmanlı egemenliğine geçişle
birlikte İslamiyet’i kabul etmeye başlamışlardır. Osmanlı Devleti 1578’de egemenliği
altına alıp, özerk bir yönetim oluşturduğu bu bölgenin özerkliğini 1744’de
kaldırılmış ve Ahıska bölgesi doğrudan Osmanlı yönetimine tabi olmuştur
(Kahraman vd., 2013: 79).Özellikle, 18. yüzyıldan itibaren gittikçe güçlenen Rusların
bölgesel egemenliklerini sağlamlaştırmave güneye doğru yayılma politikaları
çerçevesinde Kafkasya’da üst olarak kullanabilecekleri bir devlet yapılanmasına
ihtiyaç duymaları bölgedeki etnik hareketliliğin artmasına sebebiyet vermiştir.
Ruslar 1828’de imzalanan Türkmençay Antlaşması ile günümüzdeki Ermenistan ve
Azerbaycan topraklarını ele geçirmişler (Aslanlı, 2011: s. 155) ve takiben 1826 yılında
Yeniçeri Ocağı’nın ilgasıüzerine Osmanlı Devleti’nin savunmasız kalmasından
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
102
faydalanarak onun Anadolu ve Balkanlardaki toprakları ile Boğazlar üzerindeki
kontrolü ele geçirmek için Osmanlı’ya savaş ilan etmiştirlerdir (Buntürk, 2007: 32).
İki cepheli savaş sonucunda, Rusların Kafkas cephesinde Erzurum’u alarak
Trabzon’a yönelmeleri, Tuna cephesinde ise Rus ordusunun Edirne’ye girmesi
Osmanlı Devleti’ni barış istemeye zorlamıştır. 14 Eylül 1829 tarihli Edirne Antlaşması
ile Rusya, Tuna cephesinde ele geçirdiği tüm toprakları Osmanlılara iade etmiş,
ancak anlaşmanın dördüncü maddesi gereğince Kafkas cephesindeki Anapa, Poti,
Ahıska ve Ahılkelek gibi müstahkem mevkileri Ruslara terk etmek zorunda kalmıştır
(Armaoğlu, 2010: 277-279). Dönemin Rus kaynaklarına göre bu süreç içinde
Kafkasya’ya Anadolu’dan ve bugünkü İran topraklarından en az 1 milyon Ermeni
göç ettirilmiştir (Aslanlı, 2011: s. 156). Görüldüğü üzere bölgenin Rusların
hâkimiyeti altına geçmesinden sonra nüfus yapısı Ruslar tarafından bilinçli bir
şekilde değiştirilmiştir.
Bu savaşların en çetin bölümü Ahıska’da cereyan etmiş ve şehir 1828
felaketinden sonra belini doğrultamamış ve harabe halinden kurtulamamıştır.
1828’de 50.000 olan Ahıska şehrinin nüfusu 1887’de 13.265’e düşmüştür. Halkın bir
kısmı Anadolu’ya göç etmiş, göç etmeyenler ise 1944 sürgününe kadar bu bölgede
yaşamıştır (Taşdemir, 2005: 94-95). Bu olay esasen Ahıska Türklerinin yaşadığı ilk
göç dalgasıdır. Takiben, Rusların 27 Nisan 1877 tarihinde savaş dahi ilan etmeden
Arpaçayı geçerek saldırılara başladıkları meşhur 93 Harbi denilen
savaşsonucundaRus İmparatorluğu 18 Kasım 1878’de Kars’ı da işgal etmiştir.
Ayestafanos/Yeşilköy Antlaşması’yla, Kars, Ardahan ve Batum savaş tazminatı
yerine Ruslara bırakılınca, Ahıska iyice uzaklarda kalmıştır. Ahıska ve
çevresininRusların elinde kalması üzerine, halkın bir kısmı Türkiye’ye göç etmiş ve
onların yerlerine ise Ruslar, Gürcüler, Ermeniler ve Yahudiler iskân edilmiştir
(Taşdemir, 2005: 97-98).
Rus İmparatorluğu’nun diğer ulusları gibi Ahıskalıların kaderi de 1917 Ekim
Devrimi’nden sonra köklü bir şekilde değişmiştir. Yeni bir devlet modeli kurulurken
olumlu ve olumsuz değişimler yaşanmış ve Müslümanlar kurdukları askeri
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
103
birliklerle uzun süre Ahıska bölgesinde iktidarı ellerinde tutmuşlardır (Kahraman
vd., 2013: 79).
I. Dünya Savaşı’nı Osmanlı Devleti için sona erdiren ve 30 Ekim 1918
tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi, Türk tarihinin en kötü belgelerinden
biridir. Bu mütareke hükümleri Türk kuvvetlerinin Ahıska’dan çıkmasını
emretmekte olup, 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması çerçevesinde ise Türk
ordusu, Mart sonunda buralardan tamamen çekilmiştir. Böylece tarihimizin son
yüzyılında sıkça rastlanan masa başı kayıplarından biriyle Ahıska ve çevresinin
tarihi de çok hazin bir döneme girmiştir (Taşdemir, 2005: 102-107).
Gürcistan’ın 1921 yılında Sovyet hegemonyasına girmesi ile Ahıskalılar için
kara günler tekrar başlamıştır. Sovyet yönetimi, zorla Gürcistan sınırları içerisinde
bıraktıkları Abhaz, Asetin ve Acaralılara Özerk Cumhuriyet kurma hakkı tanırken,
Ahıska Türkleri yok farz edilmişlerdir. Ayrıca Ruslar ve Gürcülerle imzalanan 1921
tarihli antlaşmalar Ahıska halkını ikiye bölerek (Türkiye ve Gürcistan arasında),
Sovyet Rusya yıkılıncaya kadar aynı soydan gelen iki halkın temaslarının da
kesilmesine neden olmuştur (Aslan, 1995: 7).
1926 yılında SSCB’de ilk nüfus sayımı yapılmış olup, sonuçlara göre;
Ahılkelek ilçesinde Ermeniler nüfusun %73’ünü, Türkler %8,5’ini, Gürcüler ise
%10’unu oluşturmaktadır. Ahıska ilçesinde de nüfus yapısı değişmiş olup, Türkler
azalmış ve %51’e (49.500 kişi) kadar gerilemiştir. Gürcüler ile Ermenilerin sayısı da
artarak sırasıyla %25’e (24.000 kişi) ve %16’ya (15.000 kişi) yükselmiştir. Sovyet
hâkimiyetinin ilk yıllarında (1926) Ahıska bölgesindeki 328 yerleşim yerinde (şehir,
kasaba ve köy) 175.500 kişi yaşamaktadır. Bölgenin 189 yerleşim yerinde Türk ahalisi
bulunmakta olup, toplam nüfusun %32’sini (56.000 kişi) oluşturmaktadırlar.
Kürtlerle (4.000 kişi) birlikte Müslümanlar 211 yerleşim yerinde toplam nüfusun
%34,5’ini (60.500 kişi) teşkil etmektektedirler. Ermeniler ise 133 yerleşim yerinde
bulunmakta olup, toplam nüfusun %42’sini (73.000 kişi) meydana getirmektedirler.
Burada anılan dönemde vuku bulan Türk göçlerinden de söz etmekte fayda
vardır. Ahıska bölgesini içine alan 5 ilçeden (Ahıska, Adıgün, Aspinza, Ahılkelek ve
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
104
Bogdanovka) Ahılkelek ve Bogdanovka’da Ermeniler, Rus işgalinden sonra Sovyet
dönemine kadar yağma ve katliamlarla Türkleri göçe zorlamışlar ve boşalan yerlere
isekendileri yerleştirmişlerdir. Geride kalan üç ilçede ise (Ahıska, Adıgün, Aspinza)
gereken önlemler alınarak Ermenilerin bölgeyi boşaltma planları bozulmuştur. Rus
işgalinden sonra bu üç ilçeden Türkiye’ye göçler yaşansa da bölge tamamen
Türklerden temizlenememiştir (Buntürk, 2007: 183-184).
1930’lı yıllarda Ahıska Türkleri Sovyet yönetimi altında kültürel baskılara
maruz kalmaya başlamışlardır. 1930 ile 1939 yılları arasındaki dönemde Türkçe olan
isimlerini Gürcü isimleriyle değiştirilmeleri emredilmiş ve hatta bazılarından
isimlerinin Rusçalarını almaları dahi istenmiştir (Khazanov, 1992: 3). 1937 yılı ise
Stalin zulmünün doruğa çıktığı bir yıldır. 1938-1940 yılları arasında Ahıska ve
çevresine, Türkiye’ye mücavir sınırın korunması adı altında on binlerce asker
yerleştirilmiştir. 1940 yılına kadar askere alınmayan Ahıskalılardan 40 bin civarında
kişi Alman cephesine sevk edilmiştir. Askere sevk edilenlerin kız, gelinve çocukları
Borcama demiryolu yapımında çalıştırılmış ve 1944 yılında tamamlanan bu
demiryolu binlerce Ahıska Türküne mezar olmuştur (Aslan, 1995: 7-8). Stalin
hükümeti tarafından 14 Kasım 1944 yılında, Devlet Savunma Komitesi kararına
dayanılarak, sınır güvenliği gerekçesiyle, Ahıska’nın 209 köyünden alınan 100-120
bin civarındaki Ahıska Türkü, kış aylarında yük vagonlarına doldurularak Orta
Asya’ya sürgün edilmiştir. Azerbaycan’ın o dönemdeki yöneticileri, Ahıska
Türklerini Azerbaycan’a yerleştirmek isteseler de, Stalin’in kararının kesin olması
nedeniyle, Azerbaycan yönetiminin gayretleri de bir sonuç vermemiştir. Bu
yolculukta, Ural dağlarının soğuk havası birçok insanın hayatının sonu olmuştur
(Ganiyeva, 2012: 180). 15-17 Kasım 1944 yıllarında gerçekleşen bu olay, yaklaşık
olarak 90.000-120.000 kişilik büyük bir nüfus kütlesinin anavatanlarındansürülmesi
ile sonuçlanmıştır (Pentikäinen vd., 2004: 11).
Bu zorlu yolculuğu tamamlamayı başaranların büyük çoğunluğu
Özbekistan’a (42.618), diğerleri ise Kazakistan (29.497) ile Kırgızistan’a (9.911) küçük
gruplar halinde yerleştirilmişlerdir. İlk yıllarda Sovyet rejimi Ahıska Türkleri’ni
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
105
büyük ölçüde tarım sektöründe istihdam etmiştir. Söz konusu yerleşimciler izole
edilmiş yerleşim yerlerinde kalabalık ve hijyenik olmayan koşullarda yaşamaya
zorlanmışlardır. Pek çoğu tifüs salgını nedeniyle yaşamlarını yitirmiştir. Yerleşim
yerlerini değiştirmelerine izin verilmediği gibi, her ay resmi kurumlara kayıt olma
zorunluluğu da getirilmiştir. Ekonomik ihtiyaçları ve devlet gereklilikleri dolayısıyla
çalışmak zorunda olduklarından çocukları okula dahi gidememiştir (Mirkhanova,
2006: 36).
O dönemde sürgün için belirli bir neden gösterilmemişse de, 1991 yılında
sürgünle ilgili belgelerin önemli ölçüde yayınlanmasıyla Ahıska Türkleri’nin neden
sürgün edildiği de büyük ölçüde ortaya çıkmıştır. Söz konusu resmi belgelerde,
SSCB’nin Halk İçişleri Komiseri Gürcü asıllı Lavrentiy Beriya, savaş sebebiyle bütün
yetkileri elinde toplayan Devlet Savunma Komitesi Başkanı Gürcü İ. V. Stalin’e
gönderdiği teklif niteliğindeki mektupta (24 Temmuz 1944) “Gürcistan SSCB’nin
Türkiye ile sınırdaş olan bölgelerinde oturan Türk nüfusun önemli bir kısmı yıllardır
Türkiye tarafındaki akrabalarıyla temas etmek suretiyle muhaceret eğilimi içerisinde
olup, kaçakçılık yapmakta, Türk istihbarat organları için casus angaje etme kaynağı
oluşturmakta ve eşkiyaya insan gücü temin etmektedir.” diyerek, 16.700 hanenin
(86.000-91.000) Ahıska bölgesinden Orta Asya’ya sürülmesini ve bunların yerine de
Gürcistan’ın toprak sıkıntısı çekilen kazalarından 7.000 Gürcü hanenin iskân
edilmesini teklif ettiği belirtilmektedir. Bu tekliften bir hafta sonra ise Stalin
tarafından imzalanan Devlet Savunma Komitesi Kararıyla “sürgün” başlamıştır
(http://www.diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-7568/ahiska-turkleri-yurtlarina-
geri-donecek.html?vurgu=ah % c4% b1ska: 01.03.2014). Ahıska Türklerinin
sürülmesinin jeopolitik açıdan esas nedeni ise, bugünkü Gürcistan’ın güney
bölgelerini Türk ve Müslüman nüfusundan arındırarak, böylelikle Türkiye ile
gerçekleşmesi muhtemel bir bütünleşme ihtimalini ortadan kaldırmaktır. Ahıska
bölgesinden sürülen Türklerin yerine ise Ermeni ve Gürcü nüfus yerleştirilerek söz
konusu sürgün politikası arzulanan hedefine ulaştırılmış ve Türkiye’nin bölgeyle
olan sosyo-kültürel teması büyük ölçüde yok edilmiştir (Kolukırık, 2011: 171). Ancak
şu da tarihi bir gerçektir ki, “bir distopya mekânı olarak sürgün (deportation), 1931 ile
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
106
1953 yılları arasında Stalin diktatörlüğünün, en sıradan uygulaması haline gelmiştir.
Stalin, politik stratejilerine ve keyfi uygulamalarına karşı çıkan ulusal özerk
toplumları, SSCB’nin geniş coğrafyası içinde sürgün etmekten hiç çekinmemiştir”
(Karagöz, 2011: 226). İşte Ahıska Türkleri de, Stalin’in dehşet verici hışmına uğramış
ve kendi topraklarından sürgün edilmiştir.
Stalin’in 1953’teki ölümü ve putlaştırılması ile ilgili siyasetin kınanmasından
sonra Ahıska Türkleri vatana dönme mücadelesine başlamıştır. Çeşitli belgeler
imzalanmış, teşkilatlar kurulmuş, liderler ortaya çıkmış ve delegasyonlar
Moskova’ya gönderilmiştir. Fakat ne SSCB’nin devlet ve parti organları ne de
Gürcistan yönetimi buna olumlu bir yanıt vermemiştir. 1957’den sonra sürgüne tabi
tutulan diğerulusların tersine göç ettirilmesine karşın, Ahıska Türklerinin büyük bir
kısmı zorla göç ettirildikleri bölgede yaşamaya devam etmişlerdir. Bunun en önemli
nedenietno-demografik dengelerin korunması ile ilgilidir. Gürcistan Hükümeti
ülkedeki etnik dengeyi bozmak istememektedir. Ahıska Türklerinin dışında
Gürcistan’da 450.000 kadar da Azeri Türkü bulunmaktadır. Onlara en az Orta
Asya’da bulunan 250.000 kadar Ahıska Türkünü de eklersek bu rakam 700.000’e
ulaşabilir. Bunların gelecekte nüfus artışının Gürcülerden daha fazla olması ihtimali
de bulunmaktadır. Sovyet yönetimi geridönüş siyasetinin yeni ihtilaflara yol
açmasından çekindiğinden, sürgün edilmiş ulusların kendialanlarına dönmesine
sıcak bakmamıştır (Kahraman vd., 2013: 82). Sonuç olarak Ahıska Türkleri,
anayurtlarına dönüş için, ne Moskova’ya ne de Tiflis’e yaptığı başvurulardan olumlu
bir sonuç elde edememişlerdir.
Diğer taraftan, 1989 yılı ortasına gelindiğinde Ahıska Türkleri bu seferde
sürüldükleri yerde katliama ve sürgüne maruz kalmışlardır. Stalin, 1944’te 100
binden fazla Ahıska Türkünü Orta Asya’ya çoğunlukla da Özbekistan’ın Fergana
Vadisi’ne sürdüğünde, Özbekler, Ahıska Türklerini pek de sıcak karşılamamışlardır.
Özbeklerin bu antipatisi Sovyetlerin dağılmaya yüz tuttuğu 1989’da Sovyet
yönetiminin deprovokasyonlarınedeniyle büyük bir şiddete dönüşmüştür (Seferov
vd., 2008: 400).23 Mayıs 1989 günü Fergana’dakiKuvasay kasabasında çıkan
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
107
olaylarMargila ve Taslak şehirlerine de yayılarak, adeta bir ayaklanmaya dönüşmüş
ve ancak 15 Haziran’da bastırılabilmiştir (Kolukırık, 2011: 178).Söz konusu olaylar
neticesinde bölgedeki yüzlerce Ahıska Türkünün evi yakılıp yıkılmış,pekçoğu
işkenceye maruz kalarak, ya yaralanmış ya da ölmüştür. Ancak bununla da
yetinilmemiş olayları takiben 100 binden fazla Ahıska Türküsürgüne tabi
tutulmuştur. Sürülen Ahıska Türklerinin pek çoğu Azerbaycan (50.000) ile
Kazakistanve Kırgızistan’a giderken, bir kısmı da Rusya’nın güneyindekiKrasnodar
ve Rostov Bölgesi’ne yerleştirilmiştir (Seferov vd., 2008: 401).
Bununla birlikte söz konusu yer değişimi de beklenilen sonucu doğurmamış,
özellikle bölgedeki Türk varlığından rahatsız olan aşırı Rus milliyetçiler ile
Krasnador bölge valisinin hedefi haline gelen Ahıska Türkleri yeni mekan arayışına
yönelerek ABD’yekadar uzanan bir yer değiştirme hikayesinin aktörü olmuşlardır
(Kolukırık, 2011: 178). Rusya’nın Krasnodar eyaletinde yaşayan Ahıska Türkleri
2004’ten itibaren “gönüllü göç programı” kapsamında ABD’yegöç etmişlerdir. ABD
Nüfus, Sığınmacı ve Göçmen Bürosunun (PRM) verilerine göre 2006 ortalarında
yaklaşık 9.000 Ahıska Türkü Krasnodar’dan gelip buraya yerleşmiştir (Kahraman
vd., 2013: 83).
Diğer taraftan Gürcistan, 1999’da Avrupa Konseyi’ne üye olurken, Konsey’e
kabulünden itibaren üç yıl içerisinde Ahıskalı nüfusun vatana iade ve entegrasyon
sürecini başlatmayı ve iade sürecinide Konsey’e kabulünden itibaren 12 yıl içinde
tamamlamayı taahhüt etmiştir (Taşdemir, 2005: 125-126).Buna göre Gürcistan,
1999’dan itibaren üç yıl içinde Ahıskalıların dönüşlerini başlatacak ve 12 yıl içinde
yani 2011 yılında dönüş işlemini tamamlayacaktır. Eğer Gürcistan süre sonunda
yükümlülüğünü yerine getirmezse Ahıska Türkleri, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’ne dava açabilecek ve bu yolla vatanlarına dönmeyi talep
edebileceklerdir.
İlave olarak, uzun süren hukuki ve siyasi süreçlerin ardından Gürcistan
Parlamentosu Temmuz 2007’de “Eski Sovyetler Birliği Tarafından 20. Yüzyılın 40’lı
Yıllarında Gürcistan’dan Zorla Göçe Tabi Tutulan Şahısların Geri Dönüşü Hakkında
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
108
Gürcistan Cumhuriyeti’nin 5261-PC Sayılı Kanunu” adlı bir yasayı kabul ederek
Ahıska Türkleri’nin vatanlarına dönüş sorununun çözümünde önemli bir adım
atmıştır. Bu yasa çerçevesinde 2008 yılında başlayan başvurular 1 Ocak 2010
tarihinde sona ermiştir. Toplam 10.000 başvurudan 5.841’i geçerli kabul edilmiş olup,
başvuru yapanlardan 5.389 aile Azerbaycan’da yaşayan Ahıskalılardan oluşurken
geri kalan 452 aile ise Kırgızistan, Türkiye, Rusya, Özbekistan, Kazakistan ve
Ukrayna’daki Ahıskalılardır. 5.841 geçerli başvurudan yaklaşık 1.700’üne geri dönüş,
412’sine de şartlı vatandaşlık statüsü verilmesine karşın, 2015’in ilk ayı itibariyle
Gürcistan sadece 500 kişinin dönüşüne izin vermiştir (Hasanoğlu, 2016: s. 10,
https://www.ecoi.net/file_upload/1930_1443084042_g1520228.pdf).
2. AHISKA YURDUNUN TÜRKİYE AÇISINDAN ÖNEMİ
Genel olarak Kafkasya bölgesi ile Gürcistan, özelde ise tarihi Ahıska
toprakları Türkiye’nin akrabalık bağlarının da bulunduğu Kafkaslar ile Orta Asya
Cumhuriyetlerine giden karayolları ile enerji hatlarının geçtiği güzergahüzerinde
bulunduğu için Türkiye açısından son derece stratejik bir öneme sahiptir. Bu
çerçevede, bu bölümde, öncelikli olarak, Kafkaslar ile Gürcistan’ın ve takiben de
Ahıska bölgesinin Türkiye için önemi değerlendirilmeye çalışılacaktır.
2.1. Kafkaslar’ın Türkiye İçin Önemi
Türkiye’nin eski Sovyet coğrafyasına yönelik yeni yaklaşımında 1990’lar
boyunca Türki (Türk soylu) Cumhuriyetlerin öncelikli bir konumda olduğu
görülmektedir. Fakat Türkiye’nin kaynaklarının ve alt yapısının, Batı dünyasının tam
desteği olsa dahi, bu ülkelerin tamamına ve eş zamanlı olarak cevap vermeye yeterli
olmadığı kısa sürede anlaşılmıştır. Özellikle Orta Asya’nın düşünüldüğü kadar
“yakın” olmadığının görülmesiyle Türkiye’nin beklenti ve önceliklerinde bir takım
değişiklikler gerçekleşmiş olup, bu çerçevede Kafkasya “yakın ve öncelikli” bir bölge
olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Üstünlük ve nüfuzun öncelikli olarak
Kafkasya’da tesis edilmesi, Orta Asya’ya ve Avrasya coğrafyasının geneline
ulaşmada bir zorunluluk olarak görülmüştür (Çelikpala, 2010: 97).
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
109
Ancak Kafkasların dağlık coğrafi yapısı bölgede çok az alternatif yolun ve
ulaşım ağının bulunmasına imkân vermektedir. Kafkasya’dan Transkafkasya’ya
sıradağların üzerinden aşarak geçebilen iki karayolu vardır. Bunlardan biri Kuzey
Osetya’dan Güney Osetya’ya ulaşımı sağlayan Daryal Geçidi, diğeri ise Dağıstan’dan
Azerbaycan’a ulaşımı sağlayan Derbend geçididir (Alkan, 2006: 128).Ve bu bölgelerin
her ikisi de çatışmalı sahalardır. Bu nedenle, bölgede barış ve istikrarınsağlanması
Türkiye için büyük bir önem taşımaktadır.
Türkiye ve Rusya için jeo-politik ve ekonomik açıdan çok önemli olan
Kafkasya bölgesinde iki devlet arasında rekabet ve çıkar çatışması yaşanmaktadır. En
önemli rekabet alanı ise, bölgenin sahip olduğu petrol ve doğalgaz kaynaklarının
dünya pazarlarına taşınması konusudur. Çünkü devletler için boru hatlarının
kontrolünü elinde tutmak sadece ekonomik değil, aynı zamanda politik ve stratejik
önemdedir. Bu noktada, Rusya, Türkiye gibi bölge dışı devletlerin, kendi arka
bahçesinde, etki sahası oluşturma gayretlerine karşı çıkmaktadır (Taşdemir, 2005: 24-
25).
Kafkaslar, özellikle de Gürcistan ve Azerbaycan, hem RF pazarına hem de
Orta Asya’ya ulaşmada ve ticaret yapmada öncelikli bir konuma sahiptir. Bölgesel
işbirliği ve ticari/ekonomik bağlar bu anlamda öncelikli konular olarak
değerlendirilmiştir. Bu ilişkiler ağının kurulması, bölgenin bir güvenlik tehdidi
olmaktan çıkartılabilmesinin gereği olarak kabul edilmiştir. Nitekim Kafkaslar,
Türkiye’nin Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİÖ) benzeri bölgesel
girişimlerinin de merkezinde yer almaktadır (Çelikpala, 2010: 97).
ABD’nin bölgeye yönelik politikası Gürcistan’ı kontrol altında tutarken,
Azeri-Ermeni ilişkilerinin düzelmesi maksadıyla çalışmak ve Türkiye’yi de bölge
ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmesi yönünde teşvik etmek şeklinde özetlenebilir.
Böylelikle Kafkasya’da Türkiye üzerinden etkinlik sağlamayı hedeflemektedir.
Kafkasya’da istikrarın sağlanması için de Karabağ Sorunu’nun çözülmesi maksadıyla
tarafları biraraya getirmekte ve Türkiye’ye Ermenistan ile ilişkilerini geliştirmesi için
baskı yapmaktadır. Sonuç olarak, Türkiye için Kafkaslar’ın, jeopolitik ve ekonomik
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
110
açıdan son derece önemli bir bölge olduğu söylenebilir. Bu nedenle de Türkiye
bölgede ekonomik işbirliği, kalkınma ve istikrar arayışları içerisindedir (Taşdemir,
2005: 28).
2.2. Gürcistan’ın Türkiye İçin Önemi
Gürcistan’ın önemli bir geçiş güzergâhında bulunması, Sovyetler Birliği
döneminde ülkeyi en zengin Cumhuriyetler’den birihaline getirmiştir. Ancak
Sovyetlerin dağılmasından sonra, 1990’lı yılların ortalarına kadar çok da
önemsenmeyen hatta göz ardı edilen Gürcistan, 1990’lı yılların ortalarından itibaren
Azerbaycan ve Ermenistan merkezli gelişmeler dolayısıyla Türkiye’nin Kafkaslar
politikasında merkezi bir konuma yerleşmiştir. Bu sürecin dönüm noktası, Dağlık
Karabağ ve Azeri-Ermeni anlaşmazlığının kronikleşmesinin yanı sıra Bakü-Tiflis-
Ceyhan (BTC) ve Bakü-Tiflis-Erzurum (BTE) boru hattı projeleridir. Azeri ve Orta
Asya petrol ve doğal gazının güvenli yollardan dünya pazarına taşınması hususu
Gürcistan’ı görünür kılmıştır. BTC projesi, 1994’ten itibaren Gürcistan’a başta ABD
olmak üzere Batı dünyasının, özelde de Türkiye’nin bakışını değiştirmiştir. Bu
anlamda Gürcistan’ın kendi ayakları üzerinde durabilen, güvenliğini ve iç düzenini
sağlayabilen böylece bölgeye istikrarsızlık yayarak dengeleri olumsuz yönde
etkileyen bir ülke olmaktan çıkartılması, Türkiye’nin Kafkaslar politikasının öncelikli
gündem maddesi olarak belirmiştir (Çelikpala, 2010: 99-100).
Gürcistan benimsediği kimliği, Prag Zirvesi’nde Avrupa-Atlantik ittifakına
tam üye olma isteğini açıklayarak aleni bir şekilde ilan etmiştir. Bu kararın
verilmesindeki en önemli etkenler; Gürcistan’ın sınırları içerisinde bulunan ayrılıkçı
bölgelerin RF tarafından desteklenmesi ve Hazar Havzası enerji kaynaklarının
Batı’ya aktarımında RF’nin Gürcistan’a baskı uygulamasıdır. Gürcistan’ın hem iç
sorunlarının üstesinden gelebilmesi hem de Avrupa ile ilişkilerini geliştirmesi için RF
ile istikrarlı ve dostça ilişkiler kurması gerekmektedir (Alkan, 2006: 77).Ancak, Rusya
ile Gürcistan arasında 2008 yılında yaşanan savaş Kafkasya bölgesindeki tüm
dinamikleri değiştirmiştir. İki tarafın topyekün bir savaşın sınırına gelmesine yol
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
111
açan silahlı çatışmalar, AB’yi temsilen dönem başkanı Fransa’nın araya girmesiyle
imzalanan ateşkes anlaşması neticesinde yatıştırılmıştır. Fakat RF, Abhazya ve
Güney Osetya’nın statülerinin tartışma/pazarlık konusu olamayacağını, Gürcistan’ın
toprak bütünlüğünün gündemin dışında bir konu olduğunu belirterek, Abhazya ve
Güney Osetya’yı bağımsız birer devlet olarak tanımıştır. Bu kararla Kafkaslardaki
durum içinden çıkılması zor bir uluslararası soruna dönüşmüştür. Kafkasların siyasi
haritası değişmiş, Gürcistan’ın toprak bütünlüğü tartışmalı bir konu haline gelmiştir.
Türkiye, gerek bir bölge ülkesi olarak konumu ve Rusya ile ilişkileri
gerekseBatı dünyası ve kurumlarının tarihsel bir ortağı/müttefiki olarak
gelişmelerden doğrudan doğruya etkilenmiştir. Türk ekonomisi ve ticari ilişkileri
zarar görmüştür. Çok sayıda köprü ve bağlantının yanı sıra ana liman konumundaki
Poti limanının bombalanması nedeniyle Gürcistan’ın kara, deniz ve demiryolu ağı
kullanılamaz hale gelmiştir. Bu, Türkiye’nin Kafkaslar üzerinden Orta Asya veRF ile
ticaretinin durmasına yol açmıştır. BTC petrol boru hattı çalışmaz duruma gelirken,
BTE doğal gaz boru hattından gaz akışı da güvenlik nedeniyle durdurulmuştur. RF
ile Gürcistan’ın yıkıcı bir savaş nedeniyle karşı karşıya kaldıkları uzlaşmaz zeminin,
Türkiye’nin Karadeniz merkezli politikalarını, KEİÖ, BLACKSEAFOR ve Karadeniz
Uyumu gibi bölgesel güvenlik girişimlerini, BTC/BTE boru hatları ile Bakü-Tiflis-
Erzurum (BTK) demiryolu hattı gibi ekonomik ve siyasi projelerini çökertme
potansiyeli taşıdığı açık bir şekilde görülmüştür (Çelikpala, 2010: 99-100).Bu
çerçevede, Türkiye’nin Gürcistan’ın bağımsızlığını kazanmasından beri en büyük
hedefi olan Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün, istikrarının korunması ile kendi
ayakları üzerinde durabilen bir ülke haline gelmesi hedeflerinin ne kadar önemli
olduğu bir kez daha ortaya çıkmış olup, savaş tüm bunların RF’yidışlayan bir tavırla
gerçekleştiremeyeceğini tüm taraflara (ABD, AB ve Türkiye) bir kez daha
göstermiştir.
Savaş ile birlikte daha da belirgen hale gelen Osetya ve Abhazya
problemlerinin dışında, gelecekte Gürcistan’ın başını ağrıtması muhtemel
problemlerden bir diğeri ise Ahıska Türkleri’nin sürülmesini takiben, tarihi Ahıska
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
112
topraklarına yerleştirilen Ermenilerin talepleridir. Kafkasya’da Ermenistan dışında
yaşayan Ermeni nüfus, Dağlık Karabağ hariç, büyük ölçüde Ahıska bölgesi
ileRF’ninKrasnador eyaletinde yoğunlaşmıştır. Günümüzde bu iki bölgede kültürel
ve siyasal alanlarda özerklik arayışında olan Ermeniler, bölge nüfusunun da
ekseriyetini oluşturmaktadır. 2002 nüfus sayımına göre Ahıska bölgesindeki Ermeni
nüfusun ilçelere göre dağılımı şu şekildedir: Ahılkelek %94,3, Aspinza %17,5, Ahıska
%36,6, Ninotsminda %95,8, Adigön %3,4 ve Borcom %9,6. Ayrıca, Ermeni kaynakları
Samtshe-Cavaheti’nin %97’sini Ermenilerin oluşturduğunu iddia etmektedir
(Taşdemir, 2005: 30-31).
Bugün, Ahıska Türkleri’nin terk etmek zorunda kaldıkları topraklara
yerleştirilen ve burada da ikinci bir Karabağ yaratan Ermeniler, başta Gürcistan
olmak üzere, bölge huzuru ve güvenliği açısından da önemli bir sorun teşkil
etmektedirler. Zira Ermeniler, Gürcistan’dan özerklik talebinde bulunmaktadırlar.
Otonomi taleplerini sürekli gündemde tutan Ermeniler, kendilerini Ermenistan’ın bir
parçası olarak görmektedirler. Zaten bu amacı gerçekleştirmek üzere; bölgede küçük
bir Ermenistan bile yaratılmış durumdadır
(http://www.diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-7570/61-yil-gectiahiskalilar-hala-
vatansiz.html?vurgu=ah%c4%b1ska: 01.03.2014). Örneğin; Cavahet Bölgesi’nin
denetimini önemli ölçüde ele geçiren Ermeniler, yönetimin birçok kilit kademesinde
görev yapmakta, çeşitli organizasyonlar ve partiler kanalıyla Gürcistan aleyhine
faaliyetler yürütmektedirler. Abhazya’da da durum farklı değildir. Genellikle
Suhumi ve Qagra şehirlerinde yaşayan Ermeniler, buralarda da; Abhazya Ermenileri
Teşkilatı, Abhazya Ermenileri İcmaları Birliği, “Krunk” (Birlik) Ermeni Teşkilatı ve
“Mastots” Ermeni Medeniyet Merkezi gibi oluşumlara sahiptirler. Güney Osetya’da
yerleşik olan Ermeniler ise1992 yılındaki Gürcü-Oset savaşında Osetlerin yanında
Gürcülere karşı savaşmışlardır. Bugün ise, RF ile birleşmek isteyen Güney
Osetya’nın, Kuzey Osetya ile birleşmesi konusunda uğraş vermektedirler. Yani
özetle belirtmek gerekirse; gerek Cavahetide gerekseAbhazya ve Güney Osetya’da
yaşayan Ermeniler, Gürcistan’ı bölme, parçalama konusunda planlı bir faaliyet
içerisindedirler (http://www.diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-6007/ahiska -
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
113
turkleri-ve-ermeni-ercegi.html?vurgu=ah%c4%b1ska: 01.03.2014).Bu çerçevede
Gürcistan için Güney Osetya ile Abhazya’daki ayrılıkçılık hareketlerinin yanı sıra
RF’nin Cavaheti bölgesindeki Ermeni ayrılıkçılığını desteklemesi de müstakbel bir
sorun alanı olarak ortada durmaktadır (Kolukırık, 2011: 172).
Gürcistan’ın Ahıska Türkleri’ninCavaheti bölgesine dönüşüne ilişkin bir
takım çekinceleri bulunmakta olup, bunlardan ilkidönüşlere izin verilmesi halinde
Ankara’nın toprak talebinde bulunmasından duyulan endişedir. Ayrıca Ahıskalı
Türklerin güney-batı Gürcistan’a kitle halinde dönüşünün, bölgede yaşayan çok
sayıdaki Ermeni ile bir anlaşmazlığı tetikleyebileceğinden ve böyle bir durumun da
Ahıska Türkleri’nin Türkiye’ye müdahale için baskıda bulunmalarına neden
olabileceğinden endişe edilmektedir. Ancak bu şekilde düşünmeyen Gürcü yetkililer
de bulunmakta olup, örneğin Gürcü Milletvekili AnzorTamarashvili’ye göre çok az
sayıdakı Ahıska Türkü’nün Türkiye’ye katılma yönünde bir hayali bulunmaktadır
(Karagiannis, 2004: 17-18; Overland, 2002: 87; Yemelyanova, 2015: 81-82). Ayrıca
Gürcistan Ulusal Güvenlik Bakanı ŞotaKviraya ise, “Türklerin Türkiye ve
Ermenistan’a sınır olan bölgeye dönüşünün Gürcistan’a stratejik ilgi merkezi olan
Kafkasya’da, Ahıskalı kartını kullanabilme imkânı verecektir.” demiştir (Taşdemir,
2005: 32).
Bu noktada her zaman için merkezi otoriteye sadık kalan Ahıska Türkleri’nin
Acaristan ile Ermenistan arasında konumlanmış olan tarihi yurtlarına dönüşlerine
izin verilmesinin bölgesel istikrarın sağlanmasına da katkıları olacaktır (Aydingün,
2002, s. 59). Bu nedenleTürkiye’de yaşayan Gürcistan/Acaristan göçmeni
vatandaşların yanı sıra Gürcistan’da yaşayan Türk nüfusun varlığı da gelecekteki
ilişkiler açısından önemli bir kazanımdır (Kolukırık, 2011: 172).Tek amaçları
anavatanlarına dönmek olan ve herhangi bir ayrılıkçı talepleri bulunmayan Ahıska
Türkleri’nin tarihi yurtlarına dönüşü, Ermenilere karşı Gürcü yetkililerin de eline
kuvvetlendirerek, bölgedeki ayrılıkçı emellerin dizginlenmesine hizmet edebilir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
114
2.3. Ahıska Türkleri’nin ve Ahıska Bölgesi’nin Türkiye İçin Önemi
Jeopolitik olarak son derece önemli bir konumda olan Ahıska toprakları,
bölgedeki Türk varlığının kaderini de doğrudan etkilemektedir. Rus çıkarları
açısından önemli olanAhıska arazisininhem SSCB hem de RF tarafından askeri üs
olarak kullanılması, Rusların Ahıska’ya verdiği önemin bir göstergesi niteliğindedir.
Bu çerçevede Türkiye ile sınır hattı üzerinde Türklerin yaşıyor olması Rus Çarlığı
tarafından tehdit olarak algılanmış ve söz konusu tehdidin dengelenebilmesi için
Doğu Anadolu’daki Ermenilerin bir kısmı göç ettirilerek buraya yerleştirilmiştir.
Takip eden dönemde, ortaya çıkan ilk fırsatta bölgedeki Türkler sürgün edilerek sınır
hattındaki Türktehdidi tamamen ortadan kaldırılmış ve dost unsur olarak kabul
edilen Ermenilerin lehine bir durum yaratılmıştır. Dönemin Gürcü yönetimi de
Stalin’in imzaladığı Sovyet Yönetimi’nin sürgün kararını destekleyerek bölgede tesis
edilen yeni statünün değişmemesi için her türlü çabayı göstermiştir. Gürcistan,
bağımsızlığını kazandıktan sonra da bu tutumunu değiştirmemiş ve Ahıska’ya
yerleşime müsaade etmeme konusundaki ısrarını sürdürmüştür.
Sorunun çözümü için mücadele eden Ahıskalılar ilemevcut statüyü devam
ettirmek için tüm imkânlarını kullanmaktan çekinmeyen Gürcistan arasındaki eşitsiz
ilişki de sorunun çözümünü zorlaştıran faktörlerden biridir. Mücadelenin bir
tarafında, çeşitli ülkelerde dağınık bir şekilde yaşayan ve örgütlenme konusunda
ciddi sorunlar yaşayan Ahıskalıların; diğer tarafında ise, bağımsız bir devlet olan
Gürcistan’ın yer alması, Ahıska Türkleri’ninanavatanlarına dönüşleri hususundaki
başarı şanslarını azaltan faktörlerden bir diğeridir. Bu noktada, tarihsel süreçte
sorunun ortaya çıkmasına katkıda bulunan Ruslar ile bir türlü çözüme yanaşmayan
Gürcistan’ın çıkarlarının aynı noktada birleşmesi, sorunun çözümünü daha da
kilitlemektedir (Üren, 2016: 3-4).
Bu çerçevede Ahıska Türklerine yönelik olarak tarih boyunca gerçekleştirilen
sürgün politikasının esas amacının, bugünkü Gürcistan’ın güney bölgelerini Türk ve
Müslüman nüfusundan arındırmak ve Türkiye ile olabilecek muhtemel bir
bütünleşmeyi ortadan kaldırmak olduğu söylenebilir. Ahıska bölgesinden sürgün
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
115
edilen Türk nüfusun yerine Ermenilerile Gürcüler yerleştirilerek söz konusu sürgün
politikası arzulanan hedefine ulaştırılmış ve Türkiye’nin bölgeyle olan kültürel
sınırları olumsuz bir şekilde etkilenmiştir. Günümüzde Ahıska Türklerinin
sürgünüyle boşaltılan bölge, Türkiye’nin Kafkaslara açılmada dar ulaşım
koridorlarını kullanmasını zorunlu kılmakta ve bölgesel etkisini sınırlamaktadır.
Ayrıca bugünkü Ahıska bölgesi, uluslararası enerji nakil hatlarının geçiş
güzergâhında yer almakta ve rekabet alanlarının merkezinde bulunmaktadır. BTC,
BTE boru hatları ile yine BTK Demiryolu da Ahıska coğrafyasıyla yakından
bağlantılıdır. Bu özellikleriyle bölge uluslararası enerji güçlerinin ilgisini çekmekte ve
RF, Türkiye ve İran için önemi daha da artmaktadır (Kolukırık, 2011: 171-172).
Bu bağlamda Taşdemir (2005: 21-22), Ahıska bölgesi’nin Türkiye için stratejik
önem arz eden unsurlarını şu şekilde sıralamaktadır:
i. Türkiye ile Kafkasya, İdil-Ural bölgesi ve Türkistan arasında yegane köprü
olması,
ii. Acara ve Borçalı arasında bulunması nedeniyle Türk Dünyasını
birleştiriyor olması,
iii. Gürcistan-Azerbaycan, Ermenistan-İran ve Türkiye yönünde uygun
yaklaşım istikametleriyle üç yönlü hareket alanına sahip olması,
iv. Ardahan vilayetine komşu olması,
v. Posof Türkgözü ve Çıldır Aktaş sınır kapılarının açıldığı bölgede yer
alması,
vi. Kafkasya’da Türkiye’ye yönelik başlıca tehdit durumuna getirilen
Ermenistan’a komşu olması,
vii. Türkiye ile Ermenistan arasında dolaylı ticarete imkân sağlayarak,
Ermenistan’a uygulanan ambargonun etkisini göstermemesi,
viii. Avrasya Ulaşım Koridoru Projesi, Bakü-Tiflis-KarsDemiryolu Projesi
gibi planlama ve uygulama aşaması devam etmekte olan projeler ileBTC veBTEboru
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
116
hatları gibi Kafkasya’dan geçen ve Türkiye’nin büyük milli çıkarları olan enerji ve
ulaşım projelerinin güzergâhları üzerinde yer alması,
ix. Cevahet Ermenilerinin, Haydat ülküsünü gerçekleştirmek için özerklik ve
müteakiben Ermenistan’la birleşme arayışında olması,
x. Stalin’in, Anadolu Türklüğü’nü Türksüz yerleşim yerleri ile ablukaya alma
planının bir parçası olarak, 1944yılında sürgüne gönderdiği Ahıska Türkleri’nin,
Avrupa Güvenlik Konseyi ve insan hakları örgütlerinin gündeminde olması,
xi. Türkiye’de 200.000’den fazla Ahıska Türkünün yaşamasının Türkiye’ye
Kafkasya’da politik insiyatif sağlaması.
Türkiye, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Gürcistan gibi ülkelerle
ilişkilerine zarar vermemek için Ahıska Türkleri’nin yaşadığı problemleri hiçbir
zaman resmi olarak gündemine almamıştır. Türkiye’nin ülke dışında yaşayan etnik
Türklere ilişkin resmi duruşu, onların bulundukları yerlerde yaşamaya devam
etmeleri yönündedir (Aydingün, 2002, s. 59). Ancak Kafkasya’da Türk ve Rus
çıkarlarının çakıştığı birçok alandan biri olan Ahıska, Rus çıkarları açısından olduğu
kadar, Türk çıkarları açısından dahayati bir öneme haizdir. Ahıska Türklerinin
vatanlarına geri dönmesi Türkiye ile Türk Dünyası arasındaki kapalı olan kapıyı
yeniden açılabileceğinden, geri dönüş Türkiye’ye büyük bir avantaj sağlamakla
birlikte, RF’nin bölgeye yönelik amaçlarını sekteye uğratma kapasitesine de sahiptir.
Gürcistan’a yönelik politilarında hassas bir tutum takınmasına karşın, Türkiye geri
dönüşün Ahıska Türkleri’nin tarihi yerleşim yeri olan Ahıska bölgesine yapılması
gereğine inanmaktadır, ancak yine de, sorunun Gürcistan ile ikili ilişkilerine zarar
verme ihtimaline karşı daihtiyatlı davranmaktadır (Üren, 2016: 25-26).
SONUÇ
Türkiye için özelde Ahıska toprakları, genelde ise Gürcistan ile Kafkaslar son
derece stratejik bir önemdedir. Kafkasların önemi, büyük ölçüde, Türkiye’yi Orta
Asya’ya bağlayan taşıma güzergâhlarının bölgeden geçmesinden
kaynaklanmaktadır. Ancak bahsi geçen sahada yer alanKafkas Dağları sadece iki
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
117
noktada karayolu geçişine izin vermekte ve her iki noktada bünyesinde çatışma riski
barındırmaktadır. Bu nedenle Türkiye, Orta Asya ile bağlantısının kesintisiz bir
şekilde devam etmesi için Kafkasların istikrarına ve bölgedeki mevcut sorunların en
kısa sürede çözüme kavuşturulmasına büyük bir önem vermektedir.
Gürcistan’ın önemi ise, Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkisinin bulunmadığı
hususu da göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’yi akrabalık ilişkileri de olan
Azerbaycan’a ve Kafkaslar üzerinden Orta Asya Cumhuriyetlerine bağlayan yolların
üzerinden yer almasından kaynaklanmaktadır. Özellikle SSCB’nin 1991’de dağılması
ile akrabalık ilişkileri çerçevesinde gelişmeye başlayan ilişkiler, Azerbaycan ve Orta
Asya Cumhuriyetleri’nin sahip olduğu zengin hidro-karbon kaynakların Batı
pazarlarına taşınması için güzergâh belirlenmesi çabaları çerçevesinde daha da
artmıştır. Söz konusu kaynaklar Avrupa’nın enerji arz kaynaklarının
çeşitlendirilmesi için hayati iken, bu kaynakların RF dışında Türkiye gibi müttefik bir
ülkeden taşınması da yine enerji güvenliği açısından son derece önemlidir. Bu
aşamada Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkisinin bulunmaması ibreyi bir kez daha
Gürcistan’a yöneltmiştir. Bu çerçevede halen faaliyette olan BTC ile BTEboru hatları
Gürcistan üzerinden geçmekte olup, Avrasya Ulaşım Koridoru ile Bakü-Tiflis-Kars
Demiryolu gibi projelerin de yine bu ülkeden geçmesi planlanmaktadır.
Bu kapsamda, Türkiye ilk andan itibaren Gürcistan’a yönelik politikalarında
onun Batılı değerlere bağlı demokratik bir yönetim tarzına sahip olmasını ve istikrar
ve bütünlüğünü korumasını ön planda tutmuştur. Gürcistan’ın ilk bağımsızlığını
tanıyan ülke olan Türkiye, ABD’den sonra Gürcistan’a en çok yardımda bulunan
ikinci ülke konumundadır. Ancak Gürcistan’da uygulamaya geçirilen projelerde
RF’nin devre dışı bırakılması ve en nihayetinde Gürcistan’ın NATO üyeliği için
başvuruda bulunması, bu ülkede stratejik çıkarları olan RF’yi tedirgin etmiş ve 2008
yılında RF-Gürcü Savaşı’nın çıkmasına neden olmuştur. RF savaş sonunda Abhazya
ve Osetya’nın bağımsızlığını tanıdığını ilan ederek Gürcistan’ı son derece zor bir
durumda bırakmıştır. Ayrıca bu savaş sırasında BTC ve BTE hatlarından kaynak
akışı durmuş olup, Türkiye’nin Azerbaycan ve Orta Asya ile bağlantısı bir süreliğine
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
118
de olsa keşilmiştir. Bu çerçevede savaş, bölgede Rusya’ya rağmen birşeyler
yapmanın pek de mümkün olmadığını bir kez daha tüm taraflara göstermiştir. Bu
nedenle yapılması gereken, bölgeye yönelik olarak, RF’yi de paydaş haline getirecek
çok-taraflı politikalar geliştirmektir.
Yaşanan olaylar, tüm taraflar gibi Türkiye’ye de, Kafkasların ve dolayısıyla
da Gürcistan’ın barış ve istikrarının ne derece önemli olduğunu göstermiş ve Ahıska
yurdunun önemini bir kez daha kanıtlamıştır. Ancak tarihsel Ahıska yurdunun
günümüzdeki demografik yapısı hem Türkiye’yi hem de Gürcistan’ı
endişelendirmektedir. Tarihsel süreçte Ahıskalıların göçleri ile boşalan arazilere
önemli sayıda Ermeni yerleştirilmiş olup, 2002 yılı nüfus sayımına göre tarihi bir
Türk yurdu olan Ahılkelek’in%94,3 Ermeniler oluşturmaktadır. Hatta Ermeni
kaynakları Cavahet’in (Ahıska yurdu) nüfusunun %97’sini de Ermenilerin teşkil
ettiğini iddia etmektedir. Ermeniler’in bu bölgede çok sayda Kilisesi, eğitim
kurumları ile dernekleri bulunmakta olup, ayrılıkçı amaçlar güden bu derneklerin
nihai hedefi bölgeyi tamamen Ermenistan’a bağlamaktır.
Hâlihazırda Abhazyaile Güney Osetya’daki ayrılıkçılık problemleri ile de
mücadele etmekte olan Gürcistan bir de Ermeni ayrılıkçılığı sorunu yaşamak
istememektedir. Bu noktada her zaman için merkezi otoriteye sadık kalan Ahıska
Türkleri’nin Acaristan ile Ermenistan arasında konumlanmış olan tarihi yurtlarına
dönüşlerine izin verilmesi halinde ayrılıkçılık amacı güden Ermeni nüfusu
dengeleyici bir unsur olarak Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne katkıda bulunmaları
da olasıdır. Hatta Gürcü yetkililerinin de bu yönde açıklamaları bulunmaktadır.
Ancak yaşadığı pekçok ayrılıkçılık problemi dolayısıyla, Ahıska Türkleri’nin bölgeye
yerleştirilmesinin yeni bir problemi tetiklemesi endişesi yaşayan Gürcü yönetimi
verilen tüm taahhütlere ve alınan tüm kararlara rağmen, Ahıskalıların bölgeye
dönüşleri hususunu ağırdan almaktadır.
Türkiye açısından ise Orta Asya ve Kafkasya’ya ulaşım (hem kara ulaşımı
hem de enerji hatları ulaşımı) güzergâhının üzerinde bulunan Ahıska yurduna,
Ahıska Türkleri’nin dönüşü anılan yolların güvenliği açısından son derece hayatidir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
119
Bu hayatiyet enerji boru hatları yapılırken güvenlik endişesiyle hatların Ermenilerin
yoğun olarak yaşadığıAhılkelek arazisinden Türklerin yoğun olarak yaşadığı Ahıska
arazisine kaydırılmasında da anlaşılabilmektedir. Ayrıca Türklere en yakın akraba
topluluklardan biri olan Ahıskalıların da diğer milletler gibi kendi anavatanlarında
yaşamaya hakkı bulunmakta olup, Türkiye’nin bu çabalara daha aktif bir şekilde
destek olması hem Ahıska Türkleri’nin hem de Türkiye’nin milli çıkarları açısından
büyük bir önem arz etmektedir.
Kaynaklar
ALKAN, Akın (2006),21. Yüzyılın İlk Çeğreğinde Karadeniz Güvenliği, Ankara: Nobel
Yayın Dağıtım.
ARMAOĞLU, Fahir (2010), 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 6. Baskı, İstanbul: Alkım
Yayınevi.
ASLAN, Kıyas (1995), Ahıska Türkleri, Ankara: Ahıska Türkleri Kültür ve Dayanışma
Derneği.
ASLANLI, Araz (2011), “Kafkasya’da Güvenlik ve İstikrara En Büyük Tehdit”,
Cavid Veliev ve Araz Aslanlı (Ed.), Güney Kafkasya: Toprak Bütünlüğü, Jeopolitik Mücadeleler ve
Enerji, 1. Baskı içinde (153-193), Ankara: Berikan Yayınevi.
AYDINGÜN, Ayşegül (2002), Ahiska (Meskhetian) Turks: Source of Conflict in
theCaucasus?,The International Journal of Human Rights, 6 (2): 49-64,
AYDINGÜN, Ayşegül ve diğerleri (2006), “Meskhetian Turks: An Introduction to
Their History, Culture and Resettlement Experience”,Culture Profile (20): 1-37.
BM (2015), “The Repatriation Question of The Meskhetian Turks to Their Homeland
in Georgia”, https://www.ecoi.net/file_upload/ 1930_1443084042_g1520228.pdf
(10.05.2017).
BUNTÜRK, Seyfettin (2007), Rus-Türk Mücadelesinde Ahıska Türkleri, Ankara:
Berikan Yayınevi.
ÇELİKPALA, Mitat (2010), “Türkiye ve Kafkasya: Reaksiyoner Dış Politikadan
Proaktif Ritmik Diplomasiye Geçiş”,Uluslararası İlişkiler Dergisi 7 (25): 93-126.
Diplomatik Gözlem (2005), 61 Yıl Geçti…Ahıskalılar Hala Vatansız!,
http://www.diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-7570/61-yil-gectiahiskalilar-hala-
vatansiz.html?vurgu=ah%c4%b1ska (01.03.2014).
Diplomatik Gözlem (2005),Ahıska Türkleri Yurtlarına Geri
Dönecek,http://www.diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-7568/ahiska -turkleri-yurtlarina-
geri-donecek.html?vurgu=ah%c4%b1ska (01.03.2014).
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
120
Diplomatik Gözlem (2006),Ahıska Türkleri ve Ermeni Gerçeği,
http://www.diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-6007/ahiska-turkleri-ve-ermeni-
gercegi.html?vurgu=ah%c4%b1ska (01.03.2014).
EveryCulture (t.y.),Meskhetians – Orientation, http://www.everyculture.com/
Russia-Eurasia-China/Meskhetians-Orientation.html (12.03.2014).
GANİYEVA, Salimya (2012), “Ahıska Türklerinin Türkiye’ye Göç Etmesi ve Türk
Vatandaşlığına Alınmasıyla İlgili Hukuki Sorunlar”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakiltesi
Dergisi, 1 (20): 175-199.
HASANOĞLU, İbrahim (2016), “Ahıska Türkleri: Bitmeyen Bir Göç Hikâyesi”, Türk
Dünyası İncelemeleri Dergisi, 16 (1): 1-20.
KAHRAMAN, Selver Özözen ve İBRAHİMOV, Aydın (2013), “Kafkaslar’dan
Sürgün Bir Toplumun Bitmeyen Göçü: Çanakkale’de Ahıska Türkleri”,Ege Coğrafya Dergisi
22 (2): 77-90.
KARAGİANNİS, Emmanuel (2004), “TheTurkish–Georgian Partnership And The
Pipeline Factor”, Journal of Southern Europe andtheBalkans Online, 6 (1): 13-26.
KARAGÖZ, Betül (2011), Toplumsal Adalet ve Totalitarizm, İstanbul: Divan Kitap.
KHAZANOV, Anatoly M. (1992), “Meskhetian Turks in Search of Self Identity”,
Central AsianSurvey, 11 (4): 1-16.
KOLUKIRIK, Suat (2011), “Sürgün, Toplumsal Hafıza ve Kültürel Göç: ABD’deki
Ahıska Türkleri Üzerine Bir Araştırma”,Bilig (59): 167-190.
OVERLAND, Indra (2002), “TheCo-Ordination of ConflictPreventionand
Development Aid in Southern Georgia”, Conflict, Security & Development, 2 (1), 81-98.
PENTİKÄİNEN, OskariveTRİER, Tom (2004), “Between Integration and
Resettlement: The MeskhetianTurks”,ECMI WorkingPaper (21): 1-54.
SEFEROV, Rehman ve AKIŞ, Ayhan (2008), “Sovyet Döneminden Günümüze
Ahıska Türklerinin Yaşadıkları Coğrafyaya Göçlerle Birlikte Genel Bir Bakış”,Türkiyat
Araştırmaları Dergisi (24):393-411.
TAŞDEMİR, Tekin (2005),Türkiye’nin Kafkasya Politikası’nda Ahıska ve Sürgün Halk
Ahıskalılar, İstanbul: IQ Kültür-Sanat Yayıncılık.
ÜREN, Mustafa (2016), “Çıkar ve Güç Dengesi Kıskacındaki Ahıska Türkleri
Sorunu”, Üsküdar Sosyal Bilimler Dergisi 2 (2): 1-41.
YEMELYANOVA, Galina (2015), “Georgia’sEuropeanQuest: The Challenge of the
MeskhetianTurks, Caucasus International, 3 (5), 77-87.
ZEYREK, Yunus (2001), Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri, Ankara, Yayınlanmamış
Kitap Çalışması.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
121
HENRI BERGSON DÜŞÜNCESİ9
Betül KARAGÖZ YERDELEN
ÖZET Bu makalede Henri Bergson’un “Sezgiselci” yaklaşımı analiz edilmeye çalışılmıştır.
Bergson’un yaklaşımı, algılama ve sezme temelinde gelişmiştir. Bu da Bergson’u, bilgi ve
kuram arasına sıkıştırmış, pratik gerçeklikten uzaklaştırmıştır. Bergson felsefesi oldukça
derin bir bilgi kuramı demeti sunar, özellikle Estetik üzerinden geliştirdiği “Yaratıcı Atılım”
düşüncesi çok büyük ilgi toplamıştır. Ancak onun bu derin felsefesi, yaşamın gerçekliğini
keşfe dönük olsa da, bu keşfi başarma anlayışından uzaktır. Bergson düşüncesi, modern
çağda Aristoteles ile birlikte, İbni Sina felsefesine de yakın duran bir kavrayışı ifade eder.
Bununla birlikte, onun sezgiselci akılcılığı, İbni Sina yaklaşımından oldukça farklılık arz
etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Henri Bergson, Bersonculuk, Sezgisel Akıl, Yaratıcı Atılım, İbni
Sina
Prof. Dr., Giresun Üniversitesi, İİBF, [email protected] 9 Henri Bergson’un Yaşamı:
1859’da Paris’te doğan Henri Bergson, aslen Yahudi bir ailenin çocuğudur. Orta öğrenimini Condercet Lisesinde başarıyla bitirir. Henüz on sekiz yaşındayken, bir yarışmanın matematik ödülünü kazanır ve bir denemesi basılıp yayınlanır. Bilimsel eğitimle, edebiyat arasında birini seçmek zorunda kalır ve oldukça zorlanarak edebiyatı seçer. Yüksek öğretmen okulunun edebiyat bölümünde, felsefe öğretmenliği dalında eğitim görür. Önce Angers, sonra da Clermont liselerinin felsefe öğretmenliğini yapar. Bu yıllarda (1883) Bilincin Dolaysız Verileri adlı eserini tasarlar ve bitirip Sorbonne’a doktora tezi olarak sunar. Paris’te Rollin kolejine, oradan da Dördüncü Henri lisesine atanır. Bu öğretmenlik yıllarında Madde ve Bellek adlı ikinci kitabı yayınlanır. Yüksek öğretmen okuluna konferansçı olarak geçer. 1900 yılında College de France’ta serbest felsefe dersleri profesörlüğüne getirilir. Aynı yıl Gülme adlı eseri yayınlanır. Yedi yıl sonra, başyapıtı olan Yaratıcı Evrim’i çıkarır ve akademi üyeliğine seçilir. Birinci Dünya Savaşı sırasında İspanya ile Amerika Birleşik Devletleri’ne konferanslar vermesi için gönderilir. 1927 yılında ise Nobel edebiyat ödülünü kazanır. 1932 yılında Ahlâk ve Dinin İki Kaynağı adlı çalışması yayınlanır. Bütün bu çalışmalarına ek olarak, birçok dergide çıkan makaleler, raporlar ve bilimsel yazılara da imzasını atar. En son yapıtıysa, Einstein’in paris’e gelerek, görüşlerini Bergson’la paylaşması üzerine yazdığı, Süre ve Zamandaşlık kitabıdır. Bu yapıtıyla, Einstein’in yalnızca bir fizikçi olmadığını, onun aynı zamanda yeni bir düşünce tarzı geliştirdiğini ileri sürer. Zaten, Bergson’un felsefi görüşlerinin özünü, bu “süre” ve “zaman” konusu oluşturmuştur. Bergson, vasiyetinde de belirttiği gibi, Yahudi kökenli oluşunu reddediyor görünmemek için, Hıristiyanlığı benimsememesine yol açan Naziliğin gelişmesinden dolayı, son yıllarını üzüntü ve felçli olarak geçirmiş; 1941’de doğduğu şehirde 82 yaşında ölmüştür.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
122
THE THOUGHT OF HENRI BERGSON
ABSTRACT
The “intuitional” approach of Henri Bergson has tried to analyze in this paper. The
approach of Bergson has developed in the basis of sense and perception. But this point of
view putS Bergson in between knowledge and theory, away from practical reality. The
philosophe of Bergson presents a highly deep bunch of epistemology. Especially the
thoughts of “Creative Breakthrough” on esthetics have been attracted great attention. But his
deep philosophe, which directed to discover of life’s reality, is far from understanding of
achieving this discover. The thought of Bergson states understandings, which stand close to
philosophe of Ibn-i Sina with Aristo in contemporary age. However, his intuitive rationality
is quite different from the approach of Ibn-i Sina.
Keywords: Henri Bergson, Bersonculuk, Intuitive Rationality, Creative Breakthrough, Ibn-i
Sina
GİRİŞ Henri Bergson düşüncesini (Bergsoncu felsefe anlayışını) sezgi metafiziği ile
nitelik metafiziği çerçevesinde ele almak gerekir. Onun yoğunlaştığı bu sınırlı
çerçeve metafizik anlayışını olduğu kadar estetik anlayışını da sınırlamıştır, özellikle
bağımsız bir estetik felsefesi yazmamıştır. Zaten sanat kavrayışı da metafiziğinde
olduğu gibi “sezgi kavramı” üzerinde oluşmuştur, yani sanat yapıtının niteliksel
kaynağını bulup göstermeyi kendine amaç edinmiştir. Bergson’un düşünsel
yaklaşımı katışıksız bir algılama ve sezme üzerinde biçimlenir. Bu nedenle Bergson,
felsefeyi düşüncenin kuramsal boyutu ile ele alır, pratiğe indirgemez. Bergson
felsefesi oldukça derin bir bilgi kuramı üzerinde yükselir. Bu nedenle, Bergson
felsefesini özellikle Estetiğini (güzellik felsefesi) açıkça ortaya konmuş bir felsefe
yerine, ilk ve orta çağlara özgü bir gizemlilik içinde bulanlar çıkmıştır. Gerçekten de
Bergson, sezgiye ve algıya dayandırdığı düşünsel yaklaşımı ile Aristoteles ve İbni
Sinâ düşüncesine özgü temelleri, modern çağa taşımıştır. Bu bakış açısı, Bergson bilgi
kuramının sonucu olarak ortaya çıkmış ve ilgiyi kuramın bizzat kendinden daha çok
çekmiştir. Burada Bergson’un bir Estetik düşünürü olmadığı halde, kaleme aldığı az
sayıdaki sanat görüşünün modern Estetik ve Sanat Bilimi çevresinde çok derin iz
bıraktığını belirtmek gerekir. Öyleki, felsefesi bir Estetik Felsefesi değildir ama
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
123
estetik değerdir. Bu değeri de yapıtlarında ele aldığı bilginin güzelliği ve derinliği
verir (Nimetullah, 1928).
Bergsonculuk, düşüncenin kendine yönelimi olarak belirmiştir. Felsefe ise
düşünceyi kendine indirgeyerek, gerçeği yakalamaya dönüktür. İşte bu noktada
Bergson sanatçıların çok önemli olduğunu söyler; çünkü sanatçılar, gerçeği görebilen
gözdür. Bunu da sezgilerini önemsemesi ile başarırlar. Aslında sezgi herkeste vardır,
ama herkes sanatçılar kadar sezgiyi değerli bulmaz ya da sezgisel bilgiyi kabul etmez
(Nimetullah, 1928).
Bergson’un bütün yapıtları, her şeyin en derin gerçekliğini oluşturan
“süre”ye ilişkin “sezgi”nin araştırmasıdır. Bütün değişimler ve gelişmeler bir süre
içinde gerçekleşir. Bu nedenle “süre”, geçmişi şimdiye taşıyan yaratıcı bir atılımdır;
bu atılımda gerçekte tamamen bir yaşama çabasıdır, yani yaşamın kendisidir, “Canlı
Atılım”dır. Canlı Atılım, öncelikle hareketliliktir, özgürlüktür ve elbette yaratmadır.
Bu nedenle Bergson için yaratma, bilginin sezgi ile algılanmasının somut bir
ifadesidir, Estetik de bilginin sezgiyle algılanabilen uzantısıdır (Timuçin, 1992).
Bergson’un bu görüşleri yalnızca felsefe dünyasında ve metafizik alanında
değil, zamanın birçok bilim dalında, ve sanat alanında yeni yönelimlere ve
düşüncelere yol açmıştır. Bu noktada, Bergson düşüncesini biçimlendiren entelektüel
ortamı ve bu entelektüellerin bakış açısını da göz önüne alarak, Bergson düşüncesini
değerlendirmek gerekir.
1. İÇİNDE BULUNDUĞU ENTELEKTÜEL ORTAM
Bergson her şeyden önce gelenekçi felsefenin özünü oluşturan
entelektüalizmin (akılcılığın) tam bir karşıtıdır. Akılcılığa göre, bütün gerçekler
algılanabilir ve her gerçek de yalnızca akıl veya zekâ tarafından bilinebilir.
Entelektüalistlerin lideri konumundaki Hegel, “Akılcı olan her şey gerçektir,
gerçek olan her şey de akılcıdır” diyerek, insan zekâsını ve aklını tanrılaştırmıştı.
Klasik Yunan felsefesinden doğan fenomenistler, kritistler, pozitivistler gibi
bazı gruplar, zaman zaman şüpheci ya da yarı şüpheci görüşler geliştirse de,
entelektüalizm güncelliğini, o ana kadar hep korumuştu.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
124
İşte Bergson ilk defa, entelektüalistlere kesin ve ağır bir darbe indirdi.
Sarstığı felsefi görüşleri üç grupta inceleyebiliriz. Bunlar Scientizm, Positivizm ve
Relativizm’dir.
1- SCIENTİSTLER’İN GÖRÜŞÜ:
Taine’nin önderliğindeki bu grup için, evren “bir”dir; bütün olaylar da bir
çeşittir. Her şey, bir tür bilgi ile, yani bilimsel bilgi ile açıklanabilir. Bilimsel bilginin
en son sınırı, evrensel matematik bilgisidir. Bu durumda metafizik olanaksızdır.
Metafizik denilen şey, ancak cahillik anıtıdır. Bilimsel ilerlemeler metafiziği yok
edecektir.
BERGSON’UN KARŞIT GÖRÜŞÜ:
Evren, “bir” değil, hiç olmazsa “iki”dir. Bir tarafta bilimsel bilginin
oluşturduğu matematiksel madde dünyası varsa, diğer tarafta bilimsel bilgilerle ve
matematiksel yöntemlerle anlaşılıp, ölçülmesi yalnızca dıştan mümkün olan, ancak
gerçek keşif ve algısı sezgisel metafizik gerektiren, bir başka dünya vardır. İşte
bunun için de, pozitif bilimlerden ayrı, kendine özgü yöntemleri bulunan, metafizik
dünyadan söz etmeliyiz.
2- POZİTİVİSTLER’İN GÖRÜŞÜ:
Comte’un başını çektiği positivistlere göre, metafizik mümkün olmadığı gibi,
konusu, yöntemi ve bilgi araçları ayrı olan bir ruh bilimi de mümkün değildir;
çünkü, ruh biliminde kullanılan içe bakış yöntemi, sağlıklı ve isabetli değildir. Bilinç
denilen şeyse, bir gölge olay, yani beyindeki hareketlerin sonucudur. Bilinci başlı
başına bir olay gibi algılamak, kendi kuruntumuzdan başka bir şey değildir.
BERGSON’UN KARŞIT GÖRÜŞÜ:
Evet, metafizik mümkündür, üstelik kendine özgü konusu ve yöntemi
vardır. Diğer bilimlerden ayrı bir ruh bilimi de mümkündür. Bilinci ise, gölge olay,
yani beyindeki hareketlerin bir sonucu sayan kuram saçmadır. Bu doğru değildir,
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
125
çelişkilerle doludur, farkında olmadan yapılmış bir safsata (paralogisme)’dır. Oysa
ruh kendine özgüdür ve bir gerçektir. Ruh biliminin kullandığı içe bakış yöntemi,
pozitif bilimlerin kullandığı dışa bakış kadar değerlidir.
3- RELATİVİSTLER’İN GÖRÜŞÜ:
Kant’ın liderliğindeki relativistlere göre, mademki, kâinat birdir, aynı
zamanda evrensel ve kesin düzenle işlemektedir ve madem ki, ruh yok, yalnızca
bilinç denilen, üstelik olay sanılan, bir gölge vardır, o halde,
a- Hayatta maddede olanlardan,
b- Ruhta da hayatta olanlardan başka bir şey yoktur.
c- Ruh bedenin hizmetçisidir, bedense evrensel düzenin, yani maddi alanın
bir parçasıdır. Bu durumda özgürlük denilen şey de yoktur.
BERGSON’UN KARŞIT GÖRÜŞÜ:
Determinizm, yalnız ham madde alanında geçer. Hayat, bir imkân alanı, ruh
da özgürlük meydanıdır. Bedene oranla daha ayrı ve bağımsızdır.10 Yaşamın
kâinattaki tarihi sürecinde, insanın oluşumu bize, bu özgürlüğün var olduğunu
kanıtlar Özetlemeye çalıştığımız bu üç görüş gösteriyor ki, Bergson’un içinde
yetiştiği felsefe çevresi,
Bilgi kuramı alanında, metafizik ve ruh biliminin bağımsız bilgiler olmasını
reddediyor.
Varlık kuramı alanında ise, evrensel bir düzen ve determinizmi
savunurken, hayat ile madde arasındaki farkı ve sonuçta ruhun bedene oranla
bağımsızlığını, yani özgürlüğünü kabul etmiyor (Bergson, 1947).
Kant’la başlayıp, gittikçe yayılan bu akım, Berthelot, Comte, Renan, Taine
gibi düşünürlerle, o zamanın edebiyat, siyaset, ahlâk, din, sanat, sosyoloji ve eğitim
kuramlarını etkiliyordu.
10
Daha fazla bilgi için bkz. Bergson, 1934, 1947, 1962, Nimetullah, 1928 ve Tunç, 1939.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
126
Fransa’da bu eğilimlere ek olarak var olan, Renouvier’in neo-critizm’i de,
bilimsel yetkinliği fizikte görerek, metafiziğe şans tanımıyordu.
İngiltere’de ise, Spencer daha farklı görüşler ortaya koyamıyor, “maddecilik”
saltanatı sürüyordu.
Almanya’da, Moleschott, Büchner, Haeckel gibi Darvinci materyalistlerin
görüşleri egemendi. Schopenhouer, Hartman ve Nietzche gibi filozoflarsa, üstatları
olan Kant’ın ekolünü biraz değişime uğratıyorlardı. Öte yanda, Fechner, Lotze ve
Wundt ilk defa olarak, deneysel ve matematiksel temele dayalı bir ruh bilimi kurmak
için çalışıyordu.
1880’e gelince, Bergson’un bütün bu düşünürlerin görüşlerini örseleyen
düşünceleri duyulmaya başlamıştır. Bergson, çevresini kuşatan felsefi görüşlerin hiç
birisini dikkate almamış ve inanmamıştı. Sonuçta da, bütün bu görüşleri ağır bir dille
eleştirerek, entelektüalizme savaş açtı. İlk önceleri kuşkuyla karşılanıp, ciddiye
alınmasa da, yapıtlarının sayısı arttıkça diğer görüşleri sarsmaya başladı
(Nimetullah, 1928: 11). Entelektüalizm, tam cepheden, üstelik de bütün
hedeflerinden ilk kez, böylesine yoğun olarak topa tutuluyordu (Bergson, 1950:
Önsöz).
Bergson, dogmatik ve akılcı mantık ile zekâda yaşamın sırrını aramayı
reddetmiştir. Bunun yerine, insanda karanlık bir “mağara” duygusu uyandıran
“benlik”in gizemini çözmeye çalışmıştır. Bu çabasında matematiksel yöntemin
yanında, şairâne bir telkin gücü de kullanıyordu. Üstelik notlarını musiki gibi yazan
bir edebiyatçıydı. Onun yazdıkları insanların içine işliyor, kitleler tarafından gönül
verilerek okunuyordu. Artık insanlar, dört maddede özetlenebilecek, yeni bir felsefi
doktrinle birlikteydiler:11
1- Bilim bilgisinden başka bir bilgi daha vardır: Felsefe bilgisi; zekâdan ayrı
bir bilgi aracı daha vardır: Sezgi (intuition).
2- Zekâ, dış dünyayla ve yalnız onunla uğraşmakla kendini incelemeye pek
az zaman bulmuştur. Bunun için kendi faaliyet alanı olan madde dünyasında mutlak
gerçeğe varılabilir. Hayatın bilgi aracı ise zekâ olmadığından, bu alandaki mutlak
11 Daha fazla bilgi için bkz. (Bergson, 1947, 1950 ve Tunç, 1939).
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
127
gerçeğe, ancak sezgi ile erişilebilir. Bu iki araç, kendi alanları dışına çıktıkları zaman
hiçbir şey göremez, boşlukta kalır. Bir de, olgu (phenomene) ve varlık diye eskiden
beri kabul edilen ayrı iki şey yoktur. Bütün varlıklar, bir süreklilik (continuite) taşır,
yani daimi ve hür bir oluştan ibarettir. O halde, olgu ve varlık diye iki şey yoktur,
yalnız sürekli bir oluş vardır.
3- Kâinat, statik, yani durgun olmaktan çok uzaktır. Bilimlerin bundan böyle
ülküsü, dünyayı dinamik haliyle kavramak olduğundan, oluş ülküsünü diriltmek
gerekir. Bu diriltme, önce sezgi dünyası olan ruh ve hayat alanından başlayarak, zekâ
dünyası olan madde alanına dayanışma ile geçmelidir.
4- Süre, ya da oluşun varlığı, öldürülmüş olan özgürlüğü diriltmiştir; aslında
özgürlük ile süre birbirlerinin aynıdır.
5- Bilimsel determinizm yalnızca bir yöntem olarak kullanılmalı ve bu
yöntemin iyiliği bir sınıra kadar kabullenilmelidir; çünkü, bunun ötesinde aciz kalır,
hatta determinizmin, bir inanç doktrini gibi, eşyanın esasına kadar götürülürse,
yıkıcı bile olacağı bilinmelidir (Bergson, 1950: Önsöz).
2. HENRI BERGSON’DA “SEZGİ”NİN ANLAMI
Bergson, felsefenin nesnesini içselliğin alanına yerleştirip, şimdinin sınırına
çeker. Her şeyin hızla akıp geçtiği dünyada, her şey “yeni”dir. Göz olmak da,
görebilmek de yeniyi ele geçirebilmekle ilgilidir. Bu bakış nesnel, olumcu, özellikle de
evrimci bakışlarla ters düşmektedir. Bergson’a göre yenilik, içselliğin sezgisinde var
olan ve kendini gösteren bir oluş biçimidir. Ancak, burada hemen bir ayrımı
belirtmek ve Mutlak Düşünce ile sezgisel düşünceyi birbirinden ayırmak gerekir.
İnsan zihni, dış dünya nesnelerini ayrıştırmacı ve soyutlayıcı bir biçimde
sezdiğinden, gerçekliği “gerçek olarak” tanıyabilecek güçte değildir. Buna benzer bir
parçalamayı Kant yapmış, deneyin alanıyla metafiziğin alanını birbirinden
ayırmıştır. Bergson’a göre gerçeklik, “arı oluşum”dur, basit ve bölünmez
“süreklilik”tir. Böyle bir şey de zihin yoluyla elde ettiğimiz bilgilerle bağdaşamaz;
çünkü zihin bölücü ve parçalayıcıdır; bütünü parçalar, akıcıyı dondurur. Gerçek
gerçeklikse, bütünseldir, sürekli akıp geçer. Bu durumda kavramsal düşünce,
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
128
sezgisel düşüncenin karşıtıdır. Kavram, parçalanmışlığı ve donmuşluğu ortaya
koyar, kavramsal düşünce felsefe açısından verimsiz bir düşüncedir. Çağdaş
bilimleri verimli kılan bu iki parçalayıcılık ve donduruculuk, felsefeyi güçsüzleştirir,
yani, insan zihni, kurgulayıcı gücüyle bilim için önemli olurken, felsefe için
geçersizleşir. Öyleyse zihinsel kavrayıştan ayrı, ondan daha güçlü bir başka kavrayış,
felsefeyi ve bilimi gerçekliği, bütünselliği ve akıcılığı içinde kavrayacak, bir başka
anlayış mutlaka olmalıdır. Bu da “sezgi”dir (Bergson, 1947 ve Timuçin, 1995: 92-4).
Bergson için sezgiyi, kavramsal düzeyde, tanınabilir bir ruhsal etkinlik
olarak düşünmememiz gerekir. Sezgi olsa olsa kavramsal düşüncenin karşıtıdır.
Bütünleştirici bir edimdir, tanıyanla tanınanın çakışmasıdır, “ben”in nesneyle
özdeşiğidir. Bergson, sezgisel bir felsefeye ulaşabilmek için, kavramsal düşcnceden
uzaklaşmak gerektiğini savunur, “işte bu noktada felsefe, estetik anlam kazınır” der.
Sezgi, sanatsal duyuma benzeyen, bizi nesnelerin içine yönelten bir kavrayış
biçimidir. Şeylerin bir içi, bir derinliği, bir temeli olmalıdır. Bir anlamda “şeylerin
temeli estetiktir”. Felsefenin estetik bir anlam kazanırken, gizemciliğe açıldığı yol da
buradadır. Dış’tan ayrı bir iç’in varlığı ancak duygucu, öznelci bir bakış açısı için
geçerlidir. Bergson’un bu gizemci felsefesinde, şeylerin görünmez yanları, gizlilikleri
vardır. Sezgi, şeyleri görünmez yanlarıyla, derinlikleriyle ve bütün gizemiyle kavrar
(Nimetullah, 1928: 11).
Bergson’a göre, “sezgi, varlıkları dışardan tanımamızı sağlayan, gidimli ve
çözümleyici bilgiye karşıt olarak, bize varlıkları oldukları biçimde tanıtan, içgüdüyü
ve sanat duygusunu andıran kendine özgü bir bilgi olup, “sayesinde kendimizi bir
varlığın içine yerleştirerek, o varlığın tek ve dilegelmez yanıyla doğrudan
karşılaştığımız entelektüel bir sempati türüdür” (Bergson, 1950 ve 1962).
Hangi anlamda alınırsa alınsın, her sezgi daima bir buluş, bir keşif özelliği
taşır; bu bakımdan da sezginin “kehanete”, “öngörüye” yakın düştüğü söylenir.
Katışıksız bir algılama ya da sezgi anlayışı olan Bergson’un düşüncesi, dikkatli ve
özenli bir yaşam felsefesinden kaynaklanmaktadır. Salt algının tekniği ise dikkatin
yön değiştirmesidir. Bergson’un yaşam felsefesinin temel ilkesi “bir şeye girişmeden,
bir yükümlülük almadan önce engellerden ve bağlardan kurtulmak gerekir” (Nimetullah,
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
129
1928). Bu da ancak bir sanatçı gözüyle gerçekleşir, metafizikçi gözüyle değil.
Algılamak için, algılayabilmek söz konusudur, ama bu aşkınlık (aşma) ile değil,
içkinlik (içegirme) ile mümkündür. Bu nedenle tüm insanlar sanatçı bakışına sahip
olabilmelidir; bu da sezgiyi dikkate almakla mümkündür (1950).
Bergson’un bütün yapıtları, süreye ilişkin sezginin köklü anlamı ve sonuçları
üzerine bir araştırma olarak görülebilir. “Süre, ben’in kendini yaşamaya bıraktığında,
bilinç durumlarımızın artarda gelişlerinin oluşturduğu formdur”. Ruh bilimsel nitelik olan
Bergson’cu “sezgi”, gerçekliğin eklemlenmeleri ve farklılaşmaları üzerinde önemle
durur, sıçramalarla ilerler. Bu gerçeklik, ögelerin birbirine eklenmesinin sonucu
olmayan ve geliştikçe bireylere bölünerek ortaya çıkan bir gerçekliktir (Tunç, 1939).
Bütün değişmeler ve gelişmeler, bir “süre” içinde gerçekleşir. Süre içinde gerçekleşen
gelişme, yaratıcı bir atılımdır. Yaratıcı nitelik taşıyan “yaşam atılımı” ile sürekli bir
gelişimi, yani kesintisiz bir evrimi sağlayan “oluş” birbirini gerekseyen iki süreçtir.
Birinin bulunmadığı yerde öteki de yoktur. Öte yandan, “yaşam atılımı” da, evreni
gerçekleştiren “oluş” da, süreye bağlıdır. “Süre”, aynı zamanda bellektir ve geçmişi
şimdiye taşır. Geçmiş, şimdinin kendinde yaşamını sürdürür. Şimdi ise, geçmişin en
yoğunlaştırılmış, sıkıştırılmış derecesidir. Geçmiş ve şimdi birbirinin çağdaşıdır. Biri
ötekini öncelerken, diğeri zamandaştır “yaşam atılımı” da, kendi kendiyle bir
farklılık olarak süre’dir; kendini edimselleştirmesi olarak, devamlı bir edime geçiş
olarak süre’dir. Gerçek süre ise, sürekli bir yaratmadır. Yaşam da bilinç gibi bir
süre’dir, hareketliliktir, özgürlüktür ve sürekli bir yaratmadır (Tunç, 1939 ve
Timuçin, 1992).
Bergson felsefesinin kökeninde, mutlak bir kavram olarak yaşama atılımı,
yani “canlı atılım” kavramı yatar. Bu felsefede her şey canlı atılımla başlar, canlı
atılımla sürer. Her şeyin, her oluşumun temelinde o vardır. “Arı oluşum” dediğimiz
şey de, canlı atılımdan gelir. Bergson, “yaşamın kökel bir atılımı” diye belirlediği bu
yaşam atılımı olan canlı atılımı, değişikliklerin derin nedeni olarak görür. Her şey
gibi insan ruhu da, yaşam atılımının belirleyici gücüyle koşullanmıştır. Bizim
ruhsallığımız, ya da ben’imiz bu koşullanma içinde sürekli bir akışın öznesi
durumundadır. Zamansallık, buna göre ben kavramının özünü oluşturur. Bir başka
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
130
deyişle, ben’in gerçekliği zamansallıkla belirgindir. Ben, süre’den, ya da gerçek
yaşam’dan oluşmuştur. Kendimize yöneldiğimizde, içsel yaşamın değişken ve
sürekli olduğunu duyarız. Bu ben’imizin aralıksız sürdüğü, yani kesintisiz bir
süreklilik anlamına gelir. Bergson için “Ben”, bir akıştır, sonsuz akışın sürekliliğidir
(Timuçin, 1992: 92-98 ve Nimetullah, 1928: 11-12).
Bergson, sezgisel düşünceyle, gidimli düşünceyi birbirinden ayırdığı gibi,
gerçek zaman’la ya da ruhsal zaman’la matematiksel zamanı da birbirinden ayırır.
“Matematiksel zaman, ruhsal zamanın yansımasıdır” der. Matematik-fizik
bilimlerinin incelediği “zaman” boş ve durağandır, devinim dışındadır. Gerçek
zaman, süre’dir. Süre, somuttur ve gerçek olarak yaşanılan şeydir. Bu,
“toplumsallaşmış zaman değildir, kol saatimize bakarak okuduğumuz zaman da değildir;
sabırsızlığın ve sabrın zamanıdır, özlemin ve umudun zamanıdır, derinlerimizde birbirini
izleyen duyguların zamanıdır”. Bergson, sayılarla benzerliği olmayan içimizdeki süreyi
de araştırır. İçimizdeki süre, nicelikten uzak, niteliksel bir çokluk olarak belirir. Bu
nedenle niceliksel olanla, iç dünyamızın zengin çeşitliliğini birbirine
karıştırmamamız gerekir. Bergson, bütün yapıtlarında, niceliğe karşı niteliği, çokluğa
karşı yeğinliği, uzaya karşı zamanı savunmuştur.12 Ona göre evrendeki her değişme,
sayısal bir çoğalma değil, bir yeğinlik artışıdır. “Sanat olayı bunun kanıtıdır” der.
Bergson’a göre, eğer duygularımızın, bilincimizin kapıları doğrudan doğruya
gerçekliğin kendi eliyle çalınsaydı, eğer eşya ve kendi kendimizle doğrudan doğruya
anlaşabilseydik sanata gerek kalmayacak, daha doğrusu hepimiz sanatçı olacaktık;
çünkü o zaman, ruhumuzla doğa her zaman hep birlikte çarpacaktır. Gözlerimiz
belleğin yardımıyla, mekândan taklit edilemez tablolar çıkaracak ve zamanda tesbit
edecekti.
İnsan bedeninin canlı mermerindeki eski Yunan heykelleri kadar güzel
yontulmuş heykel parçalarını yollarda görecektik. İç yaşamımızın sürekli
12 Çokluk, fazlalık-niceliksel üstünlük. Yeğinlik, etkililik-niteliksel üstünlük. Uzay, çeşitliliklerin yan yana geldiği ve nesnelerin dışsal olarak algılanamadığı (şey), uzay bir sezgidir, duyulamaz. Zaman, çeşitliliklerin ardı ardına geldiği, dışsal olarak algılanamayan (şey); zaman da bir sezgidir, duyulamaz, düşünülür.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
131
melodisinden arasıra neşeli, daha çok hüzünlü, ama daima özgün bir müziğin sesleri
ruhlarımızın derinliklerinden gelecekti. Bütün bunlar etrafımızda ve bizde oldukları
halde, hiç birini açıkça duymuyoruz. Doğayla bizim aramıza, kendimizle kendi
bilincimizin arasına, insanların çoğu için kalın, sanatçı ve şairler için ise ince, adeta
şeffaf bir perde gerilmiş gibidir. Böylece ister resim, ister heykel, ister şiir ya da
müzikte olsun sanatın tek ereği pratik için yararlı olan simgeleri, saygınlığı
toplumsal olarak kabul edilmiş gelenekleri ve nihayet gerçekliği maskeleyen şeyleri
bir yana bırakarak, bizi gerçekliğin kendisiyle yüz yüze getirmektir (Karagöz
Yerdelen ve Özkan, 2013: 72). Sanatta gerçeklikle idealizm arasında görülen kavga,
işte bu nokta üzerinde beliren yanlış anlamadan doğmuştur. Sanat hiç kuşku yok ki,
gerçekliği daha açık ve doğrudan, başka deyişle, dolaysız görüşten ibarettir. Yalnız
bu görüşün arılığı yarar ve çıkardan kopmasını, duyu ya da bilincin anadan doğma
bir kendine özgülük ve özelliğini getirir; son olarak da idealizm denilen maddi
olmayan bir yaşamayı zorunlu kılar. Sözcüğün anlamıyla hiç oynamadan denebilir
ki, ruhta idealizm olunca, yapıtta realizm vardır ve yalnız idealizmin gücüyle,
gerçeklikle yeniden bağ kurulabilir (Bergson, 1989: 99-106).
Bergson’da sanat, gerçekliğe atılan bir ağ, hakikate uzatılan bir merdivendir;
bilinçli ve sezgisel yaratmalardır; içgüdülerimizin kristalleşmiş biçimleri, ya da
geçmişin şimdi de sürdürülmesidir. Bergson düşüncesi bize duyulur dünyayı aşan
bir şeyleri önerir, bu bir şeylere ulaşabilmemiz için de, en azından duyulur dünyanın
üst duyarlılığını öngörür. Bu metafizik, alışılmış anlamdaki aşkın dünya matefiziği
değildir, her şeyden önce bizi algının alanına yerleştirir, algılanan dünyanın üst
kavrayışına ulaştırmaya çalışır. Sezgi yoluyla dünyanın yetkin sunumuna ulaşırız.
Öyleyse, Bergson’da güzelin bir metafizik anlamının olmadığı söylenebilir.
Gerçeklik, algıyla ulaşılan, örtülerin altında görülen bir değerdir, onu algıda ele
geçirmekse metafiziği değil, simgeciliği gerektirir. Metafizik, simgelerden ne kadar
uzaklaşırsa o kadar metafizik olur. Oysa sanat simgelerle örülmüştür. Sanat zorunlu
olarak simgeseldir. Her zaman olduğu gibi sanatın alanında şeyler bize kendilerini
şöyle böyle açarlar, bu açılmada saydamlık aramak boşunadır. Sanatta gerçeklikle
ilişkimiz dolaylıdır. Hiçbir sanat gerçekliğin örtülerini kaldırmayı başaramayacaktır.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
132
Ancak, her sanat gerçekliği kendi özel anlatımıyla yansıtabilir. Bu nedenle sanatçı
sezginin insanıdır. O, oldukça sorunlu bir alanda, dolaylının alanında iş görmektedir.
İşte bu yüzden her sanat yapıtı bir enerjiyle yüklüdür. Her yapıt bir çabanın
billurlaşmış biçimidir. Sanatçı, gerçekliğin şemasından giderek, bir yaratma çabası
ortaya koyar. Amacıysa bu çabayı imge’ye dönüştürmektir. Bergson’a göre, herkesin
sanat olayından çıkarabileceği çok ders olmalıdır (Bergson, 1989: 102-6).
3. BERGSONCU “SEZGİ”NİN İBNİ SİNÂCI “SEZGİ”DEN FARKI
İbni Sinâ’nın düşüncesinde Sezgisel Akıl, nefsteki kuşkuyu giderir ve zihin
de sezginin verdiği hükmü kabul eder. Bir kimsenin sezgi yoluyla kazanılan bilgiyi
kabul etmesi, sezgi gücünün gerektirdiği bilgiyi edinmesi anlamına gelir ki, bu da bu
bilgiyi reddedene göre, kişiyi daha derin bir öğrenme, düşünme ve yaratma
eylemine ulaştırır. İnsandaki güçlü öğrenme ve bilme isteğini, İbni Sinâ bir sezgi
olarak görür.
Hemen hemen Bergson da benzer bir “sezgi” anlayışı taşımaktadır.
Bergson’a göre de sezgi “insana özgü” bir zihinsel süreçtir. Bazı kimselerde az ya da
çok olabilse bile, “seziş” eylemi, geliştirilebilen bir eğilim veya yetenektir. İnsandaki
her tür yaratma, keşfet, bilme eylemlerinin açık ya da gizli bir “seziş” ile ortaya
çıktığını söyleyen Bergson, aynı zamanda düşüncedeki sezgi ile imgesel ve simgesel
hafızayı birbirinden ayırır.
Kuşkusuz bu noktada Aristoteles, İbni Sinâ ve Bergson paradigmasını bir ve
aynı kavramsal açıklama içinde düşünemeyiz. Aristoteles’in sezgi konusundaki
temel paradigması “Varlık” sorununun aydınlanmasına yöneliktir ve sezgi, Varlık’ın
bir kanıtıdır. İbni Sinâ içinse Varlık zaten vardır, O’nu sezgi ile anlamaya hiç gerek
yoktur, sezgi insan içindir, insanın akıl gücünün yücelmesi içindir. Aristoteles’te
sezgi Tanrı’dan gelir, İbni Sinâ’da insan sezgi ile Tanrı’ya (bile) ulaşabilir. Bergson ise
sezgiyi, “gündelik” olan somut yaşamın bir parçasına dönüşmüş metafizik gerçeklik
olarak düşünür. Bergson’a göre sezgi, “ben” demektir, sezgisini keşfeden “ben”i de
keşfedecektir. Bu da öznenin kendisini, somut ve karmaşık olan şimdiki zamanda
sezmesi, yani ortaya koymasıdır. Sezmek, insanın Tanrı’ya yönelişi değil, kendine
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
133
yönelişidir. Bergson’a göre varolmak demek, ardı arkası kesilmez, kaçılamaz
zamansal akış içinde gerçekleşen bir seziş anıdır.
Bergson’un bu görüşleri varoluşçu felsefenin biçimlenmesinde önemli bir
dayanak oluşturmuştur. Ancak onun ruhbilimsel-sezgi temelli metafiziği bütünsellik,
bölünmezlik ve sürekli bir akıcılık ile durağanlığın reddi ile beliren görüşleri kendi
derinliklerimize ve buradan hareketle toplumun derinliğine (toplumsal derin
yapılar) dönmenin ve varlığımızı derinliklerde bulmanın ve bu buluşu zamanın
akıcılığı içinde gerçekleştirebilmenin özgürlüğüdür. Bergson “derin” olana “sezgi”
ile ulaşabilmenin koşulunu içsel ve dışsal özgürlüğe bağlar. Özgürlük ise ancak
“Sezgisel Ahlâk” ile var olabilir. Sezgisel ahlâk, kişiye kurallar ve zorunluluklar
getirir ama asla zorla benimsetilmiş değildir. “Sezgisel Ahlâk” isteyerek
benimsenmiş ahlâktır. Bergson’a göre, insanlığın ileriye gitmesi, ancak Sezgisel
Ahlâk ve bu ahlâkın sağladığı özgürlük ile mümkündür (Bergson, 1928 ve Timuçin,
1992).
SONUÇ
İslâm dünyasında 12. 13. yüzyıllarda gelişen doğa bilimleri ve felsefeye
ilişkin ilerlemeler, kişisel ilişkilerin ötesine çıkarak, üç yolla yoğun biçimde
Avrupa’ya taşınmıştır. Batı bilim felsefesinin biçimlenmesinde oluşturucu, uyarıcı,
besleyici ve yönlendirici etkisi olan bu bilgiler ve düşünce sistematiği, Endülüs
üzerinden, Sicilya üzerinden ve Haçlı Seferleri aracılığıyla Doğu’dan Batı’ya
taşınmıştır. Ortadoğu kentlerinin ulaştığı bilim ve felsefe düzeyi, Haçlılar’ın en
büyük kazanımı olarak yirmi yıl boyunca, Batı’ya götürülmüştür. Kuşkusuz bu
düşüncenin, Ortadoğu’dan Avrupa’ya akışında en verimli ve sistemli aktarım
Endülüs’te gerçekleşmiştir (Tekeli; Kâhya; Dosay; et all, 2001).
Arap dili ile birlikte bilim ve felsefe öğrenimi de gören Yahudi ve Hıristiyan
bilginler, Avrupa’da “12. yüzyıl Rönesansı” olarak da adlandırılan “Erken Uyanış”
döneminin oluşmasında çok önemli rol oynamışlardır. Ardından gelen “15. yüzyıl
Rönesansı” ise özellikle sanatta başlayan bir “düşünce devrimi” sayılmaktadır. Bir
anlamda düşünce üzerindeki radikal dönüşümün, sanatla ifade edilmesidir. Artık
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
134
Batılı insan ilk defa, kilise öğretilerinin dışında özgün sanat eserleri üretmeye
başlamıştır. İlk olarak resimde, “perspektif” tekniğini kullanarak “kendi gözüyle
görme”yi denemiştir. Bu da doğanın takliti, yani Tanrı’nın sunduğunun kopya
edilmesi anlayışını yıkmış, insan bizzat üreten, yaratan, yapan, eyleyen ve düşünen
olarak “gerçek kurucu-oluşturucu özne” niteliğini almaya başlamıştır. Bu ilerlemeler
dizisi sonunda “Aydınlanma” ile taçlanmıştır.
“Erken Uyanış”tan “Aydınlanma”ya uzanan sürece etki eden temel düşünsel
akımlardan biri “Meşşaîlik” ve Meşşaîliğin baş temsilcisi olarak da “İbni Sinâ” çok
önemlidir. Meşşaîliğin ve İbni Sinâ’nın önemi, inanç ile bilim arasındaki keskin
çizgiyi reddetmelerinde yatar. Böylece doğanın sistemi, insanın inanç sistemi ile
buluşabilecektir. Batı dünyasında gerçekleşen bu buluşma, insanın Tanrı’nın
karşısında, Tanrı’ya karşı suç işlediğini düşünmeden kendi bilgi, deneyim ve
çıkarsamalarına dayanan özgün görüşlerini öne sürme cesaretini geliştirmiştir. Bakış
açısındaki düşünsel değişim, aciz insanı güçlü insana, taklitçi insanı yaratıcı insana,
günah işlemekten korkan insanı ise düşünsel özgürlüğe taşımıştır.
İslâm dünyasındaki bu bilimsel öncülük, 8. yüzyıl ile 16. yüzyıl arasında
varlığını sürdürmüştür. Burada 12. yüzyılın, hem İbni Sinâ düşüncesinin zirveye
çıkması, hem de Gazali anlayışının yayılmaya başlaması ile bir “kırılma” noktası
olduğunu belirtmek gerekir. 12. yüzyılda Batı’da, erken dönem Rönesansı başlarken,
İslâm dünyasında ise sistemli biçimde din felsefesine geçişin başladığı görülür. Bu
süre yaklaşık 500 yıl sürmüştür. 17. yüzyıldan itibaren de İslâm dünyası ve
Ortadoğu, bazı istisnalar dışında, bilim ve felsefe hayatından soyutlanmıştır; hatta
büyük endüstri devriminin de dışında kalarak tam anlamıyla hâlâ gelişememiştir.
16. yüzyıldan itibaren, Batı’da Rönesans ile ”ayağa kalkış” hareketi
yaşanırken, İslâm dünyasında bilim üretmek ve bilimi geliştirmek bir yana, artık
bilimsel düşünce iyice kaybolmuş ve çağdaş bilimleri anlayamaz bir düzeye
gelmişlerdir; yani bilim üretmedikleri gibi, artık anlayamadıkları için bilim ithali de
başarılamamış; ithal edilen bilim (düşünce, makine, yaklaşım) ise o bilimsel kültür
var olmadığı için, verimli kullanılamamıştır. Diğer yandan kapitalizmin yayılmacı ve
sömürgeci emelleri de Haçlı Seferlerinden daha büyük bir sorun oluşturmaya
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
135
başlamıştır. 13. ve 14. yüzyıl boyunca süren iç çatışmalar da ayrıca Orta Doğu
dünyasını zayıf düşürmüştür.
15. yüzyılda, Batı’nın da etkisi ile tekrar toparlanmaya kalkışan Orta Doğu
dünyasının en büyük başarısını, Aristotelesçi tarih anlayışını yıkarak, bilime dayalı
“nedenselci” tarih anlayışını getiren İbni Haldûn (1332-1406) oluşturur.
Birçok bilim insanı ve tarihçi, İslâm dünyasındaki bu duraklama ve geriye
gidişin nedenlerini dört ana nedene bağlamaktadır:
1- İslâm dünyasında hiç ara vermeyen dinî ve siyasî çatışmaların birliği,
bütünlüğü olduğu kadar düzeni ve sistemsel öğrenme, gelişme ortamını da kötü
etkilemeleri (Emevi-Abbasi, Selçuklu-Beylikler-Osmanlı çatışmaları).
2- Moğol akınları ve Haçlı seferleri, bu coğrafyada parayı, askeri alana
kaydırmış ve daha kaderci bir toplum yaratmıştır.
3- Helenestik bilim anlayışının İslâm düşüncesine uygulanamayışı felsefe ile
bilimin ayırt edilememesine yol açmış, bu da bilim ve inanç karşıtlığı yaratmıştır. Bu
karşıtlığın, inanç ağırlıklı taraftarlar bulması, bilimsel bilgiyi geriletmiştir.
4- Akıl, algı, sezgi ve bu üç araç ile inancın ilişkisi, her zaman sorun yaratmış,
Hakiki bilgi ile insanî bilgi ayrımı, akıl-algı ve sezgiye dayandırılarak
açıklanamamıştır; bu konuda bir türlü dogmatik kaos süreci aşılamamıştır. Oysa
Erken Rönesans’ta bile Batı, insan yetilerinin ve yeterliliğinin önemini kavramıştır
(Tekeli; Kâhya; Dosay, et all, 2001: 251-2).
Düşüncenin Orta Doğu’dan Batı’ya yaptığı yolculukta, Aristoteles, İbni Sinâ
ve Bergson Klasik Çağ, Orta Çağ, Modern Çağ’ın temsilcileri olarak, gerek temel
problematik olan Varlık bilgisi, gerekse Varlığın bir kanıtı olarak sezginin keşfi ve
insanın özselleşerek kendine yönelişi açısından tipik birer “düşünce modeli”
oluşturmaktadırlar. Aralarındaki yüzlerce yıllık çağ farkı, düşüncenin geçirmiş
olduğu evrimi anlama açısından da oldukça önemli bir veri kaynağı olarak
görülebilir.
KAYNAKLAR Akarsu, Bedia, (1998), Felsefe Terimleri Sözlüğü, İstanbul: İnkılâp Yayını.
Altıntaş, Hayrani, (1985), İbn Sinâ Metafiziği, Ankara: İlahiyat Fakültesi Yayını.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
136
Ana Britannica Ansiklopedisi, CC. 13-23, Hermetizm ve Meşşaîlik maddeleri.
Aristoteles, (1983), Politika, Çev. Tunçay, Mete, 2. Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Barnes, Barry, (1995), Bilimsel Bilginin Sosyolojisi, Çev. Arslan, Hüsamettin,
Ankara: Vadi Yayınları.
Bergson, Henri, (1934), Yaratıcı Tekâmülden Hayatın Tekâmülü, İstanbul: Devlet
Matbaası.
Bergson, Henri, (1947a), Gülme, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
Bergson, Henri, (1947b), Yaratıcı Tekâmül, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
Bergson, Henri, (1950), Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri, İstanbul: Milli Eğitim
Basımevi.
Bergson, Henri, (1962), Ahlâk ile Dinin İki Kaynağı, Ankara: Milli Eğitim Basımevi.
Bergson, Henri, (1989), Gülme, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
Bozkurt, Nejat, (1992), Sanat ve Estetik Kuramları, İstanbul: Ara Yayıncılık.
Brentjes, Burchard-Sonja, (1979), İbni Sina (Avicenna), İstanbul: Pencere Yayınları.
Bronowski, J., (1971), Bilim ve İnsan Değer Yargıları, Çev. Usluata, Ayseli, İstanbul:
Varlık Yayınevi.
Ceram, C. W., (1964), Tanrılar, Mezarlar, Bilginler, Çev. Örs, Hayrullah, İstanbul:
Milli Eğitim Basımevi, Bilim Eserleri Serisi, No: 1.
Cihan, A. Kâmil, (1998), İbni Sina ve Gazali’de Bilgi Problemi, İstanbul: İnsan
Yayınları.
Dağ, Mehmet, (1984), “İbni Sinâ’nın Psikolojisi,” İbni Sinâ’nın Doğumunun 1000.
Yılı Armağanı, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını.
Dağ, Mehmet, (1990), “İbni Sinâ’nın Bilgi Kuramı Üzerine Bazı Notlar,” Uluslararası
İbn Türk, Harezmi, Farabi ve İbni Sina Sempozyumu Bildirileri (içinde),
Atatürk Kültür Merkezi Yayını, No: 42.
Descartes, (1986), Metot Üzerine Konuşma, Çev. Karaaslan, Mehmet, İstanbul: Milli
Eğitim Basımevi.
Durusoy, Ali, (1993), İbni Sinâ Felsefesinde İnsan ve Kâinattaki Yeri, İstanbul:
Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Yayını, No: 69.
Falurrahman, (1959), Avicenna’s De Anima, Londra: Yayınevi Bilinmiyor.
Gelişim Hachette Ansiklopedisi, C. 2, Bergson Maddesi.
Goighon, Anne Marie, (1986), İbni Sina Felsefesi ve Ortaçağ Avrupa’sındaki Etkisi,
Çev. Yakıt, İsmail, İstanbul: İnsan Yayınları.
Gökberk, Macit, (1996), Felsefe Tarihi, 8. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Honer, Stanley M.; Hunt, Thomas C., (1996), Felsefeye Çağrı, Çev. Ünder, Hasan,
Ankara: İmge Yayınevi.
İbni Sinâ, (1985), Kitabu-Necat, Beyrut: Fahri.
İbni Sinâ, (Tarihsiz), eş-Şifa, el-Mantık, el-Burhan, İstanbul: Ofset.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
137
Karagöz, Betül (2016), “Doğu – Batı Ekseninde, Batı’nın Farklılaşan İzdüşümleri”,
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 9(45), 254-267.
Karagöz Yerdelen, Betül (2015), “İbni Sina: Batı'daki Modern Uygarlığın Doğu'daki
Erken Öncüsü”, Leges Sosyal Bilimler Dergisi, 5(3), 152-190.
Karagöz Yerdelen, Betül ve Özkan, Arda (2013), “Toplum, Toplumsal Yapı ve
Toplumsallaşma”, Davranış Bilimlerine Giriş, İstanbul: Lisans Yayıncılık.
Malebranche, N., (1997), Metafizik ve Din Üzerine Görüşmeler, Çev. Akarsu, Bedia,
Ankara: Milli Eğitim Basımevi.
Meydan Larousse Ansiklopedisi, C. 9, İbni Sinâ maddesi.
Nimetullah, Halil, (1928), Henri Bergson Şuurunun Bilavasıta Mutaalaları
Hakkında, İstanbul: Devlet Matbaası (Osmanlıca).
O’Leary, De Lacy, (1971), İslâm Düşüncesi ve Tarihteki Yeri, Çev. Yurdaydın,
Hüseyin; Kutluay, Yaşar, Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Yayını, C. II.
Ong, Walter J., (1999), Sözlü ve Yazılı Kültür, Çev. Banon, Sema Postacıoğlu,
İstanbul: Metis Yayınları.
Osmanlıca-Türkçe Sözlük, (1997), Ankara: Bilgi Yayınevi.
Paz, Octavio, (2000), “Tarihin Sonu’nda Batı Doğu’ya Dönüyor,” Yüzyılın Sonu-
Büyük Düşünürler Çağımızı Yorumluyor, Çev. Dişbudak, Belkıs Çorakçı,
İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayını, No: 411, ss. 137-144.
Schilling, Kurt, (1971), Toplumsal Düşünce Tarihi, Çev. Önal, Nihal, İstanbul: Varlık
Yayınevi.
Şahin, Filiz, (1995), İslâm Felsefesinde Mistik Bilginin Yeri, İstanbul,
Tekeli, Sevim; Kâhya, Esin; Dosay, Melek; Demir, Remzi; et all, Bilim Tarihine Giriş,
Ankara: Nobel yayını.
Timuçin, Afşar, (1992), Düşünce Tarihi, İstanbul: BDS Yayınları.
Tunç, Mustafa Şekip, (1939), Bergson ve “Kudret-i Ruhiye’ye Dair Birkaç
Konferans, İstanbul: Matbaa-i Amire (Osmanlıca).
Upper, Claudia Reid, (1994), “Gazali’nin İnsan Doğası Konusundaki Düşünceleri,” İş
Hayatında İslâm, İstanbul: MÜSİAD Araştırma Raporları, No: 9.
Ülken Hilmi Ziya, İslam Ansiklopedisi, C. 48, İbni Sina Maddeleri.
Yetkin, Suut Kemal, (1947), Estetik, İstanbul: Remzi Kitabevi.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
138
TOPLU ULAŞIMDA TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ İLE ÇALIŞAN
MEMNUNİYETİ ARASINDAKİ İLİŞKİ: İSTANBUL ÖRNEĞİ
Ayhan BAYRAM
Özet
Toplam kalite yönetimi bir kurumda verimliliği maksimum düzeye çıkarmak, sıfır
hataya yaklaşmak ve % 100 müşteri tatmini sağlamada benimsenmesi gereken ve kurum içi
tam katılımın sağlandığı bir yönetim anlayışıdır. Çalışan memnuniyeti kişinin işine ve iş
deneyimine ait değerlendirmesinin duygusal bir sonucudur. Yani bireyin iş durumuyla ilgili
kişisel bir değerlendirmesidir. Bu araştırma da toplu ulaşımda toplam kalite yönetiminin
çalışan memnuniyetine etkisi incelenmiştir.
Toplam kalite yönetimini ölçmek amacıyla Aydın tarafından 2014 yılında geliştirilen
toplam kalite yönetimi ölçeği kullanılmıştır. Ölçeğin geçerlilik ve güvenilirlik çalışmaları
yapılmıştır. Ölçek beş alt boyuttan oluşmaktadır. Ölçekte toplam 15 madde bulunmaktadır.
Çalışan memnuniyetini ölçmek amacıyla Erken tarafından 2013 yılında geliştirilen çalışan
memnuniyeti ölçeği kullanılmıştır. Ölçeğin geçerlilik ve güvenilirlik çalışmaları yapılmıştır.
Ölçek üç alt boyuttan oluşmaktadır. Ölçekte toplam 20 madde bulunmaktadır.
Araştırmada yüz yüze anket ve kolayda örnekleme metodu kullanılarak 125 çalışan
ile görüşülmüştür. Anketler incelendikten sonra hatalı olanlar elenmiş ve toplam 120 anket
analize tabii tutulmuştur. Toplu ulaşım çalışanlarına toplam kalite yönetimi ve çalışan
memnuniyeti özellikleri ölçekleri uygulanarak, elde edilen veriler ışığında sonuçlar
değerlendirilmiş, toplam kalite yönetimi ve çalışan memnuniyetinin boyutları arasında
anlamlı bir ilişkinin olduğu görülmektedir.
Anahtar Sözcükler: Liderlik, Müşteri Memnuniyeti, Süreç Yönetimi, Tam Katılım
Bu makale 17-19 Aralık 2015 tarihinde İstanbul’da düzenlenen 8. Uluslararası Ulaşım Teknolojileri Sempozyum ve Fuarı’nda sunulan bildiriden genişletilerek hazırlanmıştır.
Yrd. Doç. Dr., Giresun Üniversitesi Görele Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu, [email protected]
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
139
THE RELATIONSHIP BETWEEN THE TOTAL QUALITY MANAGEMENT AND
EMPLOYEE SATISFACTION OF URBAN TRANSPORTATION:
ISTANBUL EXAMPLE
Abstract
Total quality management full participation within the institution to increase
efficiency and provide customer satisfaction. The type of institution understanding in terms
of total quality management is to reach the efficiency level to the maximum, to reach zero
faults, the adaptation of how to reach 100% customer satisfaction and within the institution,
full participation. Employee satisfaction is person’s business and work experience of
emotional assessment to result. The effect total quality management and employee
satisfaction of urban transportation has been examined.
In order to examine on the total quality management, the total quality management
scale, which had been improved by Aydın in 2014, has been used. This scale has been
validity and reliability tests have been carried out. The scales consist of five lowest stage.
There are 15 clauses in the scale in total. In order to examine on the employee satisfaction,
the employee satisfaction scale, which had been improved by Erken in 2013, has been used.
This scale has been validity and reliability tests have been carried out. The scale consists of
three lowest stages. There are 20 clauses in the scale in total.
Furthermore, face-to-face questionnaire method has been used and 125 employees in
urban transportation have been interviewed. After the questionnaires have been examined,
the default ones were eliminated and 120 questionnaires have been subject to the analysis.
The total quality management and the employee satisfaction scales of the employee of urban
transportation has been applied and in the light of the obtained data, the results have been
evaluated and it has been determined that there is a significant relation between total quality
management and employee satisfaction.
Key Words: Leader, Process Management, Full Participate, Customer Satisfaction
1. Giriş
İstanbul 15 milyona yakın nüfusu, tarihi dokusu, turizm ve ticaret
potansiyeliyle dünyanın sayılı metropolleri arasında yer almaktadır. Son yıllarda
kırsal kesimlerden şehre göç oranının artması, şehrin genişlemesi, vb nedenler
mevcut şehir içi ulaşım ağlarının yetersiz kalmasına yol açmıştır. Bu nedenle şehir içi
ulaşım konusunda yapılan ulaşım yatırımlarıyla metro, hafif raylı sistem, deniz
yolunun daha aktif kullanılması, metrobüs, mevcut otobüs seferlerinin sayılarının
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
140
artırılması, yeni otobüs hatların açılması gibi çözümler geliştirilmiştir. Metro yapım
maliyetlerinin yüksek olması nedeniyle her yerde metro bulunmaması ve ilçelerin
denize yakın olmaması gibi nedenler dolayısıyla her gün 4 milyona yakın kişi otobüs
kullanmaktadır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi şehirde yaşayanların daha hızlı ve rahat
ulaşım sağlayabilmeleri için kaynaklarını etkin kullanarak toplu ulaşımda yaşanan
sorunlara etkili ve kalıcı çözümler üretmelidir. Sorunlara kalıcı çözümler
üretilebilmesi ve başarı için; verimlilik ile etkinliğin değerlendirilme ve
değerlendirme sonuçlarına göre sürekli süreçlerinin iyileştirilmesi gerekmektedir.
Kalite ve mükemmellik anlayışının arttığı günümüzde kurumların
başarılarının sürekliliği için; hızlı gelişmeler karşısında stratejik yaklaşımla sorunlara
çözüm yolları bulunması, uzmanlaşma ve katılımcılık ilkelerinin tutarlı hale
getirilmesini gerekli kılmaktadır. Bu bağlamda yönetimin toplam kalite yönetimine
önem vermesi ve bu anlayışı yönetici ve çalışanlara benimsetmesi diğer taraftan var
olan iç kontrol sisteminin etkinliğini arttırma çabalarının devam etmesi
gerekmektedir (Türedi, 2012:27).
Çalışanların işinden duyduğu mutluluğu ifade eden çalışan memnuniyeti
kavramı, son yıllarda araştırmacıların ve uygulamacıların ilgi duyduğu konulardan
biri haline gelmiştir. Günümüzde birçok kurum, çalışanlarının memnuniyetlerini
artırmak için büyük miktarlarda bütçe ayırmaktadırlar. Bunun nedeni, memnuniyet
seviyesinin artmasının çalışanların motivasyonunu, verimliliğini ve örgüte
bağlılıklarını artıracağı düşüncesidir. Bu durum çalışanların kararlılığı, etkinliği ile
kaliteli ürün ve hizmet üretiminde temel faktördür.
Bu çalışmanın amacı liderlik, süreç yönetimi, sürekli iyileştirme, tam katılım
ve müşteri odaklılık gibi toplam kalite yönetimi ilkelerinin İstanbul’da ki toplu
ulaşım çalışanlarının memnuniyeti üzerindeki etkisini belirlemektir. Bu amaçla
hazırlanan anket formu toplu ulaşımda çalışan 120 kişiye uygulanmıştır. Bu çalışma
ile toplu ulaşım da toplam kalite yönetimi ve çalışan memnuniyeti arasındaki ilişki
kapsamlı olarak araştırılacaktır.
Çalışma beş bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde çalışmanın amacı
üzerinde durulmuş, ikinci bölümde toplam kalite yönetimi ve çalışan memnuniyeti
kavramları açıklanmıştır. Üçüncü bölümde araştırmanın yöntem ve hipotezleri
tanımlanmış, dördüncü bölümde ise toplam kalite yönetimi ve çalışan memnuniyeti
arasındaki ilişki araştırılmıştır. Sonuç bölümünde araştırma da elde edilen bulgular
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
141
değerlendirilerek, ilgili konularda yapılan çalışmaların sonuçlarıyla araştırma
sonuçları karşılaştırılmıştır.
2. Kavramsal Çerçeve
Toplam kalite yönetimi ve çalışan memnuniyeti kavramları, kavramsal
çerçevede ele alınarak değerlendirilmiştir.
2.1. Toplam Kalite Yönetimi
Kalite aslında, çok bilindik bir kelimedir. Bununla birlikte, kalite kelimesinin
anlamı ve kullanımı üzerine yapılmış birçok farklı tanımlama bulunmaktadır. Kalite”
kavramı, Latincedeki “qualitas” kelimesinden türetilmiştir. Latince’de “nasıl
oluştuğu” anlamına gelmektedir. Bu kavramı Çiçero ve Yunanlı yazarların birçoğu
“mahiyet veya nitelik” anlamlarında kullandıkları görülmektedir (Karcıoğlu vd.,
2013:20)
Kalitenin öncülerinden bazılarının kalite kavramına ilişkin görüşleri ise şu
şekildedir. Kalite, amaca uygunluk ve en düşük maliyetle ve pazara uygun şekilde
tahmin edilebilir ve güvenilir istikrar düzeyidir (Deming). Kalite, kullanıma
uygunluktur (Juran). Kalite, ihtiyaçlara uygunluktur (Crosby). Kalite, ürünün sevk
edildiği zamandan topluma ulaşıncaya kadar verilen kayıptır (Taguchi). Kalite, en
ekonomik, en kullanışlı ve tüketiciyi daima tatmin eden kaliteli ürünü geliştirmek,
tasarımını yapmak, üretmek ve satış sonrası hizmetlerini vermektir (Akyüz, 2015:24).
Kalite çevrenin özelliklerine göre bir dizi yerine getirme derecesi olarak da
tanımlanmaktadır (Grela, 2013:178).
Çalışma yaşamının kalitesi, örgüt çalışanlarının ücret, fiziksel çalışma
koşulları, örgüt kültürü, liderlik, işbirliği ortamı, iletişim, bağımsızlık, bilgi ve beceri
geliştirme, işle bütünleşme, tanınma, takdir ve planlama, sorun çözme, karar almaya
katılım gibi çok çeşitli sistem olgularına karşı oluşan davranış biçimlerini ve
düşüncelerini açıklayan bir kavramdır. Günümüzde, organizasyonel performansı
belirleyici unsurun çalışan insanlar olduğunun açıklıkla fark edilmesi çalışma yaşamı
kavramını öne çıkarmış ve bu konudaki uygulamaların önemini artırmıştır.
Çalışanların yenilik yapma ve yaratıcı olma potansiyeli organizasyonların rekabetçi
üstünlüğünün temel bir kaynağıdır. Bu kaynağın en iyi şekilde kullanabilmenin yolu
da ona yüksek kalitede bir çalışma ve yaşama ortamı sağlamaktır (Aydın vd.,
2010:44). Fan ve arkadaşları Çin'de yeni mezun hemşirelerin iş verenleri üzerinde
yaptığı araştırmada iş verenlerin hemşireleri işe alırken çalışanın bilgi düzeyi, ahlaki
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
142
ve mesleki değerleri temel hemşirelik yeterliliğine ve sağlık durumuna odaklandığı
sonucuna ulaşmıştır (Fan vd., 2014:120).
Toplam Kalite Yönetimi 1961 yılında ilk defa Feigenbaum tarafından
keşfedilmiş ve isimlendirilmiştir. Kalite devriminde en etkili kişilerden biri ise
Edwards Deming olmuştur. Deming, 1980 yılında “Japonlar yapıyorsa biz neden
yapamayalım” adlı televizyon programını yapmıştır. Bu program ile firmaların ve
endüstrilerin kaliteye odaklanmalarının, hükümetlerin kalitenin ulusların ekonomik
zenginlinde ne derece önemli olduğunun farkına varmasına neden olmuştur. Kalite
yönetiminin kavramsal uygulama alanlarındaki gelişmesinde ise Crosby (1979),
Juran (1989), Ishikawa (1976) ve Feigenbaum (1991) önemli katkılarda
bulunmuşlardır. Juran kalite planlama, kontrol ve geliştirmeden oluşan üç faaliyet
grubu üzerinde durmuştur. Crosby ise kaliteyi geliştirerek maliyeti azaltmaya
yönelik çalışmalarda bulunmuştur. Ishikawa (1976, 1985) sürekli iyileştirmeyi
başarmanın yolu olan kalite çemberlerini, problem çözmek için neden etki
diyagramlarının kullanımını ve eğitimin önemini vurgulamıştır. Son olarak
Feigenbaum (1991) ise liderliğe, kaliteyi geliştirmenin önemine, tüm çalışanlarını
katılımına ve kalite maliyetlerini azaltmaya dayalı toplam kalite fikrini tanımlamıştır
(Ustasüleyman, 2011:70).
Yaygın biçimde uygulanmasına bağlı olarak “toplam kalite yönetimi en kabul
gören sürekli kalite gelişim sistemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplam kalite
yönetimi hiçbir şeyin mükemmel olmadığı, çalışanların katılımıyla her şeyin
geliştirilebileceği ve tüm çalışanların kurum içinde kaliteyi başarma yolunda eşit rol
oynadığı temeline dayanmaktadır. Bu noktadan hareketle müşteri memnuniyeti ile
kurumun tüm üyeleri ve topluma sunduğu faydalar sayesinde uzun dönemli
başarıyı amaçlamaktadır. Dolayısıyla toplam kalite yönetimi kurumun genelinde bir
süreç olarak doğru işleri yapmak, ilk başta ve her zaman doğru yapmak, yaptığını
çok iyi düşünmek ve sürekli olarak geliştirmek üzere çalışanların motive edilmesi ve
güçlendirilmesini ifade eden bir mükemmellik arayışıdır (Özyer, 2012:214).
Toplam Kalite Yönetimi kurumda önemli bir role sahiptir. Toplam kalite
yönetimi kurumlarda uygulanarak sürekli olarak performans artırılabilir. Böylece,
kuruluşların önemli ölçüde hizmet ve ürün kalitesi açısından kendi iç ve dış
müşterilerinin ihtiyaçlarını karşılaması mümkün olacak, verimli ve karlı bir iş
geliştirebilecektir (Madar, 2015:125). Toplam kalite yönetiminin bir kurumda başarılı
olabilmesi için liderlik, süreç yönetimi, sürekli iyileştirme, tam katılım ve müşteri
odaklılık süreçlerini içermesi gerekmektedir. Bu süreçler birbirini tamamladıkları
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
143
için herhangi birinin eksik olması durumunda başarısızlık yaşanması kuvvetli bir
ihtimaldir. Toplam kalite yönetiminde bu süreçlerin eksiksiz olarak uygulanması
büyük önem arz etmektedir.
2.2. Çalışan Memnuniyeti
İnsan psiko-sosyal bir canlı olarak hem fizyolojik somut hem de soyut gözle
görünmeyen ama son derece önem taşıyan manevi ihtiyaçlara sahiptir. Bu
ihtiyaçların giderilmesi, çalışanlara sunulan imkanlar, kişinin ihtiyaçlarının
giderilmesini sağladığı gibi performansında da etkili olur. Örneğin, kişinin işinden
sağladığı ücret satın alma ihtiyaçlarını giderir. Kişinin çalışması sonucu sağladığı iş
motivasyonu ise iş tatminine ve işinden mutlu olmasına neden olur (Yüksekbilgili ve
Akduman, 2015:90).
Çalışan memnuniyeti, çalışanların iş ve iş çevresinde nasıl mutlu çalışanlar
yaratılabilirliğinin bir ölçüsü olarak tanımlanmaktadır. Aynı zamanda çalışan
memnuniyeti, bir çalışanın mutlu olup olmama durumunu ve bir çalışanın işteki
ihtiyaçlarıyla arzularının çelişmesi ya da uyum içerisinde olma durumunu ifade
etmektedir. Çalışan memnuniyeti bir kişinin işi ya da iş deneyimlerini
değerlendirmesi sonucu zevkli veya pozitif duygusal durumu olarak da tanımlanır
(Reynolds vd., 2015:27). Çalışan memnuniyeti örgüte ve çalışanlara birtakım faydalar
sağlamaktadır. Çalışan memnuniyeti örgütsel etkinliği artırdığından dolayı etkin
örgütler, kurumlarında çalışan memnuniyetini teşvik etmektedirler. Çalışanların
meslektaşlarıyla yarattıkları iyi ilişki, yüksek üret, iyi çalışma koşulları, eğitim ve
kariyer fırsatları gibi faktörler çalışan memnuniyeti üzerinde olumlu bir etki
yaratmaktadır. Artan memnuniyet sayesinde çalışanlar örgüte daha bağlı, verimli ve
motivasyonu daha yüksek birer çalışan haline dönüşmektedirler (Korkmaz, 2014:546)
Çalışanların memnuniyetinde bireysel ihtiyaçlar en önemli noktayı
oluşturmaktadır. Bununla beraber iş seçimi, işin kendisi, yeri, türü, gerektirdiği bilgi
düzeyi, amacı, fiziki şartlar, ücret, çalışanlar arası ilişkiler, güvenlik vb. etkenler de
memnuniyeti etkileyen önemli değişkenler olarak sayılmaktadır. İşletme yönetiminin
çalışanlarının memnuniyetini sağlamak için sadece ekonomik ihtiyaçlarını
karşılamasının yeterli olmadığı, aynı zamanda sosyal ihtiyaçlarını da karşılaması
gerektiği anlaşılmaktadır (Çelik, 2010:405).
Literatür taramasında çalışan memnuniyeti ile çalışan bağlılığı, motivasyon,
örgütsel vatandaşlık davranışı, birey takım ve kurum performansı müşteri
memnuniyeti ve hizmet kalitesi arasında olumlu bir neden sonuç ilişkisi olduğunu
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
144
ortaya koyarken, verimsizlik, tükenmişlik, işe devamsızlık ve işten ayrılma eğilimleri
ile de olumsuz bir neden sonuç ilişkisi olduğunu göstermektedir (Zaim ve Koçak,
2010:2986).
3. Araştırma Yöntemi
Çalışmanın bu bölümünde, toplam kalite yönetiminin çalışan memnuniyetine
etkisine ilişkin anketin İstanbul Elektrikli Tramvay ve Tünel İşletmeleri (İETT)
çalışanlarına(şoförler) uygulanması sonucunda elde edilen veriler çeşitli istatistiki
yöntemler aracılığıyla açıklanmaktadır. Bu araştırmada, İETT çalışanlarının toplam
kalite yönetimine ilişkin görüşlerinin tespit edilmesi; toplam kalite yönetiminin,
çalışan memnuniyetine etkisinin belirlenmesi amaçlanmaktadır.
3.1. Veri Toplama Araçları
Bu çalışmada yüz yüze anket yöntemi kullanılarak veriler toplanmıştır. Anket
formunun ilk kısmında, katılımcıların demografik özelliklerini belirlemeye yönelik 5
adet soru sorulmuştur. İkinci ve üçüncü kısımlarda ise, toplam kalite yönetimi ve
çalışan memnuniyetini ölçmeye yönelik toplam 35 adet ifade yer almaktadır. Ankete
katılanlardan, sorulan her bir ifadeye kendi durumlarına uygun cevap vermeleri
istenmiştir.
Toplam kalite yönetimini ölçmek amacıyla Aydın tarafından 2014 yılında
geliştirilen toplam kalite yönetimi ölçeği kullanılmıştır. Ölçek liderlik, süreç
yönetimi, sürekli iyileştirme, tam katılım ve müşteri odaklılık olmak üzere beş alt
boyuttan oluşmaktadır. Bu ölçekte toplam 15 adet soru bulunmaktadır.
Çalışan memnuniyetini ölçmek amacıyla Erken tarafından 2013 yılında
geliştirilen çalışan memnuniyeti ölçeği kullanılmıştır. Ölçek kurum-yönetici, iş
yönetimi ve ortam-ücret olmak üzere üç alt boyuttan oluşmaktadır. Bu ölçekte
toplam 20 adet soru bulunmaktadır.
3.2. Araştırmanın Evreni ve Örneklemi
Araştırmanın evrenini, İETT’de çalışan şoförler (2000 kişi) oluşturmaktadır.
Araştırmanın örnekleminde olasılığa dayanmayan örnekleme yöntemlerinden
kolayda örnekleme kullanılmıştır (Altunışık vd, 2012:139-141).
3.3. Araştırmanın Modeli
Araştırmanın modeli şekil 1’de gösterildiği gibidir. Araştırma modelinde
öncelikle toplam kalite yönetiminin unsurlarına yer verilmektedir. Daha sonra
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
145
çalışan memnuniyetinin unsurlarına yer verilerek, toplam kalite yönetimi ile çalışan
memnuniyeti arasındaki ilişki saptanmaya çalışılmaktadır.
Şekil 1. Araştırma Modeli
Şekil 1’de yer alan araştırma modelinin toplam kalite yönetiminin alt boyutları
liderlik, süreç yönetimi, sürekli iyileştirme, tam katılım ve müşteri odaklılıkla çalışan
memnuniyetinin alt boyutları olan kurum-yönetici, iş memnuniyeti ve ortam-ücret
arasındaki ilişkiyi incelediği görülmektedir.
4. Bulgular
Bu çalışmada 125 kişi ile görüşülmüştür. Anketler incelendikten sonra hatalı
olanlar elenmiş ve toplam 120 anket analize tabi tutulmuştur. Verilerin analizinde,
frekans, ortalama, mod ve standart sapma gibi tanımlayıcı istatistiklerden
yararlanılmıştır. Araştırmanın hipotezlerini test ederken, verilerin normal dağılıma
uygun olup olmadığı belirlenmiş ve modelin boyutları arasındaki ilişkiler
incelenmiştir.
Likert Tipi ölçeğe göre hazırlanan soruların güvenilirliği Cronbach Alpha
güvenirlik katsayısı ile ölçülmüştür.Toplam kalite yönetimi sorularına ilişkin
güvenilirlik analizi sonucunda Cronbach’s Alpha değeri liderlik alt boyutu için ,936,
süreç yönetimi alt boyutu için ,931,sürekli iyileştirme alt boyutu için ,890, tam katılım
alt boyutu için ,905, müşteri odaklılık alt boyutu için ,879, olarak bulunmuştur.
Toplam kalite yönetiminin toplam Cronbach’s Alpha değeri ise ,970 olarak
bulunmuştur. Çalışan memnuniyeti sorularına ilişkin güvenilirlik analizi sonucunda
Cronbach’s Alpha değeri kurum-yönetici alt boyutu için ,962, iş memnuniyeti alt
boyutu için ,802, ortam-ücret alt boyutu için ,838, olarak bulunmuştur. Çalışan
memnuniyetinin toplam Cronbach’s Alpha değeri ise ,941 olarak bulunmuştur.
Toplam kalite yönetimi ve çalışan memnuniyeti ölçeklerinin genel Cronbach’s Alpha
değeri ise ,971 olarak bulunmuştur. Bu değerin 0,80 ≤ α < 1,00 değerleri arasında
olmasından dolayı ölçek yüksek derecede güvenilirdir denilebilir (Kalaycı, 2010:405).
TOPLAM KALİTE
YÖNETİMİ
- Liderlik
- Süreç Yönetimi
- Sürekli İyileştirme
- Tam Katılım
- Müşteri Odaklılık
ÇALIŞAN
MEMNUNİYETİ
- Kurum - Yönetici
- İş Memnuniyeti
- Ortam - Ücret
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
146
Çalışmada, İETT çalışanlarının demografik özelliklerine ilişkin medeni
durum, yaş, eğitim durumu, çalışma süresi ve gelir durumuna ilişkin sorular
sorulmuştur. Bu sorulara verilen cevaplar ışığında örneklem grubuna ait demografik
bilgiler Tablo 1’de gösterilmiştir.
Tablo 1. Örneklem Grubuna İlişkin Demografik Bilgiler
Medeni Durum
Frekans
% Frekans
Mod
Bekar 13 10,8
1 Evli 107 89,2
Yaş
3
25-30 16 13,3
31-35 40 33,3
36-40 30 25,0
41-45 17 14,2
46 ve Üstü 17 14,2
Eğitim Durumu
2
İlköğretim 23 19,2
Lise 92 76,7
Ön Lisans 5 4,2
Çalışma Süresi
Frekans
% Frekans
1-5 Yıl 45 37,5
1 6-10 Yıl 30 25,0
11-15 Yıl 27 22,5
16-20 Yıl 18 15,0
Gelir
2
2001-3000 TL
83 69,2
3001-4000 TL
31 25,8
4001TL ve 6 5,0
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
147
Üzeri
Tablo 1 incelendiğinde araştırmaya katılanların büyük bir kısmının medeni
durumlarının evli (107 kişi), 31-35 yaş aralığında (40 kişi), eğitim durumunun lise (92
kişi), çalışma süresinin 1-5 yıl aralığında (45 kişi) ve gelir durumunun 2001-3000 TL
aralığında (83 kişi) olduğu görülmektedir. Araştırmada kullanılan değişkenlere
ilişkin puan ortalaması sonuçları tablo 2’de gösterilmiştir.
Tablo 2. Değişkenlere İlişkin Puan Ortalamaları
Değişkenler N Ort. St. Hata
Liderlik 120
2,32 1,197
Süreç Yönetimi 120
2,43 1,151
Sürekli İyileştirme
120
2,41 1,224
Tam Katılım 120
2,37 1,266
Müşteri Odaklılık 120
2,50 1,221
Toplam Kalite Yönetimi
120
2,40 1,095
Kurum-Yönetici 120
2,22 1,145
İş Memnuniyeti 120
2,99 1,037
Ortam-Ücret 120
2,65 ,909
Çalışan Memnuniyeti
120
2,55 ,899
Genel Ortalama 120
2,49 ,928
Tablo 2’de değişkenlere ilişkin ortalama puanlara yer verilmiştir. Toplam
kalite yönetiminin puan ortalamasının 2,40 çalışan memnuniyeti puan ortalamasının
ise 2,55 olduğu görülmektedir. Toplam kalite yönetiminin alt boyutlarına ilişkin
puan ortalamaları incelendiğinde liderliğin puan ortalamasının 2,32 ile en düşük,
müşteri odaklılık ise 2,50 ile en yüksek puan ortalamasına sahiptir. Çalışan
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
148
memnuniyetinin alt boyutlarına ilişkin puan ortalamaları incelendiğinde kurum-
yönetici alt boyutunun puan ortalamasının 2,22 ile en düşük, iş memnuniyeti ise 2,99
ile en yüksek puan ortalamasına sahiptir. Ölçekteki soruların genel puan ortalaması
ise 2,49’dur.
Ölçeklerle ilgili daha önce faktör analizi yapıldığı için yeniden faktör analizi
yapılmayarak ölçeğin orijinalinde yer alan süreç yönetimi, sürekli iyileştirme, tam
katılım ve müşteri odaklılık, kurum-yönetici, iş memnuniyeti ve ortam-ücret
değişkenlerinin normal dağılıma uygun olup olmadığının belirlenmesi amacıyla
Kolmogorov Smirnov testi yapılmıştır. Kolmogorov Smirnov testi sonuçlarında
verilerin normal dağılıma uygun olmadığı (p=,005 >,00)belirlenmiştir. Değişkenlere
ilişkin normal dağılım testi sonuçları tablo 3’te gösterilmiştir.
Tablo 3. Değişkenlere İlişkin Normal Dağılım Testi Sonuçları
Değişkenler N St. Hata
p
Liderlik 120 1,197 ,000
Süreç Yönetimi
120 1,151 ,035
Sürekli İyileştirme
120 1,224 ,000
Tam Katılım 120 1,266 ,003
Müşteri Odaklılık
120 1,221 ,001
Kurum-Yönetici
120 1,145 ,001
İş Memnuniyeti
120 1,037 ,047
Ortam-Ücret 120 ,909 ,209
Tablo 3 incelendiğinde değişkenlerin büyük bir bölümünün,005 < p olduğu
görülmektedir. P değerinin ,05’ten küçük olması nedeniyle veriler normal dağılım
göstermemektedir. Bu nedenle değişkenlerin karşılaştırılabilmesi için (2 grup olması
durumunda) parametrik olmayan testlerden Mann-Whitney U Testi ve (3 ve daha
fazla grup olması durumunda) Kruskal-Wallis H testi uygulanmıştır. Ayrıca boyutlar
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
149
arasındaki ilişkileri ölçmek için de spearmen korelasyon analizi yapılmıştır.
Araştırmanın hipotezleri aşağıdaki gibidir:
H1: İstanbul’da toplu ulaşımda çalışanlarında demografik ile toplam kalite
yönetimi ve çalışan memnuniyeti arasında anlamlı bir fark vardır.
H1a: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında medeni durum değişkeni ile
müşteri odaklılık arasında anlamlı bir fark vardır.
H1b: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında medeni durum değişkeni ile
kurum-yönetici değişkeni arasında anlamlı bir fark vardır.
H1c: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında medeni durum değişkeni ile
ortam-ücret değişkeni arasında anlamlı bir fark vardır.
H1d: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında gelir durumu değişkeni ile
liderlik değişkeni arasında anlamlı bir fark vardır.
H1e: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında gelir durumu değişkeni ile tam
katılım değişkeni arasında anlamlı bir fark vardır.
H2: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında toplam kalite yönetimi ile çalışan
memnuniyeti arasında anlamlı bir ilişki vardır.
H2a: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında toplam kalite yönetiminin
unsurlarından liderlik ile süreç yönetimi, sürekli iyileştirme, tam katılım, müşteri
odaklılık, kurum-yönetici, iş memnuniyeti ve ortam-ücret algıları arasında anlamlı
bir ilişki vardır.
H2b: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında toplam kalite yönetiminin
unsurlarından süreç yönetimi ile sürekli iyileştirme, tam katılım, müşteri odaklılık,
kurum-yönetici, iş memnuniyeti ve ortam-ücret arasında anlamlı bir ilişki vardır.
H2c: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında toplam kalite yönetiminin
unsurlarından sürekli iyileştirme ile tam katılım müşteri odaklılık, kurum-yönetici, iş
memnuniyeti ve ortam-ücret arasında anlamlı bir ilişki vardır.
H2d: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında toplam kalite yönetiminin
unsurlarından tam katılım ile müşteri odaklılık, kurum-yönetici, iş memnuniyeti ve
ortam-ücret arasında anlamlı bir ilişki vardır.
H2e: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında toplam kalite yönetiminin
unsurlarından müşteri odaklılık ile kurum-yönetici, iş memnuniyeti ve ortam-ücret
arasında anlamlı bir ilişki vardır.
H2f: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında çalışan memnuniyetinin
unsurlarından kurum-yönetici ile iş memnuniyeti, ortam-ücret arasında anlamlı bir
ilişki vardır.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
150
H2g: İstanbul’da toplu ulaşım çalışanlarında çalışan memnuniyetinin
unsurlarından iş memnuniyeti ile ortam-ücret arasında anlamlı bir ilişki vardır.
Araştırmada demografik faktörlerle değişkenler arasında anlamlı farklılık (p=
<,05) tespit edilenlere yer verilmiştir. Medeni durum değişkenine ilişkin Mann
Whitney U testi sonuçları tablo 4’te gösterilmiştir.
Tablo 4. Medeni Durum ile Müşteri Odaklılık, Kurum-Yönetici, Ortam-Ücret
Değişkenlerine İlişkin Mann Whitney U Testi Sonuçları
Medeni Durum
N Sıra
Değer Ort.
Z P
Müşteri Odaklılık
Evli 107
63,31
-2,558 ,011
Bekar 13
37,38
Kurum-Yönetici
Evli 107
63,20
-2,449 ,014
Bekar 13
38,27
Ortam-Ücret
Evli 107
63,79
-2,978 ,003
Bekar 13
33,42
Tablo 4’de yer alan Mann Whitney U testi sonucuna göre (0.05 anlamlılık
seviyesinde) medeni durum değişkeni ile müşteri odaklılık (p=,011<,05) değişkeni
arasında anlamlı bir farklılık olduğu tespit edilmiştir. Müşteri odaklılık değişkeninin
sıra değer ortalaması, evlilerin bekarlara göre daha yüksek olduğu görülmektedir.
Medeni durum değişkeni ile kurum-yönetici (p=,014<,05) değişkeni arasında anlamlı
bir farklılık olduğu tespit edilmiştir. Kurum-yönetici değişkeninin sıra değer
ortalaması, evlilerin bekarlara göre daha yüksek olduğu görülmektedir. Medeni
durum değişkeni ile ortam-ücreti (p=,003<,05) değişkeni arasında anlamlı bir
farklılık olduğu tespit edilmiştir. Ortam-ücret değişkeninin sıra değer ortalaması,
evlilerin bekarlara göre daha yüksek olduğu görülmektedir.
Medeni durum değişkeniyle, liderlik (p=,336>,05), süreç yönetimi
(p=,420>,05), sürekli iyileştirme (p=,871>,05), tam katılım (p=,507>,05), ve iş
memnuniyeti(p=,058>,05)değişkenleri arasında yapılan Mann Whitney U testi’nde
anlamlı bir farklılık bulunamamıştır. Yaş değişkeniyle, liderlik (p=,143>,05), süreç
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
151
yönetimi (p=,255>,05), sürekli iyileştirme (p=,220>,05), tam katılım (p=,060>,05),
müşteri odaklılık (p=,458>,05), kurum-yönetici (p=,208>,05), iş memnuniyeti
(p=,054>,05) ve ortam-ücret (p=,208>,05) değişkenleri arasında yapılan Kruskal-
Wallis H Testi’nde anlamlı bir farklılık bulunamamıştır. Eğitim durumu
değişkeniyle, liderlik (p=,555>,05), süreç yönetimi (p=,491>,05), sürekli iyileştirme
(p=,171>,05), tam katılım (p=,074>,05), müşteri odaklılık (p=,405>,05), kurum-
yönetici (p=,070>,05), iş memnuniyeti (p=,962>,05) ve ortam-ücret (p=,552>,05)
değişkenleri arasında yapılan Kruskal-Wallis H Testi’nde anlamlı bir farklılık
bulunamamıştır.Çalışma süresi değişkeniyle, liderlik (p=,139>,05), süreç yönetimi
(p=,728>,05), sürekli iyileştirme (p=,892>,05), tam katılım (p=,342>,05), müşteri
odaklılık (p=,434>,05), kurum-yönetici (p=,261>,05), iş memnuniyeti (p=,581>,05) ve
ortam-ücret (p=,553>,05) değişkenleri arasında yapılan Kruskal-Wallis H Testi’nde
anlamlı bir farklılık bulunamamıştır. Gelir durum değişkenine ilişkin Kruskal-Wallis
H testi sonuçları tablo 5’de gösterilmiştir.
Tablo 5. Gelir Durumu ile Liderlik ve Tam Katılım Değişkenlerine İlişkin Kruskal
Wallis Testi Sonuçları
Gelir
Durumu (TL)
N
Sıra Değer Ortalama
χ2 P
Liderlik
2001-3000 83 59,10
9,027
,011
3001-4000 31 70,92
4001 TL ve Üzeri
6 26,00
Tam Katılım
2001-3000 83 58,75
9,971
,007
3001-4000 31 71,97
4001 TL ve Üzeri
6 25,42
Tablo 5’de yer alan Kruskal-Wallis H testi sonucuna göre (0.05 anlamlılık
seviyesinde) gelir durumu değişkeni ile liderlik, (p=,011<,05) değişkeni arasında
anlamlı bir farklılık olduğu tespit edilmiştir. Liderlik değişkeninde 3001-4000 TL
aralığında gelir durumuna sahip katılımcıların, diğer gruplarda yer alan katılımcılara
göre daha yüksek olduğu görülmektedir. Gelir durumu değişkeni ile tam katılım,
(p=,007<,05) değişkeni arasında anlamlı bir farklılık olduğu tespit edilmiştir. Tam
katılım değişkeninde 3001-4000 TL aralığında gelir durumuna sahip katılımcıların,
diğer gruplarda yer alan katılımcılara göre daha yüksek olduğu görülmektedir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
152
Gelir durumu değişkeniyle, süreç yönetimi (p=,059>,05), sürekli iyileştirme
(p=,126>,05), müşteri odaklılık (p=,892>,05), kurum-yönetici (p=,083>,05), iş
memnuniyeti (p=,505>,05) ve ortam-ücret (p=,787>,05) değişkenleri arasında yapılan
Kruskal-Wallis H Testi’nde anlamlı bir farklılık bulunamamıştır. Yapılan Kruskal-
Wallis H Testi’nde anlamlı farklılık gösteren liderlik ve tam katılım
değişkenlerindeki farklılığın hangi gelir durumu gruplarından kaynaklandığının
belirlenmesine ilişkin yapılan Mann Whitney U testi sonuçları tablo 6’da
gösterilmiştir.
Tablo 6. Gelir Durum ile Liderlik ve Tam Katılım Değişkenlerine İlişkin Mann
Whitney U Testi Sonuçları
Medeni Durum
N Sıra Değer Ort.
Z P
Liderlik
2001-3000 83
46,71 -
2,360 ,0
18 3001-4000 6 21,33
Liderlik
3001-4000 31
21,10
-2,714
,007 4001 TL ve
Üzeri 6 8,17
Tam Katılım
2001-3000 83
46,66 -
2,299 ,0
21 3001-4000 6 22,08
3001-4000 31
21,35
-3,048
,002 4001 TL ve
Üzeri 6 6,83
Tablo 6’da yer alan Mann Whitney U testi sonucuna göre (0.05 anlamlılık
seviyesinde) gelir durumu ile liderlik değişkenleri arasındaki fark,2001-3000 TL ile
3001-4000 TL (p=,018<,05) ve 3001-4000 TL ile 4001 TL ve üzeri (p=,007<,05)
arasındadır ve katılım düzeyi noktasında bir farklılık vardır. Farklılık 3001-4000 TL
aralığında gelir durumuna sahip katılımcılardan kaynaklanmaktadır. Gelir durumu
ile tam katılım değişkenleri arasındaki fark,2001-3000 TL ile 3001-4000 TL
(p=,021<,05) ve 3001-4000 TL ile 4001 TL ve üzeri (p=,002<,05) arasındadır ve katılım
düzeyi noktasında bir farklılık vardır. Farklılık 3001-4000 TL aralığında gelir
durumuna sahip katılımcılardan kaynaklanmaktadır. Liderlik, süreç yönetimi,
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
153
sürekli iyileştirme, tam katılım, müşteri odaklılık, kurum-yönetici, iş memnuniyeti ve
ortam-ücret değişkenleri arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla verilerin normal
dağılım göstermemesi nedeniyle Spearman korelasyon analizi yapılmıştır. Yapılan
Spearman korelasyon analizi sonuçları Tablo 7'de verilmiştir.
Tablo 7. Değişkenlere İlişkin Spearmen Korelasyon Analizi Sonuçları
Boyutlar Boyut N r p
Liderlik Süreç
Yönetimi 1
20 ,802 ,000
Liderlik Sürekli
İyileş. 1
20 ,810 ,000
Liderlik Tam
Katılım 1
20 ,799 ,000
Liderlik Müşteri
Odak. 1
20 ,605 ,000
Liderlik Kurum-
Yönetici 1
20 ,702 ,000
Liderlik İş
Memnuniyeti 1
20 ,398 ,000
Liderlik Ortam-
Ücret 1
20 ,364 ,000
Süreç Yönetimi
Sürekli İyileş.
120
,882 ,000
Süreç Yönetimi
Tam Katılım
120
,893 ,000
Süreç Yönetimi
Müşteri Odak.
120
,526 ,000
Süreç Yönetimi
Kurum-Yönetici
120
,715 ,000
Süreç Yönetimi
İş Memnuniyeti
120
,435 ,000
Süreç Yönetimi
Ortam-Ücret
120
,398 ,000
Sürekli Tam 1 ,863 ,000
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
154
İyileş. Katılım 20
Sürekli İyileş.
Müşteri Odak.
120
,610 ,000
Sürekli İyileş.
Kurum-Yönetici
120
,650 ,000
Sürekli İyileş.
İş Memnuniyeti
120
,404 ,000
Sürekli İyileş.
Ortam-Ücret
120
,397 ,000
Tam Katılım
Müşteri Odak.
120
,503 ,000
Tam Katılım
Kurum-Yönetici
120
,741 ,000
Tam Katılım
İş Memnuniyeti
120
,309 ,000
Tam Katılım
Ortam-Ücret
120
,368 ,000
Müşteri Odak.
Kurum-Yönetici
120
,652 ,000
Müşteri Odak.
İş Memnuniyeti
120
,511 ,000
Müşteri Odak.
Ortam-Ücret
120
,528 ,000
Kurum-Yönetici
İş Memnuniyeti
120
,391 ,000
Kurum-Yönetici
Ortam-Ücret
120
,475 ,000
İş Memnuniyeti
Ortam-Ücret
120
,767 ,000
Liderlik ile süreç yönetimi, sürekli iyileştirme, tam katılım, müşteri odaklılık,
kurum-yönetici, iş memnuniyeti, ortam-ücret değişkenleri arasındaki ilişkiyi
belirlemek üzere yapılan spearmen korelasyon analizi sonucunda, liderlik ile sürekli
iyileştirme değişkeni arasında % 80,2 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05)
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
155
yüksek bir ilişki, süreç yönetimi değişkeniyle arasında % 81 düzeyinde pozitif yönde
anlamlı (p=,000< ,05) yüksek bir ilişki, tam katılım değişkeniyle arasında % 79,9
düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) yüksek bir ilişki, müşteri odaklılık
değişkeniyle arasında % 60,5 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) orta bir
ilişki, kurum-yönetici değişkeniyle arasında % 70,2 düzeyinde pozitif yönde anlamlı
(p=,000< ,05) yüksek bir ilişki, iş memnuniyeti değişkeniyle arasında % 39,8
düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) zayıf bir ilişki, ortam-ücret
değişkeniyle arasında % 36,4 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) zayıf bir
ilişki bulunmuştur. Buna göre liderlik değişkeninin puanı arttıkça süreç yönetimi,
sürekli iyileştirme, tam katılım, müşteri odaklılık, kurum-yönetici, iş memnuniyeti,
ortam-ücret değişkelerinin de puanı artmaktadır.
Süreç yönetimi ile sürekli iyileştirme, tam katılım, müşteri odaklılık, kurum-
yönetici, iş memnuniyeti, ortam-ücret değişkenleri arasındaki ilişkiyi belirlemek
üzere yapılan spearmen korelasyon analizi sonucunda, süreç yönetimi ile sürekli
iyileştirme değişkeni arasında % 88,2 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05)
yüksek bir ilişki, tam katılım değişkeniyle arasında % 89,3 düzeyinde pozitif yönde
anlamlı (p=,000< ,05) yüksek bir ilişki, müşteri odaklılık değişkeniyle arasında % 52,6
düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) orta bir ilişki, kurum-yönetici
değişkeniyle arasında % 71,5 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) yüksek
bir ilişki, iş memnuniyeti değişkeniyle arasında % 43,5 düzeyinde pozitif yönde
anlamlı (p=,000< ,05) zayıf bir ilişki, ortam-ücret değişkeniyle arasında % 39,8
düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) zayıf bir ilişki bulunmuştur. Buna
göre süreç yönetimi değişkeninin puanı arttıkça sürekli iyileştirme, tam katılım,
müşteri odaklılık, kurum-yönetici, iş memnuniyeti, ortam-ücret değişkelerinin de
puanı artmaktadır.
Sürekli iyileştirme ile tam katılım, müşteri odaklılık, kurum-yönetici, iş
memnuniyeti, ortam-ücret değişkenleri arasındaki ilişkiyi belirlemek üzere yapılan
spearmen korelasyon analizi sonucunda, sürekli iyileştirme ile tam katılım değişkeni
arasında % 86,3 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) yüksek bir ilişki,
müşteri odaklılık değişkeniyle arasında % 61 düzeyinde pozitif yönde anlamlı
(p=,000< ,05) orta bir ilişki, kurum-yönetici değişkeniyle arasında % 65 düzeyinde
pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) orta bir ilişki, iş memnuniyeti değişkeniyle
arasında % 40,4 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) zayıf bir ilişki, ortam-
ücret değişkeniyle arasında % 39,7 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05)
zayıf bir ilişki bulunmuştur. Buna göre sürekli iyileştirme değişkeninin puanı
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
156
arttıkça tam katılım, müşteri odaklılık, kurum-yönetici, iş memnuniyeti, ortam-ücret
değişkelerinin de puanı artmaktadır.
Tam katılım ile müşteri odaklılık, kurum-yönetici, iş memnuniyeti, ortam-
ücret değişkenleri arasındaki ilişkiyi belirlemek üzere yapılan spearmen korelasyon
analizi sonucunda, tam katılım ile müşteri odaklılık değişkeni arasında % 50,3
düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) orta bir ilişki, kurum-yönetici
değişkeniyle arasında % 74,1 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) yüksek
bir ilişki, iş memnuniyeti değişkeniyle arasında % 30,9 düzeyinde pozitif yönde
anlamlı (p=,000< ,05) zayıf bir ilişki, ortam-ücret değişkeniyle arasında % 36,8
düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) zayıf bir ilişki bulunmuştur. Buna
göre tam katılım değişkeninin puanı arttıkça müşteri odaklılık, kurum-yönetici, iş
memnuniyeti, ortam-ücret değişkelerinin de puanı artmaktadır.
Müşteri odaklılık ile kurum-yönetici, iş memnuniyeti, ortam-ücret
değişkenleri arasındaki ilişkiyi belirlemek üzere yapılan spearmen korelasyon analizi
sonucunda, müşteri odaklılık ile kurum-yönetici değişkeni arasında % 65,2
düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) orta bir ilişki, iş memnuniyeti
değişkeniyle arasında % 51,1 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) orta bir
ilişki, ortam-ücret değişkeniyle arasında % 52,8 düzeyinde pozitif yönde anlamlı
(p=,000< ,05) orta bir ilişki bulunmuştur. Buna göre müşteri odaklılık değişkeninin
puanı arttıkça kurum-yönetici, iş memnuniyeti, ortam-ücret değişkelerinin de puanı
artmaktadır.
Kurum-yönetici ile iş memnuniyeti, ortam-ücret değişkenleri arasındaki
ilişkiyi belirlemek üzere yapılan spearmen korelasyon analizi sonucunda, kurum-
yönetici ile iş memnuniyeti değişkeni arasında % 39,1 düzeyinde pozitif yönde
anlamlı (p=,000< ,05) zayıf bir ilişki, ortam-ücret değişkeniyle arasında % 47,5
düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000< ,05) zayıf bir ilişki bulunmuştur. Buna
göre kurum-yönetici değişkeninin puanı arttıkça iş memnuniyeti, ortam-ücret
değişkelerinin de puanı artmaktadır.
İş memnuniyeti ile ortam-ücret değişkenleri arasındaki ilişkiyi belirlemek
üzere yapılan spearmen korelasyon analizi sonucunda, kurum-yönetici ile iş
memnuniyeti değişkeni arasında % 76,7 düzeyinde pozitif yönde anlamlı (p=,000<
,05) yüksek bir ilişki bulunmuştur. Buna göre iş memnuniyeti değişkeninin puanı
arttıkça ortam-ücret değişkeninin de puanı artmaktadır.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
157
5. Sonuç ve Tartışma
Bu çalışma İETT çalışanlarında, toplam kalite yönetiminin çalışan
memnuniyetine etkisinin incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Demografik etkenlerinin
toplam kalite yönetimi ve çalışan memnuniyetine etkisiyle, toplam kalite yönetimi ve
çalışan memnuniyetinin alt boyutları arasındaki ilişki incelenmiştir.
Toplam kalite yönetiminin alt boyutlarından liderliğin puan ortalamasının
2,32, çalışan memnuniyetinin alt boyutlarından kurum-yönetici alt boyutunun puan
ortalamasının 2,22 ile en düşük oldukları görülmektedir. Çalışanların liderler ve
kurum-yönetici değişkenlerine ilişkin memnuniyet oranlarının düşük olduğu
görülmektedir. Bu değişkenlerin memnuniyet oranlarının artırılması için çalışmalar
yapılması gerekmektedir. Tso ve arkadaşları yapmış oldukları çalışmada (2015)
çalışan memnuniyeti mevcut sorunları çözmeye yardımcı olur ve daha fazla
sürdürülebilir kalkınmaya çalışanları teşvik etmesine ek olarak, uyumlu bir çalışma
ilişkisi oluşturmaya da teşvik eder (Tso vd, 2015:580-581)
Medeni durum değişkeninin müşteri odaklılık (p=,011<,05), kurum-yönetici
(p=,014<,05) ve ortam-ücret (p=,003<,05) değişkenlerinde farklılık gösterdiği
bulunmuştur. Gelir durumu değişkeninin de liderlik (p=,011<,05) ve tam katılım
(p=,007<,05) değişkenlerinde farklılık gösterdiği bulunmuştur. Alpern ve
arkadaşları yapmış oldukları çalışmada (2013) düşük gelir seviyesine sahip Etiyopya
da yeterli liderlik desteği, çalışan memnuniyetini azaltmakta ve aşırı iş gücü
eksikliğini artırmaktadır (Alpern vd, 2013:1).Constantini ve Zanin yapmış oldukları
çalışmada (2011)toplam kalite yönetimini uygulayan kurumlarda, uygulamayan
kurumlara göre finansal olmayan performans ölçütlerine daha fazla önem verildiği
sonucuna ulaşmıştır (Constani ve Zanin, 2015:84). Akgün ve arkadaşları yapmış
oldukları çalışmada (2014) finansal performans artışıyla toplam kalite yönetimi
arasında doğrudan bir ilişkinin olmadığını dolaylı bir ilişki olduğu sonucuna
ulaşmıştır (Akgün vd, 2014:896).
Toplam kalite yönetiminin alt boyutları liderlik, süreç yönetimi, sürekli
iyileştirme, tam katılım ve müşteri odaklılıkla, çalışan memnuniyetinin alt boyutları
kurum-yönetici, iş memnuniyeti ve ortam-ücret arasında pozitif anlamlı bir ilişki
bulunmuştur. Maletic ve arkadaşları yapmış oldukları çalışmada (2014) güçlü bir
temel kalite yönetim yönelimi temel performans geliştiriminde etkili bir yol olduğu
sonucuna ulaşmıştır (Maletic vd, 2014:1744). Vanichchinchai ve Igel yapmış oldukları
çalışmada (2011) toplam kalite yönetimi uygulamaları doğrudan firmanın tedarik
performansını artırdığı sonucuna ulaşmıştır (Vanichchinchai ve Igel, 2011:3416).
Toplam kalite yönetiminin alt boyutlarında yer alan değişkenlerde ki memnuniyet
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
158
düzeyi artışı, çalışan memnuniyetinin de artmasını sağlayacaktır. Gelir ve medeni
durum değişkenleri de dikkate alınarak toplam kalite yönetiminin alt boyutlarının
memnuniyet oranını artırılması için çalışmalar yapılması gerekmektedir. Liderlik ve
kurum-yönetici değişkenlerindeki puan ortalamasının düşük olmasının nedenleri
araştırılarak çözüm yolları üretilmelidir. Bundan sonra yapılacak çalışmalarda
toplam kalite yönetimi ile iş doyumu ve yetkinlik kavramları arasındaki ilişkiler
incelenebilir.
Kaynakça
Akgün, A. E., İnce, H., İmamoğlu, S. Z., Keskin, H., Kocoğlu, İ., (2014), "The Mediator
Role of Learning Capability and Business İnnovativeness Between Total Quality
Management and Financial Performance", International Journal of Production Research, 52(3),
888-900.
Akyüz, B., (2015), "Sosyal Hizmet Kurumlarında Toplam Kalite Yönetimi”, Süleyman
Demirel Üniversitesi Vizyoner Dergisi, Özel Sayı, 21-36.
Alpern, R., Canavan, M. E., Thompson, J. T., McNatt, Z., Tatek, D., Lindfield, T. B.,
Elizabeth H., (2013), "Development of a Brief Instrument for Assessing Employee Satisfaction
in a Low-Income Settig", Plos One, 8(11), 1-8.
Altunışık, R., Coşkun, R., Bayraktaroğlu, S., Yıldırım, E., (2012), "Örnekleme Seçimi",
Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri, Sakarya: Sakarya Yayıncılık.
Aydın, Ç. (2013): Toplam Kalite Yönetiminin Çalışan Motivasyonu Üzerine Etkisi: İlaç
Sektöründe Bir Uygulama, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.
Aydın, A, Üçüncü, K., Taşdemir, T, (2010), "İşletmelerde Uygulanan Toplam Kalite
Yönetimi Çalışmalarının Çalışan Performansı Üzerine Etkileri”, International Journal of
Economic and Administrative Studies, 3(5), 41-62.
Costantini, A., Zanin, F., (2015), "The Influence of Total Quality Management on Risk
Identification and Non-Financial Performance Measures: An Italian-Based Empricial
Analysis", International Journal of Management Cases, 17(4), 73-87.
Çelik, S., (2010), "İş Ahlakı Uygulamalarının Çalışan Memnuniyeti ile İlişkisi”, İş
Ahlakı Dergisi, 3(5), 21-40.
Erken, M. (2013): Çalışan Memnuniyeti Üzerine Sağlık Sektöründe Bir Araştırma,
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.
Fan, Y., Li, Q., Yang, S., Guo, Y., Yang, L. Zhao, S., (2014), "Developing Tools for
Identifying Employer and Employee Satisfaction of Nursing New Graduates in China",
Hindawi Publishing Corporation The Scientific World Journal, 120(1), 1-7.
Grela, G., (2013), "The Framework of Quality Measurement", Quality Strategy, 10(2),
177-191.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
159
Kalaycı, Ş. (2010), Güvenirlik Analizi", SPSS Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistiksel
Teknikler, İstanbul: Asil Yayın Dağıtım.
Karcıoğlu, R., Dursun, A., Biçer, E. B., (2013), "Toplam Kalite Yönetimi Yaklaşımının
İşletme Maliyet Gelişim Süreci Üzerine Etkisi ve Bir Üretim İşletmesinde Uygulama”,
Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 27(1), 19-40.
Korkmaz, O., Erdoğan, E., (2014), "İş Yaşam Dengesinin Örgütsel Bağlılık ve Çalışan
Memnuniyetine Etkisi”, Ege Akademik Bakış Dergisi, 14(4), 541-557.
Madar, A., (2015), "Implemantation of Total Quality Management Case Study: British
Airways", Bulletin of the Transilvania University of Braşov Economic Sciences International Journal
of Production Research, 8(57), 125-132.
Maletic, D., Maletic, M., Gomiscek, B., (2014), "The Impact of Quality Management
Orientation on Maintenance Performance", International Journal of Production Research, 52(6),
1744-1754.
Özyer, K., Kanbur, E., (2012), "Toplam Kalite Yönetiminden Yöneticilerin
Motivasyonuna Uzanan Yolun İncelenmesi Üzerine Ampirik Bir Araştırma”, Journal of World
of Turks, 4(2), 213-232.
Reynolds, L. D. B., Roberts-Lombard, M., Meyer, C. D., (2015), "The Traditional
Internal Marketing Mix and Its Perceived Influence on Graduate Employee Satisfaction in an
Emerging Economy", Journal of Global Business Technology, 11(1), 24-38.
Tso, G. K. F., Liu, F., Li, J., (2015), "Identifying Factors of Employee Satisfaction: A
Case Study of Chinese Resource-Based State-Owned Enterprises", Soc. Indic. Res., 123(1), 567-
583.
Türedi, S., (2011), "İç Kontrol Sistemi ve Toplam Kalite Yönetimi İlişkisi”, Uluslararası
Alanya İşletme Fakültesi Dergisi, 4(1), 27-37.
Ustasüleyman T., (2011), "Toplam Kalite Yönetimi Uygulamalarının Firma
Performansı Üzerine Etkisi: Türkiye’nin 500 Büyük Firmasına Yönelik Bir Araştırma”, Gazi
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 13(2), 67-96.
Vanichchinchai, A., Igel, B., (2011), "The Impact of Quality Management on Supply
Chain Management and Firm's Supply Performance", International Journal of Production
Research, 49(11), 3405-3424.
Yüksekbilgili, Z, Akduman, G., (2015), "Perakende Mağazacılık Sektöründe Satış
Personelinin Demografik Özellikleri ve Personel Memnuniyeti İlişkisi”, Elektronik Sosyal
Bilimler Dergisi, 14(52), 86-99.
Zaim, H., Koçak, O., (2010), "Bilgi Çalışanın Memnuniyeti”, Journal of Yaşar University,
18(5), 2985-2994.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
160
ÇEVRECİ FARKINDALIĞIN ÜRÜN TERCİHİNE ETKİSİ:
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ VE PERSONELİ ÜZERİNDE YAPILAN
BİR ARAŞTIRMA
Gökhan KARADİREK
Kurtuluş Yılmaz GENÇ
ÖZET
Bu çalışmanın amacı, doğal çevrenin korunmasına yönelik duyarlılık ile ortaya çıkan çevreci
yönelimin ürün tercihleri üzerindeki etkisini ortaya koymaktır. Araştırma, çevreci
farkındalığın saptanması, gündeme taşınması, çevreye dost ürünlerin daha bilinçli
davranışlar ile teşvik edilmesi açısından önemlidir. Veri kümesi, Ordu Üniversitesi ve
Giresun Üniversitesi’nde gerçekleştirilen anket çalışması ile elde edilmiştir. Araştırmanın
örneklemi 54 akademik, idari personel ve 98 öğrenci olmak üzere 152 kişiden oluşmuştur.
Çeşitli istatistiksel yöntemlerle yapılan analizler sonucunda ‘yeşil farkındalık’
değişkeninin,‘algılanan yeşil risk’, ‘çevreci yönelim’, ‘yeşil ürün deneyimi’, ve ‘çevresel niyet’
değişkenleri ile istatistiksel olarak anlamlı pozitif ilişkiye sahip olduğu belirlenmiştir. Yine,
‘yeşil ürün tercihi ile ‘kollektif bilinç’ ve ‘yeşil ürün deneyimi’ arasında pozitif yönlü ilişkinin
olduğu, ‘yeşil ürün tercihi’nin‘algılanan yeşil risk’ ile anlamlı bir ilişkisinin olmadığı
görülmüştür. Diğer taraftan, ‘yeşil algılanan risk’, ‘kollektif bilinç’ ve ‘yeşil ürün deneyimi’
değişkenlerinin ilişkili olduğu ortaya konulmaktadır.‘Kollektif bilinç’ ile ‘yeşil ürün
deneyimi’ arasında da anlamlı ilişkili olduğu bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Çevreci yönelim; Çevreye dost ürün; Kollektif bilinç; Üniversite
mensupları
THE IMPACT OF ENVIRONMENTAL AWARENESS ON THE PRODUCT
PREFERENCES: A RESEARCH ON THE UNIVERSITY STUDENTS AND PERSONNEL
ABSTRACT
The aim of this study is to demonstrate the impact of environmental orientation as a result of
environmentally friendly sensitivity, on the green product preferences. The study is
important for the identification of natural environmental awareness, putting it on agenda,
and encouraging individuals to consume environmentally friendly products. The data set
Doktora öğrencisi, [email protected], Giresun Üniversitesi Doç. Dr.,[email protected], Giresun Üniversitesi
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
161
was collected from OrduUniversity and Giresun University with a survey form. The sample
of the research is 152, which consists of 54 academic, managerial personnel, and 98 university
students. The results of the data analysis showed that, the ‘green awareness’ variable has
statistically significant positive relationship with the variables of ‘perceived green risk’,
‘environmentalist orientation’, ‘green product experience’, and the ‘environmental will’.
Again, it was seen that, there is a statistically significant and positive relationship between
the variable of ‘green product preference’ and ‘collective mind’, and ‘green product
experience’. On the other hand, there is no significant relationship between ‘green product
preference’ and ‘perceived green risk’. In addition, it was revealed that, the ‘green perceived
risk’, ‘collective mind’, and ‘green product experience’ variables are significantly associated.
Finally, it was found that, the ‘collective mind’ and ‘green product experience’ are
statistically significantly linked.
Key Words: Environmentalist orientation; Environmentally friendly product; Collective
mind; University members.
JEL Kodu: M310, M140, Q2
GİRİŞ
Doğal çevrenin korunması konusu günümüzde insanlığın önceliklerindendir.
Özünde, insanın yaşam düzeyini daha çok yükseltmek için gerçekleştirilen
faaliyetler, bir yandan da insanlığın aleyhine sonuçlar doğurmakta, dahası canlıların
ortak geleceğini tehdit etmektedir. Henüz geri döndürülebilir noktada olan bu
tehditler, çevre dostu bilinç, farkındalık ve hareketle ortadan kaldırılabilir.
Ekonomik gelişme ile birlikte ortaya çıkan kirlenen çevre konusu gelişmiş ülkeler
kadar, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin de sorunudur. Ortak gezegenimizde,
sanayileşmiş ülkelerin sorunu kendilerinden uzak tutma yönündeki çabaları
boşunadır. Ancak, doğa, çevreyi kirleten kadar kirletmeyeni de cezalandırmaktadır.
Bu durumda, çevreye zarar vermeyen ya da en az zarar verenlerin yapması gereken
de bu soruna duyarlı olmaktır. Bu duyarlılık, devletin çevre odaklı politikalarını
desteklemeyi, çevreye dost taleplerle işletmeleri yönlendirmeyi, yeni nesillerin bu
yönde eğitilmelerini, kaynakları akılcı tüketmeyi, geri dönüştürme ve yeniden
kullanmayı, işbirliğini ve dayanışmayı gerektirir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
162
Gelecek nesillere yaşanabilir doğal bir çevre bırakmak bütün insanların ortak
sorumluluğudur. Bütün faaliyetler gibi, çevreci faaliyetlerde de ulusal çıkarlar
konusuna dikkat edilmelidir. Ancak, şu vurgulanmalıdır ki, bu konu özellikle, ulusal
çıkarlarla insanlığın çıkarlarının bütünleştiği bir alanı içermektedir. Gelişmiş ülkeler
azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler birlikte hareket etmelidir. Ülkelerin birbirini
yanıltıcı yönlendirmeleri ancak ortak zararlara yol açabilir.
Çevresel farkındalığın çevreye dost ürün tercihi üzerindeki etkisi konusunda
literatürde çok sayıda çalışma vardır (ör.:Spaargaren, 2011; Chen ve Chang, 2012;
Mourad ve Ahmed, 2012; Kumar ve Ghodeswar, 2014; Wang, Tu, Yang, Guo, Yuan
ve Lio, 2016; Mishal, Dubey, Gubta ve Duo, 2017). Bu çalışmalar, çevresel
duyarlılığın farklı boyutlarını ele almışlardır. Bu çalışmalara literatür kısmında yer
verilmektedir.
Bu çalışmada, çevreci duyarlılık ile çevreye dost ürün tercihi arasındaki ilişki ele
alınmaktadır. Bu kapsamda, öncelikle literatür ortaya konulmakta, sonrasında, bir
alan araştırmasının sonuçlarına yer verilmektedir. Alan araştırmasında, ‘yeşil
farkındalık, ‘yeşil ürün imajı’, ‘maruz kalınan çevresel etki’, ‘referans gruplar’,
‘kollektif bilinç’ değişkenlerinin, ‘algılanan yeşil risk’, ‘çevreci yönelim’, ‘yeşil ürün
deneyimi’ ve ‘çevresel niyet’ değişkenlerini etkileyerek ‘yeşil ürün tercihini’ nasıl
belirledikleri konusu üzerinde durulmaktadır. Çalışma, bir genel değerlendirme ile
sonlandırılmaktadır.
I. LİTERATÜR
Çevreci farkındalık, bu konudaki ortak bilinç, referans grupları, maruz kalınan
çevresel etki, çevreye dost ürünlerin imajı, algılanan çevresel risk, ürünle ilgili
deneyimler, diğer deneyimler ve çevresel niyet çevreye dost ürünlerin tercihinde
belirleyicidir.
Çevreci farkındalığın oluşumunda, devlet politikası, eğitimler, yasal çerçevede
faaliyetlerini sürdüren sivil toplum kuruluşları, maruz kalınan olumlu ve olumsuz
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
163
deneyimlerin rolü büyüktür. Yine, toplumun ortak bilinci farkındalığı
etkilemektedir.
Çevreye dost ürünler, doğrudan çevreye dost kuruluşlar tarafından
üretilebileceği gibi, çevresel duyarlılığı yüksek kesimleri hedef pazar olarak gören
işletmeler tarafından da piyasaya sürülebilir. İki durumun bir arada olabileceği de
açıktır.
Mourad ve Ahmed (2012), yaptıkları araştırmada, yeşil farkındalık ile yeşil ürün
tercihi arasında çok düşük düzeyde ilişki olduğunu bulmuşlardır. Öte yandan, aynı
yazarlar, yeşil ürün imajı, yeşil farkındalık ve yeşil güven’in yeşil marka tercihi
üzerinde güçlü etkisi olduğunu bulmuşlardır. Adı geçen çalışmada ulaşılan bir başka
bulgu da, yeşil ürün tercihinin cinsiyetlere göre değişmesi, ancak yaş, gelir düzeyi ve
eğitim düzeyi ile ilişkisinin olmamasıdır.
Kumar ve Ghodeswar (2014)’ın araştırmalarında ise, yanıtlayıcıların çevrenin
korunması, çevre ile ilgili sorumlulukların yerine getirilmesi, çevre dostu ürünler
konusunda bilgi sahibi olma konusunda istekli oldukları belirlenmiştir. Yine, aynı
yazarların elde ettiği sonuçlara göre, yeşil ürün satın alma kararını etkileyen unsurlar
ise çevrenin korunmasını destekleme, çevre konusunda sorumluluk alma isteği, yeşil
ürün deneyimi, şirketlerin çevreye olan dostluğu ve diğer sosyal kaygılardır. Diğer
taraftan, Richards’ (2013), tüketicilerin, yeşil reklamlar konusunda genellikle
tereddütlü olduklarını ve yeşil ürün satın alırken açık motive edici ve engelleyici
etkenlerle karşılaştıklarını belirlemiştir. Buna göre, yeşil ürünlere duyulan güven
onlara olan talebi de artırmaktadır. Yine, Başgöze ve Tektaş (2012), insanların çevre-
dostu ürünler satın alırken etkilendikleri unsurların fiyat, zaman, kafa karışıklığı,
ulaşamama ve güven olduğunu ortaya koymuşlardır. Tüketiciler ürünün içeriği ya
da gerçekten çevre dostu olması konusunda şüphe duyabilmektedirler. Bu tür
ürünlerin yüksek fiyatla satılmaları da olumsuz bir durumdur.
Wang ve diğerleri (2016) ise, Çin Halk Cumhuriyeti’nde yaptıkları
araştırmalarında, insan-doğa yönelimli olma ya da dayanışma gibi geleneksel
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
164
kültüre özgü unsurların çevre dostu satın alma davranışı üzerinde etkili olduğu
sonucuna ulaşmışlardır. Bunlara ek olarak, çevresel kavrama ve çevresel etki gibi
kişisel tutumların ve referans gruplarının yeşil ürün satın alma konusunda etkili
olduğunu saptamışlardır.
Chen ve Chang (2012)’ın elde ettiği sonuçlara göre ise, ‘algılanan yeşil değer’,
‘yeşil güven’i ve yeşil satın alma niyetlerini olumlu etkileyecektir. Diğer taraftan,
algılanan ‘yeşil risk’in ise her iki değişken üzerinde olumsuz etkisi vardır. Bunlara ek
olarak sonuçlar, yeşil satın alma niyetleri ile algılanan yeşil değer ve algılanan yeşil
risk arasındaki ilişki üzerinde yeşil güven’in aracılık etkisi olduğunu ortaya
koymuştur. Bu bulgular temelinde yazarların temel önermeleri, algılanan yeşil değeri
yükseltmek ve algılanan yeşil riski düşürmek için kaynaklara yatırım yapmanın yeşil
güven ve yeşil satın alma niyetlerini artırmaya katkıda bulunacağıdır.
Mishal ve diğerleri (2017), çevresel bilincin, yeşil satın alma tutumu ve algılanan
müşteri etkililiği üzerinde, yeşil satın alma niyetinin algılanan müşteri etkililiği ve
yeşil davranış üzerinde, yeşil davranışın yeşil satın alma davranışı üzerinde etkisi
olduğunu bulmuşlardır. Yine, Kai ve Haokai (2016), yeşil satın alma ve satın alma
niyeti arasındaki ilişkiyi ortaya koymuşlardır. Alkaya, Çoban, Tehci ve Ersoy (2016),
araştırmalarında, çevresel duyarlılığı oluşturan üç faktör olan ekolojik duyarlılık,
kişisel duyarlılık ve davranışsal duyarlılığın yeşil ürün satın alma davranışı ile ilişkili
olduğunu belirlemişlerdir. Lee (2017), yeni ekolojik paradigmanın, çevresel ortak
etkinin, çevresel bilginin ve dayanışmacı tavrın, Çin’de yeşil ürün satın alma
davranışının doğrudan öncülleri olduğunu bulmuştur. Buna ek olarak, Lee (2017),
dayanışmacı tavrın, çevresel ortak etki ile yeşil ürün satın alma davranışı arasında
aracılık etkisi olduğunu saptamıştır.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
165
ALAN ARAŞTIRMASI
METHODOLOJİ
Model ve Hipotezler
Şekil 1. Model
Hipotezler
H1:Yeşil farkındalık, algılanan yeşil risk üzerinde etkilidir.
H2:Yeşil farkındalık, çevreci yönelim üzerinde etkilidir.
H3: Yeşil farkındalık, yeşil ürün deneyimi üzerinde etkilidir.
H4: Yeşil farkındalık, çevresel niyet üzerinde etkilidir.
H5: Yeşil ürün imajı, algılanan yeşil risk üzerinde etkilidir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
166
H6:Yeşil ürün imajı, çevreci yönelim üzerinde etkilidir.
H7: Yeşil ürün imajı, yeşil ürün deneyimi üzerinde etkilidir.
H8: Yeşil ürün imajı, çevresel niyet üzerinde etkilidir.
H9:Maruz kalınan çevresel etkinin algılanan yeşil risk üzerinde etkisi vardır.
H10:Maruz kalınan çevresel etkinin çevreci yönelim üzerinde etkisi vardır.
H11: Maruz kalınan çevresel etkinin yeşil ürün deneyimi üzerinde etkisi vardır.
H12: Maruz kalınan çevresel etkinin çevresel niyet üzerinde etkisi vardır.
H13: Referans gruplar, algılanan yeşil risk üzerinde etkilidir.
H14: Referans gruplar, çevreci yönelim üzerinde etkilidir.
H15: Referans gruplar, yeşil ürün deneyimi üzerinde etkilidir.
H16: Referans gruplar, çevresel niyet üzerinde etkilidir.
H17:Kollektif bilinç, algılanan yeşil risk üzerinde etkilidir.
H18:Kollektif bilinç, çevreci yönelim üzerinde etkilidir.
H19: Kollektif bilinç, yeşil ürün deneyimi üzerinde etkilidir.
H20: Kollektif bilinç, çevresel niyet üzerinde etkilidir.
H21:Algılanan yeşil risk,yeşil ürün tercihi üzerinde etkilidir.
H22:Çevreci yönelim, yeşil ürün tercihi üzerinde etkilidir.
H23: Yeşil ürün deneyimi, yeşil ürün tercihi üzerinde etkilidir.
H24: Çevresel niyet, yeşil ürün tercihi üzerinde etkilidir.
Araştırmanın Amacı
Araştırmanın amacı, yeşil ürün tercihini etkileyen faktörler arasındaki ilişkilerin
belirlenmesidir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
167
Araştırmanın Önemi
Yaşam koşulları her geçen gün modernleştikçe beraberinde çevreye verilen
zararın ve çevre dostu olmayan ürünlerin kullanımının arttığı bilinmektedir.
Buzullardaki erimeler, nesli tükenmiş ya da tükenmekte olan canlılar yeşile duyarlı
olmadığımızın ve çevre dostu bilincin yeterince oluşamadığının bir göstergesidir.Bu
çalışma, insanoğlunun doğayı yok etmeye devam ettiği 21. Yüzyılda, çevreci algıların
ve çevre dostu ürünlere yönelik tutumların belirlenmesi, çevreci algıların
yönetilmesi, çevre bilincinin kazandırılmasına yönelik araştırmaları desteklemek ve
hızlandırmak, gelecek nesil için nasıl daha iyi yaşanılabilir bir çevre ve dünya
bırakılabilir algısındaki farkındalıkların belirlenebilmesi açısından önemlidir.
Dolayısıyla bu çalışmada, yeşil ürün ve çevre bilinci algısının doğaya karşı bir tercih
niteliği taşıdığı varsayılarak yeşil ürün tercihi üzerinde etkili faktörlerin belirlenmesi
istenmektedir.
Veri Toplama Aracı
Araştırmanın verileri “Çevre dostu, yeşil algının belirlenmesi” anketi aracılığıyla
toplanmıştır. Anket maddelerinin oluşturulmasında Wang ve diğerleri (2016), Kumar
ve Ghodeswar (2015), Mourad ve Ahmed (2012), Chen ve Chang (2012) tarafından
yapılan çalışmalarından yararlanılmıştır. Anket maddelerinin istatistiksel veriye
dönüştürülmesinde Dikert Derecelendirme Ölçek (Beşli) tekniği kullanılmıştır.
Geçerlik ve Güvenirlik
Veri toplama aracının Cronbach Alpha güvenilirlik katsayısı α= .87 olarak
hesaplanmıştır.Bu sonuç iç güvenirliğin sağlanması için yeterli görülen (α= .70)
değerin üzerinde olduğunu belirtilmektedir (Kalaycı vd., 2010). Ayrıca her faktöre ait
Cronbach Alfa güvenilirlik katsayıları hesaplanarak, faktör analizi sonuçları ile
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
168
birlikte Tablo 2’de gösterilmektedir. Faktör analizi sonucunda toplam varyansın %
58’ini açıklayan dokuz faktör belirlenmiştir. Bunlar; Yeşil Farkındalık, Yeşil Ürün
İmajı, Maruz Kalınan Çevresel Etki, Çevreci Yönelim, Yeşil Ürün Deneyimi, Referans
Gruplar, Yeşil Ürün Tercihi, Yeşil Algılanan Risk ve Kollektif Bilinçtir. Faktörler
isimlendirilirken literatür ve ölçek maddeleri dikkate alınmıştır. Analiz sırasında
faktör yükü 0,50’nin altındaki ve faktör niteliği taşıyamayan anket maddeleri
istatistiki değerlendirmelerin dışında tutulmuştur. Ayrıca, araştırma modelindeki
Çevresel Niyet değişkenini ifade edebilecek herhangi bir faktör bulunamamıştır.
Örneklem Grubu
Araştırmanın amacına ulaşabilmesi için örneklem grubu kolay ulaşılabilir durum
örneklem yöntemiyle belirlenmiştir. Araştırmanın verileri, 180 katılımcının anketlere
verdiği yanıtlardan elde edilmiştir. Anket formlarının incelenmesi sonucunda, 152
tanesinin kullanılabilir olduğu saptanmıştır.
Demografik bilgilere bakıldığında, ankete yanıt verenlerin 82’sikadın (%54), 70’i
erkektir (%46). Katılımcıların 46’sı köyde (%30), 51’i ilçede (%34), 55 ise kentte
(%36)çocukluk dönemlerini geçirmiştir. Yine, yanıtlayıcıların 53’ü 18-21 yaş arasında
(%35), 45’i 22-25 arasında (%30) ve 54’ü de 26 yaş ve üzerindedir (%35).
Katılımcıların aile gelir durumlarına bakıldığında ise, 49’u 1000-2000 TL (%32), 52’si
2001-3000 TL (%34), 18’i 3001-4000TL (%12), 16’sı 4001-5000 TL gelir aralığındadır
(%11). 17 katılımcının aile geliri 5001 TL ve üzerindedir (%11).
Bulgular
Tablo 1’de faktör analizi sonuçları gösterilmektedir.
Tablo 1. Faktör Analizi Sonuçları
Yeşil Farkındalık Faktör
Yükü Özdeğer
Açıklanan
Varyans
(%)
Cronbach
Alpha
YF1Şirketlerin pazarlama ,760 10.31 22.426 .841
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
169
faaliyetlerinde kullandığı
çevre dostu sloganlar ve
simgeler ilgimi çeker.
6
YF2 Ürünler üzerindeki
çevre dostu mesajlar ilgimi
çeker.
,738
YF3 Bir ürün üzerinde
çevre dostu bir etiket
görürsem o ürünü tercih
ederim.
,625
YF4 Şirketlerin
pazarlama faaliyetlerinde
kullandıkları simgeleri
hatırlarım.
,575
YF5 Ürün satın alırken
çevre dostu ürünleri tercih
ederim.
,525
Yeşil Ürün İmajı Faktör
Yükü Özdeğer
Açıklanan
Varyans
(%)
Cronbach
Alpha
YÜİ1 -Bir markanın
(şirketin) çevreci yönü satın
alma kararlarımda etkilidir.
,803 4.045 8.794 .861
YÜİ2 Bir markanın
(şirketin) çevresel
performansı satın alma
kararlarımda etkilidir.
,729
YÜİ3 Bir markanın ,681
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
170
(şirketin) çevreci ürün
tasarımı satın alma
kararlarımda etkilidir.
YÜİ4 Bir markanın
(şirketin) çevreyle ilgili
taahhütleri o markanın
(şirketin) ürünlerini satın
alma kararlarımda etkilidir.
,645
YÜİ5 Çevre konusunda
vaatlerini yerine getiren
markanın (şirketin)
ürünlerini tercih ederim.
,537
Maruz Kalınan Çevre Faktör
Yükü
Özdeğer
Açıklanan
Varyans
(%)
Cronbach
Alpha
MKÇ1-Doğadaki bitki ve
hayvan yaşamına insanın
verdiği zarar beni çok
düşündürüyor.
,777 2.408 5.235 .789
MKÇ2-Doğal gıdaların
çoğunun kimyasal madde
içermesi beni
endişelendiriyor.
,720
MKÇ3-Devletler doğal
çevrenin korunması
konusunda daha çok çaba
sarf etmelidirler.
,698
MKÇ4-Sanayi
kuruluşlarının çevreye ,643
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
171
verdiği zarar beni çok
tedirgin eder.
MKÇ5-Hava kirliliğinin
olduğu günlerde moralim
hep bozuktur.
,544
MKÇ6-İnsanoğlu
doğanın yapısını anlamalı,
doğanın yasalarını bilmeli
ve buna göre hareket
etmelidir.
,510
Çevreci Yönelim Faktör
Yükü
Özdeğer
Açıklanan
Varyans
(%)
Cronbach
Alpha
ÇY1-İnsanoğlu çevreye
uyum sağlamak yerine,
çıkarları doğrultusunda
doğayı yönetmelidir.
,728 2.202 4.788 .751
ÇY2-İnsanoğlunun
doğadaki her türlü kaynağı
istediği gibi kullanmaya ve
dağıtmaya hakkı vardır.
,720
ÇY3-Çevre dostu ürünler
seçerken temel kaygım
başkalarının gözündeki
imajımdır.
,633
ÇY4-İnsanlar doğanın
yalnızca bir parçasıdır. ,608
ÇY5-Doğayla uyum ,594
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
172
içinde olmalıyız.
ÇY6-Şirketlerin
(markaların) çevre dostu
çabalarının farkındayım.
.536
Yeşil Ürün Deneyimi Faktör
Yükü
Özdeğer
Açıklanan
Varyans
(%)
Cronbach
Alpha
YÜD1-Çevre dostu
ürünler daha pahalı olsa
bile çevre dostu ürünleri
satın alırım.
,706 1.817 3.950 .738
YÜD2-Çevre dostu
sorunlarıyla ilgili mümkün
olduğunca çok bilgi
edinmeye çalışırım.
,691
YÜD3-Çevresel ürünlerle
ilgili bilgileri
arkadaşlarımdan alırım.
,607
YÜD4-Çevre dostu
ürünler konusundaki bilgi
ve deneyimlerimi
arkadaşlarımla paylaşırım.
,573
YÜD5-Bundan sonra
çevre dostu ürünleri tercih
edeceğim.
,502
Referans Gruplar Faktör
Yükü
Özdeğer
Açıklanan
Varyans
(%)
Cronbach
Alpha
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
173
RG1-Arkadaşlarımın
değerlendirme ve tercihleri,
çevre dostu ürün
konusundaki tercihimi
etkiler.
,786 1.683 3.658 .664
RG2-Aile üyelerinin
tercihleri çevre dostu
ürünler konusundaki
seçimlerimi etkiler.
,656
RG3-Çevre dostu
ürünler konusundaki
tavrım, ailemin,
komşularımın ya da
arkadaşlarımın
beklentilerine göre oluşur.
,579
RG4-Arkadaşlarımdan,
komşularımdan,
akrabalarımdan ya da
çevremdeki diğer
insanlardan çevreci
düşünce ve davranış
konusunda etkilenirim.
,522
Yeşil Ürün Tercihi Faktör
Yükü
Özdeğer
Açıklanan
Varyans
(%)
Cronbach
Alpha
YÜT1-Bundan sonra
çevreyi daha az kirleten
ürünleri tercih edeceğim.
,596 1.493 3.245 .449
YÜT2-Ürünün çevre
dostu olup olmaması ,538
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
174
markaya olan sadakatimi
etkilemez.
Algılanan Yeşil Risk Faktör
Yükü
Özdeğer
Açıklanan
Varyans
(%)
Cronbach
Alpha
YAR1-Bir ürünün
kullanılması, ceza ya da
yaptırım ile karşılaşmama
neden olacaksa o ürünü
satın almam.
,611 1.410 3.065 .498
YAR2-Tasarımı çevre
dostu olsa bile amacına
ulaşamayacak ürünü satın
almam.
,584
YAR3-Çevre dostu
olduğunu iddia eden bir
ürün, olası çevresel
performansından dolayı,
genel ‘çevre dostu’ imajına
zarar verecekse, o ürünü
satın almam.
,549
Kollektif Bilinç Faktör
Yükü
Özdeğer
Açıklanan
Varyans
(%)
Cronbach
Alpha
KB1-Toplumun ortak
çıkarları için her zaman
çalışmaya hazırım.
,686 1.345 2.925 .727
KB2-Toplumsal
faaliyetlere her zaman ,634
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
175
katkıda bulunurum.
KB3-Yardıma muhtaç
insanlara her zaman
yardım ederim.
,516
Varimax rotasyonlu temel bileşenler
faktör analizi
Bartlett testi:
3387.746
p=0.00<0
.05
Kaiser‐Meyer‐Olkin
Ölçüsü: .793 Toplam açıklanan varyans (%): 58.086
Korelasyon Analizi
Tablo 2’de korelasyon analizi sonuçları verilmektedir.
Tablo 2. Korelasyon Analizi Sonuçları
Faktörler F1 F2 F3 F4 F5 F6 F7 F8 F9
F1 1 .6
12**
.4
10**
.0
08
.2
25**
.2
44**
.2
65**
.3
81**
.4
43**
F2 1 .4
12**
-
.023
.3
10**
.2
22**
.2
58**
.3
72**
.5
01**
F3 1 -
.213**
.1
93*
.1
89*
.1
96*
.4
34**
.3
50**
F4 1 -
.013
.1
72*
-
.041
-
.034
.1
28
F5 1 .2
87**
.1
07
.1
96*
.1
65*
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
176
F6 1 .1
36
.2
59**
.4
07**
F7 1 .2
67**
.2
18**
F8 1 .432**
F9 1
**p<0.01 *p<0.05
F1: Yeşil
Farkındalık
F2: Yeşil Ürün
İmajı
F3: Maruz Kalınan Çevresel
Etki
F4: Çevreci
Yönelim
F5: Referans
Gruplar F6: Yeşil Ürün Tercihi
F7:
Algılanan
Yeşil Risk
F8: Kollektif
Bilinç F9: Yeşil Ürün Deneyimi
Araştırmanın modeline göre korelasyon analizi sonucu, Algılanan Yeşil Risk,
Yeşil Ürün Deneyimi ve Yeşil Ürün Tercihi faktörlerine yönelik çoklu doğrusal
regresyon analizi uygulanabileceğini göstermektedir. Ayrıca, modele göre Çevreci
Yönelim faktörüne basit doğrusal regresyon analizi uygulanabileceği sonucuna
varılmaktadır.
Tablo 3’teAlgılanan Yeşil Risk değişkenine ait çoklu doğrusal regresyon analiz
sonuçları verilmektedir.
Tablo 3. Algılanan Yeşil Risk Değişkenine İlişkin Regresyon Analizi Sonuçları
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
177
Değişken B Standart
Hata β t p
Sabit 6.524 1.317 4.955 0.000
Yeşil
Farkındalık .075 .062 .123 1.212 0.227
YeşilÜrün
İmajı
.06
6 .062 .109 1.075 .284
Maruz Kalınan
Çevresel Etki
.01
6 .052 .027 .298 .766
Kollektif Bilinç .18
4 .099 .167 1.863 .064
R2= .111 F= 4.589 p=.002
Durbin-
Watson=1.708
Tablo 3’te Yeşil Farkındalık, Yeşil ürün İmajı, Maruz Kalınan Çevresel Etki ve
Kollektif Bilinç değişkenlerinin Algılanan Yeşil Risk değişkeni üzerinde anlamlı
(p<0.05) bir etkisinin olmadığı görülmektedir. Buradan,H1, H5, H9 ve H17
hipotezlerinin reddedildiği sonucuna ulaşılmaktadır. Referans Gruplar ile Algılanan
Yeşil Risk arasında p<0.05 düzeyinde anlamlı bir ilişki bulunamadığından H13
hipotezinin doğruluğu test edilememiştir.
Tablo 4’te Çevreci Yönelim değişkenine ait basit doğrusal regresyon analiz sonucuna
verilmektedir.
Tablo 4. Çevreci Yönelim Değişkenine İlişkin Regresyon Analizi Sonucu
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
178
Değişken B Standart
Hata β t p
Sabit 18.991 2.368 8.021 .000
Maruz Kalınan
Çevresel Etki -.244 .091
-
.213
-
2.676 .008
R2= .046 F=7.159 p=
.008
Durbin-
Watson=1.604
Maruz Kalınan Çevresel Etki, negatif yönlü olarak ve anlamlı (p<0.05) olarak
Çevresel Yönelimi etkilemektedir. Bu sonuç, H10 hipotezini doğrulamaktadır. Yeşil
Farkındalık, Yeşil Ürün İmajı, Referans Gruplar ve Kollektif Bilinç ile Çevreci
Yönelim arasında anlamlı bir ilişki bulunamadığından, regresyon analizi
yapılamamış ve H2, H6, H14 ve H18 hipotezleri reddedilmiştir.
Tablo 5’te Yeşil Ürün Deneyimi değişkenine ait çoklu doğrusal regresyon analiz
sonuçları verilmektedir.
Tablo 5. Yeşil Ürün Deneyimi Değişkenine İlişkin Regresyon Analizi Sonuçları
Değişken B Standart
Hata β t p
Sabit 3.937 1.798 2.190 .030
Yeşil
Farkındalık .129 .079
.14
4
1.62
9
.10
5
Yeşil Ürün
İmajı .273 .081
.30
3
3.37
9
.00
1
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
179
Maruz
Kalınan
Çevresel Etki
.055 .067 .06
6 .826
.41
0
Kollektif
Bilinç .392 .127
.24
0
3.08
8
.00
2
Referans
Gruplar
-
.025 .084
-
.021
-
.292
.77
1
R2= .339 F= 14.978 p=
.000
Durbin-
Watson=
2.124
Tablo 5’teki regresyon analizi sonucunu incelediğimizde Yeşil Ürün İmajı ve
Kollektif Bilinç değişkenleri p<0.01 anlamlılık düzeyinde ve pozitif yönlü olarak
Yeşil Ürün Deneyimini etkilediği görülmektedir. Bu analiz sonucu H7 ve H19
hipotezlerinin kabul edildiğini ortaya koymaktadır. Yeşil Farkındalık, Maruz Kalınan
Çevresel Etki ve Referans Grupları değişkenlerinin p<0.05 anlamlılık düzeyinde Yeşil
Ürün Deneyimi üzerinde bir etkisinin olmadığı sonucuna varılmaktadır. Dolayısıyla
H3, H11 ve H15 reddedilmiştir.
Tablo 6’da Yeşil Ürün Tercihi değişkenine ait çoklu doğrusal regresyon analiz
sonuçları verilmektedir.
Tablo 6. Yeşil Ürün Tercihi Değişkenine İlişkin Regresyon Analizi Sonucu
Değişken B Stand
art Hata β t p
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
180
Sabit 3.35
7 .545
6.15
6
.00
0
Çevreci
Yönelim .036 .022
.12
2
1.63
2
.10
5
Yeşil Ürün
Deneyimi .155 .030
.39
1
5.22
9
.00
0
R2= .180 F= 16.363 p=
.000
Durbin-
Watson=
1.936
Tablo 6 incelendiğinde Yeşil Ürün Deneyimi, p<0.01 anlamlılık düzeyinde ve
pozitif yönlü olarak Yeşil Ürün Tercihini etkilediği ortaya konulmaktadır. Ancak,
Çevreci Yönelim faktörünün p<0.05 anlamlılık düzeyinde anlamlı olmadığı
görülmektedir. Dolayısıyla H23 hipotezi kabul edilirken, H22 hipotezi
reddedilmiştir. Korelasyon analizi sonucunda Algılanan Yeşil Risk Faktörü ile Yeşil
Ürün Tercihi arasında bir ilişki bulunamadığından ve faktör analizi sonucunda
Çevresel Niyet değişkenini belirleyici faktör oluşmadığından H21 ve H24 hipotezleri
test edilememiştir.
SONUÇ
Korelasyon analizi sonucunda Yeşil Farkındalık ve Yeşil Ürün İmajı faktörlerinin
Çevreci Yönelim haricinde diğer faktörlerle p<0.01 anlamlılık düzeyinde pozitif
yönlü ilişkisinin olduğu belirlenmiştir. Maruz Kalınan Çevresel Etki faktörü p<0.01
anlamlılık düzeyinde Çevreci Yönelim ile negatif ilişkili iken, Maruz Kalınan
Çevresel Etki faktörünün, Referans Gruplar, Yeşil Ürün Tercihi ve Algılanan Yeşil
Risk ile p<0.05 anlamlılık düzeyinde pozitif yönlü istatistiksel ilişkisinin olduğu test
edilmektedir. Çevreci Yönelim faktörünün ile Maruz Kalınan Çevresel Etki faktörü
ile p<0.05 anlamlılık düzeyinde pozitif yönlü zayıf ilişkisinin olduğu görülmektedir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
181
Referans Grupların, Yeşil Ürün Tercihi ile p<0.01 anlamlılık düzeyinde, Kollektif
Bilinç ve Yeşil Ürün Deneyimi ile pozitif yönlü istatistiksel ilişkisinin olduğu
bulunmaktadır. Diğer taraftan Referans Grupların, Algılanan Yeşil Risk ile p<0.05
anlamlılık düzeyinde bir ilişkisinin olmadığı test edilmiştir. Yeşil Ürün Tercihi ile
Kollektif Bilinç ve Yeşil Ürün Deneyimi arasında p<0.01 anlamlılık düzeyinde pozitif
yönlü ilişkinin olduğu, Yeşil Ürün Tercihinin Algılanan Yeşil Risk ile anlamlı bir
ilişkisinin olmadığı görülmüştür. Yeşil Algılanan Risk, Kolektif Bilinç ve Yeşil Ürün
Deneyimi arasında p<0.01 anlamlılık düzeyinde ilişkili olduğu ortaya
konulmaktadır. Kollektif Bilinç ile Yeşil Ürün Deneyiminin p<0.05 anlamlılık
düzeyinde anlamlı ilişkili olduğu bulunmaktadır.
Sonraki çalışmaların odaklanabileceği konular arasında, çevreye duyarlı yönelim
ile kültür arasındaki ilişki, sanayileşmenin etkisi, gelişmiş, gelişmekte olan ve
azgelişmiş ülkelerdeki durum gibi başlıklar vardır.
KAYNAKÇA
Alkaya, A., Çoban, S., Tehci, A., Ersoy, Y. (2016). Çevresel duyarlılığın yeşil ürün
satın alma davranışına etkisi: Ordu ili örneği. Erciyes Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 47 (Ocak-Haziran), pp. 121-134.
Kalaycı, Ş., Eroğlu, A., Albayrak, A. S., Kayış, A., Öztürk, E. , Küçüksille, E, Ak, B. ,
Karaatlı, M., Keskin, H. Ü., Çiçek, E. U., Antalyalı, Ö. L., Uçar, N., Demirgil,
H., İşler, D. B., Sungur, O. (2010). SPSS Uygulamalı çok Değişkenli İstatistik
Teknikleri. Ankara: Asil Yayın Dağıtım.
Başgöze, P., Tektaş, O. O. (2012). Ethical perceptions and green buying behaviour of
consumers: a cross-national exploratory study. Journal of Economics and
Behavioural Studies, 4(8), 477-488.
Chen, Y.-S. ve Chang, C.-H. (2012). Enhance green purchase intentions. The roles of
green perceived value, green perceived risk, and green trust. Management
Decision, 50(3), pp. 502-520.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
182
Kai, C., Haokai, L. (2016). Factors affecting consumers’ green commuting. Eurasia
Journal of Mathematics, Science & Technology Education, 12(3), pp.527-538.
Kumar, P. ve Ghodeswar, B. (2015). Factors affecting consumers’ green product
purchase decisions. Marketing Intelligence & Planning, 33(3), pp. 330-347.
Lee, Y. K. (2017). A comparative study of green purchase intention between Korean
and Chinese Consumers: the moderating role of collectivism. Sustainability, 9
(1930).
Mishal, A., Dubey, R., Gubta, O., K., Luo, Z. (2017). Dynamics of environmental
consciousness and green purchase behaviour: an empirical study. International
Journal of Climate Change Strategies and Management, 9(5), pp. 682-706.
Mourad, M. ve Ahmed, Y. S. E. (2012). Perception of green brand in an emerging
innovative market. European Journal of Innovation Management, 15(4), pp. 514-
537.
Richards’, L. (2013). Examining green advertising and its impacts on consumer
scepticism and purchasing patterns. The Elon Journal of Undergraduate Research
in Communications, 4(2), pp.78-90.
Spaargaren, G. (2011). Theories of practices: agency, technology, and culture.
Exploring the relevance of practices theories for the governance of sustainable
consumption practices in the new world-order. Global Environmental Change,
21, pp. 813-822.
Wang, X., Tu, M., Yang, R., Guo, J., Yuan, Z. ve Liu, W. (2016). Determinants of pro-
environmental consumption intention in rural China: The role of traditional
cultures, personal attitudes and reference groups. Asian Journal of Social
Psychology, 19, pp. 215-224.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
183
TÜRKİYE-ERMENİSTAN İLİŞKİLERİNİN
REALİST DIŞ POLİTİKA BAĞLAMINDA İNCELENMESİ
Serdar KESGİN
Özet
Ermeniler Osmanlı Devleti içerisinde yüzlerce yıl barış ve huzur içerisinde
yaşayabilme imkanı bulmuşlardır. Ancak Fransız İhtilali ve sonrası gelişmeler Balkan
coğrafyasında olduğu gibi Kafkaslarda da etkisini göstermiştir. Ermenilerin,
Türkiye’nin doğu bölgelerini de kapsayan büyük Ermenistan hayali Osmanlı’nın son
dönemlerinde başlamış ve bugünde canlılığını korumaktadır. Rus Çarlığının da
kışkırtmasının etili olduğu 1915 olayları sonucu Osmanlı topraklarında yaşayan
Ermeniler göç ettirilmiştir. Bolşevik Devrimi sonrası kurulan Transkafkasya
Meclisinden ayrılan Ermenistan bağımsızlığını ilan etmesine rağmen kısa süre sonra
SSCB hâkimiyetine girmiştir.
SSCB’nin dağılması ile bağımsızlığını ilan eden Ermenistan, Türkiye ile ilişkilerini
Ermeni soykırım iddiaları üzerine oturtarak Türkiye’nin doğu bölgelerinden toprak
alabilmenin hayali içerisindedir. 2000’li yıllarda Türkiye’nin başlattığı komşularla iyi
ilişkiler kurma politikasının odak noktasında olan ülkelerden biri de Ermenistan idi.
Ülkeler arası sorunların çözümü konusunda Ermeni diasporasının muhalefeti ve
Ermenistan ile Azerbaycan arasında sınır anlaşmazlıklarının devam ediyor oluşu bu
girişimin zamansız olduğunu ortaya koymaktadır. Günümüz uluslararası ilişkiler
sisteminin halen realist bir düzlemde seyrediyor oluşu, girişimlerin yeterli fayda-
maliyet analizi sonucu gerçekleştirilmesini zorunlu hale getiriyor.
Anahtar Sözcükler: Türkiye, Ermenistan, Güvenlik, Komşuluk, Diaspora
AN ANALYSIS OF THE RELATIONSHIP BETWEEN TURKEY AND
ARMENIA WITHIN THE CONTEXT OF REALIST FOREIGN POLICY
Abstract
Armenians lived in peace in the Ottoman Empire for hundreds of years.
However, just as in the Balkans, the French Revolution and subsequent
developments had a big impact in the Caucasus. The Armenian people’s dream of a
Yrd. Doç. Dr. Giresun Üniversitesi, İİBF, Uluslararası İlişkiler
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
184
great Armenia, which includes eastern Turkey, started in the late Ottoman period
and still remains alive today. As a result of the events that occurred in 1915, which
were also affected by the provocation of the Tsardom of Russia, the Ottoman
Government forced the Armenian people to migrate from the places they lived.
Armenia declared its independence upon opting out the Transcaucasia Assembly
established after the Bolshevik Revolution. However, soon afterwards it entered the
domination of the USSR.
It declared its independence again when the USSR dissolved, still holding tothe
dream of acquiring lands from eastern Turkey by grounding its relationship with
Turkey on the claims of Armenian genocide. In the 2000s, Turkey initiated a policy to
establish good relationships with its neighbors, particularly focusing on Armenia as
well as some other countries. Nevertheless, this attempt was untimely, considering
the opposition of the Armenian diaspora to finding fair solutions to the problems
between these countries, and the ongoing border conflicts between Armenia and
Azerbaijan. The system of international relations is still based on realist grounds,
which makes it necessary to carry out actions only after sufficiently analyzing the
benefits and costs.
Keywords: Turkey, Armenia, Security, Neighborhood, Diaspora
Giriş
Türkiye ve Ermenistan birbirine ve Güney Kafkasya’nın diğer ülkelerine
komşu, aralarında tarihsel sorunlar bulunan iki ülkedir. Türkiye ve Ermenistan, bir
zamanlar Osmanlı coğrafyasında yaşamış iki halkın oluşturduğu devletlerdir. Güney
Kafkasya ve Anadolu birbirine komşu ve stratejik öneme sahip bölgeler olmaları
nedeniyle tarih boyunca birçok medeniyetin hâkimiyet kurmak istediği bölgeler
olmuşlardır. Birbirine eklemlenmiş bölgeler olmaları ve göç yollarında bulunmaları
nedeniyle genellikle aynı güç tarafından ve aynı zamanlarda hâkimiyet altında
bulunmuşlardır. Persler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve son olarak Osmanlı
İmparatorluğu Anadolu ve Güney Kafkasya’ya aynı anda hâkim olabilmiş
medeniyetlerdir.
16. yy’dan 19. yy’a kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalan Güney Kafkasya’da bu
tarihlerden itibaren Rus hâkimiyeti başlamıştır. Rusların Kafkasya’ya yerleşmeleri
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
185
bölgede bir göç hareketini başlatmıştır. Bu hareketler sadece Müslüman halkın değil
Ermenilerinde güneye doğru kaymalarını beraberinde getirmiştir. Bu süreç Azeriler
ve Ermeniler arasında savaşın patlak vermesine neden olmuştur13 Ermenilerin taraf
olduğu çatışmalar, Doğu Anadolu bölgesinde de kendini göstermiş ve Birinci Dünya
Savaşı esnasında Osmanlı topraklarında Ermeni çeteciler Rus birlikleri ile birlikte
hareket etmişlerdir. Bu hareket tarzında Ermeni milliyetçilerin, Rusların desteği ile
bağımsız bir devlet kurabileceklerine olan inançları etkili olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı sonuçları itibariyle tüm dünyada olduğu gibi Kafkaslarda da
karışıklıkları beraberinde getirmiştir. 1917 Bolşevik Devrimi sonrası Ermeni, Gürcü
ve Azeriler 1917’de Transkafkasya Meclisi’ni kurmuşlar, ardından 1918 yılında bu üç
halk bağımsızlığını ilan etmiştir. Sovyetlerin etkisinin artması ile üç devlet 1922’de
Kafkasya Ötesi Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyetine dönüşmüştür. 1936’da
Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri
oluşturulmuştur.14 1991 yılına kadar Güney Kafkas devletleri Sovyet rejimi altında
kalmışlardır. Bağımsızlıklarını ilan eden Ermenistan ve Azerbaycan, Karabağ
meselesi nedeniyle savaşa girişmişler ve bu savaş Türkiye ile Ermenistan arasındaki
ilişkileri de olumsuz etkilemiştir. Soğuk Savaş yıllarında Ermeni teröristlerin
eylemleri ile de gündeme gelen ve Ermeni Diasporasının hararetle savunduğu
soykırım iddiaları bağımsızlık sonrası dönemde Türk-Ermeni ilişkilerine damgasını
vurmuştur.
Türk-Ermeni İlişkilerinde Tarihsel Arka Plan ve Ermeni İddiaları
Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişki 1915 yılında Doğu Anadolu’da
Osmanlı’nın Ermenilere uyguladığı iddia edilen soykırım politikası çerçevesinde
şekillenmiştir. Soykırım iddialarına giden ve Türk tarafının tehcir olarak adlandırdığı
olayların tarihi, Kafkaslarda Rus varlığına kadar uzanmaktadır.
13 Ali Faik Demir, Türk Dış Politikası Perspektifinden Güney Kafkasya, Bağlam Yayınları, Ankara, 2003, s. 67 14 Ali Faik Demir, A.g.e. s. 68-69
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
186
Ermeniler asırlarca Osmanlı Devleti’nde barış ve huzur içinde yaşamışlar ayrıca
hükümet idaresinde çeşitli görevlerde bulunmuşlardır. Sadık millet olarak tanınan
Ermeniler, Osmanlı Devleti’nin gerilemeye başlaması ile bu özelliklerini
yitirmişlerdir. Osmanlı toraklarında, Balkanlarda başlayan milliyetçilik akımı
Rusların etkisiyle Ermeniler arasında da kendini göstermiştir.15 20. yy’ın başlarında
Rusya hâkimiyetindeki Kafkasya topraklarında ayaklanmalar başlamış Ermeni ve
Azeriler arasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. Bu ortamda Ermenilerde, dış
işlerinde Rusya’ya bağlı bir devlet kurma fikri şekillenmiştir.16 Bağımsızlık fikri
Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerde de heyecan uyandırmıştır. Rusya,
Ermenilerin bağımsızlık fikrine temelde karşı çıkmakla birlikte Ermenilerin
yaşadıkları yerleri kendi toprakları olarak görüyordu ancak Osmanlı coğrafyasından
Ermenilerin ayrılacak oluşu Rusya’nın bölgede daha fazla güçlenmesi anlamına
gelecekti.17 Bu nedenle Osmanlı topraklarındaki Ermeni ayaklanmalarına Rusya’nın
kışkırtması ve yardımları olmuştur.
1914’ün sonlarına doğru başlayan Birinci Dünya Savaşı’nda Rusya ile Osmanlı’nın
karşı cephelerde olması Rusya desteğindeki Ermeni halkı ile Osmanlı yönetimi
arasında iplerin kopmasına neden olmuştur. Ermeni örgütlerinin Ruslardan aldıkları
destek ile Türk birliklerine ve yerleşim yerlerine saldırıları Doğu cephesinde
Osmanlıyı zor durumda bırakmıştır. Ayrıca Rus ordusunda Ermeni gönüllülerden
oluşan birlikler de Osmanlı Ordusuna karşı savaşa katılmışlardır. 1915 yılının Nisan
ayında çıkarılan Tehcir yasası ile Ermenilerin kalabalık oldukları Doğu
vilayetlerinden başka bölgelere göç ettirilmeleri karara bağlanmıştır.18
Tehcir esnasında bazı Ermeniler kendi istekleriyle Rusya hakimiyetindeki
Ermenistan’a göç etmişler, bazıları ise Savaş sonrası dönemde Osmanlı’nın elinden
çıkan ve göç ettirildikleri Fransız ve İngiliz bölgelerinde kalmışlardır. Tehcir
15 Hakkı Yapıcı, “Osmanlı Güvencesinde Tehcir Yasası”, Ermeni Araştırmaları, 2009, Sayı 32, s. 60 16 Fırat Karabayram, Rusya Federasyonu’nun Güney Kafkasya Politikası, Lalezar Kitapevi, Ankara, 2007, s. 32-33 17 Hakkı Yapıcı, a.g.e. s. 61 18 Haluk Selvi, Armenian Question, From The First War To The Treaty Of Lausanne, Sakarya University, 2007, s. 57-70
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
187
sırasında 9-10 bin civarında Ermeni hayatını kaybetmiştir.19 Ermeniler ise Tehcir
esnasında soykırım yapıldığı 1,5 milyon Ermeni’nin öldürüldüğünü iddia
etmektedirler.20 Tehcir öncesinde ve sonrasında Anadolu’da ve Kafkasya’da 2,5
milyon Müslüman, Ermeni çeteciler tarafından öldürülmüştür. Rusya’nın bölgede
Hıristiyan nüfusu arttırma ve iskan politikası sonucu Kafkasya’da Müslümanlar göç
etmek durumunda kalmışlardır.21
Lozan Antlaşması sonrasında tehcir sonrası evlerine geri gelmiş olanlar ile tehcirden
muaf tutulmuş Batı Anadolu’da yaşayan Ermeniler, başta Amerika, Rusya ve Fransa
olmak üzere çeşitli ülkelere göç etmişlerdir. Bugün dünyada 10 milyona yakın
Ermeni yaşamaktadır.22
Ermeni propagandacıları ile bunların destekçileri, Osmanlı Devletinin ve zamanın
yöneticilerinin, Ermenileri top yekün yok etmek amacıyla faaliyette bulundukları
iddiası ile Osmanlı’nın mirasçısı olan Türkiye’den özür, tazminat ve toprak talebinde
bulunmaktadırlar. Fakat Birinci Dünya Savaşı Sonrasında İşgal güçleri Ermeni
soykırımı ile suçlanan ve Malta’ya sürgüne gönderilen Osmanlı yöneticileri hakkında
bir delil bulamamış ve onları serbest bırakmıştır.23
Ermeni yöneticiler, Türkiye’den toprak talepleri olmadığını belirtseler de Ermenistan
Anayasası’nda, Türkiye topraklarının bir kısmından Batı Ermenistan olarak
bahsedilmesi ve Ermenistan’ın, Sovyetler Birliği ile Türkiye’nin yaptıkları sınır
antlaşmalarını kabul etmediğini ve tek taraflı olarak fesh ettiğini açıklaması Türk
tarafında toprak talebi olarak algılanmaktadır.24 Ayrıca Ermeni lobilerinin güçlü
olduğu çeşitli ülkelerin meclislerinde soykırımı kabul ettirme gayretleri Türkiye ile
Ermenistan’ı karşı karşıya getiren önemli unsurlardır.
19 Haluk Selvi, A.g.e. s. 81-82 20 Pulat Y. Tacar, “Ermenilere Soykırım Yapıldığı Savının Hukuksal ve Ahlaki Açılardan İncelenmesi”, Ermeni Araştırmaları, Asam, Sayı 2, Ankara, 2001, s. 105 21 Haluk Selvi, A.g.e. s. 145-148 22 Haluk Selvi, A.g.e. s. 204-217 23 Pulat Y. Tacar, A.g.e. s. 94 24 Pulat Y. Tacar, A.g.e. s. 95-96
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
188
Soğuk Savaş Döneminde Türkiye’nin Kafkasya ile İlişkisi
Kurtuluş Savaşı yıllarından itibaren Kafkasya, Türk dış politikasında önem arz
eden ve aynı zamanda sorun teşkil eden bir bölge olmuştur. Türk-Rus ilişkileri
Kafkasya politikalarına da damgasını da vurmuş, her iki tarafta bölgeye hakim
olmak istemesine rağmen dünya politikasındaki değişken zemine göre bölge
üzerinden işbirliği içerisine de gitmiştir.
1917 Devrimi, Rusya ve dünya açısından farklı bir süreci ifade eder. 1918 yılında
Brest-Litovsk Antlaşması ile Ruslar savaşı bitirmişler ve devrim sürecini
tamamlamak üzere içsel faaliyetlere öncelik vermişlerdir. Bu antlaşma ile Kars ve
Ardahan civarı Osmanlı’ya bırakılmıştır. Bu dönemde Azerbaycan, Gürcistan ve
Ermenistan tarafından Transkafkasya Demokrat Federal Cumhuriyeti kurulmuştur.
Osmanlı, Dünya Savaşı’nın devam ettiği bu ortamda Brest-Litovks anlaşmasını
Transkafkasya Demokrat Federal Cumhuriyeti’ne kabul ettirmek istemiş ancak
Ermenistan razı gelmemiştir. Osmanlı Ordusunun Kars’a girmesi ile yeni kurulan bu
devlette antlaşmayı kabul etmiştir. Transkafkasya Demokrat Federal
Cumhuriyeti’nin aynı yıl dağılması ile Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan
devletleri bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.25
Anadolu’da Kurtuluş Savaşı’nın başladığı dönemlerde, TBMM ile Sovyet Rusya’sı
arasında ilk temaslar kurulmaya başlanmıştır. Belirsizliğin hakim olduğu bölgeye
Türk, Rus ve Avrupalı devletler tarafından önem atfedilmektedir. Türkiye açısından
batılı devletlere karşı verdiği özgürlük mücadelesinde destek alabileceği nadir
devletlerden olan Sovyet Rusya ile bağlantı bu bölge aracılığıyla sağlanabilecektir.
Sovyet Rusya için ise emperyalist batıya karşı işbirliği yapabileceği bir ülke olarak
Türkiye ön plana çıkmaktadır. Batılı ülkelerin özellikle de İngiltere’nin ilgisi ise
bölgedeki zengin petrol yatakları odaklı gelişmekte ve bölgeye ne Rusların nede
Türklerin hâkim olması arzu edilmemektedir. Bu nedenle Türk-Rus ya da Türk-
Ermeni anlaşmazlıkları desteklenmiştir. İngiltere önceleri Ermenileri ve soykırım
25 Fırat Karabayram, A.g.e. s. 53-55
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
189
iddialarını frenlemekte iken, Sevr’i de Türkiye’ye onaylatmak niyetidir26 Sevr planı
hayat bulmadığı zaman ise ikili ilişkilerin bozulmasına yönelik soykırım iddiaları
İngilizler tarafından çeşitli dokümanlar ile desteklenmiştir.
Bu dönemde Ermeniler, Ruslar ve İngilizler’den aldıkları destek ile Doğu
Anadolu’da işgal girişimlerinde bulunmuş, Kazım Karabekir komutasındaki
ordunun hareketi ile Ermenistan ile Türkiye arasında 1920’de Gümrü antlaşması
imzalanmış böylece Türkiye’nin doğu sınırları belirlenmiştir. 1921 yılındaki Moskova
Antlaşması ile bu sınırlar Sovyet Rusya tarafından da tanınmıştır.27 Sovyetler Birliği,
Türkiye ile dostluk ilişkileri geliştirirken bir yandan da Ermenistan’ın toprak talepli
faaliyetlerini desteklemiştir, bu durum Türk ve Rus tarafının karşılıklı temkinli
davranmasını beraberinde getirmiştir.
Sovyetler Birliği için Ermenilik, Ermeni hareketleri veya bir Ermeni sorununun
çıkarılıp çıkarılmaması, genel siyaset stratejilerinin içerisinde ve kendi amaçlarına
uygun olup olmaması yönünden önemli olmuştur. Sovyet Rusya’sı, Çarlık
dönemindeki yayılmacı politikalarına devam etmiştir. Bu kapsamda 1922 tarihinde
Ermenistan bir Sovyet Cumhuriyeti haline getirilmiştir. Sovyetler Birliği bu tarihten
sonra Ermeni davalarının savunucusu olduğunu ifade etmiş ve 1947 yılında New
York’ta Dünya Ermenileri Birliği Kongresinin toplanmasını sağlamıştır. Sovyetler,
Kongrede Kars ve Ardahan’ın Sovyet Ermenistan’ına ait olduğunu kararlaştırmış ve
BM’ye bu konuyla ilgili bir muhtıra verilmesini sağlamıştır.28 Ancak bu ve benzeri
girişimler Türkiye’nin Batı ile eklemlenmesini hızlandıran unsurlar olmuştur.
İkinci Dünya Savaşı, Dünya tarihinde önemli mihenk taşlarındandır, savaş
sonrasında iki süper güç ABD ve Sovyetler Birliği ortaya çıkmıştır. Bu güçler
etrafında şekillenen siyasal düşünceler ve kamplaşmalar meydana gelecek, bu
dönemdeki doktriner ve ideolojik farklılıklara dayanan siyasi ve sosyal sürtüşmelere
Soğuk Savaş nitelemesi kullanılacaktır.
26 Ali Faik Demir, A.g.e. s. 38-39 27 Ali Faik Demir, A.g.e. s. 40-43 28 Fırat Karabayram, A.g.e. s. 59-62
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
190
Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında Çarlık Rusya’nın genel
siyasetini uygulamaya başlamıştır. ABD’nin savaş esnasında Sovyetler Birliği ile
başlayan iyi ilişkilerini savaş sonrasında da devam ettirme umutları ortadan
kalkmıştır.29 Sovyetler Birliği’nin yayılmacı tutumu, Boğazlardan ve Doğu
Anadolu’dan toprak talepleri bu ortamda Türkiye’yi ABD ve Batıya yaklaştıran en
önemli unsurdur.
Avrupa’daki Sovyet tehdidinde karşı Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri bir
ittifaka ihtiyaç duyulduğunu hissetmişlerdir. Bu nedenle 1949 yılında NATO (Kuzey
Atlantik Antlaşmaları Örgütü) kurulmuştur. NATO’nun kuruluşu ile Sovyet
yayılması durdurulmuştur.30 Buna karşılık Sovyetler Birliği önderliğinde Varşova
Paktı oluşturulacaktır. Sovyet tehdidine maruz kalan ülkelerden birisi olan
Türkiye’de NATO’ya girerek Soğuk Savaş’ın batı cephesinde yer almıştır. Türk-
Sovyet sınırı NATO-Varşova Paktı sınırı haline gelerek Kafkaslar ile Doğu
Anadolu’nun suni bir perde ile bölünmesine yol açmıştır. Son elli yılda bölgede
yaşanan istikrar bu suni perdenin oluşturduğu katı bir stratejik dengenin
ürünüdür.31 Bu dönemde Kafkasya ülkeleri ile olan ilişkiler Türk-Sovyet ilişkilerinin
ötesine gidememiştir.
Ermeniler, Soğuk Savaş zamanı da soykırım iddialarını yinelemişler ve özellikle Bat
Avrupa’da Türk elçiliklerine terörist saldırılar ile konuyu gündeme getirmeye
çalışmışlardır. Türkiye bu dönemde Ermeni tehdidiyle bir kez daha karşılaşmış ve
saldırılarda birçok elçilik görevlisi hayatını kaybetmiştir. Saldırılar genel olarak
ağırlıklı Fransa olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ve ABD’de yaşayan
Ermeni diasporasının ürünü olarak ortaya çıkmaktadır.
29 Hüseyin Bağcı, Demokrat Parti Dönemi Dış Politikası, İmge Yayınları, Ankara, 1990, s. 7 30 Cemil Hesenli, SSCB-Türkiye: Soğuk Muharebe’nin Sınav Meydanı, Adiloğlu Yayınları, Bakü, 2005, s. 332-340 31 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 2001, s. 125
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
191
Bağımsızlık Sonrasında İkili İlişkiler
Türkiye-Ermenistan Arasındaki tarihe dayalı sorunlar, Sovyet
Ermenistan’ında devam etmiş, bağımsızlık sonrasında da devlet politikası haline
gelmiştir. Sovyetler zamanında anıt dikimi, anma günü belirlenmesi gibi
düzenlemeler ve bağımsızlık deklarasyonuna soykırımın tanınması gerekliliği
ibaresinin yerleştirilmesi ile soykırım çalışmaları şekillenmeye başlamıştır.32
Ermeni Parlamentosu 21 Eylül 1991’deki referandumun ardından 23 Eylül’de
bağımsızlığını ilan etmiştir. Bağımsızlık sonrasında dış politikada çalışacak uzman
bulmakta sıkıntı çelikmiş Ermeni kökenli yabancılardan destek alınmıştır. Türkiye ile
ilişkilerde ise tarihçi Ermenilerden destek alınmaya çalışılmıştır.33 İlk ilişkiler olumlu
bir havada gerçekleşmiş ve Ermenistan’ı tanıyan ilk ülkelerden biri Türkiye
olmuştur.
Rusya, bölgede Ermenistan’ın önem verdiği en yakın müttefiki olup gerek ülke
içinde gerek bölgedeki sorunlarda desteği hayati önem taşınmaktadır. Türkiye,
Ermenistan’ın batıya açılan kapısıdır, ancak bu kapı tarihi sorunlar ve Karabağ
meselesi yüzünden istenilen şekilde kullanılamamaktadır. Ermenistan, birçok politik
ve ekonomik fırsatı bu ilişkilerin kötülüğü yüzünden kaçırmıştır. Avrupa ve ABD
bünyesinde barındırdığı diaspora ile hem Ermenistan hem de Türkiye’ye karşı etkili
olabilmiştir.
Ermenistan bölgede yalnız kalması nedeniyle kendine Rusya dışında müttefiklerde
aramış ve İran ile temasa geçmiştir. Türkiye bu girişimi kendine karşı bir birliktelik
olarak algılamıştır. Bu gelişmeler bölgede Türk-Azeri yakınlaşmasına bir cevap
olarak düşünülmüştür. Ermeni-Azeri savaşı sonrasında bozulmaya başlayan Türk-
Ermeni ilişkileri soykırım iddiaları ile daha da açılmıştır. Türkiye’nin, Ermenistan’ın
Dağlık Karabağ’ı işgaline karşı, sınır kapılarını kapatması ve ambargosu
32 Ali Faik Demir, A.g.e. s. 108 33 Ali Faik Demir, A.g.e. s. 109-110
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
192
Ermenistan’ın, Türkiye’ye baskı yapılması konusunda diasporayı harekete geçirmesi
ile ilişkiler giderek gerilme noktasına gelmiştir.34
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bağımsızlıklarına kavuşan devletler
arasında, Azerbaycan ve Kırım’ın tarihi ve etnik yapısı nedeniyle Türkiye için önemli
bir yeri bulunmaktadır. Türk ulusçuluğunun esin kaynağı olmaları nedeniyle bu iki
bölge Türkler açısından her zaman kültürel bir anlam taşımıştır. Azerbaycan, Bosna,
Kıbrıs gibi bazı meselelerde Türk kamuoyu benzer hisleri paylaştığından dış
politikada etkili olabilmişlerdir. Türkiye’nin Dağlık Karabağ uyuşmazlığında da
Azeri tezlerini desteklemesinin arkasında, Ermenilerin Türklere yapmış oldukları
zulüm ve eziyetlere ilişkin halk arasında yaygın olarak anlatılan rivayetlerin de
doğrudan etkisi olmaktadır.35
Türkiye, Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar Dağlık Karabağ konusunda bir bekle gör
politikası izlemiş hatta Azerbaycan’ın arabuluculuk teklifine sıcak bakmış ancak
Ermeni tarafının razı olmaması ile bir sonuca ulaşılamamıştır. Ermenilerin,
Karabağ’ın Hocalı bölgesine düzenledikleri saldırı ve peşinden gelen katliam, Dağlık
Karabağ savaşının seyrinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu aşamaya kadar
muharebe sanki iki komşu devletin gerilla savaşı olarak devam ederken artık
topyekün bir savaş haline dönüşmüştür. Türkiye bu noktada tarafsızlığını
korumakta güçlük çekmeye başlamıştır. Türkiye’nin Ermenilere yönelik kullandığı
söylemler sertleşmeye başlamış, bu arada Ermeniler de boş durmamışlar bu tepkilere
karşı diaspora yoluyla tehcir sırasında Ermenilere soykırım yapıldığı tezini
canlandırmaya çalışmışlardır. Türkiye ile Azerbaycan arasındaki yakınlaşma da bu
aşmada ilerlemiştir. Bu gerginlik döneminde Türkiye’nin Ermenistan’a yönelik sert
uyarılarını fırsat bilen Rusya, Ermenistan ile kolektif güvenlik Antlaşmasını
34 Eldar Ismailov, Vladimer Papava, “A New Concept fort he Caucasus”, Southeast European and Black Sea Studies, Vol. 8, No. 3, september 2008, 287-293 35 Ömer Göksel İşyar, “Türkiye’nin Azerbaycan-Ermenistan Uyuşmazlığına Yönelik Politikaları: 1992-2004”, Geçmişten Günümüze Dönüşen Orta Asya ve Kafkasya, Der: Yelda Demirağ, Cem Karadeli, Palme Yayıncılık, Ankara, 2006, s. 241-242
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
193
imzalamak için görüşmelere başlamıştır.36 Rusya bu konuda Ermeni tarafına olan
desteğini açıkça ortaya koymuştur. Bu durum Ermenistan’a olan tepkilerinde ölçülü
olması gerektiğini taraflara hatırlatmıştır.
1998 yılı içinde Türkiye, Ermenistan ile önemli gerginlikler yaşamaktadır. Bunda
sertlik yanlısı Robert Koçaryan’ın etkisi olmuştur. Bu dönemde Dağlık Karabağ’ın
ilhak edildiği ilan edilmiş Türkiye, ABD ve Rusya bu tavra tepki göstermiştir.
Koçaryan iki ülke arasındaki ilişkilerin Karabağ ile sınırlanmaması gerektiğini,
sınırın açılarak karşılıklı ticaretin yapılabileceğini belirtmiştir. Buna karşılık
Ermenistan’ın 1998-2000 yılları arasında PKK’lı gruplara topraklarını açması ve
onları Ermenistan ve Karabağ’da eğitmesi barış görüşmelerini imkansız hale
getirmiştir.37 Ermeniler, düşmanımın düşmanı dostumdur mantığı ile hareket ederek
Türkiye’nin mücadele ettiği terörist gruplara destek vermektedirler. Ayrıca
Ermenistan, Kafkasya’da yaşayan Kürt nüfusunu da kendi yanına çekerek
güvenliğini sağlamayı ve nüfuzunu arttırmayı hedeflemektedir. Bölgede kurulacak
bir Kürt devleti, Ermenistan açısından ittifak yapılabilecek bir unsur olarak
belirmektedir ve bu kapsamda Kürt devletinin kurulması desteklenmektedir. Kürt
nüfusunun bir kısmının Hıristiyan oluşu Ermenistan’ı daha da istekli kılan bir diğer
unsurdur.
Karabağ sorununun çözümüne ilişkin olarak AĞİT-Minsk Grubunun yaptığı plan
çerçevesinde Karabağ’da ortak bir devletin kurulması öngörülmüş ve iki tarafta bu
düşünceye sıcak bakmıştı ancak bu sıralarda Ermenistan’da meclis baskını ve
Karabağ Cumhurbaşkanı’nın öldürülmesi ve Azerbaycan’da bazı bakanların istifası
ile süreç tıkanmıştır. Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Demirel’in “Kafkas İstikrar Paktı”
girişiminin bölgede uzlaştırıcı bir etkisi olduğu belirtilmektedir. Bu harekete karşılık
Rusya “Kafkasya Forumu” toplanması önerisinde bulunmuştur. Tarihi İpek
Yolu’nun canlandırılması istekleri de bu girişimlerle şekillenmeye başlamıştır. Bu
36 Esil Şirin, The Nagorno-Karabakh Conflıct And The Armenıan Foreıgn Polıcy: 1988-2007, A Thesıs Submıtted To The Graduate School Of Socıal Scıences Of Mıddle East Technıcal Unıversıty, 2007, 18-21
37 Ömer Göksel İşyar, A.g.e. s. 276-279
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
194
girişimlerden sonra da Ermeni Tehciri ve soykırım iddialarının arttığı ve barış
görüşmelerinin yavaşlatıldığı görülmektedir.38 Bu durum, istikrarsızlıklardan çıkar
sağlayan grupların varlığını ve grupların barış ve çözüm girişimlerini baltalamaya
çalıştıkları fikrini ortaya çıkarmaktadır.
Çözüm girişimlerinin bölgesel olması uluslararası aktörleri bölgede daha fazla etkin
olamayacakları düşüncesi ile rahatsız etmiş ve faaliyete geçmeye zorlamış olabilir.
Sorun beklide bölgesel olmaktan çok küresel boyutta ele alınmalıdır. Kafkasya ile
ilgili küresel güçlerin belirli bir konsensusa varmadıkları sürece barış girişimlerinin
neticeye ulaşmasının pek olası olmadığı düşüncesi akla gelmektedir. Bölgedeki çıkar
mücadelesinin tahmin edileninde ötesinde olduğu düşünülmektedir. Bölgedeki
sürekli bir istikrarsızlık müdahale imkanını da beraberinde getireceği için çatışmalar
sıcak tutulmaya çalışılmaktadır.
Türkiye ile Ermenistan çeşitli platformlarda bir araya gelerek birtakım adımlar
atmaya çalışmış fakat çabalar hiçbir neticeye ulaşmamıştır. Türkiye ile Ermenistan
arasında ilişkilerin düzelmesi için son dönemde atılan en önemli adımlardan biri,
Mart 2000’de resmi bir niteliği olmayan “Türk-Ermeni Uzlaştırma Komisyonu’nun”
meydana getirilmesidir. 9 Temmuz 2001’de Cenevre’de yapılan toplantı sonucunda
“Türk-Ermeni Barış Komisyonu”nun kurulduğu açıklanmıştır.39 Bu komisyon,
Türkiye ve Ermenistan arasındaki sorunları konuşmak, karşılıklı diyalog ve işbirliği
imkanlarını geliştirmeyi amaçlamakta idi. Siyaset üstü bir platform olarak algılanan
bu girişim, siyasilerin karşılıklı demeçleri neticesinde ilişkileri geliştirmede etkili
olamamıştır. Bu girişimin etkili olamamasının en önemli nedenlerinden biride
Ermeni diasporasının ilişkilerin yumuşamasına karşı takındığı tavırdır.
Ermeni diasporası, Ermenistan’ın bağımsızlığının öncesi ve sonrasında önemli maddi
ve politik bir destek kaynağıdır. Ama aynı zamanda diasporadaki aşırı milliyetçi
Ermeniler Ermenistan’a büyük zarar vermişlerdir. Yurtdışında aşırı derecede politize
olmuş Ermeniler sanki Sovyetlerdeki Ermenilerden daha fazla haklara sahipmiş gibi
38 Ömer Göksel İşyar, A.g.e. s. 282-283 39 Ali Faik Demir, A.g.e. s. 117
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
195
Ermenistan’a gelmiş ve önemli pozisyonlar almışlardır. Bu kitle, Karabağ olaylarının
ağırlaşmasına neden oldukları gibi Türkiye ile ilişkilerin gerilmesinin de en önemli
sebepleridir. Diasporanın etkisi ile Ermenistan dış politikada yalnızlaşmaya başlamış
ve Rusya’nın etki alanına girmek zorunda kalmıştır.40 Ermenistan, diaspora etkisi
altında yürüttüğü dış politika sonucu ekonomik açıdan da zor duruma düşmüş ve
büyük oranda göç vermeye başlamıştır. Bu durum Ermenistan’ı değil ama diasporayı
güçlendirmiştir. Göç ve doğum oranının düşük olması Ermenistan için en büyük
tehlikelerden bir haline gelmektedir. Diaspora bilerek ya da bilmeyerek Ermenistan’ı
yok etmektedir. Bir gün Ermenistan’da Ermenilerin azınlık konumunda
kalabilecekleri bile düşünülebilir.
Ermenistan bağımsızlık sürecinde kısa bir süre Rusya karşıtı politika izlemiş, daha
sonra özellikle ekonomik ve askeri açıdan desteğe ihtiyaç duyması nedeniyle Rusya
ile ilişkilerine önem vermiştir. Ermenistan siyasi elitine Ermenistan’ın, Rusya’nın
desteği olmadan varlığına devam edemeyeceği görüşü hakimdir. Ermenilerin bu
görüşü benimsemelerindeki en önemli etkenler; bağımsızlık sonrası ciddi ekonomik
sorunlarla karşılaşılması, Karabağ Savaşı’na başlanması, Türkiye’ye yönelik toprak
iddiasında bulunmaları ve sözde Ermeni Soykırım iddiaları ve komşu devletlerin
toprakları hesabına genişleme politikaları ile açıklanabilir.41 Ayrıca tarihsel olarak da
Ermenistan’ın Rusya açısında ayrıcalıklı bir öneme sahip olduğunu da söyleyebiliriz.
Rusya bu konuda Ermenistan’ın komşuları ile çatışmasından faydalanmak istemekte
ve Ermenistan’ın güvenliği konusunda gerekli olduğunu düşündürerek
Ermenistan’da üs bulundurmak maksatlı antlaşmalar yapmaktadır. Rusya’nın bu
stratejisinin temelinde Ermenistan’ın güvenliği değil bölgede başka güçlerin
bulunması istememesi yatmaktadır, zira bağımsızlılarını kazanan Azerbaycan ve
Gürcistan, Batı ile yakın temasta bulunmuşlardır.
Rusya’nın bölgesel çıkarlarını göz önüne alacak olursak, Ermeniler ile Türkler
arasındaki anlaşmazlığın Ruslar tarafından çıkarıldığına inananlar da
40 Paul Henze, “Türkiye ve Ermenistan: Eski Sorunlar Yeni Beklentiler”, Avrasya Etüdleri, Cilt 3, Sayı 1, 1996, s. 46 41 Fırat Karabayram, A.g.e. s. 292
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
196
bulunmaktadır. Zira Ermeniler ile Türkler arasında işbirliği her iki ülke çıkarına da
hizmet etmektedir. Ermenistan, Türkiye’ye karşı yıkıcı faaliyetler için bir merkez
olarak hareket etmediği sürece, ülkelerin birbirlerinden çekinmeleri için hiçbir neden
yoktur. Türkiye’nin ekonomisi daha büyük, Avrupa ve Dünya ile entegre olmuş
durumdadır. Dolayısıyla Ermenistan ile sınırların açılması özellikle Ermenistan
açısından faydalı olacaktır. Bağımsızlıktan bu yana işsizlikten dolayı Ermenistan’ı
terk eden 700 bin Ermeni’nin çoğu Rusya’ya gitmiştir.42 Ermenistan’ın kalkınması
için bu nüfusa ihtiyaç vardı. Rusya’da aslında bu kadar Ermeni’nin topraklarına
gelmesinden memnun değildir, zira bu nüfusun tamamı iş bulmak için Rusya’ya
gitmiştir ve Rusya’da işsizliğin artmasına da katkı sağladıkları düşünülmektedir.
İlişkilerde Yumuşama Dönemi ve Protokollerin İmzalanması
Türkiye, 2000’li yılların başlarından itibaren Karabağ konusunda iki tarafın da
kazanacağı projeler üzerinde durmuştur. Ancak ilk adım Ermenistan’dan
beklenmektedir, zira Azerbaycan topraklarının bir kısmı Ermeni işgali altındadır. Bu
nedenle Türkiye işgalin sona erdirilmesini ilişkilerin geliştirilmesi için bir ön koşul
olarak sunmaktadır.
Türkiye, Kafkaslarda istikrar ortamının kurulmasını istemekte ve bu nedenle kendi
stratejisine uygun hareket eden NATO ve AB’nin iyi komşuluk politikalarını
desteklemektedir. NATO, AB ve Türkiye’nin düşüncesi, sorunlarını kendi aralarında
çözüme kavuşturamamış Kafkasya ülkelerine dış destek verilerek çözüme
gidilmesidir. Türkiye sorunun çözümüne yönelik olarak diyalog yolunu
kapatmamak, zirveler ya da ikili görüşmelerle tarafları birbirine yaklaştırmak ve
çözüme odaklanılmasını sağlamak şeklinde bir misyona sahiptir.43
Türkiye, Ermenistan ile ilişkilerini geliştirip sorunlarını çözmeyi istemekte ve son
dönemlerde bunun için ciddi girişimlerde bulunmaktadır, bu girişimlerin en önemli
nedenlerinden birisi de AB’nin Karabağ sorununa ve Ermeni soykırımı iddialarına
42 Paul Henze, A.g.e. s. 50-51 43 Ömer Göksel İşyar, A.g.e. s. 299
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
197
giderek daha fazla ilgi duymasıdır. Türkiye, AB üyeliği sürecinde önüne bir Ermeni
meselesinin gelmesini istememektedir. Zira Ermeni soykırımı birçok Avrupa ülkesi
parlamentosunda kabul edilmiştir. Türkiye bu kabul edilişlerin ardından gelebilecek
olan AB kararları ve yaptırımlardan çekinmektedir. Aynı zamanda ABD, Rusya,
Fransa gibi ciddi ilişkilerinin olduğu ülkelerde tanımanın ardından gelebilecek
talepler Türkiye’yi bu konuda hızlı hareket etmeye zorlamaktadır. Özellikle ABD’de
Ermeni nüfusunun fazla olmasına bağlı olarak diasporanın bu ülkede etkin olması
iki müttefik ülke arasındaki ilişkileri olumsuz yönde etkilemektedir.44 Ermenilerin
1915 olaylarının yüzüncü yılını anacakları ve etkinliklerini artıracakları 2015 yılı
gelmeden Türkiye sorunu çözme niyetindedir.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 2008 yılı Eylül ayında milli maç nedeniyle
Ermenistan’a yaptığı ziyaretten sonra Türkiye-Ermenistan arasında normal ilişkiler
kurulması için başlayan ve iki ülke dışişleri bakanları toplantıları ile devam eden
süreçte yumuşama yaşandığı söylenebilir. Basın organlarına verilen karşılıklı
demeçlerde gelinen noktanın memnuniyet verici olduğu belirtilmektedir. Burada
Ermenilerin üzerinde durdukları iki önemli nokta bulunmaktadır; birisi Türk
tarafının görüşmelere Karabağ önkoşulu olmadan başlaması, diğeri soykırım
iddialarıdır. Ermenistan görüşmelere başlamak ile soykırım iddialarından vazgeçmiş
olmadıklarının altını özellikle çizmektedir. Buna karşın Türkiye; mevcut sınırların
tanınması, soykırım iddiaları için bir komisyonun kurulması, sınırın açılmasının
Karabağ işgalinin sonlandırılmasına bağlanmasını öngörmektedir.45
22 Nisan 2009 tarihinde Türkiye, Ermenistan ve İsviçre Dışişleri Bakanlıkları ortak
bir açıklama yaptılar. “Türkiye ve Ermenistan, İsviçre arabuluculuğunda ikili
ilişkileri iyi komşuluk ve karşılıklı saygı çerçevesinde normalleştirmek, geliştirmek
ve bu suretle tüm bölgede barış, güvenlik ve istikrarı ileri götürmek amacıyla yoğun
çaba göstermektedir. İki taraf, bu süreçte somut ilerleme ve karşılıklı anlayış
sağlamış ve ikili ilişkilerinin tarafları tatmin edecek şekilde normalleşmesi için
44 Abdullah Gül, “Turkey:Vital Ally in the Cause of Long-Term Stability”, American Foreign Policy Interests, V. 29, 2007, 175-181 45 Ömer Engin Lütem, “Facts and Comments”, Review of Armenian Studies, No: 19-20, 2009, s. 7-9
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
198
kapsamlı bir çerçeve üzerinde mutabık kalmışlardır. Bu çerçevede, bir yol haritası
belirlenmiştir. Üzerinde mutabık kalınan bu durum, devam eden süreç içinde olumlu
bir perspektif sağlamaktadır.”46
Bu açıklamanın 24 Nisan’a iki gün kala yapılmış olması ABD Başkanı Obama’yı
soykırım sözcüğünü kullanmaması konusunda rahatlatıcı bir etkisi olmuştur.
Amerika’nın da baskıları ile oluşan bu bildirinin başlıca amacının Amerikan
Başkanının işini kolaylaştırmak olduğu anlaşılmaktadır. Açıklamanın en önemli
noktası ilişkilerin normalleşmesi için yoğun çaba içinde olunduğunun ifade
edilmesidir. Bu amaçla kapsamlı bir çerçeve üzerinde mutabık kalınmış ve yol
haritası çizilmiştir. Ancak çerçevenin içinde neler olduğu ve yol haritasının hangi
duraklardan geçtiği hakkında bilgi verilmemiştir. Gizlilik, bu tarihlerde iki ülke
arasında önemli konularda hala mutabakat olmadığını düşündürmektedir. 47
İsviçre’nin arabuluculuğunda yaklaşık beş aydır yürütülen görüşmeler sonucunda 31
Ağustos 2009 tarihinde Türkiye ve Ermenistan arasında parafe edilen protokoller ile
iki ülke ilişkileri yeni bir boyut kazanmıştır. Protokollerin içeriği konusunda ise bilgi
verilmemiştir. Paraf süreci ile imza süreci arasındaki zaman yetkililere protokolleri
kendi içerisinde analiz etme imkanı sağlamıştır. Parafların atılmasından yaklaşık kırk
gün sonra iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesini ve diplomatik ilişki
kurulmasını sağlayacak iki adet Protokol, İsviçre’nin Zürih kentinde Türk Dışişleri
Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Ermenistan Dışişleri Bakanı Eduard Nalbantyan
tarafından 10 Ekim 2009 tarihinde imzalanmıştır. İmza töreninde ABD, Rusya, Fransa
Dışişleri bakanları ve AB Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi de hazır
bulunmuşlardır.48
46 Ömer Engin Lütem, s. 13’den Naklen; “Joint statement of The Ministries of Foreign Affairs of The Republic of Turkey and Republic of Armenia and The Swiss Federal Department of Foreign Affairs”, No: 56, April 22, 2009, http://www.mfa.gov.tr/no_-56_-22-nisan-2009_-turkiye-eremnistan-iliskileri-hk_.tr.mfa 47 Ömer Engin Lütem, A.g.e. s. 14 48 Esat Arslan, “Temel Dayanaktan Yoksun; Ermeni Protokolleri”, 2023, Sayı 102, Ekim 2009, s. 34-35
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
199
Protokol Metni 1
Türkiye Cumhuriyeti ve Ermenistan Cumhuriyeti,
Aynı gün imzalanan İlişkilerin Geliştirilmesine Dair Protokolde öngörüldüğü şekilde,
halklarının yararına hizmet etmek amacıyla iyi komşuluk ilişkileri tesis etmeyi, siyasi,
ekonomik, kültürel ve diğer alanlarda ikili ilişkileri geliştirmeyi arzulayarak,
Birleşmiş Milletler Şartı, Helsinki Nihai Senedi, Yeni Avrupa için Paris Şartı
çerçevesindeki yükümlülüklerine atıfta bulunarak,
İkili ve uluslararası ilişkilerinde, eşitlik, egemenlik, diğer ülkelerin iç işlerine müdahale
etmeme, toprak bütünlüğü ve sınırların dokunulmazlığı ilkelerine saygılı olacakları ve
bu ilkelere saygı gösterilmesini sağlayacakları yönündeki taahhütlerini teyit ederek,
İki ülke arasında güven ve itimat ortamı oluşturulmasının ve bunun muhafaza
edilmesinin, tüm bölgede barışın, güvenliğin ve istikrarın kuvvetlenmesine katkıda
bulunacağını, güç kullanımından ya da güç kullanma tehdidinden imtina etme,
anlaşmazlıkların barışçı yollardan çözümü, insan haklarının ve temel özgürlüklerin
korunmasının önemini akılda tutarak,
İki ülke arasındaki mevcut sınırın uluslararası hukukun ilgili antlaşmalarında tarif
edildiği şekliyle karşılıklı olarak tanındığını teyit ederek,
Ortak sınırın açılması hususunda aldıkları kararı vurgulayarak,
İyi komşuluk ilişkileri anlayışıyla bağdaşmayacak herhangi bir siyaset izlemeyeceklerine
dair taahhütlerini yineleyerek,
Hangi nedenle olursa olsun terörizmin tüm biçimlerini, şiddeti ve aşırıcılığı kınayarak,
bu tür eylemlerin teşvikinden veya müsamaha görmesinden kaçınılacağını ve bunlara
karşı mücadelede işbirliğine gidileceğini taahhüt ederek,
Ortak çıkarlar ve iyi niyet zemininde, barış, karşılıklı anlayış ve uyum hedefleri
doğrultusunda ilişkileri için yeni bir model geliştirme ve istikamet belirleme iradelerini
teyit ederek,
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
200
1961 tarihli Diplomatik İlişkilere Dair Viyana Sözleşmesi uyarınca bu Protokolün
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren diplomatik ilişki kurulması ve karşılıklı olarak
diplomatik temsilcilik açılması hususunda anlaşmışlardır.
Bu Protokol ve Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti arasında ilişkilerin
geliştirilmesine dair protokol aynı gün ve esasen onay belgelerinin değişimini takip eden
ilk ayın ilk günü yürürlüğe girecektir.
10 Ekim 2009 günü Zürih’te Türkçe, Ermenice ve İngilizce dillerinde her biri
orjinelolarak ikişer nüsha olarak hazırlanmıştır. Yorum farklılığı olması halinde
İngilizce metin esas alınacaktır.
Protokol Metni 2
Türkiye Cumhuriyeti ve Ermenistan Cumhuriyeti,
Aynı gün imzalanan Türkiye Cumhuriyeti ve Ermenistan Cumhuriyeti arasında
tıklayın Diplomatik İlişkilerin Kurulması Protokolü rehberliğinde,
İkili ilişkilerini karşılıklı çıkarlara saygı ve güven temelinde geliştirme hedeflerini göz
önünde bulundurarak,
İkili ilişkilerini iki ülkenin ortak çıkarları temelinde, siyasi, ekonomik, enerji, ulaştırma,
bilimsel, teknik, kültürel ve diğer alanlarda geliştirmeye ve ilerletmeye kararlı olarak,
Uluslararası ve bölgesel örgütlerde işbirliğinin, iki ülke arasında özellikle BM, AGİT,
Avrupa Konseyi, Avrupa-Atlantik İşbirliği Konseyi ve KEİ kapsamında geliştirilmesine
destek vererek,
İki devletin, bölgede demokratik ve sürdürülebilir gelişmenin sağlanması, bölgesel
istikrar ve güvenin arttırılması için işbirliği yapmak yönündeki ortak amaçlarını
dikkate alarak,
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
201
Bölgesel ve uluslararası uyuşmazlık ve çatışmaların uluslararası hukuk ilkeleri ve
normları temelinde barışçı şekilde çözümlenmesi hususundaki taahhütlerini
tekrarlayarak,
Terörizm, sınır aşan örgütlü suçlar, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı gibi bölgeye ve
dünya güvenliği ve istikrarına yönelik ortak güvenlik tehditleri konusunda uluslararası
toplumun eylemlerini güçlü şekilde desteklemeye hazır olduklarını yeniden
vurgulayarak,
1- Bu Protokolün yürürlüğe girmesinden itibaren 2 ay içerisinde ortak sınırın açılması
hususunda anlaşmışlardır,
2- Her iki ülkenin Dışişleri Bakanlıkları arasında düzenli siyasi istişare
gerçekleştirilmesi
İki halk arasında karşılıklı güven tesis edilmesi amacıyla, mevcut sorunların
tanımlanmasına ve tavsiyelerde bulunulmasına yönelik olarak, tarihsel kaynak ve
arşivlerin tarafsız bilimsel incelemesini de içerecek şekilde bir diyaloğun uygulamaya
konulması,
İki ülke arasında mevcut ulaştırma, iletişim, enerji altyapısı ve şebekelerinden en iyi
şekilde istifade edilmesi ve bu yönde tedbirler alınması;
İki ülke arasında işbirliğini güçlendirmek amacıyla ikili hukuki çerçevenin
geliştirilmesi;
İlgili kurumlar arasında ilişkilerin desteklenmesi ve uzman ve öğrenci değişimini teşvik
etmek yoluyla bilim ve eğitim alanlarında işbirliği yapılması ve iki tarafa ait kültürel
mirasın korunması ve ortak kültürel projelerin başlatılması amacıyla harekete geçilmesi;
İki ülkenin vatandaşlarına gerekli yardımı ve korumayı sağlayabilmek için 1963 tarihli
Konsolosluk İlişkilerine dair Viyana Sözleşmesi uyarınca konsolosluk alanında işbirliği
tesis edilmesi;
İki ülke arasında ticaret, turizm ve ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi amacıyla somut
tedbirler alınması;
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
202
Çevre konularına ilişkin diyalog kurulması ve işbirliğinin güçlendirilmesi,
hususlarında anlaşmışlardır.
3- Bu Protokol'ün 2. işlem paragrafında ifade edilen yükümlülüklerin hızlı bir şekilde
uygulanmasını teminen, ayrı alt komisyonları da kapsayan Hükümetlerarası bir ikili
komisyonun kurulması hususunda anlaşmışlardır. Hükümetlerarası komisyonun ve alt
komisyonlarının çalışma kurallarını hazırlamak üzere işbu protokolün yürürlüğe
girmesini izleyen günden 2 ay sonra iki Dışişleri Bakanı başkanlığında bir çalışma
grubu oluşturulacaktır. Bu çalışma kuralları, işbu protokolün yürürlüğe girmesini
izleyen 3 ay içerisinde Bakanlar seviyesinde onaylanacaktır. Hükümetlerarası komisyon,
anılan çalışma kurallarının kabul edilmesinin hemen ardından ilk toplantısını
gerçekleştirecektir. Alt komisyonlar bu andan itibaren en geç 1 ay içerisinde
çalışmalarına başlayacak ve görevlerini tamamlayana dek ara vermeden çalışacaklardır.
Uygun olması halinde alt-komisyonlara uluslararası uzmanlar da katılacaktır.
İş bu protokolün uygulanmasına ilişkin ve iki tarafın üzerinde mutabakata vardıkları
zaman çizelgesi ve unsurlar bu protokolün ayrılmaz parçası olan ekli belgede
zikredilmektedir.
Bu Protokol ve Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti arasında ilişkilerin
geliştirilmesine dair protokol aynı gün ve esasen onay belgelerinin değişimini takip eden
ilk ayın ilk günü yürürlüğe girecektir.
10 Ekim 2009 günü Zürih’te Türkçe, Ermenice ve İngilizce dillerinde her biri
orjinelolarak ikişer nüsha olarak hazırlanmıştır. Yorum farklılığı olması halinde
İngilizce metin esas alınacaktır.
Protokol Ek Belgesi
Atılacak Adımlar
1. Ortak sınırın açılması: Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti arasında
İkili İlişkilerin Geliştirilmesi Protokolünün yürürlüğe girmesinden sonra iki aylık bir
süre içinde
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
203
2. İki Dışişleri Bakanının başkanlığında, hükümetlerarası komisyonun ve alt
komisyonlarının çalışma kurallarını hazırlamak üzere bir çalışma grubunun
oluşturulması: Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti arasında İkili
İlişkilerin Geliştirilmesi Protokolünün yürürlüğe girmesini izleyen günden 2 ay sonra
3. Hükümetlerarası komisyonun ve alt komisyonlarının çalışma kurallarının Bakanlar
düzeyinde onaylanması: Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti arasında
İkili İlişkilerin Geliştirilmesi Protokolünün yürürlüğe girmesinden sonra 3 aylık bir
süre içinde
4. Hükümetlerarası komisyonun ilk toplantısının düzenlenmesi: Hükümetlerarası
komisyonun ve alt komisyonlarının çalışma kurallarının Bakanlar düzeyinde
onaylanmasından hemen sonra
5. Aşağıdaki alt komisyonların çalışmaya başlamaları:
-siyasi istişare alt komisyonu;
-ulaştırma, iletişim ve enerji altyapı ve şebekeleri alt komisyonu;
-hukuki konulara ilişkin alt komisyon;
-bilim ve eğitim alt komisyonu;
-ticaret, turizm ve ekonomik işbirliği alt komisyonu;
-çevre sorunlarına ilişkin alt komisyon; ve
- iki halk arasında karşılıklı güven tesis edilmesi amacıyla, mevcut sorunların
tanımlanmasına ve tavsiyelerde bulunulmasına yönelik olarak, tarihsel kaynak ve
arşivlerin tarafsız bilimsel incelenmesini de içerecek şekilde bir diyaloğun uygulamaya
konulması için ve Türk, Ermeni ve aynı zamanda İsviçreli diğer uluslararası
uzmanların da yer alacakları tarihsel boyuta ilişkin alt komisyon: Hükümetlerarası
komisyonun ilk toplantısından en geç bir ay sonra.49
49 www.mfa.gov.tr/turkiye-ermenistan-siyasi-iliskileri.tr.mfa
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
204
Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesini için bir çerçeve olan
protokoller, Türkiye’nin komşular ile sıfır politika anlayışının bir ürünü olarak
görülmektedir.50 Planlı ve iyi niyetli olarak atıldığı düşünülen bu girişimin sonuca
ulaşacağı ikili ilişkileri büyük oranda düzeltileceği hesap edilmekte idi.
Zira birinci protokolün 2 ve 3. paragraflarında uluslararası hukuk kapsamında
ülkelerin egemenlik hakları, toprak bütünlüğü gibi konularda atıfta bulunulmuştur.
Burada Türkiye ve Azerbaycan’ın toprak bütünlüklerinin de üstü örtülü olarak
tanındığı varsayılmaktadır. Benzer bir durum 4. paragraf içindeki ifadeler içinde ele
alınabilir, zira ilgili bölümde yer alan güç kullanımından imtina etme
anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözümü, insan haklarının ve temel özgürlüklerin
korunmasında kararlı olma ilkeleri, tarafların zımnen de olsa kabul ettiği mevcut
sınırların tanınması hususunu güçlendirmektedir. 5. paragrafta yer alan
düzenlemelerde ise Türkiye ve Ermenistan aralarındaki mevcut sınırın uluslararası
hukukun ilgili anlaşmalarında tarif edildiği şekliyle karşılıklı olarak tanındığı
belirtilmiştir. Metinden de anlaşıldığı üzere, bu düzenleme ile taraflar yukarıda
yorumladığımız protokolün önceki paragraflarına oranla daha açık bir biçimde
mevcut sınırları tanıdıklarını beyan etmiştir. Ancak, yine de metinde, 1921 tarihli
Kars Anlaşması’nın ismen belirtilmemiş olması bir soyutluk oluşturmaktadır.51
Protokollerin 6. paragrafında ise sınır kapısının açılması öngörülmektedir. Bu durum
kuşkusuz Ermenistan’ın yararına olan bir gelişmedir. 7,8 ve 9. Paragraflarda ise iyi
komşuluk ilkesine vurgu yapılmaktadır. 10. Paragrafta da diplomatik ilişkilerin
kurulması öngörülmektedir.
İkinci protokol ve eki genel itibariyle birinci protokolde yer alan hükümleri açıklayıcı
ve sürecin işleyişini belirten bir özellik taşımaktadır. Burada, protokollerin iki ülke
meclisinde onaylanmasını takip eden iki ay içerisinde sınırın açılması
50 Barış Özdal, “Türkiye-Ermenistan Diyaloğu: Uzun Bir Sürecin Başlangıcı Mı?”, Ortadoğu Analiz, Cilt 1, Sayı 10, Ekim 2009, s. 72 51 Barış Özdal, A.g.e. s. 73
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
205
öngörülmektedir. Protokolün geri kalanında ise ikili ilişkilerini iki ülkenin ortak
çıkarları temelinde, siyasi, ekonomik, enerji, ulaştırma, bilimsel, teknik, kültürel ve
diğer alanlarda geliştirmeye ve ilerletmeye yönelik fikir birliği olduğu
vurgulanmaktadır. Ayrıca iki ülke arasında bir komisyon kurulması ve karşılıklı
iddiaların burada tartışılması öngörülmektedir.
Protokoller hem Türkiye hem de Ermenistan açısından önemli sonuçlar içermekte
idi. Diplomatik ilişkilerin kurulması, sınırların tanınması, komisyonun kuruması ve
sınırın açılması iki ülke ve aynı zamanda bölge sorunlarının aşılmasında önemli bir
adım olarak görülmekte idi. Protokoller ile her iki ülke bölgesel ve uluslararası
uyuşmazlık ve çatışmaların uluslararası hukuk ilkeleri ve normları temelinde barışçı
şekilde çözümlenmesi hususundaki taahhütlerini tekrarlamışlardır. Metinde açıkça
geçmese bile Karabağ sorununun çözümünde uluslararası hukuk ilkelerinin kabul
edileceğinin sinyalinin verilmesi önemli bir gelişmedir. Ayrıca komisyonda soykırım
iddialarının tartışılacak olması da Ermeniler tarafından tartışılması sürekli
engellenen bu konunun Türkiye tarafından çözüme kavuşturulmasında önemli bir
adım olarak görülmektedir.52
İkili ilişkilerin başlaması ile her iki ülkede de sertlik taraftarları ile ılımlılar birbiriyle
çatışıyor. Muhalefetteki sertlik yanlıları şimdiye kadar yapılanların boşa gideceğini
savunuyorlar. Özellikle Ermeni diasporası yurt dışında bu güne kadar yapılmış ve
daha da yapılması planlanan girişimlerin sekteye uğrayacağını düşünmektedir.
Muhalefet yapılan açılımları ise taviz vermek veya yenilgi olarak algılıyor. Ancak
statükonun devamı politik, ekonomik ve demografik sorunlarda artışa yol açıyor,
kaynakları tüketiyor veya boşa harcatıyor. Her iki ülke kamuoylarındaki
bölünmüşlük, kafa karışıklığı ve şiddetli muhalefet hükümetler açısından hayati bir
siyasal risk anlamına geliyor.53
52 Bülent Aras, Fatih Özbay, “Türkiye ve Ermenistan Statüko ve Normalleşme Arasında Kafkasya Siyaseti”, SETA Analiz, Sayı 12, Ekim 2009, s. 4-5 53 Bülent Aras, Fatih Özbay, A.g.e. s. 6
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
206
İhtilaflı durumlarda tarafların birbirlerine yüzlerini dönebilmeleri önemli bir
evrimsel süreci gerektirir. Kemikleşmiş sorunlar karşısında adım atabilmek yıllar
sürebilir. Her şeyden önce her iki tarafın birlikte yapılacak açılımlara ön ayak
olabilecek davranış biçimlerini sergileyebilmeleri gerekir. Özellikle halkları birbirine
düşman olmuş tarafların hem iç hem de dış çevreleri memnun edebilmeleri oldukça
zor bir durumdur. Sorunun çözümü iki tarafın davranışları ya da kararlılığı iken
üçüncü etkenlerin dayatmaları yada çözüm sürecinde bulunmak istemeleri bir başka
engeli beraberinde getirebilir. Bu tür dış müdahaleye açık durumlar küresel güçlerin
sorunu istismar etmelerine olanak sağlamaktadır.54
Obama’nın ABD Başkanı olmasından hemen sonra Dışişleri Bakanı Hilary Clinton’u
Ankara’ya göndermesi, arkasından kendisinin Ankara ziyareti ve TBMM’de
konuşması Ermeni Meselesi konusunda Türk tarafına bir baskı olarak algılanabilir.
Obama, Senatör iken 2008 yılında konu ile ilgili düşüncelerini dile getirmiştir. “Ben
Türkiye ve Azerbaycan engellemelerini sona erdirmek için Ermenistan’ın güvenliğini
geliştireceğim. Ben bir ABD Senatörü olarak Ermeni soykırımının Türkiye tarafından
tanınması için Ermeni kökenli Amerikalılarla aynı saftayım. Tarihi gerçekleri
saptıran diplomatlara başvuran bir resmi diplomasi mümkün olmayan bir
diplomasidir. Ermeni soykırım yasa tasarısının ABD meclislerinden geçmesini
destekliyorum. Başkan olmam durumunda Ermenilere karşı Osmanlı yetkilileri
tarafından kullanılan yer değiştirme, açlıktan öldürme, toplu kıyım ve Ermeni
soykırımını tanıyacağım.”55
Obama, TBMM’deki konuşmasında Ermeni meselesi konusundaki görüşlerinin
değişmediğini ancak bir açılım yapılması durumunda soykırım ifadesini
kullanmayacağını belirtmiştir. Ankara bu gelişmeler üzerine İsviçre’nin
arabuluculuğu ile Nisan 2009’da bir yol haritasını kabul etmek zorunda kalmıştır.
Hazırlıklı olunmadığı ve dayatmaların sindirilemediği için de içeriği açıklanamayan
yol haritası gereği iki ülke arasında bir protokolün imzalanması ve protokol gereği
54 Esat Arslan, A.g.e. s. 34-36 55 Esat Arslan, A.g.e. s. 37
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
207
de sınırların açılması planlanmış, 31 Ağustos tarihinde kamuoyuna duyurulan ve
protokollerin arkasına eklenen yol haritası ile gelişmeler bir takvime bağlanmaya
çalışılmıştır.56 Ancak protokollerin hayata geçirilebilmesi için iki ülke meclislerince
onaylanması gerekmektedir. Burada yeni bir süreç devreye girmektedir, artık top
ülkelerin iç politikalarına atılmıştır ki Ermeni diasporası ve iki ülkedeki muhalif
kanatlar güçlerini hissettirmeye başlamıştır.
Türkiye, protokolleri imzaladıktan sonra TBMM’ye onaylanmak için göndermiştir.
Ancak gerek Başbakan Erdoğan’ın, Protokollerin TBMM’de onaylanması için
Karabağ şartını masaya koyması, gerek Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “Türkiye ile
Ermenistan arasında tam bir normalleşme öngörülüyorsa, Ermenistan-Azerbaycan
arasında da normalleşme gerçekleşmeli” sözleriyle Karabağ sorununa işaret etmesi,
protokollerin onayı sürecinde bir ilerleme yaşanmamasının nedenidir. CHP ve
MHP’nin de protokollerin imzalanmasında Azerbaycan şartını ortaya koymaları
mecliste bu konuda bir fikir birliğinin olduğunu ortaya koymuştur.57
Ermenistan’da ise süreç hukuki olarak daha farklı işlemiştir. Protokollerin Ermeni
Meclisinde onaylanması için Ermenistan Anayasası’nın Protokolleri incelemesi ve
Ermenistan Anayasası’na uygun olup olmadığını belirlemesi gerekmektedir.
Ermenistan Anayasa Mahkemesi, Protokolleri 12 Ocak’ta incelemiş, onaylamış ve o
tarihten itibaren protokoller mecliste beklemektedir. Ancak Anayasa Mahkemesi,
gerekçeli kararında Protokolleri iki taraflı anlaşma olarak kabul etmiş ve Karabağ
konusunu devre dışı bırakmıştır. Mahkeme sınır konusunda ise sadece Ermenistan’ın
yaptığı anlaşmaları kabul ederek şuan ki sınır belirleyen eski anlaşmaların geçerli
olmadığına vurgu yapmış, Ermenistan’ın sadece sınır kontrol noktaları için gerekli
düzenlemeler yapabileceğini belirtmiştir. Yani sınırlar kabul edilmemiş ancak sınır
kapısının açılması onaylanmıştır. Bu kararlar, Türkiye’nin sert tepkisi ile
karşılaşmaktadır. Karar, anlaşmanın lafzına ve ruhuna aykırı kabul edilmiş ve kabul
56 Esat Arslan, A.g.e. s. 37 57 Bahar Bakır, “Sözde Soykırım Tasarısı ve Ermeni Protokolleri Arasında Sıkışmış Türkiye: Ankara bu İkilemden Nasıl Çıkacak?”, 21. Yüzyıl, Sayı 16, Nisan 2010, s. 30
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
208
edilemez olarak nitelendirilmiştir.58 Bu noktadan sonra protokoller çıkmaza girmiş,
Türkiye, Ermenistan’ı protokollere ters düşen kararlar almakla suçlamıştır.
Ermenistan ise Türkiye’nin bu kararı gerekçe göstererek süreci dondurmak istediğini
belirtmiştir. Ermenistan, Protokolleri onaylamak için Türkiye’nin onayını ön şart
olarak ortaya koymaktadır. Bu noktadan itibaren Ermenistan ve diaspora Ermeni
soykırım iddialarının ABD ve diğer ülke meclislerinde onaylanması girişimlerine
kaldığı yerden devam etmiştir. Türkiye’nin Protokoller aracılığı ile ilişkilerin
yumuşatılması ümidi de ötelenmiş durumdadır.
İlişkilerin Geleceğine Dair Realist Bir Değerlendirme
Diaspora ve Ermenistan Devleti kendilerini hala Türkiye ile savaş halinde
görmektedir. Ermenistan bugün resmen Türkiye’nin sınırlarını tanımıyor ve Türkiye
toprakları üzerinde hak talep ettiğini anayasasına yazıyor. Ağrı Dağı’nı simge olarak
kullanıp, Türkiye’nin bazı vilayetlerini batı Ermenistan olarak görmektedirler.
Ermenistan Türkiye ile savaşında tarih boyunca devrin güçlü ülkelerini arkasına
almayı hedeflemiştir. Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra diaspora aracılığı ile
ABD kullanılmaya çalışılmaktadır. Türkiye’nin karşısında intikam duygusu ile
düşmanlık besleyen bir Ermenistan bulunmaktadır. Ermenistan ve diaspora Türk
milletine karşı kini bir din olarak görmektedir. Böyle bir anlayışa sahip ülke ile dış
baskılar sonucu protokol imzalamanın sorunun çözülmesi imkânsız
görünmektedir.59
Ermenistan, Azerbaycan topraklarının %20’lik kısmını işgal altında
bulundurmaktadır. Bu işgalci tavrı Türkiye’nin sınırlarını kapatmasına neden
olmuştur. Türkiye, işgali bitir, soykırım iddialarına son ver, sınırları tanı sonra
kapıları açalım diyordu. Fakat Türkiye birden bire ön şartsız protokolleri imzaladı.
Ermenistan ise soykırım iddialarına devam etti. Protokollere herkes farklı anlamlar
yükledi ve her iki tarafta kendi dış politikasına göre protokolleri makul bir yere
oturtmaya çalıştı. Ayrıca protokollerdeki maddeleri Ermenistan farklı yorumlayarak
58 Bahar Bakır, A.g.e. s. 31 59 Özcan Yeniçeri, “Ermenilerin Soykırım Savaşı ve Türkiye”, 2023, Sayı 107, Mart 2010, s. 10-11
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
209
Karabağ ve soykırım ile ilişkilendirmemeye çalışmaktadır.60 Nihayet Ermenistan
Anayasa Mahkemesi de benzer bir karar ile protokollerin kabulünün mevcut Ermeni
dış politikasına etkisinin olmayacağını belirtmiştir.
Ermenilerin saldırgan tutumlarına karşı, Türkiye sorunun çözümünde daha istekli
davranan taraf olmaya devam etmektedir. Davutoğlu’na göre, tek yönlü ve tek
eksenli bir iç siyasal kültür ve buna bağlı bir dış politika yapımının oluşması
Türkiye’nin çok yönlü tarihi birikimini yeterince değerlendirebilen ve farklı
senaryolara uyum gösterebilen bir siyası tavır sergilemesini engellemektedir. Her
türlü alternatife açık bir vizyondan stratejik belirleyicilikten ve taktik esneklikten
yoksun böylesi tek eksenli bir yaklaşım, uluslararası ilişkilerdeki eksen değişimlerini
zamanında fark edilmesine engel olmaktadır. Davutoğlu’na göre, Türkiye bölgesinde
stratejik konumunu kullanarak etkin ve uluslararası bir güç olmalıdır. Türkiye doğal
bir köprü konumu olduğunu hatırlamalı ve medeniyetler arasında işbirliğinin
gelişmesinde edilgen bir politika izlemelidir. Türkiye ya bu stratejik yönelişin
getireceği çetin güçlükleri göze alarak dinamik bir medeniyet ekseni oluşturma
çabasına girecektir ya da başkaları tarafından oluşturulmuş çevre unsurunun bir
parçası olacaktır.61
Türk dış politikası Davutoğlu ile vizyoner-teorik bir modeli benimsemiştir. Komşular
ile sıfır problem politikası da bu görüşün bir örneğidir. Ancak, dış politikada teorik
alt yapının varlığı başarıyı garanti etmemektedir. Hatta bazen teori problemlerin
kaynağı da olabilir. Davutoğlu’nun dış politikası vizyondan gelen teoriye bağlı bir
politikadır, bu teori etik vurgusu yüksek ve bazılarına göre de ümmetsel bir
politikadır. Kavramlar, modeller ve teoriler dünyanın karmaşıklığına bir parça şekil
vermek, onu anlaşılır kılmak için faydalı olabilir, ancak gerçeğin kendisi değillerdir.
Komşularla sıfır problem anlayışı, müzmin sorunları çözmek için çaba harcamaya
açık olmak olarak anlaşıldığında sorunlu değildir. Ama sıfır problem zorunlu bir
kural haline geldiğinde muhataplarımızda esas sorunlu taraf bizmişiz, biz
60 Özcan Yeniçeri, A.g.e. s. 11 61 Ahmet Davutoğlu, A.g.e. s.91-93
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
210
inadımızdan, statükoculuğumuzdan vazgeçersek sorunlar çözülecek algısı
oluşturmakta ve bütün ödevleri bize vermektedir.62 Ermeni politikalarına karşı
mücadele de bu yaklaşım ve sorunların bir an önce çözülme isteğinin hasıl olması
Türk dış politikasında yanlış yapma riskini artırmaktadır.
Ermenistan, dört bir tarafı kara ile çevrili, denize kıyısı olmayan bir ülkedir. Türkiye
ve Azerbaycan’ın on yılı aşkın bir süredir uyguladığı ikili ekonomik kıskaç sonucu
ekonomisi çökmüştür. Nüfusu göç nedeniyle azalmış ve batı ile ilişkilerini
geliştirebilmesi için Türkiye’ye ihtiyacı artmıştır. Türkiye sınırlarını açmak ve çeşitli
kısıtlamaları tek yanlı kaldırmak suretiyle Ermeni ekonomisini kendine bağlamayı
deneyebilir. Tüm bunlara rağmen Ermeni soykırım iddiaları devam ederse Türkiye
tavrını gözden geçirme imkânına sahiptir. ABD, sınır kapısının açılmasının
Ermenistan’ın Rusya’ya bağımlılığının azalacağını düşünerek Türkiye’ye bu konuda
baskı yapmaktadır.63
Kasım 2003’teki Gürcistan krizi ve ardından gelen kadife devrimden sonra Rusya,
Güney Kafkasya’daki tek müttefiki olarak gördüğü Ermenistan ile çok yönlü bir
yakınlaşma içine girmiştir. Ermenistan ekonomik ve askeri açıdan Rusya’ya bir dizi
kolaylıklar sağlamıştır. Bugün Rusya, Ermenistan’ın en önemli ekonomik ve askeri
müttefiki konumundadır.64 Rusya bu bölgedeki askeri üslerini Azerbaycan ve
Gürcistan’a karşı bir baskı unsuru olarak kullanmakta ve Ermenistan’ı Türklere kaşı
koruduğu izlenimini vermektedir. Ermenistan, Türkiye ve Azerbaycan ile arasındaki
sorunları çözerse ABD açısından NATO’nun genişleme konseptine dahil olabilecek
bir ülke haline gelecektir. ABD’nin isteği de bu yöndedir, ancak Rusya bu durumu
arka bahçesine müdahale olarak algılayarak karşı çıkacaktır ki benzer durum diğer
Kafkas ülkeleri içinde geçerlidir. Bölgede güç dengelerinin bozulmaması için
Kafkasya’da istikrarsızlık Rusya’nın devamını istediği bir durumdur. Dolayısıyla,
Ermeni sorununun Rusya’nın talebi ve niyeti olmadan çözülmesini düşünmek
62 Şanlı Bahadır Koç, “Stratejik Dehlizlerde Derinlik Sarhoşluğu: Bir AKP Dış Politikası Eleştirisi”, 21. Yüzyıl, Sayı 19, Temmuz 2010, s. 8-9 63 Murat Metin Hakkı, Türkiye, Ortadoğu ve Avrasya’yı Neler Bekliyor, Ötüken Yayınları, 2007, s. 74-75 64 F. Stephen Larrabee, “Turkey’s New Geopolitics”, Survival, Vol. 52, No. 2, April-May 2010, 169-171
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
211
gerçekçi değildir. Rusya’nın Protokollerin imzalanmasında hazır bulunması,
Rusya’nın sorunun çözümüne yönelik isteğini ortaya koyduğu şeklinde yanlış bir
kanıya kimse kapılmasın, zira Rusya’da protokollerin ABD iç politikasını
rahatlatmak amacıyla yapılan ve kadük bir girişim olduğunun bilincindedir. Ayrıca
Rusya, Ermeni iç politikasında da son derece güçlü bir konuma sahiptir. Burada
anlaşılması gereken beklide en önemli noktalardan birisi Kafkasya’da ve özelliklede
Ermenistan’ın taraf olduğu konularda Rusya’sız bir çözümün mümkün
olmayacağıdır. Ermenistan realist bir dış politika izlemekte ve bölgede güç dengesini
Rusya ile sağlayabileceğinin farkında olmaktadır. Bölge, tarihsel veriler de göze
alındığında uluslararası yapının anarşist bir örneği olarak karşımıza çıkmaktadır ki
böyle bir ortamda devletler hamlelerini ve ittifak ilişkilerini çok dikkatli
gerçekleştirmek zorundadırlar.
Türkiye açısından bölge ile ilişkilerde Rusya her zaman dikkate alınması gereken bir
ülkedir. Türkiye ile Rusya’nın bölgede güç mücadelesi içerisine girmesi iki devlet
açısından da olumlu sonuçlar doğurmayacaktır zira Rusya’nın Ermenistan üzerinde
önemli bir etkisi olmakla birlikte Türkiye’nin de Kuzey Kafkasya halkları ile organik
ve kültürel bağı bulunmaktadır.65
Rusya’nın Ermenistan üzerindeki etkisi Türkiye ile olan ilişkilerini olumsuz yönde
etkilediği gibi ABD ve AB ile entegrasyonunu da etkilemektedir. Bu nedenle
Ermenistan’ın Rusya’ya bağımlılığını kırması gerekir ki bunun da tek yolu Türkiye
ve Azerbaycan ile sorunlarını çözmesidir. Ermenistan bölgede kendi kendini
hapsetmiştir, bunda aşırı milliyetçi diasporanın da etkisi oldukça fazladır. Diaspora,
Ermenistan da yaşayan Ermenilerin sorunlarıyla değil diasporadaki Ermenilerin
benliklerini kaybetmemeleriyle ilgilenmektedir, bu noktada ortak bir tarih, ideal,
yaşanmış acılar ve bu acılara dayalı duygu sömürüsü ön plana çıkmaktadır. Ayrıca
diasporanın soykırım iddialarıyla kendini finanse ettiği de defalarca dile getirilmiştir.
Ermenistan’ın geçmişe saplantılı, dış müdahalelere açık ve saldırgan dış politikası
65 Ali Faik Demir, A.g.e. s. 309-310
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
212
Ermenistan’ın geleceğini ipotek altına almaktadır, giderek nüfusu azalan Ermenistan
yakında sadece diasporadan ibaret bir Ermenistan haline gelecektir.
Türkiye ile Ermenistan ilişkilerinin düzeltilmesine yönelik futbol diplomasisi ile
başlayan ve protokoller ile devam eden süreçte, protokollerde yer almayan Karabağ
sorunu ve Azerbaycan-Ermenistan ilişkileri en önemli noktaların başında
gelmektedir, zira Türkiye protokollerin mecliste imzalanmasını Karabağ sorununun
çözümüne bağlamıştır. Ermenistan Anayasa Mahkemesi ise protokoller ile Karabağ
sorununu birbirinden ayırdığı gibi, protokollerin imzası sonrasında yaşanacak
değişimlere de karşı çıkmış, adeta kurnazlık yapıp sadece sınırın açılmasını uygun
görmüştür. Her iki ülke de protokollerin meclislerde imzalanmaması için adeta
bahaneler öne sürmüşlerdir, zaten protokollerin bu şartlarda yürürlüğe girmemesi
uluslararası kamuoyu tarafından da beklenen bir gelişme olarak görülmemekte idi
ve bu konuda ülkelere herhangi bir baskı da gelmemiştir.
Türkiye, protokollerin mecliste onaylanmasını Karabağ sorununun çözümüne
bağlayarak hem iç muhalefeti hem de Azerbaycan ile olan ilişkileri sakinleştirmiştir.
Hatta bu tavrı ile Azerbaycan ve Ermenistan’ı sorunun çözümü konusunda teşvik
ettiği dahi zaman zaman belirtilmektedir. Türkiye, protokoller imzalandıktan sonra
hem muhalefetten hem de Azerbaycan’dan şiddetli tepkiler görmüştür. Bu durum
Ankara’ya adeta kar-zarar analizi yaptırmıştır, zira Türkiye ile Azerbaycan arasında
dinsel, etnik, tarihi, kültürel, ekonomik ve stratejik bağlar bulunmaktadır.
Ermenistan ile ilişkilerin Azerbaycan pahasına gelişemeyeceği ortay çıkmıştır, her
şeyden önce içerideki muhalefetin tepkisi bir şekilde azaltılabilse de ekonomik ve
stratejik zararlar telafi edilebilecek boyutta değildir. Çünkü Türkiye, Azerbaycan’dan
petrol ve gaz almakta ayrıca hazar petrol ve doğalgazının Avrupa’ya ulaşmasında
köprü rolü oynamaktadır, gelecekte bu hattın genişletilme planları düşünüldüğünde
Türkiye bu enerji akımından dışlanırsa hem ekonomik hem de stratejik zarara
uğrayacaktır. Ayrıca Azerbaycan ile Türkiye arasında önemli bir ticaret hacmi de
bulunmaktadır. Tüm bunlar dikkate alınırsa Azerbaycan’a rağmen Ermenistan
protokollerinin kabul edilmesinin Türkiye’nin çıkarlarına zarar vereceği
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
213
görülmüştür. Aynı zamanda Azerbaycan’ın ilişkilerde göz ardı edilmesi, Azerbaycan
için de bir eksen kaymasına neden olabilecektir ki bu noktada Rusya’nın devreye
girerek boşluğu doldurması ihtimali hem Türkiye hem de ABD açısından en son
istenecek gelişmedir. Kıyaslama yapılacak olursa Azerbaycan doğal kaynakları,
konumu, ekonomisi ve nüfusu itibariyle Ermenistan’dan çok daha fazla önem az
eden bir ülkedir.
Dolayısıyla, Ermenistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinin bölgesel
dengeler, çıkar ilişkileri, güvenlik tehditleri ve güç mücadeleleri göz önüne
alındığında o kadar da kolay olmadığı anlaşılmaktadır. Dahası bugün gelinen
noktada ikili ilişkilerde küresel güçlerin hamlelerine yönelik çok önemli gelişmeler
görülmüş değildir, ABD’nin protokollere yönelik girişimleri ABD’nin kendi iç
politikasında rahatlama yaşamasına yönelik olduğuna dair vurguların haklılığı da bu
noktada ortaya çıkmaktadır. Son zamanlarda iki ülke arasında yaşanan
yakınlaşmanın ve protokollerin, realist dış politika argümanlarını benimsemiş iki
ülke açısından da alt yapısı olmayan ve günü kurtarıcı gelişmeler olduğu ön plana
çıkmaktadır.
Sonuç
Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkilerin normalleşmesine ilişkin gelişmeler ve
protokollerin imzalanması ile başlayan olumlu hava son noktada yerini bir bekleyişe
bırakmıştır. Protokollerin ve ilişkilerin geleceği Türkiye-Ermenistan ekseninden
ziyade Azerbaycan-Ermenistan eksenine kaymıştır. Türkiye’nin protokollerin
mecliste bekletilmesine ilişkin bu tavrı da Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerinde yeni
bir boyutun açılmasına yardımcı olabileceği gibi Ermenistan muhalefetinin tepkisine
de neden olabilir. Karabağ sorunun olası bir çözümü sonrasında Türkiye’nin Azeri
desteğini kaybedebileceğine dair bazı görüşlerde bulunmaktadır, böyle bir durumun
engellenmesi kapsamında Türkiye’nin Karabağ sorununun çözümünde direk
müdahil olması, hatta garantör olması bu endişeleri ortadan kaldırabilecek bir strateji
olarak düşünülebilir. Bu noktada Türkiye’nin bölgesel gücünün de artabileceği hesap
edilmelidir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
214
Karabağ sorunu dışında Türkiye ile Ermenistan arasında soykırım ve toprak talepleri
meselesi de çözülmesi gereken diğer konular olarak masada durmaktadır. Karabağ
meselesi çözülse dahi Ermeniler soykırım iddialarından ve anayasalarında belirtilen
batı Ermenistan idealinden vazgeçecek gibi görünmemektedirler. Protokollerin
işletilebilmesi ve karşılıklı sorunların çözülmesi noktasında ilk adımın Ermenistan
tarafından gelmesi gerekir. Bunun için de hem iç politikada hem de diaspora
bağlamında Ermenistan’ın diğer ülkelerle entegrasyonu ve Rusya boyunduruğundan
kurtulma niyetinde konsensusun sağlanmış olması gereklidir. Burada Türkiye,
çözümsüzlüğün devamının Türkiye ve Azerbaycan’dan ziyade Ermenistan’a zararı
olduğunu ve gelecekte de bu durumun daha da artarak devam edebileceğini
göstermekle birlikte ilişkilerin dostane bir ortamda kurulabileceğini de
hissettirmelidir. Ermenistan tarihsel argümanlar içerisinde sıkışmış ve gerçeklerden
uzak bir dünyada yaşamaktadır. Ermenistan, bölgede yalnızlaşmış bir ülke olarak
daha fazla devam edemeyeceğini anlamalıdır.
Kaynakça
Abdullah Gül, “Turkey: Vital Ally in the Cause of Long-Term Stability”, American
Foreign Policy Interests, V. 29, 2007
Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 2001
Ali Faik Demir, Türk Dış Politikası Perspektifinden Güney Kafkasya, Bağlam Yayınları,
Ankara, 2003
Bahar Bakır, “Sözde Soykırım Tasarısı ve Ermeni Protokolleri Arasında Sıkışmış
Türkiye: Ankara bu İkilemden Nasıl Çıkacak?”, 21. Yüzyıl, Sayı 16, Nisan 2010
Barış Özdal, “Türkiye-Ermenistan Diyaloğu: Uzun Bir Sürecin Başlangıcı Mı?”,
Ortadoğu Analiz, Cilt 1, Sayı 10, Ekim 2009
Bülent Aras, Fatih Özbay, “Türkiye ve Ermenistan Statüko ve Normalleşme Arasında
Kafkasya Siyaseti”, SETA Analiz, Sayı 12, Ekim 2009
Cemil Hesenli, SSCB-Türkiye: Soğuk Muharebe’nin Sınav Meydanı, Adiloğlu Yayınları,
Bakü, 2005
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
215
Eldar Ismailov, Vladimer Papava, “A New Concept fort he Caucasus”, Southeast
European and Black Sea Studies, Vol. 8, No. 3, september 2008
Esat Arslan, “Temel Dayanaktan Yoksun; Ermeni Protokolleri”, 2023, Sayı 102, Ekim
2009
Esil Şirin, The Nagorno-Karabakh Conflıct And The Armenıan Foreıgn Polıcy: 1988-
2007, A Thesıs Submıtted To The Graduate School Of Socıal Scıences Of Mıddle
East Technıcal Unıversıty, 2007
Fırat Karabayram, Rusya Federasyonu’nun Güney Kafkasya Politikası, Lalezar
Kitapevi, Ankara, 2007
F. Stephen Larrabee, “Turkey’s New Geopolitics”, Survival, Vol. 52, No. 2, April-May
2010
Hakkı Yapıcı, “Osmanlı Güvencesinde Tehcir Yasası”, Ermeni Araştırmaları, 2009, Sayı
32
Haluk Selvi, Armenian Question, From The First War To The Treaty Of Lausanne,
Sakarya University, 2007
Hüseyin Bağcı, Demokrat Parti Dönemi Dış Politikası, İmge Yayınları, Ankara, 1990
Murat Metin Hakkı, Türkiye, Ortadoğu ve Avrasya’yı Neler Bekliyor, Ötüken
Yayınları, 2007
Ömer Engin Lütem, “Facts and Comments”, Review of Armenian Studies, No: 19-20,
2009
Ömer Göksel İşyar, “Türkiye’nin Azerbaycan-Ermenistan Uyuşmazlığına Yönelik
Politikaları: 1992-2004”, Geçmişten Günümüze Dönüşen Orta Asya ve Kafkasya,
Der: Yelda Demirağ, Cem Karadeli, Palme Yayıncılık, Ankara, 2006
Özcan Yeniçeri, “Ermenilerin Soykırım Savaşı ve Türkiye”, 2023, Sayı 107, Mart 2010
Paul Henze, “Türkiye ve Ermenistan: Eski Sorunlar Yeni Beklentiler”, Avrasya Etüdleri,
Cilt 3, Sayı 1, 1996
Pulat Y. Tacar, “Ermenilere Soykırım Yapıldığı Savının Hukuksal ve Ahlaki Açılardan
İncelenmesi”, Ermeni Araştırmaları, Asam, Sayı 2, Ankara, 2001
Şanlı Bahadır Koç, “Stratejik Dehlizlerde Derinlik Sarhoşluğu: Bir AKP Dış Politikası
Eleştirisi”, 21. Yüzyıl, Sayı 19, Temmuz 2010
www.mfa.gov.tr/turkiye-ermenistan-siyasi-iliskileri.tr.mfa
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar 2017 - Autumn 201
267
ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE GÜVENLİĞİN REFERANS NESNESİ
SORUNSALI: KLASİKTEN YENİYE KAVRAMSAL BİR ANALİZ
Tolga ÇİKRIKCİ1
Özet
Uluslararası ilişkilerde bir alt alan olan güvenlik, alandaki çalışmaların tümünün
doğrudan ya da dolaylı bir bağlamını oluşturur. Sahip olduğu anlamsal genişlik
itibarıyla, çözümlemelerde birimler üzerinden ifade edilmesi zorunlu olan güvenlik
kavramı, günümüzde bu birimler arasındaki etkileşimin ölçülebilir sınırları aşmış
olmasıyla yeni ve kaçınılmaz bir genişlemeye uğramış gibi görünmektedir. Bu
anlamda güvenliğin referans nesnesinin düşünsel dönüşümünün anlamlandırılması,
güvenlik çalışmalarının temel yaklaşımlarının sağlamlaştırılması noktasında zorunlu
bir aşama olarak karşımıza çıkar. Bu çalışmada, bahsi geçen dönüşüm, konu ile ilgili
kuramsal tartışmaların betimlenmesi ve yorumlanması yöntemiyle ele alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Eleştirel Güvenlik Çalışmaları, Ulusal Güvenlik, Kopenhag
Okulu, Abersywyth Ekolü
THE REFERENT OBJECT PROBLEMATIC OF SECURITY IN INTERNATIONAL
RELATIONS: A CONCEPTUAL ANALYSIS FROM CLASSIC TO
CONTEMPORARY
Abstract
The concept of security, a subfield of international relations, takes part in all studies
of the field directly or indirectly. There is a necessity to describe the concept via the
units of analysis due to its semantic wideness. Nowadays, the concept seems to be
widened inevitably once again with the exceeding of the interaction between these
units the measurable limits. In this sense, the explanation of the intellectual
transformation of the referent object arises as an imperative stage for the security
1Arş. Gör., Giresun Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Doktor Adayı
(Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı) [email protected]
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
217
studies with regards to theoretical framework. In this study, the mentioned
transformation will be examined over theoretical discussions on the subject with
descriptive method.
Key Words: Critical Security Studies, National Security, Copenhagen School,
Aberystwyth School
Giriş
Doğası gereği güvenlik, “adalet”, “özgürlük” ya da “ahlak” gibi; karmaşık birçok
çağrışımı barındıran, zaman içerisinde kullanım şekli ile kullanım alanı değişen ve
semantik zemini oldukça geniş bir kavramdır. Ancak güvenlik kavramı bugün, “çok
şeyi ifade eden bir kavramın hiçbir şeyi açıklayamayacağı” şeklindeki bir pozitivist
önermeye karşı çıkarcasına, sosyal bilimler içerisinde gittikçe daha büyük bir yer
kaplamaktadır. Sahip olduğu anlamsal genişlik itibarıyla, çözümlemelerde birimler
üzerinden ifade edilmesi zorunlu gibi görünen güvenlik kavramı, günümüzde bu
birimler arasındaki etkileşimin ölçülebilir sınırları aşmış olmasıyla yeni ve
kaçınılmaz bir genişlemeye uğramış gibi görünmektedir. Böylesi bir sistem içerisinde
güvenlik, hangi birim üzerinden bakılırsa bakılsın son tahlilde, dünya sathına
eklemlenecek bir büyüklüğü ifade edebilmektedir.
Uluslararası ilişkilerde bir alt alan olarak konumlanmış olan güvenlik, uluslararası
ilişkiler çalışmalarının yapı taşlarından biri olarak düşünülebilir. Uluslararası ilişkiler
teorisindeki, her uluslararası aktörün öncelikle güvenliğe ihtiyaç duyduğu,
güvenliğini sağlamak için politika ürettiği ve güvenlik kavramı olmadan uluslararası
politikadaki her hangi bir olayın açıklanamayacağı şeklindeki temel tez (Terriff,
Croft, James, & Morgan, 2000: 2-5), güvenliğin, bahsi geçen şekilde uluslararası
ilişkilerde raison d’etre (var olma sebebi) oluşunu (Walt, 1991: 211) açıklar niteliktedir.
Devleti, hem güvenliğinin sağlanması gereken hem de güvenlik sağlayıcı bir birim
olarak merkeze alan klasik teorilere güvenlik yaklaşımı konusunda getirilen
eleştiriler, 1990 sonrasının uluslararası ilişkilerindeki en önemli tartışma
bağlamlarından birisidir. Bu anlamda güvenliğin referans nesnesinin düşünsel
dönüşümünün anlamlandırılması, güvenlik çalışmalarının temel yaklaşımlarının
sağlamlaştırılması noktasındaki birinci basamağı teşkil eder. Bu çalışmanın temel
amacını oluşturan bahsi geçen anlamlandırma çabası, konu üzerindeki kuramsal
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
218
tartışmaların betimlenmesi ve yorumlanması yöntemiyle ortaya konulmaya
çalışılacaktır.
Belirtmek gerekir ki, uluslararası ilişkilerde güvenlik kavramının tam manasıyla neyi
ifade ettiği, ancak uluslararası sistemin tarihi süreç içerisindeki özellikleri göz
önünde bulundurularak incelenebilir. Bu bakımdan uluslararası sistemde, sisteme
içkin aktörlerin doğası ve davranış kalıplarına ilişkin genellemeler üzerinden
hareketle oluşturulan paradigmalar, her ne kadar somut bilgi üretimi noktasında bir
kısıtlılık olarak keskin bir çerçeve çizmeseler de, kavramın anlamlandırılmasında
kilit bir öneme sahiptirler. Dolayısıyla uluslararası ilişkilerde güvenliğe dair bir
analiz için yapılması gereken, kavramı hakim paradigmalarla birlikte ele almak ve
bunu tarihi süreç bağlamında değerlendirmektir. Bunun için de öncelikle güvenlik
kavramının yalın olarak neyi ifade ettiğine ya da başka bir deyişle özünün ne
olduğuna bakmak gerekir. Buradan hareketle çalışmanın ilk bölümünde güvenlik
kavramının düşünsel zeminine odaklanılacak; takip eden bölümlerde ise klasik
güvenlik yaklaşımı ve buna bağlı olarak ulusal güvenlik kavramı irdelenerek,
referans nesnesinin dönüşümü güvenliğin genişleme ve derinleşme boyutlarıyla ele
alınmaya çalışılacaktır.
2. Güvenlik Kavramının Özü
Sözlük anlamı ile “tehlikenin olmaması, güven ve rahat içinde olma hali” olarak
ifade edilen ve 1. yüzyıldan itibaren temel bir siyasi kavram olarak kullanılan
güvenlik (Brauch, 2012: 168), Arnold Wolfers’a göre, nesnel olarak “edinilmiş
değerlere yönelik bir tehdidin olmaması” durumunu ifade eder (Wolfers, 1952: 481).
Bu tanımda güvenlik, olumsuz bir ibareyle, yani bir şeyin yokluğuyla ifade
edilmektedir. Ancak irdelendiğinde öznel olarak, genelde yapıldığı gibi güvenliğin
olumsuzlama yöntemiyle resmedildiği (Çiçekçi, 2012: 10) bu tanımlamada esas
olarak vurgu yapılanın, “edinilmiş değerlere yönelik bir tehdidin varlığına karşı
korku taşımama hali” olduğu ortaya çıkmaktadır (Baldwin, 1997: 14). Edinilmiş
değerlere yönelen tehdidi ortadan kaldırmak ya da bu tehditlere karşı korku
taşımama halinin sağlanması, başka bir deyişle güvende olma/hissetme hali realist
düşünürlerce “güç” ile ilişkilendirilmektedir. Bu görüşe göre özetle, güvenliği söz
konusu olan birim, güçlüyse güvendedir. Fakat eleştirel yaklaşımın öncülerinden
olan Waever’e göre “mutlu yaşam ve üzüntünün olmamasına” dayanan güvenlik bu
bakış açısıyla ele alınacak kadar basit bir kavram değildir ve anlamlandırılması için
bağlamsal değerlendirmelere tabi tutulması gerekmektedir. (Wæver, 2007: 100).
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
219
Buzan’ın da belirttiği gibi, elde olanı kaybetme tehlikesi ve mutlu olma hali
tanımlarıyla güvenlik, özgürlük ve mülkiyet ile özdeşleştirilmektedir. Ne var ki bu
yolla güvenlik, mülkiyet emniyetsizliği üzerinden meşrulaştırılarak, devam eden
sınıf sorununu gizlemekte ve bu anlamda güvensizlik ortamının devamını sağlayan
bir anlayışı içinde barındırmaktadır. Buzan’a göre güvensiz ortamı oluşturan temel
etkenler, beraberinde risk ve belirsizlik getiren özel mülkiyet ve piyasa ekonomisidir
(Buzan, 1983:124). Bu noktalardan hareketle etimolojik köken itibarıyla Latince “se”
(olmaksızın) ve “cura” (endişe) ikilisinden türemiş olan securitas (Hobbes ile
başlayan yeni dönemde İngilizce security kelimesine dönüşecektir) yani “endişeden
uzak olma ve sükunet” anlamına gelen (Arends, 2012: 200) güvenliğin, tehdit ve
korku unsurlarıyla şekillenen, kişiye, topluma, devlete, sisteme, zaman ve mekana
göre farklılık gösteren göreceli bir olgu olduğu açıklık kazanmaktadır.
Arends güvenlik kavramının tarihi gelişimini iki aşamada inceler. Bunlardan ilki
Romalılar tarafından kullanılan ve dini vurguları olan erken aşama; ikincisi ise
Thucydides’ten etkilenen Hobbes ile başlayan, iç ve dış ayrımının belirmeye
başladığı modern aşamadır (Arends, 2012: 199). Toplumsal bir değer olarak da
düşünülebilen güvenlik, Hobbes tarafından, egemen gücün, halka karşı yerine
getirmekle yükümlü olduğu bir görev olarak tanımlanarak “iç savaşların önlenmesi
hedefine hizmet eden otoriter süper devlet” Leviathan’ın ortaya çıkışı ile
ilişkilendirilmiştir. Hobbes bahsedilen devlet-güvenlik ilişkisini şu şekilde ifade
etmektedir:
“Devletin amacı, bireysel güvenliktir. Doğal olarak özgürlüğü ve başkalarına egemen olmayı
seven insanların, devletler halinde yaşarken kendilerini tabi kıldıkları kısıtlamanın nihai
nedeni, amacı veya hedefi, kendilerini korumak ve böylece daha mutlu bir hayat sürmek; yani,
…insanları korku içinde tutacak ve onları, ceza tehdidiyle, ahitlerini ifa etmeye ve …doğa
yasalarına uymaya zorlayacak belirgin bir güç olmadığında, insanların doğal duygularının
sonucu olan o berbat savaş durumundan kurtarmaktır.” (Hobbes, 2013, s. 133)
Açıkça görüldüğü gibi Hobbes, güvenliği birey güvenliği üzerinden
değerlendirmekte ve devlet mekanizmasını bunu sağlamak üzere oluşturulmuş bir
yapı olarak konumlandırmaktadır. Tüm bunlar göz önüne alındığında kavramın
muhtevasında, eski dönem Atinalıların amaçları, Romalıların dini vurguları ve
Hobbesçu felsefeyi bir arada barındırmakta olduğu görülür (Arends, 2012: 199).
Modern aşama içinde 20. yüzyıl, giderek artan şekilde küreselleşen güvenliğin
yükselişine tanık olmuştur. Bu yükseliş 1912-1921 döneminde ABD Başkanı olan
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
220
Woodrow Wilson’un “Savaş Sonrası Barış Düzeni İlkeleri” ile başlar. Kısaca “Wilson
İlkeleri” olarak anılan bu 14 ilkede güvenlik (security) ve emniyet (safety) kelimeleri
birbirlerinin yerine kullanılmıştır. Bu durum 1919 Milletler Cemiyeti Misakında da
görülmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında “dış güvenlik” konularının önem
kazanması neticesinde, siyasal vurgusu ağırlık basan güvenlik kavramının kullanımı
genişleyerek, güvenlik kelimesi tartışmaya yer bırakmayacak şekilde dış güvenlik
konuları ile ilişkilendirilmiştir (Arends, 2012: 218). Bu dönemde çoğu stratejist bir
güvensizlik kaynağı olarak iç ve dış konular arasındaki etkileşimle şekillenen iç
politikayı göz ardı edip, güvenliği dar anlamı ile sadece dış politika ve askeri güç
ekseninde değerlendirmişlerdir (Zielonka, 1991: 128).
Brauch’a göre güvenlik nesnel olarak uluslararası, ulusal ya da bireysel boyutlarda,
enerji, gıda, su gibi sektörlere yönelik tehlikelerin bütünüdür. Buna karşılık öznel
güvenlik, bireyler ya da halkın, söz edimi ya da yazılı olarak ifade edilen tehlikelere
ilişkin güvenlik endişeleridir. Bu noktada güvenlikle ilgili tüm kavramlar; tarihteki
olaylara ilişkin analiz yapanlar, bu kavramlara ilişkin belirli eylemleri talep edenler
ya da bu eylemleri meşrulaştırmak için bu kavramları kullananlar tarafından
oluşturulan sözlü ya da yazılı ifadelerin toplamını ifade eder (Brauch, 2012: 172).
Başka bir deyişle güvenliğe ilişkin kavramların büyüklüğü, güvenlikleştirmenin
sınırlılığı/sınırsızlığı düşünülerek anlaşılabilir. Bu konuda uzlaşılıyor olsa da,
yazarlar arasında güvenlik analizlerinin odaklandığı noktanın “bireysel” mi,
“ulusal” mı veya “uluslararası” mı olması gerektiği konusunda farklılaşma vardır
(Baylis, 2012: 156).
Güvenlik konusundaki kavramsal bir diğer önemli tartışma ise, kavramına
kapsamına ilişkindir. Güvenlik kavramının, hayatı realist bir bakış açısıyla okumanın
neticesi olarak ortaya çıkan dar tanımı bu bağlamda en çok eleştirilen noktadır.
Güvenliğin daha geniş bir bakış açısıyla ele alınması gerektiğini savunanlar, genel
olarak askeri unsurların ötesinde, güvenliğin, sosyal, ekonomik ve çevresel konuların
da dahil edilerek düşünülmesi gerektiği noktasında birleşmektedirler (Aldis & Herd,
2004: 171-175). Güvenliğin dar ve geniş geniş tanımları konusunda, Soğuk Savaş
döneminin hakim klasik güvenlik yaklaşımcıları ve eleştirel güvenlikçiler arasındaki
tartışma bugün halen sonlanmış değildir.
3. Klasik Güvenlik Yaklaşımı ve Ulusal Güvenlik
Yukarıdaki bilgiler ışığında diyebiliriz ki, modern aşamada güvenliğe yüklenen
devlet bağlamlı anlamlar erken aşama için bir şey ifade etmemektedir. Modern
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
221
anlamda devletin ortaya çıkmasıyla yeni bir anlam bütünlüğüne kavuşan güvenlik,
20. yüzyılın en sık başvurulan kavramlarından biri olarak (Wæver, 2007: 101), ulusal
sınırlar ve vatandaşlık bağı üzerinden anlamlandırılan “ulusal güvenlik”
kavramsallaştırmasıyla, karşımıza çıkmaktadır. Bu yükselişle birlikte literatürde
güvenlik ve ulusal güvenlik kavramları kullanımda içerik olarak benzerlik
kazanmışsa da bu iki kavram arasında belirttikleri amaçlar noktasında farklılık
bulunmaktadır. Buzan’ın da belirttiği gibi ulusal güvenlik kavramı, kavramın yalın
kullanımına kıyasla hem ulus ve devlet arasındaki bağlantıyı daha çok
vurgulamakta, hem de güvenliğin referans nesnesinin, yani güvenliği tehdit altında
olanın ulus olduğunun altını çizmektedir (Buzan, 1983: 70).
İdealizmin uluslararası politikada yükselişini simgeleyen 1919-1939 döneminde
güvenlik kavramı, statükocu güçlerce, iki savaş arası dönemin var olan düzenini
koruma çabası olarak kurgulanarak; ulusal beka, egemenlik ve güç bağlamındaki
atıflarla incelenmiştir (Wæver, 2007: 102). Brauch’a göre 2. Dünya Savaşı sırasında
Amerika Birleşik Devletleri’nin dış dünya ile ilişkisini açıklamak için geliştirilmiş bir
kavram olarak ulusal güvenlik, zihniyetlerin yeniden askerileşmesini ve silahlanma
yarışını meşrulaştırmak için kullanılmıştır. (Brauch, 2012: 168-169). Böylesi bir
düzlemde klasik anlamıyla güvenlik, genel olarak “devletin egemenliği ve toprak
bütünlüğünün tehlike altında olmadığı bir durum” (Spiegel & Wehling, 1999: 492)
olarak tanımlanmaktadır ki bu tanım tarihsel kullanımı bağlamında ulusal güvenlik
kavramını özetler niteliktedir.
Bilgin, devletin güvenliğini ifade etmek için “ulusal” ya da “milli” kavramlarının, bu
meşruluğa halkı inandırmak ve ikna etmek amacıyla bilinçli olarak seçildiğini belirtir
(Bilgin, 2005: 182-183). 1975 Helsinki Nihai Senedinde, birçok yurt içi sosyal ve
ekonomik boyutu olduğunu vurgulanmışsa da iki kutuplu sistem çözülünceye kadar
ulusal güvenlik, dış bağlantılı ve askeri unsurlar ekseninde, güvenliğin dar tanımına
uygun olarak değerlendirilmiştir. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra dış güvenlik
vurgusuyla “devletlerarası ilişkiler” zeminine yerleşmiş olan ulusal güvenliğin temel
ilgi alanı, Soğuk Savaş dönemi boyunca; egemenlik, devletlerarası ittifak ve
müzakereler, stratejik caydırma, konvansiyonel ve nükleer savaş gibi konular
olmuştur. (Zielonka, 1991: 128) Buradan da anlaşılacağı gibi klasik güvenlik
çalışmalarındaki hakim yaklaşım, realist dünya görüşünü yansıtmaktadır.
Realist paradigmanın, Poggi’nin tanımlamasıyla “doğası gereği ucu-açık, rekabetçi
ve risklerle dolu bir güç mücadelesi” (Poggi, 1978: 60) olarak kabul ettiği uluslararası
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
222
sistemdeki bütün davranışların temelinde, “beka dürtüsü” bulunur (Gilpin, 1986: 301
- 321). Klasik manada ulusal güvenlik kavramı da, devletin bekası noktasında ulusal
ve uluslararası alanlardan kendisine yönelik tehditleri algılama ve yanıtlama
ilişkisini ifade eder. Başka bir deyişle ulusal güvenlik kavramı, iç güvenlik, dış
güvenlik ve savunma konularını kapsamaktadır (Tavas, 2011: 20). Neo-realistlere
göre de ulusal güvenlik devletlerin en önemli amacı olarak konumlandırılmaktadır.
Neo-realizmin en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilen Waltz, bu noktayı
belirtirken, devletlerin, refah, kazanç ve güç gibi diğer amaçlarına ulaşmak için
öncelikle bekalarını garanti altına almaları gerektiğini belirtmektedir (Waltz, 1979:
126). Bu bağlamda ortaya çıkan “ulusal güvenlik nasıl sağlanmalıdır?” sorusu,
Hobbesçu klasik realist düşünürler tarafından birinin mutlak kontrolü ele
geçirmesini engellemek için “diğerlerinin gücünü dengeleme” çabası olarak karşılık
bulur (Carr, 2010: 147-153). Zira bu düşünce sisteminde uluslararası sistem, anarşinin
hakim olduğu yapısıyla, salt bir güç ve rekabet mücadelesi arenasıdır ve bu çaba
olmadan bekanın sürdürülmesi mümkün değildir.
Ne var ki değişime açık olan uluslararası sistemde iç ve dış güvenlik ayrımının
belirginliğini giderek yitirmesi, devletlerin uluslararası alanda giderek daha işbirlikçi
bir tutum sergilemelerini zorunlu hale getirmektedir (Bruno, Khan, Nolte, & Paulus,
2002: 41-42). Bu bağlamda ortaya çıkan “kolektif güvenlik” kavramı ilk olarak
Woodrow Wilson’un önderliğinde Kant’ın “kalıcı barış” düşüncesinin etkisiyle, 1919
Milletler Cemiyeti Paktı’nda kullanılmış ve daha sonra Birleşmiş Milletler Şartı’nın
güvenlik anlayışını oluşturmuştur (Brauch, 2012: 168). Devletlerin bazı durumlarda
işbirlikçi davranabildiği görüşünü kabul etmekle birlikte bazı neo-realist yazarlar,
devletlerarasında işbirliği yapılabileceğini, fakat bunun devletlerin kendilerini
rekabete gerek kalmayacak şekilde güvende hissedebilecekleri bir seviyede
gerçekleşmesinin mümkün olmadığı görüşündedirler (Mearsheimer, 1994: 9-13). Bu
yazarların en önemlilerinden biri olarak Walt, realist paradigmayla örtüşür şekilde,
merkeze savaş olgusunu yerleştirerek güvenlik çalışmalarını “tehdit algısı ekseninde
askeri gücün kullanım ve kontrolüne ” ilişkin bir alan olarak tanımlamıştır (Walt S.
M., 1991: 212). Bu doğrultuda, güvenliğin sağlayıcısı da bizatihi askeri gücü kontrol
eden devlet iktidarı olmaktadır.
Soğuk Savaş döneminin hakim anlayışı güvenliği “askeri güç” odaklı
değerlendirdiğinden, ulusal güvenliğe ilişkin algılanan tehditler doğal olarak,
Walt’un tanımına paralel şekilde, askeri bir nitelik kazanmıştır (Held & McGrew,
1998: 219). Bu doğrultudaki bazı realist yazarlarca farklı yorumlanabileceğini
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
223
belirtmekle birlikte Miller, geleneksel ulusal güvenlik anlayışının beş ana
boyutundan bahsetmektedir. Bunlardan ikisi algılanan tehdidin kaynağı ve
mahiyetine ilişkindir. Klasik anlamda tehdidin kaynağı genel olarak diğer
devletlerken, mahiyeti devletlerin askeri kapasitesi ile alakalıdır. Üçüncü boyut
askeri mahiyetteki tehdide verilecek karşılık ile ilişkilidir ki bu karşılık da askeri
niteliktedir. Dördüncü boyut “ kim güvenliği sağlamakla yükümlüdür?” sorusuyla
karşımıza çıkmaktadır ve bu soru, sorunun içerisinde anlatılmak istenen devletin
güvenliğinin, yine devlet tarafından sağlanmak zorunda olduğu cevabı ile karşılanır.
Beşinci ve son boyut, toprak bütünlüğü, sınırların dokunulmazlığı ve iç işlerine
müdahaleye izin vermeme gibi korunması gereken egemenlik ve ulusal bağımsızlık
değerleriyle ilişkilidir (Miller, 2001: 16-17). Bu çerçevede devletlerin kendilerine
yöneldiğini düşündükleri tehditlerle mücadelelerinin yeterliliği, o devletlerin
askeri yetenekleri ve olanakları ile paralellik gösterir. Bu bağlamda askeri ulusal
güvenlik, bireylerin/yurttaşların da güvenliği anlamını ihtiva etmektedir. Zira realist
yaklaşım, devletin vatandaşlarına karşı sorumlu olduğunu kabul etmekte (Bellamy &
McDonald, 2004: 311) ve buna bağlı olarak devletin güvende olduğu durumda
bireyin de kendisini güvende hissedeceği varsayımına dayanmaktadır.
4. Uluslararası İlişkilerde Güvenliğin Dönüşümü
Önceki bölümde görüldüğü üzere, geleneksel uluslararası ilişkiler çalışmalarında
güvenlik kavramı, devlete atfedilen bir göreve gönderme yapar ve bu şekilde
kurgulanır. Küreselleşme sürecinde bu algı, kavramın esasen devletten bağımsız
düşünülemeyecek olan tüm toplumsal olgularla, ulusal ve uluslararası kurum ve
kuruluşlarla, sistemle ya da bireyle, kısacası hayata ilişkin hemen her dinamikle ilişki
içerisinde olduğu düşüncesi çerçevesinde ciddi bir sorgulamayla karşılaşmıştır.
Realist paradigma üzerinden anlamlandırılan geleneksel yaklaşımda tüm bu
boyutlar egemenlik ve sınır güvenliği gibi klasik kavramlara indirgenerek, askeri güç
ekseninde değerlendirilmekte ve bu bağlamda güvenlik anlamsal olarak,
devletlerarasındaki sürekli çatışma potansiyelini ihtiva etmektedir (Krause &
Williams, 1996: 235). İki dünya savaşı arasındaki dönemi irdeleyen ve uluslararası
ilişkiler çalışmalarının klasiklerinden olan “Yirmi Yıl Krizi” adlı eserinde Carr, gücün
ekonomik boyutunu vurgulamış olsa da (Carr, 2010: 73), ekonomik unsurlar bile
geleneksel güvenlik çalışmalarında sonradan yer bulabilmiştir (Rudolph, 2003: 5). Ne
var ki küreselleşme sürecinde benzer toplumsal olgular çeşitlendikçe, ulusal ve
uluslararası aktörler arasındaki ilişki ve etkileşim yelpazesi büyüdükçe; güvenlik
olgusuna ilişkin boyutlar değişmekte ve bu artışla birlikte zaman ve mekan
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
224
bağlamında kavrama ilişkin yeni bağıntılar, yeni güvenlik algı ve arayışları ortaya
çıkmaktadır.
Yeni güvenlik çalışmaları kapsamında, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve çevresel
boyutları da içerir şekilde genişleyen ve sosyal gruplar ile bireylerin güvenliğini
kapsar şekilde (Tanrısever, 2014: 122-123) derinleşen güvenliğin (Smith, 1999: 72)
gündemine çevresel zararlar (Özkan, 2012: 139-150), küresel ısınma, göç ve mülteci
sorunları, salgın hastalıklar, su ve gıda yetersizliği, nüfus artışı, etnik ve dinsel
çatışmalar, madde ve insan kaçakçılığı ve hatta gelir eşitsizliği gibi bir çok yeni tehdit
unsuru dahil edilmiştir. Dünya üzerinde bu unsurlarla ilişkili olayların ortaya yeni
çıkmadığı açıktır. Yeni olan, bütün bu konuların güvenlik bağlamında
değerlendirilmesi ve güvenliğin tüm birimleri üzerinde doğurabilecekleri sonuçlar
konusundaki farkındalığın artmasıdır. Bu anlayışa iten temel etken ise Soğuk Savaş
dönemi güvenlik anlayışında etkili olan temel parametrelerin uluslararası politik
önceliklerini ve önemlerini kaybetmiş olmalarıdır (Tavas, 2011: 197).
4.1. Güvenliğin Genişlemesi: Yeni Tehditler
İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan günümüze kadar geçen süre içinde akademik
anlamda güvenlik çalışmalarının temel yaklaşımlarını belirleyen ve bu anlamda
güvenlik kavramının sınırlarını genişleten iki olgudan bahsetmek mümkündür.
Bunlardan ilki, Soğuk Savaş’ın başından itibaren klasik güvenlik çalışmalarını
temellendiren çıkar ve tehdit olgularının, Soğuk Savaş yıllarının sonlarına doğru
güvenlik çalışmalarının kapsamında belirginleşen şiddet, risk ve korku
kavramlarıyla genişlemesidir. İkincisi ise, Soğuk Savaş’ın sonlarından itibaren
güvenlik çalışmalarının sonuçlar üzerine kurgulanması yerine nedenlere
odaklanması ve bu düzlemde öne çıkan Eleştirel Güvenlik Çalışmalarıdır (Birdişli,
2014). Başka bir ifade ile küreselleşme sürecinde güvenlik anlayışı, yeni tehdit
unsurları ile genişlemiş ve bu yeni durum karşısında güvenlik çalışmaları, analiz
birimi ve tehdit kaynağı bağlamında klasik güvenlik anlayışını eleştiren düşünce
sistemleri üzerine oturtulmuştur. Bu düşünce sistemleri çerçevesinde yazarlar, Soğuk
Savaş döneminin askeri ve nükleer güç bağlantılı saplantılarının, güvenlik
çalışmalarında yanıltıcı bir sınırlama olduğu noktasında birleşmektedirler. Bu
kapsamda birleşilen diğer bir nokta da, bahsedilen geleneksel tehditlerin ortadan
kalkmadığı, ancak askeri kaynaklı olmayan diğer tehditlerin bugün için daha fazla
baskı oluşturduğu düşüncesidir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
225
Bahsedilen bu yeni tehdit unsurları askeri konulara ek olarak, güvenliğin, ekonomik,
sosyal, ekolojik, tıbbi, kültürel ve demografik boyutları ile ilgilidir. Bu boyutlar
arasından özellikle çevresel bozulma, Soğuk Savaş sonrası dönemde çevre bilincinin
artmasına bağlı olarak, klasik güvenlik yaklaşımının bu konuda her hangi bir açılım
yapamaması bağlamında sorgulanmasında öncü bir yere sahiptir (Krause &
Williams, 1996: 230). Soğuk Savaş’ın sonuna doğru bahsedilen boyutların ulusal
güvenliğin inceleme alanına dahi edilmesi gerektiği fikrine, “hayatı ve refahı tehdit
eden her etkeni ve olayı ulusal güvenliğe yönelik bir tehdit olarak
konumlandırmanın, kavramın içini boşaltacağı” (Deudney, 1990: 461- 476)
argümanıyla, şiddetle karşı çıkılmıştır. Benzer şekilde Walt da, “güvenlik
çalışmalarının bu şekilde genişletilmesinin kavramın teorik bütünlüğünü bozacağını
ve bunun bahsedilen boyutlardaki önemli problemlerin çözümünü güçleştireceğini”
öne sürmüştür (Walt S. M., 1991: 222). Bu noktada Walt, güvenlik çalışmalarını
“pozitivist standartlar ve neo-realizmin uluslararası anarşi algısı arasında çok sınırlı
bir kapsama hapsettiği” gerekçesiyle eleştirilmiştir (Kolodziej, 1992: 421 - 438).
Geleneksel güvenlik anlayışının uluslararası güvenlik konularında yetersiz kalması
karşısında, Barry Buzan’ın öncülük ettiği Kopenhag Okulu çatısı altındaki yazarların
çalışmaları önemli bir yer tutar. Buzan, güvenliğin askeri, siyasi, ekonomik,
toplumsal ve çevresel boyutları üzerine dikkat çekmekte ve bu beş boyutun
birbirinden bağımsız düşünülemeyeceğini belirtmektedir (Buzan, 1983:19-20). Tüm
bu boyutların ortak noktası, bu kapsamdaki tehditlerin yöneldiği ve bu tehditlere
karşı savunma yapacak birimin devlet olarak düşünülmesidir. Yani bu
formülasyonda referans objesi devlettir (Wæver, Buzan, Kelstrup, & Lemaitre, 1993:
24).
Bu noktada temel yaklaşım, doğal bir tehdidin olmadığı, olguların sosyal ve siyasal
kontrolden çıkması halinde tehdit olabileceği şeklindedir. Yukarıda belirtildiği
şekilde güvenliği, salt düşman ve fiziksel şiddetin olamaması hali gibi değerlendirip
negatif bir yaklaşımla tanımlamak yerine, sosyal, ekonomik ve kültürel yapıyı da
içerisine alan bir yaklaşımla ele alma düşüncesi eleştirel güvenlik çalışmalarının ana
eksenini oluşturmaktadır (Buzan & Hansen, 2009:102-104).
Kopenhag Ekolü’nün yeni güvenlik çalışmalarına yaptığı en önemli katkı, devletin
bekasını ilgilendiren acil konuların dışında kalan “low politics” olarak nitelendirilen
konuların güvenlik dışına çıkarılmasını ifade eden “güvenlik dışılaştırma
(desecuritization)” kavramları olmuştur (Wæver, 1995: 46).
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
226
Soğuk Savaş sonrası dönemin ilk on yılında ulus-aşırı terörizm, organize suçlar,
uluslararası göç, sığınmacılar ve çevresel bozulmalar en çok tartışılan yeni güvenlik
problemleri olarak karşımıza çıkmaktadır (COT Institute for Safety, 2007: 34; Özkan,
2016: 133-134). Bu problemlerin güvenlik bağlamında askeri konular dışında,
Buzan’ın güvenlik gündeminin genişlemesine yönelik önerdiği (Buzan, 1983: 19-20)
siyasi, ekonomik, sosyal ve çevresel boyutlara işaret ettiği açıktır. Bu boyutların
uluslararası güvenliğin değişen doğası içerisinde önemli bir yeri olduğunu savunan
Haftendorn, yeni güvenlik çalışmalarında öncelikle güvenliğin ne olduğuna ilişkin
ortak bir algının oluşturulmasının elzem olduğunu vurgular. Bunun gerçekleşmesi
için ABD’li yazarların stratejik araştırmalar üzerinde yoğunlaşmayı bırakmaları ve
Avrupalı yazarların da barış araştırmalarının ötesine geçmeleri gereklidir
(Haftendorn, 1991: 15). Bu noktada uluslararası güvenliğin bütüncül düşünülmesi
yönünde bir çağrı yapılmaktadır. Stratejik araştırmalar ve güvenlik çalışmaları
ilişkisi bağlamında Betts’in görüşleri bu düşünceye ters düşünmektedir. Zira strateji
çalışmaları ile genişleyen güvenlik çalışmalarını birbirinden ayıran Betts’e göre savaş
halen uluslararası ilişkilerin en önemli konularından biridir ve bu noktada stratejik
araştırmaların pozisyonunu koruması önemlidir. Betts uluslararası ilişkileri iç içe
geçmiş üç halkadan oluşan bir diyagram şeklinde düşünüp, bu halkaların merkezine
askeri çalışmaları, ikinci dış kısma stratejik araştırmaları, üçüncü ve en dış kısma ise
genişleyen güvenlik çalışmalarını yerleştirmektedir. Buradan hareketle stratejik
araştırmaları yeni güvenlik alanlarıyla askeri konular arasında bir koordinasyon
alanı olarak konumlandırılmaktadır. Güvenlik kapsamındaki alt alanların sınırsızlığı,
uluslararası ilişkilerin bir disiplin olarak organize olmasını engellemektedir ve bu
nedenle stratejik araştırmalardan ayrı düşünülmelidir. Zira bu düşünceye göre,
belirtilen organizasyon, askeri strateji araştırmalarının uluslararası ilişkilerin ana
görevi olarak konumlandırılması halinde sağlanabilmektedir. Bu bağlamda güvenlik
gündeminin genişlemesi ile stratejik araştırmaların uluslararası ilişkiler içerisindeki
pozisyonu gerek akademik gerekse politik bakımdan sarsılmamalıdır (Betts, 1997: 9).
Bu neo-realist yaklaşımla Betts, askeri gücü ve stratejik araştırmaları uluslararası
ilişkilerin merkezine yerleştirmekte ancak güvenlik çalışmaları içerisinde kabul ettiği
sorunların, askeri çalışmalarla nasıl bir stratejik koordinasyon dahilinde
çözülebileceği konusunu açıklamakta yetersiz kalmaktadır.
4.2. Güvenliğin Derinleşmesi: Kimin Güvenliği?
Güvenliğin “derinleşmesi” ifadesi genel olarak, güvenliğin irdelendiği, bireysel,
toplumsal, bölgesel, ya da küresel düzlemlerle ilişkili olarak kullanılmaktadır
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
227
(Krause & Williams, 1996: 230). Yani esasen güvenliğin derinleşmesi, güvenliğin
amacına ilişkin konuları kapsamaktadır ve doğrudan “güvenliğin hangi birim için
sağlanması gerektiği” yani “referans nesnesi” sorunsalına ilişkin bir ifadedir (COT
Institute for Safety, 2007: 33) . Derinleşme, temel olarak iki değişim boyutuyla ifade
edilir. Bunlardan ilki klasik ulusal güvenlik anlayışıyla bütünleşen devlet odağından
uluslararası alana, küresel ölçeğe başka bir deyişle uluslararası sistemin güvenliğine
doğru olan bir değişimi ifade eden yukarı yönlü değişim; ikinci ise yine klasik devlet
düzleminden toplumların ve bireylerin güvenliğine doğru derinleşmeyi ifade eden
aşağı yönlü değişimdir (Rotschild, 1995: 53; Aksu & Turhan, 2012: 70). Derinleşme
kavramı, güvenliği genişletici unsurlar olarak yeni tehdit alanları bu değişimle gelen
yeni analiz seviyelerinde yani birey güvenliği ve küresel güvenlik seviyelerinde
incelenmesi gerektiği düşüncesini ifade eder. Bu düşüncede bölgesel güvenlik de bir
inceleme düzeyi olarak birey ile küresel güvenlik arasında bir yere yerleşmektedir
(Krause & Williams, 1996: 230).
Genel olarak bu şekilde ifade edilen güvenliğin derinleşmesi, Galler Ekolü’nün öncü
yazarlarından Booth tarafından yalnızca belirtildiği şekilde, devlet dışındaki
birimlerin güvenlik çalışmalarının odağına alınması değildir. Derinleşme bunun
yanında, türetilmiş bir kavram olduğu kabul edilerek güvenliğe ve ona ilişkin
kavramların belirli siyasal teorilere dayandırıldığı düşünülerek yaklaşılmasını da
ifade eder (Booth, 1997: 106). Zira güvenliğin hiçbir unsuru yansız ve bağımsız olarak
tasavvur edilemez.
Yeni Güvenlik Çalışmalarının önemli bir parçasını oluşturan Galler Ekolü, klasik
güvenlik çalışmalarının temel yaklaşımlarının aksine, uluslararası sistemin
doğasının salt güç ilişkileri ve bencillik üzerine oturduğunu kabul etmez. Bu
bağlamda güvenliğe dinamik olgularla yaklaşılması gerektiğini savunur. Zira
uluslararası sistemin belirleyicileri yalnızca devletler ve devletlerden müteşekkil
uluslararası örgütler değil; bireyler, etnik gruplar, ulusal toplumlar ve nihayetinde
küresel toplumdur. Uluslararası sistemin ulaştığı son aşamada güvenlik, klasik
anlamda devletin güvenliği olmaktan öte, azınlıklar, yoksullar, kadınlar ve çocuklar
gibi korunmaya muhtaç kesimlerin tehditlerden uzak olması durumu ile ilişkilidir
(Booth, 2004: 5 - 8). Bunun yanı sıra, Soğuk Savaş döneminin tehdit algısının bu
dönemden sonra önemini yitirmesiyle, insan hakları ve özgürlük gibi konuların öne
çıkmaya başladığı ve devletlerin güvenlik konusunda tek referans olma özelliğinin
işlevsel olmadığı görüşü ön plana çıkmaktadır (Booth, 1999: 2- 9). Klasik güvenlik
anlayışında esas ilgilenilen noktanın Cox’un sınıflandırmasındaki “problem çözücü”
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
228
yaklaşımla nasıl daha iyileştireceği üzerine yoğunlaşılmasını eleştiren Booth,
güvenliği yeniden ele alırken sorulması gerekenin esasında “kimin için güvenlik?”
sorusu olması gerektiğini belirtir.
Neden sonuç ilişkileri bağlamında güvenliğin temeline ilişkin varsayımlarda klasik
güvenlik anlayışıyla örtüşmese de Galler Ekolü, klasik güvenlik paradigmalarının
tümünü göz ardı etmez. Ancak eleştirel bir yaklaşımla güvenliği ele alan bu ekole
göre uluslararası alandaki güvensizliğin temel nedeni uluslararası sistemdeki
hiyerarşik yapılanmadır. Bu bağlamda devlet güvenliğin sağlanmasında bir araç
olarak konumlandırılmaktadır (Booth, 1991: 321 - 322).
Buzan’ın da belirtiği gibi artık güvenliğin dinamikleri açısından uluslararası düzlem
ile devlet-altı birimler arasında geçirgenlik artmış ve birey düzlemi devletin
güvenliği bağlamında normatif bir değer kazanmıştır (Buzan, 1983: 36). Ancak Buzan
devleti referans nesnesi olarak konumlandırmaktan vazgeçmediği ve bu anlamda
geleneksel güvenlik anlayışından keskin bir şekilde ayrılmadığı gerekçesiyle
eleştirilmektedir (Mcsweeney, 1999: 123). Zira devlet- merkezli yaklaşım,
küreselleşme sürecinde meydana gelen değişimlerin net olarak görülmesini
engellemekte, buna bağlı olarak devletler kendi güvenliklerini sağlamada yetersiz
kalmakta ve bu da dünya politikasında tehlikeli uyuşmazlıklara sebep olmaktadır
(Brown, 1998). Bu düşünce doğrultusunda, King ve Murray’in belirttikleri gibi,
“devletlerin sınırlarını güvenceye almalarının, insanlarının güvenliğini sağlamayı
garanti etmediği”, yazarlar ve karar vericiler tarafından giderek kabul edilmeye
başlanmıştır (King & Murray, 2001: 585-610). Bu bakımdan güvenliğin tehdit
unsurları bağlamından genişlemesinin yanında, bu unsurları göz ardı eden klasik
anlayışın referans nesnesi anlayışının da, aşağı yönlü bir değişmeye uğraması bir
zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Bu zorunluluk düşüncesi ekseninde ortaya
çıkan “insan güvenliği” kavramına bağlı tartışmalar akademik güvenlik literatürüne
büyük ölçüde katkı sunmaktadır.
5. Sonuç
Soğuk Savaş sonrası yükselişe geçen eleştirel düşünce çerçevesinde yaygınlaşan
algıyla güvenlik, “devlet merkezli” olmaktan “birey merkezli” olmaya doğru bir
değişim izlemiştir. Zira genişleyen güvenlik tehditleri, güvenlik çalışmalarında
devlet dışındaki aktörlerin analiz birimi olarak kullanılmasını zorunlu kılmıştır. Eğer
bir güvenlik konusu irdelenirken, referans objesi olarak devlet dışındaki aktörlere
odaklanılması zorunlu oluyorsa, bu durum o tehditlerin, hem bu aktörlere – bireyler,
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
229
uluslar vb.- yönelmiş, hem de askeri güçle kontrol altında tutulmalarının imkansız
olduğunu göstermektedir. Soğuk Savaş döneminin devlet üzerinden kurguladığı
tehdit algısı bağlamında karşılıklı olarak askeri kapasitelerin arttırılması ve
dolayısıyla tehdidin büyümesini ifade eden “güvenlik ikilemi” (Tang, 2009: 587-623),
bu dönemde önemli değişime uğramıştır. Zira devletlerin algıladığı tehditler artık,
sadece dışsal olmayıp, devlet-altı ve devlet-ötesi oluşumlarla birlikte çeşitlenmiştir.
Güvenliğin genişlemesi genel olarak, güvenlik anlayışına askeri tehditlere ek olarak,
ekonomik adaletsizlik, çevre kirliliği, iklim değişikliği, doğal kaynakların yok olması,
göç ve mülteci sorunu, politik baskı, gıda ve su yetersizliği, salgın hastalıklar, nüfus
artışı, bölgesel ve ulusal anlaşmazlıklar, terörizm, örgütlü suçlar, etnik ve dinsel
çatışmalar, devletlerin kendi halklarına yönelik şiddet eylemleri, siber saldırılar,
uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığı vb. konuların eklenmiş olmasını ifade eder. Bu
eksendeki tartışmalar 1980’lerin başında başlamış olup, güvenlik kavramı
1990’lardan bugüne kadar aşama aşama genişletilmiştir
Güvenliğin birey merkezli olarak değerlendirilmesi, insan hakları odaklı olarak
devlet ile birey arasında kolektif güvenlik anlayışının oluşmasını sağlamıştır. “Birey
güvenliğinin insan hakları ihlalleriyle zedelenmesi, devleti meşruiyet noktasında
eksiltirken; ulusal, bölgesel ve küresel güvenliğe zarar vermektedir” düşüncesinin
kabulü, tüm güvenlik alanlarının birey eksenli olarak tanımlanması gerekliliğini
ortaya çıkarmıştır (Dağı, 2000: 210).
Yeni güvenlik çalışmaları, önceki bölümlerde aktarılmaya çalışılan uluslararası
sistemin ve buna bağlı olarak güvenlik kavramının dönüşümü neticesinde ortaya
çıkan yeni bir güvenlik anlayışına dayanır. Bu anlayış, güvenliğin odaklarının artık
çeşitlendiği vurgulayarak, inceleme alanını askeri konuların dışına taşıyıp, bireyden
küresele doğru tüm unsurların güvenliğini içerecek şekilde genişletmiştir.
Klasik/geleneksel güvenlik anlayışında temel referans nesnesi olan devlet, yeni
güvenlik çalışmalarında, ancak birey ve toplum ile değerlendirildiğinde referans
nesnesi olarak sayılabilmektedir. Güvenliği genel olarak askeri tehditlerin
belirlenmesi ve ortadan kaldırılması olarak algılayan geleneksel güvenlik anlayışına
karşı çıkışı simgeleyen yeni güvenlik çalışmaları, güvenliğe ilişkin politikaların
amacının yalnızca silahlı çatışmaları engellemek değil, bunun yanında insanların
mutluluk ve refahlarını sağlamak olması gerektiği düşüncesine dayanmaktadır
(Bilgin, 2010: 73). Dolayısıyla yeni güvenlik çalışmaları eleştirel bir anlayışla, klasik
güvenlik anlayışına karşı çıkışı ifade eder. Bu karşı çıkışın yukarıda açıklanmaya
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
230
çalışılan genişleme ve derinleşme olguları kapsamında temel iki dayanağı vardır.
Bunlardan ilki bahsi geçen dönemdeki tehditlerin niteliği, ikincisi ise güvenliğin
öznesi ve nesnesine ilişkindir. Özetle Soğuk Savaş sonrası dönemde güvenliğe konu
olan tehditler, diğer rakip devletlerden çok, devlet-üstü ya da devlet içi alanlardan
kaynaklanmaktadır ve bunun yanında devletin kendisi de vatandaşları için birer
tehdit unsuru olabilmektedirler (Booth, 1991: 318). Bu yaklaşımın kabulü beraberinde
yeni bir güvenlik gündeminin oluşturulmasını ve buna bağlı olarak devlet-merkezli
anlayıştan birey-merkezli anlayışa doğru bir geçişi getirmiştir. Bu anlayış ekseninde
yapılan yeni çalışmalarda, analiz düzeyi olarak bireyin güvenliği giderek daha fazla
merkeze alınmaya başlanmış ve buna bağlı olarak Birleşmiş Milletler tarafından
normlaştırılan “insan güvenliği” kavramı da yeni güvenlik anlayışının bir parçası
olmuştur. Dolayısıyla yeni güvenlik anlayışı, güvenliğin derinleşmesi ve genişlemesi
neticesinde ortaya çıkan “güvenlik kimin içindir?” sorusuna “insan” yanıtını
vermektedir (Bilgin, 2010: 79).
Bu bilgiler ışığında diyebiliriz ki, “uluslararası ilişkilerde güvenliğin dönüşümü”
özetle, güvenliğin, tehditler bağlamında genişlemesini ve aktörler bağlamında
derinleşmesini ifade eder. Bu genişleme ve derinleşme olguları, güvenlik
gündeminin önemli bir aracı olarak “insan güvenliği” kavramının oluşmasını
zorunlu kıldığı gibi, bu kavram etrafında gelişen yeni bir güvenlik anlayışının
oluşmasını sağlamıştır.
Kaynakça
Aksu, M., & Turhan, F. (2012). Yeni Tehditler, Güvenliğin Genişleme Boyutları ve
İnsani Güvenlik. Uluslararası Alanya İşletme Fakültesi Dergisi, 4(2), 69-80.
Aldis, A., & Herd, G. (2004). Managing Soft Security Threats: Current Progress and
Future Prospects. European Security, 13, 169-186.
Arends, J. (2012). Homeros'dan Hobbes ve Ötesine: Avrupa Geleneğinde Güvenlik
Kavramı. M. Aydın, H. Brauch, N. Polat, M. Çelikpala, & U. Spring içinde,
Uluslararası İlişkilerde Çatışmadan Güvenliğe (B. Yavuz, Çev., s. 199-220).
İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Baldwin, D. (1997). The Concept of Security. Review of International Studies, 5-26.
Baylis, J. (2012). Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavramı. M. Aydın, H. Brauch, M.
Çelikpala, U. Spring, & N. Polat içinde, Uluslararası İlişkilerde Çatışmadan
Güvenliğe (B. Yavuz, Çev., s. 153-164). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
231
Bellamy, A., & McDonald, M. (2004). Securing International Society: Towards an
English School Discourse of Security. Australian Journal of Political Science,
39(2), 307-330.
Betts, R. (1997). Should Strategic Studies Survive? World Politics, 50(1), 7-33.
Bilgin, P. (2003). Individual and Societal Dimensions of Security. International studies
Review, 203-222.
Bilgin, P. (2005). Turkey’s Changing Security Discourses: The Challenge of
Globalisation. European Journal of Political Research, 44, 175-201.
Bilgin, P. (2010). Güvenlik Çalışmalarında Yeni Açılımlar: Yeni Güvenlik Çalışmaları.
Stratejik Araştırmalar, 8(14), 69-96.
Birdişli, F. (2014). Eleştirel Güvenlik Çalışmaları Kapsamında Frankfurt Okulu ve
Soğuk savaş Sonrası Güvenlik Sorunlarına Eleştirel Bir Yaklaşım: Galler
Ekolü. Güvenlik Stratejileri Dergisi, 229-255.
Booth, K. (1991). Security and Emancipation. Review of International Studies, 17(4), 313-
326.
Booth, K. (1997). Security and Self: Reflections of a Fallen Realist. K. Krause, & M. C.
Williams içinde, Critical Security Studies: Concepts and Cases (s. 83-119).
Minneapolis: University of Minnesota.
Booth, K. (1999). Nuclearism, Human Rigths and Constructions of Security. The
International Journal of Human Rigths, 44-61.
Booth, K. (2004). Realities of Security: Editor's Introduction. International Relations, 5-
8.
Brauch, H. (2012). Güvenliğin Yeniden Kavramsallaştırılması: Barış, Güvenlik,
Kalkınma ve Çevre Kavramsal Dörtlüsü. M. Aydın, H. Brauch, M. Çelikpala,
U. Spring, & N. Polat içinde, Uluslararası İlişkilerde Çatışmadan Güvenliğe (Z.
Arkan, Çev., s. 167-198). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Brown, S. (1998). World Interests and the Changing Dimensions of Security. Nisan 12,
2017 tarihinde http://users.clas.ufl.edu:
http://users.clas.ufl.edu/rnolan/3333worldinterests.html adresinden alındı
Bruno, S., Khan, D.-E., Nolte, G., & Paulus, A. (2002). The Charter of The United
Nations: A Commentary. Oxford: Oxford University Press.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
232
Buzan, B. (1983). People, States and Fear. Brighton: Wheatsbeaf Books.
Carr, E. (2010). Yirmi Yıl Krizi, 1919-1939. (C. Cemgil, Çev.) İstanbul: Bilgi
Üniversitesi Yayınları.
COT Institute for Safety, Security and Crisis Management. (2007). Notions of Security:
Shifting Concepts and Perspectives. Hague: COT Institute for Safety, Security and
Crisis Management.
Çiçekçi, C. (2012). Uluslararası Güvenlik Çalışmaları: Uluslararası İlişkilerde Eleştirel
Güvenlik Kuramı. İstanbul: Kriter Yayın.
Dalby, S. (1997). Contesting and Essential Concept: Reading the Dilemmas in
Contemporary Security Discourse. Critical Security Studies-Concept and Cases, 3-
33.
Deudney, D. (1990). The Case Against Linking Environmental Degradation and
National Security. Millenium: Journal of International Studies, 19(3), 461-476.
Gilpin, R. (1986). The Richness of the Tradition of Political Realism. R. Keohane
içinde, Neorealism and Its Critics (s. 301-321). New York: Colombia University
Press. Nisan 30, 2017 tarihinde
https://www.academia.edu/11808971/_HIN_100508_Neorealism_and_Its_C
ritics_-_Robert_O._Keohane adresinden alındı
Haftendorn, H. (1991). The Security Puzzle: Theory-Building and Discipline-Building
in International Security. International Studies Quarterly(35), 3-17.
Held, D., & McGrew, A. (1998). The End of the Old Order? Globalization and the
Prospects for World Order. Review of International Studies, 24(5), 219-245.
Hobbes, T. (2013). Leviathan (12 b.). (S. Lim, Çev.) İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Jones, R. W. (1999). Security, Strategy and Critical Theory. Boulder: Lynne Rienner
Publishers.
King, G., & Murray, C. (2001). Rethinking Human Security. Political Science Quarterly,
585-610.
Kolodziej, E. (1992). Renaissance in Security Studies? Caveat Lector! International
Studies Quarterly, 36(4), 421-438.
Krause, K., & Williams, M. (1996). Broadening the Agenda of Security Studies:
Politics and Methods. Mershon International Studies Review, 40(2), 229-254.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
233
Mcsweeney, B. (1999). Security, Identity and Interest: A Sociology of International
Relations. Cambridge: Cambridge University Press.
Mearsheimer, J. (1994). The False Promise of International Institutions. International
Security, 19(3), 5-49.
Miller, B. (2001). The Concept of Security: Should it be Redefined? Journal of Strategic
Studies, 24(2), 13-42.
Neumann, I., & Sending, O. (2010). Governing the Global Polity: Practice,
Mentality,Rationality. Michigan: Michigan University Press.
Özkan, A. (2012). Sınıraşan Çevresel Zararlar ve Küresel Sorumluluk Rejimi.
Uluslararası İnsani Güvenlik Konferansı,, (s. 139-150). İstanbul.
Özkan, A. (2016). Güvenlik Paradigmasında Sınıraşan Bir Çevre Sorunsalı: Nükleer
Zarar. Alternatif Politika Dergisi, Çevre Özel Sayısı, 7(1), 128-159.
Poggi, G. (1978). The Development of the Modern State. Stanford: Stanford University
Press.
Rotschild, E. (1995). What is Security. Daedalus: The Quest for World Order, 124(3), 53-
98.
Rudolph, C. (2003). Globalization and Security: Migration and Evolving Conceptions
of Security in State Craft and Scholarship. Security Studies, 13(1), 1-32.
Smith, S. (1999). The Increasing Insecurity of Security Studies: Conceptualizing
Security in the Last Twenty Years. Contemporary Security Policy, 20(3), 72-101.
Spiegel, S., & Wehling , F. (1999). World Politics in a New Era. Fort Worth: Harcourt
Brace College Publishers.
Tang, S. (2009). The Security Dilemma: A Conceptual Analysis. Security Studies, 18(3),
587-623.
Tanrısever, O. (2014). Güvenlik. A. Eralp içinde, Devlet ve Ötesi: Uluslararası İlişkilerde
Temel Kavramlar (s. 107-124). İstanbul: İletişim Yayınları.
Tavas, T. (2011). Uluslararası Güvenlik Sisteminde Değişim: Kolektf Müdahale
Doktrininin Yükselişi. Yayımlanmamış Doktora Tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Terriff, T., Croft, S., James, L., & Morgan, P. (2000). Security Studies Today. Malden:
Blackwell Publishers.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
234
Ullman, R. (1983). Redefining Security. Internatonal Security, 8(1), 129-153.
Wæver, O. (1995). Securitization and Desecuritization. R. Lipschutz içinde, On
Security (s. 46-87). New York: Colombia University Press.
Wæver, O. (2007). Peace and Security: Two Evolving Concepts and Their Changing.
H. Brauch, U. Oswald Spring, C. Mesjasz, J. Grin, P. Dunay, N. Behera, . . . P.
Liotta içinde, Globalization and Environmental Challenges (s. 99-111). Berlin–
Heidelberg–New York: Springer.
Wæver, O., Buzan, B., Kelstrup, M., & Lemaitre, P. (1993). Identity, Migrationand the
New Security Agenda in Europe. New York: St. Martin's Press.
Walt, S. M. (1991). The Renaissance of Security Studies. International Studies Quarterly,
35(2), 211-239.
Waltz, K. N. (1979). Theory of International Politics. Reading: Addison-Wesley.
Wolfers, A. (1952). "National Security" as an Ambiguous Symbol. Political Scence
Quarterly, 67(4), 481-502.
Zielonka, J. (1991). Europe's Security: A Great Confusion. International Affairs (Royal
Institute of International Affairs 1944-), 67(1), 127-137.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar 2017 - Autumn 201
267
MINT ÜLKELERİNDE İHRACATIN AÇIKLANMIŞ
KARŞILAŞTIRMALI ÜSTÜNLÜKLER PERSPEKTİFİNDEN ANALİZİ:
TARIM VE GIDA ÜRÜNLERİ ÖRNEĞİ
Güçgeldi BASHİMOV1
Özet
Tarım sektörü MINT ekonomilerinin en önemli sektörünü oluşturmakta ve bu
sektör MINT ülkelerinin dış ticaretinde ve ekonomik kalkınmasında önemli rol
oynamaktadır. Son 15 yıllık dönemde tarımsal gıda ürünleri ihracatı 3 kattan fazla bir
artış göstermiştir. Bugün, MINT ülkeleri birçok tarımsal gıda ürünlerin üreticisi ve
aynı zamanda ihracatçısıdır. Bu çalışmada MINT ülkelerinin (Meksika, Endonezya,
Nijerya ve Türkiye) tarımsal hammaddeler ile gıda ürünlerinin karşılaştırmalı
üstünlüğü analiz edilmiştir. Çalışmada Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler,
Açıklanmış Simetrik Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Ticaret Dengesi İndeksinden
yararlanılmıştır. Analiz aşamasında 2001-2015 dönemine ait Uluslararası Ticaret
Merkezi’nin verileri kullanılmıştır. AKÜ ve ASKÜ indeks sonuçlarına göre,
Endonezya ve Türkiye yüksek rekabet gücüne sahipken, Meksika ve Nijerya tarımsal
hammaddeler ve gıda ürünlerinde düşük rekabet gücüne sahiptir. Araştırma
sonucuna göre, Türkiye tarımsal hammaddeler ve gıda maddelerinde net ihracatçı
ülke konumunda iken, Endonezya tarımsal hammaddelerde ve Meksika gıda
maddelerinde net ihracatçı ülkedir. Nijerya ise söz konusu ürünlerde net ithalatçı
ülkedir.
Anahtar Kelimeler: AKÜ, Dış ticaret, MINT ülkeleri, Tarımsal gıda ürünleri.
ANALYSIS OF EXPORT FROM THE PERSTECTIVE OF REVEALED COMPARATIVE
ADVANTAGES IN MINT COUNTRIES: CASE STUDY OF AGRICULTURAL FOOD
PRODUCTS
1 Ömer Halisdemir Üniversitesi, SBE Doktora Öğrencisi
Eposta: [email protected]
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
236
Abstract
Agriculture sector is one of the key sectors of MINT economies. It is plays an
important role in MINT’s foreign trade and economic development. In the last 15
years, the export of agricultural food products has grown more than 3 times. Today,
MINT countries are major producer and exporter of many agricultural food
products. In this study examined the comparative advantage of agricultural and food
products of MINT countries. In study the Revealed Comparative Advantage,
Revealed Symmetric Comparative Advantage and Trade Balance Index was used.
The study used International Trade Centre statistical data for the period 2001-2015.
The estimate of RCA and RSCA show that the competitiveness is high in agricultural
raw materials and foodstuffs in Indonesia and Turkey. It was found that the
competitiveness is low in Mexico and Nigeria. Findings show that Turkey is a net
exporter in both product groups. Indonesia is a net exporter in agricultural raw
materials and Mexico is in foodstuffs. Nigeria is a net importer country in both
product groups.
Keywords: RCA, Foreign trade, MINT countries, Agricultural food products
1. Giriş
Tarım, temel gıda maddeleri üretimini garanti ederek, nüfusun önemli bir
kısmına istihdam imkânı yaratarak, sınai sektöre emek, ara malı ve piyasa
sağlayarak, ekonomiye döviz kazandırarak ve iç piyasanın genişlemesine yol açarak
ekonomik gelişme sürecine katkıda bulunmaktadır. Ayrıca çoğu gelişmekte olan
ülkede kırsal alanlarda yaşayanların geçimlerini sağladıkları temel sektör tarımdır
(Doğan, 2009: 22). Tarım sektörü çok farklı açılardan toplumu etkilemektedir.
Tarımın etkileri ve katkıları genel olarak şu beş başlık altında toplanabilmektedir:
ekonomik kalkınma, yoksulluğun azaltılması, cinsiyet eşitliği sağlama, gıda
güvenliği ve çevresel sürdürülebilirlik (Özertan, 2013: 12).
Tarım sektörü, günümüze kadar ülkelerin ekonomik ve sosyal hayatında çok
önemli görevler üstlenmiştir. Tarım sektörü, ülkelerin gelişmişlik düzeyi ne olursa
olsun, tüm ülkelerin ekonomik hayatlarında önemli bir yere sahiptir (Doğan ve ark.,
2015: 30-31). Günümüzde tarım sektörünün tüm devletler için stratejik ve yaşamsal
değeri olan önemli bir ekonomik faaliyet olduğu kabul edilmektedir. Bu sektör
MINT ülkelerinde de genel ekonomik sistemin ayrılmaz bir parçasını
oluşturmaktadır. Tarım sektörü uzun yıllardan beri MINT ekonomilerinde önemini
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
237
korumaktadır. Tarım sektörü sadece zorunlu gıda maddelerinin üretiminin yapıldığı
bir sektör olmayıp, aynı zamanda sanayi sektörünün birçok alanına hammadde
sağlaması ve ihracat yoluyla önemli miktarda döviz girdisi sağlaması bakımından
ayrı bir öneme sahiptir. Dolayısıyla tarım sektörü günümüzde de ekonominin önemli
üretim kollarından biri olarak faaliyetini devam ettirmektedir.
Bu çalışmada MINT ülkelerinin tarımsal gıda ürünlerdeki karşılaştırmalı
üstünlüğü incelenmiştir. MINT ülkeleri kavramı ilk kez Jim O’Neill tarafından ortaya
atılmış ve günümüzde sıklıkla kullanılan terim haline gelmiştir. Dünya ekonomisinin
“Yeni Dörtlü”sü olarak adlandırılan MINT ülkeleri Meksika, Endonezya, Nijerya ve
Türkiye’yi içine almaktadır. MINT ülkelerinin tarımsal gıda ürünlerdeki
karşılaştırmalı üstünlüğünün belirlenmesinde Açıklanmış Karşılaştırmalı
Üstünlükler, Açıklanmış Simetrik Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Ticaret Dengesi
İndeksi kullanılmıştır. Çalışmada 2001-2015 dönemi analiz edilmiş ve HS 2 haneli
sınıflandırma düzeyi kullanılmıştır.
2. Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi
Karşılaştırmalı üstünlük kavramı, dış ticaret yapısının açıklanması
bakımından uluslararası ticaret teorileri arasında önemli bir kavramı
oluşturmaktadır. Karşılaştırmalı üstünlük kavramı ilk kez David Ricardo tarafından
ortaya atılmıştır. Ricardo’ya göre uluslararası ticaretin temelini karşılaştırmalı
üstünlükler oluşturmaktadır (Seyidoğlu, 2013: 8; Agustin ve ark., 2014: 40).
Ricardiyan teoriye göre, ülkeler karşılaştırmalı olarak üstünlüğe sahip oldukları
ürünlerin üretiminde uzmanlaşmalı ve bu ürünleri ihraç etmeliler. Böylece ülkeler
uluslararası ticarette rekabet üstünlüğü elde edebileceklerdir. Teoriye göre, ülkeler
arasındaki karşılaştırmalı üstünlüğün kaynağını maliyetler ve teknolojik farklılıklar
oluşturmaktadır (Sinanan ve Hosein, 2012: 16).
Karşılaştırmalı üstünlükler temel olarak “uzmanlaşma” düşüncesine
dayanmaktadır. Tıpkı bir bireyin uzmanlaşmasında olduğu gibi ülkeler de belli mal
ve hizmetlerin üretiminde uzmanlaşırlar. Bu belli mal ve hizmetlerin üretimi
ülkelerin karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu üretim dallarında gerçekleşir
(Utkulu, 2005: 3). Ricardo, dış ticarette hangi ülke daha karlıdır veya hangi ülke daha
kazançlıdır, sorusu üzerinde durmamıştır. Önemli olan dış ticarete girişmektir. Dış
ticaret yapan her iki ülke de bu ticaretten toplumsal bir kazanç sağlar (Yılmaz, 2014:
31).
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
238
Karşılaştırmalı üstünlük kavramına bir ilave de 1919’da E. Heckscher ve
1930’da B. Ohlin tarafından yapılmış ve Faktör Donatımı Teorisi olarak
adlandırılmıştır. Bu teori karşılaştırmalı üstünlüklere değişik bir yorum getirmekte
ve onun ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmektedir. Buna göre, bir ülke hangi
üretim faktörüne zengin olarak sahipse, üretimi o faktöre yoğun biçimde dayanan
mallarda karşılaştırmalı üstünlük elde eder; yani onları daha ucuza üretir ve o
alanlarda uzmanlaşır (Seyidoğlu, 2015: 84).
Uluslararası ticaretin belirleyicisi olan karşılaştırmalı üstünlükleri ortaya atan
Ricardo, teoride daha çok fiziksel ve doğal etkileri vurgularken, daha sonraki
ekonomistler ağırlıklı olarak faktör donatımı, teknoloji ve insan faktörü üzerinde
durmuşlardır. Ricardo’dan başlayarak Mill’e, Marshall’a, Heckscher-Ohlin’e ve
çağdaş ekonomistlere kadar karşılaştırmalı üstünlüklerin teorik gelişimi devam
etmiştir (Goldin, 1990).
3. Literatür Araştırması
Bugüne kadar çeşitli ülkelerde tarım sektörünün karşılaştırmalı üstünlüğünü
ölçmek için çok sayıda çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaların önemli bir kısmı ise
Balassa indeksi olarak da bilinen Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler indeksi
kullanılarak yapılan çalışmalardır. Çeşitli ülkelerde tarım sektörünün karşılaştırmalı
üstünlüğünü ölçmeye yönelik yapılmış önemli çalışmalardan bazıları hakkında kısa
bilgiler Tablo 1’de sunulmuştur.
Tablo 1. Literatürdeki Örnek Çalışmalar
Yazar Kullanılan İndeks Ülke Sonuç
Gorton ve
ark. (2000)
Açıklanmış
Karşılaştırmalı
Üstünlükler indeksi
ile Yerel Kaynak
Maliyeti indeksi
Bulgaristan
ve Çek
Cumhuriyeti
Bulgaristan ve Çek Cumhuriyeti’nin
hububat ihracatında karşılaştırmalı
üstünlüğe sahip olduğu belirlenmiştir.
Fertö ve
Hubbard
(2003)
Balassa ve Vollrath
indeksleri
Macaristan Araştırma sonucunda Macaristan’ın
hayvansal ürünlerde karşılaştırmalı
üstünlüğe sahip olduğu tespit
edilmiştir.
Bielik ve
Qineti (2010)
Açıklanmış
Karşılaştırmalı
Üstünlükler indeksi
Çek
Cumhuriyeti
ve Slovakya
Sonuç olarak her iki ülkenin de tarım
ürünleri ihracatındaki karşılaştırmalı
üstünlüklerinin sürekli arttığı tespit
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
239
edilmiştir.
Çoban ve
ark. (2010)
Açıklanmış
Karşılaştırmalı
Üstünlükler indeksi
Türkiye Türkiye’nin AB ülkeleri karşısında yai
meyve ve sebze, şeker ve şeker
ürünlerinde karşılaştırmalı üstünlüğe
sahip olduğu belirlenmiştir.
Cao ve ark.
(2011)
Açıklanmış
Karşılaştırmalı
Üstünlükler indeksi
Çin Çin’in Orta Asya ülkeleri karşısındaki
rekabet gücü analiz edilmiştir. Sonuç
olarak, Çin’in tarımsal gıda ürünlerinde
rekabet gücünün düşük olduğu
belirlenmiştir.
Bakhshinejad
ve
Hassanzadeh
(2012)
Açıklanmış
Karşılaştırmalı
Üstünlükler indeksi
İran İran’ın seçilmiş tarım ürünlerindeki
(ceviz, badem, fındık, elma ve portakal)
karşılaştırmalı üstünlüğü analiz
edilmiştir. Sonuç olarak, İran’ın söz
konusu ürünlerde karşılaştırmalı
dezavantaja sahip olduğu
belirlenmiştir.
Kanaka ve
Chinadurai
(2012)
Açıklanmış
Karşılaştırmalı
Üstünlükler indeksi
Hindistan Araştırma bulgularına göre Hindistan
pirinç, çay, yer fıstığında karşılaştırmalı
üstünlüğe sahiptir.
Ervani (2013) Ticaret Dengesi
indeksi
Endonezya Endonezya’nın tarımsal ürünlerde net
ihracatçı ülke olduğu ve tarımsal
ürünlerde uzmanlaşma düzeyinin
giderek arttığı belirlenmiştir.
Ishchukova
ve Smutka
(2013)
Balassa, Vollrath ve
Lafay indeksleri
Rusya Sonuç olarak, Rusya tahıl ve bitkisel
yağ ihracatında karşılaştırmalı
üstünlüğe sahiptir.
Sarker ve
Ratnasena
(2014)
Açıklanmış
Karşılaştırmalı
Üstünlükler indeksi
Kanada Kanada’nın başlıca tarım ürünlerindeki
(buğday, sığır eti ve domuz eti) rekabet
gücünü analiz etmişlerdir. Araştırma
bulgularına göre Kanada buğday
ihracatında karşılaştırmalı avantaja
sahip iken, sığır eti ve domuz eti
ihracatında karşılaştırmalı dezavantaja
sahiptir.
Peker (2015) Açıklanmış
Karşılaştırmalı
Türkiye Türkiye hububat-baklagil alt
sektörünün Avrupa Birliği pazarı
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
240
Üstünlükler indeksi karşısındaki rekabet gücü analiz
edilmiştir. Sonuç olarak, Türkiye’nin
AB pazarı karşısında mercimek ve
nohutta yüksek rekabet gücüne sahip
olduğu belirlenmiştir.
Bashimov
(2016)
Açıklanmış
Karşılaştırmalı
Üstünlükler indeksi
Rusya 2001-2013 dönemi için Rusya’nın tarım
ürünleri ihracatındaki rekabet gücü
analiz edilmiştir. Hesaplamalar sonucu
Rusya’nın hububat, örülmeye elverişli
bitkisel maddeler, hayvansal ve bitkisel
yağlar, kakao ve kakao ürünleri ile
tütün ve tütün mamaullerinde rekabet
gücüne sahip olduğu saptanmıştır.
4. Materyal ve Yöntem
Bu çalışmada ikincil veriler kullanılmıştır. Araştırmada kullanılan dış ticaret
verileri dolar bazında olup Uluslararası Ticaret Merkezi’nin veri tabanından
derlenmiştir. Araştırma 2001-2015 dönemini kapsamaktadır. Çalışmada
Uyumlaştırılmış (Armonize) Mal Tanım ve Kod Sistemi (Harmonized Commodity
Desctription and Coding System) kullanılmıştır. HS sınıflandırması içerisinde yer
alan tarım ürünleri, tarımsal hammaddeler ve gıda maddeleri olarak ele alınmıştır.
Çalışmada kullanılan tarım ve gıda ürünleri HS 2 haneli sınıflandırmaya göre şu
şekildedir:
Tarımsal hammaddeler: HS 01 (Canlı hayvanlar), HS 02 (Etler ve yenilen
sakatat), HS 03 (Balıklar ve diğer deniz ürünleri), HS 04 (Süt ve süt ürünleri), HS 05
(Diğer hayvansal menşeli ürünler), HS 06 (Canlı ağaçlar ve diğer bitkiler), HS 07 (Yaş
sebzeler), HS 08 (Yaş meyveler), HS 09 (Kahve ve çay), HS 10 (Hububat), HS 11
(Değirmencilik ürünleri), HS 12 (Yağlı tohum ve meyvalar), HS 13 (Lak, sakız, reçine
ve diğer bitkisel özsu ve hülasalar), HS 14 (Örülmeye elverişli bitkisel maddeler) ve
HS 15 (Hayvansal ve bitkisel katı ve sıvı yağlar).
Gıda maddeleri: HS 16 (Et ve deniz ürünlerinin müstahzarları), HS 17 (Şeker ve
şeker mamulleri), HS 18 (Kakao ve kakao müstahzarları), HS 19 (Esasını hububat, un,
nişasta veya süt teşkil eden müstahzarlar), HS 20 (Sebzeler, meyveler ve bitkilerin
diğer kısımlarından elde edilen müstahzarlar), HS 21 (Yenilen çeşitli gıda
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
241
müstahzarları), HS 22 (Meşrubat, alkollü içkiler ve sirke) ve HS 23 (Gıda sanayiinin
kalıntı ve döküntüleri) ve HS 24 (Tütün ve tütün mamulleri)
Tarım ve gıda ürünlerinin karşılaştırmalı üstünlüğünün belirlenmesinde
kullanılan ilk ölçüt Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler indeksidir. Açıklanmış
Karşılaştırmalı Üstünlükler (AKÜ) indeksi ilk kez Liesner tarafından ortaya atılmış,
daha sonra ise Bela Balassa tarafından yeniden tanımlanarak geliştirilmiş, bu nedenle
Balassa indeksi olarak da adlandırılmaktadır. Balassa’nın AKÜ yaklaşımı,
karşılaştırmalı üstünlüğün gerçek biçiminin ticaret sonrası verilerden
gözlemlenebileceğini varsaymaktadır. Bu yaklaşım ile Balassa, bir ülkenin ilgili mal
ya da sektörde ‘açıklanmış’ karşılaştırmalı avantaja sahip olup olmadığını
belirlemeye çalışmaktadır (Utkulu ve İmer, 2009: 29-30; Şahinli, 2012: 93). Balassa’nın
AKÜ indeksi şu şekilde formüle edilmektedir:
(1)
Eşitlik 1’de, AKÜij, ‘i’ ülkesinin ‘j’ sektörü için açıklanmış karşılaştırmalı
üstünlükler indeksini, Xij ‘i’ ülkesinin ‘j’ sektörünün ihracatını, Xi ‘i’ ülkesinin toplam
ihracatını, Xwj ‘j’ sektörünün dünya ihracatını ve Xw dünyanın toplam ihracatını
göstermektedir. İndeks değerinin 1’den büyük olduğu hallerde ülkenin ilgili malda
açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu, indeks değerinin 1’den küçük
olduğu hallerde ise, ülkenin ilgili malda karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olmadığı
sonucuna ulaşılmaktadır (Ervani, 2013: 57; Mushanyuri ve Mzumara, 2013: 38).
Bununla beraber, eğer AKÜ>4 ise güçlü bir karşılaştırmalı üstünlük; 2<AKÜ<4 orta
derecede karşılaştırmalı üstünlük; 1<AKÜ<2 zayıf bir karşılaştırmalı üstünlük;
0<AKÜ<1 ise karşılaştırmalı dezavantaj söz konusudur (Hinloopen ve Marrewijk,
2001: 13).
Çalışmada kullanılan ikinci ölçüt Açıklanmış Simetrik Karşılaştırmalı
Üstünlükler (ASKÜ) indeksidir. Bu indeks aşağıdaki şekilde formüle edilmektedir:
(2)
ASKÜ indeksi -1 ile +1 arasında bir değer almaktadır. Eğer indeks değeri
pozitif ise ulke o üründe rekabet gücüne (karşılaştırmalı avantaja) sahiptir. Eğer
indeks değeri negatif ise ülke o ürünün ticaretinde karşılaştırmalı dezavantaja
sahiptir (Laursen, 1998: 2).
Karşılaştırmalı üstünlüğün ölçümünde kullanılan son ölçüt Ticaret Dengesi
İndeksidir (TBI). Lafay tarafından geliştirilen bu indeks bir ülkenin ilgili üründe net
ihracatçı veya net ithalatçı olup olmadığını belirlemek için kullanılmaktadır
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
242
(Widodo, 2008: 159; Ishchukova ve Smutka, 2013: 16). İndeks şu şekilde formüle
edilmektedir:
(3)
Eşitlik 3’de ‘X’ ve ‘M’ sırasıyla ihracatı ve ithalatı göstermektedir. TBI indeksi -
1 ile +1 arasında bir değer almaktadır. Eğer indeks değeri +1 ise ülkenin net ihracatçı
konumda olduğu söylenir. Buna karşın eğer indeks değeri -1 ise ülkenin net ithalatçı
konumda olduğu söylenir. Eğer indeks değeri 0 ise ülkenin ihracat ve ithalat
değerlerinin birbirine eşit olduğu söylenir (Ma, 2013: 138; Altay Topçu ve Sümerli
Sarıgül, 2015: 336).
ASKÜ ve TBI indeksleri kullanılarak ürün haritası oluşturulmaktadır. Ürün
haritası dört farklı gruptan (A, B, C, D) oluşmaktadır. Bu gruplar Tablo 2’deki gibi
açıklanabilir (Widodo, 2008: 160):
Tablo 2. Ürün Haritası
Açıklanmış Simetrik Karşılaştırmalı Üstünlükler İndeksi (RSCA)
RSCA>0
Grup B:
Karşılaştırmalı Üstünlük-
Net İthalatçı
(RSCA>0 ve TBI<0)
Grup A:
Karşılaştırmalı Üstünlük-
Net İhracatçı
(RSCA>0 ve TBI>0)
RSCA<0
Grup D:
Karşılaştırmalı Dezavantaj-
Net İthalatçı
(RSCA<0 ve TBI<0)
Grup C:
Karşılaştırmalı Dezavantaj-
Net İhracatçı
(RSCA<0 ve TBI>0)
TBI<0 TBI>0
Ticaret Dengesi İndeksi (TBI)
5. Bulgular
Tablo 3’de tarım ve gıda ürünlerinde ele alınan ülkeler için Açıklanmış
Karşılaştırmalı Üstünlükler (AKÜ) indeks değerleri yer almaktadır. Endonezya
tarımsal hammadelerde söz konusu yılların tamamında karşılaştırmalı üstünlüğe
sahiptir. Gıda maddelerinde ise 2013 yılına kadar karşılaştırmalı dezavantaj durumu
bu yıldan itibaren karşılaştırmalı avantaja bırakmıştır. Ele alınan yıllarda gerek
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
243
tarımsal hammaddelerin gerekse gıda maddelerinin AKÜ indeks değerli sürekli artış
göstermiştir. Endonezya tarımsal hammaddelerde orta derecede karşılaştırmalı
üstünlüğe (2<AKÜ<4) sahipken, gıda maddelerinde ise zayıf bir karşılaştırmalı
üstünlüğe (1<AKÜ<2) sahiptir.
Analiz sonucunda Meksika ile Nijerya’nın tarımsal hammaddeler ve gıda
maddelerinde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olmadıkları görülmüştür. Nitekim, söz
konusu ürünlerde AKÜ indeks değeri 1’den küçüktür (0<AKÜ<1). Türkiye ise ele
alınan yılların tamamında hem tarımsal hammaddelerde hem de gıda maddelerinde
karşılaştırmalı üstünlüğe sahiptir. Söz konusu ürünlerde AKÜ indeks değeri 1’den
büyüktür. Araştırma bulgularına göre Türkiye’nin tarım ve gıda ürünlerinde rekabet
güçleri giderek zayıflamaktadır. Örneğin, 2001-2015 yılları arasında Türkiye’nin
tarımsal hammaddeler sektörüne ait AKÜ indeks değeri 1,66’dan 1,31’e ve gıda
maddeleri sektörüne ait AKÜ indeks değeri 1,87’den 1,49’a gerilemiştir.
Tablo 3. Tarım ve Gıda Ürünlerinde AKÜ İndeks Değerleri
Yıllar Sektör Endonezya Meksika Nijerya Türkiye
2001 Tarımsal hammaddeler
1,50 0,69 0,00 1,66
Gıda maddeleri 0,73 0,67 0,00 1,87
2002 Tarımsal hammaddeler
1,93 0,65 0,07 1,34
Gıda maddeleri 0,88 0,72 0,20 1,41
2003 Tarımsal hammaddeler
1,96 0,74 0,00 1,33
Gıda maddeleri 0,81 0,73 0,00 1,40
2004 Tarımsal hammaddeler
2,29 0,78 na 1,27
Gıda maddeleri 0,84 0,77 na 1,46
2005 Tarımsal hammaddeler
2,26 0,77 na 1,56
Gıda maddeleri 0,87 0,85 na 1,58
2006 Tarımsal hammaddeler
2,37 0,79 0,09 1,43
Gıda maddeleri 0,88 0,93 0,01 1,47
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
244
2007 Tarımsal hammaddeler
2,92 0,74 0,17 1,19
Gıda maddeleri 0,89 0,88 0,39 1,34
2008 Tarımsal hammaddeler
3,26 0,70 0,11 1,08
Gıda maddeleri 1,02 0,92 0,33 1,26
2009 Tarımsal hammaddeler
2,72 0,76 0,35 1,25
Gıda maddeleri 0,98 0,95 0,99 1,26
2010 Tarımsal hammaddeler
2,78 0,70 0,38 1,36
Gıda maddeleri 0,97 0,93 0,63 1,40
2011 Tarımsal hammaddeler
2,73 0,71 0,15 1,36
Gıda maddeleri 0,85 0,95 0,40 1,40
2012 Tarımsal hammaddeler
2,97 0,73 0,42 1,24
Gıda maddeleri 0,92 0,86 1,16 1,36
2013 Tarımsal hammaddeler
2,80 0,71 0,51 1,34
Gıda maddeleri 1,03 0,92 0,91 1,49
2014 Tarımsal hammaddeler
3,08 0,74 0,17 1,30
Gıda maddeleri 1,17 0,87 0,35 1,54
2015 Tarımsal hammaddeler
3,21 0,80 0,23 1,31
Gıda maddeleri 1,24 0,87 0,41 1,49
Kaynak: INTRACEN verileri kullanılarak yazar tarafından hesaplanmıştır.
na: ilgili yıla ilişkin verilerden birine ulaşılamadığını göstermektedir.
Tarım ve gıda ürünlerinde ele alınan ülkeler için hesaplanan Açıklanmış
Simetrik Karşılaştırmalı Üstünlükler indeks değerleri Tablo 4’de sunulmuştur. Buna
göre tarımsal hammaddeler ve gıda maddelerinde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip
olan ülkeler arasında Endonezya ve Türkiye yer almaktadır. Meksika ve Nijerya ise
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
245
söz konusu ürünlerde karşılaştırmalı dezavantaja sahiptir. Hesaplamalar sonucunda
dikkat çeken bir husus da ele alınan ürünlerde Endonezya’nın rekabet gücü artarken,
Türkiye’nin rekabet gücünün giderek azaldığıdır. Örneğin, ele alınan dönemde
Endonezya’nın tarımsal hammaddelerdeki AKÜ indeks değeri 0,20’den 0,53’e
yükselirken, gıda maddelerindeki AKÜ indeks değeri -0,16’dan 0,11’e yükselmiştir.
Aynı dönemde Türkiye’nin tarımsal hammaddelerdeki AKÜ indeks değeri 0,25’den
0,13’e gerilerken, gıda maddelerindeki AKÜ indeks değeri 0,30’dan 0,20’ye
gerilemiştir.
Tablo 4. Tarım ve Gıda Ürünlerinde ASKÜ İndeks Değerleri
Yıllar Sektör Endonezya Meksika Nijerya Türkiye
2001 Tarımsal hammaddeler
0,20 -0,18 -0,99 0,25
Gıda maddeleri -0,16 -0,19 -1,00 0,30
2002 Tarımsal hammaddeler
0,32 -0,21 -0,87 0,15
Gıda maddeleri -0,06 -0,16 -0,67 0,17
2003 Tarımsal hammaddeler
0,32 -0,15 -0,99 0,14
Gıda maddeleri -0,11 -0,15 -0,99 0,17
2004 Tarımsal hammaddeler
0,39 -0,12 na 0,12
Gıda maddeleri -0,09 -0,13 na 0,19
2005 Tarımsal hammaddeler
0,39 -0,13 na 0,22
Gıda maddeleri -0,07 -0,08 na 0,23
2006 Tarımsal hammaddeler
0,41 -0,12 -0,84 0,18
Gıda maddeleri -0,06 -0,04 -0,98 0,19
2007 Tarımsal hammaddeler
0,49 -0,15 -0,71 0,09
Gıda maddeleri -0,06 -0,07 -0,43 0,15
2008 Tarımsal hammaddeler
0,53 -0,18 -0,80 0,04
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
246
Gıda maddeleri 0,01 -0,04 -0,50 0,12
2009 Tarımsal hammaddeler
0,46 -0,14 -0,48 0,11
Gıda maddeleri -0,01 -0,02 -0,01 0,12
2010 Tarımsal hammaddeler
0,47 -0,18 -0,45 0,15
Gıda maddeleri -0,02 -0,04 -0,23 0,17
2011 Tarımsal hammaddeler
0,46 -0,17 -0,74 0,15
Gıda maddeleri -0,08 -0,03 -0,43 0,17
2012 Tarımsal hammaddeler
0,50 -0,16 -0,41 0,11
Gıda maddeleri -0,04 -0,07 0,07 0,15
2013 Tarımsal hammaddeler
0,47 -0,17 -0,32 0,15
Gıda maddeleri 0,01 -0,04 -0,05 0,20
2014 Tarımsal hammaddeler
0,51 -0,15 -0,72 0,13
Gıda maddeleri 0,08 -0,07 -0,48 0,21
2015 Tarımsal hammaddeler
0,53 -0,11 -0,63 0,13
Gıda maddeleri 0,11 -0,07 -0,42 0,20
Kaynak: INTRACEN verileri kullanılarak yazar tarafından hesaplanmıştır.
na: ilgili yıla ilişkin verilerden birine ulaşılamadığını göstermektedir.
Tablo 5’de Ticaret Dengesi İndeksine göre ele alınan ülkelerin tarımsal
hammddeler ve gıda maddelerinde rekabet gücü değerleri sunulmaktadır. Buna göre
tarımsal hammaddelerde Endonezya ve Türkiye net ihracatçı ülke konumunda iken,
Meksika ve Nijerya net ithalatçı ülke konumundadır. Gıda maddelerinde ise Türkiye
ve Meksika net ihracatçı ülke konumunda iken, Endonezya ve Nijerya net ithalatçı
ülke konumundadır. Ele alınan ülkelere ait Ticaret Dengesi İndeks değerleri
incelendiğinde Türkiye’nin tarımsal hammaddeler ve gıda maddelerindeki indeks
değerlerinde bir azalma görülürken, diğer ülkelere ait indeks değerlerinde ise artış
söz konusudr.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
247
Tablo 5. Tarım ve Gıda Ürünlerinde Ticaret Dengesi İndeks Değerleri
Yıllar Sektör Endonezya Meksika Nijerya Türkiye
2001 Tarımsal hammaddeler
0,35 -0,22 -1,00 0,45
Gıda maddeleri -0,03 0,11 -1,00 0,44
2002 Tarımsal hammaddeler
0,37 -0,26 -0,91 0,24
Gıda maddeleri 0,13 0,12 -0,66 0,39
2003 Tarımsal hammaddeler
0,39 -0,21 -0,99 0,18
Gıda maddeleri 0,02 0,08 -0,99 0,37
2004 Tarımsal hammaddeler
0,43 -0,20 na 0,27
Gıda maddeleri -0,03 0,08 na 0,34
2005 Tarımsal hammaddeler
0,50 -0,19 na 0,37
Gıda maddeleri -0,02 0,10 na 0,41
2006 Tarımsal hammaddeler
0,47 -0,18 -0,89 0,35
Gıda maddeleri 0,03 0,14 -0,95 0,41
2007 Tarımsal hammaddeler
0,47 -0,24 -0,86 0,19
Gıda maddeleri -0,07 0,10 -0,45 0,36
2008 Tarımsal hammaddeler
0,54 -0,30 -0,67 -0,01
Gıda maddeleri 0,03 0,12 -0,05 0,32
2009 Tarımsal hammaddeler
0,50 -0,18 -0,54 0,20
Gıda maddeleri 0,04 0,17 0,15 0,36
2010 Tarımsal hammaddeler
0,48 -0,19 -0,35 0,16
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
248
Gıda maddeleri -0,01 0,17 0,07 0,34
2011 Tarımsal hammaddeler
0,41 -0,21 -0,85 0,05
Gıda maddeleri -0,08 0,18 -0,73 0,32
2012 Tarımsal hammaddeler
0,48 -0,19 -0,33 0,11
Gıda maddeleri -0,14 0,14 0,32 0,29
2013 Tarımsal hammaddeler
0,46 -0,16 -0,26 0,16
Gıda maddeleri -0,12 0,18 -0,25 0,28
2014 Tarımsal hammaddeler
0,46 -0,13 -0,73 0,10
Gıda maddeleri -0,07 0,18 -0,39 0,33
2015 Tarımsal hammaddeler
0,50 -0,04 -0,65 0,13
Gıda maddeleri -0,02 0,19 -0,45 0,32
Kaynak: INTRACEN verileri kullanılarak yazar tarafından hesaplanmıştır.
na: ilgili yıla ilişkin verilerden birine ulaşılamadığını göstermektedir.
Tablo 6’da ele alınan ülkelerin tarımsal hammaddeler ve gıda maddelerinin
ürün haritası yer almaktadır. Araştırma bulgularına göre Endonezya tarımsal
hammaddelerde A grubunda yer almaktadır. Gıda maddelerinde ise ilk yıllarda D ve
C grubunda yer almışken, 2013 yılından bu yana B grubunda yer almaktadır. Yani
gıda maddelerinde karşılaştırmalı dezavantaj-net ithalatçı konum son yıllarda yerini
karşılaştırmalı üstünlük-net ithalatçı konuma bırakmıştır. Meksika tarımsal
hammaddelerde karşılaştırmalı dezavantaj ve net ithalatçı konumda (D grubu) iken,
gıda maddelerinde ise karşılaştırmalı dezavantaj ve net ihracatçı konumdadır (C
grubu). Nijerya’nın tarımsal hammaddeler ve gıda maddelerinde karşılaştırmalı
dezavantaj ve net ithalatçı konumda (D grubu) olduğu görülmektedir. Türkiye ise
tarımsal hammaddeler ve gıda maddelerinde A grubunda yer almaktadır. Buna göre,
Türkiye söz konusu ürünlerde karşılaştırmalı üstünlük ve net ihracatçı konumdadır.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
249
Tablo 6. Tarım ve Gıda Ürünlerine Ait Ürün Haritası
Yıllar Sektör Endonezya Meksika Nijerya Türkiye
2001 Tarımsal hammaddeler
A D D A
Gıda maddeleri D C D A
2002 Tarımsal hammaddeler
A D D A
Gıda maddeleri C C D A
2003 Tarımsal hammaddeler
A D D A
Gıda maddeleri C C D A
2004 Tarımsal hammaddeler
A D na A
Gıda maddeleri D C na A
2005 Tarımsal hammaddeler
A D na A
Gıda maddeleri D C na A
2006 Tarımsal hammaddeler
A D D A
Gıda maddeleri C C D A
2007 Tarımsal hammaddeler
A D D A
Gıda maddeleri D C D A
2008 Tarımsal hammaddeler
A D D B
Gıda maddeleri A C D A
2009 Tarımsal hammaddeler
A D D A
Gıda maddeleri C C C A
2010 Tarımsal hammaddeler
A D D A
Gıda maddeleri D C C A
2011 Tarımsal hammaddeler
A D D A
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
250
Gıda maddeleri D C D A
2012 Tarımsal hammaddeler
A D D A
Gıda maddeleri D C A A
2013 Tarımsal hammaddeler
A D D A
Gıda maddeleri B C D A
2014 Tarımsal hammaddeler
A D D A
Gıda maddeleri B C D A
2015 Tarımsal hammaddeler
A D D A
Gıda maddeleri B C D A
Kaynak: INTRACEN verileri kullanılarak yazar tarafından hesaplanmıştır.
Ürün Haritası: Grup A: Karşılaştırmalı Üstünlük-Net İhracatçı, Grup B: Karşılaştırmalı Üstünlük-Net İthalatçı, Grup C: Karşılaştırmalı Dezavantaj-Net İhracatçı, Grup D: Karşılaştırmalı Dezavantaj-Net İthalatçı.
na: ilgili yıla ilişkin verilerden birine ulaşılamadığını göstermektedir.
6. Sonuç
Yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren hız kazanan küreselleşme dünya
ticaretinde önemli değişimlere yol açmıştır. Küreselleşme ile birlikte dünya
ticaretinin önündeki engeller büyük ölçüde kalkmış ve uluslararası pazarlarda
başarının anahtarı rekabet gücü olmuştur. Bugün dünya ticaretinde yoğun bir
rekabet süreci yaşanmakta ve bu süreç bütün sektörler ile birlikte tarım sektörünü de
etkilemektedir. Dolayısıyla dünya tarım ürünleri pazarında rekabetçi üstünlük
sağlayan ülkeler dünya ticaretinde ön sıralara yükselmektedir.
Bu çalışmada, MINT ülkeleri olan Meksika, Endonezya, Nijerya ve
Türkiye’nin tarımsal hammaddeler ve gıda maddelerindeki karşılaştırmalı üstünlüğü
analiz edilmiştir. Çalışmada Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler, Açıklanmış
Simetrik Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Ticaret Dengesi İndeksi kullanılmıştır.
Hesaplanan AKÜ ve ASKÜ sonuçlarına göre Endonezya ve Türkiye tarımsal
hammaddeler ve gıda maddelerinde karşılaştırmalı üstünlüğe (rekabet gücüne)
sahiptir. Meksika ve Nijerya ise karşılaştırmalı dezavantaja sahiptir. Ticaret Dengesi
İndeks değerlerine göre Türkiye tarımsal hammaddeler ve gıda maddeleri
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
251
ihracatında net ihracatçı ülke konumundadır. Endonezya tarımsal hammddelerde ve
Meksika gıda maddelerinde net ihracatçı ülkedir. Nijerya ise söz konusu ürünlerde
net ithalatçı ülke konumundadır.
MINT ülkeleri sahip olduğu doğal kaynaklarıyla ve istihdam gücüyle dünya
tarım ve gıda ürünleri piyasasında rekabet edebilir niteliktedir. MINT ülkelerinin
dünya tarım ve gıda ürünleri piyasasındaki payının artırılması için uluslararası
standartlara ve tüketici tercihlerine uygun yüksek kaliteli ürünlerin küresel
piyasalara sunulması gerekmektedir. Bununla birlikte, ürün çeşitlemesine gidilerek
küresel pazarlarda talep edilen ürünlerin üretilmesi rekabet açısından da oldukça
önem arz etmektedir.
Kaynakça
Agustin, G., Ananda, C.F., Maski, G., Adi Saputra, P.M. (2014). “The Product
Mapping Analysis of Manufacturing Industry Products in Bilateral Trade
between Indonesia and China in 1995-2011”, Int. J. Eco. Res., 5 (2), 37-49.
Altay Topçu, B., Sümerli Sarıgül, S. (2015). “Comparative Advantage and the
Products Mapping of Exporting Sectors in Turkey”, Akademik Sosyal
Araştırmalar Dergisi, 3 (18), 330-348.
Bakhshinejad, M., Hassanzadeh, A. (2012). “Comparative Advantage of Selected
Agriculture Products in Iran: a Revealed Comparative Advantage
Assessment”, Agricultura Tropica et Subtropica, 45 (1), 28-31.
Bashimov, G. (2016). “Rusya’nın Tarım Ürünlerinde Karşılaştırmalı Üstünlüğü”, Siirt
Üniversitesi İİBF İktisadi Yenilik Dergisi, 3 (2), 19-26.
Bielik, P., Qineti, A., (2010). “The Position of Czech and Slovak Agro-Food Trade in
the European Markets”, Delhi Business Review, 11 (2), 1-10.
Cao, S., Li, F., Zhang, J. (2011). “Export Competitiveness of Agri-Products between
China and Central Asian Countries: A Comparative Analysis”, Canadian Social
Science, 7 (5), 129-134.
Çoban, O., Peker, A.E., Kubar, Y. (2010). “Türk Tarımının Avrupa Birliği Ülkeleri
Karşısındaki Sektörel Rekabet Gücü”, S.Ü. İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar
Dergisi, 20, 247-266.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
252
Doğan, A. (2009). “Yoksullar Lehine Büyümede Tarımın Rolü:Sahra-Altı Afrika
Örneği”, KMU İİBF Dergisi, 11 (16), 21-38.
Doğan, Z., Arslan, S., Berkman, A.N. (2015). “Türkiye’de Tarım Sektörünün İktisadi
Gelişimi ve Sorunları: Tarihsel Bir Bakış”, Niğde Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi, 8 (1), 29-41.
Erkan, B. (2012). “Ülkelerin Karşılaştırmalı İhracat Performanslarının Açıklanmış
Karşılaştırmalı Üstünlük Katsayılarıyla Belirlenmesi: Türkiye-Suriye Örneği”,
ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 8 (15), 195-218.
Ervani, E. (2013). “Export and Import Performance of Indonesia’s Agriculture
Sector”, Journal of Economics and Policy, 6 (1), 54-63.
Fertö, I., Hubbard, L.J. (2003). “Revealed Comparative Advantage and
Competitiveness in Hungarian Agri-Food Sectors”, World Economy, 26 (2), 247
259.
Goldin, I. (1990). “Comparative Advantage: Theory and Application to Developing
Country Agriculture-Research Programme on: Changing Comparative
Advantage in Food and Agriculture”, OECD Development Centre Working
Papers, 16.
Gorton, M., Davidova, S., Ratinger, T. (2000). “The Competitiveness of Agriculture in
Bulgaria and the Czech Republic vis-à-vis the European Union (CEEC and EU
Agricultural Competitiveness)”, Comparative Economic Studies, XLII (1), 59-86.
Hinloopen, J., Marrewijk, C.V. (2001). “On the Empirical Distribution of the Balassa
Index”, Review of World Economics, 137 (1), 1-35.
Ishchukova, N., Smutka, L. (2013). “Revealed Comparative Advantage of Russian
Agricultural Exports”, Acta Univ. Agric. Silvic. Mendelianae Brun. 61 (4), 941-
952.
Kanaka, S., Chinadurai, M. (2012). “A Study of Comparative Advantage of Indian
Agricultural Exports”, Journal of Management and Science, 2 (3), 1-9.
Ma, A.S. (2013). “Revealed Comparative Advantage Measure: ASEAN-China Trade
Flows”, Journal of Economics and Sustainable Development, 4 (7), 136-145.
Mushanyuri, B.E., Mzumara, M. (2013). “An Assessment of Comparative Advantage
of Mauritius”, European Journal of Sustainable Development, 2 (3), 35-42.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
253
Özertan, G. (2013). “Türkiye Tarım Sektöründe Yapısal Dönüşüm ve Teknoloji
Kullanımının Rolü”,
http://www.econ.boun.edu.tr/public_html/RePEc/pdf/201301.pdf [Erişim
Tarihi: 20.04.2017]
Peker, A.E. (2015). “Türkiye Hububat ve Baklagil Alt Sektörünün Avrupa Birliği
Pazarı Karşısındaki Rekabet Gücü”, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 5 (2), 1-20.
Saray, M.O., Hark, R. (2015). “OECD Ülkelerinin İleri-Teknoloji Ürünlerindeki
Rekabet Güçlerinin Değerlendirilmesi”, Çankırı Karatekin Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 5(1), 347-372.
Sarker, R., Ratnasena, S. (2014). “Revealed Comparative Advantage and Half a
Century Competitiveness of Canadian Agriculture: A Case Study of Wheat,
Beef and Pork Sectors”, CATPRN Working Paper 2014-01.
Seyidoğlu, H. (2013). “Uluslararası Ticaret”, 1. Baskı, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi
Yayını No: 2923.
Seyidoğlu, H. (2015). “Uluslararası İktisat: Teori, Politika ve Uygulama”, 20. Baskı,
İstanbul: Güzem Can Yayınları No: 29.
Sinanan, D., Hosein, R. (2012). “Transition Probability Matrices and Revealed
Comparative Advantage Persistence in a Small Hydrocarbon-based
Economy”, The West Indian Journal of Engineering, 23(1/2), 16-29.
Şahinli, M.A. (2012). “Rekabet Gücü: Türkiye ve Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerde
Canlı Hayvancılık Sektörünün Durumu”, YYÜ Tarım Bilimleri Dergisi, 22 (2),
91-98.
Widodo, T. (2008). “Shift in Comparative Advantage, Dynamic Market and
Purchasing Power Parity in the East Asia”, Doctoral Thesis, Graduate School
of Economics Hiroshima University of Economics, Hiroshima, Japan.
Utkulu, U. (2005). “Türkiye’nin Dış Ticareti ve Değişen Mukayeseli Üstünlükler”, İzmir:
Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları.
Utkulu, U., İmer, H. (2009). “Türk Tekstil ve Konfeksiyon Sektörünün Avrupa Birliği
Tekstil ve Konfeksiyon Sektörü Karşısındaki Rekabet Gücünün Alt Sektörler
Düzeyinde Ölçülmesi”, Rekabet Dergisi, 36, 3-43.
Yılmaz, Ş.E. (2014). “Dış Ticaret Kuramlarının Evrimi”, 3. Baskı, Ankara: Efil Yayınevi.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar 2017 - Autumn 201
267
POSTMODERN PAZARLAMA VE ZITLIKLARIN BİRLİKTELİĞİ
Aytaç ERDEM1
Özet
20 yüzyılın sonlarında hemen hemen her alanda etkisini göstermeye başlayan
postmodern düşünce; felsefe, edebiyat, psikoloji, sosyoloji gibi birçok alanın yanında
pazarlama alanında da etkisini göstermektedir. Hızlı gelişen teknoloji,
modernizmden postmodernizme geçişi hızlandırmış ve kültürde yaygın bir değişime
yol açmıştır. Pazarlama faaliyetlerinin kültüre bağımlı olarak hareket etmesi, bu
kültürleri yansıtmak adına pazarlamada farklı gelişmelere yol açmaktadır. Birbiri ile
ilişkisi olmayan sahneler ve kişiliklerin bir arada olması sonucu tüketiciler tüketim
faaliyetlerini mevcut ortama göre şekillendirmişlerdir. Postmodern kültürün
“zıtlıkların birlikteliği” koşulu “Her şey kabul edilir” söyleminin en önemli
dayanağıdır.
Anahtar Kelimeler: Postmodernizm, Postmodern pazarlama, Zıtlıkların
birlikteliği
Abstract
Since the end of 20th century, postmodern thought which can be seen in
almost every field has an impact on philosophy, literature, psychology, sociology as
well as marketing. Rapidly developing technology has accelerated the transition
from modernism to postmodernism and has led to widespread changes in culture. As
a result of Marketing activities acting as culture dependent, different developments in
marketing are used to reflect these cultures. Because of that scene and personalities
which not related to each other coexist; consumers have shaped their consumption
activities according to the current atmosphere. The element of postmodernism,
“Juxtaposition of opposites”, is one of the main foundation of the saying “anything
can be juxtaposed to anything else”.
1 Arş. Gör., Giresun Üniversitesi, İ.İ.B.F., İşletme Bölümü.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
255
Keywords: Postmodernism, Postmodern marketing, Juxtaposition of
opposites
Giriş
Son zamanlarda “post” önekinin kullanıldığı kavramlar ve sözcükler, bilim ve
sanat gibi birçok alanda kullanılmaya başlanmıştır. Ekonomi post-endüstriyel,
üretim sistemi post-fordist ve kültür ise postmodern hale gelmiştir Postmodernizmin
belli kalıplara sıkıştırılmaya karşı olan ayır edici özelliği, herkes tarafından kabul
görmüş bir tanımın yapılmasını zorlaştırmakta ve anlamsız kılar gibi görünmektedir.
(Odabaşı, 2012:11-12).
Bazı yazarlara göre, toplumu oluşturan bireyler arasındaki farklılıklara
rağmen (siyahlar-beyazlar, ateistler-inancı olanlar, tutcular-liberaller, tek eşliler-çok
eşliler vb.), toplum her şeyi kabul edebilir niteliktedir (Malka, Grobler ve Strasheim,
2013:122). Postmodern bakış açısı aynı dönemde farklı kültür şekillerinin sunulması
ve kabul edilmesi için olanak sağlar. Postmodern kültürün unsurlarından biri olan
“zıtlıkların birlikteliği” unsuru, işte bu “her şey kabul edilir” söyleminin en önemli
dayanağıdır.
Bu çalışmada, modernizm ve postmodernizm kavramları düşünsel temelleri
üzerinden irdelenerek; postmodernizmin unsurlarından biri olan “zıtlıkların
birlikteliği” kavramının anlamsal açıklanmasının yapılması hedeflenmektedir.
Bunun için öncelikle modern pazarlamadan postmodern pazarlamaya geçiş süreci
aktarılacak; arkasından postmodernizmin pazarlama üzerindeki etkisi ve zıtlıkların
birlikteliği kavramına yönelik literatür taraması örnekler ile sunulacaktır.
1.Modernizmden Postmodernizme
“Postmodern”, “postmodernizm” ve “postmodernite” özellikle son
zamanlarda sosyal bilimlerde sıkça karşılaştığımız kavramlar haline gelmiştir. Diğer
bir ifadeyle 20. yüzyılın sonlarından itibaren hemen hemen her alanda etkisi olan bir
kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Postmodernist düşünce sadece mimari ve
edebiyat alanında değil, felsefe, psikoloji, sosyoloji, politika, coğrafya, tarih, teoloji,
ekonomi, antropoloji, medya çalışmaları, hukuk ve birçok akademik uzmanlık
gerektiren farklı alanlarda da etkili olmuştur (Brown, 1993:19).
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
256
Modernizm; emir, nesnellik, rasyonel ve doğrusal düşünme ve evrensel
inanışların peşinde bir ideolojiyken (Berthon ve Katsikeas 1998:150), postmodernizm;
karmaşa, düzensizlik, öznellik ve birçok inanışın bir arada olmasına olanak sağlayan
çoğulculuk inanışı ile şekillenmektedir. Postmodernizm bir bakış açısına ayrıcalık
tanımayı reddederken düzensizlik ve çatışmaları ayırt etmek yerine sadece
farklılıkları ve parçaları ayırt eder (Wilson, 1989:209; Akt. Firat, 1991:73).
Teorik açıdan “Postmodernin” göstergeleri hakkında göz önünde
bulundurulması gereken en önemli şey, postmodernin bir konsept değil eleştiri
olduğudur. Postmodern pazarlama, var olan pazarlama kavramlarına alternatif bir
yol sağlamaz. Sadece var olan fikir ve anlayışların yanlışlığı konusunda bize bilgi
verir. Bize “kralın çıplak olduğunu” söyler ama yeni bir elbise dikmeye çalışmaz
(Brown, 2006).
Postmodernizm 19.ve 20. yüzyıllarda kurgusal açıdan iyi yapılandırılmış bir
düşünce sistemidir. Postmodernizm, çeşitli disiplinlerde uygulanmış; bunların
hepsinde, rasyonaliteyi ve her çeşit rasyonalizasyonu reddetmiş, bu bağlamda
parçalanma ve çokluğu gerektirmiştir. Bu bakımdan Postmodernizm, “üst
anlatıdaki” inanç kaybı olarak tanımlanabilir. Burada üst anlatıyla ifade edilmek
istenen, üstün teori, diğer teori ve referans çerçevelerini değerlendirmek ve
yargılamak için kullanılan bir referans çerçevesi olduğudur (Lynch, 2001; Akt. Addis
ve Podesta, 2005:386). Postmodernizm, parçalara ayrılmanın yanı sıra, bu geçici
manzaraların herhangi bir bağlamdan koparılmış olduğunu iddia eder (Gitlin, 1989).
Belirli bir bağlam veya geçmişe ait değillerdir. Örneğin; diğer medya araçları gibi
televizyon da yaşamımızın büyük bir kısmında baskın rol oynar. Haberleri de içeren
televizyon programları, olaylar, sahneler ve kişilikler genellikle birleştirilmiştir ve bir
arada olan şeyler aslında birbirinden bağımsız ve bağlantısız içeriklerdir.
2.Teknoloji ve Postmodern Kültür
Kumar (2005; Akt. Malka, Grobler ve Strasheim, 2013:124)’a göre teknoloji,
küreselleşmenin itici gücü konumundadır. Daha geniş bağlanabilirlik ve bilginin
daha etkin paylaşımıyla küreselleşme artık başarılabilir bir hal almıştır. Benzer
şekilde Poster de postmodern kültür ve yeni iletişim sistemlerinin arasındaki ilişkiyi
incelemiş, yeni iletişim sistemlerinin, artan üretkenlik ile bilgi değiş tokuşu açısından
sadece verimlilik boyutunu arttırmayacağını, ayrıca bireylerin kimliklerinin
oluşumunu referans göstererek kültürde yaygın bir değişmeye yol açacağını
belirtmiştir. Poster ayrıca yaşam kalitesini ve sosyal eşitliğin yeni iletişim sistemleri
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
257
aracılığıyla gelişeceğini vurgulamaktadır (2006; Akt. Malka, Grobler ve Strasheim,
2013:124). Toplumdaki iletişimi kolaylaştırma açısından büyük bir öneme sahip olan
internet ve mobil telefon iletişim sistemlerinin yaygın kullanımı ile bu
gerçekleşmiştir.
Fırat ve Dholakia (2006:123)’ya göre modernizmden postmodernizme doğru
oluşan dönüşüm, belirgin bir kültürel değişim ve hızlı gelişen teknolojinin bir
sonucudur. Özellikle de dijital iletişimlerin ve elektronik işlemlerin baskın olduğu bir
ortam, kitlesel bir biçimde şekil değiştiren kültürlerin değişmesine ve bu değişimin
devam etmesine yol açmaktadır. Bilgi iletişim teknolojileri, toplum ve ekonomik
etkiler, önceleri karşılaşmamızın pek mümkün olmadığı insan eylemlerini ortaya
çıkarmıştır. Dijital medyadaki ilerleyiş, sosyal medya ağları ve bu sosyal medya
ağların toplum içindeki kullanımı gibi iletişim teknolojileri bu değişimi hızlandıran
araçlardır (Malka, Grobler ve Strasheim, 2013:123).
3.Modern Pazarlamadan Postmodern Pazarlamaya
Kültür, birçok olgunun şekillenmesinde önemli rol oynamaktadır. Kültürün
pazarlama açasından önemli bir yer teşkil etmesi, postmodern kültürel boyutların
pazarlama için önemini artırmaktadır. Pazarlamadaki gelişmeler, bu kültürleri
yansıtma yönünde eğilim göstermektedir (Firat ve Dholakia 2006:152; Procter ve
Kitchen, 2002:145).
Tarihsel süreç içinde pazarlamanın geçirmiş olduğu üç ana evre söz
konusudur. Bu üç evre, ürün odaklı, satış odaklı ve pazar-tüketici odaklı olarak
sınıflandırılabilir. Bu üç dönemde de, merkeze belli bir pazarlama unsurunun
alındığı ve bu unsur üzerine odaklanıldığı görülmektedir. Postmodern pazarlama
anlayışının ortaya çıkmasında önemli role sahip olan bir başka önemli etken,
“Fordist” üretim anlayışının yerini “Post-Fordist” üretim anlayışına bırakmasıdır.
Postmodern pazarlamanın bu üç dönemi irdelendiğinde; birinci dönemin ürün
odaklı pazarlama yaklaşımıyla “ne üretirsem onu satarım” görüşünün hakim olduğu
ve Fordizm, Fordist üretim biçimi ile bağdaştırıldığı görülmektedir. İkinci dönemde
ise satış odaklı pazarlama görüşü hakimdir. Artan rekabet koşulları, üreticilerin
ürettikleri malları satmakta yaşadığı zorluklar ve üretmekten ziyade kar elde etmeyi
sağlayacak satışların önemli bir hal almasına neden olmuştur. Pazar-tüketici odaklı
üçüncü dönem ise, daha önceki iki dönemde çok fazla odaklanılmayan tüketici
boyutunu da pazarlama faaliyetlerine dahil ederek, tüketicilerin beklentilerinin
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
258
pazarda rekabet edebilmek açısından önem verilmesi gereken bir konu olduğu
gerçeğini ortaya çıkarmıştır (Yeygel, 2006:200-204).
Postmodernizmin pazarlama üzerindeki etkisi ise, pazarlama ile ilgili yeni ve
karmaşık konuların ortaya çıkmasına sebep oluşudur. Daha az maliyetle
gerçekleştirilen postmodern reklamlar yapılmaktadır. Ürünler geliştirilerek
müşterilere ulaştırılmaktadır. Postmodern fiyatlandırmalar ön plana çıkmakta,
tüketicileri tüketme konusunda ikna edecek ve yönlendirecek değişikliklere
postmodern satıcılar daha çok önem vermektedir (Brown, 1993).
Firat ve Dholakia (2006:133) pazarlamadaki modernden postmoderne doğru
olan dönüşümü açık bir şekilde ifade etmek için tiyatro metaforunu kullanmıştır. Bu
metaforda sahne; sahne donanımı, aktörler, yönetmenler ve performans, işletme ve
pazarlama disiplinlerinin belirlenmiş boyutlarını temsil ederken, tiyatro izleyicileri
ise pazarı temsil etmektedir. Modern pazarlamada, sahnedeki öğeler, yönetmenleri
tarafından koordine edilmekteyken, performansa katılmayan seyirciler ise sahneden
bağımsız olarak düşünülmüştür. Postmodern pazarlama, birbiriyle konuşan pasif
gözlemcilerden oluşan seyircileri sahneye almaya, performans ile etkileşim içinde
bulunmaya, sahnedekilerle konuşmaya ve üretime ortak oyuncu veya ortak
çalışanlara dahil olmaya davet eder. Bu noktada müşteriler sadece resmi set ekibi
(pazarlama elemanları) ile etkileşime girmez; ayrıca tüketim deneyimlerini
gerçekleştirdiği süreç boyunca diğer seyirci üyeleriyle (müşteriler ve beklentiler) de
etkileşim içindedir. Firat, Dholakia ve Venkatesh (1995:42) bu süreci, üretim ve
tüketimin yer değiştirmesi olarak adlandırmaktadır. Seyircilerin etkileşimleri
(müşteriden müşteriye) yaşanmış marka deneyimlerinin paylaşılması adına bir
mekanizma sağlar. Eğer pazarlama faaliyetlerinin amacı müşterilere ihtiyaçları ve
istekleri sunmak ise insanlar için, yaşamlarını etkileyecek adımlara dahil olmak çok
doğaldır (Firat ve Dholakia, 2006). Tiyatro metaforu, postmodern pazarlamadaki
tarafların etkileşimini gözümüzde canlandırmak adına yararlı bir yoldur.
Firat ve Dholakia (2006:150-151) pazarlamada modernden postmoderne
dönüşümü aşağıdaki şekilde açıklamışlardır:
Belirgin işletme faaliyetlerinden saklı uygulamalara: Bu
dönüşüm, topluluklarda müşterilerin yaşam deneyimlerini yükseltmek için
destekleyici bir rol üstlenerek pazarlama uygulamalarına müşteri
topluluklarını dahil etmektedir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
259
Yönetilen pazarlamadan işbirlikçi pazarlamaya: Bu değişim
müşterileri pazarlama sürecinde ortak oyuncular olarak kabul eder.
Merkezileştirilmişten yayılmış pazarlamaya: Bu değişiklik ilgili
tarafların pazarlamaya dahil edildiği anlamına gelmektedir.
Düzenli pazarlamadan karmaşık pazarlamaya: Bu dönüşüm,
işletmeler için çok yönlü pazarlarda daha esnek pazarlama faliyetlerini
benimseme ihtiyacını ifade eder.
Her geçen gün yaygın hale gelen postmodern pazarlama akademisyenlerin
ilgisini çeken bir konu olsa da, pazarlamacıların kafasını gittikçe karıştıran bir
sorunsal haline gelmektedir. Zira marka, globalizasyon veya pazarlamanın tanımları
gibi birçok pazarlama konusu ve terimleri için evrensel olarak kabul edilen keskin ve
açık bir tanım yoktur ve bu eksiklik bahsedilen sorunsalı derinleştirmektedir.
4.Postmodern Toplumsal Yapı ve Zıtlıkların Birlikteliği
Fırat ve Venkatesh (1993:229) ’e göre, postmodern pazarlamanın ortaya
çıkmasında önemli bir rol üstlenen ve postmodern pazarlamayı tanımlanmasına
katkıda bulunan postmodern kültür koşulları, beş ana karakterle ifade edilmektedir.
Bu koşullar aşağıdaki gibi sıralanır :
• Üstgerçeklik (hyper-reality),
• Parçalanma (fragmentation),
• Üretim ve tüketimin yer değiştirmesi (reversal of cunsumption and
production),
• Öznenin merkezileştirilmemesi (decentring of the subject),
• Paradoksal birleşme/zıtlıkların-karşıtlıkların birleşmesi (paradoxical
juxtaposition of opposites),
Sınırları belli olmayan, gizemli, hedef olarak seçmenin ve hemen elde etmenin
mümkün olmadığı postmodern tüketiciyi kategorize etmek zordur. Buna karşın,
onlarla sıkı bağlar kurmak, onlara hitap etmek ve onları başarılı bir şekilde etkilemek
mümkündür. Bu yolla etkileşime geçme; kesin konumlandırma ve segmentlere
ayrılmanın tersi bir durumu amaç olarak belirler.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
260
Postmodern pazarlama, açık, hedeflenmeyen, tanımlanmamış, hayal gücü
güçlü tüketici katılımının olduğu bir alanda faaliyet gösterir (Brown 2006:23).
Böylesi bir ortamda belirlenen amaç, pastiş, farklı parçaların bir araya getirilip yeni
bişey oluşturulması (brikolaj), yanyana koyma, zıtlıkların karıştırılması ve
eşleştirilmesi, çelişkili türlerin kombinasyonu, motifler ve imalar ile
gerçekleştirilmektedir. Parlayan yüzeylerin olduğu yalancı rokoko binalar; reklam
aralarında, mağaza camlarında veya yollardaki bilboardlarda karşılaşılan resimler
buna örnek verilebilir (Brown, 2006:24).
Göstergebilim, işaretlerin incelenmesi ve bir şeyi nasıl simgelediğinin analiz
edilmesidir. Yorumlama ise dünyayı ve dünyadaki şekilleri nasıl
anlamlandırdığımızla ilgilidir (Solomon vd. 2006: 56). Peirce’nin görüşüne göre her
kelime ve işaret faklı şekillerde ile yorumlanabilir (Chandler, 2010). Benzer şekilde
ürünlerde de aynı problem ile karşılaşılmaktadır. Bu anlamda ürünler; kültüre,
bireysel anlamaya ve pazarlama çabasına bağlı olarak çeşitli görüntüleri
yansıtabilirler. Bu uyumlu çelişki, resimlerin ve ürünlerin varolan içerik ve
bağlamlarından kopukluğu ile sonuçlanır (Firat ve Schultz, 1997: 192). Belirleyici
değer (ürünler), sürekli yeni değerler eklendiği için zor anlaşılır. Bu durum gerçeğin,
değerler ve imajlar içeren sembolik gerçekten bir adım geride kalmasına neden olur
(Jorgensen ve Yde, 2010). Benzersizlik ise postmodern alanda orijinal anlamlarıyla
ayırt edilen sembollere atfedilir (Nooteboom 1992). Bu şekilde postmodern pazara,
kişisel kimliği vurgulama görevini yerine getiren ve gerçek şekilleri temsil eden
işaretler ile nüfuz edilmiştir.
Süreci anlamlandırmaya dair bir evrensel otorite olmamasına rağmen,
mantığa aykırı olarak görülen fikirler, terimler ve ilkelerin birlikte bulunması veya
yan yana getirilmesi bugünlerde sıkca karşılaştığımız bir durumdur. Bu tür
zıtlıkların birlikteliği, mimari, sanat ve reklam alanlarında gözlemlenebilir (Firat ve
Venkatesh, 1993:43). Zıtlıkların birlikteliği; kültürel açıdan zıt, çelişkili ve özellikle
ilgisiz unsurları içeren herhangi bir şey ile başka bir şeyi birleştirme eğilimi olarak
tanımlanır (Fırat ve Shultz, 1997:191). Postmodernizmin bu unsuru, hedeflenmesi ve
hitap edilmesi mümkün olmayan postmodern tüketicileri bir araya getirme
girişimidir. Bu girişimde; amaç, alan ve niyetin muğlak; bazen de ürün ve hizmetin
belirsiz olduğu durumlarda, ironik reklam araçları benimsenir. Bu da eğlence, rüşvet
ve karşıt sembollerin, konuların ve referansların birleşimini belirten unsurların
mesajlarda içerilmesi ile başarılabilir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
261
Birçok iletişimci, artık dikkatlerini bu tarz mesajlar üzerine çevirmektedir.
Örneğin, bazı televizyon reklamları ve diğer medya araçlarındaki reklamlar
müşterilerin reklamın ne hakkında olduğu merakını göz ardı eder (Procter ve
Kitchen. 2002:149). Mimaride modern, rokoko, klasik İtalyan ve Yunan özellikleri
aynı anda bünyesinde barındıran binalar görülebilmesi ise bir başka örneği teşkil
etmektedir. Görsel medyada ise birbirinden bağımsız ve ilişkisi olmayan olaylar,
sahneler ve kişilikler bir arada görülebilmektedir. Bağımsız olma, merkeziyetten
uzaklaşma ve “her şey her şeyle gider” düşüncesi zıtlıkların benimsenmesine yönelik
toleransı arttırmıştır (Firat ve Shultz, 1997:191).
Zıtlıkların birlikteliği, müşterilerin merakını artırmak ve müşterilerin kendi
deneyimleri ve arzularına bağlı olarak marka imajını yorumlamaları için, kurumsal
marka imajında karşıt semboller, konular ve referansların birlikte kullanılması
gerektiğini belirtir. Yardım derneği ile bağlantısı olan ve müşteriler tarafından
gerçekleştirilen her satın alma faaliyetinden elde edilen gelirin bir kısmını yardım
kuruluşuna veren bir işletme buna örnek olarak verilebilir. İşletmenin kurumsal
imajı “kar elde etme bilincine sahip aynı zamanda hayırsever” şeklinde ifade
edilebilir (Procter ve Kitchen. 2002:150).
Postmodern kültürün ana özelliklerinden biri olan “mantığa aykırı olma”
birçok posmodernist teorisyenin fikir birliği oluşturduğu bir noktadır (Foster 1983;
Hutcheon 1988; Wilson 1989; Akt. Firat, 1991:73). Daha açık bir ifadeyle; çelişkili
duygular (nefretle aşk, hayranlıkla küçük görme vb.) ve bilme yetisi (şüpheyle
inanış, alay ile saygı gösterme vb.) her şeyin her şey ile yan yana gelebileceğini
göstermektedir. Yeni bir ürünün tanıtımının yapıldığı ve eğlendiren ürün reklamları
veya reklamı kötüleyerek güvenilirliğe teşvik eden reklamlar buna örnek verilebilir.
Konukları ile hafif alaycı bir tavırla sohbet eden talk-showcular ve politik liderler
veya ünlülerle ile ilgili hakaretler kullanarak onlara saygı duyulmasını söyleyen
komedyenler de buna örnek verilebilir (Firat, 1991).
İleri kapitalizm; pazarı, birlikteliğin eksikliği ve pazarda sürekli arayış içinde
olunması ile bir baskın onay gücü haline getirmekteydi. Açıktır ki böylesi bir
pazarda, mevcut satın alma gücü var oldukça, her şey denenebilir ve bırakılabilir
durumdadır. Buna rağmen, postmodernitede, kişi hem eleştiri yapabilir ve birinin
tüketim davranışları ile dalga geçebilir, hem de deneyimden hoşlanabilir. Bu şekilde
pazar, postmodern kültüre asimile edilmiş bir hal almakta ve her türlü başkaldırı
veya köklü eleştiriyi, birliktelik sayesinde kültürel bir asimilasyona uğratmaktadır.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
262
Orijinal anlamlarından ziyade başkaldırış söylemlerinin (punk gibi) para elde etme
adına nesneleştirilmesi, faaliyetleri pazar ekonomisine çekmekte ve bu anlamda
içlerini boşaltmaktadır (Fırat, 1991: 73).
5.Zıtlıkların Birlikteliğinin Tüketiciler ve Tüketim Deneyimleri Üzerindeki
Etkileri
Zıtlıkların paradoksal birlikteliği kavramı, tüketicilerin hiçbir tutarlılığa
ihtiyaç duymadan, uyum içerisindeki birçok farklı değer ve inançlara sahip olma
süreci anlamına gelmektedir. Şu iki bilişsel unsur “uyumlu zıtlıklara” örnek olarak
verilebilir: “Araba kullanmanın çevre için zararlı olduğunu biliyorum” ve “Araba
kullanıyorum”. Bu unsurlar arasında, tüketicinin azaltmaya çalıştığı ve rahatsızlık
hissi yaratan psikolojik bir tutarsızlık bulunmaktadır. Esasında bunun sonucu; hiçbir
şey yapmamak, daha az araba kullanmak veya daha fazla çevre dostu araba
kullanmak olabilir. Ancak bunun ortaya çıkmaması, bir şey yapma motivasyonunun
uyumsuz unsurların sayısına ve önemine bağlı olduğunu göstermektedir (Solomon
vd., 2006). Uyumlu zıtlıklar, bilişsel tutarlılığın anlaşılır olma ilkesine karşı
çıkmaktadır. Bu ilke genel olarak “tüketiciler düşünceleri, duyguları ve davranışları
arasında bir uyum belirlediği ve bu unsurlar arasındaki birlikteliği oluşturmak için
motive oldukları” yönünde bir önermeye dayanmaktadır (Solomon vd. 2006: 146).
Ancak, uyumlu zıtlık, postmodern toplumun değerleri ve inançları ile güçlü bir
şekilde örtüşmektedir.
Postmodern toplumda, zıtlıkların paradoksal birlikteliği aynı zamanda
pazarlama kurumlarının biçim ve tarz anlamındaki rekabetini de arttırmıştır. Firat ve
Schultz’a göre (1997:192) postmodern tüketici “ürünü temsil ettiği imaj için alır ve bu
imaj yalnızca kısmen fonksiyonel bir ihtiyaç üzerine kurulmuştur”. Bu davranış
ürünü orijinal fonksiyonundan ayırır ve odak noktasını ürünlerin sunum noktasına
taşır.
Özne ve nesne arasındaki ontolojik karşıtlık postmodern kültürün ana bir
özelliğinin sonucu olarak yan yana düşünülmektedir (Firat ve Vankatech, 1993:42).
Başka bir deyişle “her şey birleştirililebilir veya yan yana getirilebilir”. Bu konuda
postmodern düşünürler arasında bir görüş birliği mevcuttur. Modernizmin temel
mantığına karşı çıkan bu aykırılık, bireyler arasında duyguların karşıtlığı (aşk, nefret,
küçük görme ve hayranlık vb.) ve bilme yetisinin karşıtlığı (inanma ve şüphe vb.)
gibi çok boyutlu olarak ortaya çıkabilir (Hamouda, 2012:103). Bu aykırılık,
bağdaşmayan veya çelişkili kişiliklerin aynı bireyde var olması şeklinde de meydana
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
263
gelebilir. Gerçeği söylemek gerekirse, aynı bireyde çelişkili ve mantığa aykırı
davranışları saptamak çok sık rastlanılan bir durumdur (Elliot, 1997; Christopher,
1989; Akt. Hamouda, 2012:103). Böyle bir durumun sonucu olarak diyebiliriz ki
postmodern tüketim deneyimleri zıt ve çelişkili unsurlar barındırmaktadır. Bu
çelişkili eğilimi örneklendirecek olursak, tüketicilerin kendilerininkinden farklı dini
ritüelleri keşfetme arzuları ve deneyimleme heveslerinden bahsetmek yerinde
olacaktır (Sandikci ve Omeraki, 2007:614). Bunun yanı sıra, etnik restoranlar da
konuya farklı bir örnek oluşturmaktadır. Bu restoranlar tarafından sunulan tüketim
deneyimleri yeni ve farklı mutfakların lezzetlerini test etme arzusuna dayanmaktadır
ve genellikle hedef üst sınıf tüketicilerdir (Jang, Liu ve Namkung, 2011:676). Bu
türdeki bir restaurantın tüketicileri restaurantın kendi zevklerine göre modifiye
edildiğini bilmekte, fakat bu durum onları rahatsız etmemektedir. Burada yemekler
sadece bir göstergedir. Zira orada bulunmalarının sebebi sadece lezzetli bir yemeği
tatmak değil, farklı yaşam tarzlarını hissetmek, bir başka etnik kültürü yaşamak ve
deneyimlemektir.
En özet haliyle ifade edecek olursak, karşıtların birlikteliği ve ona bağlı ana
konular şu şekilde gösterilebilir:
Her şey, her şeyle birlikte olabilir.
Tüketim Deneyimleri, farklılıkların ve paradoksların ortadan kaldırılması anlamına
gelmez. Tam tersine bunların serbestçe ortaya çıkmasına olanak sağlar.
Parçalanma, tüketim temelini oluşturur. Marka ve firma bağlılığı kalıcı değildir ve
değişir.
İroni ve çift anlamlılık yaşama ortamı bulur.
Kes-yapıştır türündeki anlayış ve eklektik, pragmatik davranışlar geçerlidir.
Kaleydeskopik duyarlılık ve hoşgörü söz konusudur.
Red etme yerine, kabul edip içine alma yaklaşımı kabullenilir.
Global ve yerel, şimdi ve geçmiş birlikte bir arada olabilir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
264
Müşteri ihtiyaçları anında çeşitli kanallardan cevaplanabilir.
Kaynak: Odabaşı, 2012: 63
Sonuç
Günümüzde teknolojinin de etkisiyle, kültürler arasındaki etkileşim, sınırların
kalkmasını ve alışılmış şeylerin yerini farklı kültür oluşumlarına bırakmasını
sağlamıştır. Teknolojinin sunduğu avantajlar ile yeni iletişim sistemlerinin
kullanılması, sadece verimliliği arttırmamış, aynı zamanda bireylerin kimliklerinin
oluşmasına ve kültürde yaygın değişmelere de sebep olmuştur. Birçok alanda
kullanımı yaygınlaşan postmodernizm kavramı, işte bu hızlı gelişen teknoloji ve
değişen kültürün bir çıktısı haline dönüşmüştür.
Alışılmışın aksine, tanımlanamayan ve hayal gücü yüksek olan postmodern
tüketiciler, sembolleri ve imajları hem tüketen hem de üreten konumundadır.
Kültürel açıdan bakıldığında birbiri ile alakası olmayan, zıt ve çelişkili unsurlar
arasındaki ilişki kurma eğilimi olarak tanımlanan zıtlıkların birlikteliği kavramı, işte
bu tanımlanamayan tüketicileri bir araya getirme girişimidir. Tüketicilerin de aktif
bir şekilde rol aldığı postmodern pazarlama, karmaşa ve inanışın bir arada olmasını
sağlayan çoğulculuk anlayışı ile şekillenmektedir.
Postmodern kültür unsurlarından biri olan “zıtlıkların birlikteliği”, “her şey
gider, her şey kabul ” düşüncesinin desteklenmesine büyük katkı sağlamış, bunun
yanı sıra pazarlama faaliyetlerinin yeniden şekillenmesine yol açmıştır. Buna bağlı
olarak birbirinden bağımsız, ilişkisi olmayan olaylar, sahneler ve kişilikler bir arada
görülmekte, tüketiciler bu ortamın etkisinde kalarak tüketim faaliyetlerini bu
çerçevede şekillendirmektedir. Biçim ve tarz konusunda rekabetin arttığı ortamda,
ürünü fonksiyonel özelliğinden çok imajı için satın alan post modern tüketici, odak
noktasını ürünün fonksiyonundan sunum şekline kaydırmıştır.
Pazarlama alanı içindeki bazı kavramlar için evrensel bir şekilde kabul
görmüş tanımların yapılamaması sorunu, postmodern pazarlama için de geçerlidir.
Pazarlamacılar, anlaşılması zor hale gelen postmodern pazarlama kavramına
odaklanmak yerine post modern tüketiciyi anlamaya çalışılmalı ve post modern
tüketicileri yaratıcılık sürecine dahil etmelidirler.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
265
Kaynakça
Addis, M. ve Podesta, S. (2005), “Long life to marketing research: a
postmodern view”. European Journal of Marketing, 39 (3/4), 386-412.
Brown S. (1993), “Postmodern Marketing?”, European Journal of Marketing,
27(4), 19-34.
Berthon, P. ve Katsikeas C. (1998), “Essai: Weaving postmodernism”, Internet
Research, 8(2), 149–155.
Brown, S. (2006), “Recycling Postmodern Marketing”, The Marketing Review,6,
211-230.
Christopher, M. (1989), “The existential consumer”, European Journal of
Marketing, 23( 8), 80-84.
Elliot, R. (1997), “Existential consumption and irrationnal desire”, European
Journal of Marketing, 31(3/4), 285-296.
Fırat A.F. (1991), “The Consumer in Postmodernity”, Advances in Consumer
Research, 18, 70-76.
Fırat A.F. (1992), “Postmodernism and the Marketing Organization”, Journal of
Organizational Change Management, 5(1), 79-83.
Firat, A.F. ve Venkatesh, A. (1993), “Postmodernity: the age of marketing”,
International Journal of Research in Marketing, 10 (3), 227-49.
Firat, F.A., Dholakia, N. ve Venkatesh, A.. (1995), “Marketing in a postmodern
World”, European Journal of Marketing, 29(1), 40–56.
Firat, A.F. ve Dholakia, N. (2006), “Theoretical and philosophical implications
of postmodern debates: Some challenges to modern marketing”, Marketing Theory,
6(2), 123–162.
Fırat A.F., ve Shultz C.J. (1997), “From Segmentation to Fragmentation:
Markets and Marketing Strategy in the Postmodern Era”, Europesn Journal of
Marketing, 31(3/4), 183-207.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
266
Gitlin, T. (1989), Postmodernism: roots and politics, in Angus, I. and Jhally, S. (Eds),
Cultural Politics in Contemporary America, New York: Routledge
Hamouda, M. (2012), “Postmodernism and Consumer Psychology:
Transformation or Break?” International Journal of Academic Research in Business and
Social Sciences, 2(1), 96-117.
Jang, S., Liu, Y. ve Namkung, Y. (2011), “Effects of authentic atmospherics in
ethnic restaurants: investigating Chinese restaurants”, International Journal of
Contemporary Hospitality Management, 23(5), 662-680.
Jorgensen, P.E. ve Yde, M. H. (2010), Branding in a Postmodern society- Green as a
Differentiation Factor, Basılmamış Lisans tezi,
Malka, A.G., Grobler, A. ve Strasheim, A. (2013), “Suggesting new
communication tactics using digital media to optimise postmodern traits in
marketing”, South African Journal for Communication Theory and Research, 39(1), 122-
143.
Nooteboom, B. (1992), “A postmodern philosophy of markets”, International
Studies of Management and Organisation, 22(2), 53-76.
Odabaşı, Y. (2012), Post Modern Pazarlama,İstanbul: MediaCat
Procter, T. ve Kitchen, P. (2002), “Communication in postmodern integrated
marketing” Corporate Communications: An International Journal, 7(3), 144–154.
Sandikci, O. ve Omeraki, S. (2007), “Globalization and Rituals: Does Ramadan
Turn into Christmas?”, Advances in Consumer Research?, 34, 610-615
Yeygel, S. (2006), “Postmodern Toplumsal Yapının Pazarlamaya Getirdiği
Yeni Boyut: Topluluk Pazarlaması (Tribal Marketing)”. Bilig, 38, 197-228
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6 Sonbahar 2017 - Autumn 201
267
KİTAP İNCELEMESİ 1
“DÜNYAYI NASIL TÜKETTİK?”
Yazar: Lester R. Brown
Çevirmen: Mehmet Fehmi İmre
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009
246 Sayfa, 3. Baskı, ISBN: 9754588333
Ufuk PALA1
Dünyada hızla artan nüfus ve bununla birlikte büyüyen ekonomi artan
bir talebin oluşmasına neden oldu. Giderek artan bu talep, dünyanın
karşılayabileceğinden daha fazla hale geldikçe, doğanın yaşamı destekleyen
işlevlerini tehdit etmeye başladı. Doğa tahribatlarının en önemli
sonuçlarından birisi de dünya gıda arzındaki kapasitenin yetersiz bir hale
gelmeye başlamasıdır. Lester R. Brown’un “Dünyayı Nasıl Tükettik?” kitabı
bu yetersizliğin nedenlerini ayrıntılarıyla ele almayı amaçlamıştır. Brown
kitabında bu nedenleri beş ana sorun üzerinden açıklamaya çalışmış: su,
enerji, gübre, besin ve tarım alanları. Temel olarak sorduğu soru ise insanlığın
gelecek yıllarda bu ilerleyiş ile yeterli gıda üretimi sağlayıp
sağlayamayacağıdır.
Kitap, 10 bölümden oluşmakta ve her bölüm içerisinde sorunların
gerçekliği istatistiki bilgilerle desteklenmektedir. Bu istatistiki bilgilerden
bazıları şunlardır:
Dünya nüfusuna her yıl eklenen 76 milyon kişi, yeni yüzyılın başından
itibaren 4 yılda bir tahıl kıtlığının yaşanmasına neden oluyor.
1 Arş. Gör., Giresun Üniversitesi, İİBF, İşletme Bölümü.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
268
Dünya gıda stokları 30 yıl içerisinde tükenmeye doğru gidiyor.
Küresel ısınmayla birlikte ısının 1 derece yükselmesi, tahıl üretim alanlarının
yaklaşık %10 azalması anlamına geliyor.
Dünya, petrolün ne zaman tükeneceğini konuşuyor ancak Brown’a
göre yaşadığımız gezegen için suyun önemi petrolün çok daha ötesinde
bulunuyor. Üstelik otomobil kullanımı arttıkça otopark, otoyol gibi ihtiyaçlar
giderek tarım alanlarının da yok olmasına neden oluyor.
Kitapta öncelikli olarak ekonomik büyümenin çevre tahribatına
yansımaları üzerinde duruluyor ve bunun dünya tahıl üretimi için ne anlama
geldiğini açıklanıyor. Brown’un analizine göre tarım arazilerinin aşırı
sulanması ve büyük ölçüde artan kentleşmenin getirdiği ihtiyaçlar insanlık
için gereken su seviyesinin azalmasına neden oluyor. Japonya, Kore, Çin,
Tayvan gibi yoğun nüfuslu ülkeler hızla sanayileştikçe tarım arazilerinin
daralmasına neden oluyor. Sanayileşmeyle birlikte gelirler arttıkça tahıl
tüketimi artarken, tahıl üretimi için gerekli araziler daraldığı için üretim
giderek düşüyor. Brown bu durumu “Japonya Sendromu” olarak
adlandırıyor.
Kitapta, yoğun olarak nüfus artışının gelişmekte olan ülkelerde olacağı
belirtiliyor. Hızlı ekonomik büyüme bu ülkelerde şimdiden bazı çevre
tahribatlarına yol açıyor. Brown, gelişmekte olan ülkelerin “Japonya
Sendromu” yaşamaması için, tarım alanları konusunda önlemler alınması
gerektiğini öne sürüyor. Geçen yüzyılın yarısından itibaren genetikte
ilerlemeyle birlikte tahıl üretimi konusunda yeni yöntemler ortaya çıktı, ancak
Brown bu yöntemlerin fizyolojik sınıra ulaştığına dikkat çekiyor ve tarım
uygulamaları konusunda teknolojinin bu aşamadan sonra yetersiz kalacağını
iddia ediyor.
Yazar, bazı okurlara karmaşık gelebilecek bilimsel ve teknolojik
kavramları yalın bir dille anlatmış ve istatistiki verilerin yoğunluğuna rağmen
çarpıcı örneklerle kitabın akıcılığını sağlamaya çalışmıştır. Küresel
kaynakların kapasitesini insanlık olarak ne derece zorladığımızı çok iyi bir
dille anlatmış ve sürdürülebilir ekonominin acil bir şekilde gerekliliğini gözler
önüne sermiştir. Ancak yazar, ülkelerin hızlı bir şekilde tarım politikalarını
değiştirmesi gerektiğini belirtirken, bu konudaki uluslararası politikalara çok
az değinmiştir. Çevre tahribatını önlemek amacıyla küresel önlemlerin de
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
269
alınması gerektiği oldukça açıkken, kitapta bu konunun üzerinden çok az
geçilmiştir.
Bu kitap çevrecilerin yanı sıra ekonomistler, işletmeciler ve
sürdürülebilirlik alanında çalışanlar için önemli bir kaynak niteliği
taşımaktadır. Ayrıca, sürdürülebilir ekonominin iyice anlaşılması ve gıda
kıtlığının önlenebilmesi açısından “Dünyayı Nasıl Tükettik?” kitabı oldukça
iyi bir başlangıç olarak görünüyor.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
270
KİTAP İNCELEMESİ 2
“AHLÂKLI BİR SAVAŞ MÜMKÜN MÜ?”
“HAKLI SAVAŞ HAKSIZ SAVAŞ”
Yazar: Michael Walzer
Çevirmen: Mehmet Doğan
Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 2010, 445 Sayfa
Emre Burak DEMİRER
Savaş, kimileri için bir yenilenme, kurtuluş, iyiliğe yol açan kötülük,
gereklilik, zorunluluk gibi tasvip edilmese dahi iyilenen olumlu bir yol, insanın
mündemiç bir niteliği, kimileri için ise yıkım, ölüm, cehennem, cinayet, felaket gibi
olumsuz nitelemelerle tanımlanmıştır. Ancak bize savaş hakkında bu tür yorumları
yaptıran nedir? Çok güvendiğimiz ve devamlı saygı duyduğumuzu söylediğimiz
hukuk kuralları mı yoksa bunun daha ötesi mi? Kısacası savaşı
değerlendirebileceğimiz ve yine öznesinde yer alabileceğimiz bir metodumuz var
mı? Şöyle ki; her savaşta aslında o savaşa dahil olmasak da haklı dediğimiz bir taraf
tutarız, bunun birçok sebebi olabilir (din, dil, ırk, siyasi rejim vs.). Peki aslında
katlanılması gereken kötülük olarak olumlu nitelikler bahşettiğimiz halde
kötülüğünü kabullendiğimiz savaşta niye böyle bir haklı haksız ayrımı yaparız?
Walzer, burada devreye giriyor ve Haklı Savaş Haksız Savaşı yazma
nedenini açıklarken tam da bu soruya cevap veriyor. Walzer’a göre (ki Walzer bu
Araştırma Görevlisi, Giresun Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü, [email protected]
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
271
kitabı yazmada Vietnam savaşının etkisinin oldukça büyük olduğunu kabul etmekle
birlikte kitabı bir kuram çalışmasından ziyade yani bir siyaset bilimci olarak değil bir
savaş karşıtı aktivist olarak kaleme aldığını üstüne basarak vurguluyor) aslında
savaşa getirilen suçlamalar her ne kadar hukuksal arka planı aranarak yapılsada
ahlaki haykırışlardır ancak çoğumuz bunun farkında bile olmayız. Burada şu
ayrımın yapılmasında fayda görüyorum; Walzer ahlakı çok kapsamlı ele almış ve her
insani değerlendirmeyi bu kavram çerçevesinde değerlendirmiştir ki bence bu
durum dilsel açıdan bir fakirlik ve kısırlık yaratmaktadır. Bu nedenle ben ahlakın
yanısıra özellikle Walzer’ın savaşın ahlaki gerçekliği olarak ikili ayrımında ortaya
koyduğu jus ad bellum (savaşın haklılığı) kısmında kastedilen ahlakın bizim
dilimizde vicdan kelimesine daha çok yakınlaştığını düşünüyorum. Çünkü savaş ilk
çıktığında bir tarafa haklı diyeceksek bu bizim ahlaki değerlerimizden çok vicdani
rahatsızlıklarımızdan kaynaklanmaktadır. Ama eğer durum böyle değilse haklı
bulduğumuz tarafla aramızda güçlü bir bağ var demektir ve burada çok da ahlaki
değerlerin öne çıktığından bahsedemeyiz. Burada amacım Walzer’ın nitelemesine
yani savaş karşıtı söylem arayışına karşı çıkmak değil tam tersine dilin
imkânlarından yararlanarak katkıda bulunmaya çalışmaktır.
Walzer, ilk olarak 1977’de basılan orijinal ismiyle “JustandUnjustWar” isimli
kitabını yukarıda belirtmeye çalıştığım gibi ABD’nin Vietnam bozgunundan hemen
sonra yazmaya başlamıştır ki bu tarih 1970’tir. Walzer o dönemde Vietnam savaşına
karşı olan aktivistlerden biridir ve bu kaygıyla görüşleri oluşmuş, savaş karşıtı
söylemlere aslında insanlığın içteniçe yabancı olmadığı yeni bir yaklaşım
getirmektedir, kendisi de Vietnam savaşına karşı çıktıklarında gerçekte ahlaki bir
karşı duruş sergilediklerini ancak itirazlarını yasal pozitivizmin fakir dağarcığında
bunu yapmaya çalıştıklarını belirtmiştir. Walzer hukukun iki yönüne vurgu yaparak
bir itiraz geliştirir. Bunlardan birincisi yasal pozitivizmdir; hukukçuların kurduğu
kâğıttan kaleler benzetmesi yapar bunun için dolayısıyla sözleşmelerin paçavra
olmaktan başka önemi yoktur. Diğeri ise hukukun siyaset ilkelerine göre belirlendiği
faydacı tezlerdir ki bu da şu an Birleşmiş Milletler’e getirilen en önemli
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
272
suçlamalardan biridir. İkiyüzlük burada devreye girmektedir. Faydacılık esasına
dayalı verilen kararların ikiyüzlüğü ancak ahlaki değerlendirmelerle günyüzüne
çıkabilir. Pozitif hukuku yeniden tanımlamanın bir yolu daha var: ahlaki değerleri
katarak yeniden bir pozitif hukuku yaratmak. Walzer bunu yapmakla pozitif
hukukun kendinden bir şey kaybetmeyeceğini tam tersine böyle yaparak yeni oluşan
hukukun yine pozitivist özellikler taşıyacağını söylemekte. Zaten haklı savaş haksız
savaşta ana amaç bunun yapılması gerektiğini örneklerle ispat etmektir. Burada
Walzer’a bir itiraz getirilebilir; salt Vietnam savaşından yola çıkarak hem içerik hem
de tarihsel anlamda böyle genel bir yöntem geliştirilebilir mi? Walzer’ın buna cevabı
tüm savaşların birbirine benzediği yönündedir. Ona göre savaşlar arasında zamanın
getirdiği çok az farklılık olmuştur. Diğer taraftan Walzer Müdahale konusunun
üzerinde durmakta ve müdahalelerin savaş yöntemleri açısından merkezi bir öneme
sahip olduğunu söylemektedir. Bir ön bilgi olarak şunu burada belirtmek isterim ki
Walzerlegalist paradigma dediği savaş konvansiyonunu düzenleyen kurallarda en
çok revizyon yapılması gereken alanın müdahaleler olduğunu belirtmektedir. Bu
nedenle Walzer tüm savaşların birbirine benzerliği düşüncesinden kendisini bir
ölçüde kurtaracak biçimde bir parantez açmıştır.
Bu noktada cevaplanması gereken temel soru şu: hepimiz biliyoruz ki ahlak
çok karmaşık ve grift, içinden çıkılması imkansız bir labirent hatta tanımlanması bile
oldukça güç, peki bu kadar zor bir kavramı, değerler silsilesisini nasıl olur da
oldukça somut olması gereken (özelliklede mevzu uluslararası toplumken) hukukun
içine katabiliriz ve pozitivizmden ödün vermeyiz? Burada cevap pratik ahlaktır, yeni
bir ahlak dünyası inşa etmek değil. Bizim ahlakla ilişkimiz yalnızca olaylar üstünden
ahlaki değerlerimizi tanımlamanın ve böylelikle haklılık, haksızlık tanımlarımızı
yapmanın tek yolu budur. Yoksa birdenbire labirentin içinde buluruz kendimizi.
Kitabın karakteristik özelliğini oluşturan örnekler üzerinden yürümenin önemi de
burada yatmaktadır.
Kitabın incelemesini yapmaya çalışırken benim kullanacağım yöntem kitabı
iki kısıma ayırmak olacak. Birinci kısımda Savaşın Ahlaki Gerçekliği ve Saldırganlık
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
273
Kuramı bölümlerini, ikinci kısımda Savaş Konvansiyonu, Savaşın İkilemleri ve
Sorumluluk Meselesini incelemek, ana meselemiz olan kazanmak ve düzgün
savaşmak olan amaç/araç çelişkisini daha açık ortaya koymaktadır. Diğer taraftan bu
incelemede kitaptaki örneklerden yararlanırken daha tasarruflu olmakta fayda
olduğunu düşünüyorum. Bunun sebebi bu çalışmanın, kitabı henüz okumamış
birinin eline geçmesi durumunda kitabı okumanın önünde bir engel teşkil etmemesi,
kitabı okumuş olanları ise sıkılmadan göz gezdirmelerinin istenmesidir.
BİRİNCİ KISIM
Gerçekçilik Tartışması
Tartışma ilk olarak meşhur “inter arma silentleges” (savaş zamanı hukuk
susar.) sözüyle başlamaktadır. Bu görüş kadim bir özellik taşımaktadır. Çünkü savaş
insanın tüm varlığını tehlike altına sokmakta ve insan buna karşı koymak için tüm
gereklilikleri yapmak durumunda kalmaktadır. Böylece insan ister istemez hukuk
kurallarının söylediği tüm kısıtlamaları karşılaştığı kötülüğe cevap vermek için
çiğnemek zorundadır. Bunun en önemli nedeni kötülüğü yenmesinin mutlak
gerekliliğidir. Yaşamı tehlike altında olan insanın savaş zamanında hukukun sesine
kulak tıkaması kaçınılmazdır.
Diğer yandan “savaşta ve aşkta her yol mubahtır.” lafı ise aşkı da savaşla bir
tutarak şiddetin tarihini hem dünyanın en büyük kederine hem de en büyük
sevincine yaymıştır. Sanırım bu söz insanlık tarihinin en berrak sözlerinden biridir ve
şiddete karşı çare aramak saflıktan başka bir şey değildir. Savaşmak insan doğasında
oldukça normal sayılacak bir eylemdir. Yukarıda da belirtildiği gibi bunun için
birçok sebep vardır. Tüm bunlar “gerçekçiliğin” savunularıdır. Bu savunuyu
yapanlar gerçeği şöyle tanımlarlar; geleneksel olarak insanlıkdışı olarak
nitelediğimiz şey aslında baskı altında ortaya çıkan insanlıktan başka bir şey
değildir. Bunu bize anlatan kişi ise kadim Yunan’dan örnekler veren Thukydides’tir.
ThukydidesPeloponnessos Savaşları kitabında Atina’nın savaşlarını kendi
kurgusunu da katarak aktarmaktadır. Peloponnesssos Savaşları’nı literatüre
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
274
kazandıran, çevirisini yapan ise ünlü Leviathan’ın yazarı Thomas Hobbes’tur.
Aralarında 2000 yıla yakın zaman olan bu iki adamın ortak noktaları savaşı gerçeklik
ve de gereklilik olarak tanımlamalarıdır. Bu tez Hobbes’unLeviathan’ında daha da
genişletilmiştir.
Aslında Walzer’ın yaptığı Thukydides ve Hobbes’da kendini bulan
gerçekliğe karşı çıkmak ama bunu yaparken felsefi tartışma boyutundan kaçınmak,
bilinçli olarak da bu alana girmemektir. Thukydides’inAtinalılar’ınMelos ve
Midilli’yle olan savaşlarını ve bu savaşların sonuçlarını anlattığı bölümleri ele alan
Walzer, Atina’da bile ahlaki değerlerin savaş zamanı devreye girdiğini kanıt olarak
sunmaktadır. Bunun nasıl olduğunu anlamak için her iki savaşa da yakından
bakmak gerekmektedir.
Melos ve Midilli
Melos, Sparta’nın kolonisi olan bir şehirdir. Spartalılar ve Atinalılar
arasındaki savaşta tarafsız kalmak istemiştir. Ancak Atina bunu kabul etmemiş ve
Melos’a iki generalini yollamıştır. Melos’un yargıçlarını ikna etmeye çalışan Atinalı
iki generalin ikna çabaları sonuçsuz kalmıştır. Buna karşılık Melos halkı direnmeyi
seçti, boş durmayan Atina ise Melos’un topraklarını yakıp yıktı ayrıca Melos içinden
bazıları da Atina’nın tarafına geçtiler. Yani Melos hem tahrip edildi hem de kendi
içinde ihanete uğradı. Çaresiz kalan Melos savaşa girdi ancak yenildi. Atina ise
Melos’a girerek kadın ve çocuklarını köle yaptı, erkeklerini ise öldürdü ve 500 kişilik
bir koloniyi Melos topraklarına yerleştirdi.
Burada tam bir gerçekçilik görüyoruz; Atina yapması gerekeni yaptı.
WalzerThukydides’in gerçekçiliğini tanımlamak için, WernerJaeger’in bir sözünü
kullanmıştır: “Thukydides güç ilkesinin kendi dünyasını kurduğunu, kendi hukukunu
yürüttüğünü bunu da ahlaki hayatın kurallarından müstakil ve farklı olduğunu ileri
sürer.”Walzer’a göre HobbesThukydides’iJaeger’in bahsettiği biçimiyle okumuştur.
Eğer bu kabul edilirse Atina Melos’a karşı yaptıkları konusunda kesinlikle
eleştirilemez.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
275
Melos örneğinin tersi biçiminde Midilli Atina’nın müttefikiydi, yani
aralarında bir vassallık ilişkisi bulunmuyordu. Midilli Atina’ya karşı isyan etti ve
Sparta’yla ittifak kurdu. Atina’ya ihanet etti. Bir boyutuyla bakıldığında Midilli’nin
yanında Melos’un suçu devede kulak bile sayılabilir. Atina meclisi Midilli’nin bu
hareketine karşılık erkeklerinin tümünün idam edilmesi ve tüm kadın ve
çocuklarının köle yapılması kararı aldı. Bu karar tartışmalara yol açtı. Thukydides’in
aktardığı Kleon ve Diodotus arasındaki diyalog bu tartışmanın betimlenebilmesi
açısından önemli. Kleon meclisin aldığı karara destek veren tarafı temsil etmektedir.
Kleon Midilli’nin topluca suçlu olduğunu ve adaletin sağlanması için
cezalandırılmalarından bahseder. Diodotus ise bu cezalandırmanın caydırıcı etkisine
değinir ve imparatorluğa cezadan bir fayda gelmeyeceğine hatta bunun daha kötü
sonuçlar doğuracağını söyler. Tartışmaların sonucunda Diodotus kazanmıştır. Bu
durum Melos olayında olduğu gibi gerçekçilik tezine uymaz. Peki Atinalılar’ı Midilli
kararından vazgeçiren sadece siyasi hesaplar mıdır?
Kuşkusuz hayır. Eğer böyle olsaydı en azında Diodotus çok taraftar
bulamazdı. Çünkü Atina oldukça güçlüydü ve her durumda siyasi hesap peşinde
koşması oldukça mesai gerektirirdi ki diğer taraftan Melos için de pekiala bu tür
endişeler duyabilirdi ve harap etmezdi. Dolayısıyla geriye bir cevap kalıyor:
Atinalılar Melos’a yapılanlardan rahatsız oldular ve Midilli kararına karşı
çıkışlarında ahlaki kaygılar söz konusuydu. Bu arada belirtmekte fayda var, Melos
olayı M.Ö. 416’da olurken Midilli isyanı M.Ö. 428 yılında gerçekleşmiştir. Bu zaman
diliminin kısalığı gözönüne alındığında Atinalılar’ın Midilli kararına karşı duruşları
siyasi faydacılık üzerine inşa edilmiş olsa da ahlaki kaygıların etkisinin daha büyük
olduğu su götürmez bir gerçektir.
Burada kullandığımız ahlaka ben “vicdan” demenin uygun olacağı
görüşündeyim, bunu Walzer’ın yapmamasının bir nedeni dilin durumu
karşılamadaki yetersizliği olabilir ancak Türkçe’de“vicdan” kelimesi tam da Melos ile
Midilli’ye karşı Atinalılar’ın tavır farkını açıklamaktadır. Bunun dışında Walzer kitap
boyunca kullandığı ahlak terimine karşı değilim ki böyle olması zaten mümkün değil
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
276
ancak bu tip durumlar için ahlaki davranmaktan ziyade vicdani hareket etme tanımı
(vicdanın sızlaması gibi) en azından anlaşılabilirlik açısından daha doğru olacaktır.
Önerim bunun ötesine geçmemektedir.
Melos ve Midilli örneklerinden yola çıkarak gerçekçiliğe karşı duruş tezlerini
ortaya koyduktan sonra savaşın bir diğer gerekçelendirme yüzü olan strateji ve ahlak
ilişkisine bakmak gerek. Melos’a saldıran Atina, ahlaki açıdan kendini savunmak için
imparatorluğun bekasını öne sürerek “bizim yerimizde olsanız siz de aynı şeyi
yapardınız.” demiştir. Yani gereklilik diliyle hareket eden Atina ahlaki söylemi de
oluşturmaya dikkat etmiştir. Bu durum her savaş için geçerlidir. Savaşın stratejik
gerekliliğinin yanısıra haklılığının kanıtlanması için ahlaki söylemlere de ihtiyaç
vardır. İşte bu yüzden her ikisi de gerekçelendirme dilidir diyoruz.
Stratejinin savaş sonrası önemi daha fazladır. Çünkü savaşta işlenen suç
stratejide hata yapana yüklenmektedir zira stratejide hata yapılmasaydı savaş
kazanılır ve suçlu da olmazdı. Bunun örneğini Thukydides’inPeloponnessos
Savaşları’nda görüyoruz; Walzer bu örneği dipnot biçiminde kullanmaktadır; Atinalı
General Meloslular’la konuştuktan sonra savaşı planlamak için kampa döner ve üst
rütbeli askerlere bir konuşma yapar:
…Bazı tehlikeleri göze almalıyız; fakat önemli değil, çünkü bu tehlikelere ben değil
siz gireceksiniz. Kaybedersek suçu sana yüklerim…
Bu noktada stratejik karar vermek ahlaki karar vermek gibidir. Konuşmayı
yapan Atinalı generalin karşısındaki subay Melos olayını dert edinmiş Diodotus gibi
davranmalı, Walzer’ın tabiriyle zalimliğin ve haksızlığın tehlikelerini bilmelidir. Ne
Kleon ne de “gamsız” Atinalı general gibi olmamalıdır. Savaşlar Modern Çağ’ın
başlangıcındaki gibi aristokratik şövalyeler arasında olmuyor belki ama savaşçı
idealizminin ölmesi savaş kurallarının ortadan kalkmasına yol açmamakla birlikte
açmamalıdır da. Bu türden sorumlu yaklaşımlar savaşın gerekçelendirilmesinde
kullanılan ikiyüzlü tavırları da ortaya çıkaracaktır. Çünkü ikiyüzlülük birşeyleri
saklama ve bu yolla haklı olduğunu kanıtlama dilidir. İkiyüzlülüğün olduğu yerde
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
277
şüphesiz ahlaki değerler de söz konusudur. Ahlaki kaygılar üzerine konuşmamız ne
kadar anlaşılır ve kullanılan dil ne kadar ortak olursa ikiyüzlülüğün maskesini ancak
o zaman düşürebiliriz.
Savaşın Ahlâki Gerçekliği
Savaş hakkında yargılarımız iki türlüdür: biri savaşın sebepleri diğeri ise
savaşta kullanılan yöntemler hakkındadır. Yani savaşı iki kere yargılarız. Savaşın
sebepleri için haklı/haksız, kullanılan yöntemler için adilce/haksızca savaşıldığına
hükmederiz. Bu ayrım ortaçağ yazarları tarafından ifade edilmiştir: jus ad bellum(
savaşta haklılık) savaşın sebepleri hakkındaki yargılarımızı, jus in bello (savaşta
adalat) savaş yöntemleri hakkındaki yargılarımızı belirtmektedir. Aynı zamanda jus
ad bellum savaşın saldırganlık mı yoksa nefsi müdafaa mı olduğunu, jus in bello da
savaş kurallarının ihlalinin ve ya gözetilmesinin hangisinin gerçekleştiği sonucuna
varmamızı sağlamaktadır.
Diğer taraftan bu ikili ayrım savaşın ahlaki gerçekliğinin en sorunlu kısmını
oluşturmaktadır. Zira savaş haklı olup haksızca savaşılabilir, bunun tersi olarak
haksız olup adilce savaşılabilir ki burada cezalandırma sorunuyla karşılaşırız; adilce
savaşan askeri nasıl yargılayabiliriz ya da savaşı haklı olan askeri kısıtlamaları
çiğnediği için suçlayabilir miyiz?
Örneklerin derinine inildikçe sorunun net olarak cevaplanması
zorlaşmaktadır. Çünkü savaşlar süreçleri içinde olan olaylar bakımından
öngörülemeyen, grift ve kompleks özellikler taşımaktadırlar ve herbiri birbirinden
ayrıdır. Ancak burada kastedilen ayrılık savaşların genel niteliğinden çok teknik
açıdan taşıdıkları özelliklerdir.
“Savaş Cehennemdir.”
Savaşta insanlar ölür; hem de çok sayıda insan ölür. Ölümün olduğu yerde
de cehennem vardır. Bu uhrevi bir anlayıştan öte bir durumu niteler. Ölüm kötüdür
ve en büyük kötülük “cehennem” kelimesinde ifade bulur. Karl vonClausewitz savaş
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
278
üstüne yazmış en ünlü isimlerden biridir. Clausewitz’e göre savaş: kuramsal olarak
sınırı bulunmayan bir güç eylemidir. Aynı Clausewitz “savaş bukalemundur”
demiştir. Savaş başladıktan sonra nerede duracağı kestirilemez, aslında bu yaklaşım
“inter arma silentleges”e oldukça yakındır çünkü savaş artık kendi kurallarını yaratır.
Savaşta kısıtlamalara uymak oldukça zordur. Bu anlayış savaşı aşırılıklara götürerek
hain ve zalimlik niteliği taşımayan şiddet eylemlerinin hiçbirini savaş saymaz.
Dolayısıyla savaş insanları ahlaki aşırılıklara taşmayı zorlar. Aynı görüş
Eisenhower’ın “…Güce başvurduğumuzda, işlerin nereye gideceğini bilemezsiniz.”
sözüyle bir yandan savaşın isli puslu havasını da yansıtarak desteklenmektedir. Tabii
kaçınılmaz bir biçimde savaş kuralsızlık hali almaktadır. Clausewitz’in şu sözü
önemli: “Savaş kurallardan meydana gelen bir etkinlik değildir ve savaş asla bir düello
değildir.”. Bunlardan hareketle savaş cehennemdir ancak bu cehennemden
kaçınılabilir. Her zaman ahlaki bir seçenek vardır. Buna daha sonra değinilmek
üzere kısa bir parantez olarak burada bırakalım.
Savaşın cehennemliği yalnızca sınırsızlığı ve belirsizliği değil rıza
kısıtlamasının da buna yol açmasıdır. Artık savaşlar genç aristokratların düelloları
biçiminde olmamaktadır. Bunlar iki tarafın da sonuçlarını önceden kabullendiği
rekabetçi mücadelelerdir. Artık savaşlar zorlanan, yani rızası ellerinden alınmış
askerler arasında gerçekleşmektedir. WilfredOwen’ın 1. Dünya Savaşı piyadeleri çiçn
yazdığı ve rıza meselesini çok iyi özetleyen bir satırı bulunmaktadır:
“Sığırlar gibi ölenler için hangi ölüm çanları çalmalı?”
Modern savaşlarda askerlerin hayatları kamulaştırılmaktadır ve artık askerin
hayatı yalnızca onun değildir. Rızası elinden alınan asker savaş alanlarının malıdır.
Sinemadan örnek vermek bu anlamda yerinde olacaktır; 2004’de Fransız ve
Amerikan ortak yapımı Türkiye’de “Kayıp Nişanlı” olarak gösterilen orijinal adı “A
VeryLongEngagement”olanfilm bu anlamda ilginç sahneler barındırmaktadır. 1.
Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Fransa’da geçen filmde, Vermon’da savaşan 5
Fransız askerin evlerine dönmek için kendi ellerini vurmaları gösteriliyor ancak
askerler Somme’de Almanya’yla çatışmanın en sıcak olarak yaşandığı Somme’ye
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
279
Bingo Crépusculemevzisine gönderiliyorlar. Bunun sebebi aslında idam edilme
kararları; bu 5 asker Bingo Crépusculemevzisinde Fransa ve Almanya arasındaki
tarafsız bölgeye atılıyorlar çünkü tarafsız bölgedeki sıcak çatışmalar nedeniylebir
insanın oradan sağ çıkması imkansız, bu durum ada yerlilerinin King Kong’a
insanları adak olarak sunmalarına benzetilebilir. Burada kesmekte fayda var zira film
uzayıp gidiyor ancak bu sahnenin askerlerin hayatlarının savaş sırasında nasıl
kamulaştırıldığını ve askerlerin aslında kendi hayatları üzerinede hiç söz hakkının
bulunmadığını göstermesi bakımından oldukça etkileyici bir kurgu olduğunu
düşünüyorum. Bu 5 askerden birinin ve filmin aynı zamanda esas oğlanı olan
karakterin elinden vurulmak için yaktığı bir sigarayı parmaklarının arasına sıkıştırıp
siperin üstünden Alman keskin nişancılarının bunu fark etmeleri için sallaması ve bir
iki saniye sonra tam istediği biçimde avuç içinden vurulması savaş cehenneminin
ateşinin hiçbir zaman hafiflemediğini, devamlı harlı olduğunu da göstermektedir.
“Savaş Tiranlıktır.”
Savaşın tiranlığını en iyi tanımlayan Troçki’nin diyalektikle ilgili
aforizmasının yorumuyla en iyi tanımlanabilir: “Savaşla ilgilenmiyor olabilirsiniz
ama savaş sizinle ilgilenmektedir.”.
Walzer’ın savaşın tiranlığı tanımı ise dolaysız ve aforizmasız, yalın bir
tanımdır. Walzer savaşın tiran yönünü tanımlarken saldırganlığa direnenlerin
saldırganın vahşetini taklit etmek, belki de bunun bile üzerine çıkmak zorunda
kalmak olduğunu söyler. Savaşmak istemeyebilir ancak karşımızda kendi hayatımıza
kasteden bir güruh gördüğümüzde en az onlar kadar bizim de gözümüz hiçbir şeyi
görmez ki savaşın tiranlığında artık küçük kurşun askerler haline çoktan
dönüşmüşüzdür.
Peki bir cehennemdeysek ve bilmeden de olsa bir tiranın esareti altındaysak
bundan dolayı bizi kim suçlayabilir?
Buna Walzer’ın cevabı şu şekildedir: cehennemde bile daha insanca ya da
insanlıktan uzak davranmak, sınırlamalara uyarak veya uymayarak savaşmak
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
280
mümkündür. Yani her zaman (daha önce de kısaca değindiğimiz gibi) ahlaki bir
seçenek mevcuttur.
Askerlerin Durumu
Savaşın sınırlarını zorlayan, bu sınırların çiğnenmesini kolaylaştıran zorunlu
askerlik olmuştur. Walzer demokrasinin bu duruma meşru zemin oluşturduğunu ve
devletin cebretme gücünü kuvvetlendirdiği fikrindedir. 1. Dünya Savaşı’nda Verdun
ve Somme cephelerinde Owen’in dediği gibi sığırlar gibi ölen askerler bu durumun
en bariz örneklerini oluşturmaktadırlar. Ancak buna rağmen ahlak ölmemiştir. En
çarpıcı örnek ise birbirlerini ebedi düşman olarak gören Alman ve Fransız askerlerin
1914 Noel’inde birlikte içki içip hepbir ağızdan şarkı söylemeleridir. Burada akla
gelen soru; birlikte içip şarkı söylediklerine göre düşmanlıkları nasıl tanımlanabilir?
Bu soruya cevap askerlerin birbirlerine kişisel olarak düşman olmadıklarıdır;
askerler hayatları kamulaştırıldıktan sonra siyaseten güdülenerek savaşmaktadırlar.
Ancak askerler bunun farkında mıdır? En azından farkında olmaları gerekir ya da
öyle olursa hepimiz için iyi olur. Walzer, askerlerin özgürce savaşıp birbirlerini
düşman olarak seçiyor ve kendi tasarladıkları çarpışmalara giriyorlarsa savaşlarının
suç olmadığını, eğer özgürce savaşmıyorlarsa da bu savaşların onların suçu
olmadığını söylemekte, böylelikle rıza kısıtlamasını da işin içine katarak askerlerin
bir anlamda savaş alanlarındaki statülerini de açıklamaktadır.
Tüm bunlarla birlikte Hitler’in Rommel’i nereye yerleştirilmeli? Bilindiği gibi
Rommel Hitler’in en önemli üst rütbeli komutanlarından biriydi ve aynı zamanda
Hitler muhaliflerinin de başını çekmekteydi hatta Hitler’e karşı yapılan suikast
girişiminin plancılarındandır. Şimdi soru şu Dünyanın en büyük kötülüğüne hizmet
etmiş fakat muhalif de olmuş Rommel nasıl değerlendirilmelidir? Dünya’nın
gördüğü en acımasız ordunun başındaki bir general mi yani bir kötülükler prensi
mi? Şüphesiz ki bu sorunun cevabı evet. Diğer taraftan Hitler karşıtlığıyla sorumlu
bir general olarak mı değerlendirilmelidir?
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
281
Sonuçta savaş cehennemse ve tiranlıksa Rommel’in savaş sırasındaki
kötülükleri doğru olmasa da mantıklı gelebilir, savaşta gösterdiği ahlaki duruşla da
bu desteklenebilir mi? Bu noktada jus ad bellum ve jus in bello arsındaki ayrım
önemlidir. Askerler en azından müdahale edebildikleri alanlardan sorumlu
tutulmalıdırlar. Askerin (ki burada bahsi geçen asker emir altındaki tüm asker ve
generaller, emri verenler değil) tüm savaştan haklılık ve haksızlık bağlamındaki
sorumsuzluğu ayrı düşünülmelidir. Rommel hakkında cevap ise açıktır: kötülük o
kadar büyüktür ki yapılan iyilikler hangi nitelikte olursa olsun hep iğne ucu kadar
bir öneme sahip olacaktır en azından bunu yargılayacak çoğunluk açısından.
Bu yargılamayı bize yaptıran savaşla ilgili tüm normları, gelenekleri, yasal
hükümleri vs. tanımlayan, yargılarımızı şekillendiren savaş konvansiyonudur. Savaş
konvansiyonu, savaşın ahlaki niteliklere haiz olduğunu baştan kabul eder. Yani
düzgün savaşmak, kurallara riayet etmek bile savaşın bitirilmesini sağlamaz. Her
halükarda insanlar ölecektir. Bu durumun tezahürünü savaşta gösterilecek en büyük
şefkatin savaşı hızla bitirmek olduğunu söyleyen 1800’lerin sonlarında Prusya
genelkurmay başkanlığı yapmış vonMolkte’de görmek mümkün. Buna karşın savaş
konvansiyonunu işe yaramaz görmek gereksiz. Midilliörneğinde olduğu gibi
kazanabilirsiniz ancakyalnızca zafer insanları tatmin etmez. Kısacası hem düzgün
savaşmayı hem de kazanmayı, zafere ulaşmayı isteriz. VonMolkte’nin şefkat anlayışı
önceden verilmeye çalışılan bir gözdağı çabası olarak değerlendirilebilir çünkü
vonMolkte bunu söylemesine rağmen hiçbir zaman bu kadar aşırıya gitmedi.
Saldırganlık
Saldırganlık, savaş suçuna takılan isimdir. Saldırganın yaptığı haksızlık,
saldırıya uğrayanların kendi haklarını korumak uğruna bu insanların hayatlarını
tehlikeye atmak zorunda bırakmalarıdır. Savaşın tiranlığı dediğimiz durum da zaten
buna tekabül etmektedir. Bu duruma bir katkı yapmak gerek; saldırganlığa karşı
kendini koruyan taraf ahlaken de savaşmaktadır. Yani saldırgana karşı savaşan
tarafın savaşı haklı savaştır. Saldırganlığı savaş suçu sayarak savaşını haksız olarak
nitelendirmekteyiz.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
282
İki tarafında haklı olduğu savaş yoktur. Bu yargı cezalandırma
gerekliliğinden kaynaklanmaktadır. Ortada bir savaş varsa mutlaka bundan sorumlu
birileri yani cezalandırılması gerekenler vardır. Her iki tarafın da haksız olduğu
savaşlar da vardır ki bunlar aristokratların düellolarıdır, bu savaşlar da suç değildir.
Ancak modern savaşlarda bir taraf mutlaka haksızdır. Cezalandırma dilinde
saldırganlıktan başka suç tanımlanmamaktadır. Bu durum hukuk dilinin fakirliğine
de atfedilebilir.
Saldırganın asıl suçu, insanların ölmeyi göze alabilecekleri değerlere
saldırmasıdır. Walzer bu değerleri iki biçimiyle başlıklandırır; birincisi toprak
bütünlüğü, ikincisi ise siyasal egemenlik. Ancak bunun bir istisnası bulunmaktadır;
eğer insanlar kendilerini yönetecek hükümet biçimini seçmeye ve hayatlarını
şekillendiren politikaları şekillendirmeye ahlaksal açıdan yetkili değillerse dışarıdan
müdahaleler suç değildir. Örnekse; 1870’deki Allace-Lorraine olayı gösterilebilir.
Alsace-Lorraine’de Almanya ve Fransa hak iddia ettiler; Almanya Allace-Lorraine’le
kültürel bağlarını, Fransa da Allace-Lorraine’deki 200 yıl süren yönetimini öne
sürdü. Beklenen odur ki bu kararı yerel halk versin ama çözüm bu şekilde olmadı.
Barış anlaşmalarının genel özelliği olan baskı altında yapılmaları Franco-Prusya
savaşından sonra da tekrar edildi. Almanya savaşta Allace’nin bütününü Lorraine’in
ise bir kısmını ilhak etti. 1871’de yapılan barış anlaşmasıyla Fransızlar Almanya’nın
haklarını tanıdılar. Bu durumu destekleyen tez ise çok geçmeden Henry Sighwick
tarafından ortaya atıldı. Sighwick’e göre zaman içinde değişen tutumlarla birlikte
haksız ilhak edilen topraklardaki halk ilhak edeni kabulleniyor ise haksız ilhakın
ahlaki etkisi tersine döner ve haksızlık ortadan kalkar. Yine Sighwick’e göre ahlaki
değerler zamanın getirdiği yeni koşullara göre değişebilmektedir, bu açıdan
Sighwick faydacılığın uç noktalarında olduğunu açıkça göstermektedir.
Legalist Paradigma
Walzer, birey ve devlet benzerliği kurar ve yerel toplumla kıyaslama denilen
kavrama dayanarak kişisel özgürlükle devletin siyasi bağımsızlığını birbirlerine
denkler. Legalist paradigma açık ifade etmek gerekirse kişilerin sahip olduğu
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
283
temelhak ve özgürlükler gibi devletlerin haklarını koruyan hukuki duruma verilen
isimdir. Ancak legalist paradigmanın uygulanmasında yetki boşluğu bulunmaktadır,
bu yapıda polis bulunmamaktadır. Walzer, uluslararası toplumu haklar temeli
üzerine kurulmuş kusurlu bir binaya benzetir. Bu bizi uluslararası toplumun
gerçekleriyle yüzleştirir ve gerçekler legalist paradigmada revizyonlar yapmamızı
gerektirmektedir. Tek suç saldırganlık olduğuna göre revize edilmemiş legalist
paradigma saldırganlık kuramının altı maddesiyle özetlenebilir;
1. Bağımsız devletlerden oluşan uluslararası bir toplum vardır.
2. Bu uluslararası toplumun hukuku, üyelerinin haklarını, herşeyin
ötesinde de toprak bütünlüğü ve siyasi egemenlik haklarını belirler.
3. Bir devletin başka bir devletin toprak bütünlüğüne veya siyasi
egemenliğine karşı güç kullanması ya da güç kullanmakla tehdit etmesi saldırganlık
sayılır, suç eylemi kapsamına girer.
4. Saldırganlık iki tür şiddet tepkisini haklı çıkarır; kurbanın nefsi
müdafaa savaşı ve kurban ile uluslararası toplumun diğer üyelerinin hukuku
yürürlüğe koyma savaşı.
5. Savaşı sadece saldırganlık haklı kılar.
6. Saldırgan devlet askeri olarak püskürtüldükten sonra ayrıca
cezalandırılabilir.
Son madde ayrıca önemlidir, çünkü bu madde legalist paradigmanın
saldırganlık suçunu savaş sonrasında da devam ettirmektedir. Fakat bunun
abartılmaması gerekmektedir, zira 2. Dünya Savaşı’nın ayak seslerinin 1919 Versaille
Antlaşması’yla duyulduğunu söyleyen Carr haklı çıkmıştır. Bu sebeple 6. Madde
cezalandırılan devletin halkları tarafından nefret ve intikam boyutuna vardırılabilir.
Legalist paradigma caydırıcılık üzerine kurulmuştur. Fakat faydacı tezler de
mevcuttur. Bunun en önemlilerinden biri Gerald Vann’ın tezidir. Bu tez Münih İlkesi
olarak adlandırılmaktadır. Münih İlkesi, saldırıya uğrayan devletin müttefiklerinin
saldırgan devlete karşı savaşabilecekleri gibi faydacı bir yaklaşımla müttefiklerin
saldırıya uğrayan devletin saldıran devletin isteklerini kabul etmesi için elinden
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
284
geleni yapması gerektiğini tavsiye etmektedir. Tez safdillik olarak değerlendirilse de
barış için çabalamak amacı gütmesi açısından mühimdir. Walzer’a göre Münih İlkesi,
bağımsızlığın kaybedilmesini kabullenir ve uluslararası toplumu güce göre tasnif
eder.
Önceleme
İlk ateşi kim açtı? Sınırı ilk hangi taraf geçti? Bu soruların cevabı
saldırganlığın ispatlanması ya da önceleme amaçlı harekatlar olduğunun ortaya
konması açısından önemlidir. 1842’de İngiltere Devlet Başkanı Daniel Webster
önleyici savaş için “acil karşı konulmaz, başka bir seçime imkan vermeyip müzakerelere
zaman tanımayan… nefsi müdafaa gereği olduğunu ve bu durumun kanıtlanması koşuluyla
haklı bir savaş” olduğunu söylemektedir. Walzer, önleyici savaşın amacının dengeyi
korumak ve eşit güç dağılımı denen durumun baskın devletler aşağı devlet ilişkisine
doğru kaymasını engellemek olduğunu ortaya koymuştur. EdmundBurke ve Francis
Bacon güç dengesinin anlamsızlığın bahsederek, güç dengesinin aslında yapılmış
sayısız savaşın asıl sebebi olduğunu belirtmişlerdir. Bu nedenle mükemmel denge
bir ütopyadır. Önleyici savaş için standarda ihtiyacımız vardır. Bu standardı Bacon
“haklı korku”olarak tanımlamaktadır. Haklı tehdit diğer devletin tehditkar
eylemlerine atıfta bulunmaktadır. Tehdit ne kadar büyükse önleyici savaş da o kadar
haklıdır.
Hangi eylemler savaşı haklı kılacak kadar ciddi bir tehdit sayılabilir? Walzer
İsrail’in 6 Gün Savaşı’ndaki önleyici harekatını örnek göstererek legalist
paradigmaya yapılması gereken ilk revizyonu belirlemektedir. Bu revizyon; askeri
güç kullanmak toprak bütünlüklerini veya siyasi bağımsızlıkları cidden tehdit
ederse, devletler savaş tehdidi karşısında askeri güç kullanabilirler biçimindedir.
Walzer önleyici savaşı haklı kılacak standartları daha önce de belirttiği insanların
yaşamlarını hiç düşünmeden ve de haklı olarak tehlikeye atabilecekleri toprak
bütünlüğü ve siyasi egemenlikten oluşan siyasal toplumun hakları çizgisinde
belirlemiştir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
285
Müdahaleler
Müdahaleler başka devletlerin iç meselesine karışmakla ilgilidir.
Müdahaleler siyasi toplumun haklarının çiğnenebildiği eylemlerdir. John StuartMill
bu bağlamda toplumun kendi kaderini belirleme (self-determinasyon) hakkı ile
siyasi özgürlüklerini birbirinden ayırır ve vatandaşlar hükümetlerini, kendilerinin
yöneten siyasileri seçsin seçmesin bu tip toplumların kendi kaderini tayin eden
toplumlar olduğunu söyler. Eğer siyasi toplumun fertleri özgürlüklerini kazanmak
istiyorlar ise tıpkı bireysel kazanımların tek başına elde edilmesi gerekliliği gibi
bunun için çaba sarfetmeleri gerekir. Dolayısıyla kendi kaderinin tayin etme hakkı
vatandaşlara bireysel haklarını vermez ancak bunları kazanmaları için onlara fırsat
sunar, ortam sağlar. Anlaşılacağı üzere Mill’in müdahale anlayışı dışlayıcıdır. Mill,
müdahalenin özgürlük amacına hizmet ettiğini düşünmez, eğer buna rağmen
müdahale gerçekleşecekse mutlaka başarısız olacaktır. Mill’in bu
tutumununDarwinci bir seleksiyon anlayışa meyilli olduğunu yorumlayanlar da
olmuştur.
Mill gibi müdahalelere tamamen dışlayıcı biçimde bakmasak da
müdahalenin sınırlarını iyi çizmeliyiz. Walzer bunu şu şekilde nitelemiştir:
“…görünüşte iyilikleri için bile olsa, onlar için yapamayacağımız şeyler
vardır.”
Ancak müdahale konusunda Mill’in bir istisna ortaya koyduğundan
bahsetmek gerekir. Mill müdahalelerin uç şekli olan istilayı yetersiz insanların ve
barbarların istilaya uğrayıp yabancılara tabi olmalarının çıkarlarına olduğunu
söyleyerek istilaya şartlı destek vermiştir. Aynı şekilde Walzer da 2. Dünya Savaşı
sonrası Almanya ve Japonya’nın yetersiz hale düşmelerinden dolayı müttefiklerin
buralardaki istila politikalarını doğru bulmaktadır.
Müdahale konusuna dönmek gerekirse, karşılaşılan müdahale tipleri
gözönüne alındığında legalist paradigmaya ikinci, üçüncü ve dördüncü revizyonları
yapmak gerekmektedir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
286
1. Belirli sınırlar içerisinde iki ay da daha fazla siyasi toplum varsa,
bunlardan bir tanesi büyük çaplı bir özgürlük mücadelesi yürütüyor ise,
2. Bunu iç savaşın taraflarından biri istemişse bile sınırlar başka bir
yabancı güç tarafından aşıldığında (karşı-müdahale),
3. Sınırlar içerisinde insan hakları ihlalleri korkunç boyutlara ulaştığında
(insancıl müdahale) müdahale gereklidir.
Tüm bu revizyonlarla birlikte dünya tarihinde gerçekleşen müdahalelerin
boyutları gözönünde tutulduğunda müdahale sınırlarını ne denli aşılabildiği de
unutulmamalıdır. Aslında Walzerlegalist paradigmada revizyon yapmanın ne kadar
tehlikeli olduğunun da farkındadır,
Yukarıda sayılan üç müdahale biçimine dair belirgin örnekler üzerinden
gidilmelidir. Ancak burada revizyonlar arasındaki en önemli müdahale ve
müdahalelerin haklılığını en üst noktaya taşıyan sebebi oluşturan üçüncü revizyona
yani insancıl müdahaleye değinmek yerinden olacaktır.
İnsani müdahale, devletler içindeki hakim güçlerin ağır insan hakları ihlalleri
söz konusu olduğunda gündeme gelir. Ancak herkesin bildiği gibi müdahaleyi
gerçekleştiren devletler tarafından fazlaca suistimal edilmiş ve edilmektedir. Walzer
bu konuda ikili bir karşılaştırma yapıyor ve ABD’nin 1898’de İspanyol baskısı
altındaki Küba’ya müdahalesini ve Hindistan’ın Pakistan topraklarındaki
Bangladeş’e 1971’de yaptığı müdahaleyi karşılaştırıyor.
İlk örnekte Kübalı ayaklanmacılar İspanyol baskısına karşı ABD
müdahalesini desteklediler hatta isteklerinin birinci maddesi ABD müdahalesinden
sonra kendi kuracakları geçici hükümetin ABD tarafından tanınmasıydı. Durum
böyle olmadı. ABD müdahaleyi gerçekleştirdi fakat ayaklanmacıları tanımak şöyle
dursun nihai müdahale bir istilaya dönüştü ve ABD İspanyolların yerini aldı. ABD
1898’de 1902’ye kadar adada askerlerini tuttu (gerçi bu istilanın insani haklar
yönünden Kübalı’lara etkisi oldu ancak bu devede kulak devede kulak
orantılamasından bile daha az seviyedeydi). Müdahalenin başlıca kuralı müdahale
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
287
eden devletin bir dereceye kadar müdahale ettiği ülkenin insanlarıyla aynı amacı
paylaşmasıdır. ABD’nin Küba müdahalesinde böyle bir durum söz konusu dahi
olmamıştır.
Diğer taraftan Hindistan’ın 1971’de Bangladeş’e (Doğu Pakistan) girerek
müdahalede bulunması ve müdahale gerçekleştirilip Bangladeş’in siyasi
özgürlüğünü tanıyarak buradan çekilmesi yukarıdaki örnekten daha insani bir
müdahale biçimini kuşkusuz göstermektedir. Ancak şüphe yok ki Hindistan ahlaki
gerekliliği gözettiği gibi stratejik çıkarlarını da gözetmiştir. Bunu söylememek
safdillik olurdu. Zira Pakistan ve Hindistan arasındaki kan davasıvari düşmanlık
düşünüldüğünde Hindistan’ın Pakistan topraklarına insani amaçlarla da olsa girmesi
aynı zamanda askeri stratejik bir kazanım niteliği de taşımaktadır.
Bangladeş olayında Birleşmiş Milletler’in (BM) tutumuna değinmekte fayda
var. Olay BM’ye taşındığında BM’nin kılı bile kıpırdamamıştır. Walzer’a göre eğer
insani müdahale gibi acil bir durum söz konusuysa evrensel devleti veya mesihi
beklemek gibi BM’yi beklemek ahlaki bir anlam taşımamaktadır.
Savaşın Amacı Ne Olmalı?
Savaşta insanlar ölür ve bu yüzden savaş cehennemdir. Ancak cehenneme
neden düştüğümüzü bilmemiz gerekir.Boşuna mı cehennemdeyiz, boşuna mı
yanıyoruz, boşuna mı ölüyoruz? Tüm bu soruların cevabı bizi ahlak dünyasına
bağlar bu nedenle siyasetçi ikiyüzlüdür. Bize uğrunda ölecek ahlaki bir neden
söylemek zorundadır. Eğer amaç kazanmaksa durum böyledir ancak
Walzer’ınThukydides ve Hobbes’dan ayrı olarak kullandığı “gerçekçiler” hedeflerin
ılımlı olması gerektiğini söylerler. Hatırlanacak olursa her zaman ahlaki bir seçenek
olduğu gibi faydacı bir tez de vardır.
Mutlak kazanmayı anlatan “kayıtsız şartsız teslimiyet” 2. Dünya Savaşı’nda
Müttefikler’inAlman’lara uyguladıkları siyaset bakımından tartışmasız doğrudur. Bu
doğruluğun sebeplerinden biri Hitler Almanya’sının dünya tarihinin en büyük
kötülüklerinden biriolması ve buna karşı savaşan Müttefikler’in sadece kendileri için
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
288
değil tüm dünya için savaştıklarıdır. Almanya o kadar büyük bir caydırıcılığa maruz
bırakılmalıdır ki bir daha böyle bir girişimin halayi dahi gerçekleşmesin.
Diğer taraftan İmmanuelKant’dan izler taşıyan otoriter devletlerin savaş
açmaya demokratik devletlerden daha meyilli olduğu görüşü ise çok da doğru
değildir. Zira Walzer’a göre Atina tarihi buna kanıt oluşturmaz.
Savaşta orantılı olmak, kullanılan şiddet ölçüsünde karşılık vermek mutlaka
uyulması gereken bir doktrindir. Müttefikler Hitler Almanya’sına böyle davrandılar.
Ama ABD, Kore ve Vietnam’da bunu yapmadı. Kore ve Vietnam’a 2. Dünya Savaşı
Almanya’sı gibi davrandı. Bu noktada legalist paradigmada beşinci revizyonu
yapmak gerektiğini belirtiyor Walzer: Devletin kollektif karakteri yüzünden,
yakalayıp cezalandırmaya dair yerel toplumdaki yaklaşımlar uluslararası toplumun
gerçeklerini karşılamaz. Bu önlemlerin önemli bir caydırıcı etkisi yoktur. Bu
bağlamda David Hume’un “Güç Dengesi Üzerine” adlı denemesinde kullandığı
cümle dikkat çekicidir.
…Fransa’yla girdiğimiz savaşların yarısından çoğu, komşumuzun hırsından çok
bizim ihtiyatsız şiddet göstermemize dayanır.
Bu tür bir haçlı ihtirasıyla yapılan savaşta haklılık aramak yerinde
olmayacaktır. Yani jus ad bellum’la değil sadece jus in bello ile ilgileniriz. Fakat bu
ikiliğin yaşandığı yerde diğer bir ifadeyle jus ad bellum ile jus in bello çatışmasıyla
karşılaşırsak ne yapmamız gerekir? Haklı bir savaşta kurallar kenara bırakılabilir mi?
İKİNCİ KISIM
Savaş Yöntemleri
Artık ilgi alanımız jus in bello’dur. Henry Sighwick’e göre çarpışma sırasında
olan biten hakkında bir yargıya varmak isteniyorsa iki tarafında kendini haklı
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
289
gördüğü varsayımıyla hareket edilmeli. Ardından asıl soru geliyor; askerler nasıl
adilce savaşır?
Sighwick’in yanıtı iki aşaması olan bir kuraldır. Bu kuralın en önemli özelliği
ise faydacılığıdır: çarpışmalar esnasında savaşın sonunu getirmeye somut bir katkısı
olmayan herhangi bir kötülüğe, ya da büyüklüğüne kıyasla savaşın sonunu
getirmeye katkısı cılız olan bir kötülüğe izin verilmez. Belirtmek istenilen şey
aşırılıktan kaçınılmasıdır. Sighwick aşırılıktan kaçınmak için iki ölçüt önermiştir: ilki
zaferin kendisi, ikincisi orantılık kavramı yani yapılan kötülüğün tartılmasıdır.
Sighwick, bu teziyle disiplini ve hesaplamayı öne çıkarmaktadır. Yine Sighwick’e
göre iyi bir general ahlaki değerlere önem vermeli ve öyle davranmalıdır. Bu açıdan
en iyi plan, savaşın mümkün olduğunca çabuk ve kayıpsız kazanılmasıdır. Faydacı
yaklaşımın en belirgin niteliği savaş kurallarından bahsetmekten çok bu kuralların
hangi durumlarda çiğnenebileceğini gösterme çabasıdır. Ancak sadece faydası
düşünülerek sınırlamaların aşılması kabul edilemez, ahlaki kabul görmesi ve çoğu
insan tarafından haklılık anlayışına da uyması gerekir.
Vitoria’nın“birliklerin cesaretini arttırıcı bir etken olarak savaşın idare edilmesi için
gerekliyse bir şehri yağmalamak kanunsuz değildir.” sözünden yola çıkarak 1943’de
Fransa’nın Faslı lejyonerlerinin İtalya’ya girmesi ve kadınlara tecavüz hakkının bu
askerlere tanınması Vitoria için makul karşılanabilir ancak bu çoğumuz için ahlak
dışıdır ve hiç de makul değildir. Bu nedenle savaşın zaruretinden bağışık bir ahlaki
duruşa sahip olmalıyız, yalnızca böyle davranarak düzgün savaşmanın kurallarına
bağlı kalmış oluruz. Unutulmamalı ki; savaştığımız insanların dahi hakları vardır ve
bu haklar savaş zamanında korunmalı, kollanmalı, saklı tutulmalıdır. Bu noktada
karşılaştığımız en önemli sorun muharip olmayanların haklarının nasıl
korunacağıdır ki bu durum da sağlıklı bir biçimde muharip olanlarla olmayanlar
arasında ayrımın yapılabilmesini ve bu alanın iyi tanımlanmasını gerektirir.
Savaş konvansiyonunda ilk kural savaş başladıktan sonra tüm muhariplere
(savaşamayacak durumda olsalar bile) saldırılabileceğidir. Askeri gereklilik buna bir
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
290
mazeret olarak gösterilir. Walzer bu durumu Gerekliliğin Doğası (1) olarak
nitelendirmektedir:
“…savaşı kazanmak için yalnızca neyin gerekli olduğunu gerekçelendirmekle
kalmaz, kaybetme riskini düşürmek, kayıpları azaltmak ya da savaşın akışında kayıp verme
ihtimalini küçültmek için gerekli şeyleri de gerekçelendirir.”
Konvansiyonun ikinci kuralı muharip olmayanlara karşı savaş konvansiyonu
asla saldırılmaması gerektiğini söyler. Ancak bu konuda karşımıza çifte etki doktrini
çıkmaktadır. Çifte etki, muharip olmayanlara saldırılmasına getirilen mutlak
yasaklama ile makul askeri harekatları biraraya getirebilmenin yoludur. Bu doktrine
göre ancak dört koşuldan biri gerçekleştiğinde muharip olmayanlara saldırılabilir.
Bunlar:
1. Eylem kendi içinde iyidir ya da tesirsizdir.
2. Doğrudan etkisi ahlaken kabul edilebilir.
3. Eylemcinin niyeti iyidir.
4. İyi etki, kötü etkiye verilen izni telafi etmeye yetecek kadar iyidir.
şeklinde sıralanmıştır. Walzer bu dört koşuldan ancak üçüncüsünün
kabuledilebilir olduğunu söylemekte ve koşulu ayrıntılandırmaktadır:
3. Eylemcinin niyeti iyidir, yani ancak kabuledilebilir etkiyi hedefler; kötü
etki amaçlarından biri değildir, ne de onu amacı için bir araç olarak kullanabilir.
Ortaya çıkabilecek kötü etkinin farkında olarak onu en aza indirmeye çalışır, bunu
sağlamak için kendisi bir bedel ödemeyi kabul eder.
Bununla birlikte Walzer savaşın mutlak suretle sivillerin aleyhine olduğunun
altını çizmektedir.
Kuşatma ve Ablukalar
Savaşta muharip olmayanların durumunu incelerken şüphesiz sivillere karşı
en eski savaş biçimlerinden olan kuşatma ve ablukalardan da bahsetmek
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
291
gerekmektedir. Kuşatma çok kadim bir geleneksel savaş biçimidir ve toplamda sebep
olduğu kayıplar şu anki en acımasız savaş biçimi olan nükleer savaştan dahi fazladır.
Walzer’ın verdiği örnek bu açıdan anlamlıdır: Leningrad kuşatmasında ölen siviller
Hamburg, Dresden, Tokyo, Hiroşima ve Nagasaki’nin modern cehennemlerinde ölen
sivillerden fazlaydı.
Kuşatma kadim bir savaş biçimidir. Dolayısıyla ahlaki kabul gördüğü
durumların varolduğu da bir gerçektir. Bu nedenle kuşatma savaş konvansiyonunun
ikinci kuralını sarsan bir istisna halini alır. Kuşatmaları tamamen dışlayamayız veya
reddedemeyiz ancak bir şekilde sınırını çizmek durumundayız. İbnMemun daha
sonra Grotius’un da kaynak olarak kullanacağı bir görüşü ortaya koymuştur.
İbnMemun’a göre şehir ele geçirilmek amacıyla kuşatılırsa dört taraftan değil
muharip olmayanların kaçmasına izin verecek şekilde üç taraftan kuşatılmalıdır.
Bunun özellikle de saldırgan devlet tarafından yapılmasını ummak rahatlıkla saflık
olarak nitelendirilebilir. Ancak İbnMemun’un bu görüşü modern çağda karşılığını
mülteci olma hakkı olarak bulur. Peki sivillerin bir kaçış yolu yok ise kuşatma
uygulayan devlet veya devletler sivillerin de kaçınılmaz olarak kullandığı mahsul ve
gıda stoklarına saldırırsa durum ne olur? Bu noktada 1. Dünya Savaşı’nda
Britanya’nın Almanya ablukasını örnek gösteren Walzer çifte etki doktrininden
hareketle ve Alman sivilleri askerlerden ayırmanın mümkün olmadığını da
söyleyerek Britanya’nın her ne kadar sivilleri öldürmek istemese de bu ölümlerden
kaçınamayacak halde olduğunu belirtiyor, fakat cümlenin gidişatından beklendiği
gibi sivil ölümleri haklı görmüyor aksine Britanya’nın muhakkak zorluğu ne kadar
büyük olursa olsun askeri hedefleri sivillerden ayırması gerektiğini söylüyor. Kitabın
ana amacının her çatışma koşulu içinde ahlaki bir arayış olduğu hatırlandığında bu
durum normal karşılanmalıdır.
Gerilla
Gerilla savaşında en büyük sorun gerillanın halktan ayrımı sorunudur. Zira
gerilla askeri kıyafetler giymez, halkın arasında dolaşır. Gerilla özü itibariyle bir halk
direnişidir. Vietnam’ın gerilla hareketi olan NFL’nin (NationalLiberationFront -
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
292
Ulusal Özgürlük Cephesi) paramiliter güçlerine Don Quan (sivil asker) denmesinin
altındaki neden budur.
İkinci sorun savaş sırasında gerillanın ne tür haklara sahip olduğudur?
Savaşta askerlerin hakları vardırve savaş konvansiyonu bunu düzenler ancak
sivillerden ayrılması imkansız, bir askeri disipline ve görüntüye sahip olmayan
gerillanın hakları nasıl belirlenebilir? Bu soruya halk ve gerilla birlikteliği gözönünde
bulundurularak halkın kitlesel olarak isyan ettiği durumda savaş haklarının
düzensiz savaşçılara geçtiği şeklinde verilebilir. Ancak bir durum daha var ki o da
halk ile gerillanın birbirinden tecrit edilebilme sorunu.
ABD ordularının Vietman’da kendi belirlediği üç maddelik “Muharebe
Kuralları”nı nasıl çiğnediği görüldüğünde tecridin imkansızlığı ve bunu
beceremedikçe saldırganın daha fazla hırçınlaştığı hatta kendi belirlediği kuralları
dahi rahatlıkla çiğnedi anlaşılmaktadır. Sonuç olarak Walzer’a göre nihai çözüm
gerillaya karşı savaşın hem kazanılamaz hem de kazanılmaması gerekliliğidir.
Walzer’ın bu bakışı, köklü bir çözüm sunduğu gibi jus ad bellum ve jus in bello
açısından uyumlu bir cevaptır da.
Terörizm
Modern tezahürlerinde terör, savaş ile siyasetin totaliter biçimidir. Savaş
konvansiyonu ve siyaset yasasını sarsar diyen Walzer terörizmi tamamen dışlamış ve
savaşın hiçbir yerinde yan, ahlaki gerçekliğinde yer alamayacağını belirtmiştir.
Ancak bir istisna açarak suikast ile terör arasında ayrım yapmaktadır. Bu ayrım ise
en çok terörizmin özelliğinde kendini bulur. Terörizm soykırım belirtileri taşımakla
birlikte suikast bu belirtiyi taşımaz. Suikasti yapanlarda vigilant bir tavır
bulunmaktadır. Adaleti devrimci bir yolla sağladıklarını söylerler.
Devrimcinin bu yola başvurması doğru mu? Hayır; devrimcinin
özgürlüğünü gösterme şekli, özgürlüğünü kazandığı yolla aynıdır, düşmanlarıyla
doğrudan yüzleşir, başkalarına saldırmaktan (hele ki masumlara) kaçınır. Devrimci
ahlakı diye bir şey var ise o da budur.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
293
Misilleme
Misilleme doktrinin savaş konvansiyonun istismara en açık biçimidir. Bir
yazara göre misilleme daha önce başkası yaptı diye yanlış olduğunu düşündüğümüz
birşeyi yapmaktır diyerek misillemenin kısas yoluyla barındırdığı kötü yandan
bahsetmektedir. Misillemede biri mutlaka cezalandırılmalıdır çünkü önceden de
dediğimiz gibi bir taraf muhakkak haksızdır. Ancak bu cezayı misilleme yoluyla
verirken kötülüğe kötülükle karşılık vermemek gerekir; yani kısas aranmamalıdır.
Misilleme de önemli olan kötülük tekrarlasa bile kötülüğe kötülükle karşılık
verilmemesidir.
Masum sivillere karşı yapılan her türlü misilleme ise istisnasız suç
sayılmalıdır. Bilindiği gibi 2. Dünya Savaşı’nın en büyük sebeplerinden biri Müttefik
devletlerin tüm 1. Dünya Savaşı’nın hıncını alır gibi yenik devletlerle barış
anlaşmaları yapmaları ve bu yolla yenik devletlerin halklarının bunun intikamını
alma arzusuyla doldurmalarıdır. Özellikle Almanlar 2. Dünya Savaşı’nda
Müttefiklere karşı kısasa kısas hissiyle tüm sınırları çiğneyerek savaşmışlardır.
Barış Zamanı Misillemeleri
Misillemeler diplomasiden sonra saldırganlara karşı kullanılabilecek bir
doktrindir. Aynı zamanda misilleme uyarı özelliğine de sahiptir. Yani misilleme
savaş dışında tutulabilecek askeri bir önlemdir. Bu nedenle savaş konvansiyonunda
hemen reddedilmeyen bir doktrindir. Ancak bu noktada orantılık önemli, çünkü
uyarı niteliğinde kalması gereken bir barış zamanı girişimi savaşa yol açmamalıdır.
Aksi tekdirde misilleme de aşırıya kaçmak veya başarısızlıkla sonuçlanabileceği
durumlarda misillemeden kaçınmak ve hiç denememek gerekmektedir.
Walzer misillemenin barış zamanı dünyasında yerinde bir doktrin olduğunu
ancak konvansiyonun sınırları dışına çıkılmamasını ve sınırları savunmanın doğru
olduğunu söyleyerek savaş konvansiyonları bahsini bitirmektedir.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
294
Düzgün Savaşmak
Tarihten uç bir örnek alarak Sung Dükü’nden ve onun düzgün savaşmaktan
anladığı şeye bakmak gerek. M.Ö. 638’de Orta Çin’de Sung ve Çu adında iki feodal
devlet çatışmaya girdi. Sung ordusu nehrin kuzey yakasında savaş düzeni aldı ve Çu
ordularının nehri geçmesini bekledi. Çu ordusu nehrin ortalarındayken Sung
Dükü’nün yardımcılarından biri kendi ordularının sayısının Çu’ya göre az olduğunu
ve hazır Çu ordusu nehirdeyken saldırıya geçmeleri gerektiğini söyledi. Aynı
yardımcı Çu ordusu nehri henüz geçip savaş düzeni almadan da aynı saldırı teklifini
Dük’e yaptı. Sung Dükü iki teklifi de geri çevirdi ve yardımcısına “…çökmüş bir
hanedanın zayıf bir temsilcisi olsam bile davullarımı düzene girmemiş bir düşmana saldırmak
için vurdurmam.” dedi. Bu onurlu tavrı Sung Dükü’nün yaralanmasına ve ordusunun
tarumar edilmesine engel olmadı. Mao Zedung bu olaydan neredeyse 2600 yıl sonra
aynı coğrafyada Sung Dükü’nün düzgün savaşını “budala ahlakı” olarak adlandırdı.
Gerçi Mao Zedung’u anlamak zor değildir çünkü Mao zaferin ahlaki bir zorunluluk
olduğunu düşünmektedir.Ancak Sung Dükü için önemli olan şey kazanmaktan çok
düzgün savaşmaktır. Kuşkusuz Sung Dükü de Mao kadar aşırı bir söylem
içerisindedir. Ya jus ad bellum ya da jus in bello’dan birini önemsemişler ve yalnızca
birinin gücüne inanmışlardır. Buna karşın yapılması gereken iki ahlaki gerçekliğin de
tanınması ve çözümün bu şekilde üretilmesidir.
Haklı ve haksız savaşta kısıtlamalar değişiklik gösterir mi? John Rawls’ın
buna cevabı haklı bir savaşta bile belirli şiddet biçimlerinin katiyen kabul
edilemeyeceği yönündedir. Bu ayrımda sınırlamaları aşarak faydacı teze yaklaşan
değişken ölçü ve onun karşısında da manevi mutlakçılık karşımıza çıkar. Bu da yine
jus ad bellum ve jus in bello ikileminden kaynaklanmaktadır. Manevi mutlakçılık,
açık bir biçimde gök başına (gerçekten) yıkılacak gibi olana kadar adaletten
sapmama biçiminde özetlenebilir.
Walzer savaş kuralları ile saldırganlık kuramı arasındaki ve jus ad bellum ile
jus in bello arasındaki gerilimi dört farklı şekilde ele alıyor:
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
295
1. Faydacı iddianın baskısı altında savaş konvansiyonu basitçe bir kenara
atılır (Mao’nun zafer anlayışı).
2. Konvansiyon yavaş yavaş davanın ahlaki önemine teslim edilir.
3. Konvansiyona uyulur ve sonucu ne olursa olsun haklara katı bir şekilde
saygı gösterilir (Sung Dükü’nün düzgün savaşı).
4. Konvansiyon sadece yaklaşan bir felaketin eşiğinde çiğnenir (manevi
mutlakçılık).
Dördüncü iddia Walzer’a göre iki türlü adalete de en iyi açıklamayı getirirve
her ikisinin gücünü de tanıyan doğru bir iddiadır. Walzer’ın teklifi son ana kadar
herkesin Sung Dükü olmasıdır.
Tarafsızlık
Bir devlet nasıl tarafsız olabilir ve bunun getirdiği ahlaki yükümlülüğü nasıl
kaldırabilir? Bu soruya cevap John Westlake’den gelmiştir. Westlake’e göre savaşa
müdahale etmek adaleti sağlamayacaksa ya da bunun tarafsız devlete bedeli yıkıcı
olacaksa ancak o zaman tarafsızlık ahlaken haklıdır. Peki tarafsız olan devlet bunu
nasıl elde etmiştir? Tarafsız devletin askeri bakımdan bunun anlamı henüz saldırıya
uğramamış olup savaşmak zorunda kalmamasıdır. Diğer bir etken de devletin
şansıyla ilgilidir, çünkü çoğu başarılı tarafsızlığa bakıldığında savaş
coğrafyalarından uzakta olmaları göze çarpmaktadır.
Ancak tarafsız devletlerin tehlikenin büyüklüğü ya da savaş alanının
genişliği karşısında bir sorunu vardır. Walzer’ın Gerekliliğin Doğası (2) olarak
tanımladığı: savaşan devletlerin tarafsız olan tarafsızlık hakkına saygı
gösterebilecekleri gibi göstermeyebilecekleri durumu. Tarafsız devlet haklarında
ısrarcıdır, başkalarının zorlamaları yüzünden vatandaşları kendilerini feda etmek
zorunda değildir. Savaşan devlet savaş amacının yaşamsal öneminden bahseder;
tarafsız devlet savaş kurallarına sığınır. Bunlar söylendikten sonra tarafsız devletin
yanında olmayı isteyebilir ancak durum böyle değildir. Bazen de savaşanın yanında
oluruz. Tercihi ahlaki değerlerimiz yaptırır.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
296
Tarafsızlığın ihlal edildiği bir örnek vermek gerekirse başta anlatılan Melos
Olayı’nın hatırlanması yerinde olacaktır. Melos olayı Atina’ya askeri bir zarar
vermemiştir ancak Atinalılar’ın vicdanını harekete geçirmiştir. 1914’de Almanya’nın
tarafsız Belçika’ya saldırması ise Almanya’nın 1. Dünya Savaşı’nda yenilmesinin
nedenleri arasında sayılmaktadır.
1914’de tarafsız Belçika’ya saldıran Almanya haksızlığını çok geçmeden
kendi de kabul etmiştir. Şansölye von Bethmann Hollweg’in 4 Ağustos tarihli
parlamento konuşması bu pişmanlığın kanıtıdır. Ama bu haksız saldırı Britanya’nın
savaş iştahını körüklemiş, ABD’yi Müttefikler’e yaklaştırmış hatta Lenin bile Belçika
saldırısının Almanya’ya karşı savaşmanın yeterli bir sebebi olarak görüp kınamasına
yol açmıştır. Lenin şöyle demiştir:
…bütün devletlerin, Belçika’nın özgürlüğü ve tazminat alması için Almanya’ya
savaş açtığını varsayalım; Bu durumda Sosyalistler elbette ki Almanya’nın düşmanlarına
yakınlık duyardı.
Başka bir tarafsızlık örneğinde ise Winston Churchill’in değişken ölçü adına
Norveç’in tarafsızlığını çiğnemesidir. Churchill’e göre kişinin davasının haklılığı ne
kadar fazlaysa o kadar çok hakka sahiptir. Britanya Almanya’yla tüm devletler adına
savaşmaktadır ve devletlerin buna engel olmaması hatta haklarından feragat ederek
Britanya’ya destek olmaları gerekmektedir. Böylece üçüncü devletin hakkı, haklı bir
savaş yürüten devletin vatandaş ve askerlerine geçmektedir.
Norveç demir cevheri kaynağıydı ve Alman gemileri Norveç’in güneyinden
Britanya donanmasına yakalanmadan bu sevkiyatı yapıyorlardı. Hitler hiçbir zaman
İskandinav ülkelerini savaşa sokmak istemedi hatta amacı bu ülkelerin tarafsızlıkları
korumaktı. Churchill Norveç’i savaşa katarak demir cevheri sevkiyatını
durduracaktı. Yine Churchill, Almanya’nın Norveç’e saldırmasında Britanya’nın
kazancının kaybından büyük olacağını söylemişti. Ama durum böyle olmadı.
Almanya 9 Nisan’da Norveç’i işgal etti, Norveçliler’in direnişi ise kısa ve trajik oldu.
En ilginç nokta ise Norveç’i saldırıya açan Britanya’nın Norveç’i savunmak için
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
297
oldukça hazırlıksız olmasıydı; birkaç kez kara çıkarması yapmayı denese de Alman
hava kuvvetleri bu girişimleri hep durdurdu.
Planları yaparken çok istekli ve aceleci görünen Churchill küçük düşürücü
tahliye kararları dahi vermek zorunda kaldı. Hiç şüphesiz Churchill işin başında
salyaları akan bir kurttu ama iddiasına girdiği lades kemiği boğazında kaldı.
Norveç örneğinden yola çıkarak Walzer’ın savaş koşullarında ahlaken uç
noktası olan “en üst derecede olağanüstü durum”a geçmek gerek. Churchill Norveç
planında çok aceleciydi ama daha itidalli olsaydı ve zamanını bekleseydi?
Walzer’ın İstisnası (en üst derede olağanüstü durum)
En üst derecede olağanüstü durum kavramının patenti Churchill’e aittir.
Churchill bu lafı 1939 Britanya’sının durumunu tasvir etmek için kullanmıştır ancak
Walzer bunun bir sav içerdiğini söyler ve Gerekliliğin Doğası (3) olarak tanımlar;
savaşta sıradan korkaklığın (ve çılgın bir fırsatçılığın) ötesinde bir korku ve bu
korkuya denk gelen bir tehlike vardır; bu korku ve tehlike savaş konvansiyonunun
yasakladığı önlemlerin alınmasını gerektiriyor olabilir. İki ölçütle tanımlanır; ilki
tehlikenin yakınlığı, diğeri tehlikenin doğasıyla ilgilidir. İş, saf gerçekliktir.
Britanya uçakları Almanya’yı 2. Dünya Savaşı’nda bombalarken masum
insanları da öldürdü ancak soru şu: masum insanların öldürülmesi Walzer’ın sınırsız
kötülük olarak tanımladığı Nazi zaferine karşı söylem olabilir mi? Walzer bu soru
karşısında tehlikenin yakınlığını bir isteri ya da kuruntu olmaması durumunda hayır
safında yer almaktadır. Bunun ağır bir sorumluluk olduğunu bilmektedir;
konvansiyonun kuralları çiğnenebilir çünkü başka seçenek yoktur, öbür türlü risk
çok büyüktür.
Hiroşima bu emsalde bir örnek teşkil eder mi? Hayır. Hiroşima’ya yapılanlar
insanlık kasaplığıdır; ne tehlikenin yakınlığı ne de doğası böyle bir vahşete izin
verebilir. İnsanlığın bu konudaki ortak tutumundan dolayı Hiroşima örneğini şu
çıkarsamayla bitirmek ve çok uzatmamak gerekir ki insanlar savaşmaya mecbur
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
298
edilmeme hakkına sahipse o zaman savaşın muhtemel en adil bir şekilde
bitirilebileceği noktaya ulaştıktan sonra savaşa devam etmeye mecbur edilmeme
hakları da vardır. Bundan sonra savaşı sürdürmek saldırganlık suçu ve hatta daha da
ötesi insanlık suçudur.
Nükleer Sorunu
Savaş tarihimizde nükleer silah kullandığımız bir gerçek keşke hiç olmasaydı
ancak bu aşamadan sonra varlığını tartışmaktan vazgeçip savaş konvansiyonu
içerisinde nasıl kısıtlayacağımızı ve hangi yolla tanımlayacağımız üzerinde
anlaşmamız gerekmektedir. İnsanlık tarihine en azından utanç verici hatıralar miras
bırakılmamalı.
Nükleer silahlar tüm bunlar ışığında caydırıcı olarak kullanılabilir mi?Paul
Ramsey 1973’de bu soruyu yapmanın yanlış olduğu şeyi tehdit olarak kullanmak da
yanlıştır, “eğer tehdit etmek “yapmayı kastetmek” anlamına geliyorsa…halka karşı
yürütülen savaş cinayetse, halka yöneltilen caydırıcı tehditler de cinayettir.” şeklinde
yanıtlamıştır. Ramsey’e göre caydırıcılıktehdit içermektedir. Eğer tehdit ediliyorsak
bunun gerçekten yapılmayacağına karşı nasıl güven duyarız? Şüphesiz bu soruya net
bir cevap veremeyiz, sadece kötülüğün büyüklüğü karşısında tehdit edilmek ahlaken
doğru olmasa da savunulabilir bir durumdur. Bu durumun devletlerarası kaygan
zemin için geçerli olduğu notu da düşülmelidir.
Nükleer silahlar için önümüzde iki seçenek vardır; ya nükleer silahların
seviyesi o kadar düşük tutulacaktır ki konvansiyonel silahların sağladığından çok
daha büyük bir askeri fayda getirmeyecektir ki bu durumda nükleer silah kullanma
sebebi ortadan kalkar, ya da kullanımları hedefler arasındaki ayrımı yok edecektir.
Tercihimiz her zaman ilk seçenekten yanadır.
Bernard Brodie ise nükleer silahın caydırıcı yönüne tehdit unsurunu dışarıda
bırakarak bakmaktadır. Brodie göre saldırıya uğramamız durumunda nükleer silah
kullanmakla tehdit etmemize gerek yok, hiçbir tehdide gerek yok; silahların var
olması tek başına yeterli. Ramsey de nükleer silaha sahip olmanın zaten üstü örtülü
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
299
bir tehdit olduğunu belirterek bu noktadaBrodie’yle örtüşmektedir. Fakat bu bile
nükleer silaha sahip olan devletlerin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz. Brodie’nin
dediğine uyarak tehdidi yüksek sesle dile getirmese bile nükleer silaha sahip olan
devlet bunun tüm sorumluluğunu taşımak zorundadır.
Ramsey’in nükleer silahlar konusunu da kapsayacak savaş cehennemdir
doktrinini sarsan ve değinilmesi gereken bir tezi var; Ramsey özellikle caydırıcılık
meselesinde kötülüğün iyi tanımlanması gerektiğini söylüyor ve eğer herşeye
kötülük gözüyle bakarsak kaçmanın yolunu bulamayız, kaçamadığımız kötülüğü de
cehennem olarak nitelendirir cehenneme kural koymaya girişiriz ki cehennemde
kuralla yaşanmaz, tek gerçek her tarafın alevlerden ibaret olmasıdır. Böylece sınırları
çabucak aşarız daha sonra da ne nükleeri kalır ne de zehirli gazı… İşte bu yüzden
her tehdidi, ortalığı cehenneme çevirmek için bahane olarak kullanamayız ve
kullanmamalıyız. Savaşı, tarihten edindiğimiz tecrübelerle tehditle değil
savaşmamanın getirdiği “şevkle” engelleyebiliriz (“şevk” Walzer’ın tabiridir).
Sorumluluk Meselesi
Savaşta adaletin olması aynı zamanda sorumlu insanların bulunmasını
gerektirir. Bizim işimiz burada insanların hukuken suçlu ya da masum olmaları
değil, ahlaki olarak suçlanabilip, suçlanamadıklarıdır. Eğer ahlaki değerler “vahşice”
saldırıya uğruyorsa bunun cezalandırılabileceği yer hukuk merci değil insanların
vicdanlarıdır.
Devlet adamalarının savaşlardaki sorumlulukları genellikle hukuksal alanla
hem bireysel hem de toplumsal olarak daha bağlantılı ve bu ayrımı yapmakta
yaşanacak zorluktan dolayı vatandaşlar boyutuna geçmek daha uygun olacaktır.
Zira buradaki sorumluluk arayışımız vicdanidir.
Vatandaşların savaştaki sorumlulukları nelerdir? Diyelim ki saldırgan bir
savaşa girişmiş devletin vatandaşlarıyız; o zaman bize ne yapmak düşer?
Çarpışmalar söz konusu olduğunda iki tarafın sivilleri de masumdur. Savaş bittikten
sonra siyasi ve ekonomik hedef haline geliriz, yenilenen siyasi yapının, tazminat
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
300
bedellerinin kurbanı oluruz. J. GleenGray’in hatıratında yazdıkları bu durumun tam
bir yansımasıdır; savaş halindeki devletin askeri veya vatandaşı kaba, vahşi,
pervasız, şiddet yanlısı bir toplumun ferdidir ve her türlü bedele rağmen
kazanılması istenen bir girişimin ister istemez katılımcısıdır. Bundan yakasını
sıyıramaz. Gray şu şekilde devam eder:
…Ulusunun ordusunun cömert işleri ve değerli ürünleri sonucunda yaşanan tatmin
duygusunu paylaştığı gibi utancına da ortak olur.
Bu utancın paylaşılmaması için devletin savaşa girmemesi gerekirfakat
vatandaşlar bunun için ne yapabilirler ki? Bu soru için Gray 2. Dünya Savaşı’yla ilgili
kendi ülkesinin vatandaşlarına şunları yazdı:
Sesini çıkarması gerekirken sessizliğini bozmadı. Kendi etki alanında ağırlığını
hissettirmedi. Zamanında protesto edecek medeni cesareti kendinde bulsaydı, bazı
adaletsizlikler yaşanmayabilirdi.
Vatandaşlar bu sesi aralarında paylaşarak çıkarabilirler. Demokrasi
sorumluluğu insanlar arasında paylaştırır. Ancak kuşkusuz her bireyin eşit miktarda
sorumlu tutulması da imkansızdır.
Walzer’ın dipnot olarak kullandığı Anna Frank “Hatıra Defteri”nde şöyle
yazdı:
Sadece hükümetlerle kapitalistlerin saldırganlık suçu işlediğine inanmıyorum. Hayır
küçük insanların da buna hevesi vardı, yoksa dünya halkları uzun zaman önce
başkaldırırlardı.
Ancak Frank’in yazdıklarına rağmen savaş suçunu “küçük insanlara”
atamayız. Savaşan ya da savaşın eşiğinde olan devletin vatandaşları ne kadarını
yapabiliyorlarsa, o kadarını yapmak zorundadırlar. Askerlerin rıza kısıtlaması
konusunda savaşın onların suçu sayılmayacağı gibi devletin sivil fertleri için de
durum budur.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
301
Askerlerden (burada emir altındaki askerler kastedilmektedir, komutanlar
dahil değildir) bahsetmişken rıza kısıtlamasının yanı sıra askerlerin sorumluluğunu
azaltan iki savunmaları daha vardır: biri savaşın sıcak atmosferi, diğeri ordunun itaat
etme (hiyerarşik düzen), emirlere uyma zorunluluğudur. Zaten askerler de
kendilerini ahlaki failler olarak görmezler. Brecht, bir oyununda komünist militanları
“devrimin üstlerine talimatlarını yazdığı boş sayfalar” olarak betimler ki bu durum her
haliyle sadece komünist militanlar için değil tüm askeri zevat için de geçerlidir.
Asker bu emirlere ya da talimatlara karşı çıkarsa ne olur? Bu soruya bir örnek
üzerinden cevap vermek sanırım daha doğru; Cezayir’de savaşmayı reddeden bir
Fransız askeri içinde bulunduğu durumu kardeşlikten atılmak, bir monologa tıkılmak,
anlaşılmaz olmakolarak betimlemiştir.
Aslında savaşta neler olduğunu en iyi komuta kademesine bakarak
anlayabiliriz. Sonuçta Brecht’in tabiriyle talimatları boş sayfalara yazanlar onlardır.
Walzer, sıradan asker ve komuta kademesi arasında sorumluluk ayrımı yapar, buna
göre; sıradan askerler söz konusu olduğunda olayı kanıtlamak bize düşer ancak
subayların başta suçlu olduğunu varsayarız; masumiyetlerini göstermek istiyorlarsa,
kanıtlamak onlara düşer.
Walzer’ın deyimiyle sona bırakılan en zorlu soru: savaş kurallarını çiğneyip
en üst derecede olağanüstü durumlarda masum insanları öldüren o askeri
komutanlar (ya da siyasi önderler) hakkında ne demeliyiz? Bu sorunun cevabı
Walzer’ın Gerekliliğin Doğası (4) olarak tanımladığı durumdur; ne gerekiyorsa onu
yapan insanlara ihtiyaç duyarız, bizim yerimize karar verir ve sorumluluğu alır.
Çünkü böyle bir durumda ahlaki kaygılar duymamak için kulağımızı tıkarız ve bu
kararı vermesi için tüm haklarımızı kararı verecek kişiye devretmekte çok da
istekliyizdir. Ancak kararı alan veya alanlar yenilirse cezalandırılmaları
umurumuzda bile olmaz. Netice de Churchill, Arthur Harris’e 1942’de Almanya’yı
bombalattı (hatırlanacak olursa daha önce bu olay “en üst derecede olağanüstü
durum”a örnek olarak verilmişti.) sonra da çok ileri gittiğini anlayarak hiç suçu
yokmuş gibi HarrisWalzer’ınhaklı tabiriyle gözden düşürdü.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
302
SONUÇ
Çalışmayı sonlandırmak için Walzer’ın sonsöz kısmında yazdığı monologu
kullanmak, üçüncü baskıya önsöz kısmında kitabın, haklı savaş kuramının
demokratik karar verme sürecinde gerekli bir kılavuz olduğu inancıyla tartışmalara
özgürce katılıp etki edebilen vatandaşlar için yazıldığı amacı gözönünde
bulundurulduğunda gediğine oturan taş niteliğindedir:
Bana ateş edemezsiniz, çünkü ben size ateş etmiyorum ve size ateş etmeyeceğim.
Sizin düşmanınızım, ülkeyi işgal ettiğiniz müddetçe de öyle kalacağım. Fakat muharip
olmayan bir düşmanım ve yapabiliyorsanız şiddet kullanmaksızın üzerimde baskı kurup
benimle savaşmalısınız.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
303
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
YAYIN ŞARTLARI
1. Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,
uluslararası hakemli bir dergi olup, İlkbahar ve Sonbahar (Bahar ve Güz Sayıları)
olmak üzere yılda iki kez yayınlanmaktadır. Her yıl en az bir Özel Sayı çıkarılacaktır.
2. Dergide başta iktisat, işletme, siyaset bilimi, kamu yönetimi, ulus-lararası
ilişkiler ve maliye alanları başta olmak üzere finans, yönetim organizasyon,
muhasebe, sayısal yöntemler, yöneylem, pazarlama, eko-nometri, çalışma ekonomisi,
siyasi tarih, uluslararası hukuk vb. alanlar-daki Türkçe ve İngilizce makaleler, kitap
tanıtım ve eleştirileri ile örnek olay çalışmaları yayınlanmaktadır.
3. Dergiye gönderilen makaleler daha önce bir başka dergide yayım-
lanmamış, yayımlanmak üzere gönderilmemiş veya yayım için kabul edilmemiş
olmalıdır. Herhangi bir bilimsel toplantıda sunulmuş ve ya-yımlanmamış olan
yazılarda, toplantının adı, yeri ve tarihi dipnot olarak belirtilmelidir.
4. Makalelerdeki görüş ve bilimsel sorumluluklar yazar veya yazar-lara ait
olup, dergi ile hiçbir ilişkisi yoktur. Yazılar yayınlanmak üzere kabul edildiği
takdirde dergi bütün yayın haklarına sahip olur. Eserin yayımlanmasına karar
verilmesi durumunda yazarlar yayın haklarını dergiye devretmiş olurlar.
5. Dergiye gönderilen makaleler, ilgili editör tarafından şekil ve içe-rik
yönünden ön incelemeye alınmakta olup, genel olarak dergide ya-yınlanmaya uygun
olup olmadığına karar verilmekte ve daha sonra ha-kemlere gönderilmektedir.
Makale o alandaki iki hakeme gönderilir. Hangi makalenin hangi hakemlere
gönderileceğine hakemlerin ve ma-kalelerin ilgi alanlarına göre karar verilmektedir.
Makaleyi değerlendi-ren hakemlerin kimlikleri hakkında yazarlara, gönderilen
makalenin kime ait olduğu konusunda da hakemlere bilgi verilmez. Hakem rapor-
ları gizlidir.
6. Makalenin gönderildiği iki hakemden de olumlu görüş bildirilme-si
durumunda makale yayınlanmak üzere sıraya alınır. İki hakemden de olumsuz
görüş bildirilmesi durumunda makale hiçbir surette yayınlanmaz. İki hakemin
birbirinden farklı görüş bildirmesi durumunda makale üçüncü bir hakeme
gönderilir; üçüncü hakemin vereceği cevaba göre yayınlanmasına veya
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
304
yayınlanmamasına karar verilir. Hakemlerden ge-len raporlara göre, makalenin
aynen yayınlanmasına (kabul), düzeltme, ekleme veya çıkarma istenmesine
(düzeltme) veya yayınlanmamasına (ret) karar verilmekte olup bu karar yazar veya
yazarlara en çok 2 ay içerisinde bildirilmektedir.
7. Hakemlerin düzeltme yönünde görüş bildirmeleri durumunda ya-zara
başvurulur ve yazarın gerekli düzeltmeleri tamamlayarak gönder-mesi istenir.
Düzeltme verilen makaleler yazarı veya yazarları tarafın-dan belirtilen süre
içerisinde düzeltilmedikçe yayınlanmaz.
8. Gönderilen yazıların yayımlanma hakkı dergi yönetimine aittir. Dergide
yayımlanan yazılar, dergi yönetimin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde çoğaltılamaz
ve başka bir yerde (matbu olarak veya internet or-tamında) tekrar yayımlanamaz.
Dergiye makale gönderen yazar, bu ilkeleri kabul etmiş sayılır.
YAZIM KURALLARI
1. Yayımlanan makalelerin uluslararası indekslere eklenmesinde so-run
yaşanmaması için özet ve anahtar kelimeler gerekmektedir. Bu se-beple dergiye
gönderilecek makalelerde mutlaka Türkçe - İngilizce Özet ve en az üç (3) en fazla beş
(5) tane Anahtar Kelime - Key Words bulunmalıdır. Ayrıca makalenin İngilizce
başlığı, Türkçe başlı-ğın altına eklenmelidir. Makaledeki tüm başlıklardaki
kelimelerin sade-ce ilk harfleri büyük yazılmalıdır.
2. Sayfa yapısı 17x24 olmalı ve çalışmanın tamamı 25 sayfayı aş-mamalıdır.
3. Çalışmanın ana başlığı tamamen büyük ve kalın harflerden, alt ba-lıkların
sadece ilk harfleri büyük ve tamamı kalın harflerden oluşmalı-dır. Yazar (lar) sağa
dayalı olarak ad soyad belirtmeli, dipnot şeklinde çalıştıkları kurum ve e-posta
adreslerini vermelidirler.
4. Makale tam metin olarak word dosyası şeklinde gönderilmelidir. Kabul
edilen formatlar; doc, docx, jpeg, tiff, gif şeklindedir.
5. Makalede sayfa düzeni şu şekilde olmalıdır:
METİN BOYUTU
Dipnot ve Tablo boyutu
Paragraf aralığı
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
305
Paragraf girinti
Üst kenar boşluğu
Alt kenar boşluğu
Sağ kenar boşluğu
Sol kenar boşluğu
Satır aralığı
11 punto, 9 punto, 6 nk, 1.25 cm, 3 cm, 2.5 cm , 3.5 cm ve 1.25
cm.
5. Makalede Times New Roman yazı fontu kullanılmalıdır. Ancak bazı
alanların gereği olarak yazım esnasında özel font kullanılmış ise, bu fontlar makale
ile birlikte gönderilmelidir.
6. Kullanılan bütün kaynaklar makalenin sonunda "Kaynakça" adı altında
verilmelidir.
7. Yazım kurallarına uymayan makaleler değerlendirilmeye alınmayacaktır.
MAKALEDE KAYNAK GÖSTERME
Dergide, kaynak gösterme konusunda APA sistemi kullanılmakta-dır. Bu
sebeple, gönderilecek makalelerin aşağıdaki kaynak gösterme sistemine uygun
olması gerekmektedir:
Kitaplarda:
Metin içinde: (Goldgar, 2007: 13)
Eserin kaynakçada yazımı şu şekilde olmalıdır:
Goldgar, A. (2007), Tulipmania: Money, Honor, and Knowledge in the Dutch
Golden Age, Chicago: University of Chicago Pres.
Makalelerde:
Metin içinde: (Hamilton, 1987: 153)
Makalenin kaynakçada yazımı şu şekilde olmalıdır:
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 6 - Year: 3 Issue: 6
Sonbahar 2017 - Autumn 2017
306
Hamilton, J. (1987), “Monetary Factors in the Great Depression”, Journal of
Monetary Economics, 19 (2), 145-169.
Tezlerde:
Metin İçinde: (Arıoğlu, 2007: 7)
Tezin kaynakçada yazımı şu şekilde olmalıdır:
Arıoğlu, E. (2007), Firma Büyüklüğü ile Hisse Senedi Getirileri Arasındaki
İlişkinin Farklı Yöntemlerle İncelenmesi: İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında
Uygulamalı Bir Analiz, Basılmamış Yüksek Li-sans Tezi.
TABLO VE ŞEKİLLER
1. Tablo ve şekil açıklaması, Tablo 1: …………………
şeklinde 0 punto ile yazılmalı ve ortalanmalıdır.
2. Tablo içi metinler 9 punto, satır aralığı tek, paragraf aralığı 3 nk
olmalıdır.
3. Tablo sayfaya ortalanmalıdır.
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
Journal of Economics and Administrative Sciences
Web: http://iibf.giresun.edu.tr ve E-İleti: [email protected]