Upload
others
View
4
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
ÜÇÜNCÜ KISIM
İLETİŞİM
Kısım Editörü
Prof. Dr. İbrahim YILDIRIM
Hacettepe Üniversitesi, Psikolojik Danışma ve Rehberlik Anabilim Dalı
Yazarlar ve Yazdıkları Bölümler (Soyada göre alfabetik)
Arabulucu Nur ÖZDEN (5.Bölüm)
Kemerburgaz Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Doç.Dr. Recep TAYFUN (2. Bölüm)
Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi
Doç.Dr. Ömer Faruk ÜNAL (3.Bölüm)
Süleyman Demirel Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla ilişkiler ve Tanıtım Bölümü
Prof. Dr. İbrahim YILDIRIM (1., 4. ve 6. Bölüm)
Hacettepe Üniversitesi, Psikolojik Danışma ve Rehberlik Anabilim dalı
İÇİNDEKİLER
1.İLETİŞİME GİRİŞ
1.1 İletişimin Anlamı ve Tanımı
1.2 İletişim Öğeleri
1.3 İletişim Süreci
1.4 İletişimin İşlevleri
1.5 İletişimin Sınıflandırılması
1.6 İletişim Modelleri
1.7 Savunucu İletişim- Açık İletişim
2. ARABULUCULUK GÖRÜŞMELERİNDE SÖZLÜ VE SÖZSÜZ İLETİŞİMİN ROLÜ
2.1 Arabuluculuk Görüşmelerindeki Sözlü İletişimin Rolü
2.2 Arabuluculuk Görüşmelerindeki Sözsüz İletişimin Rolü
2.3 Arabuluculuk ve Kişilerarası Mesafenin Önemi
3. KİŞİNİN KENDİSİYLE İLETİŞİMİ
3.1 Kişinin Kendisi İle İletişiminin İşlevleri
3.2 Kişinin Kendisi ile İletişim Biçimleri
3.3 Kişinin Kendisi İle İletişimini Etkileyen Faktörler
4. EMPATİ
4.1 Empatinin Tanımı
4.2 Empati ve Sempati
4.3 Empatik Eğilim ve Empatik Beceri
4.4 Empati ve Suç
4.5 Empati ve İnsana Yardım Meslekleri
5. İLETİŞİM ENGELLERİ
5.1 Dil ve Anlatımdan Kaynaklanan Engeller
5.2 Psikolojik Engeller
5.3 Beden Dili
5.4 Kültürel Engeller
5.5 Zaman Baskısı
5.6 Algı Atlaması
5.7 Ön Yargı
5.8 Kalıplaşmış Düşünce
5.9 Suçlamak
5.10 Savunucu İletişim
5.11 Değiştirme Çabası
5.12 Kişiselleştirmek
5.13 Problem Çözmek, Öğüt Vermek
5.14 Konuyu Değiştirmek
5.15 Akıl Okumak
5.16 Övmek
5.17 Teselli Etmek
6.ÖFKEYLE BAŞETME
6.1 Öfkenin Tanımı
6.2 Öfke İle Karışan Duygular
6.3 Durumsal ve Sürekli Öfke
6.4 Öfkenin Nedenleri
6.5 Öfkeyle Birlikte Yaşananlar
6.6 Öfke Duygusu Ne Zaman Sorun Olarak Değerlendirilebilir?
6.7 Öfke Hep Olumsuz Bir Duygu mudur?
6.8 Öfke İle Başetme
Yararlanılan Kaynaklar
BİRİNCİ BÖLÜM
İLETİŞİME GİRİŞ
Bir arada yaşayabilmek için insanlar birbirleriyle iletişim kurmak ihtiyacındadırlar.
İnsan, kendini diğer insanlarla kurduğu iletişim bağlamında var etmektedir (Geçtan, 2000).
İnsan, iletişim sayesinde yurtta ve dünyada olup bitenler hakkında bilgi edinir, ilişkiye girer,
kendisini ve karşısındakini tanıma fırsatı bulur; gelişir, değişir ve değiştirir. İletişim, insanın
dünya ile ve diğer insanlarla ilişkisini sağlar. Ailede, eşler arasında, ebeveyn ve çocuk
arasında, ast-üst, yöneten-yönetilen, öğrenci-öğretmen, büyük-küçük, kadın-erkek arasındaki
iletişimden, kısaca, yaşamın her alanında her an iletişimden söz edilebilir. Anlaşılacağı üzere
iletişim, çok önemli ve kapsamlı bir alandır. Bu kadar kapsamlı bir alan içinde her konuyu bir
kısım, bölüm ya da kitap içerisinde ele almak, işlemek mümkün değildir.
Bu nedenle, arabuluculuk hizmetleri çerçevesinde, İLETİŞİM kısmında “İletişime
Giriş, Empati, Öfkeyle Başetme, İletişim Engelleri, Kişinin Kendisiyle İletişimi, Arabuluculuk
Görüşmelerinde Sözlü ve Sözsüz İletişimin Rolü, Kişilerarası İletişimde Dinleme” başlıkları
olarak sınırlı sayıda konu ele alınmıştır.
“İletişime Giriş” isimli bu bölümde “İletişimin Anlamı ve Tanımı, İletişim Öğeleri,
İletişim Süreci, İletişimin İşlevleri, İletişimin Sınıflandırılması, İletişim Modelleri,
Savunucu İletişim- Açık İletişim” başlıkları aşağıda kısaca işlenmiştir.
1.1 İletişimin Anlamı ve Tanımı
“İletişim”sözcüğü, İngilizce “communication” sözcüğünün karşılığı olarak
kullanılmakta ve “insanlar arasında anlamları ortak kılma süreci” olarak
anlamlandırılmaktadır. Literatürde çok sayıda iletişim tanımı bulunmaktadır. Bu tanımlar
incelendiğinde genel olarak iletişim, “bireylerin görüş, bilgi, haber, tutum, duygu, istek ve
becerilerini çeşitli kanallarla bir başkasına aktarma ve paylaşma süreci” olarak tanımlanabilir
(Özgüven, 2010, s:18). Ya da iletişim “en az iki insanın karşılıklı olarak bilgi, duygu, düşünce
ve yaşantılarını belirli yollarla paylaştıkları psiko-sosyal bir süreç” (Kaya, 2012, s:5) olarak
ifade edilebilir. Yine iletişim, “iki birim arasında birbirine ilişkin mesaj alışverişi”
(Cüceloğlu, 1987, s:246) kısaca, iki birim arasındaki mesaj alışveriş süreci veya psiko-sosyal
bir süreç olarak da tanımlanabilir.
Tanımda geçen “birim”, birbiriyle karşılıklı mesaj alışverişi yapan insan, hayvan, aile
ya da grubun her birini ifade etmektedir. İletişim yalnızca insana özgü değildir, hayvanlar
arasında da karşılıklı bir mesaj alışveriş sürecinin yaşandığı gözlenmektedir. Örneğin,
kedilerin miyavlayarak, kuşların ötüşerek kendi aralarında mesaj alışverişinde bulundukları
söylenebilir.
1.2 İletişim Öğeleri
Dört iletişim öğesinden söz edilebilir. Bunlar “kaynak-verici”, “hedef-alıcı”, “mesaj-
ileti”, “kanal” olarak sıralanabilir. Burada “kaynak”, mesaj veren birimdir. “Hedef” ise mesajı
alan birimdir. Unutulmamalıdır ki, iletişim süreci statik değil dinamik bir süreçtir. Örneğin,
iletişim sürecinde konuşan kişi, “kaynak- verici” birim iken, konuşmasını bitirip dinleyici
olunca “hedef-alıcı” birim durumuna geçmektedir.
İletişim sürecinde “mesaj-ileti”, kaynak birimden hedef birime iletilmek istenen görüş,
bilgi, haber, tutum, duygu, istek ve becerilerdir. Her mesajın içeriği kaynak birim açısından
önemli ve anlamlıdır. Kaynak-verici birim, bu anlamı ve içeriği hedef-alıcı birim ile
paylaşmaktadır. Ancak, hedef-alıcı birim, kaynak –verici birimin ilettiği mesaja farklı bir
anlam yükleyebilir ya da mesajı doğru anlamayabilir. Bu durumda iletişim çatışması
yaşanabilir.
İletişim öğelerinden olan “Kanal” ise, iletişim sürecinde mesajların gönderildiği söz,
yazı, resim, karikatür, şekil, beden hareketi, sinema, televizyon, radyo, internet, gazete, dergi,
kitap, vb. araçlardır. Bilimsel ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak, günümüzde, teknolojik
araçlar kanalıyla insanlar birbirleriyle uzaktan iletişim kurabilmektedirler.
İletişimin gerçekleşebilmesi için sadece mesaj alışverişinin olması yetmez; alınan ve
verilen mesajların birbiriyle ilişkili olması gerekir. İletişimde bulunan kişilerden biri yorgun,
hasta ise veya önemli bir sorunu varsa kendisine gönderilen mesajı bu kişi doğru olarak
almayabilir ve ilişkisiz bir tepkide bulunabilir. Bu ilişkisiz tepki verme durumu süreklilik
gösteriyorsa bu kişiyle iletişim kurup sürdürmek oldukça zordur.
1.3 İletişim Süreci
İletişim süreci, “kodlama”, “kod açma ve yorumlama”, “geri bildirim”, “gürültü”
öğelerinden oluşmaktadır.
Kod, üzerinde sosyal uzlaşmanın olduğu bir işaret sistemidir. En yaygın kullanılan
kod sistemi dildir. Benzer biçimde, trafik işaretleri, jest ve mimikler, beden hareketleri
iletişimde birer koddur. Aynı mesaj farklı kültürlerde farklı kodlarla gönderilebilir. Örneğin,
Türkiye’de iki kişinin selamlaşıp birbirlerine yanaklarını dokundurarak öpüşmeleri ile verilen
dostluk, arkadaşlık mesajı, farklı bir kültürde faklı kodlarla verilebilir. Anlaşılacağı üzere
kodlama, mesajın içeriğinin kod simgelerine dönüştürülmesidir. Örneğin, arabuluculuk
sürecinde “araziden yol geçme” konusunda görüşen taraflardan birinin “… ben yıllardır bu
yolu kullanıyorum, şimdi niçin kullanmayacakmışım…” demesi üzerine taraflardan diğer kişi
kaşlarını çatarak, “…ben gitsem iyi olacak… “ diyerek tepki verebilir. Bu durumda kişi
olumsuz düşünce ve duygularını “kaşlarını çatma” ve “ben gitsem iyi olacak” işaretlerine
dönüştürmüş yani kodlamıştır.
Kod açma ise gelen mesajın içeriğinin alıcı tarafından çözümlenmesi ve mesajın
anlamının anlaşılmasıdır. Yorumlama ise kod açmadan sonra, yani, içeriğin çözümlenmesi
ve anlaşılmasından sonra alıcı tarafından mesajın yeniden değerlendirilerek bir sonuca
varılmasıdır. Örneğin, işyerine geç gelen bir çalışana (Türkan Hanım) yönetici “… Günaydın
Türkan Hanım. Trafik çok mu sıkışıktı?” demiştir. Bunun üzerine Türkan Hanım “ Müdür
Bey, siz hep sadece beni görüyorsunuz. Başkaları da geç kalıyor. Kızımın servisi gecikti,
O’nu servisine bindirmek zorundaydım” demiştir. Bu konuşmada Türkan Hanım, yöneticinin
mesajını almış, kodu açmış, mesajı yorumlayarak yöneticiye tepki vermiştir (Kaya, 2012, s:9)
Geribildirim (feedback), kaynak birimin gönderdiği mesaja cevap olarak hedef birimin
gönderdiği cevap mesaja denir. Geribildirim, iletişim sürecinde kaynak birimden hedef
birime gönderilen mesajın hedef birim tarafından doğru olarak algılanıp algılanmadığını test
etmeye yarayan bir süreçtir.
Gürültü, gönderilen mesaj ile alınan mesaj arasında fark yaratan her türlü kaynağa
gürültü denir. Davul zurnalı gürültülü bir düğünde konuşmaya çalışan kişiler birbirlerini
duymayabilir, ya da yanlış anlayabilirler. Burada etmen fiziksel gürültüdür. İşitme cihazı
kullanan bir kişi, cihazındaki arıza nedeniyle kendisine gönderilen mesajı doğru anlayamamış
olabilir. Bu tür işitme bozukluğuna nöro-fizyolojik gürültü denilir. Bir diğer gürültü türü ise
psikolojik gürültüdür. Hedef birimde bulunan kişi, önyargıları, değerleri, inançları, kaygıları,
psikolojik rahatsızlığı v.b nedeniyle gönderilen mesajı çok farklı olarak anlayıp yorumlayarak
tepki verebilir (Cüceloğlu, 1987, s:254-255; Kaya, 2012, s:10-11).
Kişiler arası iletişim bir ortam içinde gerçekleşir. Bu ortam içinde iletişimi olumlu
veya olumsuz yönde etkileyen kişi, olay, davranış, nesne vb. tümüne iletişim ortamı denir.
Örneğin, bir kişiye söylemek istediğim bir şeyi herkesin yanında veya kendimizce uygun
bulmadığımız bir ortamda söylemeyiz, erteleriz. Yine, çok gürültülü, soğuk veya sıcak bir
ortamda arabuluculuk görüşmesi yapılması sağlıklı olmaz. Psikolojik danışma oturumlarında
danışan ile psikolojik danışmanın oturduğu sandalyelerin boyunun eşit olması, kullanılan
sehpanın üzerinde iletişimi engelleyecek bir nesnenin olmaması beklenir.
1.4 İletişimin İşlevleri
İletişimin psikolojik ve sosyal olmak üzere iki işlevinden söz edilebilir.
Psikolojik işlevi olarak İletişim, insanın en temel ihtiyaçlarından birisi olan ilişki
kurma, başkalarıyla birlikte olma veya bir gruba ait olma ihtiyacını karşılamaktadır. İnsanlar
birbirleriyle iletişime girerek sosyalleşirler, birbirlerini kültürel yönden etkilerler, birbirlerinin
gelişmesine katkıda bulunurlar. İletişim yoluyla sosyal ve kültürel bir varlık haline gelirler.
Bu iletişim sürecinde insanlar birbirleri için hem sosyal destek kaynağıdırlar hem de zaman
zaman birbirleri için engelleyici, zarar verici, incitici ve köstekleyici olabilirler. Bu nedenle,
insanlar iletişim becerisi kazandıkça, kendisiyle barışık bir varlık haline geldikçe başkalarıyla
daha kaliteli iletişim kurup sürdürebilir; böylece hem kendisi hem karşısındaki daha sağlıklı,
mutlu ve üretken bir birey olabilir. İkincisi, insanlar sosyal ve kültürel çevre içinde diğer
insanlarla kurdukları sağlıklı, destekleyici, açık iletişim yoluyla olumlu bir benlik geliştirirler.
Üçüncüsü insanın en temel ihtiyaçlarından birisi de bir birey olarak varlığının başkalarınca
kabul edilmesi ve değerli görülmesidir. Başka deyişle başkalarınca sevildiğini, saygı
gördüğünü, kendisine değer verildiğini hissetmesidir. İnsan, bu ihtiyaçlarını iletişim yoluyla
karşılamaktadır. Dördüncüsü, insan, duygu, düşünce, yaşantı, sorun, üzüntü, hayal, acı,
mutluluk, heyecan, coşku ve umutlarını başkalarıyla paylaşmak ister. Bu paylaşma ihtiyacı, en
iyi iletişim yoluyla karşılanabilmektedir.
Sosyal işlevi olarak, iletişim insanlara bilgi ve haber sunar, bireyin sosyalleşmesine
kakı sağlar, toplumu belli amaçlara yöneltir, sağlıklı tartışma ortamı hazırlar, eğitime katkıda
bulunur, bireyleri ve grupları eğlendirir, toplumsal bütünleşmeye katkıda bulunur (Kaya,
2012, s:12-14).
1.5 İletişimin Sınıflandırılması
İletişim farklı biçimde sınıflandırılabilir. En son yapılan sınıflandırmalardan birisi (Kaya,
2012, s:14-21) aşağıda verilmiştir:
1.5.1 Olumlu ve Olumsuz İletişim
Bıraktığı etkiye göre, iletişim olumlu ve olumsuz iletişim olarak ayrılabilir. Bir
iletişim sürecinde ve sonucunda kişiler memnun, hoş ve iletişimden yararlanmış ve ihtiyaçları
karşılanmış olarak ayrılıyorlarsa burada olumlu iletişimden; aksi durumda ise olumsuz
iletişimden söz edilebilir.
1.5.2 Tek Yönlü, Çift Yönlü İletişim
Yönüne göre, iletişim, tek yönlü, çift yönlü iletişim olarak sınıflandırılmaktadır. Tek
yönlü iletişimde bir kaynaktan hedefe bir mesaj gönderilmektedir. Ancak, hedeften kaynağa
bir ileti, dönüt verilmemektedir. Hedef pasif durumdadır. Bürokraside yaygın olarak tek yönlü
iletişimden söz edilebilir. MEB’de öğretmen atamalarına ilişkin yapılan açıklama tek yönlü
iletişime bir örnek olabilir.
1.5.3 Kişi İçi, Kişiler Arası, Grup İçi, Kitle İletişimi
İlişki sistemlerine göre, iletişim, kişi içi, kişiler arası, grup içi ve kitle iletişimi olarak
ifade edilebilir. Kişi içi iletişim kişinin kendi iç dünyasıyla, kendisiyle iletişimini ifade eder.
İç iletişimde, kaynak, alıcı, mesaj, verici kişinin kendisidir. Kişinin iç konuşmaları veya kendi
kendisiyle konuşmaları iç iletişime bir örnektir. Kişiler arası iletişimde ise en az iki kişinin
birbiriyle iletişimi söze konudur. Bu iki kişi birbiriyle duygu, düşünce, yaşantı ve sorunlarını
paylaşırlar. Grup içi iletişimde ise grubu oluşturan bireylerin birbirleriyle iletişimi söze
konudur. Yapısı, büyüklüğü, süresi ve ilişki biçimleri ne olursa olsun grup üyelerinin grup
içinde belirlenmiş rolleri ve statüleri vardır. Örneğin, bir ailede anne, baba, ağabey, abla gibi
statüler ve statülere göre açık veya örtük belirlenmiş rolleri vardır. Üyelerin bu rollerine ve
statülerine uygun davranışlar göstermeleri beklenir. Kitle iletişimi ise televizyon, radyo,
internet, gazete, kitap, dergi, sinema gibi iletişim araçları üzerinden mesajların kitlelere tek
yönlü olarak iletilmesini ifade etmektedir.
1.5.4 Yazılı, Sözlü, Sözsüz İletişim
Kullanılan kod sistemlerine göre, iletişim, yazılı, sözlü, sözsüz iletişim olarak
sınıflanabilir. Yazılı iletişimde mesajlar, sözcüklerle kodlanmış ve yazı formatında
gönderilmektedir. Sözlü iletişimde mesajlar dil, dile özgü sesler ve sözcüklerle kodlanmış,
konuşmayı ve dinlemeyi gerektiren bir iletişimdir. Sözsüz iletişim ise, işaret, resim, hareket,
şekil, yüz ifadesi, jest ve mimikler, el kol hareketleri, kaşların kaldırılması, derin ve sığ nefes
alış verişi vb. yoluyla mesajların iletilmesini ifade etmektedir.
1.5.5 Yüz Yüze İletişim, Uzaktan İletişim
Zaman ve mekana göre, iletişim, yüz yüze iletişim, uzaktan iletişim olarak
ayrılabilmektedir. Yüz yüze iletişim, bireylerin aynı mekanda yüz yüze geldikleri ve
mesajlarını yüz yüze ilettikleri iletişimdir. Uzaktan iletişim ise farklı mekanlarda bulunan
kişilerin çeşitli araç gereçler kullanarak mesajlarını birbirlerine ilettikleri iletişimdir. Bu araç
gereçlerin günümüzde daha çok teknolojik araç gereçler olduğu bilinmektedir.
1.5.6 Yatay ve Dikey İletişim
İletişim, bireylerin grup veya toplum içindeki konumlarına göre, yatay ve dikey
iletişim olarak sınıflandırılabilir. Aynı rütbedeki asker veya polislerin, bir okuldaki
öğretmenlerin, fabrikadaki işçilerin kendi içlerindeki iletişim yatay iletişimdir. Dikey iletişim
ise daha çok bürokrasideki, güvenlik birimlerindeki ast-üst ilişkisinde yukarıdan aşağıya veya
aşağıdan yukarıya bir mesaj alış verişini ifade etmektedir.
1.6 İletişim Modelleri
Model, bir bilim dalının incelemiş olduğu gerçekliği grafik, şekil ve şemalar
yardımıyla daha anlaşılır bir biçimde tanımlanmasıdır. İletişim modelleri, iletişim ile ilgili
gerçekliğin çeşitli şekillerle anlaşılır biçimde tanımlanmasıdır. Aşağıda üç farklı kişilerarası
iletişim modelinden söz edilmiştir (Kaya, 2012, s: 24-27)
1.6.1 Tek Yönlü İletişim Odaklı Modeller
Bu modellere Aristo İletişim Modeli ve Lasswell İletişim Modeli örnek olarak
gösterilebilir. Aristo İletişim Modeli, ilk iletişim modellerindendir. Bu modelde mesaj bir
kaynaktan alıcıya gönderilir. Anlaşılacağı üzere Aristo İletişim Modeli, kaynak, mesaj, alıcı
olmak üzere üç öğeden oluşur. İletişim süreci tek yönlüdür. Lasswell İletişim Modeli ise, kitle
iletişim modeli niteliğindedir. İletişim süreci kaynak, mesaj, kanal, ve alıcı olmak üzere dört
öğeden oluşmaktadır. Tek yönlü iletim odaklı modellerde geribildirim bulunmamakta, tek
yönlü bir bilgi akışı söze konudur. Bu modellerde verici kaynak aktif, alıcı kaynak pasif
durumdadır.
1.6.2 Karşılıklı İletim Odaklı Modeller
Bu modellere Osgood ve Schramm Modeli örnek olarak açıklanabilir. Bu model
döngüsel- daireseldir. İletişim sürecinde yer alan kişilerin davranışları üzerinde
odaklanılmıştır. Osgood ve Schramm Modelinde verici- kaynak ile alıcı- kaynak arasında
roller sürekli değişmektedir. Yani iletişim süreci statik değil dinamik bir süreç olarak
yaşanmaktadır. Verici- kaynak mesajı kodlayarak göndermekte, alıcı durumundaki kişi kod
açmakta ve mesajı yorumladıktan sonra bir mesaj üreterek bu ürettiği mesajı kaynağa
göndermektedir. Böylece iletişim süreci döngüsel biçimde devam etmektedir. Bu modelde
iletişim sürecinde geribildirim bulunmaktadır.
1.6.3 Etkileşim Odaklı Modeller
Dance’in Sarmal Modeli, etkileşim odaklı modellere örnek olarak gösterilebilir. Bu
modele göre, kişiler arası iletişim, bir sarmal (helezonik) boyunca ilerleyerek devam eder.
Çünkü dairesel- döngüsel olarak, iletişim başladığı yere asla gelemez. İletişim ileriye dönük
dinamik bir süreçtir. Bu modelde iletişim sürecinde geribildirim bulunmaktadır.
1.7 Savunucu İletişim- Açık İletişim
İletişim sürecinde taraflardan birisi veya ikisi birden savunucu tutum içerisine girerse
iletişim süreci bozulur, kopar veya istenmeyen olumsuz sonuçlarla karşılaşılır. Gibb’in (1961;
Akt: Cüceloğlu, 1987, s: 95) isabetle belirttiği üzere, iletişim, bir dil işlemi değil, bir insan
işlemidir. İletişim içindeki iki insan arasında geçmişte bir ilişki varsa ve bu kişiler arasındaki
ilişkiler bozuk, çatışmalı, örseleyici, olumsuz bir zemin üzerine oturmuşsa, kullanılan dil ne
kadar kaliteli olursa olsun mevcut iletişim sürecinde beklenen ilerlemenin sağlanması oldukça
zor olacaktır.
İletişimde bozuk, olumsuz temellerden birisi de savunucu tutumdur. Savunucu tutum,
bireyin benlik kavramını koruma ihtiyacından ortaya çıkar. Savunucu tutum içinde olan birey,
zihnini, dikkatini, enerjisini kendini savunmak amacıyla kullanmaktadır. Sorunu çözmeye
odaklanmak yerine, kendisini nasıl haklı çıkaracağına, karşısındakini nasıl yenilgiye
uğratacağına, süreçte karşısındakinin açıklarını ona karşı nasıl kullanıp onu mağlup
edeceğine, arabulucuyu nasıl kendi yanına çekeceğine vb. odaklanır. İletişim ya da görüşme
sürecinde taraflardan birisi savunucu tutum geliştirdiği takdirde diğeri de savunucu tutum
içerisine girmektedir. Savunucu tutumda söze jest ve mimikler, ses tonu, beden hareketleri
yani beden dili de eşlik etmektedir. Savunucu tutum içindeki bireyler beklenen nitelikte bir
iletişim kurup sürdürmekte ve birbirlerini anlamakta güçlük yaşarlar. Buna karşın,
savunuculuğun az olduğu, tarafların birbirlerini dinlediği, anlamaya çalıştığı, problemi
çözmeye odaklandığı, birbirlerine anlayışlı ve yakın davrandığı, eşitlik temelinde bir ilişkiyi
ifade eden açık iletişimde ise bireyler daha gerçekçi bir temelde, daha nitelikli bir iletişim
süreci kurup sürdürebilmekte ve sorunlarını kazan- kazan ilkesiyle çözebilmektedirler.
İletişimde savunucu ve açık iletişimin temelinde yatan tutumlar aşağıda verilmiştir
(Cüceloğlu, 1987, s:96-104; Özgüven, 2010,s:25-26):
SAVUNUCU İLETİŞİM AÇIK İLETİŞİM
Suçlayıcı, yargılayıcı tutum Tanıtıcı tutum
Denetlemeye yönelik tutum Soruna yönelik tutum
Belli bir stratejiyi izleyen planlı tutum Plansız, kendiliğinden oluşan tutum
Aldırmaz, umursamaz tutum Anlayış, yakınlık gösteren tutum
Üstünlük belirten tutum Eşitlik belirten tutum
Kesin tutum Denemeci tutum
1.7.1 Suçlayıcı, Yargılayıcı Tutum- Tanıtıcı Tutum
Yargılayıcı tutum aynı zamanda savunucudur. Savunucu tutuma sahip kişinin
karşısındaki kişide de savunucu eğilim gelişebilir. Eğer dinleyen kişi, karşısındakinin ses
tonundan ve beden dilinden kendisinin yargılandığını, suçlandığını, azarlandığını,
aşağılandığını, değerlendirildiğini hissederse hemen savunucu bir tutum içine gerebilir. Buna
karşın, tanıtıcı tutum içinde olan birey, karşısındaki kişide korku ve kuşku uyandırmaz,
karşısındakini tehdit etmez, yargılamaz suçlamaz, aşağılamaz, onun hakkında iyi-kötü
biçiminde bir değerlendirme yapmaz, karşısındakini olduğu gibi kabul ederek sorunun
çözümü için çaba harcar. Tanıtıcı tutumun egemen olduğu bir iletişim sürecinde mesajlar
açıktır, yanlış anlama ve anlaşılma olasılığı da o denli düşüktür. Dolayısıyla sorunun çözüm
olasılığı da o denli güçlüdür.
1.7.2 Denetlemeye Yönelik Tutum –Soruna Yönelik Tutum
Denetlemeye yönelik tutum içinde olan kişi, dinleyiciyi denetleme, onun fikrini
değiştirme, onu kendi istediği bir noktaya getirme gibi amaçlar güder. Denetlemeye yönelik
tutum içinde olan kişi, dinleyiciyi bilgisiz, aciz, olgunlaşmamış, akılsız, yanlış yolda, kontrol
edilebilir gördüğü için bunu farkedendinleyici kişi, kendisini daha zayıf, hor görülmüş
hissedebilir ve bunun sonucu olarak daha savunucu tutum geliştirebilir. Buna karşın, soruna
yönelik tutum içinde olan kişi ise, hem konuşur, yeri geldiğinde dinler, sorunu çözmeye
odaklanır. Sorunun iki tarafın da katılım ve katkısıyla çözüleceğine inanır, sorunun çözümü
için karşı taraftan katkı bekler, kazan- kazan ilkesiyle düşünür ve böylece iletişimini sürdürür.
1.7.3 Belli Bir Stratejiyi İzleyen Planlı Tutum - Plansız, Kendiliğinden Oluşan Tutum
Belli bir stratejiyi izleyen planlı tutum içinde olan birey, öncelikle dinleyen kişinin
duygu ve düşüncelerini kontrol etme etmeye yönelik “… nasılsınız efendim… yüzünüze
söylemiş gibi olmayayım ama, hep sizin ne kadar iyi bir insan olduğunuzu söylemişimdir…
“ gibi halk arasında “yağcılık, alttan alma, sinsilik” olarak ifade edilen cümlelerden sonra
asıl amacını ifade eder. Böylesine bir strateji, dinleyicide kuşku, güvensizlik uyandırır, “dur
bakalım bunun altından ne çıkacak” düşüncesinin gelişmesine ve dinleyicide savunucu
tutumun oluşmasına yol açabilir. Buna karşın, plansız kendiliğinden oluşan tutuma sahip
birey, doğaldır, dinleyicide kuşku ve sinsilik hissi uyandırmaz. Dolayısıyla dinleyicide
savunucu tutumun gelişmesine yol açmaz. Bu durumda iletişim süreci daha sağlıklı işler ve
sorunun çözümü daha mümkün hele gelebilir.
1.7.4 Aldırmaz, Umursamaz Tutum -Anlayış, Yakınlık Gösteren Tutum
İletişim sürecinde bir kişi konuşurken, dinleyici durumundaki kişinin konuşana karşı,
ilgisiz, aldırmaz, önemsemez bir tavır içinde olması, konuşan kişide değersizlik, ciddiye
alınmama, küçümsenme gibi duygu ve düşüncelere neden olabilir. Bunun sonucunda
konuşan kişide savunucu tutum gelişebilir. Buna karşın, dinleyen kişi konuşan kişiye karşı
anlayışlı, sabırlı, saygılı, saydam ve empatik davranırsa, onu önemser ve yakınlık gösterirse,
konuşan kişide savunuculuk azalabilir; açık iletişim türü kendini daha çok göstermeye
başlar.
1.7.5 Üstünlük Belirten Tutum - Eşitlik Belirten Tutum
Konuşan kişinin kendisini, dinleyenden daha üstün, sosyal statüsünün daha yüksek,
daha kudretli, zengin, eğitim düzeyi yüksek, akıllı, zeki, sosyal çevresi daha güçlü vb.
görmesi, dileyen kişide konuşana karşı olumsuz duyguların ve savunucu iletişim tutumun
gelişmesine yol açabilir. Böylece dinleyici kişi, konuşanın ne dediğini anlamak yerine,
enerjisini, dikkatini kendini savunmaya; konuşana “…haddini bildirme…”ye yöneltebilir.
Bu durum kaçınılmaz olarak iletişim sürecinde taraflar arasında çatışmaların yaşanmasına ve
sorunun daha da içinden çıkılamaz hale gelmesine neden olabilir. Buna karşın, kendini
karşısındakinden üstün görmeyen, eşitlikçi, mütevazi, işbirliği mesajı veren, açık iletişim
içinde olan birey, dinleyicide de savunucu tutumun azalmasına, saygı ve güvene dayalı
sağlıklı bir iletişim sürecinin sürdürülmesine ve sorunun çözülme olasılığının güçlenmesine
katkı sağlayabilir.
1.7.6 Kesin Tutum - Denemeci Tutum
Günlük yaşamda azımsanamayacak oranda “çok bilmiş” kimseler olduğu gözlenebilir.
Bu kimseler, hemen her konuda kendi düşüncelerini ifade ederken kesin ifadeler kullanırlar.
Bunlara göre tek doğru kendi bildikleri ya da düşündükleridir. Yani tek bir doğru bakış açısı
vardır. Kendilerinin yanılabileceklerini; başkalarının da doğru düşünebileceklerini pek
akıllarına getirmezler. Yeni bir tartışma konusunda da mutlaka kendileri haklı olmalıdır…
Bu kişiler, kendilerine benzetmek için kendisinden farklı düşünen kişilere baskı yapmaktan
çekinmezler. Her konuda, her zaman haklı çıkmaya son derecede ihtiyaç duyarlar. Kesin
tutum içinde olan bu kişilerin hoşgörü düzeyleri düşük ve çatışma potansiyelleri yüksektir.
Bu nedenlerle, kesin tutum içinde olan kişiler dinleyen kişide savunucu tutumun gelişmesine
neden olabilirler. Buna karşın, denemeci tutuma sahip bireyler, bir görüşe sahiptirler, ancak,
“her konuda her şeyi bilmek olanağı bulunmamaktadır” diye düşünürler. Kendilerinin de
yanılabileceğini düşünürler, kendi doğru düşüncelerine bile kuşku ile bakabilirler.
Anlaşılacağı üzere, kesin tutum, savunuculuğun bir özelliğidir, dolayısıyla diğer savunucu
tutumlar gibi bir iletişim engelidir.
İKİNCİ BÖLÜM
ARABULUCULUK GÖRÜŞMELERİNDE
SÖZLÜ VE SÖZSÜZ İLETİŞİMİN ROLÜ
Arabuluculuk görüşmeleri yüz yüze gerçekleşiyor olması nedeniyle kişilerarası
iletişimin tüm yönleriyle ve dikkatli bir biçimde değerlendirilmesi gerekmektedir. Özellikle
arabuluculuk süreçlerinde taraflar arasında yaşanan mesaj alış-verişi sözlü olarak kontrollü ve
sınırlı bir biçimde ve özellikle sözsüz olarak da kontrolsüz ve sınırsız bir şekilde gerçekleşir.
Taraflar arası iletişimi belirleyen içerik, süreç ve bağlam görüşmenin sonucunu etkileyecektir.
İçerik, söylemi, süreç söylemin nasıl gerçekleştirildiğini ve bağlam yaşananların hangi
ortamda gerçekleştiğini göstermektedir. Her arabuluculuk görüşmesi, kendine özgü bir
bağlamda gerçekleşir. Bu bağlam da, kendinden önce ve sonrasındaki ortamdan bağımsız
değildir.
2.1 Arabuluculuk Görüşmelerindeki Sözlü İletişimin Rolü
Söylem, kişilerarası iletişimde içerik olarak tanımlanan ve taraflar arasında sürecin
yönünü ve devamını etkileyen bir öneme sahiptir. Özellikle Türk toplumunda sözlü kültürün
hakim olması, konuşmaya çok daha önem yüklenmesine neden olmaktadır. Arabuluculuk
görüşmelerinde ortam hakimiyetinin daha fazla konuşularak sağlanacağına dair bakış açısı,
tarafların kendisini açmasına engel olabilir. Ortama dahil olma ve nüfuz etmenin önemli
unsuru, kişinin görüşmelerin başından itibaren kendisini ifade etmesine fırsat verilmesi ve
kendisini açmaya cesaretlendirme ile mümkündür. insan her ortamda ilk görüşmeden itibaren
kendisini açmaya istekli değildir. Tarafların ortama hakim olacak güven ve samimi bir üslup
kullanması arabuluculuk sürecinin akışını ve yönetilmesini kolaylaştıracaktır.
Sözlü iletişim, düşüncelerin dille yani sesli olarak ifade edilmesi anlamına
gelmektedir. Ancak burada, kelimeler arasında bıraktığımız boşluklar, vurgular olarak
örnekleyebileceğimiz dil ötesi hususlar da etkili olmaktadır. Kısacası sözlü iletişim konuşarak
gerçekleştirdiğimiz iletişimdir. İki kişinin karşılıklı konuşması olduğu gibi doğrudan ya da
telefon görüşmelerindeki uzaktan ve dolaylı yapıda da olabilir. Sözlü iletişimin niteliğini
etkileyen ve yönlendiren bazı faktörler bulunmaktadır. Etkili bir sözlü iletişim için;
İletilecek fikir veya bilginin tanımlanması,
Beklenen sonucun tanımlanması,
Düşüncelerin dinleyicinin anlayabileceği bir dile dökülmesi,
Dinleyicinin tepkisinin gözlemlenmesi,
Karşıdakilerin dikkatle dinlenmesi ve
Sözsüz iletişim faktörlerinin göz ardı edilmemesi gibi hususlar önemli
olabilmektedir.
Sözlü iletişim planlanmış olabileceği gibi planlanmamış da olabilir. Ayrıca, hoş ve
ilgili bir tonla, sesin tonunun uygun olmasıyla, konuşma hızının orta olmasıyla, basit ancak
yeterli bir dille doğal bir konuşma stilini kullanmakla ve akıcı bir konuşmayla iletişim kurmak
etkili bir iletişim tarzıdır. Etkili olmayan iletişimde monoton veya çok heyecanlı bir ses tonu,
sesin çok yumuşak veya sert olması, konuşma hızının çok hızlı, çok yavaş veya kesik kesik
olması, argo dilin aşırı kullanımı, aşırı formal bir konuşma veya teknik kelimelerin
kullanılması, "tamam mı" gibi ifadeler, "aaa" gibi duraklamalar dikkat çekmektedir.
2.2 Arabuluculuk Görüşmelerindeki Sözsüz İletişimin Rolü
İletişim esnasında karşı taraftan gelen tüm sinyallerin bir bütünlük içinde
değerlendirilmesi, etkili iletişimin temel şartı olma özelliğinin yanında, tarafların birbirlerini
daha iyi anlamasına, isabetli yaklaşımların sunulmasına, sağlıklı ve kalıcı ilişkilerin
kurulmasına katkıda bulunma yönüyle de vazgeçilmez bir özellik taşımaktadır. Bu süreç,
sözlü iletişim bilgisi ve yeteneği kadar, sözsüz faktörlerin de kavranmasını gerektirir.
Sözsüz iletişimin özellikleri, gönderilen mesajın taşıdığı anlamı güçlendirmekle
birlikte, genellikle farkında olmaksızın geri planda kalan ayrıntıları da ortaya çıkarmaktadır.
İnsan, hareket, duruş ve tavırları ile iletişim kurduğunun farkında olmasa da, bu tür işaretler
iletişimde sürekli kullanılır. Bazen sözlerle ifade edil(e)meyen duygu ve düşüncelere ait izler,
sözsüz iletişim aracılığıyla ortama yansımaktadır.
İletişimin en temel türlerinden birisi olan sözlü iletişimde, “ne söylendiği”, sözsüz
iletişimde ise “nasıl söylendiği” önem taşımaktadır. Araştırmalar da, insanların birbirlerine ne
söylediklerinden çok, nasıl söylediklerine dikkat ettiklerini göstermektedir (Tutar ve Yılmaz,
2003: 62)
Başarılı avukat, öğretmen ve işadamlarının en önemli ortak özelliklerinden birisi de,
sözsüz iletişim konusunda sahip oldukları birikim ve yetenektir. Dikkatli bir arabulucu,
görüşme ortamında tarafların beden dilinden kaynaklanan sinyaller vasıtasıyla yaklaşımını
belirlemektedir.
Bir insana yöneltilebilecek en anlamlı iltifat, kişinin tüm dikkatini karşısındakine
vermesidir (McCarty, 1989: 141). Beden dili bu konuda en etkili destekleyicidir. Tüm
iletişimde en önemli mesaj insanın kendisi olduğuna göre, kişinin bakışı, duruşu ve
davranışları varoluşunun bir yansıması olarak karşısındakinin üzerinde etki yaratacaktır.
Sözsüz iletişim, sözlü iletişim sürecini zenginleştirme ve berraklaştırma işlevine
sahiptir. İçten ve dışarıdan kaynaklanan etkenler nedeniyle sözlü iletişim, istenilen anlamı
verme konusunda yetersiz kalabilir. Sözlü iletişim kelimelerden oluşur, sözsüz iletişimin
gerçek anlamını bu kelimelerin ifade ediliş biçimi belirler. Trafik kazası geçiren bir kişinin
olaya bakışı ile onu tarif etmeye çalışan kişinin ifade tarzı çok farklı olacaktır. Aynı olaya
tanık olan ile onu evrak üzerinde ya da gazeteden okuyarak tanık olan kişinin hissettikleri
arasında büyük farklılıklar yaşanacaktır. Bu farklılığın temelinde bedensel ifadeye tanıklık -
diğerinin başından geçenlere tanık olma durumu- bulunmaktadır.
Sözsüz iletişimden kaynaklanan beden sinyalleri tekrarlanarak ve/veya değişik
ayrıntılarla desteklenerek etkiyi derinleştirmektedir. Bir üzüntü ya da sevinci yaşayan kişinin
bedeninde görülen değişim, sözlü olarak ifade edilenden çok daha kolay anlaşılacaktır. Sözsüz
iletişimi sağlayan davranışlar, sözlü mesajın içermediği bilgileri aktararak, iletişim kurmaya
çalışan kişinin mesajına, “eylem, sözlerden daha iyi işitilir” deyimini doğrular nitelikte, netlik
kazandırır.
Bireyin, günlük yaşantıdaki ilişkilerini etkin kılması ve başarılı sonuçlar alabilmesi,
sadece kişileri dinlemekle yeterli olmayıp, onların davranışlarındaki değişimi gözlemlemesi
ile de yakından ilgilidir. Ortama bağlı olarak, çoğu zaman sözsüz iletişimin sözlü iletişimin
yerine geçtiği görülecektir. Sorulan bir soruya sadece başını sallayarak cevap verme, bir
yemekte hesabı uzaktan el ile işaret ederek isteme, küçük bir gülümseme ile görevliyi
selamlama basit ve fakat sıkça kullanılan etkileyici örnekten sadece birkaçıdır.
İster günlük yaşantıda, isterse bir hizmetin yerine getirilmesi esnasında olsun, sözsüz
iletişimin işlevini ve önemini kavrayan, uygulamada bu ayrıntılara önem veren kişi daha
kolay, etkili ve sağlıklı iletişim kurabilecektir.
Sözsüz iletişimde iletinin anlamının sadece mesajı gönderende değil, aynı zamanda
alıcıda da olduğu unutulmamalıdır. Örneğin klasik bir beden hareketi olan kolların göğüs
hizasında kenetlenmesi kişiyi rahatlatıyor olsa da, karşı taraf üzerinde olumsuz etki bırakan
hareketlerden biridir.
Bireylerin iletişim alışkanlıklarını belirleyici ve yönlendirici özellik taşıyan öğrenme
stilleri (Boydak, 2001.), 1 beden dili sinyallerini kullanma ve değerlendirme açısından
çeşitlilik göstermektedir.
Dokunsal (kinestetik) öğrenme stiline sahip olan insanlar, adeta vücutları ile
hissederler ve dünyayı anlamak için tüm vücutlarını kullanırlar. Onlar için bedensel temas
iletişimde büyük rol oynar. İnsanlarla ilişkilerde daha fazla bedensel temasa dayalı davranış
biçimi görüldüğünden, beden dili kapsamındaki tanımlamalar ön plana çıkacak, kişinin
öğrenme stilindeki farklılık iletişimine de yansıyacaktır.
Görsel stile sahip olanlar ise, bu tür dokunmanın yoğun olduğu yakın ilişki biçiminden
rahatsız olurlar. Farklılıklar öğrenildikçe ilişkiler kişilerin kendi öğrenme stiline uygun
biçimdekilere doğru yönelecektir.
2.2.1 Beden Dili: Kelimelerin Anlatamadıkları
Arabuluculuk görüşmelerinin kişilerarası iletişim sürecinin temel özelliklerini
taşıdığını belirtmiştik. Bu bağlamda, sürecin yüz yüze iletişim olarak tanımlanması sözsüz
iletişimin önemini artırmaktadır. Görüşme ortamlarında ilk intiba denilen, ilk dakikalardan
itibaren sözsüz iletişim etkisini göstermektedir. Üstelik bu süreç, sürecin tamamını Hale Etkisi
anlamına gelen tanışılan insanlara dair oluşturulan olumlu/olumsuz özellikler nedeniyle
etkilemektedir. Tekrarlanması mümkün olmayan bir süreçtir. İnsanlar nasıl göründüklerini
bilemezler, buna rağmen karşısındakinin mimiklerinden anlam üretmeye çalışırlar. Bu esnada
kendileri de karşı tarafa anlam ilettiklerini dikkate almazlar. Bu süreç özellikle arabuluculuk
görüşmelerinde anlık sözsüz mesajların karşı tarafa iletilmesi nedeniyle sözcüklerin çok
ötesinde yan anlamlar üretilmesine neden olabilmektedir.
İletişimin temel sistemi insan vücududur (Adair, 2003: 20). Sözsüz iletişim açısından
anlam taşıyan beden dili, duygu ve düşüncelerin kişinin karşısındakine iletirken kullandığı
hareketler, jestler (el ve kol hareketleri), mimikler (yüz ifadeleri) ve vücut duruşundan oluşan
değerler bütünüdür. Tarihsel süreç içerisinde çok sonraları dili kullanmaya başlayan insanoğlu
için mimik ve jestler, sahip olduğu en ilkel ve en doğal iletişim aracıdır.
1 “Öğrenme stilleri” kavramı ilk defa 1960 yılında Rita Dunn tarafından ortaya atıldı. O yıldan beri
üzerinde sürekli çalışıldı ve araştırıldı. Bu çalışmanın amacı insanların birbirinden farklı olarak öğrendiklerini
ortaya koymaktı. Aynı konu 1960’dan çok sonraları okullara girdi ve uygulama alanı buldu. Konu üzerinde uzun
çalışmalar yapan Rita Dunn (1993) öğrenme stillerini şu şekilde tanımlamaktadır: “Öğrenme stilleri her bir
öğrencinin yeni ve zor bilgiyi öğrenmeye hazırlanırken, öğrenirken ve hatırlarken farklı ve kendilerine özgü
yollar kullanmasıdır. Temel olarak üç ana yapı vardır; İşitsel, Görsel ve Dokunsal (Kinestetik) öğrenme stili.
Beden dili konusunda acemi olan birisinin yapabileceği en büyük hata tek bir hareketi
diğer hareket veya durumlardan bağımsız olarak yorumlamaktır. Tüm diğer diller gibi beden
dili de sözcükler, cümleler ve noktalama işaretlerinden oluşur. Her bir hareket tek bir sözcük
gibidir ve birden fazla anlamı olabilir. Bir sözcüğün tam anlamı ancak onu diğer sözcüklerle
birlikte bir cümlede kullanıldığında anlaşılabilir. Hareketler de cümleler halindedirler ve bu
şekilde kaçınılmaz olarak bir kişinin davranış veya duyguları hakkında ipuçlarını yansıtırlar
(Pease, 2003: 17).
İnsanın dış özelliklerinin, ellerinin, ayaklarının, bedeninin biçimi ya da boyutu çok
kesin ifadelerle karakterini ve kişiliğini yansıtmaz. Görünüş ve karakter arasında genetik bir
bağ yoktur (Fast, 1999: 53). Fakat bedensel hareketlerimizi etkileyen duygularımız
kişiliğimizi yansıtan ipuçları taşımaktadır. Yüz ifadesinin değişimi, bireyin içinde bulunduğu
ruh halini yansıtmakta, güzel ya da çirkin görünmeye neden olabilmektedir.
Yüz bedenin ruhudur. İçimizdeki her hareket, duygu, heyecan, istek beden dilimiz
aracılığı ile dışa vurulur (Molcho, 2000: 8). Yüzün kızarması, sararması, terleme, kekeleme,
sinirli hareketler, ellerin titremesi, kısık, kırık dökük, gereğinden fazla tiz ya da boğuk ses
tonu, yapmacık bir sırıtma Darwin’e göre iletişim esnasında insanın utangaç bir ruh halini
yansıtan beden hareketleri olarak değerlendirilmektedir (Noelle-Neumann, 1998: 239).
Beden dilinin varlığı ile kullanımı arasındaki ilişkiyi dengeli kurmak gerekir. Çoğu
zaman sözsüz iletişim konusunda yorumlama yeteneğinin abartıldığı, karşı tarafın aklından
geçenlerin okunması beklentisine girildiği görülmektedir. Bu durum kişiyi sonucu olmayan
bir beklenti içine soktuğu gibi, beden dilinin önemi ve anlamı konusunda da yanlış eğilimlere
sürüklemektedir.
Sözlü mesajlar ile beden dili mesajları arasında farklılıklar meydana geldiğinde,
öncelikle görsel mesaj doğru kabul edilecek ve daha uzun süre hatırlanacaktır.
İletişim halinde bir takım sahte davranışlarla asıl amaç gizlenmeye çalışılsa da,
başarmak zordur. Ne kadar rol yapılırsa yapılsın, bir müddet sonra beden dili sinyalleri kişinin
gerçek duygularının açığı çıkmasına neden olacaktır (Koç, 2004: 28). Beden dili insanın
hissettiklerinin yansımasıdır. Oysa genel yanılgı söylenen sözlerle gerçek niyetin
gizlenebileceğidir. Sözler arzulanan ya da hedeflenen niyete uydurulmaya çalışılır, esas olan
hissederek inanmaktır.
İlk görüşme anında beden dilinden etkilenmek son derece doğaldır. Bir insanın kişi
üzerinde yaptığı ilk etki uzun süre kalır. Ancak kişinin beden dili sözlüğünü çözmek için kısa
bir süre yeterli değildir. Her insanın farklı sözsüz iletişim sözlüğü vardır. Belli bir hareketin
insanlar üzerindeki genel anlamı ile, kişi açısından ne ifade ettiğini anlayabilmek için zamana
ihtiyaç vardır. Bazı davranışlar gerçekten bir gerginliğin yansıması olabildiği gibi, bazen
sadece bir alışkanlık olarak kullanılabilir. Belli sonuçlara ulaşmak amacıyla belirgin
hareketlerin kullanılmasına şartlanıldığında, belki gerçekten beklenen davranışlar görülecek,
ancak değişik anlamlar taşıyan birçok ayrıntı göz ardı edilmiş olacaktır.
İnsanların beden dili sinyalleri ve fiziksel görünümleri kişiler üzerinde belirgin
yanıltıcı etkiler bırakır. Şık bir kıyafet, gözlük kullanımı, çekici fiziksel görünüm olumlu bir
önyargı oluşturabilir. Bazen de beden dili olumsuz duyguların maskelenmesi –sıkıldığı halde
ilgili görünmek, biliyormuş gibi davranmak- amacıyla kullanılabilir (James, 1999: 49). Her iki
durumda da, beden dili uygun bir zamanlama ile kullanıldığında, kişinin kendini iyi
hissetmesini sağlayacak koruyucu bir zırh etkisi yapabilir.
Meslek grupları açısından düşünüldüğünde, beden dili sinyalleri verilecek karar
konusunda karşı tarafı etkilemektedir. Bankacılar, mahkeme heyeti, güvenlik görevlileri, satış
elemanları bu anlamda beden dilinden en çok faydalanan ancak bir başka açıdan da, en çok
zorlanan meslek gruplarını oluşturmaktadır. Bu etkileşimin sonuca olumsuz yansıyabileceği
gerçeğinden hareketle, iletişimi destekleyen diğer unsurlardan da faydalanılmalıdır.
Araştırmalara göre yaş ve cinsiyet gibi değişkenlerin beden dili üzerinde etkisi
bulunmaktadır. Kadınlar iletişimde görsel mesajlara önem verirken, erkekler daha çok sözel
mesajlara önem vermektedir (Altıntaş ve Çamur, 2005: 68). Bunun sebebi olarak; bir kadın
için karşısındaki üzerinde kendi görselliğinin, erkekler için de kullandığı sözel ifadelerin etkili
olduğu şeklinde düşünülebilir.
2.2.2 Vücut Hareketleri – (Kinesics)
Beden dilini oluşturan temel referans noktası vücut hareketleridir. Evrensel bir takım
ortak değerler olduğu gibi, farklı kültürlerde değişik anlamlarda kullanılan hareketler de
vardır. Bir kültürde kişi “evet” anlamında başını iki yana doğru sallarken, bir başka kültürde
aynı hareket “hayır” anlamına gelebilmektedir.
Bununla birlikte, farklı toplum yapıları ve kültürler içinde farklı anlamlar yüklenen
sözsüz iletişim kodları yine de bazı ortak özelliklere sahiptir (Yüksel, 1996: 142).
Duygu ve coşkuları etkin biçimde dile getirme,
Kişiler arasındaki ilişkileri tanımlama ve belirleme,
Sözlü iletişimin içeriği hakkında bilgi verme,
Güvenilir mesajlar sağlama, konularında sözsüz iletişimin ortak işlevleri vardır.
Bir çok meslek grubunda isabetli sonuçlar alabilmek, karşıdaki kişinin davranışlarını
doğru değerlendirmeye bağlıdır. Konuşulanlar ile insanın vücut hareketleri, yüz ifadeleri veya
ses tonu zaman zaman farklı bir ifadeyi taşıyor olabilir. Kelimelerin gerçek anlamları, jestler
ve mimikler ile kuvvetlenip zayıflamaktadır. Değerlendirme yaparken sadece kişinin
söyledikleri değil, davranışları da dikkate alınmalıdır.
Vücut hareketlerinden kaynaklanan sinyallerin incelenmesine dayanan beden dili,
cinsiyete ve yaş durumuna göre de değişiklikler gösterebilmektedir. İşaret parmağını yana
sallayarak ikaz etme, çocuklar için kullanılırken yetişkinler için kullanılmaz. Bu nedenle
farklı ülke ve kültürlerden insanlar bir araya geldiklerinde sadece sözsüz iletişimden
kaynaklanan farklı sinyaller nedeniyle yanlış anlaşılmalara neden olabilirler. Bazen aynı dili
konuşan insanlar arasında bile bu tür iletişim problemleri yaşanmaktadır.
Beden dili taraflar arasında karşılıklı bir etkileşime sahiptir. Kişi karşısındakinin beden
dili sinyallerinden etkilenirken, aynı zamanda kendisinden kaynaklanan sinyallerin karşı taraf
üzerinde etkili olduğunu unutmamalıdır. Örneğin, bir görevli hizmet verdiği alanda şüpheli bir
takım davranışları gözlemlerken, bir başkası da aynı şekilde görevlinin davranışlarını kontrol
ediyor olabilir. Karşı taraf da görevlinin beden dilini rahatlıkla okuyabilecektir. Bir satış
elemanı yardım etmek istediği müşterinin memnuniyeti açısından, kendi bedensel
davranışlarının payını küçümsememelidir. Beden dili iki kutuplu olduğundan taraflar
iletişimde, özellikle dar alan uygulamalarında bu önemli ayrıntıyı dikkate almalıdır.
Beden dili kaynaklı mesajın okunmasında sessiz ve dikkatlice uzun bir süre karşı tarafı
gözlem altında tutma, rahatsızlık yaratacak ve davranışların doğallığı kaybolacaktır.
Bedensel sinyaller vücudun belli bölgeleri esas alınarak incelenebilirse de, sinyallerin
değerlendirilmesinde bütünlüğe dikkat etmek gerekir.
Kişinin konuşurken kullandığı tonlama ile, el kol hareketleri ve mimikleriyle anlatmak
istedikleri arasında bir bağ bulunmaktadır. Örneğin, ciddi bir konuşmayı gayrı ciddi bir
tonlama ile ya da gereğinden çok daha ciddi yapan, veya uygun olmayan el kol hareketleri
yapan birinin durumu hemen dikkat çekmektedir. Hatta bazen bu durum komik bir ortama
neden olabilir. Bazen de söylenen sözlerin imalı olduğu yalnızca durumdan anlaşılır
(Morreall, 1997: 112.).
2.2.3 Baş Bölgesi -Mimikler ve Bakış
Arabuluculuk görüşmelerinde sözsüz iletişim açısından en değerli alan baş bölgesidir.
Bütün duyu organlarımızın (yüze dokunma ile birlikte) baş bölgesinde bulunması, karşı tarafa
anlam üretme ve iletmede çok etkilidir. Yüzümüzde kılcal damarların ve sinir uçlarının yoğun
olması mimiklerin oluşumuna neden olmaktadır. Bu mimikler anlam üretmekle birlikte,
arabulucunun önünde gerçekleşmektedir. Oluşan anlamları takip edebilmek, taraflarla yüz ve
göz teması varlığının sürdürülmesi ile ilgilidir. Arabulucu, hem karşısındakinin yüz ifadesine
dikkat etmeli, hem de karşı tarafa mesaj aktarırken yüz ve göz teması kurmaya özen
göstermelidir. Göz teması yoksunluğu samimiyet ve güvenden yoksunluk anlamı yaratabilir.
Arabulucu karşısındakinin mimiklerini değerlendirirken aceleci davranmadan, kalıp yargıların
etkisinde kalmadan, tüm sözsüz unsurları dikkate alarak ve kişiye özgünlük ilkesi gereğince
bağlamında hareket etmelidir. Normal koşullarda insan kendisine ve yüzüne dokunma ihtiyacı
hissetmez. Arabulucu, tarafların kendisine dokunma sıklığına, dokunulan yere ve dokuma
süresine dikkat etmelidir. Yüze dokunma ve özellikle kılcal damarların yoğun olduğu buruna
dokunmaya ve bu esnada gerçekleşen söyleme özellikle dikkat etmelidir. Aşırı duygulanım
anlamına gelen bu değişim, sürecin seyrini etkileyecek dönüm noktaları olabilir.
İnsanın hayati önem taşıyan ve yaşamı anlamlandırdığı organlarının da bulunduğu baş
bölgesi iletişim açısından en önemli bölgedir. Görme, işitme, konuşma gibi en can alıcı
işlemlerin gerçekleştiği organlarımız ve merkez organımız beyin baş bölgesinde
bulunmaktadır. Koku unsurunun da iletişimde ne derece önemli olduğu bir kez daha
hatırlanacak olursa, bu bölgenin önemi daha net anlaşılacaktır.
Başın duruş şekline göre kişinin iletişimdeki konumu değişik şekillerde yorumlanabilir
(Cooper, 1989: 98.); yukarı doğru “üstünlük” hali, aşağı doğru “uysallık”, konuşulan kişiye
dönük oluşuna göre “anlaşma” ve “anlaşmazlık” şeklinde. Aynı zamanda başın yaygın olarak
iki temel şekilde onaylama ya da reddetme amaçlı sallandığı da bilinmektedir. Doğuştan
sağır, dilsiz ve/veya kör olan kişilerle yapılan araştırmalar, bu kişilerin de onay amacıyla baş
sallama hareketini yaptıklarını göstermiştir (Pease, 2003: 105).
İnsan yüzü, dikkatli bir gözlemciye çok önemli mesajlar verecek anlamlı bir yapıya
sahip ekran niteliğindedir. Beden dilinin en etkileyici bölümüdür (Witz, 2004: 177). İnsan
yapısının kartviziti özelliğini taşımaktadır (Altınköprü, 1999: 139). Bilinçli ya da bir kurala
dayanarak yapılmasa da, insanlar başkalarını öncelikle baş bölgesindeki hareketler olmak
üzere, dış görünüşlerine göre değerlendirirler.
Bir duygunun değişik aşamalarını yüzdeki değişiklikleri izleyerek değerlendirmek
mümkündür. Görsel etki açısından yüz ifadesi -göz teması, bakış açısı, gülümseme, kaşların
çatılması, yüzün kızarması gibi- çok değerli temel mesajlar içermektedir. Ancak yüz ifadeleri
yanlış anlaşılmalara en açık sinyallerdir.
İnsanların mimikleri yavaş çekimle izlendiğinde, kişinin gerçek duygularını saklamak
istediğinde neler yaptığını gösteren ilginç sonuçlar ortaya çıkmaktadır. İnsanların yüzlerindeki
öfke, nefret, can sıkıntısı, memnuniyet benzeri ifadeler çok çabuk belirip kaybolmaktadır.
Ancak çok eğitimli ve deneyimli bir gözün fark edebileceği bu durumu, beynin bir bölümü
sürekli gözlemleyerek kaydetme özelliğine sahiptir. Kaydedilen bilgiler zaman içerisinde
kullanılmak üzere yeni sinyaller oluşturmakta, davranışlar genellikle ve farkında olmaksızın
bu sinyallerden etkilenmek suretiyle gerçekleşmektedir (Fast, 1999: 68).
Kişisel tepkiler ve duygular, kullanılan sözcüklerden daha çok bakışlardan ve
davranışlardan kaynaklanan sözsüz mesajlardan anlaşılır. Konuşmacı, karşısındaki dinleyici
kitlesinin jest ve mimiklerinden faydalanarak, söylenenlerin anlaşılıp anlaşılmadığını, konuya
ilgilerinin devam edip etmediğini anlayabilecektir.
2.2.3 Gözler
Gözler sözel olmayan iletişimde en önemli rolü oynayan organımızdır. Bakışlarımızı
saklayarak tanımadığımız biri ile göz göze gelip istenmeyen bir iletişime girmeyi önleriz
(Fast, 1999: 82). Ya da bunun tam tersini iletişim kurmak istenen bir insanla gözlerin takılı
kalması şeklinde gerçekleştirmek de mümkün olabilir. Bazen de dudakların tamamlayamadığı
söz(cük)leri, gözler tamamlar.
İnsan bedeninin en dikkat çeken yeri yüz, yüz bölgesinde ise en çok dikkat çeken yer
gözlerdir. İki insan arasındaki gerçek iletişim göz göze gelmekle başladığından gözlerin ve
bakışın büyük bir anlam ve önemi vardır (Kaya, 2001: 19).
Gözlerin kısılıp, küçülmesinde şüphecilik vardır ve kişi, kendisini tatmin edecek bilgi
veya cevap beklentisi içine girmiştir. Gözlerin gevşemesi beklenen cevabı bulduğunu
göstermektedir. Gözler saklanıp yana kayıyor, bakışlar kaçırılıyorsa bu bir suçluluk, utanma
ve yüzleşmeden çekinme anlamına gelmektedir (Altıntaş ve Çamur, 2005: 87). Etkili iletişim
karşıdakinin gözlerine dengeli bir şekilde ve süreyle bakabilmeyle yakından ilgilidir.
Kişilerarası iletişim süreci bakışlarla başlamaktadır. Öncelikle göz teması sağlanarak
hedefe bakılır, ardından baş çevrilerek devam edilir, iletişimin niteliğine bağlı olarak gövde
aynı istikamete yönelir, destekleyen diğer etkenler ve karşıdan gelen iletişim sinyallerine
göre, adım atılarak sürece hareketlilik kazandırılır. Ancak, henüz sözel iletişim kurulmamıştır.
Ardından dokunma (tokalaşma) yaşanır ve bedensel duruş gösterildikten sonra sözel iletişime
geçilir. O ana kadar kurulan sözsüz iletişimin verdiği etkileşime paralel olarak sözel iletişimin
nitelik ve süresi, karşısındakinin tepkisiyle birlikte belirginleşerek, iletişim gerçekleşir.
Kişilerarasında karşılıklı olumlu bir ortam ve iletişim yaşandığında, omuzlar paralel
bir düzleme gelerek, taraflar birbirlerine hafifçe eğilir ve göz göze gelirler. Uyuşmazlık ya da
çatışma yaşandığında tersi bir süreç oluşacak ve taraflar göz göze gelmemeye çalışacaklardır.
Kişinin omuzlarını ve üst bedenini geriye doğru çekmesi, konu ya da davranıştan uzaklaşma
belirtisi olarak değerlendirilmelidir (Molcho, 2000: 96). Karşılıklı göz göze oturma, ilginin
tamamen tarafların birbirlerine yönelttiklerinin bir göstergesidir.
Göz teması güçlü bir araçtır. Az kullanıldığında, sinirli, gergin, güvenilmez, endişeli;
çok fazla kullanıldığında ise, güçlü, saldırgan, ısrarcı bir görüntü oluşabilir. İnsanların gözüne
bakmak nefes almaya benzer, farkında olmadan gerçekleşir. Bu konuya aşırı hassasiyet
gösterilir ya da yoğunlaşılırsa, göz temasını sürdürmek zorlaşacaktır (James, 1999, 77).
İletişimde sadece bakış açısı ile sonuca gitmek yeterli değildir. Diğer beden dili
sinyalleri ile oluşan kanaatlerin desteklenmesi gerekir. Ancak kişinin bakış açısındaki
değişim, kişiden gelen diğer sinyallerin dikkate alınmasını sağlayacaktır. El sıkışmada ya da
gülümsemede olduğu gibi, göz teması da karşıdaki kişinin durumuyla paralel değişiklik
gösterecektir.
Göz ile beyin arasındaki sinirlerin kulak ile beyin arasındaki sinir hatlarından yaklaşık
20 kat daha güçlü olması, dünyanın “görsel yoğunluk” olarak algılanmasına neden
olmaktadır. Bu nedenledir ki, yeni tanışılan kişinin genellikle yüzü isminden daha kolay
hatırlanır (Çakır, 2002: 23). Gözün beden dili sinyallerini algılaması açısından
düşünüldüğünde, görünenden daha fazlasının algılandığı gerçeği ortaya çıkmaktadır.
2.2.4 Jestler -El ve Kol Hareketleri
İnsanlar konuşma esnasında el ve kol hareketlerinden faydalanmak suretiyle anlamı
güçlendirmeye ve desteklemeye çalışırlar. Bu hareketlerin çoğunlukla özel bir anlamı yoktur.
Ancak bu hareketlerin ne sıklıkla yapıldığına, zamanlamasına ve odaklandığı alana dikkat
edilmelidir. Özellikle konuşma esnasında anlatılmak istenen konuyu desteklemek amacıyla el
ve kol hareketlerinden faydalanılır.
Bazı insanlar, bu hareketler yapılmaksızın konuşmanın çok zor olduğunu düşünse de,
liderlerin halk önünde yaptıkları tarihi konuşmalara dikkat edildiğinde, el-kol hareketlerinin
ne kadar sıkça kullanıldığı ve önemli olduğu görülecektir.
Ellerin dört temel bölgesi vardır; parmak, avuç içi, kenarı ve üstü. Kollar ve eller ifade
yansıtmada hem sıralama hem de zenginlik olarak yüzden sonra gelmektedir. Ancak eller de
en az bakışlar kadar anlatım gücüne sahiptir (Schober, 1996: 73). Ellerin hareketinden bir
kişinin nasıl davranacağını kestirmek mümkündür. Eller hem karmaşık hem de en çok duygu
ifade eden organlardır.
Avuç içini göstermek, dostça, barışçıl bir yaklaşımdır. Tarihçiler bunun toplantıya
silahsız geldiklerini gösteren insanlardan kaynaklandığını iddia etmektedir (Cooper, 1989:
119). Kenar bölgesi, harekete keskin ve sert bir anlam verir.
Elin değişik şekillerde kullanılması ile anlamlar üretilirken, yumruk şeklinde
kullanılması en etkili olanıdır. Elin üstü dışa gelecek biçimde ve kenar bölgesi savrularak
yapılan hareketler reddetmeyi simgeler. Elin tersi, avuç içinin tersine, olumsuz, saldırgan ve
düşmanca tavırları çağrıştırır. Avuç içinde bir kucaklama ve kabul etme duygusu vardır.
Avuçlarını açarak konuşan birinin karşısındakilere iletişim, uzlaşma ve anlaşma çağrısı
yaptığı ve saygı duyduğu düşünülür (Babacan, 2002).
Duygusal jestlerin çoğu kendine dokunmak şeklinde iken, başkalarına karşı olan
duygu ve tavrı gösteren jestler karşıdaki kişinin vücuduna yöneliktir. Bu nedenle kolların
göğüs üzerinde birleştirilmesi kapanma, kolların dengeli biçimde karşıdakine uzanması ilgi ve
içtenlik olarak yorumlanabilir. Başkalarını taklit etmek amacıyla genellikle ve yoğun olarak
jestlerden yararlanılır.
Ellerin karşıdakine yöneldiğinde avuç içi dışarıda olması davetkar ve samimi bir ifade
olarak algılanabileceği gibi, avuç içinin yere bakması, temkinli, mesafeli ve uzak durmayı
tercih eder bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Ellerin “itme jesti” uygulaması da yaygın
bir davranış biçimidir. Basit anlamda kişinin nesneyi itmesi olarak değil, beklenmedik bir
durumla karşılaşma, görev ya da sorumluluğu üstlenmede isteksizlik durumlarında, hissedilen
memnuniyetsizlik ifadesi olarak, kişinin önünde duran eşyayı -fincan, sigara paketi, dosya-
karşı tarafa doğru itmesidir (Molcho, 2000: 188).
Karşısındakinin görüşlerini onaylamayan bir kişiyi, sözleri kadar, hareketlerinden de
anlamak mümkün olabilir. Başkalarının düşünce veya davranışlarını onaylamadığını
bildirmekten çekindiği durumlarda, kişinin yapmayı tercih ettiği hareketlere “yerine koyma
hareketi” denir (Pease, 2003: 105). Bunlar arasında kıyafetlerin üzerinden hayali
pamukçukların toplanması, gömlek yaka veya kollarının düzeltilmesi, imkan olduğunda
kalem, çakmak gibi materyallerle ilgilenilmesi bulunmaktadır. Bu davranışlar sergilendiğinde
kişi bakışlarını diğer insanlardan kaçırır ve çoğunlukla yere bakar. Sözlü olarak her konuda
hem fikir olunduğu belirtilse de, ortamdan kaynaklanan hoşnutsuzluk açıkça anlaşılacaktır.
2.2.5 Gövde-Duruş ve Ayaklar
Göğsümüzün odak noktası, beden dilinin ifade merkezi olarak kabul edilmektedir.
Merkez olarak kabul edilen gövdenin göğüs hizasında kalan nokta, en güvenli ve önemli bir
vücut göstergesidir. Aynı zamanda, kişinin kendisi ve çevresindekiler hakkında ne
düşündüğünü apaçık ortaya koyan bir kilit konumundadır (Cooper, 1989: 92).
Duruş, beden dilinin temel parçalarından birisidir. Bakıldığında kişinin genel ruh
haline ilişkin bilgiler verir. Gerek yüz yüze görüşme esnasında gerekse uzaktan izlenildiğinde
vücudun duruş şekline ve özelliklerine göre; saldırgan, kaygılı, kendini beğenmiş, düşünceli,
heyecanlı, sakin bir görüntü tanımlaması yapılabilmektedir.
İnsanlar genellikle gergin olduklarında omuzları kalkık, psikolojik olarak
rahatladıklarında ise omuzları düşük bir duruş sergilerler (Moller and Hegedahl, 1994: 90).
Başın öne düşük görüntüsü, şüphe, yenik düşme, küçük görme, doyumsuzluk, korku ve
güvensizliğin bir göstergesi olabilir. Kişinin duruma ne derece hakim olduğunu,
memnuniyetini, isteksizlik ve gerilim hissini anlayabilmek için, omuzların ve başın
pozisyonunu, birlikte değerlendirmek gerekir.
Beden duruşu kişinin hem kendi duygusal durumunu (Townsend, 2003: 116) hem de
karşısındakini etkiler. Konuya ilgili duyduğunu göstermek amacıyla kullanıldığı gibi,
söylenenlerle farklı görüşte olduğunu belirtmek için de kullanılabilir. Konuşmacıya eğilerek,
elin çenede tutulması ilgili bir duruşun, geriye çekilerek kolların göğüste tutulması, farklı
noktalara bakışların yoğunlaşması konuya ilgisizliğin ya da farklı bir bakış açısına sahip
olunduğunun ipucudur.
İnsan, kendisine yakın bulduğu ya da kendi görüşüne yakın görüş belirten kişilere
doğru başıyla hafifçe yakınlaşır ve bazen buna başın sallanması da eşlik edebilir, uzak
bulduğu ya da kendisininkinden farklı görüşler belirten kişilerden başıyla hafifçe uzaklaşır.
Bu küçücük hareket bile, insanın gerçek duygularını ortaya koyması açısından büyük önem
taşır.
2.3 Arabuluculuk ve Kişilerarası Mesafenin Önemi
Arabuluculuk görüşmeleri kişilerarası iletişimin temel özelliği gereği çoğunlukla
tarafların en yakınlarının girebildiği mahrem ve özel alanda gerçekleşmektedir. Kişilerarası
ilişkilerde tarafların böylesi yakın alanlarda kaldıkları süre ve sıklığa bağlı olarak ilişkinin
seyri etkilenecektir. Aynı mekanı uzun süre paylaşmak taraflar arasındaki ilişkinin genişliğini
ve derinliğini belirleyici bir özelliğe sahiptir. Taraflardan birine konum olarak daha yakın
oturan arabulucu, görece uzak kaldığı taraf üzerinde farklı bir etki yaratabileceğine dikkat
etmelidir.
2.3.1 Kişilerarası Mesafeler -Proksemic
İnsanların günlük yaşamda, çevresindeki insanlarla arasındaki mesafelerin sınırı,
ilişkilerin niteliğini hem belirlemekte, hem de etkilemektedir. Bu alanda yapılan çalışmalar
antropolog Edward Twitchell Hall öncülüğünde başlatılmış (Pease, 1999: 25-27)2, 1966
yılında yayınladığı Gizli Boyut “The Hidden Dimension” adlı eserinde proksemic teori
(Proxemic Theory) adı altında geliştirilmiştir.
İnsanların hangi mesafelerde ne tür tepkiler göstereceği kişiden kişiye ve kültürden
kültüre göre değişiklik gösterse de, belirlenecek sınırların kişilerarası iletişimde etkili olduğu
gerçeği bilinmektedir. Sınırların değişmez ölçülerle belirlenmesi zor olsa da, genel ifadelerle
değerlendirme yaparak alanlar arasındaki sınırları belirlemek mümkündür. Kişisel anlamda
tanımlamalar günlük yaşantıda kullanılan deyimler ile belirginleşmektedir. İnsanlar öncelikle
yeni tanıştıkları insanlara “mesafeli” davranırlar. Ya da kişisel değerlendirmeler “mesafeli
davranma”yı gerektirir. Ancak çoğunlukla ilişkinin düzeyi ve niteliği mesafe konusunda
karşılıklı anlamlar taşımaktadır.
2.3.1.1 Özel Alan – Çok Yakın İlişkiler
Bu alanda yakın ilişkilerimiz yaşanır. İç içe geçmiş daireler olarak yorumlandığında,
kişiye en yakın daire bu alandır. Aile içi ve akrabalık bağı olan insanlarla, dostluk
ilişkilerimiz bu kapsamdadır. Kişinin onayı olmadan bu alana girildiğinde, fiziksel ya da
manevi bir tehdit altında olunduğu düşünülerek gerek psikolojik gerekse fizyolojik tepkiler
oluşacaktır.
2.3.1.2 Kişisel Alan – Yakın İlişkiler
Günlük yaşamda aile dışı ilişkilerde sürdürdüğümüz iş arkadaşlığı ve birebir ilişkilerin
gerçekleştiği alandır.
2 Center for Spatially Social Science (Sosyal Bilimler İnsanlararası Mesafe Merkezi) Hall ve çalışmaları
hakkında ayrıntılı bilgileri içermektedir. Aynı alanda, antropolojik açıdan; anthropology of space, Lawrence and
Low, (1990) ve kültürlerarası iletişim konularında Intercultural Communication, Campbell, Niemeir and Dirven
(1998) tarafından gerçekleştirilen çalışmalar bulunmaktadır. Edward Hall, her birimizin vücudumuzun etrafında
tanımlanmış bir boşluktan oluşan alanı içeren kendi bölgesi olduğunu ortaya koymuştur. Bu bölgeler dört kısma
ayrılır; Mahrem (Özel) bölge: 15-45 cm arası, Kişisel bölge: 46 – 122 cm, Sosyal bölge: 122 – 360 cm ve Ortak
bölge: 360 cm.nin üzerindeki bölge.
Kişisel alanın ihlal edilme durum ve süresine göre beklenmedik tepkiler görülebilir.
Ortak bir amaç etrafında mücadele eden kalabalık bir grup veya protestocu katılımcıların
yoğunluğu arttıkça, her bireye daha az kişisel alan düştüğünden saldırganlık eğilimi
artmaktadır. Bu durum kalabalığın yoğunluğuna paralel olarak saldırganlığın da arttığı
sonucunu ortaya koymaktadır.
2.3.1.3 Sosyal Alan – Yakın Çevre İlişkileri
Ailevi ve kişisel olmayan günlük ilişkilerimizin yaşandığı alandır. İlişkilerin genel
durumuna göre mesafe sınırı genişleyecektir. İş ortamında arkadaşımızla ilişkimiz kişisel alan
kapsamında olduğu halde, aynı ortama gelen yabancı ile ilişkimiz sosyal bir nitelik kazanır.
Bu mesafe, üst düzeyde bir görevli ya da ünlü bir kişiyle tanışıldığında kendiliğinden oluşur.
Genelde uygulanan davranış biçimi, el sıkışma sonrası bir adım geriye çekilmektir. El sıkışma
mesafesi içinde kalma süresi uzadığında taraflar arasında tedirginlik yaşanabileceği gibi,
hiyerarşik açıdan da olumsuz karşılanabilir.
2.3.1.4 Genel Alan – Çevre İlişkileri
Genel bir ifade ile, bölgesel bağımsızlık sınırlarının başladığı noktadır. Bir toplantı
ortamında, halka hitap eden bir konuşmacının sınırları kapsamındaki alandır.
Aralarında gerginlik yaşanmış iki kişiyi dinleyen birinin ilk dikkatini çeken ayrıntı
tarafların aralarındaki duruş mesafesidir. Evlilik rehberleri, çocuk aile uzmanları, okullardaki
rehber danışmanların taraflar ve konu hakkında bilgi sahibi olabilmesi açısından, tarafların
gerek kendi gerekse uzmanla aralarındaki mesafenin önemli bir rolü bulunmaktadır.
Etkili bir iletişim açısından katkı sağlayan dostluk ilişkisi ve yakın davranış, karşı
tarafla paylaşıl(a)madığı durumlarda; bir tarafın aşırı samimi yaklaşımı, diğer taraf üzerinde
tedirginlik yaratabilecektir. Bir mağazada satış görevlisinin alış-verişe gelen kişinin çok
yakınında olması ve uzun süre yanında kalması müşteri üzerinde olumsuz etki yaratacaktır.
İçine kapalı, sessiz ve utangaç insanlar, dışa dönük insanlara göre çevresindekilerle
arasındaki mesafeyi daha uzak tutmaktadır. Dışa dönük insanların çalışma masalarının üzeri
dağınık olurken, içe dönük kişilerin daha düzenli oldukları dikkat çekmektedir.
2.3.2 Dokunma -Haptic
Dokunma, iletişimde belirleyici ve etkileyici bir boyuttur. Alış-veriş mekanlarında,
ortak kullanım alanlarında, toplu taşıma araçlarında yaşanan dokunma aşırıya yöneldiğinde ve
süresi uzadığında taraflar üzerinde rahatsızlık yaratacaktır.
Mesafe Az Mesafe Az
İletişimde insanlar ilişkinin doğasına ve duygusal paylaşıma göre birbirine dokunurlar.
Dokunma sözsüz bir şekilde duyguları ileten bir iletişim biçimidir. Her ilişki biçiminde
olduğu gibi burada da paylaşma, karşılıklı istemle katılım veya egemenlik, zorlama ve
istemeyerek katılma olabilir. Dokunma kişilerarası sevme, yakınlık, güç, statü ve kültürel
faktörlerle yakından ilişkilidir (Erdoğan, 2002: 207).
2.3.3 Tokalaşma - El sıkışma
Dokunmaya ilişkin önemli bir sosyal boyut ise, değişik anlamlar içeren beden dili
mesajı, tokalaşmadır. Diğer mesajlardan farklı olarak taraflar arasında kontrollü bir dokunma
yaşanmaktadır. Tokalaşmanın şekli ve süresi insanlararası iletişimde yıllar öncesinden gelen
özellikler taşımaktadır. Bazı durumlarda tokalaşma devam eder, nasıl ve ne zaman
sonlanacağı konusunda tereddüt yaşanır.
Tokalaşma (el sıkışma) uzun bir geçmişe dayanan, mağara adamı döneminden kalma
bir alışkanlıktır. O dönemde insanlar karşılaştıklarında silahları olmadığını veya silah
gizlemediklerini göstermek için avuçları açık olarak kollarını havada tutarlardı. Alışkanlık
zaman içerisinde değişikliğe uğramış ve tokalaşma şeklinde bugünkü halini almıştır (Pease,
2003: 43).
İnsanların birbirleri ile tokalaşması beden dili açısından önemli ipuçları taşımaktadır.
Sert bir biçimde tokalaşma genellikle erkekler arasında –öğrenilmiş bir refleks olarak-
kullanılmaktadır. Kadınlar ile erkekler arasında daha yumuşak bir tokalaşma yaşanır. Bazı
tokalaşmalar elin içinde ölü bir balık hissi verirken, bazılarının tokalaşmasında
karşısındakinin kolunu, omzunu tuttuğu samimi yaklaşımı görmek mümkündür.
Kültürümüzde tokalaşma kadar yaygın yeri olan benzer bir başka iletişim biçimi de el
öpülmesidir. Batıda uygulanan bayanların nezaket gereği elinin öpülmesinden farklı olarak,
saygı gereği büyüklerin elinin öpülmesi ve alına götürülmesi geleneksel bir uygulamadır.
2.3.4 Çeşitli İletişim Araçları (Giyim, Aksesuar, Kişisel Bakım ve Makyaj)
Kişinin giyim tarzı, takılan yüzük ve rozetler, saç-sakal biçimi, saçı, sakalı veya bıyığı
ile oynaması, sigara veya çay/kahve içmesi, ayakları veya elleriyle seri hareketler yapması
gibi davranışlar bu kapsamda ele alınmaktadır. Bu tür özellik ve davranışların her biri iletişim
açısından anlamlı olmaktadır.
Sözsüz iletişim sadece kişinin jest ve mimiklerinden ibaret değildir. Ses tonu,
dokunma ile birlikte bir bütünlük içinde etkisel dilsiz bilgilenme olarak kabul edilen bu
özelliklerin yanı sıra yapısal dilsiz bilgilenme olarak kabul edilen ve tarafların kişisel takıları
ile ortamdaki fiziksel detayları da içeren bir alan bulunmaktadır. Görüşmelerin yapılacağı
mekanın durumu ve özellikleri, elbisedeki bir rozet, eldeki bir kalemin sallanması tamamı bir
anlam üretmektedir. Bu nedenle, arabuluculuk görüşmelerinin yapıldığı ortamlarda taraflar
açısında özel ve yan anlamlar yaratacak detayların varlığına dikkat etmek, mümkünse sade bir
ortam yaratmak faydalı olacaktır.
Etkili Beden Dili Kullanımı İçin;
Unutmayın! Bir davranış – resim gibi- bin söze bedeldir.
Başkaları üzerinde olumlu bir etki yaratarak amacınıza ulaşın.
Başkalarının gerçekte ne söylemek istediğini anlamaya çalışın.
İletişimde kişilerin sadece söyledikleri değil,
bedeniyle yaptıkları da duyulabilmelidir.
Karşınızdaki ile dengeli bir göz teması kurun.
Yüz ifadesi canlı ve dinamik olmalı.
Anlamsız bir yüz ifadesinden kaçının.
Samimi bir gülümsemeyle anlatımınızı destekleyin. Tebessüm anlamı güçlendirir ve güven vericidir.
Başınızı dik tutun. İnsan bedeninin en dikkat çeken yeri yüzüdür.
Göğsünüz sizin merkezinizdir. Kiminle iletişim halindeyseniz,
merkeziniz o yöne dönük olmalıdır.
Dinlediğinizi baş hareketleriyle belli edin, Bu size daha fazla saygı gösterilmesini sağlayacaktır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KİŞİNİN KENDİSİYLE İLETİŞİMİ
İletişim; duygu, düşünce, tutum, kanaat ve davranışların sözlü veya sözsüz olarak
göndericiden alıcıya iletilmesi, alıcının da bunları biyolojik ve psiko-sosyal süreçlerden
geçirerek tekrar göndericiye iletmesi süreci olarak tanımlanmaktadır (Geçikli, 2010: 255).
İnsan, kendisini ve çevresindeki diğer insanları ve grupları tanıyabilmesi için iletişime ihtiyaç
duymaktadır. Toplum içindeki insanlar bir iletişim ağı içerisinde yaşamaktadırlar. Toplum,
iletişim sayesinde var olduğu gibi iletişimin olmadığı toplumsal bir yaşam da olamaz (Gürcan,
2012: 22).
İnsanlar diğer insanlarla (kişiler, grup, örgüt ve kitle) iletişim kurdukları gibi kendi
kendileriyle de iletişim kurmaktadırlar. Kişinin kendisi ile olan iletişimi, kişinin kendi içinde,
kişinin kendisi ile kurduğu iç iletişimini ifade etmektedir. Kişinin kendisi ile kurduğu iletişim
kişinin iç dünyası ile ilgili psikolojik ve zihinsel bir olaydır. İnsan vücudunun biyolojik
ihtiyaçları için hava ve su ne kadar önemli ise psikolojik ihtiyaçları için de iç iletişim o kadar
önemlidir. Kişinin kendisi ile olan iletişimi her insanın başvurduğu, insan olmanın olmazsa
olmazıdır (Gürcan, 2012: 22, Güngör, 2011: 139; Mısırlı, 2004: 22; Güney, 2000: 341).
İç iletişim sürekli olarak devam ettiği için insanın en fazla kullandığı iletişim türüdür.
Kişinin kendisiyle iletişimi için “içsel iletişim”, “kişisel iletişim”, “içe dönük iletişim”,
“bireysel iletişim” ya da “öz-iletişim” kavramları da kullanılmaktadır (Gürcan, 2012: 22;
Güngör, 2011: 131; Güney, 2000: 341). İletişim önce kişinin kendi içinde başlayan bir
süreçtir. Kişinin kendisi ile iletişiminde hem kaynak hem de alıcı aynı kişidir (Tutar ve
Yılmaz, 2010: 103; Mısırlı, 2004: 22). Bir diğer ifade ile mesajı gönderen de alan da aynı
kişidir. Kişinin kendisi ile iletişimi kişinin kendi başına hayatının her anında ve her yerde
yaptığı iletişimdir. Ancak kişinin kendisi ile iletişimini bütünüyle kendiliğinden bir işleyiş
olarak görmek doğru değildir. Çünkü kişinin dış çevresiyle olan iletişimi gibi kendi kendisi ile
olan iletişimi de planlı ve amaçlıdır (Güngör, 2011: 132). İnsan bazen iletişim kurma
ihtiyacını başkaları ile karşılayamadığında, bu ihtiyacını kendi kendisiyle iletişim kurarak
gidermeye çalınmaktadır (Tutar ve Yılmaz, 2003: 101). Bu anlamda kişinin kendisi ile
iletişimi onu psikolojik açıdan rahatlatır ve doyuma ulaştırır (Güney, 2000: 341).
İnsanın kendisi ile olan iletişimi çok çeşitli şekillerde ortaya çıkabilmektedir. Bir çocuğun
kendi kendine oyun oynaması, hayali arkadaşlar edinmesi ya da bu hayali arkadaşları ile
konuşması da bir anlamda kendi kendisi ile iletişim kurmasıdır (Güngör, 2011: 135). Bireyin
kendi kendisiyle konuşması, düşünmesi, iç gözlem yapması, rüya görerek bilinçaltından
mesajlar alması, kendi sorunlarını kafa yorarak çözüm yolu araması ya da bulması, hayal
kurması, plan yapması, kendisi ve yaşamıyla ilişkili her şeyi değerlendirmesi, istek ve
ihtiyaçlarını bilmesi ve kendi kendine sorgulama yoluna gitmesi ve bir anlamda bir iç
hesaplaşma yapması kişinin kendi iç dünyası ile olan iletişimidir (Tutar ve Yılmaz, 2010: 103;
Erdoğan, 2011: 181).
Birçok durumda beden dilimiz de bizim içsel konuşmalarımıza eşlik etmektedir.
Geçmişteki güzel bir anımızı düşünürken veya gülünç bir durum aklımıza geldiği zaman
yüzümüzde gülümseme oluşur. Tam tersi durumlarda içimizdeki gerginlik yüz hatlarımıza
yansır. Hatta içsel konuşmalara aşırı yoğunlaştığımızda dış çevre ile iletişimimiz tamamen
kopabilir, etrafımızda olup bitenden bile haberdar olmayabiliriz.
İletişim öncelikle kişinin kendisiyle başlamaktadır. Kendisiyle iletişimi başarılı
olamamış biri diğer insanlarla iletişimde başarılı olamaz. Kişinin çevresiyle başarılı bir
iletişim kurabilmesi için öncelikle kendisi ve dış çevre arasında ayırım yapabilmesi, kendisi
ile ilgili algılar ve kavrayışlar geliştirmesi diğer bir ifade ile kendisini tanımasını
gerektirmektedir. Kendisini tanıyan, tanımlayabilen, konumlandırabilen ve kendi kişilik
özeliklerinin farkında olan kimse dış çevresiyle daha kolay iletişim kurabilmektedir (Güngör,
2011: 132).
3.1 Kişinin Kendisi İle İletişiminin İşlevleri
Kişinin kendisi ile iletişiminin işlevleri dokuz alt başlık halinde özetle aşağıda
sunulmuştur.
3.1.1. Karar Verme ve Plan Yapma
Kişi kendisi ile olan iletişiminde çoğu zaman geleceğe ait atacağı adımları, vereceği
kararları ve seçeceği tarz ve üslubunu belirlemektedir. Bir iş görüşmesine gitmeden önce
görüşmede ne söyleyeceğimizi, ne giyineceğimizi ve nasıl davranacağımızı görüşmeden önce
kendi kendimize düşünüp taşınıp karara bağlamamız buna örnek olarak verilebilir (Güngör,
2011: 133). Dışarı çıkarken havanın soğuyacağını düşünerek yanımıza paltomuzu almamız da
bir iç iletişim örneğidir.
3.1.2 Hayal Kurma
Kişi kendisi ile olan iletişiminde sahip olmak isteyip de elde edemediği veya henüz
ulaşamadığı bir çok arzusunun ve isteğinin peşinde koşabilmektedir. Bir anlamda insan
kendisi ile olan iletişiminde kendi hayal dünyasında yaşarken, bir anlamda da kendi düşünce
dünyasının zenginleştirebilmektedir.
3.1.3 Anıları Yaşama
İnsanların başlarından geçen güzel ve kötü anıları vardır. İnsanlar kendileri ile olan
iletişimlerinde geçmişe dönerek geçmişteki güzel veya kötü anılarını tekrar zihinlerinde
canlandırırlar.
3.1.4 Değerlendirme Yapma
Kişi kendisi ile iletişiminde kendini sorgulamakta, kendine sorular sormakta ve bu
sorulara cevaplar aramaktadır (Mısırlı, 2004: 22). Bazı durumlarda dış çevremizle
kurduğumuz iletişimin değerlendirmesini içe dönüş yaparak değerlendiririz (Güngör, 2011:
133). Duruma göre “ama nasıl cevabını verdim”, “kiminle dans ettiğini anladı”, “ah keşke
öğle söylemese miydim”, “nasıl oldu anlamadım her şey bir anda aklımdan uçup gitti …” gibi
cümleleri kendi kendimize söyleriz. Bazen de içsel konuşmalarımız daha derin bir
muhasebeye kendi kendimizi içsel yargılamaya dönüşebilir. “Nasıl böyle bir deliliği yaptım”,
“keşke o davranışı yapmasaydım”, “bir daha asla...” gibi pişmanlık ifade eden cümleleri
kendimize söyleyebiliriz. Bu anlamda içsel iletişim kişinin kendisini hesaba çekmesi olayıdır.
3.1.5 Çevreden Kaçma
İnsanlar her zaman sosyal bir ortamda başkalarıyla iletişim halinde olmak
istemeyebilir. İnsanlar, zaman zaman kendisi ile baş başa kalmak, kafa dinlemek,
düşüncelerini gözden geçirmek, kendi sessizliğine kulak vermek isteyebilir. Kaçma isteğinden
dolayı bazı insanlar özellikle kimsenin olmadığı sessiz mekanları tercih edebilirler. Ancak içe
dönük iletişimi gerçekleştirmek için illaki buna özel bir zaman ayırmaya da gerek yoktur.
Başkaları ile toplantı yaparken, bir işle meşgulken hatta biriyle tartışırken bir yandan da insan
kendisiyle iletişim halinde olabilir (Güngör, 2011: 133, 134).
3.1.6 Üretme
Düşünsel ürünler çoğu zaman insanın kendi başına kalıp kendi ile iletişiminin
sonucunda ortaya çıkmaktadır. Kişinin kendisi ile iletişimi ürünlerin ortaya çıkmasından
önceki kuluçka dönemi gibidir. Ayrıca olaylar arasında sebep sonuç ilişkisini de yine kendi iç
iletişimimiz sayesine ortaya koyduğumuz gibi düşüncelerimizi iç iletişimimiz sayesinde
sistemli hale getiririz.
3.1.7 Kendini Bilme
İnsanın kendi kendisiyle iletişiminde imaj kaygısından sıyrılarak dürüst olması
gerekir. İnsanlar, kendileriyle geliştirdikleri iç iletişim sayesinde ihtiyaç, tutum, davranış,
değer ve yeteneklerinin farkına varabilmektedirler. Bir anlamda iç iletişim sayesinde kişi
kendisi hakkındaki farkındalığını arttırabilmektedir (Gürcan, 2012: 22). Kişi; kendi kendisi ile
sağlıklı bir iletişim kurarak, kendi öz benliğinin farkına varabilir, dış dünya ile kendi iç
dünyası arasında denge kurabilir, kendi kişilik özelliklerini, değerlerini, algılarını, tutum ve
davranışlarını tanıyabilir ve dışarı ile kuracağı ilişkilere bunları yansıtabilir.
3.1.8 Uyumsuzlukları Giderme
İnsan bir çok durumda engellenen istekler ve zihnini meşgul eden veya sinirini bozan
ikilemlerle karşı karşıya kalmaktadır. Bu gibi uyumsuzluk durumlarından kurtulmak için çoğu
kez insan yalnız kalıp bu sorunları enine boyuna düşünüp çözüm üretmek istemektedir
(Güngör, 2011: 134).
3.1.9 Algılama ve Bilgi İşleme
Kişinin kendi ile olan iletişimi aynı zamanda algılama ve bilgi işleme işlevi
görmektedir. Kişi kendisi ile olan iletişim sürecinde bilgileri ve soyut sembolleri alır, depolar,
yeniden oluşturur, anlam verir ya da daha kavramsal bilgilere dönüştürür (Cunningham, 7)
3.2 Kişinin Kendisi İle İletişim Biçimleri
Kişinin kendisi ile olan iletişimi; kişiler arası iletişim, grup iletişimi ve toplumsal
iletişim gibi diğer iletişim türlerinde olduğu gibi farklı biçimlerde gerçekleşmektedir. Kişinin
kendisi ile olan iletişiminin doğrudan ve aracılı iletişim olarak iki kısımda incelenebilir.
Aşağıda bunlara yer verilmektedir.
3.2.1 Doğrudan İletişim
Kişinin kendisi ile doğrudan ve aracısız iletişim kurmasıdır. Aslında kişinin kendisi
ile iletişimi dendiğinde ilk akla gelen iletişim biçimi doğrudan ve aracısız iletişimdir (Güngör,
2011: 135). Zaman zaman hayallere, düşüncelere dalıp gitmemiz, bazen çevremizden kopup
kendi âlemimize savrulmamız bu iletişim biçimine örnek olarak verilebilir.
3.2.2 Aracılı İletişim
Aracılı iletişim kişinin kendi kendisi ile iletişiminde bir aracı kullanmasıdır. Aşağıda
bunlara yer verilmektedir.
3.2.2.1 Söz Aracılı İletişim
Kişinin kendisi ile iletişiminde bazen sözler yer alabilir. Ancak bu sözleri
söylediğimiz gerçek bir muhatap o ortamda bulunmamaktadır. İletişimin bu biçimi bir çeşit
sesli düşünme veya kendi kendimize konuşma olayıdır. Hatta bazı durumlarda kişinin kendisi
bile kendi kendine konuştuğunun farkında olmaya bilir. Tek başımıza bulunduğumuz bir
ortamda “kiminle konuşuyordun?” sorusuna birçoğumuzun muhatap olmuşluğu vardır.
Problem çözmede en etkili içsel iletişim biçimi sözlü içsel iletişimdir (Reese, 2004: 183).
3.2.2.2 Yazı Aracılı İletişim
Kişi kendisi ile olan iletişiminde yazıyı da kullanabilmektedir. Bu biçim birçok farklı
durumda ortaya çıkabilmektedir. Örneğin, bir kısım insanlar duygu ve düşüncelerini şiire
dökerler, bir kısım insanlar anılarını yazarlar, bir kısım insanlar da zihinlerindeki problemleri
kağıda yazarak çözerler. Burada önemli olan yazılanların başkası ile paylaşılmamasıdır. İnsan
duygu ve düşüncelerini yazıya dökerek bir bakıma kendi iç dünyasına ayna tutmuş ve kendi iç
iletişimini kayda almış olmaktadır (Güngör, 2011: 135).
3.2.2.3 Enstrüman Aracılı İletişim
Kişi bazı durumlarda duygu ve düşüncelerini çeşitli enstrümanlar kullanarak da ifade
edebilir. Örnek olarak kişinin kendi kendine saz çalması veya ney üflemesi bir çeşit iç iletişim
olarak kabul edilebilir.
Ancak aracılı iletişim biçimlerinde kişi hiçbir şekilde dış çevre ile iletişime
geçmemektedir. Dış iletişime geçtiği zaman artık o iç iletişim olmaktan çıkmaktadır. Örnek
olarak, kişi sevgilisine şiir yazması bir iç iletişimdir. Ancak kişi sevgilisi okusun diye şiir
yazıyorsa bu iç iletişim değildir. Benzer şekilde kişinin kendi kendine saz çalması veya türkü
söylemesi iç iletişimdir. Ancak bunu topluluk önünde yapması iç iletişim değildir.
3.3 Kişinin Kendisi İle İletişimini Etkileyen Faktörler
Kişinin kendisinden ve çevresinden kaynaklanan birçok faktör kişinin kendisi ile
iletişimini etkilemektedir. Aşağıda bu faktörlerin bir kısmı açıklanmaktadır.
3.3.1 Dış Çevre İle İletişim
Kişinin kendisi ile olan iletişiminin dış çevre ile olan iletişimini etkileyeceğini
yukarıda belirtmiştik. Aslında kişinin kendisi ile olan iletişimi dış çevre ile olan iletişimi ile
karşılıklı etkileşim halindedir. İnsanın dış dünyasındaki sevinçler, gerginlikler, coşkular,
üzüntüler aynen insanın iç dünyasına da yansımaktadır. Dış dünyasının düzenlemede başarısız
olan, örnek olarak maddi sıkıntı çeken, çevresiyle ilişkilerinde uyumsuzluk yaşayan biri kendi
kendisi ile olan iletişiminde de gerginlik, huzursuzluk ve karmaşa yaşayabilir (Güngör, 2011:
137). Depresyondaki insanlar yoğun bir şekilde kendileriyle iletişim halindedir, kendi
kendilerine olumsuz konuşma yapmaktadırlar (Erdoğan, 2011: 181; Krasser vd., 2003: 238).
3.3.2 Kişinin Entelektüel Düzeyi
Entelektüel düzeyi yüksek olanların kendi kendileri ile olan iletişimlerinde, entelektüel
açıdan daha alt düzeyde olanlarınkine göre nitelik açısından önemli faklılıklar bulunmaktadır.
Yazar, sanatçı, bilim adamı, ressam, müzisyen gibi entelektüel açıdan yüksek düzeyde olan
kimselerin iç dünyaları da oldukça zengindir ve günlük yaşamlarının büyük bir kısmını
kendileri ile iletişime ayırmaktadırlar (Güngör, 2011: 137).
3.3.3 Kişilik Özellikleri
Bazı kişilerin zengin bir hayal dünyası vardır. Bu kişiler kendi kendileri ile baş başa
kalmaktan zevk alır. Bazı kimseler de sürekli sosyal ortamlarda bulunmak istemektedirler.
İnsanlar başkaları ile birlikte iken de kendileri ile iletişim kurabilirler. Ancak, bu iletişim
hayal kurmayı seven ve kendisi ile baş başa olan insanın iç iletişimi kadar yoğun olamaz
(Güngör, 2011: 138). Bazı insanlar yalnız kalmayı bir kısım düşünsel ürünler ortaya koymak
için fırsat olarak görürken, bazı insanlar da yalnız kalmaya tahammül edemezler.
3.3.4 Kaygılar
Kişinin yaşadığı yerli yersiz kaygılar da onun kendisi ile olan iletişimini
etkilemektedir. Örnek olarak geleceği güven altında olmayan ve bu konuda yoğun endişesi
olan birinin zihni sürekli bu durumla meşgul olmaktadır. Hatta bu durum öyle bir hal alır ki
kişi derin düşüncelere dalar, gerçek yaşamını ve ilişkilerini organize etmekte başarısız olur
(Güngör, 2011: 138). Bu konuya verilebilecek diğer bir örnek de sınav kaygısıdır. Özellikle
bazı sınavlarda başarısız olma kaygısı sürekli olarak öğrencilerin zihnini meşgul ettiğinden
dolayı öğrenci sınav kaygısından ders çalışmaya odaklanamamaktadır.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, kişinin kendisini dış çevreden uzaklaştıracak
kadar içe yönelmesi bazı sorunlar yaşamasına sebep olabilir. Yüz yüze ilişkilerin azaldığı ve
insanların çevreye ve topluma yabancılaştığı günümüzde, kişinin kendisi ve dış dünyası ile
olan iletişiminde belirli bir denge kurması önem taşımaktadır (Güngör, 2011: 139).
3.3.5 İnsanın Kendisini Tanıması
İnsanın kendisi ile sağlıklı bir iç iletişim kuramaması kişiler arası iletişimde de
kendisini doğru olarak ifade edememesine yol açar. Çünkü insanın çevresiyle sağlıklı bir
iletişim kurabilmesi öncelikle kendisini iyi tanımasını gerekli kılmaktadır. Kendini iyi tanıyan
kişi geçmiş, şu an ve gelecekle ilgili duygu ve düşüncelerinin farkındadır ve onları tutarlı bir
şekilde değerlendirebilir.
İnsanın amaçları doğrultusunda doğru zaman ve zeminde tepkiler vermesi kendi iç
dünyasını gözlemlemesi, ihtiyaçlarının farkında olması, kendisini iyi tanımasıyla mümkün
olmaktadır. Kendini iyi tanıyan kişinin kendini ifade etme becerisi de bu doğrultuda
gelişeceğinden diğer insanlarla iletişim kurması da kolaylaşacaktır.
Johari Penceresi insanın kendisini ve başkasını tanıması için bir model sunmaktadır.
Johari modeli, Joseph Luft and Harry Ingham tarafından öne sürülmüş ve adını yazarların
adından almaktadır. Model dört ayrı alan ya da ben (self) sunmaktadır (Geçikli, 2010: 261-
262; Rotaru vd. 2010: 232, 233; Luft):
Kişinin bildiği Kişinin bilmediği
Geri bildirim al
Başkaları
tarafından
bilinen
Bilg
iyi p
aylaş
1
Açık/özgür
alan
2
Kör
alan
Başkaları
tarafından
bilinmeyen
3
Saklı
alan
4
Bilinmeyen
alan
Şekil 1. Johari Penceresi
Kaynak: http://richerexperiences.com/wp-content/uploads/2014/02/Johari-Window.pdf
3.3.5.1 Açık Alan
Kişinin kendisi hakkında bildikleri ve diğerlerinin kişi hakkında bildikleri kişinin
açık, bilinen alanını oluşturmaktadır. Örnek olarak kişinin adı, nerde yaşadığı, ailesi, işi,
paylaştığı tecrübeleri, yetenekleri ve bir kısım kişilik özellikleri vs. bu alanda yer almaktadır.
3.3.5.2 Saklı Alan
Kişinin kendi hakkında bildikleri, fakat diğer insanlar tarafından bilinmeyen özellikleri
kişinin saklı alanını oluşturmaktadır. Başkalarının bilmediği ancak kendi bildiğimiz
hayallerimiz, duygularımız, tutumlarımız, ümitlerimiz, korkularımız fikirlerimiz bu alanda yer
almaktadır.
3.3.5.3 Kör Alan
Başkalarının bildiği fakat kişinin bilmediği, farkında olmadığı özellikleri bu alanı
oluşturmaktadır. Diğer insanların bizim hakkımızda düşündükleri, bizde gördükleri nitelikler
ve tutumlardır. Bu alanın geniş olması kişinin iyi bir dinleyici olmadığını, diğer insanlardan
kendi hakkında bilgi almadığını göstermektedir.
3.3.5.4 Bilinmeyen Alan
Kişinin kendisi ve başkaları tarafından bilinmeyen yönlerini kapsayan alandır. En
derin duygularımız ve ön yargılarımız bu alanda yer almaktadır. Bu alanın aşırı geniş olması
kişiyi gizemli ve ne yapacağı belli olmayan bir kişi olarak görülmesine sebep olmaktadır.
Açık alan ne kadar fazla ise o oranda iletişime açığız demektir. Saklı alan baskın
olduğunda ise iletişim potansiyelimiz düşmektedir. Dolayısıyla daha iyi bir iletişim için açık
alanımızı genişletmemiz gerekmektedir. Açık alanımızı genişletme bazı müdahaleleri
gerektirmektedir. Öncelikle saklı alanımızı açık alan lehine daraltarak, bilinmeyen yönlerimizi
bilinir hale getirerek, iletişim potansiyelimizi arttırabiliriz. Ayrıca aktif dinleme yaparak
başkalarının bizim hakkımızdaki fikirlerini öğrenebiliriz (Rotaru vd. 2010: 232, 233).
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
EMPATİ
Empati, üzerinde sıklıkla fikir yürütülen, toplumun birçok kesimi tarafından
benimsenen ve günümüzde sıkça kullanılan bir kavramdır. Bugün, bir dergi ya da gazete
haberi başlığında, bir makalede ya da duyduğumuz gündelik konuşmalarda “empati” kelimesi
bazen anlamı dışında yanlış kullanılsa da sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.
4.1 Empatinin Tanımı
Bloom (2013), empatinin bizi insan yapan şey olduğunu belirtirken, Fuchsman (2015)
da başkalarının duygu ve düşüncelerini bilmeye duyulan isteğin bizi diğer canlılardan ayıran
şey olduğunu söylemektedir. Fuchsman göre empati, bizi bir arada tutan bir yapıştırıcıdır ve
insanlar diğer türlere oranla daha büyük grupla işbirliği içerisine girme kapasitesine sahiptir.
Tarih içinde empati farklı kuramcılar tarafından farklı şekillerde ele alınmıştır.
Örneğin; Kohut (1959) empatiyi aracılı iç gözlem olarak tanımlamaktadır. Diğer bir tanıma
göre empati, diğer bir insanın bakış açısına ve duygusal durumuna benzeyen bir durumu
edinme yeteneğini içermektedir (Marshall, Hudson, Jones ve Fernandez 1995). Türk Dil
Kurumu ise empatiyi kişinin kendisini başka bir bilincin yerine koyarak söz konusu bilincin
duygularını, isteklerini ve düşüncelerini, denemeksizin anlayabilmesi becerisi olarak
tanımlamaktadır (www.tdkterim.gov.tr, 2015). En çok kabul gören ve özellikle ruh sağlığı
uzmanları tarafından uzun süre kullanılan tanım ise Rogers’ın tanımıdır. Rogers’a (1975) göre
empati, bir kimsenin öznel dünyasına girmek ve onu doğru algılamak, onun duygusal
unsurlarını ve anlamlarını o kimse kendisi “imiş gibi” yaşamak ve bu “imiş gibi” olma
koşulunu yerine getirmektir. Eğer bu “imiş gibi” olma durumu yoksa bu, o zaman özdeşleşme
demektir.
Empati kavramının tanımı üzerinde hala anlaşmazlıkların olduğu ve araştırmacıların
empati kavramını çeşitli aşamalara veya boyutlara bölerek daha net tanımlamaya çalıştıkları
görülmektedir. Empatinin duygusal yönünü vurgulayanlar ve empatiyi karşısındakinin
duygularını ‘hissetme’ ya da ‘anlama’ olarak tanımlayanlar (Goldstein ve Michaels, 1985)
olduğu gibi empatinin bilişsel bir yönü olduğunu ve kişinin karşısındakini ‘anlamasının’
yeterli olacağını (Guttman ve LaPorte, 2000) savunanlar da bulunmaktadır. Gladstein’e
(1983) göre, empatinin bilişsel yönüyle kastedilen karşısındakinin ne hissettiğini anlamak
iken; duygusal yönüyle kastedilen ise karşısındakinin hissettiğini hissetmektir. Bazı
kuramcılar ise empatinin hem duygusal hem de bilişsel yönü olduğunu (Jolliffe ve Farrington,
2004; Fuchsman, 2015) söyleyerek söz konusu tanımları birleştirme yoluna gitmişlerdir. En
yaygın kabul gören görüş empatinin hem bilişsel hem duygusal öğelerden oluştuğu ve bu
öğelerin birbirleri ile etkileşim içerisinde olduğu görüşüdür (Chlopan ve arkadaşları, 1985).
Görülmektedir ki empatinin en önemli özelliği, bireyin kendini karşısındakinin yerine koyarak
düşünmesi ve karşısındakinin hem duygularını ve hem de düşüncelerini anlamasıdır.
Empatinin tanımlarına bakıldığında empatinin varlığından söz edilmesi için birkaç
aşamanın gerçekleşmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Dökmen (2003) bu aşamaları şu şekilde
sıralamıştır:
1. Empati kuracak kişi, kendisini karşısındaki kişinin yerine koymalı, olaylara onun
bakış açısı ile bakmaya çalışmalıdır.
2. Empati kurmak için karşımızdaki kişinin hem duygularının hem de düşüncelerinin
her iki etkinliğini doğru olarak anlamak gerekir.
3. Empati yapan kişinin zihninde oluşan empatik anlayışın, karşıdaki kişiye
iletilmesidir.
Dökmen (2003) tarafından tanımlanan söz konusu basamaklara bir dördüncü basamak
eklenebilir. Empati yapan kişinin karşıdaki kişiye empatik anlayışını ilettiği zaman
karşıdakinin bunu anlaması gerekmektedir. Eğer karşıdaki kişi ‘’anlaşıldım’’ hissini
yaşamıyorsa empati ya gerçekleşmemiştir ya da eksik gerçekleşmiştir. Bir başka deyişle
empatik süreç, empati yapan kişinin karşı tarafa bunu iletmesi ile son bulmaz; karşı tarafın
empati yapan kişiye yaptığı empatiye ilişkin dönüt vermesiyle sonlanır. Nitekim Barret-
Lennard (1981) benzer şekilde empatinin iki tarafın aynı duyguları paylaşması, duyguların
ifade edilmesi ve karşıdakinin ifade edilen duyguları anlaması olarak üç aşamadan oluştuğunu
ifade etmektedir.
4.2 Empati ve Sempati
Empati ile en sık karıştırılan kavram sempatidir. Bu iki kavramın bazen birbirinin
yerine kullanıldığı ve dolayısıyla yanlış yapıldığı görülmektedir. Sempatinin kelime anlamı,
“birisiyle birlikte acı çekmek”tir (Dökmen, 2002; s: 139). Açık deyişle, sempatide
karşımızdaki kişinin acılarını ve sevincini birlikte hissetme ve onunla birlikte acı çekmek
durumu söz konusu olmaktadır (Alkaya, 2004). Hasdemir’e (2007) göre ise empatide
karşıdaki bireyin duygusal yaşantısına katılmakla birlikte o kişiyi anlamak ve yaşantısındaki
çarpıcı bazı noktaları algılayabilmek bulunmaktadır. Sempatide ise, başkalarının duygularına
katılma vardır. Akkoyun’a (1982) göre empati, bir diğer kimsenin duygularını doğru olarak
hissedebilmek ve bunları kendisinin “imiş gibi” yaşayabilmektir. Oysa sempatik anlayışta bir
bakıma sorunu olan kimseye acıma vardır. Fuchsman (2015) ise bu görüşe katılmamakta ve
empatinin işbirliğini içerdiğini ve içinde ilgilenme ve sevgiyi de taşıdığını belirtmektedir. Ona
göre bireyler önce birbirine bağlanır sonra işbirliğine girer bunu empati, ilgilenme ve sevgi
izler. Özetle; sempatide karşıdakinin duygusunu yaşamak ve paylaşmak var iken, empatide
duyguyu illa yaşamak gerekmez ancak karşıdakinin duygusu, düşüncesi, amacı anlaşılır ve
anlaşıldığı karşı tarafa hissettirilir.
4.3 Empatik Eğilim ve Empatik Beceri
Empati, insan ilişkilerinin daha sağlıklı yürümesi ve çeşitli çatışmaların önüne
geçilmesi için olması istenen kişilerarası ilişkilerin bir kavramıdır. Empatinin sonradan
öğrenilen mi yoksa doğuştan getirilen bir özellik mi olduğu konusu araştırmacılar tarafından
merak edilmiş ve çeşitli araştırmalar yapılmasına neden olmuştur. Bu araştırmalar sonucunda
empati kavramı “empatik eğilim” ve “empatik beceri” olmak üzere boyutta ele alınmaktadır.
Empatik eğilim doğuştan gelen bir özellik olarak değerlendirilirken empatik beceri
daha fonksiyonel bir anlam taşımaktadır (Akar, 2014) ve diğer becerilerde olduğu gibi
empatik beceri de eğitim yoluyla kazanılmaktadır. Empatik beceri diğer kişinin duygusunun
anlaşıldığının ve hissedildiğinin karşıdaki kişiye aktarılması ve hissettirilmesi ile ilgili bir
beceridir (Kaya ve Siyez, 2010). Empatik eğilim ise bireyin karşısındakinin yaşantılarını ve
duygularını anlama ve hissetme potansiyelidir (De Wied, Goudena ve Matthys, 2005). Söz
konusu tanımlardan empatik eğilimin doğuştan geldiği, buna karşın, empatik becerinin
sonradan yaşantılar yoluyla kazanılabileceği anlaşılmaktadır.
Empatik eğilime sahip olan bireylerin empatik beceriyi daha kolay kazanabilecekleri
bir gerçektir. Ancak her bireyde empatik beceri belli bir düzeye kadar kazanılabilir.
Literatürde empatik becerinin eğitimle geliştirilebileceğini gösteren araştırmalar
bulunmaktadır. Johnson, Cushman Grace, McCune Madison ve Borden Lauren (2013),
empatik gelişimi güçlendirmeyle ilgili yaptıkları araştırmalarında hayal kurmanın ve kurgu
okumanın empatiyi ve olumlu sosyal davranışları arttırıp arttırmadığını incelemiştir.
Araştırma sonuçlarına göre daha yüksek düzeyde hayal kuran katılımcılar daha fazla oranda
öykünün içine sürüklenmişler ve öykü karakterlerine daha fazla empati geliştirmişlerdir. Bir
başka deyişle hayal kurmak ve kurgu okumak, empatiyi ve olumlu sosyal davranışları
arttırmaktadır. Yine, Dökmen (1988), yaptığı bir çalışmada psikodrama eğitimine katılan
öğrencilerin empatik beceri düzeylerinin katılmayanlara göre anlamlı düzeyde yükseldiğini
bulmuştur. Yıldırım (1992) ise Psikolojik danışma ve Rehberlik (PDR) Programı öğrencileri
ile Psikoloji Programı öğrencilerinin empatik eğilim ve empatik becerileri düzeylerini
incelemiştir. İnceleme sonucunda PDR ve Psikoloji birinci ve dördüncü sınıf öğrencilerinin
empatik eğilim düzeyleri arasında anlamlı bir fark çıkmamıştır. Buna karşın, PDR ve
Psikoloji dördüncü sınıf öğrencilerinin empatik beceri düzeyleri birinci sınıf öğrencilerinin
empatik beceri düzeylerinden manidar olarak yüksek bulunmuştur. Bu bulgular, empatik
becerinin eğitimle kazanılabileceği görüşünü destekler nitelikle yorumlanmıştır.
Empati öğrenileceği gibi bazı grupların empatik potansiyele daha fazla sahip oldukları
bilinmektedir. Örneğin, cinsiyete göre empatik potansiyelin farklı olduğu görülmektedir.
Yapılan araştırmalar kadınların empatik eğilimlerinin ve becerilerinin erkeklere oranla daha
yüksek olduğunu ortaya koymuştur (Yıldırım, 1993; Yıldırım, 2005; Satılmış, 2012; Taner-
Derman, 2013; Akar, 2014). Buna karşılık cinsiyete göre empatik beceri düzeyinin farklı
olmadığını gösteren araştırmalar da mevcuttur (Alkaya, 2004). Yıldırım (1993) ise yüksek
düzeyde empatik ilişki kurabilmek için yardımsever bir kişilik özelliğine sahip olmak ve
bunun üzerine bir eğitim görmek gerektiğini vurgulamaktadırlar.
Empatik becerinin bireyin içinde yaşadığı aile ortamı, anne-baba tutumu gibi ailesel
etmenlere göre değişmesi de empatik becerinin öğrenilebilir olduğuna kanıt sağlamaktadır.
Taner-Derman (2013) tarafından yapılan bir araştırmada saldırgan davranışlar gözlenen
ailelerin çocuklarının empatik beceri düzeylerinin, saldırgan davranışlar gözlenmeyen ailenin
çocuklarına göre daha düşük olduğu belirlenmiştir. Akar (2014) benzer şekilde anne – baba
tutumunun ve anne-baba eğitim düzeyinin empatik beceri düzeyini etkilediğini ortaya
koymuştur.
4.4 Empati ve Suç
Empatinin sağlıklı insan ilişkilerinde önemli olduğunu ortaya koyan birçok araştırma
bulunmaktadır. Yılmaz (2009) tarafından yapılan ve suça yönelen ve suça yönelmeyen
ergenlerin karşılaştırıldığı bir çalışmada suça yönelmeyen ergenlerin empati düzeylerinin suça
yönelenlere oranla daha yüksek olduğu görülmüştür. Benzer olarak cinsel suçlar grubu ile suç
işlemeyen grup arasında empatik beceri düzeyi bakımından anlamlı bir fark olduğu ve cinsel
suçlar grubunun daha düşük empatik beceri düzeyine sahip olduğu saptanmıştır (Sevik-
Karaman, 2012). Bir başka deyişle suça yönelen insanların empati düzeylerinin düşük olduğu
ve insan ilişkilerinde kabul edilmeyen bir takım davranışları gösterdikleri söylenebilir.
Suç işleme davranışı gösterecek kadar patolojik olmayan bireylerde de yapılan
araştırmalar empati düzeyi yüksek olanların daha sağlıklı ilişkiler yürütebildiğini
göstermektedir. Örneğin; Yıldırım (2005) tarafından yapılan bir araştırmada boşanan
bireylerin empatik eğilimlerinin evli bireylere göre daha düşük olduğu gözlenmiştir.
Empatinin sosyal karar verme ile ilişkisi de ortaya konmuştur. Empatik düzeyi yüksek olan
bireyler daha hızlı sosyal kararlar alabilmektedir (Ramsøy, Skov, Macoveanu, Siebner ve
Fosgaard, 2015). Benzer biçimde, Yıldırım ve Ergene (2005) tarafından ilköğretim müfettiş
adayları üzerinde yapılan bir araştırmada empatik eğilim düzeyi ile iş doyumu arasında pozitif
yönde manidar bir ilişki olduğu; empatik eğilim düzeyi arttıkça buna paralel olarak müfettiş
adaylarının iş doyum düzeylerinin de manidar olarak arttığı bulunmuştur.
4.5 Empati ve İnsana Yardım Meslekleri
Görülmektedir ki empati, insan ilişkilerinin olmazsa olmazıdır. Empati kişilerarası
ilişkilerin en temel kavramlarından birisidir. Empati, insan ilişkilerinin çimentosudur. Nasıl
ki, bir binayı sadece kun, çakıl ve demirle ayakta tutmak mümkün değil ise, insan ilişkilerini
de empati olmadan sağlıklı biçimde kurup sürdürebilmek pek mümkün görünmemektedir.
Aslında kişilerarası çatışmanın çoğunun tarafların birbirlerini dinlememeleri, anlamamaları ve
anladıklarını karşı tarafa hissettirme içeriğinde bir tepki vermemelerinden, yani empatik ilişki
yoksunluğundan kaynaklandığı söylenebilir. Bu nedenle insanlarla çalışmayı, insana yardım
etmeyi gerektiren tüm meslek elemanlarının empatik beceriye sahip olmaları beklenir.
Dolayısıyla, arabulucuların da empatik beceriye sahip olmaları yaptıkları işin bir gereğidir.
Buradan hareketle, arabuluculuk sürecinde arabulucunun taraflara; tarafların birbirlerine
empatik davranabilmesi son derece önemlidir. Herşeyden önce, arabulucunun müzakereye
gelen taraflara eşit mesafede, saygılı, objektif, saydam olması ve taraflara empatik anlayışla
yaklaşması beklenir. Müzakere sürecinin uzlaşma ile sonlandırılabilmesi için bu gereklidir.
Kaldı ki, arabuluculuğa konu olan sorun, tarafların birbirlerini dinlememelerinden,
anlamamalarından, birbirleriyle empatik ilişki içinde olmamalarından da kaynaklanmış
olabilir.
Bir arabulucunun her şeyden önce empatik olması gerekir. Empatik anlayış, başka bir
insanın duygu ve yaşantıları ile bunların anlamını doğru olarak algılama ve iletme yeterliliği
gerektirir (Yıldırım, 1992). Bir arabulucunun taraflara empatik tepki verebilmesi için şunlara
dikkat edilmesi gerekir:
Arabulucu olarak;
1. Karşınızdakini dinleyiniz, dinlerken yönünüzü dinlediğiniz kişiye dönerek onu
gözleyiniz. Yani kişi ne söylemektedir, söylediklerine beden dili nasıl eşlik
etmektedir. Unutulmamalıdır ki, kişinin söyledikleri önemlidir, ama, daha önemlisi
söylediklerine eşlik eden beden dilidir. Çünkü beden dili yalan söylemez ve kişinin
söylediklerinin asıl anlamı beden dilinde saklıdır.
2. Bu kişinin söylediklerine, dinlediklerinize ve gözlediklerinize dayanarak üç şeyi
anlamaya çalışınız. Bu kişinin temel düşüncesi, düşüncesine eşlik eden temel
duygusu ve amacı- isteği nedir? Bir kişiyi anlamak demek o kişinin düşünce, duygu
ve amacını anlamak demektir.
3. Şimdi, 1. ve 2. maddelere dayalı olarak karşınızdaki kişiye öyle bir tepki veriniz ki
karşınızdaki, arabulucu olarak sizin için bu arabulucu “BENİ ANLADI” diye
hissedebilsin. Eğer siz verdiğiniz tepki ile karşınızdaki kişiye en az “beni anladı”
dedirtebilmişseniz, basit düzeyde de olsa, empatik tepkide bulundunuz demektir.
Uygulama
Şimdi, empatik tepki örnekleri vermeye çalışalım… Burada öğretici daha önceden
kendisi bir senaryo oluşturmuş olabilir. Ya da öğrenme ortamında grupça bir senaryo da
oluşturulabilir. Eğitimci, öğrenme ortamında farklı senaryolar kapsamında katılımcıların
“taraflar” ve “arabulucu” olarak rol almalarını sağlar. Daha sonra, “taraflar” ve “arabulucu”,
rollerini oynarlar. Arabulucu ve taraflar birbirlerine empatik tepkide bulunurlar. Grubun diğer
üyeleri rolleri izlerler. Roller oynandıktan sonra, tüm grup tarafından tepkiler paylaşılır,
dönütler verilir, öneriler sunulur.
BEŞİNCİ BÖLÜM
İLETİŞİM ENGELLERİ
Kişilerin birbirleri ile istenen bir biçimde iletişim kurmalarını ve anlaşmalarını
zorlaştıran her türlü faktöre iletişim engeli diyebiliriz. Bu durum bazı zaman doğru kanalın
kullanılmamasından bazen de tarafların kişisel özelliklerinden kaynaklanabilir. İletişimde
taraflar birbirlerinin deneyimlerini, değerlerini, algılarını ve benzeri özelliklerini dikkate
almadıkları zaman engellere takılıp kalmaktadırlar. Genellikle yanlış anlaşıldığını ve
kendisini tam olarak ifade edemediğini düşünen taraf, esas sorunla ilgilenme aşamasına
ulaşamadan siperlerine geri dönmektedir.(Dökmen, 2008, s.73).
Bu alanda yapılan araştırmalar, anlatılanların %50’sini duyduğumuzu,
duyduklarımızın da %50’sini dinlediğimizi göstermektedir. Dinlediklerimizin da %50’sini
anladığımızı, anladıklarımızın da ancak yarısına inandığımızı düşünürsek, iletişimde görünür
ve görünmez ne kadar çok ve ciddi engelle karşı karşıya olduğumuz açıktır. Bu durumda
tarafların birbirini doğru anlamalarını sağlamak, arabuluculuk sürecinin başarısında çok
önemli olacaktır.
Aşağıda ayrı ayrı üzerinde durulan konular yanında iletişimi etkileyen en genel
durumlardan biri de giyim tarzıdır. Giyim, kişilerin statüsü hakkında fikir verir. İnsanlar yeni
karşılaştıkları birisiyle nasıl iletişim kuracaklarına karar verirken ilk izlenimlerin oluşmasında
giyimin önemi vardır. Genellikle insanlar, kendilerini nasıl görüyorlarsa öyle kabul edilmek
isterler. Ve kendilerine benzer gördükleri kişilerle daha kolay iletişime geçerler. Bu saptama
özellikle Arabulucunun giyimi konusunda dikkate alınmalıdır. Tarafların daha açık
davranabilmelerini kolaylaştırmak ve dikkatlerini dağıtmamak için, arabulucu abartılı giysi ve
takılardan kaçınmalıdır.
Aşağıda arabuluculuk kapsamında bazı iletişim engelleri kısaca ele alınmıştır.
5.1 Dil ve Anlatımdan Kaynaklanan Engeller
Kelimeler, söyleniş biçimine ve vurguya göre farklı anlamlar taşıyabilirler. Mesaj bu
anlam farkı içerisinde kaybolmadan kaynaktan alıcıya iletilmelidir. Bu nedenle, sözcüklerin
gerçek anlamları dışında kullanıldığı mecaz, istiare gibi sanatlara yer verilmemelidir.
Bazen aynı kelime farklı kişiler için farklı anlamlar ifade edebilmektedir. Bunun sonucu
olarak taraflar duyduklarını aktarıldığı şekilde değil, kabul ettikleri gibi anlayacaklardır.
Benzer şekilde, kullanılan ifadenin üstü kapalı aşağılayıcı bir dil içermesi de ayrıca rahatsızlık
yaratacaktır (Voltan-Acar, 2010. s: 75).
Dilin karmaşık bir biçimde kullanılması iletişim engeline yol açar. Gereksiz veya
anlamı çok iyi kavranmamış kelimelerden kaçınılmalıdır (Özer, 2012. s: 130). Birkaç bilgiyi
uzun ve tek bir cümle ile ifade etmek yerine her bilgi için kısa cümleler kurmakta fayda
vardır. Jargon kullanmak iletişimi kolaylaştıracağı gibi bir engel de teşkil edebilir. Jargon,
aynı meslek dalındaki insanların mesleklerindeki özel terimleri kullanarak konuşmalarıdır. Bu
durum aynı meslekten olmayan insanların konuşmayı anlamalarını güçleştirebilir.
Aynı şekilde argo kelimeler kullanmak, aynı yaş grubundan veya aynı sosyal çevreden
olmayan insanlar arasındaki iletişimde bozucu etki yaratabilir (Gürüz, Eğinli, 2010.
s:227).Bunun yanı sıra kelimelerin vurgu ve tonlaması ile konuşma hızını, anlam bütünlüğüne
göre ayarlamak önemlidir (Dökmen, 2008, s.45).
Konuşmadaki ses tonu, farklı kişilik özellikleri ve farklı iletişim biçimleri hakkında
ipucu verir (Cüceloğlu, 2015. s:60).Örneğin, yüksek ses tonuyla konuşan bir bireyin otoriter
bir kişilik yapısı olduğu düşünülebilir. Genellikle ses yüksekliği göz korkutmanın simgesidir.
Bu nedenle başkalarını denetlemek isteyenler çoğu zaman yüksek ses tonuyla konuşurlar.
Yumuşak ses tonu ise bireyin kendine güvenini ve daha dikkatli dinleme isteğini
yansıtmaktadır. Bu gibi durumlarda arabulucunun, tarafların kullandıkları dile dikkat edip
kavramlar ve kapsamları konusunda aydınlatıcı olması gerekecektir.
5.2 Psikolojik Engeller
İnsanlar, inanç, tutum, görgü, gelenek ve alışkanlıklarına ters düşen mesajları
reddetmeye yatkındır. Bazen de mesajı kabul eder fakat yine kendi inanç, görgü ve
alışkanlıklarına uygun biçimde değişiklikler yaparlar. Başka bir ifade ile algılamalarını o
zamana kadar edindikleri bu inanç, değer ve kültürlerinden oluşan zemin üzerinde
oluşturacaklardır (Cüceloğlu, 2015. s:33).Bu konuda farkındalık kazanılmadığı takdirde
algılama filtreleri bireysel özgürlükleri ve karar verme mekanizmalarını da olumsuz
etkileyecektir. Aslında arabulucunun bu alanda yapacağı şeyler de oldukça sınırlıdır. Kişileri
verdikleri tepkilerin kaynağı konusunda aydınlatarak, yaptıkları seçimleri daha iyi
değerlendirmelerini sağlayabilir.
Yine psikolojik engel olarak kişilerin farklı duygusal yapıları, zayıflık ve zaafları da
mesajı algılama biçimini etkileyebilir.
Mesajın anlamını kasten çarpıtmak önemli bir iletişim engelidir. Kasıtlı söylenen
yalanlar doğal olarak yanlış sonuçlar doğurur.
Güvensizlik bir iletişim engelidir. Güven duymadığımız insanlarla iletişime girmekten
kaçınırız. Eğer iletişime girmek zorundaysak, önyargılı ve savunmacı bir tutum içinde oluruz.
Karşımızdaki insan ne kadar iyi niyetli olursa olsun eğer güvenimiz yoksa mesajlarını şüpheci
bir biçimde yorumlarız.
5.3 Beden Dili
Kişisel iletişim engellerinin başında beden dilinin yanlış kullanımı gelir. İletişimimizin
en az %50’sinin beden dili ile sağlandığını düşünecek olursak bu konuda hem bilgili hem de
dikkatli olmamız gerekir.
Arabulucu hem kendi mesajlarını doğru ve tam aktarabilmek hem de tarafların
ilişkilerini gerçek yapısıyla anlayabilmek için beden dilini iyi bilmelidir. Beden dili, oldukça
kapsamlı bir konu olup ciddi bir zaman ayrılarak çalışılması gerekir.
Fakat beden dilinden kaynaklanan güçlükleri azaltmak için, insanları dinlerken göz teması
kurmak, bedeni konuşan kişiye doğru döndürmek, dinlediğimizi belli etmek, jestleri aşırıya
kaçmadan kullanmak önerilebilir (Dökmen, 2008, s.52).
Yüz yüze iletişimin mümkün olmadığı konuşmalarda beden dili kullanılamadığı için
iletilen mesajlarda algılama bozukluğu veya eksikliği oluşabilir. Örneğin telefon
konuşmalarında beden dilinin kullanılamaması sıkıntı yaratabilir. Bu yüzden, telefonla
yapılan görüşmelerde konuya hazırlıklı olmak ve ses tonunu dikkatli kullanmak çok
önemlidir.
5.4 Kültürel Engeller
Bireyler içinde yaşadıkları toplumun dil, düşünce, davranış ve gelenek gibi yapılarını
özümseyerek yetişir. Bu durum, kişilerin olayları algılamasını ve yorumlamasını önemli
ölçüde etkiler. Kültür her toplumda farklı olan, aynı toplum içinde de zamanla değişen ve
öğrenilen bir altyapıdır (Dökmen, 2008, s.53).
Kültürel farklılıklar, tarafların birbirlerini anlamalarını zorlaştırabilir. Örneğin,
Uzakdoğulular selamlaşırken el sıkışmak yerine öne eğilir, iki Türk erkeği bir birbirine
sarılarak selamlaşır. Bu hareketler başka toplumlar için tuhaf ve laubali görülebileceği gibi,
soğuk ve mesafeli olarak da anlaşılabilir.
Konuşurken arada bırakılan duruş mesafesi de toplumdan topluma fark etmektedir.
Ortadoğu ve Akdeniz kültüründe insanlar birbirlerine dokunarak konuşmayı ve görüşmeyi
tercih ederken bir İskandinavyalı veya Amerikalı için dokunmadan konuşmak daha saygılı bir
davranış olarak kabul edilir.
Ortadoğu ve Latin Amerika ülkeleri gibi bazı toplumlarda konuya girmeden önce
çeşitli konularda ilgisiz konuşmalar yapılarak ortamın ısıtılması tercih edilmektedir. Ancak
ABD ve benzeri batılı ülkelerde iş görüşmelerinde konuya hiç zaman kaybetmeden girilir.
5.5 Zaman Baskısı
Zaman baskısı, taraflar üzerinde en fazla bozucu etki yaratan unsurlardan biridir.
Arabuluculuk sürecinin tüm aşamalarında taraflar, zaman kontrolünü ele geçirmeye çalışırlar.
Bu durumun ayrı bir avantaja dönüşmesi, uyuşmazlığın esası üzerindeki iletişimin zarar
görmesine sebep olabilir.
Arabulucu, tarafların zaman kullanımlarına dikkat etmelidir. Ayrıca kendisi de taraflar
üzerinde zaman baskısı yaratacak etkilerden kaçınmalıdır.
5.6 Algı Atlaması
Algılama iletişimde filtre görevi yapmaktadır. Algı atlaması, alıcının mesajı bütün
olarak değil parça parça alması ve dolayısıyla eksik anlamlandırma yapmasıdır (Özer, 2012. s:
90). Uyuşmazlıkların oluşmasında ve devamında en önemli sebeplerden biridir(Dökmen,
2008, s.77; Gürüz, Eğinli, 2010. s:227). Bu engeli aşmak için, konuşulanların tam olarak
anlaşıldığını teyit ederek ilerlemek gerekir. Ayrıca uzun ve aşırı bilgi yüklü konuşmalardan
kaçınılmalıdır.
Belirli aralıklarla anlatılanları özetlemek, taraflara hikayeyi bir kez daha duyma ve
eksik parçaları anlama fırsatı verir. Hatta taraflar bu özetlemeler sayesinde, gerekiyorsa
düzeltme ve ekleme yaparak konunun birbirleri ve Arabulucu tarafından daha iyi
anlaşılmasını sağlayabilir.
5.7 Ön Yargı
Kişiler arasındaki iletişimde engel oluşturan sebeplerden biri, önceden öğrenilmiş ve
bir kalıp olarak yerleşmiş algılardır. Bu ön yargılar diğer kişiler hakkında bilgi edinmeksizin
izlenim edinmemizi ve dolayısıyla hızlı karar vermemizi sağlıyor gibi görünse de, genellikle
yanlış kararlar almamıza sebep olmaktadır. Geçmiş yaşantılar, ihtiyaçlar, beklentiler,
cinsiyetçilik ve ırkçılık gibi konularda basma kalıp düşünmek, iletişimde olumsuz sonuçlara
yol açmaktadır. Örneğin tarafların birbirlerine karşı önyargıları varsa, ne söylediklerini
dikkatlice dinlemeyeceklerdir (Gürüz, Eğinli, 2010. s:227).Önyargılarını test etmek veya
gözden geçirmek için gayret etmeyeceklerdir (Dökmen, 2008, s.76).
Kişilerin birbirleri hakkında edindikleri ilk izlenim de çoğu zaman önyargılara sebep
olabilir. İlk anda oluşan ve sonraki kararları da etkileyen bu etkiye halo etkisi adı verilir. Halo
etkisi, pozitif ve negatif olmak üzere ikiye ayrılır. Bir kişiyle ilgili olumlu fikirlere sahip
olmuşsak, o kişi hakkında bilmediğimiz hususlarda da olumlu düşünürüz. Eğer ilk
izlenimimiz olumsuz ise, kalan konularda da olumsuz düşünmeye eğilimli oluruz. Pozitif ve
negatif halo etkisinin sıkça kullanılması kişilerde var olan özelliklerin farkedilmemesine,
olmayan özelliklerin ise varmış gibi anlaşılmasına neden olduğundan, kişiler birbirlerini
gerçek anlamda tanıyamamakta ve sorun yaşayabilmektedir.
Arabulucu, taraflar arasındaki sorunu dinlerken bir taraftan da iletişimlerinde ön
yargılar ve halo etkisi olup olmadığına dikkat etmelidir. Bazen, bu durumlara farkındalık
sağlamak sorunun çözümüne giden en hızlı yol olabilir. Ayrıca tarafların bakış açısını
geleceğe odaklamak ve empatik iletişim sağlamak, bu tür engellerin aşılmasında iyi sonuç
verir.
5.8 Kalıplaşmış Düşünce
Kalıplaşmış düşünce, kişiye hiçbir seçenek bırakmayan belirli dayatmaları
içermektedir. Kalıplaşmış düşünce yapısına sahip kişiler diğerlerinin kendi sınır ve kurallarına
göre hareket etmesini beklerler ve genellikle “yapmamalısın, yapmalısın, aramamalısın,
gelmen gerek, mümkün değil, asla” gibi kesin, net ve sınırları belirlenmiş ifadelerle
konuşurlar.
Bu yaklaşım karşı tarafta korku ya da direnç yaratabilir, hatta bazen söylenenlerin
tersini yapmaya dahi yönlendirebilir.
Bu gibi durumlarda Arabulucu, farazi sorularla ve gelecek planı ile engelleri aşabilir.
Yani, önerilen kalıplaşmış düşünceler üzerinden gerçeklik testi yapılmasını sağlayarak
tarafların kendi açmazlarını görmesini sağlayabilir.
5.9 Suçlamak
Kişinin, sorunun temelinden kaçarak kendini ya da genellikle diğerlerini hatalı
bulmasıdır (Gürüz, Eğinli, 2010. s:236). Suçu başkasının üzerine atmak kısa bir süre için
kişinin rahatlamasını sağlasa da, uzun süre içinde ilişkilerin bozulmasına sebep olur (Özer,
2012. s: 103). Diğerlerini suçlayan kişilerin genellikle savunma mekanizmalarını oldukça
yoğun kullandıkları görülür. Neden suçu kendilerinde aramadıkları sorulduğunda sıralayacak
birçok nedenleri vardır. Asıl dikkat edilmesi gereken nokta, bu kişilerin sorumluluk alıp, bu
sorumluluğu yürütebilecek bir özgüvene sahip olmamalarıdır. Suçlayan kişi genellikle
zayıflığını örtme ve güçlü görünme kaygısı taşımaktadır (Voltan-Acar, 2010. s: 84). Suçlanan
kişilerde ise, iletişimi kesme eğilimi görülür.
Bu gibi durumlarda arabulucu, en hafif dozlardaki suçlama davranışını dahi fark
edecek kadar dikkatli olmalıdır. Kullanılan suçlayıcı kelimelerin daha olumlu görülmesine
imkan verecek şekilde farklı şekillerde ifade etme yani yeniden çerçeveleme yöntemini
kullanabilir. Bu, ilerleme için yolu temizleyen bir tekniktir.
5.10 Savunucu İletişim
İletişim kazalarının, en büyük nedeni savunucu iletişimdir diyebiliriz. Bazı kişiler
haksız olma ihtimaline kapalıdır. Hatalı görünmemek için her tür bahane ve itirazı kullanır,
konuyu çarpıtır hatta saldırganlaşabilir. Bir kimse savunucu bir biçimde konuştukça,
dinleyicide de kendiliğinden savunucu bir tutum uyanır. İletişimdeki savunuculuk kendini
yalnızca sözlü iletişimde değil, beden hareketlerinde, yüz ifadelerinde ve sesin tonunda da
gösterir. Bu ipuçları, söylenen sözlerle beraber, dinleyiciyi daha da savunucu hale getirir.
Savunuculuk, diğer tarafın amacını, düşünce ve duygularını algılamaya engel olur.
Yapılan araştırmalar, savunma özelliği arttıkça, iletişimdeki verimin düştüğünü, savunma
azaldıkça, mesajın anlamına ve yapısına daha çok dikkat edilebildiğini göstermiştir.
Savunuculuk azaldıkça tarafların iletişimi bozacak türden yanlış algılamalardan uzaklaştıkları
görülmüştür. Savunuculuğun az olduğu “açık iletişim” ortamında, insanlar mesajın yapısına
ve içeriğine daha çok dikkat ederler.
Arabulucunun, taraflarda savunucu iletişimi farkettiğinde onları açık ve empatik bir iletişime
yönlendirerek farkındalık sağlaması yararlı olacaktır.
5.11 Değiştirme Çabası
Başka bir iletişim engeli isekişinin karşısındaki bireyi değiştirme çabasıdır. Değiştirme
çabası, karşıdaki bireyde hoşa gitmeyen özelliklerin olduğu ve bu özellikler değiştiği takdirde
kabul edilebilir olunacağı duygusu yarattığı için tepkiyle karşılanır. Tüm insanlar kendilerini
değiştirmek yerine karşılarındaki kişinin değişmesini umarlar. Değişmesi beklenen kişiler de
savunmaya geçer ve değişmekten kaçar. Çünkü değiştirilme çabası, kişiye kendini değersiz ve
önemsiz hissettirir (Cüceloğlu, 2015. s:103).Bir bireyi değiştirme çabası “Değişmelisin çünkü
değiştirmen gereken negatif özelliklerin var. Bu şekilde senden hoşlanmıyorum,
onaylamıyorum.” Anlamı vermektedir.
Bu durumda Arabulucu, taraflar arasında empati kurmayı deneyebilir. Empatik
iletişim, kişilerin bakış açılarını esnetebilecekleri ve çözüme yaklaşabilecekleri bir yoldur.
5.12 Kişiselleştirmek
Kişiselleştirme, kişinin her olaydan, davranıştan kendisi ile ilgili ve genellikle olumsuz
bir anlam çıkarmasıdır. Kişiselleştirme hem kişinin kendisini hem de iletişim kurduğu kişileri
yorar. Bu bireyler “havadan nem kapan” alıngan bir kişilik sergiler (Özer, 2012. s: 104).
Bu durum, arabuluculuk sürecinde sıkça yaşanan “Zor Kişilerle Diyalog” örneklerinden
biridir. Arabulucunun kişideki kaygı seviyesini fark ederek, müdahale etmesi gerekir.
Anlatılanların gerçek anlamlarının anlaşılmasını sağlamak için soru sorma tekniklerinden
yararlanılabilir. Herhangi bir yanlış anlaşılma durumunda doğru müdahale yapılmazsa
sürecin ilerleyen kısımlarında daha büyük bir açmaza girilmesi kaçınılmazdır. Çünkü
kişiselleştirme, duygusal bir takıntıdır ve duygusal temizlik yapılmadan çözüm yolunda
ilerlemek zordur.
5.13 Problem Çözmek, Öğüt Vermek
Bazı kişiler kendilerini her soruna çözüm bulacak kapasitede görürler. Sorunun sadece
özetini duyduklarında dahi komple bir tavsiye paketi sunabilirler. Konunun hiçbir ayrıntısını
dinlemeden toptancı çözümlere ulaşıverirler (Dökmen, 2008, s.75). Bu yaklaşım karşı tarafın
kendini anlaşılmamış ve önemsenmemiş hissetmesine yol açar (Özer, 2012. s: 102-
103).Önemli bir husus da, insanlar genellikle başkalarının çözüm empoze etmesine karşı tepki
gösterirler. Çünkü sorunlarını çözmekten aciz görüldüklerini düşünürler.
Eğer taraflardan biri, sorunun müzakeresi sırasında böyle davranıyorsa, Arabulucunun
müdahale etmesi gerekir. Aksi takdirde zaten belirli sorunlarla uyuşmazlık yaşayan taraflar,
bu tavırlar yüzünden iyice gerilebilirler. Arabulucu burada taraflara sakince, çözüm
önerilerini sunma aşamasına kadar sabırlı olmalarını belirtebilir. Bütün önerilerin
değerlendirileceğini de vurgulamasında yarar vardır.
5.14 Konuyu Değiştirmek
Müzakere sırasında taraflardan birinin, diğerinin konuşmak istediği konuyu
değiştirmek ya da şakaya vurmak gibi taktikler kullanması da iletişimi engellemektedir.
İnsanlar genellikle rahatsız oldukları zaman konuyu değiştirmek isterler. Bu kişiler, sorunlarla
yüzleşmek yerine kaçınmayı tercih etmektedir (Gürüz, Eğinli, 2010. s:244). Diğer taraf ise
sorunlarının ciddiye alınmadığını, önemsiz bulunduğunu hissederek uzlaşmaz bir tutum içine
girebilir.
Bu durumda arabulucu, özel oturumlar ile sürece devam edip tarafların kendilerini
daha iyi ifade etmelerine imkan vermiş olacaktır. Çünkü genellikle, taraflardan biri zayıf
olduğunu düşündüğü konuları diğer tarafın yanında konuşmaktan kaçınmaktadır.
5.15 Akıl Okumak
Kişinin kendini tam olarak ifade etmesini beklemeden ve onun söylediklerini
anlamaya çalışmadan, konu ile ilgili fikirler ve tahminler ileri sürmek genellikle tedirginlik
yaratır(Gürüz, Eğinli, 2010. s:245). Soru sorulmadan devam eden etkileşimlerin büyük ölçüde
akıl okumaya dönüştüğü ve yanılgılara açık olduğu kuşkusuzdur (Özer, 2012. s:108). Akıl
okumaya çalışan kişi, karşısındakine güvenmediği için söylenenlere dikkat etmez. Bu
davranışa maruz kalan kişi yanlış anlaşıldığını veya kendisine inanılmadığını düşünür.
Bu gibi durumlarda arabulucu, taraflara müdahale ederek onları birbirlerini dinlemeye
yönlendirmelidir.
5.16 Övmek
Müzakere sürecinde tarafların birbirini veya arabulucuyu, duruma uygun olmayan
ölçüde övmesi, dile getirilmemiş bir takım yüksek beklentiler olduğunu gösterir. Bu durumun
yaratacağı kaygı, iletişim ortamındaki içtenlik ve güven unsurunu zedeleyebilir. Arabulucu,
yeniden çerçeveleme gibi yöntemlerle abartılı övgülerin etkisini azaltabilir.
5.17 Teselli Etmek
Sıkıntılı bir konudan bahseden kişinin üzülmesini ya da sinirlenmesini engellemek için
genellikle sözünü sonuna kadar dinlemeden yatıştırmaya ve teselli etmeye başlarız. Aslında
sorunlar ortaya konamamış ve çelişkiler giderilememiş olduğu için bu davranış, çözümün
güçleşmesine sebep olur (Voltan-Acar, 2010. s: 85). Ayrıca, bu şekilde teselli edilmek, kişinin
kendisini anlaşılmamış hissetmesine neden olur. Bu da öfkelenmesine ve tepkilerini
derinleştirmesine yol açar.
Arabulucunun yapabileceği en iyi şeylerden biri, yansıtma tekniğini kullanarak
konuşan kişiyi anladığını ona göstermektir. Anlaşıldığını hisseden kişi zaten ihtiyacı olan
gücü toplayıp kendine çıkış yolu bulacaktır.
Sonuç
Arabulucu, yukarıda sayılan iletişim engellerini aşabildiği ölçüde sürecin olumlu
olarak ilerlemesine katkı sağlayacaktır. Böylece, tarafların öfke, korku, çekingenlik gibi
nedenlerden kaynaklanan kırıcı ve yıpratıcı davranışları ile başa çıkabilmesi kolaylaşacaktır.
Bu sayede arabulucu, tarafların birbirlerini doğru anlamalarına ve işbirliği içinde çözüm yolu
bulmalarına destek olabilecektir.
Arabulucunun iletişim engellerini aşabilmesinin yanı sıra, iletişimi kolaylaştırma
becerisine sahip olması da beklenir. İletişiminizi kolaylaştırabilmek için herşeyden önce, yüz
yüze iletişim kurulmalıdır. Yüz, karşıdaki kişiye dönülmeli ve o an yapmakta olduğumuz iş
bırakılmalıdır. Karşımızdaki kişi ile gözle iletişim kurulmalıdır. Gözle iletişimin rahatsız edici
olmamasına dikkat edilmelidir. Ses tonuna dikkat edilmeli ve anlaşılır bir dil kullanılmalıdır.
Dilerken, dinlediğimiz karşı tarafa belli edilmeli, gerektiğinde geri bildirim verilmeli, yerinde
uygun sorular sorulmalı, empatik tepki verilmelidir. Dinlenilen kişinin konuşmalarındaki
temel düşünce, duygu veya amaç kendisine yansıtılabilmelidir. Bu yansıtma tepkileri, kişide
“karşımdaki kişi beni dinliyor ve anlıyor” düşüncesi yaratabilecektir. İletişim sürecinde güler
yüzlü olunmalıdır. Karşımızdaki kişiye uygun biçimde dokunmak da iletişimimizi
kolaylaştırmaktadır. Örneğin “hoş geldiniz…” diyerek tokalaşmak... Ancak, “dokunma”
kültüre duyarlı bir tepkidir, bu nedenle dikkatli olunmalıdır.
ALTINCI BÖLÜM
ÖFKEYLE BAŞETME
Bireyin yaşamında sıklıkla deneyimlediği duygulardan biri de öfkedir. Bireyin hem iç
dünyasını hem de sosyal ilişkilerini doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen öfke duygusu
sıklıkla çalışılan psikolojik kavramlardan biridir. Bu nedenle, literatürde öfke ile ilgili çok
sayıda tanım yer almaktadır.
6.1 Öfkenin Tanımı
Psikolojik bir kavram olan öfke, engellenme, saldırıya uğrama, tehdit edilme, yoksun
bırakılma, kısıtlanma ve benzeri durumlarda hissedilen ve genellikle neden olan şeye ya da
kişiye yönelik şu ya da bu biçimde saldırgan davranışlarla sonuçlanabilen oldukça yoğun
olumsuz bir duygu olarak tanımlanmaktadır (Budak, 2000). Bununla birlikte, Romas ve
Sharma (2000) ise öfkeyi, doyurulmamış isteklere, istenmeyen sonuçlara ve karşılanmayan
beklentilere ve ihtiyaçlara verilen doğal, evrensel ve normal bir duygusal tepki olarak
tanımlamaktadırlar. Öfke ile ilgili tanımlar incelendiğinde, öfkenin her bireyin yaşamında var
olan evrensel, doğal bir duygu olduğu ve bireyin engellendiğinde veya kendini çeşitli
gerekçelere bağlı olarak tehdit altında hissettiği durumlarda ortaya çıkan bir duygu olduğu
anlaşılmaktadır. Aynı zamanda, öfke duygusu, bireyin hem özel yaşamında hem de
kişilerarası ilişkilerini düzenlemede önemli rol oynayan bir duygu olarak da ele alınmaktadır.
Genel olarak öfke, olumsuz durumlarda yaşadığımız, başa çıkmadığımızda kendimize
ve başkalarına zarar veren ve baş edilmesi gereken olumsuz bir duygu olarak tanımlanabilir.
6.2 Öfke İle Karışan Duygular
Literatürde öfke duygusu, kızgınlık ve saldırganlık kavramları zaman zaman birbiri
yerine kullanılmaktadır. Oysa, bu kavramlar arasında önemli farklar bulunmaktadır. Şöyle ki,
kızgınlık, bireye acı veren bir durumun sinyali olarak ifade edilirken; kızgınlığın yoğun ve bir
arada yaşanma durumu ise öfke duygusu olarak ele alınmaktadır (Navaro, 1999).
Saldırganlık kavramı ise öfke duygusunun davranışa dönüşen halidir. Bir başka deyişle,
saldırganlık bireye fiziksel zarar vermeyi hedefleyen bir davranış örüntüsü olarak
tanımlanmaktadır (Berkowitz, 1993).Kızgınlık, öfke ve saldırganlık kavramlarının üçü bir
arada incelendiğinde, tanımlardan da anlaşılabileceği üzere, süreç içerisinde kızgınlık öfkeye
öfke de saldırganlığa dönüşebildiği için bu kavramların kendi içinde aşamalı bir yapı
sergiledikleri söylenebilir.
Örneğin, bir konuşma esnasında, sözü kesilen bir birey, başlangıçta sözünü kesen kişi
veya kişilere yönelik kızgınlık yaşamasına karşın, söz konusu davranış daha uzun süre devam
ediyorsa kızgınlık duygusu yerini öfkeye bırakabilir. Birey, sözü kesilmesi davranışını
kendisine bir tehdit olarak algılamaya başladığında ve öfke duygusu arttıkça saldırganlık
davranışı da sergileyebilir.
6.3 Durumsal ve Sürekli Öfke
Öfke duygusu literatürde iki farklı şekilde ifade edilmektedir. Spielberger (1980)
öfkeyi “durumsal öfke” ve “sürekli öfke” olarak kavramsallaştırmıştır. Durumsal öfke, amaca
yönelmiş davranışın engellenmesi veya haksızlık algılanması karşısında yoğun gerginlik,
kızgınlık, sinirlilik yaşanma durumudur. Engellenme, hakaretleri ve haksızlıkları algılama,
sözlü ve fiili şiddete uğrama v.b. durumuna bağlı olarak durumluk öfkenin, şiddetinin
zamanla azalıp çoğalabildiği kabul edilmektedir (Deffenbacher, 1992). Sürekli öfke ise,
bireylerde genel olarak öfkelenmeye eğilimli olma durumunu ve zaman içerisinde öfke
hissedilme sıklığını ifade etmektedir (Kassinove ve Sukhodolsky, 1995). Sürekli öfkeli olan
bireyler, sürekli öfke düzeyi daha düşük olan bireylere göre olayları daha çok öfkelendirici
olarak algılamakta ve kızgınlık, hiddet gibi duygularını daha sıkça ve daha uzun zaman
periyotlarında yaşamaktadırlar(Williams, 2010).
6.4 Öfkenin Nedenleri
Evrensel olan ve her yaşta görülebilen öfke duygusu, çeşitli nedenlere bağlı olarak
yaşanabilir. Calamari ve Pini’ye (2003) göre, öfke, korku duygusuna bağlı olarak bireyin
kontrollü veya kontrolsüz bir şekilde içe veya dışa yansıttığı bir duygu olarak ortaya
çıkmaktadır.Gazda (1995) ise öfkeyi dört nedenle açıklamıştır:
6.4.1 Kayıp
Birey yaşamında sevdiği bir kişiyi, hayvanı, işi, eşyayı vb. kaybettiğinde öfke duygusu
yaşayabilmektedir. Bireyin yaşadığı bu kayba bağlı olarak ortaya çıkan öfke duygusu
beraberinde acı, üzüntü ve yas gibi duyguları da getirmektedir. Örneğin, çok sevdiği kitabını
kaybeden bir çocuğun evin içinde kitabını araması ve kitabını bulana kadar çevresindekilere
bağırması vb. tepkileri öfke kaynaklı olabilir.
6.4.2 Tehditler-Korkular
Birey fiziksel veya duygusal açılardan kendisini tehdit altında hissettiği durumlarda
sıklıkla öfke duygusu yaşayabilmektedir. Bununla birlikte, birey korku veya güvensizlik
yaratan durumlar karşısında da öfke yaşayabilir. Örneğin, sevgilisi tarafından terk edileceğini
düşünen bir kadın, ilişkisini koruyabilmek için olumsuzluklar karşısında daha fazla öfke
duygusu yaşayabilir.
6.4.2 Engellenme
Öfke duygusunun ortaya çıkmasında sıklıkla üzerinde durulan durumlardan biri de
engellenmedir. Birey yapmak istediği birşeyi yapması engellendiğinde veya yapmak
istemediği şeye maruz kaldığında öfke yaşayabilir. Örneğin, izinli olduğu halde işe çağırılan
bir sekreter patronuna karşı öfke yaşayabilir. Ya da pazar gününü evde televizyon izleyerek
geçirmek isteyen bir çocuğun anne ve babası tarafından misafirliğe götürülmesi çocuk ile
ebeveyni arasında öfkenin yaşanmasına neden olabilir.
6.4.3 Reddedilme
Öfkenin ortaya çıkışında bir diğer neden ise bireyin reddedilme duygusunu yaşamasına
bağlı olabilir. Bireyin kendisini karşısındaki kişi veya kişilerce değersiz hissettiği bir durumda
bir başka deyişle reddedildiği durumda öfke duygusu yaşamasını kaçınılmaz olabilir. Örneğin,
yeni doğan kardeşinin tüm ilgiyi üzerinde topladığını gören bir çocuğun ağlaması, isteklerinde
aşırı ısrarcı olması, huysuz davranışlar sergilemesi vb. öfke duygusunun yaşandığının bir
kanıtı olabilir.
Öfkenin oluşum nedenleri yukarıda bahsedilen sınıflandırmanın dışında “içsel ve dışsal
nedenler” boyutlarında da ele alınabilmektedir. Öfkenin oluşumundaki içsel nedenler,
kıskançlık, üzüntü, merak, yalnızlık, itilmişlik, kaygı, hayal kırıklığı, haksızlık, anlaşılmama
hissi, yok sayılmak, saygı görmemek ve sıkıntı gibi duyguların yaşanmasına neden olabilen
durumlardan da kaynaklanabilir. Bununla birlikte, öfkenin oluşumundaki dışsal nedenler,
haksızlığa uğrama, fiziksel incinme ve yaralanmalar, tacize uğrama, saldırıya uğrama ve
tehditler olarak da sınıflandırılabilir (Özmen, 2006). İçsel nedenler ve dışsal nedenler
incelendiğinde, içsel nedenlerin bireyin kişilik ve kişisel özelliklerine bağlı olabileceği, buna
karşın dışsal nedenlerin daha çok bireyin doğrudan müdahale edemediği bir başka deyişle
kontrol edemediği toplumsal durumlarla açıklanabilir. Balcıoğlu (2001) modern ve kalabalık
kent yaşamı, gelir dağılımındaki eşitsizlikler, kuşaklararası çatışmalar, kavga ve şiddet vb.
durumların dışsal nedenli öfke oluşum nedenleri arasında olduğunu ifade etmektedir. Örneğin,
son yıllarda Türkiye’nin özellikle güney bölgesine yerleşen mültecilerin yerli halk ile
sürtüşmeleri, kavgaları veya çatışmaları toplumsal olayların yarattığı öfkeye bir örnek olabilir.
Öfkenin bireysel veya toplumsal boyutlarda yaşanması çoğu zaman büyük sorunlara yol
açabilmektedir.
Benzer şekilde, birey hayal kırıklığı yaşadığında, canına kastedildiğinde, kendisine
karşı saldırıya geçildiğini düşündüğünde, kışkırtıldığı zaman, stres altında olduğunda,
kendisini ifade etmesi engellendiğinde, istek ve ihtiyaçları karşılanmadığında öfke duygusu
yaşabilmektedir.
Öfkenin nedenleri bir yönüyle “genetik” ve “çevresel” olmak üzere iki faktörle de
açıklanabilir. Örneğin bazı çocuklar doğuştan daha sinirli, alıngan ve kolayca öfkelenebilen
bir yapıda olabilirler. Öte yandan bireyin çevre ile ilişkileri de öfke duygusu yaşamasını
tetikleyebilir. Örneğin, bir çocuğun okulda fiziksel ve cinsel açıdan istismar edilerek
benliğinin zedelenmesi öfke duygusu yaşamasına neden olabilir. Ya da çevresi tarafından son
derecede sakin, uyumlu olarak tanınan, yalnız yaşamakta olan bir kadın, kendisinden izin
alınmadan tarlasından kamyonlarıyla taşımacılık yapan şirket sahibine son derecede öfke
duygusu yaşayabilir. Benzer şekilde, İstekleri ve fiziksel ihtiyaçları karşılanmayan,
istediklerini yapması engellenen, gergin bir çocuk öfke duygusu yaşayabilir. Keza, kardeşi ya
da diğer çocuklarla karşılaştırılan, sıklıkla suçlanan, azarlanan, aşağılanan ve kendisinden
gücünün üstünde işleri yapması beklenen çocuk öfkelenebilir.
6.5 Öfkeyle Birlikte Yaşananlar
Öfkenin nedenleri incelendiğinde, öfke duygusunun tek başına yaşanmadığı,
beraberinde üzüntü, hayal kırıklığı, kaygı, utanç, suçluluk,aşağılanmış,kırgınlık, yas,
değersizlik vb. duyguların da öfkeye eşlik ettiği söylenebilir. Öfkeli bireyler öfke duygularını
fizyolojik, zihinsel ve davranışsal şekillerde ifade edebilmektedirler. Bu nedenledir ki, öfke
duygusu karmaşık duygular bütünü olarak da tanımlanabilir. Öfke duygusuna fizyolojik
değişmeler de eşlik etmektedir. Örneğin, öfke duygusu yaşayan bireyin kalp atışları hızlanır,
solunum sığlaşır, sıklaşır ve terleme artar, vücut adrenalin salgılamaya başlar. Fiziksel olarak,
öfkeli bireylerin yoğun kaş hareketleri (çatık, düşmüş), surat asma, yorgunluk, diş gıcırdatma,
yumruklarını sıkma, geri çekilme, ses tonu değişikliği, enerji artışı, yüzde kızarma gibi
durumlar yaşadıkları gözlemlenebilir (McFarland ve Thomas, 1991).
Fizyolojik tepkiler istem dışı ortaya çıkar ve kontrol edilebilmesi oldukça güçtür.
Tavris (1989) ise öfkeli bireyde kas geriliminin arttığını, vücudunda uyuşma ve seğirme,
boğazında tıkanma, terleme, burnundan soluma, dudaklarını sıkma, baş ağrısının da
yaşandığını eklemektedir. Zihinsel boyutta, yoğunlaşma eksikliği, dikkatsizlik ve unutkanlık
öfke duygusunun devamında gözlenebilir. Bununla birlikte, davranışsal boyutta, öfke
saldırganlığa, alkol ve madde kullanımına, aşırı yemek yemeye vb. neden olabilir. Öfkenin
fizyolojik, zihinsel ve davranışsal boyutları her bireyde farklı yoğunluklarda yaşanabilir.
Örneğin, haksızlığa uğrayan bir çalışan, öfkesini daha çok zihinsel boyutta yaşayabilirken
(unutkanlık ve dikkatsizlik gibi); aynı durumda bir başka çalışan haksızlığa karşı saldırganca
davranışlar sergileyebilir.
Anlaşılacağı üzere, öfkeli birey, kendine ve başkalarına yönelik olumsuz duygu,
düşünce ve davranışlar geliştirebilmektedir. Öfkesi geçtikten sonra birey, yaşadığı bu olumsuz
duygu, düşünce ve davranışları nedeniyle pişmanlık duygusu da yaşayabilir. Mahkemeye
intikal etmiş azımsanamayacak sayıdaki davada bu durum izlenebilir.
6.6 Öfke Duygusu Ne Zaman Sorun Olarak Değerlendirilebilir
“Öfke ile kalkan, zararla oturur” sözünde de ifade edildiği üzere öfke, hem bireyin
kendisine zarar vermeye başlamış, hem de kişilerarası ilişkilerin bozulmasına neden oluyorsa
öfke duygusu bir sorun olarak değerlendirilebilir. Öfke duygusunu sorun olarak yaşayan
bireylerin hoşgörü düzeylerinin düşük olduğu, olumsuz bir benlik algısına sahip oldukları,
kendilerini suçladıkları, yargıladıkları, aşağıladıkları gözlenmektedir. Bu bireylerin Acı
gerçeklerle yüzleşmekte güçlük yaşadıkları, giderek daha fazla ve görece önemsiz şeylere de
öfke duyma eğilimi içine girdikleri izlenmektedir. Eğer birey, olur olmaz herşeye
öfkeleniyorsa, sıklıkla çevresindeki bireylerle kırıcı tartışmalara giriyorsa, akranlarına kıyasla
daha yoğun olarak öfkeleniyorsa, sık sık sinirlenip ağlayarak çevresindekilere saldırıyorsa,
işini ya da ödevini yapmakta zorlandığında veya yanlış yaptığında buna bağlı olarak ağlıyor,
bağırıyor, ayağını yere vuruyor, duvarı yumrukluyorsa o bireyde öfke duygusu sorun olarak
değerlendirilebilir. Yine, birey, yakınındakilerin çabalarına rağmen öfkesini sürdürüyor,
onlarla çatışıyor, onlara hakaretler ediyor, saldırılarda bulunuyorsa, sakinleştiği dönemlerde
de genellikle kendisini öfkeli birisi olarak değerlendiriyorsa bu durumda o birey için öfke
duygusu bir sorun olarak değerlendirilebilir.Martin ve Watson (1997) öfkenin kişilerarası
sorunlu ilişkilere, boşanmaya, çalışma yaşamında üretkenliğin ve işlevselliğin bozulmasına,
fiziksel ve ruhsal sağlıkta önemli sorunlara neden olabileceğini ifade etmektedirler.
Bu nedenle, öfke duygusunu sorun olarak yaşayan bireylerin bir profesyonel meslek
elemanından yardım alması ve öfke duygusunu yönetebilme becerisi kazanması yararlı
olabilir.
6.7 Öfkeye Kuramsal Yaklaşımlar
Temel psikolojik kuramlar öfkeyi farklı bakış açılarından ele almışlardır. Örneğin,
Psikanalitik Kuram, öfkeyi bilinçdışı süreçlerle açıklamakta ve saldırganlık ile öfkenin ölüm
içgüdüsüne dayandığını ifade etmektedirler (Geçtan, 1996). Bu yaklaşıma göre, bireyin öfke
dinamiklerinin neden sonuç ilişkisi içinde incelenmesi ve öfkenin bilinçaltından bilinç
düzeyine getirilmesi gerekmektedir. Bir başka deyişle, eğer bireyler öfkelerinin altında yatan
nedenleri anlarlarsa, öfkelerini kontrol edebilirler (Thomas, 1993). Aksi takdirde psikolojik
veya psikosomatik hastalıkların yaşanılması kaçınılmaz olur.
Davranışçı Yaklaşım ise, öfkeyi temel bir duygu olarak ele almakta ve bireyin erken
dönemlerdeki koşullanmalarıyla meydana geldiğini belirtmektedirler (Nelson-Jones,1995).
Bir başka deyişle, öfke uyarıcılara verilen öğrenilmemiş duygusal tepkilerdir.
Akılcı Duygusal Yaklaşıma göre ise, öfke, stres, ruh sağlıksızlığı akılcı olmayan
düşüncelerden kaynaklanmaktadır (Meichenbaum, 1985. S:261-286).Altıntaş ve Gültekin
(2003) bireyin mantık dışı düşüncelerini değiştirildiğinde öfkesi ile baş edebileceğini ve
bireyin başarısızlık kimliğinden kurtulabileceğini vurgulamaktadırlar. Gestalt terapi ise öfke
duygusu ile ilgili olarak bireyin kendisi ve çevresiyle olan temasının düzelmesi ve
bütünleşmesi üzerinde durmakta, bireyin öfkesine ilişkin farkındalığını artırarak bireyde
değişme isteğinin oluşacağı ifade edilmektedir (Balkaya, 2001).
6.7 Öfke Hep Olumsuz Bir Duygu mudur?
Öfke literatürde sıklıkla olumsuz bir kavram olarak ele alınmaktadır. Buna karşın bazı
araştırmacılar, öfkenin olumsuz bir duygu olmasının yanında olumlu, uyum sağlayıcı
işlevlerinin de olduğunu ifade etmektedirler. Öfke duygusu birey tarafından yönetilemiyorsa
kendisine ve başkalarına zarar verebilmektedir. Ancak, öfke duygusu birey tarafından
yönetilebilirse uyum sağlayıcı bir işleve sahiptir. Örneğin Novaco (1975) öfkenin bu işlevsel
özelliklerini altı boyutta ele almıştır:
1. Öfke bireye enerji verir.
2. Süreğen davranışın uyarıcılığını azaltarak acıya engel olur.
3. Diğer insanlara yönelik olumsuz duyguların açıklanmasını kolaylaştırır.
4. Kaygıyı dış çatışmaya çevirerek, ego tehdidine karsı kendini savunur.
5. Saldırganlık için içsel ve öğrenilmiş bir uyarıcı olarak, davranışta bulunma yönünde
güdüler ve güçlendirir.
6. Stresle başa çıkmada, başlangıçta bir kışkırtıcı olarak olayı ayrıştırır.
Öfkenin yukarıda ifade edilen işlevsel özelliklerinden hareketle, bireyin kimi zaman
bir konuda çabalamasını veya uğraşmasını sağlaması, onu motive etmesi, bireye kendini ifade
edebilme fırsatı sağlaması ve benlik saygısını korumasında etkili olduğu söylenebilir. Bir
başka deyişle, öfke sayesinde birey, hatalarını fark edebilir, öfke duyan ve duyulan kişi
arasındaki ilişki güçlenebilir ve daha sağlıklı ve anlamlı ilişkiler kurulabilir (Averill, 1983).
Bireyin harekete geçmesi ve ilişkilerini düzenleme amacına yönelik olumluya çevrilen öfke,
engeli aşmak ve istendik olmayan durumdan kurtulmak için bireyin uygun davranışlarla
tepkide bulunmasını sağlayarak bireye güçlülük, üstünlük, olayları kontrol edebilme
duygularını yaşatır (Rawlins ve Heacock, 1988).
Öfkeyi ifade etmenin en doğal ve içgüdüsel yolu saldırganlıktır (Kasatura, 2003).
Saldırganlık, öfkeye neden olan sorunun çözümünde toplum tarafından kabul edilebilir bir
davranış değildir. Öfkenin kabul edilebilir düzeyde ifade edilmesi, bireyin psikolojik sağlığı
ve kişilerarası ilişkileri açısından büyük bir önem taşımaktadır. Öfkenin çeşitli gerekçelerle
ifade edilmemesi veya uygun olmayan şekillerde ifade edilmesi (saldırganlık gibi) olumsuz
sonuçlar doğurabilir. Şöyle ki, haksızlığa uğrayan bireyin öfkesini şiddet yoluyla ifade etmesi
olumsuz bir duruma yönelik olumsuz bir tepki niteliği taşıdığından sorunun çözümlenmesini
zorlaştıran veya olanaksız hale getiren bir hale dönüşebilir. Öfkenin uygun bir şekilde ifade
edilmesi, doğuştan değil sonradan kazanılan bir beceri olmasından dolayı bir bireyin öfke ile
ilgili sorununun çözümünde profesyonel bir destek alması hem gerekli hem de işlevsel
olabilir.
6.8 Öfke İle Başetme
Öfke ile baş etme de bazı yanlış anlayışlar veya davranış gözlenmektedir. Öncelikle
ifade edilmelidir ki, bireyin yaşadığı öfkeyi yok sayması, “öfkesini başkasından alması”,
öfkesini saldırgan veya pasif biçimde ortaya koyması veya başını duvara vurması, öfkesini
kendine yöneltmesi öfkeyle baş etme uygun yollar olarak değerlendirilemez.
Öfke ile baş etme ya da öfke yönetimi gibi konular profesyonel yardım sürecinin temel
odağını oluşturmaktadır. Örneğin, ilgili profesyonel öfkesi ile baş edemeyen bireye bilgi
vererek öfkeye neden olan insanların ve çevrenin etkisini kontrol etmeyi, öfkeyi ortaya
çıkaran psikolojik ve duygusal durumları azaltmayı öğretebilmektedir (Hogan, 2003). Benzer
şekilde arabuluculuk sürecinde taraflardan birisi diğerinin arazisini izin almadan yol olarak
kullanıyorsa, bu durum, arazi sahibinde öfkeye yol açmış olabilir. Bu noktada arabulucunun
uzlaşmazlık durumunda öfke duygusunu görerek tepkide bulunup tarafların çatışma nedenleri
konusunda taraflarda farkındalık yaratabilir.
Öfke ile sağlıklı bir şekilde baş edilmesi mümkündür. Öfke ile baş etmek, öfkeye
müdahale durumunun genel olarak bilişsel, davranışsal, duyuşsal boyutlarda ele alınması ile
mümkündür. Bilişsel boyutta öfke ile çalışırken; bireyin, öfkeyi tetikleyen ve tekrar eden
“olumsuz (irrasyonel) düşünceleri” fark etmesi sağlanabilir. Ayrıca, bireyin kendi kendisine
“Kime, niçin öfkelendim? Öfkeliyken bedenimde neler oldu? Öfkemin şiddeti nedir? Şu an
başka ne tür düşünce ve duygular içindeyim?” sorularını sorması yararlı olabilir.
Davranışsal boyutta bireyin öfke yaşadığında gösterdiği olumsuz davranışlar yerine
olumlu davranışlar oluşturmalarına katkı verilebilir. Duyuşsal boyut açısından öfke ile
çalışırken, öfkeye neden olan durum karşısında vücudun gösterdiği olumsuz fizyolojik
tepkileri olumlularla değiştirmek için gerek fiziksel gerekse de zihinsel uyaranları kontrol
etmek gerekebilir. Aynı zamanda, bireyin öfkeyi yaşadığı yoğun anda enerjisini veya yönünü
başka bir tarafa çevirmesi o an için öfkeyi kontrol altına alma açısından önemlidir.
Öfke ile baş edebilmek için profesyonel destek almak gerekli ve önemlidir. Öfke
duygusunun bireyin yaşamında sorun oluşturmaya başladığı durumda bireyin psikolojik
destek alması gerekmektedir. Öfke, işlevsel olmayan sonuçlar doğurabilen bir duygu
olduğundan öfkenin kontrol edilmesi veya yönetilmesi gerekmektedir. Bireyin öfkesini
tetikleyen durumları ve öfke biçimini tanımlaması, kendisini sakinleştirmeye yönelik düzenli
nefes egzersizleri yapması, öfke duygusuyla hareket etme konusunda kontrollü olması,
çevresindeki insanları öfkesinden haberdar etmesi, öfkeliyken o ortamdan uzaklaşması,
durumları kişiselleştirmekten uzak durması, problemin çözümüne odaklanması gibi
davranışlarla öfke ile baş edebilmesi mümkündür (Soykan, 1992).
Arabuluculuk sürecinde tarafların öfkelerini uygun şekillerde ifade etmesi için
arabulucunun dikkatli olması, daha doğrusu, müzakerenin başında duyguların ifadesi, saygı,
birbirini dinleme, gizlilik, hak ve sorumluluklar, etik vb. konularında tarafların
bilgilendirilmesi yararlı olabilir. Aksi takdirde, taraflardan birisinin öfke duygusunu uygun
olmayan biçimde ifade etmesi, süreci kontrol edilemez bir noktaya taşıyabilir.
Yukarıda söylenenlerin yanı sıra, tarafların niçin, nasıl, kime, ne düzeyde
öfkelendiklerinin farkında olmalarını öfkeyle baş edebilmelerine yardım eder. Yine, öfke
duygusuna eşlik eden diğer duyguların (üzüntü, hayal kırıklığı, kaygı, suçluluk veya
aşağılanmışlık vb.) farkında olmaları, öfkelendiğinde tepkisini ertelemek de öfkeyle
başetmede önemli yollardandır. Ayrıca, kişilerin öfke ile baş edebilmelerinde iletişim
becerisine, problem çözme becerisine sahip olmaları ve kendi kendilerine gevşeme
tekniklerini (Yıldırım, 1992) uygulayabilmeleri de öfke kontrolü veya öfkeyle baş etme
konusunda yararlı yöntemler olarak sıralanabilir.
Uygulama
Şimdi, problem çözme becerisi kazanmak için bir uygulama yapalım (Bu aşamada
eğitici, katılımcıların desteğini alarak ve katılımlarını sağlayarak problem çözme örnekleri
sunabilir). İkincisi, eğitici, öfkeyi kontrol etmek amacıyla gevşeme tekniğini katılımcılara
uygulayabilir. Her uygulama sonunda gözlemler ve yaşananlar grup üyelerince paylaşılır,
dönütler alınır ve verilir, öneriler sunulur.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Adair, John. (2003). Etkili İletişim, Yönetim Silahlarının En Önemlisi, çev: Ömer Çolakoğlu,
İstanbul, Eylül.
Akar, A. (2014). PDR ve Psikoloji Programı Öğrencilerinin Empatik Eğilimleri ve Narsistik
Kişilik Özelliklerinin İncelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Toros Üniversitesi.
Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Akkoyun, F. (1982). Empatik Anlayış Üzerine. A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 15, 1,
63-69.
Alkaya, A. (2004). Lise Öğrencilerinin İletişim ve Empati Becerilerinin Sosyo-Demografik
Değişkenler Açısından İncelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Dokuz Eylül
Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
Altınköprü, Tuncel. (1999). “Beden Yapısı Yüz Yapısı ve Karakter”, Hayat Yayınları,
Temmuz, İstanbul.
Altıntaş, E., Mücahit, G. (2003). Psikolojik Danışma Kuramları.Bursa: Alfa Yayınları.
Altıntaş E.; ÇAMUR, Devrim. (2005). Beden Dili, Sözsüz İletişim, İstanbul: Aktüel-Alfa
Akademi Basın Yayım Dağıtım.
Averill, J. R. (1982). Angerandagression: an essay on emotion. New York: Springer-Verlag.
Babacan, Muazzez. (2002). Kişisel Satışta Sözsüz İletişim Faktörü, Dokuz Eylül Üniversitesi,
İMYO Satış Yönetimi Programı.
Balcıoğlu, İ. (2001). Şiddet ve toplum. İstanbul: Bilge Yayınları.
Balkaya, F. (2001). Öfke: temel boyutları, nedenleri ve sonuçları. Türk Psikoloji Yazıları,
4(7), 21-45.
Berkowitz, L. (1990). On theformationandregulation of angerandagression. acognitive-
neoassociationisticanalysis. AmericanPsychologist, 45(4), 494–503.
Bloom, P. (2013), "The Baby in the Well: The case against empathy, The New Yorker, 20,
118-121.
Boydak, Alp. (2001). “Öğrenme Stilleri”, Beyaz Yayınları, İstanbul.
Budak, S. (2000). Psikoloji sözlüğü. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Calamari, E.,&Pini, M. (2003). Dissociativeexperiencesandangerproneness in
lateadolescentfemaleswithdifferentattachmentstyles. Adolescence, 3(150), 287-303.
Chlopan, B. E., M. L. McCain, J. L. Carbonnell, ve R.L. Hagen (1985). Empathy: Review of
Available Measures. Journal of Personality and Social Psychology, 48, 3, 635-653.
Cooper, Ken (1989). Sözsüz İletişim, çev: Tunç Yalkı, Rota Yayın-Dağıyım, İstanbul.
Cunningham, S. (2015). “Intrapersonal Communication: A Review and Critique”, Aitken ve
Shedletsky (Eds.), Intrapersonal Communication Processes, 3-18.
https://scholar.google.com.tr/scholar?q=%E2%80%9CIntrapersonal+Communication%3A+A
+Review+and+Critique%E2%80%9D&btnG=&hl=tr&as_sdt=0%2C5. (20.04.2015).
Cüceloğlu, D. (1987). İnsan İnsana. İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi.
Cüceloğlu, Doğan. (2014). İletişim Donanımları, 47. Baskı, İstanbul, Remzi Kitabevi.
Çakır, Özlem. (2002). “Profesyonel Yaşamda Kişisel İmaj”, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
De Wied, M., Goudena, P. P. ve Matthys, W. (2005). Empathy in boys with disruptive
behavior disorders. Journal of Child Psychology and Psychiatry, 46, 867-880.
Deffenbacher, J. L. (2010). Cognitive-behavioralconceptuallizationandtreatment of anger.
CognitiveandBehavioralPractice, 10,1-10.
Dökmen, Ü. (1988). Empatinin Yeni Bir Modele Dayanılarak Ölçülmesi ve Psikodrama ile
Geliştirilmesi. A. Ü. EBF Dergisi, Ankara
Dökmen, Ü. (2002). İletişim Çatışmaları ve Empati, Sistem Yayıncılık, İstanbul.
Dökmen, Ü. (2003). İletişim Çatışmaları ve Empati, Sistem Yayıncılık, İstanbul.
Dökmen, Ü. (2008). İletişim Çatışmaları ve Empati, 39. Baskı, İstanbul, Remzi Kitabevi.
Erdoğan, İ. (2011. İletişimi Anlamak, Geliştirilmiş 4. Baskı, Pozitif Matbaacılık, Ankara.
Erdoğan, İrfan. (2002). İletişimi Anlamak, Erk Yayın, Pozitif Matbaacılık, Ankara.
Fast, Julius; Beden Dili- Siz Sussanız da Bedeniniz Konuşuyor, çev: Adalet Çelbiş, İstanbul:
Kuraldışı Yayıncılık.
Fuchsman, K. (2015). Empathy and humanity. The Journal of Psychohistory, 42, (3), 176-
187.
Geçikli, F. (2010). Halkla İlişkiler ve İletişim, Beta Yayınları, 2. Baskı, İstanbul.
Geçtan, E. (1996). Psikanaliz ve sonrası. (7. Baskı). İstanbul: Remzi Kitabevi.
Geçtan, E. (2000). Psikanaliz ve Sonrası. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Gibb, J. R. (1961). DefensiveCommunication. (Akt: Doğan Cüceloğlu, 1987). Journal of
Communication, 9, 141-148.
Gladstein, G. A. (1983). Understanding Empathy: Integrating Counseling, Developmental and
Social Psychology Perspectives. Journal Of Counseling Psychology, 30 (4), 467-482.
Goldstein, A. P., ve Michaels, G. Y. (1985). Empathy: Development, training, and
consequences. Lawrence Erlbaum.
Guttman, H. A. ve LaPorte, L. (2000) “Empathy in Families of Women with Borderline
Personality Disorder, Anorexia Nervosa, and a Control Group”, Family Process,
39(3), 345–358.
Güney, S. (2000). Davranış Bilimleri, Genişletilmiş 2. Baskı, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara.
Güngör, N. (2011). İletişime Giriş, Siyasal Kitabevi, Ankara.
Gürcan, H. İ. (2012). Medya ve İletişim, Anadolu Üniversitesi Yayını, 1. Baskı, Eskişehir.
Gürüz, Demet ; Eğinli, Ayşen Temel. (2010). İletişim Becerileri, Anlamak, Anlatmak,
Anlaşmak, 2.Baskı, Ankara, Nobel Yayınevi
Hasdemir, A. D. (2007). Ergenlerin Ve Anne Babalarının Empatik Becerileri İle Aile
Yapılarını Değerlendirmeleri Üzerine Bir Araştırma. Yayınlanmamış Doktora Tezi.
Gazi Üniversitesi. Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
Hogan, E. K. (2003). Angermanagement 1: an overviewforcounselors. ERIC Clearinghouse
on CounselingandStudent Services Greensboro NC (1-6)
http://richerexperiences.com/wp-content/uploads/2014/02/Johari-Window.pdf
JAMES, Judi; Beden Dili, Olumlu İmaj Oluşturma, çev: Murat Sağlam, Alfa Basım Yayım,
İstanbul.
Johnson Dan, R., Cushman Grace, K., McCune Madison, S., Borden Lauren, A. (2013).
Potentiating Empathic Growth, Psychology of Aesthetics, Creativity, and the Arts,
7(3), 306-312.
Jolliffe, D. ve Farrington D. P. (2004). Empathy and Offending: A Systematic Review and
Meta- Analysis, Aggression and Violent Behaviour, 9 (5), 441- 476.
Kasatura, İ. (2003). Heyecansal Kontrol. İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi.
Kassinove, H.,&Sukhodolsky, D. G. (1995). Angerdisorder: Basic scienceandpracticeissues.
In H. Kassinove (Ed.), Angerdisorders: Definition, diagnosis, andtreatment (pp 1–
26). Washington, DC: Taylor & Francis.
Kaya, A. ve Siyez M. D. (2010). KA-Sİ çocuk ve ergenler için empatik eğilim ölçeği:
geliştirilmesi geçerlik ve güvenirlik çalışması. Eğitim ve Bilim, 35(156), 110-125.
Kaya, A. (2012). İletişime Giriş: Temel Kavramlar ve Süreçler. (4. Baskı). (Ed. Alim Kaya),
Kişilerarası İlişkiler ve Etkili İletişim. Ankara: Pegem-A.
Kaya, Derya. (2001). “Etkili İletişim, Sunum Teknikleri Ve Beden Dili”, Eğitim Semineri
Metinleri, Harp Akademileri Basım Evi, İstanbul.
Koç, Saim. (2004). İletişimde Ustalaşmak, Bize Nasıl davranacaklarını Başkalarına Biz
Öğretiriz, Kuraldışı Yayıncılık, İstanbul, Ekim, s.28.
Kohut, H. (1959). Introspection, empathy, and psychoanalysis: An examination of the
relationship between mode of observation and theory. Journal of the American
Psychoanalytic Association.
Krasser, G., Rossmann, P. ve Zapotoczky, H. G. (2003). “Suicide and Auto-aggression,
Depression, Hopelessness, Self-communication Results of a Prospective Study”, Archives of
Suicide Research, 7:3, 237-246.
Luft, J. (2015). “The Johari Window/A Graphic Model of Awareness in Interpersonal
Relations”, http://www.convivendo.net/wp-content/uploads/2009/05/johari-window-articolo-
originale.pdf (20.04.2015).
Marshall, W. L., Hudson, S. M., Jones, R., & Fernandez, Y. M. (1995). Empathy in sex
offenders. Clinical psychology review, 15(2), 99-113.
Martin, R.,& Watson, D. (1997). Style of angerexpressionanditsrelationtodailyexperience.
PersonalityandSocialPsychologyBulletin, 23(3), 284-294
Mccarty, J. John. (1989). Başarısız Yöneticiler, çev: Belkıs Çorakçı, İlgi Yayınevi, Rota
Yayın Tanıtım, İstanbul.
Mcfarland, G.K., Thomas, M. D. (1991) PsychiatricMentalHealthNursing Application of
theNursingProcess. USA: J.B. LippincottCompany
Meichenbaum, D.(1985). Cognitive – BehavioralTherapies (ContemporaryPsychoteerapies
kitabında: Edit: Steven JayLynn ve John P. Garske). Charles E. Merrill
PublishingCompany.
Mısırlı, İ. Genel ve Teknik İletişim, Detay Yayıncılık, 2. Baskı, Ankara.
Molcho, Samy. (2000). Körpersprache, Beden Dili Sessiz Diliniz, çev: E.Tülin Batır, İstanbul:
Gün Yayıncılık.
Moller, Claus and HEGEDAHL, Paul. (1994). Önce İnsan, Putting People First, TMI-Time
Manager International, Scandinavian Service School, PDR-Özel Eğitim ve Danışmanlık
Lmt.Şti., s. 152. İstanbul.
Morreal, John. (1997). çev: Kubilay Aysevener, Şenay Soyer, Gülmeyi Ciddiye Almak, İris,
Mizah Kültürü, İstanbul, Birinci Baskı.
Navaro, L. (1999). Bir cadı masalı: kızgınlık, güç ve cinsel roller üzerine (3.Basım). İstanbul:
Remzi Kitabevi.
Nelson-Jones, R. (1995). Danışma psikolojisi kuramları. (Çev. Ed. Füsun Akkoyun). Ankara.
Noelle-Neumann Elisabeth. (1998). Öffentliche Meinung, Die Entdeckung der Schweige
spiral, Kamuoyu, Suskunluk Sarmalının Keşfi, çev: Murat Özkök, Ankara: Dost
Kitapevi.
Novaco, R. W.(1975). Angercontrol: thedevelopmentevaluation of an exprementaltreatment.
LexingtonBooks.
Özer, Kadir. (2012). İletişimsizlik Becerisi ; 11. Baskı, İstanbul, Sistem Yayıncılık.
Özgüven, İ, E. (2010). Ailede İletişim ve Yaşam. Ankara: PDREM Yayınları.
Özmen, A. (2006). Öfke: kuramsal yaklaşımlar ve bireylerde öfkenin ortaya çıkmasına neden
olan etmenler. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 39(1), 39-56.
Pease, Allan; “Body Language”-Beden Dili, Karşımızdakinin Davranışlarından Düşüncelerini
Anlamanın Yolu, İstanbul: Rota Yayınları.
Ramsøy, T. Z., Skov, M., Macoveanu, J., Siebner, H. R. ve Fosgaard, T. R. (2015). Empathy
as a neuropsychological heuristic in social decision-making, Social Neuroscience,
10:2, 179-191.
Rawlins, R. P.,&Heacock, P. E. (1988).Clinicalmanual of psychiatricnursing. St. Louis: The
CV MosbyCo.
Reese, H. W. (2004). “Private Speech and Other Forms of Self-Communication”, The
Behavior Analyst Today, 5, 2, 2004, 182-188.
Rogers, C. R. (1975). Empatik Olmak Değeri Anlaşılmamış Bir Varoluş şeklidir. (Çev: F.
Akkoyun, 1983). Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 16 (1), 103-
124.
Romas, A.,&Sharma, M. (2000). PracticalStress Management.Massachusetts: AlIyn&Bacon.
Rotaru, I. Nitulescu, L. ve Balas, E. (2010). “The Self in the Communication Process”,
Procedia Social and Behavioral Sciences, 5, 331-333.
Schober, Otto. (1996). “Körpersprache”, Beden Dili, Davranış Anahtarı, Beden Dilinin
Günlük Yaşantımızdaki Yeri ve Önemi, çev: Süeda Özbent, Arion Yayınevi, Üçüncü
Basım, İstanbul.
Sevik-Karaman, A. (2012). Dört Farklı Suç Tipinde Empatik Beceri Düzeylerinin
Karşılaştırılması. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul Üniversitesi, Adli Tıp
Enstitüsü.
Soykan, Ç. (2003). Öfke ve öfke yönetimi. Kriz Dergisi, 11(2), 19-27.
Taner Derman, M. (2013). Çocukların Empati Beceri Düzeylerinin Ailesel Etmenlere Göre
Belirlenmesi. International Journal of Social Science. 6, (1), 1365-1382,
Tavris,C. (1989). Anger: themisunderstoodemotion.(2nd. ed.).NewYork:Simon&Schuster.
Thomas, S.P. (1993). Angeranditsmanifestations in women. In S. P. Thomas (Ed.).
Womenandanger. New York: Springer Publishing Company.
Townsend Roz. (2003). Learning Wealth, Öğrenme Zenginliği, çev: Pelin Sıral, Sistem
Yayıncılık, İstanbul, Beşinci Basım, s. 116.
Tutar, H. ve Yılmaz, M. K. (2010). Genel İletişim Kavramlar ve Modeller, Seçkin Yayıncılık,
Ankara.
Tutar, Hasan – YILMAZ, M. Kemal. (2003). “Genel İletişim, Kavramlar ve Modeller”, Nobel
Yayın Dağıtım, 4. Basım, Ankara.
Voltan- Acar, Nilüfer. (2010). İnsan İlişkileri – İletişim, 2. Baskı, Ankara, Nobel Yayınevi.
Wıtz, Marion. (2004). “Stand up and talk to 1000 people”, “Bin Kişinin Önünde Konuşmak”,
çev: Mehmet Gürsel, Dharma Yayınları, İstanbul.
Williams, J. E. (2010). Anger/hostilityandcardiovasculardisease, ınternationalhandbook of
anger: constituentandconcomitantbiological, psychological, andsocialprocesses.In M.
P. Potegal, G. Stemmler (Eds.). New York: Springer.
Yıldırım, A. (2005). Kişilerin Empatik Eğilimleri ile Boşanma Arasındaki İlişkisinin
İncelenmesi. Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi. 22, 233-242.
Yıldırım, İ. (1991). Stres ve Stresle Başa Çıkmada Gevşeme Teknikleri” H.Ü. Eğitim
Fakültesi Dergisi, Sayı:6, s:175-189.
Yıldırım, İ. (1992). Psikolojik Danışma ve Rehberlik Programı Öğrencileri ile Psikoloji
Programı Öğrencilerinin Empatik Eğilim ve Empatik Beceri Düzeyleri. Hacettepe
Üniversitesi Eğitim fakültesi Dergisi, 7, 193-208.
Yıldırım, İ. (1993). Rehber Öğretmenlerin Empatik Eğilim ve Empatik Beceri Düzeylerinin
Bazı Değişkenler Açısından İncelenmesi. Eğitim ve Bilim Dergisi, 17 (89), 54-63.
Yıldırım, İ. ve Ergene, T. (1994). İlköğretim Müfettiş Adaylarının Empatik Eğilim
Düzeylerine Göre İş Doyumları. 1. Eğitim Bilimleri Kongresi, Adana.
Yılmaz, A. (2009). Suça Yönelmiş ve Yönelmemiş 14–18 Yaş Arası Ergenlerin Empati
Düzeylerinin ve Ana-Baba Tutumlarının İncelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi. Uludag Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Yüksel, Ahmet Haluk. İkna ve Konuşma, Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Yayın
No:411, Eskişehir.