7
Marx ve Engels’i Doğuran Sürecin Tarihsel Materyalist Bir Özeti Sanayi devrimi öncesi İngiltere, Büyük Fransız devrimi ve Prusya üzerindeki etkisi. Marx ve Engels söz konusu olduğunda onların on dokuzuncu yüzyılda bilimsel ve eylemsel bulgularıyla, çok sayıda ülkede birbirini izleyen kuşakların düşünce ve eylemlerini belirleyen iki doktriner olduğunu kısa tanımla söyleyebiliriz. Tarihsel materyalizm metodolojisine göre, öncelikle düşünce ve karakterlerinin oluşumunu düzenleyen çevresel olayları basitçe özetleyerek anlatacağız. Çünkü her insan belirli birer toplumsal ve ailevi ortamın ürünüdür. Yeni bir şeyler yaratan her deha, bunu kendisinden öncekilerin oturttuğu temeli yerinden oynatarak ya da sağlamlaştırarak yapar. Bu yüzden de Marx ve Engels'in doğdukları; psikolojik ve maddi besinlerini aldıkları toplumsal kalıpları incelersek, onları ve Marksizm’i çok daha iyi anlayabiliriz. Karl Heinrich Marx: Doğum tarihi: 5 Mayıs 1818 Doğum yeri: Ren Prusya’sı / Trier kenti Prusya Krallığı'na bağlı Trier kentinde yedi çocuklu Yahudi bir ailenin üçüncü çocuğu olarak Karl Heinrich Marx adıyla dünyaya geldi. Babası Heinrich (1777–1838) Aydınlanma düşünürleri Voltaire ve Rousseau'ya hayrandı. Prusya makamları, bir Yahudi'ye hukuk diploması vermeyeceği için Prusya'nın resmi inancı olan Lüterciliği seçti, Hıristiyan oldu. Annesinin ismi Henrietta (1788–1863), kardeşlerinin isimleri Sophie, Hermann, Henriette, Louise, Emilie ve Caroline'dir. Friedrich Engels: Doğum tarihi: 28 Kasım 1820 Doğum yeri: Ren Prusya’sı /Barmen(Wuppertal) Kenti Engels, şimdiki Wuppertal'da doğdu. Bir Alman tekstilcinin en büyük oğluydu. İkisinin de Ren eyaletinde hemen hemen aynı zamanlarda ve yakın yerlerde doğması anlamlıdır. Yetişme çağlarının getirdiği gerek 1830 Devrimi koşulları gerek kabaran diğer devrimci yayılmalar onların karakterini belirledi. Bu tarihsel süreçleri en iyi etkileyen iki olay İngiltere’de sanayi devrimi ve Fransa’daki büyük devrimdir. Gelin yakından inceleyelim.

Marks ve engels hayatı üzerine 1

  • Upload
    fishizm

  • View
    238

  • Download
    4

Embed Size (px)

DESCRIPTION

asd

Citation preview

Marx ve Engels’i Doğuran Sürecin Tarihsel Materyalist Bir Özeti

Sanayi devrimi öncesi İngiltere,

Büyük Fransız devrimi ve Prusya üzerindeki etkisi.

Marx ve Engels söz konusu olduğunda onların on dokuzuncu yüzyılda bilimsel ve eylemsel bulgularıyla, çok sayıda ülkede birbirini izleyen kuşakların düşünce ve eylemlerini belirleyen iki doktriner olduğunu kısa tanımla söyleyebiliriz.

Tarihsel materyalizm metodolojisine göre, öncelikle düşünce ve karakterlerinin oluşumunu düzenleyen çevresel olayları basitçe özetleyerek anlatacağız. Çünkü her insan belirli birer toplumsal ve ailevi ortamın ürünüdür. Yeni bir şeyler yaratan her deha, bunu kendisinden öncekilerin oturttuğu temeli yerinden oynatarak ya da sağlamlaştırarak yapar. Bu yüzden de Marx ve Engels'in doğdukları; psikolojik ve maddi besinlerini aldıkları toplumsal kalıpları incelersek, onları ve Marksizm’i çok daha iyi anlayabiliriz.

Karl Heinrich Marx:

Doğum tarihi: 5 Mayıs 1818 Doğum yeri: Ren Prusya’sı / Trier kenti

Prusya Krallığı'na bağlı Trier kentinde yedi çocuklu Yahudi bir ailenin üçüncü çocuğu olarak Karl Heinrich Marx adıyla dünyaya geldi. Babası Heinrich (1777–1838) Aydınlanma düşünürleri Voltaire ve Rousseau'ya hayrandı. Prusya makamları, bir Yahudi'ye hukuk diploması vermeyeceği için Prusya'nın resmi inancı olan Lüterciliği seçti, Hıristiyan oldu. Annesinin ismi Henrietta (1788–1863), kardeşlerinin isimleri Sophie, Hermann, Henriette, Louise, Emilie ve Caroline'dir.

Friedrich Engels:

Doğum tarihi: 28 Kasım 1820

Doğum yeri: Ren Prusya’sı /Barmen(Wuppertal) Kenti

Engels, şimdiki Wuppertal'da doğdu. Bir Alman tekstilcinin en büyük oğluydu. İkisinin de Ren eyaletinde hemen hemen aynı zamanlarda ve yakın yerlerde doğması anlamlıdır.

Yetişme çağlarının getirdiği gerek 1830 Devrimi koşulları gerek kabaran diğer devrimci yayılmalar onların karakterini belirledi. Bu tarihsel süreçleri en iyi etkileyen iki olay İngiltere’de sanayi devrimi ve Fransa’daki büyük devrimdir. Gelin yakından inceleyelim.

Sanayi devrimi:

Sanayi devrimi yaygın tanımıyla başlama “aracı”, buharlı makine. 1763'de James Watt, İskoçya'da buharla çalışan makineyi buldu. Bu makinenin gelişmiş biçimi, makine çağının gerçek başlangıç noktasını oluşturur.

Sanayi devrimi 1760lı yıllarda başladı – 1830lu yıllarda sona erdi. Doruk noktası ise 1700lerin sonları oldu.

1700lerin ikinci yarısında İngiltere kapitalist bir ülkeye dönüşmekteydi. Bununla birlikte, on sekizinci yüzyıl ortalarında İngiliz kapitalizminin karakterini “Küçük imalat sistemi” belirliyordu. Bu sistem daha önce İngiltere’de hâkim olan “lonca sistemi”nden(her küçük teşebbüsün bir usta, iki üç kalfa ve birkaç çıraktan oluştuğu işlik) farklı olarak, 1600erin ortasında geçilmiş olan “manifaktür” üretim evresini canlandırmaktaydı.

Manifaktür üretim:

a)Manifaktür üretim; bir işlikte kendisi de bir usta olan yatırımcı(ilk kapitalist tip patron) hesabına; işçi pozisyonuna geçmiş(düşmüş) diğer el zanaatkârı ustaların toplatılıp ürünün ayrı birer parçasını üretmesi.

Örneğin/ Bir mobilya üretim işliğinde koltuk ahşabını fırınlayanın(ustanın), doğrayan ve el işi oyma yapanın, sonunda döşeme işini yapanın ayrılması durumudur.

b)Ya da bunun tam tersi bir biçimde olarak, daha önce hiçbir alanda ustalaşmamış içiler tarafından yürütülen bir üretim sürecinin; ustalık isteyen işlere bölünmesi.

Demek ki manifaktür bir yandan bir üretim sürecine iş bölümü getiriyor ve bu bölünmeyi daha da geliştiriyor, öte yandan da eskiden ayrı olan el zanaatlarını bir araya topluyor. Parçaları “insan” olan bir üretim mekanizması oluşturarak üretimi toplumsallaştırıyor.

Yani aynı ürün üzerinde sadece “yatırımcı yararına” yapılan bu üretim biçiminin lonca sistemi ile en büyük farkı, artık üretimi yapanın ürününü halka satmasından; hünerini emeğini ve zamanını patronuna satmasına geçiştir. Üreten ile tüketen arasındaki doğrudan bağın bu biçimde kopması, Marx’a göre bu kapitalizme geçiş, toplumsallaşma ve yabancılaşmada en önemli aşamalardan biri haline geliyor.

Küçük imalat sistemi ile lonca sisteminin temel farkı, küçük imalat sisteminde 100-300 kadar zanaatkârı büyük bir işliğe topluyordu kapitalist. Herhangi bir zanaat dalında belirli bir işçi sayısına ulaşılır ulaşılmaz bütün sonuçlarıyla birlikte, yüksek derecede bir iş bölümü de belirdi. O zamanlar makineleri ve otomatik işleyişi olmayan bir kapitalist girişim söz konusuydu; ancak yukarıda anlattığımız gibi iş bölümü(a) veya tek bir üretim yönteminin kısmi işleyişlere ayrılmasında(b) oldukça önemli bir yol alınmıştı. İşte bu yüzden tam 1700lerin ortasında manifaktür evresi doruk noktasına ulaştı.

Ancak; üretim şeklinin değişmesiyle birlikte, 1760lardan sonra, bizzat üretim araçları ve üretimin teknik temelleri de değişmeye başladı. Eski araçların yerine makineler geçiyordu. Makine kullanımı ise İngiltere’deki en önemli sanayi alanı olan dokuma alanında başladı. 1785’te yine Watt, “geliştirilmiş buhar makinası”nı buldu. Bu yıllarda her üretim çeşidinde su gücünden yararlanmak için nehir kıyılarına kurulma zorunluluğu olan fabrikalara son verilip her alanda buhar teknolojisi kullanılması hususunda önemli denemeler yapıldı. Ancak bu konuda ilerleme bazı kitaplarda yazıldığı gibi hızlı bir biçimde ilerlemedi. 1760-1830 yılları arasındaki dönem, “Büyük Sanayi Devrimi Dönemi” olarak adlandırılır.

1760-1830 yılları arasındaki bu yetmiş yıllık dönemde, İngiltere’de müthiş bir mülksüzleşme, üretim yoğunlaşması, küçük imalatın yok olma süreci yaşandı. Zanaatkârların yerini sürekli olarak artan bir “proleter ordusu” aldı.

Proletarya nedir:

Proletarya; eski Roma'da altıncı sınıf, tek vasfı çocuk yapmak olan sınıf, (proles(döl) sözcüğünden türemiştir, Latince çocuk demektir) daha yakın tarihte ve genel anlamda alt sosyal sınıfı tanımlamak için kullanılan terim, bu sınıfa mensup kişilere ise proleter denir. İlk olarak oğullarından başka malı olmayan insanları tanımlamak için kullanılan aşağılayıcı bir kelime iken, Karl Marx’tan sonra işçi sınıfını tanımlamak için kullanılan sosyolojik bir terim halini almıştır.

Marksist teoride proletarya:

Marksist teoride proletarya üretim araçlarına sahip olmayan sınıfın adıdır. Proleter ücret alan işçidir. Proletarya; Feodalizmin çözülmesiyle mülksüzleşen insanların, geçimini(manifaktür üretime geçişte anlattığımız gibi) herhangi bir sermayenin kârıyla değil, ancak ve yalnız kendi emeğinin satışıyla kazanan; sevinci ve tasası, yaşamı ve ölümü, tüm varlığı emeğe olan talebe, yani iyi ve kötü iş dönemlerinin dönüşümüne, dizginsiz bir rekabetin dalgalanmalarına bağımlı olan sınıfta ortaya çıkan ve bu üretim biçimindeki konumları itibariyle belirli bir grup oluşturan kesimin sosyolojik sınıfsal olarak tanımlanmasıdır.

Marksizm proletarya ve burjuvaziyi (kapitalist sınıfı) birbirinin zıddı iki pozisyona koyar, örnek olarak fabrika işçisi ücretini olabildiğince fazla almak isterken patron sayılan üretim araçlarına sahip insanlar da olabildiğince az vermeye çalışır. Bunun da ötesinde, her iki sınıf, üretimdeki yerleri ve toplumsal yaşamdaki konumlarıyla tamamen çatışma halindedirler. Bu çatışma geçici ve aşılabilir değildir. Aksine, ancak sınıfsız topluma geçildiğinde bitecek bir çatışmadır.

“… Özel bir haksızlığa değil, haksızlığın ta kendisine uğradığı için özel bir hakkın davasını gütmeyen, bundan böyle artık tarihi değil, yalnız insani bir haklılık gerekçesi ileri sürebilecek olan… Nihayet, toplumun bütün diğer kesimleri karşısında kendini özgür kılmadıkça ve böylelikle toplumun bütün diğer kesimlerini de özgürleştirmedikçe özgürlüğünü kazanması mümkün olmayan, tek kelimeyle, insanın topyekun yitişi olduğu için ancak insanın topyekun kazanılmasıyla kendini kazanabilecek bir kesim…”

-Karl Marx

Proletaryanın sınıfsal çıkarları, Marksist teoriye göre, yukarıda Marx’ın kendi cümlelerinden aktarıldığı gibi mevcut toplumsal sistemin tamamen aşılmasını ve bir sınıf olarak kendisinin de ortadan kalkmasını gerektirmektedir, oysa burjuvazi kendi varlığını bu sistemin devam ettirilmesinde bulur.

Marksizm’e göre kapitalizm işçi sınıfının burjuvazi ("kapitalistler", yani üretim araçlarına sahip olanlar) tarafından sömürülmesine dayanır. Bu sömürü şöyle gerçekleşir: işçiler, yani kendi başlarına üretim araçlarına sahip olmayanlar, hayatlarını sürdürmek için bir iş bulmak zorundadırlar. Bir kapitalist tarafından işe alınırlar ve onun adına çalışmaya başlayarak ortaya çeşitli ürünler koyarlar. Daha sonra bu mal/ürünler kapitalistin kendi malı olur ve kapitalist bunları pazarlayarak/satarak gelen paranın hepsine el koyar.(Manifaktür üretimde bahsettiğimiz toplumsallaşma ve yabancılaşma) Kazanılan paranın bir bölümü işçinin "yevmiye"sine ayrılırken, diğer kısım (Surplus value - artı değer, bunu sonra açıklayacağız) giderler çıktıktan sonra kapitaliste kar olarak kalır ve döngü böyle devam eder. Yani "kâr" bütünüyle emekten kaynaklanmaktadır. Bu yüzden Marksizm’e göre, birileri ortaya konan ürünün karşılığını tam olarak alamamakta(Surplus labour – emek fazlası teorisi, bunu da ilerleyen günlerde açıklayacağız), birileri de emek harcamadan ürünün karşılığını hak etmeden almaktadır. İnsanın topyekûn kurtuluşu olarak nitelenen sınıf mücadelesi de, tam bu noktadan temellenip çelişik toplum yapısına zemin hazırlamaktadır.

İşte proletarya.

Evet, ne demiştik: “Zanaatkârların yerini sürekli olarak artan bir “proleter ordusu” aldı.”

Ancak sanayi devrimiyle birlikte işçi sınıfının kendi safları içinde de belirli bir yoğunlaşma meydana geldi. Ekonomik ilişkilerdeki bu temel değişme, eski dokumacıların ve iplik eğiricilerin alışageldikleri yaşama biçimlerinden bu koparılışları, işçinin kafasına zorla dünle bugün arasındaki acı farkı sokan koşullar altında gerçekleşti. Dün her şey iyiydi; dün işverenle işçiler arasında katı olmayan ilişkiler geleneği vardı –zaten 5 6 kişilik bir işlikte bu ne kadar olabilirdi ki. Şimdi ise her şey değişmişti ve işverenler işlerini ve yüzlerce işçiyi amansızca tasfiye ediyordu. Gerçek varoluşlarındaki bu temel değişme karşısında işçiler güçlü bir tepki gösterdi ve ayaklandılar. Sonsuz nefretlerinin, ilk başta kötü koşulların getiricisi olarak makinaya yöneleceği açıktı; işçilere göre tüm felaketler, yeni sistemin yarattığı tüm kötülükler, makinada kişilik kazanıyordu.

1800lerin başlarında, makine ve üretimde kullanılan yeni teknik yöntemlere karşı çıkan bir dizi işçi ayaklanmasının yer alması şaşırtıcı değil. İngiltere’de bu ayaklanmalar özellikle 1815’te korkunç boyutlara ulaştı -ki dokuma tezgâhındaki en son icat 1813’te yapılmıştır. O sıralar tüm sanayi merkezlerine yayılmış olan işçi hareketi, kısa zamanda uygun sloganlar ve güçlü önderlerle örgütlü bir direnişe, makinalı üretime geçilmesine karşı çıkan ilk hareket olan, ve hala tartışılan “Luditte Hareketi”ne dönüştü.

LUDİTTE HAREKETİ:

Hakkında hala çok net bulgular olmayan ve sadece “olduğundan” emin olunan bu hareketin isimlendirilmesine dair 2 farklı söylenti vardır. Birine göre hareket adını; “Ned Ludd” adında yarım akıllı bir işçinin onu işinden edeceğine inandığı mekanik dokuma tezgâhlarından nefret etmesi üzerine, ailesini doyuramamaktan, başını sokacak bir yer bulamamaktan korkması ve arkadaşlarıyla tezgâhları yerle yeksan etmesinden almıştır.

Bir diğer efsaneye göre ise bu ad işçilerin bildirileri imzalarken kullandıkları mitolojik bir generale, Lud’a ilişkindir.

"Luddites" adı altında örgütlenen İngiliz tekstil işçileri, yeni doğmakta olan sanayi devriminin kendilerini işsiz bırakacağına inandıklarından aşağıda detaylarını vereceğimiz hareketi başlattılar.

Varlığına dair yeterli bir kanıt söz konusu olmayan bu örgüt İngiliz Kraliyet Parlamentosu'na 1811'de “General Ludd” adı ile bir mektup gönderiyor:

"Biz, birbirine kenetlenmiş 3000 kişilik küçük bir orduyuz. Ama öylesine kararlıyız ki Kraliyet Ordusu'nu donuna sıçtırtmayı başaracağız. Eğer kral ve parlamento aklını başına toplamazsa, İngiltere'yi enkaz yığınına döndüreceğiz. Eğer eşyalar ucuzlamazsa, parlamentonuzu ateşe verip dünyadaki her şeyi güzelleştireceğiz."

Mektupta bahsedilen 3000 kişilik ordu, 11 Mart 1811'de yaptıkları bir protesto yürüyüşü polis tarafından şiddetle bastırılınca aynı gece 60 tane çorap tezgâhını ve 1 yıl içinde yaklaşık 1000 adet tezgâhı ürettikleriyle beraber yakmıştır.

Ludditeler bu eylemleri sonrasında halkın sempatisini kazandılar. Kan dökmeden yürüttükleri bu mücadele toplum nezdinde meşruiyet kazanmaya başladığı bir zamanda Ludditeler bir sürü işçiyi mağdur eden, emek sömürüsünün hat safhada olduğu bir fabrikaya saldırmak kararı aldılar. Bu saldırıdan önceden haberdar olan fabrika sahibi William Cartwright, işçileri baskı ve ikna yoluyla Ludditelere karşı silahlandırdı. Ludditeler fabrikaya yaklaşınca beklemedikleri bir karşı saldırıyla 2 ölü ve onlarca yaralı verdi. işte bu noktadan sonra Ludditeler kan dökmeden yürüttükleri eylemlerinde intikam almak nedeniyle yeni bir yol açtılar. Kendilerine açıkça savaş açan fabrikatör Horsfall'ı öldürdüler. Halk nezdindeki meşruiyetleri bu ölüm sonrasında bir miktar sarsıldı ve haklarında soygun haberleri yayıldı. Hükümetin Ludditeler için ölüm cezaları vermesi eşitsizliğin gittikçe derinleştiği İngiltere’de iç savaşın başlamasını tetikledi.

Ludditeler, esas olarak çalışma süresi, ücret ve sair nedenlerle işçilerin mağdur edilmesine karşı bir tepki koyuyorlardı ancak Ludditeler, Jeremy Bentham[1]'ın saydam toplumsal düzenine ve hayatlarının panoptik[2]

hapishanelere dönüştürülmesine karşı çıkıyorlardı. Nitekim dönem sermayedarları Bentham'ın demokrasi modeli diye sunduğu insanların koşullanmasına endeksli yaşam bilincine karşı çıkıyorlardı. Bu yaşam biçimine göre bir insanlar gündelik yaşamlarında ve iş hayatlarında diledikleri bir biçimde çalışmak yerine başında yönetici olsa da olmasa da sürekli ve hiç durmadan çalışmalıydılar.

Ludditeler, emek sömürüsünün yoğun sürdüğü bir adaletsiz ortamda örgütlenmiş ve dönemsel olarak halk tarafından büyük bir destek kazanmışlardı. Bu hareketin destek kazanması dolayısıyla

sermayedar ve devlet egemenlerinde yarattığı korkudan doğan kazanımlar, Fransız jakobenlerine(ileride anlatacağız) dahi korku salmıştır. Nitekim İngiltere’deki bu hareketin Bentham’ın önerdiği modeli yerle yeksan etmesi, Fransa’da bu modeli kurmaya çalışan jakobenleri hem kızdırmış hem de korkutmuştur.

Hâkim sınıflar, egemen oligarşi, Luditte isyancılarına karşı en hunharca bastırma tedbirlerini uyguladı. Makine tahribi gibi, bunu yapma girişimleri de aynı cezayı aldı. Yani ordunun olaylara müdahale etmesiyle, Luddite elebaşları sokak ortasında idam edildiler, sempatizanları da Avustralya’ya sürgüne gönderildiler.

Ludditelere dair ara kesit:

İşçiler, yanlışın makinalardan değil, bu makinaların kullanılma koşul ve biçimlerinden kaynaklandığını öğrenmek zorundaydılar. İşçileri, belli toplumsal ve siyasal sorunlarla başa çıkabilecek, sınıf bilincine erişmiş bir kitle olarak biçimlendirmeyi amaçlayan bir hareket, artık İngiltere’de güçlü yaşama belirtileri göstermeye başlıyordu.

Ayrıntılara girmeden, 1815-1817 yıllarındaki bu hareketin köklerinin, 1700lerin sonlarına dayandığını belirtmeliyiz. Diğer yandan bu hareketin anlamını kavrayabilmek için Fransa’ya dönmemiz gerekecek; çünkü Fransız Devrimi’nin etkisini tam olarak bilmeden, İngiliz İşçi Hareketi’nin köklerini kavramak zor olacaktır. Bir sonraki yazımızda, Fransız devrimi aşamasına göz atacağız.

[1] 1748-1842 yılları arasında yasamış İngiliz düşünür ve hukukçu. Faydacılık akiminin (utilitarianism) 'kurucularından' sayılır. Yaşadığı çağ büyük sosyal, politik ve ekonomik değişimlere sahne oluyordu; felsefesi de bu değişimlere göre şekillendi. Üzerinde en çok düşündüğü konu, sosyal kurumlardı (social institutions). Bunların nasıl geliştirilebileceğini ve nasıl kullanışlı (practical) hale getirilebileceğini inceledi. Model bir hapishane olarak tasarladığı ama hiçbir zaman gerçek hayata geçirilemeyen panoptikon tasarımı ile unludur. Michel Foucault’u etkilemiştir.

[2] Jeremy Bentham’ın tasarladığı ve hiçbir zaman gerçek hayata geçirilememiş olan hapishane projesi. Sekizgen biçiminde bölmelerden oluşan bir binadır ve tam ortasında bir gözetleme kulesi vardır (yani öyle tasarlanmıştır). Kuleden bütün hücreler görülmekte ama hücrelerden kuledekiler görülmemektedir. Amaç, mahkûmların her daim izlendikleri fikrine kapılmalarıdır -kulede kimse olmasa bile. Michel Foucault, panoptikon fikrinin modern güç kavramının babası olduğunu düşünür. İzlenmese bile izlendiğini, ya da her an izlenebileceğini düşünen birey kendi kendine bir oto kontrol mekanizması geliştirir ve kendini oligarşinin istediği biçimde denetlemeye baslar.

Fransız Devrimi:

Fransız Devrimi veya Fransız İhtilâli (1789-1799), Fransa'daki mutlak monarşinin devrilip, yerine cumhuriyetin kurulması ve Roma Katolik Kilisesi'nin ciddi reformlara gitmeye zorlanmasıdır. Avrupa ve Batı dünyası tarihinde bir dönüm noktasıdır. Milliyetçilik akımını başlatan en büyük etkendir. Hakkında en çok komplo teorisi üretilmiş hususlardan biri olmakla birlikte, aynı zamanda dünya kaderini etkileyen ve yeni bir çağ açan en önemli olaylardandır. Biz bu konuya hem komplo tarihli yaklaşımlarla, hem de resmi tarihi yaklaşımlarla objektif biçimde yaklaşacağız. Öncelikle basit bir özetini geçelim.

Fransız devrimi 1789’da başlar, 1793’te doruk noktasına ulaşır ve 1794’ten sonra gerilemeye başlar. Devrimin yatışması, birkaç yıl içinde Napolyon’un askeri diktatörlüğünün kurulmasına yol açtı. 1799’da Napolyon kendi hükümet darbesini gerçekleştirdi. Beş yıl konsül olarak kaldıktan sonra imparatorluğunu ilan etti ve 1815’e kadar Fransa’ya hükmetti.