15
MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR KONUSU OLARAK TÜRKİYE’DE ALEVİLİK VE BEKTAŞİLİK Dr. Mustafa TALAS ÖZET Türk sosyolojisinin önemli temsilcilerinden biri olan Mehmet Eröz, Alevîliğin Türk sosyal yapısının en ciddi sorunlarından biri olduğunu düşünmektedir. Eröz’e göre, Anadolu Alevîliğinin üç kaynağı vardır. Bunlar; müslümanlık, İslâm tasavvufu ve Türk Töresidir. Eröz, basmakalıp ifadelerin Türk millî kültürü için tehdit oluşturduğunu ileri sürmektedir. İlâve olarak, O, hem Alevîlerin hem de Sünnilerin birbirlerini tanımadıklarını iddia etmektedir. Bu sebeple, ayrılık noktaları üzerinde durmamamız gerekmektedir. ABSTRACT ACCORDING TO MEHMET ERÖZ, ALAWISM AND THE BEKTASHISM AS A SUBJECT OF THE RELIGION, RELIGIOUS OPINION AND CULTURE Mehmet Eröz, one of the important representat of the Turkish sociology, have thought that Alawiism is one of the most serious problems of Turkish social structure. According to Eröz, Anatolian Alawiism has three sources. These are the belief of muslim, Islâmic mysticism and the Turkisk custom. Eröz suggest the streotypes threat the Turkish nation culture. In addition to, he claims that both Alawis and Sunnis don'’ know each other. For that reason, we should not dwell on the points of isolation Anahtar Sözcükler: Alevîlik, Bektaşîlik, Anadolu Alevîliği, Alevîlik ve İslâm, Türk Töresi Key Words: Alawiism, Bektashiism, Anatolian Alawiism, Alawiism and Islam, Turkish custom Giriş 20 Haziran 1986’da vefat etmiş olan Prof. Dr. Mehmet Eröz, Türk Sosyolojisine bir çok uygulamalı saha çalışmasıyla önemli katkılarda bulunmuş olan bir sosyologdur. Türkiye’nin pek çok sosyal yapı sorunu olduğunu bilen ve bu konularda araştırmalar yapmış olan Mehmet Eröz’e göre iki sosyal yapı sorunu, hepsinden çok daha önemli olma özelliğine sahiptir. Bunlardan biri Güneydoğu Sorunu, diğeri de Alevîlik meselesidir. Ona göre, bu önemli iki sorun, sorun olmaktan çıkarılmadığı taktirde Türk sosyal yapısının gelişme kaydetmesi mümkün değildir. Kendisi bu ciddiyetinden dolayı, araştırmalarını öncelikle bu yöne kaydırmıştır. Türk millî bütünlüğünün en hassas meselelerinden biri olarak gördüğü Alevîliği katılımcı gözlem metoduyla Anadolu’yu karış karış dolaşarak araştırmıştır. O, araştırmaları neticesinde en büyük eksikliğin devlet politikası şeklinde ciddi yaklaşımların mevcut olmadığı sonucuna varmıştır. Bu önemli sorunun devlet eliyle ciddî bir yaklaşımla rahatlıkla sorun olmaktan çıkarılabileceği kanaatine

MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR KONUSU …tasavvufkitapligi.com/i/uploads/899021mehmet-erozde-bir-din,-mezhep-ve... · MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR

  • Upload
    others

  • View
    16

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR KONUSU …tasavvufkitapligi.com/i/uploads/899021mehmet-erozde-bir-din,-mezhep-ve... · MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR

MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR KONUSU OLARAK

TÜRKİYE’DE ALEVİLİK VE BEKTAŞİLİK

Dr. Mustafa TALAS

ÖZET

Türk sosyolojisinin önemli temsilcilerinden biri olan Mehmet Eröz, Alevîliğin Türk sosyal

yapısının en ciddi sorunlarından biri olduğunu düşünmektedir. Eröz’e göre, Anadolu Alevîliğinin üç

kaynağı vardır. Bunlar; müslümanlık, İslâm tasavvufu ve Türk Töresidir. Eröz, basmakalıp ifadelerin

Türk millî kültürü için tehdit oluşturduğunu ileri sürmektedir. İlâve olarak, O, hem Alevîlerin hem de

Sünnilerin birbirlerini tanımadıklarını iddia etmektedir. Bu sebeple, ayrılık noktaları üzerinde

durmamamız gerekmektedir.

ABSTRACT ACCORDING TO MEHMET ERÖZ, ALAWISM AND THE BEKTASHISM AS A SUBJECT OF

THE RELIGION, RELIGIOUS OPINION AND CULTURE Mehmet Eröz, one of the important representat of the Turkish sociology, have thought that

Alawiism is one of the most serious problems of Turkish social structure. According to Eröz, Anatolian

Alawiism has three sources. These are the belief of muslim, Islâmic mysticism and the Turkisk custom.

Eröz suggest the streotypes threat the Turkish nation culture. In addition to, he claims that both

Alawis and Sunnis don'’ know each other. For that reason, we should not dwell on the points of

isolation

Anahtar Sözcükler: Alevîlik, Bektaşîlik, Anadolu Alevîliği, Alevîlik ve İslâm, Türk Töresi

Key Words: Alawiism, Bektashiism, Anatolian Alawiism, Alawiism and Islam, Turkish custom

Giriş

20 Haziran 1986’da vefat etmiş olan Prof. Dr. Mehmet Eröz, Türk Sosyolojisine bir çok

uygulamalı saha çalışmasıyla önemli katkılarda bulunmuş olan bir sosyologdur.

Türkiye’nin pek çok sosyal yapı sorunu olduğunu bilen ve bu konularda araştırmalar yapmış

olan Mehmet Eröz’e göre iki sosyal yapı sorunu, hepsinden çok daha önemli olma özelliğine sahiptir.

Bunlardan biri Güneydoğu Sorunu, diğeri de Alevîlik meselesidir. Ona göre, bu önemli iki sorun, sorun

olmaktan çıkarılmadığı taktirde Türk sosyal yapısının gelişme kaydetmesi mümkün değildir. Kendisi bu

ciddiyetinden dolayı, araştırmalarını öncelikle bu yöne kaydırmıştır.

Türk millî bütünlüğünün en hassas meselelerinden biri olarak gördüğü Alevîliği katılımcı

gözlem metoduyla Anadolu’yu karış karış dolaşarak araştırmıştır. O, araştırmaları neticesinde en

büyük eksikliğin devlet politikası şeklinde ciddi yaklaşımların mevcut olmadığı sonucuna varmıştır. Bu

önemli sorunun devlet eliyle ciddî bir yaklaşımla rahatlıkla sorun olmaktan çıkarılabileceği kanaatine

Page 2: MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR KONUSU …tasavvufkitapligi.com/i/uploads/899021mehmet-erozde-bir-din,-mezhep-ve... · MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR

sahip olmuştur. Alevîliğin, İslâm’ın dışında tutulamayacağı gerçeği, unutulmaması gereken noktaların

başında gelmektedir. Alevî ve Bektaşîlerin, Türk milletine mensup olduğunu bilmek ise, ikinci olarak

kabul edilmesi gereken en önemli gerçeklik olmaktadır.

Töreleri, günlük yaşayışları, deyişleri, nefesleri, sazları ve sözleri ile Alevî ve Bektaşîlerin Türk

kültürünün en güzel yanlarını özlerinde muhafaza ettikleri herkesin malûmudur. Buna göre, Anadolu

Alevîliğinin dayandığı kaynaklar, Müslümanlık, İslâmi tasavvufu ve Türk töresidir.

Eröz, Alevîlik konusunu öncelikle din ve mezhepler çerçevesindeki ilişkilere göre ele almıştır.

Daha sonra da Türk kültürünün ve İslâmiyet’in, Alevîliğin iki ana temeli olduğu noktasını

vurgulamıştır.

1. Sosyolojik Açıdan Din ve Mezhep

Alevîlik konusu her şeyden önce din ve mezhep konusu olarak öne çıkan bir niteliğe sahiptir.

İslâm Peygamberi’nin vefatı ile başlayan hilâfet tartışmalarının ortaya çıkardığı algılayış farkları

konunun özünü teşkil etmektedir. Bu sebeple, Alevî-Bektaşî meselesi tetkik edilirken öncelikle din ve

mezhep konusunun terminolojik bakımdan açıklanması gerekmektedir. Çalışmada bu gerek yerine

getirilmiştir.

1.1. Din

Dinin sözlük anlamı; tabiat üstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara, tanrıya inanmayı ve

tapınmayı sistemleştiren sosyal bir kurum, şeklindedir. En basitinden en karmaşık olanlarına kadar

değişik tanımları yapılabilen din kurumunun, herkesi bağlayacak bir tanımının olduğunu

söyleyebilmek imkânsızdır. Yalnızca insana has ve insanın ayırt edici bir özelliği olan dinlerin ortak

özellikleri şunlardan ibarettir.

1-Her dinin bir inanç sistemi vardır.

2-Her dinde ibadet vardır.

3-Her dinin tapınağı bulunur.

4-Her dinde bir irrasyonel yan vardır.

5-Her dinin mutlaka ümmeti vardır.

Bu genel çerçeveli açıklamalardan sonra geniş anlamıyla din hakkında bilgiler verilebilir Buna

göre, “Din, insan ile Tanrı arasında kutsal bir bağdır. İnsanoğlu, eskiden beri hayata bir anlam vermek

istemiştir. Düşünürler, evrenin başlangıcını, sonunu ve nasıl olduğunu çözmeye çalışmışlar ve varlık

alemini anlamak istemişlerdir. Din, bu konuların yanında insanın varlık alemindeki yeri ve sorunları

hakkında insanoğluna peygamberleri aracılığı ile çözümler sunan kutsal değerler manzumesi olarak

değerlendirilmelidir.”

Dinler, insanlığa insanın kendisi ve yaşadığı alem hakkında bir görüş getirir. Dinlerde

insanoğlu kendisiyle ilgili esasları ve alemdeki konumu hakkında bir bilgi şeması bulabilmektedir.

Page 3: MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR KONUSU …tasavvufkitapligi.com/i/uploads/899021mehmet-erozde-bir-din,-mezhep-ve... · MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR

Ayrıca kendi başlangıcı ve sonu hakkında bilgi edinir. Buna göre din, insanlığın temel sorunlarını belirli

bir bakış açısıyla açıklayan bir sistemdir. Dinlerin bazıları yüzeysel, bazıları da daha kapsamlı

açıklamalar getirir ancak tamamının zihinleri işgal eden ve soyut meselelerde yaşayan hususlardan

günlük hayata ilişkin somut konulara kadar her hususta insanları aydınlatmaya çalıştığı kesindir.

Din, ilkel cemiyetlerde statiktir. Statik olan din de, cemiyet dinidir. Halka ait olduğundan

kapalıdır. Ferdi cemiyete bağlayan masallara benzer. Dinamik din evrenseldir. İnsanlığa gelmiştir,

açıktır. Hayat hamlesinin en derin yeridir. Sevinç içinde, sevinç aşk içinde aşktır.”

1.2. Mezhep

Kelime anlamı olarak mezhep, “gidilen yol” manasında, Arapça olan bir kelimedir.

Mezheplere İslâm dini açısından bakıldığında, mezhep, inanç ve ibadetle ilgili İslâmî düşünce ekolleri

anlamına da gelmektedir. Hem siyasî ve inançla ilgili, hem de ibadetle ilgili yani fıkhî olarak ortaya

çıkmış farklı ekollere mezhep denildiği için çoğu zaman bir karışıklığa sebep olunmaktadır. İslâm’ın

ana esasları olan Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’e göre olsa da, belli bir şahıs veya o şahsa uyan topluluğun,

çoğunlukla siyasi bir emel için ortaya çıkarmış oldukları algılama farkından kaynaklanan tercihtir.

Türkçemizde, hem inanca has ve siyasi, hem de İslam hukuku çevresindeki topluluklar için “mezhep”

kelimesi yaygın olduğundan, biz de aynı kelimeyi kullanıyoruz.

2. Alevîlik-Bektaşilik ile İlgili Önemli Kavram ve Terimler

Alevî ve Alevîlik: Alevi Hz. Ali’ye bağlılık noktasında birleşen çeşitli dini ve siyasi gruplar için

kullanılan bir terim şeklinde sözlük anlamına sahiptir.

Kelime mezhepler tarihi ve tasavvuf edebiyatında “Hz Ali’yi sevmek, saymak ve ona bağlı

olmak” anlamlarında kullanılmıştır. Bu bakımdan Hz. Ali’yi seven, sayan ve ona bağlı olan kimseye

Alevî denir. Bu sevginin normal ve makul ölçüde olanı yanında derece derece Hz. Ali’yi

Tanrılaştırmaya varacak şekilleri de mevcut bulunmaktadır. Bu sevgi ve saygının sahibi olan insanların

oluşturduğu akıma ise “Alevîlik” denmektedir.

Ehl-i Beyt: Ehl-i Beyt, “ev halkı” demek oluyor. Evden kastedilen Hz. Muhammed’in ailesi,

ocağıdır. Rivayete göre, bir gün Hz. Muhammed, kızı Hz. Fatıma’yı amcasının oğlu ve damadı Hz. Ali’yi,

torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i hırkasının abasının altına alarak, şefkat ve himaye ifade eder

tarzda sağ elini abanın üzerine koymuş, kendisi ile beş kişi olan ocak mensupları aile üyeleri Ehl-i Beyt

adıyla anılır olmuş. Ehl-i Beyt sevmek, velayetini tanımaya “tevella” Yezid ile onun taraftarlarını

sevmeye de teberra denir.

Şiilik-Şia: Şiilik, Hz. Ali’yi tutanlar, Hz. Ali taraftarlığı demektir (yukarıdaki Alevîlik teriminin eş

anlamlısı) Peygamberin ölümünden sonra Hz. Ali’nin meşru halife olarak kabul edilmesini hareket

noktası sayan çok farklı İslâmî mezheplerin büyük zümresi için kullanılan müşterek isim olmuştur.

Bektaşilik: Hacı Bektaş Veli gelenekleri etrafında Anadolu’da ortaya çıkan bir tarikat

kelimeden de açıkça anlaşılacağı gibi Hacı Bektaş Veli’ye bağlı olan, onun yolunda giden anlamını

vermektedir. Yollarının, tarikatlarının piri olarak Hacı Bektaş Veli’yi kabul edenler, Bektaşi tarikatının

usul ve erkanına uygun bir yaşayışa sahip olmalarına bakarak, Bektaşilere Alevi denilebilir.

Page 4: MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR KONUSU …tasavvufkitapligi.com/i/uploads/899021mehmet-erozde-bir-din,-mezhep-ve... · MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR

Eröz, Bektaşilere “Şehir Alevileri” denilebileceğini, özellikle de ibadette tatbikat bakımından

Sünnilerden pek farklı manzara arz etmeyen bir alt kültür grubu olarak değerlendirilmesinin

gerektiğini belirtiyor.

Batinilik: Bu doktrinin, dinî, hukukî ve mezhepsel yönü olduğu gibi felsefî yönü de vardır. Bu

konularda bir çok din adamı ve bilgin yetiştirilmiştir. “Her zahirin (dışın) bir batını (içi) olduğunu ve

Kur’an ile hadislerin ancak te’vil (aynı mana verme) ile anlaşılabileceğini iddia eden fırkalara, V. (XII.)

asırdan itibaren toptan verilen isimdir. Batinilere muhtelif vesileler ile verilen isimler şunlardır. 1.

Karamita(Karmatiye), 2. Seb’iye, 3. İsmailiye 4. Mubarekiye, 5. Babekiye, Hurremiye, Hurremdiniye...”

Babek zamanında kırmızı elbise giymelerinden dolayı, bunlara “Muhammere” de derler. Bunlardan

başka Batınilere hakikatın yalnız masum imanın talimi ile öğrenilebileceği iddialarından dolayı

Ta’limiye ve dinî muharremata (haramlara) riayet etmedikleri için İbahiye isimleri de verilmiştir.

Muhtelif çevrelerde fikirlerini telkin etmek için o çevrelerde alışılmış olan telakkiler (anlayışlar) ile işe

başlarlardı. Bundan dolayı Şehristani’nin “Batinilerin her zamanda bir başka şekilde davetleri ve her

lisan ile yeni bir itikat ve mezhepleri vardı.” sözü bu anlamda kabul edilir.

Kızılbaşlık: Eröz Türkiye’deki “Köy Bektaşileri”ne “Kızılbaş” denilebileceğini ifade eder. O’na

göre; Çetmi (Çepni) Tahtacı, Nalcı, Sıraç, Türkmen gibi adlarla anılan ve Türkiye’nin her yerinde

bulunan kalabalık bir nüfusa sahip cemaatlerdir. Ancak günümüz Türkiye’sinden Kızılbaş kelimesi

“mum söndü yapanlar, aile ve namusa önem vermeyenler” manasına gelmektedir. Fısıltı ve dedikodu

halinde halk vicdanına yerleşen bu sakat kanaat, milletimiz için tehlikeler arz eden, insafsızca ve

bilgisizce çıkarılıp devam ettirilen bir inançtır. Oysa bizim bildiğimiz ve gerçeklere göre bu insanlarımız

Sünnî çevrelerle Müslümanlık adı altında toplanmış bir kalbin öteki yarısıdır. Kızılbaş kelimesinin ne

anlama geldiğini bu sıfat ve ismin ne demek olduğunu açıklayınca ve Kızılbaşların töre ve inanışlarını,

müesseselerini inceleyince yüzyıllarca sürmüş ve sürmekte olan ayrılığın ve her birini yanlış anlayışın,

ne derece köksüz ve yersiz olduğu iyice anlaşılacaktır. Malatya’daki Alevilerde de böyle bir adetin

olmadığını söyleyebiliriz.

3. Alevîlik ve Bektaşîliğin Tarihî Temelleri

Peygamberin vefatına müteakip ortaya çıkan ve üçüncü halifenin öldürülmesinden sonra da

şiddetlenen hilafet münakaşalarında Ali tarafını tutanlara el-Aleviyye veya şiatü Ali (Ali’ye bağlı

olanlar, Ali taraftarları) dendi. Alevî ve Alevîlik de tarih sahnesine çıkmış oldu. Ortaya çıkışından sonra

da büyük oranda İran ve Maveraunnehir çevresinde etkili olan Alevîlik, Türklere de aynı bölgeden

sirayet etmiştir. Halk toplulukları bakımından Türkler, İran üzerinden İslâmiyet’le tanıştıkları için ilk

Müslüman Türk toplulukları da Alevîlikle tanışıp özümsemişlerdi. Yani Türkler eski halk inançlarıyla

İran üzerinden aldıkları İslâmiyet’i kısa sürede sentezlemişlerdi.

Sosyoloji ve sosyal antropolojinin verilerine göre, Dünyada hiçbir kültür herhangi bir olay

karşısında birden bire ortadan kalkmaz. Ya da özelliklerini tamamen yitirmez.. Hatta ihtiyaca göre

bazen aynen korur, bazen kısmen değiştirir, bazen de farklı şekillere büründürerek yaşatmayı tercih

eder. Türklerin İslâmiyet’i kabul etmeden önceki inanç, gelenek ve ibadet usulleri de, İslâmiyet

sonrasında da büyük oranda inanç ve gelenekler içerisinde yaşamaya devam etmiştir. Toplum

hayatının sürekliliğinden dolayı, geçmişten geleceğe taşınan unsurlar hayatın her sahasında kendini

göstermektedir. Hem maddî hem de manevî kültür için bu durum geçerlidir. Halı, kilim, nakış, süs

Page 5: MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR KONUSU …tasavvufkitapligi.com/i/uploads/899021mehmet-erozde-bir-din,-mezhep-ve... · MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR

eşyaları, keçe külah, kalpak(börk) gibi maddî unsurların yanı sıra dinî toplantıların icra ediliş biçimleri,

nefeslerin ve duaların söyleniş biçimleri gibi manevî kültür unsurları şeklinde geçmişten bugüne

taşınmış olduğu dikkat çekmektedir.

Yine toplum hayatının sürekliliğinden dolayı dinî toplantılara kadınlar eşleriyle birlikte

katılmışlardır. Başları açık bir şekilde kadınların toplantılara dahil edilmesi, Hoca Ahmet Yesevi’nin

bölgesine rakiplerinin müfettişler göndermesine bile sebep olmuştur. Daha sonraki dönemlerde,

göçebe Türkmenler tarafından Yesevilik’e Şamanizm’den kalma içkili toplantılar sokulmuş ve bu yolla

Anadolu’ya gelerek icra edilmeye başlanmıştır. Cem ayinleri gibi toplantılardaki gelenekler hep o eski

halk inançlarının uzantılarıdır.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda Bektaşi Tarikatı çok önemli bir rol üstlenmiştir. Bu rolü

Bektaşiliğe siyasî ve sosyal anlamda ayrıcalıklı bir konum kazandırmıştır. Devletin kabul ettiği tek

sünnî olmayan tarikat olan Bektaşi tarikatı, birleştirici yapısı ile ve Yeniçeri Ocağı’nın teşkilâtlanmasını

sağladığı için Türkiye’deki dinî tarihin gelişmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Bu sebeple, Avrupa

şarkiyatçıları arasında (George Jacob, Clement Huart) daima ilgi çekici bir yere sahip olmuştur.

Aslında bir bütün olarak Alevî-Bektaşî geleneği, Türk tarihinde çok önemli fonksiyonlar yerine

getirmiştir. Bu fonksiyonları ve farklı inançları birleştirici yapısıyla dikkatleri çekmeye devam

edecektir.

4. Anadolu Alevîliği, Müslümanlık ile Eski Türk Dini’nin Sentezidir

Anadolu Alevîliğinin üç temel kaynağı vardır. Bunlardan biri İslâm İnancı diğeri İslâm tasavvufu ve üçüncüsü ise, İslâmiyet’ten

önceki Türk kültürüdür. Kaynaklar, incelemeye tabi tutularak aşağıda ayrıntılı olarak şu şekilde sıralanmıştır:

1. Anadolu Alevîliği ve İslâm İnancı

2. Anadolu Alevîliği ve İslâm Tasavvufu

3. Anadolu Alevîliği ve Eski Türk Dini (Gök Tanrı Dini)

4.1. Anadolu Alevîliği ve İslâm İnancı

Anadolu Alevîliğini Hıristiyanlık, Yahudilik, masonluk ve daha başka din ve inanç sistemleriyle bağdaştıranlar olmuştur. Ancak

bunların hiçbiriyle bir ilgisi bulunmadığı kolaylıkla söylenebilir.

Eröz, Alevilik ve Bektaşilik ile Hıristiyan inanç ve müesseseleri arasında bağ kurma çabalarının olduğunu ve kendisinin buna

katılmadığını ifade etmektedir. O, Alevilerin ve Bektaşilerin ‘Allah, Muhammed, Ali’ şeklindeki üçlemesini Hıristiyanlık’taki, ‘Baba, Oğul

ve Ruh-ül Kuds’ üçlemesine benzetenler, on iki imam ve on iki hizmet ile, on iki Hıristiyan havarisi arasında yakınlık bulmaya çalışanlar

bulunduğunu ve vaftiz ile Cem ayinlerinden önce alınan abdest arasında; mukaddes koku ile yağlanılması arasında bağ kurulduğunu

belirtmektedir.

Eröz, ayrıca confirmation ayini ile cem ayininin gül suyu ile yapılması arasında; İsa’nın beden ve kanını temsilen ve ölümünü

anarak aynı mukaddes ruha ermek için Hristiyanların sembolik olarak kullandıkları ekmek ve şarap ile, Hüseyin’in ölümünü sembolize

eden ve cemlerde içilen şarap arasında; papazların bekâr oluşu ile, Bektaşi babalarının ve dervişlerin bekâr oluşu arasında; papazların

otoritesi ile mürşitlerin otoritesi arasında; İsa’nın doğumu ile Balım Sultan’ın doğumu arasında, aforoz müessesi ile düşkünlük müessesi

arasında; günah çıkarmak ile sorulma, baş okutma erkânı arasında evlenmelerin papaz huzurunda yapılması arasında, piskoposluk tacı

ile, Bektaşi babalarının elifi, tacı arasında; Hıristiyan keşişinin kuşağı ile tığıbent arasında, gerçeğe dayanmayan ve derine inemeyen

bağlar kurmaya çalıştıklarını ifade eder.

Eröz, Hacı Bektaş’ın bir Hıristiyan azizi olduğu şeklindeki iddianın da dayanıksız olduğunu ve onun kitap yazdığını (Makalât),

Aşıkpaşazade’nin ve Oruç Beğ Tarihi’nin kendisinden bahsettiğini, Çepniler arasında nesilden nesile intikal eden şifahî bilgi şeklinde

karşımıza çıktığını ve yeni çıkan başka vesikalardan “Horasanlı Hacı Bektaş” ismiyle Türklüğün ve Müslümanlığın açıkça ortaya

koyulduğunu belirtir.

Page 6: MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR KONUSU …tasavvufkitapligi.com/i/uploads/899021mehmet-erozde-bir-din,-mezhep-ve... · MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR

Masonluğun, eski Mısır’a, Suriye’deki cereyanlara ve bilhassa İbranilere bağlanmanın mümkün olduğundan bahseden Eröz,

Alevilik-Bektaşilikle, Masonluk-Yahudilik arasında münasebet aramanın boşuna olduğunu ancak buna rağmen benzerliklerini ortaya

koymanın meselenin doğru, anlaşılabilir olmasını sağlayacağını belirtir

Eröz, Tenasuh (Ruhun bedenden bedene geçmesi), teşbih, ric’at, (geri dönmek) gibi bazı hususlarda benzerlik kurmaya

çalışanların olacağını ama bunların doğrudan doğruya Musevilik’ten gelme olmadığını belirtir. Suriye, Hont, Zerdüşt ve Yeni

Eflâtunculuk tesirlerini hesaba katmanın gerekliliğini ifade eder. Alevi ve Bektaşi cemaatlerindeki, tenasuh ve ricat benzeri inanışların

burdakilere benzemediğini, Alevîlik-Bektaşîliktekinin İslâm tasavvufu ve eski Türk dinî inançlarının sentezi hâlinde karşımıza çıktığını

ifade eder.

Eröz, Bektaşi babaları içinde bir iki masonun bulunmasının (Meselâ; Tevfik Bey Baba; Torunu Muhiddin Özenbaş’ın Vahit

Lütfi Salçı’ya verdiği bilgiye göre 1275 tarihli bir mason diplomasına sahipti.) bütün Bektaşi babalarının ve Bektaşilerin mason olması

demek olmadığını belirtir. Ona göre totemik iz olan tavşan yememe adetinin dahi Tevrat’a dayandırılması hatalıdır. Halbuki bir

makalesinde tavşanın Orta Asya Şamanistlerince totem sayıldığını ifade eder. Ayrıca Yahudilikte kölelik işareti sayılan kulağa küpe

takılmasının “bekâr kalması mecburi olan mürşitler”de de mevcudiyetinin bu yönde değerlendirilmesinin yanlış olduğunu; bunun da

İslâmiyet’ten önceki Türklerde küpe ya da halka takmak şeklinde mevcut olduğunu beyan eder.

Eröz, namaz ve oruçtan uzakta olsalar da inanç bakımından Alevîlerin Müslüman olduklarını söyler. O, kucaklayıcı,

kolaylaştırıcı, müsamahalı bir Müslümanlık anlayışının Alevî ve Bektaşileri İslâm camiası içinde sayacağını; dar, katı, hoşgörüsüz,

uzaklaştırıcı bir zihniyetin ise onları Müslümanlık dairesinin dışında tutacağını ifade eder. Fikir birliğinin sağlanamadığı çeşitli adacıklar

halinde sadece kendisinin haklılığını belirtip, geriye kalanları kabul ve tasvip etmeyen hatta onları dışlayan tavırlar dışa kapalı

adacıkların ortaya çıkışını doğurmaktadır. Çeşitli yeni cemaatleşme eğilimlerinin ortaya çıkışı bundandır. Böyle yaklaşımlar iletişim

noksanlığını, sadece ön yargılar ve kavramlarla sınırlı tutmaları beraberinde getirir.

Alevîlik hakkında da diğer kesimlerin böyle önyargılı tutumlarını görebiliyoruz. Özellikle de cem ayinlerinde “mum söndü”

adeti olduğu, kadınların namusuna dokunulduğu şeklindeki mesnetsiz yaklaşımlar buna örnektir. Bu ayinlerde tam aksine, kadınlar

cemaatin kontrolü ve manevi himayesi altındadır. Eröz, bu toplantılarda kollektif şuurun en kuvvetli haline ulaştığını belirtiyor. Kaldı ki

Alevîlik ve Bektaşiliğin ayırt edici özelliklerinden biri de “eline, beline, diline sahip olma”dır. Eröz, Tahtacı geleneği ile-daha doğrusu eski

Türk Töresi ile-Müslümanlığın bağdaştırıldığına örnek olarakta düğün törenlerindeki hareket tarzını veriyor:

“Edremit’in Çamcı köyünde düğünün son günü, gelin oğlan evine geldikten sonra, gömlek giydirilir. Başına külef (külah)

giydirilir, üzerine çelgi ve sarık sarılır. Güvey giydirilirken, düğünün bayrakları, güveyin arkasında durur ve elindeki bıçağı, güveyin

ensesine doğru tutar. Dede, güveyiyi giydirirken, üç kere şu duayı okur:

“Peygambere selavat

Seyyidina Muhammed

Kutlu olsun diyenin, akıbeti hayrolsun.”

Eröz’e göre Alevîliğin dualar, dilekler, niyazlar bakımından, inanç sistemi olarak müslümanlığın çerçevesi içerisinde

değerlendirilebileceği söylenebilir. Tahtacı köylerinde günlük dileklerden bu anlaşılabilmektedir. “Mesela; Sabahınız hayırlı olsun.

Cevap:Hayırlı sabahlar olsun. Akşamınız hayırlı olsun –hayırlı akşam olsun- geceniz hayırla kalsın-hayırlı geceler olsun. Gece yatağa

girerken okunan dua: Yattım sağıma, döndüm soluma, melekler şahit olsun, dinime, imanıma.”

Eröz, Müslümanlıkla ilişki bakımından sözlerini şöyle neticelendirir: “Üçleme gibi inançların (Allah, Muhammed, Ali) dışında

işin Özünde Müslümanlıkla Türk kültürü yatmaktadır. Bazı farklılıklarsa, İran ve Suriye etkisinden kaynaklanmaktadır. Bu kadarlık

münasebet, her kültür temasında karşılaşılabilecek şekilde normaldir.” Fığlalı da Alevîlik ve Bektaşiliğin İslamî inanış biçimi ile eski Türk

inanç ve kültürünün iç içe girmesinden meydana geldiğini belirtirken Eröz’ün fikirlerini destekliyor.

4.2. Anadolu Alevîliği ve İslâm Tasavvufu

Alevîlik ve Bektaşiliğin ana kaynaklarından birisi de tasavvuf felsefesidir. Bu arada tasavvuftan hareket ederek, bir takım

felsefî, mistik, sırrî esaslara dayanan ve garip sonuçlara ulaşan “Hurufiliğin” de tesirinden bahsetmek gerekir.

Tasavvuf, İslâm mistisizminin adıdır diyen Erol Güngör, İslâmî bir kavramı batılı mukabili ile değiştirmenin başkalarına çok

garip gelebileceğini ancak bazı tasavvufçu mütefekkirlerin özellikle R. Quenon tasavvufla mistisizmin başka şeyler olduğunu, İslam

tasavvufunu bilmeyen batılıların iki şeyi karıştırdığını ifade eder. Batılı manadaki mistisizm ile İslam tasavvufu farklıdır. Burada bizim

mistisizmden kastımız Hıristiyan mistisizmi değil belirli bir iç tecrübe ve belli bir bakış tarzına felsefede verilen genel addır. Bu bakımdan

Hıristiyan mistisizmi, Yahudi Mistisizmi, Hindu mistisizmi gibi İslâm mistisizmi de vardır ve biz buna tasavvuf diyoruz. Eröz de

Şemseddin Sami ve Ferid Kam’a dayanarak tasavvuf kelimesinin Grekçe “hikmet” manasına gelen “sofos”, “sofya” kelimelerinden

türetildiğini söyler. Buna göre kendisini hikmete, ilahi cevheri müşahadeye veren kimsenin mesleğine isim olmaktadır.

Eröz’e göre İslâm tasavvufunun kaynağı Müslümanlıkta gizlidir. Öyle bazılarının ifade ettiği gibi eski Yunan, İran ve Hint

kaynaklı değildir.

Eröz, daha sonra şunları belirtir: “Bütün büyük İslâm mutasavvıfları, Kur’an ve Hadis’e dayanırlar. Bunu Gazzali de belirtiyor.

Molla Cami’nin savunduğu fikir de budur. Mevlana, Muhyiddin İbn Arabi ve Hoca Ahmet Yesevi gibi büyük mutasavvıflar, meslek ve

felsefelerini İslâm dinini nazari ve tatbiki esaslarına dayandırılmışlardır. Mevlana, bu konuda en açık bir ifade ile şöyle söylüyor. “Ben

Page 7: MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR KONUSU …tasavvufkitapligi.com/i/uploads/899021mehmet-erozde-bir-din,-mezhep-ve... · MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR

yaşadığım müddetçe Kur’an-ı Kerim’in bendesiyim ve O’nun emirlerine ferman benim. Ben Muhammed Muhtar (SAV)’ın yolunun

toprağıyım. Eğer benim sözlerimden bunun dışında bir söz nakleden olursa hem o sözden hem de nakledenden eza duyarım...” Aynı

şekilde Hacı Bektaş Veli de dört kapı kırk makamdan bahsederek, tarikat, marifet ve hakikate şeriattan geçileceğini söylüyordu. Hasan

Cemalî isimli Bektaşi şairinin şu semah nefesi de bu konuya bir örnektir:

Bektaşilik kolay zannetme aşık

Tarik-ı nazenin sırr-ı lafeta

Eline, diline, beline sadık

Olmayan bektaşi taklitdir cana

Şeriat babından girmeyen aşık

Tarikat sırrına ermiyen aşık

Marifet abına yanmayan aşık

Hakikat kamili sayılmaz asla...”

Bu yaklaşımlardan da Alevî inançlarının karakteristik özelliklerinden birinin de “Dört Kapı” olduğu ve bunların da şeriat,

tarikat, marifet ve hakikat olduğu anlaşılmaktadır.

Eröz, tasavvuf hakkındaki görüşlerini şöyle neticelendirmektedir: “Şamanizmi bırakarak Müslümanlığı kabul etmiş olan

Türkler arasında bu yeni din, çeşitli derecelerde benimseniyordu. Şehir merkezlerinde bütün şartlarıyla benimsenip, yerine getirilen İslâm

dini, eski gelenek ve göreneklerin henüz canlılığını kaybetmiş olduğu göçebe Türk topluluklarında eski din ve inanışlarla bir arada

yoğurarak kabul ediliyordu. Hoca Ahmet Yesevi’nin ve sonradan Hacı Bektaş Veli’nin tasavvuf düşünceleri de bunlara eklenince, Alevîlik

ve Bektaşîlik inançları ortaya çıkmış oldu. Din ve tasavvuftan gelen şer’i ve mistik esaslara bağlanmış oluyorlardı. İşte bu bölümün

konusunu teşkil edecek olan, bu mistik esaslardır. Onların Vahdet-i Vücud felsefesinden hareketle eski Türk inanışları içinde aldığı yeni

şekildir...”

4.3. Anadolu Alevîliği ve Eski Türk Dini (Göktanrı İnancı)

Türk Alevîliğinin ve Bektaşiliğin ana kaynağı Türk kültürüdür. Hacı Bektaş Veli’nin kullandığı dil, duyuş ve kültürün Türk

olması bunun en güzel örneğidir. Türkler, İslâm kültür çevresine girişlerinden itibaren tamamen Sünnî anlayışı benimsemiş olmalarına

rağmen, esas itibariyle Hz. Muhammed (sas) ve Ehl-i Beyt sevgisini ön planda tutan süfîlik cereyanın kuvvetle etkisi altında kalmışlardır.

O kadar ki, Türklerin dini anlayış tavırları, milletlerin kendi milli geçmişlerine bakış açılarını yansıtan birer vesika durumundaki

destanlarında bile, bütün açıklığı ile ortadadır. Meselâ dinî edebiyatımızın ilk ürünlerinden olan Satuk Buğra Han Destan’ında, Türklerin

İslâmiyet’e girişi ve dinin Türkler eliyle yüceltilişinin ilk işaretleri ve macerası anlatıldıktan başka, her zaman kahramanlık peşinde olan

daima destanî bir hayat yaşayan Türklerin, İslâm dünyası içinde de, bütün saflığı ile İslâmiyet’e sarılmış ve kendini bu dine adamış bir

kahramana, “Allah’ın Arslanı” sıfatıyla meşhur Hz. Ali’ye hayranlık duyuşlarının ve adını daima yüceltişlerinin ortaya çıktığını da

görürler. Ayrıca bu Destan’da, diğer destanlarımızda olduğu gibi, eski inanışıyla birleşivermiş olduğu göze çarpar.

Aslında Anadolu Alevîlerinin hemen tamamına yakını, inanç yönünden İslâm’ın temel akidelerine inanmış zümrelerdir. Ancak

dinin ibadet ve muamelâtla ilgili kısımlarına göçebelik dönemindeki yayılış mantığına uygun olarak pek fazla itibar göstermezler. Geçmiş

dönemlerdeki inançların tesiriyle meselelere yaklaşımlarda farklı yorumlar ve tavırlar sergilenmektedir. Yukarıdaki destanlarda görülen

geçmişin izleri ile hal’in getirdiği hükümleri birleştirmeler “dini anlayışlar”da da kendini gösteriyor.

Eröz, de Eski Türk dininin, Bektaşilik ve Kızılbaşlık üzerindeki etkilerini karşılaştırmalı bir metot kullanarak geçmiş ile mevcut

durum arasında bağlar kurmaya çalışmıştır. Bunları da kültürlerin, dini otoritelerin seçilmesi ve benimsenmesi, ayinler vs. gibi

hususiyetlerle değerlendirmiştir. Zaman ve mekanın değişikliğine rağmen geçmişle bir çok benzerliklerin olduğu görülmektedir. Bu

benzerlikler, kam-dede benzerliği, uçmağ-tamu(cennet-cehennem) inancı, yer-su kültü, düşkünlük müessesesi ve kahramanlık yapılarak

meclislere dahil edilme, ölüm adetleri, kurban adetleri, toplantı gelenekleri, şenlikler ve atalar kültü gibi hususlarda kendini

göstermektedir.

4.3.1. Kam-Dede-Baba Münasebeti

Eröz’e göre gerek kamlık, gerek dedelik soydan gelme bir dini-mistik meslek idiler. Her ikisinin de soyunda kam veya dede

bulunan sülâlelerin çocukları arasından bu vazifenin sahibi seçilip bulunurdu. Türkiye’deki Alevî ve Bektaşi cemaatlerinde dede ve baba

seçimi hakkında derinliğine bilgi sahibi olmamakla birlikte ipuçlarına ve bir takım bilgilere ulaşılabilir. Her ikisinde soy takibi şartına

rağmen, bir seçimin söz konusu oluşu gözden uzak tutulmamalıdır.

Eröz, Türkiye’deki Ocak denilen dede soylarının en kabiliyetli ve hevesli çocuğunun post sahibi olurken, burada kendi

aralarında bir seçim olduğunun görüldüğünü ifade eder. Ona göre ataları kam olmadığı halde, kabiliyetli oldukları için çeşitli sebeplerle,

teşvik ve zorlamalarla kam seçilen gençler vardır. Kızılbaşlık’taki babalığa seçilişi; Bektaşilikteki babalığa, halifeliğe ve dede babalığa

seçilişi buna benzetebiliriz.

Kamlığa geçiş vecd hâliyle veya öğrenim yoluyla mümkün olur. İkinci haldeki geçiş kam’ın kendinden sonraki kendi seçtiği

oğlu-yoksa bir mürşide- geleneğe dayalı tekniklerin verilmesiyle sağlanır. Tanrılar makamına yaşlı kam tarafından kabul edilen yeni cana

Page 8: MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR KONUSU …tasavvufkitapligi.com/i/uploads/899021mehmet-erozde-bir-din,-mezhep-ve... · MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR

ata şamanlar tarafından sırlar öğretilir. Öğretilme işinden sonra can bedenine geri döner. Eröz, bu noktada Alevîlik ve Bektaşilik cana

önem verme, yoldaşlarına can demelerini buradaki anlayışa dayandırabileceğimizi belirtir.

Şamanlar hem kendilerinin hem de başkalarının dertlerine deva, hastalıklarına şifa bulunduğuna inanılan insanlardır. Hatta

Rus etnologlarının bahsettiğine göre, Rus papazlarını dahi hastalandıklarında şamanlara başvururlarmış –Eröz, aynı şekilde pir olarak

kabul edilen Alevî ve Bektaşi dede ve babalarına da böyle başvuruların yapılmasını da buraya dayandırabileceğimizi ifade ediyor

4.3.2. Uçmağ (Cennet) – Tamu (Cehennem) Münasebeti

Cennete ulaşmak, daha doğrusu cennet manasına gelen uçmak; göğün yüksekçe bir katındadır. Orada iyi ruhlar ikamet eder

ve Tanrı ile insan arasında şefaatçidirler. Ruh âleminin üyeleri, doğumdan ölüme kadar insanla ilgilenirler. İnsanlar, doğrudan doğruya

Tengri’ye yalvarmaz, tali tabakalardaki tanrılar, yahut uçmağa (cennete) ulaşan cedlerinin ruhlarının aracılığı ile dileklerini bildirirler. Bu

dileğin iletilmesi gücüne ise ancak şaman sahiptir. Şamanlar bu ruhlar ile görüşülürken herhangi bir şeyin donuna (şekline) girer.

Şamanlar ve halk kahramanları kendileri öldüklerinde de insan kuş şekline girerek uçmağa ulaşırlar. Bu anlayış destanlara da renk

kazandırıcı bir etki yapmıştır. Efsanelerde yerini alan bu anlayış, Yesevi ve çıraklarının kuş şekline girerek uçabildikleri inancını

getirmişti. XIII. yy. sonunda İlhani sarayında büyük tesiri olan Türk mutasavvıfı Barak Baba, muasır Arap yazarlarının tariflerine göre

tipik Altaylı kam veya Kırgızların baksı’sının tam kendisidir. Yerin en alt katına da “Tamu” yani cehennem adı verilirdi. Burada da kötü

ruhlar yaşardı. Günahkar insanlar, hiç iyilik yapmamış insanların ebediyyen bu alt katta kaldıklarını, iyilik yapma derecesine göre

yukarıya çıkıldığına da Eski Türkler’de inanılıyordu. Eski Türklerin, “Tamu” (cehennem), “uçmağ” (cennet) terimlerinin Alevî şairlerine

geçtiğini Eröz bazı örneklerle açıklıyor: “Abdal Musa”, “yedi tamu bize nevbahar oldu, sekiz uçmak içindeki köydeniz” der. Muhyeddin

Abdal, bunu “yedi tamu, sekiz bab” diye anlatır. Kul Hüseyin, “sekiz uçmak elinden” söz eder...”

4.3.3. Ölüm Adetleri ve Totemizm İzleri Bakımından Benzerlikler

Eski Türklerin kamlık dini içinde, totemcilik izleri, bakiyeleri mevcut olmuş, hatta Şamanizmin en kuvvetli unsurlarından birini

meydana koymuştur. Totemizmde, sadece hayvan değil, bitkilerin ve ağaçların da totem sayıldığı görülmektedir. Burada yalnızca

hayvanları birer totem, birer töz olarak, ele alacağız diyen Eröz bunlara ek olarak şunları belirtir:

“Bektaşiler ölümü “don değiştirmek” yani, kırk kıyafet değiştirmek, başka şekle girmek sayarlar. Bu kelime Eski Türkçe’de

“ton” veya “don” “elbise, kılık” demektir. Bugün Azerbaycan Türklerinde aynen kullanılıyor. Orta Asya’da aynı şekilde kullanılır.

Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki köylerde ve süvarilikte, atın renginden söz etmek, gülünç olmak demektir. Onun yerine “atın donu”ndan

bahsedilir ki, bunlar da “kır, demir kırı, al doğru, kula, yağız, bakla kırı”dır. Dede Korkut Destanları’nda, yaş alameti olarak, “ağ olanları

çıkarıp, karalar” giyildiği anlatılır..”

Eröz’e göre Türkler Müslüman olduktan sonra da eski itikatlarını tamamen unutmadılar ve bilhassa ölüm adetlerinde bunu

iyice belli ediyorlar. Meselâ, bir kimsenin ölümünü anlatmak için, “öldü” yerine, “şünkâr boldı” (şahin oldu) deyişleri gibi. Bununla Alevî-

Bektaşilerin, ölümü don değiştirme olarak kabul etmeleri arasında hiçbir fark yoktur. Altaylı’lar ve diğer Şamanist Türkler, ölümden

sonra insanın ruhunun çeşitli hayvan suretlerine bürüneceğine, hatta böcek, ağaç, taş, toprak, ateş olacağına inanıyorlardı. Aynı şeyin

Bektaşilerde de varolduğunu Balkan Bektaşilerinin böcek olmuş bir Bektaşi’yi ezmemek için dikkat ettiklerini, iyi ruhların çoklukla kuş

şekline girdiğine inanıldığını görüyoruz. Alevî-Bektaşi erenleri ve Kam’lar sağlıklarında da hayvan donu’na (suretine) girebilirler.

Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal ve daha nice Alevî-Bektaşi erenlerinin şiirlerinden anlaşıldığına göre Türk

totemizminde önem taşıyan kuş (kaz, turna) geyik, bozkurt gibi hayvanların donuna girmiş insan (eren) örnekleri vardır.

Abdulgazi Bahadır Han’dan:

“Altın gözlü tavşanı getirdi diye

Kaz ayağı üç ayrı damga verdim”

Bildiğimiz gibi Alevîlikte kazın yeri yukarıdakine uyar.

Viranî:

“Ali’dir mahşerin haşrında kazı”*

Pir Sultan:

“Pir Sultan’ım katı yüksek uçarsın

Böyle midir yolumuzun töresi...”

Noksani:

“Noksani gönülde kuş gezer iken

Yer gök kurulmadan suda yüzerken

Kandildeki nurdan okur yazarken

Aşkın cür’asından sunanşah deyu”

Page 9: MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR KONUSU …tasavvufkitapligi.com/i/uploads/899021mehmet-erozde-bir-din,-mezhep-ve... · MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR

Hayatî, geyikten “geyik erenler” diye bahseder. Ayrıca geyik avının getirdiği felâketi anlatan türkülere Türkiye’nin birçok

yerinde (Adana, Diyarbakır, Fethiye ve Ankara’da bozlak olarak) rastlanır. Turna hakkında biraz daha fazla rastlanıyor.

Pir Sultan:

“Yemen ellerinden beri gelirken

Turnalar Ali’yi görmediniz mi?

Hava üzerinde sema ederken

Turnalar Ali’yi görmediniz mi?”

“Pir sultan yardımcın yaradan olsun

Aşık olan âşık, didârın bulsun

Arif olan anlar, cahil ne bilsin

Her mânâdan dilleri var turnanın”

Dedemoğlu

“Yerin göğün arşı kürsün direği

Varınca bir tel ver pirime turnam”

Bozkurt, Türk totemizminde önemli bir yere sahiptir. Yine Pir Sultan Abdal’dan örnek vereceğiz.

“İsmail’e inen koçun atası

Kurt donunda alıp giden kim idi”

“Ali bindi Düldül ata

Can dayanmaz bu fırkata

Bozkurt ile kıyamete kalan

Kalan dünya değil misin..”

Tavşan, Alevîlikte yenmesi yasak olan bu hayvan da eski bir Türk töz’ü (totemi) idi. Totemde sevilen sayılan yanlara karşılık

nefret edilen yanlar da vardır. Tavşan için zamanla ikinci taraf ağır basmış olmalı...”

4.3.4. Törenler ve Toplantılar Bakımından Benzerlikler

Eski Türkler, dinî ve içtima^İ sistemlerin gereği olarak, her vesile ile toplantılar, şölenler, toylar, ziyafetler düzenler, burada

yer içer, eğlenir veya yas ederlerdi. Bunlar, sosyal dayanışmanın vesilesi olurdu.

Oğuz Kağan Destanı’na, Dede Korkut Hikâyelerine, tarihin kayıtlarına bakıldığında, Türk içtimaî hayatının, kurultay

toplantılarına bakıldığında şölenler, toylar ile bir arada toplantıların yürütüldüğünü görürüz. Tarihin en eski devirlerinden, günümüz

Türkiyesi’ndeki cemlere kadar hep böyle olmuştur. Buralarda kesilen kurban (yuğ törenleri) ve yenilen yemekler yanında, bol miktarda

içki içilir ve raks (semah) edilirdi.

Fığlalı da bu toplantı ve şenlikler hususunda şu bilgiyi veriyor: “atalara kurban kesen ve bu işi bazı mukaddes mahallere

giderek yerine getiren Türklerin bu davranışlarıyla İslâmiyet’teki hac, din tarihçileri tarafından birbirine benzer sayılmıştır. Asya Hunları

yılın ilk ayında Tan-hu’nun sarayında ve ilkbaharda (5. ayda Bizim takvime göre Haziran’da) Lung Çeng (ongın Nehri Bölgesi’nde)’de

Gök-Türkler ve Uygurlar yine aynı ayda Tomir Irmağı kaynağında ve Hunlar sonbaharda Tai-lin’de, Gök-Tanrı’ya atalara, tabiat

kuvvetlerine at ve koyun kurban ederlerdi.

Bu toplantılarda devlet erkânı konumlarına göre sıralanır ve kurban üzerine düşen payı üleşir (bölüşür)lerdi. Eröz’e göre

Türkiye’deki Alevî ve Bektaşiler, atalarının usul ve erkanına göre şölene İslâmî bir cila katmışlardır. Orta Asya’daki “Kansız Kurban”a

“Dolu-Tolu” demişlerdir. Saçı nihayetine, ibadet niyetine bu merasimlerde içki içerler.

Meclise kadınlar ve çocuklar da yaş ve mevkilerine göre yerlerini alarak ayine iştirak ederler. Usul ve erkan aynı yalnız

oradaki kımızın yerini burada rakı almıştır. Bir de Tanrı’ya dolu sunan kam’ın yerini Müslüman oluşu nedeniyle “veli”lik mertebesine

ulaşmış şahsiyet olarak “dede” almıştır.

Dolu içilirken gülbanklar okunur. Onların (Meriç Bektaşileri) inançlarına göre “üç dolu hak dolusudur. Üçten sonrası

harabatlıdır. Kötüye gider..” Okunan gülbanklar ise şunlardır (Bunlara hayırlı verilmesi de denir):

“Halk Dolusu Niyazi

Bismişah Allah Allah,

Dolumuz dolu ola;

Yollarımız kadim ola;

İçtiğimiz dolu, hak dolusu olmuş ola.

Page 10: MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR KONUSU …tasavvufkitapligi.com/i/uploads/899021mehmet-erozde-bir-din,-mezhep-ve... · MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR

Kırklar Dolusu Niyazi:

Bismişah, Allah Allah,

Nur ola, sır ola,

İçtiğimiz şuraben tahur ala.

Dertlere derman, gönüllere iman ola.

Ak yazılı Sultan, Kızıldeli Sultan

Efendilerimizin keremi var ola;

Himmeti ruhaniyeleri üzerimizde hazır ve nazır ola.

Muhabbet aşkına içile.

Yuh münkire, lanet Yezid’e

Harabatlı Dolusu Niyazi:

Bismişah, Allah Allah,

Dolumuz dolu ola.

Yollarımız kadim ola.

İçeceğimiz dolu harabetli dolusu olmuş ola.

Harabatlı dmeine, keremine gerçeğe hü..!”

Eröz; sema, raks ve müziğin şaman ayinlerinin ve cemlerin vazgeçilmez unsurları olduğunu belirtir. Ona göre Çin

kaynaklarından verilen bilgiye göre sema (semah) oyunlarına benzer oyunlar Hunlar ve Göktürklerde mevcuttu.

Alevî-Bektaşi ayin-i cemleri hep gece yapılır. Şamanlık ayinleri de hep geceleyin olur. Her iki inanışta, dinî liderlerin

kıyafetleri, davranışları, hizmetleri ayinlerde çalınan sazlar, müzik, oyunlar, dualar bakımından büyük benzerlik vardır. Türkiye’deki

dede ve babalar gibi, Yakut şamanı da, post üzerinde oturur. Post üzerinde dünyanın dört yanında secde ettikten sonra, ağzına aldığı

birkaç yudum suyu etrafa püskürtür. Böylece ayin başlamış olur.

“Alevîlik ve Bektaşilikteki “Baş Okuma”, kendini temize çıkarma töreni”dir. Buryatlarda, her yıl böyle bir manevi, temizleme

usulü vardır. “Baba” (kam) ve “oğullar” (yardımcılar), üç ayrı pınardan su getirirler. Bunu kazana boşaltır ve kekik, ardıç yaprağı, çam

kabuğu ve kurban edilecek tekenin kulağından birkaç kıl atarlar. Su kaynatılır. Kesilen tekenin birkaç damla kanı da içine atılır. Manevî

temizlenme için kullanılan bu suya, “Tarasun” adı verilir. Huş ağacının dallarından yapılmış süpürge ile, bu kazanı karıştırırlar. Belli

işlemlerden sonra temizleme tamamlanmış olur. Cemlerde Selman’ın hizmetini gören kimsenin kullandığı süpürge ile, Tarasun’daki,

manevî temizleme esnasında kullanılan süpürge arasında benzerlik vardır. Dede’nin veya baba’nın 11 yardımcısı vardır. Pir, mürşit ve

rehber makamlarını üst seviyede hizmetler olarak ayırınca geriye 9 hizmet kalır ki, bu dokuz hizmet sahibini, Buryat’ın şamanın (Baba),

dokuz yardımcısına benzetmek mümkündür. Kesilen (tığlanan) kurbanın tüyünden 12 kat olarak örülen ve kurbanın kanına birazcık

boyanan ipe, Alevîlikte “Lamelif bendi” denir ve bele bağlanır. Alevîlik-Bektaşilikteki, “Onyedi Kam”, arasında da benzerlik mevcuttur

“Boyuna sicim takma”nın, Eski Oğuzlarda esaret ve kulluk işareti sayıldığı anlaşılıyor. Dede Korkut destanlarında, Salur Kazan’ın oğlu

Uruz’un tutsaklığı şu cümlelerle anlatılıyor. “Kıl sicim ak boyuna takıldı” “Kara kıldan sicim boyuna takıldı”, “ak boyunda kıl urgan

takılu”..”

4.3.5. Atalara Saygı (Atalar Kültü) Bakımından Benzerlikler

Eski Türklerde atalara olan bu saygı “atalar ruhu ve ocak”ın Kamlık dininde kutsal olmasından kaynaklanıyor. Bu saygılarını

onların ruhuna kurban keserek ifade ederlerdi. Alevîlik ve Bektaşilikde “atalar kültü”nün bu etkisini görebiliyoruz. Eröz, Silifke Tahtacı

Oymakları, köylerinde mezarlıkların atalara bağlılığın bir ifadesi olarak bir mesire yeri, bir park gibi düzenlenmiş olduğunu belirtir.

Türkler, “ateş ve ocak kültü (ayin)”ne de sahiptirler. Şamanistlerin yaptığı her törende bu nedenle mutlaka ateş bulunurdu.

Kurbanlı merasimlerde, kurbanlık hayvan hangi ruh için olursa olsun bir parçası önce ateş ruhuna sunulur. Gökdağ kurbanı töreninde de

ateş, ayinin merkezini oluşturmaktadır. Böylece Türkler, “ocak” çevresinde düğümlenen bir ayine sahip olmuşlardır. Ocağın tütmesi,

ateşin devamlı şekilde yanması, ataların o ocakta, o yurtta, o çadırda devamlı şekilde bulunması demektir. Ataların canları ocağın ateşi

içinde belirir. Bir diğer anlatımla atalarla temasın bir aracı da ocak ve ateştir. Bu inanışların bir kalıntısı olarak Bilecik’te çiftlerin

birbirine daha sıcak bağla bağlanmaları için ocakta yanan ateşin karıştırılması nişan töreninin adımlarından birini oluşturur. Ateşe

sunulan kuşbaşı şeklindeki eti de bir “saçı” olarak değerlendirebiliriz. Doğu Türkistan’ın “kadın bakşı”sı da ayine başlarken elindeki kılıç

veya hançeri, ocağın yanına, duvara sokar ve ocağa karşı oturarak dua okur. Koç’ların “ateş duası”nda “Imay ana”, “ateş ruhu” olarak

anılır. Bildiğimiz gibi buna Doğu Anadolu’daki Zazalar da “Homay” adını verirler. Alevî ve Bektaşilerde de “ocak”ın yeri büyüktür.

Bektaşi tekkelerinin meydan odalarında kıblenin olduğu yerde ocak vardır. Ocak bulunmayan meydan odalarında köşenin biri ocak

sayılırdı. Ocağın bir tarafında Seyyit Ali postu, öbür tarafında Horasan postu vardı. Yeniçeri teşkilatı hakkında da bu kelime kullanılırdı.

Bir Alevî babasından Eröz’ün edindiği bilgiye göre ocak, aydınlıktır, niyaz edilen makamdır; çiğlerin pişirildiği yerdir; bundan ötürü ona

secde edilir.

Page 11: MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR KONUSU …tasavvufkitapligi.com/i/uploads/899021mehmet-erozde-bir-din,-mezhep-ve... · MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR

Cem ayini sırasında cem evini aydınlatan lüks, lamba olsa da ocağın üzerinde “çıra-çırak” (mum) yanar. “Çırakman” cem

ayininin sonunda ocağa doğru gider. İki avucunu, ortası şişkin olacak şekilde birleştirir ve ocağa doğru gider. İki avucunu, ortası şişkin

olacak şekilde birleştirir ve ocağa doğru uzatır, kendisi de saygı ile ocağa doğru bu durumda eğilir. Sonra hürmetle geriye doğru çekilir

ve böylece durak, dedenin hayır duasını (gülbankını, hayırlısını) alır. Eröz’e göre benzer inanışlar Sünnî Türkmenlerde de görülebilir.

Onlarda da ataların ruhları için kurban kesme, ölü aşı (üç hayrı, yedi hayrı, kırk hayrı) şeklinde törenler düzenlenmektedir. O’na göre

“aile ocağı”, “asker ocağı”, “ocağına incir dikmek” “ocağı tütmek” “ocağı bozulmak” gibi deyimler böyle bir dünya görüşünden ortaya

çıkmıştır. Gerçekten de “Tekke Geleneği”ne sahip olan Akçadağ’ın Örükçü Köyü’ne mensup Şeyh Ali Kara Efendi’nin hayrına 1971’den

beri “pilav günü” düzenlenmesini de bu kollektif duygunun bir gereği olarak değerlendirebiliriz. Bildiğimiz kadarıyla yirmi beş bin davetli

“etli pilav” ile ağırlanır. Ruhuna Kur’an-ı Kerim ve Mevlid okunur ve anma töreni düzenlenir. Aynı şekilde “ölü aşı” hem aynı adla hem

de aynı erkana göre ölüm adetlerinde de kendini hissettirir. “Üç ve Kırk Mevlidi” şeklinde düzenlenir.

4.3.6. Nevruz

Bahar şenlikleri de Orta Asya’daki özelliklerle kurulabilecek en önemli bağlardan birini oluşturmaktadır. Çin kaynaklarına

göre “büyük bayram” beşinci ayın ikinci yarsında Gök Tanrı’ya kurban kesilmesiyle başlamaktadır. Bu bayram Lung-Çing denilen bir

yüksek dağda yapılmaktaydı. Anadolu’da Torosların zirvesinde düzenlenen “Hıdırellez”lerin kutlanması benzer özelliklere sahiptir.

Kızılbaş Tahtacılar, Kızılbaş Karakeçililer ve Meriç Bektaşileri “Hıdırellez”i mezarlarda kutlamaktadırlar. Bunlarda Eski Türkler ve

bugünkü Tüm Türk Dünyasında baharın gelişine olan sevincin ortak boyutu olmaktadır.

Türkçesi “Yenigün” olan Nevruz, Türklerin önemli bayramlarından biridir. Türklerin yılbaşı bayramıdır. Bugün Türk

dünyasında “Sultan Nevruz” adıyla kutlanmaktadır. Bir bahar ve kuruluş niteliğinde olan bu bayram, Ebulgazi Bahadır Han’ın “Secere-i

Türk” adlı eserinde belirttiği Ergenekon menkıbesi ile ilgili olup, eski Çin kaynaklarının günü, “kurtuluş günü” Türklerde böyle bir bahar

bayramı geleneğinin doğmasına sebep olmuştur.

Nevruz Türkistan’da doğmuştur. Oradan Batı’ya doğru yayılmıştır. İsminin Farsça olması, Fars dili ve Kültürünün Türk

dünyasında etkili olduğu bir dönemden kalma bir etki olmuştur. Eski yılın kötülük ve hastalıklardan kurtulup yeni yıla dinç girmek

konusunda uğur getireceğine inanıldığı için ateş üzerinden atlanmaktadır. Türk dünyasında herhangi bir din ve mezhebe has

olmaksızın ortak coşkuyla kutlanan Nevruz (Yenigün)’ün Türk bayramı olduğu artık tartışma götürmez bir gerçektir.

4.3.7. Yer-Su Kültü

Eski Türklerin inanışına göre insanoğlu iki zıt kuvvetin (ışık ile karanlık) etkisi altında olmaktadır. Bunlardan birincisi tabii bir

kuvvettir ve gökte bulunmakta, yeryüzüne ışık ve iyilik saçmaktadır. Güneş, ışıkları ile yeryüzünü ısıtmakta, gece ay ve yıldızlar,

yeryüzünün soğukluk ve karanlığını azaltmaya çalışmaktadır. İkinci güç, arşın soğuk ve karanlığı üzerinde barınmaktadır. Kötülüğün ve

ölümün kaynağı bu olmaktadır. Çatışan bu iki kuvvet arasında bir üçüncü kuvvet vardır ki Türkler buna Yer-Sub (Yer-su) adını

vermektedir.

Yer-su kültü, dağ-orman ve su kültlerine ayrılır. Bunlar Göktürk yazıtlarında “iduk yir sub” (kutlu yer su) olarak yazılmıştır. Bu

tabir “yer-suv” şekliyle Uygurlarda da vardır. Yer-su’lar kutsal (iduk) sayılıyorlardı. Buralarda da Gök Tanrı’ya kurban kesilirdi.

Anadolu’nun Alevî ve Sünnî Türkmenlerinde İslâmiyet öncesi akideler “Evliya” ve “Veli” itikadına dönerek devam ediyordu. Telli Baba,

Zuhurat Baba, Tezveren Dede, Dumlu Baba, Hasan Baba, Ak Baba, Çoban Dede vb. gibi onbinlerle ifade edilen yatırlar vardır.

Malatya’nın Battalgazi (Eski Malatya) ilçesinde Kara Baba ve Ali Baba yatırları Alevî olsun, Sünnî olsun sayısız ziyaretçiye sahiptir.

Etraflarında onlara duyulan saygı ve ziyaretçilerinin duasından nasip almak düşüncesinin bir ifadesi olarak mezarlıklar teşekkül etmiştir.

Kızılbaş ve Bektaşilerin gülbanklarında da bu kültün etkisini görebiliyoruz. “Meriç Bektaşilerini Doğu Gülbankı”nda, Bismişah,

Allah Allah, dolumuz dolu ola; Niyaz sahiplerinin ömrü uzun, kısmetleri gani ola, üzerlerine gelecek olan belayı, kazayı Ulu dağlara, Yezit

münkirlere vermiş ola. Niyazlarının kabullüğüne, Hakk’ın birliğine, Pir Sultan’ın demine, gerçeğe hu!...”

Eröz’e göre İslâmiyet’ten önceki inanış olan Yer-su kültüyle Türkler, başları sıkıştığında; belaya musallat olduklarında

doğrudan başvuru mercii olarak dilek ve taleplerine çözüm bulmaya çalışırlarken İslâmiyet’le birlikte bu yüksek yerler bir aracı

konumuna gelmişlerdir.

Sonuç

Alevî ve Bektaşilerin ilk önce İslâm Dinine bağlı olduklarını bilmek ve kabullenmek gerekmektedir. İkinci olarak da, Türk

milletinin mensubu bulunduklarına hiçbir şüphenin olamayacağını bilmek ve kabullenmek icap etmektedir. Töreleri, günlük yaşayışları,

deyişleri, nefesleri, sazları ve sözleri ile Türk kültürünün en özlü yanlarını korumaktadırlar. Buna göre, Alevîlik-Bektaşiliğin dayandığı

kaynaklar; Müslümanlık, İslâm Tasavvufu ve Türk töresi’dir.

Prof. Dr. Mehmet Eröz, yaptığı uygulamalı araştırmalarla Türk Alevîlik ve Bektaşiliğinin bir alt kültür grubu olarak ele alınması

gerektiğini tespit etmiştir. Eröz’ün araştırmaları ve eseri, yerinden ve birleştirici-bütünleştirici bakış açısına sahip olması bakımından o

güne kadar yapılan ve daha çok şifahî kaynaklara dayanan çalışmalardan tamamen farklı bir konuma sahiptir. Eröz, Alevîlik-Bektaşilik

konusunu akademik bakış açısıyla ve aktif katılımcı bilimsel yöntemle araştırmayı deneyen ilk sosyolog olmuştur.

Eröz, yanlış yorumlara, şüphe ve dedikodulara yol açan “mum söndü” gibi yakıştırmaların asılsız olduğunu kesin olarak

görmüştür. Bunun yanı sıra, bazı inanç ve ibadetlerin eski Türk dinine dayandığını ispat etmiştir.

Page 12: MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR KONUSU …tasavvufkitapligi.com/i/uploads/899021mehmet-erozde-bir-din,-mezhep-ve... · MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR

Alevîliği evrensel kültürlerle İslâm dininin değerlerinin bir sentezi olarak değerlendiren tezler de bulunmaktadır. Ancak Eröz,

buna katılmadığını ve Türk kültürünün temel kaynak olduğunu ifade etmiştir.

Mehmet Eröz, basmakalıp ifadelerden iletişim ile ve sosyal münasebet ağının kurulmasıyla kurtulmanın mümkün

olabileceğine inanmaktadır. Eröz, “sır saklama âdeti”nden dolayı Alevîlerin 1900’lü yıllara kadar içe kapanık bir hayat yaşamakta

olduğunu belirtmektedir. Aslında bu içe kapanıklık sadece Alevîler için değil, aynı zamanda Sünnîler için de geçerliydi. Daha açık ifadeyle

her iki kesim de birbirlerine kapalıydı. Köyden kente göçün artması ve iletişim imkanlarının artması ile bu içe kapanıklık her iki taraf için

de ortadan kalkmaya başladı. Ancak bu durum yazılı olmayan kaynaklara dayalı olan Alevîlikte dedenin otoritesini sarsmak şeklinde de

sonuç doğurdu.

Eröz’ün vardığı sonuca göre, bu karşılıklı içe kapanıklıktan kurtulmak birbirini tanımayla mümkün olur. Alevîlik, milli

kültürümüz açısından, birleştirici ve bütünleştirici önemli fonksiyonlara sahiptir. Sosyal bilimciler özellikle sosyolog ve halk bilimciler

(folklor) bu fonksiyonun sağlıklı olarak yerine getirilmesi için, Anadolu Alevî kültürünün kültür kalıplarını ortaya çıkarmak zorundadır.

Kapalı cemaat hayatları, sır ve gizlilik olarak görülen şeyler aslında tamamen Türk kültürü ile ilgilidir. Eski Türk dini ve

gelenekleri ile yoğrulmuş sosyal hayatlarını yakından tanıyınca, Sünnî, Türkmen, köylerinden pek de farklı olmadığını anlaşılabilir.

İslâmiyet cilasının altında, köklü bir Türk kültürünü yaşatan Alevî Türkmen toplulukları sevgi ile yakından tanındığında, mesele yarı

yarıya halledilmiş olacaktır. Eröz, yaptığı araştırmalarda onların sevgi ve şefkat ile uzanacak elleri beklemekte olduklarını görmüştür.

Ona göre, bu da çift yönlü münasebetin kurulmasıyla sağlanacaktır. Her iki tarafa da düşen aşırılığa gitmeden karşılıklı olarak

oluşturulmuş inanç ve kanaatleri tenkitçi gözle değerlendirmeye çalışmaktır. Aksi halde Türkiye, birbirini tanımayan halk toplulukları ve

birbirine kapalı adacıklarla dolu ve dolayısıyla da çok problemli bir ülke haline gelecektir.

Birliği güçlendirecek araçlara önem vermek gerekir. San’at, müzik, edebiyat, folklor, kaynaşmaya yardımcı olacak araçlardır.

Birlik kurulup güçlendirildikten sonra önyargılardan uzak kalınmış olunacaktır. Birbirlerine önyargı ile bakmayan iki taraf böylelikle

karşılıklı olarak birbirini tanıma fırsatı bulabilecektir. Sistemli bir devlet politikasıyla milli kültürümüzün bu en önemli meselesi rahatlıkla

halledilebilir.

DİPNOTLAR

Ġnönü Üniversitesi Fen-Ed. Fak. Sosyoloji Bölümü

ERÖZ, Mehmet; Türkiye’de Alevîlik ve BektaĢîlik, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1991, s.418

ERÖZ, Mehmet; Eski Türk Dini (Gök Tanrı Ġnancı) ve Alevîlik ve BektaĢîlik, Ġstanbul, 1992, s.141

Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yay., Ġstanbul 1988, s. 378.

BĠLGĠSEVEN, Amiran K.; Din Sosyolojisi, Filiz Kitabevi, Ġstanbul 1987, s. 1.

BERKAY, Fügen; “Türk Toplumu Açısından Ġslamiyet”, Sosyoloji Dergisi Sayı:19-20, Ġstanbul 1964-1966, s. 205.

FIĞLALI, Ethem R.; GeçmiĢten Günümüze Halk Ġnançları Ġtibariyle Alevilik-BektaĢilik, Ankara 1994, s. 27.

GÜNGÖR, Erol; Ġslâmın Bugünkü Meseleleri, Ötüken Yay., Ġstanbul 1991, s. 112.

SEZEN, Yümni; Sosyolojik Açıdan Din, Marmara Ünv. Ġlahiyat Fak. Yay., Ġstanbul 1988, s. 8-9.

FIĞLALI, Ethem R.; Çağımızda Ġtikadî Ġslâm Mezhepleri, Selçuk Yay., Ġstanbul 1993, s.15.

Ġslam Ansiklopedisi “Alevi” Maddesi, s.368.

A.g.e., s.368-369.

FIĞLALI, Ethem R.; a.g.e., s.233.

ERÖZ, Mehmet; Türkiye’de Alevilik-BektaĢilik, Kültür B.lığıYay., Ġstanbul, 1990, s. 32.

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.32.

Page 13: MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR KONUSU …tasavvufkitapligi.com/i/uploads/899021mehmet-erozde-bir-din,-mezhep-ve... · MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.35.

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.40.

Ġslam Ansiklopedisi “BektaĢilik” Maddesi, C:4, TDV Yay., s.373.

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.52.

ERÖZ, Mehmet; “Milli Kültür Ġçinde Alt Kültür Grupları”, III. Milliyetçiler Kurultayı, 1973 Bildirisi, Kültür ve Sanat, Boğaziçi Yay., Ġstanbul, 1980, s.124.

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.44-45.

ERÖZ, Mehmet; Atatürk-Milliyetçilik-Doğu Anadolu, s.129.

ERÖZ, Mehmet; Türkiye’de Alevilik ve BektaĢilik, s.80.

Zaman Gazetesi, 21 Nisan, 1995, s.17.

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.80.

Ġslam Ansiklopedisi, “Alevi” maddesi.

KÖPRÜLÜ, Fuat; Türk Edebiyatında Ġlk Mutasavvıflar, Diyanet ĠĢleri BĢk. Yay., Ankara, 1991, s.33-34

Ġslam Ansiklopedisi “BektaĢilik Maddesi”, s.376

Ġslam Ansiklopedisi “BektaĢilik “Maddesi, s.373.

ERÖZ, Mehmet; Türkiye’de Alevilik ve BektaĢilik, s.175

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.175-176

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.77-178

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.184

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.184-185

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.85

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.87

ERÖZ, Mehmet; “Türk Ġçtimai Hayatında, Totemizm Ġzleri”, Ġslam Tetkikleri Mecmuası Togan Armağanı’ndan Ayrıbasım, s.294

ERÖZ, Mehmet; Türkiye’de Alevilik-BektaĢilik, s.188

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.47

ERKAL, Mustafa; “Hakimiyet Kavramını Nerede Aramalıyız?”, Milliyetçi Çizgi Gazetesi, 26 Nisan 1995, s.3

ĠLGEN, A.K.; “Önyargının Sosyo-Kültürel Sebepleri”, Yeni Dergi, Sayı: 5-6, s.37

ERÖZ, Mehmet; a.g.e.,, s.106-109

Ġslam Ansiklopedisi, “BektaĢilik Maddesi”, s.376

Page 14: MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR KONUSU …tasavvufkitapligi.com/i/uploads/899021mehmet-erozde-bir-din,-mezhep-ve... · MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.149

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.151

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.174

FIĞLALI, Ethem R.; GeçmiĢten Günümüze Halk Ġnançları Ġtibariyle Alevilik-BektaĢilik, Ankara 1994, s.80

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.189

GÜNGÖR, Erol; Ġslam Tasavvufunun Meseleleri, Ötüken Yay., Ġstanbul 1989, s. 17

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.189

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.189-190

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.190-191

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.203

KALELĠ, Lütfi; Alevi-Sünni Ġnancında Mevlana-Yunus ve Hacı BektaĢ Gerçeği, Alev Yayınları, Ġstanbul 1993, s.110-111

FIĞLALI, Ethem R.; Çağımızda Ġktisadi Ġslam Mezhepleri, s.239-240

ERÖZ, Mehmet; Eski Türk Dini (Gök Tanrı Ġnancı) ve Alevilik-BektaĢilik, TDAV Yay., Ġstanbul 1992, s.7

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.12-14

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.15

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.15-17

RASONYI, L.; a.g.e., s.32

RASONYI, L.; a.g.e., s 33

ERÖZ, M.ehmet; Türkiye’de Alevilik ve BektaĢilik, s. 393-394.

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s. 395-396.

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s. 397-398.

ERÖZ, Mehmet; Eski Türk Dini (Gök Tanrı Ġnancı) ve Alevilik-BektaĢilik, s. 125-126.

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s. 132-138.

*Eröz buradaki “kazı” kelimesinin “kadı” da olabileceğini ayrıca belirtir.

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s. 129-139.

ERÖZ, Mehmet.; Türkiye’de Alevilik ve BektaĢilik, s. 304.

FIĞLALI, Ethem R.; Halk Ġnançları Ġtibariyle Alevilik-BektaĢilik, Ankara 1984, s. 45.

ĠNAN, A.bdulkadir; “Orun ve ÜluĢ Meselesi”, Makaleler ve Ġncelemeler I, s. 254.

ERÖZ, Mehmet.; a.g.e., s. 314-315.

Page 15: MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR KONUSU …tasavvufkitapligi.com/i/uploads/899021mehmet-erozde-bir-din,-mezhep-ve... · MEHMET ERÖZ’DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR

ERÖZ, Mehmet.; Gök Tanrı Ġnancı ve Alevilik-BektaĢilik, s. 61.

ERÖZ, Mehmet.; a.g.e., s. 65-66.

ERÖZ, Mehmet.; a.g.e., s. 66.

ERÖZ, Mehmet.; a.g.e., s. 67.

ĠNAN, Abdulkadir.; Tarihte ve Bugün ġamanizm, TTK Yay., Ankara 1972, s. 71.

ERÖZ, Mehmet.; Türkiye’de Alevilik ve BektaĢilik, Ankara 1991, s. 327.

YALVAÇ, Mehmet; “Bilecik Düğün Adetleri”, Türk Dünyası AraĢtırmaları’ndan Ayrı Basım, Ġstanbul-Nisan 1984, s. 78-79.

ERÖZ, Mehmet.; a.g.e., s. 329.

ERÖZ, Mehmet; Doğu Anadolu’nun Türklüğü, Ġstanbul 1983, s. 144.

ERÖZ, Mehmet; Eski Türk Dini (Gök Tanrı Ġnancı) ve Alevilik-BektaĢilik, Ġstanbul 1992, s. 70.

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s. 71.

ERÖZ, Mehmet; “Türk Boylarında Kansız Kurban Geleneği”, Türk Kültürü ArĢ. Ens. Yay., Mayıs-Ağustos 1980, s. 212.

ERÖZ, Mehmet.; Türkiye’de Alevilik ve BektaĢilik, Ankara 1991, s. 353-355.

ÖGEL, B. –YILDIZ, H. D. –KIRZIOĞLU, M.F. –ERÖZ, M - KODAMAN, B. - ÇAY, A.M.; Türk Milli Bütünlüğü Ġçerisinde Doğu Anadolu, Boğaziçi Yay., Ankara 1992, s. 130-131.

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s. 97-98.

FIĞLALI, Ethem R.; a.g.e., s. 65.

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s. 100.

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s. 100-101.

ERÖZ, Mehmet.; a.g.e., s. 102.