352
SÛRE VE KONU ADI SAYFA NO 12 .CİLDİN FİHRİSTİ…………………………………. 2565 YİRMİÜÇÜNCÜ CÜZ…………………………………... 2568 Vacip Tealâ'nın kullarına nimetleri tadatla haşre istidlali...................................................... 2569 Kara vapuru, tayyare ve sair binitlere Kur'an'la istidlal......................................................... 2573 Ehl-i küfrün kıyametten sualleri ve ona cevab................................................................... .. 2576 Ehl-i Cennetin zevceleri ile beraber kürsiler üzerinde istirahat edecekleri ……………….. 2579 Eh-li Cehennemin ehl-i Cennetten ayrılmalarına dair hitab-ı İlâhî ……………………………. 2581 Âsilerin isyanlarına âzalarının şehadet edeceği................................................................. .. 2582 Resulûllah'ın ankasdin şiir söylemediği............................................................. ................... 2585 Hayvanatta insanlar için menafi'-i kesire bulunduğu ............ ............................................... 2586 Kemikde hayat olub olmadığına dair beyanat................................................................. ...... 2589 Yeşil ağacda ateşin halk olunduğu................................................................ ....................... 2690 SÛRE-İ SAFFÂT……………………………………………………………………. 2591 Sema-i dünyanın şeytandan hıfzı ve ona âid tafsilât .......................................................... 2593 Ehl-i küfrün azabı görünce helake çağıracakları........................................................... ........ 2597 2565

Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân - 12

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Mehmet Vehbi Efendî - Hulâsatü'L-Beyân Fî Tefsîril Kur'Ân

Citation preview

SÛRE VE KONU ADI SAYFA NO 12 .CİLDİN FİHRİSTİ…………………………………. 2565 YİRMİÜÇÜNCÜ CÜZ…………………………………... 2568

Vacip Tealâ'nın kullarına nimetleri tadatla haşre istidlali...................................................... 2569Kara vapuru, tayyare ve sair binitlere Kur'an'la istidlal......................................................... 2573Ehl-i küfrün kıyametten sualleri ve ona cevab..................................................................... 2576Ehl-i Cennetin zevceleri ile beraber kürsiler üzerinde istirahat edecekleri ……………….. 2579Eh-li Cehennemin ehl-i Cennetten ayrılmalarına dair hitab-ı İlâhî …………………………….2581Âsilerin isyanlarına âzalarının şehadet edeceği................................................................... 2582Resulûllah'ın ankasdin şiir söylemediği................................................................................ 2585Hayvanatta insanlar için menafi'-i kesire bulunduğu ............ ............................................... 2586Kemikde hayat olub olmadığına dair beyanat....................................................................... 2589Yeşil ağacda ateşin halk olunduğu....................................................................................... 2690

SÛRE-İ SAFFÂT……………………………………………………………………. 2591

Sema-i dünyanın şeytandan hıfzı ve ona âid tafsilât .......................................................... 2593Ehl-i küfrün azabı görünce helake çağıracakları................................................................... 2597Ehl-i küfrün yekdiğerine atf-ı cürüm edecekleri..................................................................... 2599Cennet'te müminlerin ni'metlerinin nev'i ve evsafı................................................................ 2602Ehl-i Cennetin nisvanlarının evsaf-ı memduhaları................................................................ 2603Zekkum ağacının fitne olduğu ve sair evsafı........................................................................ 2605Kâfirlerin babalarını taklidleri ve taklidin mezmum olduğu…………………………………..... 2607Hz. Nuh'un Cenab-ı Hakka nidası ve kerb-i azimden kurtulması…………………………..... 2608Hz. İbrahim'in kalb-i selim sahibi olub pederine suâli…………………………………............. 2611Hz. İbrahim'in hastalığında yalan olmadığı ve putları kırdığı………………………………..... 2613Hz. İbrahim'in ateşden çıkdıkdan sonra duası ve bir oğlan istemesi ………………………… 2614Hz. İbrahim'in rü'yası ve oğlunu kurban etmekle me'mur olduğu ve ona dair tafsilât………. 2615Hz. Musa ile biraderine Cenab-ı Hakkın ihsanı.................................................................... 2620İlyas (A.S.) ın kavmini imana da'veti .................................................................................... 2621Hz. Lût'un evlâdı ve etbaiyle beraber azabdan necat bulduğu……………………………..... 2622Hz. Yunus'un kıssası............................................................................................................ 2623Hz. Yunus'un denizden çıkıb kabak yaprağıyle gölgelendiği……………………………........ 2624Meleklerin ind-i İlâhîde makamlarının malûm ve ibadette devamları …………………………2628Kâfirlerin havlulara azab nazil olduğunda halleri.................................................................. 2630

SÛRE-İ SÂD………………………………………………………………………… 2632

Kur'an'ın şanı âlî olduğu....................................................................................................... 2632(Ve lâte hine menâs) lâfzının manâsı.................................................................................... 2633Müşriklerin tevhidi Nasara'dan dahi işitmedik dedikleri ....................................................... 2635Nebilerini tekzib eden akvama âid tafsilât ........................................................................... 2637Hz. Davud'un menakıbı........................................................................................................ 2639Muhakeme için hasmın divardan huzur-u Davud'a girdikleri ……………………………....... 2641Nâsın âdil bir reis-i hükümete ihtiyacı................................................................................... 2644Süleyman (A.S.) ın menakıbı................................................................................................ 2647Hz. Süleyman'ın muharebe için hazırlanan atları muayenesi ve ona dair tafsilât………….. 2647Hz. Süleyman'ın büyük bir melek istemesi üzerine istiğfarı takdimi …………………………. 2649Şeytanın enbiya suretine temessül edemediği…………………………………...................... 2650Hz. Eyyub'un menakıbı ve hastalığına dair tafsilât …………………………………............... 2651Eyyub (A.S.) a ehli ve onun misli verildiği ve yemininde hânis olmaması içinta'limat-i İlâhiyyenin geldiği ………………………………………………………………………. 2653 2565

İbrahim, İshak ve Ya'kub (A.S.) ın menakıbları..................................................................... 2654Cennet ni'metlerinin en mühimi nikâh ve tezevvüc olduğu .................................................. 2656Cehennemde hararetle azab olduğu gibi burudetle dahi azab olacağı……………………… 2657Ehl-i Cehennemin birbirinden merhabayı men' ettikleri …………………………………........ 2658Mahlûkatın dörde münkasem olduğu.................................................................... ............... 2661İnsanın ruhla cesedden mürekkeb olduğu.............. ............................................................. 2662İblis'in da'vası üç mukaddemeyi hâvidir .................... ....................................................... 2663Bâzı zalimlere Cenâb-ı Hakkın müsaadesi şeytana müsaadesi kabilinden olduğu………... 2665

SÛRE-İ ZÜMER…………………………………………………………………….. 2668

Kur'an'ın hikmet üzere müştemil olduğu.............................................................................. 2668Dih-i halisin Allah'a mahsus olduğu...................................................................................... 2669Bu âlemin hilkati ve intizam-ı cereyanı kudret-i kahire'ye delâlet eder………………………. 2671İnsanın nefs-i vâhidden halk olunub üç zulümat içinde bulunduğu…………………………… 2672Hiç bir kimse aharın günahından mes'ûl olmayacağı ......... ................................................. 2675İnsanın ibadetinde devamı iki şey üzere mübteni olduğu……………………………….......... 2676Sefih için vasi ta'yin olunduğu........................................................................................ ...... 2678Hicrete teşvik ve arzın hicrete müsaid olduğu ................ .................................................... 2679Ehl-i nârın altlarında, üstlerinde ateşden gölge olacağı........ ............................................... 2681Esbaba tevessülün lüzumu................................................................................................... 2682Ehl-i nârın ateş tabakalarına mukabil ehl-i Cennetin saadet dereceleri……………………. . 2685Nur-u İslâmla münevver olanlarla kalbi katı olanların müsavi olamayacağı…………………. 2687Kur'an'dan, Allah'dan korkusu olanların tüyleri ürperdiği…………………………………....... 2688Ehl-i sünnetle mu'tezilenin Kur'an hakkında niza'ları lâfzî olub hakiki olmadığı ………… 2688Nebilerini tekzib edenler dünyada rüsva olub âhiretde daha büyük azab tadacakları …….. 2690Müminle müşrikin hallerini iki kölenin hallerine teşbih ......................................................... 2692

YİRMİDÖRDÜNCÜ CÜZ……………………………… 2694

Ebu Bekir hazretlerinin imanı İslâmın temel taşı olduğu........................................................2694Allah'ın ıdlâl ettiği kimseyi hidayette kılacak olmadığı.......................................................... 2696Uyku ile ölüm beyninde fark. ................................................................................................ 2681Yevm-i kıyamette kâfirler bütün dünya kendilerinin olsa azabın define mukabil feda etmeğe müheyya olacakları ……………………………………………………………... 2702Münkir-i ni'met olan insanların hali daima mütenakızdır ...................................................... 2704Rahm'et-i İlâhiyyeden kat'-ı ümid etmek caiz olmadığı insan için daima tevbenin lüzumu..2705İnsan için daima tevbenin lüzumu. ....................................................................................... 2706Yevm-i kıyamette ızhar-ı nedamet için âsilerin sözleri.......................................................... 2707Semavat ve arzın miftahı Cenab-ı Hakkın yed-i kudretinde olduğu………………………….. 2711Cenab-ı Hakkın yevm-i kıyamette semavat ve arzı kabz edeceği…………………………… 2713Arz-ı mahşerin nur-u İlâhî ile ziyadar olacağı........................................................................ 2714Ehl-i Cehennemin şevklerine dair tafsilât.............................................................................. 2715Ehl-i Cennetin Cennete girecekleri....................................................................................... 2716

SÛRE-İ MÜ'MİN…………………………………………………………………….. 2718

Ehl-i küfrün beldelerde seyr ü seferleri................................................................................. 2720Arş'ın etrafında bulunan meleklerin teşbih ve istiğfarları...................................................... 2722Meleklerin müminler hakkında dualarının keyfiyyeti............................................................. 2723Vahyden maksad-ı aslî yevm-i kıyametle inzar etmek olduğu.............................................. 2727Allahü Tealâ gözlerin hiyanetini ve kalblerin esrarını bildiği................................................. 2730Kâfirlerin hilelerinin muzmahil olduğu................................................................................... 2732Firavun'un Hz. Musa'yı kati edeyim dediği………................................................................. 2733İstiâzede Rab isminin evlâ olduğu........................................................................................ 2734

2566

Hz. Musa'ya Firavun'un akrabasından bir kimsenin muaveneti…………………………….... 2735Hz. Musa'ya muavenet eden kimseye karşı Firavun'un müdafaası ……….………………… 2738Allah'ın âyetlerinde mücadele edenlerin hâlleri.................................................................... 2741Firavun'un Haman'a bir rasadhane yapmasını emr ettiği..................................................... 2741Ceza günahın misli olub müsavata riayetin lüzumu.............................................................. 2744Hz. Musa'ya muavenet eden recülü onların şerrinden Allah'ın himayesi…………………… 2746Kabir azabına eşed azabın delâleti.................................................................................. ... 2746Ehl-i nârın zebanilere müracaatları ve onların cevabları...................................................... 2748Hz. Musa'ya Tevrat'ın verildiği ve akıl sahihlerine nasihat olduğu ……….………………….. 2749Resulullah'a istiğfarla emre dair tafsilât ................................................................................ 2750Yahudilerin Deccal'a dair iddiaları........................................................................................ 2752Duanın kabulüne dair tafsilât................................................................................................ 2753İnsanın suretinin ahsen-i suret olduğu.................................................................................. 2756Duanın ihlâsa mukarin olması ve hamdin ilâvesi.................................................................. 2756(Kün) emrine dair tafsilât....................................................................................................... 2758Enbiyadan bâzılarının Kur'an'da hikâye olunub diğerlerinin hikâye olunmadığı……….……. 2762Hayvanların hilkatinde insanlara olan menfaatler................................................................. 2763

SÛRE-İ FUSSİLET…………………………………………………………………. 2766

Kur'an'ın lisan-ı Arabî üzere nazil olmasındaki hikmet......................................................... 2766Kâfirlerin Kur'an'ı kabulden i'razları...................................................................................... 2768Tevhid; itikadın üssülesası olduğu................................. ...................................................... 2770Arzda dağların ve hayvanatın rızıklarmın halk olunduğu müddet……………………………. 2772Semanın madde-i asliyyesi duman hâlinde olduğu.............................................................. 2772Ehl-i küfrün : «Dileseydi, Allahü Tealâ bizi irşad ederdi» dedikleri ………..………………… 2774Kavm-i Âd'ın rüzgârla helakleri ve eyyam-ı nahsden murad………………………………..... 2776Kavm-i Semûd'un ahvâl ü evsafı.......................................................................................... 2777Ehl-i nârın günahlarına âzalarının şehadet edeceği............................................................. 2777Allahü Tealâ'ya su-i zannın sahibini ihlâk edeceği............................................................... 2780Âsilerin arzuları vechle kendilerine kötü arkadaşlar halk olunduğu……………………………2781Ehl-i Cehennemin Cehennemde muhavereleri..................................................................... 2783İstikametin neden ibaret olduğuna dair tafsilât..................................................................... 2783Allah'a itaate da'vet; sözün güzeli olub da'vet edenlerin kimler olduğu……….……………… 2785Kötülüğe iyilik hüsn-ü netice vereceği................................................................................... 2786Şeytanın vesvesesine karşı Allah'a ilticanın vücubu............................................................ 2787Meleklerin daima teşbihle meşgul oldukları.......................................................................... 2789Âyetlerde ilhâd edib manâsından çıkaranların ateşe atılacakları…………………………….. 2790Kur'an'ın ahkâmını ihlâle çalışanların her zaman mağlûb oldukları …………………………..2792Kur'an'ın Acem lisanı üzere nazil olsa dahi itiraz edecekleri ……………………………........ 2793Kur'an'ın kimlere hidayet ve şifa olduğu.............................................................................. 2793

MİNİ LÜGAT………………………………………………………………………… 2795

2567

SÛRE-İ YASİN’in devamı… &&&&&

YİRMİÜÇÜNCÜ CÜZ

Vâcib Tealâ Habbi-i Neccar'ın halini beyandan sonra muhalif olanların hallerini beyan etmek üzere :

ماء وم��ا لس�� ده من جن من مه م ب ��ا على ق ن ٱوما أنز �� د ۦ ع� ن� ۦ ع ع� ا منزلين ) ح��د ف��إذا ه خ���مدون )(٢٨كن ح و إال ص ع� إن كان � د ٲ � د ع� ع�

٢٩)buyuruyor.[Habib'in vefatından sonra kavmi üzerine semadan hiçbir asker indirmedik ve indirici

de olmadık. Onları ihlâk eden vak'a olmadı, illâ bir sayha oldu ki o sayha üzerine onlar derhal söndüler, asla hayat eseri kalmadı, belki o anda ateş yerinde kalan kül gibi oldular.]

Yani; Antakya ahalisinin ihlâki için semadan biz asker indirmedik. Zira; askere ihtiyaç yoktur. Onların ihlâkine bir meleğin sayhası kifayet etmiştir. Binaenaleyh; meleğin sayhası üzerine nagehanî olarak onlar derhal meyyit olmuşlardır.

Nisâbûrî'nin ve Kazî'nin beyanları veçhile bu âyet-i celile; bizim peygamberimizin faziletine delâlet eder. Çünkü; Cenab-ı 4642 Hak bir kavmin ihlâki için semâdan asker inzal etmediğini beyan buyurdu. Halbuki Resûlullah'ın kavmini ihlâk ve Resûlullah'a muavenet için (Bedir), (Hendek) gazalarında meleklerden asker göndermiştir ki bu bizim nebimizin efdal olduğuna delâlet eder. Zira; enbiyadan ve evliyadan hiç kimseye vâki olmayan muavenet bizim nebimize vâki olmuştur.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Vâcib Tealâ indinde onların ihlâki gayet kolay olduğuna işaret için sayha-yi vahide ile; yani bir kere olmasıyla tavsif olunmuştur ki «Onların ihlâkine Cibril'in bir sayhası kâfi olup iki sayhaya ihtiyaç yok» demektir. Vukuat şöyle cereyan etmiştir: Habib Hazretlerini katletmeleri üzerine Cenab-ı Hakkın emriyle Cibril-i Emin kale kapısının iki kanatlarını ellerine alarak bir sayha edince cümlesi yere meyyit olarak serilmişlerdir.

Hal-i hayatlarında yakıcı ve yıkıcı ateş gibi parlayıcı olduklarına işaret için onların mevtinden hamûdla ta'bir olunmuştur. Çünkü h a m û d ; ateşin sayhasına ıtlak olunduğundan onların cesetleri sönmüş ateş gibi olunca hayatları da aynı ateş gibi olmak lâzım gelir.

Onlar da hakikatta ateş gibi alevleniyorlardı. Zira; hararetin kuvveti nispetinde insanın kuvve-i gazabiye ve şehevaniyesi şiddetli olduğundan Antakya ahalisi gazaplarının şiddetine binaen (Habib)'i katle kadar cür'et ettiler, kuvve-i şehevaniyeleri ziyade olduğundan hava ve heveslerine tâbi olarak kelâmını dinlemediler. Binaenaleyh; küfür üzere ısrarla imana asla rağbet etmediler.

Helâkleri sayha üzerine terettüb edip sayhadan sonra olduğuna işaret için terettübe ve

taahhura delâlet eden (فا) lafzıyla varid olmuştur.Hulâsa; Antakya ahalisinin helâki bir sayhayla olduğu ve onları ihlâk için semâdan asker inzal

olunmadığı ve bir sayhayla onların sönmüş ateş gibi oldukları bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Habib-i Ncccar'ın kavminin bir sayhayla helâk 4643 olduklarını beyandan sonra onlar üzerine ebedî hasretin lâzım olduğunu beyan etmek üzere :

2568

��انوا به ول إال ك س�� تيهم من ر ��ا م��ا ي عب رة على ح ۦي��� �� ع � د�‌ ع� ٱ ع� زءون ) ت ع�ي (٣٠ع�buyuruyor.[Nedamet ve hasret; iman etmeyen kullar üzerinedir. Zira; onların kendilerine bir resûl

gelmedi, illâ o tesulü istihza ederler.]

Yani; nedamet-i kâmile ve hasret-i daime ve hüzn-ü ebedî şol kullar üzerine variddir ki o kulların hallerini ıslah ve doğru yola irşad için hiçbir resûl gelmedi, illâ o gelen resûlü onlar istihza ettiler. Binaenaleyh; ebedî azaba müstehak olduklarından daimi nedamet kendilerini ihata ettiği cihetle ebedî bir hasret içinde kalmışlardır. Çünkü; onlara azabın geldiği günde o azabı defe kudretleri olmadığından hayret içinde sarhoş, nedamet içinde mütehassir ve bihuş oldukları gibi o günde iman etmek isterler, lâkin iman menfaat vermediğinden hasretleri devamlı olur ki tükenmez ve arkası kesilmez.

Bu âyette beyan olunan h a s r e t ; kulların kendileri tarafından olmak ihtimali olduğu gibi Beyzâvî ve Nisâbûrî'nin beyanları veçhile meleklerden, ins ü cinden ve ehl-i iman tarafından olmak ihtimali de vardır. Zira; «Onların kendi nefislerine yapmış oldukları cinayet o kadar büyüktür ki herkesin hasret ve esefini mucip olur bir derecede» demektir. Çünkü; kendilerine dünyevî ve uhrevî menfaatlarınıbeyan eden halisane nasihat edenlerin nasihatlarını istihza ve davetlerine icabetten imtina' ile küfr üzerine devam etmekten daha büyük bir cinayet olamadığından herkesin hasretlerine şayan demektir.

تيهم) ي ��ما ع ) hasretin sebebini beyan eder delildir ve takriri şöyledir : «Küfür üzerine devam eden ibad üzerine hasret lâzımdır. Zira; onlar kendilerine gelen resûlü istihza ederler. Her kimseler ki kendilerine gelen resûlleri istihza ederler. Onlar üzerine hasret lâzımdır. Binaenaleyh; küfür üzere ısrar eden ibad üzerine hasret lâzımdır» demek olur. Resûlü istihza ile şeriatını 4644 istihza beyninde fark olmadığından resûlün vefatından sonra şeriatını istihza edenler de aynı hasrete mahkûmlardır. Binaenaleyh; zamanımızın süfehasından şeriat-ı Ahmediyeyi istihfaf ve istihza edenlerin halleri de tahassüre şayandır.

Hulâsa; rusûl-ü kiramı ve şeriatlarını istihza ve istihfaf etmek ibadın hasret-i daimesini icab ettiği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ rusûl-ü kirama iman etmeyenlerin hasret-i ebediyeye müstehak olduklarını beyandan sonra Kureyş'in Resûlullah'a iman etmediklerinden dolayı tekdire müstehak olduklarını beyan etmek üzere :

جع��ون ) ال ي إل ق��رون أن لهم من ��ا ق ن ل أ ا ك ير ع�أل ع� د� �ع ع� �ہ ع� ٱ ع� ع ع! ع� ع ع�ضرون )(٣١ نا م د ما جمي ل ل ع" وإن ك ع� �# د �$# (٣٢د

buyuruyor.[Ey Habib-i Zişanım ! Ehl-i Mekke seni istihza ve dinini inkâr ederler de bilmezler ve

haber almazlar mı ki bizim onlardan evvel ihlâk ettiğimiz kavimleri ve onlar da bunlar gibi resûllerini tekzip ve istihza ettiklerinden helâk olduklarını? Halbuki o helâk olan kavimler bir derece münkariz oldular ki dünyaya ve bilhassa bunlara avdet etmek ihtimali yoktur, avdet edemezler, onlardan herbiri dünyaya dönmez, illâ biz onları yevm-i kıyamette huzurumuza cem'ederiz, orada hazır bulunurlar ve her biri amelinin cezasını görür.] Zira; herkes o içtimâ'da amelinden mes'ûl olacaktır. Binaenaleyh; insanlar kendilerinden evvel helâk olanların sebeb-i helâklerini düşünüp helâke sebep olan günâhlardan ihtiraz etmek lâzım olduğunu bilmeli ve huzur-u İlâhide içtimâ' olacağını tefekkür edip hüsn-ü tedarikte bulunmalıdır.

2569

Nisâbûrî ve Kazî'nin beyanları veçhile bu âyette istifham; taaccüb içindir. Yani kurûn-u maziyenin eserleri görülmez ve bir daha avdet etmez bir halde helâk olduklarından ibret almak lâzımken ibret almamaları taaccübe şayan bir haldir. Zira; insanlar için 4645 emsalinden ibret almak bir vazife-i mühimmedir. Böyle bir vazifeyi ihmal etmek elbette taaccübe ve istiğraba şayandır.

( كل انو ) de bulunan (ان) nafiye olup (لما) , ( الا ) manâsına olduğuna nazaran manâ-yı nazım: [Onlardan herbiri avdet etmezler, illâ bizim huzurumuzda içtimâ' ederler.] demektir.

Eğer muhaffefe (ان) olursa manâ-yı nazım: [Onlardan herbiri yevm-i kıyamette bizim huzurumuzda elbette içtimâ' edip hazır bulunacaklar.] demektir.

Hulâsa; insanların, geçmiş ve münkariz olmuş ahalinin hallerinden ibret almaları lâzım ve onların gidip bir daha gelmedikleri dahi ibrete şayan olduğu, geçmiş ve geçecekler cümlesinin yevm-i kıyamette hazır bulunup amellerinin cezasını görecekleri bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kıyamette cümle nasm huzur-u İlâhide içtimâ' edeceklerini beyandan sonra nasın ihyâ olunarak cem'olmalarının mümkün olduğunu mahsusattan cümlenin müsellemi ve müşahedi olan bir delille ispat etmek üzere :

ه ا فم ا ح ��ا م ن ر ها وأ ن��� ي ��ة أ ت م ض ال هم ل ع�وءاي �$� د ہ% ع' ع) ع( ع� ع" ع� ع� ٱ ع� ٱ # د ڪلون ) ��ي ا(٣٣ع ��ا في ن ن��� وفج خي وأ ��� من ن نا فيها جن ہ� وجع ع� �� د ع� �� د �� د ع�

��ون ) عي ع�من (٣٤ٱ ديه أفال ه أ ڪلوا من ثم��ره وم��ا عمل � لي ع�‌ ع� ع� ۦ �� ع ڪرون ) (٣٥ع+يbuyuruyor.[Kurumuş hazravatı kalmamış olan yeryüzü öldükten sonra insanların dirilip mahşere

cem'olacaklarına delil ve alâmettir. Binaenaleyh; haşrı inkâr etmek caiz olamaz. Zira; Biz Azîmüşşan arzı ihyâ eder, onda otlar bitirir, taneler çıkarırız. O tanelerden insanlar eklederler, o arzda biz hurmadan ve üzümden bahçeler halkettik ki insanlar ondan intifa' ederler. Ve biz yeryüzünde pınarlar kaynattık ki onlar meyvelerden ve pınarlarla ellerinin

4646 işlemesiyle hasıl olan tanelerden yesinler.] Şu manâ (ما) , (ماءموصو(لolduğuna nazaraftdır. Amma (ما) , (ماءنافيه) nafiye olduğuna nazaran manâ-yı nazım: [Halbuki bu nimetler onların elleriyle halkolunmadı. Zira; biz halkettik ve onlara mubah kıldık. Yesinler, içsinler. Bu kadar nimetleri görüyorlar da şükretmezler mi? Şükretmemek kabahat-ı azîme değil mi?.] demektir.

Vâcib Tealâ bu âyette haşrın imkânını ve vukuunu mahsusattan bir misalle temsil ve kat'i bir delille ispat buyurmuştur. Çünkü; güz mevsiminde otu ve suyu çekilmiş, halâvet ve letafeti kalmamış, ölmüş cesede benzeyen yeryüzünü bahar günlerinde rahmetlerin feyezanıyla genç delikanlı gibi letafetli ve nadratlı bir surette ihyâ buyurup insanların ekline salih sebze, arpa, buğday ve sair hububat ve otları ihraç etmesi, yeryüzünde hurmadan, üzümden bağlar, bahçeler halkedip pınarlar akıtması ve insanların meyvelerinden ve o meyvelerden elleriyle yaptıkları pekmez v.s. nimetlerden yemeleri için o hasılatı halk buyurması öldükten sonra insanların da ihyâ olunacağına alâmet-i azîme ve delâlet-i kafiyedir, kudret-i İlâhiyeye delildir. Bu kadar cesîm nimetleri görüp de şükretmemek insanlar için bir emr-i münkerdir.

2570

Fahri Râzi ve Beyzâvî'nin beyanları veçhile insanların hayatının devam ve cesedinin kıvamı

taneye taallûk ettiğinden insanın maişetinin en büyüğü taneyle hasıl olduğuna işaret için (منه) zarfı ekil üzerine takdim olunmuştur. Çünkü takdim; hasır ifade ettiğinden manâ-yı nazım: [Ancak taneden eklederler.] demektir. Halbuki insan yalnız taneden ekletmez, belki tanenin gayrı birçok şeyi de eklettikleri malûmdur. Şu halde insan her ne kadar tanenin gayrı birçok şeyler eklederse de onların taneye nispetle hükmü yok demektir. Zira hayat-ı insan; ancak taneyle kaimdir. Çünkü; tane az olursa kıtlık, tane yok olursa insan helâk olur. Binaenaleyh tane; insanların mabihilkıvamı olduğundan ne kadar küçükse de kadri o kadar büyüktür. Şu halde insanların rızkı olan taneye çok

hürmet etmeleri lâzımdır. Zira; hayatlarını te'min eden odur. Hayatları ne kadar muazzez ve muhteremse tanenin de o kadar muazzez ve muhterem olması lâzımdır.

Bu kadar cesîm nimetlere karşı şükretmemenin pek büyük bir 4647 kabahat ve münkerattan olduğuna işaret için inkâra delâlet eden istifham-ı inkârîyle varid olmuştur.

Vâcib Tealâ bu âyette vahdaniyetine ve haşra delâlet eden nimetlerini tertib üzere zikretmiştir. Çünkü arz; insanın meskeni ve mahalli kararı olduğundan herşeyden evvel insana lâzım ve zaruri olduğu cihetle b i r i n c i m e r t e b e de insana mesken olan arzı zikretmiştir, insana yalnız arz üzerinde karar etmek kâfi olmayıp arzın ihyâsıyla intifa' olunacağına binaen,i k i n c i m e r t e b e de arzın ihyâsını zikir buyurmuştur. Yalnız arzın yeşilliği kâfi olmayıp insanların mabihilhayatı olan tanenin vücudu lâzım olduğundan, ü ç ü n c ü m e r t e b e de taneyi zikir buyurmuştur. Hububatla hayatını te'min ettikten sonra hurma ve üzüm gibi nimetlerle telezzüz etmek lâzım olduğundan, d ö r d ü n c ü m e r t e b e de bağlar, bahçeler zikr olunmuştur. Gerek hububat, gerek meyveler suyla hasıl olduğundan, b e ş i n c i m e r t e b e de pınarların cereyanı zikrolunmuştur. Hurmayla üzümde hem meyve hem de gıda mevcut olduğu gibi tatlı, nimetlerin en ziyade şereflisi olduğu cihetle bağda, bahçede birçok meyveler olduğu halde şereflerine binaen yalnız bu ikisinin zikriyle iktifa olunmuştur. Gerek meyveler, gerek hububat ekseriya insanın sa'yıyla olduğundan ellerinin amelini ekletmek sarahaten zikredilmiştir ki insan için sa'y ü amel lâzım olduğuna dahî işaret olunmuştur. Çünkü; hububat ekmeyince bitmediği gibi meyve de ağacını dikmeyince bitmez. Binaenaleyh; Cenab-ı Hak ellerinin emeğinden eklettiklerini beyan buyurmuştur.

Şu nimetlerin cümlesiyle beraber insanın rızkı gözü önünde meskeni olan arz üzerinde husule gelmesi insan için büyük nimettir. Çünkü; eğer insanın rızkı semada veyahut havada halkolunmuş olsaydı gözü görmediği için daima vehm ü tereddüt ve ıztırab içinde yaşar, muztaribülkalb olur, rahatsız kalırdı. Şu halde nimetin meskenimiz olan yerde halkolunması hakkımızda büyük nimet olduğunda şüphe yoktur.

Şu ta'dad olunan nimetlerin herbirinin binlerce şükrünü eda etmek üzerimize vacipken şükretmemek pek büyük kabahat olduğundan âyetin âhirinde Cenab-ı Hak şükrü terketmek emr-i münker olduğunu beyanla şükrün lüzumuna emr-i kat'i vermiştir. 4648 Çünkü; Beyzâvî'nin beyanı

veçhile şükrün terkini inkâr etmek şükürle emretmektir. Binaenaleyh; ( كرونيشالاف ) cümle-i celilesi; hem şükrü terkedenleri tekdir, hem de şükürle emri mutazammındır.

Hulâsa; ölmüş cesede benzeyen arzı ihyâ etmesi ve ondan birçok rızıkların halkolunması Vâcib Tealâ'nın kudret-i kâmilesine delil ve bu nimetlerin şükrünü eda etmek insanlar üzerine vacip olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ şu ta'dad olunan nimetlere şükretmemek emr-i münker olduğunu beyandan sonra zat-ı ulûhiyetinin cemi-i nekaisten münezzeh olduğunu beyan etmek üzere :

ض وم أنفسه ال بت ها مما ت ج ڪل و ال ذىخلق ل ح�ن ع�س ع� ع� ٱ ن� ٲ ع, ٱ ٱ ع� لمون ع�ومماالي

(٣٦)buyuruyor.

2571

[Şan-ı ulûhiyete lâyık olmadık şeylerin cümlesinden tenzih ve cemi-i nekaisten takdis ederim şol zat-ı eceli ü a'lâyı ki o zat-ı şerif arzın bitirmiş olduğu şeylerden ve insanların kendi nefislerinden ve bilmedikleri şeylerden birçok mahlûkat ve mevcudatı çift olarak halk buyurdu.]

Yani; nekaisten münezzehtir şol zat-ı barî ki o Barî Tealâ gerek toprağın bitirdiği nebatat ve eşcar kabilinden olsun, gerekse insandan hasıl olan erkekle dişiyi ve insanların bilmedikleri acaip

ve garaip mahlûkatı çift olarak halketti. (بت ن�مما ت ) deki ( ع�م ) lâfzı umumi te'kid için olup ba'z ve beyan için olmadığından Vâcib Tealâ'nın icadı umumidir, mahlûkatm bazısına tahsis yoktur. Çünkü; bu âyette zikrolunan üç şeyde mahlûkatm cümlesi dahildir. Zira; birincisinde arzdan çıkan otların ve ağaçların cümlesi ve yeryüzünde biten küçük, büyük herşey dahil olduğu gibi İ k i n c i s i olan enfüste gerek insanın zatı gerek a'mâli ve a'râzı dahildir. Binaenaleyh ef'âl; ibadullahın mahlûku olduğuna bu âyet delâlet 4649 ettiğinden Mu'tezilenin «Kul fiilini haliktır» dedikleri

itikadlarını red ve iptal eder. Çünkü; kulların fiili a'raz kabilinden olduğu cihetle ( زواخالا ) da

dahildir ve (كلها) lâfzı da istisnaya manidir. Ü ç ü n c ü s ü olan (لمون ع�ومماالي ) da semavat ve arzda gizli aşikâr insanların görmedikleri ve bilmedikleri her ne varsa cümlesi dahil olduğundan mahlûkatm cümlesine âyet-i celile şamildir. Binaenaleyh; âlemde hilkat-ı İlâhiyeden hariç birşey yoktur.

Bu âyette mümkinatın küllisi mahlûk olduğunu beyan etmek Cenab-ı Hakkın şerikten münezzeh olduğunu müstelzim olduğu cihetle âyet; tevhid manâsını dahi mutazammındır. Çünkü; herşey mahlûk olunca mahlûk olan şeyin halika şerik olamayacağı bedihidir.

Şu halde «Cenab-ı Hak herşey i halik» demek «Şerikten münezzeh» demektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ vahdaniyetini mekân olan arz ve arzda biten mevcudatla ispat ettikten sonra zamanla ispat etmek üzere :

لمون ) ار فإذا هم م لن ه لخ م ل ن ل هم ل ع-وءاي ہ� ٱ ع� ع� ع� ٱ # (٣٧د buyuruyor.[Haşrı inkâr eden insanlar için haşrın vücuduna ve bizim insanları öldükten sonra

ihyâya kudretimizin kemaline gecenin vücudu delil ve alâmettir. Zira; Biz Azîmüşşan o geceden gündüzü soyunca bir de görülür ki insanlar karanlık içinde kalmışlardır.]

Vâcib Tealâ gündüzün geceden soyulmasıyla gece karanlığının insanları ihatasını öldükten sonra insanların dirileceğine delil kılmıştır. Çünkü; gecenin gündüzden soyulmasıyla âlemin ziya içinde kalması, kezalik gündüzün geceden soyulmasıyla zail olan ziya veya zulmetin iadesi insanların mevtiyle zail olan rûhun bedene iadesine delâlet-i azîme vardır. Zira; âlemden ziya ve zulmetin zail olmaları ayn-ı bedenden rûhun zail olmasına benzediğinden 4650 avdetleri de rûhun tekrar bedene avdetine benzediği cihetle haşra delâlet ettiklerinde tereddüt yoktur. Çünkü; rûhun bedene iadesi zail olan ziya ve zulmetin iadesinden daha müşkül değildir. Binaenaleyh; birini iadeye kaadir olanın öbürünü de iadeye kaadir olacağında şüphe yoktur.

Fahri Râzi ve Nisâbûrî'nin beyanları veçhile zulmetin asıl, ziyanın arız olduğuna âyette delâlet vardır. Çünkü neharın leylden soyulmasını beyan; leylin esaletini ve neharın arız olduğunu beyan etmektir.

Hulâsa; haşrı inkâr edenlere gecenin haşra alâmet olması ve neharın geceden soyulup gecenin asıl ve gündüzün arız olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

عليم ) عزيز دير لك ت ه ذ تق ل رى لم س ت لش ع�و ٱ ع� ٱ ع. ٲ �‌� �/ د ع� ع) ع� ٱ٣٨(

2572

[Güneş de haşrın vücuduna alâmettir ki o şems kendi için ta'yin olunan hadd-i muayyeninde cereyan eder ve devresi o hadd-i muayyende tamam olur. Binaenaleyh; hudud-u mukadder esini tecavüz etmez. İşte şemsin şu minval üzere cereyanı herkese galip ve ilmi herşeyi ihata eden Allah-u Tealâ'nın takdiridir.]

Ş e m s i n m ü s t a k a r r ı ; cereyanı için ta'yin olunan müntehâdır. Veyahut her günün şemsiçin maşrıkta bir mebdei ve mağripte bir müntehası vardır ki senenin her gününde o güne mahsus olan mebde'den, tulû'la aynı güne mahsus olan mağripten gurub eder ki hergüne mahsus olan mahallin gayrıya tecavüz etmez. Yahut m ü s t a k a r la murad; yevm-i kıyamettir. Çünkü; şemsin cereyarh yevm-i kıyamete kadardır. Zira; yevm-i kıyamette harekesi kalmaz, cereyanı biter ve o güne kadar cereyanı Cenab-ı Hakkın takdiriyledir. İşte şemsin şu minval üzere cereyanı haşrın vukuuna delâlet eder. Çünkü; her gece âlemden kaybolan güneş gündüzde iade olunduğundan âleme güneşin iadesi bedene rûhun iadesine müşabihtir.

Şemsin şu minval üzere cereyanı akılların hayret ettiği sanayi-i bedia ve garibeden olduğuna

işaret için bu'd-u mertebeye ve âlî menzileye delâlet eden (لك ٲذ ) lafzıyla işaret olunmuştur.

قديم ) جون ع ى عاد ك ن�ه منازل حت قمرقد ع�و ٱ ع� ع� ٱ ع� ع� (٣٩ٱ [Biz Azîmüşşan kameri menziller sahibi olarak takdir ettik Her menzili bir günde

kat'edcr ve menzillerini kat'ederken bir derece incelir ki hurmanın kurumuş ve yay gibi ince, eğri ve eğilmiş dalı gibi avdet eder.]

Yani; kamer için yirmi sekiz menzil vardır ki, hergün bir menzil kat'eder, ayın âhirinde bir dereceye kadar incelir ki hurmanın eskimiş ve kuruluğundan eğrilmiş, yay gibi olmuş dalı gibi eski haline avdet eder.

جون) ع�ع ) ; hurmanın kurumuş ve eğilmiş dalıdır. ( ع (قديم ; eskimiş ve bir senelik demektir. Şu halde âyet-i celile ayın son günlerdeki halini tasvir ediyor ki son günlerde hilâl hakikatta gayet ince, yay gibi eğri ve rengi bir miktar san olarak müşahede olunur ki keenne kurumuş, eğilmiş ufacık hurma dalı gibi görünür.

Menazil; ehl-i hey'etin beyanları veçhile yirmi'sekizdir ki herbirini bir gecede kat'eder ve yirmi sekizinci gün âyette tasvir olunan hâli iktisabeder.

&&&&&

Vâcib Tealâ şemsle kamerin cereyanlarını beyandan sonra cümlesinin hilkati ve cereyanları hikmete muvafık olduğunu beyan etmek üzere :

ا لن ابق ل س�� ل قم��ر وال رك بغى له��ا أن ت س ي لش �ال د�‌ ہ� ٱ ع� ٱ ع� ٱ ع� ن� ع� ٱ بحون ) ي فى فل ع�وك � د �$# (٤٠دbuyuruyor.[Şemsiçin sür'atta kamere idrak etmek lâyık olmaz, gece gündüzü, gündüz de geceyi

sebkedemez. Zira; herbirinin ayrı ayrı felekleri vardır. Binaenaleyh; hepsi Kendi feleğinde seyrüsefer ederler.] Hiçbirisi âharın feleğine tecavüz ederek onun mesafesini kat'edemez. Şu halde herbiri kendi mesafesini kat'etmekle meşguldür. 4652

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyette şemsin sür'atta kamere ulaşamayacağı beyan olunmuştur. Çünkü; eğer şems de kamer gibi suret-i seriada kat'-ı mesafe etse bir ayda hem kış hem de yaz olmak lâzım gelir. Bu ise nebatatın husulüne, hayvanatın doğurmasına ve taayyüşüne mani olur. Binaenaleyh; şemsin harekesi gayet ağır olduğundan kendi feleğini bir senede kat'eder ki bu bir senede bahar, yaz, güz ve kış mevsimleri hasıl olduğu cihetle her fasıl kendi hükmünü

2573

icra etmesiyle otlar biter, hayvanlar yavrular, yaşarlar ve bu cihetle âlem ma'mur olur. Kamer ise harekesi gayet seri olduğundan kendi feleğini bir ayda kat'eder.

Gece gündüzü sebkedemez, belki evkat-ı muayyenede birbirlerini takib ederler, hikmete muvafık olan da budur. Binaenaleyh; gece gündüze, gündüz de geceye dahil olamaz. Çünkü; herbirinin vakt-i muayyeni vardır. O vakti tecavüz edemezler.

Hulâsa; şemsin harekesi ağır olduğundan sür'atta kamere ulaşamadığı, gece gündüze sebkedemediği ve herbirinin kendi feleğinde cereyan ettiği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ ölmüş arzın ihyâsının vahdaniyetine ve kudretine alâmet olduğunu beyandan sonra deryada vapurlar vasıtasıyla insanlara yol vermesi kudret-i kâmilesine delil olduğunu beyan etmek üzere :

حون ) م ك ف فى ت ي نا ذر ا حم ه أن ل ع+وءاي ع� ٱ ع� ع� ٱ ع� �ہ ع� ع� # نا(٤١د ع. وخل كبون ) له ما ي ع�لهم من م ۦ (٤٢ع0buyuruyor.[Bizim, zürriyetlerini dolu gemilerde derya üzerinde götürmemiz kudret-i kâmilemize

insanlar için, büyük bir delil ve alâmettir.]

Yani biz insanların ticaret için etraf ü eknafa gönderdikleri evlâtlarını içi dolu gemilerde götürdük ve bu götürmemiz fâil-i muhtar, kudret ve kuvvet sahibi bir malik-i hakîkî olduğumuza delil ve alâmettir. [Ve yalnız gemiyle kalmadı, belki insanlar için geminin misli binitler halkettik.]

Fahri Râzi ve Beyzâvî'nin beyanları veçhile f ü l k 'le murad; mutlaka gemi olduğu gibi Hz. Nûh'un sefinesi olmak ihtimali de vardır. Çünkü; Nûh (A.S.) ın sefinesinde Cenab-ı Hak bu 4653 insanların babalarını götürmemiş olsaydı nesl-i insan münkariz olurdu. Şu halde âlemde şimdi mevcut olan insanların esası sefine-i Nûh'ta babalarının sulbünde mevcut olduğu için Cenab-ı Hak «Zürriyetlerini gemide götürdük» buyurmuştur.

G e m i n i n m i s l i yle murad; deve, at ve merkep gibi binitlerdir. Yahut geminin emsali; denizde binilmek üzere icad olunan şeylerdir. Hatta karada yürüyen kara vapurları, otomobiller v.s. ile havada uçan tayyareler ve balonlar bu emsalde dahil olabilir. Binaenaleyh; Kur'an'da herşey dahil olduğu gibi kara vapurlarını v.s. nin icadı da bu âyetle istidlal olunabilir.

Hulâsa; insanın zürriyeti deryada gemiler üzerinde seyrüsefer etmeleri ve insanlar için geminin emsali binitler halketmesi Cenab-ı Hakkın kudrte-i kaahiresine delil olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ insanların zürriyetlerini deryada gemilerle istedikleri mahallere götürdüğünü beyandan sonra zürriyetlerini götürmek insanlar için nimet-i uzmâ olduğunu beyan etmek üzere :

ه فال صريخ له وال ه ينقذون ) ر ش ن ع�وإن ن ع� ع� ع. ع1 �� م(٤٣ع إال ر� د ع" ا ومت�عا إلى حي ) ��من (٤٤دbuyuruyor.[Eğer bîz murad etseydik deryada onları garkederdik. Binaenaleyh; onları

garkolmaktan kurtaracak bir yardımcı mevcut olmazdı ve ölümden kurtulamazlardı. Şu halde onlar denize batmaktan kurtulamazlar, ancak bizim rahmetimiz ve ihsanımızla kurtulurlar, kurtulduktan sonra biz onlara mühlet verdik ki yevm-i kıyamete kadar o mühlet onlara azık olsun ve o metâ'-ı hayatla biz onları imtihan edelim bakalım şu metâ'-ı hayatı nereye sarfederler ve ne gibi cezaya müstehak olurlar.] Zira; mevtleri için mukadder olan zamana kadar verdiğimiz müsaade onlar için bir mübarek sermayedir. İnsan için sı rmayesini

2574

hayra sarfetmek lâzımdır. Binaenaleyh; ecel-i mev'ûdlarına kadar onların hayatlarını kendilerine ihsan ettik ki imtihan muamelesi bitsin, i'tizara mecalleri kalmasın. İnsanların ma'siyetleri denizde garkolmalarına kâfi olup garktan halâsları ancak rahmet-i ilâhiye eseri olduğu beyan olunmuştur.

&&&&&

Vâcib Tealâ vahdaniyetine delâlet eden alâmetleri beyandan sonra bu kadar büyük deliller kendilerine te'sir etmeyip davet-i İlâhiyeye icabetten imtina' ettiklerini beyan etmek üzere :

ك لعل فك وم���ا خ ديك ن أ ق���وا م���ا ب ت ع�وإذا قي���ل لهم ع� ع� ع� ع� ع� ٱ حمون ) (٤٥ع�ت buyuruyor.[Taraf-ı risaletten kâfirlere hitaben «Ey kâfirler ! Siz kendinizden evvel geçen

ümmetlere isabet eden ve bundan sonra size isabet ihtimali olan azaptan sakının. Me'mûl ki merhamet-i İlâhiyeye mazhar olursunuz» denildiğinde onlar asla hazer edip azaplarını icab eden günâhlardan çekinmezler.] Çünkü; cahil ve gayet ahmak olduklarından delâil-i' kafiyeye ittibâ' etmedikleri gibi avam-ı nâs mesleğine sülük ederek ihtiyat tarikini dahi iltizam etmezler.

Fahri Râzi ve Beyzâvî'nin beyanları veçhile kâfirlerin ö n l e r i n d e o l a n a z a p la murad; azab-ı semavî ve a r k a l a r ı n d a o l a n a z a p la murad; azab-ı arzı olduğuna nazaran manâ-yı nazım: [Ey müşrikler ! Azab-ı semaviye ve arziyeden yani vukuunu zannetmediğiniz cihetlerden zuhur edecek azaplardan korkun, nefsinizi mehlekeden vikaye edin.] demektir. Yahut ö n l e r i n d e o l a n a z a p la murad; azab-ı dünya ve a r k a l a r ı n d a o l a n a z a p la murad; azab-ı âhiret olduğuna nazaran manâ-yı âyet: [«Günahlarınız sebebiyle dünyada vâki olacak azab-ı dünyevîyeden ve âhirette duçar olacağınız azab-ı uhreviyeden tevbe ve iman etmek suretiyle nefsinizi vikaye edin ki lûtf-u İlâhiye ve merhamet-i subhâniyeye mazhar olmanız me'mûldür» denildiğinde onlar asla kulak asmazlar ve nefislerini kurtarmak cihetine meyi ü muhabbet etmezler.] demektir. 4655 Yahut manâ-yı nazım: [«Geçmiş ve gelecek günâhınızın şerrinden nefsinizi muhafaza edin» denildiğinde asla hazer edip bu söze iltifat etmezler.] demektir.

Hulâsa; taraf-ı risaletten kâfirlere «Merhamet-i Ilâhiyeye mazhar olmanız için azabınızı icab eden günâhlardan ittika edin» denildiği ve onlar da kemâl-i cehalet ve hamakatlarından naşi bu misilli nasihata iltifat etmedikleri ve günâhlardan sakınmak merhamet-i İlâhiyeyi celbe sebep olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlere ittika ile emrolunduğunda emre imtisal etmediklerini beyandan sonra bilcümle alâmetlerden i'raz ettiklerini beyan etmek üzere :

ين ) رض�� ا م ��انوا ع إال ك م ءاي���ت رب م م ءاي تي ع�وم��ا ت ہ% ع' ع� �د ع� � د ع� د� �� ع٤٦)

buyuruyor.[Kâfirlere Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmedi, illâ onlar o âyetten i'raz edici

oldular.] Zira onlar; mütemerrid ve muannid olduklarından her ne zaman vahdaniyete delâlet eder bir âyet kendilerine geldiğinde herhalde o âyetten i'raz etmek âdetleridir. Binaenaleyh; o âyeti tasdik cihetini asla düşünmezler. A y e t le murad; mu'cizeye ve mu'çizenin gayrı delâile şamildir. Binaenaleyh; her türlü delâilden yüz döndürmek, istihza etmek onların âdet-i kerihelerindendir.

Bunlara âyât-ı İlâhiyenin gelmesi daimi olup, onların itirazları da istimrar üzere âdetleri olduğuna işaret için istimrara ve devama delâlet eden muzari siygası varid olmuştur.

2575

Asr-ı saadet münafıkları gibi zamanımızda dahî bütün âyetleri inkâr ve ahkâm-ı İlâhiyi istihza eden, bu misilli arzu-yu batıllarını tervice ve zuafâ-yı müslimînin itikadlarını iptale çalışanlar vardır.

( الله 4656 (خذالهم

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin Cenab-ı Hakka ta'zimleri olmadığı gibi ebna-yı cinslerine şefkatları da olmadığını beyan etmek üzere :

ٱوإذا قيل له أنفق��وا مما رزقكم لل��هع� ذين ڪف��روا ل ٱ ق��ال اء يش�� عم من ل ��وا أن ذين ءامن ٱلل ع عم��هللهع2 إال فى ع2 أ أنت ع� إ ع� ۥ

مبي ) ��ضل� د �� (٤٧د

buyuruyor.[Taraf-ı risaletten kâfirlere «Ey kâfirler ! Allah'ın size vermiş olduğu rızıktan bazısını

infak edin» denildiğinde kâfirler müminlere dediler ki «Eğer Allah-u Tealâ dilemiş olsaydı kendilerini it'âm edeceği fukaraya biz mi it'âm edelim? Allah'ın it'âm etmediklerini bizim it'âm etmemiz muvafık olur mu? Ey müminler ! Siz olmadınız, illâ açık bir dalâl içinde oldunuz» demekle fukaraya infaktan imtina' ettiler.]

Kâfirlerin bu sözden maksatları; istihza ve müminlerin itikadına ta'nla ilzam etmektir. Çünkü Beyzâvî'nin beyanı veçhile ehl-i İslâm'ın itikadı; herkesi Allah-u Tealâ'nın merzuk etmesidir. Müminler tarafından kâfirlere «Fukaraya it'âm edin» denildiğinde onlar ehl-i imana mukaabele ederek «Bu sözünüz sizin itikadınıza münafidir. Zira; siz herkesin rızkını Allah-u Tealâ verir derken şimdi nasıl oluyor ki bazı kimselerin rızkını bizim vermemizi teklif ediyorsunuz? Biz onları infak edemeyiz. Zira; Allah-u Tealâ isteseydi onları infak ederdi. Allah'ın infak etmediğini biz nasıl infak edelim?» demekle mukaabele ettiler, «Allah'ın it'âm etmediği kimselerin it'âmını bize emrettiğinizden dolayı siz ancak dalâlet içindesiniz. Zira; kelâmınızla itikadınız beyninde tenakuz vardır» demekle ehl-i imanı suçlu çıkarmak, itham etmek ve kendilerini haklı göstermek istediler. Bu sözleri cehalet ve hamakatlarına delâlet eder. Çünkü; bilûmum insanları Cenab-ı Hakkın infak ettiği doğrudur. Lâkin esbab-ı infak, muhteliftir. Cümle-i esbaptan birisi de zenginleri fukaraya infak etmek üzere terğib etmekle zenginler vasıtasıyla fukarayı infak ve ifam etmektir. Binaenaleyh; fukaraya infak etmekle bazı zenginlere emretmek itikada münafi değildir. 4657

Fahri Râzi ve Nisâbûrî'nin beyanları veçhile kâfirlerin «Allah-u Tealâ dileseydî o fakirleri itâm ve infak ederdi» dedikleri doğru ve hak bir söz olduğu halde bu sözler onları zem sırasında varid olmuştur. Çünkü; bu sözü itikad ederek değil istihza tavikıyla söylemişlerdir maksatları ise «Fukaranın itâm olunmaması, Allah'ın kudreti taallûk etmediğindendir. Eğer kudreti taallûk etseydi gayra taamla emretmezdi» demektir. Bu ise kudret-i İlâhiyenin şümulünü inkâr olduğundan onların zemlerini mucip olmuştur. Bu maksatla söylediklerinden dolayı kâfirlerin kelâmları zemlerini mucip olduğu gibi «Cenab-ı Hakkın fukarayı infaka kendi kudreti taallûk etseydi gayra infakla emretmezdi» yolunda itikatları da batıldır. Çünkü; herkesin elinde bulunan mal Allah-u Tealâ'nın kendinin olup malik-i hakîkîsi olduğu cihetle isterse kendisi doğrudan doğruya hazinesinden infak eder, isterse yine kendi mülkünden başkalarının elinde bulunanlardan infakını emreder. Zira; her ikisi de kendi malıdır, kimse karışamaz. Şu halde ağniyanın elinde bulunan malları Vâcib Tealâ'nın ihsanı olduğu cihetle emr-i İlâhi üzere zekâtını vermekten imtina' eden zenginler indallah mezmum ve mes'ûllerdir. Çünkü; beyan olunduğu veçhile ellerinde bulunan malları zahirde kendilerinin ise de hakikatta Allah'ın olduğundan herhalde Allah'ın emrine imtisal etmek vacip olduğu cihetle şu vücubu terkettiklerinden dolayı zemmolunmaya şayandırlar.

Bu âyet-i celile; kâfirlerin her cihetten bahîl olduklarına delâlet eder. Zira; Cenab-ı Hakka ta'zim ciheti ki tevhidle emrolunduklarında i'raz ettikleri gibi fakir olan zayıflara şefkat ve merhametle emrolunduklarında dahi i'raz ve emredenleri istihza etmişlerdir. Hatta tazimin edna

2576

mertebesi olan günâhtan ittika ile, şefkatin edna mertebesi olan rızkının bazısını infakla emrolunduklarında muhalefet ederler. Binaenaleyh; her cihetten yani itikad ve amel cihetlerinin her ikisinde de bahillerdir. Çünkü; davet olundukları tevhide icabet etmedikleri gibi fukaraya şefkata dahi meyletmediler.

Hulâsa; kâfirler tevhide yanaşmadıkları gibi onlara «Fukaraya infak edin» denildiğinde «Allah'ın itâm etmediğini biz nasıl itâm 4658 edelim? Onların it'âmını dilemiş olsaydı Allah-u Tealâ it'âm ederdi» dedikleri ve bu sözden maksatları ehl-i imanı istihza etmek olduğu ve hatta bu tekliflerinde ehl-i imanı dalâlete nispet ettikleri bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Resûlullah'ın kâfirlere ittika ve infakla emrettiğini beyandan sonra bu emrin zımnında kıyamet mev'ûd olduğundan kâfirlerin istihza tankıyla «Sözünüz doğruysa kıyamet ne zamandır?» dediklerini beyan etmek üzere :

ص�دقين ) د إن كنت و ع�ويقولون متى ه�ذا ع� ع� (٤٨ٱ

buyuruyor.[Kâfirler Resûlullah'a ve ashabına hitaben «Eğer sözünüz doğruysa vaad ettiğiniz

kıyametin zamanı ne vakittir?» derler.] Vebu sözleriyle ehl-i imanı istihza ve kıyameti inkâr ederler.

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin şu sözlerine cevap olarak:

خذه وه يخصمون ) حد ت ح و ع�ما ينظرون إال ص ع� �� ع � د ٲ � د (٤٩ع�buyuruyor.[Kıyameti inkâr ve ehl-i İslâmı istihza eden kâfirler gözetmezler, illâ bir sayha gözetirler

ki o sayha; kıyamette olacak sayhadır. Onlar yekdiğeriyle muhasama eder oldukları halde kıyametin sayhası onları muâhaza eder.]

Beyzâvî'nin beyanı veçhile s a y h a yla murad; kıyamette vâki olacak üç sayhadan sayha-i ûlâdır. O n l a r ı n m u h a s a m a s ı yla murad; alış verişlerinde ve sair muamelâtlarında yekdiğeriyle mücadele, münakaşa ve muhakemeleridir. Bundan maksat; kıyametin onlara ansızın geleceğini beyan etmektir. 4559 Binaenaleyh manâ-yı nazım : [Kâfirler her ne kadar istihza ve uzak addetmek suretiyle kıyametten suâl ediyorlarsa da onlar bir sayha gözetirler ki o sayha kendilerini öyle bir gaflet zamanlarında bastırır, hiç haberleri olmaz, hatta bey'u şira. sair hususi ve umumi muamelâtla meşgul oldukları zamanda gelir ve hâk-i helâke serer.] demektir.

Resûlullah'ın «Kıyamet öyle bir zamanda gelir ki iki kimse bir elbiseyi alım satım yapmak üzere yere sererler. Alım satım yapmadan, içmek üzere devenin sütünü sağarlar, içmeden, bir kimse havuzunu sıvar, içine su koymadan, yemek için lokmayı eline alır, ağzına koymadan elbette kıyamet kaim olur, kimsenin haberi olmaz» buyurduğu (Ebu Hüreyre) Hazretlerinden mervidir. Binaenaleyh; insanlar için kıyametin vaktini ta'yin etmek mümkün değildir. Zira; kıyametin zamanının ilmi Allah-u Tealâ'ya mahsus olan beş şeyden birisidir. Şu halde kıyametin zamanım ta'yin etmekten âlem-i beşeriyet âcizdir, ancak enbiya-yı kiram hazaratı bazı alâmetlerini beyan etmişlerdir ki o alâmetler kıyametin yakın olduğuna emmaredir.

Hulâsa; kâfirlerin istihza yoluyla «Sözünüz doğruysa kıyamet ne zamandır?» dedikleri ve onlara cevap olarak «Kıyamet ansızın zuhur edecek bir sayhadan ibarettir. O sayhayı gözetin» denildiği, o sayhanın geleceği zamandan hiç kimsenin haberi olmayıp ancak herkes birbiriyle muhasame ederken ve herbiri bir işle meşgul oldukları zamanda gelivereceği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

2577

&&&&&

Vâcib Tealâ kıyametin bir sayhanın zuhuruyla hasıl olacağın beyandan sonra o sayhanın zuhurunda nasın ahvalini beyan etmek üzere :

جعون ) له ي وال إلى أ صي تطيعون ت ع�فال ي ع� ع! � د ع (٥٠ع�

buyuruyor.[O sayha zuhur edip herkes işitince insanlar vasiyete kaadir 4660 olamadıkları gibi

herbiri olduğu yerde kalır, hiçbir kimse kendi hanesine ve ehl ü iyaline dönemez ve dönmeye kaadir olamazlar.] Zira; sayhayla beraber hepsi ölür. Hatta göz yumuncaya kadar kendilerine müsaade olmaz ki insanların âhir ömürlerinde âdetleri olan vasiyeti yapabilsinler, yapamazlar. Çünkü; elleri değmez, hemen hanelerine dönmeye bile kaadir olamadıklarından oldukları yerde helâk olurlar.

&&&&&

Vâcib Tealâ onlar helâk olunca ikinci sayhayla kabirden kalkacaklarını beyan etmek üzere :

لون ) ه ينس�� داث إلى رب ال لصور فإذا هم من ع�ونفخ فى ع) ٱ ٱ٥١)

buyuruyor.[Birinci sayhadan sonra ikinci defa olarak İsrafil (A.S.) tarafından sûra üfürülünce

görülür ki cümle emvat kabirlerinden kalkarak Cenab-ı Hakkın canib-i manevîsine sür'atla giderler.] Zira; herkes amelinin hesabı ve cezası için çağırıldığından devr-i Âdem'den ilâyevmilkıyam geçmiş olan insanlar küçük, büyük hepsi çağırıldıkları mahalle gitmeye mecbur olduklarından hemen sür'atle gitmekten başka bir çare olamayacağı cihetle rızalı rızasız çarnaçar sür'atle giderler. Çünkü; Vâcib Tealâ'nın huzur-u manevîsinden maada onlar için bir merci' olmadığından o günde herkes davet-i İlâhiyeye icabet ederek sür'atle gider. İki sayha arasının kırk sene olduğu ve kırk seneden sonra insanın menisine benzer yukarı taraftan rahmet yağacağı ve o rahmetle insanların ot biter gibi bitecekleri ve azaları tamam olduktan sonra ikinci sayhanın zuhur edeceği ve o sayhayla insanların hayat bulup mahşere yürüyecekleri (Müslim) ve (Buhârî) Hazaratının (Ebu Hüreyre) Hazretlerinden rivayet ettikleri hadis-i şerifle sabittir.

Hulâsa; İsrafil (A.S.) tarafından ikinci defada sûra üfürülünce herkesin kabrinden kalkıp sür'atle mahşere gidecekleri bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir. 4661

&&&&&

Vâcib Tealâ herkesin kabirlerinden kalkacaklarını beyandan sonra kabirlerinden kalkınca azabı gören kâfirlerin kemâl-i tahassürle söyleyecekleri sözlerini hikâye etmek üzere :

دق ن وص�� م��� لر ه�ذا ماوعد قدن لنا م بعثنامن م ع"قالوا ي�و ٱ ا�‌� ع� ن� ع� سلون ) ع�م ع� (٥٢ٱ

buyuruyor.[Kabirlerinden kalkınca azabı müşahede eden kâfirler «Ey bizim helâkimiz, gel ! Zira;

senin bize gelecek zamanın geldi. Durma, gel ! Acaba bizi kabrimizden kaldıran kimdir?» derler ve sözlerine şunu da ilâve ederler «İşte şu gün Rahman Tealâ'nın bize vaad ettiği gündür ve rusûl-ü kiramın sözleri doğrudur. Bize tebliğ ettiler, lâkin biz nasihat

2578

dinlemedik.».] Kâfirler böyle demekle nedametlerini izhar ederler fakat o günde nedamet fayda vermez. Zira; her-şey zamanında gerekir. Zamanı geçmiş olan şeye derman olamaz. Yahut

Beyzâvî'nin beyan ettiği bir rivayete nazaran م�ن) لر ماوعد ع"ه�ذا ٱ ) cümleleri melâikenin veya müminlerin onların suâline cevaplarıdır. Çünkü; onlar «Bizi kabrimizden kim kaldırdı ? » deyince melâike veyahut ehl-i iman tarafından dünyadaki küfürlerini hatırlarına getirmek ve yaptıkları cinayetleri başlarına kakmak için «Bilemediniz mi? İşte bugün Rahman Tealâ'nın resûlleri vasıtasıyla size vaad ettiği gündür, resûller sözlerinde sadıklardır» demekle onlara cevap verirler.

İbn-i Abbas Hazretlerinden rivayet olunduğuna nazaran iki sayha arasında kâfirlerden azap kalkar veyahut kabir azabı kalkmaz, lâkin Cehennem azabını görünce kabir azabı ondan çok kolay olduğundan dolayı bu sözü söylerler.

&&&&&

Vâcib Tealâ İsrafil tarafından sûra üfürüleceğini beyan ettikten sonra insanların kabirlerinden kalkmaları için son bir defa daha üfürüleceğini beyan etmek üzere :

رون ) ض�� نا م د حد ف��إذا ه جمي ل ح و إال ص ع"إن ڪان ع� �# د ع� � د ٲ � د ع� ع�٥٣)

buyuruyor. 4662[Nefha-i ahîre olmadı, illâ sayha-i vahideden ibaret oldu. O sada vâki olunca bir de

görülür ki vakit fevt olmaksızın cümle insanlar bizim huzurumuzda toplanmış hazır bulunurlar.] Zira; o sayhayla hayat şanından olan ümmetler kisve-i hayatı takınarak arsa-i mahşerde ve bizim huzur-u manevîmizde ispat-ı vücud ederler.

Fahri Râzi ve Beyzâvî'nin beyanları veçhile bu âyet-i celile insanların ba'solunmaları gayet kolay ve esbab-ı âdiyeden hiçbir şeye muhtaç olmayacağını, hemen bir sayhayla beraber ansızın meydana gelivereceğini beyan etmiştir ki insanların tasavvuru gibi uzun zamanlara muhtaç değil demektir. Çünkü insanlar dünyada mühim işlerin birtakım esbaba tevessülle husule geldiğini gördüklerinden kıyamet işini dahî öyle tasavvur ederlerse de onların tasavvurları gibi olmayacağını Cenab-ı Hak bu âyetle tenbih buyurmuştur.

Hulâsa; İsrafil'in bir sayhasıyla bilûmum insanların arsa-i mahşerde arz-ı vücud edecekleri bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ nâsın kıyamette bir sayhayla cem'olacaklarını beyandan sonra bu içtimâ'; fasl-ı hukuk, hesap ve ceza için olacağından o günde nasa söylenecek sözü hikâye etmek üzere :

ملون ) ت ن إال ما ڪنت ز ا وال ت ش لم ن م ال ت ي ع�ف ع� ع ع) 7�� د �ع 8# د ع9 ع- ع ع� (٥٤ٱ buyuruyor.[O günde hiçbir nefis velev azıcık olsun bir şeyle zulmolunmaz ve «Siz ey mücrimler !

Cezalanmaz, illâ kendi amelinizle cezalanırsınız.Amelinizin gayrı birşeyle ceza görmezsiniz» denilir ki herkes adalet üzere muhasebe ve mücazat olacağını bilsinler.] Bu söz herşeyden evvel ilân olunur ki herkes müsterihülkalb olsun.

Fahri Râzi, Kazî ve Ebussuud'un beyanları veçhile o günde zulmün olmadığını beyan etmek; müminleri mesrur ve kâfirleri mahzun etmek içindir. Çünkü; adalet olunca müminin imanı ve ameli bulunduğundan korkmaz, mesrur olur, amma kâfirlerin imanı ve amel-i salihi olmayıp birtakım küfriyat ve cinayetle dei'ter-i a'mâli dolu olduğu için korkar, mahzun olur. Çünkü; aynı amelle ceza kâfir için ayn-ı .Cehennem olduğundan bu ilân kâfirlerin elemlerini tezyid eder. «Ayn-ı amelinizle

2579

cezalanacaksınız» hitabı müminlere değildir. Zira: müminler amellerinden ziyade yani bire ondan yediyüze kadar ecr ü mesubata nail olacakları diğer nusus-u celileyle sabit olduğundan müminler ayn-ı amellerinin cezasıyla kalmayacaklardır.

Hulâsa; kıyamette zulüm olmayacağı ve herkesin kendi ameliyle cezalanacağı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ herkesin kendi ameliyle cezalanıp zulüm olmayacağını beyandan sonra ehl-i Cennet'in nail olacakları nimetleri beyan etmek üzere :

م فى شغ ف�كهون ) ي ة جن ح�ب ��إن أ د ع ع� ٱ ع� ٱ جه(٥٥ع: و ع� ه وأ ٲ ع, ع� ون ) ك��� ك مت الراٮ ا ف���كه ولهم ما(٥٦ٱفى ظل���ل على له في# د ہ� ع�

(٥٧يدعون )

buyuruyor.[Ehl-i mahşere ilân olmak üzere taraf-ı İlâhiden bizzat veyahut melekler vasıtasıyla

denir ki «Muhakkak ashab-ı Cennet bugün nimetler içinde müstağrak ve meşgullerdir, onlar zevcleriyle beraber gölgeler içinde müzeyyen döşeklerle döşenmiş kürsüler üzerinde dayanıp oturuculardır, ehl-i Cennet için Cennet'te her türlü meyvelerin ve sair istedikleri şeylerin cümlesi mevcuttur, hiçbir arzularından noksan olmaz.».]

Fahri Râzi, Nisâbûrî ve Kazî'nin beyanları veçhile ehl-i Cennet'in müstağrak oldukları lezzetin

ve nimetlerle sürürün azametine ve ukul- ü beşerin idrakinden âciz olduğuna işaret için ( lâfzı ta'zime ve teksire delâlet eden tenvin ile varid olmuştur. 4664 Bu kelâmdan (مشغلmaksat kâfirlerin hüzün ve kederini arttırmak içindir. Çünkü; kâfirlerin düşman bildikleri müminlerin rahatlarını haber vermek onlar için hüzün üzerine hüzündür. Zira; kendilerinin muazzep oldukları halde düşmanlarının rahatlarını işitmek azaplarının üzerine bir kat daha azap olduğu gibi yaralarının üzerine tuz saçmak kabilindendir. O günde cereyan edecek vekayii şimdiden Kur'an'da hikâye etmek, kâfirleri küfürden, âsileri isyandan menetmek ve müminlerin mesleğine sülûke davettir.

Ş u ğ u l ile murad; kişinin kendine nazaran gerek meserret ve gerek elem verici olan meşguliyet ise de Cennet'te elem olmadığından burada meserret verecek nimetlerle meşgul olmaktır. Binaenaleyh; ehl-i Cennet Cennet'e girince dünyada tasavvur ettiği nimetler mevcut olduğu gibi hatır u hayaline gelmeyen birtakım sayılmaz nimetleri görünce onlarla meşgul olur, diğerlerini bilkülliye unutup hatırına bile gelmeyeceğine işaret için şuğul içinde olacakları beyan olunmuştur. Ehl-i Cennet için vahşet olmaz. Zira zevçleri yanlarındadır, onlar için lezzet ve sürurdan başka birşey olmaz. Zira; her istedikleri yanlarında hazırdır. Binaenaleyh; başka mahalle kalplerinin takıntısı olmadığı gibi gönül üzüntüsü dahî yoktur. Cennet'te sinek, pire gibi insana eza verecek şeyler olmadığına işaret için kemal-i istirahattan ibaret olan gölgede bulunacakları ve kalplerinin cemi-i elemden salim olup ferağ-ı kalbe malik olacaklarına işaret için kürsüler üzerinde oturacakları ve onlar için lezzet-i rûhânî olduğu gibi gıda-yı cismânîden de herşey mevcut olduğuna işaret için her nevi meyve ve her istedikleri mevcut bulunduğu, her ne isterlerse asla esirgemek olmadığına ve arzuları veçhüzere bulunacağına işaret için iştiha ettikleri şeylerin cümlesi mevcut olduğu beyan olunmuştur.

Hulâsa; ehl-i Cennet'in tükenmez ve arkası kesilmez bir lezzet-i daimeyle meşgul olacakları ve zevcleriyle beraber gölgede kürsüler üzerinde oturacakları, onlar için her nevi meyve ve her istedikleri mevcut olacağı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir. 4665

&&&&&

2580

Vâcib Tealâ ehl-i Cennet'in Cennet'e girdikten sonra taraf-ı İlâhisinden onlara vâki olacak iltifatı beyan etmek üzere :

حي ) من ر ر ال� ق ��سال� د �/ د �� د ع �# (٥٨د buyuruyor.[Ehl-i Cennet Cennet'e girdikten sonra kullarına mün'im ve muhsin ve merhamet-i

bînihaye sahibi olan Rableri onlara ta'zim ve taltif olmak üzere «Selâm ve merhaba» söylenir. Binaenaleyh; selâm-ı İlâhiye nail olurlar.]

Fahri Râzi, Kazî ve Hâzin'in beyanları veçhile bu selâm bilâvasıta taraf-ı İlâhiden ehl-i Cennet'e söylenir yahut selâm-ı İlâhi melekler vasıtasıyla gelir ki ehl-i Cennet'in her türlü mekrûhattan salim olacaklarını beyanla kendilerine ta'zim ve tekrımdir, ehl-i Cennet'in matlupları da budur, bu vesileyle Cenab-ı Hak ehl-i Cennet'in derecelerini yukarı kaldırır ve şeref ü şanlarını âlî kılar.

Cenab-ı Hakkın ehl-i Cennet'e bilâvasıta selâm edeceği Resûlullah'tan mervidir. Çünkü; Hz. Cabir'in rivayetine nazaran Resûlullah «Ehl-i Cennet zevk u sefada oldukları bir zamanda Cenab-ı

Hak tecelli buyurur ve ( الس الجنة ال يااهل عليكم م ) hitab-ı izzeti varid olur» buyurmuştur. Şu rivayete nazaran Vâcib Tealâ'nın ehl-i Cennet'e selâmı bilâvasıtadır. Bazı rivayete nazaran melekler vasıtasıyla selâm-ı İlâhi gelir, her kapıdan melekler girerler

( س ر ال من عليكم م الرحيم ب كم ) derler.Herhangi suretle olursa olsun selâm-ı İlâhi onlar için pek büyük bir iltifat ve lûtuftur. Çünkü

Rabbi Tealâ'dan kullarına selâm; ayn-ı inayettir.

&&&&&

Vâcib Tealâ ehl-i Cennet'e selâmla iltifat edeceğini beyandan sonra onun mukabilinde ehl-i Cehennem'e varid olacak hitab-ı İlâhiyi beyan etmek üzere : 4666

رمون ) م ا م أي ي ت�زوا ع)و ع� ٱ ہ� ع ع� ٱ ع� ي�بنى ءادم (٥٩ٱ ك ه إل أ ع�أل ع� ع� ع� ع� ه إن ط� لش بدوا �أن ال ت ہ�‌ ع� ٱ عد مبي ) ع� #�لك د $# د ع� (٦٠ۥ

buyuruyor.[Taraf-ı İlâhiden kâfirlere tevbih ve tekdir suretiyle «Ey Allah'ın düşmanları ve cürm ü

cinayet sahibi kâfirler; Bugün müminlerden ayrılın. Zira; dünyada onların tevhidinden ayrıldınız. Kezalik burada da onlardan ayrılın ki iyiler kötülerden tefrik olunsun. Ey Âdem oğulları ! Şeytan'a ibadet etmemenizi ben size vasiyet etmedim mi? Zira; şeytan size adaveti meydanda bir düşmandır demedim mi?.] Onun iğfalât-ı şeytaniyesine aldanmayın, emr ü nehyine müteallik vesvesesine itaat etmeyin. Zira; o sizin açıktan bir düşmanınızdır. Düşmanın sözüne bakılmaz demedim mi, itaat ettiğiniz surette şeytan'ın sizi Cehennem'e götüreceğini ve bugünün geleceğini resûllerim vasıtasıyla size söylemedim mi?» demekle ehl-i Cehennem ilzam olunurlar.

Beyzâvî ve Hâzin'in beyanları veçhile bu âyette i m t i y a z la murad; kâfirlerin Cehennem'de birbirinden ayrılmalarıdır. Çünkü; bazı rivayete nazaran herbir kâfir için Cehennem'de hazırlanmış olan odaya sahibi girer, kapısı kapanır, o kâfir ebedülâbâd o odada kalır. Ne kimse onu görür, ne de o kimseyi görür. Şu halde kâfirler için Cehennem'de azap ikidir : B i r i n c i s i : Azab-ı cismânî ki azab-ı Cehennemdir. İ k i n c i s i : Azab-ı rûhanîdir ki azab-ı firkattir. İ k i n c i azap evvelkinden daha eşeddir. Zira azab-ı rûhânî; her zaman azab-ı cismânîden daha müessirdir. Amma müminlerin nimet-i cismânîyle mütena'im olacakları gibi nimet-i rûhaniyle de mütena'im olacaklarını

( اجهموازو ) nazm-ı celili beyan etmiştir. Çünkü; müminlerin Cennet'te evlâd ü ıyal ve ahbab ü yaranlarıyla sohbet etmeleri lezzet-i rûhanîdir.

2581

Yahut i m t i y a z la murad; şefaat edecek zannettikleri putlardan ve sair dostlarından ayrılmaktır. Zira; gerek putlardan, gerek dostlarından hiçbir şefaata nail olamayacakları gibi ayrı da 4667 düşeceklerdir. Binaenaleyh; hiçbirinden yardım ve fayda göremeyeceklerdir.

Yahut i m t i y a z la murad; hayır ümid ettikleri herşeyden ayrı düşmek ve simalarıyla ehl-i hayırdan ayrılmaktır. Çünkü; kâfirlerin yüzlerinde veya alınlarında küfürlerine alâmet olarak siyahlık zuhur edecek, herkes onların kâfir olduklarını bilecektir. Bu âyette beyan olunan C e n a h - ı H a k k ı n a h d i yle murad; her kavmin resûlü vasıtasıyla o kavme taraf-ı İlâhiden varid olan emirler, nehiyler, Allah'ın kullarıyla ahdidir. Yahut ebülbeşer olan Hz. Âdem'le vâki olan ahiddir. Çünkü babalarıyla vâki olan ahid; evlâdı hakkında dahî ahiddir. Yahut Hz. Âdem'in evlâdını arkasından çıkardığında vâki olan ahiddir. Çünkü; o vakit alınan ahidde ve Âdem'le vâki olan ahdin her ikisinde de şeytan'a itaattan nehiy vardır.

Bu makamda ş e y t a n ' a i b a d e t le murad; şeytan'ın vesveseyle insana tezyin etmiş olduğu müzahrefatına aldanıp ona itaat etmektir ki adavetini beyanla itaattan nehyin sebebi beyan olunmuştur. Şu halde delil ve davayı tertip şöyledir: «Şeytan'a itaat memnudur. Zira şeytan adaveti meydanda bir düşmandır. Her düşman ki adaveti meydanda ola, ona itaat memnudur. Binaenaleyh; şeytan'a itaat memnu'dur.» Şeytan'ın adavetine sebeb; hasedidir. Çünkü; pederimiz Hz. Âdem'e taraf-ı İlâhiden vaki olan ta'zim ve tekrime dayanamayarak Allah'a isyan, Âdem'e ve evlâdına adavete azmederek ilâyevmilkıyam iğva edeceğini alenen izhar etti ve o azminde elyevm devam etmektedir.

Hulâsa; ehl-i cürüm olan kâfirlerin ehl-i imandan ayrılacakları ve Cenab-ı Hakkın onlara «Ben size şeytan'a ibadet etmeyin. Zira; şeytan sizin açıktan bir düşmanınızdır demedim mi?» unvanıyla tekdir edeceği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

تقي ) ه�ذا صر م بدون #�وأن د ع� 2# د ٲ � ى‌ ع� (٦١ٱ[Ey beni âdem ! Ben size resûller vasıtasıyla «Bana ibadet etmenizi emretmedim mi,

ancak bana ibadetiniz doğru bir yoldur. 4668 demedim mi?.] Elbette emrettim, inkâra mecaliniz yoktur. Mülk ü melekûtumda tedbir ve tasarrufta istiklâlimi tasdik etmenizi emretmedim mi? Şu halde niçin vasiyetimi tutup emrime imtisal etmediniz, şu doğru yolu terkle şeytan'ın gösterdiği tarika neden sülük ettiniz?» demekle Cenab-ı Hak onları bir kat daha tevbih eder.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyet; ahdin muktezasını tamamıyla beyan için sevkolunmuştur. Zira; şeytan'a ibadetten nehyetmek zat-ı ulûhiyetine ibadet etmeyi müstelzim olduğundan ahd-i İlâhide her iki cihet de mevcuttur. Allah-u Tealâ'ya ibadet tankların en â'lâsı ve ta'zime şayan

olduğuna işaret için ta'zime (صراط) delâlet eden tenvirde varid olmuştur. Yani «Allah'a ibadet edip şeytan'a ibadet etmemek büyük bir tariktir ki onun fevkında ve ondan daha alî bir tarik olamaz» demektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ şeytan'ın adavetini beyandan sonra adavetini icrasının keyfiyetini beyan etmek üzere :

قلون ) تكونوا ت ع�ولق أضل منك جبال� كثير أفل ع� �‌� �$ � د ع� (٦٢ع�

buyuruyor.[Zat-ı ulûhiyetime kasem ederim ki muhakkak şeytan çok cemaatı idlâl ederek doğru

yoldan çıkardı. Şeytan'a ibadet eder de adavetini düşünür olmadınız mı? Halbuki düşünmeniz lâzımdır.] Zira; sizden evvel çok kavimleri yoldan çıkarmakla helâklerine sebep oldu. Çünkü; onlar şeytan'a itaatle Cenab-ı Hakla olan ahidlerini bozdular. Binaenaleyh; kendilerine mev'ûd olan Cennet'ten mahrum oldular ki nar-ı hazelâna müstehak olarak ebedî Cehennem'de kalacak bir hal kesbettiler. İnsan için tutacağı bir işin akıbetini o işe başlamazdan evvel düşünmek lâzım değil mi? Nasıl oluyor ki mefsedeti meydanda olan bir habisin arkasına düşüyorsunuz?

2582

Bu âyette şeytan'ın birçok ümmetleri yoldan çıkardığı muhakkak 4669 olduğu halde ona ittiba'daki vehameti düşünmek lâzımken düşünmeyenleri Cenab-ı Hak tevbih ve tekdir etmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ şeytan'ın idlâli muhakkak olduğunu beyandan sonra ıdlâl olunan kimselere yevm-i kıyamette vâki olacak hitabı beyan etmek üzere :

توع��دون ) تى كنت ل م جهن ذه ع�ه��� ٱ (٦٣ۦ م بم��ا كنت ي ها ل ع� ع ع� ٱ ع ع: ٱ فرون ) (٦٤ع ت

buyuruyor.[«Ey kâfirler ! İşte şu azap sizin dünyada vaad olunduğunuz Cehennem'dir. Küfrünüz

sebebiyle bugün o Cehennem'e girin» demekle onların mahalleri kendilerine gösterilir.]

Bu âyette üç cihetle kâfirlerin hasret ve nedametlerini beyan vardır : B i r i n c i s i : Cehennem'e girmeleriyle emir ihanet içindir ki «Haydi, girin şu dar-ı cahîme» demek onları tahkir

ve terzildir. İ k i n c i s i : ( موالي ) «Bugün girin» demek azabın hazır ve lezzetin zail olduğuna işarettir. Ü ç ü n c ü s ü : Küfürleri sebebiyle Cehenem'e girdiklerini beyandır. Çünkü; küfran-ı nimet edenlerin mün'imine karşı utanması pek büyük âr ve acıklıdır. Vaad olunduklarını beyan etmek dünyada vaki olan vaade sem-i itibar etmediklerinden dolayı bu azaba duçar olduklarını ihtarla hüzün ve elemlerini arttırmaktır.

Hulâsa; kâfirlerin Cehenem'e girecekleri zaman «İşte şu Cehennem dünyada sizin vaad olunduğunuz Cehennem'dir. Haydi, küfrünüz sebebiyle girin o Cehennem'e» denileceği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin Cehennem'e girmeleriyle emir verileceğini beyandan sonra onlar ma'siyetlerini inkâr edeceklerse de muktedir olamayacaklarını beyan etmek üzere ; 4670

جلهم بم��ا د أ دي وت ��ا أ من هه وتكل و تم على أ م ن ع�ي ہ% ع> ع� �د ع� ع� ٲ ع= ع( ع ع� ٱسبون ) (٦٥ع كانوا يbuyuruyor.[O günde biz kâfirlerin inkârlarına müsaade etmemek için ağızlarının üzerine mühür

basarız ve ma'siyetlerini beyan hususunda bize elleri söyler, dünyada kazandıkları ma'siyetlerine ayakları şehadet eder.]

Yani; kâfirler günâhlarını inkâra başladıkları günde onların ağızlarını açtırmaz ve söyletmeyiz. Zira; vâki olan günâhlarını inkâra cür'et edince nutka kudretini aldığımızdan ağızları mühürlenmiş gibi sükûta mecbur olurlar, işledikleri günâhları bize elleri haber verir, ayakları da dünyada kesbetmiş oldukları günâhlara şehadet ederler. Binaenaleyh; o âsî olan kimse mebhût ve hayran kalır. Zira; kendi a'za-yı eevarihinin kendine dost olacağını, lehine şehadet edeceğini ümid ederken ümidinin hilâfına aleyhine şehadetleri elbette onu mebhût ve hayran eder.

Fahri Râzi, Hâzin ve Kazî'nin beyanları veçhile ellerin konuşup ayakların şehadeti; hakikatta tekellüm ve şehadettir. Çünkü; tekellüm hususunda lisanla sair a'za beyninde kudretullaha nispetle fark yoktur. Zira; Allah-u Tealâ'nın lisana verdiği kuvve-i nutkiyeyi sair a'zaya dahi vermesinde bir mani yoktur. Binaenaleyh; lisanı söyleten Allah-u Tealâ sair a'zayı da söyletebilir. Şu halde günâhları inkâra cür'et eden lisanı iskâtla sair a'zaya ikrar ettirmekle günâh sahibini rezil ve rüsvâ eder. Yahut lisanın tekellümü ve ayakların şehadetleri; efâl-i kabîhaya delâletleri ve günâhların eserinin o a'zalarda zahir olmasından kinayedir. Fakat lâfz-ı Kur'ân'ı hakikatta tekellüm ve şehadete hamletmekte bir mani olmadığından ma'nâ-yı hakîkîsi murad olunmak evlâdır. Çünkü;

2583

ma'nâ-yı hakîkîyi murad etmek mümkün olan yerde mecaz ve kinaye ma'nâları aramaya hacet yoktur. Eller ve ayaklar gibi a'za-yı sairenin tekellümleri ihtiyarî olup icbarî olmadığına işaret için tekellüm ve şehadet nefs-i a'zalara isnad olunmuş, Vâcib Tealâ'ya isnad olunmamıştır. Ekseri 4671 günâhların ellerle işlendiğine işaret için ellerden yalnız tekellümle iktifa olunup şehadet; ayaklara isnad olunmuştur.

Kâfirlerden sudur eden günâhlar ve çirkin işler kendilerinden i'raz etmek icab edip i'raza

şayan olduklarına işaret için hitaptan gaibe iltifat olunarak ( على هكهم اوفا ) yerinde

( ههماوفاعلى ) varid olmuştur.Hulâsa; yevm-i kıyamette kabahatim inkâra cesaret edenlerin dillerinin bağlanacağı ve

günâhlarını elleriyle ayaklarının ikrar ederek şehadet edecekleri bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin bazı ahvalini beyandan sonra onların dünyada müstehak oldukları cezayı vermediğini ve onlara müsaade ttiğini beyan etmek üzere :

ى ط ف����أن ر لص���� تبقوا ف ين نا على أ اء لطم نش���� ٲول ٱ ع� ٱ ع� �د ع� ع� ع صرون ) (٦٦ع�يbuyuruyor.[Eğer biz dilemiş olsaydık onların gözlerini siler, yüzleriyle beraber kılardık. Şu halde

onlar kör olur, göremezlerdi. Binaenaleyh; yollarına gitmek ve devam etmek isterlerdi, lâkin nasıl görebilirlerdi? Onlar için görmek mümkün olabilir miydi? Elbette göremezlerdi. Halbuki biz onların kör olmalarını istemedik. Zira; gözleri açık olsun, herşeyi görsünler de yevm-i kıyamette itiraza mecalleri kalmasın.] Çünkü; gözleri açık olarak tarik-ı hidayeti görüp bildikleri halde tarik-ı hakka sülük etmeleri lâzımken ihtida etmediklerinden dolayı elbette ma'zeretsiz muazzep olacaklardır. Binaenaleyh; ihtida etmediklerine ma'zeret beyan etseler ma'zeretleri kabul olunmaz. Çünkü; kabule şayan ma'zeret dermeyan edemezler ki kabul olunsun.

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin dünyada müstehak oldukları cezadan bazılarını beyandan sonra bazı aharı beyan etmek üzere :

ا وال تط���عوا مض� ن�ه على مڪانته فم�ا نشاء لمس �$�ول د ع� ٱ ع� ع� ع( ع جعون ) )٦٧ع�ي

buyuruyor.[Eğer dilemiş olsaydık biz onların suretlerini cemadata tahvil ederdik de onlar gidip

gelmeye kaadir olamazlardı.]

Yani; biz isteseydik onların suratlarını tebdil ederdik de oldukları mahalde dikili kalırlar, ne bir tarafa gitmeye ve ne de gitmiş olsalar geri dönmeye kaadir olurlardı. Halbuki biz bunlardan hiçbirini yapmadık. Binaenaleyh; gözleri görür ve kuvve-i cismaniyeleri yerinde ve kuvve-i akliye ve sair idrakleri yolunda olduğu cihetle tarik-ı hakka ihtidalarına bir mani olmadığından ihtida etmeleri lâzımken ihtida etmediler. Bununla beraber yevm-i kıyamette cinayetlerini inkâra cür'et edince biz onların ağızlarını mühürler, söyletmeyiz. Zira; bilcümle vücutları ve a'zaları yerinde olduğu için i'tizara mecalleri yoktur. Çünkü; her cihetle avarızdan salim olduklarından i'tizar etseler kabul olunmaz. Şu halde âhirette lisanlarının kapanmasıyla azap olundukları gibi dünyada gözlerinin kör olması ve sair a'zalarının tebdil olunmasıyla ikab olunmaya müstehaklardır. Lâkin dünyada azap

2584

olunmalarına meşiyyet-i İlâhiye teallûk etmediğinden dünyada ikab olunmadılar ki âhirette bir diyecekleri kalmasın.

Fahri Râzi ve Nisâbûrî'nin beyanları veçhile iptida bir tarîka gitmek; gittiği yerden geri

gelmekten daha müşkül olduğuna işaret için evvelâ gitmek manâsına olan ( ضم يا ) nefyolunmuş ve ba'dehu daha kolay olan rücû' nefyolunmuştur.

( طمسنال ) T a m e s ; gözünü bütün kapayıp yüzüyle beraber olmak manâsına olup m e s i h ; bütün vücudun ve a'zaların tebdilinden ibaret olduğu cihetle ehvenden as'aba yani kolaydan güç olana tedriç tariki ihtiyar olunmuştur. Çünkü; a'mâ olan bir adam kuvâ-yı sairesiyle vucuh-u tasarrufu idrak edebildiği gibi bazı ülfet ettiği mahalle de gidip gelebilir Amma memsuh olan, yani vücuduyla azaları cemadata tebeddül eden kimse hiçbir şeye muktedir olamadığından kör olmak vücudun bilkülliye 4673 tebeddülünden çok kolaydır. Binaenaleyh; Cenab-ı Hak «Dilemiş olsaydık gözlerini kör ederdik. Daha ziyade dilemiş olsaydık bütün vücutlarını cemadata veyahut maymun v.s. gibi hayvanat-ı behimiyeye tebdil ederdik de hiçbir şeye muktedir olmazlardı, lâkin biz bunların hiçbirisini yapmadık, âlet-i ihtidalarına bir zarar getirmedik ki ihtida etsinler, etmedikleri surette i'tizara mecalleri olmasın» buyurmuştur.

Hulâsa; Cenab-ı Hak dilemiş olsa onları bütün idrakten mahrum kılmaya kaadirken her türlü müsaadeye onları mazhar ettiği ve bu mazhariyeti hüsnü isti'mâl etmediklerinden dolayı i'tizara mecalleri kalmadığı bu iki âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ enbiya-yı izam vasıtalarıyla kâfirlere ihtida tarikları beyan olunduğundan i'tizar kapılarının kapandığını beyandan sonra ömürleri cihetinden dahî i'tizara mecalleri olmadığını beyan etmek üzere :

قلون ) خ أفال ي ه فى ه ننڪ عم ع�ومن ن د<‌� ع? ع� ٱ ع� (٦٨ع�

buyuruyor.[Bir kimse ki onun ömrünü biz uzatırsak onun hilkatim aksine döndürürüz. Onlar

ömürlerinin uzamasını isterler de cisimlerinin ve sair kuvâlarının zaafa duçar olacağını taakkul edip idrak etmiyorlar mı?.]

Yani; bir kimsenin ömrünü uzatırsak onu erzel-i ömre reddederiz. Ömürlerinin uzamasını isterler de erzel-i ömre varacaklarını düşünmezler mi? Zira; insanın ömrü uzadıkça zaafı tezayüd ve kuvveti tenakus eder, bünyesi küçülür, şekli tagayyür eder. Hatta sabiye benzer bir hale avdet eyler. Binaenaleyh; fehm ü idrakten hâlî, akl ü tedbirden ârî bir hale geldiğinden ömrü uzun olmakla uzadıkça tarik-ı savaba ihtida etmesi lâzım gelmez. Şu halde ömrünün uzun olmasıyla necata dahil olmak muhakkak olamaz. 4674 Binaenaleyh; «Ömrümüz kısa oldu, uzun olsaydı biz ihtida ederdik» demekle kabule şayan bir itizar dermeyan etmiş olmazlar.

Nisâbûrî'nin beyanı veçhile bu âyet; yevm-i kıyamette kâfirlerin ömür cihetinden i'tizar kapılarını kapamıştır. Zira; onlar «Biz dünyada az yaşadık. Eğer dünyada çok ömür verseydin bizde kusur bulamazdın» demelerini bu âyet-i celile reddetmiştir. Çünkü; azıcık ömürde ihtida mümkünken ihtida etmeyen çok yaşasa yine ihtida etmeyeceği ve belki ihtidaya kaabiliyet kalmayacağı meydandadır. Zira; beyan olunduğu veçhile insanın yaşadıkça şuuru azaldığı herkesçe ma'lûm bir hakikattir.

Hulâsa; insan pek uzun yaşadıkça suretinin tagayyür edeceği idrakinin azalacağı ve bu cihet düşünmeye şayan olup erzel-i ömrü istemek ma'kul birşey olmadığı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ vahdaniyetine ve haşra müteallik ahvali beyandan sonra Resûlullah'ın risaletini inkâr edenleri reddetmek üzere :

2585

بغى له ر وما ي لش ن�ه ن�وما عل ع� ٱ ءا مبي ) ع� هو إالذ وق #� إ د �# د ع� @# د Aع ع� ۥ‌�٦٩)

buyuruyor.[Biz Azîmüşşan Muhammed (S.A.) e şiir öğretmedik ve şiir Muhammed (S.A.) e lâyık

olmaz. Binaenaleyh; Muhammed (S.A.) in okuduğu şey olmadı, illâ ancak vaaz ve Kur'an-ı mübin oldu.]

Yani; Biz Azîmüşşan Muhammed (S.A.) e şiir ta'lim etmedik. Zira şiir; külfetle söylenir, kaafiye ve vezinle örülmüş muzahref uydurma bir söz olduğu gibi evham ü hayalât üzere bina kılınmış birtakım mevhumattan ibarettir. Binaenaleyh; Kur'an'la şiir beyninde asla müşabehet yoktur, böyle mevhumât ve hayalâtla uğraşmak Muhammed (S.A.) e lâyık olmaz, yakışmaz ve Muhammed (S.A.) in söylediği Kur'an ise birtakım ma'kul fenler ve hükümlerle dolu, saâdet-i dareyne îsâl edecek ahkâmla müzeyyen, şiirde mevcut olan mevhûmâttan münezzehtir. 4675

Fahri Râzi ve Nisâbûrî'nin beyanları veçhile Resûlullah'ın ümmî olup okuyup yazmak ciheti kendine müsait olmadığı gibi şiir söylemek murad etse söylemek müyesser olmaz. Binaenaleyh; ankasdın şiir söylemekten memnu'dur ki mu'cizat-ı bahire ve ilâyevmilkıyam bakiye olan Kur'an'da şüphe vâki olmasın. Binaenaleyh; Resûlullah (S.A.) Efendimiz ankasdın şiir inşa etmediğinden

kâfirlerin isnadından beridir. Amma şiir suretinde ( اناابن لنى اناا الكذب بلمطلبداع ) kavl-i şerifi gibi sudur eden şeyler bilâkasdin tesadüf üzere varid olmuştur.

Binaenaleyh; asla söylemeye kasıt olmadıkı gibi tertibine azim de yoktur. Şu manâ وما) بغى له ن�ي ) de bulunan zamirin Resûlullah'a râci olduğuna nazarandır. Amma zamir Kur'an'a râci olduğuna nazaran manâ-yı nazım : [Şiir Kur'an'a lâyık olamaz. Zira; şiirle Kur'an beyninde münasebet yoktur. Çünkü; Kur'an olmadı, illâ halkın ahvalini ıslah eder bir mev'ıza ve hayır öğüt vermek, ins ü cinni irşad ve doğru yola sevketmek için gelmiş bir kitab-ı semavîdir, hakla batıl arasını tefrik eder mihraplarda okunur, ahkâmıyla amel olunur, onun sebebiyle insanlar rıza-yı İlâhiyi kazanır, fevz ü felaha dahil olur açık bir kitap.] demektir.

Hulâsa; Resûlullah'a şiir ta'lim olunmadığı, şiirin Resûlullah'a ve Kur'an'a lâyık olmadığı, Kur'an'ın şiir olmayıp ancak vaaz u nasihattan ibaret olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ Kur'an'ın ne şiir ne de şiir olmaya lâyık olmadığını beyandan sonra Kur'an'ın inzalinden hikmeti beyan etmek üzere :

ك�فرين ) ل على ق ا ويحق ينذرمن كان ح ع�ل ٱ ع ع� ٱ �$� (٧٠د

buyuruyor.[Kur'an bir mev'ızadır ki o Kur'an'la Resûlullah akıl ve fehim sahibi olmakla eser-i hayat

olanları inzar etsin de bu 4676 hızarından sunra küfür musir olan kâfirler üzerine kelime-i azap vacip olsun için Kur'an canib-i İlâhiden geldi.]

Yani; Kur'an'la hal-i hayatta ulan ukalâ inzar olunur. Yoksa aklı olmayan emvat kabilinden birtakım fikirsiz ahmakla Kur'an'dan intifa' edemeyecekleri için Kur'an'la inzar olunmazlar, Kur'an vasıtasıyla kâfirler üzerine kelime-i azap vacip olsun için Kur'an nazil olmuştur. Çünkü; Kur'an'a iman etmediklerinden dolayı kendilerine azap, Kur'an'la tebliğ olunur.

Kur'an'la inzar olunmayan kâfirlerin emvat kabilinden olduklarına işaret için Kur'an'la hayy olanların inzar olunacağı beyan olunmuştur. Çünkü; kâfirlerde eser-i .hayat olan iman ve ma'rifetullah olmadığı için keenne ölülerdir.

2586

Hulâsa; Kur'an'ın inzalinden maksat hayat şanından olan kimseleri inzar etmek ve iman etmeyen kâfirler eser-i hayat gösteremediklerinden dolayı onlar üzerine azabı icab eden kelimeyle azabın vacip olması olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ risalete müteallik olan bazı mesaili beyandan sonra vahdaniyetine delâlet eden bazı delâili beyan etmek üzere :

ا فه له��ا ع��� دينا أ أ ��ا لهم مما عمل ن ا خل ا أن ��ر ي ع�أول �� د ع� ع� ع� ع. ع ع� كلون )(٧١م�لكون ) ا ي وم ا ركوب ن�ها له فم �� وذل ع ہ% ع' ع� �ہ ہ% ع' ع� (٧٢ع�

buyuruyor.[O münkirler vahdaniyetimizi inkâr ederler de bizim kendileri için kendi kudretimizle

halkettiğimiz hayvanatı görmüyorlar mı? Onlar için halkettiğimizc binaen malik ve mutasarrıflardır, Biz Azîmüşşan hayvanatı onlara müsahhar kıldık. Binaenaleyh; o hayvanlardan bazıları binitlerine, bazıları da ekletmelerine mahsus olduğundan bazılarına biner, bazılarını yerler.]

Eğer hayvanatın hepsini biz vahşi ve onların emirlerine itaatsiz halketmiş olsaydık onlar hiçbirinde tasarrufa muktedir olamazlardı. Halbuki o 4677 büyük cüssede olan develeri, mandaları biz onların emrin e muti' kıldık ve taht-ı esaretlerine koyduk ki istedikleri veçhüzere isti'male muktedirlerdir, kendilerinin sun'u olmaksızın bu kadar nimetlerimizi halkedip ellerine teslim ettiğimiz halde nasıl oluyor ki küfran-ı nimet ederek vahdaniyetimizi inkâr ediyorlar? Bu inkârları taaccübe şayandır.

&&&&&

Vâcib Tealâ hayvanların menfaati yalnız binmeye ve yenmeye mahsus olmayıp daha birçok menfaatları olduğunu beyan etmek üzere :

كرون ) ا من�فع ومشار أفال ي ع+وله في ہ�‌� ہ� (٧٣ع� buyuruyor.[Halbuki hayvanatta insanlar için pek çok mcnfaatlar vardır. Çünkü; yününden,

kılından, tenasülünden sayılmaz ve tükenmez derecede intifa' ederler, sütünden içerler. Zira; aynı sütünü içtikleri gibi yoğurt ve ayran gibi içmeye salih birçok şerbetler vardır. Bu kadar nimetleri görür ve bilirler de o nimetlerin halikını ve vahdaniyetini tasdik ederek şükretmezler mi?.] Halbuki bu nimetlerin herbirine ayrı ayrı binlerce şükretmek icab ederken şükrü terketmekten daha büyük kabahat olur mu? Zira; şükrü terketmek âhiretçe mes'ûliyeti mucip olduğu gibi dünyaca da nimetin noksaniyetini icab eden esbaptandır.

( اماعان ) niam kelimesinin cem'idir. N i a m ; deve, koyun ve sığır gibi hayvanat-ı ehliyeye ıtlak olunur. Beyzâvî'nin beyanı veçhile deve ve koyun gibi hayvanların hilkatlarında olan garabete ve menfaatlarında olan kesrete binaen hayvanat içinden Cenab-ı Hak bunları zikir buyurmuş ve insanların menfaatları için halkolunan hayvanata malik olmaları devamlı olduğuna işaret için malik olduklarını beyan eden cümle, devama delâlet eden cümle-i ismiye olarak varid olmuştur. Yani «Nev'-i insan mevcut oldukları müddetçe nev'-i hayvana malik ve malikiyet, memlükiyet intizam üzere devam eder, hâl berakis olmaz» demektir. Şu halde insanın 4678 ömrü oldukça şükre devam etmesi lâzımdır. Bu âyet-i celilede Cenab-ı Hak vahdaniyetin delâil-i afakiyesinden bizzat

insana hizmet eden hayvanatı zikretmiş ve menfaatlarının çokluğuna işaret için ( عمنف ) ve

2587

( اربمش ) cemi' sıygalarıyla varid olmuştur.Hulâsa; insanların sun'u olmaksızın Allah-u Teala'nın insanların menfaatları için halkolunan

hayvanlara nazar-ı ibretle bakıp vahdaniyete istidlal etmeleri lâzım ve bu gibi gözleri önünde olan âsâr-ı bediaya nazar etmemek bir emr-i münker olduğu, bu hayvanları Cenab-ı Hak insanlar için zelil ve münkad kılarak insanları onlara malik kıldığı, bazılarını binmelerine, bazılarını da yemelerine tahsis buyurduğu, hayvanların insanlar için menafi-i kesiresi bulunduğu, bu nimetlere şükretmemek kabahat olup şükretmek elbette vacip olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ vahdaniyete delâlet eden delillerden bazılarını beyandan sonra şu beyan olunan delillerden istifade etmeyen kâfirlerin dalâletlerini beyan etmek üzere :

خذوا من دون ت ٱو ه ينصرون )للهٱ عل ع� ءاله ل � (٧٤د buyuruyor.[Onlar yardım olunurlar ümidiyle Allah'ın gayrı ma'budlar ittihaz ettiler.]Yani; Cenab-ı Hakkın şu ta'dad olunan nimetlerini müşahede edip dururken birtakım taştan,

ağaçtan yapılmış putları kendilerine yardım eder yahut şefaat ederler ümidine binaen Allah'ın gayrı olarak ma'bud ittihaz ettiler, ibadete ehil gördüler, ma'budlarının yardımlarını rica ettiler, onların sayesinde sayeban olacaklarını itikad ve intizarda bulundular. Maahaza o putlar denî ve eşya-yı hasiseden oldukları cihetle yardım edemedikleri gibi yardım da olunmazlar. Zira; onlardan yardım bekleyen kâfirlerin çekiçleri ve testereleri altında makhurlardır. Garibi şurasıdır ki kendi ellerinde kırılmak ve kesilmek gibi 4679 rezalet ve sefaletlere katlanan birtakım taşa ve ağaca ibadet etmek kadar hamakat ve cehalet olamaz.

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin itikad ve mezheplerinin butlanını beyandan sonra rey ü tedbir ve düşüncelerinin bütün zarar olduğunu beyan etmek üzere :

ضرون ) ره وه له جن م تطيعون ن ع"ال ي �# د ع� ع� ع� ع: (٧٥ع�

buyuruyor.[O putları ma'bud ittihaz eden kâfirlerin putları onlara yardım etmeye muktedir

olamazlar. Halbuki kâfirler o putların hazır askerleridir.] Zira; onlar putları hıfzetmekle gûnâgûn hizmetlerle ve etraflarında dolaşmakla meşgullerdir, onlara göğüste ta'zim eden askerlerdir. Yahut «Putlar kâfirlere hazır asker oldukları halde yardım etmeye muktedir olamazlar» demektir. Çünkü kâfirlerin putları daima hazır bulundurmaktan maksatları; kendilerine yardım ümididir. Nisâbûrî'nin beyanı veçhile putlar kâfirlerin yevm-i kıyamette azap olunmaları için hazırlanmıştır. Zira; putlar Cehennem ateşine tutruk olacaklarından onlar haklarında yakıcı askerlerdir. Putların hazır oldukları halde yardıma muktedir olamadıklarını beyan; kemal-i acizlerini beyanla onları tahkir olduğu gibi onlara ibadet eden kâfirleri dahî tahkirdir. Zira; hazır olmaksızın yardım edememekte o kadar kusur olmaz, lâkin yardım için hazırlanıp da yardım edememek aczin nihayesidir.

Hulâsa; yardım ederler ümidine binaen kâfirlerin putları ma'bud ittihaz ettikleri ve putlar ise kâfirler için hazır asker oldukları halde yardıma iktidarları bulunmadığı ve binaenaleyh; kâfirlerin bu düşünceleri zarardan başka birşey olmadığı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

2588

Vâcib Tealâ kâfirlerin hallerini beyandan sonra sözlerine itibar olmadığını beyanla Resûlünü tesliye etmek üzere : 4680

لنون ) ون وما ي لم ما يسر ا ن له إن زنك ق ع�فال ي ع� ع�‌� ع (٧٦ع" buyuruyor.[Yâ Ekrem-er Rusûl ! Müşriklerin halleri beyan olunup hamakat ve cehaletleri malûm

olunca onların senin hakkında lâyık olmadık bir takım sözleri sana hüzün vermesin. Zira; biz onların gizli nifaklarını ve alenî şirklerini biliriz. Binaenaleyh; sen mahzun olma.] Çünkü; biz onların kalplerinde olan itikadat-ı fasidelerini ve zahirde işledikleri çirkin amellerini bilince senin için hüznetmek lâzım gelmez. Zira; biz senin tarafından ahz-ı intikam ve her fiilleri üzerine mücazat edeceğiz. Şu halde sizin için telâş edecek birşey yoktur.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile ilm-i İlâhinin herşeye taallûkunda mübalâğa olmak üzere gizli olan şeyleri bildiğini beyanı, aşikâr olan şeyleri bildiğini beyan üzerine takdim olunmuştur. Yahut zahirde olan şeyin elbette kalpte bir mukaddimesi olup ona ilm-i İlâhinin taallûku zahire taallûkundan mukaddem olduğu cihetle esrara taallûkunu beyan takdim olunmuştur.

Bu makamda hüznü nehiy; kâfirlerin sözlerine taallûk ediyorsa da hakikatta Resûlullah'ı hüzünden nehyetmektir. Çünkü birşeyin sebebinden nehyetmek; o işin aynından nehyetmek olduğundan Resûlullah'ı hüzünden nehiydir. Binaenaleyh; manâ-yı nazım: [ «Onların sözü sana hüzün vermesin» demekle kâfirlerin sözünü Resûlullah'a hüzün vermekten nehiy ise de murad olan manâ sen hüznetme.] demektir. Zira hüzne sebep olan sözü hüzün vermekten nehiy; ayn-ı hüznü nehiydir.

Şu tafsilâta nazaran âyetin manâsı Resûlullah'ı tesliye olduğu gibi kâfirleri de tehdiddir. Zira gizli aşikâr her işlerini bildiğini beyan etmek; onları ef'âl-i kabihaları üzerine korkutmaktır. Çünkü bir kimse Vâcib Tealâ'nın herşeyi bildiğini ve bilhassa kendi ef'âlini bildiğini bilince kötü işlerden nefsini menetmesi lâzımdır. Binaenaleyh; aklı olan bir kimse ne işlerse o işin başında işleyeceği şeyi Allah'ın bildiğini düşünerek işler. 4681

&&&&&

Vâcib Tealâ zat-ı ulûhiyetine ibadetin vücubunu beyan ve vahdaniyetine delâil-i âfâkiyeyi zikrettikten sonra insanın kendisinde olan delâil-i nefsiyeyi beyan etmek üzere :

ي مبي ) ف ف��إذا ه��و خص�� ن���ه من ن ا خل إنس�ن أن ير #�أول د �# د � د ع2 ع. ع� ٱ ع�٧٧)

buyuruyor.[İnsan tefekkür edip de bilmez mi ki onu nutfeden halkettik? Böyle gaayet kötü ve hakir

birşeyden haîkolunduğunu bildiği halde bunu düşünmeyip de haşr ü neşir hakkında şiddetle husumete ve açıktan mücadeleye cür'et edicidir ki bu cür'eti taaccüp şanından olan kimselerin taaccüplerine lâyıktır.]

Fahri Râzi, Hâzin ve Kazî'nin beyanlarına nazaran âyet-i celîle; Besûlullah'ı ikinci bir tesliyedir ki «Haşrı inkârlarına nispetle Kur'an'a şiirdir demeleri daha ehven» demektir, kâfirlerin inkârlarını mübalâğayla red ve birkaç cihetten takbih vardır. Çünkü; âyette şu inkârlarından taaccüb olunduğu gibi husumette ifrat ettikleri ve bidaye-i hilkatları meydanda inkârı gayr-ı kaabil bir hakikat olduğu halde ondan daha kolay olan haşra kudretullahı inkâra cür'etleri ve hasis bir meniden böyle şerif, kadd ü kaameye, hüsn-ü surette malik bir halde halkolunmak nimetine şükretmek lâzımken bilâkis tekzibe ve inkâra cür'et etmeleri gayet cahilane bir inattan ibaret olduğu beyan olunmuştur.

Âyet-i celilenin sebeb-i nüzulü şöyle rivayet olunuyor: Küffar-ı Kureyş'ten (Übeyy b. Half), (Ebu Cehil), (Âs b. Vâil) ve (Velid b. Muğire) haşir hakkında mübahaseleri neticesinde «Muhammed (S.A.) Allah-u Tealâ kıyamette ölüleri diriltecek diyor. Lât ve Uzza'ya kasem ederim

2589

ki ben gider, onunla muhasama ederim» der ve bir çürümüş kemik alır, huzur-u nebiye gelir, kemiği parmağıyla ufaltır, der ki «Yâ Muhammedi (S.A.) Şu kemik çürüdükten sonra bunu Allah-u Tealâ'nın dirilteceğini re'y eder misin?» deyince Resûlullah «Evet yâ kâfir ! Allah-u Tealâ seni öldürdükten sonra diriltir ve Cehennem'e ithal eder» buyurur ve bu âyet nazil 4682 olur. Bu rivayete nazaran âyet; (Übeyy) i red ve mezheplerini iptal için nazil olmuşsa da sebeb-i nüzulün hususuna itibar olmayıp itibar elfazın umumuna olduğu cihetle bu âyet; haşrı inkâr eden her ferdi red içindir.

&&&&&

Vâcib Tealâ haşir hakkında insanın husumetini icmalen beyan ettikten sonra o husumeti tafsil ve keyfiyetini beyan etmek üzere :

قه ىخ ونس�� ��ا مثال� ع�وضرب لن �� عظ���م وهى د ى ع� ق��ال من ي ٱ ع" ۥ‌� #�رمي ) (٧٨د buyuruyor.[İnsan husumete cür'et ederek bizim şanımızda acîb bir kıssa irad etti, bu iradı

hakikatta emr-i garîb ve garabette mesel gibidir, kendi âleminde insan öldükten sonra ihyâsını uzak addeder, kudretimizi kendi kudretine kıyas ve aczimizle hükmeder, kendinin iptida-yı hilkatini unutur, der ki «Çürümüş olduğu halde kemiği kim ihyâ edebilir, çürümüş kemiğin ihyâsı mümkün müdür?».] İşte böyle diyerek muârazada bulunur ve şiddetle haşrı inkâr eder. Halbuki iptidaen gayet hakîr bir damla sudan suretleri muhtelif azalarla insanı halketmeye kaadir olan zat-ı ulûhiyetimizin ölmüşleri ihyâya kaadir olacağına hükmeder de inkâra cesaret etmezdi. Çünkü haşir; iptida-yı hilkattan çok ehvendir. Zira; iptida-yı hilkatta birbirine eczaları müşabih olan meniden eller, kollar, kulaklar ve gözler gibi birbirine benzemeyen a'zaları halkla beraber o a'zalara yekdiğerine muhalif olarak akıl, söz, dil ve işitmek gibi havassı tevdi ile ind-i ulûhiyetinde mahlûkat-ı saire üzerine mükerrem kılan Allah-u Tealâ çürümüş eczaları toparlamakla halkedeceği evleviyetle sabit olduğunu itikad eder de itiraz etmezdi.

İnsanın müteşabihülecza' bir nutfeden muhtelifüla'za ve kavî olarak halkolunması vâcibülvücud'un fâil-i muhtar olduğuna delâlet ettiğinden tabiiyyûnu kendi hilkatlarıyla reddederek insafa davet eder. Çünkü; eğer tabiat vasıtasıyla olsaydı ecza-yı asliyesinde muhalefet olmayan meniden halkolunan azalar da muhalif olmazdı, halbuki muhaliftir. Şu halde fâil-i muhtarın ihtiyarıyla olur, tabiatın te'siriyle değildir. 4683

Nisâbûrî ve Kazî'nin beyanlarına nazaran bu âyet; kemikte hayat bulunduğuna ve ölmüş hayvanın kemiği necaset olduğuna delâlet eder. Zira; hayat kemiğe taallûk edince kemikte hayat olacağı gibi hayatın arkası mevt olduğundan kemiğe mevt de taallûk edeceği aşikârdır. Amma eimme-i Hanefiye indinde kemik tahirdir. Zira; kemikte hayat olmaz. Âyet-i celüenin manâsı: [Hayatı, his ve idraki olan bir cisme eski hali üzere kemiği iade eder.] demektir, yoksa kemiğe hayat veriı manâsına değildir.

&&&&&

Vâcib Tealâ haşrı inkâr eden müşriklerin muhasamalarını beyandan sonra onları ilzam ve iskât tarikıyla cevap vermek üzere :

ق عليم ) ذى أنشأها أول مر وهو بكل خ ل ا يي ع�ق ي �‌ � د ٱ ہ� ع" (٧٩ع� buyuruyor.[Ey habibim ! Sen haşrı inkâr eden kâfirlere cevap olarak de ki «İptidaen meniden

kemiği icad eden Allah-u Tealâ tekrar ihyâ eder. Zira; ihyâsında bir mani yoktur. Çünkü; mahlûka tının her cüz'ünü bilir. Binaenaleyh; bir insanın çürümüş eczalarının herbiri nerelerde olduğunu bildiğinden herbirini olduğu yerden cem'ederek ihyâ eder.».]

2590

Fahri Râzi ve Kazî'nin beyanları veçhile haşrı inkâr edenlerin şüpheleri; meyyitin eczasının herbir cüz'ü bir yerde olup bunu toplamak müşkül olmasıdır. Bu şüphelerini cenab-ı Hak

عليم) ق خ بكل ع�وهو ) cümle-i celilesiyle izale buyurmuştur. Çünkü; Allah-u Tealâ insanın ecza-yı asliye ve fer'iyesinin erelerde olduğunu bilince o eczaların bazısı maşrıkta, bazısı mağripte olsa dahî onları cem'edip birbirine raptetmesinde işkâl yoktur, herbirini bir yere poplar, onların eski şekillerini iade eder, hayat verir. Hatta vuhuş ve tuyurun eklettiği eczaları dahi toplar. Çünkü; kudretullaha karşı bir hail yoktur. 4684

&&&&&

Vâcib Tealâ haşrı inkâr edenleri ilzam için insanın hilkatında olan acaip ve garaibi beyandan sonra haşrın imkânının vukuunu ispat eder delil-i aharı beyan etmek üzere :

ه ا ف���إذا أنتم م ���ا ر ن ض��� ال جر لش ذى جع���ل لكم من ع�ل �� د ع( ٱ ٱ ٱ(٨٠توقدون )

buyuruyor.[Çürümüş kemikleri şol zat-ı eceli ü alâ ihyâ eder ki o zat sizin için yeşil ağaçtan ateş

halketti de derhal siz o ateşten yakarsınız ve çok zaman ondan intifa' edersiniz. Şu minval üzere yeşil ağaçtan ateşi halka kaadir olan Allah-u Tealâ emvatı ihyâya kaadir olmaz mı?.]

Yani; Vâcib Tealâ halkın eczalarını yekdiğerinden ayırmaya ve her şahsın eczalarını yekdiğerine rabıtla imtizaç ettirmeye neden kaadir olmasın? Elbette kaadir olur. Zira; Vâcib Tealâ şol alîm ü hakimdir ki sizin için yeşil ve kendisinden su damlayan ağaçtan ateş halkediyor. Halbuki ateşle su beyninde zıddivet ma'lûmdur, bunu inkâra mecaliniz de yoktur. Çünkü; siz daima ondan ateş yakıp intifa' ediyorsunuz. Şöyle su damlayan ağaçtan ateşi halka kaadir olan Allah-u Tealâ ölmüş insanları ihyâya neden kaadir olmasın?

Tefsir-i Hâzin'de beyan olunduğu veçhile (İbn-i Abbas) Hazretlerinin rivayetine nazaran y e ş i l a ğ a ç la murad; (merh) ve (afar) isminde iki nevi ağaçtır. Arabistan'ın bazı nahiyelerinde mevcuttur. Dağ başlarında ateş yakmak isteyenler bu ağaçtan iki budak keserler.

Merhi afara vurunca biiznillâh ateş çıkar, ondan ateş tutuşturmakla intifa' ederler, halbuki her ikisinden de su damlar. Bu intifaları istimrar ve devam üzerine olduğuna işaret için ateş yakarsınız

manâsına olan (توقدون) lâfzı istimrara delâlet eden muzari sıygasıyla varid olmuştur.

&&&&&

Vâcib Tealâ haşrın vücuduna delâlet eden âfâkî ve enfüsî bazı delâili beyandan sonra delâil-i âfâkiyeden daha büyüğünü beyan etmek üzere : 4685

لق ض بق�در على أن ي ال ت و م�و لس ذى خلق ل س ع(أول ع� ٱ ٲ ٱ ٱ ع� عليم ) �ق خل له بلى وهو ع�م ٱ ع� ٱ �‌� (٨١ع0buyuruyor.[Haşrı inkâr eden kâfirler insanları ihyâya bizim kudretimizi inkâr ederler de

düşünmezler mi gökleri bu kadar cesamet ve yükseklikte, yerleri şu azamet ve süfliyette halkeden Hallâk onların emsalini halketmeye kaadir olmaz mı? Elbette kaadir olur. Bu kadar âlem-i ulvî ve süfliyi halka kaadir olan Allah-u Tealâ'nın öldükten sonra insanları halka ve ihyâya kaadir olacağı evleviyetle sabit olmaz mı, nasıl kaadir olmasın? Vâcib Tealâ kemâl-i kudret ve azametle halkedicidir ki nice yüzbinlerce mahlûkatı mevcuttur, cemi-i mevcudatı bilicidir, ezelen, ebeden herbirine tafsil üzere ilmi lâhiktir. Geçmiş, gelecek mevcudattan

2591

hiçbir zerre ilminden ve kudretinden hariç değildir.] Çünkü; cümlesi ilm-i ilâhide mahfuz ve yekdiğerinden mümtazdır. Bunların cümlesi Vâcib Tealâ'ya nispetle kolaydır, nasıl kolay olmasın?

ره ما أ ا أن يقول له ع�إن � ع�إذا أراد ش (٨٢ۥكن فيكون ) ۥ [Allah-u Tealâ'nın hal ü şanı birşeyi murad ettiğinde o şeye ol emrini vermektir. Canib-i

İlâhiden o şeye ol emri gelince o şey derhal olur, asla taahhur etmez, mühlet ve müsaade verilmez.] Zira; emr-i İlâhi ve kaza-yı sübhânînin sür'at-ı nüfuzunda asla taahhur yoktur. Binaenaleyh; ol emri gelince me'mur ve mahkûm olan şey hemen olur, olmamak imkânı yoktur. Çünkü; imtina' etmek veyahut biraz durmak veyahut âlet isti'mâl etmek gibi şeyler tasavvur olunmadığından derhal sahra-yı vücuda arz-ı endam etmekten başka çare olamaz.

&&&&&

Vâcib Tealâ zat-ı ulûhiyetinin herşeye kaadir ve herşeyi bildiğini beyandan sonra cemi-i nekaisten münezzeh olduğunu beyan etmek üzere :

جع��ون ) ه ت ��ل ش�� وإل ��وت ك ذى بيده ملك ل ح�ن ع�فس ع� C� د عى ۦ ٱ ع�٨٣)

buyuruyor. 4686[Birşeyin vücudunu iradede emr-i İlâhi derhal nafiz olup kudretinin te'sirinden hiçbir

şey kurtulamayınca Vâcib Tealâ'ya teşbih ve cemi-i nekaisten tenzih ederim ki cümle eşyanın mülkü ve tasarrufu kendi yed-i kudretindedir. Binaenaleyh; iâde-i emvat ve cem-i ma'dûmât gibi şeylerden âciz olmaktan münezzeh ve müberrâdır, müşriklerin isnad ettikleri nevakıstan şan-ı ulûhiyeti âlî ve mukaddestir. Nasıl mukaddes olmasın? Sizin cümlenizin merciiniz ancak odur, onun gayrı bir merci' yoktur. Binaenaleyh; cümleniz onun huzur-u manevîsine rücû' edersiniz.]

M e l e k û t ; bir şeye malik olmakta mübalâğa manasınadır. Yani herşeye malik olmak Allah-u Tealâ'ya mahsustur, Allah'ın gayrı hiçbir şeye hakîkî malik yoktur. Şu halde insanların malikiyetleri arızîdir, hakîkî değildir. Bundan evvelki âyetler Vâcib Tealâ'nın cemi-i nekaisten

tenzihini icab ettiğine işaret için tefria delâlet eden (فا) lafzıyla varid olmuştur. Bu âyet-i celile; âhireti, haşrı, neşri ve vahdaniyeti icmalen beyan etmiştir. Çünkü; herşeyin melekûtu yed-i kudretinde olmak; şeriki ve nazirî olmadığına delâlet ettiği gibi eşyada onunla beraber kafiyen bir mutasarrıf olmadığına dahî delâlet eder. Merci-i hakîkî ancak o olmak ise âhiretin vücuduna delâlet eder.

(İbn-i Abbas) Hazretlerinin rivayetine nazaran (Sure-i Yasin) in fezaili hakkında ehadis-i celile mevcuttur. Meselâ «Herşeyin kalbi var, Kur'an'ın kalbi (Yasin) dir. Binaenaleyh; bir kimse Allah-u Tealâ'nın rızası için (Sure-i Yasin) i okursa Allah-u Tealâ onun günâhlarını mağfiret eder ve yirmi iki kere (Yasin) in gayrı Kur'an'ı okumuş gibi olur» hadis-i şerifiyle yine Resûlullah'ın «Hangi müslim melekülmevt geldiğinde yanında (Yasin) okunursa her harfi başına on melek nazil olur, ölecek kimse huzurunda saf bağlar, istiğfar ederler, gaslinde hazır bulunurlar, cenazesine ittibâ' ederler, namazını kılarlar. Hatta defninde hazır olurlar, Cennet şarabından şerbet gelip içmedikçe onun rûhu kabzolunmaz» buyurduğu mervidir. Şu halde ehl-i İslâmdan vefat edecek kimsenin yanında bulunanlara lâzım olan (Sure-i Yasin) i kıraat etmektir.

SÛRE - İ SÂFFÂT

2592

Mekke-i Mükerreme'de nazil olan sûrelerdendir. Yüz seksen iki âyeti havidir.

م ٱب للهع� حيم لر م�ن لر ٱ ع" ٱ ا ) لص�ف�ت ص �$=و د (١ٱ

[Huzur-u İlâhide saf bağlamakla safbeste olan meleklere yemin ederim ki sizin mabudunuz birdir, şerik ü nazîrden münezzehtir.] Yahut [Gökyüzünde kanatlarını döşemiş, emr-i İlâhinin zuhuruna intizar ederek safbeste olmuş meleklere yemin ederim.] Yahut [Zat-ı ulûhiyetin şüûnâtı etrafında saf bağlamış, tecelliyat-ı İlâhiyein zuhurunu gözetmekte olan meleklere kasem ederim ki sizin ma'budunuz vâhid-i hakîkîdir.]

S a f ; nesak-ı vâhid üzere sıraya dizilmektir. Bu makamda saf; meleklerin sıfatları ve şanlarıdır. Yeryüzünde ehl-i imanın cemaatla namazda saf bağladıkları gibi gökyüzünde melekler emr-i İlâhiye safbeste olarak intizar ettiklerinden meleklere sâffât denilmiştir.

İnsanların mahlûkata yemin etmeleri caiz değilse de Allah-u Tealâ'nın bazı mahlûkatının şerefine işaret için yemin etmek âdetidir. Şu halde meleklere yemin; taraf-ı İlâhiden meleklerin şanlarını âlî kılmaktır.

ا ) ت ز جر لز �@ف د Dع ٲ ٲ (٢ٱ [Âleminin intizamına müteallik tedbirattan Hak Tealâ ne emrederse onu alelacele,

yerine getirici, havada bulutları irade-i İlâhiye vech üzere mahalline zecredici, sürücü ve ilhâmâtla nası 4688 günâhlardan men ve zecredici ve şeytan'ın şerrinden defedici meleklere yemin ederim ki sizin ma'budunuz birdir. Yahut Nası masiyetlerden meneden ahkâm-ı Kur'aniyeye yemin ederim ki sizin mabudunuz şerik ve nazîrden münezzehtir.]

را ) �لي�ت ذ لت ع ف (٣ٱ [Semadan nazil olan kitapları tilâvet eden enbiya-yı kirama yemin ederim ki sizin

ma'budunuz birdir.]

ح ) لو #�إن إل�هك د ٲ (٤ع� [Tahkik sizin ma'budunuz elbette birdir.]

Yani; salevat-ı hamseyi ve bilhassa teheccüd namazını eda için ayak üzeri safbeste olmuş, mevaiz ve nesayihle halkı menhiyattan men'-i tamla zecreden, âyat-ı İlâhiyeyi tilâvet ve şerayi-i Muhammediyeyi dersle halka tefhim ve tebliğ eden ulema-yı âmilinin zatlarına kasem ederim ki sizin Rabbiniz birdir. Yahut i'lâ-yı kelimetullah için saf bağlamış gaziler ki onlar a'da-yı dinle mücahede için atlarını dizginleriyle zecretmekle beraber zikrullahı tilâvet eder ve tekbirle a'dâya hücum eden mücahidlere kasem ederim ki sizin ma'budunuz birdir.

Fahri Râzi'nin ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile ت) جر لز ٲف ٲ ٱ ) , (�لي�ت لت ٱف ) kelimelerinde bulunan (فا) lâfzı evsaf beyninde tertibe işaret içindir. Çünkü; bazı ulemanın beyanına nazaran bu âyette beyan olunan şu üç sıfat ki saf, zecir ve tilâvet; Kur'an'ın âyetlerinin sıfatıdır. Zira; âyât-ı Kur'aniyenin bazıları tevhidi, bazıları Allah'ın ilm ü kudretini, bazıları nübüvvet ve âhireti, bazıları tekâlif-i ahkâmı ve bazıları ahlâk-ı haseneyi beyan hususunda olduğundan her bir âyet kendi makamında sabit ve müretteb, tebeddül ve tagayyur kabul etmez derecede muntazam bulundukları cihetle mücahede sıfatta sebat eden eşhasa benzediklerinden âyât-ı Kur'âniyeden sâffâtla ta'bir olunmuştur. Binaenaleyh z â c i r â t la murad; halkı menâhıden zecreden âyetlerdir.

2593

T â l i y â t la murad; a'mâl-i salihaya çalışmak vacip olduğuna 4689 delâlet eden âyetlerdir. Buna nazaran manâ-yı nazım: [Tevhide, Allah'ın ilmine, kudret-i kâmilesine ve ahkâm-ı katisine delâlet edip herbiri kendi makamında sabit ve vazifesine delâlette kusur etmemekte a'dâ karşısında sebat eden askerlere benzeyen âyetlere ve nası günâhlardan meneden ve a'mâl-i hayra delâlet eden âyetlere kasem ederim ki sizin ma'budunuz birdir.] demek olur.

( ح لو إل�هك #�إن د ٲ ع� ) cümle-i eelilesi kaseme cevaptır, vahdaniyeti kasemle beyanda muksemünbihin şanına ta'zim ve şerefine işaret olduğu gibi beyan olunan hükmü te'kid dahî vardır.

&&&&&

Vâcib Tealâ ma'budun vâhid olduğunu beyandan sonra vahdaniyetin delilini beyan etmek üzere :

مش�رق ) ما ورب ن ض وما ب ال ت و م�و لس ب ع�ر ٱ ہ� ع� ع� ٱ ٲ (٥ٱ

buyuruyor.[Ma'budünbilhak birdir, şeriki, nazîri yoktur. Zira; ma'budünbilhak göklerin, yerin,

onların arasında olan mahlûkaatın ve yıldızların tulü' eylediği maşrıkların Rabbisidir.] Şu kadar ki mahlûkatm Rabbi elbette vâhiddir. Çünkü; semâvâtla arzın vücud ve intizamı başkalarının imkânıyla beraber şu suret-i garibe ve san'at-ı bedia üzere bulunup asla tagayyur ve tebeddül etmemesi Vâcib Tealâ'nın vücuduna, vahdaniyetine, ilim ve kudretine açıktan delâlet eder ki asla şüphe götürmez.

Nisâbûrî, Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile m e ş a r ı k la murad; güneşin doğduğu mahallerdir. Şemsin doğduğu mahallin hergün yenilenmesi, senede üç yüz altmış beş günde asla tahallüf etmeyerek intizam-ı daim üzere tulûu ve her günde o gün için ta'yin olunan mahalden doğup âhar mahalle tecavüz etmemesinde âsâr-ı rububiyet zahir olduğuna işaret için esmâ-i hüsnâ içinden Rab ism-i celili varid olmuş ve her günün bir maşrıkı olduğu gibi kezalik her güne mahsus bir de mağrib varsa da maşrıkı zikirle mağribden iktifa olunmuştur. Çünkü; maşrıka mukabil 4690 elbette mağribin vücudu lâzım olduğundar mağribi zikre hacet yoktur. Şu halde eğer bunların Rabbi iki olmuş olsaydı elbette şu intizama halel gelirdi. Binaenaleyh; şu intizamın halelden salim olarak devam etmesi Rabbi Tealâ'nın vâhid olmasına delil-i zahirdir.

Şarkta kulların intifâ'ı garptan daha çok olduğuna işaret için meşarık zikrolunmuştur. Bu âyet; vahdaniyetin delilidir, takriri şöyledir: «Sizin ma'budunuz birdir. Zira; sizin ma'budunuz semâvât ve arzın Rabbisidir. Her kim ki semâvât ve arzın Rabbisi ola, o ma'bud-u vâhiddir. O halde sizin ma'budunuz da vâhiddir».

&&&&&

Vâcib Tealâ semâvâtın, arzın ve aralarında olan mahlûkatm vahdaniyete delil olduğunu beyandan sonra semâvâtta olan yıldızların da vahdaniyete delâlet ettiğini beyan etmek üzere :

��واكب ) ك ��ة يا بزين ل��د ماء لس�� ا ن ا زي ع�إن ٱ ع� ٱ ��ل(٦ٱ ا من ك �E وح د ع9 مار ) ط� ��ش د �� د (٧ع�

buyuruyor.[Biz Azîmüşşan semâ-yı dünyayı yıldızlarla tezyin ettik ve taat-ı İlâhiyeden çıkmış,

muunnid olan her şeytandan semayı hıfzetmek için yıldızları halkettik.]

Yani; Biz Azîmüşşan küre-i arza yakın olan semâ-yı dünyayı yıldızların ziyneti, ziyası, herbirerlerinin eşkal-i munasibeleri, tulü' ve gürûhlarında olan acîb ve garîb halleri ve yeryüzünden bakan insanların gördükleri veçhile gök kubbe üzerinde o ziyalı cirimlerin parlamalarıyla tezyin ettik ki görenler vahdaniyetimize istidlal etsinler. Gerçi bu yıldızlar sevabit ve seyyare herhangisi olursa

2594

olsun göklerin sairlerinde dahî merkûzsa da ancak küre-i arz üzerinde bulunan insanların nazarında birinci semâda gibi görüldüğünden tezyin; sema-yı dünyaya isnad olunmuştur. Çünkü; semanın cirimleri billur gibi şel'iai olduğundan cümlesinin nakşı ve ziyneti birinci semadan görüldüğü cihetle diğerlerinin ziynetleri aynıyla birinciye dc ziynet olduğu şüphesizdir. Binaenaleyh bu âyette beyan olunduğu veçhile cümle yıldızla ziynet; birinci semâya 4691 nispet olunmaya şayan ve lâyıktır. Yıldızlar vasıtasıyla semavi taattan çıkmış olan her şeytanın şerrinden hıfzettik ki şeytan semaya çıkamaz oldu.

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanlarına nazaran Fahri Kâinat'ın zuhurundan evvel şeytan'ın avenesi semâya çıkarlar ve meleklerden ileride vuku bulacak havadise dair bazı söz işitirler ve yeryüzünde kâhinlere ilka etmekle neşrederek halkın zihnini karıştırırlar ve itikatlarını ihlâl ederlerdi. Kesul-ü Kibriya'nın zuhuruyla Cenab-ı Hak Resûlünün şerefine bu misilli havadis neşretmekten şeytan'ı ve etbâ'ını menetmlştir. Çünkü; bu âyette beyan olunduğu veçhile şeytan semâya yaklaşınca melekler tarafından yıldızlar atılıp Tesadüf eden şeytanın yıldızla yanıp helâk olduğu mervidir. Bazı yıldızın isabet etmeyerek kurtulanları da olup onların işittikleri sözleri birtakım yalanlar ilâve ederek neşrettikleri de olabilir. Binaenaleyh; şeytan'ın ekserisi yanmak korkusundan semâya çıkmaya cesaret edemezIer.

Semayı tezyin eden yıldızlar iki kısım olup birisi daimi ve sabittir. Diğeri de icabında Allah-u Tealâ icad edip şeytanları onunla tardettiğinden semanın ziyneti olan yıldızların tenakusu lâzım gelmez. Semadan şeytan'ın tardı bizim peygamberimizin tulûundan evvel nadir olarak mevcutsa da bilkülliye tardolunmaları bizim peygamberimizin zuhuruyla hasıl olduğundan cümlesinin tardı Resûlullah'ın mu'cizesindendir.

Şeytan'ın ateşten halkolunması yıldızlarla yanmasına mani değildir. Zira; şeytan'ın vücudunda olan ateş zayıf ve yıldızda olan ateş kavî olduğundan yıldızla şeytanlar yanar, mahv ü muzmahil olurlar. Binaenaleyh; «Ateş ateşle yanar mı?» unvanında varid olan suâl merduddur.

Hulâsa; Cenab-ı Hakkın yıldızlarla semâyı tezyin ve her şeytan'dan yıldızlar vasıtasıyla semâyı hıfzettiği ve yıldızlarda iki fayda olup birisi; semâyı tezyin, diğeri hıfzetmek olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir. 4692

&&&&&

Vâcib Tealâ semâyı şeytan'dan hıfzettiğini beyandan sonra hıfzın hikmet ve illetini beyan etmek üzere :

لى ع�ال ٱ مال معون إلى ع�اليس ٱ buyuruyor.[Semâyı şeytan'dan hıfzettik ki onlar melâ'-i a'lânın sözlerini işitemesinler, işitmek

arzusunda dahî bulunmasınlar.]

Yani; semâvâtta sakin olan meleklerin zikirlerine, esrarına vakıf olmasınlar ve sözlerini işitmesinler için Biz Azîmüşşan şeytanlardan

semâyı hıfzettik.Beyzâvî'nin beyanı veçhile m e l â ' i a ' l â ile murad; meiâike ve belki meleklerin eşrafıdır.

Çünkü; şeytan'ın ve cinnin meleklere müşabehetleri ziyade olduğundan meleklere yaklaşmak istidadını haiz oldukları için Cenab-ı Hak onları meleklere yaklaşmaktan menetmiştir. Zira; şeytan'ın insana adaveti ziyade olduğundan meleklerden insanlara müteallik işittikleri havadisi aksine döndürmekle insanları tarik-ı haktan çıkaracaklarına binaen Cenab-ı Hak onları semâya çıkmaktan tardetmiştir. Şu halde şeytan'dan semâyı muhafaza etmek; insanları onun şerrinden muhafaza etmektir.

&&&&&

Vâcib Tealâ semâdan şeytan'ı tardın hikmetini beyandan sonra tardın keyfiyetini ve nasıl tardolunduklarını beyan etmek üzere:

2595

( ذفون من كل جان ��وي د ب )(٨ع. #� دح��و وله ع��ذا واص�� د ع� � ‌��� (٩د بعه فة فأ خ ع�إال م خطف ع2 ع� ٱ ا ثاق ) ع� #� ش د �# د ہ� (١٠ۥ

buyuruyor.[Allah'ın taatından çıkmış olan şeytanlar semânın her tarafından şiddetle tardolunurlar

ve melekler tarafından yıldızlar vasıtasıyla unf ü şiddetle zecrolunurlar ki bir daha dönmeye mecalleri kalmaz, onlar için âhirette azab-ı daim ve şedid vardır. Binaenaleyh; dünyada matrud ve âhirette muazzeb olurlar. Şu halde onlar meleklerin sözlerini işitemezıer, illâ sür'atle kapıp kaçmak suretiyle ihtilas ve sirkat edebilenler işitirler. Şeytan meleklerin sözlerini kapıp kaçınca hemen zaman geçmeksizin yakıcı ve parlayıcı bir yıldız onun arkasından atılır ki onu yakacak derecede şiddetle ta'kib eder, ekserisini yakar, ihlâk eder, aman vermez.] O ateşten kurtulabilenler azıcık bir ihtilasla işittikleri sözlerle nâsın zihnini idlâl ederek zuafa-yı enamdan birçoklarını yoldan çıkarırlar.

Bu misilli şeytanlar insanlardan eşkiya, yolkesen, kaçakçı ve hayHüt gürûhlarına benzerler ki bunlar bir aralık her ne olursa olsun göze alıp. semâya saldırırlar. Bazısı helâk olur, bazısıeli boş olarak gelir, bazısı da bir iki kelime sirkat edip avdet ederek onunla halkın zihnini ifsada çalışır.

&&&&&

Vâcib Tealâ vahdaniyete müteallik bazı delâili beyandan sonra haşre müteallik delillerini beyan etmek üzere :

ن���هم من طي ا خل إن ن ق��ا أم م خل د خ أه أش�� ت ت ��ف د ع. ا�‌� ع. ع� ع� ع� ع� �د ع= ع� ٱ د�الز ) (١١ب buyuruyor.[Ey Resûl-ü Mükerrem ! Sen küffar-ı Mekke'den suâl et ve haber al, halkolunmak

cihetinden: Onlar mı kuvvetlidir, yoksa bizim halkettiğimiz sair mahlûkatımız mı kuvvetlidir? Halbuki Biz Azîmüşşan onları bulaşıcı çamurdan halkettik.]

Yani; şu sûrenin evvelinden beri beyan olunan mahlûkatm İnikatlarını Mekke ahalisi düşündülerse ey habibim ! Sen onlardan suâl et ki onların hilkatları ve bünyeleri mi şiddetli ve kuvvetlidir, yoksa semâvât, arz ve onların arasında olan mahlûkatımız mı daha şiddetli ve kuvvetlidir? Elbette şu beyan olunan mahlûkatın daha kuvvetli olduğunu Kureyş inkâr edemezler. Çünkü; onların ekserisi gözle görüldüğü gibi cesametleri ve meleklerin kuvveti ve şeytanların işgüzarlığı cümlenin müsellemidir. Binaenaleyh; 4694 insanların gerek cisimleri, gerek sair hususatları semâvât ve arza nispetle gayet kolay ve ehvendir. Şu halde iptidaen bu kadar cesîm mahlûkatı ve kavî mevcudatı icada kaadir olan Allah-u Tealâ öldükten sonra insanları ihyâya kaadir olamaz mı? Halbuki Biz Azîmüşşan onları bulaşıcı çamurdan halkettik. Kâfirler iptida-yı hilkatlarını düşünmezler de haşrı niçin inkâr ederler? Eğer kendi hilkatlarını düşünseler bunu inkâra cür'et etmezlerdi. Çünkü; iptida-yı hilkatları suyla toprağın karışmasından hasıl olan bulaşıcı

çamurdan halkolan insanın vefat ettikten sonra dirilmesi neden kabil olmasın? Halbuki bir maddenin bir zamanda hayatı kabil olunca her zaman kabil olacağı aşikârdır. Çünkü; o maddeye hayatı bahşeden fâil-i muhtarın kudreti ve maddenin esası tagayyürden ve avarızdan salim ve bakî olduğu için o maddeye hayatı iadeye ve maddenin hayatı kabulüne bir mani yoktur. Binaenaleyh; çamur evvelâ hayatı nasıl kabul ettiyse akıbetinde dahî öylece kabul edeceğinde şüphe yoktur.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile insanın çamurdan halkolunması ya Hz. Adem itibarıyladır, yahut gıdanın esası nebatat olup nebatat ise suyla toprağın imtizacından hasıl olduğu gibi hayvanatın esası olan nutfenin de gıdadan olması itibariyle insanın cümlesi tıyn-i lâzipten yani bulaşıcı çamurdandır. Şu halde nutfenin gıdadan, gıdanın da suyla toprağın karışmasından olduğu cihetle insanların hepsi çamurdan halkolunmuştur.

2596

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin haşrı inkârlarına Resûlullah'ın taaccüb ettiğini ve kâfirlerin istihzalarını beyan etmek üzere :

خرون ) ت وي عج ع�ب ع� (١٢ع� buyuruyor.[Belki yâ Ekrem-er Rusûl ! Benim şu cesîm yerleri ve gökleri halketmeye kudretimle

beraber kâfirlerin haşrı inkârlarına taaccüb ettin, senin taaccübünü de onlar istihza ederler.] Çünkü; bu 4695 kadar büyük mahlûkatı halka kaadir olan Allah-u Tealâ'nın emvatı ihyâya kaadir olacağı meydanda olduğu halde inkâr etmek taaccübe şayan olduğu gibi haşrın vukuunu birtakım delillerle ispat eden nebiyi dahî istihzaya cür'et etmeleri şayan-ı istiğrabdır. Zira: Resûlullah onları dünyevî ve uhrevî menfaatlarına davet ettiği halde onların istihza etmek gibi bir denaeti irtikâb etmeleriyle davete icabetten imtinâ'larına taaccüb ve istiğrabdan başka birşeyle mukabele olunamaz.

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin halleri taaccübe şayan olduğunu beyandan sonra onların âdetlerini ve terceme-i hallerini tafsîlen beyan etmek üzere :

كرون ) روا ال ي خرون )(١٣عHوإذا ذك ت ي ا ءاي ع�77777 وإذا رأ ع� � د (١٤ع ه�ذا إال س مبين ) #@وقالوا إ د Iع (١٥ع�buyuruyor.[O kâfirlerin devam üzere âdetleri kendilerine bir vaazla nasihat olunduğunda o vaazı

kabul etmemektir, onlar Resûllerinin sıdkına delâlet eden bir mucize gördüklerinde şiddetle istihza ederler ve «Şu görülen alâmetler ve mucizeler sihirden başka birşey değildir» derler.]

Bunlar vaazı kabul etmeyip enbiyayı istihzaları devam üzere âdetleri olduğuna işaret için istimrara delâlet eden muzari sıygaları varid olmuştur. Zira; bunlar kemâl-i belâdet ve hamakatları neticesi daima doğru söze itiraz etmek ve Resûllerinin vaazından intifa' etmemek eskiden eskiye âdetleridir ki terkedemez bir hale gelmişlerdir. Binaenaleyh; o nebinin mucizesini istihza etmek ve sihir demekle nimet-i imandan dahî mahrum kalmışlardır.

Hulâsa; kâfirlerin vaazı kabul etmedikleri, mucizeleri istihza ettikleri, mucizelere «Açık sihirden başka birşey değil» dedikleri ve şu ahlâk-ı zemime onların âdet-i keriheleri olduğu bu âyetlerden müstefad olan fevaid cümlesindendir. 4696

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin vaazdan müteessir olmamak ve âyetleri istihza etmek gibi evsaf-ı zemimelerini beyandan sonra bu misilli ef'âl-i kabihalarının menşeini beyan etmek üzere :

عوثون ) ا لم ا وعظ�ما أءن ا ترا نا وكن ع�أءذا م �� د أوءاباؤنا(١٦ع�(١٧ٱالولون )buyuruyor.[«Biz ölüp, toprak ve kemik olduğumuzda elbette dirilecek miyiz, bizden evvel geçmiş

daha ziyade çürümüş olan babalarımız da mı dirilecek?» demekle haşrı inkâr ederler.]

2597

Yani; Resûlullah tarafından haşra ve kıyamette insanların tekrar hayat bulacaklarına dair âyetler beyan olunduğunda kâfirler şiddetle inkâr ederek derler ki «Bizler ölüp vücudumuzdan bir kısmı toprak, diğer bir kısmı kemik olduğunda mı dirileceğiz? Bizden evvel geçmiş, vücutlarından asla nişan kalmamış olan babalarımız da mı dirilecek? Böyle şey olur mu ve çürümüş vücut tekrar hayat bulur mu? Bunun imkânı var mı?» demekle haşrı inkâr ederler. Kâfirlerin bu sözden maksatları âhireti ve haşr ü neşri bilkülliye inkâr etmek olduğundan sözlerini inkâra delâlet eden hemze-i istifham ile ve cümle-i fiiliyeyi ismiyeye tebdille irad ettiler. Ba'sın onların itikatlarına nazaran nefsinde mümteni' ve münker olduğuna işaret için hemze-i istifhamı tekrar ettiler. Meyyitin vücudunun toprak ve kemik olmasını inkârlarına medar addederek öldükten sonra insanın dirilmesi mümkün olmadığını kendi itikad-ı batıllarınca vücudun toprak ve kemik olmasıyla ispat ettiler, şu inkârlarını daha ziyade takviye etmek için kendilerinden evvel vefat etmiş ve çürümüş olan pederlerini dahî sözlerine ilâve ederek inkârlarını teşdit eylediler. İşte şu itikad-ı batılları onları nasihat kabul etmemeye, âyetleri istihzaya ve mucizeye sahirdir demeye sevketmiş ve cür'et vermiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin haşrı inkârlarını beyandan sonra onlara cevabı beyan etmek üzere : 4697

خ��رون ) د ٲق نع وأنت ع� ع� ح��د ف��إذا ه(١٨ع� ر و م��ا هى ز ع� فإن # د ٲ # د ع) (١٩ينظرون )buyuruyor.[Ey Nebiyy-i Zişan ! Sen haşrı inkâr edenlere cevap olarak de ki «Evet, siz ve sizin

babalarınız zelil ve hakir olarak haşrolunacaksınız. Zira; kıyamet ve haşir ancak bir sayhadan ibarettir. Sizin itikadınız gibi haşir güç birşey değildir». Binaenaleyh; o sayha-i vahide vuku bulunca derhal görülür ki emvatın cümlesi ayak üzerinde birbirlerine bakıyorlar.] Çünkü; diğer âyetlerde dahî beyan olunduğu veçhile kıyamet İsrafil (A.S.) ın sûra bir defa üfürmesinden hasıl olan sada ile kopar. İkinci defada sûra üfürmesinden hasıl olan sada ile insanlar dirilir, ayak üzerhie kalkarlar. Sûrdan çıkan sadada «Ey çürümüş kemikler, eskimiş deriler ve dağılmış eczalar ! Biiznillâh kalkın» lâfzları bulunacağı mervidir. «İnsanların kabirlerinden kalktıklarında nazar edecekleri nedir?» suâline cevabın «Kendilerine vâki olan ahval ve tekzib ettikleri hâdisenin zuhurudur veyahut yekdiğerinin ahvalidir» denir.

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile sadanın mevtte ve hayatta te'siri yoktur. Zira; her ikisini Halik Allah-u Tealâ'dır. Binaenaleyh; bu sada her ne kadar insanların emvat oldukları zaman vâki olacaksa da Allah-u Tealâ emvatın eczalarına sadayı işitecek kadar kuvve-i sâmia halketmekle eczalara işittirir. Zira; Allah-u Tealâ dilediğini işler, irade ettiğini hükmeder, hükmüne bir mani yoktur.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile İsrafil'in sadası koyun çobanının koyunu gittiği yerden döndürmek ve zecretmek için irad ettiği sadaya benzeyip emvatı haşra iade için olduğuna işaret zımnında

saday-ı kıyamete ( ةزجر ) denmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kıyametin elbette vâki olacağını beyandan sonra âsîlerin kabirlerinden kalkınca hasret ve nedametlerini izhar için söyleyecekleri sözlerini beyan etmek üzere : 4698

لدين ) م لنا ه�ذا ي ٱوقالوا ي�و ع (٢٠ع� buyuruyor.[Kabirlerinden kalkıp kıyametin dehşetini görünce âsîler derler ki «Ey bizim helâkimiz

gel! Bizim yanımızda hazır ol. Zira; bugün a'mâlimizle cezalanacağımız bir gündür.] Binaenaleyh; helâkimizin zamanı gelmiştir. Çünkü; a'malimiz bütün şer olduğundan cezamızın da bizim helâkimizi mucip azap olacağında şüphe yoktur» demekle izhar-ı esef ederler. Onlar yevm-i cezaya iman etmediklerinden o gün zuhur ediverince dünyada işitip de iman ettikleri şeylerin

2598

cümlesi doğru olduğuna kanaat hasıl olunca kendilerine arız olan dehşet ve havf ü haşyet neticesi

olarak hasrete delâlet eden sözlerle helâki davet ederler. Çünkü; ( الخا خا ئ ن فئ = Hıyanet

eden korkar.) fehvasınca başına gelecek belâyı bilince kemâl-i hayretle helâki çağırmaktan başka birşeye eli değmez.

&&&&&Vâcib Tealâ helâki kendilerine çağırdıkları zaman âsîlere melekler tarafından başlarına

kakmak suretiyle verilecek cevabı beyan etmek üzere :

ذى كنتم به تكذبون ) ل ل ف م ۦه�ذا ي ٱ ع: ع� ٱ (٢١ع

buyuruyor.[Kâfirleri tevbih suretiyle melekler derler ki «Ey kâfirler ! İşte şu gün hakla batıl beynini

tefrik eder ve kötülük edenlere azapla, iyilik edenlere ihsanla cezayı hükmeder bir gündür ki o günü siz tekzib ederdiniz.] İşte o yalandır dediğiniz gün geldi. Cezanızı göreceksiniz. Zira; bugünde zahire itibar yok, ancak itibar; hakikatadır.» İşte melekler böyle demekle kâfirleri tekdir ederler. Yahut Beyzâvî'de beyan olunduğu veçhile bu kelâm kâfirlerin bazısının bazısına hitabıdır. Çünkü; hakikat meydana çıkınca 4699 yekdigerine atf-ı cürüm etmek suretiyle itab ederek «İşte bugün tekzib ettiğiniz gündür» diyerek birbirlerini levmetmek isterler. F a s ı l ; hüküm ve iyiyle kötü aralarını tefrik etmek manasınadır. Kıyamet gününde iyiler kötülerden ayrılacağı için o güne yevm-i fasıl denmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ ehl-i narın melekler tarafından tevbih olunacaklarını beyandan sonra canib-i İlâhiden onlar haklarında vâki olacak hitabı beyan etmek üzere :

��دون ) ب جه وما كانوا ي و ذين ظلموا وأ ل ع�شروا ع� ٲ ع, ٱ ع" من(٢٢ٱجحيم )للهٱدون ط دوه إلى صر ع� ف ٱ ٲ ع� ع! (٢٣ٱ

buyuruyor.[Yevm-i kıyamette canib-i İlâhiden meleklere hitaben «Zulmeden kimseleri ve onların

ahbaplarını, kendi dinlerinde olan zevcelerini ve Allah'ın gayrı ibadet ettikleri putlarını cemedin ve Cehennem yolunu onlara gösterin, Cehenneme'e sevkedin.»] denir. Çünkü; kıyamette herkes kabirlerinden kalkınca kâfirler o günün şiddetini görüp nefislerine helâki davet etmeleri üzerine Allah-u Tealâ meleklere emir verir; «Nefislerine ve gayra zulmeden zalimleri, onların hempalarını ve ma'budlarını cem'edin ve Cehennem'e sevkedin» buyurur ki onlar kendilerinin ehl-i Cehennem olduklarını bilsinler.

Taberî'de beyan olunduğuna nazaran C a h î m ; Cehenn'den dördüncü kapının ismidir. E z v a c la murad; zalimlerin karıları olmak ihtimali olduğu gibi fiil-i zulümde onlara iştirak eden mukarinleri olmak ihtimali de vardır. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Zalimleri zalimlerle, zanileri zanilerle, sarıkları sarıklarla, şarap içenleri şarap içenlerle, velhasıl herkesi kendi akramyla hasredin ve Cehennem'e beraber sevkedin.] demektir. 4700

ولون ) � م م ع�وقفوه إن ہ� (٢٤ع�‌� [Mevkıfta durdurun onları. Zira; onlar amellerinden sual olunacaklardır.]

2599

Yani; onları Cehennem'e sevketmek hakkında meleklerin aldıkları emir üzerine sür'atla şevke başlayınca canib-i İlâhiden meleklere «Siz zalimleri mevkıfta hapsedin, birden Cehennem'e götürmeyin. Zira; onlar itikatları ve amelleri cihetinden suâl olunacaklardır» buyurmakla mevkıfta durdurulmalarına emir verilir ki muhasebeleri görüldükten sonra Cehennem'e gitsinler de bir diyecekleri kalmasın. Şu halde onları mevkıfta hapsetmek; istirahatları veyahut affolunmaları için değil, belki muhasebeleri içindir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlere sorulacak suâllerden bazısını beyan etmek üzere :

ال تناصرون ) (٢٥ع�ما لك buyuruyor.[Mevkıfta hapislerine emir verilen canilere denir ki «Size ne oldu ki azaptan halâsınıza

dair birbirinize muavenet etmiyorsunuz.] Halbuki dünyada şer olan işlerde birbirinize muavenet eder ve âhirette dahî öyle olacağız diyordunuz. Nerede kaldı o sözleriniz? Neden birbirinizi azaptan kurtaramıyorsunuz?»

Fahri Râzi ve Beyzâvî'nin beyanları veçhile bu suâl onları terzil, tekdir ve âleme rüsvâ kılmak ve dünyadaki itikad-ı batıllarını herkese bildirmek içindir. Şu tekdirin te'siri ziyade olsun için yardıma pek ziyade muhtaç oldukları zaman bu suâl irad olunmuş ve bu zamana te'hir edilmiştir. Çünkü; bu suâlin vürudu onların gayet müzayakada olduğu zamanda olduğundan elbette te'siri ziyade olur. 4701

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin birbirlerine nusret edemediklerini beyandan sonra onların o vakitte ne gibi bir vaziyet alacaklarını beyan etmek üzere :

لمون ) ت م م ي هم ع�ب ع� ع ع� ٱ (٢٦ع� buyuruyor.[Belki o günde onlar itaat ve inkıyad edicilerdir.] Zira; acizleri zahir olup bütün hile kapıları

kapandığından gayet düşkünlerdir ki şeytanetlerine revaç kalmamış, i'tizar yolları kapanmıştır. Binaenaleyh; başlarını yere eğip rezilane düşünmekten başka çareleri yoktur. Yahut [Bazısı bazısına selâm verir, birbirlerini terzil ederler.] demektir. Veyahut [O günde herkes kendi nefsinin selâmetini arzu eder.] demektir.

يتساءلون ) ضه على ب بل ب �Jوأ د Kع ع� ع� (٢٧ع. [O günde inkıyaddan başka çare olmayınca yekdiğerine karşı mücadele etmek üzere

bazısı bazısına teveccüh eder ve birbirlerinden suâl ederler.] Bu suâl; husumet üzere bir suâldir. Binaenaleyh suâlin hulâsası; herbirinin yekdiğerine karşı atf-ı cürüm etmek ve

kabahati aharına isnad etmekten ibarettir. Suâl avene tarafından reislerinedir veyahut kurenadan bazılarının diğerlerinedir.

&&&&&

Vâcib Tealâ suâllerinin keyfiyetini beyan etmek üzere :

يمين ) توننا عن ت كنت ك ع�قالوا إن ٱ �� ع ع� (٢٨ع� ��وا تكون ��ل ل ع� ق��الوا ب منين ) ا(٢٩عLم ق كنت ط��� ب كم من س ��ا عل ��ان لن �� وم��ا ك د ع ع� ع� د�‌� ب ع� ع�

(٣٠ط�غين )

2600

buyuruyor.[Etbâ'ları reislerine derler ki «Siz bizim sağ tarafımızdan geldiniz. 4702 Bizi kandırmak

için vâhî deliller serdettiniz, birtakım günâhları din ve amel-i salih gibi gösterdiniz, bizi iğfal etmek için her türlü hile ve desaisi düşündünüz ve bütün mazarratı bize menfaattir diyerek aldattınız ve biz de sizi ukalâ zannıyla inandık, tebaiyet ettik. Halbuki yalancı olduğunuz şimdi tezahür etti ve size tebaiyetimizden dolayı helâk olduk» demekle reislerini muâhaze etmek istemeleri üzerine rüesa onlara mukabele ederek, derler ki «Bizim dünyada sizin üzerinize kahr u galebemiz olmadı ki biz sizin ihtiyarınızı elinizden alalım da cebredelim. Zira; bizim sizin ihtiyarınızı alıp cebredecek kadar kudretimiz yoktu, belki siz tâğî bir kavimdiniz.] Binaenaleyh; azgınlığınızdan naşi iman etmediniz. Zira; kendi ihtiyarınızla tuğyana ısrar ve imandan i'raz ettiniz demekle kabahatlarının olmadığını» beyan ederler. Rüesa kendilerini bir kaide-i fıkhiyeyle müdafaa ederler, derler ki «Bir işte hüküm işleyene ve bilfiil mübaşeret edenedir, yoksa sebep olana değildir. Binaenaleyh; biz sizin isyanınıza sebep olsak bile hüküm nispet olunmaz» demekle etbâ'larının şikâyetlerini reddederler.

Fahri Râzi, Nisâbûrî ve Hâzin'in beyanları veçhile y e m i n le murad; hayrat ve saâdât demektir. Buna nazaran «Siz bizim sağ tarafımızdan geldiniz» demek «Hayrat ve hasenat cihetini gösterdiniz ve günâhları sevap diyerek bize işlettiniz» demektir. Çünkü sağ taraf; örfte ve şer'de eşref olduğundan hayrat ve hasenata yemin ıtlakı vardır. Hatta Resûlullah sağ tarafa muhabbet eder ve efâdıl-ı umurun sağ elle işlenmesini ve umur-u hasisenin de sol elle işlenmesini emrederdi. Hasenatı yazan meleğin sağ tarafta, seyyiâtı yazan meleğin de sol tarafta bulunmakta olması sağ tarafın şerafetine delâlet eder. Kezalik yevm-i kıyamette iyi olan kimselerin defterleri sağ taraflarından ve kötü olan kimselerin defterleri sol taraflarından verilmesi dahî sağ tarafın şerafetine delâlet eder. Yahut y e m i n ; yüksek derece manasınadır. Buna nazaran «Siz bizim sağ canibimizden geldiniz» demek «Siz bize kendi indinizde yüksek derece göstermekle bizi aldattınız» demektir. Yahut y e m i n ; hakikatta yemin manasınadır. Buna nazaran «Siz bize yeminle geldiniz» demek «Siz bizi yemininizle kandırdınız ve söylediğiniz sözlerin hak olduğunu yeminle te'kid ettiniz ve 4703 bizi inandırdınız» demektir. Çünkü; kâfirlerin büyükleri etbâ'larını batıla sevketmek için yeminlerle kandırmaları âdetleridir. Nitekim zamanımızda birçok süfehâ sadedil ahaliyi dinsizliğe teşvikle iğfal edip yoldan çıkardıkları da görülmektedir. Rüesa zuafayı reddettikten sonra neticeyi beyan ederek derler ki :

قون ) ��ذاٮ ا ل إن ن ل رب ��ا ق ن �فح��ق عل ا�‌ ع ا(٣١ع� ا كن إن ن���ك و ع� فأ ع� ع1 (٣٢غ�وين ) [«Madem ki siz ve biz âsîleriz. Rabbimizin azaba dair olan kavli bizim üzerimize vacip

oldu. Zira; biz o azabı tadıcıyız. Çünkü; biz sizi dalâlete davet ettik, lâkin davetimizi kabulünüze icbar yoktu, siz kendi ihtiyarınızla icabet ettiniz, dalâli hidayet üzere tercih ettiniz ve biz esasen isyana münhemik tâğîlerdeniz.] Binaenaleyh; herkesi biz kendimiz gibi görmek isteriz. Çünkü; herkes kendi mesleğini sevdiği için cümle âlemin kendi mesleğinde olmasını arzu etmesi çok görülmez. Şu halde bizim sizi iğfalimizden dolayı bize itap lâzım gelmez ve biz bundan dolayı mahcup olmayız.Çünkü; sizi de kendimiz gibi yapmaya çalıştık. Siz nefsinizi muhafaza edeydiniz» demekle sözün hulâsasını söyler ve etbâ'larını iskât ederler.

&&&&&

Vâcib Tealâ bundan evvelki âyetlerde büyüklerle küçükler arasında cereyan edecek muhaverenin neticesini beyan etmek üzere :

تركون ) ع��ذاب م فى مٮ ي ع777+ف��إن ع� ٱ H� د ع ع� �ع��ل(٣٣ہ لك ن ��ذ ا ك ع= إن ٲ رمين ) م ع)ب ع� (٣٤ٱ

2601

buyuruyor.[Tâbi ile metbû' arasında cereyan edecek muhavere şu tafsilâttan ibaret olunca o

günde onların cümlesi azapta müştereklerdir. Zira; cümlesi tuğyanda müsavilerdir. Biz bilûmum mücrimleri bu minval üzere mücazat ederiz.] Çünkü gerek tâbi, gerek metbû gerek hadim, gerek mahdum, gerek rüesa, gerek zuafa, hepsi 4704 dünyada dalâlette müşterek oldukları gibi âhirette azapta dahî müşterek olacaklarında şüphe olmaz.

Nisâbûrî'nin beyanı veçhile reislerinin azabı iki kattır: Birisi; kendilerinin dalâletine, diğeri; esafil-i nası idlâl ettiklerine mukabildir. Lâkin onların azaplarının iki kat olması asıl azapta esafile, müşterek olmalarına mani olmadığından âyette azapta müşterek oldukları beyan olunmuş ve ashab-ı cürmün kâffesine azab etmek âdet-i İlâhiyeden olduğuna işaret için istimrara delâlet eden muzari sıygası varid olmuştur.

&&&&&

Vâcib Tealâ müşriklere azap edeceğini beyandan sonra azabın illetini beyan etmek üzere :

كانوا إذا قيل له ال إل�ه إال ٱإن ع� ع� �برون )للهہ ت ع ي (٣٥ع� buyuruyor.[Mücrimlerin cezası azaptır. Zira; onları tevhide davet suretiyle «Allah-u Tealâ'dan

başka mabudünbilhak yoktur, ancak Allah-u Tealâ vardır. Bunu lisanınızla ikrar ve kalbinizle tasdik edin» denildiğinde kabulden imtina' eder ve tevhidi itikad etmekten kendilerini büyük addederler.] Yahut [Tevhide davet eden enbiyanın davetlerine icabetten kendilerini büyük saydıkları için icabet etmezler. Binaenaleyh; şirkin devamına son derece çalışırlar.]

Fahri Râzi ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile müşriklerin kibirleri ve şirke ısrarları devam ve istimrar üzere olduğuna işaret için i s t i k b a r ; istimrara delâlet eden muzari sıyğasıyla

varid olmuştur. Bunları tevhide davet ise muhakkak olduğuna işaret için tahkika delâlet eden ( âlfzı varid olmuştur. Bunların tekebbürleri; kelime-i tevhidi söylemeye mi veyahut davet eden (اذاnebinin davetine mi? Her ikisine de ihtimali olduğu gibi kelime-i tevhidi tekellüme tekebbür; nebinin davetine icabete tekebbürü müstelzimdir. Binaenaleyh; tekebbürleri her iki cihete şamildir. 4705

Hulâsa; müşriklerin muazzeb olduklarının illeti onların kelime-i tevhidi tekellümden imtina' etmeleri olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ muazzeb olduklarının esbabından birisi tevhidden istikbar etmeleri olduğunu beyandan sonra diğer sebebi nübüvveti inkâr etmeleri olduğunu beyan etmek üzere :

نو ) ا لتاركوا ءالهتنا لشاع م ن د�ويقولون أٮ ب ع) �� (٣٦د buyuruyor.[Onlar «Biz bir şair-i mecnunun kelâmından dolayı ma'budlarımızı terk mi edeceğiz?»

derler.]

Yani; müşrikler muazzeb olurlar. Zira; onlar Muhammed (S.A.) e haşa cinnet isnad ederler ve şiire nispet ederek derler ki «Biz bir şair-i mecnunun davetine icabet eder de ma'budlarımızı terk eder miyiz? Elbette terk etmeyiz.» İşte müşrikler böyle demekle küfürde inatlarını izhar ederler ve putlara ibadet etmek âdetleri olup terkedemeyeceklerine ve terketmek kendileri için ayıp ve emr-i

2602

münker olduğuna işaret zımnında kelâmlarını istifham-ı inkârîye delâlet eden hemzeyle irad ettiler. Binaenaleyh; fahr-i Kâinat'ın akıl ve dehasını ve ilham-ı İlâhiyeyle hikmete muvafık sözünü ve işini idrakten âciz olduklarından cinnete ve şiire nispet etmekle kemâl-i hamakat ve belâdetlerini izhar eylediler. Çünkü; kendilerinde fazilet ve meziyet yok ki faziletin kadrini takdir etsinler.

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin Resûlullah'ı tekzib ederek şan-ı risalete lâyık olmadık bazı evsafla tavsif ettiklerini beyandan sonra Resûlullah'ın nebiyy-i hak olduğunu ispatla kâfirleri reddetmek üzere : 4706

سلين ) م حق وصدق جاء ب ع�ب ع� ٱ ع� ٱ ع��ذاب(٣٧ع� قوا ��ذاٮ ل ك ع� إن ٱ ع� (٣٨ٱالليم )

ملون ) ت ن إال ما كنت ز ع�وما ت ع� ع لصين )(٣٩ع) م لله ع( إال عباد ع� ٱ ٱ٤٠)

buyuruyor.[Belki Muhammed (S.A.) hak olan Kur'an ve Kur'an'ın mazmunu olan tevhidle geldi,

evvel geçen resûlleri tasdik etti. Zira; enbiyanın cümlesi tevhidde ittifak etmişlerdi. Resûlullah da onların ittifak ettikleri tevhide davet etmekle cümlesini tasdik etmiştir. Ey müşrikler ! Siz tekzib ettiniz. Binaenaleyh; elem verici azabı tadıcısınız, siz cezalanmaz, illâ kendi amelinizle cezalanırsınız. Ancak Allah'ın halis kulları azabı tatmazlar.] Zira; halis kullar ibadetlerini Allah-u Tealâ'ya hasredip her amellerini rıza-yı Bari için işlediklerinden Cenab-ı Hak onları azaptan muhafaza eder. Binaenaleyh; onlar azabı tatmaktan müstesnadırlar. Çünkü azabı tadacakların azapları; ancak kendi günâhlarının cezasıdır. Şu halde günâhı olmayanlar azabı göremezler.

Fahri Râzi ve Beyzâvî'nin beyanları veçhile bu âyet; Resûlullah'a şair diyen kâfirleri red için gelmiştir. Zira; müşriklerin «Şairdir, mecnundur» demelerine karşı Vâcib Tealâ Resûlünün getirdiği Kur'an şiir olmayıp hak olduğunu ve tevhide davet cinnet olmayıp rusûl-ü kiramı tasdik olduğunu beyanla onların isnad ettikleri nalâyık ahvalden Resûlünü tebrie ettiği gibi bu misilli lâyık olmadık şeyleri Resûlullah'a isnada cür'et eden müşrikleri, azabı tadacaklarını beyanla tehdid etmiştir.

Resûlullah tevhide davetle enbiya-yı sabıkanın mesleklerine sülük edip tevhide dair onların serdettikleri delâil-i kafiyeyi daha ziyadesiyle irad ettiği cihetle onların ümmetlerine teklif ettikleri tevhidde doğru söylediklerini tasdik ve te'yid etmiştir. Eğer Resûlullah tevhide davette mecnun olsaydı enbiyanın cümlesinin de mecnun olmaları lâzım gelirdi. Halbuki ey kâfirler ! Siz onların birçoklarını tasdik ediyorsunuz. Şu halde nasıl olur ki aynı davada bazısının doğru olup bazısının da mecnun olduğunu iddiaya cür'et edersiniz demektir. 4707

&&&&&

Vâcib Tealâ muhlis olan kullarının azaptan müstesna olduklarını beyandan sonra onlar yalnız azap görmemekle kalmayıp birçok nimetlere de nail olacaklarını beyan etmek üzere :

ل��و ) ك له ر م #�أول�ٮ د ع� .# د ع, رم��ون )(٤١ع� وهم م ك ع ف��و ہ!‌� فى(٤٢ٲعيم ) لن �ت �� على سر متق�بلين )(٤٣ٱجن (٤٤د م بك �� يطاف عل د �� ع د% �ع

د�من معي ) �ربين )(٤٥ب لش ضاء لذ ل ب� د (٤٦ع�

2603

buyuruyor.[İşte şu ibadetlerini yalnız Allah-u Tealâ'ya hasreden halis kullar için ebedî devam

edeceği ma'lûm ve evsafı muayyen ve sırf telezzüz için eklolunan rızıklar vardır. Halbuki ehl-i Cennet o rızkı ekletmeleri zamanında nimetle dolu cennetlerde birbirine mukabil köşkler ve saraylar üzerinde mükerrem ve muhterem olarak telezzüz edecekler ve sürurlar içinde bulunacaklardır, yalnız bu kadar lezzetle de iktifa olunmayacak. Zira; onların başları üzerinde ellerinde kaynar pınarlar ve akar ırmaklardan gayet beyaz, safî ve berrak şaraplarla dolmuş kâselerle hizmetçiler dolaşır ve o şaraplar içenlere ayn-ı lezzetten ibarettir, asla keder yok. Gayet soğuk ve parlaktır.]

Bu âyette ehl-i Cennetin rızıklarının ma'lûm olduğu beyan olunmuştur. Çünkü; Cennet'te rızkın her an, her saatta mevcut ve ta'mı tayyip, rayihası ve manzarası güzel olduğu ma'lûm bulunduğu gibi herkesin amelleri mukabilinde müstehak oldukları rızkın miktarı dahî ma'lûmdur. Ehl-i Cennet'in rızkı mücerret telezzüz için olduğuna işaret olmak üzere rızkın fevakihten yani meyvalardan ibaret olduğu beyan olunmuştur. Zira; ehl-i Cennetin vücutları ebediyete mütehammil ve gayet muhkem halkolunduğundan bekasında gıdaya muhtaç olmadığı cihetle Cennet'te rızık ancak telezzüz için olup beka-yı cisme tedavi kabilinden gıda için olmadığına işaret olarak rızkın fevakihten ibaret olduğu beyan olunmuştur. Şu halde Cennet'te meşrubat ve me'kûlât cümlesi telezzüzden ibarettir. Binaenaleyh; f e v a k i h ; rızk-ı ma'lûmu tefsir ve ta'rif için sevkolunmuş bir lâfz-ı şeriftir.

Fevakihin vücudunu beyan Cennette her türlü nimetlerin 4708 mevcut olduğuna işarettir. Çünkü fevakih; nimetlerin ednâsıdır. Cennet'te nimetlerin ednası olan fevakih yani meyveler mevcut olunca ondan daha a'lâ nimetlerin mevcut olacağı evleviyetle sabit olur demektir. Binaenaleyh; ednâyı zikirle a'lâyı zikre hacet görülmemiştir.

Ehl-i Cennet'in rızkı zahmetsiz ta'zim üzerine olduğuna işaret için nimeti bol Cennet'te mükerrem oldukları beyan olunmuştur. Çünkü; ta'zim ve tekrimden hâli olan rızık, behaime mahsus olup dünyada bile insanların yiyip içmeleri ta'zim üzere olduğundan Cennet'te daha ziyade ikram ve ta'zim olacağı evleviyetle sabittir. İnsanların ahbap ve yaranıyia karşı karşıya sohbetle ekletmeleri süruru mucip olduğundan ehl-i Cennet'in karşı karşıya köşkler, saraylar, kürsüler üzerinde olacakları beyan olunmuştur ki ferahları ziyade olacağına işarettir. Hizmetçilerin pınar sularıyla daima başlarında dolaşacaklarını beyan; onların hiçbir şeye ihtiyaçları olmayıp herşeyin yanlarında hazır olacağına işarettir.

Hulâsa; Cennet'in rızkının evsafı, hassası ve vaktinin malûm olduğu, o rızıkların yalnız telezzüz için eklolunup vücudun bekası ve ihtiyaç için olmadığı ve Cennet'in eki ü şürbü ancak zevk u safa için olduğu, ehl-i Cennet'in ayn-ı nimet olan Cennet'te kürsüler üzerinde birbirlerine mukabil olarak mükerrem olacakları ve ellerinde içenlere ayn-ı lezzetten ibaret olan şaraplarla dolu beyaz kâselerle hizmetçilerin başları üzerlerinde dolaşacakları bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ ehl-i Cennet'in lezzet için şarap içeceklerini beyandan sonra şarabın bazı evsafını beyan etmek üzere :

ا ينزفون ) ا غ وال ه ع ہ%ال في ع' ع� �# د ع (٤٧ہ� buyuruyor.[Cennet şarabında helâk endişesi misil"i bir gaile olmadığı gibi içenler o şaraptan asla

sarhoş da olmazlar.] Zira; içenlere sıkıntı 4709 vermek ve sarhoş etmek dünya şarabına mahsus olduğundan âhiret şarabında bu gibi yaramaz haller yoktur.

Bu âyette sarhoşluğun, şarabın başlıca fesatlarından olduğuna işaret vardır. Çünkü;

sarhoşluk ve başağrısı gibi gaile ( #�غ د ع ) lâfzında dahil olduğu halde gavli nefyettikten sonra aynıyla sekir manâsına olan nezfi dahî nefyetmek sekir, şarabın büyücek fesatlarından olduğuna

2604

işaret içindir. Şu halde Cennet şaraplarında başağrısı vermek, vücudu zedelemek gibi endişeler olmamakla beraber akıl gibi bir nimeti izale eden sekir de yoktur.

&&&&&

Vâcib Tealâ ehl-i Cennet'in me'kûlât ve meşrubatını beyandan sonra menkûhâtlarının bazı evsafını beyan etmek üzere :

ف عي ) لط ت #�وعنده ق�صر د ع� ٱ ٲ نو )(٤٨ع� م ن ب #� كأن د ع J# د �ع (٤٩ہ� buyuruyor.[Ve ehl-i Cennetin yanlarında zevceleri var ki o zevcelerin gözleri gayet büyük,

gözlerini kendi zevçlerine hasretmişler, hemen onlara bakarlar, onların gayrı başka kimselere bakmazlar. Keenne o zevcelerin vücutları örtülü, toz toprak gibi şeylerden mahfuz cüz'î sarılıkla karışmış gayet beyazdır.]

Fahri Râzi ve Beyzâvî'nin beyanları veçhile insanların levninde makbul olan buğday rengi olduğundan Cennet'te hatunların rengi beyaz fakat mesture olduğu beyan olunmuştur ki sarıya meyyal olduğuna işarettir. Çünkü mesture olan renk; ekseriya buğday rengidir ki tagayyürden ve gubar gibi arızadan salim olacaklarına işaret için M e k n û n yani örtülü olacakları beyan olunmuştur. Ehl-i Cennet'in hatunlarının meyi ü muhabbetleri ancak kendi zevçlerine olup âhara asla meyilleri olmayacağına işaret için gözleri ancak kendi zevçlerine bakıp başkasına bakmayacağı beyan olunmuştur.

a ' y ü n ; büyük gözlü kimse olduğundan 4710 nisvan-ı Cennet'in büyük gözlü (عين)olacakları beyan olunmuştur. Çünkü; insanlarda ve bilhassa taife-i nisvanda büyük göz memduhtur. Binaenaleyh; Cennet'te taife-i nisvanın her güzellikleriyle beraber gözlerinin de büyük olacağı beyan olunmuştur.

&&&&&

Vâcib Tealâ ehl-i Cennet'in me'kûlât meşrubat ve menkûhalarını beyandan sonra birbirleriyle söz ve sohbetlerini beyan etmek üzere :

يتساءلون ) ض على ب بل ب �Jفأ د Kع ع� �ہ ع� (٥٠ع. buyuruyor.[Ehl-i Cennet'in her nimetleri yanlarında hazır olup bütün gumunıdan kurtulunca

birbirlerine teveccüh edip yekdiğerinden suâl ederek fezâil-i maâriften bahsederler ve dünyada başlarından geçen macerayı birbirlerine anlatırlar ve muhabbete başlarlar.] Çünkü; Cennet'te muhabbetten başka birşey yoktur.

&&&&&

Vâcib Tealâ ehl-i Cennet'in birbirleriyle sohbetlerine işaretten sonra sohbetlerinin keyfiyetinden bazısını beyan etmek üzere :

��ان لى ق��ري ) ى ك م إن #�ق��ال قاٮ د ع� ہ� ع' �# ك لمن(٥١د يق��ول أءنع�مصدقين ) ا لمدينون )(٥٢ٱ ا وعظ�ما أءن ا ترا نا وكن �� أءذا م د ع�

٥٣)buyuruyor.

2605

[Ehl-i Cennetten birisi esna-yı sohbette der ki «Dünyada benim için bir dostum vardı ve daima bana mukarindi, esna-yı muhaverede istihza etmek suretiyle bana derdi ki (Sen de mi kıyameti ve haşr ü neşri tasdik edip inanıcılardansın? Biz ölüp, toprak ve kemik olduğumuzda mı cezalanacağız?) İşte o dostum böyle demekle itikad-ı hak üzere beni tevbih ederdi.».] 4711

Bu âyet-i celilenin mazmununa bugün binlerce muhavere şahittir. Zira; dinsiz kabilinden birtakım süfehanın pek sevdikleri mu'tekid dostlarıyla muhavelerinde her zaman bu gibi nezeyan cereyan etmektedir. Çünkü; o makule sefihler daima ehl-i dil ve saf Müslümanları itikatlarından dolayı tevbih etmekten utanmazlar ve kendi dinsizlikleriyle bilâperva iftihar ve dinsizliğini ukalâlıktan addederler.

&&&&&

Vâcib Tealâ doğru itikat taşıyanların, istihza edenleri Cehennem'de görünce cereyan edecek muhavereyi beyan etmek üzere :

واء(٥٤ع�ق���ال ه أنتم مطلع���ون ) طلع ف���رءاه فى س��� ٱ ف ع�جحيم ) (٥٥ٱ buyuruyor.[Âyet-i sabıkada dünyada geçmiş olan muhavereyi anlatacağı beyan olunan kimse

tekrar söze başlar, «Siz ehl-i nara muttali' oldunuz mu, o beni doğru itikadımdan dolayı tevbih eden dostumu size göstereyim mi?» demekle arkadaşlarını Cehennem tarafına bakmaya teşvik, eder.] Çünkü; kendisi o dostunun haline muttali' olur, Cehennem'in ortasında onu görür ve diğer yaranlarına onu gösterir ki bundan maksadı; şu hikâyesi doğru olduğunu anlatmak ve kemâl-i sürürünü izhar etmektir. Cennet'te Cehennem'e karşı pencereler olup ehl-i Cennet'in istedikleri zaman ehl-i Cehennem'in hallerini o pencerelerden temaşa edecekleri (İbn-i Abbas) Hazretlerinden mervidir.

&&&&&

Vâcib Tealâ ehl-i Cennet'ten birinin dünyada âhireti inkâra davet eden dostunu Cehennem'de görüp arkadaşlarına göstereceğini beyandan sonra ikisi arasında cereyan edecek muhavereyi beyan etmek üzere :

دين )ت إن كدلل��هٱق��ال ت ى لكنت من(٥٦ع� لت م��ة رب ال ن ع� ول ع ضرين ) ع"م ع� (٥٧ٱ

buyuruyor. 4712[Ve Cennet'te bulunup arkadaşlarına Cehennem'deki dostunu gösteren kimse

Cehennem'deki dostuna hitaben der ki «Allah-u Tealâ'ya yemin ederim ki dünyada sen beni itikad-ı batda davet ve iğfal etmekle ihlâk etmeye yaklaşmıştın. Eğer Cenab-ı Hakkın bana hidayet nimeti olmamış olsaydı şimdi ben de sizin gibi Cehennenı'de hazırlardan olurdum ve lâkin Rabbimin hidayet nimeti beni azab-ı Cehennem'den kurtardı.»] İşte Cennet'te bulunan kimse Cehennem'de bulunan arkadaşına böyle demekle dostunu tevbih ve kendi meserretini izhar eder. Bundan maksadı; dostunun dünyada tevbihine mukabil onu tevbih etmekle hüzün ve elemini arttırmaktır.

Fahri Râzi ve Nisâbûrî'nin beyanları veçhile şu mükâleme Cennet'le Cehennem arasından perdenin kalkması, mesafenin yaklaşması ve yekdiğerinin sözlerini işitmek suretiyle olur. Yahut Cehennem'de olan dostu her ne kadar sözünü işitmezse de mevtaya hitab eder, kendi kendine söyler ve Allah-u Tealâ'ya, İslâm'ı tevfik etmekle azaptan kurtardığından dolayı hamdeder.

2606

( تكد .dan yaklaşmak manasınadır (كاد) ( دين) ع�لت ) irda'dandır. İ r d a ' ; ihlâk

manasınadır. ضرين) ع"م ع� şerre hazır olmakta isti'mâl olunur. Bu makamda (ٱ n i m e t le murad; nimet-i iman ve hidayettir. Şu halde manâ-yı nazım : [Ey kâfir dostum ! Sen dünyada beni küfre teşvik etmekle ihlâk etmeye yaklaşmıştın. Eğer Rabbimin bana nimet-i imanı olmamış olsaydı ben de sizin gibi Cehennem'de hazırlardan olurdum ve lâkin nimet-i iman sebebiyle Rabbim beni Cehennem'den kurtardı.] demektir.

&&&&&

Vâcip Tealâ şu mükâleme bittikten sonra Cennet'teki zatın yine Cennet'teki arkadaşlarına söylediği sözünü alâtarikılhikâye beyan etmek üzere :

تين ) ن بمي ن بمعذبين )(٥٨ع"أفما ن الولى وما ن تتنا ع" إال م ٱ ع٥٩)

buyuruyor. 4713[«Biz bundan sonra ölücü değiliz, illâ dünyada bir kere öldük ve biz azap olunanlardan

olmadık.»]

Yani; «Biz Cennet'te ebedî kalıcı ve nimetlerle tena'um edici olunca bundan sonra bir daha vefat edici olmadık. Ancak dünyada bir defa öldük ve bizler muazzep de değiliz. Çünkü; Cennet'e girdik, nimet-i İlâhiyeye nail olduk, ebeden bu nimetler içinde kalacağımız tahakkuk ve taayyün etmiştir» demekle Cennet'teki arkadaşlarına sürürünü izhar eder ve bu sözünü Cennet'te ölüm bir koç suretinde getirilip, kesildikten sonra ehl-i Cennet'e ölüm olmayacağı taayyün etmesine binaen söyler ve Cehennem'de olan dostuna işittirilir ki tekdir üzerine tekdir olsun.

Nisâbûrî'nin beyanı veçhile bu âyet kabirde hayat ve ölüm olmamasına delâlet etmez. Zira; m e v t e - i û l û ile murad; mahşerden evvel vâki olan ölümün cümlesine şamildir. Binaenaleyh; kabirde hayat ve ölüm vardır, lâkin dünyada olan ölümün tetimmesinden olduğu için mevte-i ûlâda dahildir, kabirde hayat ânî olup ölüm de o nispette olduğundan hakikatta bir ölüm demlemediği cihetle âyet, kabirde azap olmadığına delâlet etmez. 4714

&&&&&

Vâcib Tealâ şu muhavere bittikten sonra söyleyecekleri sözlerini beyan etmek üzere :

عظيم ) ز ف ذا له���و ع�إن ه���� ٱ ع ع� م���ل(٦٠ٱ ي ذا ف ل ه���� ع� لم ع� ع0 ع�ع�ملون ) (٦١ٱ buyuruyor.[«İşte şu bizim Cehennem azabından kurtuluşumuz büyük bir kurtuluştur. Muhakkak

onun fevkında bir kurtuluş olmaz. Binaenaleyh; şu maksad-ı aksaya nail olmak için amel edenler etsinler, yoksa birçok elem ve kederle dolu alelacele zail olan nimet-i dünya için amel etmesinler.»] Çünkü; insanın ömrünü değerli ve kıymettar birşeye sarfetmesi lâzımdır. İşte o da rıza-yı Barîye muvafık a'mal-i salihayla fevz-i azîm olan Cennot'e nail olmaktır. Amel edeceklerin bu gibi makasıd-ı âliye için amel etmeleri vaciptir, yoksa ağrâz-ı hasise ve deniyye için ömrü azizini sarfetmek lâzım değildir.

Bu âyet-i celile; ehl-i taatı taata teşvik ve ehl-i ma'siyeti ma'siyetten tenfir için sevk olunmuştur.

&&&&&

2607

Vâcib Tealâ ehl-i Cennet'in me'kûlât ve meşrubatlarını ve amel ancak bunun için olmak lâzım olduğunu beyandan sonra ehl-i Cennet'in taamıyla ehl-i Cehennem'in taamı olan zakkum beyninde olan farkı beyan etmek üzere :

قوم ) لز شجرة زال أ لك خ ن ٱأذ ع� @# د �ع (٦٢ٲ buyuruyor.[Ehl-i Cennetin şu beyan olunan nimetleri mi hayırlıdır, yoksa ehl-i narın taamı olan

zakkum ağacı mı hayırlıdır?.] Elbette Cennet nimetleri hayırlıdır. Çünkü; mihnetten ârî ve yalnız lezzet ve sürurdan ibarettir. Amma zakkum, boğazdan geçmez, gumum ve burnumla dolu, her tarafı şer ve meşakkattir. Binaenaleyh hayır; nimet-i Cennet'tedir, zakkumda değildir. Zakkum

ağacında hayır olmadığı halde hayra nispet etmek kâfirleri istihza içindir. زال) müsafir (ن için hazırlanan me'kûlât, meşrubat ve sair ikramdır. Şu halde ehl-i Cennet Cennet'e girdiklerinde

herşeyden evvel görecekleri şeyin ikram olacağına işaret için (زال ta'bir olunmuştur. Zira n ü z (نu l ; ansızın gelen misafire alelacele takdim olunan şeydir ki bundan sonra ehl-i Cennet için gözler görmedik ve kulaklar duymadık sayılmaz ve tükenmez nimetler olduğuna delâlet eder.

&&&&&

Vâcib Tealâ zakkum ağacını zikrettikten sonra zakkumu tefsir ve kâfirlerin itikatlarını reddetmek üzere : 4715

لظ�لمين ) ل ن ن�ها ف ا جع إن� د ع� ل(٦٣ع� رج فى أ ها شجر ت ع: إن ع( # د ع�جحيم ) ه(٦٤ٱ عها كأن ي�طين ) ع� ط لش ٱ رءوس (٦٥ۥ

buyuruyor. [Biz Azîmüşşan zakkumu zalimlere fitne kıldık. Zira zakkum, bir ağaçtır ki Cehennem'in

tabanında biter. Zakkumun meyvesi çirkinlikte şeytanların başları gibidir.]

Yani; zakkum ağacını zalimlere iptilâ ve azaplarının izdiyadına muhakkak sebep kıldık. Çünkü; zalimler Cehennem ateşiyle ağaç arasında bir zıddiyet gördüklerinde Cehennem'de ateş içinde ağaç olacağını uzak addettiklerinden dolayı inkâr edip iman etmedikleri cihetle küfürlerinde ısrarla azapları tezayüd etmiştir. Zira: asıl küfürlerinde azap oldukları gibi bu misilli beyan olunan şeyleri inkârlarıyla da azap olacağı cihetle azapları ziyade olur.

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile bu âyet nazil olunca sanâdid-i Kureyş bir mahalle içtima' ederek «Ağacın şanı yanmak ve ateşin şanı yakmaktır. Şu halde Cehennem'de agac nasıl olur, bunu akıl kabul eder mi? Muhammed (S.A.) bizi havsala-i beşerin kabul etmeyeceği şeylerle korkutuyor» dediler. Ebu Cehil onları evine götürüp cariyesine «Bize zakkum getir» diye emreder. Çünkü Yemen'de berberiler lisanında z a k k u m ; hurma ve hurmanın göbeğine denildiğinden Ebu Cehil hurmadan o lisan üzere zakkumla ta'bir etmiş ve cariyesi emri veçhüzere hurma ve göbeğini getirmiş, yemişler ve «İşte Muhammed (S.A.) bununla korkutuyor» diyerek gülüşmüşler ve Resûlullah'ı istihza etmişlerdir. Bu istihzalarım red için Cenab-ı Hak zakkum ağacının Cehennem'in tabanında bittiğini ve meyvesinin şeytanların başlan gibi çirkin olduğunu beyan buyurmuştur. Zakkumun meyvesini şeytanın başına teşbih; temsil ve tahyil kabilindendir. Çünkü; şeytanların çirkin bir mahlûk olduğu insanların zihninde yerleştiğinden çirkinliğe bir misal olarak irad olunmuştur.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile z a k k u m Tihame diyarında biter, gayet acı ve yaprağı ufacık bir ağaçtır. Ehl-i Cennet'in menzili 4716 nimetler ve taamlar olduğu gibi ehl-i Cehennem'in menzili de zakkum ağacının çirkin meyveleridir. Küffar-ı Mekke Cehennem'de ateş içinde ağaç olamayacağını

2608

düşündüler de Cenab-ı Hakkın ateş içinde (semender) gibi hayvanı halkederek o hayvanın ateş içinde yaşayıp ateşle telezzüz ve tagaddi ettiğini düşünemediler. Hayvan ağaçtan daha nazik olduğu halde ateş içinde yaşayınca ateşin içinde ağacın yaşayacağı evleviyetle sabittir. Çünkü; Allah'ın kudretine birşey mani olamaz.

&&&&&

Vâcib Tealâ zakkum ağacının neden ibaret olduğunu beyandan sonra kâfirlerin dünyada inkârları mukabilinde âhirette yiyeceklerini beyan etmek üzere :

بطون ) ا ون م ا فمال� ألكلون م ع�فإن ٱ ہ% ع' ہ% ع' ع� �(٦٦ہ buyuruyor.[Cehennem'de zakkum ağacı olunca kâfirler o zakkum ağacından yerler. Binaenaleyh;

ondan karınlarını doldururlar.] Zira; onlar için Cehennem'de zakkumdan başka birşey yoktur. Şu halde açlığın şiddetinden eklederler ve hırsla karınlarını doldururlar ve zebaniler tarafından ekle icbar edilir ki azapları teşdid olunsun. Çünkü zakkum; ayn-ı zehirdir. Şu halde ehl-i Cehennem ateşte azap olundukları gibi zehirden ibaret olan zakkumdan yemekle dahî muazzep olurlar.

&&&&&

Vâcib Tealâ ehl-i Cehennem'in yiyeceklerini beyandan sonra içecekleri sularını beyan etmek üzere :

ا م حمي ) ا لش����� ��ثم إن له عل د ع� �� د ع ہ% �ع جعه إللى(٦٧ع� ع� ثم إن م ع� ع�جحيم ) (٦٨ٱ buyuruyor.[Kâfirler zakkumla karınlarını doyurduktan sonra o zakkum üzerine sıcak su içerler ve

onunla karıştırırlar.] Çünkü; zehir gibi 4717 zakkumu yiyince hararetleri artar. Binaenaleyh; suya ihtiyaç messedince zebaniler onları gayet sıcak suyun olduğu mahalle götürür ve hararetleri nispetinde ondan içerler ve yedikleri zakkumla karıştırırlar. [Suyu içtikten sonra dönerler, mahal l-i aslîleri olan Cehennem'e gelirler. Zira; onların mercii elbette Cehennem'dir.] Çünkü; başka mercileri yoktur. Koyunu çobanın ağıldan çıkarıp suya götürüp tekrar ağıla getirdiği gibi zebaniler de bunları Cehennem'in bir mahallinde olan suya götürür, tekrar yerlerine getirirler.

Nisâbûrî'nin beyanı veçhile ( .kelimesi bu makamda taahhur ve temdid-i müddet içindir (ثم

Çünkü; zakkumu eklettikten bir müddet sonra sudan içeceklerine işaret için ( .gelmiştir (ثم

ا) ��ش د ع ) karıştırmak manasınadır. ( ع�جعه ) gayet sıcak sudur. Binaenaleyh; gerek zakkum ve gerek hamim her ikisi de ehl-i Cehennem'in azaplarını teşdid içindir. Çünkü hamim denilen su, içince barsaklarını dökecek kadar sıcaktır.

Cennet-i A'lâ'nın ayrı ayrı tabakaları olduğu gibi Cehennem'in de ayrı ayrı derekeleri vardır ki ateşle azap, açlıkla azap, açlık derdiyle zakkumdan yemekle azap ve hararetin verdiği ilcaat üzerine sıcak sudan içmekle azap gibi.

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin azaplarının şiddetini beyandan sonra azaba istihkaklarının sebebini beyan etmek üzere :

2609

ين ) ال ا ءاباءه ض�� ف أ ع�إن ع ع� ع� �رع��ون )(٦٩ہ ع� فه على ءاث���ره ي ع� ع�٧٠)

buyuruyor.[Kâfirler şu beyan olunan azaba müstehaklardır. Zira; onlar babalarını dalâlette

buldular, onların izlerine ittibâ' ve iktidaya sür'at ettiler. Hatta dakika bile fevtetmeksizin babalarını taklid ederlerdi.] Çünkü; babalarının meslekleri hak veya batıl olduğuna dair tetkikatta bulunmazlar ve sülük ettikleri mesleğin hakkaniyetine müteallik ellerinde bir delil olmadığı halde hiç düşünmeksizin takib ederlerdi. 4718

Fahri Râzi ve Nisâbûrî'nin beyanları veçhile bu âyet kâfirlerin envâ'-ı azaba istihkaklarının illetidir. Binaenaleyh; taklidin mezmum olduğuna dair Kur'an'da başka âyet olmasa taklidi zem yönünden bu âyet kâfidir. Çünkü envâ-ı azaba duçar olmalarının sebebi; ancak itikadiyatta babalarını bilâ tahkik taklid etmeleri olduğunu Cenab-ı Hak bu âyetle beyan buyurmuştur.

رعون) ع�ي ) ihrâ'dandır. İ h r a ' ; birşeye sür'atta şiddet etmek ve acele koşmak manasınadır. Şu halde «Bunlar pederlerinin itikatlarını kabulde delile ve nazariyata bakmaksızın alelacele kabul ediverdiler» demektir.

Bu âyette beyan olunduğu veçhile envâ'-ı azaba duçar olmalarının illeti ve delili olunca takriri şöyledir: «Kâfirler envâ'-ı azaba duçar olmuşlardır. Zira; onlar babalarını dalâlette buldukları halde taklid etmişlerdir. Her kimseler ki dalâlette olanları taklit edeler, onlar envâ'-ı azaba duçar olurlar. O halde kâfirler envâ'-ı azaba duçar olmuşlardır.»

&&&&&

Vâcib Tealâ kâfirlerin itikatları yalnız batılı taklitten ibaret olduğunu beyandan sonra Resûlünü tesliye etmek üzere :

الولين ) ثر له أ ٱولق ضل ق Mع ع� ع� (٧١ع� buyuruyor.[Zat-ı ulûhiyetime yemin ederim ki bunlardan evvel geçen ümmetlerin çokları dalâlette

oldular.]

Yani; ey Habibim ! Senin kavminin küfürlerinde ısrarla seni tekziplerine mahzun olma. Zira; muhakkak olarak yeminle seni temin ederim ki küfürde devamla resûllerini tekzib etmek senin kavmine mahsus değildir. Çünkü; senin kavminden evvel geçen ümmetlerin ekserisi küfrü irtikâpla resûllerini tekzib etmişlerdir. Binaenaleyh; bu hal senden evvel geçen resûllerin başlarından geçip ekser-i ümmetlerin âdetleri olunca senin mahzun olmaman lâzımdır. 4719 Çünkü; belâ umum olunca tayyib olur. Şu halde âlemde her zaman carî olan ahvale esefte bir manâ yoktur.

م من��ذرين ) نا في س�� د�ولق أ ع� ع� ��ان ع���قبة(٧٢ع� ف ك نظ ڪ ع� ف ع� ٱ ع�منذرين ) لصين )(٧٣ٱ م لله ع( إال عباد ع� ٱ (٧٤ٱ

[Zat-ı ulûhiyetime yemin ederim ki Biz Azîmüşşan geçmiş olan ümmetlere nar-ı cahîm ile onları korkutucu nebiler gönderdik, onlar iman etmediler. Binaenaleyh; sen nazar et, gör ki onların akıbetleri ne oldu? Alemde kendilerinin nişanları kalmadığı gibi ekserisinin harabeleri bile kalmamıştır. Ancak Allah'ın halis kulları dalâleti terkle iman ettiklerinden dolayı helâk olmamış ve akıbet muzaffer ve necata vasıl olmuşlardır.] Çünkü; bunlar nebilerinin inzarından mütenebbih olarak saha-i selâmete çıkmışlar, ihlâsları sayesinde derecât-ı Cennete nail ve lûtf-u İlâhiye mazhar olmuşlardır.

2610

Fahri Râzi ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile ibad lâfzının lâfza-i celâle izafeti ibadın şanlarına ta'zim içindir ki ibadetlerinde ihlâs ettiklerinden dolayı ta'zime şayan olduklarına işaret olunmuştur. İbadı ihlâsla tavsifte kâfirlere ta'riz de vardır. Yani «kâfirler de Allah'ın kullarıdır, amma ihlâsları yok» demektir. Çünkü kulluktan maksat; ihlâsla ibadet olduğundan ihlâsla ibadeti olmayan kimselerde Allah'ın kulları iseler de keenne onlar Allah'ın kulları değil gibidirler. Çünkü; kulluğun vazifesini ifa etmediklerinden kullukta kasır ve noksan kalmışlardır.

&&&&&

Vâcib Tealâ ümem-i salifenin hallerine icmalen işaret buyurduktan sonra bazılarının hallerini tafsil etmek üzere :

مجيبون ) م ع�ولق نادٮنا نو فلن ٱ ع� "# د ��ه(٧٥ع� ل ن���ه وأ ع! ونج ۥ من ع� عظيم ) ب ع�ك ٱ ع� ع� (٧٦ٱbuyuruyor.4720[Zat-ı ulûbiyetime yemin ederim ki Nûh (A,S.) bizi çağırdı, tazarru' ve niyaz etti. icabet

ediciler ne güzel icabet edicidir. Biz Azîmüşşan Nûh ave Nûh'un ehl ü ıyaline kerb-i azîm olan helâkten necat verdik.]

ته ي نا ذر باقين ) ع�وجع ع� هم ٱ (٧٧ۥ [Biz onun zürriyetini ancak bakî kıldık ki dünyada onun zürriyetinden başka kimse

kalmadı.]

Yani; nice seneler Nûh (A.S.) kavmini imana davet edip imandan imtina' etmeleri üzerine imanlarından ümidi kesilince onların müptelâ olacakları tufana garkolup helâk olmaktan kendini ve evlâd ü ıyalini kurtarmak sadedinde bize tazarru' ve niyazla sadâsını kaldırdı. Binaenaleyh; Biz Azîmüşşan onun duâsına icabet ettik, ne güzel icabet edicidir Biz Azîmüşşan. Nûh'u ve ehl ü ıyalini kavminin eza ve şetminden halâs ve kavminin isyanda devamı üzerine tufan gibi bir dehşetli gazab-ı İlâhiden necat verdik ve Nûh'un kavmini âlemde ibka ettik.

Hz. Nûh'un nidasına Cenab-ı Hakkın icabeti pek büyük nimet olduğuna işaret için mücîb lâfzı cemi' sıygasıyla varid olmuştur. Çünkü Vâcib Tealâ'nın icabeti; birçok cemmi gafîrin icabeti gibi menfaattar demektir. Nimet-i icabetin Hz. Nûh'un nidası üzerine terettüb ettiğine işaret için tertibe

delâlet eden (فا) lafzıyla varid olmuştur. Çünkü; ağlamayan çocuğa meme verilmez değildiği gibi Hz. Nûh da tazarru' ve niyazda bulunmasa icabet vuku bulmazdı. Binaenaleyh; insan için her umurunun husulünde Cenab-ı Hakka yalvarmaktan halî kalmamak lâzımdır. Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile Hz. Nûh vak'âsının azametine ve kıdemine binaen Nûh (A.S.) ın kıssası sairleri üzerine takdim olunmuştur.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyette k e r b - i a z î m le murad; kavm-i Nûh'un ezaları ve fena sözleri ve istihzalarıdır, yahut tufandır. Lâkin her ikisinin murad olunmasında da bir mani yoktur. Zira; Cenab-ı Hak Nûh (A.S.) ı her ikisinden de kurtarmıştır. 4721

Bu âyet; tufarı-ı Nûh'tan sonra dünyada mevcut insanların cümlesi Nûh (A.S.) ın neslinden olup başka nesilden olmadığına delâlet eder. Çünkü; Hz. Nûh'un neslinin bekası haşra delâlet

eden (هم) zâmiriyle varid olmuştur. Zira; Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanlarına nazaran Nûh (A.S.) gemiden çıkınca kendisiyle beraber olan müminlerin cümlesi vefat eder, ancak üç oğulları ki (Ham), (Sam), (Yafes), kendi ve onların evlâd ü ıyaHeri kalır. Arap, Paris ve Rum kavimleri Sam neslinden; Sudan ve havalisi akvamı Ham neslinden ve Türk akvamı Yafes neslindendir.

Hulâsa; Nûh (A.S.) ın Cenab-ı Hakka tazarru' ve niyazda bulunduğu ve bu niyaz üzerine Vâcib Tealâ onu ve ehlini helâkten halâs buyurduğu ve Hz. Nûh'un neslinin âlemde bakî kaldığı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

2611

&&&&&

Vâcib Tealâ Nûh (A.S.) ın nidasına icabetin neticesi necat olduğunu ve zürriyetin ilâyevmilkıyam bekasını beyandan sonra Nûh (A.S.) ın zikr-i cemilinin bekasını beyan etmek üzere :

الخرين ) ه فى نا عل ٱوتر ع� ع�لمين )(٧٨ع ع� سل�م على نو فى ٱ "� دسنين )(٧٩ م زى لك ن ا كذ ع" إن ع� ٱ ع) (٨٠ٲ

buyuruyor.[Biz Azîmüşşan Nûh (A.S.) üzerine Nûh'tan sonra gelecek enbiya ve ümmetlerin

dillerinde zikr-i cemil bıraktık. Binaenaleyh; onların cümlesi Nûh'a ta'zîm ve tekrim olmak

üzere (ع�لمين ع�سل�م على نو فى ٱ "� د ) duâsını zikirle senasına devam ederler.] Yani

ع�لمين) ع�سل�م على نو فى ٱ "� د ) demek «Enbiya ve havas-ı ümmet tarafından teslim, tazîm dünyada ve ahrette Nûh üzerine olsun» demektir. Şu halde ilâyevmilkıyam insanlar bu minval üzere duâ ile meşgul olurlar. [Ve biz Nûh (A.S.) ı hüsn-ü ceza ile cezalandırdığımız gibi kullarımızdan erbab-ı ihsanı böylece cezalandırırız. Çünkü ihsanın cezası; ayn-ı ihsandır.]

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu selâm Nûh (A.S.) a insanlardan olduğu gibi Vacib Tealâ tarafından ve meleklerden olmak ihtimali de vardır. Binaenaleyh; «Nûh (A.S.) a selâm; cümle ins ü cinden, meleklerden ve Allah-u Tealâ'dan vardır» demektir. Bu selâmla duâ ve senaya nail olması Allah-u Tealâ'ya ibadette ve nasla muamelede ihsan üzere bulunmasıdır. Zira; Nûh (A.S.) a şu selâmın ihsanı üzerine mükâfat ve ihsan üzere mücazat olduğunu Cenab-ı Hak beyan buyurmuştur.

&&&&&

Vâcib Tealâ Nûh (A.S.) ın zikr-i cemilini âlemde ibka ettiğini ve ibkanın sebebi Hz. Nûh'un erbab-ı ihsandan olduğunu beyandan sonra ibkanın ikinci sebebini beyan etmek üzere :

ه منين ) إن م عLم عبادنا ع� ٱ ع� (٨١ۥ buyuruyor.[Nûh (A.S.) bizim mümin kullarımızdandır.]

Yani; biz Nûh'un zikr-i cemilini âlemde ibka ettik. Nasıl ibka etmeyelim? Elbette ibka ederiz. Zira; Nûh (A.S ) bize iman ve kemaliyle mütevekkil olup cümle umurunu bize tefviz eden havass-ı bendegânımızdandır.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile iman'ihsanda dahil olduğu halde imanın esaletine ve celâlet-i kadrine işaret için Nûh (A.S.) ın zikr-i cemilinin ibkâsına birinci merrede sebep olan erbab-ı ihsandan olduğunu zikirden sonra ikinci merrede imanı zikir buyurmuştur.

&&&&&

Vâcib Tealâ Nûh (A.S.) ın bazı evsaf ve mezâyâsmı beyandan sonra kavminin tufana garkolduğunu beyan etmek üzere :

الخرين ) نا ر ٱثم أ ع. (٨٢ع1 buyuruyor. 4723

2612

[Biz Nûh'u ve Nûh'un etbâ'ını envâ'-ı ihsanla taltif ettikten sonra Nûh'a iman etmeyen kâfirleri gazab-ı İlâhimiz eseri olarak tufana garkettik.] Çünkü; insanlarda eşref-i makam ve a'zam-ı derecât iman olduğundan Nûh ve Nûh'un etbâ'ı ihlâs üzere iman ettiklerinden imanları necatlarına, dünya ve âhiret saadetlerine sebep olmuştur. Amma kâfirlerde sebeb-i necat olan iman bulunmadığından kahr-ı İlâhiyle helâk olup gitmişlerdir.

&&&&&

Vâcib Tealâ kullarını inzar için resûller gönderdiğini ve rusûl-ü kiramdan Hz. Nûh'un kıssasına işaretten sonra Hz. İbrahim'in kıssasını zikretmek üzere :

هيم ) ر ٲوإن من شيعته إل ع� (٨٣ۦ buyuruyor.[İbrahim (A.S.) Nûh'a tâbi' olanlardandır.]Yani; usul-ü dinde ve itikad-ı hak olan tevhidde İbrahim (A.S.) Nûh (A.S.) a tâbi' olan

zümredendir. Çünkü; usul-ü itikatta cümle enbiyanın şeriatı birdir. Binaenaleyh; şeriatların ihtilâf; furu-u a'mâldedir. Şu kadar ki Nûh'la İbrahim (A.S.) şeriatları ekser-i mesail-i feriyede ittifak ettiklerinde işaret için İbrahim (A.S.) Nûh (A.S.) ın mesleğine sülük eden ve sünnetine ittibâ' edenlerden olduğu beyan olunmuştur. Binaenaleyh; İbn-i Abbas Hazretlerinden rivayet olunduğuna nazaran din-i İlâhide son derece salâbette ve tekzib edelerin ezalarına sabretmekte İbrahim (A.S.) Nûh (A.S.) a tâbi' olanlardandır.

Fahri Râzi, Kazî ve Hâzin'in beyanlarına nazaran Nûh (A.S.) la İbrahim (A.S.) beyninde

geçmiş olan müddet ikibinaltıyüzkırk)٢٦٤٠) senedir. Ve bu müddet zarfında iki nebi ba'solunduğu mervidir ki onlar da Hûd ve Salih (A.S.) dır.

&&&&&

Vâcib Tealâ Nûh (A.S.) a İbrahim (A.S.) ın ekseri ahkâmda 4724 tâbi olduğunu beyandan sonra İbrahim (A.S.) ın bazı evsaf-ı cemilesini beyan etmek üzere :

ه جاء رب �N بق سليم ) عHإ د ع? (٨٤ۥ buyuruyor.[Yâ Ekrem-er Rusûl ! Sen zikret şol zamanı ki o zamanda İbrahim (A.S.) Rabbisine

şirkten ve cemi günâhlardan salim bir kalple geldi.] Çünkü; İbrahim (A.S.) ın Rabbisine ihlâs-ı tammı olduğu gibi kalbi şek ve şirkten, buğz u adavetten, kin ve hasetten salim, gayrın hukukuna tecavüzden mahfuzdu. Zira İbrahim (A.S.) ın hali; nefsine muhabbet ettiği şeye gayrılar için de muhabbet etmekti, ömrü oldukça taharet-i kâmile üzere gezer ve yaşardı.

İbrahim (A.S.) ın cümle günâhlardan, efkâr-ı fasideden ve ağraz-ı batıladan tahir olarak vefat ettiğine işaret için kalb-i âlîleri selâmetle tavsif ve kalbi çirkâb-ı maâsîden salim kılmak insan için bir meziyet-i ulviye olduğuna işaret zımnında İbrahim (A.S.) ın kalbinin selâmeti cemi-i mezâyâsı üzerine takdim olunmuştur.

&&&&&

Vâcib Tealâ İbrahim (A.S.) ın selâmet-i kalple Rabbisine geldiğini beyandan sonra selâmet-i kalbin asarından olmak üzere İbrahim (A.S.) ın kavmini ve bilhassa pederini itikad-ı hakka davet ettiğini beyan etmek üzere :

��دون ) ب مه م��اذا ت ق��ال البي��ه وق ع�إ ۦ ع H��ا ءاله دون(٨٥ع ك أٮ� د ع= (٨٦ تريدون )للهٱ

buyuruyor.

2613

[Zikret ey Nebiyy-i Muazzam ! Şol zamanı ki o zamanda İbrahim pederine ve kavmine «Siz hangi şeye ibadet edersiniz, Allah'ın dûnunda iftira olarak ma'budlar mı murad edersiniz?» dedi.] Bu sözüyle onları ikaza çalıştı. Çünkü; Allah'ın gayrı ma'bud ittihaz etmenin iftira ve batıl olduğunu onlara anlatmak istedi. 4725

Bu âyette hemze; istifham-ı inkârî ve tevbih için olduğundan bu sözüyle İbrahim (A.S.) Allah'ın gayrı bir takım taştan ve ağaçtan yapılmış putları ma'bud ittihaz ettiklerinden dolayı onları tevbih, tekdir ve bu misilli ibadete lâyık olmayan şeylere ibadet ettiklerinden dolayı kendilerinin tekdire müstehak olduklarına da işaret etti. Çünkü; o putlar levazım-ı ulûhiyetten ve mukteza-yı rububiyetten ârî birtakım âciz ve denî şeylerden ibaret olduğu cihetle ednâ aklı olan bir kimse indinde bile onlara ibadet etmek batıl ve emr-i münker olduğu meydanda bulunduğu cihetle onları ma'bud ittihaz eden ahmaklar her zaman tevbihe şayandırlar.

Bu makamda münker olan şeyin ifk ü iftira olduğuna işaret için hemze-i istifham; ifk üzerine

dahil olduğu gibi كا) ع=أٮ ) lâfzı da fiil üzerine takdim olunmuştur ki itikatlarının esası iftira.üzerine bina kılındığına dahî işaret vardır.

Âyette (ماذا) lâfzı tahkiri iş'âr ettiğinden İbrahim (A.S.) söze başlarken ma'budlarının hakir şeyler olduğuna dahî işaret buyurmuştur.

&&&&&

Vâcib Tealâ İbrahim (A.S.) ın kavminin itikatları ifk ü iftira üzerine bina olunduğunu beyandan sonra bu cinayetin menşeini

ع�لمين ) كم برب ع�فما ظن (٨٧ٱ buyuruyor.[«Ey müşrikler ! Âlemin Rabbisine sizin zannınız ve itikadınız nedir?»]

Yani; İbrahim (A.S.) kavmine hitaben «Siz birtakım âciz taşı ve ağacı ma'bud ittihaz edince bu âlem-i mükevvenatı terbiye ve her cüz'ünü kemâle îsâl eden Allah-u Tealâ'ya itikadınız nedir? Şu cemadat ma'bud olmakta Rabbi Tealâ'ya şerik olur mu? Veyahut Vâcib Tealâ'yı haşa cemadat cinsinden mi zannediyorsunuz ve onları Allah-u Tealâ'ya müsavî mi addediyorsunuz, haliniz nedir?» demekle kavmini insafa davet etti. 4726

Beyzâvî'nin beyanı veçhile İbrahim (A.S.) bu suâliylc Cenab-ı Hakkın ibadete elyak olup ondan başka ibadete ehil bir kimse olmadığını beyan buyurmuştur. Çünkü Vâcib Tealâ'nın âlemlerin Rabbisi olduğunu beyan etmek; şeriki ve naziri olmadığını beyan etmektir. Zira; bütün âlemlere feyz ve neşv ü nema veren ancak Vâcib Tealâ'dır. Bunun haricindeki itikat, evham ü hayalâttan ibarettir, ibrahim (A.S.) bu kelâmıyla kavminin hamakatını meydana koymuştur. Çünkü kelâmının hulâsası; «Siz taşı ve ağacı ma'bud ittihaz edince bütün âlemin halikı ve mürebbisi olan Vâcib Tealâ, sizin itikadınızca acaba ne olur ve ne diyorsunuz?» demek istedi.

&&&&&

Vâcib Tealâ İbrahim (A.S.) ın kavminin itikatlarının batıl olduğunu beyan ettiğini zikrettikten sonra edille-i akliye ve hariciyeyle kavmini iknaa çalıştığını beyan etmek üzere :

ج��وم ) لن ر فى ٱفنظر ن � د قي )(٨٨ع- ى س�� #� فق��ال إن (٨٩د ا ع فتول برين ) ه م ع�ع (٩٠ع�buyuruyor.[İbrahim (A.S.) nücum kitaplarına baktı, kavmine «Ben hastayım» dedi. Hastalığını

işitince kavmi ondan arkasın arkaya firar ettiler.]

Yani; İbrahim (A.S.) kavminde emare-i salâh göremeyince onların itikatlarının butlanını edille-i akliyeyle onlara göstermfek ve küfriyatlarını açıktan açığa meydana koymak fikrine binaen ilm-i nücum kitaplarına baktı. Çünkü; kavmi ilm-i nücuma pek ziyade ehemmiyet verdikleri gibi bazı

2614

havadisi yıldızlardan istidlal ettiklerini itikad ettikleri cihetle onların itikatları üzere ilm-i nücuma nazar etti, «Ben hastayım» dedi. Zira; kendisine nöbet geldiği bir zaman olduğundan hastayım sözü yalan değildi. Ben hastayım deyince kavmi ondan zaman fevtetmeksizin firar ettiler. Çünkü; o diyarlarda veba çok olduğundan hastalıktan vo onun sirayetinden pek ziyade korkarlardı.

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile vak'a şöyle cereyan 4727 etmiştir: İbrahim (A.S.) ın kavminin âdetleri bayram günleri kurbanlar keserler, taamlar pişirirler, ibadethanelerine götürüp putlarının yanlarına korlar. Bayram mahalline giderler, güler, oynar, şenlikler yaparlar, badehu dönerler, ma'bedhanelerine gelirler ve putlarının yanında teberrüken pişirdikleri yemekleri yerlerdi. Bir bayram günü İbrahim (A.S.) a bayram yerine gidilmesini teklif etmeleri üzerine İbrahim (A.S.) gitmemek ve bunlar bayram yerine gidince putlarını kırmak, putlardan onlara bir fayda olmadığını bildirmek ve itikatlarının butlanına delil serdetmek fikriyle onlara hastalık özrünü dermeyan etti. İbrahim (A.S.) ın hastalığına "gelince; hakikatta kendisinde humma hastalığı vardı, yahut onların küfriyatma kederinden kalbi hastaydı, yahut başkaca vücudunda bir inhiraf vardı. Binaenaleyh; hastayım sözünde asla yalan şaibesi yoktu. Çünkü; az çok vücudunda bir hastalık vardı ve bu hastalığını da onların itimad ettikleri ilm-i nücuma bakarak onunla istidlal eder gibi gösterdi ki özrünü kabul etsinler ve bayram yerine götürmeye ısrar etmesinler.

&&&&&

Vâcib Tealâ kavm-i İbrahim'in bayram yerine gittiklerinde İbrahim (A.S.) ın putlara vâki olan muamelesini beyan etmek üzere :

كلون ) فقال أال ت ��فراغ إلى ءالهت ع ع� � ال تنطقون )(٩١د ع� ما لكيمين )(٩٢ ا ب ض ع� فراغ عل ٱ ہ� ن ع� ع� د� �ه يزفون )(٩٣ع بلوا إل ع� فأ (٩٤ع.

buyuruyor.[İbrahim (A.S.) hastalık bahanesiyle bayram yerine gitmeyince kâfirlerin ma'budları

cihetine meyletti ve o tarafa yürüdü de putlara hitaben «Siz yanınızda bulunan taamlardın yemez misiniz, ne oldu size, söz söylemiyorsunuz?» dedi ve putların yanlarına meyille yaklaştı ve sağ eliyle vurup kırmaya başladı. Bunu haber alan kâfirler sür'atle İbrahim (A.S.) a geldiler.] 4728

İbrahim (A.S.) ın putlara «Yemez misiniz ve niçin söylemezsiniz?» demesi tehekküm ve istihza, içindir, hakîkî bir suâl değildir. Zira; İbrahim (A.S.) onların yemediklerini ve söylemeye iktidarları olmadığım bildiğinden hakîkî bir suâle hamlolunamaz. Çünkü; yukarıda beyan olunduğu üzere bayram münasebetiyle âdetleri veçhile putların yanlarına nefis taamlar koymuşlardı. Onlar gidip İbrahim (A.S.) tek ü tenha kalınca putların yanlarına gelir ve istihza tarikıyla «Şu nefis taamlardan neden yemezsiniz ve size ne gibi şey arız oldu ki suâlime cevap verip söylemiyorsunuz? Halbuki size ibadet edenler umur-u mühimmelerini size arr zederler ve herşeyi sizden beklerler» dedikten sonra putlara yaklaştı ve sağ eliyle onlara vurdu, kırdı ve parçalarını ufalttı. Bu haber bayram mahalline vasıl olunca ahalinin cümlesi İbrahim (A.S.) tarafına yürüdüler ve kemâl-i sür'atla koşa koşa geldiler. Çünkü; bu haber onlarca pek garip olduğu gibi İbrahim (A.S.) ın muhalefetini de bildiklerinden İbrahim (A.S.) ın kırdığına hükmettiler ve ahz-ı intikam sevdasıyla geldiler.

&&&&&

Vâcib Tealâ İbrahim (A.S.) ın putları kırdığını ve bu şayia üzerine kavminin huzur-u İbrahime geldiklerinde İbrahim (A.S.) ın onlara hitaben söylediği sözlerini beyan etmek üzere :

حتون ) بدون ما ت ع�قال أت مل��ون )(٩٥ع� وم��ا ت لله خلقك ع� و ع� ٱ٩٦)

2615

buyuruyor.[İbrahim (A.S.) ın kavmi huzuruna gelince onlar söze başlamadan evvel İbrahim (A.S.)

söze başladı, dedi ki «Siz kendi elinizle yontup keser ve törpüyle yaptığınız şeylere mi ibadet eder ve onları ma'bud ittihaz edersiniz, ma'bud ittihaz ettiğiniz cemadatta ulûhiyete lâyık bir sıfat var mıdır ki ibadete lâyık görüyorsunuz, birtakım kendi elinizle yaptığınız cemadata ibadet etmekten utanmıyor musunuz? Halbuki sizi ve sizin ibadet ettiğiniz ma'budunuzu ki o taşları ve ağaçları Allah-u Tealâ halketti. Binaenaleyh; 4729 ibadetinizi Allah-u Tealâ'ya hasretmeniz lâzımdır» demekle kavmini putlara ibadetten mene çalıştı ve tarik-ı hakka davette sa'y-i beliğ gösterdi.]

İbrahim (A.S.) putlara ibadetin bir emr-i münker olduğuna işaret için kelâmının bidayesinde istifham-ı inkârîyle irad eylemiştir ki onlar söze başlamaksızın ma'budlarının batıl olduğunu beyan etti ve ma'bud-u hakîkînin kim olduğunu onlara bildirdi. Bu âyet-i celile, gerek kulların kendileri ve gerek işledikleri işleri Vâcib Tealâ'ya müstenid olup, Halik ancak Allah-u Tealâ olduğuna delâlet eder. Binaenaleyh; Mu'tezilenin «Kul fiilini haliktır» sözleri ve itikatları bu âyetle merdud ve batıldır.

&&&&&

Vâcib Tealâ İbrahim (A.S.) ın kavmini delâil-i kafiyeyle ilzam ettiğini beyandan sonra onların âmmeye karşı acizlerini bildirmemek ve kalplerinde olan buğz u adavetleri nispetinde ahz-ı intikam ve îza etmek cihetini iltizam ederek esna-yı müşaverede irad ettikleri sözlerini ve netice-i müşaverelerini beyan etmek üzere :

نوا له ع�قالوا جحيم ) ٱ قوه فى ا فأ ي� ع� ب ٱ ع� �� د ع� (٩٧ۥ buyuruyor.[Onlar ibrahim (A.S.) a delil getirmekle mukabele edemeyince esna-yı müşaverede

bazıları bazılarına «İbrahim için bir bina yapın, o binayı ateşle doldurun, İbrahim'i ateşin içine atın» dediler.] Gerçi bu âyette ebniyenin keyfiyetine delâlet yoksa da bazı rivayete nazaran 30 arşın yüksek ve 20 arşın eninde olduğu ve bu binayı odunla doldurup ateşin alevi semaya ser çektiği bir zamanda İbrahim (A.S.) ı mancınıkla ateşe attıkları mervidir.

&&&&&

Vâcib Tealâ bu ateşe atmaktan maksatlarının ne olduğunu beyan etmek üzere :

فلين ) ال ن�هم ا فجع ع�فأرادوا به ك ٱ ع� O� د �ع (٩٨ۦ buyuruyor.[İbrahim (A.S.) ı ateşe atmaktan maksatları ondan ahz-ı intikam hususunda hile

yapmak suretiyle kendilerini âleme karşı âlî ve kuvvetli göstermekti. Lâkin bu hileleri üzerine tedbirlerinin hilâfına biz onları gayet zelil ve hakir kıldık. Binaenaleyh; maksatlarına nail olamadılar.] Çünkü; İbrahim (A.S.) ı yakmak için bin müşkülâtla yaktıkları ateşleri İbrahim (A.S.) hakkında çayır, çimen, gül, gülistan olmuştur. Şu halde emekleri zayi olup sa'yleririnin faydasını göremediklerinden ümid ettikleri ulviyetten mahrum ve âleme karşı rüsvâ olmuşlardır. Zira; İbrahim (A.S.) ın mazarratına olarak vâki olan teşebbüsleri onun menfaatma, kendilerinin mazarratına zuhur etmiş, âleme karşı sefil, rezil ve me'yus olmuşlardır. Bunların bu hareketleri İbrahim (A.S.) ın şanını yükseltmiş ve nübüvvetine burhan-ı alenî olmuştur ki narın onun hakkında çayır, çimen olması mu'cize-i azîmedir.

( ا ع�فلين ) , ( اذ لين ) manasınadır. Yani «Zelil olanlardan daha ziyade zelil kıldık» demektir.

&&&&&

2616

Vâcib Tealâ İbrahim (A.S.) ın kâfirler tarafından ateşe konulduğunu beyandan sonra ateşten çıktıktan sonra cereyan eden ahvali beyan etmek üzere :

دين ) ى سي ى ذاهب إلى رب ع� رب ه لى من(٩٩ع�وقال إن (١٠٠ٱلص�لحين )

ن�ه بغل�م حلي ) ��فبش د (١٠١ع�buyuruyor.[İbrahim (A.S.) Nemrud'un ateşinden çıkınca «Ben Rabbimin 4731 bol rahmetine ve

taraf-ı inayetine giderim, umarım ki Rabbim beni rahat edeceğim ve kalbim mutmain olacak bir mahall-i mübareke hidayette kdar. Ya Rabbi ! Bana salihler zümresinden bir oğlan ver» demekle Rabbisine tazarru' ve niyaz etti. Binaenaleyh; biz onun duâsını müstecap kılarak hilimle muttasıf bir oğlanla tebşir ettik.]

Yani; a'danın çokluğundan dolayı İbrahim (A.S.) emin bir mahalle hicret etmek murad etti. Çünkü; dünyada hiçbir kimseye reva görülmeyen ezayı düşmanları İbrahim (A.S.) a lâyık gördüklerinden tahammül mümkün olamadığı cihetle hicrete karar vermesi üzerine Vâcib Tealâ Şam cihetine hicret etmesini vahiy buyurdu. İşte o vakit İbrahim (A.S.) «Ben Rabbimin bana emrettiği mahalle gidiciyim, umarım ki Rabbim benim dînî ve dünyevî maksatlarımın husule geleceği memlekete beni îsâl eder» demekle suret-i kafiyede hicret edeceğini beyan etti.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile düşmanın çok olduğu mahalden hicret vacip olduğuna bu âyet delâlet eder. Zira; İbrahim (A.S.) a nusretini vaad ettiği halde düşmanlarının çokluğundan dolayı hicratine müsaade buyurunca bu misilli mahzura binaen avam-ı nasın hicreti evleviyetle sabit olur. Binaenaleyh; diyanetçe selâmet olan mahalle hicretin vücubunda şüphe yoktur.

İbrahim (A.S.) Şam cihetine hicret edip Arz-ı Mukaddes'te karar edince Cenab-ı Hak'tan ismini ihyâ edecek ve arkasında kalacak ve iyiler zümresinden olacak bir oğlan istedi. Zira; kâfirleri dine davet hususunda kendine yardım ve diyar-ı gurbette kendisiyle Cinsiyet edecek oğlan olduğu için oğlan evlâdı istemiş ve Cenab-ı Hak da duâsını kabul buyurmuştur.

Hulâsa; maksad-ı sahihe mebni bir memleketten diğer memlekete hicretin meşruiyeti ve sulehadan olmak üzere çocuk istemenin cevazı ve hilim sıfatının evsaf-ı memduha-i azîmeden olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâcib Tealâ İbrahim (A.S.) a bir oğlan ihsan ettiğini beyandan sonra İbrahim (A.S.) la beraber oğlunun bazı umur u hususa 4732 sa'yetmeye başladığı zamanda vâki olan hadisatı beyan etmek üzere :

ى ��ام أن من ى أرى فى ى قال ي���بنى إن لس ع�فلما بلغ معه ٱ ع� ٱ نظ ماذا تر بحك ف �أ ىى‌ ع� ٱ Hع

buyuruyor.[Vakta ki İbrahim (A.S.) ın oğlu kendisiyle beraber umur-u maişete sa'yeder olup,

mesalih-i mühimmede pederine yardıma başlayınca İbrahim (A.S.) şef katından naşi oğluna rü'yasını hikâyeye başladı, dedi ki «Ey oğulcağızım ! Ben rüyada görüyorum ki Allah-u Tealâ'ya kurban için ben seni kesiyorum. Binaenaleyh; bak, gör ! Şu rüyada sen ne tefekkür eder düşünürsün, Allah'ın şu iptilâsına sabreder misin, etmez misin?» demekle oğlunun reyine müracaatla istişare etti.]

Fahri Râzi, Hâzin ve Kazî'nin beyanlarına nazaran İbrahim (A.S.) leyle-i terviyede bu rüyayı görmüş, lâkin şeytanî midir, yoksa rahmani midir diye şekketmiş ve arefe günü tekrar görünce rahmani olduğunu bildiğinden o güne arefe denmiştir. Üçüncü günü tekrar görünce emr-i kat'i-i İlâhi olduğunu bildiğinden ve kurban kasdettiğinden o güne yevm-i nahir yani kurban günü

2617

denmiştir. Binaenaleyh; İbrahim (A.S.) oğluna ip ve bıçak alıp odun getirmek için dağ başlarına gideceklerini beyan eder. Çünkü; odun için dağa gitmek âdetleriydi. Âdetleri veçhüzere ip, balta ve bıçak aldılar, (Mina) denilen mahalle varınca İbrahim (A.S.) oğluna rüyayı hikâye ve taraf-ı İlâhiden böyle bir iptilâ ve imtihan olduğunu beyanla işi istişareye havale etti. Şu zebholunmakla emrolunan İshak (A.S.) mıdır, yoksa İsmail (A.S.) mıdır? İhtilâf varsa da esah olan İsmail (A.S.) dır. Zira; İbrahim (A.S.) ın hicretinden sonra tebşir olunan İsmail (A.S.) dır. Çünkü; bu sûrede zebih kıssası hitam bulduktan sonra İshak (A.S.) la tebşir olunması zebha mukarin olan tebşirin İsmail (A.S.) hakkında olduğuna delâlet eder. Zira; ma'tufun ma'tufunaleyhin gayrı olması kavaid-i Arabiye iktizasındandır.

Resûlullah'ın «Ben iki zebihin oğluyum» buyurması da kurban olunmasıyla emrolunanın İsmail (A.S.) 4733 olduğuna delâlet eder. Çünkü; Resûlullah'ın ceddi (Abdülmuttalib) zemzem kuyusunun tathirinde kolaylık olursa on oğlundan birini kurban edeceğini nezretmiş ve suhulet görülmesi üzerine nezrini ifa etmek için oğlanları beyninde kur'a çekmiş ve kur'ada Resûlullah'ın pederi (Abdullah) Hazretlerinin ismi çıkmıştır. Binaenaleyh Resûlullah'ın i k i z e b i h le muradı; cedd-i a'lâsı İsmail (A.S.) ve pederi Hz. Abdullah'tır. Kurban olmak için çekilen kur'ada Abdullah'ın ismi çıkınca Abdülmuttalib oğlu bedelinde yüz deve kurban ettiğinden bu esasa riâyeten şeriat-ı Ahmediyede insanın diyeti yüz deve olmak meşru kılınmıştır. Zebih vak'asının Mekke'de olması da kurban kılınmasıyla emrolunanın İsmail (A.S.) olup İshak (A.S.) olmadığına delâlet eder. Zira; çocukluğundan beri Mekke'de neş'et ederek ikamet eden İsmail (A.S.) dır. Halbuki İshak (A.S.) Şam cihetinde ve Kudüs-ü Şerif civarında neş'et ve ikamet etmiştir.

&&&&&

Vâcib Tealâ İbrahim (A.S.) ın oğluna rüyayı hikâyesini beyandan sonra bu teklife karşı oğlunun cevabını beyan etmek üzere:

لل��ه من اء تجدنى إن ش�� م س�� ع م��ا ت أبت ٱق��ال ي��� ہ�‌� Lع ع� ع= ٱ (١٠٢ٱلص�برين )

buyuruyor.[Pederi oğlunu kurban yapmakla memur olduğunu beyan edince oğlu «Ey babam !

Emrolunduğun şeyi işle, İnşaallah sen beni sabredici kimselerden bulursun» dedi.] ki İsmail (A.S.) ın bu sözü tevfik-ı İlâhiye yapışmak ve kaza-yı İlâhiye razı olmak suretiyle kemal-i itaat ve inkıyadına delâlet eder, kendisinin sâbirler zümresinden olacağını meşiyet-i İlâhiyeye ta'lik etmekle pederine de sabır tavsiye etmiş oldu. Çünkü; pederde olan şefkat icabı sabırsızlık ihtimali olduğundan kendisinin sabredeceğini beyan etmesi pederinin şefkatına iltifat etmeyip sabretmesini müstelzimdir.

Fahri Râzi, Kazî ve Hâzin'in beyanları veçhile şu teklif gayet meşakkat ve endişeyi mucip olduğundan birden vürud etmedi, belki uyku halinde tedriç suretiyle gelmiştir ki vakit geçmekle 4734 kalbi rahat olsun. Çünkü; böyle bir emrin alelacele gelmesinde insanın ne yapacağını şaşırması ve hayrete düşmesi âdetidir. Binaenaleyh; kelb-i nebevilerini alıştırmak ve ıztırabını defetmek için tedriç sureti ihtiyar olunmuş ve kemâl-i itaat ve inkıyadlarına işaret için kurbanla emir rüya suretiyle gelmiştir. Çünkü; uyku halinde gelen bir emre bu kadar sür'atla itaat eden bir kimsenin uyanık halinde gelen bir emre daha ziyade sür'atla itaat edeceği evleviyetle sabit olduğundan şu imtisalin kemal-i ihlâsa delâlet edeceğinde şüphe yoktur. Oğluyla istişarenin hikmeti de bu olduğu gibi oğlunun taat-ı İlâhiyede sabrı pederine zahir olmakla kurretülayn olsun, pederi oğlunun sıfat-ı hilimde şu büyük mertebeye ve sabırda derece-i âliyeye baliğ olduğunu bilmesi ve oğlunun âhirette çok sevaba nail olmasıdır. Ma'siyetten halâs olmaz, ancak ismet-i İlâhiyeyle ve taat üzere kuvvet olmaz; ancak tevfik-i İlâhiyle olmasına binaen İsmail (A.S.) şu iptilâya sabrını meşiyet-i İlâhiyeye ta'lik etmiştir.

&&&&&

2618

Vâcib Tealâ pederinin oğluyla istişarelerini beyandan sonra her ikisinin emr-i İlâhiye inkıyad üzere ittifak ettiklerini beyan etmek üzere :

ه لما وتل جبين ) ع�فلما أ ع� ل (١٠٣ۥ buyuruyor.[Vakta ki pederi ve oğlu her ikisi de emr-i İlâhiye inkıyada ittifak ettilerse İbrahim (A.S.)

oğlunu sağ canibi üzerine yatırınca alnının bir tarafı yere yamandı. İşte o vakit her ikisi de saâdet-i uzmâya erdiler.] Ve İbrahim (A.S.) teveccüh-ü tamla hakkın canib-i manevîsine teveccüh etti. Binaenaleyh; dergâh-ı ulûhiyette nail olacağı kurbiyete nail oldu.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile şu vak'a (Mina) da elyevm kurban kesilen mahalde veyahut (Mina) nın mescidine yakın bir mahalde olmuştur. İbrahim (A.S.) oğlunu yatırıp bıçağı İsmail (A.S.) ın boğazına birkaç defa çalmışsa da bıçak kesmeyince hayrete düştü. 4735 İsmail (A.S.) pederine yüzü üstüne yatırtıp pederinin yüzünü görmemesini ta'rif etti. Çünkü; yüzüne bakmasıyla şefkati bıçağı şiddetle çalmasına mani olduğundan kesmedi zannetti. Halbuki ta'rif veçhüzere yatırdı, bıçak yine kesmedi. Çünkü İbrahim (A.S.) her ne kadar çalışsa irade-i İlâhiye bıçağın kesmemesine taallûk ettiği için çalışmada fayda yoktu, zira; İbrahim (A.S.) kesmekle bıçak ise kesmemekle me'murdu. Vâcib Tealâ ise koç gönderip İsmai'li bıçaktan ve İbrahim (A.S.) ı da iptilâ ve hüzn ü kederden kurtarmak üzere Cibril'e emrediyordu. İşte şu vak'a bir emr-i İlâhinin insanlar hakkında zahir-i hale nazaran ne kadar müşkül görünse inkıyad lâzım olup onun içyüzünde birçok hikmetler olduğuna delâlet eder.

&&&&&

Vâcib Tealâ İbrahim (A.S.) ve oğlunun emr-i İlâhiye kemâl-i itaatlarını beyandan sonra vâki olan ahvali beyan etmek üzere :

هيم ) ر إ ن���ه أن ي��� ٲون�د ع� لك(١٠٤ع� ��ذ ا ك إن ي لر ت د ٲ ق ص�� ا�‌� Cع ٱ ع. ع� سنين ) م زى ع"ن ع� ٱ (١٠٥ع)

buyuruyor.[Biz Azîmüşşan nida ettik, dedik ki «Yâ İbrahim ! Muhakkak sen rüyayı tasdik ve

rüyanın mukaddematına başlamakla emrimize imtisal ettin. Ve bizim rızamızı tahsil için gözün nûru oğlunu kurban etmeye razı oldun ve biz seni dostluk mertebesinde sabit kadem bulduk, bizim emrimizi yerine getirmeye ihlâs üzere çalışınca ihsan ettik. Bizim sana ihsan ettiğimiz gibi cümle ehl-i ihsanı böylece cezalandırırız. »]

İbrahim (A.S.) emr-i İlâhiye kemal-i ihlâsla imtisal ettiğinden bizzat nida-yı İlâhiye ve ihsan-ı subhânîye nail olmuştur. Çünkü; baba oğul her ikisi de emr-i İlâhiye teslimiyet gösterince saâdet-i uzmâya nail oldular.

&&&&&

Vâcib Tealâ İbrahim (A.S.) ın rüyayı tasdik ettiğini beyandan sonra emrolunan kurban meselesinin emr-i azîm olduğunu beyan etmek üzere : 4736

مبين ) ؤا بل��� ع�إن ه�ذا لهو ٱ ع� ح عظي )(١٠٦ٱ ��ذ ن���ه ب �� وفد د ع� ع�١٠٧)

buyuruyor.[Şu emrolunan kurban meydanda bir iptilâdır. Biz Azîmüşşan İsmail (A.S.) bedelinde

bir büyük koyunu feda ettik.]

2619

Yani; İbrahim (A.S.) a emrolunan şeyin güçlüğü meydanda bir imtihandır ki insan için ondan daha büyük bir imtihan ve iptilâ olamaz, bu iptilâ taraf-ı İlâhiden nazil olmuş ihlâsı olanlarla olmayanları tefrik eder, birbirinden ayırır ve İbrahim'in kemâl-i ihlâsla emrimize imtisali, oğlunun taallül ve tereddüt göstermeksizin hemen bize ve pederine inkıyadla bıçağa teslim-i nefsetmesi üzerine biz İsmail (A.S.) bedelinde cüssesi büyük ve gayet semiz bir koç feda ettik ki her ikisinin de takarrubları tamam olsun. Onların insanlar arasında emsali görülmemiş iptilâya sabr u tahammülleri mukabilinde emsallerinin nail olmadığı nimetlere nail olsunlar ve onlar için hazırladığımız ecr-i azîm yerini bulsun.

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile İbrahim (A.S.) hatiften nidayı işitince iki tarafına bakar, görür ki semadan gözleri sürmeli boynuzlu bir koçla Cibril geliyor. Cebrail (A.S.) Hz. ibrahim'e hitaben «Şu koç kırk senedir Cennet'te beslenir, oğluna fedadır. Binaenaleyh; oğlunun bedelinde bunu kurban edeceksin» demiştir. Bunun üzerine İbrahim (A.S.) koçu kurban etmiş ve Cenab-ı Hakka hamdü senasını yerine getirmiştir ki o vakit İbrahim (A.S.) a arız olan sürür ve ferahın ta'rifi mümkün olamaz. Çünkü nazil olan koç taraf-ı İlâhiden bir nebiye bedel olarak onun halâsı için gönderilmiştir. O koç sebebiyle halâs olan İsmail (A.S.) neslinden seyyidülmürselîn geleceğinden koçun şanına ta'zîm için azametle tavsif olunmuştur. İbrahim (A.S.) oğlunu kurban edeceğinde şeytan vesvese ettiği zaman İbrahim (A.S.) yedi taşı şeytan'a attığından şeriat-ı İslâmiyede huccac için o mevkide yedi taş atmak mesnun olmuştur.

Koçu feda eden hakikatta İbrahim (A.S.) ise de gönderen ve feda etmesini emreden Vâcib Tealâ olduğundan feda mecaz olarak Vâcib Tealâ'ya isnad olunmuştur. 4737

&&&&&

Vâcib Tealâ o vakitte İbrahim (A.S.) a vâki olan in'âmla kalmayıp ilâyevmilkıyam hüsn-ü senasını ibka ettiğini beyan etmek üzere :

الخ��رين ) ه فى ��ا عل ن ٱوتر ع� هيم )(١٠٨ع ر م على إ ٲ سل��� ع�سنين )(١٠٩ م زى لك ن ع" كذ ع� ٱ ع) (١١٠ٲ

buyuruyor.[İbrahim (A.S.) a cümle-i ihsanımızdan birisi de kendisinden sonra gelecek ümmetlerin

lisanlarında hüsn-ü senasını ibka ettik. Çünkü; o ümmetler daima ( على سل�م هيم ر ٲإ ع� ) duâsını yad edeceklerdir ve bu duâyı hiçbir surette dillerinden kesmezler.Yani selâmetle ilâyevmilkıyam duâ ederler. İşte dünyada ve âhirette İbrahim (A.S.) a hüsn-ü suretle mücazat ettiğimiz gibi niyetlerinde ihlâs ve ihsan üzere olan kimseleri hüsn-ü ceza ile mücazat ederiz, Çünkü; ihsan edenlerin cezaları da ayn-ı ihsandır.]

Bu âyet-i celilede beyan olunduğu veçhile insan için nas arasında hüsn-ü sena ve zikr-i cemil bırakmak bir meziyet-i azîme ve saâdet-i cesîme olduğundan a'mâl-i hasene tahsiline ve ebna-yı cinsiyle hüsn-ü muaşerete sa'y ü gayret etmesi lâzımdır.

سنين) ع"م ع� cem-i (ٱ muarrefünbillâvı olduğundan ihsan sahibi olan her ferdin taraf-ı İlâhiden ihsanına mükâfat olarak hüsn-ü ceza göreceğine bu âyet delâlet eder.

&&&&&

Vâcib Tealâ hüsn-ü ceza ile mücazat olunmanın sebebini beyan etmek üzere :

ه منين ) إن م عL م عبادنا ع� ٱ ع� (١١١ۥ 2620

buyuruyor.[İbrahim (A.S.) hüsn-ü cezaya müstehaktır. Zira; bizim mümin kullar muzdandır.]

Binaenaleyh; biz onu ahsen-i ceza ile mücazat ettik. 4738

&&&&&

Vâcib Tealâ İbrahim (A.S.) ın kurban vak'âsını ve o vak'adan sonra vâki olan in'âm ve ihsanını beyan etmek üzere :

لص�لحين ) ا من ح�ق نب ن�ه بإ ٱوبش �$� د ع� (١١٢ع�

buyuruyor.[Biz Azîmüşşan İbrahim (A.S.) ı nübüvveti mukadder ve salihler zümresinden İshak

isminde bir oğlanla dahî tebşir ettik.]

Yani; evvelâ oğlunu kurban etmekle iptilâ, saniyen oğluna bir koç feda etmekle mesrur, salisen İshak isminde bir oğlanla tebşir ettik ki İshak (A.S.) ilm-i ezelîmizde enbiyadan ma'dud suleha zümresindendir. Nübüvvetini beyandan sonra salâhını zikretmek; İshak (A.S.) ın şanına ta'zîm içindir.

Bu âyette İbrahim (A.S.)- ı üç cihetle tebşir vardır : B i r i n c i s i : Tebşir edilen çocuğun oğlan olmasıdır. Çünkü; oğlanın kıza nispetle şerefi malûmdur. İ k i n c i s i : O oğlanın enbiya zümresinden olmasıdır. Ü ç ü n c ü s ü : Salâhla muttasıf olmasıdır.

Vâcib Tealâ İbrahim (A.S.) üzerine diğer nimetini beyan etmek üzere :

ح� ه وعلى إ نا عل �وب�ر ہ.‌ ع� ع� ع buyuruyor.[Biz Azîmüşşan İbrahim ve İshak (A.S.) üzerine hayr-ı kesîr kıldık.] Zira; neslinde bereket

halkettik. Binaenaleyh; cümle enbiya-yı Benî İsrail; İshak (A.S.) neslindendir. Bu âyette bereket; bereket-i diniye ve dünyeviyenin her ikisine de şamildir. Zira; İbrahim ve oğlu İshak (A.S.) dînî ve dünyevî berekete nail olmuşlardır. Çünkü; her ikisinin de zikr-i cemilleri ilâyevmilkıyam bakîdir. Cenab-ı Hak onlar üzerine dînî bereketler feyzeylediğinden ekseri enbiya onların neslinden gelmiş, şeriat-ı 4739 semaviye onların üzerlerine nazil olmuş ve onların ellerinde zuhur etmiştir. Bununla beraber dünyevî bereketler de feyzeylediğinden İbrahim ve İshak (A.S.) servet sahipleri olduklarından it'âm-ı taam etmek ve misafirperverlikle âlem indinde meşhurlardır.

سه مبي ) ن ل س وظال تهما م ي #�ومن ذر د ۦ ع= �# د �# د (١١٣ع" [Onların nesillerinden a'mâl-i saliha ve ahlâk-ı hasene sahibi ve sair ahvallerinde ihsan

edici ve Allah'ın kullarına menfaat sahibi kimseler olduğu gibi küfür ve masiyeti irtikâpla nefsine zulmedici kimseler de olacaktır.]

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bir kimsenin dalâlet ve hidayetinde, salâh u fesadında haseb ü nesebin te'siri olmadığına bu âyet delâlet eder. Çünkü; nesebin salâhta te'siri olmuş olsaydı İbrahim ve İshak (A.S.) ın nesillerinden zalim gelmezdi, halbuki onların nesillerinden zalim geleceğini Cenab-ı Hak bu âyetle beyan buyurmuştur. Bu âyette evlâd ü ahfadın zulümleri âbâ ve ecdad haklarında nakısa ve ayıp olmadığı gibi esafilin cürmünden yukarı tabakada olanlara bir şey ait olmayacağına dahî tenbih vardır. Çünkü; İbrahim (A.S.) ın neslinden gelecek zalimler olacağı beyan olunduğu halde İbrahim (A.S.) a birşey isnad olunmamıştır. Şu halde pederin fezailinden evlâdına birşey intikal etmediği gibi günâhından da evlâdına birşey intikal etmez. Binaenaleyh; Yehûd taifesinin evlâd-ı enbiyadan olmalarıyla iftihar etmeleri' batıldır. Zira; kendileri zalimlerdir. Şu

2621

halde babaları enbiya-yı kiramdan olmakla kendilerinin günâhları sevap makamına kaim olmak lâzım geldiğinden pederlerinin fezailiyle iftihar etmeleri ayn-ı hamakattır.

&&&&&

Vâcib Tealâ icmalen irsal edeceğini beyan buyurduğu enbiya-yı izam hazaratından Nûh ve İbrahim (A.S.) ın kıssalarına işaretten sonra Hz. Mûsâ ve biraderi Hârûn (A.S.) ın kıssalarına işaret etmek üzere : 4740

ا على موسى وه�رون ) مهم��ا(١١٤ع�ولق منن ن�هما وق ع ونج ع� عظيم ) ب ڪ ع�من ٱ ع� ع� (١١٥ٱ

buyuruyor.[Zat-ı ulûhiyetime kasem ederim ki İbrahim ve İshak (A.S.) ın zürriyetinden Mûsâ vc

Hârûn (A.S.) a nübüvvetle beraber menafi-i diniye ve dünyeviyeyi in'âm ve ihsan ettik. Onları ve kavimlerini Firavun gibi bir cebabirenin zulüm vc çevri, kahr u galebesi gibi gam-ı azimden kurtardık.]

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile insanlar üzerine Cenab-ı Hakkın in'âm ü ihsanı her ne kadar çoksa da esas itibarıyla ikidir ki B i r i n c i s i : îsâl-i menafi', İ k i n c i s i : Mazarratı

defetmektir. Bu âyette her ikisi de beyan olunmuştur. Zira; (من) ; ihsan ve menfaat isal etmek; kerb-i azimden kurtarmak; mazarratı defetmektir. Çünkü m e n a f i - i d ü n y e v i y e ; vücut, haya, hayat, terbiye, ilim, irfan, akıl, sıhhat-ı beden v.s. gibi sıfat-ı kemaliyedir. M e n a f i – i d i n i y e ise ibadet, ittika, istikamet ve nübüvvet olup bunların cümlesi minnette dahildir. D e f - i m a z a r r a t ise, Firavun'un ezasından halâs etmek de mevcuttur.

&&&&&

Vâcib Tealâ icmalen işaret ettiği in'âmı tafsil etmek üzere :

غ���لبين ) ��انوا هم ن���ه فك ع�ونص ٱ ع� كت���ب(١١٦ع� ن���هما ع� وءات ٱ ع� تبين ) ع�م ع� تقيم )(١١٧ٱ م ط لصر ن�هما ع� وهد ع� ٱ ٲ ٱ (١١٨ع�

buyuruyor.[Biz Azîmüşşan Mûsâ ve Hârûn (A.S.) a yardım ettik. Binaenaleyh; galip oldular ve

onların nimetleri yalnız Firavun'a galebe etmekle kalmadı. Zira; biz onlara beyanı açık, ahkâmı zahir sekten ârî, dînî ve dünyevî insanların muhtaç oldukları cümle ahkâmı cami kitap verdik ki o kitapla onlara tabi olan insanları ıslah ve 4741 tarik-ı hakka davet ettiler ve Biz Azîmüşşan onları doğru yola hidayette kıldık, aklen ve naklen tarik-ı hakkı gösterdik. Binaenaleyh; onları ve kavimlerini hak yoluna şevkettik.]

Benî İsrail evvelce Firavun'un elinde esir oldukları halde inayet-i İlâhiye imdatlarına yetişerek Mûsâ ve Hârûn (A.S.) vasıtalarıyla Firavun'un esaretinden kurtulmaları onların hakkında pek büyük nimet olduğundan Cenab-ı Hak bu makamda necatlarını ihsan sırasında zikretmiştir. Çünkü; insanlar için düşmana galebeden daha büyük bir nimet olamaz. Zira; mağlûpken galip, mahkûmken hâkim olmak kadar lezzetli birşey yoktur.

&&&&&

2622

Vacib Tealâ hayatlarında vâki olan ihsanı ba'delbeyan vefatlarından sonra dünyada zikr-i cemillerini ibka ettiğini beyan etmek üzere :

الخ��رين ) هم��ا فى ��ا عل ن ٱوتر ع� ى(١١٩ع سل���م على موس��سنين )(١٢٠وه�رون ) م زى لك ن ا ڪذ ع" إن ع� ٱ ع) (١٢١ٲ

buyuruyor.[Biz Azîmüşşan sonra gelecek ümmetler ve kavimler içinde Mûsâ ile Harun'un güzel

zikirlerini ibka ettik. Hatta ilâyevmilkı-yam onlar üzerine selâmetle duâ daimdir. Zira; biz Mûsâ ve Hârûn gibi ihsan sahiplerini hüsn-ü ceza ile cezalandırırız. Binaenaleyh; onlara ve sair erbab-ı ihsana yardım eder, düşmanlarına galebe verir, dünyaca nimetlerimizle mütena'im kılarız. Çünkü ihsanın cezası; ihsandır.] Gerek ibadetini Allah'ın emri üzere şeraitine riâyet ederek ihsan üzere eda edenlere, gerek ebna-yı cinsiyle hüsn-ü muaşeret edip ihsan edenlere biz güzel ceza ile mükâfat ederiz.

منين ) م ما م عبادنا عLإن ع� ٱ ع� (١٢٢ہ� [Mûsâ ile Harun'a nasıl güzel mükâfat vermeyelim? Elbette 4742 veririz. Zira; onlar

bizim mümin kullarımızdandır.] Vacib Tealâ imanla hasıl olan faziletin eşref ve â'lâ olduğuna işaret için Mûsâ ve Hârûn (A.S.) ı bu âyette imanla tavsif buyurmuştur. Çünkü Mûsâ ve Harun'un birçok mezâyâsı olduğu halde o mezâyâ-yı âliye içinden imanlarını zikretmek; imanlarının şerefine tenbih içindir. İmanın hüsn-ü cezaya sebeb-i kavî olduğuna bu âyet delâlet eder. Çünkü âyette iman; hüsn-ü cezaya illet ve sebep kılınmıştır. Binaenaleyh imanın; cümle hayratı calip ve envâ'-ı nimeti cazip ve her türlü saadeti kâfil olduğuna âyet kat'i bir delildir.

&&&&&

Vacib Tealâ Mûsâ ve Hârûn (A.S.) ın kıssalarına işaretten sonra İlyas (A.S.) ın kıssasına işaret etmek üzere :

سلين ) م ياس لمن ع�وإن إ ع� ٱ ق��ون(١٢٣ع� مه أال تت قال لق ۦ إ ع Hع خ�لقين )(١٢٤) سن ال� وتذرون أ عون ب ع� أت ٱ ع" �� د ع� (١٢٥ع�

buyuruyor.[İlyas (A.S.) muhakkak bizim tarafımızdan kullarımızı ıslah için gönderilen

resullerdendir. Zikret yâ Ekrem-er Rusûl ! Şol vakti ki o vakitte İlyas kendi kavmine «Siz Allah'tan korkmaz mısınız ki ma'siyet irtikâb edersiniz?» dedi ve «Siz (Baal) isminde puta ibadet eder de halikların en güzeli olan Allah-u Tealâ'ya ibadeti terkeder misiniz?» demekle kavmine gittikleri yolun kötü olduğunu bildirdi.]

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile İlyas (A.S.) Hârûn (A.S.) ın evlâdındandır. Pederinin ismi (Yasin) dir. Mûsâ ve Hârûn (A.S.) dan sonra ba'solunan enbiya-yı Benî İsrail'dendir. İlyas (A.S.) ın kavmi sebil-i selâmet ve tarik-ı istikametten ayrılınca taraf-ı İlâhiden onları irşada me'mur olması üzerine kavmine hitaben «Ey müfsitler ! Siz Allah'tan korkmaz mısınız ki Allah'ın gayrı birtakım putlara ibadet edersiniz ve cemadat kabilinden olup (Baal) isminde bulunan putlara ibadet eder ve mühim hacetlerinizde onlara müracaat eder de Allah'ı terk mi edersiniz?» dedi. 4743

B a a l l ; Şam diyarında bir kasaba ahalisinin putlarının ismidir. Hatta o putlarının ismiyle memleketleri tesmiye kılındığından o beldeye (Baalbek) denir. Bazı rivayete nazaran bu put altından ma'mul yirmi arşın uzunluğunda ve dört adet yüzü varmış ve çok ta'zîm ettiklerinden dört yüz kadar hizmetçi ta'yin etmişlerdir. İşte İlyas (A.S.) ın bu ahaliyi tarik-ı hakka davetle; ittika

2623

ümmül-ibadet olduğundan onları herşeyden evvel ittikayı terkettiklerinden dolayı tekdir ederek «Siz Allah'tan korkmaz mısınız da ittikayı terkedersiniz?» demekle kavmini ittikaya davet etmiştir.

&&&&&

Vacib Tealâ, İlyas (A.S.) ın kavmini halikların ahsenine ibadeti terketmeleri üzerine tevbih ettiğini beyandan sonra Halikın kim olduğunu beyan etmek üzere :

الولين )للهٱ كم ورب ءاباٮ ك ٱ رب (١٢٦ع� buyuruyor.[Allah-u Tealâ sizin ve sizden evvel geçen babalarınızın Rabbidir.]

Yani; «Ma'budünbilhak Allah-u Tealâ'dır ki o Allah-u Tealâ ibadete elyaktır. Zira; cümle zerrât-ı cihanı yoktan halkettiği gibi her birini kendine münasip terbiye ile gûnâgûn terbiye ederek kemaline îsâl eden Rabbiniz olduğu cihetle cümle mükellefinin ibadetine müstehaktır. Şu halde nasıl oluyor ki bu kadar nimetleriyle perverde olduğunuz Rabbinizin ibadetini terkederek menfaat ve mazarratı olmayan putlara ibadet edersiniz?» demekle kavmini tevnide davet etmiştir.

&&&&&

Vacib Tealâ İlyas (A.S.) ın davetini beyandan sonra kavminin ou davete karşı nebilerini tekzib ettiklerini beyan etmek üzere :

ضرون ) لم ع"فكذبوه فإن ع� �ين )للهٱ إال عباد (١٢٧ہ لص�� م ع( ع� ٱ١٢٨)

buyuruyor. 4744[İlyas (A.S.) ın daveti üzerine kavmi İlyas (A.S.) ı tekzib ettiler ve nebilerinin davetine

asla iltifat etmediler. Memleketten çıkarmaya ve katletmeye cür'et ettiler. Zira; onlar şu tekzipleri sebebiyle azab-ı Cehennem'e hazırlardır, ancak Allah'ın muhlis kulları azaptan müstesnadırlar.] Çünkü; onlar resullerinin davetini işitince inkâr ve tekzip gibi cinayetlere cür'et etmeyip iman ve inkıyada sür'at ettiklerinden rıza-yı İlâhiye nail ve azaptan affolunmuşlar, ihlâs üzere iman ve ibadet ettiklerinden Cenab-ı Hakkın halis kullarından olmuşlardır.

الخ��رين ) ه فى ��ا عل ن ٱوتر ع� ين )(١٢٩ع ياس�� الم على إ ع� س��سنين )(١٣٠ م زى لك ن ا كذ ع" إن ع� ٱ ع) (١٣١ٲ

[Biz Azîmüşşan İlyas'tan sonra gelen ümmetler içinde İlyas (A.S.) ın nam-ı celilini ve

zikr-i cemilini ibka ettik. Zira; o ümmetler tarafından İlyas (A.S.) a ( إ على ع�سالم duâsıyla (ياسين zikrolunur. Çünkü; biz hudüd-u şer'iyemizi muhafaza ve emr ü nehyimizin muktezasını icra ile ihsan edenleri böylece hüsn-ü ceza ile mücazat ederiz.] Nasıl mücazat etmeyelim? Zira;

ه منين ) إن م عL م عبادنا ع� ٱ ع� (١٣٢ۥ [Muhakkak İlyas (A.S.) bizim mümin kullarımızdandır.] Binaenaleyh iman; hüsn-ü cezayı

caliptir.

2624

&&&&&

Vacib Tealâ İlyas (A.S.) ın kıssasına işaretten sonra Lût (A.S.) ın kıssasını beyan etmek üzere :

سلين ) م من ا ل ع�وإن لو ع� ٱ 2� له(١٣٣د ن�ه وأ نج ع! إ ع� Hمعين ) ع ع) أ ۥغ�برين )(١٣٤ ا فى ع� إال عجو ٱ ,� الخرين )(١٣٥د نا ٱ ثم دم (١٣٦ع�

buyuruyor.[Muhakkak Lût (A.S.) bizim taraf-ı İlâhimizden halkı hakka 4745 davet için

gönderdiğimiz resullerdendir. Ey habibim ! Zikret şol zamanı ki o zamanda biz Lût'u, Lût'un ehl ü ıyalini ve ona tabi olanları nazil olan azaptan kurtardık, cümlesini saha-i necata çıkardık, ancak Lût'un haremi kötü fiilinden dolayı helâk olanlar içinde kaldı. Lût ile etbâ'ını azaptan halâs ettikten sonra kavm-i Lût'un sairlerini ihlâk ettik. Zira; onların irtikâb ettikleri kötü fiilleri helâklerini mucip olmuştur.]

Hz. Lût'un haremi Lût (A.S.) ın emrine itaat etmeyerek kavminin çirkin işlerine yardım edip razı olduğundan helâk olan caniler içinde kalmıştır. Çünkü; iyi olan kimselere mukarenetin faydası onun haliyle hallenmek ve salâhından istifade etmekle olup Lût'un haremiyse bilâkis Lût (A.S.) ın zıddına âsîlere iştirak ettiğinden âsîler içinde kalmış, akıbet helâk olmuştur. Zira herkesin kendi ef'âliyle mücazat olunması; âdet-i İlâhiye iktizasındandır.

&&&&&

Vacib Tealâ Lût (A.S.) ın kavminin helâk olduklarını beyandan sonra ehl-i Mekke'nin onların helâke dair olan âsârını her zaman gördükleri halde ibret almadıklarını beyan etmek üzere :

بحين ) م م ون عل لتم��ر ك ع7777:وإن د% �ع قل��ون )(١٣٧ع� أفال ت ل ع� وب �‌Qد �ع ٱ١٣٨)

buyuruyor.[Ey ehl-i Mekke ! Siz sabah ve gecenin iptidalarında kavm-i Lût'un harabeleri üzerine

yürür ve görürsünüz, onların günâhları sebebiyle helâk olup memleketlerinin altı üstüne karıştığını bilirsiniz de hiç mi düşünmezsiniz?.] Halbuki insanlara lâyık olan o gibi harabelerden ibret alarak insaf edip günâhlardan vazgeçmek ve ıslah-ı nefsetmektir.

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile ehl-i Mekke Şam cihetine ticaret için daima seyrüsefer ettiklerinden gündüzleri kat'-ı mesafe ederlerse akşam vakti kavm-i Lût'un harabesi konak yeri 4746 olduğu gibi geceleri kat'-ı mesafe ederlerse sabah vakti o harabeler konak mahalli olduğundan Cenab-ı Hak ehl-i Mekke'nin kavm-i Lût'un harabelerine şu iki vakitte uğradıklarını beyan buyurmuştur. Yoksa gündüzün yarısında ve gecenin nısfında dahî harabelere tesadüf edebilirler. Çünkü; Şam cihetine seferde ehl-i Mekke'nin yolu herhalde o harabelerden geçerdi. Cenab-ı Hak bu âyette ehl-i Mekke'yi birkaç veçhile tevbih etmiştir. B i r i n c i s i : İstifham-ı inkârıdir ki bunların her zaman harabelerini görüp de ibret almamaları emr-i münkerdir. İ k i n c i s i : Âkil olmadıklarına işaret etmiştir. Zira; âkil olsalardı akıbeti idrak ederlerdi. İdrak etmeyip nimet-i aklı isti'malde kusur ettiklerinden Cenab-ı Hak onları tevbih etmiştir.

&&&&&

2625

Vacib Tealâ İlyas (A.S.) ın kıssasını beyandan sonra Hz. Yunus'un kıssasını beyan etmek üzere :

سلين ) م ع�وإن يونس لمن ع� (١٣٩ٱ buyuruyor.[Muhakkak Yunus (A.S.) taraf-ı İlâhimizden halkı irşad ve ahkâm-ı şer'iyeyi tebliğ için

gönderdiğimiz resullerdendir.] Bu âyet; vak'anın Yunus (A.S.) ın kavmine risaletini tebliğden sonra olduğuna delâlet eder.

&&&&&

Vacib Tealâ Yunus (A.S.) ın risaletini tebliğden sonra vâki olan vukuatı beyan etmek üzere :

حون ) م ك ف ��ق إلى أب ع77777+إ ع� ٱ ع� ع� ٱ H��ان من(١٤٠ع اهم فك فس��حضين ) ع�م ع� حوت وهو ملي )(١٤١ٱ تقمه #� ف د ع� ٱ ع� (١٤٢ٱ

buyuruyor. 4747[Zikret ey Resûl-ü Zişan ! Şol zamanı ki o zamanda Yunus (A.S.) taraf-ı İlâhiden gelecek

azabı kavmine haber vererek içi dolu bir gemiye gitti. Yunus (A.S.) gemiye gelince gemi ahalisi beyinlerinde kura çektiler. Kur'a Yunus (A.S.) hakkında çıkınca kendi nefsini denize attı. Binaenaleyh; denize garkolarak mağlubînden oldu. Yunus (A.S.) kendini denize bırakınca nadim olduğu halde balık onu lokma etti.]

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanlarına nazaran Yunus (A.S.) kavmini imana davet edip onlar da kabul ve davete icabet etmeyince azabın geleceğine vaad-i İlâhi vaki olarak mev'ûd olan azabın gelmesi yaklaşınca azap kendine isabet etmemesi için hemen kavmi içinden çıkıp gitti ve deniz kenarına geldi. Adamlar ve yüklerle dolu bir gemiye bindi, lâkin gemi durdu. İleri gitmedi, belki garkolunacak bir hale geldi. İçinde olan ahali endişe içinde muztarib oldular. Meğer evvelden beri âdetleri gemiye böyle bir arıza olduğunda içinde olan ahali beyinlerinde kur'a çekmek ve kur'a kimin yedinde çıkarsa o adamı denize atmak suretiyle gemi yoluna devama başladığı gibi, bu cihetle afetten salim olmasıymış. İşte bu âdete binaen gemi durunca «Bu gemide efendisinden firar etmiş bir kul var, gelin bir kur'a çekelim» derler. Kur'ayı çekerler, Yunus (A,S.) ın ismi çıkınca Yunus (A.S.) bildi ki kendi hakkında bir imtihan-ı İlâhi var. Hemen kaza-yı İlâhiye kalbi mutmain olarak Allah-u Tealâ'ya tefviz-i umur edip «Abd-i âsî benim» diyerek kendini denize attı. Derhal vakit geçmeksizin ilham-ı İlâhiyle Yunus (A.S.) ı balık yuttu ve rahatını te'min etti. Binaenaleyh; asla zarar gelmedi. Yunus (A.S.) Cenab-ı Hak'tan izin gelmeksizin kavminin içinden çıktığına nedamet etti, fakat fayda etmedi, olacak oldu, kaza-yı İlâhi yerini buldu.

Yunus (A.S.) ın zellesinde bir çok ihtilâf varsa da esah olan Yunus (A.S.) kavmine taraf-ı İlâhiden vaad olunan azabın elbette nazil olacağını zannedip onların tevbe etmesiyle aff-ı İlâhinin geleceğinden gaflet etmesidir.

( قاب ) efendisinden firar etti manasınadır. Yunus (A.S.) Vacib Tealâ'dan izin gelmeksizin kavminin içinden çıkıp gemiyi teşrif ettiğinden efendisinden kaçmış olan kul hakkında isti'mal 4748 olunan (Âbık) lâfzı Yunus (A.S.) hakkında dahî isti'mâl olunmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ balığın Yunus (A.S.) a ma'bed olduktan sonra vâki olan ahvali beyan etmek üzere :

ه ال أن حين ) عفل ب مس�� ��ان من ع� ك ٱ نه إلى(١٤٣ۥ ۦ للبث فى ب ع2 عثون ) م ي ع�ي (١٤٤ع

buyuruyor.

2626

[Eğer Yunus (A.S.) balığın karnına girince Cenab-ı Hakka teşbih edicilerden olmamış olsaydı balığın karnında kıyamet gününe kadar kalırdı.] Binaenaleyh; balığın karnı Hz. Yunus hakkında sair emvat hakkında olduğu gibi kabir olurdu, lâkin hariçte ve balığın karnında teşbihe devam ettiğinden balığın karnından kurtuldu. Şu halde teşbihin, insanı birçok müzayakadan kurtaracağına bu âyet delâlet ettiği gibi teşbihe devama teşvik dahî vardır. Zira; bol ve sürurlu vaktinde Allah'ın zikrine devam eden kimsenin dar ve zaruret vaktinde imdadına yetişeceğine işaret vardır. Çünkü; Yunus (A.S.) zikrullaha devam ettiği için her ne hikmete mebni ise balığın karnına girdiğinde Cenab-ı Hak o dar mahalli onun hakkında mahall-i istirahat kıldığını ve teşbihe devamı çare-i necatı olduğunu bu âyette beyan, buyurmakla kullarını teşbihe teşvik buyurmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ Hz. Yunus'un balığın karnında bir gün veya yarım gün yahut kırk gün karar ettikten sonra bir sahile çıktığını beyan etmek üzere :

عراء وهو سقي ) ن�ه ب #�فنب د ع� ٱ Hجر من(١٤٥ع ه ش�� ��ا عل ن ب وأ� د ع� ع� ن� طي ) ��ي د (١٤٦ع.

buyuruyor.[Bedeni zayıf ve hasta olduğu halde biz Yunus'u şenlikten 4749 hâlî bir ovaya attık,

onun üzerine gölgelenmesi için biz kabaktan ağaç bitirdik.]

Yani; Yunus (A.S.) teşbihe devam edince biz onu ahaliden hâlî ıssız bir çöle çıkardık. Halbuki o anadan yeni doğmuş bir çocuk gibi zayıf, balığın karnında âdetin hilâfına geçirmiş olduğu hayattan müteessir hasta gibi bir haldeydi. O halde hâlî bir mahalle çıkınca Biz Azîmüşşan onun sıcaktan gölgelenmesi, sinek v.s. gibi mûziyattan ezalanmaması için yaprağı büyük olan kabak ağacını halk ve onun gölgesinde rahatını te'min ettik.

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile Yunus (A.S.) ın çıkarıldığı mahallin (Nusaybin) veyahut (Musul) civarında bir karye olması muhtemeldir. Yunus (A.S.) ın balığın karnında kararının müddetinde birçok ihtilâf varsa da müddeti ta'yin hakkında sarahaten bir delil olmadığından miktar-ı müddet hakkında bahsi terkederek ilmini Cenab-ı Hakka tefviz etmek daha evlâdır. Balığın karnında Yunus (A.S.) teneffüste zahmet çekmemiştir. Zira; emr-i İlâhi üzerine balık kafasını sudan yukarı kaldırır, suya batırmazdı. Binaenaleyh; Yunus (A.S.) da balığın ağzından nefes alırdı, hava bu minval üzere cereyan ettiğinden hayatına halel gelmemiştir. Gerçi Yunus (A.S.) için halkolunan

ağacın nevi itibarıyla incir, muz, karpuz olmasında ihtilâf varsa da esah olan kabaktır. Çünkü (طي ��ي د ع. ) in manâsı lisan-ı Arapta kabak olduğu gibi Resûlullah'a «Kabağa niçin muhabbet

edersin?» denildiğinde «Biraderim Yunus (A.S.) ın ağacı olduğu için» buyurması halkolunan ağacın kabak olduğuna delâlet eder. Çünkü şu hadis-i şerif; bu âyeti tefsir etmiştir.

Nebatat içinden kabağın gölgesi koyu, havası güzel ve sinekten hâlî olduğu için Yunus (A.S.) ın rahatına kabak tercih olunmuştur. Yunus (A.S.) için halkolunan kabak, Hz. Yunus'u gölgeleyecek kadar yüksek olduğu gibi ondan evvel o nevi kabak mevcut olmadığından Yunus (A.S.) ın mucizesinden sayılmıştır.

Nisâbûrî'nin beyanına nazaran kabak ağacının altında bulunduğu müddet Yunus (A.S.) ın taayyüşü keçi sütüyle vaki olmuştur. Çünkü; Cenab-ı Hakkın sevk ve ilhamıyla bir keçi gelip sabah ve akşam onun sütüyle te'min-i maişet ettiği mervidir. Hz. 4750 Yunus'un vücudu eski kıvamını bulup mizacı itidal kesbedinceye kadar bu hal devam etmiş, kabak ağacı altında bulunmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ Yunus (A.S.) ın vücudu eski halini bulduktan sonra tekrar karye-i mezkûreye avdet ettiğini beyan etmek üzere ;

2627

يزيدون ) ف أ ن�ه إلى مائة أ س عوأ ع� ع� ن�ه(١٤٧ع� امنوا فمت ع� ف� ع� ��إلى حي ) (١٤٨د

buyuruyor.[Şu minval üzere vukuat cereyan ettikten sonra Biz Azîmüş-şan Yunus'u tekrar yüz bin

veyahut daha ziyade ahaliyi cami olan karyeye gönderdik. Onlar Yunus (A.S.) a iman ettiler. Binaenaleyh; biz onları vakt-i muayyenleri gelinceye kadar yaşattık, imanları sebebiyle onları kahr u gazabımızdan halâs ve ecel-i mev'ûdlarına kadar muammer kıldık.]

Bu âyette lâfzının (او) delâlet ettiği şek; vehle-i ûlâda o karyeye bakan kimseye aittir. Çünkü; o karyeyi iptidaen gören bir kimse ahalisini yüz bin veyahut daha ziyade olmasını tahmin ve zannettiğini beyandır. Yoksa Vacib Tealâ'ya ait değildir. Zira; Vacib Tealâ şek ve şüpheden müberrâdır ve karyenin nüfusunun kaç kişi olduğunu suret-i kafiyede bilir.

Kavm-i Yunus'un vakt-i muayyenlerine kadar muammer ve nimet-i dünya ile mütena'im

olmalarının sebebi; imanları olduğuna işaret için sebebiyete delâlet eden lafzıyla (فا) varid olmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ enbiya-yı izamdan bazılarının ümmetleriyle vâki olan sözlerini beyandan sonra Mekke'de olan kâfirlerin mezheplerini iptal ve mezheplerine devam ettikleri surette akıbetinde olacak fenalığı beyan etmek üzere :

����ون ) بن ����ات ولهم بن ك ته ألرب ت ع�ف ٱ ع� ٱ ع� ع= ع� ����ا(١٤٩ٱ ن خل ع. أ ع� ا وه ش�هدون ) ڪة إن� ع�مل�ٮ 0� د ع� (١٥٠ٱ

buyuruyor. 4751[Yâ Ekrem-er Rusûl ! Küffar-ı Mekke'den suâl et ! Kızlar Rabbin Tealâ'ya ve oğlanlar

onlara mı mahsustur? Yoksa onlar şahit oldukları halde melekleri biz dişi olarak mı halkettik? Bunlar gözleriyle gördüler mi?.]

Yani; onların sakîl addettikleri ve sevmedikleri kız evlâdını bize tahsis edip de kendilerince mergub addettikleri oğlan evlâdını kendilerine tahsisin sebebi nedir? Yoksa biz melekleri halkederken yanlarındamıydılar ki meleklerin dişi olduğunu nereden bilirler ve dişi olduklarına şehadet edebilirler mi? Elbette şehadet edemezler. Zira; meleklerin hilkatında hazır olmayınca akim idrak edeceği birşey olmadığından bilemezler ve meleklerin dişi olduğuna dair enbiya-yı kiramdan bir nakil dahî varid olmadı. Şu halde onlar meleklerin dişi olduklarını esbab-ı ilimden hangisiyle bildiler de iddia ediyorlar ? Melekler bizim kızlarımız olduğunu hangi delile istinad ederek iddiaya cür'et ediyorlar?

Fahri Râzi, Kazî ve Hâzin'in beyanları veçhile bu âyet-i celile müşriklerin itikatlarını red ve mezheplerini iptal etmiştir. Çünkü müşrikler «Melekler Allah'ın kızlarıdır ve Allah'ın oğlu yoktur, oğlan evlâdı bize mahsustur» derler, bu itikadı kendilerine mezheb ittihaz etmişler ve bu mezhebin tervicine de çalışmışlardı. Allahü Zülcelâl açık bir surette ve onları ilzam ve iskât suretiyle reddetmiş ve dâvalarını cevab veremeyecekleri bir tarzda kendilerinden suâl etmiştir. Çünkü; dâvaları an cehlin olup esbab-ı ilimden bir ilme müstenid olmadığından cevabtan âciz ve mebhut olmuşlardır. Zira; mesail-i diniyyenin ve bilhassa itikadiyyatın aklî ve naklî elbette bir delile müstenid olması lâzımdır.

Meleklerin dişi ve erkek olduklarına dair ellerinde bir delil olmadığı halde meleklerin dişi olduklarını iddia cehalete müstenid olduğundan Cenab-ı Hak onları tekdir ve tevbih etmiştir.

2628

&&&&&

Vacib Tealâ müşriklerin «Melekler Allah'ın kızlarıdır» dedikleri dâvaları bâtıl olduğunu beyandan sonra bu hususa dair beyinlerinde vaki' olan haberlerini beyan etmek üzere : 4752

كه ليقولون ) م م إ ع�أال إن ع= ع� ذبون )(١٥١ہ� لك��� لله وإن ع� ولد �ہ ٱ١٥٢)

buyuruyor.[Ey müminler ! Uyanık bulunun ki kâfirler kendi iftira ve adavetlerinden neş'et ederek

«Allah'ın veledi var» derler. Halbuki onlar bu sözlerinde elbette yalancılardır.] Zira; Allah-u Tealâ ehl ü iyâl ve evlâd gibi eser-i acz ü hudus olan şeylerden münezzehdir. Çünkü; çocuk doğurmak ecsama mahsustur. Halbuki Allah-u Tealâ cisim değildir. Zira; cisim fâni ve Cenab-ı Hak ise kadîmdir. Binaenaleyh; kâfirlerin Allah'a veled isnadları sırf yalandan ibarettir. Çünkü aklî ve nakli bir delile müstenid değildir. Delile müstenid olmayan dâva her zaman merduddur.

&&&&&

Vacib Tealâ kendine veled isnadı bâtıl olduğu gibi müşriklerin «melekler Allah'ın kızlarıdır» dedikleri dahî bâtıl olduğunu beyan etmek üzere :

بنين ) بنات على طفى ع�أ ٱ ع� ٱ كمون )(١٥٣ع: ف ت ك ع" ما لك ع� ع�رون )(١٥٤ (١٥٥ أفال تذك

buyuruyor.[Allah-u Tealâ kendi zatı için kız evlâdını oğlan evlâdı üzerine ihtiyar mı etti? Ey

müşrikler ! Size ne oldu ki böyle yanlış ve bâtıl şeylerle hükmedersiniz. Lâyıkiyle düşünüp de itikadınızın bâtıl olduğunu tezekkür etmiyor musunuz?.] Nasıl oluyor ki noksan gördüğünüz kız evlâdını Allah-u Tealâ'ya ve şerefli gördüğünüz oğlan evlâdını kendinize isnad ediyorsunuz ve şu dâvanızın butlanına bedaheten akıl şahadet ederken nasıl oluyor da siz sıhhatini dâva ediyorsunuz?

Bu âyet; müşriklerin iftiralarını isbat ve yalanlarını takrir etmiştir. Zira; sözleri muhali müstelzimdir. Muhali müstelzim olan söz; her zaman bâtıldır. Çünkü; Vacib Tealâ şerefli olan oğlandan 4753 müstağni olunca yaratılışında ve ahlâkında noksan olan kız evlâdından müstağni olacağı evleviyetle sabittir. Zira; eşref olan şeyden müstağni olanın edna olan şeyden müstağni olacağı aşikârdır.

&&&&&

Vacib Tealâ müşriklerin dâvaları bâtıl olduğunu beyandan sonra onları ilzam ve iskât için vücudu olmayan bir şeyi onlara teklif ile tevbih etmek üzere :

مبي ) ط� س لك #�أ د �# د ع� ع� ص���دقين )(١٥٦ع� إن كنت توا بكت���بك ع� ف ع� �� ع١٥٧)

buyuruyor.[Yoksa melâikenin Allah'ın kızları olduğuna dair size açık delil mi nazil oldu ve sözünüz

doğru ise dâvanızın sahih olduğunu beyan eden kitabınızı getirin?.]

2629

Yani; ey müşrikler ! Meleklerin Allah'ın kızları olduğunu iddia ediyorsunuz. Bu iddianızın sıhhatine delâlet ve maksadınızı açıktan beyan eder deliliniz var da sözünüz doğru ise kitabınızı getirin görelim. Zira; bir dâva delile müstenid olmak lâzımdır, delilsiz dâva dinlenmez.

Fahri Râzi, Hâzin ve Ebussuud Efendinin beyanlarına nazaran bu âyetlerde bulunan istifhamlar; kâfirlerin dâvalarını inkâr ve red içindir. Şu halde bu âyetler kâfirlerin akıllarının noksan ve tabiatlarının sefih ve bu hâl üzere devam ettikleri surette âkibet gazab-ı İlâhiye duçar olacaklarını beyan etmiştir.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin cehalet ve sefahetlerini ve sülük ettikleri mesleklerinin sekametini ve âkibetlerinin vehametini beyandan sonra cehaletlerinin neticesi olarak Vacib Tealâ hakkında vaki' olan fena sözlerini beyan etmek üzere :

����ه ن ����وا ب  ع�وجعل ة إن جن ة نس���� ولق علمت جن ن ع� وب �ہ ع� ٱ ع� � �Sا‌ د ع� ٱ ع� ۥ ضرون ) (١٥٨ع"لم

buyuruyor. 4754[Müşrikler Allah-u Tealâ ile cin arasında nesep isbat ederek dediler ki «Allah-u Tealâ

cinden bir hatun tezevvüc etti ve ondan kız evlâdı olan melekler doğdu». İşte böyle demekle iftirada bulundular. Zat-ı Ulûhiyetime kasem ederim ki şu iftiralara cesaret eden kâfirlerin Cehennem azabında hazır olacaklarını cinniler bildiler.]

Kâfirler Allah-u Tealâ'nın Hâlık, cinnilerin mahlûk olup Hâlık ile mahlûk beyninde tezevvücün cereyanı mümkün olamayacağını düşünemediler. Zira t e z e v v ü c ; ihtiyaç üzerine terettüp eder. İhtiyaç ise ulûhiyete münafidir. Bu âyette kâfirlerin sû-i itikadlarının butlanına ve onların derece-i hitabtan sakıt olduklarına işaret için hitabtan gıybet siygasına intikal olunmuştur.

Bunların şu iftiralarının cezası azab-ı Cehennemde hazır olacaklarının kat'î olduğuna işaret

için edat-ı te'kid olan kasem ve tahkika delâlet eden (ان) ve lâm-ı te'kidle varid olmuştur.Bazı ulema «cin ile melek bir cinsdir, daima işi şer olanlar cin ve işi hayır olanlar melektir»

demişler ise esah olan her biri ayrı cinstir. Zira; meleklerin küllisi hayır ve ibadetle meşgul olup cinden muti' ve münkad olanlar mümin-i muvahhiddir ve itaat etmeyenler âsî ve şeytandır. Yahud şeytan da ayrı bir cinstir. Gerçi şeytanın cinden bir kısım olmasına bazı nusûs delâlet ediyorsa da bu delâlet- kat'î olmadığından mesele muhtelifün fihtir.

&&&&&

Vacib Tealâ Zat-ı ulûhiyetinin şu isnad ettikleri şeylerin cümlesinden münezzeh olduğunu beyan etmek üzere :

ح�ن ٱس ينللهٱ إال عباد (١٥٩ عما يصفون )للهع� لص��� م ع( ع� ٱ (١٦٠)

buyuruyor.[Kâfirlerin isnad ettikleri şeylerin cümlesinden Cenab-ı Hak münezzehtir ve noksan

olan sıfatların hepsinden Vacib Tealâ beri olmakla berî oldu. İns ü cinden âsî olanların cümlesi azab-ı Cehennemde hazırlardır. Ancak Allah'ın muhlis kulları azaptan 4755 müstesnadırlar.] Zira; onlar ulûhiyeti lâyık olduğu sıfatlarla tavsif edip, ubudiyetlerinde daima sabit bilkadem oldukları cihetle azaptan halâs oldukları gibi bir çok nimetlere de nail olacaklardır. Çünkü; bunlar ibadetlerini ihlâs üzere eda ettiklerinden taltif-i İlâhîye müstehaktırlar. Binaenaleyh; Cenab-ı

2630

Hak hâlis kullarının ihlâsları sebebiyle azaptan muaf ve mertebe-i âliye sahibi olduklarını âleme ilân etmiştir.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin azaba hazır olacaklarını ve muhlis olanların azaptan halâslarını beyandan sonra kâfirlerin ehl-i imanı iğvadan âciz olduklarını beyan etmek üzere :

بدون ) وما ت ك ع�فإن ه بف�تنين )(١٦١ع� عل ع� ما أنت ع� إال م(١٦٢ع� جحيم ) ع�هو صال (١٦٣ٱ

buyuruyor.[Ey müşrikler ! Siz ve sizin mabudlarınız olan şeytanlar Allah'ın kullarını idlâl ederek

Allah-u Tealâ üzerine ifsad edemezsiniz, ancak nar-ı cahime dahil olacakları ifsad edersiniz.]

Yani; ey kâfirler ! Siz ve sizin mabudlarınız olan putlar ve şeytanlar bilûmum nâsı ibadet-i İlâhiyeden men' etmek ve din-ı İlâhî hakkında iğva etmekle murad-ı İlâhîyi geri döndüremezsiniz, ancak Cehenneme dahil olmaları ile hükmolunan mahkûmları iğva ve iğfal edersiniz ve sizin iğvanızla dalâlette olanlar bilâ tereddüt Cehenneme gireceklerdir.

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile şeytanın iğvasının ve vesvesesinin tesiri olmayıp ancak tesirin kazay-ı İlâhîde olduğuna bu âyet delâlet eder. Çünkü; Cenab-ı Hak «Siz ve sizin mabudlarınız Allah'ın kullarını ıdlâl edemezsiniz, illâ Cehennem'e duhûlleri mukadder olanları ıdlâl edersiniz» buyurmuştur. İnsanların ahvali ve hariçteki vukuat dahî bunu te'yid etmektedir. Zira; şeytanın iğva ve idlâline uğraşmadığı bir insan olmadığı halde bunların hepsini idlâl edemediği meydandadır. Eğer iğvasında tesir olmuş olsaydı cümle insanları ıdlâl ederdi, halbuki insanların hali bunun aksinedir. Ebussuud Efendinin beyanı veçhile kelâmın 4756 manâsına dikkat lâzım olduğuna işaret için gıybetten hitaba iltifat olunmuştur. K â f i r l e r i n m a b u d l a r ı ile murad; putlar ve şeytanlardır.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin «melekler Allah'ın kızlarıdır» dedikleri itikatları bâtıl olduğunu beyandan sonra meleklerin ulûhiyete münasebetleri olmadığını ve ubudiyette sabit ve daim olduklarını söylediklerini beyan etmek üzere :

ا إال له ل��و ) وما من #� مقا م د ع� �# د افون )(١٦٤ۥ لص�� ن ا لن ٱ وإن ١٦ع"حون )(٥ مسب ن ا لن ع� وإن ٱ (١٦٦ع"

buyuruyor.[«Bizden hiç bir kimse olmadı, illâ onun için bir makam-ı malûmu ve marifet-i İlâhiyye

ve ibadet-i Subhâniyyede herkesin birer muayyen mekânı ve mertebesi vardır ki o mertebede ibadetle meşgul olur ve muayyen olan makamını kimse tecavüz edemez ve c makamdan tecavüze kimse muktedir olamaz. Binaenaleyh; herkes makamında sabit ve ibadette daim olur ve bizler arş-ı â'lâ etrafında saf tutucuyuz ve bizini vazifemiz elbette Allah-u Tealâ'ya teşbih etmektir.».] Çünkü; herkes ubudiyetini izhar sadedinde birer vazife ile mükellef ve birer nevi' ibadetle meşguldür ve Resûlullah'ın bir hadis-i şerifi de bu âyeti tefsir eder. Çünkü; Resûlullah «Semada asla hâlî bir mahal olmayıp her tarafı meleklerle dolu olup kimi namaz kılar, kimi teşbih ve sair ibadetle meşgul olur, hatta bazıları rükû'da asla belini doğrultmaz ve bazıları da secdeden asla başlarını kaldırmaz» buyurmuştur. Binaenaleyh; bu hadis-i şerif âyet-i celileyi tafsil etmiştir. Buna nazaran âyetin manâsı: [Meleklerden kimse olmaz, illâ her biri birer ibadetle meşgul ve vazife-i muayyenleriyle mükellef olur.] demektir.

Fahri Râzi ve Nisâbûrî'nin beyanları veçhile meleklerin şu kelâmları kâfirlerin itikatlarını red ve iptal etmiştir. Çünkü; ubudiyetlerini ikrar ve itiraf etmeleri Allah'ın kızları olmadıklarını ve

2631

ulûhiyetle münasebetleri bulunmadığını ikrar ve itiraftır, şu kelâmlarını kemal-i neşat ve rağbet üzere irad ettiklerine işaret için envâ-ı te'kidatla irad etmişlerdir. 4757

Meleklere nispetle insanların ibadetleri hemen yok mesabesinde olduğuna işaret için melekler şu kelâmlarında makam-ı ma'lûmu ve teşbihi kendilerine tahsis etmişlerdir.

Hulâsa; meleklerin Allah-u Tealâ'yı ma'rifet noktasında birer muayyen makam sahibi oldukları ve Allah-u Tealâ'ya ibadet için safbeste bulundukları, Allah-u Tealâ'nın evlâdı olmayıp ancak kulları oldukları, «Melekler Allah'ın kızlarıdır» diyen kâfirlerin itikatlarının batıl olduğu ve meleklerin ibadet-i saireyle meşgul oldukları gibi herhalde Cenab-ı Hakkı nekaisten takdisle meşgul bulundukları bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ müşriklerin ahvalinden bazılarını beyandan sonra bazı diğerini beyan etmek üzere :

��ون ) ��انوا ليقول الولين )(١٦٧وإن ك ا من أن عن��دنا ذ ٱ ل @� د Aع ع��اد (١٦٨ ا عب ين )لل��هٱ لكن لص�� م ع( ع� ف(١٦٩ٱ ع فكف��روا به فس�� ۦ‌�

لمون ) (١٧٠ع�يbuyuruyor.[Onlar «Ümem-i salifeye nazil olan Tevrat'la İncil bizim indimizde olsaydı biz Allah'ın

halis kullarından olurduk» derler. Halbuki kendilerine Kuran gibi bir kitap nazil oldu, o kitaba küfrettiler. Binaenaleyh; yakında küfürlerinin, kötü sözlerinin ve işlerinin cezasını görürler ve bilirler.]

Yani; kâfirler evvel geçen ümmetleri ta'yib etmek suretiyle alâsebilittahassür vettemenni derler ki «Keşke bizden evvel geçen ümmetlere nazil olan kitaplar bizlere nazil olsaydı kütüb-ü semaviyeye iman eder, o kitabın sahibi olan nebiye kemaliyle inkıyad eyler, Allah'ın halis kullarından olur, ibadetimizi Allah'a hasırla bize gelen kitabın vaazını kabul eder, kısas, hikâye ve durub-u emsalinden ibret alır, hiçbir şeyi ihmal etmezdik». İşte kâfirler böyle demekle kendilerinin ukalâdan olduklarını iddia ederler de kendilerine kütüb-ü semaviyenin ekmeli, insanların menfaatini beyanda 4758 etemmi, hikmet-i burhanda eblâğı olan Kur'an nazil olunca bu sözlerin hepsini unuttular, küfrettiler. Binaenaleyh; çok zaman geçmeksizin elbette ceza-yı sezalarını bilirler.

Bu âyet; kâfirleri sözlerinde sebat etmemekle levmettiği gibi sözlerinde sebat etmemenin akıbeti vahim olduğunu beyanla tehdid etmiştir. İşte reyinde sebat etmeyen mütelevvin kimseler daima melûm ve mezmumdurlar.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirleri sebatsızlıkla levmettikten sonra iman etmelerine terğib olmak üzere :

لين ) س��� م ���ا ���ا لعبادن بق كلمتن ع�ولق س��� ع� ٱ ع� لهم(١٧١ع� ع� إن �ہ ع�منصورون ) غ�لبون )(١٧٢ٱ ع� وإن جندنا لهم (١٧٣ٱ

buyuruyor. [Zat-ı ulûhiyetime yemin ederim ki taraf-ı İlâhimizden kullarımızı irşad için gönderilmiş

resul, kullarımız hakkında vaadi ve nusreti mutazammın kelimemiz sebkat etti. Muhakkak onlar dünyada hüccet ve âhirette izzetle galebe ederler ve bu kelimemiz kat'î olarak sabit oldu, o sabit olan kelime şudur : «Rusûl-ü kiram elbette nusret olunurlar, onlara tâbi olan bizim askerlerimiz elbette düşmanları üzerine galip oluculardır.».]

2632

Bu âyette sebkat eden kelimeyi Cenab-i Hak iki kelimeyle tefsir buyurmuştur: B i r i n c i s i : Rusûl-ü kiramın tarafı İlâhiden mansur, İ k i n c i s i : Rusûl-ü kiramın etbâ'lan asakir-i İlâhiye olup onların da düşmanları üzerine galip olacaklarıdır.

Gerçi rusûl-ü kiramın etbâ'larıyla beraber bazı kere mağlûp oldukları görülürse de itibar akıbete olduğundan bununla âyete itiraz varid olmaz. Zira; akıbet itibarıyla enbiya-yı kiram daima galip ve düşmanları makhur ve münhezim olmuşlardır. Çünkü; galebe; sebat ve devamla olduğu gibi devletle ve istilâ ile dahî olur. îptilâ kabilinden enbiya-yı kiramda bazan görülen mağlûbiyete itibar yoktur. Zira itibar; akıbetedir. 4759

Rusûl-ü kiramın galebesine müteallik kelime gerçi müteaddidse de manaları bir olduğundan kelime-i vahide denmiştir.

Hulâsa; Rusûl-ü kiram ile onlara tabi olanların mansur ve galip olacaklarına dair kelime-i İlâhiyenin sebkat ettiği ve bu galebe akıbet itibarıyla olduğu cihetle bazan mağlûp olmalarıyla itiraz varid olmadığı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ bizim Nebimizin kavmine karşı alacağı vaziyeti beyan etmek üzere :

ى حي ) ��فتول ع حت د ع� ہ� رون )(١٧٤ع' ص�� ف ي ه فس�� ص�� ع� وأ ع ع� ع� ع�١٧٥)

buyuruyor.[Yâ Ekrem-er Rusûl ! Nusret sizin olunca sen küffar-ı Kureyş'in azıcık bir zaman içinde

i'raz ve ezalarına sabret ve onlara yakında nazil olacak azabı göster.] Zira; duçar olacakları azabı sen onlara gösterince elbette göreceklerdir. Çünkü; görmemek ihtimali yoktur.

Azap görecekleri azıcık zamanla murad; yevm-i Bedir veyahut Mekke'nin fetih günüdür. Çünkü; küffar-ı Kureyş'in dünyaca en makhur ve münhezim oldukları gün bu iki gündür. Zira; va'd-i İlâhinin dünyâda onlar hakkında eseri bu iki günde zuhur etmekle Resûlullah acilen azabı Kureyş'e bu iki günde göstermiş ve onlar da görmüşlerdir. Binaenaleyh; mazlum ve doğru olanın Allah'ın intikam sahibi olduğunu düşünerek sabır ve teenni üzere zalimlerden i'raz ve akıbete intizar etmeleri lâzımdır. Zira; zalimlerden intikamını alacağını Allah-u Tealâ va'd etmiştir. Va'd-i İlâhi ise yerini bulur, geri kalmaz.

جلون ) ت ع�أفبعذابنا ي (١٧٦ع� [«Onlar üzerine dünyada ve bilhassa yevm-i Bedir'de azabımız nazil olduğu halde

âhirette azabın inzaline kudretimizi inkâr 4760 ederler de bizim yevm-i cezada nazil olacak azabımızın alelacele vukuunu mu isterler?».] Onların emsaline nazil olan mesaibi idrak etmezler de derhal azabın gelmesini mi isterler?

Tefsir-i Hâzin'de beyan olunduğu veçhile evvelki âyet nazil olunca «Nerededir o azap? Nazil olsa da görsek» demeleri üzerine bu âyetin nazil olduğu mervidir.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin azabın nüzulünü isti'cal ettiklerini beyandan sonra istedikleri azabın geldiği zaman zuhur edecek hallerini beyan etmek üzere :

منذرين ) فساء صباح ع�فإذا نزل بساحت ٱ ع� �(١٧٧د buyuruyor.

2633

[Onların isti'cal ettikleri azap hanelerinin avlusuna ve yakınına nazil olunca o azapla inzar olunan kâfirlerin sabahları ne kötü ve ne çirkin oldu.] Çünkü; envâ'-ı azap kendilerine gelince onların vakitleri siyah olmuştur.

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile Araplar indinde garât ekseriya sabah vakti olup garât ise bir nevi azap olduğundan vakt-i azaba sabah denmek âdettir. Binaenaleyh bu âyette sabah; azabın geldiği vakitten kinayedir. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Aceleten azabın gelmesini isteyen kâfirlerin evleri avlusuna azap gelince azabın nüzulü zamanı ne çirkin oldu.] demektir.

ى حي ) ه حت ��ول ع ��وت د ع� رون )(١٧٨ع� ص�� ف ي ص�� فس�� ع� وأ ع ع� ع�١٧٩)

[Onlar gaflette ve tecavüzatta devam ederlerse sen azabın geleceği zamana kadar onlardan i'raz et, konuşmaktan vazgeç ve azabın geleceğini onlara göster. Elbette onlar da görürler, inkârları ve seni tekzipleri üzerine gelecek azabı bilirler.]

Bu âyet-i ceille te'kid için tekrar zikrolunmuştur. Zira; 4761 tekrarda mübalâğa olduğu gibi Resûlullah'ı tesliye üzerine tesliyedir. Yahut evvelki âyet; dünyaya, ikinci âyet âhirete müteallik olduğu cihetle tekrar yoktur. Resûlullah'ın göstereceği ve onların göreceği azabın lisanla ta'biri mümkün olmadığına işaret için görülecek şeyin neden ibaret olduğu beyan olunmamıştır.

ة عما يصفون ) عز ك رب ح�ان رب ع�س ٱ (١٨٠ع� [Yâ Ekrem-er Rusûl ! Rabbin Tealâ kâfirlerin isnad ettikleri evlâd ve ezvac gibi

nekaisten münezzehtir.] Zira, cümle kuvvet ve kemalin sahibidir, cemi sıfât-ı kemaliyeyi camidir. Binaenaleyh; hiç bir noksana mahal olmaz.

Bu âyet-i celile; cümle metalib-i âliyeyi camidir. Çünkü âkile lâzım olan; üç şeydir : B i r i n c i s i : Ma'budunu ve ma'budunun cemi-i nekaisten münezzeh ve cemi-i sıfât-ı

kemaliyeyle muttasıf olduğunu bilmek ve itikad etmektir. Binaenaleyh bu âyet; bunun cümlesini

camidir. Çünkü ح�ان) ع�س ) lâfzı cemi-i nekaisten münezzeh olduğuna ( ة عز ع�رب ٱ ) lâfzı cemi-i sıfât-ı kemaliyeyle muttasıf olduğuna ve cemi-i sıfât-ı kemaliyeyle muttasıf olunca şerik ve nazîri olmadığına delâlet eder. İ k i n c i s i : Herkes bu dünyada kendi nefsine ve ebna-yı cinsine, hayvanata ve sair mahlûkata ne gibi muamele edeceğini bilmektir. Bu ise herkesin kendi kendine bileceği birşey olmayıp bir mürşidin irşadıyla olabilir. O mürşid ise enbiya-yı izam hazaratıdır.

İnsana bilmesi lâzım olan üç şeyden ü ç ü n c ü s ü : Vefatından sonra halinin ne olacağım bilmektir. Vefatından evvel bunu bilmek ise insan için müşküldür. Binaenaleyh bu bapta itimad; Allah'ın ganî ve rahîm olmasınadır.

&&&&&

Vacib Tealâ bu hikmete işaret için :

سلين ) م ع�وسل�م على ع� (١٨١ٱ buyuruyor. 4762[Dünyada ve âhirette selâmet resuller üzerinedir.] Çünkü şu lâfızla duâ; onların beşere

lâyık olan evsafı haiz olduklarına, şu evsafı haiz olamayanların onlara iktidası vacip olduğuna delâlet eder. Binaenaleyh; âhad-ı ümmetin enbiyaya iktidası vaciptir.

İnsan bilmesi lazım olan üç şeyden ü ç ü n c ü s ü ; Vefatından sonr ahalinin ne olacağını biklmektir. Vefatından evvel bunu bilmek ise insna için müşküldür. Binaenaleyh bu babta itimad Allahın gani ve rahîm olmasınadır.

&&&&&

2634

Vacib Tealâ bu noktaya işaret için :

د ح ع�و ع� ع�لمين )للهٱ ع� رب (١٨٢ٱ buyuruyor.[Her sena edicilerin senası, âlemi lâyıkıyla terbiye eden Allahü Tealâ'ya mahsustur.]

Çünkü senaya istihkak; in'âm ü ihsanla olur. Binaenaleyh herkesin senasını celbetmek; herkese lûtfetmekle olacağında şüphe yoktur. Şu halde bitamamiha şeriata sarılanların vefatlarından sonra selâmete nail olacaklarına âyet; delâlet-i zanniyeyle delâlet eder.

&&&&&

SÛRE-İ SÂD

Mekke-i Mükerreme'de nazil olan sûrelerdendir. Seksen sekiz âyeti camidir.

م ٱب للهع� حيم لر م�ن لر ٱ ع" ٱر ) لذ ءان ذى ق ع و ٱ ع� ع� ٱ (١ا:‌�

lâfzı (ص) müteşabihattan olduğu cihetle selef indinde ilmi Allah-u Tealâ'ya tefviz

olunur, .halef indinde te'vili lâzımdır. Binaenaleyh; bazıları lâfzı (ص) sûrenin ismidir dediler.

Buna nazaran manâsı: [Şu sûre Sure-i Sâd'dır.] demek olur. Yahut evvelinde esma-i (ص) hüsnaya işarettir. Buna nazaran manâ-yı nazım: [Samed, sadık ve sabûr olan Allah-u Tealâ'ya ve şeref-i beyan sahibi olan Kur'an'a kasem ederim ki Kur'an mu'cizdir. Binaenaleyh; âlemde hiç

kimse Kur'an'a muârazaya muktedir değildir.] demek olur. Yahut (ص) lâfzı birşeyi arzetmek manâsına emirdir. Buna nazaran manâ-yı nazım: [Yâ Ekrem-er Rusûl ! Amelini Kur'an'a arzet ve

cemi-i evamir ve nevahisiyle amel et.] demektir. Yahut lâfzı (ص) Resûlullah'ın sıdkına ve sabrına işarettir. Buna nazaran manâ-yı nazım: [Ey ahlâk-ı zemimeden safî, risalet davasında sadık ve emr-i tebliğde tesadüf olunan meşakkatlara sabreden Habib-i Zişan'ım ! Şeref-i beyan sahibi olan Kur'an'a yemin ederim ki emr-i hal ü şan kâfirlerin dedikleri gibi değildir.] demek olur.

Fahri Râzi, Kazî ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile bu âyette z i k i r ; şeref ve şan-ı âlî manâsınadır. Çünkü Kur'an; 4764 evvelin ve âhirinin ulûmunu ve devr-i Âdem'den beri ilâyevmilkıyam vâki olan mühim vakayi ve hadisatın keyfiyetini ve ahkâmını cami, dünyada ve âhirette insanların saadetine hadim olduğundan kütüb-ü semâviyenin cümlesinden şerefli ve şanı

âlîdir. Binaenaleyh; bu âyette ر) لذ ع ذى ٱ ) demek şeref ve şan-ı âlî sahibi demektir. Yahut zikir lâfzı beyan manâsınadır. Çünkü Kur'an; herşeyi tamamıyla beyan etmiştir. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Din-i İslâm'ın ahkâmını ve şeâir-i tevhidin hakayık ve delâilini beyan sahibi olan Kur'an'â yemin ederim ki kâfirlerin isnad ettikleri ayıp ve noksan sende yoktur. Zira; ayıp ve noksandan salimsin. Sana âr ve ayıp olacak birşey isnad etmek isterlerse de delilleri olmadığından isnad etseler dahi hükmü yoktur. Zira; senetleri ve delilleri yok ki istidlal etsinler. Çünkü; delil bulamazlar ve bulamayacaklardır. Binaenaleyh; kalb-i nebeviyen müsterih olsun, onların şan-ı nebeviyene lâyık olmadık sözlerinden mahzun olma.] demektir.

2635

&&&&&

Vacib Tealâ Kur'an'ınşan-ı âlî sahibi olduğunu beyandan sonra kâfirlerin Kur'an'â iman etmediklerinin sebebi; kendilerinin kibir ve gururları olduğunu beyan etmek üzere :

ذين كفروا فى عز وشقا ) ل �.بل د � د (٢ٱ buyuruyor.[Belki kâfirlerin iman etmedikleri kendi itikatlarınca gayet kibir ve azametlerinden ve

mücerret Resûlullah'a muhalefetlerindendir. Yoksa Kur'an'da şek ve şüphe gibi bir halel bulunduğundan değildir.] Zira Kur'an; mu'cizdir, şekk ü şüpheden ârîdir. Şu halde kâfirlerin iman etmedikleri bir delile müstenid değildir, ancak imanlarına mani olan; kendilerinde olan kibr ü azamettir. Binaenaleyh; onların küfürleri kendi nefislerinde bir ululuk tasavvur edip gayra ittibâ'a âr ettiklerindendir, yoksa emr-i tebliğde ve tebliğ olunan Kur'an'da bir noksan olduğundan değildir.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile kâfirlerin kibr ü şikaklarının 4765 şiddetine işaret için izzet ve şikak kelimeleri nekre ve şiddete delâlet eden tenvinle varid olmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin imandan i'razları mücerret kendilerinde tasavvur ettikleri kibirlerinden neş'et ettiğini beyandan sonra Resûlullah'a muhalefet eden kâfirleri tehdid etmek üzere :

لهم من ق فنادوا والت حين منا ) نا من ق ل أ �:ك د �� د ع� ع� ع ع! (٣ع� buyuruyor.[Ey Resûl-ü Zişan ! Zikret şol şeyi ki onlardan evvel geçen ümmetler ve kabilelerden ne

kadar çok kimseler ihlâk ettik. Binaenaleyh; iman etmedikleri surette onlar gibi bu kâfirleri de ihlâk ederiz. Azap gelince onlar azaptan kurtulmak için çağrışırlar, bağrışırlar. Halbuki onların çağrıştıkları vakit kendilerine «Şu vakit; firar etmek ve azaptan kurtulmak vakti değil» denilir.] Çünkü; imanda itibar gaybadır. Binaenaleyh; azabı müşahede ettikten sonra iman aynelyakin müşahede üzerine olduğundan o vakitte hasıl olan imana itibar yoktur. Şu halde gazab-ı İlâhiyi icab eden ef'âl-i kabihayı terkederek gazabın zuhurundan evvel azabın gelmemesine çare aramak lâzımdır, yoksa azabın zuhurundan sonra define çare aramak fayda etmez. Zira; belânın zuhurundan sonra çare aramadık bir kavim yoktur. Her kavim helâk zamanı çare aramışlardır,

lâkin fayda etmediği Kur'an'la ve tarihle ma'lûmdur. ( وج ق الخر لولوج قدم بل ) darbımeseli de bu manâyı te'yid eder. Yani «İnsan bir mahalle girmeden evvel oradan nasıl çıkacağını düşündükten sonra girmeli» demektir.

(İbn-i Abbas) Hazretlerinin rivayetine nazaran âyetin sebeb-i nüzulü şöyledir :Bedir gazasında küffar-ı Kureyş muztar olunca

«Firar edelim» makamında birbirlerine ( �:منا د ) demişlerdi. Onları reddetmek üzere Cenab-

ı Hak ( �:والت حين منا د ) nazmını inzal buyurmuştur ki «Bu zaman firar zamanı değil»

demektir. Çünkü 4766 Kureyş'in âdetleri muharebede sıkışınca «Firar edelim» manâsına (�:منا د ) demekmiş. Beyzâvî'nin beyanı veçhile m e n a s ; menci yani kurtulacak mahal

demektir. İşte Bedir'de Kureyş münhezim olunca eski âdetleri üzere «Kaçalım, kurtulalım»

manâsına ( �:منا د ) demişlerse de Allah-u Tealâ onları reddetmiştir. Binaenaleyh; küffar-ı Kureyş'in firara elleri değmemiştir. Çünkü; büyüklerinin bir kısmı ehl-i İslâmın kılıcından geçti, bir kısmı da esir düştü. Binaenaleyh; emelleri boşa gitti, kendileri rezil ve rüsvâ oldular.

2636

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin imanı kabul etmediklerinin sebebi kendilerinin kibir ve gururları olduğunu beyandan sonra kibirlerinden dolayı söyledikleri sözleri ve sair hallerini beyan etmek üzere :

ك���افرون ه���ذا س���ح #�وعجبوا أن جاءهم منذ م وقال د ع� ٱ ع�‌� ہ� ع' �# د (٤كذاب )

buyuruyor.[Onlar kendi cinslerinden kendilerine resul gelmesinden taaccüb ettiler ve kâfirler «Şu

nübüvvet davasında bulunan zat sihredici ve yalan söyleyicidir» dedi.]

Yani; Mekke ahalisi şiddet-i şikak ve nifaklarından ve Resûlullah'a buğz u adavetlerinden kendi cinslerinden kendilerine resul gelmesinden taaccüb ettiler, kemal-i taaccüp ve şiddet-i inkârlarından «Şu Nebinin, âdetin hilafı olarak getirdiği şeyler sihirdir, mucize değildir. Binaenaleyh; davası da yalandır, doğru değildir» dediler.

Fahri Râzi, Kazî, Nisâbûrî ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile Resûlullah'a sihir ve yalan isnadı ancak kâfirden vâki olacağına ve mümin olan bir kimse bunu söylese kâfir olacağına

işaret için ism-i zamir bedelinde (ك�افرون) varid olmuştur. Kâfirlerin bu sözleri hasetlerinden neş'et etmiştir. Çünkü; onlar «Surette, nesepte, azada, kabilede ve ahlâkta Muhammed (S.A.) bize 4767 müsavidir. Bizden ziyade birşeyi yoktur. Şu halde nasıl oluyor ki bizim içimizden bu mansıb-ı âlîye nail olur ve taraf-ı İlâhiden ona tevcih olunur? Eğer böyle bir mansıb tevcih olunmak lazımsa bizlerden daha ziyade hatırlı zenginlere tevcih olunmalıydı» demekle hasetlerini izhar etmişlerdir. Bu sözlerini hikâyeden maksat; bunların hamakatlarını âleme ilân etmektir. Çünkü; onlara taraf-ı İlâhiden nebi olarak gönderilen zatın kendi akrabalarından ve aralarında neş'et ederek her halini, yalan ve sair ahlâk-ı zemimeden beri olduğunu bildikleri halde «Yalan söyler» demeleri hamakattan başka birşey değildir, lâkin bu söze cür'etleri ancak küfürlerindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin Resûlullah'a yalancı dediklerini beyandan sonra şu sözlerinde itimad ettikleri delilleri, ulûhiyete ve nübüvvete ve âhirete müteallik olup ulûhiyete müteallik olan şüphelerini beyan etmek üzere :

ء عجا ) حد إن ه�ذا لش ا و #�اللهة إل� د عى �‌� ٲ !� د (٥ٱ buyuruyor.[Kâfirler «Muhammed (S.A.) birçok ma'budları bir mi kılacak? Bu söz ne kadar taaccüb

etmeye şayandır» dediler.] Çünkü; birçok putları ma'bud ittihaz ederek onlara ibadet etmek âdetlerinin ve babalarından gördükleri evvelden beri ülfetlerinin hilâfına, Allah'ın bir olduğunu itikad etmelerini teklif etmek; onların indinde gayet acîb ve garib bir şey olduğundan kemâl-i ehemmiyetle taaccüb olunacak birşeydir dediler.

Fahri Râzi, Kazî ve Hâzin'in beyanlarına nazaran Hz. Ömer İslâm olunca elıl-i iman ferahladı, kâfirler de me'yus oldular. Kureyş'in ileri gelenleri Ebû Talib'e gelip dediler ki «Yâ Ebû Talib ! Sen bizim büyüğümüzsün. Biraderin oğluyla bizi muhakeme et» Bunun üzerine Ebu Talib Resûlullah'ı çağırır. «Yâ Muhammed (S.A.) ! Kavmin senden bazı şeyler suâl ediyorlar. Kavminden ayrı olma» deyince Resûlullah «Suâlleri nedir?» buyurması üzerine 4768 onlar «Sen bizim ma'budlarımıza ta'netme, biz de senin ma'buduna ta'netmeyelim, bu minval üzere musalaha olalım» demişlerdir.

2637

Resûlullah «Siz bana bir kelimeyle itaat eder misiniz ki o kelime sebebiyle Araba ve Aceme malik olasınız?» buyurunca Ebu Cehil «Bir değil on mislinde itaat ederiz, nedir o kelime?» dedi.

Resûlullah da احدلوا هلاالا هلاال )» ) deyiniz» buyurdu. Müşrikler bu kelime-i tevhidi işitince ümid ettikleri şeyin husule gelmeyeceğini bildiklerinden gayet me'yus oldular. Binaenaleyh; kelime-i tevhidi inkâr ve ma'budun bir olduğunu uzak addederek «Birçok ma'budlar bir olur mu, bu âleme bir ma'bud kâfi gelir mi, bu dava ne acîb bir davadır?» dediklerini Cenab-ı Hak bu âyetle hikâye buyurmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ bundan sonra cereyan eden sözlerini ve ahvali beyan etmek üzere :

ذا إن ه��� بروا على ءالهتك وا و ش�� مال م أن ��ق نطل �و ع�‌ ع: ٱ ع� ٱ ع� ہ� ع' ع� ٱ ٱ #Cلش يراد ) د (٦عى

buyuruyor.[Mekke'nin uluları Ebu Talib'in yanından dağıldılar ve birbirlerine dediler ki «Haydi,

gidin, mabudlarınıza ibadete devam edin ve mabudlarınıza vâki olan ta'n u teşnia sabredin ve Muhammed (S.A.) le musalaba olacağınıza âlihenizle musalaha olun. Zira; şu dava ettiği tevhid bizden isteniyor, bu şeamet; zamandandır. Bizim için sabretmek lâzımdır.] Çünkü; bu'hâdise bizim içimizde hadis oldu. Zamanın kötülüğü bunu icab etti. Binaenaleyh; bizim için babalarımızdan gördüğümüz dinimizde sabr u sebat etmek lâzımdır ve bu hâl zail oluncaya kadar sabretmekten başka çare yoktur» dediler.

&&&&&

Vacib Tealâ bundan sonra müşriklerin «Biz şu tevhidi Nasraniyette dahî işitmedik» dediklerini beyan etmek üzere : 4769

تل�ق ) ه�ذا إال الخرة إ ة مل �ذا فى نا ب ع(ما سم ٱ ع� ٱ ع� ٱ ہ� (٧ع� buyuruyor.[Biz şu tevhidi Nasraniyette dahî işitmedik. Zira; onlar ekanim-i selâseye kaillerdir.

Binaenaleyh; şu tevhid olmadı, ancak Muhammed (S.A.) in kendi nefsinden icad ettiği şeydir ve yalandır» dediler.]

Bunlar aklen istidlale sarf-ı efkâr etmeyip evhamlarına tabi olduklarından vahdaniyete itiraz ve tevhidden nefret ederlerdi. Zira; mahsusata çokça dikkat edip mahsusatta ise fail-i vahidin birçok muhtelif işlere kaadir olamadığını gördüklerinden Vacib Tealâ'yı mahsus faillere kıyas ederek «vahid-i hakiki nasıl olur ki bu âlem-i mükevvenata kâfi olsun» derler, baba ve dedelerini daha akıllı zannettiklerinden «Çocuklarıyla beraber dinleri batıl olsun da Muhammed (S.A.) bir şahısken onun icadettiği din hak olsun» diyerek bunu havsalalarına aldırmazlardı.

&&&&&

Vacib Tealâ Resûlullah'ın davasını tekzipte kendi zu'mlarınca kâfirlerin şüphelerini ve istidlal ettikleri delillerinden ilahiyata müteallik olan kısmını beyandan sonra nübüvvete müteallik olan şüphelerini alâtarikılhikâye beyan etmek üzere :

نن ر م ب لذ ه �أءنزل عل ‌� ع� ن� ع ٱ ع� 2638

buyuruyor. [«Bizim aramızdan Kur'an Muhammed (S.A.) üzerine nazil olur mu? Mahaza

Muhammed (S.A.) bizim emsalimizdir» dediler.]

Yani; Resûlullah sanadid-i Kureyş'i tevhide davet edince onlar dediler ki «Muhammed (S.A.) zatında ve sıfatında bize müsavidir, belki birçok şeylerde biz ondan daha ziyadeyiz. Zira; sinnen daha yaşlı olduğumuz gibi malımız ve evlâdımız da çoktur, mansıb, servet ve dünyaca itibar bizdedir. Binaenaleyh; nübüvvet tevcih olunsa 4770 bizlere tevcih olunurdu. Çünkü nübüvvet; mertebelerin eşrefi olduğu cihetle nâs beyninde dünyaca şerefi ziyade olanlara tevcih olunmak lâzım gelir» demekle nübüvvetin Resûlullah'a gelmesine itiraz ettiler ve münasip görmediler, Kureyş'in ileri gelenleri zayıf ve fakir olanlarını bu minval üzere mugalâtayla iğfal ettiler ve zannettiler ki şeref ancak dünya malıyla olur. Halbuki bu zan batıldır. Zira meratib-i saadet; üçtür : B i r i n c i s i : Nef saniyedir ki ilim, amel ve sair ahlâk-ı haseneyle olur. İ k i n c i s i : Bedeniyedir ki aza-yı cevarihle işlenilen şeylerdir. Ü ç ü n c ü s ü : Hariciye yani rûhla bedenden hariç olan şeylerle olur. Mal, cah ve bunların emsali dünyaya müteallik şeylerle hasıl olup evvelki ikiye nispetle üçüncünün değer ve kıymeti yoktur. Kureyş beyan ettikleri delillerde ednâyı â'lâ, â'lâyı ednâ zannettikleri gibi mertebelerin en â'lâsı olan nübüvvetle en âdi ve hasis olan dünya metâ'ını alâkadar addettiler. Binaenaleyh; yukarıda beyan olunan kıyas-ı fasidi icraya kalkıştılar. Şu beyan ettikleri delillerinden fehmolunduğu cihetle risaleti inkârlarının başlıca sebebi; hasettir. Zira; Resûlullah'ın dünyaya meyi ü rağbeti olmayıp kendilerinin bütün emelleri dünyaya masruf olduğu cihetle her şerefi dünyada gözettiklerinden Resûlullah'a risaleti münasip görmemişler ve risaletini inkâra cür'et etmişlerdir.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin nübüvvet hakkında şüphelerini ve şüphelerinin sebebini beyandan sonra cevabı beyan etmek üzere :

ما يذوقوا عذاب ) ر بل ل ه فى ش من ذ �ب ى‌ ع / د ع� (٨ع� buyuruyor.[Belki kâfirler vahyi inzalde şek içinde bulunduklarından risaleti inkâr ettiler, bu

inkârları bizim azabımızı tatmadıklarındandır.] Çünkü; biz onlara mühlet verip azaplarını te'hir ettiğimizden cesaretlendiler. Eğer yakında bizim azabımızı tadarlarsa bu inkârdan vazgeçerler, fakat faydası olmaz. Çünkü; azabı gördükten 4771 sonra ikrar ve imanın faydası olmayacağı ve imanda itibarın gayba olup aynelyakin müşahededen sonra imana itibar olmadığı birçok âyetlerle sabittir.

Fahri Râzi ve Kazî'nin beyanları veçhile bunların vahyin kendilerine gelmesini münasip görmeleri vahyi ve risaleti itikad ettiklerinden değildir. Çünkü; babalarını taklide münhemik ve delilden i'raz etmek âdetleri olduğundan daima şek ve şüphe içinde bulunurlar. Binaenaleyh; Resûlullah'ın risaletini inkâra medar olmak üzere risaletin kendilerine münasip olacağını ileri sürmekten ibarettir.

Bu âyette (لما) lâfzı azabın gelmesi yakın olduğuna işaret içindir. Çünkü; (لما) kelimesi lisan-ı Arapta karîbülvuku' olan makamda isti'mâl olunmak âdettir. Bu azap da yevm-i Bedir'de vâki olmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin emr-i nübüvvette şüphelerine ikinci merrede cevap olmak üzere :

وهاب ) عزيز ك مة رب ن ر عنده خزاٮ ع�أ ٱ ع� ٱ ع" ع� (٩ع� buyuruyor.[Yoksa onlar indinde yâ Ekrem-er Rusûl ! Senin Rabbinin rahmet hazineleri mi var? O

Rabbin ki herkese galip, istediği şeyi istediği kimseye verir, hiç kimse karışamaz.]

2639

Yani; gaflet ve dalâlet deryasına dalmış olan kâfirler gaip bilirler ve Allah'ın hazinelerinin anahtarları kendi yanlarında mı ki vahyin kendilerine münasip olacağını iddia ederler, istediklerine vahyi münasip görüp istemediklerinden almak mı isterler, kendi efkârları üzerine nübüvvete münasip kimseler mi intihab ediyorlar ve nasıl oluyor ki cümle âleme kaahir ve galip ve mülkü melekûtunda bilistiklâl tasarruf eden, şerik ve nazirden münezzeh olan ve istediğine istediği şeyi veren Allah-u Tealâ üzerine nübüvvete bizim büyüklerimiz münasip diyerek hükmederler de senin 4772 münasip olmadığını neden biliyorlar? Halbuki nübüvvet; bir atiyyedir. Allabü Tealâ dilediğine ihsan eder, hiç kimse mani olamaz. Zira; Allah-u Tealâ herkese galiptir, kimseye mağlûp olmaz, dilediğini istediğine verir, hiçbir kimse «Niçin verdin?» diyemez. Çünkü; mülk onundur, keyfemâyeşâ' tasarruf eder, başkası itiraz edemez.

&&&&&

Vacib Tealâ Kureyş'in şüphelerinden üçüncü merrede cevap beyan etmek üzere ;

تق���وا فى ي م ف ن ض وم���ا ب ال ت و و م���� لس ك لهم م ع�أ ع� �‌� ہ� ع� ع� ٱ ٲ ٱ ع� ع� ب�ب ) ع�ال (١٠ٱbuyuruyor.[Yoksa semâvat ve arz ve bunların arasının mülkü onların da istediklerini sevdikleri

kimselere vermek mi isterler? Ve semâvât ve arz kendilerinin olduğunu iddia ediyorlarsa semâvâta çıksınlar, arş-ı â'lâya kadar gitsinler. Alemi tedbir etsinler, hatta vahyi de istediklerine götürsünler.]

Yani; onlar Allah-u Tealâ'nın vahyi gönderdiği zata itiraz edip münasip görmüyorlar. Yoksa âlem-i ulvî olan semâvâtla âlem-i süfli olan arz ve onların arasında olan mevcudata malik ve sahip midirler ki Cenab-ı Hakkın tedbirine karışıyorlar ve Allah'ın işine tahakküm etmek istiyorlar? Eğer bütün âleme malik olduklarını iddia ediyorlarsa arş-ı â'lânın yolları olan semâvâta çıksınlar, istedikleri gibi tedbir etsinler ve risaleti de istediklerine versinler.

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile bu âyette ittika ile murad; onları âciz kılmak ve istihza içindir. Çünkü; hadlerini bilmeyip kendilerinde bir kuvvet ve kudret tasavvur ettiklerinden Cenab-ı Hak onları istihza ve hadlerini bildirmek için «Elinizde birşey varsa haydi, semâya çıkın, beğendiğinizi yapın, elinizden ne gelirse onu işleyin» buyurmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirleri âciz kılmak için kendilerine semâya 4773 çıkmalarını emrettikten sonra âciz olduklarını açıktan heyan etmek üzere :

زاب ) ال ن زو ا هنالك م ع"جن ٱ ع� �# د ع! ع� �# (١١د buyuruyor.[Onlar bulundukları makamda mağlûp ve azıcık bir cemaattırlar.]

Yani; Kureyş kavmi enbiya-yı izam aleyhlerine tecemmu' eden cemaatlardan mağlûp ve gayet az bir cemaattır ki hiçbir şeye kaadir olamazlar. Şu halde nasıl oluyor ki tedbir-i İlâhiye karışır ve risaleti bizim münasip gördüğümüz Resûlumüze münasip görmez ve itiraza cesaret ederler, kendilerini münasip gördükleri mertebeyle münasebetleri olmadığını bilmezler.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile ع�ا) ) lâfzı bu makamda taklü ve kâfirleri tahkir içindir. Yahut kâfirleri istihza ve tehekküm suretiyle ta'zim içindir ki «Sizler kendi zu'munuzca büyük adamlarsınız velâkin mağlûpsunuz» demektir.

2640

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlere azabın taahhurundan tuğyan ettiklerini beyandan sonra enbiya-yı sairenin ümmetlerinin de azapları taahhur ettiğinden tuğyan edip sonra azap nazil olarak helâk olduklarını beyanla Kureyş'i tehdid etmek üzere :

��اد ) ت ال ن ذو ع ��و وع��ا وف م ن له ق ق ��ذب عك ٱ ع ع� �# د "� د ع ع� ع� وثم��ود(١٢ع�زاب ) ال ك ٮ أول��� ك ��� ح���ب ��و وأ م ل ع"وق ٱ �‌ د ع� ع� ع: د�2 (١٣ع ��ل إال إن ك

سل فحق عقاب ) لر (١٤ٱڪذب buyuruyor.[Kureyş'ten evvel Hz. Nûh'un kavmi kemâl-i kuvvet ve kudretleriyle beraber biraderin

Nûh (A.S.) ı tekzib ettiler. Biz Azîmüşşan tufanla cümlesini garkettik ve kezalik Âd kavmi kemâl-i inat ve tekebbürleriyle beraber Hûd (A.S.) i tekzib ettiler. Biz 4774 onları rüzgârla ihlâk ettik. Firavun dünya üzerinde en ziyade kavî ve sabit bir devlet ve saltanat sahibi ulduğu halde Mûsâ (A.S.) ı tekzib etti. Kendini ve askerini deryaya garkettik, Semud kavmi kemâli şiddetleriyle beraber Salih (A.S.) ı tekzib ettiler. Biz onları şiddetli sayhayla ihlâk ettik, kavm-i Lût hudud-u İlâhiyi tecavüzün nihayetine varmışken Lût (A.S.) ı tekzib ettiler. Biz onları memleketlerinin altım üstüne çevirerek üzerlerine taş yağdırmakla ihlâk ettik, ashab-ı Eyke Şuayb (A.S.) ı tekzib ettiler. Biz onları da ihlâk ettik. Ey Nebiyy-i Muhterem ! İşte şu âyette beyan olunan ümmetler tarik-ı haktan ayrılmış olan cemaatlardan bazılarıdır. Bunların küllisi resullerini tekzib ettiler. Binaenaleyh; onlar üzerine azabım vacip oldu ki dünya ve âhiret muazzeplerdir.] Bunların cümlesi Kureyş'ten kuvvetli ve şevketli oldukları halde helâk olunca onlara nispetle pek zayıf, devlet ve .kuvvetten ârî olan Kureyş miskinlerinin helâk olacakları evleviyetle sabit olur. Binaenaleyh; kalb-i nebeviniz müsterih olsun.

Fahri Râzi, Hâzin ve Kazî'nin beyanları veçhile Firavun'un devleti, saltanatı kararlaşmış sabit

olduğundan Firavun'a (تاد ال عذو ٱ ) denilmiştir. Çünkü e v t a d ; vetedin cem'idir. V e t e d ise çakılmış kazık manâsına olduğundan bu makamda çakılmış kazık gibi devleti sabit olduğuna işaret

için (تاد ال عذو ٱ ) denilmiştir. Yahut Firavun gazab ettiği kimseye azap için dört ağaç dikerek o

kimsenin ellerinden ve ayaklarından çiviyle o ağaçlara çaktığından تاد) ال عذو ٱ ) denilmiştir.

Yahut huzurunda eğlenmek için ellerinde değnekler ve iplerle canbazlar oynadıklarından (تاد ال عذو ٱ ) denilmiştir. Yahut askerinin çokluğu nispetinde çadırlara çok çivi lâzım olduğu cihetle

تاد) ال عذو ٱ ) unvanı verilmiştir.Şuayb (A.S.) ın kavmi meşelik mahallerde bulunduklarından onlara ashab-ı Eyke denilmiştir.Hulâsa; kendilerine taraf-ı İlâhiden gönderilen resulleri tekzibeden ümmetler helâk oldukları

gibi Kureyş kavmi de kendilerine 4775 gönderilen Resûlu tekzipte devam ederlerse onların de helâk olacağı şüphesiz demektir.

&&&&&

Vacib Tealâ Kureyş'in küfür ve inatlarında devam ederlerse helâk olacaklarını beyandan sonra helâklerinin az bir zamanda hasıl oluvereceğini beyan etmek üzere :

حد ما لها من فوا ) ح و �.وما ينظر ه�ؤالء إال ص د � د ٲ � د (١٥ع� buyuruyor.

2641

[Ey habibim ! Senin dinini kabulden imtina' eden Kureyş kavmi beklemezler, ancak bir sayha beklerler ki o sayhayla suret-i seriada helâk olurlar. Zira; o sayhada asla karar etmek, durmak olmadığı gibi o sayha gelince dönmek ihtimali de olmaz.] Yani; sayha gelsin de ihlâk etmeksizin geri dönsün, bu ihtimal yoktur.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile f e v a k ; koyunu sağarken memesini bir kere sıkmasıyla ikinci sıkmanın arasında geçen zamana denir. Yahut sağan kimsenin memeyi sıkıp elini çekince memenin ucuna gelmiş olan sütün geri döndüğü zamandır ki azıcık bir tevakkuftan kinayedir. Yani «Onları ihlâk edecek sayha gelince azıcık bir zaman durmaksızın hemen ihlâk eder» demektir ki gazab-ı İlâhi zuhur edince bir nefes alıncaya kadar müsaade olmaz.

S a y h a yla murad; Arap indinde gar etlerde vâki olan sayhalardır. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Kureyş beklemezler, ancak garette vâki olan sayhayı beklerler. Zira; o misilli sayhalarda ölüş olur, dönüş olmaz. Şu halde bunların bir sayhalık işleri vardır. O bir sayha bunların işlerini bitirir.] demektir.

&&&&&Vacib Tealâ müşriklerin Resûlullah'ı tekziplerinin sebebi ilahiyatta, nübüvvette ve emr-i

âhirette şüpheleri olduğunu, o şüphelerinden ulûhiyete ve nübüvvete müteallik olanlarını beyan ve reddettikten sonra âhirete müteallik olan şüphelerini reddetmek üzere : 4776

حساب ) م ل ي نا ق نا قط نا عجل ل ع�وقالوا رب ٱ ع (١٦ع� buyuruyor.[Kâfirler «Ey bizim Rabbimiz ! Yevm-i kıyamet ve rûz-ü hesaptan evvel azaptan

nasibimiz neyse ta'cil et» dediler.]

Yani; kâfirler ahval-i âhireti, nâsın bazısı ashab-ı yemin, bazısı ashab-ı şimal olup herkesin defter-i a'mali eline verileceğini Resûlullah'tan işitince istihza tarikıyla «Yâ Rab ! Âhiretten evvel azaptan nasibimiz neyse ver de görelim, yevm-i kıyamete te'hir etme» demekle azabın yokluğuna hükmettiler. Çünkü; iman etmediklerinden azabın vücudunu itikad etmezlerdi. Binaenaleyh; emr-i

âhireti inkârla Resûlullah'ın risaletini de inkâr ederlerdi. (نا azaptan hissemiz veya defter-i (قطa'malimiz demektir. Buna nazaran manâ-yı nazım: [«Yâ Rabbi ! Yevm-i hesap olan kıyamet gününden evvel defter-i a'malimizi elimize ver de, bakalım, görelim, amelimiz neymiş,, cezası Cennet mi yahut Cehennem midir bilelim» demekle Resûlullah'ı istihzaya cesaret ettiler.]

&&&&&

Vacib Tealâ müşriklerin Resûlullah'a itiraz ve istihzalarından hasıl olan hüznü defetmek üzere :

على ما يقولون ع�ب ع: ٱbuyuruyor.[Sabret yâ Ekrem-er Rusûl ! Onların dediklerine.]

Yani; ey Habib-i Zişanım ! Her ne kadar kâfirler inat ve istikbar ederek senin şanına lâyık olmadık şeyleri isnad ediyorlarsa da sen onların sözlerine sabret ve hezeyanlarına iltifat etme ve yaramaz sözlerinden mahzun olma. Zira; onların şerrinden ben seni muhafaza ediciyim. Binaenaleyh; müsterih olmanız lâzımdır. 4777

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin azabın ta'cilini arzu ettiklerini buyandan sonra günâhın ne derece büyük birşey olduğunu beyan sadedinde Dâvûd (A.S.) ın kıssasına işaret etmek üzere :

2642

ه إن ال د ذا دنا داو ع ك �و ‌Oد �ع ٱ ۥ ع� ع� Hع (١٧ۥ أواب ) ٱ buyuruyor.[Ey Resûl-ü Ekrem ! Kuvvet ve kudret sahibi olan Dâvûd kulumuzun başından geçen

macerayı zikret. Zira; Dâvûd kulumuz herşeyde Allah-u Tealâ'ya rücû' edicidir.]

Beyzâvî'nin beyanı veçhile د) ال ع�ذا ٱ ) kuvvet manâsınadır. Bu makamda k u v v e t le murad; ibadette ve umur-u dinde kuvvettir. Çünkü; Dâvûd (A.S.) bir gün oruç tutup bir gün iftar ederek taata devam ettiği gibi gecenin nısfında teheccüde kalkar, birçok meşakkata tahammül eder, her umurunda rıza-yı İlâhiyi arar ve münasebetsiz şeylerden nefsini muhafaza ederdi.

&&&&&

Vacib Tealâ Dâvûd (A.S.) ın menakıbından bazılarını beyan etmek üzere :

جبال مع��ه نا ا سخ ع�إن ٱ راق ) ع� إ ى و عش�� ن ب ب ع777+ يس�� ع� ٱ ع� ٱ ع" (١٨ۥ ه أوا ) ل شور ك رم لط #�و د ۥ �$# د � ‌ � د ع" ع� (١٩ٱ

buyuruyor.[Biz Azîmüşşan Davud'a dağları muti' ve münkad kıfdık. Binaenaleyh; kuşluk ve akşam

vakti dağlar devam üzere Dâvûd'la beraber teşbih ederlerdi, ona kuşların her nev'ini itaatli kıldık ki kuşlar etrafına toplanır cümlesi beraber teşbih ederlerdi.] Şu halde kuşlardan ve dağlardan herbirerleri Dâvûd (A.S.) ın teşbihi için teşbihe müracaat ederlerdi.ü

Yani; Hz. Davud'un teşbihi onların teşbihine sebep olurdu. Ve 4778 Dâvûd (A.S.) nerede bulunur, teşbihle meşgul olursa orada bulunan dağlar ve kuşlar ona tebaiyet ederek teşbihe devam ederlerdi. Bu âyette Vacib Tealâ Dâvûd (A.S.) ı birkaç veçhile sena buyurmuştur.

B i r i n c i s i : Dâvûd (A.S.) hakkında cemi' sıygasıyla abdimiz buyurmuştur. Çünkü cemi' sıygasıyla abdimiz demek; ta'zîmin nihayesi ve teşrifin gayesidir. İ k i n c i s i : Abdimiz ta'birinde ubudiyetin manâsını Dâvûd (A.S.) a nefsinde lâyıkıyla tatbik ettiğine işaret buyurmasıdır. Çünkü abdiçin ubudiyetin vazifesini nefsinde izhar etmek; en büyük bir meziyettir. Ü ç ü n c ü s ü : Eydi sahibi olduğunu beyan buyurmasıdır. Çünkü bu makamda e y d i ; taatı edaya ve günâhtan kaçınmaya kuvvet ve kudret sahibi demektir. Hatta Resûlullah'ın bir hadisinde «Orucun en ziyade sevgilisi Dâvûd (A.S.) ın orucudur. Zira; bir gün tutar, bir gün yer ve namazın en ziyade sevgilisi Dâvûd (A.S.) ın namazıdır. Zira; gecenin nısfında uykuya varır ve sülüs-ü ahirinde kalkar, namaz kılar, gecenin sülüs-ü ahirinde uyku uyur» buyurduğu mervidir. Şu halde bu hadis-i şerif Dâvûd (A.S.) ın ibadete ziyade mütehammil olduğunu beyan eder. D ö r d ü n c ü s ü : Dâvûd (AS.) ın her

umurunda Cenab-ı Hakka müracaat ettiğini beyan buyurmasıdır. Çünkü; ( #�أوا د ) mübalâğa sıygasıyla herşeyde hakka mütevekkil ve tefviz-i umur ettiğini müş'irdir. B e ş i n c i s i : Dağları ve kuşları Hz. Davud'a müsahhar kıldığını, dağların ve kuşların Dâvûd (A.S.) a inkıyad ederek teşbihe devam etmeleriyle Dâvûd (A.S.) ın muktedabih olduğunu beyan buyurmasıdır. Dağların teşbihinin keyfiyetinde ihtilâf varsa da ekseri müfessirînin Beyanları veçhile o saata mahsus olarak Cenab-ı Hakkın onlarda lisan halkederek onunla teşbih etmeleridir. Çünkü; etle kemikten ibaret olan insanlarda akıl, hayat ve nutuk gibi evsafı halkeden Allah-u Tealâ'nın taşla topraktan ibaret olan dağlarda bu gibi evsafı halketmesi uzak bir.şey değildir. Binaenaleyh dağların ve kuşların teşbihleri; manâ-yı hakîkî ve zahirîsi olan lisanla teşbihtir. Çünkü lisan-ı halle teşbih; her zaman carî olduğundan Dâvûd (A.S.) a tahsiste bir manâ yoktur. Yahut Dâvûd (A.S.) ın sadası gayet güzel ve uzun olduğundan Zebur'u kıraat ettiğinde kuşlar etrafına toplanır, dinlerler ve herbiri türlü avaza başlamakla teşbih ederlerdi. Dâvûd (A.S.) ın sadasından dağlara akseden sada onlar hakkında teşbih idi. Çünkü; her cümlesinde Vacib Tealâ'yı nekaisten tenzih olduğu cihetle dağlardan akseden sada ve kuşların nağamâtı ayn-ı teşbihtir.

2643

&&&&&

Vacib Tealâ Dâvûd (A.S.) ın menakıbından bazılarını beyandan sonra bazı aharı beyan etmek üzere :

كه نا م ع�وشد خطاب ) ع� ل مة وف ح ن�ه ع� وءات ٱ ع: ع ع� ٱ ع� (٢٠ۥ

buyuruyor.[Biz mülk-ü Davud'u kuvvetlendirdik ve ona ilm-i tamla kat'-ı husumâtı verdik.]

Yani; Dâvûd (A.S.) a kemâl-i lûtfumuzdan zahirde mülkünü askerle kuvvetlendirdik ve diğer memleketleri istilâ ile takviye, ahali beynine mehabetini ilkaa ettik. Binaenaleyh; cümle halk onun emrine itaat eder oldular, Davud'un mülkünü biz takviye ettiğimiz gibi ona nübüvvet, kemâl-i ilim, güzel ve muhkem amel ve hakla batıl beynini tefrika kudret-i kâmile verdik.

Fahri Râzi, Kazî, Nisâbûrî ve Ebussuud Efendi'nin beyanlarına nazaran Dâvûd (A.S.) ın hükümetinin takviyesi ve mülkünün kuvvetlenmesi şöyledir : Bir kimse diğer bir kimseden öküzünü gasbettiğini dava etmesi üzerine müddeialeyh olan inkâr eder. Ancak müddeinin şahidi yokmuş. Dâvûd (A.S.) taraf-ı İlâhiden müddeialeyhi katletmesiyle rüyasında üç defa emrolunmuş. Binaenaleyh; Dâvûd (A.S.) müddei aleyhe katlolunmasıyla emrolunduğunu söyleyince müddei beyyinesiz katlolunamayacağını söyler. Dâvûd (A.S.) emr-i ilâhiye itaata mecbur olduğunu ve suret-i kafiyede emr-i İlâhinin infaz olunacağını tekrar anlatır. Müddeialeyh emr-i İlâhiden kurtuluş olmadığını anlayınca hakikati beyan eder ve der ki «Yâ Nebiyallah ! Ben bu öküzü gasbetmedim ve lâkin müddeinin pederini öldürmüştüm. Benim katlime emr-i İlâhinin zuhuru bu hikmete mebni

olsa gerektir» demesi üzerine kısas 4780 tarikıyla katlolunur. Zira; ( اخذؤالمرءم رارهقبا ) =; Kişi ikrarıyla mauâhaze olunur» fahvasına mebni kısas olununca umum Benî İsrail

üzerinde büyük bir te'sir hasıl ederek Dâvûd (A.S.) ın mehabeti herkese dağılır. Hatta herkes mukteziyatı şer'in haricine çıkamaz bir hale gelmiştir. Çünkü; şeriatın haricine çıkarsa Dâvûd (A.S.) bilir de mücazat eder itikadı herkeste yerleştiğinden şeriatın hilafı ma'siyeti irtikâptan sakınmayı herkes kendine çare-i selâmet ve necat saymıştır. Binaenaleyh; hükümet-i Dâvûd kuvvetlendi, herkes Dâvûd (A.S.) ın emri haricinde birşey yapamaz bir hale geldi ki o zamanda dünyada bulunan hükümetlerin en kuvvetlisi Dâvûd (A.S.) ın hükümeti oldu. Zira; ahali yekdiğerine merbut, hükümete emin, adalet yolunda, asayiş ve intizam mükemmeldi. Hatta kürsi-i Dâvûd (A.S.) ı pek çok kişinin beklediği mervidir. Dâvûd (A.S.) a hikmet-i ilmiye, dünya ve âhirete müteallik hikmet-i ameliye verilip hikmet i'ta olunan kimseye hayr-ı kesir verilmiş olduğundan cümle hayrat Dâvûd (A.S.) a i'ta olunmuş demektir.

Bu âyette beyan olunduğu veçhile Dâvûd (A.S.) a nutk-u beliğ ve adaletle hükm-ü sahih verilmiştir. Çünkü ecsam-ı âlem; üçe münkasemdir : B i r i n c i s i : Cemadat ki ilimden hâlidir. İ k i n c i s i : Hayvanat-ı saire ki idraki varsa da kalbinde olan şeyi ifadeye kaadir değildir. Binaenaleyh; kemalâttan nasibi yoktur. Ü ç ü n c ü s ü : İnsan ki idraki olmakla beraber kalbine gelen manâyı başkalarına ifadeye kaadirdir. Ancak bu kudrette bulunan insanlar da birbirinden farklıdır. Bazısı suret-i muntazamada söz söylemeye, kendi hukukunu müdafaya ve gayrın hukukunu muhafazaya kaadirdir, bazısı da söz söylerse de intizamına riâyet edemediği gibi hukukunu müdafa da edemez. Dâvûd (A.S.) ise güzel söz söylemeye, manâsını zapta, belagat ve talâkat-ı lisanla ifade-i meram, nâs beyninde adaletle hükmetmeye ve muhafaza-i hukuka muktedir olduğunu beyan etmek üzere Cenab-ı Hak fasl-ı hitap verdiğini beyanla bu âyette sena buyurmuştur. Çünkü f a s l – ı h i t a p ; hakla batıl beynini tefrik eder gayet açık hiç şüphesiz maksuda delâlet eder kısa bir kelâmdır ki mealini herkes anlayabilir. 4781

&&&&&

2644

Vacib Tealâ Dâvûd (A.S.) ın bazı senasını beyandan sonra itikadında zaaf olan kimselerin hatırına gelen vehmi kaldırmak için iki hasmın huzur-u Davud'a imtihan suretiyle geldiklerini beyan etmek üzere :

راب ) م وروا تس������ م إ خ ������ؤا ������ك نب ع"وه أتٮ ع� ٱ Hع ع: ع� ٱ (٢١ع� عH إ د ففزع م �دخلواعلىداو ع�‌ ہ� ع' ۥ

buyuruyor.[Yâ Ekrem-er Rusûl ! Muhakkak sana hasmın haberi geldi. Zikret iki hasmın duvardan

mihrab-ı Davud'a çıktıkları zaman ki o zamanda onlar duvardan Dâvûd (A.S.) üzerine girdiıer. Binaenaleyh; Dâvûd (A.S.) da onlardan korktu.]

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyette i s t i f h a m ; zikrolunacak haberin şanının büyüklüğüne ve kemâl-i dikkatla dinlemeye şayan olduğuna tenbih içindir. H a s m ı n h a b e r i yle murad; hasımların muhakemelerinin haberi demektir. Dâvûd (A.S.) üzerine âdetin hilafı olarak duvar yarılarak girdiklerinden korkmuştur. Çünkü; Dâvûd (A.S.) zamanını dörde taksim etmişti ki bir gün ibadet eder, bir gün fasl-ı hukuk ve hükm-ü kaza eyler, bir gün hususat-ı beytiyeyle ve bir gün de ahaliye vaaz u nasihatla meşgul olurdu. İbadet günü halvetteyken, bekçiler kapıda içeriye kimseyi koymadıkları bir zamanda ansızın duvar yarılarak onların, me'mûlün hilafı girivermeleri Dâvûd (A.S.) ı korkutmuştur. Şu halde manâ-yı nazım: [Ey habibim ! Dâvûd (A.S.) halvetteyken âdetin hilafı duvardan iki hasmın muhakeme için Dâvûd üzerine ansızın girdiklerinin haberi sana geldi. Binaenaleyh; sen o zamanı hatırına getir ve tezekkür et ki ne garip bir kıssadır. Adetin hilafı geldiklerinden dolayı Dâvûd (A.S.) onlardan korktu.] demektir.

&&&&&Vacib Tealâ Dâvûd (A.S.) ın korktuğunu hasımları bilince âki olan sözlerini beyan etmek

üzere : 4782

��ا نن كم ب ف نا على ب ض�� مان بغى ب ع�ق��الوا ال تخ خ ع" ٱ J� د Kع ع� ع: ع=‌� ط ) لصر دنا إلى سواء ط و حق وال ت ٲب ٱ ع! ٱ ع2 ع+ ع� (٢٢ٱbuyuruyor.[Duvar yarılarak içeriye giren iki hasım Hz. Davud'a dediler ki «Korkma bizden. Zira; biz

iki hasmız ki bazımız bazımıza zulmetti. Şu halde bizim beynimizde hakla hükmet ve batıla meyletme, bize doğru yolu göster.».]

Yani; o iki hasmın âdetin hilafı duvardan girmeleri Dâvûd (A.S.) a korku verince onlar Dâvûd (A.S.) a hitaben «Sen korkma bizden. Zira; biz sana suikasd için gelmedik. Belki iki hasmız, muhakeme için geldik. Çünkü; bazımız bazımıza zulmetti. Binaenaleyh; sen bizim beynimizde adaletle hükmet, adaletin haricine çıkma, doğru yol neyse onu bize göster, herkes hakkına razı olsun» dediler.

Dâvûd (A.S.) mihrabında ibadetle meşgul olduğu esnada kimse yanına giremez, bekçiler kapıda bekler, hiç kimseye müsaade etmezlerken bu iki melek, iki insan suretinde kapıya gelerek müsaade isteyip bekçiler müsaade etmeyince duvara çıkarak içeriye girmeleri üzerine Dâvûd (A.S.) a arız olan korkuyu izale için muhakeme maksadına mebni geldiklerini beyan etmişlerdir.

&&&&&

Vacib Tealâ huzur-u Davud'a hasımların geldiğini beyandan sonra davalarını tasvir ettiklerini beyan etmek üzere :

2645

ح����د فق����ال ج و ج ولى ن عون ن وت ت ذاأخى له إن ه�����# د ٲ # د ع� � د ع� ع� T# د Uع ۥ خطاب ) نى فى ا وعز ني ف ع�أ ٱ ہ� ع� (٢٣ع buyuruyor.[Hasımlardan birisi Hz. Davud'a hitaben söze başlayarak «Şu benim mümin

biraderimdir. Kendisinin doksan dokuz haremi 4783 vardır. Benim de bir tane haremim vardır, bana, sen o bir haremi de bana ver» dedi ve sözüyle bana galebe etti. Zira; benden fasihtir.]

Yani; iki insan suretinde gelen melekler Dâvûd (A.S.) a arız olan korkuyu izale ve kalb-i nebevilerini teskinden sonra davalarını tasvir ve birinin öbürüne zulmetmek istediğini beyana başladılar, içlerinden birisi diğerine işaret ederek «Şu benim dinde kardeşim ve tarik-ı sülükte meslektaşımdır. Bunun doksan dokuz tane hatunu vardır, benim ise bir tanedir. Bana o bir hatunu kendine vermemi teklif ediyor, diyor ki (O bir hatunu da bana ver, ona da ben kefil olayım. Benim zevcem yüz olsun, senin hiç olmasın) dedi. Böyle demekle beraber birtakım delâille bana galebe etti. Zira; kelâmda ben müdafaaya kaadir değilim ve muharebeye iktidarım yoktur. Çünkü ben âciz bir kimseyim» demekle davayı tasvir etti.

ا) ني ہ�ف ع� ع ) beni o bire de malik kıl, yahut ben taht-ı nikâhımda olanlara kefil olduğum gibi buna da kefil kıl demektir. Yahut k e f i l ; nasip manâsınadır ki «Bu biri de benim nasibim kıl» demektir.

&&&&&

Vacib Tealâ hasımların davayı tasvirlerini beyandan sonra Dâvûd (A.S.) ın kemâl-i taaccüple söylediği sözü beyan etmek üzere :

ا من ��ي ��ك إلى نع��اجه وإن كث جت ��قال لق ظلمك بسؤال ن د � ۦ‌ ع� ع� ��وا وعمل��وا ذين ءامن ل ض إال ض�� على ب غى ب ٱخلط��اء لي ع� ع� �ہ ع� ع� ع� ٱ�لص�لح�ت وقلي ما ه ع�‌ �# د ٱ

buyuruyor.[Dâvûd (A.S.) hasımlara hitaben «Senin hatununu kendi hatunlarına ilhak etmeyi

istemesiyle Allah hakkı için o adam sana zulmetti, şürekâdan çokları mallarını birbirine karıştırmakla bazısı bazısına zulmeder, illâ şu kimseler ki onlar iman ettiler ve amel-i salih işlediler. Onlar zulmetmezler, fakat imanla ve amel-i salihle meşgul olanlar bu dünyada azdan azdır ve enderdir» demekle esefini izhar etti.] Dâvûd (A.S.) doksan dokuza bir tane 4784 hatunun zammını istemesiyle zulmettiğini beyanla beraber ihtilât eden insanlardan çoklarının bu halde olduğunu dahî beyan etmiştir. Ancak Allah'ın vahdaniyetine lâyıkıyla iman, evamir ve nevâhîye imtisal eden ve bilhassa hukuk-u ibada riâyetle amel-i şalin işleyenler bu gibi zulüm ve taaddîye cesaret etmezler ve bu misilli salih kimseler de azdır dedi.

( يلماهملقو ) iyi kimselerin gaayet azlığını te'kid için azlıktan kinaye olan (ما) lâfzını irad etmiştir. Dâvûd (A.S.) ın bu hükmü diğer hasmın kirarından sonradır. Yahut müddeialeyh söylemem işse de sükûtu ikrar olmasına binaen zulme nispet ederek hükmetmiştir. Yahut «Eğer senin dediğin gibiyse sana zulmetti» demektir

&&&&&

Vacib Tealâ Dâvûd (A.S.) ın hükmünü beyandan sonra vâki olan ahvali beyan etmek üzere :

2646

���اب ) وظن داو اوأن راك ه وخر فررب ت ه ف ���� م���ا فتن ��د أن د ۥ ع1 ع� ٱ (٢٤ۥ نا له ۥفغف ا ) ع� ن م� فى وح عندنا لز وإن له ل ��ذ د ع� ع� ۥ ہ ‌� (٢٥ٲ

buyuruyor.[O vakitte zannetti Dâvûd ki biz unu müptelâ kıldık. Binaenaleyh; derhal Rabbisine

istiğfar etti, rükûa vardı ve dergâh-ı ulûhiyete rucû' etti. Biz de ondan sadır olan zelleyi afla mağfiret ettik. Zira; Dâvûd için bizim indimizde kurbiyet ve hüsn-ü merci' vardır.]

Yani; Dâvûd (A.S.) hükmü verince melekler birbirine bakarak bu hüküm hakimin kendi aleyhinedir derler ve kaybolurlar. Dâvûd (A.S.) iki tarafına nazar eder, görür ki, ansızın kaybolmuşlar. İşte o zaman bildi ki Dâvûd (A.S.) biz onu müptelâ kıldık ve imtihan muamelesi yaptık. Derhal sadır olan zelleden Rabbisine istiğfarla rükû'a vardı ve münacatla dergâh-ı ulûhiyete rücû' etti. Biz de onu mağfiret ettik. Zira; Dâvûd için bizim indimizde büyük mertebe ve gayet kurbiyet vardır. 4785

Bu âyeti tilâvetle Şafiî indinde secde lâzım gelmez, amma İmam-ı A'zam indinde tilâvetle secde lâzımdır ve rükû'un secde makamına kaim olacağı bu âyetle istidlal olunmuştur. Bu âyeti tilâvet edince Resûlullah'ın secde ettiği mervidir.

Bu âyetin delâleti veçhile Dâvûd (A.S.) (Urya) denilen kimsenin hıtbe ettiği hatuna hıtbe ederek nikâhlandığından (Urya) nın me'yus olması üzerine şu hıtbe üzerine hıtbenin zelle olduğuna tenbih için iki hasım suretinde Vacib.Tealâ melekleri gönderir, tenbih eder ve Dâvûd (A.S.) da hakikati anlar. Binaenaleyh; Cenab-ı Hak'tan zellesinin affını istirham ettiğini Vacib Tealâ bu âyetle beyan buyurmuştur.

Dâvûd (A.S.) dan sudur eden zellenin sebebi: ikidir: B i r i n c i s i : Hıtbe üzerine hıtbe etmesidir. İ k i n c i s i : Doksan dokuz haremi mevcutken yüzüncü birini dahî istemesidir. Dâvûd (A.S.) dan vâki olan zelle hakkında birçok rivayetler varsa da mu'tenıed olan rivayet budur. Çünkü

âyette (خطاب نى فى ع�وعز ٱ ) nazmında zellenin hıtbede olduğunu ima ettiği cihetle bu rivayeti te'yid eder. Amma (Urya) hakkında vâki olan rivayetler aklen ve naklen sahih değildir. Binaenaleyh; iftira, bühtan ve yalandan ibarettir.

Bazıları da zelleyi Dâvûd (A.S.) zamanında mevcut bir âdet üzere tasvir etmişlerdir, şöyle ki : Benî İsrail'den bir kimsenin diğerine kendine nikahlanmak üzere haremini terketmesini rica ve teklif etmek adetmiş. Binaenaleyh; bu teklif nâs arasında âdet olduğundan herkes çok görmez, hatta kabul edip terkedenler de olurmuş. İşte nâs beyninde carî olan şu âdete binaen Dâvûd (A.S.) da Benî İsrail'den bir kimseye böyle bir teklifte bulunması üzerine Vacib Tealâ muhakeme suretiyle iki melek göndererek Dâvûd (A.S.) a tenbih buyurmuştur. Gerçi bu âdet nâs arasında carî ise de mansıb-ı nübüvvete bu misilli teklif ve âdet-i hasiseye ittibâ' etmek münasip görülmemiştir. Çünkü;

( االبرارشي ت حسنا ال ئ ربينقات ) dir.Âyette bu rivayete işaret de vardır. Çünkü âyette iki hasımdan birisi «Kendinin doksan dokuz

hatunu varken benim bir hatunum 4786 var. Bana o bir hatunu da kendinin kefil olmasını ve taht-ı kefaletine almasını ister» demek aynı rivayeti te'yid etmektedir.

&&&&&

Vacib Tealâ Dâvûd (A.S.) dan vâki olan zelleyi ve Dâvûd (A.S.) ın derhal tevbesini kabul buyurduğunu beyandan sonra tevbenin kemal-i ihlâs ve samimiyet üzere olduğundan hil'at-ı hilâfetle Dâvûd (A.S.) ı mesrur ve müşerref buyurduğunu beyan etmek ve lutf u keremini Dâvûd (A.S.) üzerine izharla nida ederek :

داو اس ي���� لن ن كم ب ض ف ال ك خليف فى ن���� ا جع ٱد إن ع� ع" ٱ ع� ٱ � د ع� ۥ ك عن سبيل هوى فيضل بع حق وال تت ٱب ع� ٱ ع� �للهٱ ‌

2647

buyuruyor.[Ey Dâvûd ! Biz seni yeryüzünde halife kıldık Hilâfet sana teveccüh edince sen nâs

beyninde adaletle hükmet. Sen arzu-yu nefsine tâbi olma ki seni doğru yoldan çıkarmasın.]

Yani; yâ Dâvûd ! Biz Azîmüşşan senin ihlâsla istiğfarından sonra sana arız olan halât-ı beşeriyeyi kaldırdık ve seni yeryüzüne halife kıldık. Binaenaleyh; bizim tarafımızdan sen niyabet et. Çünkü; yeryüzü mahall-i fesad ve envâ'-ı fitne ve fesatla dolu olduğu cihetle nizam ve intizam bir halifenin vücuduna muhtaçtır. İşte şu ihtiyaca binaen biz seni halife kıldık ki nâs arasında adaletle hükmedesin ve nâs sayende sayebân olsun, adaletinden kalpleri rahat bulsun, hükümde ve fasl-ı hukukta hava ve hevesine ittibâ' etme, umum hükmünde kitabullaha rücû' et, muhalefet etme ki doğru yoldan çıkmayasın. Eğer biz nehyettikten sonra nefsinin havasına ittibâ' edersen o ittibâ'ınseni doğru yoldan çıkarır.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile insanlar bittabi' medenî olduğu cihetle adaletle hükme ihtiyaç zaruridir. Zira; insan kendi başına maişetini te'min edemez. Ancak muntazam bir kasaba mevcut olup o kasabada insanlar taksim-i a'mâl kaidesine riâyetle herbiri bir san'atla meşgul olarak bir ihtiyacın defini ihtiyar ve o cihetle 4787 taayyüşünü te'min eder, cümle efradın sanayii o cemaatın mesalihini intizamına koymak suretiyle yaşanabileceğinden elbette insanlar cemiyetle yaşamak zaruretindedir.

Bir mahalde içtimâ' eden birçok cemaat beyninde münazaât, muhasamat, yekdiğerinin hukukuna tecavüz ve zulm ü udvan zaruri olduğundan şu münazatı kat'edip zulm ü adaveti kaldıracak kaahir ve cümleye kendini tanıttırmış emri nafiz bir reis-i hükümet elbette lâzımdır. Binaenaleyh; mesalih-i âlemin intizam-ı tam tahtında cereyanı ancak siyasete vakıf bir reis-i kaahir ve kaadirle olabileceğinde şüphe yoktur. Eğer bu adam adaletle hükmeder, işini ve sözünü şeriata tatbik ederse mesalih-i âlem muntazam olacağı gibi hayrat kapıları açılır, maişette vüs'at hasıl olur. Binaenaleyh; aharın hukukuna tecavüze hacet kalmaz. Amma o reis-i hükümetin hükmü hava ve hevesine tâbi olur, şeriata temas etmezse âlemin tahribine sebep olur. Zira zulümle hüküm; âlemin harabına bâdî olduğu gibi nâs beyninde here ü merci mucip olarak rızık kapıları kapanır, nâsın maişeti daralır ve akıbet zulüm o mülkün harabına sebeb-i müstakil olur. Binaenaleyh; şu hikmete binaen Cenab-ı Hak kütüb-ü semaviyenin cümlesinde adaletle emretmiştir. İşte; şu içinde bulunduğumuz zamanda memalik-i İslâmiyede vâki olan here ü merc ve hükümât-ı Hıristiyaniyenin ittifakıyla memalik-i İslâmiyeyi yer yer istilâları ve her an tezayüd eden kaht u galâ, dîk-ı maişet, nâsta olan zili ü meskenet ve sair rahatsızlıkların cümlesinin esbabı rical-ı hükümetin cehaleti, hava ve heveslerine tebaiyetleri, zulm ü taaddînin teammüm etmesi, erbab-ı umurun şeriatın ahkâmıyla amel etmemesi, zamane süfehasının terakkiyâtı küfriyatta ve medeniyeti süflîyatta aramalarından mütevellittir, bu ahval te'siriyle memleketler zîr ü zeber olup gidiyor da halâ ayılmak ve mütenebbih olmak da yoktur.

( يامعين ااصلحهم واصلحناالله مين )

&&&&&

Vacib Tealâ havaya ittibâ'ın dalâle sebep olacağını beyandan sonra dalâlin akıbetinde olacak vehameti beyan etmek üzere : 4788

وا لله له عذا شدي بما نس�� ون عن سبيل ذين يضل ل ہ�إن ن �# د ع� ٱ ٱ حساب ) م ع�ي ٱ (٢٦عbuyuruyor.[Şol kimseler ki onlar tarik-ı İlâhiden çıktılar. Onlar için hesap gününü uluttuklarından

dolayı şiddetli azap vardır.]

Yani; yâ Dâvûd ! Sen hava-yı nefsine tâbi olma ki tarik-ı haktan çıkmayasın. Zira; tarik-ı haktan çıkanlar için şiddetli azap vardır. Çünkü; yevm-i âhireti unuttukları için herşeye cesaret edip

2648

hill ü hürmeti aramadıklarından dünya ve âhirette azaba müstehaklardır. Şu halde insanlar hava ve heveslerine ittibâ' etmesinler ki doğru yoldan çıkıp azaba müstehak olmasınlar.

Bu âyet-i celile; havaya ittibâ'dan nehyin illeti ve ittibâ'dan neş'et eden vehanaeti beyanla nehyin hikmetini ilân etmiştir. Âyette adaletle hükümle emir ve havaya ittibâ'dan nehiy; her ne kadar Dâvûd (A.S.) a ise de bizim için de amel vaciptir. Çünkü; bizden evvel geçen enbiyanın şeriatını Allah-u Tealâ bize Kur'an'da hikâye ederse mensuh olmadıkça bizim için o hüküm ayn-ı şeriattır. Binaenaleyh; Dâvûd (A.S.) a emr ü nehiy bize de ayn-ı emr ü nehiydir.

Yevm-i âhireti unutmamak hakka ittibâ'a ve havaya muhalefete sebep olduğuna işaret için tarik-ı haktan çıkanlara azab-ı şedidin sebebi âhireti unutmaları olduğunu beyan buyurmuştur. Şu halde âhireti hatırda tutmak insanlar için bir mürşid'i kâmil demektir. Çünkü; âhiret hatırda oldukça insan fena işe cür'et edemez. Zira; cür'et ederse ceza göreceğini bilir.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin yevm-i hesabı unuttukları cihetle azab-ı şedide müstehak olduklarını beyandan sonra yevm-i hesap mevcut olacağından unutulacak bir gün olmadığını ispat etmek üzere :

��ك ظن ل م��ا ب���طال� ذ ن ض وم��ا ب ال ماء و لس�� ��ا ن ٲوم��ا خل �‌�� د ہ� ع� ع� ٱ ٱ ع. ار ) لن ذين كفروا من ل ذين كفرو فو ل ٱل Q# د �ع � ا�‌ (٢٧ٱbuyuruyor. 4789[Gökleri, yeri ve onların arasında olan mevcudatı biz batıl olarak halketmedik. Amma

şu batıl olarak halkolunduğunu zannetmek kâfirlerin zannıdır. Binaenaleyh helâk-i azîm; şu zann-ı fasid ve itikad-ı batıl üzere bulunan kâfirler içindir ve onlar Cehennem'in en derin mahallinde bulunacaklardır.]

Yani; ölüleri neden ihyâ edip ceza vermeyelim, onların dünyada işledikleri amellerini neden hesab etmeyelim? Elbette hesab edip herkesin cezasını vereceğiz. Zira; biz gökleri, göklerde bulunan mevcudatı, yerleri, yerlerde bulunan mevcudatı ve onların arasında bulunan mahlûkatı abes ve batıl olarak halketmedik ki ölmüş kimseleri ihyâ etmek batıl ve abes olsun, abes olamaz. Çünkü; her birerlerini birçok hikmet ve maslahatı mutazammın olarak halkettik. Zira; abes halketmek bizim şan-ı ulûhiyetimize lâyık olamaz. İşte şu butlan üzere halkolunduğunu iddia etmek imandan i'raz eden kâfirlerin zannıdır ve bu zann-ı fasidleri sebebiyle envâ'-ı azaba müstehak olmuşlardır. Bu âlemin halkolunmasındaki hikmet; insanları öldükten sonra diriltmek ve mümin-i kâmile güzel ceza, kâfire ise çirkin ceza vermektir.

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile bu âyet; haşra delâlet eder. Zira Vacib Tealâ'nın insanları halketmesi; ya mücerret menfaat için, yahut mücerret onları ızrar için veya menfaat ve mazarrattan hâlî abestir. Mücerret ızrar için halketmek; batıldır. Çünkü; Vacib Tealâ Rahimdir. Rahîm olan zat-ı ulûhiyete mücerret ızrar için halketmek lâyık olamaz. Kezalik abes olarak halketmek dahî batıldır. Zira; Vacib Tealâ abesle iştigalden münezzehtir. Şu halde insanları halketmek mücerret menfaat içindir. Lâkin o menfaat; halkeden Halikın emrine imtisal ve nehyinden içtinab etmek şartıyla meşruttur. Yoksa hiçbirisine riayet etmeyen muattal bir kimsenin o menfaattan istifade etmesi lâzım gelmez. Bu menfaat, menfaat-ı uhreviyedir, 'dünyeviye değildir. Zira menfaat-ı dünyeviye; gayet az ve seriüzzeval olduğundan menfaat denilmeye değmez, itibardan sakıt olup kıymeti yoktur. Şu halde âlemin hilkati abes değil menfaati mutazammın olup menfaat da menfaat-ı uhreviye olunca âlemin hilkati âhirete delâlet ettiği cihetle bu âyet âhirete ve insanların haşrına delâlet eder. Zira; haşrolmayınca 4790 insanlar o menfaattan intifa' edemezler. Binaenaleyh; haşrın vücudu lâzımdır ki herkes amelinin cezasını görsün.

&&&&&

Vacib Tealâ âhiretin vücuduna ikinci delili beyan etmek üzere :

2649

دين فى س�� م لص�لح���ت ك ذين ءامنوا وعملوا ل عل ن ع=أ ع� ٱ ٱ ٱ ع) ع� فجار ) قين ك مت عل ن ض أ ع�ال ٱ ع� ٱ ع) ع� ع� (٢٨ٱbuyuruyor.[Yoksa biz müminleri ve amel-i salihle amel edenleri arzı ifsad edenler gibi kılar mıyız

veyahut müttekileri kâfirler gibi kılar mıyız?.]

Yani; iman eden müminleri ve amel-i salih işleyen âmilleri envâ'-ı fısk u fücurla yeryüzünü ifsad eden müfsitler gibi mı kılarız? Elbette müfsitler müminler gibi kılınmaz, kezalik evamire imtisal ve nevâhîden içtinab eden müttekiler kâfirler gibi kılınmaz. Zira bunları müsavi kılmak; adalete münafidir. Çünkü; müfsitleri kemâl-i cehalet, belâhet ve tıynetlerinin habasetiyle beraber tıynet-i tahire sahipleri olan salihlere müsavi zannetmek kadar cehalet ve hamakat olamaz. Şu halde iyilerle kötüler müsavi olamayınca iyilerin iyi ve kötülerin de kötü cezasını görmeleri akla ve hikmete muvafıktır. Zira; şu iki sınıf müsavi olsa ibadetle kabahatin müsavi olması lâzım gelir. Bu ise ednâ aklı olanların indinde bile batıldır. Binaenaleyh; iyiler kötülerden ayrılacak, herkes amelinin cezasını görecek bir gün lâzımdır ki o gün de yevm-i âhiret ve yevm-i cezadır. İşte o günde mümin-i salihler â'lâ-yı illiyyîne refi', kâfir ve facirler ise esfel-i safilîne reddolunacaklardır. Bu cihetle adalet-i İlâhiye o günde tecelli edecek ki iyilerin kadri terfi', kötülerin kadri tenzil olunsun. Zira; fırka-i ûlâ nazar-ı İlâhide rütbc-i bâlâ ashabındandır. Fırka-i saniye ise dereke-i sefalete tenezzül etmiş bir takım hazele-i süfehadandır. Binaenaleyh; iki fırkanın müsavi olamayacağı tabiidir.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile âyette istifhamlar iki fırka 4791 beyninde müsavatı inkâr içindir. Müminlerle kâfirler beyninde müsavat olamayacağı gibi müminlerden salih olanlarla facir olanların dahî müsavi olamayacakları beyan olunmuştur. İ t t i k a ; bilcümle muharremattan içtinapla evamire imtisal etmektir.

&&&&&

Vacib Tealâ Dâvûd (A.S.) ın kıssasını beyandan sonra alâsebililvaaz habibine hitab etmek üzere : ��وا ر أول ��ذك روا ءاي���ته وليت ��دب ي ك مب���ر ل ن�ه إل ۦكت�ب أنز # د ع� ع�

ب�ب ) ع�ال (٢٩ٱ buyuruyor.[Yâ Ekrem-er Rusûl ! Kur'an bir büyük kitaptır, biz onu sana inzal ettik. Sana inzalin

hikmeti; onun âyetlerini düşünmek ve akıl sahiplerinin manâsını tezekkür etmeleridir.] Zira; o kitapta hayr-ı kesir olduğundan erbab-ı ukulün onun manîsini düşünüp muktezasıyla amel etmeleri ve o hayr-ı kesirden müstefid olmaları matluptur.

Kur'an'ın azamet-i şanına işaret içm k i t a p lâfzı nekre olarak varid olmuştur. Zira; kitaptaki t e n v i n ta'zime delâlet ettiğinden nekre olarak varid olması azamet-i şanına delâlet ettiği gibi Vacib Tealâ'nın inzalini kendi zatına nispet buyurması dahi delâlet eder. M ü b a r e k ; hayr-ı kesir manâsına olduğundan Kur'an'ı hayr-ı kesiri mutazammın olduğu dahî beyan olunmuştur. Çünkü Kur'an-ı Azîmüşşan; kütüb-ü sabıkanın fevaidini cami, evvelin ve âhirinin ahkâmını hâmil, menafi-i diniye ve dünyeviye zerine müştemil olduğundan ö kitapla amel eden insanların saadetine kâfildir. Binaenaleyh; o kitaba yoluyla yapışan her saadete nail olur. İşte bizim o kitabı sana inzalimiz; âyetlerinin üslûbunda ve kelimatının hüsn-ü intizamında erbab-ı tefekkür teemmül etsinler, akl-ı selim sahipleri manâsını düşünsünler ve mucibiyle amel eylesinler içindir.

Bu âyette kâfirlerin tefekkürden hâlî ve akıldan ârî olduklarına 4792 işaret vardır. Çünkü; teemmül etselerdi iman ederlerdi. İman etmemeleri; akl-ı selim sahibi olmadıklarına delâlet eder.

&&&&&

2650

Vacib Tealâ Dâvûd (A.S.) a vâki olan lutf u kereminden bazılarını beyandan sonra Dâvûd (A.S.) a pek büyük ihsan-ı İlâhı olan Süleyman (A.S.) ın bazı ahvalini beyan etmek üzere :

نا لداو ه ع�ووه ع إن م ن م� �د سل ‌Oہ Sع ع� ٱ ع� ہ�‌� ع� (٣٠ۥ أواب ) ۥ buyuruyor.[Biz Davud'a Süleyman'ı verdik. Ne güzel kuldur Süleyman. Zira; her umurunda bize

rücû' edicidir.]

Yani; biz hilâfet hil'âtıyla Dâyûd (A.S.) a ikram ettikten sonra Süleyman'ı ona verdik. Süleyman (A.S.) pederine varis olarak mülkünü, hilâfetini, ismini, merasim-i dinini ve milletini muhafaza edici ne güzel bir kulumuzdur. Zira; her halinde, cümle umurunda ve cemi-i evkaatında bize müracaatla tefviz-i umur edicidir. Binaenaleyh; bizim indimizde makbul ve huzurumuzda mükerremdir.

İnsan için her umurunda Cenab-ı Hakka tefviz-i umur etmek pek büyük bir meziyet olduğuna bu âyet delâlet eder. Çünkü; Cenab-ı Hakka işini ısmarlamakta insanın kendi aczini itiraf olduğu gibi Cenab-ı Hakkın azametini de ikrar olduğundan Hakka tefviz-i umur etmek en büyük bir ibadettir.

&&&&&

Vacib Tealâ Süleyman (A.S.) ı Dâvûd (A.S.) a ihsan ettiğini beyandan sonra Süleyman (A.S.) ın menakıbını beyan etmek üzere:

جياد ) لص�فن�ت عشى ه ب عرض عل ع�إ ٱ ٱ ع� ٱ ع� H٣١ع) buyuruyor.[Zikret ey habibim ! Şol zamanı ki o zamanda Süleyman (A.S.) 4793 üzerine ikindi

vaktinden sonra üç ayağı üzerinde durur ve gayet güzel yürür atlar arzolundu.]

Fahri Râzi ve Kazî'nin beyanları veçhile Süleyman (A.S.) vâki plan bir gazasında bin adet at iğtinam etmiş. Bir gün muharebe esbap ve âlâtını teftiş ve edevat-ı sairesini hazırlamakla meşgul olduğu ve askerini muayene ettiği bir zamanda âlât-ı muharebenin en kuvvetlisi olan atların da muayene olunmasını emreder, fakat emrettiği zaman ikindi vaktine tesadüf eder. Atları birer birer muayeneden geçirirken gaflet olunur, ikindi namazının vakti fevt olur.

S â f i n ; bir ayağının üzerine döner demektir. Feres cinsinde bir ayağının üzerine dönmek evsaf-ı memduhadandır. Çünkü: muharebe esnasında ata binen bir kimsenin atını bir ayağı üzerine döndürmesi icab eder. Zira; istediği zaman matlub veçhüzere dönerse düşmandan kurtulabilir, yoksa düşman eline geçer, esir olur. Süleyman (A.S.) üzerine arzolunan atların evsafından birisi de gayet seri yürümeleriydi. Çünkü atın evsaf-ı memduhasından birisi de seriüsseyr olmaktır. Atlar ayak üzere durduklarında üç ayaklarının üzerinde dururlar, dördüncü ayaklarının ucuna basarardı. Cenab-ı Hak Süleyman (A.S.) a arzolunan atları şu beyan olunan sevsafla sena buyurmuştur ki atlarda bu evsaf memduh olup bu evsaf da ekseriya Arap atlarında bulunur.

&&&&&

Vacib Tealâ Hz. Süleyman'a atlar arzolunduğu zamanda carî an ahvali beyan etmek üzere :

���وار ى ت ى حت ر رب ر عن ذ خ ت حب ب ى أ ع�فق���ال إن ع ع� ع� ٱ ع� ع" حجاب ) ع�ب ناق )(٣٢ٱ ال وق و لس ا ب فطفق م ع� ردوها عل ٱ ٱ Wہ ن Uع (٣٣ہ$ى‌�

buyuruyor.[Atların arzolunması üzerine Süleyman (A.S.) «Ben atlara hayra muhabbet eder gibi

muhabbet ettim, Rabbimin zikrinden 4794 meşgul oldum. Hatta güneş kayboldu. Reddedin

2651

atları bana» dedikten sonra Süleyman (A.S.) atlara yaklaştı, ayaklarını ve boyunlarını kesti, fukaraya tasadduk etti.] Çünkü; onların şeriatında atın etini yemekte kerahet yoktu.

Yani; Süleyman (A.S.) (Dımışk-ı Şam) ve (Nusaybin) cihetlerine gaza etmek murad ettiği vakitte öğle vaktine mahsus olan ibadetini edadan sonra kürsüsü üzerine oturarak âlât-ı harbi gözden geçirirken nöbet atlara geldiği zaman ikindi ibadetinin zamanı olup atların geçit resmi icra olununcaya kadar ibadetin zamanı fevt olduğunu tezekkür edince kemâl-i esefinden nefsini levmetmek üzere «Ben atlara hayra muhabbet eder gibi muhabbet ettim. Binaenaleyh; atlar beni zikrullahtan meşgul ettiler. Atların muhabbetini ihtiyar ettim. Hatta güneş kayboldu. Döndürün atları, bana verin» dedi. Atlar yakın gelince vâki olan noksanı tedarike başladı. Kılıcını kınından sıyırdı. Zikr-i İlâhiyi unutturan atların ayaklarını ve boyunlarını kesti. Çünkü maksadı; bilkülliye atların muhabbetini kalbinden çıkarmak ve rıza-yı İlâhiyi taleb için fevt olan evradına kefaret olarak tasadduk etmekti.

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile Hz. Ali'den varid olan rivayete nazaran ikindi ibadeti fevtolunca Süleyman (A.S.) güneşe müekkel olan meleklere emretti. Meleklere vaki olan vahy-i İlâhi ve izn-i subhâniyle melekler güneşi geri döndürdüler. Süleyman (A.S.) ibadetini eda ettikten sonra güneş mahalline avdet etti. Ba'dehu bin atın dokuz yüzünü kurban ve yüzünü damızlık için ibka eyledi. Atın etini yemek şeriat-ı Süleyman'da mubah olduğundan atı kesmek dahî mubah idi.

M e s i h ; bazı rivayete nazaran muharebeye mahsus olduğuna işaret için atların ayaklarını

ve boyunlarını dağlamaktan kinayedir. Buna nazaran وق) لس�� ا ب ٱفطف��ق م Wہ ن Uع ناق ال ع�و ٱ ) nazmının manâsı: [Süleyman (A.S.) atların ayaklarını ve boyunlarını dağlamak suretiyle muharebe için atları hapis ve hıfzetti.] demektir ve bu rivayet sıhhata daha ziyade yakın olsa gerektir.

Şu âyette beyan olunduğu veçhile birkaç rivayet mevcutsa da esah olan; Süleyman (A.S.) gaza murad etmesi üzerine atları teftiş için kürsüsü üzerine oturdu. Atları temaşa etti ve dedi ki 4795 «Benim bunlara muhabbetim dünya içtn değildir, belki Allah'ın emrini yerine getirmek içindir. Binaenaleyh; bunlara hayra muhabbet eder gibi muhabbet ettim.» Böyle dedikten sonra atları koşuya saldırdı ! Hatta atlar gözü önünden kayboldu. Ba'dehu atlar geri geldiğinde kürsüsünden indi, bizzat atların ayaklarını ve boyunlarını mübarek elleriyle mesnetti ve sığadı. Mesihten maksat; atlar düşmanı defi'de yardımın kuvvetlisi ve hayırlısı olduğundan atlara ta'zîm ve iyi bakılmak lâzım olduğunu süvarilere tefhim, umur-u siyasette ve memleketi muhafazada padişahların kendi elleriyle işe girişmeleri ehemm ü elzem olduğuna işaret etmek ve atın maraz ve sakatı olup olmadığını kendisinin daha iyi bildiğini bildirmektir. İşte şu cihetle tefsir; elfaz-ı âyete daha muvafık olduğundan ikindi namazını geçirmek ve gazaplanıp atları kesmek gibi külfetlerden varestedir.

Bu âyette ata hayır tesmiye kılınmıştır. Çünkü at; birçok hayra vesiledir. Hatta bizim

Peygamberimiz مع لا )» ال لوربنواصيهااقخيل يوم الى مة قخير يا ) » buyurmuştur ki «Yevm-i kıyamete kadar atın alın saçında hayır bağlı» demektir.

Hulâsa; harp için atın iyi yürümesi, sair evsaf-ı memduhayı cami olması, âlât-ı harbin seferden evvel teftiş olunması ve sahib-i umur olan kimsenin âlât-ı harbi bizzat kendi teftiş edip âhara inanmaması, cins atın envâ'-ı hayrata sebep olması ve âlât-ı harb olan atların ma'lûl olup olmadığını muayene etmek harbe hazırlanan hükümet için ehem ve elzem olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir. Binaenaleyh; kuvvetini takdir etmeden işe başlayanların her zaman mağlûp olduğu ve yolun yarısında kaldığı görülmektedir.

&&&&&

Vacib Tealâ Süleyman (A.S.) ın âlât-ı harbi bizzat muayene ettiğini beyandan sonra bazı hüzün verecek şeylerle müptelâ olduğunu beyan etmek üzere : 4796

2652

��اب ) ا ثم أن ه جس�� سي نا على ك ق م�ن وأ ا سل ��ولق فتن د ۦ ع� ع� ع� ع� ع�د(٣٤ بغى ألح م ب ا ال ي ف لى وه لى م � ق������ال رب اى‌ ع� ن� �� د ن� X� د ع? ع� ع� ع1 ٱ

وهاب ) ك أنت ع�إن (٣٥ٱbuyuruyor.[Allah hakkı için muhakkak biz Süleyman'ı müptelâ kıldık ve kürsüsü üzerine âhar bir

cismi koyduk. Bu iptilâdan sonra bize rücû' etti, kemal-i ihlâsla dedi ki «Ey benim Rabbim ! Beni mağfiret buyûr ve bana bir mülk ihsan et ki o mülk benden sonra hiçbir kimseye lâyık olmasın. Zira; sen kemaliyle atiyye verici ve kullarına ihsan edicisin.».]

Yani; Süleyman (A.S.) ın kürsüsü üzerine bir ceset koymakla muhakkak biz Süleymanı müptelâ kıldıktan sonra Süleyman (A.S.) kemâl-i ihlâsla tazarru ve niyaz ederek bize rücû' etti ve dedi ki «Yâ Rab ! Benden sadır olan zelleyi mağfiret buyur, benden sonra bir kimseye lâyık olmayacak bir mülkü bana ver ki benim mu'cizem olsun.»

Fahri Râzi ve Kazî'nin beyanları veçhile emr-i dini emr-i dünya üzerine takdim lâzım olduğuna işaret için Süleyman (A.S.) istiğfar-ı azîm bir mülk istemesi üzerine takdim buyurmuş ve istiğfarı nimet-i âhirete sebep olduğu gibi nimet-i dünyayı celbe dahi sebep olduğundan dünyayı talep üzerine takdim olunmuştur.

Süleyman (A.S.) ın müptelâ olduğu fitne-i azîmeye gelince: Ehl-i tefsirin bu hususa dair birçok rivayetleri varsa da bunlardan esah olan şöyledir : Süleyman (A.S.) ın bir oğlu dünyaya geldi. Şeyâtînin o oğlanı katletmeye karar verdiklerini anlayınca Süleyman (A.S.) onu saklı bir mahalde büyütürken bir gün meyyit olduğu halde oğlan Süleyman (A.S.) ın kürsüsü üzerinde bulundu. Süleyman (A.S.) bunu görünce bu oğlanın muhafazasını Cenab-ı Hakka tefviz etmeyip de kendi bizzat muhafazasına sa'yettiği cihetle hata ettiğini bildi, derhal secdeye kapandı ve istiğfara müsaraat etti.

Yahut kürsü üzerine konulan cesetle murad: Süleyman (A.S.) ın kendisidir. Çünkü; bazı rivayete nazaran Süleyman (A.S.) hasta oldu. Keenne kürsüsü üzerinde hastalımın şiddetinden arız olan zaafdan dolayı rûhtan ârî bir ceset gibi bulunduğundan kürsü üzerine bir ceset konmakla müptelâ olduğu beyan olunmuştur ki umur-u saltanatı tedvir edemeyecek derecede hastalığından kinayedir. Velhasıl bazı esbaptan dolayı vücuduna arız olan zaaftan naşi cesetle tabir olunmuştur.

Yahut Süleyman (A.S.) birgün «Bu gece ben yetmiş hatuna muâmele-i zevciyede bulunacağım. Herbirinden birer oğlan doğup a'da-yı dinle mücahede edecekler» diyerek yemin etti. Lâkin inşaallah demediğinden yalnız bir hatun hamile olup diğerleri hamile olmaz, hamile olan hatun yarım insan suretinde bir çocuk getirip kürsü üzerinde Süleyman (A.S.) ın kucağına verilince Süleyman (A.S.) inşaallah lâfzını terketmek kendi hakkında zelle olduğunu bildi, hemen secdeye kapandı. Binaenaleyh; kürsü üzerine v a z ' o l u n a n c e s e t l e murad; bu yarım çocuk ve f i t n e yle murad da bu olsa gerektir. Yoksa bâzı kassasların «Şeytan, Süleyman (A.S.) ın mührünü çalıp, Süleyman suretine girerek kürsüsü üzerinde kırk gün hükümet etti» şeklinde hikâye ettikleri şeyler her yönden merduddur. Aslı esası olmadık birtakım yalandan ibarettir.

Çünkü bu misilli hikâyeler akla ve şer'a muhaliftir. Zira; şeytan enbiya-yı faham suretine ternessülden memnû'dur. Eğer şeytan için enbiya suretine girmek mümkün olsaydı hiçbir şeriata ve nübüvvet davasında bulunanlara itimad olunmamak lâzım gelirdi. Çünkü; nebi suretinde görülen kimsenin nebi. olmayıp başka bir şahıs olmak ihtimali her zaman mevcut olduğundan asla itimad olamazdı. Kezalik şeriatı tebliğe memur olan ulema ve sulehaya dahî itimad olamazdı. Onların suretine temessül ederek halkı idlâl için birtakım şeyler icad etmek her zaman mevcut olur ve hiçbir doğru söze ve söyleyene itimad olmaz, herşeyden emniyet kalkardı. Bu ise edyanın bilkülliye itimaddan sukutunu icab ettiğinden şeytan erbab-ı şeriatın suretlerine ternessülden memnû'dur. Binaenaleyh; kassâsların hikâyeleri yalan ve iftiradır. Çünkü; hikmet-i şeriata muhaliftir, bu gibi yalanları bizim zamanımızda olduğu gibi her zamanda mevcut olan birtakım dinsizler edyanı tezvif etmek maksadına binaen kütüb-ü diniye içine fırsat buldukça 4798 ithal ettiler, kütüb-ü sabıkanın tahrifleri de bu misilli maksad-ı mefsedete mebni vâki olmuştur.

Süleyman (A.S.) ın kendinden başkasına lâyık olmadık bir mülk istemesi dünyaya rağbet ettiğinden veya meyi ü muhabbetinden değildir, belki dünyanın halini âhad-ı ümmete bildirmek içindir. Çünkü; nâstan bazıları lezzât-ı dünyaya muhabbet ettiklerinden «Saadet-i dünya peşindir,

2653

saadet-i âhiret ise veresiyedir. Peşin olan dünyayı veresiyeye değişmek müşküldür» derlerdi. Bunun üzerine Süleyman (A.S.) «Yâ Rabbi ! Bana bir mülk ver ki beşer için mümkün olan memalikin en büyüğü olsun, onunla beraber benim ona rağbet etmediğimi herkes görsüler, dünyanın değeri olmadığını bilsinler» diye tazarruda bulundu.

Yahut m ü l k le murad; kuvvet ve kudrettir. Buna nazaran manâ-yı nazım : [Yâ Rab ! Bana bir kuvvet ve kudret ver ki o kudretle ben bazı şeylere kaadir olayım, onlara gayrı bir kimse kaadir olamasın. O benim mucizem olsun, nübüvvetimin sıdkına delâlet etsin.] demektir.

Hulâsa; maksad-ı sahiha binaen insan için dünya metâ'ını taleb etmek, sahih ve caiz olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir. Çünkü; sahih olmasa Süleyman (A.S ) istemezdi. Halbuki istediğini Cenab-ı Hak bu âyetle beyan buyurmuştur. O halde sahihtir.

&&&&&

Vacib Tealâ Süleyman (A.S.) ın pek büyük bir mülk istediğini beyandan sonra Süleyman (A.S.) a verilen mu'cizâtından bazılarını beyan etmek üzere :

اب ) ث أص�� ره رخ��اء ح ��أ رى ب يح ت ل��ر ��ه نا ل خ ع�فس�� ۦ ع� ع) ٱ (٣٦ع� ا وغ��وا ) ��ل بن طين ك ي��� لش �:و د C� د نين فى(٣٧ٱ وءاخ��رين مق��ر

فاد ) ع:ال (٣٨ٱbuyuruyor.[Biz Süleyman'a rüzgârı muti' ve münkad kıldık. Rüzgâr mülayim olduğu halde emr-i

Süleyman'la istediği yere yürür, bina 4799 yapıcı ve denize dalıcı oldukları halde şeytanları ona itaat edici kıldık, şeytandan âsî olan bir kısmını dahî muti' kıldık ki zincirlerle birbiri yanında Süleyman (A.S.) onları bağladı.]

Yani; Süleyman (A.S.) zellesinden istiğfar ederek âlemde kimseye nasip olmayacak büyük bir mülk talebinde bulununca biz onun istediği şeyi verdik, rüzgârı onun emrine itaat edici kıldık. Binaenaleyh rüzgâr her zaman onun emrine bakardı, gayet lâtif, zahmetsiz Süleyman (A.S.) ı istediği yere, istediği zaman götürür ve herhangi tarafa emretse o tarafa giderdi. Kezalik cinnîleri de biz onun emrine muti' ve hükmüne razı kıldık ki onların bir kısmı ebniye yapmakla meşguldü. Binaenaleyh; Süleyman (A.S.) onlara istediği gibi acîb ve garîb konaklar, kışlalar, kaleler yaptırırdı ki beşer için öyle muhkem ebniye yapmak mümkün değildi. Diğer bir kısmı da denizden inci ve mercan gibi kıymetli şeyleri çıkarmakla meşgullerdi.

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile denizden en evvel inci çıkartan Süleyman (A.S.) dır. Cinlere istediği veçhile istediği kadar inci çıkarttırırdı. Bu suretle hizmet-i Süleyman'da istihdam olunan cinnîler itaatta bulunanlardı. Bir kısmı da şeytanın âsîleri ve taattan hariçleriydi. Binaenaleyh; onları Süleyman (A.S.) birbiri yanından zincirlerle bağlamak ve hapsetmek suretiyle nâs üzerinden onların şer ve fesatlarını defederdi.

Bazılarının «Şu hidemât-ı şâkkaya kaadir olan şeytanların cisimleri kesif olsa biz görürdük. Halbuki göremiyoruz ve eğer ecsam-ı lâtifeyse şu beyan olunan a'mal-i şâkkaya kaadir olamazlar, eğer şu beyan olunan kuvveti haiz olsalardı kendilerine lanet eden ehl-i imanı helâk eder ve memleketlerini harab ederlerdi. Halbuki ihlâk ve tahripte bulunmuyorlar» unvanında irad ettikleri suâle cevap olarak «Onlar cism-i kesiftirler. Bizim görmediğimizden onların olmaması lâzım gelmez. Çünkü; biz ecsam-ı kesif eden birçok mevcudatı göremiyoruz. Halbuki bunlar mevcut ve görülmesi de mümkündür. Meselâ etibbanın mikroskopla gördükleri ve keşfettikleri mikroplar mevcut oldukları halde biz göremiyoruz» denir. Yahut «Şeyâtînin ecsamı lâtiftir. Yani elvan ve renkten halidir, lâkin salâbetli olduğundan beyan olunan kuvveti haizdir. Çünkü 4800 levnden ârî manâsında letafet kuvvete mani değildir. Süleyman (A.S.) ın emri veçhüzere birtakım ağır işlere kaadir olmalarından onlara düşman olan ehl-i imanı ihlâke ve memleketlerini tahribe kaadir olmaları lâzım gelmez. Çünkü; İblis benî âdem'e adavetini beyan ettiği zaman yalnız ehl-i imanı iğfal ve idlâl edeceğine yemin ve ahdettiği gibi Cenab-ı Hak ehl-i imâna lûtuf olarak onları ehl-i imam iğra ve idlâlinden maada başka cihetlerden tasalluttan menetmiştir. Binaenaleyh; ağır

2654

hizmetlere kaadirseler de memleketleri tahribe ve ahaliyi ihlâke kaadir değillerdir» diye cevap verilir.

&&&&&

Vacib Tealâ Süleyman (A.S.) a verdiği nimetlerden bazılarını beyandan sonra o nimetlerin celâlet-i şanına işaret ve o nimetleri isti'mâlde Süleyman (A.S.) ın muhayyer olduğunu beyan etmek üzere :

ر حسا ) س بغ أ أ ن ��ه�ذا عطاؤنا ف د ع� ع ع� ع ع� ع� (٣٩ٱ buyuruyor.[İşte şu beyan olunan nimetler sana mahsus vergimiz ve ihsanımızda Sana mahsus

olunca yâ Süleyman ! İstersen sen o nimetten istediğin kimselere ver. Müstehaklara mubah olan haklarını vermekle onlara ihsanını ta'dad et, istersen nefsin için tut, kimseye verme. Muhayyersin. Senin üzerine verip vermemekte bizim tarafımızdan suâl yoktur.] Zira; verip vermemek emri sana müfevvazdır.

Hulâsa; Conab-ı Hakkın ihsan ettiği nimetlerden zekât ve fitre gibi vacip olandan maada fukaraya tasadduk insanın yed-i ihtiyarında olup isterse müstehakkına ihsan eder, sevab alır. İstemezse vermez, ecrinden mahrum olur. Şu kadar ki vacip olmadığı için vermediğinden dolayı azap olunmaz.

&&&&&

Vacib Tealâ Süleyman (A.S.) ı nimetleri müstehaklarına 4801 sarfedip etmemek cihetinde muhayyer kıldığını beyandan sonra muhayyer kılındığının hikmetini beyan etmek üzere :

ا ) وإن له ن م� فى وح �� عندنا لز د ع� ع� (٤٠ۥ buyuruyor.[Süleyman (A.S.) için bizim indimizde kurbiyet-i maneviye ve hüsn-ü akıbet vardır.]

Binaenaleyh; ihsanımızı isti'mâlde biz onu muhayyer kıldık. İstediği gibi isti'mâle mezundur.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile Süleyman (A.S.) ın dünyada hiç kimseye nasip olmadık mülk-ü azîm sahibi olduğu gibi âhirette dahî kurbiyet-i tâmmeye ve güzel mercie nail olacağına bu âyet delâlet eder.

&&&&&

Vacib Tealâ Dâvûd ve Süleyman (A.S.) ın dünyaca pek büyük nimetlere nail ve bazı hüzün verecek bir çok iptilâ ile de müptelâ olduklarım beyanla bizim peygamberimizi tesliye buyurduğu gibi Eyyûb (A.S.) ın kıssasını zikirle dahî tesliye etmek üzere :

ه ���ادى رب ن وب إ دنا أي ع ك عHو ع� ع� Hع ن ٱ ط���� لش نى ى مس��� ع� أن ٱ ۥ وعذاب ) �Nبن د Y٤١ع)buyuruyor.[Zikret yâ Ekrem-er Rusüi ! Kulumuz Eyyûb'u şol zamanda ki o zamanda Rabbisine

nida etti ve dedi ki «Meşakkat ve elemle şeytan beni messetti.».]Yani; ey Habibim ! Zikret abdimiz Eyyûb'u müptelâ olduğu meşakkatları ve o meşakaktlara

sabr u metaneti ki sağlığında ve hastalığında sabrına halel getirmediği gibi marazında şükrünü dahî noksan yapmadı.

Beyzâvî'nin beyanına nazaran Eyyûb (A.S.) İshak (A.S.) ın oğlu (Iys) ın oğludur. Haremi, Ya'kub (A.S.) ın kızı (Leya) dır. Eyyûb (A.S.) ı kemâl-i lutf u rızasına işaret için Vacib Tealâ nefsine muzaf kılmıştır. Eyyûb (A.S.) Cenab-ı Hakka tazarruunda 4802 «Ey benim Rabbim ! Şeytan birtakım mihnet ve meşakkatla bana dokundu. Sana şikâyete muztar oldum. Ben senin kulunum.

2655

Kudretim yettiği kadar sana itaata ahd ü misak ettim. Merhamet buyur. Zira; senden başka iltica edecek bir kimsem yoktur» demekle niyazda bulundu. Eyyûb (A.S.) ın iptilâsının sebebinde ihtilâf olunmuştur: Bazı rivayete nazaran Eyyûb (A.S.) bir koyun keser, ekleder, komşusuna birşey vermediğinden müptelâ olmuştur. Gerçi komşusuna o koyun etinden bir miktar vermekle komşusunu memnun etmek vacip değilse de onun halini düşünmek efdal olduğundan bu fazileti terketmek Eyyûp (A.S.) hakkında zelle olduğundan iptilâsına sebep olmuştur. Yahut malı pek çoktu, memleketi bir kâfir melikin civarında olduğu halde o melik üzerine gaza etmediğinden müptelâ olmuştur. Sahih olan iptilâsı; bir zelle sudurundan neş'et etmemiş, belki terfi-i derecât içindir.

Eyyûb (A.S.) ın iptilâsına gelince; iki nevidir: B i r i n c i s i : Yedinde olan nimetlerin zevalidir. İ k i n c i s i : Vücud-u nebevilerine arız olan hastalıktır. İşte Eyyûb (A.S.) ânz olan kederi beyan sırasında söylemiş olduğu sözünde iptilâsı iki nevi olduğuna işaret için iki nevi lafzıyla beyan etmiş, demiştir ki «Beni şeytan nusb ve azapla messetti». Hasıl olan elem; şeytan'ın vesvesesiyle olduğundan şeytana muzaf kılınmıştır. Çünkü sadır olan zelleye sebep; şeytan'ın vesvesesi olup vesvese ise mihan ü meşakkata vesile olduğundan Eyyub (A.S.) ın mihneti şeytan'a nispet olunmuştur, yoksa o elemi halkeden Allah-u Tealâ'dır. Zira; şeytan'ın nâs üzerinde emraz ve âlâm halkına kudreti yoktur. Eğer şeytan'ın bu misilli âlâm ü ekdarı, emraz u eskamı halka kudreti olmuş olsaydı kendi hayat ve mematımız, maraz ve sıhhatimiz şeytan'dan mıdır veya Allah-u Tealâ'dan mıdır, bilinmez, şüpheli bir halde olması lâzım gelirdi. Bu ise batıldır. Zira; bu gibi şeylere kaadir olsa enbiya, evliya ve ulema gibi sevmediği kimseleri ızrar ederdi. Çünkü; hayra sarf-ı efkâr etmeyeceği tabiatının iktizasıdır. Halbuki vulîuât bunun aksini ispat etmektedir. Binaenaleyh; emraz u âlâm hayat ü memat cümlesinin Halikı Allah-u Tealâ'dır.

Fahri Râzi ve Nisâbûrî'nin beyanları veçhile şeytan'ın vesvesesinin keyfiyetinde ihtilâf- vardır, şöyle ki: Eyyûb (A.S.) ın 4803 hastalığı ziyadelenince şeytan niam-ı sabıkayı ve âlâm-ı hazırayı zikirle Eyyûb (A.S.)ı rahatsız ederdi. Yahut şeytan vesvese suretiyle gelir, afiyet bulamayacağından bahisle zihnini meşgul ederdi. Yahut haremine zevcin bana itaat ederse ben hastalığını gideririm der ve haremi de Eyyûb (A.S.) a söylediğinde Eyyûb (A.S.) rahatsız olurdu. İşte şu beyan olunan suretlerden herhangisiyle vesvese ederse etsin, Eyyûb (A.S.) ın rahatsızlığını mucip olduğundan Cenab-ı Hakka tazarru ve niyaza başlayarak «Yâ Rab ! Beni şeytan messetti, şerrini benden kaldır» demiştir.

Şu tafsilâttan anlaşıldığı veçhile şeytan'ın Eyyûb (A.S.) ı vesvesesinde iki ihtimal vardır : B i r i n c i s i : Bazı hususat hakkında vesvese etmekle Eyyûb (A.S.) dan zellenin suduruna

sebep olmasıdır. İ k i n c i s i : Terfi-i derecât için Eyyûb (A.S.) a arız olan hastalığın uzadığı zamanda vesvese vermekle kalb-i nebevilerini mahzun ve evlâd ü lyalini idlâle tasaddî etmesidir. Çünkü; Hâzin'in beyanına nazaran bazı rivayette Eyyûb (A.S.) ın hastalığı on sekiz sene kadar uzamış ve maraz uzadıkça şeytan vesveseden geri durmamış ve binaenaleyh Cenab-ı Hakka şikâyet etmiştir.

Eyyûb (A.S.) ın hastalığı ahaliye nefret verecek bir hastalık değildi. Zira; enbiya-yı izam hazaratı nâsa nefret verecek ilel ü emrazdan masunlardır. Çünkü; enbiya-yı faham hazaratı nâsı hakka davet, dünyevî ve uhrevî menfaatlarını halka tebliğe me'mur olduklarından nâsla ihtilât ve ünsiyet etmeleri. Binaenaleyh; nâsın kendilerinden nefret edeceği emrazdan salim olmaları elbette lâzımdır. Eğer salim olmasalar enbiyadan matlub olan maslahat ve ba'solunmalarındaki hikmet zayi olacağından halkı irşada me'mur olan kimselerde halkın nefret edeceği birşey zuhur etmez. Şu halde Eyyûb (A.S.) ın hastalığı hakkında bazı kassasların hikâyeleri ve yazdıkları şeyler yalandır. Zira; kavaid-i şer'-i şerife, akla ve mantığa muhaliftir. Binaenaleyh; mümin olan kimse bu misilli hikâyelere sem-i itibar etmez. Evet ! Hastalığı vardı, fakat sabrı ve tahammülü çoktu. Şikâyeti şeytan'dan olup hastalığından değildi.

&&&&&

Vacib Tealâ Eyyûb (A.S.) ın şeytan'dan şikâyetini beyandan 4804 sonra şikâyetini kabul edip hastalığından halâsın sebebini ta'rif ettiğini beyan etmek üzere :

تس بار وشرا ) ه�ذا م ل بر #�ك د �# د ہ� ن ع1 ہ ‌� ع) Zع ع� (٤٢ٱ 2656

buyuruyor.[Yâ Eyyûb ! Vur ayağını yere. Ayağını vurduğun yerden çıkan su gaslolunacak ve

içilecek bir soğuk sudur.]

Yani: Eyyûb (A.S.) kernal-i ihlâsla bize iltica ve duâsının kabulünü rica edince bizim inayet-i ezeliyemiz ve merhamet-i sübhaniyemiz zuhur ederek alâtarikılilhanı biz ona dedik ki «Yâ Eyyûb ! Ayağını yere vur. O mahalden çıkacak suyu gözle.» O su çıkınca yıkanmasını kendine ta'lim ve tenbih olmak üzere «İşte şu su senin gusledeceğin ve şifayab olacağın soğuk bir sudur» demekle şifa bulacağını beyan ettik, bu emrimize imtisalen gusletti, içti ve lutf u keremimizle afiyet buldu. Zira; vücudunun dışına arız olan hararet yıkanmasıyla ve batınına arız olan hastalık da içmesiyle bilkülliye zail oldu, eski afiyeti yerini buldu.

Bazı müfessirînin «Pınar iki zuhur etti. Biri sıcak su, onunla yıkandı. Biri de soğuk suydu ki onu da içti» demişlerse de âyetin zahiri pınarın iki olmasına müsait değildir. Zira; yıkanacak suyun soğuk olduğu sarahaten beyan olunduğu gibi lâfz-ı âyet de müfred olarak varid olmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ Eyyûb (A.S.) ın afiyetini bilbeyan cism-i nebevileri şifayab olduktan sonra vâki olan lûtf-u İlâhiyi beyan etmek üzere :

��ه ��ا ل ن ��ه ع�ووه ل ع! أ رى ألولى ۥ ا وذ م من لهم معه ر ع وم � د ع" ع� ع0 ۥ ب�ب ) ع�ال (٤٣ٱ

buyuruyor.[Biz Eyyûb'a ehlini ve ehliyle beraber onların bir mislini 4805 verdik. Zira şu verdiğimiz,

bizden Eyyûb'a ihsan ve akıl sahiplerine vaaz u nasihat oisun ki herkes bundan ibret alsın.]

Yani; Eyyûb (A.S.) ın sıhhati yerme gelince bize secdeyle ibadet, nimetimize şükrettikten ve zatımıza ihlâsla meşgul olduktan sonra vefat eden çocuklarını tamamıyla verdiğimiz gibi bizden Eyyûb'a ihsan ve sair erbab-ı ukule va'z olsun için onların bir mislini daha verdik ki akıl sahipleri Eyyûb (A.S.) ın sabır ve metanetle zaferyab olduğunu tezekkür ederek belâya ve mesaibin nüzulünde ona iktida etsinler ve bilsinler ki sabrın sonu selâmettir.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile Eyyûb (A.S.) ın ehlini ve evlâdını vermek; öldükten sonra diriltmek suretiyle midir, yahut başından dağıldıktan sonra toplamak suretiyle midir, yahut onların iki mislini vermek suretiyle midir? Ulema arasında ihtilâf vardır. Çünkü; âyetin zahir lâfzında beyan olunan tevcihlerin cümlesine müsaade ve ihtimal vardır.

&&&&&

Vacib Tealâ Eyyûb (A.S.) afiyet bulduktan sonra hastalığında vâki olan bazı şeylerin ikmali için gelen emr-i İlâhiyi beyan etmek üzere :

ن ه وال ت رب ب ا ف �وخ بيدك ض ع0‌ ع" ۦ Zع ٱ [� د ع\ Hع buyuruyor.[«Sen elinle bir tutam ot al. Onunla haremine vur. Yemininde hânis olma» dedik.]

Yani; Biz Azîmüşşan Eyyûb'un sıhhatini iade ve cemi' âlâm ve ekdarını izale ettikten sonra hastalığı zamanında haremi (Leva) ki Ya'kub (A.S.) ın kızı veyahut (Rahime) ki Hz. Yusuf'un oğlu Efraim'in kızına hastalığından afiyet bulursa yüz değnek vurmak üzere vâki olan yemininden beraetini ta'lim etmek üzere «Yüz parçadan bağlanmış eline bir tutam ot al, onunla haremine yüzü de isabet edercesine bir defa vur ki yemininde hanis olma» dedik.

2657

Fahri Râzi ve Beyzâvî'nin beyanları veçhile haremi bir hacet 4806 için gittiğinde biraz geç geldiğinden gazab ederek «Hastalığımdan iyi olursam sana yüz değnek vurayım» diye yemin etmişti. İşte bu yemini yerine gelmek üzere suhulet talimini Cenab-ı Hak bu âyette beyan buyurmuş ve Eyyûb (A.S.) ın haremine lûtfettiğine dahî işaret etmiştir. Çünkü; Eyyûb (A.S.) a haremi çok hizmet ettiğinden Eyyûb (A.S.) ona çok muhabbet ederdi. Lâkin ne çare ki gazap halinde yemin etmişti. Binaenaleyh; Eyyûb (A.S.) ın muhabbetine ve hareminin hüsn-ü hizmetine mükâfat olmak üzere Cenab-ı Hak bu teshilâtı ta'lim buyurmuş ve her ikisini de'mesrur etmiştir. Zira; Allah-u Tealâ'nın sevdiği kullarına merhameti boldur, fakat hüner, Cenab-ı Hakkı razı kılmak ve merhametini celbe istihkak kesbetmektir ki asıl işin müşkül ciheti de burasıdır, yoksa Cenab-ı Hak dilediği veçhüzere kullarının müşkülâtını halleder, işlerini teshil buyurur. Şu rûhsat-ı şer'iye ilâyevminahaza bakîdir. Çünkü; bizden evvel geçen enbiyanın şeriatını Cenab-ı Hak Kur'ah'da bize beyan edince o hüküm bizim için de ayn-ı şeriattır.

&&&&&

Vacib Tealâ Eyyûb (A.S.) ın ihsana ve hüsn-ü mükâfata lâyık olduğunu beyan etmek üzere :

ه ع إن م ن ن�ه صاب ا وج �إن ‌Oہ Sع ع� ٱ ع� �‌��� د #� أوا ) ع� د (٤٤ۥ buyuruyor.[Biz muhakkak Eyyûb'u sabredici bulduk, ne güzel kulumuzdur Eyyûb !.] Zira; her

umurunda bize son derece rücû' edicidir.

Yani; Biz Azîmüşşan Eyyûb (A.S.) a ihsan ettik. Nasıl ihsan etmeyelim? Elbette ihsan ederiz. Zira; üzerine hücum eden bilcümle belâyaya biz onu sabredici bulduk. Ne güzel abiddir Eyyûb ki hastalığının şiddetinde bile fezi' u feryad etmedi. Çünkü; cemi' umurunda bize rücû' ve umurunu bize tevkil ve tefviz eder.

Fahri Râzi ve Kazî'nin beyanları veçhile Eyyûb (A.S.) Cenab-ı Hakka şeytan'dan şikâyet edip hastalığından şikâyet etmemiştir. Düşmandan dosta şikâyet caiz olduğundan şu şikâyeti sabrına 4807 mani değildir. Maamafih şeytan'ın vesvesesi din hakkında olduğundan Cenab-ı Hak Eyyûb (A.S.) ı sabrıyla sena buyurmuştur. Binaenaleyh; bir kimsenin hastalığında marazının defi için Cenab-ı Hakka ilticası şikâyet addolunmadığı cihetle sabrına mani değildir ve ecrine noksan gelmez. Şu halde hastalığında afiyet istemek, şifasını aramak, tabibe müracaat edip ilâç içmek ve esbap taharri etmek şikâyetten ma'dud değildir. Kezalik hastaların tekkelere türbelere gitmesi, o tekke ve türbelerde yatan zevatın hürmetine Cenab-ı Hakka duâ etmesi, şifa istemesi tevekkülüne ve sabrına mani olmaz.

&&&&&

Vacib Tealâ Eyyûb (A.S.) ın kıssasını zikirle Resûlunü fesliye buyurduğu gibi İbrahim, İshak ve Ya'kub (A.S.) ın kıssalarını zikirle dahî tesliye etmek üzere :

دى ال ق����وب أولى ق وي ح����� هيم وإ ر دنا إ عب����� ك ع�و ٱ ع� ع� ٲ ع� ع� Hع ٱ ص�ر ) ال ع�و (٤٥ٱ buyuruyor.[Zikret ey Resûl-ü Zişan ! Kullarımız İbrahim, İshak ve Ya'kub'u ki onlar taatta kuvvet,

merasim-i diniyede basiret sahipleridir.]

Yani; ey Habibim ! Ecdadından İbrahim (A.S.) ın halini zikret ve nara ithal olunduğunda sabrını düşün ki sen de kavminden gördüğün ezaya onun gibi sabra devam edesin, İbrahim'in oğlu İshak (A.S.) ı dahî zikret ki birçok mihan ü meşakkata göğüs gerdi. Ya'kub (A.S.) ın oğlu Yusuf'u kaybedip çok seneler hüzün ve keder içinde vakit geçirdiğini zikret ki müteselli olasın ve onların

2658

ahlâk-ı hamidelerini zikirle nâs ibret alsın ve mütenassıh olsunlar ve evsaf-ı cemilelerinde onlara iktida etsinler. Zira; iktida etmek lâzımdır. Çünkü; onlar itaat-ı İlâhiyede kudret-i kâmile ve ahkâm-ı dinde ma'rifet-i tâmme sahipleridir. Binaenaleyh; iktida edenler fevz ü felah sahibi oldukları gibi saâdet-i dareyne dahî nail olurlar. Çünkü; onlar ashab-ı tevhidin ve erbab-ı keşfin muktedabihleridir. 4808

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyette zikrolunan peygamberan-ı zişanın a'mâl-i kaviyye ve basiret-i tâmmelerini zikirle cahillere ta'riz olunmuştur. Zira; anûd cahiller onlara nispetle kör, topal ve kötürüm mesabesindedirler. Çünkü; Fahri Râzi'nin beyanı veçhile nefs-i natıka-i insaniye için iki kuvvet vardır : Birisi; kuvve-i âmiledir ki ondan sudur eden itaat-ı İlâhiyedir. Amelin ekserisi elle olduğundan mezkûr zevat-ı fahamın amellerinden eydi, yani elleriyle ta'bir olunmuş ve

دى) ال ع�أولى ٱ ) denmiştir. İlm ü irfanda basiretin methali ziyade olduğu cihetle irfanlarından ebsarla ta'bir olunmuştur. Diğeri; kuvve-i âlimedir ki ondan sudur eden maârifin eşrefi ma'rifetullahtır. Bu ikiden maadayla meşgul olmak abes ve lağıvdır. Binaenaleyh; ilim ve amelden halî olan cehele kör ve topal kimseler menzilesindedir. Zira; ilmi olmadığından köre ve ameli olmadığından çolağa ve kötürüme benzerler.

ل���دار ) رى هم بخالص��� ذ ن���� ل ا أ ٱإن Mع � د ع: عن���دنا لمن(٤٦ع( ع� وإن �ہ يار ) ال ن طف ع(م ٱ ع� ع: ع� (٤٧ٱ[Onlar nasıl muktedabih olmasınlar? Muktedabihtirler. Zira; onları biz haslet-i hamide

sahibi ve ahlâk-ı hamideleriyle mümtaz kıldık ki o haslet-i hamide; dar-ı âhireti zikirdir ve onlar bizim indimizde nübüvvet için müntehab hayırlı kullarimizdir. Çünkü; nazarlarının nihayesi emr-i âhirettir ve.daima hayır taleb etmektir. Binaenaleyh; müstecabüdda've ve dünyada zikr-i cemil ve âhirette ref'-i derecât sahipleridir.]

İşte bu âyet-i celileden anlaşıldığı veçhile insanlar için en büyük vazife; enbiya-yı izama iktida ve onların ahlakıyla tahallûk etmektir. Zira; saadet-i insaniyenin cümlesi onlara iktida etmektedir, yoksa zamanımızdaki süfeha gürûhu gibi Avrupa kâfirlerini taklid etmekte saadet yok, belki ayn-ı sekamet ve felâket-i azîme vardır. Evet ! Erbab-ı sanayiden velev kâfir olsun sanat öğrenmek lâzımdır. Lâkin onların âdât-ı İslâmiyeye mugayir olan âdetlerini almak lâzım değildir. Onların âdâtını âdât-ı İslâmiye üzerine tercih etmek gazab-ı İlâhiyi caliptir ve günümüzün vukuatı da buna şahittir. 4809

يار ) ال من وك ك يسع وذا م�عيل و إ ك ع(و ٱ �$# د � ‌Qد ع9 ع� ٱ ع� ٱ ع� ع� Hع (٤٨ٱ [Zikret yâ Ekrem-er Rusûl ! Ecdadından İsmail, Elyesa ve Zülkifl (A.S.) Hazaratını. Zira;

bunların cümlesi ahyardandır.] Çünkü; bunlar kader-i İlâhiye ve kaza-i subhâniye nasıl razı oldular, sabrettiler, birçok mihan ü meşakkata tahammül ettiler, göğüs gerdiler. Binaenaleyh; insanlar onların mesleğine sülük edip ahlâk noktasından onların muktedabih olmaları lâzımdır. Elyesa Hazretleri Yahtub'un oğludur. İlyas (A.S.) Benî İsrail üzerine hükmetmek için onu halife ta'yin etmişti.

Beyzâvî'nin beyanına nazaran (Zülkifl), (Elyesa) nın amcasının oğludur. Yahut Eyyûb (A.S.) ın oğlu Beşerin oğludur ve Benî İsrail'in şerrinden firar etmiş olan yüz adet nebileri himaye edip kefil olduğundan kendisine (Zülkifl) denilmiştir.

�ه�ذا ذ ‌@# د Aع [Şu zikrolunan enbiya-yı izamın menakıbı bir zikr-i cem il ve menakıb-ı şerifedir.] Zira;

onların celâlet-i kadirleri ve şan ü şerefleri vardır. Binaenaleyh; onlara iktida edenler fevz ü felah

2659

bulacaklarından iktida lâzım olduğu tavsiye olunmuştur. O halde insan daima işinde ve sözünde enbiya-yı izam hazaratına iktida etmelidir ki dünyada ve âhirette saadete nail olsun.

&&&&&

Vacib Tealâ enbiya-yı izamdan bazılarının menakıbını zikirle avminin sefahetleri üzerine sabretmesini Resûlune tavsiye ettikten sonra ehl-i hayrın nail olacakları dereceleri beyanla dahî sabunmasını tavsiye etmek üzere :

ا ) ن م� قين لح مت ��وإن ل د ع� (٤٩ع� buyuruyor. 4810[Haram olan şeylerden içtinab eden erbab-ı ittika için ind-i ulûhiyetimizde hüsn-ü

merci' vardır.] Zira; onlar rıza-yı Bari'yi tahsil ve gazab-ı subhânîden sakınmak için bütün haram olan şeylerden nefislerini vikaye ve bilûmum evamire imtisale sa'yettiklerinden âkıbet-i haseneye nail olacakları muhakkaktır Çünkü ittika; cemi-i saâdâta sebeptir. Binaenaleyh; insan ittika etmelidir ki ittikası sayesinde bu âyette beyan olunan güzel mercie nail olsun.

&&&&&

Vacib Tealâ müttekiler için hüsn-ü meâb olduğunu beyandan sonra hüsn-ü meâbı tefsir ve mealini beyan etmek üzere :

ب ) و ال هم ح ل ت ع مفت ���� ٲجن ع� ٱ � د �� د عون(٥٠ع� ا ي ين في ك���� ع� مت ہ� را ) ��ير وش�� كه ڪث ا بف��� ��في د � د � د ف (٥١ہ� لط ت صر ع�وعن��ده ق��� ٱ ٲ ع�

راب ) حساب )(٥٢ع�أ م ع� ه�ذا ما توعدون لي ٱ (٥٣عbuyuruyor.[O müttekiler için hazırlanan hüsn-ü meâb ebedî olarak ikaamet olunacak Cennetlerdir

ki onlar için kapıları açılmıştır. O müttekiler Cennetlerde kürsüler üzerinde oldukları halde çok meyveler ve şaraplar isterler ve ehl-i Cennetin yanlarında zevceleri vardır ki o zevcelerin gözleri ancak zevçlerine münhasır ve zevçlerinin gayrıya bakmazlar.]

Yani; müttekiler için müheyya olan Cennetler adin ismiyle müsemmâ olan Cennetlerdir ki o Cennetlerin kapıları açık, yolları geniş, asla izdiham yok, herkes istediği kapılardan girer, mani olmadığı gibi perde de yoktur. Cennette sandalya ve koltuklar üzerinde kemâl-i istirahatla çok meyveler ve şerbetler isterler, onlarla taltif olunurlar, her ne isterlerse istedikleri ellerine istedikleri zaman gelir, arzuları asla geri kalmaz.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile Cennet'te me'kûlât ve meşrubat mücerret telezzüz için olup tagaddi için olmadığına işaret zımnında Cennet nimetlerinden yalnız fakihenin ve şarabın zikriyle iktifa olunmuştur. Cennet'te her nevi meyve bulunacağına işaret için 4811 cesretle tavsif olunmuştur. Cennet nimetlerinin en mühimini nikâh ve tezevvüc olduğuna işaret için Cenab-ı Hak nisvanı sarahaten zikretmiştir. Ehl-i Cennetin müteaddid zevceleri varsa da beyinlerinde gayret ve haset gibi ahlâk-ı faside olmaz. Zira; cümlesi adalet, kemâl-i letafet ve melâhat üzere olduklarından beyinlerinde küçüklük, büyüklük olmadığı gibi hüsn-ü cemal cihetinden de müsavi olup asla tefavüt olmadığı cihetle cümlesinin iştihası ve meyli müsavî olur, yekdiğerine tercih olmaz. Binaenaleyh; birbirlerini kıskanmak yoktur, ekserisi insanların a'mâl-i marzıye ve ahlâk-ı hasenelerinden halkolunmuş hurilerdir ve hepsinin otuz üçer yaşında olacakları mervidir.

&&&&&

2660

Vacib Tealâ ehl-i Cennet'in kemal-i rahatlarını beyandan sonra ehl-i Cennete taraf-ı İlâhiden vâki olacak taltifi beyan etmek üzere :

حساب ) م ع�ه�ذا ما توعدون لي ٱ قنا ما له(٥٣ع ۥ ع, إن ه�ذا لر فاد ) (٥٤من نbuyuruyor.[Ey ehl-i Cennet ! İşte şu sizin huzurunuzda bulunan nimetler kütüb-ü semaviyede

resullerin lisanıyla yevm-i hesab için size vaad olunan nimetlerdir. İşte şu nimetler bizim size kemal-i cûd ü keremimizden verdiğimiz rızkımızdır, o rızık için tükenmek yoktur.] Binaenaleyh; yiyin, için, keyfinize bakın.

�ه�ذ ‌� [İşte şunu iyi bilin ve alın ki hakikat bundan ibarettir.] Bundan başka şeytan'ın ve avamın

iğfalâtına kapılmayın. Zira itikad-ı hak; budur, bunun hilafını itikad etmek batıldır. Binaenaleyh; bu itikad üzere sebat etmek lâzımdır. 4812

&&&&&

Vacib Tealâ ehl-i Cennet'in ahvalini beyandan sonra ehl-i narın ahvalini beyan etmek üzere :

ا ) ��وإن للط�غين لشر م� مه��اد(٥٥د س ا فب ن ل م ي ع� جهن ٱ ع[ ہ� ع ع: (٥٦) buyuruyor.[Taât-ı İlâhiyeden çıkmış olan âsîler için merci-i şer vardır. İşte o şer olan merci;

Cehennemdir. Asîler Cehennem'e dahil olurlar. Ne fena döşektir ehl-i Cehennem'in döşeği.]

Yani; ahkâm-ı şer'iyemiz haricine çıkan ve şehevat-ı nefsaniyelerine tebaiyet eden âsîlere varılacak şer mevki vardır, o mevkie varırlar. Zira; onlar isyanda gayrıları tecavüz ettiklerinden varacakları mahallin şerri gayrılarından ziyadedir. Çünkü ceza; cinayete göredir. Ehl-i Cehennem'in, amellerinden hasıl olmuş akrepler, yılanlar içinde kemâl-i rezaletle Cehennem'e girerler ve envâ'-ı hasretle ebedî Cehennem'de kalırlar. Binaenaleyh; ne kötü döşek üzerinde kalırlar ki o döşek ayn-ı Cehennem ateşidir.

ا ) يذوقوه حمي وغس #.ه�ذا ف د �# د ج(٥٧ع� و له أ ٲ وءاخر من ش�� ع, ۦ ع (٥٨) [İşte şu Cehennem ateşi onların mahalleridir. Oraya dahil olunca onlara taraf-ı İlâhiden

«Tadın siz Cehennem azabından, işte sizin cezanızdır» denir, şu gösterilen azaptan tatmaları teklif olunan ateş ve şarap onların yüzlerini kebap edecek derecede sıcak sudur. Zira; onlar merzi-i İlâhinin hilâfına işlemiş oldukları şehavat-ı nefsaniye ateşlerinin yakmış ve kızdırmış olduğu sularla bağırsakları yanar,xonların içtikleri suların bir kısmı da ehl-i Cehennem yandıkça onların vücutlarından akan kanlı irindir, diğer bir kısmı da gayet soğuk su ki içince ağızlarında donmak suretiyle muazzep olurlar.] Çünkü; Cehennem ateşi nasıl yakarsa Cehennem'de bulunan zemherir tabakalarının soğukları da o derece müşküldür. Binaenaleyh; azab-ı Cehennem sıcakla olduğu gibi soğukla dahî olacaktır. Belki Cehennem'de ateş tabakalarından zemherir tabakalarının azabı daha şiddetlidir. Cehennem'de azaplar müteaddid 4813 ve birçok nebileri bulunduğundan ve azap üzere azap olduğundan ezvac denmiştir.

2661

Fahri Râzi ve Nisâbûrî'nin beyanları veçhile ehl-i narın gılzat-ı tabiatları sebebiyle dünyada Allah'ın kullarına soğuk bulundukları cihetle zemherirle muazzep olunacakları gibi Allah'ın kullarını ıslah için vaz'olunan kavanin-i İlâhiyenin haricine çıkıp hudud-u İlâhiyeden gaflet ederek alîm ve hakîm olan Vacib Tealâ'nın ahkâmından i'razla müstehak oldukları Cehennem azabıyla dahî muazzep olacaklardır.

&&&&&

Vacib Tealâ ehl-i Cehennem'in bazı azaplarını beyandan sonra Cehennem'e giren reislerin tabi'leri Cehennem'e girip sıkışınca feryad ettiklerinde Cehennem'in hazinedarları taraflarından verilen cevabı beyan etmek üzere :

تح معك �ه�ذا ف م ع�‌ �# د ع. (# د عbuyuruyor.[«Ey reisler ! Şu sizin arkanızda sizi daraltanlar sizinle Cehennem'e girici bir cemaat ki

dünyada onlar sizin etbâ'ınızdır. Nasıl ki dünyada sizi taklid ederek arkanızdan giderlerdi, kezalik âhire ü e dahî sizin arkanızdan Cehennem'e girmişlerdir. Binaenaleyh; onların tazyikinden sizin kurtulmanız mümkün olamaz» demekle zebaniler ehl-i Cehennem'in feryadını reddederler.] Çünkü dünyada etbalarından ne kadar memnun olurlarsa âhirette o kadar sıkıntı görecekleri şüphesizdir.

Yani; ehl-i Cehennem Cehennem'e girdikten sonra arkadan gelenlerle yerleri daralınca feryad ü figana başlarlar ve yerlerinin daralttırılmamasını isterler, zebaniler tarafından onlara «Dünyada sizin tabileriniz sizinle Cehennem'e gireceklerdir» demekle cevap verirler.

&&&&&

Vacib Tealâ şu cevap üzerine söyleyecekleri sözlerini alâtankılhikâye beyan etmek üzere : 4814

ار ) لن صالوا إن ا ب ح ٱال م ع� �ہ � ع�‌ �د ہ� ن (٥٩ع� buyuruyor.[Rüesa yani metbu'lar derler ki «Onlar için vüs'at yok ve olmasın. Zira; onlar da bizim

gibi Cehennem'e dahil oluculardır, onlar bizim etbâ'ımızdır. Binaenaleyh; bolluğa lâyık değillerdir.»]

&&&&&

Vacib Tealâ metbu'larının sözlerini işiten tabi'lerin muhasama tarikıyla söyledikleri sözlerini hikâye suretiyle beyan etmek üzere:

ق��رار ) س فب تموه لن ق��د أنت ا بك ح الم أنت ع�ق��الوا ب ٱ ع[ �‌� ع� ع� � ع�‌ ہ� ن ع� ع� ع�٦٠)

buyuruyor.[Reislerine cevap olarak etbâ' gürûhu muaraza tarikıyla derler ki «Belki onlar

dalâletleriyle bizi idlâl eden ve yoldan çıkaran metbû'larımızdır. Binaenaleyh; ey reisler !

Sizin hakkınızda ( بك ا ح �الم ع�‌ ہ� ن ع� ) demek lâyıktır. Yani vüs'at olmamak size lâyıktır, tazyike şayan sizsiniz. Zira; Cehennem'e girmemize sebep olan küfrü bize takdim, telkin ve icad eden siz olduğunuzdan aleyhinize duâya lâyıksınız. Binaenaleyh; sizin gibi metbû'ların ve bizim gibi tabilerin karar edecekleri ne çirkin mahaldir Cehennem.»]

2662

M e r h a b a ; yerin bol olsun, rahat ol demektir. Şu halde ( ا بك ح �الم ع�‌ ہ� ن ع� ) yerinizde vüs'at olmasın, dar olsun demektir. Ehl-i narın birbiriyle şu beyan olunan veçhüzere münazaa edip çekişmekten halî kalmayacaklarına bu âyet delâlet eder. Çünkü; insanların tuttukları işin akıbetinde fenalık zuhur edince «Senden oldu, benden olmadı, filândan oldu» gibi suça sahip çıkmamak ve münazaa etmek bu dünyada dahî âdettir. İşte aynı halin âhirette dahi zuhur edeceğini bu âyette Cenab-ı Hak beyan buyurmuştur.

M e r h a b a ; bu dünyada ehl-i imanın oturdukları meclislerde yekdiğerine karşı teâtî tetikleri iltifat ve hürmetleridir. 4815 Binaenaleyh; bu minval üzere her mecliste duâ edip birbirini memnun etmek ve gönlünü almak âdât-ı İslâmiyedendir. Bu âdetin ehl-i Cennet arasında dahî cereyan edeceğine bu âyet delâlet eder. Çünkü; ehl-i Cehennem'in bu yolda iltifatı birbirinden menetmesi ehl-i Cennet'in menetmeyeceklerine delildir.

&&&&&

Vacib Tealâ ehl-i narın birbirlerine muâraza edeceklerini beyandan sonra etbâ' gürûhunun Cenab-ı Hakka tazarru' ve niyaz edeceklerini beyan etmek üzere :

ار ) لن ا فى ا ض�� ه ع��ذا نا من قدم لنا ه�ذا فز ٱقالوا رب � د Kع �� د ع�٦١)

buyuruyor.[Dünyada fukara gürûhunu idlâl eden reislerini âhirette fukara gürûhu tevbih ettikten

sonra derler ki «Ey bizim Rabbimiz ! Bize şu küfrü takdim ve telkinle idlâl edip aldatan reislerimizin azabını Cehennem'de iki kat yap.] Zira; onlar kendileri dalâlette oldukları gibi bizi de idlâl ettiler. Binaenaleyh; bizim gibi yalnız dalâletle iktifa etmediler. Zira; bizleri de kendileri gibi yoldan çıkarmaya sa'yettiler» demekle teşeffi-i sadrederler.

Hâzin'in beyanı veçhile kendinin dalâletiyle iktifa etmeyip başkalarını idlâl edenlerin azapları iki kat olur. Zira; birisi dalâlin, diğeri idlâlin cezasıdır. Çünkü herkesin cezası; ameline göredir. Binaenaleyh; bu gibilerin azapları iki kat olmak onlar haklarında zulüm olmaz ki kendi istihkaklarıdır.

Resûlullah'ın «Bir kimse bir kötü âdet icad ederse o âdetin vebali onun üzerine olduğu gibi ilâyevmilkıyam o âdeti işleyenlerin vebalinin bir misli dahî icad eden kimsenin üzerine olacağını» beyan buyurması da bu manâyı te'yid eder.

&&&&&

Vacib Tealâ dünyada bu gibi küfrü ve sair günâhlara herkesi tsrğib edenlerin envâ'-ı azapla muazzep olacaklarını beyandan 4816 sonra onlar arasında cereyan edecek muhareveleri beyan etmek üzere :

رار ) ال ا نع��دهم من ��رى رج��اال� كن ��ا ال ن ع777+وقالوا ما لن ٱ �� (٦٢د ا ري ن�ه س خ ع(أت ع� Hعص�ر ) ال م زاغ ع ع�أ ٱ ہ% ع' ع� (٦٣ع�

buyuruyor.[Cehennem'e girince o reisler derler ki «Bize ne oldu ki dünyada erazilden addettiğimiz

birtakım recülleri görmüyoruz. Hatta biz onları istihza ve âlet-i mashara ittihaz ederdik.

2663

Yoksa gözlerimiz onları görmekten yanıldı mı?» demekle dünyada beğenmedikleri fukara gürûhunun Cehennem'de kendileriyle beraber bulunmadıklarından bahsederler.]

Yani; reisler envâ'ı azaba duçar olunca derler ki «Bize ne oldu ve gözümüze ne gibi şey arız oldu ki birtakım fukarayı itibardan sakıt oldukları cihetle aramızda erazil gürûhundan addeder, ehemmiyet vermezdik. Şimdi biz onları görmüyoruz. Halbuki dünyada biz onları meclisimizde oyuncak ittihaz ederdik, yoksa dünyadaki itikatları gibi onlar Cehennem'e girmediler mi yahut bizim kemâl-i ıztırap ve elemimizden gözlerimiz onları görmekten imtina' mı ediyor?» İşte rüesa böyle demekle Cehenem'de fukara-yı Müslimîni görmediklerine izhar-ı esef ederler.

Hulâsa; bu dünyada etbâ'ını idlâl eden rüesanın Cehennem'e girdiklerinde fukara-i Müslimîni göremediklerine esef edecekleri bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ ehl-i narın muhasamalarını beyandan sonra muhasamanın hak olup vâki olacağını beyan etmek üzere :

ار ) لن ل لك لح تخاصم أ ٱإن ذ ع! .$# د (٦٤ٲ buyuruyor. 4817[Yâ Ekrem-er Rusûl ! İşte şu ehl-i nardan hikâye olunan sözler hak ve sabittir, elbette

vâki olacaktır.] Çünkü; onlar Cehennem'e .girince beyinlerinde bu'gibi mükâleme cereyan edeceğinde şek yoktur. Zira; rüesanın etbâ'ına, etbâ'ın rüesaya duâda ve mukabelede bulunacakları husumetten başka birşey değildir. Bununla beraber dünyada ehl-i imanı istihza edip eğlenirken, onlarla hemmeclis olup onları küçük görerek kendilerinin meclisinde bulunmalarım münasip görmeyip şerar-ı nâstan addederken kendilerinin Cehennem'e girip onların girmediğini görünce ehl-i imanı Cehennem'de göremediklerinden dolayı mahzun olacakları haktır ve azapları üzerine azaptır.

&&&&&

Vacib Tealâ ehl-i Cehennem'in muhasamalarını beyandan sonra sûrenin bidayesinde beyan olunan hakka daveti te'kid etmek üzere :

منذ وما م إل�ه إال ما أن ٱق إن ع� �‌�# د ا� قهار )للهع� حد و ع� ٱ ٲ ع� (٦٥ٱ buyuruyor.[Ey Habibim ! Sen kâfirlere hitaben de ki «Ben ancak hakka icabet etmeyen münkirleri

korkutucuyum ve vâhid-i kahhar olan Allah-u Tealâ'dan maada ma'budünbilhak yoktur.».] Binaenaleyh; müşriklerin itikatları batıldır ve şu batıl itikat sahiplerini korkutmak vazife-i risalet cümlesindendir. Zira; batıl itikat üzere terettüb edecek azabı beyanla menetmek lâzımdır ki âhirette i'tizara mecalleri kalmasın.

Bu âyet-i celile; mesail-i itikadiyeden Resûlullah'ın vazifesi inzar olduğunu ve Allah-u Tealâ'nın vahdaniyetini, sıfat-ı kahrile muttasıf olduğunu beyan etmiş ve Resûlullah'ın inzar ettiği âsîleri tehdid. için âyetin âhirinde Kahhâr ism-i şerifi varid olmuştur. Binaenaleyh; Allah'ın kahhar olduğunu bilen bir kimsenin kahr-ı İlâhiyi icab edecek ef'âlden ihtiraz etmesi lâzımdır. 4818

&&&&&

Vacib Tealâ kahhar olduğunu beyandan sonra rububiyet sıfatıyla muttasıf olduğunu beyan etmek üzere :

2664

غف�ر ) عزيز ما ن ض وما ب ال ت و م�و لس ع�رب ٱ ع� ٱ ہ� ع� ع� ٱ ٲ (٦٦ٱ buyuruyor.[Allah-u Tealâ göklerin, yerin ve onların arasında olan mahlûkatın Rabbisidir, her

umurunda herkese galip ve tevbe eden kullarının günâhlarını mağfiret edicidir.] Yani vâhid-i kahhar olan Allah-u Tealâ âlem-i ulvî, âlem-i süflî ve onların arasında olan mevcudatı kemâline îsâl etmek suretiyle terbiye edicidir. Çünkü her umurunda galip ve dergâh-ı ulûhiyetine iltica eden âsîlerin günâhlarını kemâl-i mübalâğayla affedicidir.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile Vacib Tealâ, tehdidi mutazammın olan Kahhar ismi mukabilinde ricayı ve terğibi müş'ir olan Rab ve .Gaffar isimlerini zikir buyurmuştur. Çünkü Rab ism-i şerifi; herşeyi tedriç tarikıyla kemaline îsâl etmekle cûd ü keremini müş'ir olduğu gibi Gaffar ismi de günâhları affedeceğini müş'ir dir. Şu halde bu âyet; hem tehdid, hem de terğibi mutazammındır. Binaenaleyh; Vacib Tealâ'ya ibadet etmek vaciptir. Zira; azabından korkulur, çünkü; kahhardır. Vacib Tealâ'nın fazl ü ihsanını ümid etmek lâzımdır, çünkü; gaffardır.

رضون )(٦٧ع�ق هو نبؤا عظيم ) ه م ع ع� أنت ع� (٦٨ع� [Ey Nebiyy-i Zişan ! Sen onlara de ki «Allah-u Tealâ'nın âlem-i ulviyet ve süfliyetin

terbiyesini haber vermesi büyük bir haberdir. Ey âsîler ! Siz o haberden i'raz edicisiniz.».] Çünkü; birliğini, nübüvvetin hakkaniyetini, haşr ü neşri haberin haber-i azîm olduğunu onlara haber verdi ki dinlesinler, müstefid olsunlar, ehemmiyetsiz addetmesinler. Zira; gerek vahdaniyete, gerek nübüvvete ve gerek ahval-i âhirete müteallik olan mesail usul-ü itikattan olduğu cihetle şu itikadatta istikamet sebeb-i saadet olduğundan ehemmiyeti vardır. Binaenaleyh; ihmali caiz olamaz ki aksi sebeb-i 4819 sefalettir. Şu halde bu itikadın hak olduğunu beyan etmek; insan için büyük bir haberdir. Bu misilli haberin büyüklüğünü tasdik etmeyenler Cenab-ı Hakka şirkettiklerinden dünya ve âhirette rezil ve rüsvâ olacaklardır. Ey müşrikler ! Sizler bu habere iltifat etmez, i'raz edersiniz. Binaenaleyh; dünyada rezil, âhirette rüsvâ olacaksınız.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyette insanları akaid-i diniyede nazara, istidlale ve kemâl-i ehemmiyetle düşünüp, tefekkür etmeye terğib vardır. Çünkü; bu metalib pek âlî olduğundan müsamahayla iktifa caiz olamaz. Zira; insan itikatta hakkı bulursa saadet kapıları, eğer itikatta batıl üzere olursa şekavet kapıları açıldığından itikatta taklit makbul değildir, belki kemâl-i basiretle istidlal lâzım olduğuna bu âyet delâlet eder. Zira; Cenab-ı Hak i'raz edenleri zemmetmiştir ki itikad-ı batıl üzere olanların azabı ebedîdir.

&&&&&Vacib Tealâ bu haberin haber-i azîm olduğunu beyandan sonra haberin canib-i İlâhiden

olduğunu tahkik etmek üzere :

مون ) تص��� ي لى إ ال مإل ���ان لى م ع ب ع(م���ا ك Hع ع� ٱ ع� ٱ د� ب ع? إن(٦٩ع� نذي مبين ) ما أن #�يوحى إلى إال أن د (٧٠ا�buyuruyor.[Yâ Ekrem-er Rusûl ! Şu haberin büyük bir haber olduğunu beyanla beraber onlara de

ki «Benim için onların muhasamaları zamanında mele-i â'lâ olan ehl-i semanın ahvaline dair ilim olmadı ve bana vahyolunmadı, ancak benim sizi açıktan inzar edici olduğum vahyolundu.] Zira; benim size her haberim vahy-i İlâhiyledir. Çünkü; benim ne meleklerin ahvaline ve ne de Hz. Âdem'den beri geçmiş zamana ilmim yoktur ve bilhassa Cenab-ı Hakkın Hz. Âdem'i halk buyuracağında meleklerle beyinlerinde cereyan eden mübahasâta ve sair hususata dahî ilmim olmadığı gibi ilmin husulüne esbab-ı âdiyeye dahi tevessül etmediğim halde o vakitte cereyan eden sözleri size haber vermem elbette vahiyledir. Çünkü benim bilmeme vahiyden başka bir sebep de yoktur. Binaenaleyh; 4820 her haberim de böylece vahyiledir. Kezalik melâikenin

2665

ahvalini size vahiyle haber vermemdeki hikmet ancak inzar etmek içindir. Binaenaleyh; Hz. Adem'le İblis arasında olan muhasamatı hikâyeden maksat; hüsn-ü ahlâka terğib ve sû-u ahlâktan men ve zecirdir. Şu halde ey kâfirler ! Bu haberler esbab-ı âdiyeyle olmayıp ancak vahyile olunca sizin iman etmeniz lâzımdır. Çünkü; itiraza mecaliniz yoktur.» demekle müşrikleri nübüvvetini tasdike davet et.

Fahri Râzi ve Nisâbûrî'nin beyanları veçhile mahlûkat dörde münkasemdir. B i r i n c i s i : Melâikedir ki bu âyette m e l e - i â ' l â ile murad; meleklerdir. Onlar için akıl vardır, lâkin kuvve-i şehevaniye yoktur. Binaenaleyh; işleri daima ibadet ve hayırdır, İ k i n c i s i : Behâimdir ki onlar için kuvve-i şehevaniye vardır, lâkin akıl ve ilim yoktur. Binaenaleyh; mükellef değillerdir. Ü ç ü n c ü s ü : Cemadattır ki onlar için ilim, akıl ve şehvetten hiçbir şey yoktur, ancak insanların menfaati için halkolunmuş şeylerdir. D ö r d ü n c ü s ü : İnsandır ki, ilim, akıl ve şehevat-ı nefsaniye sahibidir. Binaenaleyh: Hz. Adem halkolunduğu zaman insanın şehvet sahibi olduğundan yeryüzünü insanların ifsad edeceklerini ve kuvve-i gazabiyeleri sebebiyle yekdiğerini katle cür'etle kan dökmeye kadar ilerleyeceklerini melekler beyan etmişlerdi. Vacib Tealâ onların şu beyanına «Sizin bilmediğinizi ben biliyorum. Zira; insanda fesadı daî şehvet ve kan dökmeyi daî gazap varsa da onlarda olan akıl onları ma'rifete, muhabbete ve hizmet-i Mevlâya sevkeder. Binaenaleyh; siz akıbetini bilemezsiniz» demekle cevap vermişti. Şu halde insanın halkolunmasındaki hikmet; ilim, ibadet, taat ve ma'rifettir. Yoksa cehil, kibir ve temerrüd değildir. Zira cehil ve temerrüd; sıfat-ı behâimdir. Binaenaleyh insan üzerine vacip olan; ilim ve irfan gibi kemalât-ı insaniyeyi tahsile sa'yüe sıfât-ı behâimden ihtiraz etmektir ki İblis kibr ü inatla dünya ve âhirette zarar görücü oldu. Hz. Adem ise ilim, hilim ve tevazu kisvesini bürünmekle derecât-ı âliyeye nail olmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ icmalen mele-i a'lâya işaretten sonra tal'silen beyan etmek üzere : 4821

ا من طي ) بش ى خ�ل كة إن مل�ٮ ك ل قال رب ��إ د �� د ہ. ن ع� H٧١ع) buyuruyor.[Zikret ey Resûl-ü Zişan ! Şol zamanı ki o zamanda Rabbin Tealâ meleklere hitaben

«Muhakkak ben çamurdan bir beşer halkedeceğim» demekle Hz. Âdem'in halkolunacağını bildirdi.]

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyette zikrolunan tıyn; salsâle, hame-i mesnuna ve türaba şamil olduğundan diğer âyetlerde zikrolunan salsâle ve hame-i mesnundâh halkolundüğünu beyana münafi değildir. Binaenaleyh; âyetler beyninde tenakuz yoktur.

Bu kıssayı bu makamda zikirden maksat; haset ve kibir gibi ahlâk-ı rezilenin ne gibi felâketi mucip olduğunu beyanla insanları bu misilli ahlâk-ı fasideden menetmektir. Zira İblis'in Cenab-ı Hakka itirazı; Hz. Âdem'e hasedi ve kibri sebebiyledir. Çünkü; kibirle haset onun dünyada ve âhirette rezil ve rüsvâ olmasına sebep olmuştur. İşte Kureyş müşriklerinin Resûlullah'a karşı kibr ü hasetleri Resûlullah'la münaazaya bâdî olduğundan İblis gibi onların da hüsran-ı ebedîlerine sebep olacağına işaret olunmuştur. Binaenaleyh; kibr ü haset sebebiyle İblis'in başına gelen beliyeyi düşünen bir kimsenin kibr ü hasetten ihtirazı kendisi için ehem ve elzem görmesi lâzımdır.

&&&&&

Vacib Tealâ Hz. Âdem'i halkedecegini beyandan sonra halkedince cereyan eden ahvali beyan etmek üzere :

ته ��ه ع�فإذا سو وحى فقعوا ل ت فيه من ر ع( ونف ۥ س���جدين ۥ (٧٢) buyuruyor.

2666

[Ben Azîmüşşan Âdem'in cesedini tesviye edip ve rûhumaan üfürüp hayatını cesedine ifaza ettiğim zaman meleklere secdeyle emrim gelince biz meleklere hitaben dedik ki «Siz Âdem'e ta'zîm etmek üzere secde suretiyle yere kapanın.».] Ve şu emrimiz üzerine: 4822

مع��ون ) ه أ كة ڪل ٮ مل��� جد ع)فس�� ع� ع� بر(٧٣ٱ ت ليس ع إال إ ع� ٱ ع� ك�فرين ) ع�وكان من (٧٤ٱ[Meleklerin hepsi birden secde ettiler, ancak İblis secde etmekten kendini büyük

addetmekle kâfirler zümresinden oldu.]

Yani; meleklere çamurdan insan halkedeceğimi haber verip onun eczasını anasır-ı muhtelifeden terkib ederek suret-i insaniyesini tasvir ve tadil edip hayat-ı insaniye kendisiyle hasıl olan cevher-i rûhu bedenine ifaza ettiğim vakitte meleklere secdeyle emredince vakit geçirmeksizin Hz. Âdem'e ta'zim ve tekrim suretiyle meleklerin küllisi secdeye kapandılar ki hiçbirisi secdeye muhalefet etmediği gibi takaddüm ve taahhur dahi olmaksızın cemii birden secde ettiler. Fakat İblis secdeyle emrimize imtisal etmedi. Zira; kendisini Hz. Âdem'den büyük addetti. Binaenaleyh; Âdem (A.S.) a karşı tevazu gösteremedi ve kâfirler zümresine iltihak etti. Şu halde kibr ü gururu küfrüne sebep olmuştur.

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile bu âyet-i celile; insanın rûhla cesetten mürekkep olup cesedin terekkübünden hasıl olan istidad ve kaabiliyet üzerine rûhun feyezan edeceğine delâlet eder. Çünkü; Cenab-ı Hak azanın tesviyesini ve rûhun nefhini beraber olarak beyan buyurmuştur ki hilkat-ı insanın bu ikisiyle hasıl olduğunu beyandır.

N e f i h le murad; rûhu cesede ifazadvr. Yoksa hakikatta nefih yoktur. Zira; nefhin manâ-yı hakîkîsi üfürmek olduğundan Cenab-ı Hak üfürmekten münezzehtir, lâkin rûh emr-i İlâhiyle beden-i insana cereyan ettiğinden Vacib Tealâ zatına muzaf kılmıştır. R û h la murad; hayat kendisiyle hasıl olan şeydir. Hz. Âdem'e ta'zim için gerek cesed-i Âdem'i tesviye, gerek rûhunu ifazayı Vacib Tealâ zatına muzaf kılmıştır.

&&&&&

Vacib Tealâ İblis'in Âdem (A.S.) a tazim suretiyle secdeden imtina' ettiğini ba'delbeyan secdeden imtinâ'mın sebebini suâl ettiğini beyan etmek üzere : 4823

ت ب ت ت بيد أ جد لما خل ليس ما منعك أن ت ع�قال ي�إ ع ع� ہ$ى‌� ع. ع� ع� عالين ) كنت من ع�أ ٱ (٧٥ع�buyuruyor.[İblis secdeden imtina' edince Cenab-ı Hak İblis'e hitaben dedi ki «Ey İblis ! Benim

kudretimle halkettiğim Âdem'e tazim için secde etmekten seni ne gibi şey menetti, yoksa emrimize imtisalden kibir mi ettin, bizim hükmümüze itaattan nefsini daha büyük mü addettin yahut kendini daha büyük mertebe-i ulviyette bulunanların zümresinden mi zannettin?».] Cenab-ı Hak şu itab-ı İlâhisiyle İblis'in secdeden imtinâ'ının sebebini suâl etti ve iki cihetle tevbih ve tekdir buyurdu. Çünkü emr-i İlâhiye muhalefet edenler; her zaman tevbihe müstehak ve sefalete mahkûmdurlar.

Vacib Tealâ İblis'e imtinâ'ının sebebini suâlden sonra İblis'in nefsinde olan kibrin mani olduğuna işaret etmiştir ki istikbarın emr-i münker olduğunu istifham-ı inkârîyle beyan buyurmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ İblis'in vermiş olduğu cevabı alâtarikılhikâye beyan etmek üzere :

ته ا وخل تنى من ن خ م خل ع.قال أن �� د ع. �‌ ہ ع' @# د �ع �� من طي ) ا� د (٧٦ۥ 2667

buyuruyor.[İblis cevabında dedi ki «Ben Âdem'den hayırlıyım. Zira; sen beni ateşten ve Âdem'i

çamurdan halkettin. Ateş ise çamurdan hayırlıdır.».] İşte İblis böyle demekle kendinin hayırlı olduğunu iddia etti ve Cenab-ı Hakkın suâlinde şıkk-ı saniyi ihtiyar eyledi, kendinin maddesi ve sureti Âdem'in maddesi ve suretinden hayırlı olduğunu bilâperva söyledi ve anasır-ı erbaa içinden ateşin mekânı yüksek tabakada olduğundan kendinin mertebe-i âliye ashabından olduğunu ve çamur anâsırın süflisi, kadr ü itibar ve mekân cihetinden ednâsı olduğunu beyanla çamurdan halkolunan Âdem 4824 (A.S.) ın kendinden daha aşağı olduğunu iddia etti ve «Âlânın ednâya secde etmesiyle emri muvafık görmedim» demekle secde etmediğinin sebebini beyan etmek istedi.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile insanın hilkatına kemâl-i itina ve şanına tazim için Cenab-ı Hak insanın hilkatini kendi kudretine nispet etmiştir. Çünkü; cümle-i mahlûkat kendi kudretiyle halkolunduğu halde insanın hilkatini kendi kudretine nispetle tahsis etmek; elbette ta'zim ve tekrimdir.

Bu âyette İblis'in davası; üç mukaddimeyi camidir : B i r i n c i m u k a d d i m e : Şeytan'ın asıl maddesi ateşten olduğunu beyan etmektir. Bu mukaddime müsellemdir. İtiraz yoktur. Çünkü; ateşten halkolunduğunu Cenab-ı Hak bizzat beyan buyurmuştur.

İ k i n c i m u k a d d i m e : Ateşin topraktan efdal olmasıdır. Halbuki bu mukaddime yanlıştır. Müsellem değildir. Zira; toprak ateşten efdaldir. Çünkü; toprak emin ve muslihtir. Binaenaleyh toprak; kendine emanet edilen taneleri tamamıyla muhafaza ettiği gibi nebatatı meyva vererek sahibine birçok menafi' te'min eder. Ateş ise bunun aksinedir. Zira; haindir, müfsittir. Binaenaleyh; ateşe her ne teslim olunsa ifsat ve itlaf etmekle sahibini ızrar eder. Toprak ateşi söndürmekle galebe ettiği cihetle dahi efdaldir. Çünkü gaalip; mağlûptan elbette efdal olur.

Ü ç ü n c ü m u k a d d i m e : Aslı hayırlı olan şeyin fer'inin de hayırlı olmasıdır. İşte bu mukaddime memnu' ve birçok delillerle merdud ve vâki nefselemir de buna şahittir. Çünkü eşcar-ı müsmirenin esası; toprak ve külün esası ateştir. Halbuki eşcar-ı müsmire külden efdaldir. Zira; ağaçlardan insanlar intifa' ederler. Kezalik hasib ve nesib olan bir cahilden nesib olmayan bir âlim efdaldir. Yani İblis'in madde-i aslisi olan ateşin Hz. Âdem'in esası olan topraktan efdal olduğu teslim olunmuş olsa bile ateşin fer'i olan İblis'in efdal olması lâzım gelmez. Şu halde İblis'in kıyası fasiddir. Binaenaleyh; kabule şayan değildir.

İblis'in küfrüne sebep; emr-i İlâhiye muhalefet, itiraz ve zemmetmesi ve kıyasla kendini haklı göstermeye çalışmasıdır, yoksa yalnız emre muhalefeti değildir. Çünkü emr-i vücubiye muhalefet; isyanı icab ederse de küfrü icab etmez. Şeytan ise yalnız 4825 muhalefetle iktifa etmedi, belki birtakım itiraz ve kıyaslarla Cenab-ı Hakka karşı geldiği gibi emr-i İlâhinin hikmete muvafık olmadığından dahî bahsetti ve hilâfete kendini münasip gördü, Adem (A.S.) ın hilâfete ehil olmadığından bahsile Cenab-ı Hakka mukabelede bulundu. Vacib Tealâ'nın tensibini münasip görmemek; küfrü icab ettiğinden İblis kâfir olmuştur.

İşte zamanımızda ahkâm-ı şer'iyenin bazılarının haşa maslahata muvafık olmadığını dermeyan eden ve İslâm kisvesi altında ahkâm-ı şer'iyeyi kabul etmeyen birçok kâfir sefihler vardır. Evet ! Bir kimse ahkâmın mucibiyle amel etmezse fasık olur, ancak ahkâma itiraz etmediği cihetle kâfir olması lâzım gelmez. Eğer ahkâma itiraz ederse o zaman kâfir olur.

&&&&&

Vacib Tealâ İblis'in itaattan huruç ettiğini beyandan sonra itaat-ı İlâhiyeden çıktığına binaen dergâh-ı ulûhiyetten tardolunduğunu beyan etmek üzere :

ك رجي ) ا فإن ر م #�ق��ال ف د ہ% ع' ع) ع( (٧٧ٱ م نتى إلى ي ك ل ع وإن عل ع� ع� (٧٨ٱلدين )buyuruyor.

2668

[İblis isyan edince Cenab-ı Hak «Madem ki sen âsî oldun, çık Cennet'ten. Zira sen huzur-u İlâhimden merdudsun ve yevm-i kıyamete kadar lanetim muhakkak senin üzerine nazil olacaktır» demekle şeytan'ı tardetti.]

Yani; İblis'in Hz. Âdem'e secde etmemesi üzerine Vacib Tealâ «Yâ İblis ! Sen emrime muhalefet edince taattan çıkmana mücazat olarak nimet-i Cennetten çık. Zira; sen huzuruma lâyık değilsin, yevm-i kıyamete kadar rahmetten uzak olmaya müstehaksın» buyurdu.

Fahri Râzi ve Nisâbûrî'nin beyanları veçhile bu âyette r e c i m ; semadan yıldızlarla şeytan'ı tardetmek manâsına olup 4826 lânet de rahmet-i İlâhiyeden mahrum olması murad olunca recim ve lanet başka başka manâları ifade ettikleri cihetle âyette tekrar yoktur. Yahut r e c i m ; mutlaka rahmet-i İlâhiyeden tard u teb'îdini beyan olup lanet ise tard u teb'idin ilâyevmilkıyam devamını beyan olduğu cihetle tekrar yoktur. Yahut r e c i m ; Cennet'ten, semâdan veya izzet-i huzurdan tard manâsına olup l â n e t ise rahmet-i İlâhiyeden tard manâsına olduğu cihetle tekrar yoktur.

Bu âyette lâfzı (الى) yevm-i kıyamette lanetin intihasını iş'âr ederse de nusus-u saire lanetin yevm-i kıyamette de bakî olacağına sarahaten delâlet ettiğinden bu âyetten müstefad olan intiha; te'vil olunur, şöyle ki: Dar-ı dünya rahmete kesb-i istihkak edecek mahal olduğundan dünyada lanet ilâyevmilkıyam bakî olunca dünyada rahmete asla kesb-i istihkak edemeyen kimse için âhirette dahî lanetin bakî olacağı evleviyetle sabittir. Yahut dünyada devam yalnız lanet olup âhirette ise envâ'-ı azaba duçar olunca laneti unutacağı cihetle müptelâ olduğu azaba nispetle keenne lanet nihayet bulmuş gibi olacağından kinayedir.

Şu âyet-i celileden anlaşıldığı veçhile evvelce şeytan ubudiyet noktasında devam etmişken hasedi ve kibri sebebiyle emr-i İlâhiye red ve itiraz tarikıyla muhalefet ettiğinden güzel suratı çirkin bir surata tebeddülle cism-i nûrânîsi zulmânîye inkılâb etmiştir. Çünkü; ibadetle hasıl olan nûraniyetin ma'siyetle zulümâta tahavvül edeceği şüphesizdir. İşte şu esasa binaendir ki biraz zaman ibadetle meşgul olan insan yoldan çıkarak salâh-ı halini fesada değişince güzel simasının çirkin bir simaya tebeddül ettiği her zaman görülmektedir. Binaenaleyh itibar; hatimeyedir. Şu halde insan için lâzım olan Cenab-ı Hak'tan tevfik istemek ve hüsn-ü hatime temenniyatında bulunmaktır. Zira; her işte hüsn-ü hatime olmazsa emeklerin boşa gideceği şüphesizdir.

Bu âyet-i celilede ا) م ر ہ%ف ع' ع) ع( ٱ ) emri; Cennet'ten çık veyahut suret-i asliyeden çık demektir. Çünkü; beyan olunduğu veçhile şeytan'ın bidaye-i hilkati gayet beyaz, nûrânî ve güzelken Cenab-ı Hak onun güzelliğini çirkinliğe, nûrâniyetini zulmaniyete ve beyazlığını siyahlığa tebdil buyurmuştur. Şu halde manâ-yı nazım: [Ey 4827 şeytan ! Sen hilkat-ı asliyen olan suret-i haseneden çık. Zira; sen izzet-i huzurumuzdan merdudsun.] veyahut [Semâvâttan çık.] demektir.

Hulâsa; şeytan'a Cennet'ten veya semadan veyahut hilkat-ı asliyesinden çıkmasıyla emr-i İlâhinin varid ve huzur-u İlâhiden matrud olup ilâyevmilkıyam lânet-i İlâhiyeye mazhar olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir. Binaenaleyh; şeytan'ın matrud ve mel'ûn olduğunu inkâr eder bir kimse kâfir olur. Zira; şeytan'ın matrud olduğu nâss-ı kafiyle sabittir. Delil-i kafiyle sabit olan bir hükmü inkâr, küfürdür.

&&&&&

Vacib Tealâ İblis'in tard-ı ebedîye duçar olunca rahmet-i İlâhiyeden me'yus olduğunu beyandan sonra şu me'yusiyeti üzerine söylediği sözleri ve vâki olan istirhamatını beyan etmek üzere :

��ون ) عث م ي نى إلى ي ع�ق��ال رب ف��أنظ ع ك من(٧٩ع� ق��ال فإنع�منظرين ) لوم )(٨٠ٱ م ت و م ع�إلى ي ع� ٱ ع. ع� ٱ (٨١ع

buyuruyor.[Şeytan «Yâ Rab ! Bana yevm-i kıyamete kadar mühlet ver» dedi. Şeytan'ın şu

temennisini terviç olmak üzere Vacib Tealâ «Sen ilmi bana münhasır olan vakte kadar mühlet verilenlerdensin» buyurdu.]

2669

Yani; İblis rahmet-i İlâhiyeden me'yus olunca münacat ve istirham suretiyle «Ey Rabbim ! Dergâh-ı ulûhiyetinden tardedince yevm-i kıyamete kadar bana mühlet ver» dedi. Onun şu talebi üzerine Cenab-ı Hak «Ey İblis ! Benim indimde ma'lûm olan vakte kadar sen mühlet verilenlerdensin, o vakte kadar sana müsaade muhakkaktır. O vakte kadar sana ölüm yoktur» buyurdu.

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile şeytan'ın mühlet istemekten maksadı; benî âdem'den ahz-ı intikaama fırsat bulmak ve ölümden kurtulmaktır. Çünkü; yevm-i kıyametten sonra ölüm olmayacağını bilirdi. Zira; Cenab-ı Hak kıyamete kadar ölüm olup kıyametten sonra ölüm olmayacağını haber vermişti ki kıyamette 4828 cümle zirûhla beraber helâk olup tekrar hayat bulduktan sonra ölüm yoktur. Bu müsaadenin ezelde mukadder olup yeni bir müsaade olmadığına işaret için mühletin vukuunu kat'iyete delâlet eden cümle-i ismiyeyle ihbar buyurmuştur.

Bazı zalimlere Vacib Tealâ'nın müsaadesi şeytan'a müsaade kabilindendir ki hakkında iyiliğe alâmet sayılamaz. Çünkü; ömrü oldukça şeytan gibi zulümle ve âlemi ifsadla meşgul olacağından günbegün günâhı ziyadelenir, âhirette de günâhı nispetinde azabı tezayüd edeceğinden o müsaade onun hakkında ayn-ı azaptır.

Hulâsa; şeytan'ın müsaade talebi üzerine Cenab-ı Hakkın yevm-i kıyamete kadar müsaade buyurduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ şeytan'ın şu müsaade üzerine kıyamete kadar benî âdem'e musallat olup iğva ve idlâl edeceğim dediğini beyan etmek üzere :

معين ) ه أ وين ����ك ال ت ع)ق����ال فبعز ع� هم (٨٢ع1 ����ادك م ع�إال عب لصين ) ع(م ع� (٨٣ٱbuyuruyor.[Şeytan «Sen bana mühlet verince yâ Rab ! Senin izzet-i celâldin hakkı için benî

âdem'in cemiini iğva ve idlâl ederim, ancak onlardan senin halis kulların müstesnadır.] Zira; onları iğva edemem» demekle husumetini izhar etti.

Yani; Cenab-ı Hak şeytan'a yevm-i kıyamete kadar müsaade edince şeytan benî âdem'e husumetini izhar ederek dedi ki «Yâ Rab ! Senin izzet-i şanına yemin ederim ki ben onları tarik-ı tevhidden çıkarır, yollarını şaşırtırım, cümlesini sana isyana teşvik ederim, ancak onlardan sana ihlâs üzere iman ve ibadet edenleri idlâl edemem ki onların ihlâsı benim yoldan çıkarmama manidir. Çünkü; ihlâsları sebebiyle rahmetinden ümitleri, gazabından korkuları ve nar-ı Cehennem'i gözleri önüne getirdikleri için benim idlâlim onlara te'sir etmez» 4829

Fahri Râzi ve Nisâbûrî'nin beyanları veçhile şeytan'ın halis kulları istisnadan maksadı; yalandan ihtiraz etmektir. Zira; istisna etmeksizin «benî âdem'in cemiini idlâl ederim demiş olsaydı idlâl edemeyeceği birçok suleha bulunmakla kelâmında yalan zuhur edeceği muhakkak olduğu cihetle kelâmını istisnayla irad etmiştir. Şu halde şeytan'ın şu istisnası; ehl-i iman için büyük bir.derstir. Çünkü; şeytan yalandan ihtiraz edince ehl-i imanın daha ziyade ihtiraz etmesi lâzım olduğu gibi yalan olmak ihtimali olan yerde sözüne istisna ilâve etmesi de lâzımdır ki yalandan kurtulsun.

Hulâsa; Cenab-ı Hakkın şeytan'a müsaadesi üzerine şeytan'ın benî âdem'i idlâl etmeye yemin ve ihlâs üzere olan insanları idlâl edemeyeceğini ikrar ve itiraf ettiği ve ihlâs-ı tanımın şeytan'ın iğvasına mani olacağı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ şeytan'a müsaadesini ve şeytan'ın benî âdem'i idlâl edeceğine azmettiğini beyandan sonra vâki olan beyanatın hak olduğunu beyan etmek üzere :

2670

حق أقول ) حق و ع�قال ف ٱ ع� (٨٤ٱ buyuruyor.[Ey şeytan ! Sabit ve vâki olacak şey bu dünyada benim sana dediğimdir.] Zira; benim

seni izzet-i huzurumdan tard u teb'îdim ve sana mühlet vermem haktır; senin idlâlin üzerine terettüb edecek ahkâmda ben ancak hak söylerim. Zira; hakkın gayrı birşey söylemek zat-ı ulûhiyetimizde tasavvur olunmaz. Binaenaleyh; beyanatımızın cümlesi hak ve sabittir.

&&&&&

Vacib Tealâ beyanatının hak olduğunu beyandan sonra şeytan'ın idlâli üzerine terettüb edecek ahkâmı beyan etmek üzere :

معين ) م منك وممن تبعك م أ الن جهن ع)ال ع� ہ� ع' (٨٥ع� buyuruyor. 4830[Ey İblis ! Zat-ı ulûhiyetime yemin ederim ki elbette senden ve sana tebaiyet eden benî

âdemin cemiinden Cehennem'i doldururum.]

Yani; hak' ve sabit olan zat-ı ulûhiyetim hakkı için seni, sana tebaiyet eden insanları ve cümlenizi Cehennem'e doldurur ceza-yı sezanızı veririm. Zira; dâl ve mudil cümlenizi Cehennem azabıyla muazzep kılacağım muhakkaktır.

فين ) متكل من وما أن ه م أ عل لك � ع�ق ما أ ٱ ا� @� د Dع ع� ع� ع� ع� (٨٦ع� [Yâ Ekrem-er Rusûl ! Sana vahyolunan ahkâmı tamamıyla tebliğ ettikten sonra sen de

ki «Rabbimden gelen emr ü nehyi size tebliğime ücret istemem, ben de Kur'an'ı kendi indinden külfetle icad edenlerden değilim.».]

ع�لمين ) هو إال ذ ل ع�إ @# د Aع (٨٧ع� [Zira; Kur'an olmadı, ancak cümle âleme mev'ize oldu.] Çünkü Kur'an; ins ü cinni hidayete

sevk ve onlara dünyevî ve uhrevî menfaatlarını beyan eder bir zikr-i azîm ve vaaz-ı beliğdir.

لمن نبأه د حي ) ع�ولت د� ب ب ع� (٨٨ۥ [Zat-ı ulûhiyetime yemin ederim ki siz Kur'an'ın haberi sadık ve vaîdatının hak

olduğunu biraz zaman sonra elbette bilirsiniz.]

Yani; siz vefat edip yevm-i kıyamette kabrinizden kalktığınızda bütün gizli esrar meydana çıktığı zaman Kur'an'ın hak olduğunu, külfetle meydana gelmediğini ve uydurma birşey olmadığını elbette bilirsiniz.

Hulâsa; emr-i dini talep ve tahkikte gayet ihtiyat ederek dine davet eden kimsenin halini ve suret-i davetini kemâliyle düşünmek lâzım olduğunu ve bu makamda dine davet eden Resûlullah'ın daveti üzerine ücret istemediği, halbuki yalan olarak böyle bir davayı uyduran kimsenin elbette dünyaya ve mal cemetmeye meyi ü rağbeti olacağı meydandayken Resûlullah'ın böyle şeylere tenezzül etmediği halde dine davete son derece gayret ettiği ve davetin keyfiyetine gelince davet ettiği dinin sıhhatim bilmek birçok külfete muhtaç olmadığı ve belki dinin sıhhatına şehadet-i akıl kâfi olduğu bu âyetle beyan olunmuştur. Çünkü; Resûlullah evvelâ Allah'ın vücudunu ikrara ve saniyen zat-ı ulûhiyeti lâyık olmadık nekaaisten tenzihe ve sıfât-ı kemâliyeyle muttasıf olduğunu itikada ve salisen şerik ve nazirden münezzeh olduğunu itikada, rabian cemadat-ı hasise kabilinden olan, menfaat ve mazarrata kaadir olmayan putlara ibadeti terke, hamisen ervah-ı mukaddese olan meleklere ve enbiyaya ta'zime, sadisen kıyameti ikrara ve âhireti düşünmeye

2671

davet buyurmuştur. İşte beyan olunan şu usul-ü süte ki din-i İlâhi ve din-i Muhammedide muteber olup ukul-ü selime teslimde ve efkâr-ı sahiha kabulde tereddüd etmediği cihetle davet olunan din şu usul üzere müesses olup Resûlullah tarafından külfetle yapılma birşey olmadığına bu âyet delâlet eder. Şu halde kötü itikat ve cehl ü inat üzere imrar-ı evkat edenler akıbet Kur'an'ın sıhhatini ve mazmunu olan usul-ü mezkûrenin hak olduğunu elbette bileceklerini beyanla âsîleri tehdid buyurmuş ve sure-i celileye hitam vermiştir.

&&&&&

SÛRE-İ ZÜMER

Mekke-i Mükerreme'de nazil olan sûrelerdendir. Yetmiş iki veya yetmiş beş âyeti camidir.

م ٱب للهع� حيم لر م�ن لر ٱ ع" ٱ حكيم ) عزيز لله كت�ب من ع�تنزيل ٱ ع� ٱ ٱ ع� (١ٱ

[Şu Kur'an; her emrinde galip, her hükmünde hakîm olan Allah-u Tealâ tarafından indirilmiş bir büyük kitaptır.]

Yani; Cibrili Emîn vasıtasiyle Muhammed (S.A.) e nazil olan kitap; Allah-u Tealâ tarafmdandır, yoksa beşerden bir kimsenin icâd ettiği bir şey değildir, Allah-u Tealâ herkese ve bilhassa düşmanlarına galib ve her şey hakkında hükmü hikmete muvafıktır. Binaenaleyh; Kur'an'a iman etmeyenlerden intikam alması da hikmete muvafıktır.

Allah-u Tealâ'nın aziz ve hakîm olması; cemi malûmatı ilminin ihata etmesine ve cemi mümkünâta kudretinin teallûkuna ve hiç bir şeye muhtaç olmamasına delâlet eder. Şu halde Cenabı Hak çirkin şey işlemez, çirkin şeyle hükmetmez. Zira; şu evsafı selâse — ilminin her şeyi ihatası, kudretinin her şeye teallûku ve hiç bir şeye muhtaç olmaması— kötü olan bir şeyle hükmetmediğine delâlette kâfidir. Binaenaleyh; Allah-u Tealâ'nın ef'âli hikmetten hâlî olmadığından Kur'an'ı inzal etmesi de hikmetten hâlî değildir. İşte şu esasa binaen Kur'an'a imanla intifa etmek her mükellefe farz-ı ayındır. Kur'an'la intifa ise Kur'an'ın Allah'ın kelâm olduğunu tasdik ettikten sonra Kur'an'ın nazarı şeri'de mevzuunlehi olan manâsiyle amel etmek ve ahkâmının tamamiyle icrasına 4833 sa'yetmekle olur. Şu halde Kur'an'ın mevzuunlehhinin gayrı manâyı batini diyerek bir takım manâlar uydurmak caiz olmaz. Çünkü elfaz-ı Kur'an lisan-ı Arab üzere mevzu olduğundan elfazının lügat-ı Arabta mevzu olan manâ ile tefsiri vaciptir.

Kitabın evvelinde bulunan elif, lâm; ta'zîme delâlet ettiği cihetle k i t a p la murad; Kur'an olmakla beraber Kitabı Muazzam yani «Büyük kitap» demektir. Taraf-ı İlâhîden inzal olunduğunu beyan etmek; Resûlullah'ın icadıdır diyen müşrik ve mülhidleri reddetmektir.

&&&&&

Vacib Tealâ Kur'an'ın aziz ve hakim olan zat-ı ulûhiyeti tarafından nazil olduğunu beyanla Kur'an'ın azamet-i şanına işaretten sonra Kur'an kendisine nazil olan Resûlullah'ın celâlet-i şanına işaret etmek üzere :

حق ڪت�اب ب ك نا إل ا أنز ع�إن ٱ ع� ٱ ع� ع�buyuruyor.[Muhakkak Biz Azîmüşşan hakka mukarin olarak ey Habibim ! Kur'an denilen kitabı

sana inzal ettik.]

2672

Vacib Tealâ bu âyette kitabı hakka mukarin olduğu halde inzal ettiğini beyanla Kur'an'a batıldır diyen kâfirleri redle Resûlune ta'zîm etmiştir. Çünkü; Resûlunün yedinde olan kitabın hakkaniyetini beyanla düşmanlarının davalarını red edivermek elbette

Resûlune bir hürmet-i mahsusadır. (ڪت�اب�ع da bulunan elif lâm bu misilli makamda (ٱkemâle delâlet ettiğinden bu kitabın bundan evvelki kitapların ahkâmının cümlesini camî olduğu gibi kitaplarda zikrolunmayan bir çok ahkâmı dahî camî olduğuna delâlet etmiştir. Çünkü kitabın kemâli; insanlar için lâzım olan ahkâmın cümlesini camî olmakla olacağında şüphe yoktur. Kitabın ahkâmı hakka mukarin olup batıldan ârî olunca cümle ahkâmıyla amel vaciptir. Kur'an'ın ahkâmı ise tevhid, nübüvveti tasdik, Cenabı Hakka ubudiyet, umûr-ı âhiret ve dünyaca insanları irşâd etmektir. Şu ahkâmın cümlesini kabulde akl-ı selîm ashabı hiç bir 4834 zaman tereddüt etmemiştir. Amma ukûl-ü sahîfe ashabı tereddüt etmekle hâib ü hâsir yani zarar ve ziyan edici olmuşlardır.

Hulâsa; Kur'an'ın hakka mukarin olarak nazil olmuş bir kitap olduğu ve Cenab-ı Hakkın bizim Peygamberimize inzal buyurduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ Kur'an'ın hakka mukarin olarak inzal olunmuş bir büyük kitap olduğunu beyandan sonra o kitabı tasdik üzere terettüp eden ahkâmı beyan etmek üzere :

بد ٱف ع� لدين )للهٱ ه ا ل ل ٱ م :� د (٢ع( buyuruyor.[İbadetinde Allah-u Tealâ'ya ihlâs edici olduğun halde ibadet et. Zira itaat; Allah'a

mahsustur.]

İbadetle emir; kitabın hak olması üzerine terettüp ettiğine işaret için terettübe delâlet eden fâ lâfzı varid olmuştur. İbadetle emir; vücûb içindir. İbadette ihlâs lâzım olduğuna işaret için âbidin ihlâs üzere ibadet etmesi şart kılınmıştır. Din ve itaat ancak Allah'a mahsus olduğuna ve Allah'ın

gayrıya ibadet caiz olmadığına işaret için (له) lâfzı din üzerine takdim olunmuştur.Şu tafsilâta nazaran âyetin manâsı: [Kitab-ı hakka mukarin olunca ya Ekrem-er Rusûl ! Sen

ibadetini Allah-u Tealâ'ya hâs kılıcı olduğun halde risaletini sana emanet eden Allah'a ibadet et. Zira din ve itaat; ancak Allah'a mahsustur. Allah'ın gayrı ibadete müstehak bir kimse yoktur. Çünkü; cümlenin Halikı O'dur, bilûmum nimetler O'nundur. Binaenaleyh; ibadete lâyık da ancak O'dur.] demektir.

Hulâsa; ihlâs üzere Allah-u Tealâ'ya ibadet etmek vacip olduğu, din ve itaat; ancak Allah'a mahsus olup Allah'ın gayrı itaata ve ibadete lâyık bir kimse olmadığı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ Resûlune ihlâs üzere ibadet etmesini emrettikten sonra bilûmum nâsa ihlâs üzere ibadet lâzım olduğunu beyan etmek üzere :

للهأال خال لدين � ہ:‌ ع� ٱ ٱ buyuruyor.[Ey mü'minler ! Agâh ve mütenebbih olun ki riyadan hâlî din; Allah-u Tealâ'ya

mahsustur.]

Yani; ey mükellef olan insanlar ! İyi bilin ki Allah'ın dini din-i hâlistir, o dinde riyâ ve şirk gibi şeyler makbul değildir. Binaenaleyh; o dine iman ve onun ahkâmıyla amel etmek vaciptir. Çünkü; Allah-u Tealâ insanların kalbinde olan gizli esrara muttali olduğundan riyadan hâlî din, yani ibadet; Allah'a mahsustur. Zira; Allah'ın gayrı ibadete müstehak bir kimse yoktur.

2673

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile bazı ulemâ tarafından hulûs üzere i b a d e t le murad; kelime-i şehâdettir demişlerse de esah olan i b a d e t - i h a l i s a yla murad; cemi emirlere imtisâle ve nehiylerden içtinâba şamildir. Hatta Hasan Basrî hazretlerinin «Kelime-i şehâdet çadırın direğidir, çadırsız direk de fayda vermez» dediği mervîdir. Çünkü; şair (Ferezdak) ın haremi vefatında namazını Hasan Basrî hazretlerinin kılmasını vasiyyet etmesi üzerine müşârun ileyh hatunun namazını edadan sonra Ferezdak'a «Âhiret için ne gibi şey hazırladın?» diyerek sual edince Ferezdak kelime-i şehadeti hazırladığını söylemesi1 üzerine Hasan Basrî hazretleri «Kelime-i şehâdet çadırın direği, âmâli saliha da çadır mesabesinde olduğundan çadırsız direkten kemaliyle intifa olunmadığı gibi âmâli saliha olmaksızın yalnız kelime-i şehâdetten de lâyıkı veçhile intifa olunmaz» buyurmuşlardır. Binaenaleyh; direksiz çadırı durdurmak mümkün olmadığı gibi kelime-i şehadetsiz amel de makbul olmaz, kezâlik amelsiz kelime-i şehâdet de çadırsız direk gibi lâyıkı veçh üzere intifa olunmadığından kelime-i şehadetle amel yekdiğerine lâzım ve melzum kabilindendir. Şu halde mü'min-i kâmil olmak için her ikisini cem'etmek lâzımdır. 4836

&&&&&

Vacib Tealâ ibadetin t esası ihlâs olduğunu beyandan sonra müşriklerin ihlâsa mugayir olan mesleklerini beyan etmek üzere :

بونا إلى بده إال ليقر لياء ما ن خذوا من دونه أ ت ذين ل ع�و ع� ع ۦ ٱ ٱ فىللهٱ ع� ز

buyuruyor,[Şol kimseler ki onlar Allah'ın gayrı dost ve mabud ittihaz ettiler. Onlar putlara

ibadetlerini savap göstermek üzere derler ki «Biz putlara ibadet etmeyiz. Ancak Allah-u Tealâ'ya o putlar bizi yaklaştırsınlar için ibadet ederiz.».] İşte müşrikler böyle demekle putlara ibadetlerini meşru göstermek isterler.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile bu âyette Allah'ın gayrı putları dost ittihaz edenlerle

murad; müşriklerdir. ( فى ع�ز ); kemâliyle yakınlıktır. Menfeat ve mazarrata kaadir olmayan, taştan ve ağaçtan yapılmış bir takım putlara ibadet ma'kul bir şey olmadığı cihetle müşriklere «Bu gibi hasis eşyaya niçin ibadet edersiniz?» denildiğinde onlar işledikleri günâhın hata olmadığını beyan etmek üzere «Bizim putlara ibadetimiz başka bir şey için değildir, belki bizim onlara ibadetimiz bizi Allah'a yaklaştırsınlar içindir» demekle cevap verirler. Şu esasa binaen âyetin manâsı: [Şu müşrikler ki onlar Allah'ın gayrı putları dost ve mabud ittihaz ettiler. Halbuki din-i hâlis Allah-u Tealâ'ya mahsus olup Allah'ın gayrı ibadete müstehak bir kimse olmadığından onlara «Niçin ibadete müstehak olmayan şeylere ibadet edersiniz?» denildiğinde onlar kendilerini mazur ve ibadetlerini meşru göstermek üzere «Bizim o putlara ibadetimiz başka bir maksatla değil, ancak onlar bizi Allah'a yaklaştırsınlar içindir» demekle cevap verirler.] demektir.

Bu âyet-i celile; tevhidi ve tevhidin levazımatından olan ibadette ihlâsı tahkik için sevk olunmuştur. Çünkü âyetin hulâsası; ihlâsı terkten ibaret olan şirkin batıl olduğunu beyan hakkında olduğu cihetle tevhidi ve ihlâsı tahkik etmiştir. «Eşya zıddıyla münkeşif olur» fehvasınca şirkin butlanını beyan; tevhidin hak olduğunu isbat etmektir. 4837

&&&&&

Vacib Tealâ müşriklerin mezheplerini beyandan sonra müşrikleri tehdit etmek üzere :

تلفوللهٱإن نه فى ما ه فيه ي كم ب � ي ہ�‌ ع( ع� ع� ع� ع" buyuruyor.

2674

[Müşriklerin müminlerle din hakkında ihtilâf ettikleri mesaili Cenab-ı Hak beyinlerinde kat'î hükümle hükmeder şüpheli bir mesele kalmaz.]

Yani; kâfirlerin şirk ü inattan, tuğyan ü fesattan ibaret olan itikatlarını Allah-u Tealâ bilir ve ilmi icâbı envâ-ı mezelletle müşrikleri Cehennem'e, mü'minleri kemâl-i hürmet, izzet ü ikbâl ile Cennet'e koymakla din hususunda beyinlerinde olan ihtilâfı hükmeder ki onlar ihtilâf ettikleri dinin hangisi hak ve kendi mezheplerinin batıl olduğunu bilir, nedamet ederler lâkin âhirette nedamet fayda vermez.

Dünyada herkes kabul ettiği dinin hak ve kendi dinine mugayir diğer dinlerin batıl olduğunu iddia ettiklerinden beyinlerinde ihtilâfın vukuu her zaman carî olan ahvâlden olduğu cihetle bu ihtilâfın kat'î bir hükme rabtı ve herkesin dininin neden ibaret oldubunu lâyıkıyla bilmek âhirette olacaktır. Bu dünyada delâili kafiyeyle hak ve batıl malûm olduğu cihetle hakkı kabul etmeyenler elbette mes'ul olacaktır. Şu kadar ki hissiyattan ve taassuptan tecerrüt ederek delâili tedkik ile hakkı kabul etmek herkese müyesser olamaz. Binaenaleyh; batılı haktır diye inat ve devamla batıl üzere gidenler elbette muazzep olacaklardır. Çünkü; hakkı aramak herkes için bir vazife-i farizadır, erbab-ı edyân arasında bu gibi ihtilâfların devamlı, her zamanda carî olacağına ve ilâyevmilkıyâm arkası keslimiyeceğine işaret için ihtilâfı beyanda istimrara delâlet eden muzari siyğası varid olmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerle müminler arasında olan ihtilâfı hükümle hail ü fasledeceğini beyandan sonra yalancı kâfirleri hidayette kılmayacağını beyan etmek üzere :

دى م هو ك�ذ ڪفا )للهٱإن #� ال ي د �# د ع� (٣ع!buyuruyor.[Muhakkak Allah-u Tealâ küfür ve inadında devam eden ve yalancı olan kimseleri

doğru yola ulaştırmaz.]

Hidayet: doğru yola isal etmektir. K â z i b : yalancı demek ise de bu makamda Allah-u Tealâ hakkında iftira ve bühtan edici kimse demektir. K ü f f â r ; küfürde ileri gitmiş ve bütün nimetleri inkârla o nimetleri ihsan eden Allah-u Tealâ'ya ibadeti Allah'ın gayrıya yapmış olan kimsedir. Şu tafsilâta nazaran manâ-yı âyet: [Zatında ve sıfatında ibadete müstehak olan Allah-u Tealâ zat-ı ulûhiyetine iftira edip yalana cesaret eden ve bilcümle nimetleri inkâr ederek ibadetini Allah'ın gayrı putlara sarfeden kimseyi doğru yola gitmeye muvaffak kılmaz.] demektir. Çünkü; ibadete ezher cihet müstehak olan Vacib Tealâ'ya ibadeti terkederek ibadete ehil olmayan bir takım acizlere ibadet eden kimse elbette doğru yola muvaffak olamaz.

&&&&&

Vacib Tealâ yalancı ve küfürde ileri gitmiş olanları hidayette kılmıyacağını beyandan sonra küfürde ileri gidenlerin iftiralarını ve Allah-u Tealâ'nın onların iftira ettikleri şeylerden münezzeh olduğunu beyan etmek üzere :

أراد ٱل الل��هع ل��ق م��ا يش�� طفى مما ي ا ل خ��ذ ول � أن يت ‌Cہ ع( ع: ٱ �� د ح�نه ٱ هو ع�س قهار )للهۥ‌� حد و ع� ٱ ٲ ع� (٤ٱ

buyuruyor.[Eğer Allah-u Tealâ kendine çocuk ittihaz etmek murad etmiş olsaydı mahlukâtından

dilediği şeyi ihtiyar ederdi lâkin veled ittihazı gibi zat-ı ulûhiyeti hakkında noksan olan şeylerin cümlesinden münezzehtir. Zira; o Allah-u Tealâ mülkünde müstakil, şerik ü nazîri

2675

yok, her şeye galip ve cümle eşya kahrı altındadır. Çünkü; kendisi birdir, mülkünde ortak yoktur, kahhârdır, kahrına hiç bir kimse mukabele edemez.] 4839

Yani; müşriklerin dedikleri gibi Allah-u Tealâ veled ittihaz etmemiştir. Zira; veled ve zevce ittihazına ihtiyacı yoktur. Eğer müşriklerin dedikleri gibi Allah-u Tealâ veled ittihaz etmek murad etmiş olsaydı halkettiği mahlûkâtından istediğini kendine veled olarak ihtiyar ederdi. Yoksa müşriklerin itikadı gibi kızları veled ittihaz etmezdi. Halbuki Allah-u Tealâ müşriklerin isnad ettikleri noksanların cümlesinden münezzehtir. Zira; vahid-i hakikidir, mülkünde ve ef'âlinde şeriki ve naziri yoktur, cümle eşya taht-ı kahrında zebûndur.

&&&&&

Vacib Tealâ veled ittihazından münezzeh olduğunu mabud-u vahid ve kaadir ü kahhâr olmasıyla isbat ettikten sonra kemâl-i kudretine ve veled ittihazından müstağni olduğuna delâlet eden diğer delilleri zikretmek üzere :

ار لن ل على ل ���ور ح يك ض ب لله ت و و م���� لس ہ�خل���ق ٱ ع� ٱ ق.‌� ع� ٱ ع� ٱ ٲ ٱ ل هار على لن �ويكور ‌Qد �ع ٱ ٱ

buyuruyor.[Allah-u Tealâ semâvâtı ve arzı hakka mukarin olarak halketti ve geceyi gündüz,

gündüzü de gece üzerine perde kıldı.]

رى الج مسم ي قم ڪ س و لش �وسخر ى‌ �� د ع) �$# د � ہ�‌ ع� ٱ ع� ٱ [Allah-u Tealâ güneş ve ayı emrine mutî ve münkad kıldı, bunlardan her biri vakt-i

muayyenine kadar cereyan eder giderler.]

غف�ر ) عزيز ع�أال هو ٱ ع� (٥ٱ [Agâh ve mütenebbih olun ki Allah-u Tealâ her şeye galip, günâhkâr olanlar

günâhlarından tevbe edince mağfiret edicidir.]

Yani; Allah-u Tealâ kudret-i kâmile sahibi ve her türlü ihtiyaçtan müstağni olduğundan veled ittihazına ihtiyacı yoktur. Zira; Allah-u Tealâ semâvât ve arzı ve bunların arasında olan bilcümle mahlûkâtı halketti. Bu kadar cesametiyle âlem-i ulvî ve süfliyi halkeden Hallâk; elbette kudret-i kâmile sahibidir, semavât ve arzın halkolunmasıyla hasıl olan geceyle gündüzü yekdiğerine örtü kıldı ki gece gelince gündüz, gündüz gelince gece kaybolup birbiri üzerine perde kılındı. Çünkü; geceyle gündüzün yer yüzünde vücuda gelmeleri göklerin harekeleriyle olduğu gibi Vacib Tealâ'nın geceyi gündüz üzerine ve gündüzü gece üzerine setir kılmasıyla tasarruf buyurması kudret-i kaahire sahibi olduğuna delâlet eder. Keenne elbise giyen kimseyi elbise setrettiği gibi gece gelince gündüzü, gündüz gelince geceyi setrettiği her zaman içinde bulunduğumuz halattan ve görülen ahvâldendir. Yahut sarığın dürümleri gibi Vacib Tealâ birbiri arkasında geceyi gündüz ve

gündüzü gece üzerine dürmek suretiyle onlarda intizam üzere daima tasarruf eder. Çünkü ( kelimesinin manâ-yı lûğavisi; dürer manâsına olduğuna nazaran geceyi gündüzü sarık (يكورdüğümü gibi yekdiğerine dürer demektir. Şu dürümün devamlı olduğuna işaret için istimrara delâlet eden muzarî siyğası varid olmuştur.

Şemsile kameri kendi emrine mutî ve münkâd kıldı ki onlar tâyin olunan zamana kadar mihver-i lâyıkında cereyan eder ve herbiri tâyin olunan devrelerinin nihayeti gelmeyince bir an bile durmaz. Canib-i İlâhîden aldığı emrüzere devreder ve emr-i İlâhîye bir saniye bile muhalefet etmezler.

2676

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile güneş gündüzün ve kamer gecenin sultanlarıdır. Çünkü; bu âlem-i süflinin bir çok işleri şemsle kamere merbut olduğundan maslahat-ı âlem onların cereyanlarına bağlıdır ve bu cereyan yevm-i kıyamete kadar devam eder. Zira âyette e c e l - i m ü s e m m â ile murad; yevm-i kıyamettir.

Vacib Tealâ bu âyette vahdaniyetine ve kudret-i kâmilesine delâlet eden delâil-i felekiyesinden üçünü zikretmiştir : B i r i n c i s i : Semevât ve arzın bu ecsâmı azime üzerine nizâsız ve kavgasız halkolunması Halik'ının vahid-i hakiki ve kudret-i kâmile sahibi olmasına delâlet eder. İ k i n c i s i : Leyi ü nehârdan her birinin ahar üzerine galebe etmek suretiyle hallerinin değişip durması ve zıya ile karanlıktan her birinin azamet ve mehâbetleriyle beraber yekdiğeriyle çarpışıp intizam üzere birinin gelip o birinin 4841 gitmesi daimî bir galib-i kaahir olan Vacib Tealâ'nın vücuduna delâlet eder. Ü ç ü n c ü s ü : Şemsle kamerin şu görülen intizam üzere tehallüf etmeksizin cereyanları Halik Tealâ'nın vücuduna ve kudret-i kâmilesine delâlet eder.

Mükellef olan insanlar iyi bilmelidir ki şu görülen mahlukât-ı cesimeyi halketmeye kaadir olan Allah-u Tealâ her şeye ve herkese galip ve âsîlere azap etmeye ve tevbe edenlerin günâhlarını mağfiret etmeye dahî kaadirdir. Günahkârların günâhlarını şiddetle mağfiret edici olduğundan dünyada kâfirlerin azaplarını ta'cîl etmediği gibi umum kullarına ihsanını dahî esirgemedi. Eğer mağfiret-i İlâhi olmasaydı günâhkârların günâhlarına nazaran ihsan kapılarını kapardı. Halbuki ihsan kapıları daima açıktır.

Hulâsa; âlemin hakka mukarin olarak halkedildiği, gecenin gündüze, gündüzün geceye kalbolunduğu, şems ve kamerin müsahhar olduğu ve bunlardan ibret alarak iman edenleri Vacib Tealâ'nın mağfiret edici olduğu, ibret almayıp iman etmeyenlere azap edeceği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ vahdaniyetine delâlet eden âfâkî delilleri beyandan sonra insanların nefsine müteallik olan delilleri beyan etmek üzere :

جها ا ز حد ثم جعل م و عخلقكم من ن ہ% ع' � د ٲ 8� د ع9 buyuruyor.[Allah-u Tealâ sizi yalnız bir nefis olan Âdem den halketti. Sonra o nefs-i vahidden

zevci olan Havva'yı halketti,.]

و ع�م ثم�نية أ لله �وأنزل لكم من ‌(� د ٲ ع, ع� ٱ

[Allah-u Tealâ sizin için sekiz çift olan hayvanı inzal etti.] 4842

د خ فى ظلم� ا م ب خ فى بطون أمه�تڪ لقك ��ي د >� د ع? ع� ن� >� د ع? ع� ع� ع( �ثال ‌0� د

[Allah-u Tealâ analarınızın karnında takdiren ba'de takdirin üç karanlık içinde sizi halketti.]

لكم ٱذ مللهٲ له ك � رب ‌Xہ ع? ع� ٱ ع�[Şu ef'ali acibesi beyan olunan Allah-u Tealâ sizin Rabbınızdır, bütün mülkler ancak

ona mahsustur.]

�ال إل�ه إال ه ‌ہ[Mabudünbilhak yoktur. Ancak Allah-u Tealâ vardır.]

2677

رفون ) ى ت (٦ع:فأن [Hâl böyle olunca nasıl oluyor ki ibadetinizi Allah'ın gayrıya sarf ediyorsunuz? .]

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile n e f s – i v a h i d le murad; Hz. Âdem ve z e v c i ile murad; Hz. Havva'dır. İnsan ünsiyete müptelâ olduğundan ünsiyet için Cenab-ı Hak Hz. Âdem'e zevcesi Havva'yı halk buyurdu. Dünyanın vakt-i merhununa kadar i'mârı insanla olup insanın çoğalıp dünyayı ihata etmesi ise tenasüle muhtaç olduğundan Âdem'le Havva arasında akd-i izdivaç husul bulmakla evlâd ve emsali tekessür etti ki bir ana ile bir babadan lâyüad insanlar hasıl olmuştur. İşte bu ahvâl ile beraber insanda olan acîb ve garîb azaların ve o azalarda mevcut olan sanayi-i garibenin cümlesi vahdaniyet-i İlâhiyeye delâlet eder.

Bu âyette i n ' a m la murad; hayvanâttan koyun, keçi, deve ve sığırdır. Z e v c ile murad; erkek ve dişidir. Bunların aslı dört nevi ise de zevçle zevce sekiz olduğundan âyette sekiz zevç denilmiştir.

Şu zikrolunan hayvanatın evvelen Cennet'te halkolunup saniyen dünyaya inzal olunduğu mervidir. Bu rivayetin sahih olduğu 4843 kabul olunduğuna nazaran «hayvanâtı inzal etti» tabiri hakikattir, mecaz değildir. Binaenaleyh; te'vile de hacet yoktur.

Yahut i n z a l ile murad; levh-i mahfuzda hayvanâtın halkolunduklarına dair olan kaza ve kaderin inzal olunmasıdır. Çünkü; levhi mahfuzda kaza olunan şeyin yer yüzünde vukuu kazanın inzaliyle hayvanâtın vücudu keenne o kazanın inzali sebebiyle olduğundan hayvanât inzal olunmuş gibidir.

Yahut h a y v a n â t ı n i n z a l o l u n m a s ı yla murad; Hayvanâtın gıdası olan nebatatın inzal olunmasıdır. Çünkü; hayvanatın gıdası semadan nazil olan yağmurla hasıl olduğundan keenne nebatat semâdan nazil olmuş gibi olduğu cihetle hayvanatı inzal etti denilmiştir ki hayvanatın gıdası olan otların kökü semâdan nazil oldu demektir. Zira; rahmet nazil olmasa ot bitmez, ot bitmeyince hayvanât yaşayamaz. Binaenaleyh; hayvanâtın yaşayabilmesi semadan nazil olan rahmete muhtaç olduğundan mecaz tankıyla hayvanâtı semâdan inzal etti denilmiştir.

Z u l ü m â t – ı s e l â s e yle murad; nutfe olarak pederinin sulbünde bulunmak ve sonra vakt-ı merhunu geldiğinde anasının rahmine intikal etmek, ananın rahminde uyuşmuş kan olarak bir müddet durduktan sonra çocuk halini iktisabla validesinin karnına çıkmaktır ki gerek pederinin sulbü ve gerek validesinin karnı ve rahmi her üçü de karanlık mahallerden ibarettir. İnsan evvelen nutfe, saniyen validesinin rahminde uyuşmuş kan olarak halkolunduktan sonra cenîn yani eli ayağı belli çocuk olarak halkolunduğu cihetle bir nevi hilkatten sonra diğer bir nevi hilkatle halkolunduğu beyan olunmuştur. Bu minval üzere mertebe mertebe halkolunup sonra kisve-i insaniyeyi bürünerek dünya yüzüne çıkması vahdaniyet ve kudret-i İlâhiyeye delâlet-i kâfiyeyle delâlet eder.

İşte beyan olunduğu veçhile insanları ef'âl-i garibesiyle halkeden Allah-u Tealâ, enva-ı terbiyeyle kemâlâta da isal eder. Cümle mahlûkât mülküdür, O'nun gayrı mülk sahibi yoktur. Gerçi dünyada bazı emlâke insanlar mâlik iseler de onların malik olmaları ariyet ve mecazdır. Zira hakiki mülk; Allah'ındır. Binaenaleyh; Allah-u Tealâ mülkünde dilediği veçhüzere tasarruf eder, hiç kimse karışamaz. Vacib Tealâ herşeye mâlik ve vahid-i hakiki olunca ibadete müstehak ancak zat-ı ulûhiyetidir. Şu halde ibadetini Allah'ın 4844 gayrıya sarf edenlerin halleri teaccübe şayandır. Çünkü; Allah'ın gayrıya ibadeti sarfa bir sebep yoktur. Halbuki Allah-u Tealâ'ya ibadeti icab eder bir çok sebepler mevcuttur. İşte şu esasa binaen Cena-ı Hak müşriklerin halleri teaccübe şayan ve bir

emr-i münker olduğuna işaret için inkâra ve teaccübe delâlet eden ve edât-ı istifhâm olan (ى رفون) lafzıyla (فأن ى ت ع:فأن ) buyurmuştur. Yani «hâl böyle olunca niçin ibadetinizi gayra sarfedersiniz?» demektir.

Şu tafsilâta nazaran manâ-yı âyet: [Ey mükellef olan insanlar ! Allah-u Tealâ sizi şahs-ı vâhid olan Hz. Âdem'den halketti. Çünkü; Hz. Âdem'i halkettikten sonra insanın mübtelâ olduğu ünsiyetin iktizası, insanların çoğalması, dünyanın vakt-i merhununa kadar i'marı hikmetine binaen zevcesi Havva'yı halkedip aralarında akd-i izdivaç husulüyle sizi meydana getirdi, sizin menfeatiniz için koyun, keçi, deve ve sığırdan erkek ve dişi sekiz sınıfın rızıklarının esası olan yağmurları semâdan inzal etti, sizi analarınızın karınlarında bir suretten suret-i uhrâya nakil ve kalbetmekle üç karanlık

2678

olan babanızın sulbü, ananızın rahmi ve karnında halketti. Bundan sonra siz insan kıyafetini giyerek dünya yüzünde şu güzel suretle arz-ı endam ettiniz.] Çünkü; insan babasının sulbünde nutfe olarak bir müddet habsolunduktan sonra ana rahmine inerek habsolunup ba'dehu ana rahminden karnına intikal etmek suretiyle bir çok mertebeler katedip acîb ve garîb suretlere girdikten sonra insaniyet halini iktisabla dünyaya çıkabiliyor. [İşte şu ef'âl-i acibenin faili Allah-u Tealâ'dır ki o sizi enva-ı terbiyeyle terbiye eden Rabbınızdır, cümle memlûk O'nun mülküdür. O'ndan başkasının iştiraki yoktur. Binaenaleyh; mülkünde keyfe mâyeşâ tasarruf eder, bir suretten suret-i uhrâya nakleder, hiç bir kimsenin karışmak haddi değildir. Şu halde ibadete müstehak mabudun bilhak O'dur, O'nun gayrı ibadete müstehak bir kimse yoktur. Hâl böyle olunca ey müşrikler ! Nasıl oluyor ki ibadetinizi Allah'ın gayrı bir takım putlara ve âcfz cemâdâta sarf ediyorsunuz? Bu sarfınız teaccüb olunacak halattandır.] demektir.

&&&&&

Vacib Tealâ insanları nefs-i vahidden evsaf-ı adîde üzere halk 4845 ve insanlar için hayvanâttan sekiz sınıf inzal ettiğini ve üç karanlık içinden kat'-ı mesafe ve meratip ederek bu dünyaya çıkardığını ve bilûmum memlûk kendinin mülkü olup başkasının iştiraki olmadığını ve binaenaleyh; mabudun bilhak ancak zat-ı ulûhiyeti olup kendinden gayrı ibadete lâyık bir kimse olmadığı halde müşriklerin ibadetlerini Allah'ın gayrı putlara sarfetmeleri taaccübe sâyân ve münkerâttan olduğunu beyandan sonra kâfirlerin küf ürerinin zararları ancak kendilerine ait olduğunu beyanla tehdit etmek üzere :

فروا فإن ٱإن ت وإنللهع ك ��اده ى لعب ض�� وال ي � غنى عنك ہ@‌ ع9 ع� ٱ ع� � ع�‌ ضه لك كروا ي �ت ع�‌ ع� ع+

buyuruyor.[Eğer siz küfrederseniz küfrünüzün zararı sizedir. Zira Allah-u Tealâ sizden ve sizin

ibadetinizden ganîdir, kulları için küf re razı olmaz, eğer şükrederseniz şükrünüze Allah-u Tealâ razı olur.]

Yani; imanı icabeder bir takım aklî ve aklî deliller mevcut, zahir ve batın nimetler meydanda iken onların cümlesini nazarı ehemmiyete almıyarak küfrederseniz Allah-u Tealâ sizin iman ve ibadetinizden ganîdir, hiç bir gûnâ ibadetinize ihtiyacı yoktur. Binaenaleyh; sizin imanınızın faydası ve küfrünüzün zararı size aittir. Zira; Allah-u Tealâ menfaat ve mazarrattan münezzeh bir ganiyy-i mutlaktır, asla ihtiyaçtan beridir. Bununla beraber Allah-u Tealâ kulları için küfre razı olmaz. Zira; Allah-u Tealâ kullarına merhamet sahibi olduğundan merhameti icabı kullarının zararına razı olmaz. Çünkü; kulları fıtratta marifet ve iman üzere halkolunduklarından Allah-u Tealâ halkolundukları gayenin gayrı olan küfürlerine elbette razı olmaz. Eğer Allah'ın nimetlerini nazar-ı itibare alarak imanınızla şükrederseniz Allah-u Tealâ razı olur. Zira; siz Rabbınızın emrine imtisal ederek iman ve nimetlerine şükredince Allah-u Tealâ sizden razı olduğu gibi şükrünüzün sevabını kat kat verir, amma şükretmezseniz Rıza-yı İlâhîden mahrum olursunuz.

Kâfirlerin küfrünü ve müminlerin imanını halkeden Allah-u Tealâ'dır. Zira; kâfirler iradelerini küfre sarf edince Allah-u Tealâ 4846 da onların küfürlerini irade eder. Ancak irade; rızayı icab etmediğinden razı olması lâzım gelmez. Zira; ilm-i Kelâmda beyan olunduğu veçhile rıza; iradenin gayrıdır. Her rızâ olan yerde irade olur ancak her irade olan yerde rıza olmaz.

&&&&&

Vacib Tealâ küfredenlerin küfürlerinin zararı ve şükredenlerin şükürlerinin faydası kendilerine ait olduğunu beyandan sonra hiç bir kimse başkasının günâhından mes'ul olmıyacağını beyan etmek üzere :

2679

ئكم بم��ا فينب جعڪ كم م ر ثم إلى رب ر أ ع�وال تزر وازر و ع� � ىى‌ ع( ع, # د ه ملو إن ت �كنت ہ�‌ ع� لصدور ) ع� ٱعلي بذات ہ� ن (٧ۥ

buyuruyor.[Hiç bir günâh sahibi olan nefis diğer nefsin günâhını götürmez. Bu dünyadan sonra

varacak mahalliniz ancak Rabbınızın huzur-u manevîsidir. Siz huzura rücû edince Allah-u Tealâ size hayr ü şer dünyada işlediğiniz amellerinizi haber verir. Zira; Allah-u Tealâ kalplerde gizli olan esrarı bilir ve cümlesini birer birer haber verir.]

Yani; mükellef olan her insan için lâzım olan emr-i İlâhîye imtisal ve nehy-i sübhânîden içtinâb ederek nefsini günâhlardan hıfzetmektir. Zira; hiç bir kimse diğer bir kimsenin vizr ü vebalini götürmez. Herkes kendi yükünü ve günâhını çeker. Şu halde emre imtisal etmeli ki vaad-i İlâhî olan sevaba nail olup azaptan kurtulmalı, bu dünyadan sonra' sizin varacak merciiniz ancak sizi enva-ı nimetleriyle terbiye eden ve besleyen Rabbınızın huzur-u manevîsidir. Huzur-u İlâhîye varınca Rabbınız size dünyada küçük, büyük, gizli, aşikâr, iyi ve kötü her ne gibi amel işledinizse onları birer birer haber verir. Zira; Allah-u Tealâ kalplerinizde olan gizli esrarınıza muttalîdir. Binanealeyh; herkesi kendi ameline göre mücazâat eder ziyade ve noksan olmaz. Çünkü; hepsini ayniyle bilicidir. 4847

Bu âyet-i celile; gerek umur-u dünyada gerek umûr-u âhirette insanlar için bir düstûr-u a'zamdır. Zira; hiç bir kimsenin diğerinin günâhından mesul olmaması her iki cihanda carî bir kaide-i umûmiyedir ve makul olan da budur.

&&&&&

Vacib Tealâ şirkin batıl ve zat-ı ulûhiyetinin mabudun bilhak olduğunu beyandan sonra müşriklerin mesleklerinde tenakuz olduğunu beyan etmek üzere :

ه إنس�ن ض دع��ا رب #$�وإذا مس د ع� ��ه ٱ ه ثم إذا خول ��ا إل ع� منيب ۥ ۥ ل ه من ق عوا إل ه نسى ما كان ي م م ع�ن ع� ع� ع� � د ع�

buyuruyor.[İnsana bir mazarrat dokunduğunda Rabbısına rücû edici olduğu halde duâ eder.

Bundan sonra o insana Rabbısı kendi indinden nimet ihsan ettiğinde bundan evvel duâ ettiği Rabbısını derhal unutur.]

يضل عن سبيلهللهوجعل ا ل � أندا ۦ‌ �� د [O insan Allah'ın tarîkından çıkmak için Allah-u Tealâ'ya şerikler itikat eder.]

Yani; insanlardan birine bir zarar ve musibet isabet ettiğinde kemal-i tazarru' ile Rabbısına iltica eder olduğu halde o musibetin üzerinden kaldırılması için duâ eder, sonra o zarar taraf-ı İlâhîden nimete tebeddül edip Rabbısının lutf u ihsanını görünce bundan evvel zarar zamanında kendisine duâ ettiği Rabbısını unutur ve Allah-u Tealâ için bir çok şerikler itikat eder ki tarîk-ı İlâhîden kendisi çıktığı gibi başkalarını dahî doğru yoldan çıkarsın.

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile i n s a n la murad; cins-i insan ve bilhassa insanlar içinden kâfirlerdir. Zira; zarar isabet ettiğinde Rabbısına iltica edip o zarar zail olduğunda 4848 Rabbısını unutan kâfirlerdir. Z a r a r la murad; mutlaka insanın gerek kendine, gerek malına, gerek evlûd ü lyâline hastalık ve saire gibi sevilmeyen şeylerdir. D u â ile murad; bu gibi sevilmeyen şeylerin izalesi için Cenab-ı Hakka iltica etmektir. Şu halde müşriklerin hallerinde tenakuz vardır. Çünkü; kendilerine bir zarar isabet ettiğinde o zararı üzerlerinden kaldıracak ancak

2680

Vacib Tealâ olduğunu itikat ve el kaldırıp duâ eder, zarar zail olunca derhal unutur, itikadını değiştirerek bir takım âciz putlara ibadet eder. Halbuki menfeat ve mazarratı halk ve izâle eden Allah-u Tealâ olunca ahvalin cemisinde Allah-u Tealâ'ya ibadet ve iltica etmek lâzımken zarar zamanında Allah'a iltica edip başka zamanda Allah'ın gayrıya ibadet etmek tenakuzdan başka bir şey değildir.

Allah-u Tealâ'ya şerik itikat ederek şirketmek kendi ihtiyarı iledir, bundan maksadı; kendisi doğru yoldan çıkmak ve halkı da çıkarmaktır. Çünkü; kâfirlerin küfr ü dalâletleri nefislerine münhasır değildir, belki evlâdına, ahfadına, sair akraba ve ehibbâsına dahî sirayet eder. Binaenaleyh her kâfir; hem dâl hem de mudildir.

Hulâsa; insanın hiç bir halde kararı olmadığı ve zarar zamanı Allah'a duâ edip zarar zail olduğunda Rabbısını unuttuğu ve yoldan çıkmak için Allah-u Tealâ'ya bir takım şerikler itikat ettiği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ müşriklerin şirklerini beyandan sonra onları şirkten menetmek üzere :

ار ) لن ح�ب ك م أ رك قليال� إن بك ٱق تمت ع: ع� �‌�� ع= ع� (٨ع� buyuruyor.[Ya Ekrem-er Rusûl sen o kâfire de ki «Ey kâfir ! Sen küfrünle dünyada az bir zamanda

telezzüz et, küfrünü kendine meta' ve azık say. Zira; sen Cehennem'e mülazim ve Cehenncm'in daimi sahiplerindensin.] Çünkü; irtikâb ettiğin küfür sebebiyle sen ebeden Cehennem'de muazzep oluculardansın. Binaenaleyh; küfrünle 4849 temettuun az bir zamandır. O azıcık zamanda küfürle mağrur olup küfrü kendine sermaye addettiğinden Cehennem ateşine müsahibsin» demekle müşrikleri tehdit et.

Bu âyet her nekadar zahirde emir ise de kâfirleri küfürden meniçin varid olmuştur. Çünkü; bir kâfire «Haydi sen küfrünle azıcık bir zamanda temettü' et. Zira; nasıl olsa bu küfürden vazgeçmedikçe Cehennem'de yanacaksın» demek «Sen küfre güvenme. Çünkü; küfür seni kurtaramadığı gibi helâkine bâdî ve bais olacak» demektir. Şu halde kâfiri; küfründen dolayı korkutmaktan başka bir şey değildir.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin sû-u hallerinden bazılarını beyandan sonra ehl-i imanın hallerinden bazılarını beyan etmek üzere :

جوا للهخرة وي ذر ا ي ا وقاٮ ل ساج ل ع�أم هو ق�نت ءاناء ٱ ع" �� د �� د ع� ٱ ع� ه مة رب �ر ۦ‌ ع"

buyuruyor.[Küfrüzere maişet eden kâfir mi hayırlıdır, yoksa âhiretten korkar ve Rabbısının

rahmetini ümid eder olduğu halde gecenin bütün saatlerinde secde edici ve namaz kılıcı olarak ibadet eden mümin mi hayırlıdır?.] İşte itaat ve ibadet eden mümin hayırlıdır. Zira; âhiretten korkar ve Rabbısından rahmetini rica ile vezâif-i ubudiyetinde devam eder. Çünkü mümin; kâfir gibi zarar isabet ettiğinde Rabbısını bilip zarar zail olunca Rabbısım unutmadığından ubudiyet noktasında devamlıdır ve kâfir gibi itikadında tereddüd yoktur. Zira; gerek zarar gerek menfeat olsun; her birini Allah'dan bilir ve her zaman Allah'a itlica eder, her iki surette ibadetine halel getirmez. Binaenaleyh; mümin, itikadı daima tebeddül eden kâfirden elbette hayırlıdır,

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile bu âyette Cenab-ı Hak mümini medhiçin evsafı memduhâdan secde ve kıyamla tavsif ve secdede ibadet manâsı daha ziyade zahir olduğundan secdeyi kıyam üzerine takdim buyurmuştur.

2681

Müminin bu kadar ibadetle meşgul olduğuna iki sebeb beyan 4850 olunmuştur: B i r i n c i s i : Âhiretten korkması, İ k i n c i s i : Rabbısından lûtf u ihsan ümid ederek derecâta nail olmasını arzu etmesidir. Yani müminin devamlı ibadeti; iki şey üzere mübtenidir: B i r i n c i s i : Allah'ın emrine imtisal ile günâhkârlar için hazırlanan azab-ı Cehennem'den kurtulmaktır. İ k i n c i s i : Allah'a ibadetle eltâf-ı İlâhiye ve eltâf-ı süphaniyeye nail olmaktır. Müminin korkuyla ümit arasında yaşaması lâzım olduğuna bu âyet delâlet eder. Geceyle ibadet gündüzdeki ibadetten efdal olduğuna işaret için Vacib Tealâ kâfire karşı mümini medihde geceyle ibadet ettiğini beyan buyurmuştur. Çünkü gecede ibadet; riyadan ârî olduğu gibi huzur-u kalple olduğundan elbette

efdaldir. Zira; ( ا احمزها الافضل عمال ) (Amellerin efdali zahmetli olanıdır) hadis-i şerifine de muvafıktır ki gece uyku zamanı olduğundan ibadetle meşgul olmak elbette zahmetlidir. Binaenaleyh; fazileti de ziyadedir.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin evsaf-ı zemîmelerinden ve müminlerin evsaf-ı memduhalarından bazılarını beyandan sonra müminleri ilimle, kâfirleri cehille tavsif etmek üzere :

ر ��ذك م��ا يت لم��و إن ذين ال ي ل لمون و ذين ي ل توى �ق ه ي ہ�‌ ع� ٱ ع� ٱ ع� ع� ع� ب�ب ) لله ع�أولوا (٩ٱ

buyuruyor.[Ey Nebiyy-i Zişân ! Sen kâfirlere «İlmi olanlarla olmayanlar müsavi olur mu? Ancak

bunları akıl sahipleri düşünebilir» demekle itikat hususunda câhil olup düşünemediklerini kendilerine söyle.]

Yani; ey Habibim ! Sen hakkı beyan ve ilmiyle beraber amelin ilimsiz amel üzerine şerefli olduğuna tenbih olmak üzere kâfirlere hitaben de ki «Hakâyık-ı ahvâle vakıf olan ve mesail-i itikadiye ve diniyesini bilip mucip ve muktezâsıyla amel edenlerle hakâyık-ı ahvale vakıf olmayarak cehl ü dalâl üzere hareket eden ve mesail-i diniyeden behresi olmayanlar mertebede beraber olabilir mi? Elbette olamaz.» 4851

Bu âyet-i celilede erbab-ı ilmin rütbe-i bâlâ ashabından olup erbab-ı cehlin derece-i süflâda

olduğuna tenbih vardır. Çünkü; kelimesiyle (هل) sual şu iki fırkanın mertebede müsavi olmalarını inkâr ve kâfirleri tekdir içindir. Zira; Allah'ı ve sıfatını bilip, isimlerini zikir, emrine imtisal ve nehyinden içtinab ederek mucibiyle amel edenlerle bunlardan hiç birini tanımıyarak cehalet üzere yol tutup gidenler elbette müsâvî olamadığı gibi müsavi olmaları da hikmete ve adalete muvafık olamaz. Çünkü; ilmi olanlar durub-u emsal ve nasayihten ibret alır, aklı olanlar düşünür, fikirleriyle tefekkür sayesinde menfeat ve mazarratlarını bilir ve onunla amel ederler ve akibet fevz ü necat bulurlar. Bu gibi tefekkür; erbab-ı ilmin şanı olup cehelenin şanı olmadığına işaret için

haşra delâlet eden (انما) lâfzı ile tezekkür akıl sahiplerine tahsis olunmuştur ki bununla kâfirlere ta'rîz de vardır. Yani «müşriklerin akılları varsa da o akıldan intifa etmediklerinden keenne akıl sahibi değiller ki ilmin kadrini, şerefini, menfaatini ve cehlin denâetini ve mazarratını düşünebilsinler, halbuki düşünemezler. Zira; düşünmek; akıldan intifa edenlerin şanlarıdır» demek olur. Bu âyette a k ı l la murad; akl-ı kâmil olduğuna işaret için

( لبابا ) lâfzı ta'zîme delâlet eden elif lâm ile varid olmuştur. İşte şu esasa binaen kütüb-ü fıkhiyemizde beyan olunduğu veçhile zararını ve faydasını bilmeyen sefih, mülkünde tasarruftan men ve kendine bir vasî tayiniyle o vasî tarafından umuru tesviye olunur. Zira; sefih mecnun olmayıp her ne kadar aklı varsa da aklında kemâl olmadığından kendi umurunu tesviye etmekten ve onu düşünmekten acizdir. İşte ufak bir hane umurunu düşünmekte, onu düşünecek kimsenin aklında kemâl olmak lâzım olunca âsıyâb-ı umurda ve bilhassa bir devlet işinde bulunanların akıllarında kemâl, tedbirlerinde isabet şart olduğundan süfehâya teslim olunan işlerde hayır

2682

olmadığı gibi süfehânın idare ettiği memlekette dahî bekâ olmaz. Zira; kendi işini bilmeyen sefihin, umumun işini hiç bilmiyeceğinde şüphe yoktur.

&&&&&

Vacib Tealâ ilim sahipleriyle ilmi olmayanların müsavi 4852 olmadıklarını, menfeat ve mazarratı düşünmenin akıl sahiplerine mahsus olduğunu beyandan sonra ehl-i imana lâzım olan ef'âl-i marzyeyi beyan etmek üzere :

ك قوا رب ت ذين ءامنوا ل �ق ي�عباد ع�‌ ٱ ٱ ع�buyuruyor.[Ya Ekrem-er Rusûl ! Sen bizim tarafımızdan vekâlsten halis mümin kullarımıza de ki

«Siz Rabbınıza ittikâ edin.»]

Yani; ey Resûlu muazzam ! Benim sözümü sen onlara tebliğ et ve de ki «Ey benim şu kullarım ki onlar vahdaniyyet-i İlâhiyeyi kalpleriyle tasdik ve lisanları ile ikrar ederek iman ettiler. Siz Allah'ın emirlerine imtisal ve nehiylerinden içtinâb etmek suretiyle sizi enva-ı nimetleriyle terbiye eden Rabbınıza ittikâ edin ki nefsinizi Cehennem azabından vikaaye edesiniz.»

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile ehli imanın şereflerine işaret ve emrolunan ittikânın şanına itinaya delâlet için ibâd lâfzı Vacib Tealâ'dan kinaye olan mütekellim yâ'sına muzaf olarak varid olmuştur.

Fahri Râzi'in beyanı veçhile günâhla beraber imanın bekasına âyette delâlet vardır. Çünkü; Cenab-ı Hak ehl-i imana ittikâ ile emretti. İttikâ ise haram olan şeylerden sakınmaktır. Eğer imanla masiyet birleşmese ve masiyet olan yerde iman bulunmasa mümine, mümin olduğu halde masiyetten içtinâbla emrin manâsı olmazdı. Halbuki emrolunmuştur. Şu halde masiyet; imana mani olmaz.

&&&&&

Vacib Tealâ ittikâ ile emirden sonra ittikânın faydalarını beyan etmek üzere :

ض وأ حسن يا لد ه�ذه فى سنوا أ ذين ٱلل ع� � ‌ # د ع� ٱ للهع" سع �و ‌ # ٲ

buyuruyor. 4853[Şu dünyada ibadetini ihlâs üzere işleyen kimseler için hasene vardır, kendi vatanında

ihlâs üzere amel edemiyen kimseler için Allah'ın arzı boldur, hicret etsin.]

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile .hasene yle murad; emniyet-i tâmme, sıhhat-ı beden ve afiyet-i kâmiledir. Bunların cümlesinin kemâli âhirette olduğundan «Bu dünyada ihlâs üzere amel edenler için âhirette afiyet-i tâmme var» demektir. İ h s â n la murad; Cenab-ı Hakkı görmüş ve huzurunda

bulunmuş gibi amel etmektir. İhsanın ittikâ cümlesinden olduğuna işaret için ( قوللذين اات ) bedelinde سنوا) أ ذين ع"لل ) varid olmuştur. Bu dünyada lâyıkı veçhüzere ibadet etmek

suretiyle ihsan edenler için verilecek sevabın ve afiyetin pek büyük olduğuna işaret zımnında ( lâfzı tazime delâlet-i tenvin ile nekre olarak varid olmuştur. A r z la murad; arz-ı Cennet (حسنةolmak ihtimali var ise de esah olan arz-ı dünyadır. Zira; «Memleketinde ihlâs üzere amele muktedir olamayan amel edebileceği mahalle hicret etsin. Çünkü; Allah'ın arzı boldur, istediği mahalle gitsin» demektir. Şu tafsilâta nazaran manâ-yı âyet: [Şu dünyada ibadetini Cenab-ı Hakkı görmüş gibi ihlâs ve kemal-i edeb üzere işleyen kimseler için âhirette akılların künhünü ve miktarını idrak edemiyecekleri derecede sevap, afiyet ve mertebeler vardır. Eğer bir kimse, kendi vatanında ihlâs

2683

üzere ibadete mani bulunursa keyfe mâ yeşâ ibadet edebileceği bir mahalle hicret etsin. Zira; Allah'ın ibadete elverişli arzı boldur, istediği yere gitsin ve hicretten neş'et eden zahmetlere sabretsin.] Çünkü;

ر حسا ) رهم بغ لص�برون أ ما يوفى ��إن د ع� ع) (١٠ٱ [Sabredenlere hesapsız ecir verilir.]

Yani; kendi vatanında ibadete bir takım maniler arasında zuhur eden meşakkatlere sabrederse hesabsız ecir verilir, eğer memleketinde âdâb-ı diniyye ve ahkâm-ı şer'iyyeyi edâ etmekte müşkülât görürse başka diyara hicret etmekten çekinmesin. Zira; hicrette tesadüf edeceği meşakkate sabredenlerin sabırlarına 4854 mükâfat olarak ecirleri hesabsız verilir. Onlara verilen sevabın hesabla ve saymakla zabtı mümkün olamaz. Bu âyette vatanında ahkâm-ı diniyyeyi edadan âciz olanları hicrete teşvik vardır ki hicrette görülecek müşkilâtı nazarı itibare alarak hicreti terkle ibadette kusur edenlerin mazur tutulmayacaklarına dahî işaret vardır. Zira arzın vüs'atini ve hicrete elverişli olduğunu beyan etmek; kendi beldesinde ibadete mani olduğundan dolayı ibadeti terkedenlerin mazeretlerinin red olunup kabul olunmıyacağını beyandır, emr-i diyanet için hicret; sünnet-i enbiyâ ve âdet-i sulehâdır.

Beyzâvî'nin beyanına nazaran Resûlullah'ın «Ehl-i sabrın ecirlerini beyan hakkında yevm-i kıyamette mizan kurulur. Amel sahipleri her nevi amellerini terazide tarttırırlar, herkes ameline göre ecrini alır, ancak belâya ve mesâibe mübtelâ olanların sabırlarına terazi ve tartı olmaz, belki onların ecirleri üzerlerine dökülür, hesabı olmaz. Hatta dünyada afiyetle geçenler keşke dünyada cesetleri makaslarla kesilmiş olsaydı da bu dereceye onlar da nail olsalardı, bunu isterler lâkin âhir ette istemek fayda etmez» buyurduğu mervidir.

Hulâsa ehl-i iman için haram şeylerden ittikâ etmek vacip olduğu ve bu dünyada güzel amel edenler için âhirette büyük ecir olduğu ve vatanında amel edemiyenlerin amel edebilecekleri bir beldeye hicret etmeleri lâzım geldiği, amelde ve hicrette görecekleri müşkilâta sabırlarının ecri hesabsız olacağı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ Resûlune vaki olan bazı vesâyâsını beyandan sonra bazı aharı beyan etmek üzere :

ل��دين ) ه ا ل ل لله م بد أ ت أ ى أم ٱق إن :� د ع( ٱ ع� ع� ع� (١١ع� ت ال ع� وأم ع� لمين ) م ع�أكون أول ع� (١٢ٱbuyuruyor.[Ya Ekrem-er Rusûl ! Sen ümmetine hitaben de ki «Ben Allah-u Tealâ'.ya dinini ihlâs

edici olduğum halde ibadet etmekle emrolundum 4855 ve Allah'a inkıyâd eden müslümanların evveli olmaklığım ile dahî emrolundunı.».]

Yani; ey Habibim ! Sen ümmetine «Ahkâm-ı dini tebligatta ve emr-i dini edada ve Allah'a ibadette ihlâsla emrolundum. Zira; tevhidde ihlâs edip şirketmemek ve diyanette rızâ-yı Bârîyi gözetmekle memurum» de ki ümmetin de ibadette İhlasın lüzumunu bilsinler, umur-u dinde riyâ ve şirk etmesinler, emr-i dine müminlerin evvel başlayanlarından olmakla emrolunduğunu söyle ki emr-i dine sür'atle başlamak lâzım olduğunu bilsinler ve dine yapışmakta kusur etmesinler.

Bu âyet-i celile; Fahri Râzi'nin beyanı veçhile insana lâyık olan mertebenin tahsili vacip olduğuna delâlet eder. Çünkü bütün tekâlif-i İlâhiyenin hulâsası; ikidir: B i r i n c i s i : İnsana lâyık olmayan muharremâttan içtinâb etmektir. İ k i n c i s i : Lâyık olan şeyleri tafsil etmektir. Binaenaleyh; Vacib Tealâ içtinâb lâzım olan muharremâttan kaçınmak mukaddem olduğuna işaret için evvelen ittika ile emir buyurduktan sonra ikinci mertebede bu âyetle tahsili vacip olanlara işaret buyurmuştur.

2684

Bu âyette de emir ikidir. Zira ibadetin ve tahsili lâzım olan amelin iki kısmı vardır : B i r i n c i s i : A'mâli kalbiye ve ibadette ihlâstır ki bu kısmın emr-i mühim olduğuna işaret için Cenab-ı Hak takdim buyurmuştur. İ k i n c i s i : İslâmda ve ibadette sair kimseler üzerine sebkat etmektir ki ibadette ve emr-i dini edada ağırlık göstermemektir. Bu kısım aza-yı cevariha teallûk ettiği cihetle Cenab-ı Hak evvelkine nisbetle kolay olduğuna işaret için ikinci mertebede beyan buyurmuştur. Ayette emrin birisi; a'mâl-i kalbe, diğeri; a'mâl-i cevariha teallûk ettiği cihetle tekrar yoktur.

Âyette bizim Peygamberimizin Allah'ın Resûlu olduğuna tenbih vardır. Zira evvel-i müslim olmak; o şeriatin ahkâmını herkesten evvel bilen olmasını icabeder. Herkesten evvel ahkâm-ı şeriatı bilen; elbette o şeriatin sahibi ve taraf-ı İlâhîden gönderilmiş bir resul olacağında şüphe yoktur.4856

&&&&&

Vacib Tealâ ihlâs ve ibadetin emr-i vücup için olduğuna işaret etmek üzere :

م عظي ) ى عذاب ي ت رب عص ى أخاف إ ��ق إن د ع ع� ع� (١٣ع� buyuruyor.[Ey Resûl-ü Ekrem ! Sen de ki «Eğer ben Rabbıma isyan edersem büyük olan yevm-i

kıyametin azabından muhakkak korkarım.».]

Yani; ey Resûlu zişân ! Sana muaraza eden kâfirlere hitaben de ki «Eğer ben Rabbımın emrettiği ihlâsı terkle sizin ülfet ettiğiniz şirke meylederek Rabbıma isyan edersem yevm-i azîm olan kıyamet gününün azabından elbette korkarım.» İşte Habibim ! Sen âsîlere böyle demekle yevm-i kıyamette azabolacağım bildir ki isyandan vazgeçsinler ve iman etsinler.

Vacib Tealâ kıyamette vaki olacak ahvâlin şiddetine işaret için yevm-i kıyameti azametle tavsif etmiştir. Âsîleri isyandan mende mübalâğa için Resûlullah celâlet ve azamet-i sânla beraber ma'siyet üzere terettüp edecek azaptan korktuğunu beyan buyurmuştur. Çünkü; efdal-i enbiyâ olduğu halde günâhın azabından korkunca şâir nâsın korkması lâzım olacağında şüphe yoktur.

&&&&&

Vacib Tealâ Resûlune tarafı İlâhiden ibadet etmeye memur olduğunu ümmetine ihbar etmesini emrettikten sonra Allah'ın gayrıya ibadet caiz olmayıp ancak ibadetin Allah-u Tealâ'ya mahsus olduğunu beyan etmesini emretmek üzere :

هللهٱقل ا ل ل م بد د�: أ ع( تم(١٤ۥ دينى ) ع� ما ش بدوا ع[ ف ع� ٱ �من دونه ۦ‌

buyuruyor.[Ey Habibim ! İbadeti Allah'a hasrederek sen de ki «İtaat ve inkıyadımı halisen

liveçhillâh edâ edici olduğum halde ben ancak 4857 Allah'a ibadet ederim. Hâl böyle olunca Allah'ın gayrı dilediğinize siz ibadet edin lâkin sonunda vaki olacak azabı, haybet ve hüsranı düşünün.] Çünkü; siz hava ve hevesinize tabi olur, efkâr-ı fasidenizle amel eder ve Allah'ın gayrı ibadete lâyık olmadık bir takım putlara ibadet ederek Allah'a şirk ediyorsunuz. Bunun cezası; elbette zarar u ziyan ve akibeti azab-ı niyrândır.»

Bu âyette Allah'ın gayrı istediklerine ibadetle emir; müşrikleri şirkten men ve tehdid içindir, hakiki emir değildir. Zira; tevhidin delillerini ve tevhidi itikatta vaki olacak saadetin tafsilâtım beyandan sonra şirkin zararı tamamen zahir olduğundan «Ey kâfirler ! Hakikat tamamen anlaşılmıştır. Siz istediğinize ibadet edin, Allah'ın gayrıya ibadetten lâzım gelecek zararı gözünüze

2685

alın, arzu ettiğinizi işleyin» demektir ki «Akibet zararını göreceksiniz, ne yaparsanız yapın» demek olur.

Lisanımızda muhavere esnasında bir fenalığa müptelâ olan kimseyi o fenalıktan men için evvelâ o fena olan şeyin fenalığına dair bir takım delillerle onun fenalığı ve ondan hasıl olacak mazarrat beyan olunur, fakat müptelâ olan kimsenin vazgeçmiyeceği anlaşılınca daha ziyade tevbih ve tekdir için «Hâl böyledir. Sen istediğini işle, bildiğin elindedir. Zira; nasihat dinlemiyorsun» denir. İşte şu muhaverede «Sen istediğini işle» demek hakiki bir emir olmadığı gibi âyeti celilede «Dilediğinize ibadet edin» demek hakiki emir değil belki müşrikleri tehdittir.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirleri küfürden şiddetle men'için :

قي���م م لي ي روا أنفس�� وأ ذين خس�� ل خ�سرين �ق إن ‌ د ع� ٱ ع ع� �د ع! ع� �ہ ٱ ع� ٱ ع� مبين ) ران خ لك هو ع�أال ذ ٱ ع� ع� ٱ (١٥ٲbuyuruyor.[Ya Ekrem-er Rusûl ! Sen kâfirlere de ki «Yevm-i kıyamette zarar görenler şol kimseler

ki onlar Allah'ın gayrı putlara ibadet etmekle kendi nefislerine, idlâl edip doğru yoldan çıkarmakla 4858 evlâd ü ıyâline zarar edenlerdir. Ey insanlar ! Agâh ve mütenebbıh olun ki işte şu zarar pek açık bir zarardır».] ki bunun fevkinde bir zarar olmaz, Çünkü; cümle zararlar yevm-i kıyamette olacak zararlara nisbetle yok mesabesindedir.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile kâfir sermaye-i asliyesi olan ömrünü küfre sarfetmekle zayi ettiğinden ticaretten mahrum olduğu gibi asıİ sermaye boşa gitmiş ve i'lân-ı iflâs etmiş, binaenaleyh; saadet yerine felâkete duçar olmakla ebedî zarar-ı azîm içinde kalmış ve açık bir hüsrana mâlik olmuştur. Yalnız kendinin zararıyla iktifa etmemiş kendine mensup olan evlâd ü ıyalini yoldan çıkarmak ve onlara küfrün yollarını öğretmekle onları da zarar-ı azime duçar etmiştir. Hatta evlâd ü ıyâli onun gittiği yola gitmemekle nefislerini Cehennemden kurtarıp mümin olarak Cennete gitmiş olsalar bile ebedî o kâfirden iftirak ettikleri cihetle zarar etmişlerdir. Çünkü; bir aile halkı beraber bulunarak Cennette zevk etmeleriyle içinden bazılarının ehl-i nar olarak ayrılıp gitmesi elbette müsavi olamaz.

Bu âyette beyan olunan hüsranın gayet büyük olup bu dünyada ukul-ü beşerin idrâkten aciz

olduğuna işaret için vak'anın büyüklüğüne delâlet eden ve tenbih için olan ( الا ) kelimesi ve

zarardan başka hiç bir şey olmadığına işaret için haşra delâlet eden lâfzı ve bu zararın (هو)

meydanda bir zarar olduğuna işaret için açıklığa delâlet eden ( ينمب ) kelimesi vârid olmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin küfrü zarardan başka bir şey olmadığını beyandan sonra bu zararın keyfiyetini beyan etmek üzere :

��ك يخ��وف ل ذ ظل ت ار ومن ت لن من قه ظل ٲلهم من ف �‌�# د ع� �د ع" ٱ �# د ع� ع قون )للهٱ ت ٱ به عباده ي�عباد ف ۥ‌� (١٦ۦ

buyuruyor.

2686

[Kâfirler için üst ve altlarında ateşten tabakalar vardır. İşte şu beyan olunan azapla Allah-u Tealâ kullarını korkutur. Binaenaleyh; kullarına hitaben «Ey kullarım bana ittikâ edin» buyurur.] 4859

Cehennem'in tabakalarıdır. Nasıl ki Cennet'in dereceleri varsa Cehennem'in de (ظلل)tabakaları ve derekeleri vardır. Altlarında ve üstlerinde tabakaların bulunması ile murad; Cehennem ateşinin tamamiyle onları ihata etmesidir. İ b a d la murad; ehl-i imandır. Vacib Tealâ ehl-i imanı kâfirlerin azabıyla korkuttuğunu beyan buyurmuştur. Çünkü; kâfirlerin küfründen dolayı azaplarını işiten ehl-i iman elbette azap korkusuna binaen imanında ihlâs üzere devam eder.

Şu tafsilâta nazaran âyetin manâsı: [Kâfirlerin saadetten mahrumiyetlerine azab-ı azîme istihkakları da inzimam eder. Binaenaleyh; onların üst taraflarında ateşten tabakalar vardır ki o tabakalar onların her tarafını gölge gibi ihata eder, alt taraflarında ateşten tabakalar var ki o tabakalar onları ihata ettiği gibi onlardan aşağıda bulunan ehl-i Cehennem'i de ihata eder, gölgeler. İşte şu beyan olunan azapla Allah-u Tealâ mümin kullarını korkutur ki azaptan korkuları sebebiyle günâhlardan içtinâb etsinler. İşte Allah-u Tealâ şu korkutmasına binaen kullarına hitaben «Ey kullarım ! Emirlerime imtisal ve nehiylerimden içtinâb suretiyle bana ittikâ edin ve azap icabeden günâhlardan sakının» buyuruyor.] demektir.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile insanı gölgeleyecek şey üst tarafından olursa da alt tarafında bulunan ateş ihatada üst tarafında bulunana benzediğinden alt taraflarında olana da zulel denmiştir. Azabı beyandan sonra azaptan kurtulmanın yegâne çaresi olan ittikâ ile emir; Vacib Tealâ'nın kullarına atûfet ve merhametinin eseridir.

Hulâsa; kâfirlerin hüsranları gayet açık ve zahir olduğu, onların alt ve üst taraflarından ateş tabakaları kendilerini ihata edip gölgeleyeceği ve azabın bu derecesini beyanla Allah-u Tealâ'nın kullarını korkutup ittikâya davet ettiği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ müşriklere vaki olacak azabını beyandan sonra şirkten içtinâb eden müminlere vaki olacak lûtuflarını beyan etmek üzere : 4860

إلى وأنابوا بدوها ي أن لط�غوت تنبوا ذين ل ٱو ع� ٱ ع) ٱ للهٱ ر ب �لهم ىى‌ ع+ ع� ٱ

buyuruyor.[Şu kimseler ki onlar şeytana ibadet etmekten içtînâb ettiler ve onlar kalpleri ve

kalıplarıyla Allah-u Tealâ'ya rücû ettiler. Onlar için taraf-ı İlâhiden ancak müjde vardır.]

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile t a ğ u t ile murad; şeytandır. Çünkü ş e y t a n ; tuğyanda son derece ileri gittiğinden mübalâğa siyğasiyle tağut denilmiştir. Kâfirler her ne kadar putlara ibadet ederek şeytana ibadet etmemişlerse de putlara ibadete teşvik eden ve alıp götüren şeytan olduğu cihetle putlara ibadet şeytanın emrine itaat ve kendine ibadet demek olduğundan Cenab-ı Hak ehl-i imanı şeytana ibadet etmemeleriyle sena buyurmuştur. A l l a h – u T e a l â ' y a i n â b e nin manâsı; her şeyi terkle Allah-u Tealâ'ya cemi azasiyle ibadete teveccüh etmektir. B e ş a r e t le murad; mekrûhâtın yani sevilmeyen şeylerin tamamen zail olup cemi murâdâtın hasıl olmasiyle sevindirmek ve mesrur etmektir. Şu beşaret; sekerât-ı mevtte, kabirde, yevm-i kıyamette ve Cennet'e girdiklerinde vaki olur. Zira; ehl-i imana bunların cümlesinde birer gûnâ gufran, rahmet ve rahatla tebşirât-ı İlâhiye vukubulur.

Şu tafsilâta nazaran âyetin manâsı: [Şu kimseler ki onlar putlara ve tuğyanda nihayete varmış olan şeytana ibadet etmekten içtinâp ve bilkülliye masivâyı terkle Allah'a rabt-ı kalbederek teveccüh-ü tamla ibadet ettiler. Onlar için dünyada ve âhirette enva-ı hayrat ve saadetle beşaret vardır. Çünkü; onlar için â'mâl-i salihalarıyla dünyada medh ü sena ve kabirlerinde taraf-ı İlâhiden

2687

gönderilmiş melekler tarafından müjde olduğu gibi âhirette dahi gerek kabirlerinden kalktıklarında gerek hesap mevkiinde, sıratta. Cennet'e girdiklerinde velhâsıl mevkilerin kâffesinde enva-ı hayır ve saadetle beşarete nail olurlar.] demektir. Çünkü; her mevkide o mevkiye münasip onlar için hazırlanmış bir hayır var, o hayırla melekler onları karşılar ve tebşir ederler. Binaenaleyh; bu âyette Vacib Tealâ tağut ismine şayan olan şeytandan içtinâbın lüzumunu beyanla Allah'tan maada bilkülliye mahlûkata rabt-ı kalbetmeyip 4861 ancak Allah'a rabt-ı kalbetmek lâzım olduğuna işaret buyurmuştur ki her şeyde Cenab-ı Hakka teveccüh-ü tamla teveccüh etmek lâzımdır. Çünkü; her şey Allah'ın kudreti ve iradesiyle vücut bulduğundan Allah'ın gayrı halik olmadığını ve Cenab-ı Haktan başka bir müessir-i hakiki bulunmadığını itikat etmek lâzımdır, lâkin bu âlem-i süflî ve esbâbda havadisin zuhuratı ve bilhassa insanların maişetine müteallik olan eşyanın vücudu esbaba tevessüle muallâk olduğundan abdin esbaba tevessülü Allah'a teveccühüne mani değildir. Hatta esbaba tevessül etmeksizin esbabla husul bulacak şeylerin vücut bulmasını gözetmek hikmet-i İlâhiyeye karşı münazaa etmektir. Binaenaleyh; esbabı malumeye yapışmaksızın insanlar için istediği şeyi beklemek tedbir-i İlâhiye muhalefetten başka bir şey değildir. Şu halde insan için gerek umur-u dünya ve maişet hususunda ve gerek âhiret ve rıza-yı Bârîyi tahsil hususunda şeriatın beyanı veçhile esbaba tevessül etmek bir vazife-i diniyye-i mühimmedendir. Zira; tohumu yere ekmeyince yerden ekin bitmez. Ekerse biçer, ekmezse biçemez. Ekmeden ekin bitmesini beklemek Allah'a karşı itirazdan başka bir şey olmadığında şüphe voktur.

&&&&&

Vacib Tealâ putlara ibadetten ve şeytanın emrine itaatten içtinâb ederek Allah'a iltica edenler için tebşirât-ı uzmâ olduğunu beyandan sonra Hakka ittibâ eden kullarının tebşirâta şayan olduklarını beyan etmek üzere :

( عباد بعون(١٧ع�فبش فيت ل ق تمعون ي ذين ل ع ع� ٱ ع� ٱ سنه � ع"أ ۥ‌

buyuruyor.[Ya Ekrem-er Rusûl ! Tebşîr et şol kullarımı ki onlar söz dinler ve o sözün en güzeline

ittibâ ederler.]

Yani; şeytana itaattan içtinâb edip bilkülliye Allah'a teveccüh edenler için enva-ı hayratla müjde olunca ey Habibim ! Sen tebşîr et şol kullarımı ki onlar bir takım sözler işitirler ve o sözler içinden hak olup sevabı çok olanlardan en ziyade güzel olanlarına 4862 ittibâ ederler. Çünkü; onlar hakla batıl arasını tefrika muktedir olduklarından işittikleri sözün Allah'ın sözü veya şeytanın vesvesesi olduğunu bilirler, şeytanın vesvesesini terkle Allah'ın sözüne ittibâ ederler. Zira enva-ı felâket; şeytanın sözüne ittibâda, enva-ı saadet de Cenab-ı Hakkın emirlerine imtisalde olduğunu bildikleri cihetle hemen saadet cihetine sa'yederler. Binaenaleyh; Cenab-ı Hak saadete sa'yeden kullarını tebşir etmekle Resûlune emretmiştir.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyette i b â d la murad; tağut'a itaattan içtinâp ederek Allah'a teveccüh edenlerdir. Çünkü enva-ı saâdâtın başı ve bilcümle hayratın merkezi ve her kerametin madeni Allah'ın gayrıdan irâzla cemi azasiyle taat-ı İlâhiyeye ikbâldir.

İ b â d ı n ş e r e f i ; dine temessük ve şeytanın vesvesesinden irdz, hakla batıl beynini tefrik ve efdal olanı tercihle olduğuna işaret için zamir mevkiinde ism-i zahir olarak ibâd lâfzı varid olmuştur. Çünkü bu âyette i b â d la murad; bundan evvelki âyette beyan olunan kimseler olduğu

için zamirle iktifa ederek denilse (فبشرهم) olabilirdi, lâkin ibâd'ın şerefi ne ile hasıl olacağına işaret olmazdı. Binaenaleyh; ibad lâfzı gelince ismi mevsul ve onun sılasıyla kulların söz dinleyenlerini, o sözün güzel olanlarını tercih edenlerini, iyiyi ve kötüyü farkedip iyi olanlara ittibâ ettiklerini beyanla faziletlerine işaret olunmuştur. Bu işaret ise ism-i zahirle olabilir, zamirle olamazdı. Çünkü zamir; zata delâlet eder sıfata delâlet edemez. Binaenaleyh; ism-i zahir varid olmasıyla ibadın makbul olan sıfatları beyan olunmuştur.

2688

Bu âyette i b â d ı n i ş i t t i k l e r i s ö z le murad; Kuran ve Kur'an'ın emirleridir. Z i y a d e g ü z e l o l a n ı ile murad; sevabı çok olanıdır. Meselâ Cenab-ı Hak Kur'an'da zalimden intikam almak caiz olduğunu beyan ettiği gibi o zalimi affetmek daha evlâ olduğunu dahî beyan etmiştir. Mümin olan bir kimse bunu işitince affı ihtiyar eder. Çünkü; afta sevap çoktur. Kezalik Kur'an'da azimetle amel ve rûhsatla amel beyan olunduğu gibi azimetle amelin rûhsatla amelden efdal olduğu dahî beyan olunmuştur. Bunları işiten mümin-i kâmil azimetle ameli tercih eder. 4863 Çünkü; azimetin sevabı çoktur, Kur'an'ı ve Kur'an'dan başka kelâmı işitince Kur'an'a ittibâ eder. Çünkü; Kur'an'a nisbetle şâir kelâmın hükmü yoktur.

Kezalik Allah'ın hâs kulları hasenle ahsen cem'olsa ahsen ile, farzla vacip cemolsa farzla, mendupla vacip cemolsa vaciple amel ederler. Bu âyet-i celile: akaidi diniyede istidlalin vacip olduğuna delâlet eder. Çünkü âmâlin ahsenini haseninden tefrik etmek; delillerini tetkikle olacağından mesail-i itikadiyede mezhebin esahını ve ameliyatta ahsenini aramak ibâd üzerine vacip olduğundan, bunları tefrik ise delâili tetkikle olacağı cihetle ahkâmı, delillerden istidlal etmek vacip olduğuna bu âyet delâlet eder.

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanlarına nazaran bu âyet; ashab-ı izamdan (Osman b. Affan), (Abdurrahman b. Avf), (Talha), (Zübeyr b. Avvam), (Sa'd b. Ebî Vakkas), (Sa'd b. Zeyd) (R.A.) hazarâtı haklarında nazil olmuştur. Çünkü; Ebu Bekir (R.A.) hazretleri iman edince şu isimleri zikrolunan zevât-ı kiram Hz. Sıddîk'ın huzuruna gelirler ve imandan sual etmeleri üzerine Ebu Bekir hazretleri imanını haber vermekle beraber bazı nesayihte bulunarak onları imana davet etmesi üzerine derhal imanı kabul ettiklerinden bunları sena makamında bu âyetin nazil olduğu mervidir. Şu rivayete nazaran bu zevat-ı kiram Sıddîk-ı a'zamın daveti üzerine iman etmişlerdir. Âyette onları birkaç veçhile medh ü sena vardır. Çünkü; hakkı işitmek, dinlemek, işittiği sözlerin güzelini intihap ve onun sevabı çok olanını ihtiyar etmek akl ü dirayet eseri ve fazlaca kiyaset ve insaf neticesidir ki şu beyan olunan sıfatlar mezâyâ-yı insaniyenin en yükseğidir.

&&&&&

Vacib Tealâ şu evsafla mevsuf olanları senadan sonra bunların hidayete vasıl olmuş akıl sahipleri olduklarını beyan etmek üzere :

أول� لل كئ ذين هدٮهم ل � دہ!‌ ٱ وأول�ٱ ب�ب )كئ لله ع� ه أولوا ٱ (١٨ع� buyuruyor.[İşte şu evsafı beyan olunan zevat şu kimselerdir ki Allah-u Tealâ onları hidayette kıldı

ve ancak akıl sahipleri onlardır.] 4864

Yani; hakkı işitip kabule muvaffak olan zevat-ı kiram şu kimselerdir ki Allah-u Tealâ'nın doğru yola ve tarik-ı hakka vasıl kıldığı kimselerdir. Onlar ancak akl-ı selim ashabındandırlar. Binaenaleyh; onların akılları vehimlerine, itaat ve inkiyâdları hava ve heveslerine galiptir. Zira; vehimlerine ve havây-ı nefsaniyelerine itibar etmezler, daima tarik-ı hakkı aramakla meşgul olduklarından hidayete müstehak ve tarik-ı necatı bulmaya muvaffak olmuşlardır.

Kazî'nin, Beyzâvî'nin ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile h i d a y e t ; nefs-i insanîde hasıl bir emr-i hadis olduğundan onun halikı Allah-u Tealâ olduğuna ve nefsi insaninin o hidayeti kabule kabiliyeti bulunduğuna bu âyet delâlet eder. Çünkü; nefsin, hidayet ve dalâletten her iki zıddın birini kabule kabiliyeti olduğu halde insanın iradesini hidayet cihetine sarfla senaya müstehak olduğu ve onun iradesini sarfı üzerine Cenab-ı Hakkın halkettiği bu âyetle beyan olunmuştur. Hidayeti dalâlet üzerine tercihle iradesini sarfa medar olan kuvvetin akıl olduğuna dahî âyet delâlet eder.

Hidayet ve akıl sıfatları kendilerinde bulunan zevatın fezail-i ahlâkiyenin en yüksek

tabakasında bulunduklarına işaret için yüksek ve uzak mertebeye delâlet eden ( اول كئ ) lâfzı varid olmuştur.

&&&&&

2689

Vacib Tealâ hakka ittibâ edenlerin hallerini beyandan sonra Hakka ittibâ etmeyenlerin hallerini beyan etmek üzere :

ار ) لن ع��ذاب أف��أنت تنق��ذ من فى ه كلمة ٱأفم حق عل ع� ٱ ع� ع�١٩)

buyuruyor.[Ey Nebiyyi zişân ! Sen nâsın cümle umuruna malik misin ki kelime-i azapla kendi

üzerine hüküm sadır olan kimsenin azaptan kurtulmasına sa'yedersin, sen Cehennem'de olan kimseyi Cehennem'den kurtarmağa muktedir misin?.] Zira; kendi iradesini küfre sarfla ebedî Cehennem'de kalmasına hükm-ü kat'î sadır olunca sen 4865 onu Cehennem'den kurtarmağa sa'yedersin lâkin hükm-ü kat'î tağyir kabul etmediğinden onların Cehennem'den halâsları mümkün değildir. Çünkü; ind-i ulûhiyetimizde onların nar-ı cahîmde olacakları hükm-ü kafiye iktiran etmiştir. Binaenaleyh; (Ebu Leheb) ve emsali kâfirlerin davetine icabet etmediklerine me'yus olup gam çekme ve kendini yorma. Zira; onlar kendi iradelerini küfre sarfedip ondan vazgeçmedikleri için hidayetten mahrumlardır. Şu halde senin onları Cehennem'den kurtaracağım ümidiyle sa'yin semeredâr olmaz. Şu kadar ki senin üzerine vacip olan tebliğ vazifesini yerine getirdiğinden dolayı sende mesuliyet onlarda da itizara mecal kalmaz.

Fahri Râzi'nin ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile bu âyette Cehennem'e duhulüne hükm-ü kat'î sadır olan kâfirlerin Cehennem'den halâsına dair şefaatin emr-i münker olduğuna işaret için istifhâm-ı inkârı varid olmuş ve bu inkârın şiddetine işaret için hemze-i istifham tekerrür

etmiş, inkârın illet ve sebebine işaret için zamir mevziinde ism-i zahir olarak ( ار لن ٱمن فى ) varid olmuştur. Çünkü Cehennem'e duhullerine hüküm lâhik olanlar henüz Cehennem'de değillerse de hüküm lâhik olduğundan bilfiil Cehennem'de gibi addolunarak nârda olduğunu beyanla şefaatin caiz olmadığı beyan olunmuştur.

Hulâsa; kelime-i azap kendi üzerine hak ve sabit olup nâra dahil olan kimseyi nârdan kurtarmak için vaki olan va'yin semeredâr olamıyacağı bu âyetten nıüstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin azab-ı Cehennem'den halâsa lâyık olmadıklarını, altlarında ve üstlerinde ateşten tabakalar olduğunu beyandan sonra onlara mukabil ehl-i Cennet'in altlarında ve üstlerinde dereceleri olduğunu beyan etmek üzere :

رى ت ني قه��ا غ��ر م له غر من ف ا رب ق ت ذين ل ع)ل�كن # د ع� =# د ع =# د ع� ع� �ہ ع ٱ ٱ د و � لله ا ت ٱمن ت ع� ہ�‌� ہ% ع' ٱ ہ� �للع" لف دہ!‌ ٱ ال ي ميعاد )للهع( ع� (٢٠ٱ

buyuruyor. 4866[Lâkin şol kimseler ki Rablarından korktular. Onlar için birbirinden âlâ ve birbiri

üzerinde dereceler vardır, o dereceler; Cennet'in arzı üzerine yapılmış saraylardır ki o sarayların altlarından ırmaklar akar, o saraylar Allah'ın kullarına va'didir ve muhakkak kullarına ihsan edecektir. Zira; Allah-u Tealâ va'dinde hulfetmez.]

Yani; kâfirler için nârdan tabakalar olup o tabakaat-ı nârdan kurtulamazlar lâkin şol müminler ki onlar Rablarının kahrından korktukları için bütün muharremâttan kaçınmakla ittikâ ettiler. Onlar için bir takım konaklar vardır ki o konaklar birbiri üzerine bina kılınmış mertebelerdir. Müminler istediği tabakasında istirahat ederler, o konakların altlarından berrak ve saf nehirler akar, şu lûtufların cümlesi Allah'ın kullarına va'didir ve muhakkaktır. Zira; Alİahü Tealâ va'dinde hulfetmez. Çünkü; va'dinde hulfetmek yalandır. Yalan ise Allah-u Tealâ üzerine muhaldir. Binaenaleyh; şu va'dolunan derecâtın cümlesine müminlerin müttekî olanları nail olacaklardır.

2690

Fahri Râzi'nin ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile Cennet'in saraylarının üst tabakaları kuvvette alt tabakalarına müsavidir. Çünkü; fevkani tabakaların da mebniye olmasıyla tavsif olunması tahtanî olanlar arz üzerine bina kılınıp kuvvetli olduğu gibi fevkanilerin de arz üzerine bina kılınmış gibi kuvvetli ve resânetli olduklarına işarettir.

&&&&&

Vacib Tealâ âhiretin akıl sahibi olan kimselerin rağbetlerini icabedecek sıfatlarını beyandan sonra dünyanın nefret icabedecek sıfatlarını beyan etmek üzere :

تر أن ٱأل ماء ما فسلكه ين�بيع فىللهع� لس ۥ أنزل من C� د ٱ ض ع�لله ٱ

buyuruyor. [Ya Ekrem-er Rusûl ! Sen görmedin mi Allah-u Tealâ semâdan yağmur suyunu inzal

etti? Bunun üzerine o suları arz içinde pınarlara ve kanallara koydu akıttı,.] 4867

نه و تلفا أ ا م رج به ز ٲثم ي ع� ع( �� د ع� ۦ ا ثم ع( ف �$� ثم يهيج فترٮه م د ع: ۥ حط�م عله �ي ‌� ۥ ع)

[Sonra o su sebebiyle renkleri muhtelif ekinleri ve otları çıkarır. Bundan sonra o ekinler ve otlar kurur, sen sararmış görürsün ve onlar sarardıktan sonra Allah-u Tealâ onları kökünden çıkmış ve ezilmiş saman kılar.]

ب�ب ) لله رى ألولى لك لذ ع�إن فى ذ ٱ ع (٢١ٲ [İşte şu zikrolunan ahvalde akıl sahiplerine va'z-ı beliğ vardır.]

arz içimde kanallar (ين�بيع) .o suyu idhâl etti ve nizamına koydu demektir (فسلكه)

ve pınarlardır. عله) ي ع)ثم ) kurur ve yerden kopmağa hazır olur. ا) ف �$�م د ع: ) sararmış

demektir. Çünkü; otlar ve ekinler kuruyunca yeşilliği gider, sararır. ( �حط�م ‌� ) ezilmiş, kırılmış ve saman olmuş demektir. Bu âyetten maksat; dünyanın halini ve bilhassa insan ve hayvanât-ı sairenin hallerini otların ve ekinlerin hallerine teşbihle insanları insafa davet edip akibet hallerini onlara bildirmektir.

Şu tafsilâta nazaran âyetin manâsı: [Ey Nebiyyi zişân ! Dünyanın ve bilhassa insanların ömrünün gayet az olduğunu sen görmedin ve bilmedin mi? Her zaman gördün ve bildin ki Allah-u Tealâ gökten karlar ve yağmurlar vasıtasiyle suları indirdi, o suları yer yüzünde insanın vücudunda olan damarlara benzeyen nehirlere, kanallara, pınarlara koydu, akıttı ve hikmeti İlâhiyesi icabı sulanması lâzım gelen mahalleri suladıktan sonra o su sebebiyle yerden sarı, yeşil, kırmızı ve beyaz çiçekli ve gûnâ gün renkli otları, ekinleri, arpa, buğday, susam, mercimek gibi daneleri bitirdikten sonra cümlesini kurutur. Binaenaleyh; sen onları sararmış görürsün. Bundan sonra Cçnab-ı Hak onları kökünden çıkmış ve ezilmiş saman kılar. Hatta rüzgâra mukavemet edemez ve rüzgârla savrulur, ufacık saman çöpleri olur. İşte akıl sahibi olan kimseler ıcın şu zikrolunan ahvalde vaaz u nasihat var.] demektir. Çünkü; şu otların ve ekinlerin ahvalini gözleriyle gören kimseler insanların aynı halde olduğunu bilir. Zira; ömrü ne kadar uzun olsa dahi o insan bir zamana ulaşacak ki o zamanda benzinin sararacağını, vücuduna zaaf arız olacağını, mafsallarının

2691

birbirinden ayrılmaya başlıyacağını ve bir gün saman çöpünü rüzgârın savurup yerinde bir şey kalmadığı gibi ölüm gelip alarak âhirete götüreceğini bilir ve şu ahvali düşünen kimse her ne kadar dünyaya sa'yederse de âhiret tedarikinden geri durmaz. Çünkü; düşünen kimse için bu ahvâl her zaman bir ders-i ibrettir. Yer yüzünde olan suların cümlesinin esası semâdan nazil olduğuna bu âyette delâlet vardır. Çünkü; cümlesinin esası rahmetler ve karlardan hasıl olduğu inkârı kaabil olmayan bir hakikattir. Zira; semâdan kar ve yağmur yağmadığı seneler kökleşmiş esaslı ve nice senelerdenberi akan suların kuruduğu görülmektedir. Bu ise pınarların kökünün semadan geldiğine açık bir delildir.

&&&&&

Vacib Tealâ kendine itaatin vacip olduğunu beyandan sonra şu itaat ancak Vacib Tealâ'nın kalpleri nûrlandırmasiyle olacağını beyan etmek üzere :

رهللهٱأفمن شرح ه ع� ص�� ب ��و من ر ال���م فه��و على ن �لال ۦ‌ �� د ع� ۥ ق�سية ع�فو ل Q# د �ع

ر م من ذ ٱقلوب ع مبين )للهہ� ك فى ضل� �� أول�ٮ د � ‌٢٢)buyuruyor.[Nâsın küllisi mertebede müsavi olur mu? Elbette olamaz. Zira; şol kimse ki Allah-u

Tealâ İslâmı kabule kalbini vâsi' kıldı. O kimse Rabbısından hidayet üzerinedir. Hâl böyle olunca azab-ı azîm; zikr-i İlâhiyi işitmekten kalbi katı olanlar içindir. İşte şu kalbi katı olanlar açık bir dalâlet içindedirler.]

Fahri Râzi'nin beyanı veçhiîr bu âyette s a d ı r la murad; kalptir. K a l b i ş e r h le murad; İslâmı kabule istidat ve 4869 kabiliyetini mükemmel kılmaktır. K a s â v e t - i k a l p l e ; hakkı işitmekten kalbin nefret üzere bulunmasıdır.

Bu âyetin manâsını bilmek; nefs-i insanînin ahvalini bilmeye mevkuftur. Çünkü; Allah-u Tealâ cevheri nüfûsun bir kısmını nûrânî, şerîf, hayra mail ve rûhâniyete ittisale daima rağbet eder bir halde halketmiştir. İşte bu kısımdan olan nüfus-u beşerde feyz-i İlâhîyi kabule istidâd-ı tâm olduğundan ahval-i rûhiyeyi ve halât-ı kudsiyeyi kabule müstenid olduğu cihetle az bir sebeple hakkı kabul kuvveden fiile çıkıverir. Binaenaleyh; bu kabilden olan nefisler hidayet-i İlâhiyeden ibaret olan nûr-u İlâhîyi kabulde asla tereddüt etmez. Zira; onun kalbi bu gibi hakayıkı kabule geniş ve elverişli olmasına binaen kabulde sıkıntı çekmez. Amma nefs-i insanînin ikinci kısmı kederli, kötü, daima şerre meyyal ve cismaniyete rağbet, rûhâniyete nefret eder bir karanlık içinde bulunduğundan feyz-i İlâhîyi kabule istidadı kısa olduğu cihetle hakkı işitmez ve işittiğini kabule kalbi dar olması sebebiyle asla kabule meyledemez. Binaenaleyh; hakka dair deliller zikrolundukça kasveti ve nefreti artar. İşte k a l b i ş e r h o l u n a n l a r la murad; kısm-ı evvel ve k a l b i k a t ı o l a n l a r la murad; kısm-ı sânîdir. Kısm-ı evvelden olanların hidayet ve kısm-ı saniden olanların dalâlet üzere oldukları beyan olunmuştur ki bu iki kısmın yekdiğerine müsavî olamayacağını beyandır.

Şu tafsilâta nazaran âyetin manâsı: [Allah-u Tealâ'nın ahkâm-ı İslâmiyeyi kabule kalbini müsteid ve rûhâniyete rağbetli kıldığı kimseyle kalbi dar ve İslâmiyeti kabulden nefret eden kimse müsavi olur mu? Elbette müsavi olamaz. Çünkü; Allah'ın İslâmiyeti kabul için kalbini açtığı ve genişlettiği kimse tevfik-i İlâhîye mazhar ve canib-i İlâhîden nazil olan inkişâfı tâm ve yakîn-i kâmil üzere olduğundan o kimse Rabbısından hidayet üzeredir. Amma şol kimse ki kalbi dar ve zulmet içinde hakkı kabule istidadı yok. İşte bu kabilden olan kimseler yoldan çıkmış, hakkı dinlemez, duymaz açık dalâlet içindedirler.] demektir.

Ebussuud Efendi'nin beyanına nazaran bu âyetin evveli (Hamza) ve (Ali) (R.A.) haklarında ve ahiri de (Ebu Lehep) ve emsali haklarında nazil olmuştur. Bu âyeti Resûlullah okuyunca huzur-u risalette bulunanlar «Kalbin inşirahı nasıl olur? Ya Resûlallah !» 4870 dediklerinde Resûlullah «Nûr-u marifet kalbe girince kalbin kapısı açılır, tevessü' eder» buyurması üzerine ashabı kiram «Buna alâmet nedir?» dediler. Resûlullah «Buna alâmet dar-ı âhirete tedarik üzere bulunmak,

2692

ölüm gelmezden evvel ölüme hazırlanmak ve lüzumundan fazla dünyaya rağbet etmemektir» buyurdukları (İbni Mes'ud) hazretlerinden mervîdir. Allah'ın zikri ehl-i imanın kalplerini yumuşatır ve ehl-i küfrün kalplerini katılaştırır. Çünkü; bir şeyin, mahallin istidadına göre ayrı ayrı tesir yaptığı her zaman görülmektedir. Meselâ güneş bal mumunu yumuşatır, tuzu katılaştırır, hatta tuz suyunu dondurur. Şu halde her şeyin kabiliyetine göre feyzaldığı şüphesizdir.

&&&&&

Vacib Tealâ İslâmiyeti kabul edenlerle etmiyenlerin müsavi olmadıklarını beyandan sonra İslâmiyeti kabul edenlerde imanlarının göstereceği eseri beyan etmek üzere :

هللهٱ عر م ش�� ثانى ت ا ا متش�ب حديث كت� سن ل أ ع� نز ع. ع� !� د �� د ع� ٱ ع" ر ثم تلين جلوده وقلوبه إلى ذ ن رب ش ذين ي ل ٱجلود ع ع� ع� ع� �ہ ع ع( ‌ للهٱ

buyuruyor.[Allah-u Tealâ Cibril-i emin vasıtasiyle Resûlune sözlerin en ziyade güzelini indirdi ki o

güzel sözün âyetlerinin intizamında bazısı bazısına müşabih, te'kid ve takviye için ahkâmında tekerrürü havi bir kitab-ı azîm ve düstur-u a'zamdır, Rablarının azametinden havf ü haşyet eden kimselerin o kitabın âyetlerini işitmekten derileri ürperir, ürperdikten sonra yumuşar ve kalpleri Allah'ın zikrine meyleder ve mutmain olur.]

Bu âyette h a d i s ile murad; Kur'an'dır. Kur'an'ın manâsında tenakuz olmadığı gibi geçmiş, gelecek, gaib, hazır cümle havadisin ahkâmına şamil ve insanların saadetine yegâne hadim ve iman etmesi lâzım olan zatullah ve sıfatullah'ın ve ahvâl-i âhiretin cümlesini beyan eder, semâvât ve arzın ahvalinden bahsedip 4871 insanlar için bilinmesi lâzım olan her şeyi bildirdiği için sözlerin ve kelâmların en güzeli olduğundan ahsen-i hadis olduğu beyan olunmuştur. Kur'an'ın âyetlerinin fesahat ve belagatta, manâlarının muhkem olmasında, halkın dünya ve âhiret menfaatlarını temine kâfi ve elfazının yekdiğerine münasebette birbirine benzediği cihetle müteşabih olduğu beyan olunmuştur.

( شعرقت ) İnsanın korku zamanında derisine arız olan titremedir. Yani «insanın Rabbısından korkanları Kur'an'ın azap veya rahmete müteallik olan âyetlerini işittiklerinde Rablarından korkularına binaen vücutlarının derileri ürperir ve hareket arız olur, sonra Rablarının zikrine vücutları yumuşar inbisât peyda eder ve kalpleri zikrullaha meyleder» demektir.

ع�ثانى) ) mükerrer demektir. Çünkü; Kur'an'ın tekid ye takviye için ahkâmında tekerrür olduğu gibi ahkâmı emr ü nehiy, vaad ü vaîd, sevab ü ikâb, dünya ve âhiret, gazab ve lûtuf gibi

hep çift olduğundan zevç manâsını müş'ir olan (ع�ثانى ) lafzıyla tavsif olunmuştur.Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile Kur'an'ın şanına tazim ve işitenlerde mehabeti Kur'an'ı

tezyîd için âyetin evvelinde lâfza-i celâl varid olmuştur. Çünkü; âyetin bidayesinde lâfza-i celâlin varid olması; Kur'an'ın muciz olup Allah'ın gayrıdan suduru mümkün olmadığına delâlet eder. Şu tafsilâta nazaran âyetin manâsı: [Umur-u ibâdı tedbir ve tarik-ı âhirete kullarını irşâd edici Allah-u Tealâ sözlerin ifade ve beyanında ve ahval-i sabıka ve lahikayı, dünya ve âhiretin ahkâmını beyanda en güzeli olan Kur'an'ı Cibril-i emin vasıtasiyle Resûlune inzal etti ve o Kur'an bir kitap ki âyetlerinin elfazinda münasebet ve ahkâmında metanet, fesahat ve belagat cihetinden bir nesak üzere bulunduğu cihetle âyetlerin bazısı bazısına müşabihtir, tekid, takviye ve kulların ihtiyacını kemaliyle tekerrür vardır ve o Kur'an'ı işitip Rabbısından korkan kimseler Kur'an'ın âyetlerini işitince derileri ürperir, âyetleri huzur-u kalple dinledikten sonra derileri ve kalpleri yumuşar, zikrullah'a meyleder.] demektir. Çünkü; satvet-i İlâhiyeyi itikat edip bilen bir kimseye Kur'an'ın azaba müteallik âyetlerini işitince 4872 korku arız olacağı aşikârdır. Amma azaba müteallik âyetler bittikten sonra rahmet ve mağfirete müteallik âyetler zikrolununca o korkudan vücuduna arız olan

2693

ürpermenin inbisât ve yumuşaklığa tebeddül edeceği şüphesizdir. Binaenaleyh; evvelki ızdırap zail olur hareket sükûnete inkılâb eder.

Füruk-u dâlleden Mutezile bu âyetle Kur'an'ın hadis olduğuna istidlal etmişler ve işbu istidlallerine istinaden Mutezile «Bu âyette Kur'an'ın inzal olunduğu, hadis ve kitap olması gibi beyan olunan evsaf, Kur'an'ın hadis olmasına delâlet eder. Zira; bu evsafın cümlesi hadis olan bir şeyin evsafı olduğunda şüphe yoktur» demişlerdir. Ehl-i sünnetin buna cevabı: «Şu beyan olunan evsaf; elsine-i ibâdda tilâvet olunan elfâz-ı Kur'an'ın evsafıdır, elsine-i ibâdda tilâvet olunan elfâz ise hadistir. Zira; huruf ve asvâttan mürekkeptir, elbette hadistir. Binaenaleyh; ehl-i sünnetin kadîmdir dedikleri Kur'an zat-ı İlâhî ile kâim olan manâ ve Sıfâtullah olan Kur'an'dır. Şu âyette beyan olunan evsaf ise o manânın vasfı değil, belki elfazın vasfıdır.» Şu halde ehl-i sünnetle Mutezile arasında vaki olan niza; nizâ-i lâfzîdir, hakiki bir niza değildir. Çünkü; Mutezilenin hadistir dedikleri elfâz-ı Kur'an'a, ehl-i sünnet de hadistir der, ehl-i sünnetin kadîmdir dedikleri sıfâtullah olan manâya, Mutezile de kadîmdir derler.

Velhasıl cümle mükellefinin ahval-i rûhiye ve cismiyelerine ve beşikten kabirlerine varıncaya kadar ahkâmına ve ahval-i âhirette Cennet'e duhullerinde zevk ve sefalarına nail olacakları derecelere ve Cehennem'e gireceklerin azaplarına ve insanların yekdiğerine karşı vaki olacak bilcümle muamelâta, ukubâta, küçük bir ailenin idaresine, teayyüşüne, büyük devletlerin teşekkülüne ve emr-i idarelerine müteallik mesailin cümlesini cami olup bunların hepsini havî Kur'an'dan başka bir kelâm olmadığından Kur'an'ın ahsen-i kelâm olduğu beyan olunmuştur.

Bu âyetin sebebi nüzulü; ashabı kiramın Resûlullah'a «Bize biraz hadis söylesen» demeleri üzerine bu âyetin nazil olduğu (İbn-i Abbas) ve (İbn-i Mes'ud) hazretlerinden mervidir ki «Kur'an varken başka hadise ihtiyaç yok» demektir.

Her sözün nefsinde bir tesiri olduğu gibi o sözü söyliyen zata nispetle dahî ayrıca bir tesiri olacağı tabiidir. Şu halde Kur'an’ın 4873 zatında olan tesirine O Kur'an'ı inzal eden Allah-u Tealâ'nın mehabetinin inzimamıyla tesirin daha ziyade olacağı şüphesizdir. Zira; âhad-ı beşerden sudur eden kelâmla alem-i mükevvenâtı iead eden Allah-u Tealâ'nın kelâmı tesirde elbette müsavi olamaz.

Hulâsa; Kur'an'ın her âyetinde ehl-i imana başka başka tesir olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid eümlesindendir. Zira tesir; mahallin kabiliyetine göre zuhur ettiğinden Kur'an'ın mümine tesiriyle kâfire tesiri beyninde fark vardır.

&&&&&

Vacib Tealâ Kur'an'ın evsafından bazılarını beyandan sonra o evsafın hulâsasını beyan etmek üzere :

لك ه��دى ٱذ لل للهٲ ا ومن ي دى به من يش�� ٱ ي Zع �‌Cہ ۦ فم��الل��هع�ع� م هاد ) له (٢٣ۥ

buyuruyor.[İşte şu evsafı zikrolunan Kur'an; Allah'ın hidayetidir. Onunla Allah-u Tealâ dilediği

kulunu doğru yola sevkeder, hidayette kılar. Amma şol kimse ki Allah-u Tealâ onu idlâl etti, onun için hidayette kılıcı bir kimse yoktur.]

Yani; Kur'an ayn-ı hidayettir. Allah-u Tealâ Kur'an'da kullarına doğru yolu gösterdiğinden Kur'an'a sülük eden matlubuna vasıl olur, Allah-u Tealâ onunla istediği kullarını tarik-ı hakka sevkeder. Amma şol bir kimse ki iradesini dalâlete sarfederse Allah-u Tealâ onun yedinde dalâleti halketmekle doğru yoldan çıkarır. Binaenaleyh; o kimseyi Allah'ın gayrı doğru yola sevkedecek bir kimse bulunmaz.

Hidayet ve dalâlet Allah'ın halkı ve kulların kisbiyle hasıl olur. Zira; kul iradesini hidayete sarfederse hidayeti, dalâlete sarfederse dalâleti Allah-u Tealâ halkeder. Kur'an insanları doğru yola sevkeder bir kitap olduğundan Kur'an'a temessük etmeyen Kur'an'dan başka doğru yol bulamaz. 4874

2694

&&&&&

Vacib Tealâ Kur'an'a temessük ederek doğru yola gidenlerle Kur'an'a iman etmiyenlerin hallerini beyandan sonra bu iki fırkanın hallerine sebep olan şeyi beyan etmek üzere :

قي�م م عذاب ي هه سوء قى بو �أفمن يت ‌ د ع� ٱ ع ع� ٱ ۦ ع) [Nâsın küllisi mertebede müsavi olur da yevmi kıyamette azabının şiddetinden yüzüyle

nefsini vikaaye eden kimse azaptan emîn olan kimse gibi olur mu?.] Elbette ikisi mertebede müsavi olamaz. Çünkü; yevm-i kıyamette elleri bağlı, boynu bukağılı olan ve azabın en ziyade şiddetli ve kötüsü bulunan Cehennem'e atıldığında nefsini azaptan yüzü ile vikaye eden kimse azaba duçar, makhûr ve münhezimdir. Amma sol kimse ki azaptan salim olarak Cennet'e girmiş zevk u safa ile meşguldür. Elbette o kimsenin derecesi âlî ve azaptan emindir. Binaenaleyh; bunun ikisi müsavi olamaz.

Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanları veçhile bundan evvelki âyet ve bu âyet kalbinde kasavet olan kimselerin dünyada halleri dalâlet ve âhirette halleri azap olduğunu beyanla kalplerinde olan kasavetin mazarratını tafsil etmiştir. Şu halde kasavet; dalâlete ve dalâletin de azaba sebep olduğu beyan olunmuştur. Amma kalbinde kasavet olmayıp rikkat olan kimse Kur'an'ın hidayetiyle ihtida ettiğinden azaptan' salim olacağı cihetle iki zümrenin mertebeleri müsavi olamıyacağı tabiidir.

Ehl-i Cehennem'in ateşten kurtulmağa çare bulamıyacağına işaret için Cehennem'e giren kimsenin azabı yüzleri ile defi' ve nefislerini yüzleriyle koruyacakları beyan olunmuştur ki yüzleriyle ateşten vikaye mümkün olmadığına işaret edilmiştir. Çünkü; her azadan evvel ateşe yüzleri dahil olur. Binaenaleyh; yüz hiç bir veçhile diğer azayı ateşten esirgeyemez, ateşi korumak için yüz âlet bulamıyacağından «Yüzleri ile nefislerini vikaye ederler» demek «Onlar için ateşten kurtulmak mümkün değil» demektir, belki dünyada görüldüğü veçhile diğer aza yüzü muhafazaya âlettir. Zira; insanın yüzü güzelliğin mecmaı ve havâss-ı hamsenin mahzeni olduğundan diğer azasını, yüzünü korumaya âlet eder. Şu 4875 halde «Azaptan yüzüyle sakınır» demek «Çaresiz ateşe dahil olur» demektir. Çünkü muhale ta'lîk olunan şey; muhaldir.

&&&&&

Vacib Tealâ kalplerinde kasavet sebebiyle dünyada dalâlet üzere bulunanların âhirette ateşe dahil olacaklarını beyandan sonra ateşe atıldıklarında Cehennemin hazinedarları tarafından onlara söylenecek sözleri beyan etmek üzere :

سبون ) ت ع وقيل للظ�لمين ذوقوا ما كنت (٢٤ع� buyuruyor.[Cehennem'in hazindârları tarafından ehl-i Cehennem ateşe dahil olduklarında o

zalimlere hitaben «Tadınız kazandığınız günâhların azabını» denir.] Zebanilerin bu sözden maksatları; onları tekdir etmektir ki gördükleri azap kendi kazançları olduğunu beyanla yaralarına tuz ekmek kabilindendir.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile zalimlere böyle denileceği muhakkak olduğuna işaret için

( ليق ) kelimesi mazi siyğasıyla varid olmuştur. Zalimlerin zulmünü açıktan beyan ve zulümleriyle halka onları teşhir etmekle ve kesbettikleri günâhlarının azabını tatmakla emrin illeti;

zulümleri olduğuna işaret için ism-i zamir mevkiinde ism-i zahir varid olmuştur. Çünkü; ( ليق ) yerinde (لهم للظالمين يق ل ) denilmiştir. Bunlar dünyada nefislerinin arzularına ittiba ederek zulüm, gayrın hukukuna tecavüz ve imanı terkle nefislerine zulümle meşgul olduklarından azaplarının ziyadelenmesi için zebaniler tarafından bu gibi tekdiri hâvi hitab varid olacaktır, hudud-u İlâhîden çıkan ve nefsine tebaiyet eden za imlerin cümlesine bu hitap şamildir.

&&&&& 2695

Vacib Tealâ ehl-i Cehennem ateşe dahil olduklarında yüzleriyle ateşten korunmak istedikleri ve zalimlere zebaniler tarafından 4876 söylenecek sözleri beyandan sonra peygamberlerini tekzib etmek yalnız Kureyş kavmine mahsus olmayıp bundan evvel geçen ümmetlerde dahî vâki olduğunu beyanla Resûlunü tesliye etmek üzere :

عرون ث ال ي عذاب م ح له فأتٮهم ذين من ق ل ع+كذب ع� ع� ع� ٱ ع� ع� ٱ (٢٥)

buyuruyor.[Müşriklerden evvel geçen ümmetler de nebilerine «Yalancısın» dediler. Binaenaleyh;

onların bilmedikleri cihetten onlara azap geldi.]

Yani; insanları irşâd ve tarîk-ı hakka sevketmek için taraf-ı İlâhîden gönderilen resulleri tekzib etmek Kureyş kavmine mahsus bir şey değildir. Belki Kureyş'den evvel geçen milletlerde dahî bu gibi yolsuz hareketler vâki oldu, kendilerine gönderilen peygamberleri tekzible imandan iraz ettiler. Binaenaleyh; onların hatır u hayallerine gelmeyen cihetten azap geldi, onları helâk etti. Onlar ise hava ve hevesleri ve arzuy-u nefsaniyeleriyle meşgul, gaflet içinde olduklarından ansızın helâk olacaklarını bilmiyorlardı. İşte Kureyş kavmi kendilerinden evvel geçenlerin hallerini düşünsünler, onlardan ibret alsınlar. Zira; onlar gibi bunlar da nebilerini tekzibde devam ettikçe hatırlarına gelmedik bir azapla helâk olmak ihtimali her zaman mevcuttur.

Hulâsa; kendilerine meb'us olan nebiye inkıyâd etmeyen kavmin zannetmedikleri bir cihetten gelen azapla ansızın helâk olacakları bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vâçip Tealâ nebilerine itaat etmeyen âsîlerin helâklerini beyandan sonra bu gibi kimselerin dünyada rezil ve âhirette daha büyük azaba duçar olacaklarını beyan etmek üzere :

للهٱفأذاقهم ب للهخرة أ ولعذاب ي لد حيوة ى فى خ � ہ�‌ ع ٱ �‌� ع� ٱ ع� ٱ ع, ع� ٱ لمون ) كانوا ي ع�ل (٢٦عbuyuruyor. 4877[Kâfirler nebilerini tekzible helâk olunca Allah-u Tealâ onlara dünyada zelil ve hakir

olmalarını tattırdı ve eğer onlar bilmiş olsalar azab-ı âhiret daha büyüktür.]

zelil ve rüsva olmaktır. Kâfirler taraf-ı İlâhîden irşâd için gönderilen Resûllerini (الخذى) tekzib edince bu tekzibin cezası onları rüsvay etmektir. Amma onların dünyada rüsvalıklarına gelince bazıları azapla helâk olmak, bazıları memleketlerinden tard, bazılarının da suratları başka hayvan suratına tebdil olunmakla vuku bulmuştur. Azab-ı âhiret ise daha büyüktür. Eğer onlar azab-ı âhiretin şiddetini bilmiş olsalardı o azaba sebep olacak günâhları ve bilhassa nebilerini tekzibi terkeder, azaptan kurtulmak çarelerini ararlardı.

Dünyada azap ne kadar şiddetli olsa âhiret azabına nisbetle tadımlık kabilinden olduğuna işaret için azabı dünyaya tattırmak manâsına olan izâka'ya nisbet olunmuş ve azab-ı âhiretin şiddetine işaret için yeminle pek büyük olduğu beyan olunmuştur. Kâfirlerin umur-u âhirete cahil olduklarına işaret için, bilmiş olsalar günâhlardan vazgeçerlerdi halbuki bilmezler denilmiştir

.&&&&&

2696

Vacib Tealâ dünya ve âhirete müteallik beyanattan sonra beyanâtın kemâle vasıl olduğunu beyan etmek üzere :

ه عل ل ��ل مث ءان من ك ق ذا اس فى ه��� نا للن ر ع�ولق ض�� �� د ع� ع� ٱ ع� ع� رون ) (٢٧يتذك buyuruyor.[Allah-u Tealâ hakkı için biz şu Kur'an'da nâsa her şey hakkında misal beyan ettik ki

onlar menfeat ve mazarratı düşünsünler mütenebbih ve mütteiz olsunlar.]

Yani; kemâl-i dikkat ve itina ile okusunlar, manâsını düşünsünler ve mucibiyle amel etsinler için umumun hidayetini mütekeffil olan Kur'an'da merasim-i diniyye ve meâlîm-i tevhidiyeyi cemi nâsa beyan eder her meseli tafsil ettik ki onlar mütenassıh 4878 olsunlar. Binaenaleyh; nâsdan bazısı Kur'an'la amel etti necat buldu, bazısı amel etmedi helâk oldu.

&&&&&

Vacib Tealâ Kur'an'da nâsa her şeye birer misal beyan ettiğini zikirden sonra Kur'an'ın bazı evsafını beyan etmek üzere :

قون ) ه يت عل ر ذى عو ل ا غ ءانا عربي ع�ق (� د ع� (٢٨ع� buyuruyor.[Biz Kur'an'ı lisanı Araba mensup kıldık ki manâsında asla eğrilik yoktur. Me'mul ki

Kur'an'ı okuyup dinleyenler günâhlardan sakınırlar.]

Yani; o Kur'an lisan-ı Arap üzere ilâ yevmilkıyâm kıraat olunur olduğu halde manâsında asla ihtilâf ve tenakuz yoktur. Binaenaleyh; Kur'an'ın ahkâmında şüphe ve tereddüt ıcabeder bir şey bulunmaz. Me'mul ki Kur'an sayesinde nefislerini günâhlardan sıyanet ederler. Çünkü; biz Kur'an'ı bu hâl üzere inzal ettik ki onlar haram olan şeylerden sakınsınlar ve azabı mucib olan günâhlardan ittikâ etsinler.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Cenab-ı Hak bu âyette Kur'an'ı üç veçhile sena buyurmuştur : B i r i n c i s i : Kur'an olduğunu beyan etmiştir ki ilâ yevmilkıyâm elsine-i ibâdda kıraat olunacak demektir. İ k i n c i s i : Kur'an'ın Arabi olduğunu beyan etmiştir ki fusahâ ve büleğâ-yı Arabi muarazasından aciz kıldı ve taraf-ı İlâhîden inzal olunmuş bir kitap olduğunu ispat etti demektir. Ü ç ü n c ü s ü : Manâsında eğrilik olmadığını beyan etmiştir ki manâsında insana şüphe verecek tenakuz yok demektir.

Vacib Tealâ insanların tezekkür ve tefekkürleri ittikaları üzerine mukaddem olduğuna işaret için bundan evvelki âyette «Biz Kur'an'da her şey hakkında birer misal getirdik : Tezekkür etsinler için» buyurdu. Bu âyette «Manâsında eğrilik olmıyarak biz Kur'an'ı Arabi kıldık : ittikâ etsinler için» buyurmuştur. Zira t e z e k k ü r v e d ü ş ü n m e k ; bir şeyin hatasını 4879 sevabından tefrik etmek için kalpte cevelân eden hâtıradır. İttikâ ise o düşüncenin neticesi olan ameldir. Şu halde tefekkürün amel üzere mukaddem olduğunda şüphe yoktur.

&&&&&

Vacib Tealâ nâsı irşâd için herşeyden birer misal irâd ettiğini icmâlen beyandan sonra durub-u emsalden bazılarını tafsil etmek üzere :

2697

رب كسون ورجال�لل��هٱض�� ركاء متش��� جال� في��ه ش�� �� مثال� ر د �� د �� د د ح تويان مثال� رج��ل ه ي ا ل ع�سل ع� ٱ �‌�� ع� ع� �� �للد لم��ون )دہ!‌ ��ره ال ي ث أ ع� ب ع� ع ع�

٢٩)buyuruyor.[Allah-u Tealâ misal olarak Kur'an'da bir racülü beyan etti ki o racül memlûkte

münazaa eder bir çok ortaklar var ve diğer bir racül de selâmet üzere yalnız bir racül-ü âharın malıdır ve asla ortağı yoktur, ancak sahibi olan bir racüle mahsustur. Şu iki racülün mertebeleri memlûk olmakta müsavi olur mu? Elbette müsavi olamaz. Zira; birinin sahibi çok, münazaa var, öbüründe sahibi bir, münazaa yok. Binaenaleyh; hamd ü sena ve şükür Allah'a mahsustur lâkin ekser nâs hamde istihkakını bilmezler.]

Yani; Allah-u Tealâ Kur'an'da muvahhidle müşrikin halİerini iki memlûkün hallerine teşbihle beyan buyurmuştur. Çünkü; müşrikin hali şol racül-ü memlûkün haline benzer ki o racül-ü memlûkün efendisi bir çok ortaktır. Yani beş veya sekiz kişidir. Onlar o kölenin hizmetinde «Sana az yaptı, bana çok yaptı, senin evde yatacak, benim evde yatmayacak, senden az yedi, benden çok yedi» gibi şeylerle nizalar ederler, her biri o köle için ayrı ayrı hizmetler hazırlar ve teklif ederler, köle için hepsini görmek mümkün olmadığından birinin emrini tutup öbürünün teklifini reddedeceğinden hangisinin hizmetini görecek ve kimin rızasını tahsil edecek şaşırır, hayrette kalır ve daima azap içinde olur. Kölenin ihtiyâcât-ı beşeriyesine gelince; hiç birisi üzerine maletmez. İşte bir 4880 çok putları mabud ittihaz ederek ibadet eden müşriklerin hali bir çok efendinin malı olan abdin hali gibi perişanlıktır. Amma mü'min-i muvahhidin hali şol kölenin haline benzer ki o yalnız bir efendinin kölesidir. O köle daima efendisinin hizmetini görmek ve rızasını tahsil etmekle meşgul ve kalbi selâmettedir. Çünkü; hizmet bir kişiye olduğu için niza yoktur, efendisinin teklifi neyse onu görür ve efendisi de onun hizmetine mükâfat olarak her türlü ihtiyacını temin eder. Binaenaleyh; abdin başkasına ihtiyacı kalmadığından rahat olur. İşte mabudun bilhak olan Allah-u Tealâ'ya ibadet eden müminin hali ayniyle bir kimsenin kölesi olan abdin hali gibi selâmettir. Şu iki kölenin halleri ve sıfatları müsavi olabilir mi? Elbette müsavi olamaz. Kezalik mümin-i muvahhidle müşrikin halleri de müsavi olamaz.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile müşriklerin duçar olacakları azabı beyandan sonra şu misal ile mezheplerinin batıl olduğunu beyan; azaplarına sebep olan mezheplerinin butlanı olduğunu beyan

etmektir. (متشاكسون) ihtilâf ve niza ediciler demektir.Her bir hamd ü sena Allah-u Tealâ'ya mahsustur ki Allah'ın gayrı hamde müstehak olan

yoktur. Çünkü; zatında, sıfatında ve ef'âlinde şeriki, emrinde ve hükmünde kimsenin nizaı olamaz velâkin ekser nâs ibadete lâyık ve hâmde müstehak olduğunu bilmezler. Binaenaleyh; Cenab-ı Hakka şirkederler, dünyada ve âhirette zarar görürler. Vacib Tealâ'nın vahdaniyeti sabit olunca bu sübût üzere hamdetmek lâzım olduğuna işaret için darb-ı mesel akibinde Cenab-ı Hak

.buyurmuştur ki nimet akibinde hamdetmeye kullarını teşvik etmiştir (الحمدلله)

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin Kur'an'a ve Resûlullah'a muarazadan âciz kalınca Resûlullah'ın vefatını gözetmeye başlamaları üzerine mevtin umumî ve Resûlunün vefatını gözetenlerin gözetmek kendi haklarında dahî carî olduğunu beyan etmek üzere :

تون ) م مي وإن ك مي ہ�إن �# (٣٠د buyuruyor. 4881[Ya Ekrem-er Rusûl ! Muhakkak sen dar-ı âhirete intikal edeceksin, senin düşmanların

da vefat edeceklerdir.] Şu halde senin vefatını gözetmekte ve vefatına sevinmekte onlar için bir

2698

fayda yoktur. Çünkü; sana arız olacak mevt onlara da arız olacağından kendilerine arız olacak bir musibetin sana arız olmasıyla teşeffi-i sadrolamaz.

Hulâsa; insanın düşman addettiği bir kimsenin vefatına sevinmekte bir fayda olmadığı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

Vacib Tealâ iyi ve kötü herkesin vefat edeceğini beyandan sonra yevm-i kıyamette nâs beyninde vaki olacak muhasamayı beyan etmek üzere :

تصمون ) ت ك قي�مة عند رب م ي ك ع(ثم إن ع� ع� ٱ ع (٣١ع� [Vefat ettikten sonra siz yevm-i kıyamette Rabbınızın huzurunda muhakeme

olacaksınız.] Yani; mümin ve kâfir cümle insanlar için mevt muhakkak olunca ceza ve hesap için hazırlanmış olan yevm-i kıyamette umûm ahvalinize muttali olan Vacib Tealâ'nın huzurunda bazınız bazınızla muhasama ve muhakeme olacaksınız, mazlum zalimden, haklı haksızdan hakkını alacak, herkes iyi ve kötü amelinin cezasını görecektir. Binaenaleyh; o günde herkes tuttuğu yolun doğru veya eğri olduğunu bilir, fakat orada bilmek fayda etmez.

Bu âyette beyan olunan husumeti bir hadis-i şerifle Resûlullah'ın tafsil buyurduğu Buhârî'de mezkûrdur ve hadis-i şerif de şöyledir :

مظلمة عنده كان فل يخالمن اومال عرض من ال يه وميخللهان قمن كون يالبل

صالح الدينارو عمل له كان ان ب ادمرهم درمظلمتهقخذمنهلم له يوان كن

س احسنات من خذ صاحبه يئ عل ات هيفحملتYani «Bir kimsenin indinde mümin biraderinin ırzından veya 4882 malından bir zulüm varsa dirhem

ve dinarın bulunmıyacağı ve onlarla ödeşmek mümkün olamıyacağı yevm-i kıyametten evvel bu gün helâllaşsm. Eğer helâllaşmadan kıyamete kalırsa o zalimin amel-i şalini varsa o amelden zulüm

miktarı alınır mazluma verilir, eğer amel-i salihi yoksa zulüm miktarı mazlumun günâhından alınır zalime yükletilir.» Çünkü muhakemenin neticesi; ihkaak-ı hak etmektir. O günde ihkaak-ı hak ise bu

suretle mümkün olur ve bu minval üzere husul bulur. İşte bu hadis-i şerif; âyette beyan olunan husumeti ve o husumetin neticesini tefsir ve tafsil etmiştir.

&&&&&

YİRMİDÖRDÜNCÜ CÜZ

Vacib Tealâ. insanların hepsinin ölümleri muhakkak olup yevm-i kıyamette muhakemeleri kat'î olduğunu beyandan sonra kâfirlerin diğer kabahatlarının insanlardan sudurunu uzak addederek inkâr etmek üzere :

لم ممن ڪذب على ٱفم أ ع- ج��اءهللهع� ق إ لص�� ��ذب ب عH وك ع� � ٱ ۥ‌ م س فى جهن ع�ألك�فرين ) ى ل ع�م b� د c٣٢ع)

2699

buyuruyor.[Allah-u Tealâ üzerine yalanı irtikâb eden kimseden ziyade zalim kim olabilir ve Kur'an

geldiği vakitte Kur'an'ı tekzib edenden daha ziyade zalim olur mu ve kâfirler için Cehennem'de makam olmadı mı? Elbet onların Cehennem'de yerleri vardır.]

Allah-u Tealâ üzerine y a l a n la murad; şerik ve nazır itikat etmek ve gönderdiği Resûlunü tekzible iftira etmektir. S ı d k ile murad; Kur'an ve Resûlullah'ın getirdiği bilcümle ahkâmdır.

ى) �bم د cع ) kâfirlerin varacakları makamlarıdır. ك�فرين) ع�ل ) Küfrün her nevine şâmil ve bilûmum kâfirler dahildir. Şu tafsilâta nazaran manâ-yı âyet: [Allah-u Tealâ üzerine kizb ü iftirayı irtikabeden kimseden daha ziyade zalim kim olabilir, doğruluk ve 4884 tarîk-ı haktan ibaret sıdk-ı mahzolan Kur'an'ı geldiği vakit, düşünmeksizin ve manâlarını tefekkür etmeksizin tekzibedenden ziyade nefsine zulmeden daha ziyade zalim kim olabilir? Elbette olamaz. Çünkü; Allah-u Tealâ'nın Resûlune gönderdiği kitabı ve halka doğru yolu göstermek için gönderdiği Resûlunü tekzib etmekten ziyade bir cinayet olmadığından bu cinayeti irtikab edenden ziyade zalim olur mu? Elbette olamaz ve şu cinayeti irtikabeden kâfirler için Cehennem'de yer olmadı mı? Elbette olacaktır.] demektir.

&&&&&

Vacib Tealâ Cehennem'de kâfirlerin makamı olacağını beyandan sonra müminlerin hallerini ve nail olacakları dereceleri beyan etmek üzere :

ق��ون ) مت ك هم ٮ دق به أول��� ق وص�� لص�� ذى جاء ب ل ع�و ٱ ۦ‌� ع� ٱ (٣٣ٱ سنين ) م لك جزاء ذ ع"لهم ما يشاءون عند رب ع� ٱ ٲ ع�‌� �(٣٤دbuyuruyor.[Şol kimse ki yalnız doğruluktan ibaret olan Din-i İslânıı getirdi ve o doğruluktan ibaret

olan dini tasdik etti. İşte o kimseler ancak haram olan şeylerden sakınan müttakîlerdir. Onlar için Rabları indinde istedikleri lezzet-i rûhanî ve nimet-i cismanîleri vardır. Şu nimetler dünyada şeriat dairesinde ibadet ederek ihsan edici olan kimselerin mükâfaatıdır.]

Fahri Râzi, Hâzin ve Nisâbûrî'nin beyanları veçhile s ı d k ı g e t i r e n le murad; Resûlullah'dır. O sıdkı t a s d i k e d e n le murad; Ebu Bekir (R.A.) Hazretleri olduğu Hazreti Ali'den mervidir. Lâkin s ı d k ı t a s d i k ; Resûlullah'a iman edenlerin cümlesine şâmildir. Şu kadar ki, Ebu Bekir Hazretleri rical içinden en evvel Resûlüllah'ı tasdik edip şevket-i İslâm onun iman etmesiyle hâsıl olduğundan cümle etbâ'dan efdal olmuştur. Gerçi evvel iman eden Hz. Ali'dir, diyenler varsa da bu rivayet doğru olsa bile Ebu Bekir (R.A.) mertebesine varamaz. Zira; Hz. Ali o zaman sabi 4885 olduğundan Kureyş içinde itibar sahibi değildi. Amma Ebu Bekir hazretleri yaşlı başlı, mansıbı büyük, Kureyş içinde sözü dinlenir hatırlı ve servet sahibi olduğundan onun imanı Din-i İslâmın esasını kurdu, takviye etti ve onun Resûlullah'a iman edivermesi Mekke'de yer tutmuş olan şirki kökünden sarstı, müşrikleri hayrette bıraktı. Binaenaleyh; Ebu Bekir'in imanı İslâmın zuhuruna bâdî olduğu gibi İslâmiyetin de bir temel taşı olduğundan enbiyadan sonra efdalünnâs olmuştur. Binaenaleyh bu âyette R e s û l u l l a h ' ı t a s d i k e d e n z a t la murad; Ebû Bekir hazretleri olması râcihtir. Fakat, lâfzın umumunda Resûlullah'a tâbi' olanların cümlesi dahildir. Şu tafsilâta nazaran âyetin manâsı: [Şol kimse ki, taraf-ı İlâhî'den hak olan tevhidi ve sıdk-ı mahzolan Din-i İslâmı, dinin esası olan Kur'an'ı getiren Resûlü ve o Resûlün getirdiği ahkâmı tasdik eden Ebu Bekir ve Ali (R.A.) ve onların emsali tâbi' olup tasdik edenlerin cümlesi ancak müttakîlerdir. Zira; Onlar bilûmum muharremâttan sakınanlar ve emirlere imtisal ile nefislerini gazab-ı İlâhîden kurtaranlardır. Binaenaleyh; onlar için Rablarının hazinesinde istedikleri nimetler mevcuttur. İşte şu nimetler muhsinlerin mükâfaatıdır. Zira; Rabları onları Kur'an'la amele muvaffak kıldığından onlar Rabları huzurunda ibadetlerini ihlâs üzere edâ etmekle, fukara ve zuafâya merhametle ihsan ettiklerinden lûtf-u İlâhîye nail oldular.] demektir.

2700

&&&&&

Vacib Tealâ müttakîlerin ihsan-ı İlâhîye nail olacaklarını beyandan sonra ihsana istihkaklarının bazı esbabını beyan etmek üzere :

ن س�� رهم بأ أ زي ذى عمل��وا وي ل وأ لل��ه ع أ ع"ليڪفر ع) ع� �ہ ع) ٱ ع� ع� ہ� ع' ٱ ملون ) ذى ڪانوا ي ع�ل (٣٥ٱbuyuruyor.[Muttaki olan kimselerin şu mükâfata istihkakları olmadı, illâ Allah-u Tealâ onların kötü

amellerini kefaret etmek ve işledikleri amellerinin en güzeliyle mükâfatlandırmak içindir.] 4886

Yani; haramdan kaçan ve şeriatın muktezâsıyla amel eden müttakilerin nail oldukları nimetler ve müstehak oldukları dereceler; Allah-u Tealâ'nın, onların amellerinin gayet kötü olanlarını affedip iyi olan amellerinin sevabını verdiği içindir, yoksa asla günâhları olmadığından değildir. Zira; kulların Rablarına karşı kusurdan salim olmaları ihtimali yoktur. Şu kadar ki ihlâs üzere kusurunu itiraf ederek dergâh-ı ulûhiyete iltica edenlerin kusurlarını Allah-u Tealâ kefaret ettiği gibi hulus-u kalble işledikleri amellerinin ecrini daha ziyadesiyle ihsan eder. İşte bu sebeplerle derecâta nail olacaklarına bu âyet delâlet eder.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile mefasidi defetmek, menafii celbetmek üzerine mukaddem olduğuna bu âyet delâlet eder. Zira; amelin kötüsü mefsedet ve onu kefaret yani setretmek o mefsedeti defi' kabilindendir, amelin iyisi menfeat, onunla mükâfatlandırmak celb-i menfeat kabilindendir. Cenab-ı Hakkın def'-i mefsedeti takdim buyurması evvel emirde fesadın defi lâzım olduğuna işarettir. Zira; fesat izale olmayınca menfeat ikame olunamaz.

Kötü amellerini setretmek; iyileriyle cezalandırmak kaziyyesinin şanına itina ve ihtimam lâzım olduğuna işaret için lâfza-i celâl varid olmuş ve amel-i saliha devam ve istimrar üzere sa'yetmek lâzım olduğuna işaret için fıkra-i saniyede mazi ve muzari siyğaları varid olmuştur ki «Geçmiş ve gelecek her zamanda sa'yetmek lâzım» demektir.

&&&&&

Vacib Tealâ müttakilerin günâhlarını kefaret edeceğini beyandan sonra salih kullarına muaveneti kâfi olduğunu beyan etmek üzere :

س ٱأل دهللهع� � ع� بكاف ع ۥ‌ buyuruyor.[Allah-u Tealâ kulunun mühimmatına kâfi olmadı mı? Elbette kâfi oldu.]

Yani; Allah-u Tealâ her şeye kadir ve zat-ı ulûhiyetine tefviz-i umur eden kulunun dünyevî ve uhrevî mühimmatına kâfi olmadı 4887 mı? Elbette kâfidir. Binaenaleyh; kulunun menfeatini celb ve mazarratını defeder. Şu halde o kulunun düşmanları tarafından vaki olacak adavetlerinin Allah'ın kudretine ve himayesine karşı hiç bir tesiri yoktur. Binaenaleyh; korkacak kimsenin Allah'dan korkması lâzımdır.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile a b i d le murad; Resûlüllah'dır. Zira; Kureyş'in Resûlüllah'a sû-u kastetmeleri üzerine bu âyetin Resûlullah'ı tesliye için nazil olduğu mervidir. Lâkin, Allah-u Tealâ'ya tefviz-i umur eden kulların cümlesine şamildir. Zira bu misilli makamda itibar; lâfzın umumî olmasınadır, sebebi nüzulün hususuna itibar yoktur. Abid lâfzının zamire izafeti cins için olduğuna nazaran «cins-i ibâdın işlerine kâfidir» demek olur ki, bu makamda lâzım olan umumiyet de hasıl olmuş olur. Çünkü; Allah-u Tealâ bilûmum ihtiyaçlarını bilir, define kadirdir ve

2701

her istediklerini vermeye muktedirdir. Haşa Cenab-ı Hak bahîl veya muhtaç değil ki buhlü veya ihtiyacı kullarının istediğini vermeye mani olsun.

Bazı rivayete nazaran Resûlullah (Uzza) isminde putu kırmak için Hz. Halid'i gönderdi. (Uzza) nın bekçisi (Uzza) nın şiddeti ve dehşetiyle Hz. Halid'i tehdid etti. Halid hazretleri bekçinin sözünü dinlemeksizin Uzza'yı çekti yere yatırdı ve kırdı. Halbuki Kureyş kavmi Resûlullah'ı putlarla tehdid eder, «Eğer putları ta'yîbi ve ta'nı terketmezsen onlardan sana bir zarar gelir» derlerdi.

&&&&&

Vacib Tealâ Kureyş'in işte şu tehditlerini beyan için :

ذين من دونه ل �ويخوفونك ب ۦ‌ ٱ buyuruyor.[Ya Ekrem-er Rusûl ! Senin kavmin Allah'ın gayrı mabud ittihaz ettikleri putlarla seni

korkuturlar.] Zira; kemal-i cehalet ve hamakatlarından, hacer ve seçerden yapılmış, hiç bir menfaat ve mazarrata muktedir olmayan putlarla tehdit abesten başka bir şey 4888 olmadığı halde onlarda bir varlık görürler ve onlarla tehdit ederek Resûlullah'a «bizim mabudlarımıza ta'nettikçe hastalık ve cinnet gibi sana bir zarar gelmesinden korkarız, vaz geç bundan» derlerdi.

Vacib Tealâ müminlere ihsanını ve kâfirlere azabını beyandan sonra insanların ahvalini hulasaten beyan etmek üzere :

لل ٱومن ي Z��هللهع �� م ه��ا )  فما ل د ع� د (٣٦ۥ ٱ ومن ي فم��اللهع!س  له ٱمن مض أل ع� �‌�/ نتقا )للهۥ �� بعزي ذى د ٱ ,� (٣٧د

buyuruyor.[Bir kimseyi Allah-u Tealâ idlâl ederse o kimseyi hidayette kılıcı hiç bir kimse yoktur ve

bir kimseyi Allah-u Teâlâ hidayette kılarsa onu idlâl edici bir kimse yoktur. Allah-u Tealâ düşmanlarından intikam sahibi bir galib-i kaahir olmadı mı? Elbette düşmanlarına galip intikam sahibidir.]

Yani; ey Habibim ! Seni kavmin Allah'ın gayrı mabud tanıdıkları cemâdât kabilinden bir takım aciz putlarla korkuturlar. Halbuki herşeyin halikı Allah-u Tealâ'dır. Binaenaleyh; Allah-u Tealâ bir kimsenin iradesini dalâlete sarfı üzerine o kimsede dalâleti halketmekle idlâl ederse o kimsede hidayeti halkedici yoktur, eğer bir kimsenin iradesini hidayete sarfı üzerine Allah-u Tealâ o kimsede hidayeti halkederse o kimse için dalâleti halkedici yoktur. Çünkü; herşeyin halikı Allah-u Tealâ'dır ve iradesini dalâlete sarfeden düşmanlarından intikam sahibi bir ulu olmadı mı? Allah-u Tealâ elbette intikam sahibidir.

Bu âyeti celile; müminlere nusrati va'dle ibadete terğibi ve kâfirlere ihanet edeceğini beyanla küfürden vesair günâhlardan tenfirı mutazammındır.

&&&&&

Vacib Tealâ müşriklerin putlara ibadet ettiklerini beyandan 4889 sonra putlara ibadetle beraber Allah-u Tealâ'nın halik olduğunu ikrar ettiklerini beyan etmek üzere :

ض لله و ت م�و لس خلق م تهم سأ ن ع�ولٮ ٱ ٲ ٱ ع� ع� �للهٱليقولن ‌

buyuruyor.

2702

[Allah-u Tealâ hakkı için ey Habibim ! Eğer sen kâfirlere «yerin ve göklerin halikı kimdir?» diyerek sual edersen, onlar elbette Allah-u Tealâ'nın halik olduğunu söylerler.]

Yani; kâfirler putlara ibadetle beraber Allah-u Tealâ'nın vücudunu ikrar ederler, hatta «Âlem-i ulvî olan semavâtın, âlem-i süflî olan arzın halikı kimdir?» diyerek sual etsen «cümle âlemin halikı Allah-u Tealâ'dır» diye cevap verirler. Çünkü; bu âlemde mevcut taşlan, ağaçları, otları, hayvanları, bilhassa insanları ve insanların vücudunda olan sanayi-i garibeyi düşünen ve nazar-ı tedkikten geçiren bir kimsenin vücud-u İlâhîyi ikrar etmemesi mümkün değildir. Zira; cümlesi hadistir. Elbette bir muhdise yani icadedecek bir zatın vücuduna muhtaç olduğunu idraka ednâ akıl kâfidir. Binaenaleyh; vücud-u İlâhîyi ikrar etmek aklen vaciptir, bir nebiden işitmek lâzım değildir. İşte bu esasa binaen sıyt-ı nebiyi işitmeyen bir kimsenin üzerine Vacib Tealâ'nın vücudunu ve vahdaniyetini ikrar etmek vaciptir, şeriatla beyana hacet yoktur. Eğer bu suretle iman ederse imanın levazımatından olan füru-u â'mâl ile iştigal etmese dahi ehl-i Cennet'tir. Zira namaz, oruç, zekât ve hacc gibi ibadâtın vücubu nebîyi işitmek ve şeriatını duymakla olup halbuki şeriat sedasını işitmeyen kimse üzerine bunlar vacip olmadığından bunları terkettiğinden dolayı mesul olmaz. Binaenaleyh; bu gibilerin imanlarında şirkten ihtiraz etmek kâfidir.

Bu âyet-i celile; müşriklerin gabâvet ve hamakatlarına ta'rîzdir. Çünkü bu âlemin halikı Allah-u Tealâ olduğunu ikrarla beraber Allah'ın gayrı hacer ve şecer kabilinden olan putları mabud ittihaz etmek; hamakattan başka bir şey değildir ve akim haricidir. 4890

&&&&&

Vacib Tealâ müşriklerin Allah'ın vücudunu ikrarla beraber putlara ibadetlerini beyandan sonra mezheplerinin batıl olduğunu beyan etmek üzere :

عون من دون تم ما ت ٱق أفرء ع� ع� أرادنى للهع� ٱ إ رلل��هع� بض��ت سك��� م��ة ه هن م أرادنى بر ه أ ر ت ض�� ع�ه هن ك�شف��� ع� ع" ع ۦ ع� مته �ر ۦ‌ ع"

buyuruyor.[Ey Nebiyyi Zişân ! Müşriklere hitaben sen de ki «Siz böyle batıh itikat eder de Allah'ın

gayrı bir takım mabud tanıdığınız ve ilâh dediğiniz aciz putları gördünüz mü, onlar hakkında reyiniz nedir? Eğer Allah-u Tealâ bana bir zarar murad ederse sizin mabud ittihaz ettiğiniz putlarınız o zararı benden kaldırabilirler mi, eğer Allah-u Tealâ bana ihsan etmek murad ederse o putlar Allah'ın ihsanını benden men edebilirler mi?.] Bunların hiç bir şeye kaadir olmadıklarını bilmez misiniz, bildiğiniz halde neden bu acizlere ibadet edersiniz? Onların Cenab-ı Hakka karşı mukabeleye ve muhasamaya kudretleri olmadığını, celb-i menfeat ve def-i mazarrat ellerinden gelmediğini bilmez misiniz ki bunları mabud ittihaz eder ve menfeat beklersiniz, beni o acizlerle nasıl tehdit edersiniz?»

&&&&&

Vacib Tealâ şu âyetle kâfirleri ilzam ettikten sonra Allah'a ibadet kâfi olduğunu beyan etmek üzere :

بى ٱق ح ع� لون )للهع� متوك ل ه يتوڪ ع� عل ٱ ع� �‌٣٨) buyuruyor. [Ey Resûl-ü Ekrem ! Sen müşriklere tekdir suretiyle de ki «Allah-u Tealâ bana kâfidir.

Zira; her şeye kaadir ve kullarının cümle umuruna kâfildir ve cemi hallerinde kullarını gözeticidir. Binaenaleyh; kulların irade ve ihtiyarlarına göre her işlerini 4891 hâliktır ve

2703

tefviz-ı umur eden müminler ancak O'na mütevekkil olurlar, onun gayrı hiç bir kimseye itimat etmezler.] Zira; kullarından mazarratı defe ve menfeatlerini celbe kaadir ancak O'dur.»

İtimat; ancak Vacib Tealâ'ya olup başkasına itimat caiz olmadığına işaret için haşra delâlet

eden lâfzı takdimle varid olmuştur. Çünkü (عليه) lâfzının hakkı tehir iken takdim (عليه) olunması tevekkülün ancak Vacib Tealâ'ya olup başkasına tevekkülün caiz olmadığına delâlet eder.

Âyet-i celile müşriklerin putlarla Resûlullah'ı tehditlerine cevaptır. Yani «Ey kâfirler ! Siz her nekadar beni putlarla tehdid ederseniz, Allah-u Tealâ bana kâfi olduğu cihetle sizin putlarla korkutmanızın bana tesiri yoktur» demek olur.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin tehdidine ( الله ى demekle (حسب cevap verilmesini Resûlune talim ettikten sonra kâfirleri tehdit etmek üzere:

لمون ) ف ت ى ع�م فس إن ملوا على مكانتڪ م ع�ق ي�ق ع �‌�# د ع� ع� ٱ ع ع�ه عذا مقيم ) (٣٩ زيه ويحل عل تيه عذا ي #�من ي د ع� ع( �# د �� (٤٠ع

buyuruyor.[Ey Resûl-ü Muazzam ! Sen Mekke müşriklerine hitaben de ki «Ey benim kavmim !

Amel edin bulunduğunuz sıfat üzerine ben de amel ediciyim bulunduğum sıfat üzere. Hal böyle olunca kendisini rezil ve rüsva edecek azabın dünyada kime geldiğini ve âhirette ebedî azabın kime nazil olacağını yakında siz bilirsiniz.»]

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile m e k â n e t ; Kâfirlerin bulundukları halleridir ki o da sı/at-ı adavettir. Adavetin kâfirlerde temekkün ve tekarrur etmiş bir sıfat olduğuna işaret için mekânet varid olmuştur. Resûlüllah'ın bulunduğu sıfat, sıfat-ı risalet, nasihat ve irşâddır. Resûlullah'a adavet edenlerin dünyada 4892 rezil ve rusva, âhirette ebeden muazzeb olacaklarını beyanla tehdit ve kendinin nusret-i Ilâhiyeyle muazzez olacağına işaret buyurmuştur. Yani «Ey kavmim ! Siz adavet ve ihanetinizde devam ve onun muktezâsıyla amel edin, ben de bulunduğum sıfat-ı risâlet ve ırşâd üzere amel ederim. Sizin ve benim halim böyle olunca siz, yakında rezil ve rüsva edecek azabın kimlere geleceğini ve yevm-î kıyamette ebedî azabın kimlere nazil olacağını bilirsiniz».

Bu âyette emir; kâfirleri tehdit içindir. Yani «bulunduğunuz temerrüd ve adavet üzere yapacağınızı yapın, bildiğinizi elinizden koymayın. Yakında amelinizin neticesini görür ve akibetini bilirsiniz» demektir. Yoksa emir, hakikatta mazmunu ile amel vacip olan emir değildir. Bu âyetin eseri Bedir vak'asında zuhur etmiştir. Çünkü; Bedir'de kâfirlere bir belâ nazil oldu ki onlar bilûmum akvâm-ı arap içinde rezil ve rüsva oldular, kuvvet ve şevketleri kırıldı, akvâm-ı arap nazarında sukut ettiler, büyükleri maktul düştüler ve o sukutları Mekke'nin fethine, Din-i İslâm'ın intişarına sebep oldu, âhirette dahi azab-ı ebedîye duçar olup küfürlerinin cezasını göreceklerinde şüphe yoktur. Zira küfrün cezası; ebedî azabtır.

&&&&&

Vacib Tealâ müşriklerin mezheplerinin butlanını beyandan sonra onların küfür üzerine devam ve İslâmiyeti kabulden i'râz etmelerinden Resûlullah'a arız olan hüzn ü kederi izâle ve kalb-i nebevilerini tesliye etmek üzere :

2704

سه تدى فلن ح فمن اس ب كت�ب للن ك نا عل ا أنز �إن ۦ‌ ع= ع! ٱ ق.‌� ع� ٱ ع� ٱ ع� ع� م بوڪيل ) ه وما أنت عل ما يضل عل د%ومن ضل فإن �ع � ‌� (٤١ع�buyuruyor.[Biz Azîmüşşân muhakkak nâsın menfeati için senin üzerine hakka mukarin olarak

Kitab-ı Kâmil olan Kur'an'ı inzal ettik. Şu kitap, nâsın menfaati için inzal olununca Kur'an'la ihtida eden kendi nefsi için ihtida eder.] Zira Kur'an; dünya ve âhiret seadetini camı ve mekârim-i ahlâk ve âdabı havı olduğundan Kur'an’ın 4893 evamir ve nevâhîsine imtisal eden kimsenin ihtidası kendi menfeati içindir. [Kur'an'a iman etmemekle dalâleti irtikâb eden kimse ancak kendi üzerine dalâleti irtikâbeder. Zira; mazarratı kendine aittir. Halbuki ya Ekrem-er Rusûl ! Sen onlar üzerine vekil olmadın.] Zira; herkes kendi iradesini sarf etmekte muhtardır, istediğini yapabilir. Şu halde sen onların dalaletlerine müteessif olma. Çünkü kitap, hayrı ve şerri, menfaat ve mazarratı onlara açık bir surette beyan edip sen de noksansız onlara tebliğ ettiğin cihetle kusur kendilerindedir, sana aid bir şey yoktur. Binaenaleyh; onların küfürlerine senin mahzun olmaman lâzımdır. Halbuki sen onların hidayetlerine de zamin olmadın.

&&&&&

Vacib Tealâ herkesin dalâlet ve hidayetinden hasıl olacak menfeat ve mazarrat kendisine ait olduğunu beyandan sonra hidayetten faydayı ve dalâletten zararı sahiplerinin göreceğini beyan etmek üzere :

تم فى منامهلل��هٱ تى ل ل ته��ا و للهنفس حين م ��وفى � يت ‌� ع� ع� ٱ ع ٱ رى إلى أج أ ل س���� ت وي م ا ى عل تى قض���� ل ك س���� ��في د ع( ع� ٱ ع� ع ع� ٱ ہ% �ع ٱ ع� �مسم ى‌

buyuruyor.[Allah-u Tealâ öldükleri zamanda nefisleri kabzeder, ölmeyen nefisleri uykuları

zamanında kabzeder. Her ikisini de kabzedince mevt kendi üzerine kazâ olunup hükm-ü İlâhî carî olunca o nefsi tutar cesedine salmaz bedenden alâkasını keser. Amma mevt üzerine kaza olunmayıp ömrü bitmeyen nefsi uyku halinde kabzederse de uykudan uyanınca ecel-i muayyeni gelinceye kadar o nefsi bedenine gönderir bedenen alâkasını kesmez.]

Yani; bilûmum mahlukatı halik ve herkesin esrarına muttali olan Allah-u Tealâ ömürleri tamam olup ölecek olan nefisleri öldükleri zamanda ve ömürleri tamam olmayıp ölmeyecek olanları uykuları zamanında tutar onları cesetlerine bırakmaz. Şu kadar 4894 ki ömrü tamam olup mevti muhakkak olanın bedenden alâkasını keser, zahir ve batın bedende tasarrufu kalmaz. Ve onu bedene tasarruftan meneder. Amma uykuda tasarruftan menettiği henüz ecel-i muayyeni gelmediğinden uykusu bitince o nefsi vakti muayyeni olan eceli gelinceye kadar bedene gönderir tasarruftan menetmez. Ölüm gelinceye kadar o rûh bedende tasarruf eder.

Ruh uyku zamanında bedenden çıkarsa da şû'lesinin bedende kalıp uyku zail olunca rûhun gayet sür'atle bedene avdet ettiği Hz. Ali'den mervidir. Hatta emvâtın rûhlarıyla uyku halinde olan insanların rûhları birbirleri ile görüşürler. Emvâtın ervahını Allahü Tealâ tutar bedene avdet etmez, amma diri olan insanların ervahı bedenlerine avdet eder.

Hulasa; nefs-i insâniyye bedene ziyâ verici bir cevher-i rûhanîdir. Binaenaleyh; bedene tealluk edince onun ziyası azanın cemi cihetinde hasıl olur, cismin hayatı da o ziyanın husulünden ibarettir, mevt zamanında o cevherin bedenden zahir ve batın alâkasını kesmesiyle ziyası söner, mevt de o ziyanın sönmesinden ibarettir. Amma uyku zamanında rûhun zahir-i bedenden alâkası kesilir ise de batın-ı bedende ziyası baki kalır. Şu halde ölümle uyku ikisi bir cinstir. Şu kadar ki

2705

ölüm ziyanın bedenden tamamen münkati olup bilkülliye alâkasını kesip bedene vedâ etmesidir. Uyku ise rûhun bedenden ba'zı cihetten alâkasını kesip diğer cihetten irtibat ve alâkasının baki kalmasıdır.

&&&&&

Vacib Tealâ vahdaniyetine ve kudretine delâlet eden delillerden bazılarını beyandan sonra o delillerin neticesini beyan etmek üzere :

رون ) ق يتفك ل لك ألي� ��إن فى ذ د ع �� د (٤٢ٲ buyuruyor.[Şu nefisleri bedenlerinden ayırıp bazılarını bedene iade etmekte ve bazı aharı iade

etmemekte tefekkür edip düşünen kavmi-çin Allah'ın kudretine açık deliller vardır.] 4895

Yani; gerek mevtte, gerek uykuda ve her ikisinde aklı olup düşünen kavmiçin Allah'ın azametine, kudretinin şümulüne, kıyametin ve haşrın vukubulacağına pek büyük ve açık deliller vardır. Çünkü; cevher-i rûhanî olan nefsin ziyası cemi bedeni ihata eder ve uyku halinde yalnız batını ihata eder zahirde alâkası kalmaz, mevt halinde zahir ve batını ihatası kalmaz, bilkülliye alâkasını keser. Bunların cümlesinde Allah'ın kudret ve san'ati üzerine alâmetler vardır. Binaenaleyh; bunları düşünen kimseler Allah'ın bir ve kudret-i kâmile sahibi olduğuna iman ederler lâkin Mekke müşrikleri gibi tefekkürden arî, evham u hayâlâta tabi, heva ve heveslerini icraya dalmış olan süfehâya hiç tesiri olmaz. Çünkü; düşünmek yoktur.

İnsanda akl ü idrakin menbaı nefis olup, teneffüs ve harekenin menbaı rûh olduğu, mevtle her ikisinin, uykuyla yalnız nefsin zail olduğu (İbni Abbas) hazretlerinden mervidir.

&&&&&

Vacib Tealâ kudret-i kamilesine delâlet eden delilleri tefekkür edenlerin iman edeceklerini ve tefekkür etmeyenlerin iman etmeyerek bir takım aciz putlardan şefaat ümit edip ibadet ettiklerini beyandan sonra putlara ibadetin şefaata faydası olmıyacağını beyan etmek üzere :

خ��ذوا من دون ت ٱأم ��ونللهٱ لك ��انوا ال ي ڪ فعا ق أول ع� ش�� ع ع� �‌Cہ قلون ) ا وال ي ع�ش 7�� د �(٤٣عbuyuruyor.[Belki Kureyş kabilesi Allah'ın gayrı olan aciz putları şefaat ediciler itikad ettiler.]

Çünkü; onlar ibadet ettikleri putları ibadetlerinden dolayı kendilerine şefaat edeceklerini zannederlerdi. [Ya Ekrem-er Rusûl ! Sen onlara hitaben de ki «O putlar hiç bir şeye malik olmayıp akıl ve idrakten hali olduklarında dahi şefaat edeceklerini mi itikat edersiniz?».] 4896

Yani; müşrikler vahdaniyete delâlet eden delillere nazar ederek iman etmediler, belki onlar Allah'ın izni olmaksızın Allah'ın gayrı putları kendilerine şefi'ler ittihaz ettiler. Sen onları ilzam ve iskât tarikıyla tuttukları yolu takbih ve inkâr suretiyle de ki «Ey müşrikler ! Siz o putların şefaat edeceklerini mi itikad edersiniz velevse o putlar eşyadan hiç bir şeye malik olmasalar ve hiç bir şeyi idrak edemeseler dahi şefaatlerini memul eder misiniz? Hiç idraki olmayan, bir zerreye bile malik olamayan bir takım aciz putlardan nasıl şefaat beklersiniz, bu gibi acizlerin şefaate iktidarları olur mu, kendilerine menfeate malik olmayanların size şefaate malik olacaklarını ne gibi esbaba mebnî zannediyorsunuz? Halbuki sizin bu itikadınız batıldır.»

Şu ilzamın sebebi; Allah'ın gayrı cemadâta ibadet edenlere «Siz erbab-ı tefekkürden değilsiniz. Zira; erbab-ı tefekkürden olsaydınız bir takım idrakten aciz putlara ibadet etmezdiniz.» denildiğinde onlar cevapta «Bizim onlara ibadetimiz onlardan menfeat beklediğimizden değildir. Belki onlar indellah makbul olan bir takım eşhasın suretleri olduğu cihetle onların suretlerine riayetimizle eşhastan şefeat bekleriz» demeleridir.

2706

&&&&&

Vacib Tealâ müşriklerin «Putlara hürmetimiz o zevat-ı kirama hürmetimizdendir» demelerini red ve bu itikatlarını ibtal etmek üzere :

ف�عة جميلله قل �لش �Kا‌ د ٱbuyuruyor.[Ey Habibim ! Sen putlardan şefaat bekleyen kimselere hitaben de ki «şefaatin cümlesi

Allah-u Tealâ'ya mahsustur. Şu halde ancak Allah'a ibadet etmek lâzımdır. Çünkü; Allah-u Tealâ izin vermeyince hiç kimse şefeat edemez.] Zira;

ه جعون ) ل ه ت لله ثم إل ت و م�و لس ك ع� م ع� �‌Zد ع� ٱ ٲ ٱ ع� (٤٤ۥ

[Semevât ve arzın mülkü Allah'a mahsustur. Allahın gayrı 4897 velevse sizin şefaat ümit ettiğiniz eşhas olsun hiç birisi bir şeye malik değildir. Binaenaleyh; Allah-u Tealâ izin vermedikçe hiç bir kimse şefaat edemez. Şu halde herkesin ibadetini Allah'a haşretmesi lâzımdır. Çünkü; her şeye Allah-u Tealâ malik olduktan sonra sizin merciiniz ancak Allah-u Tealâ'nın huzurudur.] Binaenaleyh; her zaman her şeye imdadı Allah'dan beklemelisiniz. Zira; ümit ettiğiniz her şeyi ihsan edecek O'dur, O'nun gayrı değildir.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin şefaat ümidiyle cemadata ibadet gibi bir cinayeti irtikap ettiklerini beyandan sonra diğer kabahatlerini beyan etmek üzere :

���ر ���ونلل���هٱوإذا ذك من ذين ال ي ل ���وب مأز قل ده عL و ٱ ع� ع+ ٱ ع" شرون ) ت ذين من دونه إذا ه ي ل للهخر وإذا ذكر ع�ب ع� ع� ۦ ٱ �‌ د (٤٥ٱbuyuruyor.[Yalnız olduğu halde Allah-u Tealâ zikrolunduğu vakitte âhirete iman etmeyen kâfirlerin

kalpleri daralır, tüyleri ürperir nefret ederler. Amma Allah'ın gayrı mabud ittihaz ettikleri putları zikrolunduğu vakit görülür ki derhal ferahlanır, mesrur olurlar.]

Yani; kâfirlerin cehalet ve hamakatları o dereceye varmıştır ki şerik ve nazirden münezzeh olan Vacib Tealâ yalnız olduğu halde zikrolunduğu vakitte âhirete iman etmeyen kimselerin kalpleri daralır, sıkıntının eseri yüzlerinde görülür, derileri titrer, tüyleri ürperir. Amma onların mabud ittihaz ettikleri putları zikrolunduğu vakit kalpleri sürurla dolar ve onun eseri yüzlerinde zuhur eder. Binaenaleyh; ansızın görürsün ki yüzlerinin derileri güler ve emâre-i beşaret onları tamamiyle ihata eder. Çünkü; onlar hukuk-u İlâhiyeyi unuttukları gibi kendi arzuları putları muhafaza etmek olduğundan bu haller onlar için âdet kabilindendir.

Fahri Râzi'nin, Kazî'nin ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile bu âyette kâfirlerin zikrullahtan nefretlerinin nihayeti olan 4898 tüylerinin ürpermesi ve putlarını zikirden hasıl olan meserretlerinin nihayeti olan beşaretleri zikrolunmuştur. Zira Allah-u Tealâ zikrolunduğunda kalpleri gam ve kederle dolar, onun eseri yüzlerinde zuhur eder ki yüzleri daralır ve münkabız olur. Amma kendi putları zikrolunduğunda kalpleri sürurla dolar ve onun eseri yüzlerinde zuhur eder ki yüzlerinin derileri açılır, gözlerinin içi güler. Çünkü bu haller onlarda âdet olmuştur.

&&&&&

2707

Vacib Tealâ bedahet-i akılla batıl olan şu ahval-i acîblerini beyandan sonra kâfirlere karşı duâ ile mukabele etmesini Resûlune tavsiye etmek üzere :

�دة لش ب و غ ض ع�لم لله ت و م�و لس للهم فاطر ہ�قل ٱ ع� ع� ٱ ع� ٱ ٲ ٱ ٱ تلفون ) ن عبادك فى ما كانوا فيه ي كم ب ع(أنت ت ع� (٤٦ع"buyuruyor.[Ya Ekrem-er Rusûl ! Sen düşmanların şu hal-i acîb ve tavr-ı gariblerinden hayrette

kaldığında dergah-ı ulûhiyetimize iltica ederek de ki «Ey göklerin ve yerin halikı olan Rabbim, gizli ve aşikâr her şeye ilmi lâhik olan Mevlâm ! Ben sana tazarru' ve niyaz ediyorum. Zira; sen kulların arasında ve onların ihtilâf ettikleri müşkilâtta hükm-ü kat'î ile hükmeder bir hakim-i mutlaksın. Ben onları hak olan tevhide davet ettiğim halde bunlar batılda ısrar ediyorlar. Binaenaleyh; onlarla benim beynimizi faslet.».]

Yani; ey Habibim ! Sen kâfirlerin etvar-ı garibelerinden mütehayyir kaldığın zamanda «Kâfirlerin tevhidden nefretleri ve şirki işlemekte vaki olan sürurları bir emr-i garibdir ki onun fesadı azıcık aklı olan kimseler için malûm olduğu halde bunların bu batıla devamları hamakattan başka bir şey değildir. Bunların şu itikad-ı fasit ve mezheb-i batıllarını senden başka kimse izale edemez. Ancak sen izale edersin» demekle düşmanlarına karşı dergahımızdan istimdat et. Zira; Allah'ın hükmüne herkes boyun eğmeye mecburdur. 4899

Hulâsa; bir kimsenin aciz kaldığı bir işte hemen Allah-u Tealâ'ya iltica etmesi umûr-u lâzimeden olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ müşriklerin mezheplerinin butlanını beyandan sonra o butlanı irtikâb etmek üzere terettüp edecek azabı beyan etmek üzere :

��ه ل ا وم ض جمي لله ذين ظلموا ما فى أن لل ع0ول �� د ع� ٱ ۥ ۥ مع��ه ع قي�م م عذاب ي ا به من سوء تد �ل ‌ د ع� ٱ ع ع� ٱ ۦ ع ع= ٱ

buyuruyor.[Eğer yer yüzünde olan mevcudatın cümlesi ve onun bir misli dahi zulmeden

kimselerin mülkü olsa yevm-i kıyamette onlara nazil olacak azabın şiddetine o malların hepsini fedâ ederler, lâkin kabul olunmaz ve azabı defi' de fayda etmez.]

Yani, şol kimseler ki onlar fıtrat-ı tevhid üzere halkolunduktan sonra küfrü irtikab ederek nefislerini telvis ve gayrın hukukuna tecavüzle zulmettiler. Bilfarz vettakdir yer yüzünde mevcut eşyanın cemisi ve onunla beraber o eşyanın bir misli belki ez'af-ı muzâafı onlara mahsus mülkleri olsa yevm-i kıyamette düçâr olacakları azabtan halâs için cümlesini fedâ ederler, lâkin fayda vermez ve kabul olunmaz. Zira; çare aramak zamanı geçmiştir. Çünkü; onun zamanı ve mekânı dünyadır, âhiret değildir.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile bu âyet; Resûlullah'ın duâsının eserini ve o duâ üzerine terettüb eden hükm-ü İlâhîyi beyandır, hakka davete icabet etmeyen kâfirlerin azaplarının şiddetini zikirle küfürde inad edenleri insafa davettir.

Hulasa; âhiret azabından halâs için insanlar bütün dünyaya malik olsalar da bilcümle mülklerini vermek isteseler fayda etmiyeceği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir. 4900

Vacib Tealâ azabtan halâs için kâfirlerin mameleklerini vermek isteseler de fayda etmiyeceğini beyandan sonra onların hatırlarına gelmiyen azapların zuhur edeceğini beyan etmek üzere :

2708

بون ) تس�� ��وا ي يكون لل��ه م��ا ل ��دا لهم من ع"وب ع� ��دا له(٤٧ٱ ع� وب ات ما ڪسبوا � سي

buyuruyor[Onlar için Allah'dan zannetmedikleri azab zuhur eder ve kesbettikleri işlerinin seyyiât

olduğu dahi zuhur eder.]

Yani; onlar aciz ve batıl putlara ibadetlerinden sevap ve deracât ümit ederken bilâkis zanlarının hilâfına azab zuhur eder ve kesbettikleri amâl-i kabihalarını amâl-i hasene itikat ederken o amalin seyyie ve kabih olduğu zuhur eder bu ise azab üzerine azaptır. Çünkü; onlar Cenab-ı Haktan taltif bekler, tazibin ve amellerinin iyi olduğunu itikat ederken kötü olduğunun zuhur edivermesi elbette azaplarını tezyîd eder.

Cehennem'de gözlerin görmediği ve kulakların duymadığı ve hâtır-ı beşere hutur etmedik azabların vücuduna ve günâhkârların zanları hilâfına bir takım azabların zuhur edeceğine bu âyet delâlet eder.

&&&&&

Vacib Tealâ Cehennem'de âsilerin zanları hilâfına enva-ı azabın zuhur edeceğini beyandan sonra o azabın asilerin her tarafını ihata edeceğini beyan etmek üzere :

زءون ) ت ع�وحاق بهم ما كانوا به ي ع� (٤٨ۦ buyuruyor.[İstihza etmiş olduğu günâhların azabı onların her tarafını ihata eder.]

Yani; o müşrikler kütüb-ü semâviyede beyan olunan akaid-i diniyyeyi ve rusûl-ü kiramın beyan ettikleri ahkâm-ı şer'îyeyi istihza, istihfaf ve ahval-i âhireti inkâr ederlerdi. Bu istihzalarının 4901 cezası olan azab-ı âhiret de onların her taraflarını ihata eder, hiç bir tarafları azabtan halî kalmaz. Binaenaleyh; kitapların ve peygamberlerin beyan ettikleri ahkâmın cümlesinin doğru olduğunu tasdik ederler, fakat fayda etmez. Çünkü; tedarik ve telâfi zamanı geçmiştir. Zira noksanı tedarik zamanı; dar-ı dünyadır, âhiret değildir.

Hulâsa; umur-u diniyye ve ahkâmı şer'îy ey i inkâr ve istihza edenlerin her taraflarını azabın ihata edeceği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin kötü ef'âlinden bazılarını beyandan sonra bazı aharı beyan etmek üzere :

ا ق��ال م من ن���ه ن ��ا ثم إذا خو إنس�ن ض دعان فإذا مس � د ع� ع� �$# د ع� ٱ ما أوتيته لم��ون ) إن ��ره ال ي ث ول���كن أ ن هى ف ع� على ع ب ع� ع # د ع� ع� د�‌� ب ع? ۥ

٤٩)buyuruyor.[İnsana fakr u faka, hastalık vesaire gibi bir zarar isabet ettiğinde bize duâ eder, sonra

biz o zararı bizim canibimizden lutf-u ihsan olarak nimete tebdil ettiğimizde «bana bu nimet kendi ilmim ve istihkakım üzerine verildi» demekle zararın nimete tebeddülünü kendi faziletine maleder. Halbuki onun dediği gibi değil, belki o nimet; onu imtihandır lâkin insanların ekserisi bu hikmeti bilmezler.] Çünkü Vacib Tealâ'nın zararı menfeate tebdili; insan o

2709

nimete şükür mü edecek veya şükrü terkedip küfran-ı nimet mi edecek? Şu cihetlerini imtihan için Cenab-ı Hak bazı menfeatı mazarrata ve bazı mazarratı menfeate tebdil eder.

Yani; münkir-i nimet olan insanın hali daima mütenâkızdır. Zira; o insanın gerek kendi bedenine, gerek malına ve evlâdına bir zarar isabet ettiğinde o zararın üzerinden kalkmasına duâ eder, zararın izalesini kemâl-i tazarrû ve niyazla bizden ister. Zira; o zararı ancak bizim izale edeceğimizi ve bizden gayrı o zararı izale edecek 4902 kimse olmadığını itikad eder. Sonra biz o zararı nimete tebdil ettiğimizde bizi unutur kendinde o nimete bir istihkak görür ve kendi ilmiyle kazandığını iddia eder. Meselâ o nimet emval kabilinden ise o malın kazanılmasında yaptığı maharete, eğer marazın izalesiyle hasıl olan sıhhat ise kendinin güzel muâlece tertib ettiğine hamleder. Velhasıl her neye malik olsa kendi meziyyeti sayesinde malik olduğunu iddia eder ve Cenab-ı Hakka istinadı keser. Halbuki o nimet; onun hakkında fitne ve imtihandır. Zararın zevaliyle derhal rabbısına şükretmek lâzımken şükrü terketmek aynı kabahat olduğundan ayrıca onun cezasını görecektir. İşte insanın zarar zamanı duâ edip zararı zail olunca duâyı terketmek halleri yekdiğerini mütenâkızdır.

&&&&&

Vacib Tealâ mutlaka insanların hallerini beyandan sonra bu haller ümem-i salifede dahi mevcut olduğunu beyan etmek üzere :

بون س�� م ما كانوا ي نى ع له فما أ ذين من ق ل ع ق قالها ہ% ع' ع1 ع� ع� ٱ ع� ات ما كسبو (٥٠) � سي �فأصاب ا�‌ ع� �ہ

buyuruyor.[Muhakkak o kelimeyi ki nail olduğu nimeti kendi ilmine ve istihkakına vermek sözünü

bunlardan evvel geçenlerde söylediler, fakat kazandıkları malları ve amelleri onları muğnî kılıp azabı defedemedi. Binaenaleyh; kazandıkları â'mâlin cezası isabet etti.]

Yani; nail olduğum nimet benim ilmim sayesinde istihkakımdır, demek sözünü söylemek Kureyş'e mahsus değildir, belki bunlardan evvel geçenlerde muhakkak o sözü söyledi ve bilhassa Karun ve Firavun ile sair ümmetlerden bir çok kimseler nail oldukları nimetlerin kendi ilimleri ve dirayetleri sayesinde istihkakları olduğunu iddia ettiler. Lâkin kesbettikleri malları ve amelleri onlara gelen belâyı defedemedi. Kezalik ümem-i salifeye nazil olan belâyı onların nimetleri ve amelleri def edemeyince kesbettikleri amellerinin cezası onlara isabet etti. Binaenaleyh; bazıları Karun gibi 4903 yere battı, bazıları Firavun gibi denize garkoldu, bazıları da diğer azablarla helâk oldular. İşte geçmiş ümmetlere kötü amelleri ve malları fayda vermeyip belki helâklerine sebep olduğu gibi Kureyş kavmine de ayrı hal cari olacaktır. Şu halde insanlar için en büyük vazife; herşeyi Allah'dan bilmek ve her vakit Allah'ın dergâhına iltica ve nazil olan belâyânın defini Allah'tan istirham etmektir.

&&&&&

Vacib Tealâ geçmiş ümmetler haklarında kesbettikleri emval ve amalin azabı defide faydası olmadığını beyandan sonra Kureyş kavmine dahi mallarının ve amellerinin faydası olmıyacağını beyan etmek üzere :

بوا وم��ا ات م��ا كس�� ��� سي ذين ظلموا م ه�ؤالء سيصيب ل ع�و �ہ ع� ٱ جزين ) (٥١ع�هم بمbuyuruyor.[Şu Kureyş kâfirlerinden küfür vesair günâhlarla kendilerine ve gayrın hukukuna

tecavüzle başkalarına zulmedip küfr-ü tuğyanda inad ve ısrar edenlere elbette kesbettikleri

2710

amellerinin cezası isabet edecektir. Halbuki onlar Allah-u Teâlâ'yı aciz kılamazlar.] Binaenaleyh; Allah-u Tealâ onlara amellerinin cezasını verir.

Bu âyeti celile; küffâr-ı Kureyşi tehdit etmiş ve Bedir gazasında bir çokları bu âyette beyan olunan azabı dünyeviyi tattıkları gibi Mekke'de onların zulümleri sebebiyle yedi sene bir damla yağmur düşmeksizin kıtlık olmuştur. Binaenaleyh; umumî bir azab müstevli oldu, hiç birinin ne malı ne de canı o azabı defe kâfi olamadı, lâkin yine mütenebbih olmadılar.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile (sin); te'kıd içindir. Kavmi Kureyş'e kesbettikleri günâhların cezası elbette isabet etmiştir. Zira; onlara azabetmekte Allah-u Tealâ âciz değildir.

&&&&&

Vâcin Tealâ Mekke kavminin azab-ı dünyevilerini beyandan 4904 sonra geçirmiş oldukları kıtlık üzerine rızıklarını tevsi' ettiğini beyan etmek üzere :

د إن فى اء وي ق لمن يش�� لر سط لله ي لموا أن ي �أول ہ�‌ ع. ع, ٱ ع� ٱ ع� ع� منون ) ق ي ل لك ألي� عLذ �� د ع �� د (٥٢ٲbuyuruyor.[Şu sözleri söylerler de bilmiyorlar mı ki Allah-u Tealâ dilediği kulunun rızkım bol,

dilediğininkini dar verir. Şu kullarından bazısının rızkını bol, bazısının dar kılmasında mümin olan kavim için Allah'ın kuvvet ve kudretine delâlet eder deliller vardır.] O kâfirler tenbih-i İlâhîden gaflet ettiler, hikmet-i İlâhiyeyi düşünmediler ve bilmediler mi ki Allah-u Tealâ'nın istediği kuluna rızkını bol ve istediğine dar verdiğini? Ve hiç bir kimsenin rızkına Allah'ın gayrının medhali olmadığım idrak etmediler mi? Halbuki azıcık aklı olan kimsenin bunu idrak edip bilmesi lâzımdır. Zira şu rızkın bazı kimse hakkında az, bazı kimse hakkında çok olmasında ehl-i iman için kati deliller vardır. Çünkü; her zaman görülen ahvaldendir ki çok âkil ve zekî olan kimseler maîşet darlığına mübtelâ ve bir çok cahil, ahmak, hasta ve zayıf olan kimseler bol rızka maliktir. Şu halde akl ü zekânın, şeceat ve cesaretin rızıkta medhali yoktur. Kezalik tabiatın, ayın ve yıldızların da rızıkta dahli yoktur. Zira; bir zamanda doğan iki şahsın birisi padişah oluyor diğeri ise açlığından sürünüyor. Binaenaleyh; Allah-u Tealâ'dan gayrı hiç bir kimsenin rızkında bir müessir yoktur. Ancak herkesin rızkında müessir-i hakiki Allah-u Tealâ'dır. Evet ! Kul esbaba teşebbüs ve sa'yile mükelleftir, lâkin esbabın müsebbibe muvafık olup olmaması Allah'ın iradesine bağlıdır. Dilerse muvafık kılar, muvafık kılmamak isterse muvafık olmaz. Meselâ çiftçi ekin ekmekle mükelleftir. Bitirip bitirmemek ise Allah'ın yed-i kudretindedir.

Hulasa; rızkın bol veya dar olmasında abdin medhali olmadığı ve zira; bir çok âlim, âkil, cesur ve kavî olanların fakr u fâkaya mübtelâ, cahil, ahmak, hasta ve zayıf olanların servet ve vüs'ate 4905 malik oldukları her zaman görülen ahvalden olduğu, tabiatın, ayın, yıldızların ve doğduğu zamanının rızıkta tesiri olmadığı, bir saatte ve belki bir dakikada doğan binlerce eşhasın hiç birinin hali diğerine benzemediği görülmekte olduğu ve şu ahvalin cümlesinde ve rızıkta tesirin ancak Vacib Tealâ olduğuna bir çok deliller bulunduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ âsilere azab edeceğini beyandan sonra istiğfar eden kullarına merhamet edeceğini beyan etmek üzere :

مة نطوا من ر رفوا على أنفسه ال ت ذين أ ل ع"ق ي�عبادى ع. ع� ع� ٱ ع� �للٱ هللهٱ إن دہ!‌ لذنوب جميع إن فر � ي ‌� ٱ حيم ) ع1 لر غفور ٱ هو ع� ٱ (٥٣ۥ

buyuruyor.

2711

[Ya Ekrem-er Rusûl ! Sen benim lisanımla de ki «Ey şol kullarım ki nefisleri üzerine israf ettiler. Siz Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Zira; Allah-u Tealâ günâhların cemisini mağfiret eder. Çünkü; Allah-u Tealâ kullarının günâhlarını setredici ve dergah-ı ulûhiyetine iltica edenlere merhamet buyurucudur.]

Yani; ey Resûl-ü Ekrem ! Sen bizim tarafımızdan vekâlet suretiyle kullarımızı bize muzaf kılarak de ki «Ey günâhlar işlemekle nefislerine zulmü israf eden kullarım ! Günahlarınıza bakarak Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin ve günâhınızın büyüklüğüne nazar ederek tevbenizin kabul olunmıyacağını zannetmeyin. Zira; cümle esrarınızı bilen Allah-u Tealâ günâhlarınız velevse pek büyük olsun cemisini setreder. Çünkü; Allah-u Tealâ tevbe ve istiğfar eden kullarının ve bilhassa ehl-i tevhidin günâhlarını setir ve dergâhına iltica edenleri ihsanına garkedicidir.» Binaenaleyh; insanın rahmet-i İlâhiyeden ümidini kesmemesi lâzımdır.

Fahri Râzi'nin, Kazî'nin ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile bü âyette i b a d la murad; müminlerdir. Çünkü ibadın 4906 Cenab-ı Hakka muzaaf kılınması; tazim için olup tazim ise müminlere lâyık olduğu cihetle i b a d la murad; müminlerdir, müşrikler değildir.

Bu âyet-i celilede rahmet-i İlâhiyeyi ümit etmek lâzım olduğuna dokuz cihetten delâlet vardır : B i r i n c i s i ; günâhkâr olan kimselerden züll ü meskeneti mucib olan abid lafzıyla tabir olundu. Kerim olan zata lâyık olan; miskin, hakir ve muhtaç olanlara merhamet etmek olduğundan kullarından abidle tabir; merhamet edeceğine işarettir. İ k i n c i s i ; ibadı zatına muzaf kıldı : şu izafetin şerefi ise azabtan emniyyet ve rahmete ümit icabeder. Ü ç ü n c ü s ü ; rahmetten kat'ı ümîd etmekten nehyetti. Bu nehiy; rica ile emretmektir. Kerim olan zât rica ile emredince kendine lâyık olan keremdir. D ö r d ü n c ü s ü ; zamir mevkiinde esmâ-i hüsnanın en büyüğü olan lâfza-i celâl varid olmuştur. Rahmetin, rahîm olan Allah-u Tealâ'nın en büyük ismine muzaaf kılınması taraf-ı İlâhîden feyezan edecek rahmetin pek büyük ve herkese şamil olmasına delâlet eder.

B e ş i n c i s i ; mağfiret, tekid ifade eden (ان) lafzıyla varid olmuştur ki mağfiretin muhakkak olduğuna delâlet eder. A l t ı n c ı s ı ; te'kîd manâsını ifade ve her günâhın afvine delâlet eden

lâfzı varid olmuştur ki cümle günâhların mağfiret olunacağına delâlet eder. Y e d i n (جميعا)

c i s i ; zat-ı ulûhiyetini mağfirette mübaleğaya delâlet eden (الغفور) sıfatıyla tavsif buyurmuştur ki azab icabeden günâhların hepsini mağfiret edeceğine delâlet eder. S e k i z i n c i

s i lafzıyla (الرحيم) ; tavsif buyurmuştur ki rahmet-i İlâhiyeyi mucib olan sevabı tahsile işarettir. Dokuzuncusu; kullarına kendinden gayrı merhamet edici bir kimse olmadığına işaret için haşra delâlet eden zamir-i fasılla varid olmuştur.

Bu âyetin Hz. Hamza'nın katili (Vahşî) hakkında nazil olduğu mervidir. Çünkü; Resûlullah Vahşî'yi İslâm'a davet edince «Ben çok günâh işledim nasıl İslâm olabilirim?» demesi üzerine bu âyetin nazil olduğu mervidir. Yahut ehl-i Mekke'den bazıları «Biz adam öldürmek ve zina etmek gibi büyük günâh işledik. 4907 Muhammed (S.A.) ise bu günâhlar affolunmaz buyuruyor. Şu halde bizim İslâm olmamız mümkün olamaz» demeleri üzerine nazil olmuştur. Yahut bu âyet (İyâş), (Übeyy b. Rebia), (Velid) ve daha bazı Mekke'de kalan müslümanlar haklarında nazil olmuştur. Çünkü; bunlar İslâm olduktan sonra bazı fitne vukuuna mebnî hicreti terkettiklerinden Medine'ye hicret eden müslümanlar bunların hicreti terkettikleri için tevbelerinin kabul olunmıyacağını söylemeleri üzerine nazil olmuştur. Ayet nazil olunca Hz. Ömer âyeti Mekke'ye gönderdi. Ayeti görünce orada kalan müslümanlar Medine'ye hicret etmişlerdir. Herhangi sebeple nazil olursa olsun 'itibar elfazın umumunadır, sebebin hususuna değildir. Binaenaleyh; bir kimse her ne kadar büyük günâh işlese onun için mağfiret-i İlâhiye vardır. Şu kadar ki kâfirin mağfireti imana muhtaçtır. İman etmedikçe mağfiret olunmaz. Amma müminin mağfiretinde tevbe etmesi şart değildir. Şu halde bir müminin günâhı ne kadar büyük olsa tevbe etmeksizin mağfiret olunması caizdir. Bu âyet; ehl-i imanın mağfiret olmasının kat'i olduğuna delâlet.eder. Çünkü; ehl-i iman Cehennem'e girse bile günâhı miktarı azabolunduktan sonra herhalde mağfireti İlâhiyeyle Cehennem'den çıkar. Eğer mağfiret olunmasa kâfir gibi Cehennem'den çıkmazdı. Binaenaleyh; mümin için mağfiret muhakkaktır.

&&&&&

2712

Vacib Tealâ rahmet-i İlâhiyeden ümit kesmek caiz olmadığını ve âsileri mağfiret edeceğini beyandan sonra âsiler üzerine tevbe etmek vacip olduğunu beyan etmek üzere :

��ه لموا ل وأ ك ع�وأنيبوا إلى رب ع��ذاب ع� تيكم ل أن ي ع� من ق ٱ �� ع ع� ۥ (٥٤ثم ال تنصرون )buyuruyor.[Size azab gelmeden evvel Rabbımza tevbe ve Allah-u Tealâ'ya itaat ve inkiyâd edin.

Zira; azab geldikten sonra yardım olunmazsınız.]

Yani; Allah'ın rahmetinin vüs'atini ve mağfiretinin kesretini 4908 işitmekle beraber günâhlarınızdan tevbeye müsareatle Allah-u Tealâ'ya tekarrub ve kalbinizle teveccüh edin ki rahmet-i İlâhiyeden nasibedar ve Allah'ın emr ü nehyine tamamiyle inkiyad edin ki mağfiret-i İlâhiyeye nail, imanda, amelinizde ihlâs üzere olun ki Cennetin derecelerine vasıl olasınız. Gerek tevbe, gerek amelde ihlâs, gerek emre itaat bunların cümlesine size azab gelmeden evvel sür'at edin ki rezil ve rüsva olmayasınız. Zira; azab geldikten sonra yardım olunmazsınız. Çünkü; azab geldikten sonra o azaptan sizi kurtaracak yardımcı bulunamaz ki kurtulasınız.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyet-i celile günâhtan tevbenin vacip olduğuna delâlet eder. Gerçi mağfiret-i İlâhîyeye ehl-i sünnet indinde tevbe şart değilse de bundan evvel beyan olunduğu veçhile mağfiret Cehennem'e girmeden evvel olduğu gibi girdikten sonra da olur. Şu halde eğer tevbe ederse tevbesi Cehennem'e girmeden evvel mağfirete sebep olur. Binaenaleyh; tevbenin faydası; tevbe ettiği günâhın azabını kaldırmaktır. Eğer tevbe etmezse günâhının afv ü mağfiret olunması caiz ve muhtemel ise de ancak günâhı miktarı muazzeb olmak ihtimali galibtir. Şu halde abdin daima tevbe üzere bulunması lâzım ve tevbe, vakit geçirmeksizin derhal vaciptir. Hatta günâhı işledikten sonra tevbeyi tehir etmek de ayrıca bir günâhtır. Çünkü; tevbe vaciptir vacibi tehir de bir günâhtır.

Hulâsa; günâhkâr olan kimsenin derhal günâhtan tevbe etmesi vacip ve günâhı icabı azab gelmeden evvel emr-i İlâhiye inkiyadla azabı defin çaresine bakması lâzım olduğu azab gelinceye kadar tevbe etmezse azab geldikten sonra o azabı defedecek bir yardımcı bulunmıyacağı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&Vacib Tealâ tevbe ve inkıyâdla emirden sonra söylenen sözlerin en güzeline tebaiyyet etmek

vacip olduğunu beyan etmek üzere:

ل أن ڪم من ق ب كم من ر ن م��ا أن��زل إل س�� بع��وا أ ت ع�و ع� ع" ٱ عرون ) ال ت وأنت ت عذاب ب تيڪم ع+ي ع� � د ع1 ع� ٱ �� (٥٥ع

buyuruyor. 4909[İttibâ edin siz Rabbınızdan size inzal olunan kelâmın en ziyade güzeli olan Kur'an'a ve

şu ittibânız, siz idrâk etmez olduğunuz halde ansızın size azab gelmeden evvel vaki olsun ki azab gelmesin, siz de görmeyin.]

Yani; siz bilmeksizin ânî olarak günâhınızın muktezası azab-ı İlâhi gelmeden evvel sizi kemal-i terbiyeyle terbiye eden Rabbınızdan efdal-i enam olan Resûlu vasıtasiyle size inzal olunan ve ahsen-i kelâm olan Kur'an'a ittibâ edin ki geçmiş günâhlarınıza tevbe etmiş olasınız ve azabtan necat bulaşınız.

Fahri Râzi'nin ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile inzal olunan k e l â m ı n a h s e n i yle murad; Kur'an'dır. Çünkü; Kur'an'da günâh olan şeyler zikrolundu ki içtinâb olunsun, kötü olan ve mürüvveti ihlâl eden şeyler zikrolundu ki onlara rağbet olunmasın, ahsen olan şeyler zikrolundu ki ittibâ olunsun. Yahut inzal olunan k e l â m ı n a h s e n i yle murad; Nâsih olan âyetlerdir. Buna nazaran manâ-yı nazım : [Kur'an'ın nâsih olan âyetlerine ittiba' ile mensuh olanları terkedin.]

2713

demektir. Yahut a h s e n le murad; me'mûrunbih olan ibadetler olup nehyedilen kabahatler değildir. A z a b ı n f ü c ' e t e n g e l m e s i yle murad; günâhkârlar günâhlarıyla meşgul olurken haberleri olmaksızın gazab-ı İlâhînin gelmesidir. Bunu beyandan maksat; âsileri tehditle itaate davet etmektir.

&&&&&

Vacib Tealâ âsilere azabın haberleri olmadan ansızın nazil olacağını beyandan sonra azab nazil olduğunda âsilerin söyliyecekleri sözleri beyan etmek üzere :

ب طت فى ج رتى على م��ا ف��ر ح ي��� ٱأن تق��ول ن ن� ع� 8# د للهع9 �خرين ) لس (٥٦ٱوإن كنت لمن buyuruyor.[İbadete çalışın ve size rabbınızdan inzal olunan ahkâmın en güzeline ittibâ edin ki çok

nefislerin «Allah'ın hakkında ve tâatında yapmış olduğum kusurlarım üzerine ey hüzn ü esefim gel ! 4910 Zamanim geldi, halbuki ben din-i İlâhîyi muhakkak istihza eder oldumdu» demeleri kerih olduğu için sizin ibadete sa'yiniz lâzımdır. İbadete sa'yedin ki siz de böyle diyen nefislerden olmayasınız.] Zira; nefsin böyle esefini izhâr etmesi kerahettir. Bu keraheti söylemezden evvel çaresine bakın.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile n e f i s le murad; âsilerin nefisleridir ve kesretine işaret için teksire delâlet eden tenvin ile varid olmuştur.

.insanın kederli zamanında hüzün ve esefini izhar için söylediği sözdür (ياحسرنا)

( الله Allah'ın tâatı ve hakkı demektir. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Âsi olan nefisler (جنبisyanlarının cezasını görünce «Ben dini istihza eder olduğum halde Allah'ın hukukunda ve ibadetinde yaptığım kusurlarım üzerine gel ey benim hüzn ü esefim yanıma gel ! Zamanın geldi» demeleri kerih olduğu için inzal olunan kitabın güzeline ittibâ edin.] demektir.

Azap nazil olduğunda asilerin söyliyecekleri sözleri; üçtür: B i r i n c i s i ; asî olan nefis, azab nazil olduğunda kusuruna nedametini izhar için şöyle demesidir ki «Taât-ı İlâhiyede, ibadât-ı subhâniyede ve Kur'an'a ittibada vaki olan kusurlarım üzerine ey hüzün ve esefim bana gelin, toplanın yanıma ! Ben Din-i İslâm'a inkiyad ve erbabına itaat etmediğim gibi Din-i İslâm'ı ve erbab-ı şeriatı istihza edenlerden oldumdu, şimdi ise cezasını görüyorum. Binaenaleyh; dünyada şeriatı ve erbabını istihza ettiğim zamanda nefsime arız olan sürür ve gururlarıma mukabil şimdi gördüğüm azap üzerine hüzün ve kederlerim, hasret ve vaveylalarım gelin yanıma, ihata edin beni, çevirin etrafımı dertleşelim sizinle. Zira; başka çaremiz kalmadı» demekle hasretini izhar eder. Şu halde nefsin böyle demesine hacet kalmaksızın Allah-u Teaiâ'ya itaat ve Kur'an'a ittibâ etmek lâzımdır.

&&&&& Vacib Tealâ âsilerin azab nazil olunca söyliyecekleri sözlerden İ k i n c i s i n i beyan etmek

üzere :

أن تقول ل ٱأ ع قين )للهع مت ع� هدٮنى لڪنت من (٥٧ٱ buyuruyor.4911[Yahut o asî olan nefis der ki «Allah-u Tealâ eğer beni hidayette kılmış olsaydı elbette

ben de müttakilerden olurdum.».]

Yani; o günâhkâr olan nefis, nimet-i İlâhiyeden mahrum olarak azaba duçar olduğunu görünce hasret ve nedamet izhar ederek «Eğer Allah-u Tealâ sair evliyası gibi bana da tevbeyi tevfik ve beni hidayete irşad etmiş olsaydı ben de günâhlardan içtinab eder ve evliya zümresinden olurdum. Lâkin hidayette kılmadığından eşkiyâ zümresinden oldum» demekle hasretini meydana koyar.

2714

&&&&&

Vacib Tealâ asilerin üçüncü sözlerini beyan etmek üzere :

��ر ف��أكون من أن لى ڪ ع��ذاب ل ��رى تق��ول حين ت أ� د ع ع� ٱ ع سنين ) ع"م ع� (٥٨ٱ

buyuruyor.[Yahut o günâhkâr olan nefis, azabı gördüğü zamanda der ki: «Ah ne olaydı keşke

benim için dünyaya bir kerre daha dönmek mümkün olaydı ben de erbab-ı ihsan zümresinden olaydım.»] İşte nefs-i âsiye böyle demekle kederini izhar eder.

Yani; günâhkâr olan nefis kendine gelen azabı re'yel'ayn görünce kemal-i tehassürden temenni eder der ki «keşke benim için dünyaya bir daha rücu' etmek mümkün olsa da ben şartlarına riayet ederek ibadet etsem. Ve Resûllerini tasdik eden erbab-ı ihsan zümresinden olsam.» İşte böyle demekle günâhlarına nedametini izhar eder. Şu temenni; muhal-i temenni kabilindendir. Çünkü; âhirete gidenin dünyaya gelmesi mümkün değildir, fakat muazzeb olan kimse azabın şiddetinden şaşırdığı için böyle temenniyâtta bulunur.

Hulâsa; âsi olan kimsenin azabı görünce kemal-i hasret ve nedametini izhar ve Allah-u Tealâ'nın kendini hidayette kılmadığını beyanla itizar edeceği ve azabı gördüğünde dünyaya bir daha dönse erbabı ihsan zümresinden olacağından rücûunu temenni edeceği bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir. 4912

Vacib Tealâ ehl-i Cehennemin azabı gördüklerinde söyliyecekleri sözlerini beyandan sonra ikinci sözlerini —«Allah Tealâ beni hidayette kılmış olsaydı ben de müttakîlerden olurdum» sözleridir — reddetmek üzere :

ت وكنت من ب ت ا و ت ب ���ذ تى فك ك ءاي���� ع�بلى ق جاء ع ع� ٱ ہ� ع� ع� ع� ع�ك�فرين ) (٥٩ٱbuyuruyor.[Allah-u Tealâ seni hidayette kıldı, lâkin hidayeti kabul etmedin. Zira; seni irşad edip

doğru yolu gösterecek benim âyetlerim geldi, sen o âyetleri tekzib ve âyetlerin ahkâmını kabulden istinkafla kendini büyük addettin. Binaenaleyh: sen kâfirler zümresinden oldun.] Çünkü batıla tebeiyyet ettin, hakkı ve hakikati setrederek zulm ü inad ve istikbarla bir takım ibadete lâyık olmadık putlara ibadet ettin. Şu halde ey asî ! Sen «Allah-u Tealâ beni hidayette kılmadı, kılsaydı ihtida ederdim» dediğin sözün ve bu itizarın merduddur.

Fahri Râzi'nin ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile kelimesi bundan evvelki (بلى)

âyette vaki nefy-i zımnîyi isbat içindir. Çünkü; ( ينى هد الله انلو ) âyetinde (لو) kelimesi manâda nefiy ifade eder. Zira; manâ-yı nazım: [Allah-u Tealâ beni hidayette kılsaydı ben

de müttakilerden olurdum, lâkin hidayette kılmadı.] demektir. İşte şu tefsir (بلى) kelimesini isbat etmiştir ki «Allah-u Tealâ seni âyetleri inzaliyle hidayette kıldı velâkin ihtida etmedin» demektir. Yani «doğru yolu sana gösterdi, lâkin sen Allah'ın gösterdiği yola gitmedin. Binaenaleyh; kusur kendindedir» demek olur.

&&&&&

2715

Vacib Tealâ iman etmeyen ehli Cehennemin Cehenneme girdiklerinde söyliyecekleri sözleri beyandan sonra ehl-i Cehennemin Cehennem'e girdikten sonra vaki olacak sıfatlarını beyan etmek üzere : 4913

��ذبوا على ذين ك ل قي�مة ترى م ٱوي ٱ ع� ٱ للهع ود � وج��وههم م ‌ # ع� رين ) متكب ى ل م م س فى جهن ع�أل b� د cع (٦٠ع�buyuruyor.[Ya Ekrem-er Rusûl ! Allah-u Tealâ'ya iftira ve yalancılık edenlerin yüzlerini yevm-i

kıyamette siyah görürsün. Cehennem'de mütekebbirler için hazırlanmış makam olmadı mı? Elbette oldu.]

Yani; ey müminler ! Siz bu dünyada kâfirlerin kibir ve gururlarına bakmayın. Zira; onlar Allah-u Tealâ'ya veled ve şerik isnad etmek gibi birtakım yalan söylediklerinden ve lâyık olmadık sıfatlarla tavsif ettiklerinden yevm-i kıyamette sizden her biriniz onların yüzlerini siyahlanmış olarak görürsünüz. Çünkü; onlar narı cahimde yüzleri yanmış kömür gibidir. Binaenaleyh; siz onların dünyada kibir ve gururlarına bakarak hallerine teaccüb etmeyin. Zira; bunlar gibi mütekebbirler için Cehennem'de yer olmadı mı? Elbette oldu.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyet; bundan evvelki âyette vaki kavlini (واستكبرت) takrir ve tesbittir. Ru'yet ile murad; gözüyle görmektir. Çünkü; ehl-i Cennet ehl-i Cehennem'in ahvalini gözleriyle göreceklerdir. Y ü z l e r i n d e o l a n k a r a n l ı k la murad; ateşle yanmaktan hasıl olan siyahlık olduğu gibi kalplerinde olan cehlin zulumâtının yüzlerine vurmasıdır. Bu kalp karanlığının yüzlere aksetmesi sair karanlıkların aksetmesi gibi değildir. Zira; sairlerin zevali mümkündür, lâkin kâfirlerin kalbinden yüzlerine akseden siyahlığın zevali mümkün değildir, ebediyen yüzleri siyah kalacaktır. Çünkü; ebedi azaba sebep olan; küfürden neş'et etmiştir. M ü t e k e b b i r ile murad; itaat ve imandan, enbiyanın ve ehl-i hakkın kelâmını dinlemekten kibreden müfsitlerdir.

&&&&&

Vacib Tealâ ehl-i Cehennem'in hallerini beyandan sonra ehl-i imanın halâslarını beyan etmek üzere : 4914

وء وال هللهٱوينجى لس�� هم ا بمف��ازته ال يمس�� ق ت ذين ل ع� ٱ ع� ع ٱ ٱ زنون ) (٦١ع"يbuyuruyor.[Allah-u Tealâ fevz ü felahla şol kimseleri kurtarır ki onlar günâhlarından sakındılar.

Binaenaleyh; onlara asla kötülük dokunmaz ve mahzun da olmazlar.]

Yani; haram olan şeylerden sakınmakla Allah-u Tealâ'ya ibadet ve Rasûl'üne itaat eden kullarını fevz ü felaha isal eden tariklerle Allah-u Tealâ onları azabtan kurtarır. Binaenaleyh; onlara yüzleri siyahlanmak ve Cehennem'de yanmak gibi kötü şey asla dokunmaz ve onlar mahzun da olmazlar. Zira; onların ittikaları sebebiyle hüzün verecek şeylerin kapıları kapanır, seadet kapıları açılır, onlar üzerine envai hayrat ve berekât dökülür. Şu halde hüzün verecek bir şeyi görmezler ki hüzün etsinler.

S û '; insanların sevmediği şeydir, bu cümleler ehl-i imanın necat bulmalarını tefsir ve necatın neticesini beyandır. M e f â z e ; saadet ve hayra vusuldür ki muharremâttan içtinâb eden kimselere Allah-u Tealâ dünyada vuku bulan ibadet ve taatları sebebiyle necat verir demektir. «Müttakîlere kötülük isabet etmez, mahzun da olmazlar» cümleleri; bir suale cevaptır. Çünkü

2716

«Allah-u Tealâ müttakîleri azabtan kurtaracak» denilince «Bu necatın keyfiyeti nasıl olacak?» diyerek varid olan suale cevap olarak «onlara kötülük dokunmaz, hüzün de görmezler» denilmiştir.

Hulasa; insanın korkulacak şeylerin cümlesinden salim ve ferağ-ı kalbe malik olması günâhlardan ittikaya muhtaç olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&& Vacib Tealâ müttakilere necat vereceğini beyandan sonra necat vermeye kadir olduğunu da

beyan etmek üzere :

#� خ�لق ڪل ش وهو على كل ش وكي )للهٱ د C� د عى �‌C� د (٦٢عى buyuruyor. 4915[Allah-u Tealâ her şeyi yaratıcıdır. Kullarının necatını dahi yaratır ve her şey üzerine

vekil ve mütevellidir.] Kullarının bilûmum işlerini hikmetine muvafık halkeder. Binaenaleyh; kullarını mazarrat verecek şeylerden muhafaza eden odur, onun gayrı muhafaza edecek yoktur.

ه لله ل ت و م�و لس �مقاليد ‌Zد ع� ٱ ٲ ٱ ۥ [Göklerde ve yerde olan hazinelerin cümlesinin anahtarları Allah-u Tealâ'nın kabza-i

kudretindedir.] Binaenaleyh; cümlesinde dilediği gibi tasarruf eder. Çünkü; her şey m halikı olunca hazinelerin anahtarlarının ve müttakîlerin necatlarının dahi halikıdır.

Yani; Allah-u Tealâ kulunun imanını, küfrünü, itaat ve ma'siyetini halkeder lâkin cebirle değildir, belki abdin esbabına tevessül etmesiyle halkeder. Binaenaleyh; kâfirin küfrünü Allah-u Tealâ halkeder. Fakat abdin kisbiyledir cebirle değildir, Allah-u Tealâ her şey üzerine hafızdır ve her şeyin tedbiri kendinindir. Zira; semavat ve arzı halik olunduğundan onların miftahı onun kudreti altındadır, kudretinden hariç bir şey yoktur.

Fahri Râzi'nin ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile Hz. Osman Rasulullah'dan mekâlîdin manâsını sual eder. Rasulullah (S.A.) efendimiz de «mekâlîdin tefsiri:

( الله والله الا هلاال اكبرسبحن استغفرالله والله بحمده والقو حوال ا ول باللهال ة

و اوه بيدها لاوالظاهروخرالاالول يميتويحي وجيرلباطن ك وهو شىلعلى

ديرقء ) kelimât-ı tayyibesidir» buyurduğu mervidir ki bu kelimât Allah-u Tealâ içindir. Bunlarla Allah-u

Tealâ'ya tevhid ve tazîm olunur, bu kelimât semâvât ve arzda olan enva-ı hayratın miftahıdır. Binaenaleyh; her kim ki bu kelimâta devam ederse semâvât ve arzın hayratından kendine isabet eder demektir.

&&&&&

Vacib Tealâ cümle mahlukâtın halikı olduğunu beyandan sonra bu âyât-ı beyyinâta iman etmeyenlerin zararlarını beyan etmek üzere : 4916

2717

اي�ت ذين كفروا ب� ل ٱو خ���سرون )للهٱ ك هم ٮ ع� أول��� ع� ق(٦٣ٱ ر ٱأفغ ج�هلون )للهع� ا بد أي ى أ مرون ع� ت ٱ ہ� ع� �� (٦٤ع

buyuruyor.[Şol kimseler ki onlar Allah'ın âyetlerine küfrettiler. Onlar ancak dünyada ve âhirette

zarar edicilerdir. Ya Ekrem-er Rusı Sen o kâfirlere de ki «Ey cahiller ! Vahdaniyet-i İlâhiye'ye delâlet eden delilleri gördükten sonra Allah'ın gayrı bir takım aciz putlara benim ibadet etmemi mi emrediyorsunuz?».]

Yani; Allah'ın vahdaniyetine delâlet eden âyetlere küfredip vahdaniyeti tasdik etmeyen kâfirler ancak zarar görücülerdir; husran, kemaliyle o kâfirlere münhasırdır. Çünkü; müminler için d bette rahmet-i İlâhiyeden nasib vardır. Bu ayât-ı beyyinâtı irmeden kâfirlere ey Habibim ! Sen de ki «Ey cahil kâfirler ! Sizi: tikâb ettiğiniz cinayeti ben mi irtikâbedeyim? Bu kadar âfâk: enfüsî delilleri müşahade ettikten sonra Allah'a ibadeti terkle Allah'ıngayrıya mı ibadet etmemi emredersiniz?»

Kâfirlerin, vahdaniyetin delillerini tedkikten temerrüt etni lerine işaret için cehaletle zemmolunmuşlardır. Çünkü; Allah-u Tealâ'nın her şeyin halikı, semâvât ve arzın anahtarları yed-i kudretinde olduğunu bildikten sonra bir takım aciz ve cansız putlara det cehaletten başka bir şey değildir. Fahri Râzi'nin ve Ebussuud Efendi'nin beyanlarına nazaran kâfirlerin, babalarının dinine ? Resûlullah'ın riayet etmesine karşılık onlar da Resûlullah'ın dinin; riayet edeceklerini teklif etmeleri üzerine bu âyetin nazil olduğu mervidir.

&&&&&

Vacib Tealâ âyât-ı İlâhiyeye küfredenlerin dünya ve âhi: zarar göreceklerini beyandan sonra küfrün gayet çirkin olduğave küfr üzere devam edenlerin rahmeti İlâhiye'den elbette mahr_r. olacaklarını beyan etmek üzere : 4917

ت ر أ ل����������ك لٮ ذين من ق ل ك وإلى ع ولق أوحى إل ع+ ع� ع� ٱ ع� ع� خ�سرين ) بطن عملك ولتكونن من ع�لي ٱ (٦٥ع"buyuruyor.[Zatı ulûhiyetime yemin ederim ki ya Ekrem-er Rusûl ! Sana ve senden evvel geçenlere

bir kelime vahyolundu ki muhakkak o kelime de şudur : Eğer sen şirkedersen elbette amelin habt yani mahvolur faydasını görmezsin ve elbette sen zarar ediciler zümresinden olursun.]

Yani; ey Habibim ! Allah-u Tealâ hakkı için sana ve senden evvel ba'solunan enbiyâ-yı kirama vahyolunup denildi ki «eğer sen bilfarz vettakdir Allah-u Tealâ'ya şirkedersen senin kemal-i ihlâsla işlediğin amellerin mahvolur ve elbette zarar edicilerden olursun. Zira; şirk sebebiyle amellerin zayi olunca zarardan başka bir şey kalmaz. Çünkü; o amelden menfeat beklerken bilkülliye yok olmak elbette zarardan başka bir şey değildir».

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Resûlüllah'tan vesair enbiya-yı kiramdan şirkin vaki olması muhaldir. Zira; enbiya-yı kiram masum oldukları cihetle onlardan şirkin suduru vuku bulmıyacağına ilm-i İlâhî lâhik olduğundan onlardan küfrün sadır olması muhaldir. Şu halde âyetin manâsı; muhal olan şeyi farz kabilindendir. Yani «Enbiyanın indallah dereceleri pek alî ve yüksek olduğu halde böyle fena bir amelin onlardan suduru farzolunsa bile onların zarar göreceği ve amellerinin mahvolacağı muhakkak olunca kâfirlerden vesair nâsdan suduru bütün bütün helâklerine sebep ola-:ağı evleviyetle sabit olur» demektir. Şu halde âyet; kâfirlere tarizdir. Yani «Enbiyanın bu kadar makbul ve merğub kimseler oldukları halde sizin muttasıf olduğunuz küfür onların amellerini ibtal eder derecede fena olunca siz mertebe ve meziyyetten arî kimseler olduğunuz halde sizin irtikabettiğiniz şirkle haliniz ne Dİur hiç düşünmez misiniz?» demektir.

Bu âyette enbiyadan şirkin sadır olması muhal olduğu halde iaziyye-i şartiyye sahihtir. Çünkü; kaziyye-i şartiyyenin sıhhati 4918 eczalarının sıhhatini icabetmez, «eğer senden şirk sadır

2718

olursa amelin habtolur» demek doğrudur, lâkin cüz'-ü evvel olan şirkin suduru ve cüz'-ü sanî olan amelin habtolunması her ikisi de batıldır. Şu halde tarafları batıl ve belki muhal olduğu halde kaziyye-i şartiyye sadıktır.

Hulasa; şirk o kadar fena bir şey ki farz-ı muhal olarak enbiyada bile vaki olsa onların amellerini ibtal eder. Binaenaleyh; şirkten herkesin her zaman ihtiraz etmesi ehemm ve elzemdir. Çünkü: dünyada ve âhirette felâkete sebebtir.

�كرين )للهٱبل لش وكن من ب ٱ ف ع� ع� (٦٦ٱ [Şirketme, belki Allah-u Tealâ'ya ibadet et.] Allah'ın gayriye iltifat etme. Zira; ancak ibadete

lâyık ve müstehak odur, onun gayrı ibadete müstehak yoktur. [Ve sen şükredicilerden ol.] Çünkü: Allah'ın nimetini mahalline sarfla nimete şükredenler Allah'ın halis kullarıdır.

Yani; ey Nebiyyi Zişân ! Küffâr-ı Kureyş'in sana teklif ettikleri şirke iltifat etme, belki ezher cihet ibadete lâyık olan Allah-u Tealâ'ya ibadet et. Zira; zatında, sıfatında ve ef'âlinde şerik ve naziri olmadığından her cihetten ibadete müstehak ancak Vacib Tealâ'dır. Binaenaleyh; her kulun ibadetini Allah-u Tealâ'ya hasretmesi lâzımdır. O halde ibadetini Allah'a hasretmekle şakirler zümresinden ol ki nimetin tezâyüd etsin. Bu emir; zahirde Resûlullah'a ise de hakikatte ümmetine talimdir. Çünkü; Resûlullah'ın ibadetini Cenab-ı Hakka hasrettiği ve şakirîn zümresinden olduğu malûmdur. Binaenaleyh; bu emir; hakikatte ümmetine emirdir.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin irtikab ettikleri şirkin batıl olduğunu beyandan sonra şirki irtikâblarının sebebini beyan etmek üzere :

رهللهٱوما قدروا ۦ حق ق ع� buyuruyor. 4919[Halbuki o kâfirler Cenab-ı Hakka lâyıkı ile tazim edip kadrini takdir edemediler.] Çünkü;

azamet-i İlâhiyeyi lâyıkıyla takdir etmiş ve kendi vücutlarında olan sanayi-i garibeye bakarak Vacib Tealâ'nın kadrini bilmiş olsalardı Allah-u Tealâ'ya şirketmezlerdi, halbuki şirkettiler. Şu halde azamet-i İlâhiyeyi takdir edemediler.

ته ض�� ا ق ض جمي ال ع�و �� د ع� ��� ٱ وي ت م و م��� لس مة و قي��� م ہ�ي ن ع2 ٲ ٱ ع� ٱ ع ۥ ح�نه ع�بيمينه س ركون ) ۦ‌� ع+ وتع�لى عما ي (٦٧ۥ

[Yevmi kıyamette arzın cemisini kabzederim, semâvât kudret-i İlâhiyeyle dürülür, bükülür muattal olur. Allah-u Tealâ cemi nekaaisten münezzeh ve müberrâdır, müşriklerin şirkettikleri şeylerin cümlesinden zat-ı ulûhiyet âlî oldu.] Bu âyet-i celile; azamet-i İlâhiyeyi beyan için var id olmuştur. Yani, Yevm-i kıyamette kemâl-i azamet ve kudretimle yer yüzünü kabzederim, yedi kat gökler kudret-i İlâhiyeyle dürülür ve ef'âl ü harekâttan sakıt olur. Zira; muktazıyâtının cümlesi muattal olduğundan ezelen ademden ibaret olduğu gibi ebeden dahi ademe ser çeker gider ve kâfirlerin şirkettikleri şeylerin cümlesinden zat-ı ulûhiyet âlî oldu.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile Cenab-ı Hakkın azamet ve kudretine nisbetle ukûl ve evhamın hayrette kaldığı pek büyük işler gayet kolaydır. Binaenaleyh; gerek âlem-i ulvî olan gökleri, gerek âlem-i süflî olan yerleri bir anda tahrib eder ve yevm-i kıyamette bu tahribatın vuku bulacağına âyet delâlet eder.

( بضتهق ) K a b ı z ; bir şeyi elinin ve avucunun içine almaktır. (يمينه) Y e m i n ; sağ el manâsınadır. Ancak bu manâlar âlet-i carihadan ibaret olup Allah-u Tealâ ise âlet-i carihadan münezzeh olduğundan Vacib Tealâ hakkında bunların manâ-yı lüğavileri muhaldir. Binaenaleyh; gerek kabız ve gerek yemîn Vacib Tealâ'nın kudretinden kinayedir. Yani «sağ eliyle avucunun

2719

içine alman bir şey nasıl hakîr ve zelil olursa yerler ve. gökler bu kadar azametleriyle beraber Cenab-ı Hakkın kudretine nisbetle bunlar da avuç içine alınan şey gibi hakir ve zeliller» demektir. Gerek kabız, gerek yemîn eslâf-ı kiram indinde Vacib Tealâ'nın 4920 sıfatındandır, amma keyfiyeti tayin bizim için müşkül olduğundan bu sıfatların keyfiyetinden bahsetmek lâzım değildir.

&&&&&

Vacib Tealâ azamet ve kudretine delâlet eden ef'âl-i acibesinden bazılarını beyandan sonra baz-ı aharı beyan etmek üzere :

�للهٱ ‌ ت ومن م�و لس لصورفصعق من فى ٲونفخ فى ٱ ٱض إال من شاء لله ع�فى ٱ

buyuruyor. .[İsrafil (A.S.) tarafından sur'a üfürülünce yerde ve göklerde olan rûh sahibi cümle

mahlukât helâk olur. Ancak Allah-u Tealâ'nın helâkini murad etmediği kimseler helâkten müstesna olurlar.]

Yani; dünyanın ömrü nihayet bulup mamuriyetine dair imdad-ı İlâhî kesilince taraf-ı İlâhîden varid olan emir üzerine emanetleri mahallerine red için İsrafil (A.S.) tarafından Sûr'a üfürülünce âlem-i ulvî ve âlem-i süflide olan bütün zîrûh saday-ı Sûr'un dehşetinden helâk olur, ancak Allah-u Tealâ'nın helâkini murad etmediği dört melek helâk olmazlar. Binaenaleyh; Cebrail, Mikâil. İsrafil ve Azrail (A.S.) biraz müddet berhayat olarak kaldıktan sonra evvelâ Mikâil sonra İsrafil ondan sonra Cebrail ve onun arkasından Azrail'in vefat edecekleri İbn-i Abbas hazretlerinden mervidir.

Bu âyette helâkten müstesna olanlar hakkında şühedâ-yı kiram yahut huriler veya Arş-ı A'zam ve Kürsi'de olan melekler olduğuna dair rivayetler mevcut ise de bu zevatın kimlerden ibaret olduğu hakkında delil-i kat'î olmadığından bizim için bunları tayin hususunda i'mâl-i fikir etmeye hacet yoktur. Yalnız evvelce zikrolunan dört melek olduğuna dair varid olan rivayet diğer rivayetlerden kuvvetlidir.

&&&&&

Vacib Tealâ ikinci Sûr'un üfürülmesini beyan etmek üzere : 4921

رى فإذا ه قيا ينظرون ) #�ثم نفخ فيه أ د ع� (٦٨ع( buyuruyor.[İbtidâen Sûr'a bir kerre üfürüldükten sonra onları kabirden kaldırmak için ikinci

merrede tekrar Sûr'a üfürülür. Bir de görülür ki cümle insanlar kendilerini ayak üzerinde nazar eder görürler.] Mebhût ve hayran olarak kabirlerinden kalkmışlar bir büyük sahra içinde kendilerini bulur ve yekdiğerlerine hazar ederler.

Fahri Râzi'nin beyanına nazaran evvelki Sûr ile ikinci Sûr arasında kırk sene veyahut kırk gün olduğu mervidir. İkinci Sûr akîbinde teehhür etmeksizin derhal insanların kabirlerinden kalkacaklarına işaret için.bilâ teehhür vukua delâlet eden fâ lâfzı varid olmuştur. Nazarları; nazar-ı hayrettir. Çünkü; ansızın kabirden kalkıvermeleri kendilerine hayret ve dehşet vermesine binaen etrafa kemal-i hayretle bakacaklarına işaret için nazar edecekleri açıktan beyan olunmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ Sûr'un üfürüleceğini ve insanların kabirlerinden kalkacaklarını beyandan sonra o zamanda vaki olacak ahvali beyan etmek üzere :

2720

ن بي لن كت���ب وج��اىء ب ا ووضع ض بنور رب لله رقت ـ7777وأ ٱ ع� ٱ ہ� ع� ٱ ع+ لمون ) حق وه ال ي م ب ن داء وقضى ب لش ع-و ع� ع� ٱ ہ� ع� ہ� (٦٩ٱbuyuruyor.[Arz-ı kıyamet Rabbısının nûruyla zıyalanır, herkesin defter-i â'mâli kendi önüne konur,

enbiyâ-yı izâm ve şühedâ-yı kiram getirilir, taraf-ı İlâhîden kulları arasında hakkaniyetle hükmolunur. Halbuki kullar zulmolunmazlar.] 4922

Yani; yevm-i kıyamette bütün zıya veren ecrâm mahvolup ziyaları kalmayınca nûr-u İlâhîden başka zıya verecek bir şey olmadığından arz-ı mahşer ve arsa-i kıyamet Allah-u Tealâ'nın nûruyla nûrlanır, zıyasıyla zıyalanır, o zamanda herkesin defter-i â'mâh kendi önüne konur ve defteri mucibince muhasebe olunur ve herkes defteri muktezası ceza görür, o günde enbiya ve şühedâ arsa-ı mahşere getirilir. Enbiya ümmetlerine, şühedâ akraba ve ahbablarına şehadet ederler, herkesin defter-i âmâli getirilip enbiya ve şühedâ şehadet edince ibâd arasında hakla hükmolunur, ehl-i Cennet Cennet'e, ehl-i Cehennem Cehennem'e hükm-ü İlâhî icabı giderler, hiç kimsenin bir şey demeye salâhiyeti olamaz. Çünkü: hükm-ü İlâhî'nin hak olduğunu herkes bildiğinden itiraza meci olmaz. Halbuki ibâd bu hükümle asla zulmolunmazlar. Zira; herkesin sevabından bir zerresi noksan olmadığı gibi günâh-ı üzerine dahi bir zerre ziyade kılınmaz, her şahsın ameli ne ise cezası da odur.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyette a r z la murad; kıyamette nâsın cemolması için halkolunacak arz-ı mahşerdir, yoksa şu içinde bulunduğumuz arz-ı dünya değildir. K i t a p la murad. herkesin defter-i â'mâlidir veyahut Levh-i Mahfuz'dur. Çünkü: Levh-i Mahfuz'da hata, savap, küçük, büyük bilcümle insanların amelleri yazılıdır. Enbiya-yı izâm ümmetlerine şehadet 'için getirilir. Şühedâ ile murad; Fîsebilillâh şehit olanlardır veyahut ümmet-i Muhammeddir. Çünkü; ümmet-i Muhammed Kur'anda gördükleri veçhile enbiya-yı sairnein şeriatlarını ümmetlerine tebliğ ettiklerine şehadet edeceklerdir. N û r - ı İ l â h i ile murad; dar-ı âhireti tenvir için Allah-u Tealâ'nın âhir ete mahsu, halkettiği nûrveyahut nûr-u adalettir.

&&&&&

Vacib Tealâ herkesin beyninde adaletle hükmolunacağını ve hiç bir kimseye zulm olunmıyacağını beyandan sonra zulm olunmamanın neticesini beyan etmek üzere : 4923

علون ) لم بما ي وهو أ ما عمل كل ن ع=ووفي ع� ع� 8� د ع9 (٧٠ع� [Her nefis amelinin cezasını alır; asla noksan olmaz. Halbuki Ailahü Tealâ onların

işledikleri işlerini herkesten ziyade bilir.] Binaenaleyh; herkesin amelinin cezasını tamamiyle verir. Çünkü; herkesin küçük ve büyük bilcümle amelini bildiği için her şahıs tamamen hakkını istifa eder, aşla noksan olmaz, hükm-ü İlâhî; vaki nefsel'emre mutabık olur.

&&&&&

Vacib Tealâ kıyametin vukuunu, kıyametten sonra vaki olacak muhakemâtı, her nefsin amelinin cezasını göreciğini beyandan sonra cezanın mahalli olan Cennet ve Cehenneme nâsın sevkolunacağıni beyan etmek üzere :

ى إذا جاءوه��ا م زم��ر حت ذين ڪف��روا إلى جهن ل يق �وس�� ‌� ٱ ل���ون ي رس��� منك تك ي ا أل به���ا وق���ال له خزنت و ع�فتح أ ع� �# د ع� �� ع ع� ہ� ع� ٲ ع� ع� ه�ذ مك لقاء ي وينذرونك ك ءاي�ت رب ك �عل ‌� ع� ع ع� ع� ع� ع� 2721

buyuruyor.[Şol kimseler ki onlar hakdan i'râzla kâfir oldular. Onlar fırka fırka Cehennem'in

tabakalarına sevkolunurlar, hatta Ceherinem'e geldiklerinde Cehennem'in kapıları açılır, herkes kendi için hazırlanmış olan tabakaya girince Cehennem'in hazinedarları sual ederek derler ki «Size kendi cinsinizden resuller gelmedi mi, o resuller sizin üzerinize Rabbınızın âyetlerini tilâvet eder ve sizi bu gününüzle korkutur oldukları halde gelmediler mi?.] Cehennem'e müekkel zebaniler böyle demekle ehl-i Cehennem'i rezil ve rüsvâ ederler. Çünkü bu sual; ehl-i Cehennem'i tekdir içindir.

Ehl-i Cehennem'i şevkin şiddetine ve behâyimin şevkine müşabih bir sevk olduğuna işaret için sevk kelimesi varid olmuştur. Çünkü: ehl-i nâr olduklarından tahkire ve şiddetle sevkolunmaya şayandırlar'. Cehennem'in kapıları bunlar gelinceye kadar kapalı olup bunlar geldiklerinde açılacağına âyet delâlet eder.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile bu âyet; bundan evvelki 4924 âyette beyan olunan tevfiyeyi yani her nefis amelinin mukabilini tamamiyle alacağını tafsil ve onun keyfiyetini beyandır. Ehl-i küfür dalâlet-i şerârda müteferrik olduklarından Cehennem'e herkesin dalâlette müşterek oldukları kimselerle cemaat cemaat olarak gidecekleri beyan olunmuş ve Cehennem'e gidenlerin bir takım âh ü eninler ve bağrışıp çağrışmalarla gideceklerine işaret için sadâ manâsını müş'ir

olan .varid olmuştur (زمرا) Çünkü ,zümrenin cemiidir ve fırka manâsınadır (زمرا) savt

manâsına olan kelimesinden müştak olduğu için (زمرا) «savt ve sadak yani ağlaşarak ve çağrışarak ve gürültülü fırkalar olarak Cehenneme sevkolunurlar» demektir.

&&&&&

Vacib Tealâ Cehennem kapısına gelen ehl-i Cehennem'e hazinedarlar tarafından tekdir suretiyle «Size Resûller gelmedi mi, size bu günü haber verip korkutmadılar mı?» diye vaki olacak suali beyandan sonra ehl-i Cehennem'in verecekleri cevabı beyan etmek üzere :

ك���فرين ) ع��ذاب على حق كلم��ة ع�قالوا بلى ول�ك ٱ ع� ٱ ع� (٧١ع� وى س م لدين فيه فب م خ������ ب جهن و خل�����وا أ ع0قي�����ل ع[ �‌� ٲ ع� ع� ٱ

رين ) ع�متڪب (٧٢ٱ

buyuruyor.[Cehnenem'in memurlarına cevap olarak ehl-i Cehennem derler ki «Bize Rabbımızın

âyetlerini tilâvet eder resuller geldi, bu güne mülakatla bizi korkuttular, lâkin kelime-i azab kâfirler üzerine vacip olduğundan bizim üzerimize azab vacip oldu» demekle izhar-ı esef ederler ve hazene-i Cehennem tarafından onlara «Ebeden Cehennem'de kalıcı olduğunuz halde Cehennem'in kapılarından girin» denir. Binaenaleyh; hakkı kabulden i'raz ve tekebbür eden mütekebbirlerin makamı olan Cehennem ne kötü mahal oldu.]

Bu âyette azabın illeti ve sebebi küfür olduğuna işaret için 4925 ism-i zamir mevkiinde ism-i

zahir olarak ع�ك�فرين) lâfzı (ٱ varid olmuştur. Çünkü ك�فرين) ع�على ٱ ) yerinde ( varid olsa, olabilirdi, lâkin azabın illeti küfrolduğuna işaret olmazdı. Çünkü müştak olan (عليناkâfirin lâfzı üzere azabın vacip olması hükmünün talik olunması; me'haz-ı iştikak olan küfrün azaba illet olmasını icabeder.

Bu âyette her zümrenin ayrı ayrı kapılardan gireceklerine delâlet vardır. Çünkü; bir cemî lâfzı diğer cemi lâfzına tekabül ederse âhâd'ın âhâda inkisâm etmesi kavaid-i arabiyye iktizasındandır.

2722

Bu âyette ise ع�خلوا) cem'i (ٱ ب) و ٲأ ع� ) cemine mukabil kılınmıştır. Binaenaleyh; her fırkanın ayrı ayrı kapılardan gireceğine delâlet eder, hikmet de bunu muktazîdir. Çünkü; her fırkanın günâhı ve dalâleti ayrıdır. Şu halde her fırkanın kendi günâhının cezası için tayin olunan tabaka-i nara dahil olması, o tabakanın kapısından girmesi emr-i tabiidir.

Ashabı cinayetin Cehennem'de makamları ayrı ayrı olduğuna dünya hapishaneleri de birer misal ve numunedir. Zira; her caninin o cinayet sahiplerinin bulunması için tahsis olunan koğuşta kalması âdettir ve adaletin iktizası da budur.

&&&&&

Vacib Tealâ ehl-i Cehennem'in Cehennem'e sevkolunmalarını beyandan sonra ehl-i Cennet'in sevkolunacaklarını beyan etmek üzere:

ى إذا جاءوه���ا ة زم���ر حت جن إلى ا رب ق ت ذين ل يق �وس��� ‌� ع� ٱ ع� �ہ ع ٱ ٱ خلوه��ا ف ت ط ڪ ا سل���م عل بها وقال له خزنت و ع�وفتح أ ٱ ع� ع� ع� ع� ہ� ع� ٲ ع� ع�

(٧٣خ�لدين )buyuruyor.[Fırka fırka sevkolunur Cennet'e şol kimseler ki onlar Rablarından korktular ve

günâhlardan kaçtılar, hatta onlar Cennet'e gelip Cennet'in kapıları açıldığında Cennet'in hazinedarları ehl-i 4926 Cennet'e «Selâmet sizin üzerinizedir, envai günâhlardan ve günâhların icabettiği fenalıklardan tahir oldunuz. Binaenaleyh; ebeden Cennette kalıcı olduğunuz halde girin Cennet'e» dediklerinde onlara orada vuku bulacak ikramın lisanla tabiri mümkün olamaz.]

Yani; mehârimden emr-i İlâhî ve nehy-i subhânî vechüzere içtinâb eden kimseler enva-ı lezzât-ı rûhaniyyenin feyezanı için hazırlanan Cennet'e fırka fırka olarak sevkolundular ve kemal-i sürür üzere Cennet'in kapısına geldiklerinde inayet-i İlâhiyeyle Cennetin kapılan açılır, herkes amellerine göre derecelerinin kapılarından girerler. Çünkü; herkesin ameline göre sevap verileceğinden elbette dereceler birbirinden farklıdır, Cennet'in hazinedarları ehl-i Cennet'e tazim

ve tekrim için merhaba makamında ( عليكم الاس م ) cümleleriyle taltif ederler, hal ve hatırlarını sual ile beraber bilcümle mekârihten selâmet üzere olup korktuklarından, kurtulduklarını, cemi maâsîden ve tabâyi-i behîmîyeden temizlendiklerini beyanla tebşir ederler ve bu tebşirâta şayandırlar. Çünkü; dar-ı imtihan olan dünyada şehevât-ı hayvaniyeden tecerrüt ve nüfus-ü habîseye arız olan me'lûfât-ı tabiiyyeden ittikâ edip nefislerini esirgedikleri için her tekâliften vareste ve her habâister. âzâde olarak muhalled oldukları halde Cennet'te kalacaklardır.

&&&&&

Vacib Tealâ ehl-i Cennet'in Cennet'e girdiklerini beyandan sonra kendilerinden sadır olacak kelimât-ı tayyibeyi beyan etmek üzere :

د ح ع�وقالوا ع� دهللهٱ دقنا و ذىص��� ع�ل ���وأمن ٱ ض نتب لله ���ا رثن ع�وأ ٱ ع ۥ ث نشا ةح �جن ‌Cہ ع� ع� ٱ

buyuruyor.[Ehl-i Cennet nail oldukları nimetlerin şükrünü edaya sürat eder ve derler ki «Her medh

ü sena ve şükür sol Allah-u Tealâ'ya mahsustur ki o Allah-u Tealâ âhirete müteallik

2723

itikadımızdan bizf her ne vaad ettiyse o vadini bize tasdik etti, taraf-ı ilâhîden 4927 göndefilen resullerin bize haber verdiği Cennet'in arzına bizi varis kıldı, biz Cennet'ten dilediğimiz yerde mekân ittihaz ederiz» demekle nimetin şükrünü edâ ve izhâr-ı şadümânî ederler.]

Yani; ehl-i Cennet Cennet'e girince vadinde sadık olan Allah-u Tealâ'ya hamd ü sena ederler. Çünkü; tekâlif içinden itikâdiyât, zikrullah ve nimete şükür âhirette bakidir. Binaenaleyh; ehl-i Cennet gördükleri nimetlere mukabil şükrederler.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyette ehl-i imanın Cennet'e varis olacakları beyan olunmuştur. Zira; Cennet evvelâ Hz. Âdem'e teslim olunup ba'dheû evlâdı girince keenne pederleri Hz. Adem'den irsen intikal etmiş gibi olduğu cihetle «Cenab-ı Hak bizi varis kıldı» diyeceklerdir. Yahut amelleri Cennet'in derecelerine nail olmalarını hâs ettiğinden irs denilmiştir. Yahut irs tarikıyla insana intikal eden mülkte münazaasız tasarruf ettiği gibi Cennet'te dahi münazaasız tasarruf edeceklerine binaen irs denilmiştir. Yahut ehl-i Cennet kâfirlerin Cennet'te olan makamlarına varis olduklarından ehl-i Cennet'in nail olacakları mekânın bazısına irs denilmiştir.

Ehl-i Cennet istedikleri mahalde konak ittihaz ederek istirahat ettiklerini beyan ederler, herkese verilen Cennet kâfi olduğundan âharın Cennet'ine ihtiyacı olmadığı cihetle hiç' birinin diğerinin mülkünde gözü olmaz. Binaenaleyh; ehl-i Cennet'te asla haset bulunmaz, hukemâ-yı İslâmın beyanlarına nazaran cismanî olan Cennet'te asla iştirak olmaz, ama rûhanî olan Cennet'te birine hasıl olan lezzet-i rûhanînin diğerine dahi hasıl olmasında bir mani yoktur.

ع�ملين ) ر م أ ع�فن ٱ ع) (٧٤ع� [Amel eden kimselerin ecirleri olan Cennet ne güzel oldu.]Yani; ehl-i Cennet Cennet'e girip enva-ı nimetlere nail olunca caraf-ı İlâhîden «Amel edenlerin

ecirleri ne güzel oldu» denilir. 4928&&&&&

Vacib Tealâ ehl-i Cennet'in hallerini beyandan sonra meleklerin hallerini beyan etmek üzere :

د رب حون بح ب ش يس�� ع ل ڪة حافين م ح مل�ٮ �وترى ع�‌ �د ع� ع� ع� ٱ ع ع� ع� ٱ ع�لمين ) د لله رب ح حق وقيل م ب ن ع�وقضى ب ٱ ع� ع� ٱ ع� ٱ ہ� (٧٥ع�buyuruyor.[Ehl-i nâr nârda ve ehl-i Cennet Cennet'te karar ettikten sonra Arş-ı Âlâ etrafında

melekler saf bağlamış ve halka olarak Rabbılarının hamdine teşbih eder oldukları halde sen görürsün ve Allah-u Tealâ tarafından beyinlerinde hakla hükmolunur ve bu hüküm üzerine «Alemlerin Rabbısı olan Allah-u Teââl'ya mahsustur hamd ü sena» denir.]

Yani; ehl-i Cennet Cennet'te telezzüzât-ı rûhaniye ve cismaniyeyle meşgul oldukları zamanda melekler de Arş-ı Âlâ'nın etrafında Cenab-ı Hakkı lâyık olmadık sıfatlardan tenzih ve medh ü sena ile iştigal ederler.

Bu âyette beyan olunan hamd ü senanın müminler veya melekler tarafından olduğunda ihtilâf varsa da âyet-i celile meleklerin evsafını beyan hakkında olduğuna nazaran bu hamdin dahi onların hamdi olması âyetin şevkine daha ziyade muvafıktır.

&&&&&

SÛRE - İ MÜMİN

2724

Mekke-i Mükerreme'de nazil olan sûrelerdendir, ancak iki âyeti Medine'de nazil olmuştur. Seksen beş âyeti camidir.

حيم لر حم�ن لر لله ���سم ٱب �7777777ٱٱع7777777" ع

) ١حم ( ل�عليم ل�عزيز لله من ل�كت�ب 7777777�ٱع7777777�تنزيل 7777777�ٱٱع ٱع )٢(

[Şu sûre her şeye galip kudret-i kâmile ve her şeyi bilir ilm-i tâm sahibi olan Allah-u Tealâ tarafından nazil olmuş bir kitab-ı celilüşşandır.]

;hâ (حم) Resûlullah'ın vahy-i İlâhîyi hamil olup ve himaye ettiğine işarettir. Mîm; mâsivaullahı kalbinden mahv ü izalesine işarettir. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Ey vahyin hamili ve hamisi ve kalp levhasından mâsivallâhi mahv u izale edici olan Resûlum ! İşte şu sûre-i celile; senin işini takviye ve şanını terfi için galib, kahir ve ilmi her şeye şamil olan Allah-u Tealâ tarafından sana inzal olunan kitapların âyetleridir.] demektir. Kitabın gayet muhkem, âyetlerinin gayet metîn ve ahkâmının gayet rasîn olduğuna işaret için esmâ-i hüsnânın en büyüğü olan lâfza-i celâl varid olmuştur. Çünkü lâfza-i celâl; manâsı itibariyle esmâullah'ın ve sıfât-ı İlâhîyenin cümlesini camî ve manâlarına şamildir. Allah-u Tealâ'nın herkese ve her şeye kaadir olduğuna işaret için galib, kaahir ve ulu manâsına olan aziz ism-i şerifi ve cümle malûmata ilmi şamil ve kullarının ahvaline tamamiyle muttali olduğuna işaret için mübaleğayla ilim manâsını ifade eden alîm ism-i şerifi varid olmuştur. İşte şu isimlerin cümlesi kitabın her şeye şamil ve ahkâmı her şeyi camî olup ibâdın seâdetini kâfil bir kitab-ı 4930 celîlülkadr olduğuna işarettir. Şu halde Kur'an'ın ahkâmı şek ve tahmin şaibesinden ârîdir, cemî mefâsit ve mazarratın ahkâmını lâyık olduğu veçhile cami olduğundan bu kitapla amel eden kimsenin enva-ı seadete nail olacağında şüphe yoktur.

Vacib Tealâ cümle malumata âlim ve bilûmum mevcudata galip olunca ibad hakkında mesalih ve mefasit cihetlerini bildiğinden ef'âl-i İlâhîye aynı hikmettir. Binaenaleyh; Kur'an'ın da aynı hikmet olduğuna işaret için taraf-ı İlâhî'den tenzil olunmuş bir kitap olduğu beyan olunmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ bu sûrenin kendi tarafından inzal olunduğunu beyandan sonra zat-ı ulûhiyetini kullarını sterğib, tehdit ve vaad ü vaîdini müş'ir olan sıfatlariyle tavsif etmek üzere :

ذى ل�عقاب شديد وب لت وقابل لذن�ب 7777777ٱع7777777�غافر �7777777ٱع ٱن ) ل�مصير إلي�ه � إل�هإالهو�� ال �7777777ٱع7777777�لطول��� ہع 7777777777777 د�‌ 7777777777777 ‌7777777 )٣ٱع

buyuruyor.[Allah-u Tealâ günâhları setredici, tevbeyi kabul ve âsilere şiddetli azabedici ve itaat

edenlere fazl u in'âm sahibidir. Çünkü; O'nun gayrı mabudun bilhak yok, ancak O vardır. Binaenaleyh herkesin mercii; ancak O'nun huzur-u manevisidir.]

Yani; Cenab-ı Hak insanın günâhlarını sağîre olsun kebîre olsun mağfiret edicidir, günâhını itiraf ederek dergâh-ı ulûhiyetine ihlâs üzere tevbeyle rücû' edenlerin tevbelerini kabul eder, tevbe etmeyip günâh üzere devam edenlere azabı şiddetlidir, asilerin isyanından, muvahhidlerin tevhidinden ğaniyy-i mutlaktır ve ituıl eden kullarına bol bol in'âm sahibidir.

Fahri Râzi ve Nisâbûrî'nin beyanları veçhile bu âyet; tevbe etmeksizin günâh-ı kebîrenin mağfiret olunması caiz olduğuna delâlet eder. Zira; zenb lâfzı mutlaktır ki kebire ve sağire günâhların cümlesine şâmildir. Mutlaka mağfiret edici olduğu zikrolunduktar; sonra tevbeyi kabul edeceği de ayrıca zikrolunması bu manâyı teyid eder. Çünkü; m a ğ f i r e t le muradın tevbe

2725

edilen günâhı 4931 mağfiret olmuş olsaydı âyette faydasız tekrar olmak lâzımgelirdi. Bu ise batıldır. Binaenaleyh; Fırak-ı dâlleden Mutezile'nin «Günahın mağfiret olunmasında tevbe şarttır, tevbesiz günâh mağfiret olunmaz» demeleri merduttur. Zira; tevbeye mukarin olmayan günâhın affı caiz olduğuna bu âyet ve bu âyetin emsali bir çok âyetler delâlet eder.

Tevbenin kabulü fazl u ihsan tarikıyla olup Allah-u Tealâ üzerine kabulü vacip olmadığına işaret için âyette tevbenin kabulü makam-ı medihte zikrolunmuştur. Eğer tevbenin kabulü vâcip olaydı'medihte bir manâ olmazdı. Zira; vacip olan bir şeyi eda etmek medhi icabetmez.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyet; rahmet-i İlâhiyenin azab üzerine tercihine delâlet eder. Zira âyette zikrolunan evsaf-ı İlâhiyeden üçü rahmete, yalnız biri azaba delâlet eder. Çünkü; âyette Vacib Tealâ'nın in'âm sahibi olduğu mutlak zikrolunduğundan in'amdan evvel zikrolunan ikaabı terke mahmuldür. Binaenaleyh; Allah-u Tealü'nın bazı günâhkârların günâhlarını tevbe etmeksizin affedeceğine delâlet eder. Allah-u Tealâ şu sıfatlarla muttasıf olduğunu vahid-i hakiki ve mabudun bilhak olmasıyla ,ispat etmiştir. «Allah-u Tealâ şu sıfatlarla muttasıftır. Zira; mabudun bilhaktır. Her kimse mabudun bilhak ola, elbette şu sıfatlarla müttasıf olur» demektir. Abdin her azasiyle canib-i hakka teveccüh etmesi lâzımdır. Zira; herkesin mercii O'nun huzur-ı mânevisidir.

Hulasa; Allah-u Tealâ nın günâhları mağfiret ve tevbeyi kabul edeceği, âsilere azabının şiddetli olduğu, istediği kuluna in'âm sahibi olup ibadete lâyık kendisinden başka kimsenin bulunmadığı ve cümlenin akıbet varacağı ancak O'nun huzur-u manevisi olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ Kur'an’ın, bilhassa bu sûrenin âyetlerinin taraf-ı İlâhisinden inzal olunduğunu beyandan sonra Kur'an'ın âyetlerinde mücadele edenlerin ahvalini beyan etmek üzere :

ٱ fد ى7 �ہ �Cہ gا د9 ہ� Oد ى7 hہ �ہ للهہiا كفروا ذين ل ٱإال

buyuruyor. 4932[Allah'ın âyetlerinde münazaa etmez, ancak şol kimseler münazaa ederler ki onlar kâfir

oldular.]Yani; Kur'an'ın hak olduğunda münazaa ve mücadele suretiyle itiraz etmez, ancak şol

kimseler itiraz ederler ki, onlar şehevât-ı nefsaniyelerine tebaiyetle hakkı örterek Kur'an'a «Sihir ve yalandır» demekle itiraz ettiler.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile mücadele; iki kimse ar asinde vuku bulan kavga ve çekişmedir. Bu âyette m ü c a d e l e yle murad; batılı terviç ve hakkı ibtal için vuku bulan mücadeledir. Çünkü mücadele; ikidir : B i r i n c i s i ; Kur'an'ın müşkilâtını halletmek mühmelâtını keşf ü izah, mücmelâtını tafsil eylemek ve hak yollarını aramak ve hakkaniyeti istinbâtla ehl-i batılın itirazlarını red ve defetmek suretiyle vuku bulan mücadeledir, bu misilli mücadele de aynı ibadettir. İ k i n c i s i ; Kur'an'ı inkâr suretiyle sihirdir, şiirdir veya kâhin sözüdür diye vuku bulan mücadeledir. Bu nevi mücadele aynı küfür olduğu cihetle batıldır ve küfrolduğuna bu âyet delâlet eder. Çünkü; Cenab-ı Hak mücadele edenlerin küfürlerini tasrih buyurmuştur. Âyette mücâdeleyle murad da İ k i n c i s i

dir. Kur'an'da batıl üzere mücadelenin küfür olduğunu Resûlullah ( ال ءالمرا رقفى نأ kavl-i şerifiyle beyan buyurmuştur ki (كفر «Kur'an'da acılık ve kavga etmek küfürdür» demek olur. Resûlullah'ın «Sizden evvel helâk olan ümmetler kendi kitaplarında mücadele sebebiyle helâk oldular» buyurduğu da mervidir.

Kur'an'ın âyetlerinin bazısı bazısını tasdik eder. Şu halde bazısını bazı diğeri ile tekzib caiz olamaz. Binaenaleyh ümmet-i Muhammed için vazife; Kitabullah'dan bildiğini söylemek ve bilmediğini bilenlere tefviz etmek ve Kur'an'da bilmeyerek haksız yere mücadele etmemektir. Çünkü; Kur'an'ı inkâr tarikıyla Kur'an'da mücadelenin küfür olduğuna bu âyet delâlet eder.

&&&&&

2726

Vacib Tealâ Kur'an'da bigayrı hakkın mücadele edenlerin küfürlerini beyandan sonra onların dünyaca ellerinde bulunan dünya müzahrafâtının ehemmiyeti olmadığını beyan etmek üzere : 4933

) ل�بل�د فى ب���م يغ�رركتقل �7777777ٱع7777777�فال 7777777�ع �7777777ہ 17777777ع )٤ع buyuruyor.[Onların beldeleri dolaşıp bir beldeden diğer beldeye gidip gelmeleri seni mağrur

kılmasın.]

Yani; Kur'an'da haksız olarak mücadele edenlerin küfürleri beyan olununca müşriklerin yaz aylarında Şam cihetlerine, kış aylarında Yemen cihetlerine gidip gelmekle ticaretleri ve ellerinde bulunan malları ve bedenlerinin sıhhati ile seyr ü seferleri ve geşt ü güzar etmeleri ya Ekrem-er Rusûl ! Seni mağrur etmesin. Zira; bizim onlara müsaademiz onlar haklarında nimet değildir, belki aynı azabtır. Çünkü; biz onlardan elbette intikamımızı alacağız.

Bu âyet-i celile; Kureyş'in hallerini beyan ve küfürlerini tasrih üzere müteferridir. Çünkü; Kureyşîler Şam ve Yemen cihetlerinde beldeleri dolaşırlar, çok ticaret ederler ve maişetlerini aramak hususunda her yeri gezerlerdi. Ancak Allah-u Tealâ'nın onlara mühlet vermesi onları sevdiğinden değildir. Çünkü onların her birinden sual edilecek ve elbette muahaze olunacaklardır. Şu halde onların ellerinde görülen servet ü samanları nazar-ı şer'de muteber değildir. [Bu âyetin tercemesi esnasında garîb bir eser-i tesadüf olarak Fransa'dan Konya'ya ilk defa bir teyyâre gelmiştir. Çünkü; bu âyet ehl-i küfrün beldelerde seyr ü sefer ettiklerinden bahsediyordu. Tam bu sırada gökte uçan bir Fransız teyyâresi ve içinde iki zabit Konya'ya geldiler. Biz de «Bizim olsaydı» diye temenniyâtta bulunmuştuk.]

Hulâsa; ehl-i isyanın ve fasıkların dünyaca gerek mallarına, gerek sair hususatta derece ve itibarlarına ehemmiyet vermemek umur-u lazimeden olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ müşriklerin dünyaca ahvaline itibar olmayıp elbette intikamını alacağını beyandan sonra onlardan intikam alınacağını emsaliyle beyan etmek üzere :

‌ع� jد Oد kع Sہ lن iد ہ� �mہ Iع nہ� ہٱل "� د b'ہ ہ� bع pہ ع� qہ rہ sع pہ fع Sہ t$ہ uہ buyuruyor. 4934[Kureyş kavminden evvel Hz. Nûh'un kavmi kendilerini irşad için gönderilen Nûh (A.S.)

ı tekzibettiler ve Nûh kavminden sonra ümmetler dahi nebilerini tekzib ettiler.]

Yani; ey Nebiyy-i Muazzam ! Kureyş kavminin seni tekzib etmelerine mahzun olma. Zira; senin kavminden evvel geçmiş olan kavm-i Nûh ve onlardan sonra gelen ümmetler ve cemaatler resullerini tekzib ettiler. Binanealeyh; onları irşad için gönderilen resullerini onların tekzibleri üzerine o resuller nasıl sabredip, metanet gösterdilerse sen de kavmin plan Kureyş'in ezalarına sabret mahzun olma. Çünkü; resullerini tekzib eden ümmetlerden ahz-ı intikam ettiğimiz gibi senin kavminden dahi intikamımızı alacağız. Binaenaleyh; sabret mahzun olma, akibet senindir ve selâmettir.

&&&&&

Vacib Tealâ şu âyette beyan olunan icmali tafsil etmek üzere :

ہ! ‌ tہ vہ �ا ع wہ د? ع� qد د? bUہ ہ@ Sد xد ب i$ ہ ہ�� Q$ہ uہ fع y$ہ jہ ہ ل�حق به ليدحضوا بل�ب�طل �7777777ٱع7777777�وج�دلوا 7777777�ع ٱع

) عقاب كان مفكي�ف خ���ذت��� ع�ع�7777777ف���أ��� 7777777777777 ‌�7777777 H7777777ہ )٥ع 2727

buyuruyor.[Her ümmet resullerini tutmak, esir ve belki katletmek için sû-u kastettiler, onlar batılla

hakkı ibtal etmek için mücadele ve batdla hakkı ortadan kaldırmak için bir çok tertiplere müracaat eylediler, hakkı ibtal için deliller irâdettiler. Binaenaleyh; onlardan intikam'almak için Ben Azîmüşşan onları tuttum. Onlara azabın keyfiyeti nasıl oldu?.] 4935

Yani; ey Habibim ! Kavm-i Kureyş'in sana karşı yaptıkları mücadele ve fena haller Kureyş'e mahsus değildir, belki her ümmetin Resûllerine karşı yapmış oldukları hâlât cümlesindehdir, Resûllerine karşı itirazla vakit geçirip iman etmeyen ümmetler hep helâk olmuşlardır. Binaenaleyh; onlara bir çok zaman müsaade ettikten sonra Ben Azîmüşşan onları ahzettim ve azabın keyfiyeti her birerlerine nasıl zuhur etti? Onların harabelerini görüyor ve biliyorsunuz. Biz onları Resûllerine itiraz etmeleri sebebiyle nasıl ihlâk ettikse bunları da ihlâk ederiz.

Bu âyette kelimesi (كيف) azabın şiddetinden teaccüb manâsını iş'âr eder. Çünkü; «Onları kuvvet ve şevketleriyle beraber azab nasıl ihlâk ettiyse Kureyş kavmi de küfre devam ve ısrar ederlerse bu dehşetli azab onları da ihlâk edecek» demektir. Şu halde âyet-i celilenin şevkinden maksad-ı aslî; Kureyş'i tehditle iman ve insafa davet etmektir.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin dünyada helâklerini beyandan sonra âhirette nazil olacak azabla muazzeb olacaklarını beyan etmek üzere :

كفروا ذين ل على ك رب كلمت حقت ���ذ���لك ٱو���ك ع�7777777 ٲ ) ار لن أصح�ب م ��� ٱأن �7777777ع7777777: 7777777�ع )٦ہ

buyuruyor.[Bu dünyada helâk oldukları gibi Rabbın Tealâ'nın azaba dair kelimesi şol kimseler

üzerine vacip oldu ki onlar kâfir oldular. Rabbın Tealâ'nın kâfirler üzerine vacip olan kelimesi; onların ashab-ı nârdan olmalarını ve ashâb-ı nârdan olduklarını beyan eden kelimedir.] ki o kelimeyle onların Cehenrıem'e mülâzim ve musahib olacakları beyan olunmuş ve hükm-ü İlâhî lâhik olmuştur. İşte ümem-i salifenin kâfirleri' üzerine nasıl hükmoldu ise senin ümmetinden de kâfirler üzerine öylece hüküm lâhik olmuştur. Binaenaleyh; küfrüzere devam edenler dünyada kahr-ı İlâhî ile helâk oldukları gibi âhirette dahi Cehennem'den ayrılmayacaklardır.4936

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile Resûlullah'ın kavminin sû-u kastlarına nail olamıyacaklarına Cenab-ı Hakkın Resûlune nusret ve düşmanlarına azab edeceğini işaret için Rab kelimesi Resûlüllah'dan kinaye olan kafa muzaaf kılınmıştır. Çünkü Resûlune nusret; terbiye-i İlâhiyenin âsârı cümlesindendir.

Vacib Tealâ'nın onların ashab-ı nârdan olmasına kelimesi vacip olup irade-i İlâhiyenin tealluk etmesinden kâfirlerin küfrüzere mecbur olmaları lâzım gelmediğine işaret için kelimenin hak olması küfrüzere talik olunmuştur. Yani kelimenin vücubu; onların küfründen neş'et etmiştir, yoksa onların küfrü kelimenin vücubundan neş'et etmemiştir ki mecbur olsunlar.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin müminlere adavetlerinin şiddetini beyandan sonra kâfirlerin adavetlerine mukabil meleklerin muhabbet ve istiğfarlarını beyanla müminleri ibadete terğib etmek üzere :

2728

نحوله وم ل�عرش يحملون ذين �7777777ع7777777ل �7777777ع 7777777�ع 7777777"ٱع حون  ٱع يسب ۥ ويستغ�فرون ه ب مويؤمنون ��� رب ���ح���مد �7777777ع17777777ب 7777777ۦLع �7777777ع 7777777�ع 7777777�د ع ءامنوا ذين لل

buyuruyor.[Arş-ı Âlâyı götüren ve tavaf ederek Arşın etrafında bulunan melekler Rab'larının

nimetlerine hamd ü sena ve şükürle beraber Rab'larını cemî nekâisten tenzih ve vahdaniyetine iman ederler ve şol kimseler için Rab'larından mağfiret isterler ki onlar Allah-u Tealâ'ya iman ettiler.]

Yani; meleklerin en yüksek tabakasında bulunan, Arş-ı Âlâyı hamil ve arş etrafında olan meleklerin cümlesi Rab'larının sıfât-ı kemâliyeyle muttasıf ve cemi nekâisten münezzeh olduğunu beyanla hamd ü sena ve teşbih eder ve Rab'larına imanla beraber müminlere istiğfar ederler.

Fahri Râzi ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile Arş-ı Âlâyı hamil olan ve etrafında bulunan melekler; melâike-i sairenin efdalidir. Zira; ecsam içinde Arş-ı Âlâ eşref olduğu gibi ervah içinde Arş-ı Âlâya müteallik olanların da efdal olması icabeder. Arş-ı Âlâ'nın etrafında yüz binlerce arşı tavaf eder sâdât-ı melâikenin mevcut olduğuna dair rivayetleri bu âyet te'yîd ve meleklerin vazifesi; Cenab-ı Hakkı medh ü sena, tenzih ve takdis olduğuna bu âyet açıktan delâlet eder.

Teşbih ve tahmid meleklerin imanlarına delâlet ettiği halde imanın şerefine işaret için meleklerin Cenab-ı Hakka teşbih ve tahmidlerini beyandan sonra imanları ayrıca beyan olunmuştur. Zira teşbihin zımnında malûm olan imanı sarahaten beyan etmek; imanın şerefine işaret olduğu gibi imana da terğib olur.

M e l e k l e r i n m ü m i n l e r e i s t i ğ f a r ı yla murad; Ehl-i imana şefeatları, tevbeye teşvik ve mağfirete vesile olan â'mâl-i salihayı ilham etmeleridir. Yahut m e l e k l e r i n b u i s t i ğ f a r l a r ı ; Cenab-ı Hakkın Hz. Adem'i halkedeceğinde meleklerin «beni adem yer yüzünü ifsad eder, yekdiğerinin kanını döker» diyerek insana ta'netmelerine mukabil o ta'nlarından vaki olan kusurlarını itiraf etmektir. Şu halde bir kimse âhar bir kimsenin sevmiyeceği bir şeyle ta'nederse o ta'nı mukabilinde ta'nettiği kimse için istiğfar etmesi lâzım olduğuna bu âyet delâlet eder.

Bu âyet; imanın şefkat ve nasihat icabettiğine dahi delâlet eder. Çünkü; melâike insana muhalif bir nevi mahlûk olduğu halde ehl-i imana istiğfar etmeleri imanın icabettiği şefkat ve nasihat neticesidir. Şu halde insanların kendi nevilerine muhalif olan ehl-i imanın yekdiğerine nasihat ve şefaatleri lâzım olunca.nev'-i' vahitten olan ehl-i imanın yekdiğerine nasihat ve şefaatları lâzım olacağı evleviyetle sabittir. Zira; müminler arasında imandan daha kuvvetli bir münasebet ve rabıta olamaz. Binaenaleyh; iman sebebiyle müminler yekdiğerlerinin kardeşi olmuştur.

Hulasa; Arş-ı Âlâ'yı hamil olan ve etrafında bulunan meleklerin Cenab-ı Hakkı tenzih ettikleri ve nail oldukları nimet mukabilinde Rab'larını hamd ü sena ettikleri, nimete şükür, Allah'a iman, müminlere istiğfar ile meşgul oldukları ve ibadetin rûhu; 4938 Allah-u Tealâ'ya ta'zim ve mahlukata şefkat olduğundan melekler bu noktaya riayet edip evvelen Cenab-ı Hakka ta'zîm ederek takdis ve saniyen mahlukata şefkat ederek ehl-i imana istiğfar ettikleri ve müminlerin bu üsluba riayetleri lâzım olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ Arş'ın etrafında bulunan meleklerin müminlere istiğfarlarını beyandan sonra istiğfarlarının keyfiyetini alâ tarîkil hikâye beyan etmek üzere :

حمة��� �ر شىء�� ڪل اوسع�ت ن د�7777777777777 رب "7777777 �Cع 7777777777777 7777777ىد �7777777ع ع سبيلك بعوا ت و تابوا ذين لل فغفر ا ٱو���ع���لم��� ع�7777777 17777777 ��ٱع 7777777777777 7777777?د ع

) ل�جحيم عذاب 7777777�ٱع7777777�وقهم )٧ع 2729

buyuruyor.[«Ey in'âm ü ihsanı ve ilmi her şeyi ihata eden bizim Rabbımız ! Kusuruna tevbe edip

senin tarikına ittibâ eden kimseleri mağfiret buyur ve azab-ı Cehennem'den sen onları vikaye et» demekle melekler müminlere duâ ve istiğfar ederler.]

Yani; melâike-i kiram müminlere istiğfar için münacaatlarında «Ey bizi terbiye-i hakikiyye ile terbiye edici ve in'âm ü ihsanı bol olan ve cemi eşyanın her zerresini ilmi ihata eden Rabbimiz ! Sana tazarrû ve niyaz ederek deriz ki cümle günâhlarına tevbe ve senin beyan ettiğin tarika ittibâ ile dergah-ı ulûhiyetine rücû eden bilcümle kulların kusurlarını afv ve mağfiret buyur ve onları ashab-ı Cehennem için hazırlanmış olan nâr-ı cahîmden vikaye et» demekle niyazda bulunurlar.

Fahri Râzi, Ebussuud Efendi ve Kazî'nin beyanları veçhile meleklerin duâdan maksatları; rahmet olduğuna işaret için rahmet, ilim üzerine takdim olunmuştur. Mağfiretle duâ rahmetin vüs'ati üzerine terettüp ettiğine işaret için mağfiretle duâ tertibe delâlet eden fâ lâfziyle varid olmuştur. Duânın evvelinde Vacib Tealâ'yı medh ü sena duânın kabulüne sebep olduğuna işaret için melekler mağfiretle duâdan evvel Cenab-ı Hakkı rübûbiyet sıfatıyla, rahmetinin ve ilminin bol olmasiyle senadan sonra duâya başladılar.

4939 Enbiya-yı izâm ekser evkâtte duâlarının evvelinde esmâ-i hüsnâ içinden Rab ism-i şerifini intihap ettikleri gibi melâikenin de Rablarına tazarru zamanında Rab ism-i şerifini intihab ettiklerine bu âyet delâlet eder. Bu âyette meleklerin müminlere iki vecihle duâları beyan olunmuştur: B i r i n c i s i ; mağfiretle; İ k i n c i s i ; azab-ı Cehennem'den muhafaza iledir. Mağfiret Cehennem'den muhafaza üzerine mukaddem olduğuna işaret için mağfiretle duâyı takdim etmişlerdir. Zira; mağfiret olmazsa Cehennem'den muhafaza olmaz.

&&&&&

Vacib Tealâ meleklerin ehl-i imanın Cehennem'den kurtulmalarına duâ ettiklerini beyandan sonra Cennet'e duhullerine dahi duâ edeceklerini beyan etmek üzere :

ومن هم وعدت تى ل عدن �ت جن اوأدخل�هم ن ع7777777�رب �7777777ٱ 7777777�ع 7777777�ع �7777777ع ع أنت ك إن �تهم ي وذر موأزوجهم ه ءاباٮ من 7777777777777‌ع�صلح �7777777 7777777,ٲع 7777777�ع �7777777ع ع

) ل�حكيم 7777777�ٱع7777777�ل�عزيز )٨ٱعbuyuruyor.[«Ey bizim Rabbimiz ! Ehl-i imanı adin denilen Cennet'lere idhal et ki sen o Cennet'i

onlara vaadetmiştin, onların babalarından, zevcelerinden salih olan kimseleri dahi Cennet'ine idhâl et. Zira sen; ancak aziz ve hakimsin.».]

Yani; melekler Cenab-ı Hakka münacaatlarında yalnız müminlerin mağfiret olunmasına ve Cehennem'den kurtulmalarına duâ ile iktifa etmezler, belki Cennet'e dahil olmalarıyla duâyı da ilâve ederler ve derler ki «Ey bizim Rabbimiz ! Sen ehl-i imanı onlara vaadetmiş olduğun Cennet'i adine idhâl et, sürür ve rahatları kemaliyle husul bulmak için babalarından, haremlerinden ve evlâd ü ensallerinden salahla muttasıf olanları dahi Cennet'ine idhal et» demekle tazarru' ve niyazda bulunurlar. Çünkü; insanın razı olduğu tarz-ı maişette usulü cihetinden ana ve babasının, füruu cihetinden evlâdının ve zevcesinin yanında bulunmasını ve 4940 beraberce vakit geçirmesini arzu eder. Zira; bunlarla beraber bulunursa rahatı tamam olur, amma bunlar bulunmazsa her ne kadar raha: olsa da gönlünde keder eksik olmaz. Binaenaleyh; melekler müminlere duâlarında bu ciheti dahi dercediyorlar ki duâ mükemme. olsun. Yani «Ya Rabbi ! Müminleri sen her cihetle mesrur et. Zir. sen her şeye galibsin, her işin hikmet üzere mübtenidir» demişle, ve matlublarının hikmete muvafık olarak hasıl olacağını ümit tiklerine binaen melekler Vacib Tealâ'nın aziz ve hakim olduğu:., beyan etmişlerdir. Zira; Vacib Tealâ herkese galib olmayıp da mağlûb olsa istenilen şeyi vermeye kadir olamıyacağından matlub hasil olmaz, kezalik hakim olmasa hasıl olan şey hikmete rauv, olmaz. Binaenaleyh; izzet ve hikmet sıfatlarıyla muttasıf olduğunu beyan etmişlerdir ki «Hikmete muvafık olarak matlubun husulüne ümit var» demektir.

2730

&&&&&

Vacib Tealâ meleklerin duâlarının bakiyyesini beyan eti: üzere :

ذ��� يومٮ ات � ي لس تق ومن ات��� � ي لس دH�7777777777777وقهم 7777777 د�ٱع 7777777777777 ٱ‌ ) ل�عظيم ل�فوز هو درحمتهوذلك ق 7777777ٱع7777777�ف 7777777�ع 7777777ٲٱع 7777777ۥ�‌ �7777777ع )٩ع

buyuruyor.[«Ya Rabbi ! Sen müminleri günâhlardan sakla ve sol kimsler ki sen onları günâhlardan

yevm-i kıyamette sakladın. Muhakkak o kimselere rahmet ettin. İşte şu senin rahmetin o kimse irin büyük kurtulmaktır.»]

Yani; müminlerin hakkında vaki olan münacaatlarında melekler mağfiret ve Cennet'e idhal ile iktifa etmeyip münacaatk na müminleri günâhlardan hıfzetmesini dahi ilâve ederek deki «Ya Rabbi ! Sen müminleri günâhlardan hıfzet ki onlar günâhların ukubetini görmesinler ve bir kimseyi ki yevm-i kıyam günâhın cezasından sen hıfzettin, muhakkak ona merhamet buyurdun. İşte şu in'âm ü ihsanın sebebiyle cezadan kurtulmak bu halâs ve necattır».

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile s e y y i â t la murad; 4941 itikad-ı batıl ve amel-i fasittir. Çünkü; dünyada batıl ve fasit amellerden mahfuz olunca âhirette o misilli amellerin cezasından da mahfuz olur ve amâl-i fasideden muhafaza Cenab-ı Hakkın lutf u ihsanıdır. Günahtan ve günâhın cezasından kurtulmak abdiçin en büyük felah olduğu gibi o rahmet-i İlâhîyenin künhünü idrakten

ukul-ü beşer hariç olduğuna işaret için bu'd-ü merâtibe mevzu olan لك) ٲذ ) lâfzı varid olmuştur.

Bu âyet; insanın her emelini camidir. Çünkü; insanın bütün emeli; ikiye münhasırdır: B i r i n c i s i ; azabtan halâs, İ k i n c i s i ; nimet-i İlâhiyye nail olmaktır. Ayet ise her iki ciheti camidir.

&&&&&

Vacib Tealâ Arş-ı Âlâyı hamil olan ve etrafında bulunan meleklerin müminler için vaki olan duâlarını beyandan sonra kâfirlerin rüsvalığını ve Cehennem'de olacak hallerini beyan etmek üzere :

من أكبر لله لمقت ينادون كفروا ذين ل 7777777.ٱع7777777 إن 7777777ع ٱع يم�ن ال إلى ذتدعون إ أنفسڪم ٱم������قتكم �7777777ع7777777 H7777777ع 7777777�ع 7777777�ع 7777777.ع ع

) ���كفرون ف���ت )١٠ع7777777

buyuruyor.[Şol kimseler ki onlar Allah-u Tealâ'ya küfrettiler. Yevm-i kıyamette onlara çağırılır

denir ki «Allah-u Tealâ'nın size gazabı sizin nefsinize gazabından daha büyüktür. Zira; siz dünyada resuller vasıtasiyle imana davet olunduğunuzda iman bedelinde küfrediyordunuz. İşte o küfrün cezası; şimdi içinde bulunduğunuz azabtır.».]

Yani; dünyada Allah'ın gayrı putları mabud ittihaz eden kâfirler Cehennem'e girdiklerinde Cehennem'in hazinedarları tarafından onlara nida olunur ve denir ki «Ey kâfirler ! Siz her ne kadar Cehennem'e girmekle kendi nefsinize buğz u adavet ediyorsanız da Allah'ın size buğz u adaveti, sizi tahkir ve terzili sizin nefsinizi tahkir ve terziliniz ve buğz-u adavetinizden ziyade ve daha 4942 büyüktür. Zira; dünyada sizi doğru yola sevketmek ve tarik-ı hakkı göstermek için Allah'ın 'gönderdiği resuller tarafından imana davet olunduğunuzda davete icabet etmeyerek kâfir oldunuz.

2731

İşte şimdi o küfrünüzün cezasını çekiyorsunuz.» demekle Cehennem'in hazinedarları onları tekdir ederler.

M a k t ; buğzun şiddetli olanına denir. Cenab-ı Hakkın maktı; gazabıdır. Kâfirler dünyada nefsi emmârelerinin arzusuna tebâiyyet ederek imanı kabul etmeyip küfrü irtikab ettiklerinden âhirette Cehennem'e girince girmelerine sebep nefisleri olduğundan kendi nefislerini levme başladıklarında Cehennem'in hademesi tarafından onlara nida olunur, denir ki «Siz her ne kadar Cehennem'de nefsinize gazab ediyorsanız da Allah'ın dünyada ve âhirette gazabı sizin gazabınızdan daha ziyadedir». Cehennem'e müekkel zebaniler böyle demekle onları tekdir ederler. İnsanların nefs-i emmârelerinin arzusuna ittibâ ederek bir takım günâhları işledikten sonra o günâhın cezasını görmeye başladığında nefsini levmetmesi bu dünyada dahi âdettir, hatta insanlarda cibillî bir haslet gibidir.

&&&&&

Vacib Tealâ azab-ı Cehennem'i görünce kâfirlerin nefislerini levmedeceklerini beyandan sonra Cehennem'de söyleyecekleri sözlerini ve vuku bulacak temennilerini beyan etmek üzere:

اث��نتي�ن وأحيي�تن ن ث��نتي� ا ن أمت نا رب 07777777ع�7777777قالوا �7777777ٱع 7777777"ع �7777777ع 07777777ع ٱع من إلىخروج��� فهل بذنوبنا ���ر���ف�نا د�7777777777777)ف���عت �7777777 7777777=ع �7777777ع ٱع

) ���يل س���ب للللللللللللل )١١لbuyuruyor.[Kâfirler Cehennem'de derler ki «Ya Rabbi ! Bizi iki kerre öldürdün, iki kerre dirilttin.

Biz de günâhlarımızı ikrar ettik. Binaenaleyh; bizim Cehennem'den çıkmamıza yol var mıdır?»] İşte kâfirler böyle demekle Cehennem'den çıkmaya çare ararlar.

Yani; müşrikler Cehennem azabını görünce «Ey bizim Rabbimiz ! Sen bizi bir kerre babalarımızın sulbünde ve bir kerre de 4943 dünyaya çıkıp müddet-i hayatımızı geçirip ecel-i mev'udümüz geldiğinde öldürdün ve bir kerre dünyada, öldükten sonra da âhirette haşr ü neşriçin dirilttin. İkinci ihyâ üzerine bizim dünyada cehlimiz ve gafletimiz sebebiyle işlediğimiz günâhlarımızı ikrar ettik. Çünkü; re'yel'ayn müşahade ettik asla inkâra mecalimiz kalmadı. Zira; işlediğimizi işledik, olan oldu. Şu halde acaba bizim Cehennem'den halâsımıza bir çare ve yol var mıdır?» derler ki Cehennem azabını görüp, ebedi orada kalacaklarını bilince Cehennem'den çıkmaya çare ararlar. İnsan kusurunun cezasını görünce ondan kurtulmanın çaresini araması bu dünyada dahi âdettir.

&&&&&

Vâcip Tealâ Cehennem'den çıkmaya asla çare olmadığını beyanla kendilerine verilecek cevabı beyan etmek üzere :

ه بأن لكم ٱ  ٲذ gہ Kد ہ� �Hہ �zد للهۥ و���حده  ع7777777" وإن ���ف���رتم 7777777777777‌ع�ڪ �7777777 ۥع �فل�حكم � تؤمنوا� به ���شرك 7777777�ع7777777 ي ا�ٱع 7777777777777 ‌L7777777 7777777ۦ ع 7777777+ع للهع ل�على ٱع7777777�

ل�كبير ( )١٢ٱع7777777�buyuruyor.[Şu sizin içinde bulunduğunuz azabın sebebi; yalnız olduğu halde Allah-u Tealâ'ya

imana davet olunduğunuzda küfretmenizdir, Allah-u Tealâ'ya şirkolunduğunda şirki itikat ve tasdik etmenizdir. Hal böyle olunca sizin muazzeb olmanızla hüküm; cümle mevcudattan âlî ve büyük olan Allah'a mahsustur.]

2732

Yani; ey kâfirler sizin için Cehennem'den çıkmaya çare yoktur. Zira sizin şu azabınızın sebebi; Allah-u Tealâ'ya şerik ve nazîrden münezzeh olduğu halde ibadet etmeyip iman etmeye davet olunduğunuzda vahdaniyet-i İlâhiyeyi inkâr edecek küfür ve Allah-u Tealâ'ya şirk olunduğunda o şirke inanıp tasdik etmenizdir. Halbuki bunların cümlesinde hüküm; büyük ve her şeyden âlî olan Allah'a mahsustur. Binaenaleyh; Allah'ın hükmü tağyir kabul etmez.

Vacib Tealâ'nın zatı cümle müminlerin imanlarından ve 4944 kâfirlerin küfürlerinden ganî ve hatıra hutur eden şeylerin cümlesinden berî ve büyüktür. Binaenaleyh; Vacib Tealâ'nın şanı âlidir. Çünkü; hükmünü kimse red edemez, Allah-u Tealâ'nın fevkinde bir büyük yoktur. Çünkü; kullarına vermiş olduğu cezayı kimse men edemez.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile kâfirlerin Cehennem'den çıkmaya çare aramalarına

cevap (ال) veya (نعم) yani hayır veya evet ile varid olmadı, belki onların amelleri ile cevap varid oldu ki ikinci merrede bir daha diyecekleri kalmasın. Yani «siz Cehennem'den çıkamazsınız. Zira; ameliniz çıkmanıza manidir. Çünkü ameliniz; tevhide davet olunduğunuzda şirketmek, şirke davet olunduğunuzda süratle kabul etmek ve şirki tasdik etmektir. Bu ise sizin Cehennem'den çıkmanıza manidir ve Allah-u Tealâ böyle hükmetmiştir. Allah-u Tealâ'nın hükmü ise kafidir, istinaf ve temyizi yoktur» demektir.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin azabı kendi küfürlerinden neş'et ettiğini ve hükmün zat-ı ulûhiyetine münhasır olduğunu beyandan sonra kemal-i kudret ve vahdaniyetini beyan etmek üzere :

ماء لس من لكم ل وينز ءاي�ته يريكم ذى ل ٱهو ۦ ع7777777� ٱ ) ينيب من إال ر يتذڪ وما 7777777‌ارزق���ا p� 7777777777777 7777777,د )١٣عbuyuruyor.[Allah-u Tealâ şol zat-ı eceli ü âlâdır ki size kudretine ve vahdaniyetine delâlet eden

âyetlerini gösterir, sizin için semadan rızık indirir ve bu âyetleri tezekkür etmez, ancak Allah-u Tealâ'ya teveccüh-ü tamla teveccüh edenler tezekkür eder.]

Yani; her şeyde hüküm kendine münhasır olan Allah-u Tealâ şol zat-ı ecell-ü âlâdır ki vahdaniyet-i İlâhîyesine delâlet eden aklî ve nakli delillerini size gösterir ki o delillere bakarak terbiye-i rûhiyyeniz olan itikadınızı itmam ve sizin için semadan çok rızık 4945 inzal eder ki o rızkı yemek ve intifa etmek suretiyle terbiye-i bedeniyyenizi ikmal edesiniz ve şu âyetleri düşünmez, ancak hulus-u kalple Allah-u Tealâ'nın huzur-u manevisine teveccüh edenler düşünürler. Çünkü; delâile nazar etmeyenler ve taklitle iktifa ederek şirkle me'lûf olanlar şirke münafî olan vahdaniyetin delillerini düşünmezler.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyet-i celile; insan için ehemm-i mühimmat olan edyana ve ebdâna müteallik olan mesalihi camidir. Çünkü; Vacib Tealâ vahdaniyetine delâlet eden delilleri göstermekle edyana müteallik mesaliha riayet buyurduğu gibi semadan rızıkları inzaliyle ebdâna müteallik mesaliha dahi riayet etmiştir. Zira delilleri izhar; hayat-ı edyanı, semadan rızıkları inzal ise hayat-ı ebdânı muhafaza içindir. Bu âyet ise her iki ciheti camidir ve bu iki cihete riayeti düşünebilmek tamamiyle Cenab-ı Hakka teveccüh eden kimselere nasib olur. Zira; Allah'a teveccüh etmeyen kimselerin Allah'ın gayrıya ibadetleri bu gibi tecelliyâta manidir. Binaenaleyh; matluba vuslattan mahrum olurlar.

&&&&&

Vacib Tealâ insanlara nimeti etemm-i cihât üzere feyezan ettiğini beyandan sonra insan için matlub olan Allah'ın gayrıdan i'râz ve bilkülliye Allah'a ikbal ve teveccühü tâm olduğunu beyan etmek üzere :

2733

ٱ ا� bKہ ع� للهہ9ٱ كره ولو لدين له ع7777777م���خلصين 7777777(ٱ ع ل�ك�فرون ( )١٤ٱع7777777� buyuruyor.[Lûtf-u İlâhî sizin üzerinize tamamiyle feyezan edince Allah'ın dinini lâyıkıyla yerine

getirici olduğunuz halde Allah-u Tealâ'ya duâ ve ibadetini edâ edin velevse sizin ihlâs üzere ibadetinizi kâfirler sevmesinler, siz ibadetten geri kalmayın.]

Yani; ey müminler ! Sizin rûhlarınızın terbiyesini ikmâl için delillerini size izhar ve sizin hayatınıza hadim olan rızıkların sebeb-i aslîsi olan yağmurları semadan yağdırmakla rızıkları 4946 halkedip bedenlerinizin istirahatını temin edince şu nimetlerin şükrünü lâyıkıyla edâ etmek üzere Allah'a din-i ihlâs üzere edâ edici olduğunuz halde duâ, tazarrû, niyaz ve ihlâs üzere ibadet edin velevse sizin bu ihlâsınızı kâfirler kerih görsünler. Zira; sizin şirkten i'raz ederek vahdaniyeti kabulünüzü şirkle hıe'lûf olan kâfirler istemezler, lâkin siz kâfirlerin sevip sevmediklerine bakmayın, hemen Allah-u Tealâ'ya ibadete devam edin ki dininizin vazifesini edâ etmiş olasınız.

&&&&&

Vacib Tealâ sıfât-ı. celile-i İlâhiyesinden bazılarım beyandan sonra bazı aharı beyan etmek üzere :

د!ۦ د� ہsا Kد lع iد Cہ اا ہ| �ہ liہ gى rہ Kہ د!ۦ د@ iع ہ�� lع iد ہ" ہ$@ ٱ? g}د rع �ہ د+ ع@ kہ ع? ٱ Hہ fد ى7 Dہ ہ� O$ہ ٱ? Tہ w9د ہ�buyuruyor.[Allah-u Tealâ kullarının derecelerini yükseltici Arş-ı A'lânın sahibidir. Kendi emrinden,

kullarından dilediğinin üzerine vahyini inzal eder.]

Yani; Allah-u Tealâ dünyada ve âhirette kullarının sa'ylerine ve istidatlarına göre derecelerini yükseltir. Çünkü; dünyada enbiyâ-yı izâm hazerâtının mertebelerini ulemâ ve evliyasının rütbelerini sair nâs üzerine nasıl terfi buyurdüysa âhirette dahi insanların mertebelerini yekdiğeri üzerine öylece terfî buyurucudur, alem-i cismânînin esası olan Arş-ı Âlânın sahip ve malikidir, alem-i ecsamı ihata eden Arş-ı A'lâyı kabza-i kudretinde tutan ve meleklere mahall-i tavaf kılan Vacib Tealâ mülkünde şerik ve nazirden münezzehtir' Binaenaleyh; kullarından dilediğinin üzerine vahyilg Cibril-i Emin'i göndermek ve onu kullarını irşada memur etmekle mertebesini sairlerinden yüksek kılar, kimse buna itiraz hakkını haiz olamaz. Zira; her ne yapsa mülkünde tasarruftur.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile R û h la murad; vahy-i İlâhîdir. Zira; rûhların hayatı ve mertebe-i âliyeyi ihrazı vahiy sebebiyle hasıl olduğundan vahye rûh denilmiştir. Yahut r û h la murad; enbiyaya vahiy getirmeye memur olan Cibril-i Emin'dir. 4947

Bu âyet; mahlukâtın cümlesinin zat-ı ulûhiyetine mutî olduğuna delâlet eder. Çünkü mahlukât; rûhanî veya cismanîdir. Âyet ise her ikisinin de Cenab-ı Hakkın taht-ı itâatında olduğuna dâldir. Zira; Arş-ı Â'lâ ecsamın cümlesinin büyüğü olduğu halde Vacib Tealâ'nın memlukü ve taht-ı itâatında olunca ondan daha küçük olan ecsamın memlûk ve mutî olacağı evleviyetle sabittir, bu âlemde zuhur eden ahvalin eşrefi vahiy olup vahiy de Cenab-ı Hakkın enbiya-yı kirama tahsis buyurduğu bir emr-i rûhanîdir ki bu da Cenab-ı Hakkın istediği kuluna göndermesiyle taht-ı itaatındadır.

&&&&&

Vacib Tealâ vahiyden illet-i gaaiyeyi ve maksad-ı aslîyi beyan etmek üzere :

) الق لت يوم ٱلينذر ٱ) ١٥ع7777777 grہ Kہ gى ہ~ ع� �ہ nہ� ل ہ� ‌ ہ, د@ ى7 Sہ �jہ ہ� bع �#C‌ للهہ د gع ہ> ع� ہ� ع� iد

2734

buyuruyor.[İnsanların birbirine tesadüf edeceği yevm-i kıyametten kullarını korkutmak için Allah-u

Tealâ dilediği kuluna vahiy gönderir. Onların birbirine tesadüf edecekleri gün kabirlerinden kalkıp Arsa-i mahşerde zuhur edecekleri gündür ve o günde onların amellerinden Allah-u Tealâ üzerine hiç bir şey gizli olmaz.]

V a h y i n g e l m e s i nden maksat; cümlenin birbiriyle mülakat edeceği günün şiddet ve dehşeiiyle insanları korkutmaktır. Çünkü; Fahri Râzi ve Kazî'nin beyanları veçhile o günde zalim mazluma, âbid mabuda, ehl-i semâ ehl-i arza ve rûhâniyetin cismaniyete mülâki olacakları gün olduğu için o güne yevm-i telâk denmiştir. B a r i z ; açığa çıkmak ve zuhur etmek olduğu cihetle o günde herkesin cesediyle beraber kabirlerinden yer yüzürîe çıkacak olmalarına işaret için o günde bariz yani zahir olacakları beyan olunmuştur. Herkes ameliyle beraber zahir olunca. Allah-u Tealâ'ya hiç bir şey gizli olamaz ve herkes huzur-u manevi-i İlâhîde ameline göre muhasebe görür, zuhur edecek ferman-ı İlâhîye intizar eder durur. 4948

Bu âyet; ehl-i imanı ibadete teşvik ve ehl-i küfrü küfür ve sair günâhlardan tenfîr etmiştir. Çünkü; herkes ameliyle beraber kabrinden çıkarak a'mâli hesap olunup Allah-u Tealâ üzerine hiç bir amelin zerresi gizli olmayınca aklı olan kimse o günde rezil ve rüsva olmamasını düşünür. Binaenaleyh; günâhtan kaçar ve sevaba çalışır.

Hulasa; Allah-u Tealâ'nın kullarının sa'yine göre derecelerini terfi edici ve Arş-ı Â'lânın sahibi olduğu ve kendi emrinden olan vahyi kullarından dilediğine gönderdiği ve bu vahiyden maksat ise herkesin ameliyle beraber kabrinden zuhur edip birbirlerine tesadüf edecekleri yevm-i kıyametten korkutmak olduğu ve o günde Allah-u Tealâ üzerine kullarının amellerinden velev azıcık bir şey bile gizli olmadığı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ kıyametin ahvalinden bazılarını beyandan sonra bazı aharı beyan etmek üzere :

ہ� ‌ bع wہ ع? ٱ Xہ rع yہ ع? ٱ lد yہ (للهق? ل�قهار 7777777�ٲٱع7777777�ل�و���حد )١٦ٱع buyuruyor.[«Bu gün mülk kimindir?» sualine cevap olarak «Vahid-i kahhâr olan Allah'ındır»

demek olur.]

Yani; yevm-i kıyamette geçmiş ümmetler ve ümmet-i Muhammed birbirlerine mülaki olup arsa-i mahşerde içtimâ ettiklerinde taraf-ı İlâhîden kudret ve saltanat-ı İlâhiyeyi izhar için ehl-i kıyamete «Bu gün mülk kimindir?» diye sual olunur. Bu suale bütün ehl-i mahşer tarafından cevap verilir, denilir ki «Bu gün mülk; şerik ve nazirden münezzeh ve vahid-i hakîki olan Allah'ındır. O Allah-u Tealâ ki cümle mahlukât taht-ı kahrmdadır.»

Bu cevap; ehl-i imandan kemali sürür ve telezzüzle vaki olur. Çünkü; dünyada itikatları böyleydi ve bu itikadları sebebiyle âhirette dahi derecât-ı âliyâta nail oldular. Amma ehl-i küfür bu cevabı kemal-i hasret ve nedametle söylerler. Zira; onların dünyada itikatları bunun hilafı olduğundan cevapları kemal-i hacâletle olur. 4949

Şu sual taraf-ı İlâhîden ve cevabı mahlukat tarafından arsa-i mahşerde vaki olur. Yahut kıyamet kaim olup bütün zîrûh fenaya gittiklerinde sual ve cevap her ikisinin de taraf-ı İlâhîden vaki olması Fahri Râzi'nin cümle-i beyanatındandır. Çünkü; bu suale cevap verecek, hayatta bir fert yoktur. (Limenil mülk dedikte cebbar buyurur: lillâhil vahidilkahhâr) beyti de şu manâ üzere tertip olunmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ yevm-i kıyametin bazı ahvalini beyandan sonra o günde her nefsin ceza göreceğini beyan etmek üzere :

2735

ال ڪسبت بما كلنفس��� تجزى ���وم 7777777777777‌ع�ل�ي د8 7777777777777 97777777ب 7777777)ع 7777777ع 7777777�ع ٱع ) ل�حساب سريع لله إن ہ�ٱٱع7777777�ظ���ل�مل�يوم��� 7777777777777 ‌7777777 7777777�ع 7777777�ٱع )١٧عbuyuruyor.[O günde her nefis kazandığı ameli sebebiyle cezalanır. Zira; o günde asla zulüm

yoktur. Çünkü; Allah-u Tealâ'nın hesabı muhakkak sür'atlidir.]

Yani; kıyamette âsî ve mutî her nefis kendinin kesbettiği ameline göre cezalanır. Herkesin cezası amelinden ziyade veya noksan olmaz. Çünkü; o günde hiç bir kimseye zulüm yoktur, adalet-i İlâhiyenin tamamiyle zuhur ettiği bir gündür. Binaenaleyh, zulmolmadığı gibi zulüm şaibesi dahi olamaz. Zira; hayr ü şer herkesten ne gibi amel sadır oldu. ise cezası da ona göre tertip olunur, umum kullarının gizli işlerine muttali olan Allah-u Tealâ'nın o günde hesabı gayet seridir. Binaenaleyh; küçük büyük herkesin amelinden bir zerresi bile zayi olmaz hepsi hesaptan geçer.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyeti celile; usul-ü itikadiyemizden üç mesele üzerine şamildir : B i r i n c i s i ; insan için kisbin vacip olması, İ k i n c i s i ; o kisbin cezayı icabedeceği, Ü ç ü n c ü s ü ; o cezanın yevm-i kıyamette vuku bulacağıdır.

Herkesin müstehak olduğu cezaya derhal nail olacağına işaret için muhasebenin süratle görüleceği beyan olunmuştur. Muhasebenin süratle görülmesine gelince; Cenab-ı Hak yorgunluk sehiv 4950 nisyân gibi avarızdan münezzeh olup ef âlinin bazısı bazısına mani olmadığından ibâdın hepsinin muhasebesi birden görülür. Kulların, ef âlinin bazısı diğerine mani olduğundan birkaç işi birden yapamadıkları acizlerinin eseridir. Cenab-ı Hak ise kudret-i kâmile sahibi olduğundan acizden münezzehtir. Binaenaleyh; Allah'ın hiç bir fiili diğerine mani olmaz. Şu halde insanların birinin muhasebesini görürken aynı zamanda diğerinin muhasebesini görmeye mani değildir.

&&&&&

Vacib Tealâ kıyametin bazı evsafını beyandan sonra daha şiddetlisini beyan etmek üzere :

لدى ل�قلوب إذ الزفة ميوم نذ���ره 7777777ٱٱع7777777�و���أ��� 7777777�ع �7777777ع ع وال حميم��� من للظ�لمين ما د�7777777777777�ل�حناجرك�ظمين��� �7777777 ہ�ع 7777777777777 ‌�7777777 ٱع ) يطاع ف���يع ش��� ععععععععععععع )١٨عbuyuruyor.[Ya Ekrem-er Rusûl ! Korkut sen nâsı, şol günün dehşetinden ki o gün asilere azabın,

mutî olan kimselere nimetlerin yakın olacağı ve kalplerin yerinden ayrılıp boğazların çukuruna çıkacağı ve envai hüzün ve kederle dolacakları gündür. Binaenaleyh; o günün azabını beyanla sen nâsı korkut ki mütenebbih olsunlar. Zira; o günde zalimler için dertlerine derman olacak bir yakın hısımları olmadığı gibi şefeati kabul olunur bir şefeat edicileri dahi olmaz.]

Fahri Râzi ve Kazî'nin beyanları veçhile â z i f e ; yaklaşıcı manâsınadır. Yevm-i kıyametin yakın olmasına binaen yevmel âzife denmiştir. Yahut y e v m - i â z i f e ; ölüm günüdür. Zira; herkesin ölümü yakındır. Yahut asilerin Cehennem'e atılacakları gün ateş kendilerini ihataya yakın olacağına binaen o güne yevm-i âzife denmiştir. H a n â c i r ; boğazın çukuru ve ümüğün ucu demektir. İnsanın korku zamanı kalbi kabarır boğazına tıkılır, nefesi daralır söz söylemeye mecali kalmaz. K â z m ; ğussasını ve gazabını yutkunmak ve söz söylemeyip sükût etmektir. H a m î m ; merhamet ve şefkat edici yakın hısım demektir. Şu 4951 tafsilâta nazaran manâ-yı âyet: [Ey Habibim ! Yevm-i kıyamette ölüm günü veya asilerin Cehennem'e atılacağı günün şiddetinden bilûmum insanları sen inzar et. Zira; asiler Cehennem'e atılmak üzere Cehennem'in kenarına getirildiklerinde azab-ı Cehennem kendilerini çevirmeye yaklaştığında envai havf ü telâş ve hüzn ü kederle dolu, yutkunur oldukları halde kalpleri yerinden ayrılır boğazlarının çukuruna gelir.

2736

Binaenaleyh; nefesleri daralır, kalpleri yerine gitmez ki rahat etsinler ve ağızlarından çıkmaz ki ölsünler de kurtulsunlar. Şu halde kalpleri ümüklerinin ucunda kalır —ki ehl-i Cehennem'de her nevi azap olduğu gibi nefes darlığı da olacağına bu âyet delâlet eder —o günde envai azab kendilerini ihata ettiğinde o azabtan kurtaracak yakın hısımları veya ahbapları bulunmıyacağı gibi o zalimler için şefaati kabul olunur, sözü dinlenir bir şefeatçi dahi bulunmaz ki onlara yardım etsin ve azaptan kurtarsın. Şu halde zalimler için azaptan kurtulmak çaresi yoktur.] demektir.

Nisâbûrî'nin beyanı veçhile bu âyet yevm-i kıyamete veya yevm-i mevte yani herkesin ecelinin hulul ettiği güne hamlolunduğunda bu iki zamanda asilere arız olan dehşetten dolayı nefesleri daralıp söz söylemeye mecalleri olmayıp sükuta mecbur olmaları ve o zamanda şefeat ve yardım edecek bir kimsenin bulunmaması diğer zamanlarda söylemelerine ve şefaatçi bulunmasına münafî değildir. Binaenaleyh bu âyetle şefeate ve ehli narın söz söyleyemiyeceklerine dair olan âyetler beyninde tenakuz yoktur. Çünkü âhiretin her mevkiinin kendine göre bir hali vardır. O mevkiin gayrıda vaki olacak hallere münafat yoktur. Binaenaleyh; bir kimsenin hîn-i mevtinde veyahut kıyametin hîn-i kıyamında veyahut zalimlerin Cehennem'e hîn-i duhulünde dili tutulup söz söyleyememesi ve o zamanda şefaat edecek bir kimsenin bulunmaması başka zamanlarda söz söylemesine ve şefeatçi bulunmasına mani değildir. Şu halde fürük-u dâlleden Mutezile'nin bu âyetle günâhkârlara şefaat olmıyacağını istidlal etmeleri doğru değildir. Zira bu âyet; insanlar içinden zalimlere şefeati nefyediyor. Z a l i m l e r le murad; kâfirlerdir. Ehli sünnet indinde kâfirlere şefaat yoktur. Buna nazaran âyet; Mutezile'nin mezhebine delil olamaz. Amma z a l i m l e r le murad; kendisinden zulüm sadır olan 4952 her ferde şamil olduğuna nazaran şefaati nefiy bazı zaman ve mekânla mukayyet olduğundan âyet Mutezile'ye bu suretle dahi delil olamaz. Çünkü; Mutezile şefaati bilkülliye inkâr ederler. Halbuki âyet şefaatin bazı zamanda olmayacağını beyan ediyor.

Hulâsa; gerek kıyametin hin-i kıyamında ve gerek ecelin hululüyle ölüm yakasını sarıp envai azabı müşahede edince nefesi daralıp söz söylemeye kudreti kalmadığı veya Cehennem'e atılmak üzere Cehennem'in kenarına getirildiği zamanda zalimlere ne akraba ve teallukatları, ne de diğer bir şefaatçi tarafından yardım olunmıyacağı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

) لصدور تخفى ا وم العين نة خاٮ ���ع�لم ٱي �7777777ع7777777( �7777777ٱع )١٩ع [Allah-u Tealâ gözlerin hiyanetini ve kalplerde olan gizli ve saklı şeyleri bilir.]

Yani; Allah-u Tealâ ef'al-i cevarihten en ziyade gizli olan gözlerin harama bakarak yapmış olduğu sirkat ve hiyaneti ve esbabına teşebbüs etmeksizin kalplerde gizli olarak muharremâta meyil ve şehevât-ı nefsaniyeye ittiba gibi yolsuzlukların cümlesini bilir. Binaenaleyh; Cenab-ı Hakkın ilminden hariç bir şey yoktur Gözlerin hıyaneti ikinci merrede an kasdin haram olan nisvana bakmaktır. Çünkü; kasıt olunmaksızın ansızın görülen ma'füvdür. Zira; ansızın görmekten kaçınmak mümkün olmadığı gibi bir kusur da yoktur. Bu âyet; ehl-i isyanı şiddetle tehdit eder. Çünkü: Allah-u Tealâ ef'âl-i cevarihin ve ef'âli kalbiyenin cümlesini bilince günâhkâr olan kimsenin hiç bir günâhı saklayamıyacağı cihetle herkesten ziyade korkması lâzım gelir.

ٱ للهہٱ ہ$� �zد C� ‌ gع ہ| Sد ہ� bہ� ع{ �ہ nہ� ل ۦ د د' ہ� liد ہ� bKہ Oع �ہ lہ �tد ?$ ہ ہٱ ق< ‌ ہ� ع? دSٱ gد� ع{ �هو للهہ ) ل�بصير ميع )٢٠ٱٱع7777777�لس[Allah-u Tealâ hakla hükmeder. Binaenaleyh; hükmünde asla zulmolmaz, Allah-u

Tealâ'nın gayrı kâfirlerin ibadet ettikleri putları hiç bir şeyle hükmedemezler. Zira; bir şey bilmezler ki onunla 4953 hükmetsinler. Amma kullarından her türlü intikam almaya kaadir olan Allah-u Tealâ herkesin söylediği sözü işitici ve işlerinin cümlesini görücü ve bilicidir.] Binaenaleyh; herkesin hayr ü şer işlediği ameline göre ceza tertip eder ve o ceza ile hükmü hak ve kafidir. Zira; aynı adalettir. Çünkü ceza; herkesin ameline göre olduğundan ziyade ve noksan olmaz. Amma kâfirlerin mabudları cemâdât kabilinden ilm ü idrakten hali bir takım aciz şeyler olduklarından hata ve sevap onlardan hiç bir hüküm vaki olmaz. Zira; kendileri helâke maruz bir takım adi mahlukât olduklarından onlardan şefaat beklemek aynı hamakattır. Çünkü; şefaata iktidarları yoktur.

2737

&&&&&

Vacib Tealâ ilim ve kudret-i kâmile sahibi olduğunu beyandan sonra kâfirleri tevbih etmek üzere :

كان كي�ف فينظروا الرض ى ف يسيروا �7777777ع�7777777أولم 7777777�ٱع ع أشد هم كانوا نقب��لهم م كانوا ذين ل ع7777777�ع�قبة ع� 7777777777777 ‌�7777777 ٱع

الرض ى ف �وءاثار���ا قوة�� ��ٱع�7777777من���م 7777777777777 د� 7777777777777 �7777777د �7777777ع 7777777'ہ ع

buyuruyor.[Kâfirler seyredip yer yüzünde bakıp görmezler mi kendilerinden evvel geçen

milletlerin âkibetleri ne oldu? Onlar yer yüzünde âsâr ve imaret cihetlerinden bunlardan daha ziyade şiddetli ve kuvvetli olmuşlardı.] Zira; onların kaleleri kavi, bedenleri cesîm, ömürleri uzun, servet ü samanları daha çoktu, onların askerleri, etba ve a'vânları daha ziyade olmakla beraber vesaiti dünyeviyyenin her cihetine malik oldukları halde gazab-ı İlâhînin gelmesine onların kuvvet ve şevketleri hiç bir vecihle mukabele edemedi. Şu halde müşriklerin gadabullaha mukavemet edecek hiç bir halleri yoktur. Binaenaleyh; o müşrikler bizim kendilerinden ahz-ı intikama kudretimizi inkâr ederler de kendilerinden evvel geçenlerden intikal eden arzda seyr ü sefer edip onların duçar oldukları âkibetleri görmezler mi? Aklı olan kimselerin kendilerinden 4954 evvel geçenlerin hallerinden ibret almaları lâzımdır. Halbuki bunların kuvvet ve şevketleri onlardan daha az olduğu halde gazabullahı dâî, isyanda devamları evvel geçenlerin hallerinden mütenassıh olmadıklarına delâlet eder. Bu âyet-i Celile; kâfirleri tehdit ve tevbihtir. Çünkü; kâfirler yer yüzünde misaferetlerinde görmüş oldukları harabelerden ve o harabelerde tasarruf ederek geçmiş olan ümmetlerden asla müteessir olmadıkları cihetle zem ve takbihe şayandırlar. Binaenaleyh; Cenab-ı Hak bu âyetle onları zemmetmiştir. Bu zem; vukuattan ibret almayan, her vukuatı kendine bir ders-i ibret saymayan milletlere ve şahıslara da şamildir.

&&&&&

Vacib Tealâ geçmiş milletlerin zaman-ı seadette mevcut Kureyş kavminden daha kuvvetli olduklarını beyandan sonra onların kuvvetleri azab-ı İlâhîyi def'edemediğini beyan etmek üzere :

ٱ ہ� jہ tہ vہ ہ�ا ٱ للهہ9 lہ iق �qہ ہ? ہ� ہAا ہiا ہ ع� د� Sد b'ہ tہ Sللهد) )٢١د�7777777777777.منواق���

buyuruyor.[O kavi ve şiddetli olan milletleri günâhları sebebiyle Allah-u Tealâ muahaze etti ve

Allah'ın azabından onları hiç vikaye edici kimse olmadı.]

Yani; ümem-i salifenin kuvvetleri ziyade olduğu halde Allah'ın gazabına o kuvvet mani olamadı. Binaenaleyh; Allah-u Tealâ günâhları sebebiyle onları tuttu ihlâk etti ve onları Allah'ın gazabından vikaye edecek hiç bir kimse bulunmadı. Zira; onlar günâhları kemal-i memnuniyetle işlediklerinden onlara azab, haberleri olmaksızın geldi ve helâk olundular. Şu halde Kureyş kavminden daha kuvvetli olanların kuvvetleri azaba karşı gelemeyince Kureyş'in helâk olacakları evleviyyetle sabittir. Zira; onlardan kuvvetli olanlarını Allah'ın azabından vikaaye edecek yani saklayacak bir şey bulunmayınca Kureyş'i azabtan saklayacak hiç bir şeyin bulunmıyacağı aşikârdır.4955

&&&&&

Vacib Tealâ umem-i salifeyi azabla muahaze ettiğinin sebebini beyan etmek üzere :

2738

ن�ت بل�بي م رسله أتي���م تت كان هم بأن �7777777ٱع7777777�ذ���لك 7777777�ع ��د 7777777 7777777�ع ٲع ه إن فأخذهملله������ 77777777777777777777‌دہ!فكفروا  ٱ ل�عقاب شديد #$ىٱع7777777�قوى������ 77777777777777777777 ۥد

)٢٢(

buyuruyor.[Şu intikamın sebebi; onlara mucizelerle resulleri gelip de onların iman etmeyip kâfir

olmalarıdır. Küfürleri üzerine Allah Tealâ onları azabla muahaze etti. Zira Allah-u Tealâ; azabı şiddetli bir kavidir.]

Yani; şu azablarının sebebi onları irşâd ve tarîk-ı hakka sevketmek için mucizelerle resulleri geldi lâkin imanı kabul etmediler. Resûllerine küfrettiler. İşte şu küfürleri helâklerine sebep oldu. Onlar küfredip resullerinin davetine icabetetmeyince Cenab-ı Hak da azabla ahzetti ve intikamını aldı. Zira; Allah-u Tealâ resullerinin sözlerini dinlemeyen kâfirlerden intikam almaya kaadirdir. Çünkü; asilere azabı şiddetlidir.

&&&&&

Vacib Tealâ nebilerini tekzibeden kâfirlerin hallerini beyanla Resûlunü tesliyeden sonra enbiyâ-yı izâm içinde Hz. Musa'nın, kâfirler içinden eşedd-i küfürle meşhur olan Firavun'un halini beyanla Resûlunü tesliye etmek üzere :

مبين اوسل�ط�ن��� اي�تن ب� موسى دأرسل�نا د��7777777777777ولق �7777777 7777777�ع �7777777ع �7777777ع ع )٢٣ وق�رون) وه�م�ن فرعون �7777777ع7777777إلى ع

buyuruyor.[Zat-ı ulûhiyetime yemin ederim ki muhakkak Biz Azîmüşşan Musa (A.S.) ı âyetlerimiz

ve delil-i kavî ve açıktan matluba delâlet eden hüccetle Firavun'a ve Firavun'un veziri olan Hamân'a ve Benî İsrail'den âsî olan Karun'a gönderdik.] Ki onları irşâd ve 4956 tarik-ı hakka davet etsin, onları tarîk-ı dalâletten kurtarıp doğru yola şevketsin.

Yani; zat-ı ulûhiyetime yemin ederim ki Biz Azîmüşşan lûtf u kerem ve cûd ü ihsanımızla Musa (A.S.) ı vahdaniyetimize delâlet eden âyetlerimiz ve açıktan hasma galebe eden mucizelerimizle tağî, bağî ve küfr ü inadda nihayete varmış olan Firavun'a ve küfriyatında Firavun'a muîn olan veziri Hamân'a ve zenginliğiyle emsal ve akranına fahr u mübâhâtle meşhur olan Karun'a gönderdik ki onları tarik-ı dalâletten tarik-ı hidayete davet etsin.

Firavun; Mısır meliklerinden ve ulûhiyet davasında bulunan bir zalim gaddardır. Hâmân; bütün küfriyât ve zulmünde ona muavenet ve iştirak eden büyük veziridir. Karun; Beni İsrail içinde servetle meşhur ve servetiyle herkes üzerine tekebbür eden bir münafıktır.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile s u l t a n - ı m ü b i n le murad; mucize olduğu cihetle âyâtta dahil ise de s u l t a n ile murad; Hz. Musa'nın asası ve yed-i beyzâ'sı gibi büyük mucizeler olduğundan ehemmiyetine binaen ayrıca zikir edilmiş ve ayât üzerine atfolunmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ Hz. Musa'yı büyük mucizelerle Firavun'a gönderdiğini beyandan sonra Firavun'un ve avanesinin söyledikleri sözleri beyan etmek üzere :

) س�حر���ڪذاب��� د7777777777777#�فقالوا �# 7777777777777 )٢٤د 2739

buyuruyor.[Musa (A.S.) Firavun'a gelip mucizesini izhar edince Firavun ve ona tabi olanlar dediler

ki «Musa (A.S.) sihredici ve mübaleğalı yalan söyleyici bir kimsedir.».] İşte Firavun ve etbaı böyle demekle Musa (A.S.) ın davetine icabet etmediler. Halbuki Musa (A.S.) ın gösterdiği mucize sihir olmakdan pek uzak olduğu gibi söylediği sözleri dahi yalandan gayet uzak ve yalanla münasebeti yoktu. 4957

&&&&&

Vacib Tealâ Firavun'un Hz. Musa'ya birinci mukabelesini beyandan sonra ikinci mukabelesini beyan etmek üzere :

قتلوا قالوا عندنا من بل�حق م جاءه �7777777ٱع7777777.فلما 7777777�ع ٱع معه ءامنوا ذين ل ب��ناء ٱأ���  ع7777777� وما نساءهم ���حيوا 7777777777777‌ع�و���ست "7777777 �7777777ع ۥٱع

) � � � ل د�7777777777777�ڪي�دل�ك�فرينإالفىضال �7777777 �7777777ٱع )٢٥عbuyuruyor.[Vakta ki Musa (A.S.) bizim indimizden hak olan mucize ile onlara gelince Firavun ve

erkân-ı hükümeti «Musa'ya iman eden kimselerin oğlan çocuklarım öldürün, kızlarını ve karılarını ibkâ edin» diye emir verdiler. Halbuki kâfirlerin ehl-i imana hileleri olmadı, ancak zayi ve muzmahil oldu.]

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyette k a t l ile murad; Hz. Musa'nın dünyaya geleceği zamandaki katil değildir. Çünkü; Hz. Musa'nın dünyaya tulûu zamanında Benî İsrail'den bir oğlan meydana gelip Firavun'un mülkü ve hükümeti onun eliyle helâk olacağını kâhinlerin haber vermesi üzerine Firavun Benî İsrail'den dünyaya gelen oğlan çocuklarının öldürülmesini emretmiştir. Bir vakit sonra Firavun bu emrini geri aldı ve katil de terkolunmuştu. Vaktaki Hz. Musa mucizeyle izhar-ı nübüvvet edip Firavun'u dîne davet edince Firavun tekrar Benî İsrail'in oğlan çocuklarım katletmekle emretti. Bu emirden maksadı; Din-i Musa üzerine neş'et edenler çoğalıp Hz. Musa kuvvet bulmasın içindi ve katli oğlan çocuklarına tahsis etti ki bilfiil harbe iştirak ve kendine galebe edecek erkek olduğundan idi. Nisvanı katilden esirgemek ise Benî İsrail'i tahkir ve terzil içindir. Çünkü Benî İsrail'in erkekleri katlolununca karıları kendilerine kalacak ve istedikleri gibi onları yataklarına alacaklar ve kapılarında taht-ı esarette kullanacaklardı. Halbuki kâfirlerin hileleri daima zayi ve muzmahildir. Çünkü Hz. Musa'nın tulûu zamanında kendilerinin helâklerine sebep olacak Musa (A.S.) ın helâkine çok sa'yettikleri halde ca'yleri hiç bir menfeat temin etmedi, emekleri bütün boşa gitti. Hatta Musa (A.S.) ı Firavun kemal-i izz ü nâzla kendi hanesinde besledi ve 4958 kendi ellerinde büyüttüler. Zira; kaza-yı İlâhî ve kaderi subhâniye karşı hiç bir şey hâil olamaz ve olamadı.

İşte her zaman kâfirlerin müminler haklarında hileleri batıl ve zayi olduğuna ve olacağına bu âyet delâlet eder. Lâkin müminlerde ihlâsla ubudiyet ve tamamiyle şeriate yapışmak şarttır. Amma bu şarta riayet etmeyen müminlere kâfirlerin mekr ü hiylelerinin tesiri olduğu ve belki o misilli hudud-u İlâhîyeden çıkmış olan müminlere Allah-u Tealâ'nın kâfirleri musallat kıldığı görülmektedir.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile kâfirlerin müminlere hilelerinin zayi olup semeresiz kalmasının sebebi; onların küfürleri olduğuna ve küfürle onları zem ve takbihlerini tescil ve

kabahatlarına işaret için zamir mevkiinde lâfzı (كافرين) ism-i zahir olarak varid olmuştur.

Çünkü; (وماكيدالكافرين) bedelinde (وماكيدهم) varid olsa olabilirdi, lâkin küfürle zemleri husul bulmazdı.

Bu âyet-i celile; kâfirlerin Allah'a ve Resûlune hile ve mekirleri her zaman zayi ve semeresiz olduğuna delâlet eder. Ancak müminlere karşı hile ve desiselerinin zayi olması müminlerin şeriate temessük etmeleriyle meşruttur.

&&&&&

2740

Vacib Tealâ Musa (A.S.) ı Firavun'a ve âvânına gönderdiğini beyandan sonra Firavun'un Musa Aleyhisselâm'ın mucizesine mukabele edemeyince mukateleye mübaşeret etmek istediğini beyan etmek üzere :

gى Uہ biہ Qع ہ� pع ہ�� gا د' ہ� Hہ ہ� bع Kہ ع@ د9 ہ� ہpا ہ ه رب ���دع و���ل�ي 7777777�ع�7777777 � ع ۥ‌

buyuruyor.[Firavun «terkedin beni, öldüreyim Musa'yı, çağırsın Rab'bısını, kurtarsın kendisini»

dedi.]Yani; Firavun mucize ve maneviyat cihetinden Hz. Musa'ya mukabele edemeyip mağlûp

olunca maddiyâta teşebbüs ederek 4959 dedi ki «Beni kendi halime bırakın öldüreyim Musa'yı ve eğer dediği gibi Rab'bısı kadir ise çağırsın Rab'bısını benim katlimden Musa kendisini kurtarsın.» Firavun işte böyle demekle gazabının nihayetini izhar etti.

Beyzâvî'nin ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile Firavun'un vüzerâsı içinde Musa (A.S.) ın nübüvvetini bilenler ve itikad edenler Firavun'u katilden bazı tevilâtla menederek derlerdi ki «Eğer sen bunu öldürmeye kıyam edersen halk senin aczine hamil ve mübahasede mukabele edemediğin cihetle mukateleye mübaşeret ettiğini zannederler. Halbuki senin aciz göstermen halka karşı iyi bir şey değildir» demekle Firavun'u avuturlardı. Buna karşı Firavun da ikide bir «Koyuverin beni, öldüreyim şunu, çağırsın Rab'bısını, kurtarsın kendisini» demekle celâdet gösterir ve Hz. Musa'nın Rab'bısından istimdadından korkmadığını izhar ederdi. Halbuki Musa (A.S.) ın Nebi olduğunu kalbinden bilir ve katline cür'et edemezdi, fakat bu muzmirini de izhar etmez vüzerâsına ve sair halka karşı cesareti elden bırakmazdı. Yahut vüzera kendi manevralarını çevirmek için Firavun'u Hz. Musa ile meşgul ederlerdi ki Firavun'un kendi hallerini tedkika eli değmesin. Çünkü her devlette vükelânın âdetleri; padişahı veyahut reis-i hükümeti haricî bir düşmanla meşgul etmektir. Zira; reis-i hükümet haricî işlerle meşgul olmasa dahilîyi tedkike başlar, vüzerânın ahvalini teftiş ve te'dibe kıyam eder. İşte bu te'dipten nefislerini vikaaye için ekser vükelâ reis-i hükümeti bir takım evhamât ve hayâlât ile ve haricî işlerle meşgul ederler. Firavun'u da vükelâsı bu minval üzere meşgul ederlerdi. Firavun ise bazen hiddete gelir «Koyuverin beni öldüreyim Musa'yı» derdi ve lâkin öldürmeye eli değmez ve son derece korkar, yutkunur dururdu. Ve katle bilfiil mübaşeret etmek de istemezdi. Çünkü; Musa (A.S.) ın mucizesi beni katilden meneder de aleme rüsva olurum korkusundan da hâlî değildi. Binaenaleyh; vükelâsının bazı tevilâtla katilden menettiklerine kalben memnun idi ve a'vânının kulûbuna riayeti de elden koymaz «Siz beni bırakmıyorsunuz, eğer bırakmış olsaydınız şimdiye kadar ben onu bitirir sözünü tüketirdim, lâkin bırakmıyorsunuz» diyerek onlara vücud verir ve hatırlarını eline alırdı. 4960

&&&&&

Vacib Tealâ Firavun'un katle müsaade istemesinin sebebini izah ve Firavun'un bakiyye-i kelâmını hikâye tarikıyla beyan etmek üzere :

فى يظهر ن أ أو دينڪم يبدل أن أخاف ى 7777777ع7777777-إن 7777777�ع ع ) ل�فساد رض �7777777ٱع7777777�ال������������ )٢٦ٱع buyuruyor.[«Zira Musa (A.S.) ın dininizi tebdil veyahut yer yüzünde fesat izhar etmesinden

korkarım» demekle kavmini Musa (A.S.) ın aleyhine çevirmek isterdi.]

Yani; Firavun Hz. Musa'nın katline müsaade istemesinin sebebini beyanda dedi ki «Ben Musa'nın sizin dininizi tebdil ve bana itaatinizi ihlâl etmesinden muhakkak korkarım, yahut etraf-ı memlekette halkı bizim tankımızdan çıkarmakla âleme fesat dağıtmasından ve âlemi zararlandırmakla fesadını izhar etmesinden korkarım. Binaenaleyh; beni koyuverin de şunu öldüreyim âlem de fesattan kurtulsun» derdi.

Öteden beri halkı her şeyden ziyade galeyana getiren; iki şeydir : B i r i n c i s i ; din, İ k i n c i s i ; ırz, namus ve memleketi muhafaza olduğundan Firavun Hz. Musa'nın katline kıyamına bu iki

2741

şeyi sebep göstermekle katli kastinde kendini mazur göstermek istemiştir. Çünkü; Firavun'un kavmi kabul ettikleri dini hak bildiklerinden Hz. Musa evvelâ dinlerinin butlanından bahsedince Firavun katil kastının birinci sebebi din meselesi olduğunu ileri sürerek «Dininizi tebdil edeceğinden korkarım» demekle halkı galeyana getirmek istedi, ikinci merrede halkın her zaman arzu ettikleri muhafaza-i mal ü can, ırz ve istirahat meselesini ileri sürdü ve «Korkarım yer yüzünü ifsad eder, rahatınızı kaçırır» demekle mal ve can hususunda emniyyet ve asayişi ihlâl edeceğini ve rahatlarının münselip olacağını beyanla halkın asabiyyetini tahrik etti. Firavun her ne kadar din ve dünya cihetinden Hz. Musa aleyhine halkı tahrik etmişse de fayda etmedi. Binaenaleyh; âkibet korktuğu vartaya düştü ve Musa (A.S.) elinde helâk oldu. Zira; muhafazasına çalıştıkları dinleri ve dünyaları batıldı her ikisi de helâk ve muzmahil oldu. Çünkü; batılda devam olamaz. 4961

&&&&&

Vacib Tealâ Firavun'un Hz. Musa'yı katletmek kastettiğini beyandan sonra Musa (A.S.) ın Firavun'a cevabını beyan etmek üzere :

كل من ڪم ورب ى برب ىعذت إن موسى عH7777777وقال ) ل�حساب بيوم يؤمن ال ر��� 7777777ٱع7777777�متكب L7777777ع ��ع 7777777777777 )٢٧دbuyuruyor.[Musa (A.S.) «Âhirete iman etmeyen her mütekebbirin şerrinden benim ve sizin

Rabbımıza sığınırım» dedi.]

Yani; Firavun'un Hz. Musa'ya vuku bulan tehdidâtına karşı Musa (A.S.) Cenab-ı Hakka tevekkül ve tefviz-i umur ederek dedi ki «Ben Rabbıma ve sizin Rabbınıza yevm-i âhirete iman etmeyen her mütekebbir-i anûdun şerrinden sığınır ve Allah'ın himayesine iltica ederim.» İşte Hz. Musa böyle demekle Firavun'un Allah'ın kulu bir mütekebbir olduğunu söyledi.

Kazî'nin ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile insanın kendi nefsinden afatı ve belâyâyı defi'de en kavi yol Allah-u Tealâ'ya itimad-ı tamla itimat olduğuna işaret için Musa (A.S.) kelâmına

itimada ve te'kîde delâlet eden (ان) lafzıyla başlamış ve ins ü cinnin şerrini defi'de makbul olan

tarîk; istiâze tariki olduğuna işaret için istiâze ve iltica manâsına olan ( ع���ذت H7777777ع) lâfzını ihtiyar buyurmuş ve Cenab-ı Hakka ilticasında Hz. Musa esma-i husnâ içinden Rab ism-i şerifiyle tazarruda bulunmuştur. Çünkü t e r b i y e ; bir şeyi kemaline isâlden ibaret olup k e m â l i n e i s â l ise her afattan mahfuz olmaya mütevakkıf olduğu cihetle Musa (A.S.) Firavun ve etbâının şerrinden istiâzede muhafaza manâsını müş'ir olan Rab ismini ihtiyar buyurmuştur. Binaenaleyh; insan için bir şeyin şerrinden ve afat ve beliyyâttan Cenab-ı Hakka iltica lâzım olduğuna ve iltica esmâ-i İlâhiyeden her biriyle olursa da rab lafzıyla tazarru' etmek diğerleriyle tazarrudan evlâ bulunduğuna âyette delâlet vardır. Bu manâyı (Muâvvezeteyn) sûreleri de teyid eder. Çünkü; her iki sûrede istiâze rab ism-i şerifiyle varid olmuştur. Bu âyette Musa (A.S.), kavminin kendine ittibâ etmeleri 4962 lâzım olduğuna işaret için «Benim Rabbim sizin de Rabbiniz» demiştir. Çünkü; ervâh-ı tahirenin bir hacetin husulünü Cenab-ı Hak'tan talebde içtimâ suretiyle müracaat etmeleri her ferdin yalnız müracaatından evlâdır. Çünkü; içtimada te'sir daha ziyadedir. Binaenaleyh; Hz. Musa Cenab-ı Hakka mütekebbirlerin şerrinden istiâzede kavminin iştiraklerine delâlet için «Benim ve sizin Rabbimize sığınırım» demiştir. Diyanet-i İslâmiye'de cemaatle edâ-yı salât etmek de bu kabildendir. Çünkü; bir çok ehl-i imanın birlikte Rablerine ilticalarıyla şahs-ı vahidin ilticası arasında fark-ı külli olduğundan cemaatle edâ olunan namazın sevabı yirmi yedi derece ziyadedir. Cenab-ı Hakka istiâzede madde tayin etmeyerek şerrin küllisinden istiâze etmek efdal olduğuna işaret için

Musa (A.S.) ( ر��� كلمتكب د��7777777777777من ) lâfz-ı âmmiyle istiâze buyurmuştur. Yani «şahıs tayin etmeyerek mütekebbir olan her şahsın şerrinden istiâze ederim» dedi ki Firavun ve emsali her mütekebbir dahildir ve cümlesinin şerrinden bir sözüyle istiâze etmiş ve umum üzere istiâzenin evlâ ve menfeatte ziyade olduğuna işaret buyurmuştur.

2742

Bu âyette Hz. Musa Firavun'u; iki sıfatla tavsif etti: B i r i n c i s i ; mütekebbir olması, İ k i n c i s i ; âhir ete iman etmemesidir. Bu iki sıfatta Firavun'u tayin etmeyerek umum suretinde zikretti ki Firavun'a mahsus olması matlub değil, belki bu iki sıfat her kimde bulunursa şerrinden sakınmak lâzım olduğuna işaret buyurmuştur. Çünkü halka ezanın menşei; bu iki sıfat olduğundan her kim bunlarla muttasıf olursa serden ve zulm ü taaddiden hâli kalmaz. Zira; mütekebbir ve kalbi kasvetli olan kimsede şefkat ve merhamet olmadığı cihetle zulümden çekinmediği gibi âhirete imanı olmayan kimsede dahi sual, cevap ve Cehennem korkusu olmadığından halka ezâ ve aklına gelen her şeyi işlemekten çekinmez. Şu halde kibir etmek ve âhirete iman etmemek her kimde bulunursa sahibinin perişan ve âlemin harabına sebep olduğu gibi âlemde cereyan eden zulmün menşei de bunlardır. Çünkü; âhirete imanı olan merhamet sahibinden hiç kimseye zarar gelmez ve onun yüzünden hiç kimse ziyan görmez.

Bu âyette Musa (A.S.) tarafından Firavun'a mukabelede gayet zarafet vardır. Çünkü; Firavun «terkedin beni öldüreyim 4963 Musa'yi» dedikten sonra istihza tarikiyle «Çağırsın Rab'bısını benim kahrımdan kurtarsın onu» demişti. Firavun'un bu sözüne mukabele ederek Musa (A.S.) «Ey Firavun ! Sen her ne kadar beni katletmek istiyor ve istihza suretiyle çağırsın Rabbısını diyorsan da ben ciddî olarak senin ve emsalinin şerrinden Rab'bime sığınırım ve Rab'bim beni senin şerrinden muhafaza eder» dedi.

Hulasa; düşmanın şerrinden, sair belâya ve mesâibden kurtulmanın çaresi Allah-u Tealâ'ya iltica ve istiâze olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ Firavun'un şerrini def etmekte Musa (A.S.) ın istiâze edip başka esbaba tevessül etmediğini beyandan sonra Musa (A.S.) ın tevekkülü neticesi olarak Cenab-ı Hakkın bir ecnebi vasıtasiyle Hz. Musa'ya muavenet ettiğini ve o ecnebinin müdafaasını beyan etmek üzere :

فرعون ل ءا من �مؤمن��� رجل�� �7777777ع7777777وقال �7777777ع #�ع 7777777777777 L7777777د #�ع 7777777777777 د إيم�نه ���كتم ي ہ�ٱ  ع7777777 Sق ہ� ہ� b}ہ �ہ ہ��� �� ہDل ہ� ہ� brہ ہ� ع{ ہ� ہ�� للهۥ

buyuruyor.[Firavun'un etbâından imanını saklayan bir mümin-i racül dedi ki «Rabbim Allah-u

Tealâ'dır diyen racülü siz katleder misiniz?»] İşte o racül böyle demekle katli kerih gördü.Yani; Firavun Musa (A.S.) ın katlini azim ve helâkini kastetmesi üzerine iman-ı sahihle iman

edip Firavun'un şerrinden korkusuna binaen imanını saklayan bir racül-ü mümin Firavun'a ve vükelâsına hitaben «Benim Rabbim ancak Allah-u Tealâ'dır diyen racülü böyle dediğinden dolayı öldürecek misiniz, Rabbim Allah'tır diyeni öldürmek günâh değil mi?» demekle Firavun'u katil kastından vazgeçirmeye çalıştı ve bu fitneyi teskin için kemal-i zarafetle uğraştı.

Fahri Râzi'nin ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile bu racül Firavun'un amcası oğlu veliahdı ve o zamanda memleketin muhafazasına memur zabtiye nazırı idi. Yahut Firavun'un 4964 kavminden bir racül ise de akrabasından 'değildi. Yahut Benî İsrail'den bir racül idi. Yahut gurabâdan bir racül-ü mümin idi. Lâkir. bu rivayetlerden esah olan; bu racülün Firavun'un akrabasından olmasına âyet delâlet eder. Çünkü Âl; insanın akrabasına denir. Binaenaleyh; amcazadesi olmak rivayeti sahih olsa gerektir.

&&&&&

Vacib Tealâ o racülün kelâmının bakiyyesini hikâye tarikıyla beyan etmek üzere :

‌ع� ہ� Sق �$ ہ liد fد ى7 ہ� wق sہ ع? دSٱ �Aہ Cہ اا Dہ Oع pہ ہ buyuruyor.

2743

[O racül-ü mümin «Halbuki Musa (A.S.) size Rabbınızdan davasının sıdkına delâlet eder bir takım mucizelerle geldi, davasını isbat etti» demekle Firavun'un hiddetini teskine çalıştı.]

Yani; Firavun'un Hz. Musa'nın katlini tasavvuru üzerine o zamanın inzibat memuru olan zat Musa (A.S.) a muavenete kıyam etti, dedi ki «Nasıl oluyor ki bu zatı siz öldürmeye kıyam ediyorsunuz? Halbuki sizin öldürmek istediğiniz kimse size Rabbinizden tevhide delâlet eder bir takım kuvvetli delillerle geldi (Rabbim Allah'tır) dedi. Rabbim Allah demek ve davasını beyyineyle isbat etmek katlini icabeden şeylerden midir ki katlini tasavvur ediyorsunuz?» demekle Firavun'u ve erkânı hükümetini katilden menetmeye çalıştı. Bu zatın Hz. Musa'ya münasebeti olmadığı halde muavenete sa'yetti. Çünkü Musa (A.S.) o zamanda en zalim ve gaddar, istediğini biğayri hakkın asar, keser koca bir hükümdarın şerrinden yalnız Allah-u Tealâ'ya iltica ile iktifa etmişti. Binaenaleyh; Allah-u Tealâ, düşmanın kendi etbâ ve erkânından, mühim işler elinde olan bir zatı müdafaa edici olarak halketmekle Musa (A.S.) ı onun şerrinden himaye buyurdu. Şu halde tevekkül-ü tamla Allah'a mütevekkil olan her ferdin muîni Allah-u Tealâ olduğuna bu âyet delâlet eder.4965

&&&&&

Vacib Tealâ Hz. Musa'ya muavenet eden zatın sözüne devamla söylediği sözleri beyan, etmek üzere :

كذبه افعلي�ه ڪ�ذب����� يك ��ع�7777777وإن 7777777777777  د ذى ل بع�ض يصب��كم ا صادق��� يك ٱوإن 7777777�ع�7777777 �.ع 7777777777777 7777777د ۥ‌ ٱ ہ$� �zد ‌ع� Aہ Oہ kد � (للهہ كذاب��� مسرف��� هو يدىمن د7777777777777#�ال =# 7777777777777 �7777777د �7777777ع �7777777ع )٢٨ع

buyuruyor.[O racül-ü mümin «Musa (A.S.) yalancı ise yalanının zararı kendine aittir. Binaenaleyh;

onun yalanından size bir zarar gelmez, eğer davasında doğru ise size vaadetmiş olduğu şeylerden bazısı size isabet eder. Binaenaleyh; ona sû-u kasttan sakınmalısınız. Zira; sadık olduğu takdirde sû-u kastın neticesinde vaki olacak kötülük size aittir. Şu halde iki surete nazaran da hayatına taarruz etmemelidir. Zira; Allah-u Tealâ işinde ifrat edip haddini tecavüz eden ve yalan söyleyici olan kimseyi doğru yola sevketmez, ona hidayeti tevfik etmez.] Binaenaleyh; sizin onu katledeceğiz diyerek uğraşmanızda bir manâ yoktur. Çünkü; eğer yalancı ise, Allah-u Tealâ onun davasını beyyineyle isbat etmediği gibi derhal onu ihlâk eder. Sizin katlinize hacet bırakmaz, eğer davasında sadık ise sizin ona riayet etmeniz lâzımdır» demekle Firavun ve etbaının yalancı ve müsrif olduklarından doğru yolu bulamıyacaklarına işaret etti.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile şu söz gayet insaf üzere sudur etmiş bir kelâmdır ve asla taassup şaibesi yoktur, Firavun'un o kadar azgın ve kahırlı zamanında gayet zarafetli ve nazikâne serdolunmuş bir takım delâil-i ilzâmiyedir. Çünkü; bir taraftan Firavun'u ve erkân-ı hükümetini korkutuyor, diğer taraftan da Hz. Musa'nın yanlış bir şey söylemediğini ve eğer söylemişse zararı kendine ait olup bunlara bir şey dokunmıyacağını beyanla gazablarını teskin ediyor. Şu muhavere; Bu zatın Firavun'un meclisinde rey sahibi olup o vaktin söz sahiplerinden olduğuna delâlet eder. Çünkü; âhad-ı nâsdan olsaydı Firavun'un saltanatına ve kahr u gazabına karşı söz söyliyemiyeceği gibi söyliyecek olsa bile Firavun'a söylemeye yol bulamaz ve yol bulsa bile dinleyen olmazdı. Bu ise 4966 hem söyledi hem de söylediğini dinletti. Su halde vükelâ-yı devletten olduğuna âyet delâlet eder.

Bu âyet Firavun'un müsrif-i kezzâb olduğuna ve müsrif-i kezzâb olduğundan dolayı muvaffak olamıyacağına ve Musa (A.S.) ın uluvv-ü şanına işaret vardır. Firavun kati kastında muvaffak olamadı. Çünkü; müsrif-i kezzâbdır. Her kimse ki müsrif-i kezzâb ola, muvaffak olamaz. Binaenaleyh; Firavun da muvaffak olamadı ve bütün emekleri boşa gitti. Musa (A.S.) ise muvaffak oldu. Zira; müsrif-i kezzâb değildi.

&&&&&

2744

Vacib Tealâ mümin-i racülün sözlerinden bakiyyesini beyan etmek üzere :

ٱ د� �ا ع Sہ lن iد ہ'ا ہ@ ہ� ��ہ lyہ ہ9 Zد ع� nہہ� ٱل g9د lہ �د@ qد ى7 ہ� ہ� bع wہ ع? ٱ Xہ rع yہ ع? ٱ ہ� ہ� ہ? د� bع ہ{ ى7 �‌ا للهہ ہ' Cہ اا Dہ ��zدbuyuruyor.[«Ey benim kavmim ! Bu gün yer yüzünde galip olduğunuz halde mülk sizindir. Şu

halde eğer gazab-ı İlâhî bize gelirse Allah'ın azabından kurtulmak için bize kim yardım eder?».]

Yani; o racül-ü mümin Firavun'a ve etbaina hitaben «Ey kavmim ! Bu gün Amâlika memleketi sizindir ve bu memleketinizde size bir münazi ve şerik yoktur. Şu halde arz üzerinde umum nâsa galip olduğunuz cihetle bu nimetin şükrünü edaya sa'yedin ve Allah'ın gazabına sebep olacak ef'âle cesaret etmeyin. Eğer Musa'yı katle cesaret ederseniz Allah'ın gazabı size gelir. Zira katil; azaba sebeptir. Eğer katli terketmediğinizden dolayı azap gelirse bize kim yardım eder ve yardım etmek kimin haddidir?» demekle Firavun ve etbamı ilzam ve bu kelâmını dahi gayet zarafetle irâd etti. Çünkü; kavminin hissiyatını okşayacak ve sürür verecek mülkü ve yer yüzünde galip olduklarını beyanla onları neşelendirdi, sevilmiyecek şeylerde kendini onlara şerik kıldı. Çünkü nefsin sevmiyeceği şeyleri nasihatta kendini şerik kılmakta nasihatin tesiri ziyade olduğundan azabın nüzulünde kendini onlara şerik 4967 farzetti. Zira; yalnız onlara geleceğini beyanla iktifa etmiş olsaydı asabiyetlerini tahrik eder ve nasihatin tesiri kalmazdı.

Bu âyet; nasihat eden racül-ü müminin Firavun'un kavminden olduğuna delâlet eder. Çünkü; kavmi kendine nisbet etti. K a v m le murad ise Firavun ve etbâıdır. Eğer Firavun'un kavminden olmasaydı kendine nisbet etmezdi.

&&&&&

Vacib Tealâ racül-ü müminin sözlerini beyandan sonra Firavun'un o racüle mukabele suretiyle söylediği sözleri beyan etmek üzere :

ع� ہ� �Oد jع ہ�� اا iہ ہ ىى ہ� ہ�� اا iہ nہ� د�zل ع� ہ� �د� ہ�� اا iہ ہ� bع Kہ ع@ د9 ہ� ہpا شاد ( لر سبيل )٢٩ٱإالbuyuruyor.[Firavun dedi ki «Şu müddeiyi defide işaret; ancak evvelki reyimi ve savab gördüğüm

şeyi işaret ederim ve şu rey ü tedbirimle başka şeye delâlet etmem, illâ size doğru yolu göstermekle savap olan yola delâlet ederim.] Zira bu müddeînin katli aklıma muvafık, reyime mutabık, fikrimce savaptır ve benim reyimce bunun şerrini defetmek ancak katletmekle olacağından bu tarika tevessül etmenin savap olduğunu söylüyorum. Binaenaleyh; bunun şerrinden kurtulmak ve fesadını defetmek ancak öldürmekle olur» demekle racül-ü müminin sözlerini reddetmek istemiştir.

Yani; racül-ü müminin müdafaasına karşı Firavun dedi ki «Ben sizin için rey ü tedbir etmem, ancak kendi nefsim için reyettiğim şeyi reyederim ve bu reyimle başka maksadım yok, ancak sizi selâmete isâledecek tariki söylemektir, benim korktuğum şey; millet arasına fesâd ilkâ eder, milleti tefrikaya düşürür. Binaenaleyh; bu gibi fesatlara meydan vermeksizin Musa'nın vücudunu ortadan kaldırmak mülk ü saltanat ve millet hakkında maslahat ve menfeattir» demek istedi. 4968

&&&&&

Vacib Tealâ Firavun'un Musa (A.S.) ın katlolunmasında inad ve İsrarına ve bu fikrinde sebatına dair sözünü beyandan sonra o racül-ü müminin tekrar müdafaasını beyan etmek üzere :

2745

مث��ل م علي�ك أخاف ى إن ي�قوم ءامن ذى ل �7777777ع07777777وقال 7777777ع ٱع ) الحزاب ���وم 7777777ٱع7777777"ي ‌ع�) ٣٠ع jد Oد kع Sہ lن iد lہ �tد ?$ ہ ہٱ ہ� byہ cہ ہ �� د ہKا ہ "� د b'ہ د� bع pہ د� �� ع ہ� Qہ ع� iد

buyuruyor.[Şol zat dedi ki o zat-ı şerif Musa (A.S.) a iman etti «Ey kavmim ! Ben sizin üzerinize

dünyada şiddetli azab gelmesinden korkarım. O azab sizden evvel geçen cemaatlere nazil olan azab gibi olur ki o azab; kavm-i Nûh, Âd, Semûd ve onlardan sonra gelen milletlerin âdetleri üzerine nazil olan azabların misli olur.»]

Yani; «Ey kavmim ! Musa'yı katletmek fikrinde devam ederseniz sizden evvel geçen cemaatler ki kavm-i Nûh, Ad, Semûd ve onlardan sonra gelen milletlerin âdetleri üzerine yevm-i muayyende azap gelmişti. Onlara gelen azabın mislinin sizlere de gelmesinden korkarım. Çünkü; onlar taraf-ı İlâhî'den kendilerine gönderilen resullerini tekzib ettiklerinden azaba müstehak oldular. Binaenaleyh; onların her birine yevm-i muayyende gûnâ gün azablar geldi. Siz de onlar gibi nebinizi tekzib ettiğinizden dolayı bir muayyen günde size de onlara gelen azabın misli gelmesinden korkar ve endişe ederim. Zira; sizin âdetinizle onların adetleri arasında fark yoktur. Şu halde onların âdetleri helâklerine sebep olduğu gibi sizin âdetinizin de helâkinize sebep olacağında şüphe yoktur. Çünkü âdet-i kabih üzere gelen ceza; elbette kabih olur. Binaenaleyh; onların hallerinden ibret almanız lâzımdır» dedi ve bu sözden maksadı; onları azab-ı dünyeviyyeyle tehdit etmekti.

&&&&&

Vacib Tealâ bu racül-ü müminin, herkese gelen belânın kendi kusur ve istihkakı sebebiyle olduğunu kavmine söylediğini beyan etmek üzere : 4969

ٱ ہiا (للهہ ل�عباد ل ا ظلم��� ��ع7777777�يريد 7777777777777 7777777?د )٣١ع buyuruyor.[«Allah-u Tealâ kullarına zulüm muradetmez.».]

Yani; hudud-u İlâhiyeye münafî günâhlardan vesair cerâim-i mutlakadan korkup işlemeyen kullarına Allah-u Tealâ zulüm muradetmez. Zira; Allah'ın her fiili hikmete muvafık ve maslahata mutabık olduğundan Allah'ın işinde asla zulmolmaz. Çünkü; zulüm; eser-i cehil ve aciz olup Cenab-ı Hak ise cehil ve acizden münezzeh olduğu cihetle zulümden de münezzehtir. Binaenaleyh; Allah-u Tealâ'ya zulüm isnadetmek küfürdür. İşte şu esasa binaen günâhı olmayan kimseye Allah-u Tealâ azap etmez ve günâhı olan kimseyi affetmedikçe azabtan hâlî kılmaz.

Beyzâvî'nin ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile bu âyette Cenab-ı Hak'tan zulmü nefiyde mübalağa vardır. Zira; Allah-u Tealâ kullarına zulüm muradetmeyince zulüm etmiyeceği evleviyetle sabit olur. Çünkü murad olmayan şey; vücud bulmaz.

&&&&&

Vacib Tealâ şu racül-ü müminin kavmini azab-ı dünyevî ile tehdit ettiğini beyandan sonra azab-ı uhrevî ile de tehdit ettiğini beyan etmek üzere :

) ناد لت ميوم علي�ك أخاف ى إن ���ق���وم ���� ٱو���ي 7777777�ع7777777 �7777777ع 7777777ع )٣٢ع ٱ lہ iق ہ�� ہ? ہiا lہ �د@ Sد Oع iہ ہ� b?$ہ bہ ہ� ہ� bع ���‌ للهہ د Yد ہKا lع iد

buyuruyor.[«Ey kavmim ! Yevm-i kıyametin şiddetinden ben sizin üzerinize korkarım. O yevm-i

kıyamet öyle bir gündür ki o günün şiddetinden ve günâhınızın çokluğundan ve günâhınız

2746

üzerine gelen azabtan siz arkasın arkaya kaçarsmız ve o günde sizi Allah'ın azabından kurtarıcı hiç bir kimse olmaz ve o azabtan sizi saklayacak bir kimse bulunmaz» dedi.] 4970

Yani; o racül-ü mümin Firavun'u ve etbâını Hz. Musa'ya iman etmedikçe azab-ı dünyevinin geleceğini ve dünyada belâdan kurtulamıyacaklarını beyandan sonra azab-ı âhireti beyana intikal ederek dedi ki «Ey kavmim ! Siz Hz. Musa'yı tekzibte ve onu katletmek kastında devamederseniz herkesin çağırışıp bağırıştığı kıyamet gününün azabından ben muhakkak korkarım, o günün azabı sizin üzerinize gelir. Zira; sizin haliniz gazab-ı İlâhîyi câlibtir ve o gün öyle bir gündür ki siz günâhınızın çokluğundan arkasın arkaya kaçar ve ne yapacağınızı şaşırırsınız, siz dünyada olan şevket ve saltanatınıza güvenmeyin. Çünkü; o günde sizin için Allah'ın azabından kurtarıcı ve hıfzedici bir kimse olmaz. Şu halde sizin için çare; bu dünyada taraf-ı İlâhîden size gönderilen Resûl'e iman ve itaatle azab-ı dünyevî ve uhrevîden kurtulmak ve bu vesileyle Resûl'ün dâmen-i pâkine yapışarak Allah'ın himayesine iltica etmektir» demekle kavmini insafa davet etti. Yevm-i kıyamette herkesin günâhının azabını görünce bağırıp çağrışacağı bir gün olduğu için o güne yevm-i tenâd denmiştir. Çünkü t e n â d ; çağrışmak manâsınadır.

ٱ Qد rد ع� �ہ liہ له للهہ ( فما د��7777777777777منهاد��� �7777777 )٣٣ۥع [«Allah'ın idlâl ettiğini hidayette kılıcı bir kimse bulunmaz.».]

Yani; bir kul iradesini dalâlete sarf ve Allah-u Tealâ onun iradesi üzerine dalâleti halk ile idlâl ve dalâletine irade-i İlâhîye teallük edince onu hidayette kılacak ve doğru yola sevkedecek bir kimse bulunamaz, amma iradesini hidayete sarfeder de Allah-u Tealâ da onun hidayetini halkederse onu idlâl edecek bir kimse de bulunmaz.

&&&&&

Vacib Tealâ racül-ü müminin Allah'ın idlâl ettiğini hidayette kılıcı bulunmadığını söylediğini beyandan sonra şu sözünü bir misalle temsil etmek üzere :

ۦ‌ د Sد �uہ Cہ اا Dہ ہ$yا iق X/ د ہ> g9د ع� ہ� د,ع? ہyا ہ9 fد ى7 ہ� wق sہ ع? دSٱ Qہ sع pہ liد ہ Uہ b�ہ ع� uہ Cہ اا Dہ Oع ہ{ ہ? ہbuyuruyor. 4971[«Allah-u Tealâ'ya yemin ederim ki bundan evvel Yusuf (A.S.) bir takım açık ve zahir

mucizelerle size geldi. Siz onun getirdiği dinde ve o dinin ahkâmında şek ve tereddüt içinde sabit ve daim oldunuz.».]

Yani; racül-ü mümin kavminin dalâletlerini o kavim içinde sebketmiş bir maddeyle ispat etmek üzere dedi ki «Allah'a yemin ederim ki Musa (A.S.) dan evvel Yakub (A.S.) ın oğlu Hz. Yusuf birtakım delâil-i kat'iyye ile vahdaniyeti ispat için size geldi, hakka davet etti. Siz ise onun getirdiği dinde şekketmekte devamettiniz, tasdik etmediniz. Çünkü; iradenizi şerre sarf ettiğinizden dolayı sizin yedinizde dalâleti halketmekle idlâl ettiğinden sizde hidayet yoktur. Zira; Allah'ın idlâl ettiğini hidayette kılıcı olmaz» demekle kavmini tevbih etti.

Fahri Râzi, Kazî ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile bu âyette Y u s u f (A. S.) ile murad; Hz. Yakub'un oğlu Yusuf (A.S.) ve F i r a v u n ile murad; Musa (A.S.) ın Firavun'udur. Çünkü; Yusuf (A.S.) zamanındaki Firavun'un Hz. Musa zamanına kadar yaşadığı mervidir. Buna nazaran her ikisinin zamanında bulunan Firavun şahs-ı vahidden ibarettir, nâsıh olan racül-ü müminin «Size Yusuf (A.S.) da geldi» diyerek hitabı da şahs-ı vahid olmasını icabeder. Yahut; Y u s u f ile murad; Yusuf (A.S.) ın oğlunun oğludur. Buna nazaran Firavun-ı Yusuf Firavun-ı Musa'nın başkasıdır, «ikinci Yusuf Firavun'u imana davet için geldi fakat söz duyuramadı» demektir. Fakat sahih olan Yusuf ile murad; Yakub (A.S.) ın oğlu Yusuf (A.S.) dır. Firavun ise Hz. Yusuf'un zamanında olan Firavun'un oğlu veyahut hafididir. Âyetteki hitaba gelince; zarnan-ı Musa'da olan Firavun'a babasının veya dedesinin seyyiâtıyla hitabtır. Çünkü; babaların seyyiâtiyle evlâda

2747

hitabetmek âdettir. Meselâ bir kabilenin birkaç batın evvelde büyük pederlerinin işlediği bir günâhı onun neslinden birkaç batın sonra geenlerin başına kakmak ve «Siz şöyle yapmadınız mı?» demek insanlar arasında her zaman carî olan ahvaldendir.

&&&&&

Vacib Tealâ racül-ü müminin Firavun'a ve etbama Yusuf A.S.) a iman etmediklerini beyanla tevbih ettiğini beyandan 4972 sonra onların ef'âlinden daha ziyade fena olanını söylediğini zikretmek üzere :

ٱ ہ] kہ sع �ہ l?ہ ع� ہ� rع pہ Xہ rہ jہ �Hہ �zد gى ا �$ ہ Iٱ للهہ Q$ہ د� �ہ Xہ د? ہtٲ uہ n� د b‌ل Uہ ہ� د!ۦ Oد kع Sہ lن iللهد هو ع�7777777من ) مرتاب � #=ع�7777777م���سرف�� 7777777777777 �7777777د )٣٤عbuyuruyor.[«Yusuf (A.S.) ın size getirmiş olduğu dini tasdik etmemekle beraber vefat edip zaman-ı

Yusuf münkariz olduğunda siz (Bundan sonra Allah-u Tealâ resul göndermez) dediniz. Bu sözünüzle hem Yusuf'u hem de Yusuf'tan sonra gelecek enbiyayı tekzib ettiniz. Şu halde siz şiddet-i inadınızla Yusuf (A.S.) ın getirmiş olduğu dinden intifa etmediğiniz gibi Musa (A.S.) ın getirdiği dinden dahi intifa etmezsiniz. Çünkü; fikrinizde isabet yoktur, dalâlete ısrarınız çoktur, sizin dalâletiniz gibi emr-i hakta şekkedici müsrif olan kimseyi Allah-u Tealâ idlâl eder.] Binaenaleyh; size mebus olan resullerin getirdikleri dinde şüphe ettiğiniz gibi adaleti muhafaza için Allah'ın vaz'ettiği ahkâmı tanımamakla müsrif olduğunuz cihetle Allah-u Tealâ sizi idlâl ettiğinden Yusuf (A.S.) ı tanımadığınız gibi Musa (A.S.) ı da tanımıyorsunuz. Zira; vehminiz aklınıza galip olup âbâ ve ecdadınızı taklide son derece gayret ettiğinizden hakka meyletmiyorsunuz, dinde şekkettiğiniz gibi ahkâmını kabul etmemekte ısrar ediyorsunuz. Binaenaleyh; harekâtınız aynı dalâlettir» demekle Firavun'u ve etbâmı tevbih etti.

&&&&&

Vacib Tealâ racül-ü müminin Firavun'un ve etbâının Musa (A.S.) ın davasını red edecek ellerinde bir burhan olmadığını ve mücadeleleri sırf vehimlerine tebaiyetten ibaret olduğunu beyanla ilzam etmeye çalıştığını beyan etmek üzere :

ٱ fد ى7 �ہ �Cہ gا د9 ہ� b?ہ Oد ى7 hہ �ہ lہ �tد ?$ ہ ٱ للهٱ Oہ �Kد ��ا ع{ iہ ہ@ sہ uہ ‌ع� qہ ى� ہ� ہ�� l� ى7 ہ� rع Uہ د@ wع ہ� Sذين للهد ل ٱوعند ا� ‌bہ� iہ �Cہ

buyuruyor.4973[«O müsrif olan ve dinde şekkeden sol kimseler ki vahdaniyete delâlet eden âyâtı

İlâhiyede mücadele ederler, lâkin bu mücadeleleri kendilerine vahyile veya ilhamla gelmiş kavi bir hüccetle değildir, belki mücerret babalarını ve dedelerini taklidledir yahut âdî şüphe üzerine evham ve hayaletlerine tabi olmak suretiyledir, yoksa kavi bir delile müstenit değildir. İşte şu minval üzere hakka karşı mücadele eden kimselerin helâkleri Allah-u Tealâ ve Allah'a iman eden müminler indinde pek büyük oldu.»] Böyle delilsiz mücadele edenlerin cidalleri gerek Allah-u Tealâ, gerek müminler indinde pek büyük helâke ve husran-ı ebediye sebep olmuştur.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile delilsiz mücadelenin batıl olup sahibinin helâkine sebep ve delile istinadederek mücadelenin hak ve güzel olduğuna bu âyet delâlet eder. Cenab-ı Hak bu gibi mücadelenin helâk yönünden pek büyük olduğunu beyanla bu gibi delilsiz mücadeleye cesaret etmekten insanları menetmiştir.

2748

ٱ Tہ sہ ع� �ہ Xہ د? ہtٲ Aللهہ) ار��� جب ر��� قل�بمتكب ڪل د��7777777777777على �� 7777777777777 7777777�د )٣٥ع [Böylece Allah-u Tealâ nâsı zar arlandır an her zalimin ve halk üzerine tekebbür ve

iftihar eden her mütekebbirin kalbini mühürler.] Çünkü; küfür üzerine ısrar ettiğinden kalbi şekavetle ülfet ettiği cihetle taş gibi şiddet peyda eder. Binaenaleyh; hakkı kabul etmemekte ağzı kapalı ve mühürlü bir sandık gibi içine bir şey giremez ve hak üzere delâlet eden delilleri kabul etmez.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile kalbi mütekebbir ve ceberutla muttasıf olan kimsede merhamet ve şefkat olmadığından bu iki sırat onların bigayrı hakkın mücadelelerine ve azaba istihkaklarına 5ebep olduğuna âyet delâlet eder. Kibri ve gayra zulmü âdet eden Kimsede seâdet olmaz. Zira seâdete sebep; iki şeydir: B i r i n c i s i ; Allah'ın emrine ta'zîm, İ k i n c i s i ; Allah'ın mahlûkuna şefkat ve merhamettir. Kibir ve ceberut ise bunun ikisine ie münafidir. Zira; mütekebbir olan kimsenin kibri emr-i İlâhîye ra'zime münafi olduğu gibi ceberut da halka merhamete manidir. Binaenaleyh; insanda bu iki sıfat seadete mani olduğundan 4974 Firavun ve emsalinin kalpleri hayır olan şeyleri kabulden imtina etmekte mühürlü eşya gibi olmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ Firavun'un mütekebbir ve cebbar olduğunu beyandan sonra hamakat ve belâhette nihayeye vardığını beyan etmek üzere :

ى عل ل صرح���ا ى ل ب��ن ي�ه�م�ن فرعون ل �7777777د�7777777777777"وقا 7777777�ع 7777777ٱع �7777777ع ع السب�ب ( ب��لغ 7777777�ٱع�7777777أ��� ىg) ٣٦ع Uہ biہ د ى7 ہ? �zد gى ا ہ? �zد Tہ rد ہ$� ہ�ا ہ9 د� ہbٲ ى7 yہ ہ$� ٱ? Nہ ى7 sہ Uع ہ��

buyuruyor.[Firavun veziri Hamân'a dedi ki «Yâ Hamân ! Benim için bir köşk yap ki me'mûl ederim,

o köşk sebebiyle göklerin yollarına ben vasıl olurum da Musa'nın mabuduna muttali olurum.».] Firavun işte böyle demekle Haman'a bir saray yapmasını emretti.

Yani; Hz. Musa'nın dini ahali arasında intişara başlayınca Musa (A.S.) ın, halkı semâvât ve arzın halikı olan Allah-u Tealâ'nın dinine davet ettiğini gören halk Hz. Musa'ya itaate başladılar. Firavun ise Musa (A.S.) tarafından getirilen berâhin-i kafiyeye mucizât-ı vâzıhaya mukabeleden aciz kalmasına binaen şaşkınlık eseri olarak veziri Haman'la min vechin istişare ve min vechin Haman'a emir suretiyle dedi ki «Ya Haman ! Korktuğumuz başımıza geldi. Sen benim için bir bina yap ki o bina cümle binalardan yüksek olsun. Umarım ki o bina üzerine çıkınca Musa'nın işini takviye ve davasını te'yid eden esbaba ben vasıl olur ve Musa'nız ma'budunu bulurum, Musa'nın davasında sadık olup olmadığım Rabbisinden sual ederim. Çünkü; o bina vasıtasiyle benim vasi olacağım esbâb alem-i ulvî olan semavâtın esbabıdır. Binaenaleyiç semâvâtın esbabına ve haline muttali olmak ihtimali vardır.»

ه ألظن ى ‌ا  وإن S� د tد ى7 uہ ۥ [«Ve ben zannederim ki Musa davasında yalancıdır» dedi.] 4975

Yani; Firavun bu sözü ile Musa (A.S.) ın sözüne inanmamalarını tavsiye etmek istemiş ve demiştir ki «Benim zannıma göre bu yalancı sahirdir, sihrini terviç için mabuduna iftira ediyor ve aklı zayıf olan avâm-ı nâsı aldatıyor.»

Beyzâvî'nin beyanı veçhile Firavun'un Haman'a emrettiği bina ile murad; rasathanedir. Bu rasathane sebebiyle Hz. Musa'nın tâlimin kuvvet ve za'fına muttali olmak, semanın esbabı olup havadis-i arziyeye delâlet eden yıldızların ahvalini gözetlemek, onunla Cenab-ı Hakkın resul gönderip göndermediğini bilmek ve Musa (A.S.) ın sıdkına veya kizbine istidlal etmek için böyle bir

2749

rasathane yapılmasını emretmiştir, yoksa semaya çıkmak âdet vechüzere insanlar için mümkün olmadığını bilmiyecek kadar divane değildi.

Qد ‌ wsد ہ$� ٱ? lد Kہ O$ہ Yہ ہ ۦ د rد yہ Kہ Cہ bا Uہ ہ� bع Kہ ع@ د~ د? lہ �ق ہ, Xہ د? ہtٲ uہ ہ [Şu tafsilât vechüzere Firavun'a kötü amelleri tezyin olundu. Binaenaleyh; Firavun bu

gibi evhamât-ı batılayla yoldan çıktı ve maksad-ı aksaya isal eden tariki haktan m en'olundu.]

) فىتباب��� إال فرعون د ڪي� ا د�7777777777777�وم 7777777 �7777777ع �7777777ع )٣٧ع [Hz. Musa hakkında Firavun'un hileleri olmadı, ancak helâk ve hasarda oldu.] Çünkü; bir

çok esbaba tevessül etti, lâkin hiç birisinden istifade edemedi, belki hilelerinin cümlesi kendi aleyhine netice verdi. Zira; tutmuş olduğu yolların cümlesi batıldır. Batıl ise hakka karşı daima muzmahildir.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bazı tarihlerin «Haman Hz. Musa'dan çok zaman sonradır» dedikleri bu âyetle merduttur. Zira âyet; Hz. Musa'nın muhatabı olan Firavun'un veziri Haman olduğuna delâlet eder. Amma tarihlerin beyan ettikleri vechüzere Hz. Musa'dan bir çok zaman sonra (Haman) isminde bir gaddarın daha bulunmasından Firavun'un veziri başka bir Haman olmasına mani değildir. Şu halde tarihlerin beyan ettikleri ve Hz. Musa'dan sonra olan Haman Firavun'un veziri olan Haman'ın başkasıdır. 4976

&&&&&

Vacib Tealâ racül-ü müminin Firavun'u envai delillerle ilzam etmesi üzerine Firavun'un Haman'a bir rasathane bina etmesiyle emrettiğini beyandan sonra racül-ü müminin tekrar Firavun'a nasihatini beyan etmek üzere :

سبيل أهدڪم بعون ت ي�قوم ءامن ذى ل ع7777777�وقال !7777777 7777777ٱع ٱع شاد ( )٣٨ٱلر buyuruyor.[Firavun'un kabilesinden iman eden racül-ü mümin kavmine hitaben dedi ki «Ey

kavmim ! Bana ittibâ edin ki ben sizi doğru yola sevkedeyim.».]

Yani; racül-ü müminin delâil-i kat'iyyesi Firavun'a tesir etmeyince nasihat suretiyle kavmine dedi ki «Ey kavmim ! Beni dinleyin, sözümü doğru bilin, gittiğim yola gidin ve bana ittibâ edin ki ben sizi tarik-ı müstakime ulaştırayım». O racül-ü mümin böyle demekle kavmini Firavun'a ittibâdan menetmek istedi ve bu kelâmıyla Firavun'u ve kavmini dalâlete nisbet etti. Çünkü; «Eğer bana tebaiyyet ederseniz ben sizi doğru yola götürürüm» demek «Sizin gittiğiniz yol eğridir, eğri yol maksuda isal etmez» demektir. Zira Sebilürrâşâd; sebil-i dalâletin zıddıdır.

&&&&&

Vacib Tealâ racül-ü müminin kavmini tariki necata davet ettiğini beyandan sonra dünyanın fanî ve âhiretin baki olduğunu zikirle kavmini ikaza çalıştığını beyan etmek üzere :

لدن�يا ل�حيوة ه�ذه ما إن ���ق���وم ���� 7777777�ٱع�7777777ي 7777777ٱع ع ) ل�قرار دار هى الخرة وإن #�ٱٱع7777777�مت�ع��� 7777777777777 )٣٩د

2750

buyuruyor.[«Ey kavmim ! Şunu iyi bilin ki bu dünya meta-ı kalîldir. Amma âhiret; Dar-ı karar yani

erbab-ı basiretin karar edeceği mahaldir.» .]

Yani; «dünyanın fanî ve âhiretin baki olduğu kafidir. Şu 4977 halde fani ve her zaman inkirâza ve zevale maruz olan dünyanın metal gayet az ve zahmeti lezzetinden daha çoktur. Amma âhirete gelince; âhiret baki, zevalden mahfuz, nimeti ve nimetinin lezzeti ebedî ve süruru daimdir. Binaenaleyh; âhiret, dünyadan hayırlı ve efdaldir. Şu halde aklı olan bir kimse azıcık bir ömür ve lezzete mukabil ebedi sürür ve nimeti fedâ etmez.» Bu sözüyle racül-ü mümin kavmine dünyanın ve âhiretin hallerini beyanla dünyaya aldanmamalarını tavsiye etmiştir.

&&&&&

Vacib Tealâ racül-ü müminin dünyanın ve âhiretin hallerini beyanla nasihat ettiğini beyandan sonra âhireti kisbin yollarını beyanla Cennet'e terğib ve Cehennem'den tenfîr ettiğini beyan etmek üzere :

عمل ومن مث��لها إال يجزى فال ئة��� عملسي ع�7777777من �7777777 ‌07777777 7777777)ع ع� 7777777777777 �7777777د ع مؤمن��� وهو أنثى أو ذڪر من ���ل���ح���ا د7777777777777#�ص���� L7777777 7777777ع �"ع 7777777777777 د ابغي�ر في��� يرزقون ة ل�جن يدخلون ك �7777777ع�7777777فأول�ٮ �7777777ہ 7777777�ع �7777777ٱع ع

) ح���س���اب ببببببببببببب )٤٠بbuyuruyor.[«Bir kimse günâh işlerse cezası o günâhın misli olur ziyade olmaz, erkekten, dişiden

her kim olursa olsun mümin olduğu halde amel-i salih işlerse onlar Cennet'e girer ve hesabsız merzûk olurlar.] Ey kavmim ! Şunu bilin ki bir kimse Allah'ın azabını îcab.eder bir günâh işlerse o günâhın cezası âhirette adalet-i İlâhîye muktezâsı onun misli olur, ziyade olmaz. Amma bir kimse erkek veya dişi herhangi sınıftan olursa olsun mümin olduğu halde iyi amel işlerse o kimse hesapsız rızıkla merzûk olur, Cennet'e girer, ebedi Cennet'te kalır.»

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bir saat küfrüzere bulunup vefat ederse ebedi muazzeb olmasından ceza cinayetin misli olmamak lâzım gelmez. Zira; kâfir küfrünü ibadet itikat ettiğinden ebedî muammer olsaydı küfretmeye niyet ettiği cihetle ebedî azab; "ebedî küfre niyetinin cezasıdır. Binaenaleyh; ceza cinayetin mislidir, ziyade değildir. 4978

Bu âyet; cinayete müteallik olan ahkâm-ı şer'iyyenin esasını teşkil ve ukuubâtın hiç birisinde cezanın cinayet üzere ziyade olmıyacağına delâlet eder. İşte bu esasa binaen kütüb-ü fıkhiyede ukuubât daima cinayete göre tertip olunur ve cürümle ceza beyninde nisbet-i âdileye riayet üzere hüküm binâ kılınır. Çünkü; gerek nefse müteallik kısasta olsun, gerekse sair azada olsun tertib olunan ceza cinayete müsâvaat esasından ayrılmaz. Şu halde ;

( ‌ا qہ rہ ع� iد nہ� د�zل ىى ا mہ hع �ہ �ہ� ہ9ل x� د ہ� wق Uہ Qہ yد Kہ lع iہ ) âyeti kadar müsavat esasını tesis eder bir düstûr-u lâyeteğayyer olamaz ve akl ü mantıka muvafık olan da müsavaat olduğu için hiç bir âkilin itiraza mecali yoktur. Çünkü müsavat esası; cümle ukulün kabul ettiği bir kanun-u lâyeteğayyerdir.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile ameli salihin cezası hesabsız yani tartısız ve amelinin birkaç misli ecri fazla olacağını işaret için bigayrı hesap merzuk olacakları beyan olunmuş ve iman olmaksızın amelin faydası olmıyacağına işaret için imân; şart manâsını ifade eden cümle-i hâliye olarak varid olmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ racül-ü müminin muktezayı merhameti kavmine nasihatten feragat etmeyip tekrar nasihat ettiğini beyan etmek üzere :

2751

جوة لن إلى أدعوڪم لى ما ���ق���وم ���� ٱو���ي ع7777777� �7777777 7777777ع ع ) ار لن إلى ���دعوننى ٱو���ت ۦ) ٤١ع�7777777 د Sد g?د ہ8 wع ہ? ہiا ۦ د Sد ہ د@ ع> ہ�� ہ دہ r?ٱSد ہ@ ہ~ uع nہ� دل gد� ہ' bKہ Oع ہ�

) ل�غف�ر ل�عزيز إلى اأدعوڪم وأن 7777777�ٱع7777777�علم��� 7777777�ٱع �7777777ع �7777777ع #�ا 7777777777777 7777777?د )٤٢عbuyuruyor.[O racül-ü mümin «Ey kavmim ! Bana ne gibi şey arız oldu ki ben azab-ı ilâhîden

halasınıza davet ediyorum da siz beni günâh kârlar için hazırlanmış olan nar-ı cahîme davet ediyorsunuz. Zira siz beni Allah'a küfretmeye ve şeriki olduğuna benim için ilim ol mayan şeyle Allah-u Tealâ'ya şirketmekliğime davet ediyorsunuz Halbuki ben sizi herkese galip ve kullarının isyanını mağfiret 4979 edici olan Allah'ın dergahına davet ediyorum» demekle kavmini yola getirmeye çalıştı.]

Yani; o racül-ü mümin «Ey kavmim ! Bana ne oldu ki siz beni Cehennem'e davet ettiğiniz halde ben sizi cemi lezzât-ı rûhâniyenin mahalli olan Cennet'e davet ediyorum. Zira; siz beni vahid-i hakiki olduğuna itikat ettiğim Allah-u Tealâ'ya küfür ve ulûhiyetine ilmim lâhik olmayan bir takım putları Allah-u Tealâ'ya şerik itikat etmekliğime davet ediyorsunuz, sizin davet ettiğiniz küfür ve şirk ise nar-ı cahime girmeye ve rüsvalığa sebep ve ebedî zarara bâdîdir» demekle kavmine nasihat etti.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Firavun'un kavmi iki kısım olup bir kısmı ulûhiyeti bilkülliye inkâr diğer kısmı ulûhiyeti ikrar velâkin putların ibadete istihkakta Allah'a şerik olduğunu itikat ederlerdi. Binaenaleyh; ulûhiyeti büsbütün inkâr edenlere hitaben «Beni küfre davet ediyorsunuz.» ulûhiyeti ikrar edip de şirk edenlere «Beni şirke davet ediyorsunuz» demekle her iki sınıfın itikatlarını beyan ve o itikadların batıl olduğuna işaret etmiştir. Çünkü; racül-ü mümini her iki sınıfta kendi mezheplerine davet ediyorlardı. Racül-ü mümin Allah-u Tealâ'nın Azîz ve Gaffar olduğunu beyanla Firavun'a ta'rîz etmiştir. Çünkü; «Mabud olan zatın kudret-i tâmme ve ilm-i kâmile ile muttasıf olup sevdiği kullarına nimeti bol vermeye ve günâhkârlardan intikamını almaya kaadir ve isterse affetmeye muktedir olması lâzımdır. Firavun ise gayet aciz bir kimse olduğundan ulûhiyetle münasebeti yoktur. Şu halde Firavun nasıl oluyor ki ulûhiyet davasında bulunuyor ve siz nasıl oluyorsunuz ki onun ulûhiyetine itikat ediyorsunuz» demekle kavmini tekdir etmiştir.

Firavun'un kavmi küfrüzere devam ederlerse azabtan kurtulmak olmıyacağını beyanla beraber Allah'ın rahmetinden ümitlerini kesmemelerine de işaret için Cenab-ı Hakkı Gaffar sıfatıyla tavsif etmiştir. Yani «Siz her ne kadar küfrüzere ısrar ediyorsanız da eğer iman ederseniz Allah-u Tealâ imanınız sebebiyle geçmiş günâhlarınızı tamamen affeder» demekle imana teşvik etmiştir. Çünkü; Cenab-ı Hak bir kimsenin bir dakika imanı sebebiyle seksen senelik günâhını affeder. 4980

&&&&&

Vacib Tealâ racül-ü müminin zat-ı ulûhiyeti lâyık olduğu bazı sıfatlarla tavsif ettiğini beyandan sonra Firavun'un kavminin mabud tanıdıkları putları zemmetmek suretiyle söylediği sözleri alâ tarikilhikâye beyan etmek üzere :

له لي�س إلي�ه تدعوننى ا م أن جرم �7777777ع�7777777ال �7777777ع  ع د#7777777777777 د���عوة��� �7777777 ۥع ٱ g?ہ �zد اا ہ' �$ ہ ہ@ iہ ہ$� ہ�� ہ د ہ@ vد nہہ� ٱل g9د nہ� ہل ہwا ع' O$ہ ٱ? g9ع� للهد jہ lہ w9د د@ ع� yہ ع? ٱ ہ$� ہ�� ہ

ار ( لن صح�ب ٱأ��� )٤٣ع7777777:buyuruyor.[«Şüphe yok ki sizin beni davet ettiğiniz şeyin dünya ve âhirette davete iktidarı yoktur

ve bizim dünyada ve âhirette nıerciimiz ancak Allah-u Tealâ'nın huzurudur. Zîra; dünyada ibadete ve âhirette Cennet'e davet edici odur, umur-u itikadiyede bir takım evham-ı batılaya ittiba ederek Allah-u Tealâ hakkında hezeyan eden müsrifler ashab-ı Cehennem'dirler, Cehennem'in sahipleri ve mülazimleri onlardır. Onlar için Cehennem'den kurtulmak yoktur.».]

2752

Yani; şu racül-ü mümin nasihatine devam ederek dedi ki «Ey kavmim ! Siz beni hacer ve seçerden yapılma bir takım putlara ibadete davet ediyorsunuz. Onlar ise itaata lâyık değillerdir. Zira; onlar için dünyada ve âhirette bir emri hayra davet olmaz. Çünkü; cemadâtın insana tekellüme iktidarı olmadığı gibi hidayete sevk ve irşâd etmeye dahi iktidarı yok ki davet etsin. Halbuki bizim dünyada ve âhirette merciimiz Cenab-ı Haktır. Binaenaleyh; O'nun rızasını tahsile çalışmamız ve huzur-u İlâhîde hacâletimizi mucib olacak kötü amellerden sakınmamız lâzımdır.»

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyette d a v e t le murad; müstecab bir duâ olmak ihtimali vardır. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Ey kavmim ! Şüphe yok ki sizin beni davet ettiğiniz putların dünyada ve âhirette müstecab bir duâları yoktur. Şu halde bize asla menfeat isâline ve şefeat etmeye iktidarları olamaz. Binaenaleyh; celb-i menfeat ve defi mazarrata iktidarları olmayan şeye sizin itaatiniz ve beni itaate davetiniz hamakattan başka birşey değildir. Sizin ve bizim cümlemizin merciimiz Allah-u Tealâ'dır. Zira; 4981 Allah-u Tealâ kullarının menfeatini celbe ve mazarratını defe kadir ve cümlenin ibadetine müstehaktır. Şu halde kulların vazifesi; ancak Allah-u Tealâ'ya ibadet etmektir, yoksa bir takım âciz putlara ibadet etmek demek.] değildir.

M ü s r i f ; şeriatın haricinde bir takım günâhları irtikâbta ileri giden kimsedir. Sefk-i dimaya alışmış ve ebnâ-yı cinsini ızrara dadanmış ve zulm ü taaddiye dalmış olanlar ve bu gibi şeylerden lezzet alanlar Cehennem'in yaranlarıdır.

Hulâsa; şu racül-ü mümin kavmine itikad-ı hakkı telkin ve onların itikadlarının batıl olduğunu beyanla kendilerinin zalim, gaddar ve haksızlıkta ifrata varmış bir takım müsriflerden olduklarını söylemekle vazife-i diniyyesini hakkıyla edâ ettiği ve her mümine lâyık olan da bu olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ racül-ü müminin kavmine vaki olan nasihatlerini ve o nasihatlerin tesiri olmadığını beyandan sonra o racülün kavmine son sözünü beyan ve hikâye etmek üzere :

ٱ g?ہ �zد اى د@ iع ہ�� Zہ bق ہ9 ہ�� ہ ‌ع� ہ� ہ? ہ� bpہ ہ�� اا iہ ہ� ہ@ Aہ tع ہ� ہ� دہہ9 ‌ r? ٱ ہ$� �zللهد) بل�عباد � ہ�ٱع7777777�بصير�� 7777777777777 )٤٤ن

buyuruyor.[O racül-ü mümin «Ey kavmim ! Yevm-i kıyamette benim size nasihat suretiyle

söylediğim sözleri hatırlarsınız ve birbirinize şu cereyan eden vakaları söylersiniz lâkin hiç fayda etmez, ben cümle umurumu Allah-u Tealâ'ya tefviz ederim. Zira; Allah-u Tealâ kullarını görücü, bilûmum hallerini bilici ve herkesin ameline göre ceza vericidir.] Binaenaleyh; Rabbim benim size nasihatlerimi bilir, ona göre beni sizin şerrinizden muhafaza eder, sizin ahvalinizi bilir, ona göre sizin cezay-ı sezanızı verir.» demekle kelâmına hitâm vermiş ve kavminin ıslahından me'yûs olmuştur.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile racül-ü mümin nasihatında Firavun ve etbamın mezheplerinin batıl olduğunu beyan edince Firavun ve cemaatinin sû-u kastedeceklerini ve kendi aralarında hakaret etmeği tasmim ettiklerini anlaması üzerine onları âhiretle 4982 korkutmak ve kendinin de himaye-i İlâhiyeye iltica ettiğini beyanla sözüne son vermiş ve hatimesi de bir hâtime-i latife olmuştur. Çünkü; bütün nasihatlerinin tesirini ve düşmandan gelmesi me'mûl olan serden mahfuz kalmasını velhasıl celb-i menfeat ve def'-i mazarrat hususlarının cümlesini Allah-u Tealâ'ya tefvizle sözünü bitirmiştir.

&&&&&

Vacib Tealâ Racül-ü müminin her umurunu Allah'a tefviz ettiğini beyandan sonra o tefvizin neticesini beyan etmek üzere :

2753

ٱ ہ ى� pہ bہ للهہ9 فرعون ل ا ب� وحاق مامڪروا��� ات � �7777777ع7777777سي ا�ع 7777777777777 ‌ ) ل�عذاب )٤٥ٱع7777777�سوءbuyuruyor.[Allah-u Tealâ o racül-ü mümini kâfirlerin şerrinden sakladı ve kötü azab âl-i Firavun'u

ihata etti.]

Yani; Firavun ve etbâının racül-ü mümine sû-u kastlarına karşı racül-ü müminin Allah-u Tealâ'ya tefviz-i umur etmesine binaen Allah-u Tealâ o racülü onların mekir ve hilelerinin şerrinden muhafaza etti ve hile etmek isteyen âl-i Firavun'u şiddetle azab ihata etti ve etraflarını çevirdi.

Fahri Râzi ve Kazî'nin beyanlarına nazaran o racül bir dağa firar etti. Firavun o racülü takip için bir çok asker gönderdi. Onlar o racülü, ibadetle meşgul olduğu halde etrafını kuşların ve kurtların çevirmiş olduklarını görmeleri üzerine kendilerine arız olan korku sebebiyle cesaret edip yanma yanaşamadılar, elleri boş olarak geri gelip ahvali hikâye edince Firavun cümlesini birden katlettirdi. Bu rivayete nazaran onlar- racül-ü mümini katledelim derken kendilerinin kahr altında maktul olmaları sû-u azabtır. Şu halde âyetteki s û - u a z a b la murad; onları dünyada ihata eden azabtır. Yahut s û - u a z a b la murad; Firavundun bütün cemaatini ihata eden azab-ı âhirettir. 4983

&&&&&

Vacib Tealâ şu ikinci manâya nazaran sû-u azabı tefsir olmak üzere :

‌ا w$ � د د| Kہ ہ �$� د Oہ ہ\ ہ�ا wع rہ Kہ ہ� bہ� ہ@ kع �ہ ہ� $�ا ہ ٱ?buyuruyor.[Firavun ve etbaı akşam ve sabah ateş üzerine arzolunurlar.]

Yani; kabirde bulundukları müddet sabah ve akşam ashabı şekavet için hazırlanmış olan ateşe onlar gösterilirler ve bilûmum kâfirlerin rûhları kıyamete kadar sabah ve akşam Cehennem'deki mahalleri kendilerine gösterilip «İşte kıyamette sizin makamınız budur» diyerek kendilerine azabolunacağı mervidir.

Müslim ve Buhârî'nin ittifakları ile rivayet ettikleri bir hadis-i şerif de bu manâyı teyid eder. Çünkü; (İbn Ömer) Radıyallahü anh efendimizin rivayetine nazaran Resûlullah (S.A.V.) efendimiz «Sizden biriniz vefat ettiğinde o kimseye günde iki defa âhirette yeri gösterilir. Eğer ehl-i Cennet'ten ise Cennet'ten, ehl-i nârdan ise Cehennem'den gösterilir. Ve kıyamete kadar kendine (İşte şu senin yerindir) denilir» buyurmuştur.

Bu âyet; rûhun bakasına ve azab-ı kabrin vücuduna delâlet eder. Çünkü; bundan sonraki âyette âl-i Firavun'un yevm-i kıyamette olacak azablarının beyan olunması bu âyette beyan olunan azabın kıyametten evvel olmasını icabeder. Şu halde vefattan sonra kıyametten evvel olunca kabirde olmak lâzımgelir.

Bu âyette akşam ve sabahı zikretmek; azabın devamına işarettir. Çünkü; kabirde akşam ve sabah yoktur. Akşam ve sabah bu dünyaya mahsustur. Yahut onlara kabirlerinde azap; «Ehl-i dünyanın akşamında ve sabahında ateşe gösterilirler» demektir.

&&&&&

Vacib Tealâ Al-i Firavun'un kıyamette hallerini beyan etmek üzere :

فرعون ل ءا أدخلوا اعة لس تقوم ���وم �7777777ع7777777و���ي �7777777ع 7777777ٱع ع ) ل�عذاب )٤٦ٱع7777777�أشد

2754

buyuruyor. 4984[Kıyamet kaim olduğunda ve herkes kabrinden kalkıp Arsa-i mahşere geldiği gün taraf-

ı İlâhîden Cehennem'in hazinedarları ve hademesi olan zebanilere «Al-i Firavun'u Cehennem azabının şiddetlisine ithal edin» denilir.]

Ebussuud Efendi'nin ve Beyzâvî'nin beyanları veçhile dünya devam ettikçe akşam ve sabah azaba arzolunurlar amma kıyamet günü azabın daha şiddetlisi olan Cehennem azabına konmaları için meleklere emrolunur. Yahut Firavun ve etbaının Cehennem azapları içinden daha şiddetlisine idhâl olunmaları için emrolunur. Çünkü; Cehennem'in tabakaatında azap muhteliftir, herkesin günâhına göre bir tabakaya girmesi emrolunduğunda Al-i Firavun'un en ziyade şiddetlisine idhâl

olunmaları taraf-ı İlâhîden meleklere emrolunur. Yahut ( دخلوا أ��� sülâsîden (ع�7777777 kıraat olunduğunda Âl-i Firavun'a hitap olarak «Ey Âl-i Firavun ! Siz azabın ziyade şiddetlisine girin» denilir. Bu âyet; kabir azabına delâlet eder. Çünkü kıyamette azabın eşeddine gireceklerini beyan etmek; kıyametten evvel azabın ehveninde olduklarını beyan etmektir. Kıyametten evvel azab da kabirdedir.

&&&&&

Vacib Tealâ Firavun ve etbaının Cehennem'de azabın şiddetlisine gireceklerini beyandan sonra Cehennem'de beyinlerinde cereyan edecek muhavereyi beyan etmek üzere :

ذين لل لضعف�ؤا فيقول ار لن فى يتحاجون ٱوإذ ٱ H7777777ع مغ�نون م أنت فهل متبع����ا لك ا كن ا إن ���ڪبروا 7777777�ع17777777ست ��ع 7777777777777 7777777�د M7777777ع �7777777ع ٱع ) ار لن من ا انصيب����� ٱعن )٤٧د�7777777777777�buyuruyor.[Ya Ekrem-er Rusûl ! Zikret şol zamanı ki o zamanda Firavun ve etbaı Cehennem'de

nizâ ederler. Binaenaleyh; onlardan fakir ve zayıf olan esâfil gürûhu dünyada onlar üzerine reis olup tekebbür eden zalimlere derler ki «biz dünyada size tabi olduk, her dediğinizi tuttuk ve emrettiğiniz yola gittik, bizi envai hile ve desiselerle aldatmıştınız. Bu gün Cehennem ateşinden nasibimizin bir 4985 miktarını bizden defedebildiniz mi, dünyada bize vaadettiğiniz şeylerden azıcığını ifa edebildiniz mi?».] İşte zuafâ gürûhu böyle demekle büyüklerine hücum ederler. Yani; ehl-i Cehennem ve bilhassa Firavun ve etbaı Cehennem'e girince muhasama ederler. Onlardan fukara gürûhu dünyada büyüklük taslayan bir takım cebâbireye «Biz dünyada size tabi olduk ve hizmetinizde bulunduk, siz de herşeye muktedir olduğunuzdan bahsediyordunuz. Bu gün bize isabet eden Cehennem ateşinden velevse azıcık olsun bizim nasibimizden bir miktarını bizden defedebildiniz mi, şu halde sizin büyüklüğünüz nerede kaldı?» demekle küberâyı terzil ederler.

&&&&&

Vacib Tealâ zuâfaânın şu suallerine karşı büyüklerinin verdiği cevabı beyan etmek üzere :

ٱ ہ$� �zد اا qہ w9د Q$# د Aہ $'ا ہ �zد ا� ا ہ@ sہ ع� ہ� Uع ٱ lہ �tد ?$ ہ ٱ ہ� للهہpا ل�عباد بي�ن حكم �7777777ٱع7777777�قد �7777777ع ع )٤٨( buyuruyor.

2755

[Şol kimseler dediler ki onlar dünyada kendilerini büyük addetmişlerdi «biz hepimiz Cehennem'deyiz. Zira; Allah-u Tealâ kulları beyninde kat'î olarak hükmetti. Onun haricine çıkılmaz.».]

Yani; esâfil tarafından varid olan suale cevap olarak reisleri dediler ki «sizin gibi biz de Cehennem'deyiz. Binaenaleyh; eğer azabtan kurtulmak veyahut bir miktarını azaltmak elimizden gelse kendi nefsimizi kurtarır veyahut kendimizden hafifletiriz, bu ise mümkün değildir. Zira; Allah-u Tealâ kulları arasında hükmetti ve herkesin istihkakına göre hakkını verdi. Hiç kimsenin bir diyeceği kalmadı. Binaenaleyh; ehl-i Cennet'i Cennet'e, ehl-i nârı Cehennem'e koydu. Bundan sonra hiç kimsenin kurtulmasına dair söz kalmadı» demekle cevap verirler.

Esâfil gürûhu rüesânın iktidarı olmadığını ve dünyada 4986 kendilerinin aldandıklarını bilirler velâkin dünyada envai dalâlete götüren ve aldatan ruesâ olduğu için onları rezil ve rüsva etmek ve kalplerini incitmekle intikam almak için bu suali irâd ederler, yoksa hakikati bilmedikleri için bu suali irâd edecek değillerdir.

&&&&&

Vacib Tealâ ruesânın esâfile karşı vermiş oldukları cevabı beyandan sonra zuafânın Cehennem'in hazinedarlarına müracaatlarını beyan etmek üzere :

ع� ہ� S$ ہ ہ� ا� bKہ ع� ٱ ہ� �$ ہ qہ Dہ xد ہ' mہ ہ� د? د� $�ا ہ ٱ? g9د lہ �tد ?$ ہ ٱ ہ� ہpا ہ ) ل�عذاب من يوم���ا ا عن ��ٱع7777777�يخفف 7777777777777 7777777د 7777777=ع )٤٩عbuyuruyor.[Cehennem'de olan kâfirler Cehennem'in hazinedarlarına müracaat ederek derler ki

«Ey melekler ! Rabbınıza çağırın ve duâ edin, bir gün Rabbınız, bari bizden azabı tahfif eylesin. Biz bir nefes alalım.»] İşte esâfil kefere böyle demekle hazinedarlara yalvarırlar.

Cehennem'in hazinedarlarına müracaat edenlerin nârda olduklarına, zillet ve hakaret içinde

bulunduklarına işaret için zamir mevkiinde ism-i zahir olarak ( لذينا ) lâfzı varid olmuştur.

Çünkü ( لذينا القو ) bedelinde ( ااوقو ) dense olabilirdi, lâkin onların bu sözü Cehennem'de zelil ve hakir olarak söylediklerine işaret olmazdı. Zira; bu misilli makamda ism-i mevsul hakaret manâsını ifade eder. Bilkülliye Cehennem'den çıkamıyacaklarını bildikleri için hiç olmazsa bir gün bari azablarının hafiflenmesini arzu edecekleri beyan olunmuştur. Hazinedarlara müracaatları ancak hasbeten lillâh şefaat etmelerini rica etmekten ibarettir. Zira; kendileri kâfir olup, küfrise mağfiret olunur bir cinayet olmadığını bildikleri için bilkülliye kurtulmalarını isteyemiyeceklerdir. Binaenaleyh; hiç olmazsa bir günceğiz bari azablarının hafiflenmesini arzu ederler, fakat bu kadara bile nail olamazlar. 4987

&&&&&

Vacib Tealâ ehl-i Cehennem'in azablarının tahfif olunması için zebanilere müracaat ettiklerini beyandan sonra Cehennem'in hazinedarlarının onlara cevapların beyan etmek üzere :

f‌د ى7 ہ� wق sہ ع? دSٱ ہ�� rہ Uہ ہ� ع� ہ� wد� �ا ع ہ� Xہ ہ� ع� ہ? ہ ہ�� ا� bا ہ? ہpا ل�ڪ�فرين دع�ؤا وما فدعوا��� قالوا بلى��� ا�ٱع7777777�قالوا 7777777777777 ‌�7777777 ىىٱع 7777777777777 ‌

ضل�ل ( فى )٥٠إالbuyuruyor.[Cehennem'in hazinedarları ehl-i Cehennem'i terzil için onlara hitaben «Size

mucizelerle resulleriniz gelmediler mi, doğru yolları size göstermediler mi, size

2756

Cehennem'in bu azablarını haber verip korkutmadılar mı?» diyerek sual edince ehl-i Cehennem bu suale kemal-i teessüf, hasret ve hacâletle «Evet ! Bize sizin dediğiniz veçh üzere resuller geldi velâkin biz onların sözlerini dinlemedik derler. Hazinedarlar onlara «Bizim kâfirlere şefaat etmeye cesaretimiz yok ve izn-i İlâhî de yoktur. Binaenaleyh; bizden şefaat beklemeyin. Siz isterseniz Rab'bınıza duâ edin. Zira; duâdan men'olunmadınız.» Halbuki kâfirlerin duâları olmadı, illâ ziyada ve hüsrandadır.]

Yani; bizden duâ beklemeyin siz kendiniz duâ edin. Şu kadar ki kâfirlerin duâsı kabul olunmaz. Binaenaleyh; duânız zayi ve batıldır. Çünkü; Cenab-ı Hak kabul etmeyince o duâ faydasızdır.

Bu âyette kâfirlerin duâlarının kabul olunmaması âhirete mahsustur. Zira âyet; âhirette vaki olacak muamelât hakkındadır. Binaenaleyh; dünyada kâfirlerin duâlarının kabulüne bir mani yoktur. Çünkü; bu âyet kabul olunmıyacağına delâlet etmez. Gerçi lâfzın umumuna nazaran bazı ulemâ dünyada kâfirlerin duâları kabul olunmıyacağını bu âyetle istidlal etmişlerse de beyan olunduğu veçhile bu âyet, âhirete mahsustur.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin ahvalini beyandan sonra Resûlullah'ı tasdika ehl-i imanı teşvik etmek üzere : 4988

لدن�يا ل�حيوة فى ءامنوا ذين اول رسلن لننصر ا 7777777�ٱع�7777777إن ٱٱع ) الشه�د يقوم ���وم 7777777ٱع7777777+و���ي )٥١ع

buyuruyor.[Biz Azîmüşşan vahyimizi hamil, tebliğa memur olan resullerimize ve onlara iman eden

müminlere dünyada ve yevm-i kıyamette ki o yevm-i kıyamet; âdil şahidlerin kaaim olacakları gündür. İşte o günde elbette biz dostlarımıza yardım ederiz ve düşmanları üzerine elbette onları galib kılarız.]

ولهم مع�ذرت���م لظ�لمين ينفع ال ���وم 7777777777777‌ع�ي �7777777 �7777777ہ 7777777ٱع ع ) لدار سوء ������ع�نةولهم ٱلل ع7777777� �7777777 )٥٢ٱع [O günde zalimlerin özürleri menfeat vermez, onlar için lanet ve kötü dâr olan

Cehennem vardır.]

Yani; biz elbette kullarımızı irşad ve doğru yola sevketmek için tarafımızdan gönderdiğimiz resullerimize ve müminlere dünyada yardım ederiz ve yardımımızın eseri dünyada zuhur eder. Çünkü; resullerimizin dinlerini i'lâ ve âleme neşr ü ilân etmekle nusretimizin eserini izhar ettiğimiz gibi onlara iman eden müminlere de a'mâl-i saliha tevfik etmek suretiyle nusretimizin eserini izhar ederiz, müminlere bihakkın imanın icabâtını yerine getirdikleri surette düşmanlarına galebe veririz ve eseri nusret; âhirette meleklerin enbiyâ-yı izâmın ümmetlerine ahkâm-ı şer'iyyelerini tebliğ ettiklerine adalet üzere şehadetleriyle zahir olur ve müminleri Cennet'e idhâl etmekle seâdete isal ederiz, bu suretle nusretimiz gerek dünyada gerek âhirette resullerimize ve ehl-i imana vasıl olur. Enbiyaya ve onlara iman eden müminlere nusret; dünyada eserlerinin ve menakıb-ı âlîyelerinin baki kalması suretiyle dahi olur. Çünkü; enbiyânın vefatiyle şeriatleri ve ümmetleri baki kalmak taraf-ı İlâhîden onlara nusret olduğu gibi ehl-i imanın vefatları ile arkalarında bir çok eserleri ve yâdolunur bir takım menkibeleri kalmakla da nusret olunurlar, amma kâfir ve zalimlerin vefatları ile eserleri büsbütün muzmahil ve kendileri ahalinin dillerinde lanet ve nefretle zikrolunurlar, zulümlerinin eseri evlâd ü 4989 ahfâdlarına intikal ettiğinden onlar da halk nazarında menfur olmakla talihleri Nûhusete tebeddül eder ve eserlerinin münkariz olduğu da âlemde her zaman görülmektedir. Yevm-i kıyamette zalimlerin günâhlarına dair olan mazeretleri asla menfeat vermez.

2757

Çünkü; mazeretleri meşru olmadığından kabule şayan görülmez, onlar için o günde rahmet-i İlâhiyeden uzaklık ve uzaklığın neticesi olarak meskenin en kötüsü olan Cehennem vardır.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile bu âyette ehl-i imana ta'zîm vardır. Zira müminlere nusretle düşmanlarının mazeretlerinin kabul olunmaması ve rahmet-i İlâhiyeden uzak olmaları ve akibet Cehennem'e dahil olacaklarını beyan etmek; ehl-i imanı taltif etmektir. Çünkü; insan düşmanının makhûr olduğunu görünce elbette mesrur olur.

&&&&&

Vacib Tealâ enbiyâ-yı izâm hazerâtına ve müminlere nusret edeceğini icmalen beyanla Resûlunü tesliye ettikten sonra enbiyadan bazılarına nusretini tafsilen beyan etmek üzere :

بنى وأورث��نا ى ل�هد موسى دءاتي�نا 7777777ع07777777ولق 7777777�ع �7777777ٱع �7777777ع ع ) ل�ڪت�ب ءيل سر������ 7777777ٲٱع7777777�إ��� �7777777ا ىى) ٥٣ع ہ@ uع Hد ہ �Oى د jالہ) الل�ب�ب ى ٱع7777777�ول

٥٤(buyuruyor.[Zat-ı ulûhiyetime yemin ederim ki Musa (A.S.) a şeriat ve hidayete delâlet eder

mucizât-ı bahire verdik ve Benî İsrail'i Tevrat'a varis kıldık. O Tevrat ise onları hidâyete isal ettiği gibi onlara ve sair akıl sahiplerine mev'izadır.] Çünkü Tevrat; akıl sahiplerinin cümlesini makasıd-ı diniyyenin cemisine isal eder, dünyevî ve uhrevî insanların seâdetine kâfildir. İşte Tevrat'la Musa (A.S.) a nusret ettiğimiz gibi ya Ekrem-er Rusûl ! Sana da Kur'an'la nusret edeceğimizde şüphe yoktur.

Taraf-ı İlâhîden Peygamberlere nazil olan kitapların vaaz ve nasihat olması herkes için

olmayıp belki ukuul-ü selîme ashabı için vaaz olduğuna işaret zımnında mev'iza manâsına olan (ىى ہ@ uع Hد ) 4990 lâfzı ( ولىال ) ile takyîd olunmuştur. Çünkü u l ü l ' e l b â b ; akıl sahipleri demek olduğundan Tevrat'ın nasihat olması akıl sahiplerine tahsis kılınmıştır. Zira; aklında istikamet ve selâmet olmayan kimseler vaaz u nasihattan müstefid olamazlar; Tevrat-ı şerif, Benî İsrail'de haleften selefe devrolunduğundan Benî İsrail'in Tevrat'a varis oldukları beyan olunmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin hallerini ve onlara taraf-ı İlâhîden gönderilen resullerine vaki olan ezalarını beyandan sonra Resûlullah'a Kureyş tarafından vaki olacak ezaya sabretmesini tavsiye olmak üzere :

ٱ Oہ Kع ہ ہ$� �zد ع@ sد Yع للهہ9ٱ د77777777777777777777#$.حق������ buyuruyor.[Ey Habibim ! Senden evvel geçen enbiyânın ahvalini işitince sen sabra devam et. Zira;

Allah'ın vadi haktır, hilaf ihtimali yoktur.] Çünkü; vaa'd-i İlâhîde tehallüf olmaz. Zira; Allah-u Tealâ sana nusretini vaadetti, elbette mansur olacaksın. Binaenaleyh; şimdilik vaki olan îzaya sabretmen lâzımdır. Akibet selâmet olunca sabra müsareat vaciptir.

Yani; Firavun'la Hz. Musa'nın aralarında cereyan eden mübâhesâtı, Firavun'un Musa (A.S.) ın katlini kasteddiği halde Firavun'un kavminden Musa (A.S.) a bir yardımcı zuhur ederek Firavun'un tasavvur ettiği katle muvaffak olamayıp akibet kendi helâk olduğunu ve Musa (A.S.) a Tevrat'ı verip ümmeti olan Benî İsrail'e irsen intikal ettiğini işitince ya Ekrem-er Rusûl ! Sen sabretmelisin. Zira; Allah-u Tealâ sana nusreti vaadetti. Vaad-i İlâhî ise haktır, elbette sana vaadi yerini bulacaktır, fakat acele lâzım değildir, sabretmek ister.

2758

&&&&&

Vacib Tealâ Resûlune sabırla emirden sonra istiğfar ve teşbihle emretmek üzere : 4991

ك رب حبحمد وسب رلذن�بك ���غ�ف 7777777"ع7777777�و���ست �7777777ع �7777777ن 17777777ع �7777777ع ٱع ) ول�إب��ڪ�ر ���ل�عشى 7777777�ع7777777�ب 7777777�ٱع )٥٥ٱع buyuruyor.[Ey Nebiyyi Muhterem ! Evlâyı terk kabilinden olan zelle vaki olmuş ise onun için

istiğfar et, gece ve gündüzde Rab'binin senasına mülâbis olduğun halde teşbih et.]Yani; ey Resûl-ü Muazzam ! Beşeriyetin hasebiyle senden sadır olan zelleden dolayı akşam,

sabah belki cümle evkatında istiğfarla meşgul ol ki senin bu istiğfarın ümmetin hakkında sünnet olsun. Sen evvel-i nehâr ve ahir-i nehârda Rab'bın Tealâ'yı hamdile beraber cemi nekâisten tenzih et ki sana nazil olan nimetin şükrünü edâ etmiş olasın.

Bu âyette Resûlullah'a istiğfarla emir; ubudiyette devamla emirdir, z e n b le murad; evlâyı terk kabilinden olan zelledir. Enbiyadan hatanın vukuu caiz olduğuna göre bu emir; hataya istiğfarla emirdir. Çünkü; enbiyadan ankasdin günâh sadır olmaz. Binaenaleyh; «Günahına istiğfar et» demek «vaki olan hata varsa ona istiğfar et» demektir.

T e s b i h le emir; Rab'bın Tealâ'nın cemi nekâisten münezzeh olduğunu lisanınla zikret demektir. Yalnız tenzihle de iktifa etme. Rab'bın Tealâ'nın medh ü senasını teşbihe mukarin kıl ki nevakıstan münezzeh olduğunu beyanla beraber cemî sıfât-ı kemâliyeyle dahi muttasıf olduğunu beyan etmiş olasın. Çünkü; Cenab-ı Hak nekaaisten münezzeh olduğu gibi bütün kemâlâtıyla dahi muttasıftır.

Evvel-i nehâr ve âhir-i neharı zikr; istiğfarın ve teşbihin cemî evkatta lâzım olduğuna işarettir. Yani «umum ahvalinde ve cemi evkatında istiğfar ve teşbihe devam et» demektir. Bu misilli ayât-ı beyyinâtda emir, Resûlullah'a ise de ümmeti hakkında dahi emirdir. Zira; Resûlullah, ümmetinin metbuu olduğundan metbua emrin ümmetine de emir olduğunda şüphe yoktur. Binaenaleyh; leyi ü neharda ümmeti Muhammed istiğfar ve teşbihle memurdur.'

A ş i y y ; akşam ve i b k â r ; sabah manâsınadır. Bu iki vakit alel ekser iştigâlden hâlî olduğu için sarahaten zikrolunmuştur. 4992

Bu âyet; envaı ibadetin menbaıdır. Çünkü; Fahri Razî'nin beyanı veçhile ibadetin mecmuu; ikiye münhasırdır: B i r i n c i s i ; günâhlardan ve kötü şeylerden tevbe ve istiğfar etmektir. İ k i n c i s i ; ibadât ve tââtla meşgul olmaktır. Evvelki kısım zatı itibariyle mukaddem olduğundan günâhtan teberrî manâsına olan istiğfarla emri takdim buyurmuştur. Çünkü tevbe; tathirât kabilinden, teşbih ve tehlil ise tezyinat kabilindendir. Elbette tathirât, tezyinat üzerine mukaddemdir. Zira; bir hanenin süpürüntüsü temizlenmeyince döşemesi döşenmez. Binaenaleyh; evvel süpürülür, sonra tezyin olunur. İşte şu esasa binaen evvel istiğfar sonra teşbihle emri İlâhî varid olmuştur.

Resûlullah'a istiğarla emir; ümmetine talim içindir. Yahut işlenmesi evlâ olan bir şeyi terketmek; enbiya hakkında zelle olduğu cihetle bu âyette z e n b le murad; zelle olduğundan zelleden istiğfarla emrolunmuştur. Yahut istiğfar günâhın bulunmasını icab etmediğinden istiğfarla emir; mücerret ibadet içindir. Yahut «günâhına istiğfar et» demek «ümmetinin günâhına istiğfar et» demektir. Şu manâların cümlesine nazaran enbiyaya istiğfarla emir; onların günâhları olmasına ve günâhtan masum olmadıklarına delâlet etmez. Binaenaleyh; bu ve bunun emsali âyetler ile enbiyanın masum olmadıklarına istidlal edenlerin davaları merduttur. Çünkü; tevcih olunduğu vecihle bu âyet adem-i masumiyetlerine delâlet etmez.

&&&&&

Vacib Tealâ bu sûrenin evvelinde «Ayât-ı İlâhîyede mücadele etmez, illâ kâfirler mücadele ederler» buyurmuştu. Bundan sonra kâfirlerin mücadeleleri birbiri arkasında buraya gelinceye kadar beyan olununca mücadelelerinin sebebi onlarda mevcut olan kibir olduğunu beyan etmek üzere :

2759

ٱ fد ى7 �ہ �Cہ gا د9 ہ� b?ہ Oد ى7 hہ �ہ lہ �tد ?$ ہ ٱ ہ$� �zللهد هم ما ڪبر��� إال فىصدورهم إن سل�ط�نأتٮهم ���غ���ي�ر د7777777777777#@ب S7777777 7777777�ع ع�ع 7777777777777 ‌�7777777 �7777777ع ع دSٱ tع kد ہ� Uع ہ9ٱ د ‌ wد� rد ى7 sہ Sدہد ‌ r? ه ( إن ل�بصير ميع لس )٥٦ۥٱٱع7777777�هو

buyuruyor. 4993[Şol kimseler ki onlar Allah'ın âyetlerinde mücadele ederler. Halbuki taraf-ı İlâhîden

onlara gelmiş ve mücadelelerini icabeder ellerinde bir delilleri de yoktur. O mücadele edenlerin mücadelelerinin sebebi olmadı, illâ onların kalplerinde olan kibirleri oldu, lâkin onlar o kibirlerinin icabettiği kötü şeylere vasıl olamazlar. Şu halde ya Ekrem-er Rusûl ! Sen onların şerlerinden Allah-u Tealâ'ya iltica et. Zira; Allah-u Tealâ onların sözlerini işitir ve işlediklerini görür. Binaenaleyh; onların şerrinden seni muhafaza eder.]

Yani; şol kimseler ki onların kendilerine canib-i İlâhîden gelmiş davalarını te'yîd eder ellerinde hüccetleri olmadığı halde Allah'ın âyetlerinde niza ve seninle mübahase ederler. Halbuki senin dinini teyid ve şanını terfi için Allah'ın sana inzal ettiği âyetleri vardır. Bunların Hizalarının sebebi olmadı, illâ onların kalplerinde mevcut olan kibirleri sebep oldu. Çünkü; onların hakka karşı tekebbür etmek âdetleri olduğundan ey Habibim ! Sana da tekebbür ederek senin getirdiğin âyetlere itiraz ederler ve derler ki «Muharnmed (S.A.) in vahiy dediği yalandır. Zira; eğer vahiy gelse karyenin büyüğüne ve kavmin ulusuna gelirdi. Halbuki büyüklere gelmedi. Binaenaleyh; bu vahiy yalandır» demekle muhasama ederler, lâkin onlar kibirlerinin muktezâsına vasıl olamazlar. Çünkü onların Resûlalîah'a itaattan tekebbürleri; riyaset ve nübüvvet kendilerine verilmek içindir. Şu halde kendi itikatlarınca riyasete kendilerini ehil gördüklerinden mücâdeleye kalkışmışlardı. İşte bu emellerine nail olamıyacaklarını Cenab-ı Hak bu âyetle beyan buyurmuştur. Onlar sana kibir ve haset edince sen onların şer ve mefsedetlerinden Allah-u Tealâ'ya iltica et. Zira; Allah-u Tealâ onların sözlerini işitir ve işlerini görür ve onların şerlerinden seni muhafaza eder. Şu halde müfsitlerin ve hasudların şerlerinden Allah-u Tealâ'ya iltica etmek vacip olduğuna bu âyet delâlet eder. Zira; mutlak olan emirler vücub ifade ettiğinden bu âyette istiâzeyle varid olan emrin mutlak her türlü serden istiaze vacip olduğunu ifade eder, emr-i dinde tekellüm bir delil-i kaviye müstenid olmak lâzım olduğuna işaret için şu mücadele edenleri delilsiz mücadele ettiklerinden dolayı Cenab-ı Hak zemmetmiştir. Çünkü: 4994 bunların mücadelesi mücerret kibr ü hasetlerinden neş'et etmiştir, yoksa bir delile istinad ederek hakkı aramak suretiyle değildir.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyetin müşrikler hakkında nazil olması ihtimali varsa da esah olan Yahudiler hakkında nazil olmuştur. Zira Tevrat'da zikrolunan b i z i m s a h i b i m i z le murad; deccâldır. Yahudiler «O deccâl ahir zamanda zuhur edecek ve saltanatı denize ve karaya şamil olacak, bütün dünyayı ihata edecek, onun yedinde harikuladeler zuhur ederek mülk ve saltanat bize intikal edecek» demelerine binaen bu âyet nazil olmuştur. Şu halde âyette m ü c a d e l e e d e n l e r le murad; Yahudiler ve k i b i r le murad; onların istedikleri saltanattır. Şu arzularına nail olamıyacaklarına âyet delâlet eder. Deccâl hakikatta ahir zamanda zuhur edecek bir büyük belâdır, nübüvvet davasında bulunmayıp ulûhiyet davasında bulunacağından yedinde istidraç suretiyle zuhur edecek harikuladeler enbiyanın mucizelerine benzemez. Çünkü; zahir hali ulûhiyet davasını tekzib edeceğinden mucize olamaz, devr-i âdemden ilâ yevmil kıyam bunun kadar büyük bir fitne olmayacağına dair birçok ehâdis-i Nebeviye vardır. Şarktan yani Horasan veya İsfahan'dan zuhur edeceğine dair eserler mevcuttur.

( الله اعا ب منذنا وخفظنامن الشره يامعين ا هئ ين م )Vacib Tealâ âyât-ı beyyinâtında mücadele edenlerin mücadelelerine sebep kibirleri olduğunu

beyandan sonra haşri inkâr ve haşir hakkında mücadele edenleri reddetmek üzere :

lع iد ہ@ sہ uع ہ�� Zد ع� nہہ� ہٱل د� ہbٲ ى7 yہ ہ$� ٱ? ہ< rع ہ� ہ? ) يع�لمون ال اس لن أڪثر ول�كن اس لن M7777777ٱع�7777777خ���ل�ق 7777777�ٱع )٥٧عbuyuruyor.

2760

[Gökleri ve yeri halketmek nâsı halketmekten büyüktür, lâkin nâsın ekserisi bunu bilmezler.]

Yani; zatı ulûhiyetime kasem ederim ki âlem-i ulvî olan gökleri ve âlem-i- süflî olan yeri yaratmak nâsı yaratmaktan daha 4995 büyüktür. Zira; halkı icadetmek elbette ehvendir. Binaenaleyh; bu âlemleri halkeden Hallâkm kabirden ölüleri ihyâ edeceği evleviyyetle sabittir. Lâkin halkın ekserisi bunu düşünmez ve bilmezler. Binaenaleyh; inkâr ederler. Zira; cehaletleri bu gibi delilleri tedkike mânidir, âbâ ve ecdatlarını taklidle iktifa ettiklerinden dalâlette kalmışlardır.

&&&&&

Vacib Tealâ ekser nâsı cehaletle zemmettikten sonra âlimle cahil, âbidle âsî aralarında fark olup müsavi olmadıklarını beyan etmek üzere :

ءامنوا ذين ل و ول�بصير العمى ى يستو ا ٱوم �7777777ٱع7777777� �7777777ٱع ع ما قليال���� ل�مسىء��� وال لص�لح�ت د��7777777777777وعملوا Cہ 7777777777777 ‌�7777777 ٱٱع

رون ( )٥٨تتذك

buyuruyor.[Cahille âlim ve iman edip amel-i salih işleyen müminle günâhkâr olan âsî müsavi

olmaz, lâkin müsavi olmamak cihetini gayet az düşünürler.]

Yani; Allah-u Tealâ'nın zatına ve sıfatına âlim olup itikad-ı hak üzere bulunan ve hakkı gören kimseyle Allah'ın zatını ve sıfatını bilemeyip hakkı görmeyen kimsenin ikisi indallah mertebede müsavi olmazlar. Zira; âlimle cahil beyninde fark vardır. Çünkü; görenle görmiyen bir olamaz. Kezâlik Allah'ın vahdaniyetine iman eden ve amel-i salih işliyenle iman etmeyen ve iyi amel işlemeyen kâfir müsavi olmaz. Âlimle cahilin, abidle âsinin müsavi olmadıklarını gayet kısa düşünürler. Çünkü; taklide musir olduklarından iradelerini düşünmek ve tedkik etmek cihetine sarfetmezler. Binaenaleyh; haşri ve kıyameti inkâr eder cehlin ilimden, isyanın ibadetten iyi olduğunu iddia ederler. Çünkü; âbâ ve ecdatlarını taklid ettiklerinden onların batıl itikadlarını aynı marifet, haset, kibir ve hakka buğz u adaveti mahzâ ibadettir itikadında bulunurlar. Zira; bu itikadda bulunmasalar da hakkı arasalar itikatlarını tashih mümkün olurdu. Halbuki batıl üzere devam ederler ve düşünceleri kısadır. 4996

Bu âyette a m â ile murad; cahil ve b a s î r ile murad; âlimdir. Zira; cahil hakkı görmemekte köre, âlim hakkı görmekte gözü gören kimseye müşabihtir.

Hulasa; batıl hakka ve fasid sahiha müsavi olamaz.

&&&&&

Vacib. Tealâ kıyametin ve haşr ü neşrin imkânına delâlet eden bazı delâili beyandan sonra kıyametin bilfiil vuku bulacağını beyan etmek üzere :

أڪثر ول�كن فيها ري�ب ال اعةألتية��� لس �7777777عM7777777إن ع# 7777777777777 ٱد ) يؤمنون ال اس )٥٩ٱعL7777777لن buyuruyor.[Resûllerin lisanlarıyla beyan olunan kıyamet günü elbette gelecektir. Zira; o günün

geleceğine dair deliller kuvvetli ve şahitler pek çok olduğundan o günün vaki olacağında asla şüphe yoktur.] Çünkü; rusûl-ü kiram ve enbiyâ-yı izamdan her birerleri o saatin vukuunu haber verdikleri gibi kütübü semâviyenin cümlesinde de beyan olunmuştur. [Velâkin nâsın

2761

ekserisi buna iman etmezler.] Çünkü; onlar hevâ ve heveslerinin arzusuna ittibâ ile muhakeme ettiklerinden kıyametin vücudunu inkâr ederler. Kıyameti inkâr etmenin; küfrolduğuna bu âyet

açıktan delâlet eder. Zira; âyetin ahirinde ( يؤمنون عL7777777ال ) varid olmuştur ki kıyameti inkâredenlerin mümin olmadıklarını Cenab-ı Hak sarahaten beyan buyurmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ kıyametin elbette vuku bulacağını beyandan sonra kıyamette insanın intifa edeceği şey ancak ibadet olduğu ve duâ dahi ibadetin eşrefi olduğu cihetle kullarına duâyı tavsiye atmek üzere :

ذين ل إن لكم أستجب دعونى ڪم رب ٱوقال 7777777777777‌ع� �7777777 �7777777ع �7777777ع ٱع م جهن ىسيدخلون عبادت عن ���كبرون ���ست �7777777ع�7777777ي 7777777 ع �7777777ع ع

)٦٠داخرين (buyuruyor.[Rabbınız size «Bana, duâ edin duânızı kabul ederim» dedi, Zira; şol kimseler ki onlar

duâdan kibrettiler. Yakında zelil ve hakir oldukları halde Cehennem'e dahil olurlar.]

Yani; sizi terbiye eden Rabbınız dedi ki «Ey kullarım ! Siz bana duâ edin, ben de sizin duânızı kabul edeyim. Zira duâdan ve bana ibadetten kendilerini büyük addedip ibadetimden istinkâf edenler zelil oldukları halde yakında Cehennem'e dahil olurlar.» Çünkü; ceza amel kabilinden olduğu cihetle onların dünyada kibirlerine mukabil âhirette Cehennem'e hakir ve zelil olarak girerler.

D u â ; Cenab-ı Hakdan insanların muhtaç oldukları şeyleri tazarru ve niyaz ederek kemal-i tevazu'la istirham edip istemektir. Bu âyette duâ; manâ-yı hakikisinde müstameldir. Buna nazaran manâ-yı nazım: [Siz benden muhtaç olduğunuz şeyleri kemal-i tevazu'la isteyin. Ben de sizin duânızı kabul edeyim, istediğinizi vereyim.] demektir.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile duânın ibadet manâsına olmak ihtimali de vardır. Buna nazaran manâ-yı nazım : [İbadet edin bana sevap vereyim size. Zira; ibadetten kibredenler zelîl oldukları halde Cehennem'e dahil olurlar.] demektir. Bazı duâların kabul olunmamasıyla bu âyete sual varid olmaz. Zira; duâ ile istenilen şey duâ olunan kimse hakkında maslahat ve hikmet olmadığından kabul olunmamasından mutlaka duânın kabul olunmaması lâzım gelmez. Amma kabul olunmayan duâ aynı ibadet, Cenab-ı Hakka iltica ve tazarrû olduğu cihetle duâ eden kimseye sevap olduğundan faydadan hâlî değildir. Çünkü duâ; Allah-u Tealâ'ya teveccüh ve itimad-ı tâm ile itimad olup ahardan itimadı kesmek olduğu cihetle duâ ibadetin halisidir. Duânın kabulünün mühim şartlarından birisi de duâ esnasında Allah'ın gayrı evlâd ü iyâl, akraba Ve ahibbâdan itimadı tamamen kaldırmak ve Cenab-ı Hakka bel bağlamaktır. Binaenaleyh; istediği şeyi münhasıran Cenab-ı Haktan istemek ve mahlukâtın küllisinden kat-ı ümid etmek lâzımdır. İşte şu esasa binaen bir kimsenin her şeyden me'yûs olduğu zamanda ekseriyetle duâsı kabul olur.

Duâda; iki haslet vardır : B i r i n c i s i ; izzet-i rububiyeti 4998 bilmek, İ k i n c i s i ; ubudiyette olan zilleti idrak edip Rab'bısının himayesine iltica ve ihsanından müstefid olmasını arzu etmektir. Duâyı terketmekte bu hasletler olmadığından terkedenlerin Cehennem'e dahil olacaklarını beyanla tehdit olunmuşlardır.

&&&&&

Vacib Tealâ kullarına duâ etmekle emredip duâdan kibredenleri Cehennem'e girmeleriyle tehdit ettikten sonra duâ eden kimsenin istediği şeyi vermeye muktedir olduğunu beyan etmek üzere:

2762

ٱ للهٱ ہ$� �zد �‌ @� د� sع iہ ہ� ہqا �$ ہ ہٱ? د w9د ا� bہ� ہ� ع� ہ� د? Qہ wع ?$ ہ ٱ ہ� ہ� ہ? Qہ kہ Dہ دtى ?$ ہ اس للهٱ لن على فضل و ٱلذ Z7777777ع يشكرون ( ال اس لن أڪثر M7777777ٱع7777777+ول�كن )٦١عbuyuruyor.[Allah-u Tealâ şol zatı eceli ü â'lâdır ki o zat sizin rahatınız ve içinde sakin olup

eğleşmeniz için geceyi, sizin kazanmanız için gündüzü gözünüzün her şeyi göreceği veçhüzere halketti. Zira; Allah-u Tealâ nâs üzerine büyük ihsan sahibidir velâkin nâsın ekserisi Allah'ın nimetlerine şükretmezler.]

Yani; Allah-u Tealâ'ya duâ ederek dergâhına müracaat edenlere istediklerini ihsan eder. Çünkü; istemedikleri halde bir çok nimetler veriyor. Şu halde isteyince vereceği evleviyetle sabittir. Zira; Allah-u Tealâ şol vacibülvücuttur ki sizin rahatınız için geceyi karanlık ve soğuk olarak halketti ki siz o gecenin içinde sakin olasınız ve sükûnet üzere rahat edesiniz. Çünkü; gece karanlık ve soğuk olup harekete ve iş görmeye mani olduğundan geceyle insanların hareketleri sükûnete ve meşakkatleri rahata inkılâb eder ve bu hal ise daima harekete kuvve-i beşeriye mütehammil olmadığından hikmete muvafık ve insanlar için aynı nimettir. Çünkü; daima hareket insanın kuvay-ı müdrikesi olan gözlere, kulaklara ve sair âlât-ı idrâk olan azalara, hatta rûha bile zafiyet îrâs eder. Binaenaleyh; hareket sebebiyle arız olan za'fı gecede vaki olan sükûnet ve rahat izâle eder. Allah-u Tealâ gündüzü insanların 4999 görebileceği bir surette ziyalı ve seyr ü sefer edip maişetlerini kazanmağa elverişli bir surette, soğuğu, sıcağı insanların tahammül edecekleri raddede halketti ki böyle halkolunması da hikmete muvafık ve insanlar için aynı nimettir. Zira; insan bittabi medenî olduğu cihetle teayyüşüne ait olan her şeyde bir çok kimselerin amellerine, bu ameller ise ziyaya, mutedil havaya ve sa'y ü harekete muhtaçtır. Bunlar da ancak gündüzde olabilir. İşte şu esasâta binaen geceyle gündüzün bu minval üzere halkolunması insanların maişetlerine muvafık ve tarz-ı hayatlarına mutabıktır. Binaenaleyh; insanların bu nimetlere şükretmesi vacip olduğu halde ekserisi şükretmez ve şükretmedikleri aynı kabahat olduğundan Cenab-ı Hak bu âyette ve bu âyetin emsali bir çok âyetlerde şükretmeyenleri zemmetmiştir. İşte şu nimetleri halka kaadir olan Allah-u Tealâ duâ eden kullarının istediklerini vermeye de kaadirdir.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile insan dünyaya, emvale ve sair dünyaya ait olan hususâta muhabbet ettiğinden arzu ettiği nimetlerden birisi eline geçmeyince diğer nimetlerin şükrünü unutur ve bütün nimetleri inkâra cesaret eder.

&&&&&

Vacib Tealâ bazı nimetleri beyandan sonra o nimetlerin halikı ancak zat-ı ulûhiyeti olduğunu beyan etmek üzere :

ٱ ہ� ہ� د? ہb للهہHٲ ‌ jہ nہ� د�zل ہ ى7 ہ? �zد nاہ� ل C� د gع ہ> Qق uہ ہ< rد ى7 vہ ع� ہ� S$ہ ہ� ) تؤفكون ى ٱ) ٦٢عL7777777فأن fد ى7 �ہ ہ�7ا Sد ا� b'ہ ہAا lہ �tد ?$ ہ ٱ Xہ ہ9 ع� �ہ Xہ د? ہtٲ Aللهہ ���جحدون ي ع7777777)

)٦٣(buyuruyor.[İşte size şu nimetleri halkeden Allah-u Tealâ sizin Rab'binizdir. Zira Allah-u Tealâ'nın

gayrı mabudun bilhak yok, mabudun bilhak ancak odur ve her şeyin halikıdır. Hal böyle olunca ne acayip Allah-u Tealâ'ya şirketmekle iftira ediyorsunuz. İşte böylecesine Allah-u Tealâ'ya ifk ü iftira eder şol kimseler ki onlar Allah'ın vahdanivetfi delâlet eden âyetlerini inkâr ederler.] 5000

Yani; şu nimetleri size ihsan eden Allah-u Tealâ sizin üzerinize ulûhiyetinin muktezâsını izhâr edip envai nimetleriyle terbiye ederek sizi kemâlinize ulaştıran Rab'bımzdır ki o Rab'bımz her şeyin

2763

halikı ve ibadetinize müstehak mabudun bilhaktır, onun gayrı ibadete müstehak yoktur. Hal böyle iken nasıl oluyor ve ne acaib haliniz var ki Allah'ın ibadetini terkle bir takım aciz putlara ibadetle Allah-u Tealâ'ya iftira eder ve onun hakkında şeriki var diyerek yalan söylersiniz, sizin iftira edip yalan söylediğiniz gibi Allah-u Tealâ'ya iftira eder ve yalan söyler şol kimseler ki onlar Allah'ın âyetlerini inkâr ederler. Çünkü; onlar hevâ ve heveslerine tabi olup vahdaniyete delâlet eden âyetlerden sarfı nazar ederek şirketmeye cesaret ederler, Allah-u Tealâ'ya ifk ve iftiradan çekinmezler ve âyetlerde olan hakayıkı tedkik etmediklerinden inkâr ederler.

Hulâsa; insanın içinde bulunduğu gece ve gündüzü ve sair nail olduğu nimetleri halk ve, insanı envai terbiyeyle kemâline isal eden ancak Allah-u Tealâ olduğu gibi her şeyin hatta kulların işlerini halkeden ve mabudun bilhak olan Allah-u Tealâ olup bunların aksine itikad Allah-u Tealâ'ya iftira ve onun hakkında yalan olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ zat-ı ulûhiyetinin kudretine delâlet eden âfâkî delillerden bazılarını beyandan sonra bazı aharı dahi beyan etmek üzere :

للهٱ ورزقكم مفأحسنصورڪم وصورڪ ماءبناء��� اولس قرار��� الرض لڪم جعل ذى ع7777777�ل "7777777 7777777�ع �Cع 7777777777777 ��ٱد 7777777777777 �7777777د ٱٱع ٱ ہ� ہ� د? ہHٲ fد ‌ ى7 sہ wق ہ$� ٱ? lہ iٱ للهق ہ ہ� ہsا ہ� ہ9 ‌ع� ہ� S$ہ (للهہ� ل�ع�لمين )٦٤ٱع7777777�رب

buyuruyor.[Allah-u Tealâ şol zat-ı şeriftir ki yer yüzünü sizin için karargâh ve gökleri onun üzerine

bina kıldı ve suretinizi şu minval 5001 üzere tasvir etti. Suretinizi gayet güzel kıldı ve lutf u ihsan olarak güzel nimetleriyle sizi merzuk etti ki dünyada en ziyade lezzetli olan şeyler sizin yiyip içmenize tahsis olundu. İşte şu zikrolunan şeyleri halkeden Allah-u Tealâ sizin Rab'binizdir. Hal böyle olunca âlemlerin Rab'bısı olan Allah-u Tealâ'nın in'âm ü ihsanı ne kadar çok oldu, zatı, sıfatı ve ef'âli itibariyle cümle mevcudatın tanrısı ve âlemin her cüz'ünün mürebbîsi oldu.]

Yani; Allah-u Tealâ şol kadir ü kay yumdur ki sizin için dünyada yer yüzünü gezip, ekip dikmenize, evler yapıp içinde karar etmenize elverişli bir surette halketti, onun üzerine semâyı binâ etti, suretinizi gayet güzel tasvir etti ki mahlukât içinde sizin suretinizden daha güzel bir suret yoktur. Çünkü; Cenab-ı Hak insanın emzicesini emzicenin a'deli ve kıyamını kıyamın ahseni olmak üzere halkettiğinden insanın sureti, cümle hayvanâtın suretinden güzeldir. Zira; insanın hilkatından maksad-ı aslî olan hilâfete müstaid bir surette yaratılmıştır. Hatta insanın sureti cümle hayvanâtın suretinden güzel olduğundan yiyeceğini eliyle alır ağzıyla yer, hayvanât-ı saire ise ağzıyla alır, ağzıyla yer. Allah-u Tealâ me'kulât ve meşrubatınızdan gayet güzel olanlarla sizi merzûk kıldı. Binaenaleyh; insanın me'kûlâtı ekseriyet itibariyle nebatatın daneleridir, hayvanâtı sairenin me'kûlâtı ise nebatatın kabuğu ve samanıdır.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile insanın suretinin güzel olması; boyunun itidali ve beşeresinin kıldan arî, azasının yekdiğerine tenasübü, san'ata kabiliyeti ve ilm ü irfan gibi kemâlâtı iktisaba müsteid olmasıyla hasıl olmuştur. Yer yüzü insanlara dünyada menzil, kabirde makarr ve mesvâdır, gökler bereketlerin feyezanına mebde' kılınmıştır. Zira; arza cümle bereket semadan nazil olur. Binaenaleyh; insanlar üzerine şu nimetlere şükretmek vaciptir şükrü terkedenler hâib ü hâsir ve âhirette cümle nimetlerden mahrumdurlar.

Şu nimetleri in'ârn ve insanları her kemâle isal eden Allah-u Tealâ Rab'ları olunca o Rabb-ı Tealâ'dan zaman zaman feyezan eden nimetlerin şükrünü edâ etmekle ibâdeti o zat-ı eceli ü â'lâya 5002 hasretmek lâzımdır. Zira; Vacib Tealâ âlemlerin Rab'bısıdır ki o Rabbülalemîn teâlî etti, her şeyden büyük ve yüce oldu ve kullarına her zaman bereketini inzal etmekle herkesi gûnâ gûn nimetlere garketti. Binaenaleyh; herkesin ibadetine lâyıktır. Çünkü :

هو إال إل�ه ال ل�حى ٱع7777777�هو

2764

[O Allah-u Tealâ daima hayat sıfatıyla muttasıftır, mabudun bilhaktır, onun gayrı ibadete lâyık kimse yoktur, hakikatta hayat dahi ona mahsustur.] Gerçi zîrûhun cümlesinde hayat vardır lâkin o hayat arızîdir. Zira; devamı yoktur. Amma Allah'ın hayatı ezelî ve ebedîdir, asla zeval târî olmaz sıfât-ı kadime-i sübutiyesindendir. Şu halde mevte mahkûm olmayan ve afattan salim olan hayat-ı hakikiyye; Allah-u Tealâ'ya münhasırdır. Allah'ın gayrıda olan hayat, mevte mahkûm olup afattan salim olmadığı için zahirde az bir müddet için o cisme arız olan bir hayat olduğundan Allah-u Tealâ'nın hayat sıfatına nisbetle yok mesabesindedir. Binaenaleyh; ibadete müstehak ancak hayat-ı hakikiyye sahibi olan Allah-u Tealâ'dır.

&&&&&

Vacib Tealâ hayat-ı hakikiyye sahibi ve mabudun bilhak olduğunu beyandan sonra zat-ı ulûhiyetine karşı kullarının vazifelerinden bazılarını beyan etmek üzere :

�ل�حمد لهلدين�� مخلصين 7777777�ع7777777�ف���دعوه ہ�ٱع 7777777777777 7777777(ٱ‌ �7777777ع رب للهٱع ل�ع�لمين ( )٦٥ٱع7777777�

buyuruyor.[Allah-u Tealâ hayat sıfatıyla muttasıf olup mabudun bilhak olunca âlemlerin Rab'bısı

olan Allah-u Tealâ'ya hamdi tahsis edici din ve ibadetinizi ona mahsus kılıcı olduğunuz halde Allah-u Tealâ'ya duâ edin.]

Yani; Allah-u Tealâ'nın vahdaniyetini ikrar ettikten sonra iki şey lâzımdır: B i r i n c i s i ; duâ, İ k i n c i s i ; ibadetde ihlâstır. Binaenaleyh; siz Allah-u Tealâ'ya din ve ibadeti ihlâs üzere edâ edici olduğunuz halde duâ edin ve meşru olarak arzu etti-

ğiniz şeyi Allah'dan isteyin, belâya ve mesâibden halâsınız için Allah'ın dergâhına iltica edin ve siz yalnız duâ ile iktifa etmeyin, belki «Hamd ü sena âlemlerin Rab'bısı olan Allah-u Tealâ'ya mahsustur» demekle Cenab-ı Hakka hamdetmeyi duânıza ilâve edin. Çünkü; bir kimsenin kelime-i tevhidi kıraatinden sonra Allah'a hamd ü sena etmesi vezâif-i ubudiyetten olduğu (îbn Abbas) hazretlerinden mervidir. Binaenaleyh; insanın ibadetini bitirdikten sonra hamd ü sena ile Allah'a duâ etmesi müstehabtır.

&&&&&

Vacib Tealâ ibadette İhlasın lüzumunu beyandan sonra İhlasın zıddı olan şirkin nehy-i kat'î ile menhî olduğunu beyan etmek üzere :

ٱ د� ہ� liد ہ� bKہ Oع ہ� lہ �tد ?$ ہ ٱ Oہ sہ Kع ہ�� ع� ہ�� fہ wqد ہ' g'ق �zد Qع pللهہ ن�ت ل�بي جاءنى ٱع7777777�لما من

) ل�ع�لمين لرب نأسلم أ ىوأمرت ب �7777777ٱع7777777�ر �7777777ع �7777777ع )٦٦عbuyuruyor.[Ya Ekrem-er Rusûl ! Sen müşriklere hitaben de ki «Ey Müşrikler ! Ben Allah'ın gayrı

sizin ibadet ve duâ ettiğiniz putlara ibadet etmekten nehyolundum. Zira; bana Rabbımdan âyetler ve mucizeler geldi, o âyetler beni Allah'a şirketmekten nehyecliyor ve ben âlemlerin Rab'bısı olan Allah-u Tealâ'ya itaat ve inkiyâd etmekle emrolundum. bu emir hilâfında bir harekette bulunamam.] Zira; bana gelen mucize vesair deliller tevhide, Allah'a itaat ve inkiyâda suret-i kat'iyede delâlet ettiğinden benim vazifem tevhid ve Allah'a itaattir ve sizi bu yolda irşâd

2765

etmektir, sizin mezhebiniz olan şirk taraf-ı İlâhî'den nehy-i kat'î ile menhîdir. Binaenaleyh; onu terketmek vaciptir»

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile şu ahkâmı Resûlullah kendi nefsine muzaf kılarak «Ben nehy olundum, ben emrolundum» dedi. Çünkü; Mekke ahalisi Resûlullah'ın kemal-i akla malik saf ve halis bir cevher-i tahir ve insan-ı kâmil olduğunu itikad ederlerdi, 5004 bir kimsenin kendi nefsine efâlin ve ahlâkın en ziyade güzel ve efdal olanını nisbet etmesi insanlar için cibillî bir haslet olduğundan elbette Resûlullah'ın kendi nefsine nisbet ettiği âmâlin efdali ve ahlâkın en ziyade güzeli olduğunu istidlal ederek iktidâ etsinler için Resûlullah bu âyette emr ü nehyi nefsine nisbet etmiştir. Habluki şirkten nehyolunan ve ibadetle emrolunan cümle insanlardır, yoksa yalnız Resûlullah değildir. Ve bu âyetle Resûlullah'ın insanları irşâd etmesi matlûbtur, yoksa âyetten maksad-ı aslî Resûlullah'ın zat-ı nebevileri değildir.

&&&&&

Vacib Tealâ vahdaniyete delâlet eden delâil-i enfüsiyeden bazı delil-i aharı beyan etmek üzere :

لتب��لغوا ثم مطف�ال���� يخرجك ثم ثممنعلقة��� طفة��� منن ثم منتراب��� خلقڪم ذى ل ��ع7777777�هو 7777777777777 7777777=د 7777777�ع 7777777(ع ع� 7777777777777 �7777777د ع� 7777777777777 27777777د ��ع 7777777777777 ٱد ‌ا v� د bwہ ہ> ا� b'ہ bہ� ہ� د? �$ ہ cہ ع� uہ O$ہ ہ> ہ��

buyuruyor.[Sizin kendisine itaatiniz vacip olan Allah-u Tealâ şol zat-ı şeriftir ki o Allah-u Tealâ sizi

topraktan halketti, topraktan sonra meniden ve ondan uyuşmuş kandan halketti. Bundan sonra validelerinizin rahminden ufacık çocuk olarak sizi dünyaya çıkardı. Bundan sonra kemâl-i kuvvetinize vasıl olmanız için sizi enva-i terbiye ile terbiye etti ve kemâlinize vusulden sonra şeyh-i fanî olmanız için size çok ömür verdi, yaşattı.]

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile i n s a n ı n t o p r a k t a n h a l k o l u n m a s ı yla murad; Hz. Adem'in halkolunmasıdır. Zira; Adem (A.S.) cümlenin pederi olduğundan cümle insanlar pederleri itibariyle topraktan halkolundu demektir. Yahut insan nutfeden, nutfe kandan, kan gıdadan ve gıda topraktan halkolunduğu cihetle Cenab-ı Hak «Sizi topraktan halketti» buyurmuştur. Şu halde toprakla sudan gıda, gıdadan kan, kandan nutfe, nutfeden uyuşmuş kan hasıl olduktan ve o kan ete ve kemiğe tebeddül 5005 ettikten sonra insan suretini iktisab ederek rûh verir, cesetle rûhtan mürekkeb' bir insan olarak anasının karnında bir müddet karar kıldıktan sonra sabi olarak anasının rahminden dünya yüzüne çıkarır, enva-ı terbiyeyle büyür, neşvü nemâ bulur. Bundan sonra âzası ve aklı tekemmül eder, baliğ olup bir takım tekâlîf-i llâhiye'ye muhatab olur, Cenab-ı Hak sinn-i şeyhuhata vasıl olması için çok zaman muammer kılar. İşte şu beyan olunan ahval-i garibe ve etvâr-ı acibe üzerine insanı yaratmak, vahdaniyet-i İlâhiye ve kudret-i sübhâniyeye delâlet eder delillerdir, bunların her cümlesi insanın kendi zatındadır. Şu halde bir insanın Vacib Tealâ'nın vücuduna, vahdaniyetine ve cemî sıfat-ı kemâliyeyle muttasıf olduğuna delâlet eden delilleri kendi vücudunda araması lâzımdır, başka yerden aramaya hacet yoktur. İşte şu esasa binaen «kendi nefsini bilen bir insan Rabbısını bilir» denilmiştir.

&&&&&Vacib Tealâ insanın ne suretle halkolunduğunu beyandan sonra vefat ettiğini dahi beyan

etmek üzere :

��� أجال� �ولتب��لغوا منقبل�� يتوفى من د��7777777777777ومنكم �7777777 ہQع 7777777777777 ‌S7777777 ع ) متع�قلون ڪ ولعل 7777777�ع�7777777م������س���م������ى $�ع � 7777777777777777777 )٦٧دbuyuruyor.

2766

[Sizden bazınız kocamadan belki delikanlı olmazdan evvel sabi iken veyahut dünyaya gelmezden evvel vefat eder. Şu ahvalin cümlesini sizin vakt-i merhununuz olan ecel-i muayyenenize baliğ olmanız için Cenab-ı Hak halketti ve şu tebeddülatın cümlesindeki hikmet; sizin dünyanızı ve âhiretinizi düşünmeniz içindir; Zira; şu beyan olunan ahval-i acibeyi düşünmek ve âhirete inanmak aklı olan insanlar için lâzımdır.] Çünkü bidâyeten nasıl halkolunduysa nihayetinde dahi öylece hayat bulup huzur-u İlâhî'de â'mâlinden mes'ul olup muhasebe göreceği adalet-i İlâhiye iktizasındandır. Binaenaleyh; bu ve bunun emsali âyetlerle Cenab-ı Hak kullarını irşad etmiştir. 5006

&&&&&

Vacib Tealâ vücuduna ve vahdaniyetine delâlet eden delillerden bazı aharı beyan "etmek üzere:

ما فإن ا أمر��� قضى فإذا يحىويميت��� ذى ل i7777777د�7777777777777@هو ہ�ع 7777777777777 7777777ۦ"‌ ٱع له فيكون ( يقول كن )٦٨ۥ

buyuruyor.[Ecel-i muayyeninize sizi isâî eden Allah-u Tealâ şoi zat-ı eceli ü â'lâdır ki o gat-ı latif mi

diriltir, öldürür her ikisine de kadirdir. Bir şeyi irade buyurduğunda o şeye ol der, o şey de derhal vücud bulur. Emr-i İlâhî'nin vürudundan teehhür etmez hemen suret-i seriada olur tehallüf kabul etmez.]

Yani; Vacib Tealâ şol kadir ü kayyumdur ki istediğini öldürür, istediğini, istediği zamanda diriltir, hiç bir kimse tarafından muhalefe olmadığı gibi ona karşı mukabeleye hiç kimsenin cesareti olmaz. Hatta bir şeyin vücudunu murad ederse o şeyin vücudu ol emrinin gelmesine intizar eder. Binaenaleyh; ol emri gelince zaman geçmeksizin derhal olur asla teahhur etmez.

Fahri Râzi ve Kazî'nin beyanlar veçhile bu âyette ( فيكون kemâl-i (كن sür'ati beyandan ibarettir. Çünkü; insanın topraktan nutfeye, nutfeden uyuşmuş kana ve kandan tufûliyete intikali tedriç üzere olup hayattan memata intikali ise derhal olur. Şu halde ihyâ ve imâta karînesiyle

( فيكون hayattan vefata intikâlin sür'atini beyan içindir. Yahut ana rahminde insanın (كنvücudu tamam olunca rûhu kabule estidâd geldiğinde rûhun bedene sirayetinde sür'ati beyandan

ibarettir. Bununla beraber âyette mutlaka bir emri irâde ettiğinde emrinin vürudu beyan (كن) olunduğundan irâde-i İlâhiye'den hiç bir şeyin teehhür etmediği beyan olunmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ kudretine ve mabudun bilhak olduğuna delâlet eden delilleri ve kaza-yı İlâhî'sinin sür'atle nafiz olduğunu beyandan sonra âyât-ı İlâhiye'sine itiraz eden hasımlarını zemmetmek üzere : 5007

gى ہ$' ہ�� دہ r?ٱ fد ى7 �ہ �Cہ gا د9 ہ� b?ہ Oد ى7 hہ �ہ lہ �tد ?$ ہ ٱ g?ہ �zد ہ@ ہ� ع� ہ? ہ�� ���صرفون ( ي )٦٩ع7777777:

buyuruyor.[Ey Nebiy-yi muazzam ! Sen görmedin, bilmedin ve nazar etmedin mi şol kimselerin

hallerine ki onlar Allah'ın âyetlerinde mücadele ederler? Onlar mücadelede devam ettiklerinden Cenab-ı Hak'ka ibadetten ne acaib ayrılıyorlar?.] Halbuki Allah'ın âyetleri Allah'a iman ve ibadet icab ederken onlar akılları ile idrâk etmeyip fikirleri ile düşünmediklerinden âyetlere

2767

itiraz ve ibadetten inhiraf ederler. Eğer düşünseler itiraz etmek şöyle dursun derhal iman ve ibadete sür'at ederler. Zira; âyetler iman ve ibadet icabeder.

Ebussuud Efendi'nin ve Kazî'nin beyanları veçhile mücadele edenlerin çokluğuna binaen mücadele edenleri zemme dair âyetler tekerrür etmiş ve meselenin ehemmiyetine binaen te'kid olunmuş ve bunların mücadelesi her zaman vaki olduğuna işaret için mücadele; istimrara delâlet eden muzari sigasıyla ve kezalik ibadetten kabahata meyletmeleri devamlı olduğuna işaret için

ibadetten inhiraflarına delâlet eden ( ���صرفون ي .lâfzı muzari sigasıyla varid olmuştur (ع7777777:

&&&&&

Vacib Tealâ mücadeleyi beyandan sonra mücadele edenlerin kimler olduğunu beyan etmek üzere :

ۦ د Sد ہ�ا rع Uہ ع� ہ�� اا yہ Sد ہ Nد ى7 ہ� د� ع? دSٱ ا� bSہ t$ہ uہ lہ �tد ?$ ہ ٱ) يع�لمون افسوف 7777777ع�7777777رسلن �7777777ع ‌٧٠(

buyuruyor.[Allah'ın âyetlerinde çekişenler ve münazaa edenler şol kimseler ki onlar Kur'ân'ı,

semadan gelen kitapları, bizim resullerimizi ve kendileriyle gönderdiğimiz şeriatımızı inkârla tekzib ettiler. Halleri böyle olunca onlar dar-ı âhirette bu tekziblerinin günâhını elbette bilirler ve cezasını görürler.] Çünkü âhirette onların 5008 tekzibi iftira ve kitapların beyan ettikleri şeriatların doğru olduğu meydana çıkınca onlar hakikati anlar ve azabını görürler, fakat ne fayda? Çünkü; dünyada iman etmedikçe âhirette nedametin faydası olamaz.

) يسحبون ل�سل مولس أعن�قه فى الغل�ل 7777777�ٱع�7777777إذ �7777777ع 17777777ع )٧١ٱع ) يسجرون ار لن فى ثم 7777777�ٱع�7777777ف���ىل�حميم )٧٢ٱع[Onlar bu günâhlarını sol zaman bilirler ki o zamanda elleri boyunlarında bağlı,

ayaklarına uzun zincirler takılır ve o zincirlerle sıcak suya çekilirler, sonra Cehennem'de yakılırlar.]

Yani; onlar bu dünyada bilmezler velâkin âhirette elleri bukağılarla boğazlarına bağlı ve günâhlarının büyüklüğü nisbetinde ayaklarına uzun zincirler takılıp kaynar su içine zincirlerle sürüklenirler. Bundan sonra Cehennem ateşinde yanarlar. İşte o vakit günâhlarının cezasını ve büyüklüğünü bilirler. Bu âyette kâfirleri ve sair günâh sahiplerini büyük tehdit vardır.

( ���سجرون ي s e c i r ; Tandırın ateşle dolu ve alevli olmasıdır. Beyzâvî'nin beyanı (ع�7777777veçhile bu makamda Ehl-i Cehennem'in envai azabla muazzep olup bazısından baz-ı âhara nakil olunacaklarını beyandan ibarettir.

&&&&&

Vacib Tealâ âyetleri tekzibedenlerin Cehennem'de yanacaklarını beyandan sonra Cehennem'de zebaniler tarafından onlara vaki olacak hitabı beyan etmek üzere :

) متشركون كنت ما مأي�ن له قيل 7777777�ع7777777+ثم �7777777ع 7777777�ع ٱ) ٧٣ع د� ہ� liدہد ‌ r? buyuruyor.[Onlar Cehennem'e girdikten sonra onları tekdir olmak üzere zebaniler tarafından

denilir ki «Allah'ın gayri Allah'a şerik itikad ettiğiniz putlarınız nerededir? Onları Allah'ın

2768

şerikleri itikad ederdiniz.] İbadetinizi onlara yapardınız. Çağırın onları kurtarsınlar sizleri, siz dünyada onlardan menfeat bekliyordunuz, şefaat 5009 edecekler diyordunuz. Şu halde sizi neden kurtaramıyorlar ve niçin şefeat edemiyorlar?» demekle onları terzil ve tahkir ederler.

&&&&&

Vacib Tealâ şu tekdiri işittikten sonra onlardan vaki olacak sözleri beyan etmek üzere :

ٱ Q$ہ د� �ہ Xہ د? ہtٲ Aہ ‌ا 7�� د wع ہ> Qہ sع pہ liد ا� bKہ Oع '$ ہ lہ� ہ' ع� ?$ ہ QSہ $�ا ہ Kہ ا� br$ہ ہ� ا� b?ہ للهہpا ل�ك�فرين ٱع7777777� )٧٤(buyuruyor.[Onlar Cehennem'de yanıp zebaniler vasıtasiyle taraf-ı İlâhî'den vaki olan tekdiri

işittikten sonra «Bizim ibadet ettiğimiz putlarımız bizden kayboldular, onlardan ümid ettiğimiz şeye nail olamadık, belki biz bundan bize menfeat verecek bir şeye ibadet etmediğimizi bildik ve bizim mabud tanıdığımız putların ehemmiyetleri olmadığını anladık derler.» Böylece Allah-u Tealâ kâfirleri ıdlâl eder.] Çünkü; kâfirler iradelerini küfre sarfettikleri için Allah-u Tealâ onların iradesi üzerine ellerinde dalâleti halketmekle idlâl eder ve onlara â'mâl-i saliha tevfik etmez. Binaenaleyh; onlar Cehennem'e girip azabı görünceye kadar mütenebbih olmazlar. Çünkü; küfrü ibadet biliyor, iyi yaptık zannediyorlar. Binaenaleyh; irtikabettikleri cinayet-i küfrden ayrılmazlar.

&&&&&

Vacib Tealâ Cehennem'e giren kâfirlere vaki olacak tevbihden bazılarını beyandan sonra bazı aharı beyan etmek üzere :

بغي�ر الرض ى ف متف�رحون كنت بما �7777777ع�7777777ذ���لكم 7777777=ٱع 7777777�ع ٲع ) متمرحون كنت وبما 7777777�ع7777777�ل�حق 7777777�ع )٧٥ٱعbuyuruyor.[Ey günâhkâr olan kimseler ! Şu sizin giriftar olduğunuz azab; dünyada arz üzerinde

haksız olarak vaki olan ferahınız ve kendinizi beğenmeniz sebebiyle vaki olmuştur.] 5010Yani; kıbel-i İlâhî'den ehl-i Cehennem'e tevbih, tekdir ve azab üzerine azab olmak üzere

denilir ki «Ey asiler ! Şu sizin mübtelâ olduğunuz azabın sebebi; haksız olduğunuz halde yer yüzünde kemal-i kibir ve ferahla yürümeniz, aklî ve naklî delile müstenid olmaksızın bir takım kibir ve gururunuz ve kendinizi beğenmenizdir, kendinize sahte bir süs vererek rüsul-ü kiramı ve onlara nazil olan âyetleri tekzibetmenizdir ki Cehennem'e girmenize sebep olmuştur. »

F e r a h ; insanın bir şeye sevinmesi ise de sevinecek bir şeye haddinden fazla sevinmek ve ifrat derecesine vardırmak yahut sevinmiyecek bir şeye sevinmek ve bu sevinç sebebiyle vazife-i

meşruâsını unutmak mezmumdur. ( ���مرحون ت m e r a h ; ferah etmekte ileri gitmek ve (ع7777777�kısalmaktır. Tevbihte mübaleğa için gaaipten hitaba iltifat olunmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ bu tevbihten sonra âleme karşı kâfirleri rüsvâ etmek üzere onlara vaki olacak sözü beyan sadedinde :

افبئ�س في��� خ�لدين م جهن أب��وب ا 7777777اع7777777[دخلو ‌�7777777 7777777�ٲہ �7777777ع ٱع ) رين ل�متكب 07777777ٱع7777777�م���ث��وى )٧٦ع

2769

buyuruyor.[Ey kâfirler ! Siz Cehennem'in derecelerinin içinde ebeden kalıcı olduğunuz halde

kapılarından girin. «Ne çirkin oldu tekebbür edenlerin makamları Cehennem» denilmekle tevbih ve terzil olunurlar.]

Yani; «Ey kâfirler ! Sizin için hazırlanmış olan Cehennem'in kapılarından ebedi kalıcı olduğunuz halde girin ve amelinizin cezasını görün» denilir. Zira; onlar heva ve heveslerine tabi olarak Cennet'in derecât-ı âliyesini fevt ettiklerinden bu gibi hakaretâmiz hitaba lâyıktırlar. Onların halleri böyle olunca hakkı kabulden tekebbür edenlerin makamı olan Cehennem ne çirkin makam oldu? Zira; Cehennem'de Allah'ın lutfuna yakınlıktan mahrumiyet var, ebedi azab var, lezâiz-i cismâniye ve rûhâniyenin 5011 cümlesine hasret var. Bundan daha ziyade çirkin bir mahal olabilir mi? Bunun hepsine sebep; dünyaya aldanmak ve ibadette boyun eğmemek ve kibri kendine sermaye etmektir.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlere vaki olacak hitabı ve onların duçar olacakları ahvali beyandan sonra Resûlü'nü tesliye ve sabırla tavsiye etmek üzere :

ٱ Oہ Kع ہ ہ$� �zد ع@ sد Yع للهہ9ٱ ذى ل بع�ض ك نرين ٱح���ق������فإما #$<ع�7777777 7777777777777777777 ہIد 7777777777777 ‌ ) يرجعون ا فإلي�ن ك نتوفين أو �7777777ع�7777777نعدهم 7777777ع 7777777�ع )٧٧عbuyuruyor.[Ya Ekremer-rusûl ! Kâfirlerin âkibetleri helâk ve Cehennem'e girmek olunca sen bu

dünyada onların ezalarına sabret. Zira; Allah'ın sana vaadi haktır, onda hilaf ihtimali yoktur. Elbette o vaad-i İlâhî yerini bulacak ve vaki olacaktır. Binaenaleyh; bizim sana onların katli, esaretleri ve memleketlerinden teb'îd olunmaları gibi vaadettiğimiz şeylerin bazısını elbette biz sana gösteririz, yahut görmeden vefat ettiririz. Eğer vaadettiğimiz şeylerin bazısını görmeden vefat edersen mahzun olma. Zira; onlar ancak bizim huzurumuza rücû edecek ve geleceklerdir. Şu halde bizim huzurumuza geldiklerinde biz onlardan senin intikamını alırız.]

Vacib Tealâ Resûlune vaadettiği şeylerin bazısını Bedir vakasında gösterdi. Çünkü; o vakada kâfirlerin büyüklerinden bir çokları esir oldu, bir çokları da katlolundu. Kezalik Yahudilerden de katlolunanlardan maadası memleketlerinden tard ü teb'îd olundular. Vaad-i İlâhî'nin diğer bazıları da âhirette olacaktır.

Hulasa; insanların dünyada bigayri hakkın gördükleri cevr ü cefaya sabretmesi lâzım olduğu, mazlum olan kimselerin, intikamlarının bazısını dünyada muzaffer olup alacakları ve âhirete kalanları da elbette huzur-u İlâhî'de alacakları, herkesin ve bilhassa zalimlerin mercileri ancak huzur-u İlâhî olduğundan hiç kimsenin 5012 ettiği yanına kalmıyacağı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ Resûlune sabırla tavsiye ettiği ve düşmanlarından ya bu dünyada veyahut âhirette elbette intikamını alacağını beyandan sonra Resûlullah'dan evvel geçen resulleri ve onların hallerini beyanla Resûlunü tesliye etmek üzere :

Xہ ‌ wع rہ Kہ ع� ہ� ع{ ہ' ع� ?$ ہ li$ہ �qہ ع� iد ہ Xہ wع rہ Kہ ہ�ا ع� ہ� pہ li$ہ �qہ ع� iد Xہ rد sع pہ liق �� د ہUل ہ� ہ�ا rع Uہ ع� ہ�� Oع ہ{ ہ? ہbuyuruyor.[Zat-ı ulûhiyetime yemin ederim ki Biz Azîmüşşan senden evvel bir çok resuller

gönderdik. Onlardan bazılarını Biz sana Kur'ân'da beyan ettik bazılarını da hikâye etmedik. Çünkü; kendilerini ve ümmetleri ile vaki olan mübahaselerini beyan ettiklerimiz sana tesliye

2770

ve ümmetine ibret yönünden kâfi olduğu cihetle diğerlerinin hallerini beyana hacet yoktur ve bilûmum enbiyanın adedini bilmek bize mahsustur.]

Yani; ey Resûl-ü Ekrem ! Kureyş kavmi tarafından sana vaki olan ezaya sen mahzun olma. Zira; kavminden ezâ görmek sana münhasır değildir. Zatı ulûhiyetime yemin ederim ki biz senden evvel kullarımızı irşâd için bir çok resuller gönderdik. Onların hepsi kavminden ezâ gördüler ve sabrettiler. Senin de onlar gibi sabrın lâzımdır. Biz onlardan bazılarının hallerini sana bildirdik, bazılarını da bildirmedik. Bunlar milletlerini imana davet ettiler. Kabul edenler seâdete vasıl oldular, etmeyenlerden biz intikamımızı aldık ve alacağız. Şu halde kavminden gördüğün ezaya onlar gibi senin de sabredip akibete intizar etmen lâzımdır. Çünkü; umumî olan belâ tayyîb olur.

Enbiyanın adedinin yüz yirmi dört bin olduğuna dair bazı rivayetler varsa da esah olan adedleri malûm değildir. Zira; adetlerine dair kat'î bir delil yoktur, bilhassa bu âyette Cenab-ı Hak bazılarını Kur'ân'da Resûlune bildirip bazılarını bildirmediğini suret-i kafiyede beyan buyuruyor. Binaenaleyh; bizim için 5013 adetten bahse lüzum yoktur. Yalnız indellah nebî olan zevatın cümlesine imân etmek lâzımdır.

Vacib Tealâ bizim Peygamberimizden evvel bir çok resuller gönderdiğini beyandan sonra hiç bir Resûlun, Allah'ın izni olmaksızın mucize getiremediğini beyan etmek üzere :

ٱ د� Hع دzا Sد nہ� د�zل x� �ہ ہ�7ا Sد gہ د� �ا ع �ہ ہ��� �� bUہ ہ@ د? ہ� ہAا ہiا دہہ ‌ r? buyuruyor.[Hiç bir Resûl için kendi indinden bir âyet veya bir mucize getirmek olmadı, illâ Allah'ın

izniyle getirir, Allah'ın vahyi ve izni olmadıkça hiç bir nebî ümmetine bir şey izhâr edemez.] Çünkü; nübüvvet ve onu ispat için getirilecek mucize Allah'ın sevdiği kullarına atiyyesidir, o atiyye, enbiyâ-yı izâm arasında taksim-i İlâhî ile maksum olduğundan onu gasb veya kisb yahut vaktinden evvel ta'cîl etmek hiç bir kimsenin elinde değildir. Binaenaleyh; birinden alıp diğerine vermek de mümkün değildir. Şu halde enbiyânın nübüvvet davalarını ispata kafî mucizelerini izhar ettikten sonra ümmetlerinin izhar edilen mucizenin gayrı mucize istememelerinin hükmü yoktur. Zira; her şey ihtiyaç üzere müesses olup ikinci mertebede istenilen mucizeye ihtiyaç olmadığından Cenab-ı Hak halketmez. İstedikleri mucizeyi getirmediğinden dolayı nübüvveti inkâr inaddan ibarettir.

&&&&&

Vacib Tealâ hiç bir Nebinin Allah'ın izni olmadıkça mucize getiremiyeceğini beyandan sonra emr-i İlâhî gelince vaki olacak hükmün hakka mukarin olacağını ve batıla yapışanların daima zarar ve ziyanda olacaklarını beyan etmek üzere :

ٱ ہ@ iع ہ�� Cہ اا Dہ �Hہ دzا للهہ9 هنالك وخسر بل�حق ٱع7777777�قضى ) ل�م���ب��طلون 7777777�ع7777777� )٧٨ٱع buyuruyor.5014 [Müşriklerin helâk ve azabına ve ehl-i imanın sevabına dair emr-i İlâhî geldiğinde hakka

mukarin olarak hükmolunur. İşte hakka mukarin olan hükm-ü İlâhî'nin zuhur ettiği ve azabın nazil olduğu makamda batılı ihtiyar edenler zarar görür ve bütün ümitleri zayi olur, menfeatlerinin ziyaiyle envai ukubat başlarına yağar.] Çünkü; bunlar iman etmemek için Resûllerinin izhar ettikleri mucizelere kanaat etmiyerek bir takım kendi arzularına muvafık mucizeler istemekle inat Ve küfürde devam ettiklerinden elbette zarar göreceklerdir. Emr-i İlâhî'nin vürudu üzerine lâhik olan hüküm haktır ve kafidir. Tebdil etmek imkânı da yoktur. Binaenaleyh; her zaman batılı irtikap edenler hâib ü hasirlerdir.

Vacib Tealâ emrinin vürudunda hükmü hakka mukarin olduğunu beyandan sonra kudret-i İlâhiyesine delâlet eden bazı delilleri beyan etmek üzere :

2771

للهٱ ���ا من لترڪبوا الن�ع�م لكم جعل ذى ہ7777777%ل '7777777 �7777777ع �7777777ع ٱٱع ) تأكلون ا 7777777%ع��7777777و���م���ن��� 7777777'ہ )٧٩ع buyuruyor.[Allah-u Tealâ şol zatı lâtiftir ki sizin için hayvanatın bazısını binmeniz, bazısını

yemeniz için halketti. Binaenaleyh; onlardan sizinle ünsiyet eden kısmından siz istediğinize biner istediğinizi yersiniz.] Zira; cümlesi sizin kahrınız altında makhurlardır. Çünkü hikmet ve maslahat; onun bazısına binmekle sizin rahat etmenizde, arzu ettiğiniz mahalle rahatla varmanızda, bazısını hayatınızın idamesi, bedeninizin kuvveti ve mizacınızın tadili için ekletmenizdedir. Şu halde bu nimetleri sizin menfeatiniz için halkeden Allah-u Tealâ'ya şükredip sizi hakka davet eden Resûlunüze iman etmeniz lâzımdır. Siz ise bu nimetlere bakmıyarak şükrünü edâ etmek şöyle dursun Allah'a küfrediyorsunuz.

فى علي���احاجة��� ولتب��لغوا من�فع فيها د�7777777777777 ولكم %7777777 7777777�ہ 7777777�ع 7777777�ع ع ىل�فل�ك وعل موعلي�ها 7777777�ع7777777�صدورڪ �7777777ٱع 7777777�ع ع

) ���حملون ت )٨٠ع7777777"[Halbuki hayvanatta sizin için pek çok menfeatler vardır, kalbinizde olan hacetinize

baliğ olmak için halketti, karada hayvanlara, denizde gemilere yükletiyorsunuz.]

Yani; Allah-u Tealâ sizin telezzüz ve teayyüşünüz için hayvanâtta süt, yün ve kıl gibi bir çok menfeatler halketti. Binanealeyh; bazılarının üzerine binmek ve yük yüklemekle kalplerinizde olan ihtiyaçlarınıza vasıl olur, arzu ettiğiniz şeye nail olursunuz, karada hayvanlara ve denizde gemilere binmek ve yükletmekle Cenab-ı Hak vücudunuzu muhafaza ve terbiyenizi ikmal etti ve bunları yaratmaktan maksat; sizin şükre devamınız ve hulus-u niyetle ibadeti edâ etmenizdir. Bu hayvana ve gemiye binmeniz bazı kere ferâiz, vacibât ve mendûbât gibi ibadetleri edâ için olduğundan bunlarda umur-u diniyyenizi teshil menfeati de vardır. Meselâ ata biner cihada gider, deveye biner hacca gidersiniz ki bunların cümlesi menâfi-i diniyedendir.

ٱ fد ى7 �ہ �Cہ ہ$ى ہ�ا ہ9 ۦ د د� ى7 �ہ �Cہ ع� ہ� �د@ �ہ )٨١تنكرون (للهہ [Allah-u Tealâ kudretine delâlet eden âyetlerini size gösterir. Allah-u Tealâ âyetlerini

size gösterince hangi âyetlerini inkâr ve inkâra nasıl cür'et edersiniz?.] Çünkü; inkâr ettiğiniz âyetlerin ekserisi meydanda ve göz önünde inkârı lâyık olmadık nimetlerdir. Meselâ sütünü içtiğiniz ve yününü giydiğiniz koyunları mı, çift sürdüğünüz öküzleri mi, üzerine binip yol aldığınız atları mı ve yük yüklediğiniz develeri mi inkâr edersiniz? Bunlardan hangisinin inkârı kaabildir. Azıcık aklı olan bir kimseden bunları inkâr tasavvur olunur mu? Çünkü; cümlesi herkes indinde zahirdir. Şu halde bu nimetleri ihsan eden Allah-u Tealâ'ya neden şükretmiyor ve niçin ibadetinizi Allah'ın gayrıya yapıyorsunuz?

&&&&&

Vacib Tealâ nimetlerini tadatla o nimetleri inkâr edenleri tekdir ettikten sonra geçmiş milletlerin hallerinden ibret almadıklarını beyanla tevbih etmek üzere :

2772

كان كي�ف فينظروا الرض ى ف يسيروا �7777777ع�7777777أفلم 7777777�ٱع ع ع� ہ� ع� iد ہ@ ہ� uع ہ�� ا� bا ہ' ہAا ‌ع� qد rد sع pہ liد lہ �tد ?$ ہ ٱ xہ sہ د{ ى7 Kہ

الرض ى ف �وءاثار���ا ��ٱع�7777777وأشدقوة�� 7777777777777 د� 7777777777777 دbuyuruyor.[Kâfirler şu nimetleri inkâr ederler de yer yüzünde seyr ü sefer edip kendilerinden

evvel geçen ümmetlerin akibetlerine nazar edip bakmıyorlar mı? Halbuki bunlardan evvel geçen ümmetler mal ü mansıp, evlâd ü a'vân cihetinden çok ve kuvvetleri şiddetli ve yer yüzünde ebniye, köşk, saray ve muhkem kaleler gibi eserleri çok ve büyüktü.] Onların kuvvetleri ve yardımları bunlardan daha ziyade olduğu halde helâk olup malları, mansıpları, kuvvet ve şevketleri helâklerine mani olmayınca bunların helâklerine mani olacak bir şeyleri yoktur. Şu halde evvel geçen milletlerin akibetleri helâk olunca bunların akibetlerinin helâk olacağında hiç şüphe yoktur.

Yani; kâfirlerin şu nimetleri inkârları şayan-ı istiğrâbtır. İnkâr ederler de arz üzerinde misaferet etmezler mi, misaferet ettiklerinde evvel geçen ümmetlerin harabelerini, onların evlerinin enkazlarını görmezler mi ve akibet onların helâklerinden ibret almazlar mı, bu misilli geçmiş vukuat insanlar için ders-i ibret değil mi? Halbuki onların efradı bunlardan çok, kuvvetleri ziyade ve yer yüzünde eserleri çoktu. Böyle olduğu halde onların akibetleri helâk olunca bunların helâk olacaklarında şüphe var mıdır?

) يكسبون كانوا ما عن���م أغنى ا 7777777%ع7777777 فم 7777777'ہ 17777777ع )٨٢ع [Onların kazandıkları malları, a'vân ve ensârları, kuvvet ve şevketleri onlardan Allah'ın

gazabını defedemedi.] Binaenaleyh; isyanları sebebiyle helâk oldular, hiç bir tanesi dünyada kalmadı. Şu halde onların kuvvet ve servetleri helâklerine mani olamayınca bunların zaaf-ı hallerinin mani olamıyacağı evleviyyetle sabittir.

Bu âyeti celilede Cenab-ı Hak kullarını geçmiş milletlerin hallerinden ibret almalarına ve insafa davet buyuruyor. Zira ibret almayanları zemmetmek; ibret almak lâzım olduğunu beyan etmektir. Hakka itaat, Resûle iman ve şeriatiyle amel etmedikçe servet ü samanın, kuvvet ve şevketin, etbâ ve a'vânın Allah'ın gazabına karşı hiç birisinin faydası olmadığını beyanla ümem-i salifenin halleriyle beyan etmek; bu ümmeti itaata davet etmektir. Ayette geçmiş milletlerin yer yüzünde eserleri bu ümmetten daha çok olduğu beyan olunmuştur, bu da meydanda bir hakikattir. 5017

Çünkü; mevcut kaleler Mısır'da bulunan ehramlarda ve bazı harabelerin hafriyatında görülen bedâyi-i âsârın hepsi bu davaya şahittir.

&&&&&

Vacib Tealâ geçmiş milletlerin kuvvet ve şevketlerine işaret ettikten sonra onların helâklerinin sebeplerini beyan etmek üzere:

عندهم بما فرحوا ن�ت بل�بي م رسله اجاءت��هم 7777777�ٱع7777777�فلم �7777777ع ع ) زءون يست به كانوا ما بهم وحاق ل�عل�م ع�7777777من �7777777 7777777ۦ�ع 7777777�ع )٨٣ٱعbuyuruyor.[O müsrif olan milletlere Resûlleri açık mucizelerle geldiklerinde o Resûllerin

davetlerine icabet etmediler, sözlerini dinlemediler. Zira; onlar kendi bildikleriyle ferah ettiler, mağrur oldular. Binaenaleyh; taraf-ı ilâhîden tarik-ı hakka kendilerini irşâd için

2773

gönderilen resulleri istihza ettiler o istihzalarının günâhı onları ihata etti ve helâklerine sebep oldu.]

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile onların ilim zannettikleri şey; cehilden ve babalarını taklidden ibaretti. İşte şu cehilleri sebebiyle vahy-i İlâhînin gösterdiği ahkâma iltifat etmediler, tekzib ve istihza ettiler, akibet istihzalarının cezası etraflarını çevirdi ansızın helâk oldular. İşte hangi millet ki taraf-ı İlâhîden kendilerini irşâd ve tarik-ı hakka davet için gönderilen Resûlun davetine icabet etmedi ve belki şeriatının ahkâmını istihza etti, o milletin akibeti helâk ve hüsran olacağına bu âyeti celile delâlet eder.

Vacib Tealâ resulleri istihza ettiklerini beyandan sonra o istihza edenlere azap geldiğinde iman etmişlerse de imanlarının faydası olmadığını beyan etmek üzere : 5018

دSٱ $�ا ہ iہ �Cہ ا� bا ہ? ہpا ہ�ا Uہ �ا ع Sہ ا� ع ہ�� ہ� ہ$yا rہ للهہ9 و���حده  ع7777777" بما ���ف���رنا و���ڪ ۥع�7777777 ) مشركين به ا ‌ا) ٨٤ۦع7777777+كن ہ� Uہ �ا ع Sہ ا� ع ہ�� ہ� ہ$yا ہ? ع� ہ� ہ� ى7 yہ ��zد ع� qہ kہ ہ~ ��ہ Xہ �ہ ع� rہ ہ9

buyuruyor.[Vakta ki resullerini istihza edenler bizim şiddetli azabımızın geldiğini görünce «Biz

yalnız Allah-u Tealâ'ya iman ve şirkettiğimiz putlara küfrettik» dediler. Onların bizim azabımızı gördükleri zaman imanları onlara menfeat vermedi.] Çünkü imanda muteber olan; iman-ı gaybî, yani azabı görmeden iman etmektir. Azabı görünce iman ise iman-ı aynîdir. Zira azabı görünce iman; başka melce' olmadığını bildikleri için zarurî bir iman olduğundan makbul değildir. Çünkü imanda makbul olan; ihtiyarî olduğundan zarurî imana itibar yoktur.

Hulâsa; imanda muteber olan iman-ı gaybî olup iman-ı aynîye itibar olmadığı ve azabın geldiği zamanda hasıl olan imanın zaruri bir iman olduğu ve halbuki imanın ihtiyarî olması lâzım geldiği ve binaenaleyh; nebilerinin davetine icabet etmeyip istihza edenler azabı gördüklerinde «Biz yalnız Allah'a iman ve şirkettiğimiz putlara küfrettik» derlerse de o zamanda imanın faydası olmadığı bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ resulleri istihza edenlerin helâklerine dair azabı gördüklerinde imanın faydası olmadığını beyandan sonra kendilerine gönderilen resule itaat etmeyen kavmin akibeti helâk olmak adet-i İlâhiye cümlesinden olduğunu beyan etmek üzere :

وحده ابلله ءامن قالوا بأسنا ارأوا ��ٱع7777777"فلم 7777777 7777777ع ۥ ع ) مشركين به ا كن بما ���ف���رنا �7777777ۦع7777777+و���ڪ ٨٤ع لما) يكينفعهمإيم�ن���م ع�7777777فلم �7777777 7777777�ہ 7777777�ع ع

‌ا ہ� Uہ �ا ع Sہ ا� ع ہ�� ہ�buyuruyor.[İman etmiyenleri ihlâk etmek adeti Allah'ın kulları hakkında geçmiş bir adetidir. Azabı

gözleriyle gördükleri zamanda kâfirler zarar gördüler.] Çünkü; o zamanda imanları fayda etmediğinden zararları muhakkaktır.

Yani; azabı gördükleri zamanda imanı kabul etmemek adeti Allah'ın evveldenberi bir adetidir ki o âdet kulları hakkında her zaman carî ve devamlıdır. İman-ı zarurî hiç bir ümmet hakkında kabul olunmamıştır, illâ kavm-i Yunus hakkında kabul olunmuştur. Kezalik ümmet-i Muhammed hakkında dahi iman-ı zarurî makbul değildir. Binaenaleyh; azabın nüzulü zamanında zaruri iman edenler hâib ü hâsir olmuşlardır. Çünkü; ebedi zarara dûçâr olduklarından o zararı kaldırmak mümkün değildir.

2774

&&&&&

SÛRE - İ FUSSİLET

Mekke-i Mükerreme'de nazil olan sûrelerdendir. Elli dört âyeti camidir.

حيم لر حم�ن لر لله ���سم ٱب �7777777ٱٱع7777777" ع (١حم )

Selef mezhebince bu lâfızdan muradını Allah-u Tealâ kendi bilir, Allah-u Tealâ bildirmedikçe kulları için bilmek mümkün değildir. Amma halef mezhebince te'vîli lâzımdır. Buna nazaran Manâsı : [Ey ind-i İlâhîden müeyyed ve vahy-i İlâhî'yi hafız olan Peygamber-i zişân !.] İşte şu Kur'an :

حيم ) لر م�ن لر ٱتنزي من ع" ٱ �# (٢د [Rahman ve rahîm olan Allah-u Tealâ tarafından inzal olunmuş bir münzel-i

mübarektir.] demek olur. Yahut :lâfzı bu sûrenin ismidir. Buna nazaran manâ-yı nazım (حم) [Şu sûre; Kur'an'ı inzal etmekle kullarına merhamet sahibi, cümle mahlukâtını kemal-i terbiyeyle maksutlarına isal eden Rahman Tealâ tarafından gelmiş, rasülü üzerine nazil olmuş ve kullarını doğru yola sevk için gönderilmiş bir münzel-i azimdir.] demek olur.

Kur'an'ın insanlar hakkında aynı merhamet ve lutfolduğuna işaret için rahman ve rahîm sıfatlarıyla muttasıf olan Vacib Tealâ tarafından tenzil olunduğu beyan olunmuştur. Çünkü; bir sıfata mukarin olan fiilin o sıfata münasip olması lâzım olduğundan Rahman Tealâ'dan inzal olunan Kur'an'ın aynı merhamet olması lâzım gelir. Binaenaleyh Kur'an; insanların cemi seâdetlerine, dünya ve 5021 âhiret menfeatlerine şamil ve cümle umurlarını camidir. Zira; bu dünyada insanların cisimleri körlük, topallık vesair ilel ü emrazla hasta olduğu gibi rûhları da bir takım ahlâk-ı fasideyle dolu ve maluldür. Şu halde cisimleri maddî bir takım ilâçlarla tedavi olunduğu ve Kur'an rûhların şifa verici ilâçları mesabesinde olduğu cihetle Kur'an insanlar hakkında nimet-i azimedir ve manevi rûhlarının gıdasıdır. Çünkü; dünyevî ve uhrevî menfeat ve mazarrat her şeyleri bildirmiştir, ahkâmıyla amel edenleri her kemale isal edicidir. Zira; dünyada ve âhirette kullarına merhamet sahibi olan Allah-u Tealâ tarafından kullarını irşâd için gönderilmiştir ki elbette menfeatlerine hadimdir.

&&&&&

Vacib Tealâ Kur'an'ın taraf-ı İlâhîsinden inzal olunduğunu beyandan sonra ilm ü irfan sahibi olan kavmiçin âyetleri tafsil olunmuş bir kitap olduğunu beyan etmek üzere :

ءاي�ته فصل ع�كت� �# لمون ) د ق ي ا ل ءانا عرب ع� ق �� د ع �$� د ع� (٣ۥ buyuruyor.[Kur'an bir kitaptır ki âyetleri tafsil ve yekdiğerinden tefrik edilmiştir. Bu kitap lisan-ı

arabî üzere olduğu halde ilm ü irfan sahibi olan kavmiçin nazil olmuştur.]

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Kur'an'ın Zatullah ve Sıfâtullah'dan bahseden âyetleri, yerin ve göklerin yaratılmasından bahseden âyetlerden ayrılmıştır. Zira; manaları birbirinden ayrı ve hükümleri başkadır. Kezalik vaaza, hikmete ve tekâlife müteallik olan âyetler, ümem-i salifenin ahvaline müteallik olan âyetlerden tafsil olunmuştur. Ahval-i dünyaya ait olan âyetler, ahval-i âhirete müteallik olan âyetlerden ayrılmış ve yekdiğerine karışması yoktur. Çünkü; her âyette

2775

bahsolunan meselelerin mevzuları başka başkadır ve her birerlerinin manaları ve elfazında olan üslûb ve âhirlerinde olan mafsallar yekdiğerinden ayrı birer üslûb üzerinedir. Binaenaleyh Kur'an'ın âyetleri kemaliyle tafsil olunmuştur.

Resûlullah kavm-i araptandır, onların içinde doğup 5022 büyüdüğünden lisan-ı mader-i nebevileri de bittabi lisan-ı arab oiup onlara karşı nübüvvet davasında bulunduğu cihetle ibtidâen şeriatin esası onların içinde tesis olunacağından onların anlıyabileceği bir lisan üzere nazil olmuştur. Zira; her nebinin bulunduğu kavmin lisanı üzere bahsolunması bi'setten matlub olan hikmete ve maksada muvafık olduğundan her nebiyi bulunduğu kavmin lisanı üzere göndremek adet-i İlâhiyedir. Çünkü; lisanım bilmeyen bir kavmiçinde başka bir lisanla nebinin ba'solunmasında bi'setten maksat husule gelmez. Zira; Nebi kavminin lisanını bilmediği gibi o kavim de nebinin dilinden anlamayınca yekdiğerlerinin fikirlerini anlayamadıklarından emr-i tebliğ mümkün olamaz. Binaenalevh; her kavme gönderilen resul o kavmin içinden yetişmiş, lisanları ile adetlerine vakıf zat olarak gönderilmiş, o resule nazil olan kitap da Resûlun lisanı üzerine nazil olmuştur. Çünkü; o kitabın ahkâmı olan şeriat evvelen o kavim içinde takarrür edeceğinden o kitabı anlayacak kavmin lisanı üzere nazil olmak hikmete, akla ve meselenin esasına muvafıktır. Şu kadar ki o kavmin lisanı üzere nazil olmasından o kavme mahsus olmak lâzım gelmez. Ancak o kavme mahsus olmasına delâlet eder âyet olursa o kavme mahsus olabilir. Kur'an'ın umum akvama ve her millete ahkâmı şamil ve Resûlullah'ın umum milletlere ve belki ins ü cinne meb'us olduğuna dair kat'î âyetler vardır. Binaenaleyh; ahır zaman Nebisinin şeriati ilâ yevmil kıyam baki olduğuna, kendisinden sonra hır nebi gelmiyeceğine ve şeriatından sonra bir şeriat ihdas olunmayacağına Kur'an'da müteaddit âyetler olduğundan bunun aksini iddia küfürdür. Kur'an'ın ahkâmıyla ilâyevmilkryâm vuku bulacak havadis-i beşere tatbiki kabil, cümle insanların mizaçlarına mutabık ve ukuul-ü beşere muvafık olduğundan Kur'an'ınharicinde bir kitaba ve şeriat-ı Muhammediye'nin haricinde bir şeriata ihtiyaç yoktur. Binaenaleyh; herkes muhtaç olduğu bir meselenin hükm-ü şer'îsini kemâ hüve hakkıhi ararsa behemahâl şeriat-ı Muhammediye'de bulur. Amma bizim Kur'an'a lâyıkıyla yapışmadığımızdan ahkâmının icra olunmaması Kur'an'ın noksan olmasını icabetmez. O kusur ve noksan bize aittir, Kur'an'a âit değildir.

Bu âyette Kur'an'ın lisan-ı arab üzere nazil olmasını beyan; Kur'an'ı medihtir. Çünkü; lisan-ı arap cemi lisanların efdalidir. 5023

Zira; lügat-ı arabiyenin harflerinin tertibinde mahreçlere tamamiyle riayet, kelimelerinin tanziminde yekdiğerine münasebet-i tâmme olduğundan tekellümü lisana gayet kolaydır, lisanda kolaylık o lügatin efdaliyetine delâlet eder, şu minval üzere kolaylık sair lisanlarda bulunmadığından lügat-ı arap cümle lügatlerden efdaldir. Binaenaleyh; lügat-ı arap her lisan sahibine tekellümü ve bilinmesi kolay olduğundan kitapların efdali olan Kur'an; lisanların efdali olan lisan-ı arap üzerine nazil olmuştur. Amma Kur'an'da (Kıstas) ve (Siccîl) gibi arabî olmayan kelimelerin bulunması Kur'an'ın hey'eti mecmuasının arabî olmasına münafî değildir. Zira; bu misilli kelimeler esas itibariyle arabî değillerse de başka lisanlardan lisan-ı araba karışmak suretiyle araplaşmış ve arapların sözleri arasında isti'mâl olunur bir hale gelmiş olduğundan Kur'anda dahi nazil olmuştur. Meselâ türkçe lisanı arasında farisî ve arabî kelimelerin bulunup türkçeleştiği gibi bilhassa şu zamanda lisanımızın yarısı fransız lisanı olmuştur. İşte bunun gibi bazı kelimâtı ecnebiyenin lisanımıza karışmasından türk lisanının hey'et-i mecmuasının türkçeliğine mani olmadığı gibi lisan-ı arap arasında bazı ecnebi kelimelerin bulunması ve Kur'an'da nazil olması da Kur'an'ın arabî olmasına mani değildir.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile elfâz-ı Kur'aniye'nin manalarında muteber olan; o elfazın lisan-ı arapta mevzu olduğu manalardır. Binaenaleyh; hurufatın işaretlerinden rnana almak ve kelimelerin mevzuun lehlerini başka manâya hamletmek batıldır ve nazar-ı şeri'de hükmü yoktur. Zira Cenab-ı Hak bu âyette ve daha bunun emsali âyetlerde Kur'an'ın arabi olduğunu beyan buyurması: Kur'an'da muteber olan kelimât-ı arabiyenin mevzu olduğu manâlar olduğuna delâlet-i kafiyeyle delâlet eder. Çünkü her lisanda muteber olan; o lisanda müstamel olan kelimelerin delâlet ettiği manâlardır. Şu halde Sofiye'nin hurufata manâ vererek ilm-i huruf icad etmeleri ve kelimeleri mevzuun lehlerinin gayrıda isti'mâl ederek ilm-i mükâşefe namı vermeleri batıldır, asla itibar yoktur.

&&&&&

Vâcıp Tealâ Kur'an'ın arabî olduğunu beyandan sonra 5024 Kur'an'ın ehl-i tâata beşaret ve ehl-i ma'siyete inzar olduğunu beyan etmek üzere :

2776

ا ا ونذي ��بشي د �� د buyuruyor.[O kitap ki ibadet edenleri sevabla ve Cennet'te yüksek derecelerle müjdeleyici,

kabahat işleyenleri günâhla ve Cehennem'in tabakaları ve derekeleriyle korkutucudur.] Çünkü Kur'an; âbid ve asîlerden iki sınıfın akıbetlerini ve başlarına geleceği beyan eder.

&&&&&

Vacib Tealâ aklı olan kavmiçin Kur'an'ın âyetlerinin tafsil olunduğunu ve Kur'an'ın lisan-ı arab üzere nazil, ibadet edenleri tebşir ve isyan edenleri inzâr edici olduğunu beyandan sonra ekseri nasın Kur'an'dan i'raz edip işitmek istemediklerini beyan etmek üzere :

معون ) ثره فه ال ي رض أ ع�فأ ع� ع� Mع (٤ع� buyuruyor.[Kur'an beşîr ve nezir olduğu halde nâsın çokları Kur'an'ı kabulden i'râz ettiler.

Binaenaleyh; Kur'an'ı dinlemezler.]

Yani; Kur'an'ın âyetleri mufassal ve lisan-ı arap üzere nazil, ehl-i tâatı tebşir ve ehl-i ma'siyeti inzar edici olduğu halde nâsın ekserisi Kur'an'ı kabulden i'râz etti. Zira; onlar Kur'an'ı dinlemez ve manâsına iltifat etmezler. Çünkü temerrüd ve hakka karşı inadları Kur'an'ı dinlemeye mani olduğu gibi dinlemek cihetine dahi meyletmezler. Binaenaleyh; kabulden istinkâf etmişlerdir. Halbuki Kur'an'ınahkâmına imtisal ve emr ü nehyine itina ve beyan ettiği â'mâl ve ahlâkla ittisaf etmek her mükellefin vazife-i diniyyesidir.

Bu âyette fâ lâfzı sûrenin evvelinden buraya gelinceye kadar Kur'an'ın beyan olunan evsafı üzerine müteferri' olduğuna işaret için varid olmuştur. Bu işaretle Kur'an'dan i'râz edenler ve 5025 dinlemeyenler son derece zemmolunmuşlardır. Çünkü Kur'an'ın rahman ve rahim olan Allah-u Tealâ tarafından inzal olunduğu; Kur'an'ın menfeatlerin efdali ve maksatların âlâsı üzerine müştemil olduğuna ve âyetlerinin mufassal olması manâsının gayet açık ve her akl-ı selime mülayim bulunduğuna beşir ve nezir olması; Kur'an'da olan ahkâmın fehmine kemal-i itina lâzım olduğuna işarettir. Binaenaleyh; bu kadar evsaf-ı âliyeyi camî olan Kur'an'dan i'râz edenler elbette zemme müstehaklardır. Zira; insanın bilcümle sa'yi sevaba veyahut ikâba müncer olduğundan Kur'an'ın ahkâmına dikkat etmek ehemm-i mühimmattandır.

Şu tafsilâta nazaran âyetin manâsı: [Kur'an şu evsâf ve mezâyâyı havi olduğu halde manâsını kemaliyle dinleyip muktezâsiyle amel etmek her insan için lâzım iken bilâkis mükellefinden ekserisi ahkâmını kabulden i'râz ve elfazını dinlemekten istinkâf ettiler.] demektir.

Bu âyette i'râz ve işitmemek cümlelerinden her biri diğerinin delili ve illetidir ve takriri şöyledir : «Ekser nâs Kur'an'ı kabulden i'râz ettiler. Zira; onlar dinlemediler. Her kimseler ki Kur'an'ı dinlemediler, onlar ahkâmını kabulden i'râz ettiler. Ekser nâs Kur'an'ı kabulden i'râz ettiler» demektir.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin Kur'an'ı kabulden i'râz ettiklerini beyandan sonra i'râzlarının sebebini ve i'râz hususunda söyledikleri sözlerini beyan etmek üzere

��ا و ه وفى ءاذانن عونا إل مما ت ��ا فى أڪن #@وق��الوا قلوبن د pع ع� ع� � د نا ع�ملون ) م إن نك حجا ف ننا وب ع�وم ب ع� ٱ �# د ع� ع� (٥ن�

buyuruyor.[Onlar Kur'an'ı kabul etmemek hususunda dediler ki «bizim kalbimiz örtü içindedir.

Binaenaleyh; senin bizi davet ettiğin Kur'an bizim kalbimize girmez, bizim kulaklarımızda

2777

ağırlık ve sağırlık vardır. Binaenaleyh; hakkı duymaz ve bizimle ya Muhammed 5026 (S.A.) senin aramızda perde vardır sana itaatimize manidir. Şu halde sen bildiğini işle biz de bildiğimizi işleriz.».] İşte kâfirler böyle diyerek adem-i itaatte devam edeceklerini beyan etmişlerdir.

Yani; şu beyan olunan mezâyây-ı âliyeyle muttasıf olan Kur'an Resûlullah tarafından kendilerine tebliğ olunduğunda kâfirler kemal-i kibr ü gurur, inad ve temerrüdlerinden kendi itikatlarınca büyüklüklerine güvenerek dediler ki «Ya Muhammed (S.A.) senin bizi davet ettiğin imanı ve Kur'an'ı ihata edecek olan bizim kalplerimiz perde içinde olduğundan bunlardan hiç birisi kalbimize girmez. Binaenaleyh; biz onların hak olduğuna inanamayız, bunun içindir ki senin sözün bizim kalbimize girmez ve nasihat kabulüne vesile olan kulaklarımızda sağırlık vardır. Binaenaleyh: senin doğru söylediğine delâlet eden âyetler bizim kulağımıza girmez, bizimle senin beynimizde büyük dağlar gibi perde vardır. O perde seni bize göstermez, sözünü dinletmez. Zira; bizim dinimiz ayrı senin dinin ayrıdır. Şu halde sen bizim dinimizi zemmedersen biz de senin dinini zemmederiz. Binaenaleyh; seninle bir araya gelmek ihtimalimiz yoktur. Yollarımız ayrıdır. Hal böyle olunca sen dininle amel et biz de dinimizle amel edelim» demekle Kur'an'ı kabulden ve dinlemekten i'râz ettiklerini izhâr ettiler.

Maatteessüf bu âyetin mazmunu zamanımızda müslüman ismi ve kisvesi altında bulunan bazı süfehâdan da işitilmektedir. Çünkü; dinî bir muameleye davet olunduğunda «O sözleri benim kulağım duymaz, zihnim almaz, bunlar eski şeylerdir. Şimdi fünûn-u cedîdeye bakalım» gibi bir takım hezeyan ahkâm-ı şer'iye üzerine Avrupa müzahrafâtım tercih etmekten çekinmez, biraz daha üzerine varıldığında «Efendim siz bildiğinizi işleyin, biz de bildiğimizi işleriz» demekle dine karşı olan adavetini izhar eder. İşte Mekke ahalisinin Resûlullah'a irad ettikleri sözleri ayniyle zamanımızın sefihleri de irâdederler. Şu halde bu gibi hezeyana cür'et eden süfehânın Kureyş keferesinden farkı var mıdır? Azıcık aklı olan farkı olmadığına elbette hükmeder. Çünkü: Kureyşî'lerden sadır olan hezeyan ayniyle bunlardan da sadır oluyor. Zira; Kur'an'ı ve şeriatı istihfafta ikisi birdir farkı yoktur. 5027

&&&&&

Vacib Tealâ Resûlunün davetine karşı kâfirlerin itirazlarını beyandan sonra Resûlullah tarafından onlara verilen cevabı beyan etmek üzere :

ح إل��� و هك م��ا إل��� ��وحى إلى أن ي لك بش�� م م��ا أن #�ق إن د ٲ !# د ع� ع� ع0 �# د ا� ع� فرو ت ه و تقيموا إل �ف ہ!‌ ع1 ع� ٱ ع� ع� ٱ

buyuruyor.[Ya Ekrem er Rusûl ! Sen onlara hitaben de ki «Ben ancak sizin gibi beşerim beşeriyet

cihetinden beynimizde fark yoktur. Şu kadar ki sizin mabudunuzun ancak mabud-u vahid olduğu bana vahyolundu. Ben de size bana valıyolunan tevhidi tebliğ ediyorum, isterseniz kabul edersiniz. Zira, cebir yoktur, cebirle imana itibar da yoktur. Mabudunuz bir olunca o mabuda istikamet ve istiğfar edin.»]

Yani; ey nebiyyi Muhteremim ! Senin kelâmını dinlemeyen kâfirlere cevap olarak sen de ki «Ben de sizin gibi beşerim. Şu kadar ki Allah-u Tealâ beni risaletle ihtiyar buyurdu, ibadet olunacak ibadete lâyık mabudun bir olup şerik ve nazîri olmadığını bana vahyetti. Ben de size tebliğ ediyorum. İsterseniz tevhidi kabul eder imanla müşerref olursunuz, isterseniz şirk eder Allah'ın düşmanlarından olursunuz. Benim size tebliğden başka şimdilik vazifem yoktur. İbadete müstehak ancak Allah-u Tealâ olup başka mabud olmayınca o mabuda karşı muamelâtın kâffesinde istikâmet edin, O'nun canibi manevîsine teveccühü tamla teveccüh ederek günâhlarınızın mağfiret olunmasını isteyin. Yoksa şeytanın iğfâlâtına aldanarak tarik-ı haktan ayrılıp da nefsinizi helâk etmeyin», demekle kâfirlere hakikati beyan et.

2778

Bu âyette dört hüküm vardır : B i r i n c i s i : Resûlullah'ın beşer olmasıdır. Gerçi Resûlullah'ın beşer olduğu malûm ise de kâfirler beşeriyeti risalete münafi zannederek beşere vahiy gelmez itikad ettiklerinden o itikatlarını tebdil için «Ben de sizin gibi beşerim velâkin beşeriyet vahiy gelmesine münafi değildir. Ben hem beşerim, hem de bana vahiy geliyor» buyurmuştur.

İ k i n c i s i ; Mabudun bir olmasıdır. Çünkü; müşrikler bir takım putları mabud ittihaz.ederek mabudun müteaddit olduğunu 5028 itikat ettiklerinden o itikatlarının batıl olduğunu beyan etmek üzere mabudun ancak bir olduğunu ve ibadete müstehak ancak Allah-u Tealâ olup Allah'ın gayri ibadete müstehak bir kimsenin olmadığını beyanla tevhide davet etmiştir.

Ü ç ü n c ü s ü ; İnsanın vahdaniyet-i Üâhiyeyi tasdik ettikten sonra en ziyade mühim olan vazifesi gerek Allah'a ibadette ve gerekse nâsla muamelede istikamet etmektir. Binaenaleyh; Resûlullah kavmine itikad-ı hakkı beyandan sonra füru-u amalden ehem olan istikameti tavsiye buyurmuştur.

D ö r d ü n c ü s ü ; insan kusurdan halî olamadığından her zaman kusurunu itiraf etmekle Cenab-ı Hak'dan mağfiret talebetmektir. Şu esasa binaen Resûlullah ümmetine istikametten sonra istiğfarla emretmiştir. İstikamette ibadâtın cümlesi dahil olduğu cihetle bu âyet; usul-ü itikade ve füru-u âmâle icmâlen şamildir.

&&&&&

Vacib Tealâ tevhidin Resûlune vahyolunduğunu beyandan sonra Tevhidi terkederek şirkedenlerin ahvalini beyan etmek üzere:

ركين ) م ع+وو ل ع� Q# د �الخرة ه(٦ع ��وة وهم ب ڪ لز تون ذين ال ي ل ع� ٱ ٱ Lع ٱ (٧ك�فرون )

buyuruyor.[Helâk-i azîm şol müşrikler içindir ki onlar zekât vermez ve ancak âhirete inanmaz

kâfirlerdir.]

Yani; büyük azab sol kimseler içindir ki onlar Vacib Tealâ'ya tazimi terkle sirkeden ve Allah'ın kullarına şefkati terkle zekâtını vermeyen ve âhirete imanı terkle kâfir olanlardır. Çünkü abdiçin ubudiyetin rûhu iki şeydir: B i r i n c i s i ; Allah-u Tealâ'ya kemaliyle ta'zim, İ k i n c i s i ; Allah'ın kullarına şefkat ve merhamet etmektir. Şu iki hasletten herhangisini bir kimse terkederse Allah'ın gazabına duçar olur. Binaenaleyh; bu âyette Vacib Tealâ helâk-i azîmin onlar için olduğunu beyan buyurmuştur. Çünkü; hakla muamelesini ihlâl ettiği gibi halkla muamelesini dahi ihlâl edince o kimsede insaniyetten maksad-ı aslî fevtolduğundan 5029 ubudiyet noktasını tamamiyle haleldar ettiği cihetle helâkin a'zamına ve azabın eşeddine müstehak olacağında şüphe yoktur.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile T e v h i d ; üssül'esâs ve itikad-ı hakkın âlâsı ve aslıdır. Şu halde itikad-ı hakkın âlâsı ve esası olan tevhidin zıttı bulunan şirk; ümmülhabâis ve esas-ı rezâüdir. Zekâtın meşru olmasındaki hikmet; buhul gibi denî ve rezil bir hasletten nefsini temizlemek, masivâya meyilden kalbini tebrie, Allah'ın fukara kullarının ihtiyacını defetmek ve bu vesileylemalını âfât-ı maneviyeden muhafaza etmektir. Binaenaleyh; gerek itikad-ı hakkı terkle ümmürrezâil olan şirki irtikâb eden, gerekse ibadullaha şefkat ve merhametten ibaret olan zekâtı terkeden Allah-u Tealâ'nın gazabına müstehaktır. Zira; Üssülesâs olan şirki irtikâb zulmolduğu gibi zekâtı terkle fukaranın hukukunu men etmekle zulmün pek büyüğünü irtikab etmiştir. Bunlar dünyada her biri bir gûnâ azabla helâk olacakları gibi ibâdın amellerini tenkid etmek ve herkesin lâyık olduğu cezayı vermek için hazırlanan âhireti inkâr ettiklerinden âhirette azabın eşeddine duçar olacaklarına

âyet-i celile delâlet eder. helâk-i azîm ve azab-ı şedîd manâsınadır. Bu azabın üç (ويل) sıfatla muttasıf olan kimselere mahsus olduğu âyette beyan olunmuştur: B i r i n c i s i ; müşrik olmak, İ k i n c i s i ; Allah'ın kullarına şefkatten ibaret olan zekâtı terketmek, Ü ç ü n c ü s ü ; dünya nimetine ve lezzetine aldanarak âhireti inkâr etmektir.

2779

&&&&&

Vacib Tealâ müşriklerin hallerini beyandan sonra müminlerin ahvalini beyan etmek üzere :

نو ) ر م ر غ لص�لح�ت له أ ذين ءامنوا وعملوا ل ��إن د ع� ع� ع) ع� ٱ (٨ٱ buyuruyor.[Şol kimseler ki onlar iman ettiler ve amel-i salih işlediler. Muhakkak onlar için

tükenmez ve arkası kesilmez ecir ve sevap vardır.] Zira; imanlarını iyi amellerle tekid ve te'yîd ve mücerret 5030 ubudiyeti nazarı dikkate alarak vazifelerini bihakkın edâ ettiklerinden onlar, ihlâslarına mukabil arkası kesilmez, eksilmez ve ezası bulunmaz ecirlerle mükâfaat göreceklerdir.

Memnun; kesilmek ve tükenmek, Ğ a y r – i m e m n u n ; kesilmez ve tükenmez demektir. Yahut i m t i n a n d a n yani iyiliği yüzüne karşı saymak ve başa kakmaktır. Buna nazaran manâ-yı nazım : [Müminler için bir ecir var ki başa kakmak ve yüzüme karşı saymakla siklet vermek yok.] demektir.

Beyzâvî'nin ve Ebussuud Efendi'nin beyanlarına nazaran bu âyetin ibadeti edaya tahammülü olmayan hastalar, topallar, şeyh-i fâniler ve ibâdete mani özürleri bulunan bî kudretler hakkında nazil olduğu mervidir. Çünkü; bunlar sağlam oldukları zaman ibâdet ederken ibadete mani özür hasıl olup ibadet edemedikleri zamanda niyetleri ibadet olup özürleri ibadete mani olduğundan aynı ibadet etmiş gibi ecirleri kesilmez. Çünkü; kudretleri olsa ibadeti terketmiyeceklerini bildiği için Cenab-ı Hak onları sevaptan mahrum etmez.

&&&&&

Vacib Tealâ zat-ı ulûhiyetinin ferd-i vahit olduğunu beyandan sonra putları zat-ı ulûhiyete şerik itikad etmek caiz olmadığını ve küfrün bir emr-i münker olduğunu beyan etmek üzere :

��ون عل ن وت م ض فى ي ال ذى خل��ق ل ف��رون ب لت ك ن ع)ق أٮ ع� ع ع� ٱ ٱ ع ع� ع� ع�لمين ) له لك رب ع� أندا ذ ٱ ٲ �‌��� د (٩ۥ

buyuruyor.[Ey Rasûlü Ekrem ! Sen kâfirlere hitaben de ki «İki günde arzı halkeden Allah-u

Tealâ'ya mı küfrediyorsunuz ve kudreti kâmile sahibi olan Allah-u Tealâ'ya mı bir takım âciz putları şerîk itikat ediyor ve şerik kılıyorsunuz? İşte şu sizin küfrettiğiniz ve şeriki var dediğiniz Allah-u Tealâ âlemlerin Rab'bısı ve âlemin her cüz'ünü kendine lâyık terbiyeyle kemaline isal edicidir.»] İşte ey Habibim ! Sen kâfirlere böyle demekle onlara mezheplerinin batıl olduğunu beyan et ki mütenebbih olsunlar, davalarının aklın hilâfına olduğunu bilsinler.

Bu âyette Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile hemze; istifhâm-ı inkârîdir. Yani; kâfirlerin küfürlerini inkâr olup makul olmadığını beyan içindir. «Arzı iki günde halketti» demek, «İki gün miktarı az bir zamanda halketti» demektir. Bu kadar cesameti azime ile arzı iki gün miktarı bir zamanda halkettiğini beyan; kâfirleri tekdir ve tevbih içindir. Bu kadar az bir zamanda yer yüzünü

halkeden Hallâk'ın kudretini inkârla küfretmek hamakat ve cinayetin en büyüğüdür. (الذى) ism-i mevsulü Cenab-ı Hakka tazim ve kâfirlerin küfrünün pek büyük cinayet olduğuna işaret içindir. Çünkü; kabahatin cesameti kime karşı yapılırsa kabahat edilen zatın azametiyle ölçülür. Cenab-ı Hakkın kudret ve azametine karşı ufacık bir cinayet pek büyüktür. Allah-u Tealâ'nın bu kadar kudret ve azametine karşı bir takım taştan ve ağaçtan yapılma âciz şeyleri şerik itikad etmekten daha büyük bir şenâet olamaz. Küfrü inkârdan sonra küfrettikleri zatın âlemlerin rabbısı olduğu beyan olunmuştur ki kâfirleri tekdir üzere tekdir olsun. Çünkü; âlem içinde kâfirlerin kendileri de dahil olduğundan «Şu küfrettiğiniz bütün âlemlerin ve âlem içinde sizin de Rabbınız»

2780

demektir ki «İnsan Rabbısına küfreder mi, nasıl oluyor ki siz küfrediyorsunuz?» demekle kâfirleri insafa davet etmektir.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile küfrün azametine ve akıldan uzak olduğuna işaret için

bu'd-ü meratibe mevzu olan لك) ٲذ ) ism-i işareti, kâfirlerin küfrünün devamlı ve müstemir olduğuna işaret için istimrara delâlet eden muzari siğası varid olmuştur.

Bu âyette; üç hüküm vardır : B i r i n c i s i ; iki gün miktarı az bir zamanda yer yüzünü halkeden Allah-u Tealâ'ya küfretmeleridir. İ k i n c i s i ; küfürlerinin nev'i, Allah-u Tealâ'ya bir takım âciz şeyleri şerik addetmeleridir. Ü ç ü n c ü s ü ; Küfrettikleri Allah-u Tealâ bütün âlemlerin rabbısı olmaktır. Her hükümde kâfirlerin hamakat ve cehaletlerini meydana koymakla tekdir vardır. Çünkü birinci hükümde küfrün, arzı iki gün miktarı halketmeye kudreti vasi olan Allah-u Tealâ'ya olduğunu beyan etmek, ikinci hükümde bir takım âcizleri şerik itikad etmek, üçüncü hükümde o küfredilen zatın âlemlerin Rabbısı olduğunu beyan etmek; kâfirlerin cehalet ve hamakatlarını meydana koymakla kendilerini terzil etmekten başka bir şey değildir.

&&&&&

Vacib Tealâ az bir zamanda yer yüzünü halkettiğini ve âlemlerin Rabbısı olduğunu beyandan sonra yer yüzünde halkettiği bazı eşyayı beyan etmek üzere :

ا ت و ا أ ا وق��در في قها وب���رك في سى من ف ا رو ہ�وجعل في ٲ ع. ہ� ہ� ع ٲ ہ� لين ) اٮ لس ا سوا ل بعة أي �Cفى أ د �� د (١٠ع�buyuruyor.[Allah-u Tealâ büyük dağlar halketti ki o dağlar arz üzerindedir ve o arzda hayr-ı kesir

ve bereketler halketti ki cümle hayvanâtın ve bilhassa insanların rızıklarını ve kuut-ü yevmiyelerini, onların maişetlerinin levâzımâtını arz üzerinde takdir buyurdu, bunların cümlesini iki gün, arzı da iki günde halkla mecmuunu dört gün miktarı bir zamanda veyahut cümlesini dört nöbette halketti ve şu miktar üzere halketmek doğru bir volduı;. hilkatin miktarından sual eden kimse irin müddet-i hilkat müsavi olup ziyade ve noksan yoktur.] Mecmuunun hilkati dört gün miktarı bir zamanda denilmiştir. Çünkü; bidâye-i hilkatte bu gün mevcut olan ay, güneş ve sema olmadığından o zamanda şimdi ma'ruf olan gün yoktu. Zira; ma'ruf olan günü tayin edecek ay ve güneş olmadığından âyette varid olan gün müddetle veyahut nöbetle tevil olunur. Zira;Resûlullah'ın «Allah-u Tealâ ehad ve isneyn günleri müddetinde arzı, salı günü müddetinde dağları, Çarşamba günü müddetinde suları, ağaçları ve sair umrânâtı, Perşembe günü müddetinde semayı, Cuma günü müddetinde ayı, güneşi, yıldızları ve melekleri, Cuma günün son saatına tesadüf edecek zamanda Hz. Âdem'i halketti» buyurduğu mervîdir. Hatta kıyametin kaim olacağı zamanın Hz. Adem'in halkolunduğu zamana tesadüf edeceği de mervidir.

( O rızkı ve sair beyan olunan şeyleri halketmek müsavidir» demek olur. Yahut» (سواءâlemin yaratılışını şu müddete hasretmek sâilleri içindir. Yahut «rızkını isteyenler için rızıkları takdir 5033 olunur» demek olur. Yani «arzın halkolunduğu müddetten sual edenler için bu müddet takdir olunmuş» demektir.

Dağları kudretiyle tutan Allah-u Tealâ olduğuna işaret için dağları arzın fevkinde yarattığını beyan buyurmuştur. Dağların arzın üzerinde olması; Vehle-i Ûlûda nazar-ı ibretle bakanların Allah'ın kudretine ve vahdaniyetine delâlet ettiğini görüp iman etmeleri ve tâât-ı İlâhiyeye sa'yetmeleri içindir.

&&&&&

Vacib Tealâ arzı, arz olan dağları, bereketleri, hayvanatın rızıklarım halk ettiğini ba'delbeyan bunlar yaratıldıktan sonra cereyan eden ahvali beyan etmek üzere :

2781

��ا تي ض ماء وهى دخا فق��ال له��ا ولال لس توى إلى ع[ثم ٱ ع� �# د ٱ ع� ٱ عين ) نا طاٮ ا قالتا أت ك عا أ ع�ط !� د ع� ع (١١عbuyuruyor. [Vacib Tealâ arzı yarattıktan sonra semayı halketmeyi irade eyledi. Halbuki semanın

maddesi bir duman halindeydi. Allah-u Tealâ semaya ve arza hitaben dedi ki «Ey sema ve arz ! Emrime imtisal edin. İster rızanızla, isterseniz kerhen itaat lâzımdır.» Sema ile arz dediler ki «Ya Rabbî ! İtaat edici olduğumuz halde dergâhına geldik. Zira; bizim için sana muhalefet olamaz. Çünkü; yaratan sensin.».] Sema ile arz böyle demekle itaatlarını söylediler, ubudiyetleri ancak Cenab-ı Hakka olup gayra olmadığını ikrar ettiler.

Yani; Vacib Tealâ arzı icad ettikten sonra semanın madde-i asliyesi duhân halinde olduğu halde semayı icada mübaşeretle icad ettikten sonra semayı istilâ etti yani kahrı ve kudreti altına aldı. Binaenaleyh; sema ile arza hitaben «Ey semâ ile arz ! Şiz maye-i asliyenizde olan itaat ve ikrahtan hangisini ihtiyar ederseniz ihtiyarınız veçhile emrime imtisal edin. Zira; kudretim size nafizdir» demekle sema ile arzı itaate davet etti. Onlar da «Ya Rabbi ! İtaat edici olduğumuz halde kapma geldik» dediler. 5034

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Cenab-ı Hak arzı ve semayı halkedince onlara hitabı fehmedecek kadar idrak verdi ve onlara «siz menafi-i ibâda ve mesâlihi mahlukaata muvafık surette cereyan edin. Ey Arz ! Sen nehirleri akıt, ekinleri ve otları bitirecek bir halde bulun, ey semâ ! Sen de ayı, güneşi ve sair yıldızları mihver-i lâyıkında döndür; yaz, güz, kış ve bahar mevsimleri meydana gelsin, arz üzerinde yaşayacak hayvanat istidadına göre yaşasın» buyurunca

sema ile arz derhal ( وأطعنا dediler, ahval-i âlem şu görülen minval üzere intizam (سمعناbuldu ve ilâ yevmilkıyam bu hal üzere devam edecektir.

Şu manâya nazaran bu emir; o zamana mahsus bir emr-i teklifidir. Çünkü; hitabı anlayacak kadar idrak ve fehmüzere teklif olduğu cihetle kabul etmekle mükellef olduklarından derhal kabul etmişlerdir. Yahut bu emir; teklifi değildir, belki emr-i îcadîdir. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Ey sema ve arz ! Size lâyık olan ve maslahat ve hikmete muvafık bulunan surette vücud bulun. Ey arz ! Sen eşkâl ü elvandan hayvanatın üzerinde yaşayabileceği bir bal üzere gel, ey semâ ! Sen de eşkâl ü evlânın ve parlaklığınla arz üzerine kubbe olarak gel.] demektir. Müfessirîn bu manânın her ikisine de ihtimal vermişlerse de âyette emrin teklifi olması zahirdir. Çünkü elfâzda aslolan; manânın zahirine hamlolunmaktır. Emirlerde ise zahir olan teklifi olmaktır, eğer zahirine hamiden bir mani bulunmazsa. Amma zahirine hamiden bir mani bulunursa o makama münasip bir manâya hamletmek zaruridir. Sema ile arzın itaat ettiklerini ikrarları da emrin teklifi olduğuna delâlet ettiği gibi, itaate ve kerhe ta'lik da emrin.teklifi olmasını icabeder. Çünkü; teklifi olmasa itaat ve kerhi zikirde bir manâ olmazdı. Zira; itaat ve adem-i itaat; teklife karşı istimal olunmak adettir.

Bu âyette d u h â n ile murad; sudan hasıl olan buhardır. Çünkü; bazı rivayette Allah-u Tealâ evvelen bir cevher halketti, o cevhere nazar edince mehâbet-i İlâhiyeden müteessir olarak kaynadı su halini iktisabetti, köpürdü, ondan buhar hasıl oldu, köpüğünden arzı, onun dumanından semayı halkeyledi. Şu halde bu rivayeti âyeti celile teyid eder. Çünkü istiva, burada icad manâsına

mecazdır. ( دخا #�وهى د ) cümlesi cümle-i haliyedir. Şu halde 5035 manâ-yı âyet: [Arzı icaddan sonra Allah-u Tealâ semanın eczası ve madde-i asliyesi buhar ve duman olduğu halde semanın icadını irade buyurdu.] demektir.

Bu âyeti celileden anlaşıldığı veçhile semanın yaratılması arzın yaratılmasından sonradır. Gerçi bazı âyette semanın evvel halkolunduğu anlaşılmaktaysa da Allah-u Tealâ arzı evvelen halketti, sonra semayı halketti, bundan sonra arzı şu minval üzere döşedi. Şu halde arzın icadı semadan evveldir lâkin döşenmesi semadan sonradır. Binaenaleyh; âyetler arasında tenakuz yoktur.

&&&&&

Vacib Tealâ semayı icadettikten sonra semanın tabakâtım ve halkolunduğu müddeti beyan etmek üzere :

2782

�ل حى فى ك ن وأ م ع سم�وا فى ي عفقضٮهن س ع� ع �� د ع� ره �سماء أ ‌� ع�

buyuruyor.[Allah-u Tealâ semayı icad edince gökleri yedi kat takdir etti ve bunların icadıyla

hükümden iki gün miktarı bir müddette fariğ oldu, her semaya ahvaline müteallik emrini vahyetti, yahut semada bulunan meleklere emrini vahyetti.] Onlar da hizmetlerine başladılar ve ilâ yevmil kıyam devam edeceklerdir.

Göklerin icadı iki gün müddette olunca âlemin yaratılışını altı gün miktarı bir müddette tamam olmuştur. Bütün âlemin icadı Allah'ın kudretine nazaran bir anda husul bulmak mümkün iken altı gün miktarı bir müddet imtidâd etmesi Allah-u Tealâ'nın kullarına işlerini tesviyede teenniyi talim için olduğu hilkate müteallik olan diğer âyetlerde beyan olunmuştur.

Vacib Tealâ mahlûkâtın halkolunmalarının keyfiyetini beyandan sonra semayı tezyin ve şeytandan hıfzettiğini beyan etmek üzere :

عزي��ز دير ��ك ت ل بيح وح ذ يا بمص��� ل��د ماء لس�� ا ن ع�وزي ٱ ع. ٲ ��ا‌� د ع9 ع� ٱ ٱ ع�عليم ) (١٢ٱ buyuruyor.[Biz Azimüşşân dünya üzerinde olan semayı yıldızlarla ziynetlendirdik. Zira; mesalih-i

ibâda muvafık olan tezyinattır, şeytandan ve sair afattan muhafaza ettik. İşte su nizam-ı bedi' ve tertib -i acıb Allah-u Tealâ nın takdiridir. Zira; Allah-u Tealâ kudret-i kahire sahibi ve herkese galib ve ilm-i tâm sahibi her şeyi bilir.] Bu takdir kullarının menfeati içindir. Çünkü sema ve semanın tezziyâtı ve onu şeytandan hıfzetmek; cümlesi ibâdın mesalihine hadim ve menfeatlerini muhafızdır ki yıldızların her birinde otların ve ağaçların bitmesinde ve bürûdetle hararetin meydana gelmesinde ayrı ayrı tesirleri vardır, her biri zamanında Allah'ın emri ve izniyle vazifesini icra eder. yer yüzünde kulları da bundan müstefid olur. Binaenaleyh; tezyin; şanına ihtimam olunacak bir emr-i mühim olduğuna işaret için zat-ı ulûhiyetten kinaye olan nûr-u azamete muzaaf kılınmıştır.

&&&&&Vacib Tealâ vahdaniyete delâlet eden delilleri ve bu kadar yeri ve gökleri halkeden hallâka

küfretmek lâyık olmadığını beyandan sonra bu kadar açık delillere karşı küfürde musir olan kefereye deliller fayda etmiyeceğinden küfrüzerinde devam ederlerse azabın nazil olacağını beyanla korkutmak lâzım olduğuna işaret etmek üzere :

ل ص�عقة ع��ا وثم��ود ) ص�عق م تك رضوا فق أنذ أ ��فإ د ع0 � د ع� ع� ع� ع� ع�١٣)

buyuruyor.[Ya Ekrem-er Rusûl ! Eğer Kâfirler senden i'râz eder. nasihatini dinlemezlerse sen

onlara hitaben de ki «Ey kâfirler ! Siz benim nasihatimi dinlemeyince ben sizi bir büyük belâ ile inzar ederim ki o belâ, Ad ve Semud kavimlerine gelen belâ gibi olur.] Zira; siz bu kadar vahdaniyete delâlet eden delillere bakarak imanı kabul 5037etmeyip küfürde İsrar edince âkibet sizden evvel geçmiş olan ümmetleri ihlâk için gelen belâlar size de gelir, helâk eder. Çünkü; onlardan her biri saika ve şiddetli rüzgâr gibi belâlarla öldüler bu helâklerine sebep olan inad, istikbâr ve küfür sizde de mevcuttur. Binaenaleyh; ister benim sözümü ve nasihatimi dinleyip dünya ve âhiret fevz ü necat bulun, isterseniz dinlemeyin küfrüzere helâk ölün dünya ve âhiret azab içinde kaim» demekle onları inzar et.

2783

بدوا فه أال ت ديه وم خ ن أ سل م ب لر م جاء ع�إ ع� ع� ع� ع� ع� ع� ن� ٱ ہ% ع� Hع ٱإال �لله ‌

[Zira; onlara resuller arkalarından ve önlerinden, bizzat ve bilvasıta geldiler «Siz Allah'dan gayrı hiç bir kimseye ibadet etr meyin. Ancak Allah'a ibadet edin» dediler.] Onlara kemal-i say ü gayretle şu tevhidi tebliğ ettiler, irşâdâtta bulundular, tevhide davetle şirkten nehyettiler ve ibadetin ancak Allah'a olup Allah'ın gaynya ibadet caiz olmadığını kirâren mirâren tavsiye ettiler.

&&&&&

Vacib Tealâ resullerinin bu kadar tebliğde gayretlerine karşı kibir ve inaddan gayrı hiç bir tesir görülemeyip eski hallerine devam ettiklerini beyan etmek üzere :

تم به ك�فرون س ا بما أ فإن ك نا ألنزل مل�ٮ شاء رب ۦقالوا ل ع� ع� � د ع (١٤) buyuruyor.[Âd ve Semud kavimleri Resûllerinin bu kadar müessir nasihatlerine karşı dediler ki

«Eğer bizim Rabbimiz isteseydi bizi irşâd için melekler gönderirdi. Halbuki melek göndermedi. Binaenaleyh; sizin bize tebliğ için gönderildiğiniz şeylerin hiç birisine iman etmeyiz küfrederiz.».]

Yani; kâfirler resullere karşı şüphelerini izhar ederek dediler ki «Ey Resûller ! Siz bize resul olamazsınız. Zira; siz de bizim gibi beşer olduğunuz cihetle sizin bizim üzerimize bir fazilet ve meziyyetiniz yoktur. Şu halde davanız nefsel'emre mutabık değildir. 5038 Çünkü; Allah-u Tealâ sizin ve bizim Rabbımızdır. Eğer Rabbımız dileseydi kullarını irşâd için melekler gönderir, o melekler bizi irşâd ederlerdi, bizim de onlara karşı bir fazilet davasına veyahut müsavi olduğumuzu iddiaya hakkımız olmazdı, bizi mehlikeden selâmete ulaştırırlardı, lâkin melek göndermedi. Şu halde biz sizin getirdiğiniz ahkâmın cümlesine küfrediyoruz» demekle küfürde devam edeceklerini izhar ettiler.

Fahri Râzi, Nisâbûrî ve Hâzin'in beyanlarına nazaran (Ebu Cehil) Kureyşe hitaben «Muhammed (S.A.) in işi bize şüphe verdi. İster misiniz, sihire, kehânete ve şiire vakıf bir adam gönderelim Muhammed'le konuşsun gelsin bize haber versin?» deyince (Utbe b. Rebia) Ebu Cehle cevaben «bunların hepsine ben vakıfım, münasip görürseniz ben anlar gelirim» dedi. Kureyş'in ekâbiri (Utbe) nin gitmesini münasip gördüler. (Utbe) huzur-u Resûlullah'a geldi, dedi ki «Ya Muhammed (S.A.) sen ceddin Abdülmuttalib, Haşim ve pederin Abdullah'dan büyük müsün? Onların cümlesi bizim mabudlarımıza söğmüyorlardı. Sen niçin mabudlarımıza fena söylüyorsun? Eğer muradın riyaset ise sana bir sancak dikelim ömrün oldukça bize reis ol ve eğer muradın tezevvüç ise sana beğendiğinden on tane hatun tezviç edelim, eğer maksadın mal cemetmekse sana ve senin evlâdına yetecek kadar mal cemedelim ve eğer böyle zarurî bir hal geliyor da kendini alamıyorsan onu söyle mazur görelim». (Utbe) nin bu sözleri üzerine Resûlullah «Sözün bitti mi? Ya Utbe !» dedi ve besmele ile bu sûrenin evvelinden buraya kadar okuyunca (Utbe) hemen Resûlullah'ın ağzını tuttu ve «Aman okuma» dedi ve Resûlullah'la Kureyş arasında olan karabetten bahsetti, bıraktı hanesine gitti, Kureyş'in meclisine gelmedi. Bunun üzerine Ebu Cehil vesaire Utbe'nin yanma geldiler ve «Galiba Muhammed'in ekmeği sana tatlı geldi. Muhtaç isen biraz mal verelim» gibi sözler ile kahırda bulundular. Utbe gazaplandı, dedi ki «Malca Kureyş'in zenginlerinden olduğumu biliyorsunuz velâkin ben Muhammed (S.A.) den şöyle bir şey işittim ki o şey şiire, sihre ve kehanete benzemez, Muhammed (S.A.) bir şey söylerse yalan olmaz.

2784

Binaenaleyh; azap nazil olmasından korktum, kendisinden rica ettim, bütün Kureyş akrabandır dedim, ben artık bundan sonra onun hakkında bir şey söylemem» dedi. 5039

Umem-i salifeden helâk olmuş bir çok milletler olduğu halde yalnız bu iki kavmin yani Ad ve Semud kavminin helâklerine işaret olunmuştur. Çünkü; Kureyş Şam ve Yemen cihetlerine misaferetlerinde onların harabelerini gördüklerinden onların hallerinden mütenebbih olmaları ziyadece me'mûl olduğu gibi bunların helâklerini şüphesiz olarak bildiklerinden inkâra mecalleri olmadığı cihetle hassaten bu iki kavim zikı olunmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ icmalen zikrolunan şu iki kavmin kıssalarını tafsil etmek üzere :

ح��ق وق��الوا م ر ض بغ ال بروا فى ت ع�فأما عا ف ع� ٱ ع� ع� ٱ Mع ع� ٱ �# د ا قو �أشد من ‌ �

buyuruyor.[Amma Kavm-i Âd haksız olarak yer yüzünde kibir ve kendilerini her milletten büyük

addettiler, hatta kibirlerini pek ileri götürerek, dediler ki «dünyada bizden kuvvetli kim olabilir?».]

Yani; Ad kavmi resullerine itaat etmeksizin haksız oldukları halde Allah'ın kullarına istikbar ettiler ve kemâl-i kibr ü gururlarından iftihar ederek «Yer yüzünde bizden daha kuvvetli kim olabilir?» dediler ve bu söze cesaretleri hamakat ve cehaletlerindendi. Gerçi nüfusları çok, hazırlıklarının hadd ü pâyânı yoktu, arz üzerinde kuvvet ve şevketleri de vardı, cesamet ve şeceatça dünyanın en büyük insanları olduklarından mağrur oldular, nasihat dinlemediler ve resullerinin korkutmasında korkmadıklarını beyan sadedinde bu sözleri söylediler.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile bunların istikbarları nâs üzerine zulmetmelerine badî olmuştur. Çünkü; insanların gayra tecavüzleri o gayra kendilerinde gördükleri kuvvetin teveffuku miktarı olur, bunların istikbârı hakka mukarin değildi. Gerçi bunların boyları gayet uzun, cüsseleri pek büyük, kuvvetleri cisimlerine göre şiddetliydi. Hatta yapıştıkları taşı kırar, parçalayıverirlerdi. Lâkin şu evsafın cümlesi Vacib Tealâ'nın halkı ile olduğundan bu gibi evsafla kibretmeleri lâyık değildi. 5040

Hulâsa; kavm-i Âd'ın kibir ettikleri ve kibirleri bigayri hakk'ın olduğu, kuvvet ve kudretlerine bakarak dünyada «Bizden daha kuvvetli kim olabilir?» dedikleri bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ kavm-i Âd'ın bigayri hakk'ın istikbarlarını ve sözlerini hikâyeden sonra onların bu hallerini red ve inkâr etmek üzere :

اي�تنا ذى خلقه هو أشد م قو وكانوا ب� ل لله ا أن ير �أول ‌ � د ع� ہ� ع' ع� ٱ ٱ ع ع� حدون ) (١٥ع)يbuyuruyor.[Onlar kuvvetlerine mağrur olur, cesametlerine güvenirler de kendilerini halkeden

Allah-u Tealâ'nın onlardan daha kuvvetli olduğunu görmez ve bilmezler mi? Halbuki onlar bizim âyetlerimizi inkâr eder oldular.] Onların mağrur oldukları kuvvetleri ise Cenab-ı Hakk'ın kuvvetine nisbetle hiç yok mesabesindedir. Şu halde nasıl oluyor ki bizim âyetlerimizi inkâra cesaret ederler ve bütün dünya ahalisinin kendilerine itaatlerini isterler? Madem ki zayıf olan kavi olana itaat edecektir. Evvel emirde kendilerinin Allah-u Tealâ'ya itaat etmeleri lâzımdır. Şu halde neden itaat etmezler? Bunları halkeden haliklarına itaat etmediklerini beyan; onlar için istihza ve tehekkümdür.

2785

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile Kavmi Âd'ın ahlâk-ı hamîdeden tamamiyle tecerrüd edip ahlâk-ı mezmumeye büründüklerine âyet delâlet eder. Çünkü ahlâk-ı hamidenin mecmaı; ikidir : B i r i n c i s i ; halka ihsan ve onlarla hüsn-ü muaşerettir. İ k i n c i s i ; Allah-u Tealâ'ya tazim, emrine imtisal ve nehyinden içtinâb etmektir. Kavm-i Âd ise bunun ikisinden de tecerrüd etmişlerdir. Çünkü; istikbârla halka ihsanı ve hüsnü muaşereti ihlâl ettikleri gibi âyât-ı İlâhiyeyi inkârla Cenab-ı Hakka tazimi ve ahkâmına ittibâı ihlâl etmişlerdir. Binaenaleyh; bunların yerine halka zulüm, cevr ü cefâ, sû-u muaşeret ve Allah-u Tealâ'ya itaat etmiyerek emrinin hilâfına hareket etmeyi adet ettiklerinden gazabı İlâhîye 5041 müstehak olmuşlardır. Zira; münkariz olan milletlerin kâffesi bu gibi ahlâksızlıkla münkariz olmuşlardır.

Hulâsa; Kavm-i Âd'ın kendi kuvvetlerini görüp Cenab-ı Hak'kın kuvvetinden gaflet ettikleri ve bu halleri Allah-u Tealâ'ya itaati terketmelerine sebep olduğu ve Allah-u Tealâ'nın vahdaniyetine ve kudretine delâlet eden âyetlerini inkâr ettikleri bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ kavm-i Âd'ınahlâk-ı zemimelerinden bazılarını beyandan sonra o ahlâkı zemime üzerine terettüb eden azabı beyan etmek üzere :

��ذيقه ع��ذاب ن ا ل حس�� ا ن ا فى أي ص ا ص ري نا عل س ع�فأ �� د �� د �� د ع� "� د ع� د� �ع ع� ع� رون ز وه ال ينص�� الخ��رة أ ولعذاب ي لد حيوة ى فى ع�خ ىى‌� ع( ٱ �‌� ع� ٱ ع� ٱ ع, ع� ٱ

(١٦)buyuruyor.[Onlar bizim âyetlerimizi inkârda devam edince Biz Azîmüş-şan onlar üzerine mes'ud

olmayan günlerde soğuk rüzgâr gönderdik. Zat-ı ulûhiyetime yemin ederim ki biz onlara hayat-ı dünyada azab-ı mezelleti tattırırız, Allah-u Tealâ hakkı için azabı âhiret onları daha ziyade rezil ve rüsva eder. Halbuki onlar bu azaba duçar olunca hiç bir kimse tarafından yardım olunmazlar ve bir kimsenin şefeatiyle azaptan kurtulmazlar.]

Bu âyeti celilede dört hüküm vardır : B i r i n c i h ü k ü m ; kavm-i Ad üzerine rüzgâr gönderilmesidir. S a r s a r ; gayet soğuk ve estiği zaman sadâ verici rüzgârdır. E y y â m – ı N a h i s â t ile murad; Eyyâm-ı meş'ûmedir. Kavm-i Âd üzerine bu rüzgârın nazil olduğu günlerin onlar hakkında fena günler olduğunu beyandır. Ebussuud Efendi'nin beyanına nazaran bu günler Şevval ayının âhirinden bir Çarşamba'dan diğer Çarşamba'ya kadar devametmiştir ve Ümemi sâlifenin kâffesinin ayın son Çarşamba'sında helâk oldukları mervidir. Bazı rivayete nazaran Vacib 5042 Tealâ kavm-i Âd üzerine rahmetini üç sene inzal buyurmadı ve o senelerde devam üzere şiddetli rüzgâr esti ve yerden rüzgârın kaldırmış olduğu toz toprak sebebiyle göz gözü görmezdi. İşte onların hakkında E y y â m - ı N a h i s â t la murad; Kıtlık seneleridir ve o senelerin âhirinde helâk olmuşlardır. Fahri Râzi'nin beyanı veçhile İlm-i Nücumla bazı âsâra istidlal eden müneccimler bazı eyyamın meş'um ve bazı eyyamın mes'ud ve binaenaleyh; Yevm-i Nahsin âlemde ilâ yevmil kıyam mevcut olduğunu bu âyetle istidlal etmişlerse de Ehl-i Sünnet «Eyyâm-ı Nahsin onların helâk oldukları günler olup o zamana mahsus» olduğunu beyanla ehl-i Nücûmun sözlerini reddetmişlerdir. Binaenaleyh; bu ümmette eyyâm-ı nahis yoktur. Çünkü; hiç bir şeye teşe'üm caiz değildir ki bazı günlerle teşe'üm caiz olsun.

İ k i n c i h ü k ü m ; Kavm-i Âd'ın dünyada azab-ı zilleti tatmalarıdır. Çünkü H ı z i y ; rüsvalık ve zillet manâsınadır. Bunlar «Âlemde bizden kuvvetli kim olabilir?» diyerek kendilerini herkesin fevkinde addedip kibir ettikleri halde Allah-u Tealâ onları kıtlık ve açlıkla mübtelâ kıldı. Hayvanları kırıldı, kendileri aç kaldı, benizleri sarardı, mağrur oldukları kuvvetleri zail oldu, zill-ü meskenet her taraflarını ihata etti ve âleme karşı benlikleri kalmadı. Binaenaleyh; rezil, rüsva ve akibet şiddetli rüzgârla helâk oldular. İşte dünyada azab-ı zilleti bu minval üzere tattılar. Zira ceza; amel cinsindendir. Onların başlıca kusurları; kendilerini pek büyük görmek ve enbiyanın sözüne

2786

iltifat etmemek olduğundan Cenab-ı Hak onların kibr ü azametlerine mukabil kemal-i zillet ve hakaretle ihlâk etmiştir.

Ü ç ü n c ü h ü k ü m ; ahiret azabının daha şiddetli olup onları daha rezil ve rüsva tmesidir. Çünkü; dünya azabının bir nihayeti vardır amma azab-ı âhiret devamlı ve şiddetlidir.

Dördüncü hüküm; onların o azablara duçar oldukları zamanda hiç bir kimse tarafından yardım görmemeleridir. Halbuki onlar a'vân ve ensarlarına güvenirler, kuvvet ve şevketlerine itimat ederlerdi. «Düşen kimsenin dostu olmaz» dedikleri gibi onlar azaba duçar olunca hiç bir kimse tarafından şefaat görmemiş ve azabtan kurtulamamışlardır. Bu dördüncü hüküm zalimlerin bütün ümitlerini ellerine vermiştir. Çünkü insanların düşkün zamanlarında 5043 başkalarından yardım beklemek; son ümid ve necatlarıdır. Halbuki bu gibi yardımın olmayacağını beyan; onlar için azab üzerine azaptır.

&&&&&

Vacib Tealâ Ad kavminin helâkini beyandan sonra Semud kavminin helâkini beyan etmek üzere :

ه��دى فأخ��ذ عمى على وا تحب ن�ه ف ع�وأما ثمود فهد ہ� ع� ع� ٱ ع� ٱ ع� ٱ ع� ع� سبون ) هون بما كانوا ي عذاب ع ص�عقة ع� ٱ ع� (١٧ٱbuyuruyor.[Ama Semud kavmini Biz Azîmüşşan hidayette kıldık, doğru yolları gösterdik. Bizim bu

hidâyetimiz üzerine onlar dalâleti ihtiyar ettiler. Binaenaleyh; onları züll ü hakaretle sâika-i azab, kesbettikleri günâhları sebebiyle tuttu.] Çünkü; onların, küfrü iman üzerine tercih etmek gibi cinayetleri hakaretle azab olunmalarını icabediyordu. Şu halde onlara gelecek yıldırım gibi kemal-i sür'atle geldi onları ahzetti.

Bu âyeti celile; bundan evvelki âyet gibi dört hükmü havidir : B i r i n c i h ü k ü m ; Cenab-ı Hakkın kavm-i Semud'u hidayette kılmasıdır. H i d a y e t ; doğru yolu göstermektir. Vacib Tealâ resul göndermekle onlara lâyık olan ahkâmını resul vasıtasiyle tebliğ etmekle hayr ü şer olan yollarını gösterdi. Onlara lâyık olan; Cenab-ı Hakkın gösterdiği yola gitmek iken onlar resule itaat etmeyip küfrü ihtiyar ettiklerini i k i n c i h ü k ü m olarak beyan buyurmuştur. A m î y ile murad; küfürdür ve h e d i y ile murad; doğru yol ve imandır. Çünkü; onlar resullerine itaatle iman edip Allah'ın gösterdiği yola gitmediler, belki mübtelâ oldukları küfrü iman üzerine tercih ve küfre muhabbet ettiler. Bunun üzerine terettüb eden azabı ü ç ü n c ü h ü k ü m olarak Cenab-ı Hak.beyan buyurmuştur. Çünkü; iman etmeyince kemal-i züll ü hakaretle onları azab tuttu helâk oldular. D ö r d ü n c ü h ü k ü m ; azaba istihkaklarına sebeb, kazandıkları günâh olmasıdır. Çünkü; insanların çok vakit başlarına gelen belâ kendi 5044 kusurlarındandır. Günahlarını terketmeyip ısrar ettiklerine işaret için günâhı kisiblerini beyan muzarî siğasiyle varid olmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ bunlardan iman edip küfrü terkedenlerin azabtan kurtulduklarını beyan etmek üzere :

قون ) ذين ءامنوا وكانوا يت ل نا ٱونج (١٨ع� buyuruyor.[Biz Azîmüşşan necat verdik şol kimselere ki onlar iman ettiler ve müttakîlerden

oldular.]Yani; Kavm-i Semud'un küfrü, iman üzere ihtiyar edenleri saikayla helâk olunca onlardan

imanı ihtiyar edip imanlarını muharremâttan içtinâbla telvîsâttan vikaaye edenlere biz azaptan necat verdik, kâfirlere isabet eden saikadan onları muhafaza ettik. Çünkü; kâfirlerin küfürleri helâklerine sebep olduğu gibi bunların ittikaları da necatlarına sebep olmuştur, bu haller âlemde her zaman carîdir. Bir kavimden bir kısmı hidayeti ihtiyarla seadete nail diğer kısmı dalâleti irtikabla

2787

şekaavete vasıl oluyor Belki bir ana ve babadan meydana gelen iki kardeşin hali de bu minval üzere oiduğu her zaman görülmektedir.

&&&&&

Vacib Tealâ Kavm-i Âd ve Semud'un dünyada helâk olduklarını beyandan sonra âhirette azablarını beyan etmek üzere :

داء شر أ م ي ٱوي ع� ع" ع ار فه يوزعون )لله لن ع� إلى ى إذا(١٩ٱ حت ��انوا ص���ره وجل��ودهم بم��ا ك عه وأ س د عل ع�ما جاءوها ش ع� ع� ع� ع� د� �ع د�

ملون ) (٢٠ع�يbuyuruyor. [Ya Ekrem-er Rusûl ! Zikret şol günü ki o günde Allah'ın düşmanları Cehennem ateşine

cemolunurlar ve evvel gelenlere sonra gelenler iltihak edinceye kadar o makamda habsolunurlar. Hatta 5045 Cehennem ateşinin etrafına toplandıklarında onların aleyhine kulakları, gözleri ve cisimlerinin derileri amel ettikleri günâhlarla şehadet ederler.]

Yani; ey Nebiyy-i Zîşân ! Sana inad edip iman etmiyen kâfirlere zikret şol zamanı ki o zamanda sual olunup Cehennem'e gitmelerine hükm-ü İlâhî lâhik olduktan sonra Allah'ın düşmanları Cehennem, ateşine davetle haşir ve ilerisi gerisine iltihak etsin için orada hapsolunurlar. Hatta Cehennem ateşinin etrafına geldiklerinde herkes fezi' u feryadiyle yekdiğerine atf-ı eürmederek kendilerinden sudur eden günâhlarını inkâra başladıklarında onları iskât için azalarının şehadetine Allah'ın emri gelince gözleri, kulakları ve cisimlerinde olan derileri kendilerinin işledikleri amellerine şehadet ederler.

Azanın keyfiyet-i şehâdetinde ulemâ ihtilâf etmişlerse de esah olan Allah-u Tealâ'nın azaya hayat, idrak ve lisan vermesiyle şehadet etmeleridir. Yahut herkesin anlayabileceği bir derecede Allah-u Tealâ'nın onlarda bir sadâ halketmesiyledir ki o sadâ ile şehadet ederler. Yahut bu azada Allah-u Tealâ onların günâhlarına delâlet edecek emmâreler halkeder ve o emareler herkesin günâhına delâlet ettiğinden o delâlete şehadet denilmiştir.

&&&&&

Vacib Tealâ azalarının şehadet edeceğini beyandan sonra azanın şehadeti üzerine sahiplerinin azalara hitap ve itabını beyan etmek üzere :

��ا ق��الوا أنطقن ن عل هدت ٱوقالوا لجل��وده لم ش�� �‌� ع� ع� ع� ذىلله ل ٱ جعون ) ه ت أول مر وإل ع�أنطق كل ش وهو خلقك ع� � د ع� C� د (٢١عىbuyuruyor.[Âsiler vücudlarında olan derilerine «Niçin bizim aleyhimize şehadet ettiniz?» derler,

derileri onlara cevapta «Her şeyi söyleten Allah-u Tealâ bizi söyletti. Söylememek elimizden gelmez, o Allahü 5046 Tealâ ibtidâen sizi halketti, akibet onun canib-i manevisine rücû edeceksiniz. Çünkü; başka merciiniz yoktur» derler.] İnsanın kuvve-i müdreke-i zahiresinden emr ü nehyile mükellef olan dördü zikrolunmuştur ki onlar da göz, kulak, ağız ve cilttir. Kuvve-i zâikada kuvve-i lemiste dahildir. Ama beşinci olan hiss-i şem yani koklamaya âlet olan kuvve-i şâmme bir şeyle mükellef olmadığından bu makamda zikrolunmamıştır. Göz harama bakmamak ve kulak kötü sözü dinlememek ve cild harama temas etmemek, ağız ve lisan haramı tatmamakla mükelleftir. Binaenaleyh; bu âletlerin sahipleri bunları mâvuzıa lehlerinin gayrıda istimal ederse her birinin sahibi aleyhine şehadet edeceklerine bu âyet delâlet eder.

2788

Hulâsa; günâh sahiplerinin azalarının aleyhlerine şehadet etmeleri üzerine «Niçin bizim üzerimize şehadet ettiniz?» diyerek sual edecekleri ve onların «Her şeyi söyleten Allah-u Tealâ bizi söyletti biz ne yapalım, söylememek elimizden gelmez ve o Allah-u Tealâ ki dünyada evvel sizi halketti, sizi halketmeye kaadir olan elbette bizi söyletmeye de kaadiıdir, akibet merciiniz ancak onun huzurudur. Şu halde bu cihetini düşünüp günâh işlememeniz lâzımdı» diyecekleri ve binaenaleyh; her insanın kendi azasının yevm-i kıyamette hasım olacağını bilmesi lâzım ve amel defterini ona göre tanzim etmesi bir emr-i ehem olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ insanların aleyhlerine âzalarının şehadet edeceklerini, insanların, neden şehadet ettiklerini azalarından sual edip, azaların cevap vereceklerini beyandan sonra insanların âhirette azalarının şehadet edeceklerini düşünerek dünyada amellerini setretmediklerini, ancak setirleri, nâs arasında şuyûundan korktuklarına binaen olduğunu beyan etmek üzere :

وال ص���رك وال أ عك س�� ك د عل تترون أن ي ت ع�وم��ا كنت ع� ع� ع� ع� ع� ہ% ع> ع� ع� أن ول�كن ظننت ٱجلودك ع� ع� ملون )لله ا مما ت لم كثي ع� ال ي �� د (٢٢ع�

buyuruyor.[Siz kulağınızın, gözlerinizin ve cisimlerinizde olan derilerinizin aleyhinize şehadet

edeceklerinden korkunuza binaen günâhlarınızı setreder olmadınız, lâkin â'mâlinizin çoğunu Allah-u Tealâ bilmez zannettiniz ve amelinizi nâs arasında şayi olmasından korkunuza binaen setrederdiniz.]

Yani; «Haram ve günâh olan şeyleri gizlerdiniz, lâkin o gizlemek azanızın şehadet edeceğinden yahud Allah'tan korktuğunuzdan değildi. Çünkü âhirete imanınız yoktu velâkin nâs arasında duyulmaması için setrederdiniz» denmekle taraf-ı İlâhîden ehl-i Cehennem'e tekdir vaki olur.

Bu âyeti celilede iki hüküm vardır : B i r i n c i s i ; ehl-i isyanın gözlerinin, kulaklarının ve derilerinin aleyhlerine şehadet edecek korkuları olmadığından bunların şehadetleri korkusu için günâhlarını gizlememeleridir. Çünkü; âhirete imanları olmadığından âzalarının işledikleri günâhlara şehadet edecekleri hatırlarına gelmezdi ki azaların şehadetinden korktukları için amellerini saklasınlar, belki nâsdan korktukları ve utandıkları .için kabahatlarını saklarlardı. Bundan dolayı Cenab-ı Hak onları tevbih ve tekdir edecektir. İ k i n c i s i ; Ehl-i Cehennem'in Allah-u Tedlâ'nın kendi amellerinden çoklarını bilmez zannetmeleridir. Çünkü; onlar Allah-u Tealâ'nın ilminin her şeye tealluk ettiğine itikat etmezler ve sû-u zannederlerdi. Halbuki; bu zanlarının batıl olduğunu Cenab-ı Hak âhirette yüzlerine çarpacağını bu âyetle beyan buyuruyor.

Ebussuud Efendi'nin beyanına nazaran bu âyetin sebeb-i nüzulü şöyledir : (İbn Mes'ud) hazretleri «Ben Kabe'nin astarı altında otururdum. İkisi (Beni Sakif) ten, birisi (Kureyş) ten olmak üzere üç kişi geldiler. İçlerinden birisi (Allah-u Tealâ bizim sözümüzü işitir mi?) dedi. Diğer ikisi (Bizim işittiğimiz sözü işitir ve işitmediğimizi işitmez) dediler. Bunların şu muhaverelerini ben geldim Resûlullah'a haber verdim, onun üzerine bu âyet-i celile nazil oldu» buyurmuştur.

Hulâsa; insan âhirete iman ederek bir günâh işliyeceğinde Allah'ın bildiğini ve azanın şehadet edeceğini itikad ederek o günâhı terkin çaresini aramak lâzım olup yalnız nâsın duyacağını 5048 düşünmekle iktifa caiz olmadığı ve Allah-u Teaâl'ya sû-u zannetmek hata-yı azîm olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ asîlerin itikadları amellerinin çoğunu Allah-u Tealâ'nın bilmediğini zannettiklerini beyandan sonra bu zannın fasit ve kendilerini helâk edici bir zan olduğunu beyan etmek üzere :

2789

تم من ب فأ دٮك أ ك ذى ظننتم ب�����������رب ل كم ظن لك ع"وذ ع: ع� ع� ع� ٱ ع� ٲ ع�خ�سرين ) (٢٣ٱbuyuruyor.[Şu sizin «Allah-u Tealâ amalinizin çoğunu bilmez» diyerek zannınız ki her şeyi bilen

Rabbınızı bilmez zannettiniz. İşte bu zannınız sizi ihlâk etti. Binaenaleyh; haşirin zümresinden oldunuz.]

Zira: Allah-u Tealâ'ya sû-u zannınız sebebiyle her kabahati işlemeye cesaretle gazab-ı İlâhîyi davet ve esbab-ı seâdet olan hüsn-ü zannı fevtettiniz, esbab-ı şekaavetten olan sû-u zanna ısrarla günâhlara cür'etiniz sizi ihlâk etti. Binaenaleyh; dünyada ve âhirette zarar ediciler zümresine dahil ve ilel ebed zarara duçar oldunuz ve her seâdetten mahrum olarak ebeden Cehennemde kaldınız. Çünkü; Allah-u Tealâ hakkında lâyık olmadık itikatta bulunduğunuzdan o itikad-ı batılınız sizin helâkinize sebep oldu. Zira abdiçin vazife; şan-ı ulûhiyete lâyık hüsn-ü zanla beraber hüsn-ü itikatta bulunmaktır. Bunun hilafını itikat etmek elbette helâke sebep olacaktır.

Bu âyette iki hüküm vardır: B i r i n c i s i ; Allah Tealâ hakkında sû-u zannın batıl olup sahibini ihlâk etmesidir. Çünkü; Allah-u Tealâ gizli ameli bilmez itikat eden kimsenin Cenab-ı Hakka cehil isnadiyle kâfir olduğu gibi bu zann-ı fasidi sebebiyle envai kabayihi irtikâbettiğinden o zannı onu helâke sürükler. İ k i n c i s i ; bu zan üzerine terettüb eden hüsrandır. Çünkü; bu zannı o kimseyi şekavete sevkettiği için o kimseye zarardan başka bir şey olamaz. Onun sû-u zannı kendinin ticaret kapılarını kapamıştır. 5049

&&&&&

Vacib Tealâ sû-u zan sahiplerinin helâk olup Cehennem'de haşirinden olacaklarım beyandan sonra Cehennem'de onlar için sabrederlerse makamlarının Cehennem olacağını, sabretmezler de rıza-yı İlâhîyi taleb etseler de rızaya nail olamayacaklarını beyan etmek üzere :

تبوا فم����ا هم من ت ه وإن ي ى ل ار م لن بروا ف ع�ف����إن ي ع� ع�‌� b� د cع ٱ ع: تبين ) ع�م ع� (٢٤ٱbuyuruyor.[Şu zanları onları Cehennem'e götürünce eğer Cehennem'in alevine ve şiddetine

sabrederlerse ilelebed Cehennem onların makamlarıdır. Binaenaleyh; onlar için Cehennem'den kurtuluş yoktur, eğer sabretmezler de şikâyet ederek rıza-yı İlâhîyi taleble kurtulmak isterlerse onlar için rızaya nail olmak ve nail olanlar zümresine girmek yoktur.]

Yani; ehl-i Cehennem azaba tehammül eder ve kurtulmalarına intizar etmezlerse Cehennem onlar için ebedî bir makamdır ve eğer o halden memnun olmaz ve razı olacakları bir güzel hale intikal etmelerini talebederlerse o istedikleri hale nail olamazlar. Zira; bu suallerine'cevap verilmez, razı ve hoşnud olanlar zümresinden olamazlar. Şu halde sabredip şikâyet etmeyenlerle sabredenler müsavidir ve her ikisi de ebedî Cehennem'de kalıcılardır. Zira her ikisinin de Cehennem ebedî makamlarıdır. Şu kadar ki şikâyet edenlerin şikâyetleri nisbetinde azablarının ziyadeleneceği dahi mervidir. Şu halde şikâyetlerinden bir fayda görmiyecek bilâkis zarar göreceklerdir.

Hulâsa; Cehennem'e giren kâfirler ister sabretsinler, ister sabretmiyerek rıza-yı İlâhîyi taleb etsinler her ikisi de Cehennem'de kalıcıdırlar.

&&&&&

2790

Vacib Tealâ kâfirlerin itikadları dünyada Cenab-ı Hakka sû-u zan olduğunu ve âhirette makamlarının Cehennem olacağını beyandan sonra bu ahvalin sebebini beyan etmek üzere : 5050

فه دي وم���ا خ ن أ ���وا لهم ما ب ن ���اء فزي نا له قرن ع�وقي ع� ع� �د ع� ع� ع� Zع جن لهم من من ق ل فى أم ق خل ق هم ع�وح��������ق عل ٱ ع� ع� ع� �� د ع ع� ٱ ع�

ه كانوا خ�سرين ) إن إن ع�و د�‌� ع� (٢٥ٱbuyuruyor.[Biz Azîmüşşân o âsiler için arkadaşlar takdir ettik ki o arkadaşları onlara önlerinde

olan dünyayı tezyin ve arkalarında olan âhireti takbih ettiler ve evvel geçmiş ümmetler içinde onlar üzerine kelime-i azab sabit oldu. Zira; onlardan evvel geçenler ins ü cinden olarak cümlesi zarar edici oldular.]

Yani; şol Allah-u Tealâ'ya sû-u zannetmekle Cehennem'e giren kâfirler için şeytanlardan bir takım dostlar halk ve takdir ettik. O dostları onları yumurtanın kabuğunun içini ihata ettiği gibi ihata etti ve ıdlâl için daima onlara mukarin oldular. Binaenaleyh; o dostları onlara dünyayı ve şehevât-ı nefsaniyeyi, hevâ ve heveslerini kendilerine tezyin ettiler, güzel gösterdiler, âhireti inkârı dahi tezyin ettiler. Onlar da bu dostlarını kardeş addederek vesveselerine aldandılar, dünyaya sıkı sarılıp âhireti tekzibettiler. Binaenaleyh; onlar kendilerinden evvel geçmiş ins ü cinden bir takım asî ümmetlerle beraber üzerlerine kelime-i azap vacip oldu ve zarar edici oldular. Çünkü; ümem-i halife gibi bunlar dahi karînlerinin sözlerine tamamiyle itimpd ederek dünyaya muhabbet ve âhiretten nefret ettikleri gibi taraf-ı İlâhî'den onları irşâd için gönderilen resulleri tekzibedip sözlerini dinlemediklerinden bütün zarara duçar olmuşlardır.

Bu âyette icmâlen dört hüküm vardır : B i r i n c i s i ; Allah-u Tealâ'nın âsilere şeyâtînden karînler takdir buyurmasıdır. Çünkü; bed tînet olanların daima mehabbetleri fenalığa olup irade-i cüz'iyelerini fenalığa sarfettikleri için Cenab-ı Hak onlara kendileri gibi dostlar halkeder ve o dostları bunları daima fena amellere sevkeder. Kurenâ şeytandan olduğu gibi insanlardan da olur. Zira; kötüler kendileri gibi daima kötülerle hemdem olup birbirlerini azdırdıkları her zaman görülmektedir. İ k i n c i s i ; önlerinde ve arkalarında olan şeyleri ve kabayihi tezyin etmeleridir. Önlerinde olan âhiret ve arkalarında olan dünya veyahut bilâkistir. 5051

Dünyayı tezyinleri; «dünya kadîmdir, her ne yaparsanız yanınıza kalır. Binaenaleyh; istediğinizi yapın» demekle tezyin ettikleri gibi âhireti dahi inkârla tezyin ederler. Ü ç ü n c ü s ü ; onlar üzerine ümem-i salifeyle beraber azabın vacip olmasıdır. D ö r d ü n c ü s ü ; cümlesinin haşirin zümresinden olmasıdır.

&&&&&

Vacib Tealâ Kur'an'ın muciz olduğu nâs arasında malûm olup herkes dinlemeye başlayınca kâfirlerin nâsa Kur'an'ı dinletmemek için yaptıkları tedbirlerini beyan etmek üzere :

ك ا في��ه لعل غ ءان و ق معوا له�ذا ذين كفروا ال ت ل ع�وقال ع ع� ٱ ع� ع� ٱ ع� ٱ لبون ) (٢٦ع1تbuyuruyor.[Kâfirler «şu Kur'an'ı işitmeyin ve Kur'an hakkında lağviyâtla meşgul olun. Memul ki

Muhammed (S.A.) e galebe edersiniz» dediler.]

Yani; Kur'an-ı Azîmüşşân fesahat ve belâgatiyle âlemde intişara başlayınca kâfirler bir telâşa düşerek şiddet-i ğayz ve gazablarından dediler ki «Muhammed (S.A.) Kur'an'ı okurken dinlemeyin, Muhammed (S.A.) e ve okuduğu Kur'an'a iltifat etmeyin, birtakım oyuncaklarla oynayın, ebyât ü eş'âr söylemekle Kur'an'ı oyununuza ve eş'ârınıza karıştırın ki, nâs Kur'an'ı işitmesinler. Eğer bu tedbire tevessül ederseniz memul ki Muhammed (S.A.) e galebe eder, sözünü keser ve halka karşı kendini mahcup edersiniz» demekle birbirlerine vasiyyet ettiler. Şu vasiyyet rüesâ tarafından

2791

maiyyetlerine, nâsın avam ve aşağı kısımlarına oluyordu yahut Kureyş'in her sınıfı birbirine vasiyyet edip bu minval üzere tedbirler düşünüyorlardı. Çünkü; Kur'an'ın şüyuu ve âleme intişârı onlar için ölümden daha fena idi. Binaenaleyh; Kur'an'ı herkese duyurmamanın çaresini ararlardı. Zira; Resûlullah'dan Kur'an'ı dinleyen bir kelâm-ı muciz ve hak bir kitap olduğunu bilir ve derhal imana rağbet gösterirdi, bu ise Kureyş'e gayet ağır geliyordu.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile kâfirler bu tedbirleri ve 5052 sözleriyle kendi cehaletlerini isbat etmişlerdir. Çünkü; Kur'an'a karşı müdafaalarının lağvolduğunu itiraf etmeleri ve lağıvla ciddî bir kelâma müdafaaya uğraşmaları ve lağvı müdafaa addetmeleri cehaletten başka bir şey değildir. Resûlullah Kur'an'ı okurken ıslık çalmak, el şakırdatmak, asvât-ı kerîheyle bağırmak ve eş'âr ü ebyât söylemekle meşgul olurlardı. Lâkin Allah-u Tealâ fazl u kereminden Resûlune nusrat verdi ve Kur'an'ı okumakla cümlesine galebe etti ve herbiri dinlemeye mecbur oldu. Zira; Resûlullah'ı usandırıp bezdirmek için yaptıkları oyunlar ve gürültüler hep aleyhlerine neticelendi, en nihayet kendileri usandılar, müdafaadan aciz kaldılar ve âkibet hakir ve zelil oldular.

Hulâsa; kâfirler «Kur'an'ı işitmeyin» dedikleri ve Kur'an okunurken türkü ve saire gibi lâğviyâtla meşgul olmalarını birbirlerine vasiyyet ettikleri ve bundan maksatları ise Resûlullah'a galebe etmek ümidi olduğu bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin Kur'an'a karşı lâğviyâtla müdafaada bulunduklarını beyandan sonra şu muameleye cesaret edenleri tehdit etmek üzere :

ذى كانوا ل وأ أ زين ا ولن ا شدي ذين كفروا عذا ل ٱفلنذيقن ع� ع� �ہ ع) �� د �� د ٱ ملون ) (٢٧ع�ي buyuruyor.[Elbette biz kâfirlere şiddetli azabı tattırırız ve onları gayet çirkin amelleri ile

cezalandırırız.]

Yani; kâfirler lâğviyâtla Kur'an'a müdafaaya çalışınca elbette ve elbette o kâfirlere şiddetli azabı tattırırız ve amellerinden en çirkin ve kötü olanlarının cezalariyle cezalandırırız. Zira; kâfirlerin iyi amelleri küfürleriyle mahvolunca hasenâtlarıyla sevap görmediklerinden ancak seyyiâtlarının cezasiyle cezalanırlar. Zevk; azıcık azapta dahi istimal olunduğundan bu makamda tadacağı azabın gayet şiddetli olduğunu beyan için azab şiddetle tavsif olunmuştur. 5053

Beyzâvî'nin beyanı veçhile k â f i r l e r le murad; lâğviyâtla Kur'an'a müdafaa edenler olduğu gibi umum kâfirlerin murad olunmasına lafz-ı âyet müsaiddir. Azab-ı şedidin dünyada ve amelin kötüsü ile cezanın âhirette olacağı (İbn Abbas) hazretlerinden mervidir.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlere şiddetli azabı tattıracağını beyandan sonra o azab, düşmanlarına mahsus bir azap olup o azabın sebebi ise âyetleri inkâr etmeleri olduğunu beyan etmek üzere :

داء لك جزاء أ ٱذ ع� ٲ لله خ جزا بما كانوا ا دار ا له في لن Cہ ن � ‌Oد ع? ع� ٱ ہ� ع� � ہ�‌ ٱ حدون ) اي�تنا ي (٢٨ع)ب�buyuruyor.[İşte şu beyan olunan kötü ceza; Allah'ın düşmanlarının cezası olan Cehennem

ateşidir. Onlar için Cehennem'de ebedî mesken vardır ve şu ebedî mesken bizim âyetlerimizi inkârlarının cezasıdır.]

2792

Yani; bundan evvelki âyette beyan olunan şu çirkin ceza Allah'ın düşmanları için hazırlanmış Cehennem ateşidir. Onlar için Kur'an'ın âyetlerini inkârlarının ve nâsa işittirmemek için lâğviyâtla müdafaalarının cezası; Cehennem'de ebedî bir hane vardır. Zira; onlar Kur'an'ın hakkaniyetini bildikleri halde hasetlerinden açık ve zahir olan âyetleri inkâr ettiler ve kendi inkârlarına da kanaat etmiyerek halka işittirmemeye çalıştılar ve tarik-ı mefsedetler icad ettiler. Lâkin Allah'ın yaktığı çırayı söndürmek hiç kimsenin haddi olmadığından sa'y ü gayretleri hep boşa gitti, bütün emekleri kendi mazarratlarına neticelendi. Çünkü; onlar men'ine çalıştıkça nâsın rağbeti çoğaldı. Etraf ü eknâftan gelip iman edenler kesret buldukça onların sözlerinin tesiri kalmadı. En nihayet sözleri boğazlarına kılıç oldu. Binaenaleyh; dünyada zelil ve hakir olarak helâk oldukları gibi âhirette dahi amellerinin en çirkin cezasını görecekler ve ebedî Cehennem'de kalacaklardır.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile bu âyette beyan olunan darulhuld'ün Kur'ân'ı inkâr

edenlere mahsus olduğuna işaret için 5054 lâfzı (لهم) takdim ve lâğviyâtla Kur'an'a müdafaalarının sebebi inkârları olduğuna dahi işaret olunmuştur. Çünkü; inkâr etmeseler idi lâğviyâtla müdafaaya kıyam etmezlerdi.

&&&&&

Vacib Tealâ ehli Cehennem'in Cehennem'de cezalarını beyandan sonra o makamda vaki olacak muhaverelerini beyan etmek üzere :

جن النا من ن أض�� ذ ل ��ا ��ا أرن ن ذين ڪف��روا رب ل ع�وق��ال ٱ ع� ٱ ٱ فلين ) ال دامنا ليكونا من ت أ هما ت ع إنس ن ع�و ٱ ع. ع" ع� ع) ع� (٢٩ٱbuyuruyor.[Cehennem'e giren kâfirler dediler ki «Ey bizim Rabbimiz ! İns ü cinden bizi idlâl

edenleri bize göster. Biz onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağı tabakada bulunanlardan olsunlar.».]

Yani; Allah-u Tealâ'ya şirk ve Resûlunü tekzibeden kâfirler kemal-i teessüfle Allah'a tazarru ederek derler ki «Ya Rabbî ! İns ü cinden bizi idlâl edip yoldan çıkaran şeytanları bize göster de biz onları ayaklarımızın altında kılalım ki Cehennem'in alt tabakasında hakir, zelil ve ziyade sefillerden olsunlar. Zira; onlar bir takım telbisât ve hilelerle bizi aldattıklarından onlardan ahz-ı intikam edelim. Çünkü; bizim seâdetimizin fevtine ve nimetlerden mahrum olmamıza sebep olduklarından onları sefil görmekle bari teşeffi-i sadredelim» diyerek Cenab-ı Hak'ka yalvarırlar.

Fahri Râzi ve Kâzi'nin beyanları veçhile kâfirleri ve bilcümle â s i l e r i i d l â l e d e n l e r le murad; şeytan ve Hz. Adem'in oğlu Kaabil olmak ihtimali vardır. Çünkü; Cenab-ı Hak'ka isyanı ibtida ortaya koyan şeytan, cinayet ve katli evvelen âdet eden Kaabil olduğundan Vacib Tealâ'ya isyanın temelini bunlar atmış oldukları cihetle sair asilerin cümlesi bunların kurdukları köprü üzerinden geçmiş ve bunların isrine ittibâ etmiş oldular. Binaenaleyh; esas itibariyle bütün halkı isyana davet eden, yoldan çıkaran ve 5055 isyan kapısını açan bunlar olduğu cihetle ehl-i Cehennem'in «Bizi idlâl edenleri bize göster» dedikleri ile murad; bunlar olmak muhtemeldir. Yahut i d l â l e d e n l e r le murad; şehvetle gazabtır Çünkü; insanları belâdan belâya uğratan bunlar ise de âyette ins ü cinden idlâl edenler zikrolunduğundan bu ihtimale lâfz-ı âyet manidir, esah olan her zaman insanları cinden ve insten yoldan çıkarıp idlâl edenlerin cümlesine şamil olmaktır. Zira; ins ü cinden insanları idlâl edenlerin hadd ü hesabı olmadığı gibi bu âyette şeytanla Kaabil'e tahsise karine de yoktur. Binaenaleyh; idlâl edenlerin cümlesine şamildir.

Hulâsa; ehl-i Cehennem Cehennem'e girince bütün seâdetten mahrumiyetlerine sebep olup kendilerini idlâl edenleri ayaklarının altında zelil ve sefil olarak görmelerini Cenab-ı Hak'tan istirham edecekleri bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin hallerini beyandan sonra müminlerin hallerini beyan etmek üzere :

2793

نا رب قالوا ذين ل ٱإن ٱ هملله عل ل تتنز تق�موا ثم ع� ع� ٱ تى كنت ل ة جن روا ب ش�� ��وا وأ زن ڪة أال تخ��افوا وال ت ٮ ع�مل��� ٱ ع� ٱ ع� ع" ع� ٱ

(٣٠توعدون )buyuruyor.[Şol kimseler ki onlar «Muhakkak Rabbımız Allah'tır» dediler, Allah'ın rubûbiyetini itiraf

ettikten sonra bütün muamelelerinde istikâmet ettiler, bu iman ve istikamet eden kimseler üzerine melekler nazil olur ve derler ki «Ey müminler ! Siz korkmayın ve mahzun olmayın, size vadolunan Cennetie mübeşşer olun. Zira; iman ve imanınızın muktezâsı olan istikâmeti yerine getirdiğinizden size dünyada vadolunan Cennet sizin için hazırdır.».] İşte melekler böyle demekle ehl-i imanı mesrur ederler.

Yani; şol kimseler ki onlar iman edip dediler ki «Bizim Rabbımız cemi sıfât-ı kemâliyeyle muttasıf olan Allah-u Tealâ'dır ki 5056 vahdaniyetle muttasıf ve kudret-i kâmile sahibidir.» Bu sözleri gizli ve aşikâr, sıhhat ve maraz hallerinin cümlesinde derler, bu kadarla da iktifa etmezler. Zira; imandan sonra imanlarının muktezası olan istikameti de yerine getirirler. İman ve istikamet eden kimseler üzerine rûhları kabzolunacağı ve dünyaya veda edecekleri halet-i nezi'leri zamanında, kabirlerinde, kabirden kalktıkları zamanda melekler nazil olur ve derler ki «Ey müminler ! Âhirete gönderdiğiniz amellerinizin kabul ve adem-i kabulünden korkmayın. Zira; istikametiniz sayesinde amelleriniz kabul olunmuştur, günâhlarınıza mahzun olmayın. Zira; istiğfarınız ve İhlasınız sebebiyle günâhlarınız mağfiret olunmuştur. Cennet'le mübeşşer olun ki o Cennet dünyada size vaadolunmuştu.» Halet-i nez'de, kabirde ve kabirden kalktıklarında bu üç mevkide devam üzere melekler nazil olacağına işaret için istimrara delâlet eden muzari siğası varid olmuştur.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile bu âyette kemâlât-ı insaniyenin mecmuuna işaret vardır. Çünkü kemâlât-ı insaniyye: üçtür: B i r i n c i s i ; kemâlât-ı nefsiyedir. İ k i n c i s i ; kemâlât-ı bedeniyedir. Ü ç ü n c ü s ü ; kemâlât-ı hariciyedir. Bu üçten efdal olan kemâlât-ı nefsiyedir ki o da marifet-i İlâhiye ve âmâl-i salihadır. Marifet-i İlâhiyenin reisi iman ve a'mâl-i salihanın reisi istikamettir. Ayet-i celile bunun ikisinin de mümin-i kâmilde bulunmak lâzım olduğunu beyan etmiştir. A'mâl-i saliha kemâlât-ı bedeniyeden madud olduğu gibi nâsla muamelede istikamet ve doğruluk da kemâlât-ı hariciyeden maduttur.

Ebu Bekir Hazretleri «İ s t i k a m e t ; Allah-u Tealâ'ya şirketmemektir» buyurdu. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Şol kimseler ki onlar iman ve imanları üzerine sebat ettiler ve imanlarını şirke tebdil etmediler.] demektir. Hz. Ömer «İ s t i k â m e t ; emr ü nehye kemaliyle dikkat etmektir.» buyurdu. Buna nazaran manâ-yı nazım: [Şol kimseler ki onlar iman ettiler ve Rabbımız Allah-u Tealâ'dır dedikten sonra Allah'ın emr ü nehyine kemal-i dikkat ve itina suretiyle istikamet ettiler.] demektir. Hz. Osman «İ s t i k â m e t ; amelin küllisinde ihlâsa dikkattir» buyurdu. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Şol kimseler ki onlar iman ettiler ve imandan sonra amellerinin hepsini ihlâs üzere edâ etmekle istikamet 5057 ettiler.] demektir. Hz. Ali «İ s t i k a m e t ; feraizi edâ etmektir» buyurdu. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Şol kimseler ki iman ettiler. İmandan sonra feraizi edâ etmekle istikamet ettiler.] demektir. Hulefâ-yı Raşidîn (R.A.) efendilerimizden rivayet olunan manâlar istikametin bazı nevini beyandır. İstikametin manâsında esah olan; evamir ve nevâhînin cümlesine imtisal ile günâhlardan tamamiyle perhiz etmektir. Çünkü; âyetin lâfzı umumîdir, istikametin bazı nev'ini murad etmeye karine yoktur. Şu halde i s t i k a m e t ; itikâdiyât ve ameliyatın cümlesine şamildir. Def'-i mazarrat celb-i menfeatten evlâ olduğuna işaret için evvelen def'-i mazarrat kabilinden olan havfin olmadığını ve saniyen celb-i menfeat kabilinden olan Cennetle tebşir olunacakları beyan olunmuştur.

Hulâsa; iman ve istikâmet eden ehl-i imanı, meleklerin havf ve hüzün olmadığını beyan ederek dünyada vadolundukları Cennet'le tebşir edecekleri bu âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.

&&&&&

2794

Vâcip Tealâ meleklerin bazı tebşîrâtını beyandan sonra diğer tebşirâtlarını beyan etmek üzere :

فيه��ا م��ا الخ��ر ولك يا وفى ل��د ��وة حي فى لياؤك ن أ ع�ن �‌ د ٱ ع� ٱ ع� ٱ ع� ع ع" فيها ما تدعون ) ولك تهى أنفسك ع�ت ع� حي )(٣١ع+ �� نزال� م غفو ر د �� د ع� �� د

٣٢)buyuruyor.[Melekler evvelki tebşîrâtlarına ilâve ederek derler ki «Ey ehli iman ! Biz sizin dünyada

ve âhirette dostunuzuz, sizin için Cennette nefislerinizin istediği nimetler vardır, Cennet'te aradığınız şey mevcuttur, şu istediğiniz şeylerin cümlesi kullarının günâhlarını mağfiret ve cümle matlublarım ihsan edici ve merhamet buyurucu Allah-u Tealâ tarafından nazil olduğu halde size lûtf ü ihsan olunmuş rızıktır.».]

Yani; kâfirleri idlâl eden karînları mukabilinde müminlerin kurenâsı da meleklerdir. Çünkü melekler ehli imana hayır ve menle ' olan şeyleri ilham ederler ve derler ki «Ey müminler ! Biz sizin 5058 dostunuzuz. Zira dünyada size mukarenetle menfeatlerinizi ilham ettiğimiz gibi âhirette dahi korkunuzu izale, ferah ve sürürünüzü size haber veririz, sizin için cismânî ve rûhanî lezzet vardır, her istediğiniz mevcuttur, arzunuzun hiç birisi noksan değildir ve bu nimetler size gafur ve rahim olan Vacib Tealâ tarafından hazırlanmış rızıklardır. Çünkü; dünyada misafir için hane sahibi her nevi nimetleri hazırladığı gibi Cennet'te de ehl-i iman için Cenab-ı Hak her türlü nimetlerini hazırlamıştır.»

Ehl-i Cennet için hasbelbeşeriye sudur eden günâhları mağfiret etmek bir takım nimetleri ihsandan mukaddem olduğuna işaret için mağfirete delâlet eden gafur ism-i şerifi ihsana delâlet eden rahim ism-i şerifi üzerine takdim olunmuştur. Çünkü; kusur affolunmaksızın ihsan olunamaz.

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile n e f s i n i ş t i h â e t t i ğ i ş e y le murad; Cennte-i cismâni yani telezzüz-ü cismanîye müteallik olan nimetlerdir. İ d d i a o l u n a c a k ş ey l e r le murad; Cennet-i rûhani yani telezzüz-ü rûhaniye müteallik olan nimatlerdir. Binaenaleyh âyette tekrar şaibesi yoktur. Zira; biri cismânî, diğeri rûhanîdir. Ehl-i Cennet'in Cenab-ı Hakkın misafirleri olduğuna işaret için ehl-i Cennet'e nazil olacak nimetlere nüzul; tâbir olunmuştur. Çünkü n ü z u l ; konuklamaya, misafir ağırlamaya denir.

&&&&&

Vacib Tealâ ehl-i küfrün duçar olacakları azabı ve ehl-i imanın nail olacakları derecâtı beyandan sonra Resûlullah'ındavetine icabete terğib etmek üzere :

إلى دعا ممن ال� ق سن أ ٱوم �� د ع ع" ع� وقاللله ا ص�ل وعمل "� د لمين ) م نى من ع�إن ع� (٣٣ٱbuyuruyor.[Allah'ın itaatına davet edip amel-i salihle amel eden ve «müslümanlar sırasındamın»

demekle İslâmiyet'i ikrar eden kimseden ziyade sözü güzel kim olabilir?.] Şu sıfatlar kendisinde bulunan kimseden daha ziyade sözüne itimad olunur kim bulunabilir? 5059 Elbette bu sıfatı haiz olandan daha ziyade itimada şayan bir kimse bulunamaz.

Yani; bir kimse ki Allah'ın kullarını Allah-u Tealâ'ya itaata davet eder, Allah'a davet için söz söyler, sözü Allah'a davet olunca ondan daha ziyade sözü güzel bir kimse olamaz ve o kimse yalnız Allah'a itaata davetle iktifa etmedi, belki kendisi güzel amel de işledi ve amel-i salihle de iktifa etmedi ve «Ben Allah-u Tealâ'ya inkiyad eden müslümanlar zümresindenim» demekle herkesi müslüman olmaya davet etti. Binaenaleyh; bundan daha ziyade sözüne itimad edilecek kim olabilir?

Fahri Râzi'nin ve Hâzin'in beyanları veçhile Allah'a itaate davet eden zevatı kiram; dörttür:

2795

B i r i n c i k ı s ı m ; enbiya-yı izam hazerâtıdır. Zira; enbiya-yı izâm (A.S.) halkı hakka, tevhide, din-i İlâhîye davet ve davet ettikleri dinin hak olduğunu delâil-i kafiyeyle ispat ettiler. Binaenaleyh enbiya-yı izâm; Allah'ın kullarını tâatine davette birinci mertebeyi ihraz etmişlerdir.

İ k i n c i k ı s ı m ; ulemâdır. Zira; iman ettikleri Resûlun dini dahilinde o Resûlun terk etmiş olduğu ayât-ı beyyînât ve ehâdis-i nebeviyâtla halka vaaz u nasihat ederek tâât-ı İlâhiyeye terğib ve akaid-i hakka teşvikle din-i mübini muhafazaya bezli makderet ve sa'y-u gayret ettiklerinden halkı hakka davette ikinci mertebeyi ihraz etmişlerdir.

Ü ç ü n c ü k ı s ı m ; mülük-u İslâm ve mücâhidîn-i Kirâmdır. Zira; bunlar halkı kılıçlarıyle hakka davet ettiklerinden davetin üçüncü mertebesini ihraz etmişlerdir.

D ö r d ü n c ü k ı s ı m ; Müezzinlerdir. Zira; müezzinler İslâmiyetin esasını teşkil eden ferâizden salata, halkı beş vakitte davet ettiklerinden davetin dördüncü mertebesini müezzinler ihraz etmişlerdir. Gerçi Hz. Âişe radıyallahü anhâ'dan bu âyetin müezzinler hakkında nazil olduğu mervî ise de itibar lâfzın umumuna olup sebeb-i nüzulün hususuna değildir. Zira; âyetin elfazı umumî olduğundan eşhastan hangi şahıs tarafından ibadetten hangi ibadete olursa olsun davet eden zevatın cümlesine şamildir. Şu beyan olunan zevat içinden enbiyanın daveti delâil-i kafiyeyle, gayrıları ilzam tariki ile esas dine davet olup sairlerin davetine esas 5060 olduğundan onların davetleri diğerlerinin davetlerinden efdaldir. Çünkü diğerleri davetlerini enbiyanın davetleri üzerine binâ ederler.

Bu âyette a m e l - i s a l i h le murad; ezanla ikâmet arasında iki rekât namaz olduğu mervî ise. de esah olan mutlaka ibadettir. Amma o ibadet ne zaman edâ edilirse edilsin ve hangi ibadet olursa olsun cümlesine şamildir. Bazı ulemâ da a m e l - i s a l i h le muradın ezanla ikamet arasında duâ olunması olduğunu beyan etmiştir'. Çünkü; ezanla ikâmet arasında duânın kabul olunup reddolunmıyacağına dair bazı rivayet vardır. Binaenaleyh; insan ezanla ikamet arasım ganimet bilerek duâya sürat etmelidir.

Bu âyet; kalble a'mele, lisanla ameli zammetmek lâzım olduğuna delâlet eder. Zira; âyette amel-i salihi beyandan sonra lisanıyla «Ben müslimim» dediği beyan olunmuştur. Binaenaleyh; imanda tahkik olan; tasdik-i kalbi ve ikrar-ı lisanıdır. Şu halde muhakkikin indinde yalnız tasdik, imanda kifayet etmediği gibi yalnız ikrar da kifayet etmez. Çünkü iman; tastikle ikrardan mürekkep olduğu cihetle cüzlerinden biri noksan olsa makbul olmaz. Amma muhaddisîn mezhebinde imanda yalnız tasdik-ı kalbi kâfidir. Şu kadar ki ikrar-ı lisânîyi terkinden dolayı günâhkâr olur.

Bu âyette sözüne itimada şayan olan kimsenin şu üç sıfat — Hakka davet eylemek ve amel-i salih işlemek, lisanıyla müslüman olduğunu ikrar etmek sıfatlarıdır — kendisinde bulunan kimse olduğuna delâlet vardır. Zira; bu âyette Vacib Tealâ sözün gayet güzel olup dinlenmeye şayan olmasını; Allah-u Tealâ'ya itaate davete, amel-i salih işlemeye ve İslâmiyeti lisanla ikrar etmeye talik buyurmuştur. Binaenaleyh; hakka davet eyleyen, amel-i salih işleyen, İslâmiyeti ikrar eden ve dini İlâhînin hak olduğuna delâ-il-i kat'iyyeyle meşgul olan kimse sözü dinlenmeye şayan bir kimsedir. Şu halde bu evsafı cami olanların olmayanlardan efdal olduklarında şüphe yoktur. Allah-u Tealâ'nın emrine davetin vacip olduğuna âyet delâlet eder. Çünkü davet-i ilallâh; amellerin güzelidir. Amellerin güzeli ise vaciptir. Bu âyet; imanda lisaniyle ikrarın vacip olduğuna dahi delâlet eder. Zira; âyette müslümanlığım ikrar etmek, sözünün güzel olup kabule şayan olmasına sebep olacağı suret-i kafiyede beyan olunmuş ve meşiyyet-i İlâhiyeye ta'lîk olunmamıştır. Eğer meşiyyet-i İlâhiyeye ta'lîk lâzım olsaydı 5061 meşiyyete ta'lîk suretiyle vürud ederdi. Binaenaleyh;

( اقح مؤمنينانا ) denir de ( اللهءشاان مؤمنينانا ) denmez. Zira imanda kat'iyyet lâzımdır, şekketmek caiz olamaz.

Bu âyette halkı hakka davet eden kimsenin davet ettiği ameli kendisinin işlemesi şartiyle güzel olacağına delâlet vardır. Zira; davet eden kimsenin sözünün güzel olmasında amel-i salih şart kılınmıştır. Çünkü; herkesi davet ettiği ameli kendi işlemezse davetinin tesiri olmaz. Binaenaleyh; emr-i biimarufla meşgul olan kimse evvelen kelâmını kendi nefsine tatbik etmek vaciptir. Eğer nefsinde tatbik etmezse halk üzerinde sözünün tesiri olmadığı gibi itimat da olunmaz ve sa'yi boşa gider. .

&&&&&

2796

Vacib Tealâ Allah-u Tealâ'ya itaata davetin ibadetin güzeli olduğunu beyandan sonra Resûlunün fiili güzel olup kâfirlerin fiilleri çirkin olduğunu ve güzel sözün çirkine müsavi olmadığını ve Resûlu üzerine güzel sözlerle davet vacip olduğunu beyan etmek üzere :

ن ف��إذا س�� تى هى أ ل ف ب ئ ي لس�� نة وال حس�� توى ع"وال ت ٱ ع� ع� ٱ �‌ ہ ٱ ع� ٱ ع� نه نك وب ذى ب ع�ل ع� ه ٱ و كأن عد# د ٲ #� ولى حمي ) ۥ د (٣٤ۥ

buyuruyor.[Hasene, seyyieye müsavi olmaz. Şu halde yâ Ekrem-er Küsül ! Sen onların

seyyiâtlarım haseneyle defi' ve seyyiâta haseneyle mukabele et. Sen onların seyyiâtına haseneyle mukabele edince seninle kendi beyninde adavet olan kimse senin iyiliğine karşı keenne seninle yakın akraba gibi olur.] Çünkü düşmanın ezasına sabır; düşmanı insafa davet eder.

Fahri Râzi'nin ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile h a s e n e yle murad; Resûlullah'ın hakka davet etmesi, kâfirlerin ezaları ve cehaletleri üzerine sabretmek ve intikamda acele etmemek ve onların şiddet ve gazablarına hilim, kusurlarını af ve 5062 kötülüklerine karşı ihsan etmektir. S e y y i e yle murad; gazab, cehil, îyzâ ve bundan evvelki âyetlerde beyan olunduğu veçhile kulağımızda ağırlık var, sözünü dinlemeyin, Kur'an'ı işitmeyin ve lâğviyâtla mukabele edin» demek gibi izhar ettikleri fenalıklardır. A h s e n ile murad; ahlâk-ı hasenedir. Şu tafsilâta nazaran manâ-yı âyet: [Hakka davet ve kâfirlerin ezalarına sabır, şiddetlerine hilim ve kusurlarını af gibi ahlâk-ı hamide; cehil, gazab, Resûlullah'a ezâ ve ebnâ-yı cinsine zarar etmek gibi ahlâk-ı zemimeye müsavî olmaz. Zira; ahlâk-ı hamidenin neticesi dünyada medh ü sena ve âhirette ecr ü sevaptır. Ahlâk-ı zemimenin neticesi ise dünyada zemm ü kadih ve âhirette vizr ü vebaldir. Şu halde ehadühümâ âhara müsavî olamaz. Ahlâk-ı hamide ahlâk-ı zemimeye müsavi olmayınca ey Nebiyy-i Zişân ! Sen onların seyyiâtlarına sabır; hilim ve af gibi haslet-i hamîdeyle mukabele ve müdafaa et. Yani onların ezalarına sabırla, gazablarına hilimle, kötülüklerine ihsanla mukabele ve müdafaayı nefsine âdet et. Zira mansıb-ı nübüvvete lâyık olan; seyyiâta haseneyle mukabele etmektir. Binaenaleyh; sen onlara ahlâk-ı hamîdeyle mukabele edince görürsün ki seninle kendi beyninde adavet-i azîme olan kimse keenne yakın akraban, sıddîkın ve dostun gibi olur. Zira; ahlâk-ı hamîde sayesinde düşmanlar dost olur.] demektir. Çünkü hasmın gazabına hilim ve kötülüğüne karşı iyilik; onun gazabını teskin eder. Ahlâk-ı hamîde adaveti muhabbete tebdil ettiği gibi düşmanların kalplerini celbe vesile olacağını dahi Cenab-ı Hak bu âyette beyan buyurmuştur.

Bu âyet-i celîlenin (Ebu Süfyan) hakkında nazil olduğu mervîdir. (Ebu Süfyan) cahiliyet halinde Resûlullah'a ve din-i İslâm'a son derece adavet ederken Resûlullah'ınfeth-i Mekke günü ona göstermiş olduğu lûtuf sayesinde şeref-i İslâm'la müşerref oldu, Resûlullah'la beyinlerinde olan adavet muhabbete ve sadakata tebeddül etti, aralarında, karabet hasıl oldu ve İslâm'a çok hizmet etti. Binaenaleyh; âyetin hulâsası; kötülüğe iyilikle mukabelenin vereceği netice-i haseneyi beyanla ümmet-i Muhammed'e ahlâk-ı haseneyi talim ve haslet-i hamideye terğibtir ve türkçede «Sözün dişisi yapar işi» darb-ı meseli bu âyetin mealine muvafıktır. 5063

&&&&&

Vacib Tealâ haslet-i hamideyi beyandan sonra o haslet-i hamîdenin şanına tazim ve bu hasletin kimlerde bulunacağını beyan etmek üzere :

ذين صبروا وم��ا يلقٮه��ا إال ذو ح��ظ عظي ) ل ��وما يلقٮها إال د ٱ٣٥)

buyuruyor.[Şu haslet-i hamideye mülâki olamaz, ancak şol kimseler mülâki olurvki onlar

düşmanlarının ezalarına sabrettiler ve ahlâk-ı hamideye mülâki olamaz, illâ hayrat ve hasenattan büyük nasip sahibi olan kimse mülâki olur.]

2797

Yani; sabır, hilim, düşmanını af ve kötülüğe iyilikle mukabele etmek gibi ahlâk-ı hamide verilmez ve nail olunmaz, illâ şol kimselere verilir ki onlar düşmanlarının ezasına sabrettiler ve bu misilli ahlâk-ı hamide verilmez, ancak kuvve-i kudsiye, kemâlât-ı nefsiye, tahâret-i kalbiye, safvet ve tînet sahibi olan kimseye ve âhiretten büyük nasibi olan ervah-ı şerife sahibi olanlara verilir, bu mertebeyi nefs-i marziye sahipleri ihraz edip nefs-i habise sahipleri ihraz edemezler. Çünkü nefs-i habise; habaseti iktizası kötülüğe âlet olur, kat'iyyen iyiliğe âlet olamaz.

Vacib Tealâ ezaya sabredenlerin ve iyilikten büyük nasib sahibi olanların ahlâk-ı hamideye nail olacağını beyandan sonra ahlâk-ı hamide bedelinde şeytandan bir vesvese arız olursa onun izale çâresi zat-ı ulûhiyetine iltica etmek olduğunu beyan etmek üzere :

���� تع ب ف ن ن ط����� لش ك من ٱوإما ينزغن Hع ع� ٱ 1# د ع, ع� ٱ هلله � إن ۥ ه����و ‌ عليم ) ميع ع�لس ٱ (٣٦ٱbuyuruyor.[Ya Ekrem-er Rusûl ! Eğer sana şeytandan bir vesvese ilkaa olunursa şeytanın

şerrinden Allah-u Tealâ'ya iltica et. Zira; Allah-u Tealâ ilticanızı ve münacaatinizi işitici, ahvalinizi bilicidir.] 5064 Binaenaleyh; sizin ilticanız hulûs-u niyetle olunca Allah-u Tealâ onun şerrinden muhafaza eder.

Yani; ey Habibim ! Eğer şeytandan kuvve-i gazabiyeni tahrik ve hamiyyet-i beşeriyyeni tehyiç edecek bir fitne ve fesat sana arız olup şeytan tarafından senin kalbine atılır ve seni intikama sevkederse sen şeytanın şerrinden Allah'a iltica et, işlerini Allah'a tefvîzle himayesine sığın. Zira; Allah-u Tealâ onun vesvesesini ve senin münacaatını duyucu ve bilicidir. Binaenaleyh; onun şerrinden seni kurtaracak Allah'tır. Allah'ın gayrı hiç bir kimse kurtaramaz. Şu halde böyle fenalığa dair kalbine bir vesvese geldiğinde hemen zaman fevtetmeksizin Allah'a iltica etmek lâzımdır.

Fahri Râzi'nın beyanı veçhile bu âyet-i celile; şeytan tarafından insanların kalbine atılan ahlâk-ı zemimeyi defetmek için insanlara bir âlet-i müdafaayı talim buyurmuştur. Çünkü âyet; şeytanın şerrinden halâsın çaresi, Allah-u Tealâ'ya iltica etmek olduğunu beyan ediyor ki bilûmum belâyâda Allah-u Tealâ'ya iltica etmek lâzım olduğu gibi şeytanın şerrinden dahi kurtulmak için Allah'ın himayesine iltica etmekten başka çare yok demektir.

İnsanı bir belâya sevkedecek vesvese kalbe gelince hemen zaman fevtetmeksizin istiâze lâzım olduğuna işaret için bilâ mühletin takibe delâlet eden fâ lâfzı varid olmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ kendine ibadete kullarını davet efdal olduğunu beyandan sonra zat-ı ulûhiyetinin vücuduna delâlet eden delillerden bazılarını beyan etmek üzere :

جدوا قم ال ت س و لش��� ه���ار و لن ل و ل ته ع�7777777وم ءاي���� � ہ�‌ ع� ٱ ع� ٱ ٱ ع� ٱ ع� جدوا قم��ر و س وال ل ع�77777للش�� ٱ ع� ع� اهلله إي ذى خلقهن إن ڪنت ل ع� ٱ

بدون ) (٣٧ع�تbuyuruyor.[Gece, gündüz, güneş ve ay Allah'ın vücuduna delâlet eden deliller cümlesindendir.

Eğer Allah-u Tealâ'ya ibadet edenlerden 5065 iseniz şems ü kamere secde etmeyin, ancak onları halkeden Allah'a secde edin.]

Yani; Allah-u Tealâ'nın vücuduna, vahdaniyetine, hikmet-i san'atine, kudret ve azametine delâlet eden deliller cümlesindendir; gece, gündüz, ay ve güneş; bunların cümlesi zat-ı ulûhiyetin

2798

vücuduna delâlet eder. Çünkü; gecenin karanlık, gündüzün nûrânî olarak zuhuru ve birbiri arkasından nöbet tarîkıyla gelip gitmeleri, gündüz güneşin âlemi ziya ile doldurması, gecenin zulmetine karşı kamerin nûrla müdafaa ederek âlemi nûrlandırması, bunların her biri miktar-ı muayyen üzere cereyan edip miktarını ileri geçmemeleri, her birinin kendi için tayin olunan mahalden cereyan edip diğer mahalle tecavüz etmemesi ve şu kadar bin senedir bu intizama asla bozgunluk arız olmayıp mihver-i lâyıkında cereyan edip durması bir müessir-i hakîkînin vücuduna açıktan delâlet eder ve her biri Allah'ın mahlûklarıdır. Şu halde güneşle aya secde ederek ibadet etmeyin. Zira; onlar âciz mahlûk oldukları cihetle ibadete müstehak değillerdir. Gerçi her ikisinin insanlara menfeatleri çoksa da insanların ibadetlerine ehil olacak kadar azameti haiz değillerdir. Çünkü s e c d e ; ibadet ve tazimin en büyüğü olduğundan cümle mevcudatın büyüğü ve halikı olan Allah-u Tealâ'ya mahsustur. Eğer Allah'a ibadet etmek isterseniz ancak onları halkeden hallâka secde edin. Zira; ta'zimin en büyüğü olan secdeye müstehak ve kemal-i azametle muttasıf olan Allah-u Tealâ'dır. Şu halde ihlâs üzere türab-ı mezellete yüzlerini sürmek; Vacib Tealâ'ya ibadet olarak lâyıktır.

Bu âyet nâsdan âlem-i ulvîye secde edip Allah'a ibadet ettik zannedenlerin bu zanlarının fesadını beyanla o gibi hallerden insanları men'etmiştir. Çünkü; (Sâbiiye) taifesi şemse ve kamere secde eder ve bunu Allah'a ibadet sayarlardı. Şemisle kamer ibadette kıble ittihaz olunmamışlardır. Zira; bunların kıble ittihazında üluhiyetlerini tevehhüm edenler olacağından Cenab-ı Hak onları insanların ibadetlerinde kıble kılmamıştır. Amma Kabe'nin kıble olmasında bu gibi tevehhüm yoktur. Çünkü; taşla topraktan 5066 yapılmış ve mahiyeti herkesçe malûm olduğundan onun ulûhiyetini tevehhüm eden bulunmaz.

&&&&&

Vacib Tealâ ibadete müstehak ancak zat-ı ulûhiyeti olduğunu beyandan sonra Allah'a ibadetten insanlar imtina ederlerse meleklerin ibadetten vazgeçmiyeceklerini beyan etmek üzere :

له حون يسب ك عندرب ذين ل ف ستڪبروا ٱفإن M7777777�7777777ع ۥ ٱع ) مون ماليس� ���اروه ولن ������ي�ل ���ل 7777777�ع�7777777ب �7777777ع �7777777ٱہ )٣٨ٱعbuyuruyor.[Eğer Allah'ın gayrıya secde edenler Allah'a secdeden istikbâr ederek imtina eder ve

gayra secde etmekte ısrar ederlerse onların bu hallerinden meyus olma. Zira; şol kimseler ki onlar Rabbın Tealâ'nın indinde mevcutlardır. Onlar gecede ve gündüzde Rabbın Tealâ'yı nekâisten tenzih ederek ibadetle meşgullerdir. Halbuki onlar Rabbına teşbih ve ibadetten asla yorulmaz ve usanmazlar.]

Yani; insanlar her ne kadar ibadetten kibrederlerse etsinler, keder yoktur. Zira; Allah-u Tealâ'ya ibadet edenler çoktur. Hatta Allah'a kurbiyet-i maneviyesi olan melekler gecede, gündüzde ve evkâtın küllisinde Rablarını nekâisten tenzih ederler ve onlar ibadetle meşgullerdir ki asla yorulmak bilmez daima teşbih ederler. Şu halde insanların ibadeti terketmelerinden Allah-u Tealâ'ya bir şey âid olmaz.

Fahri Râzi'nin, Hâzin'in ve Ebussuud Efendi'nin beyanları veçhile meleklerin teşbih ve takdisleri evkaatın umumunda ve hallerinin cemisinde olduğuna işaret için zamanın cemisini ihata eden gece ve gündüzde teşbih ettikleri beyan olunmuş ve teşbihleri fasılasız her an ve zamanda olup müstemir olarak devam ettiklerine işaret için istimrara delâlet eden muzarî sîğası varid olmuştur.

Bu âyette lâfzından müstefad olan manâ; kurbiyet ve keramet olduğundan mekân (عند) manâsına delâlet yoktur. 5067 Binaenaleyh; Müşebbehe taifesinin bu âyetle Vacib Tealâ'ya cihet

ve mekân istidlalleri merdudtur. Zira âyette ;lâfzı (عند) kurbiyet manâsına olup mekân manâsına olmayınca bu gibi istidlale mahal yoktur.

2799

Meleklerin ibadetleri tabiatları icabıdır, ibadetin hilâfına kendilerinde meyil olmayıp daima kemal-i şevkle ibadet ettiklerinden onlarda ibadetten yorulmak olmaz, bunların bir kısmının vazifeleri daima teşbihtir ve bu âyette secde-i tilâvet azimettir, secdenin mevkii imam-ı A'zam'a

göre ( مون ���س� ي ال��������� ) imam-ı Şafiî indinde ;(ع�7777777 تعبدون .kavl-i şerifidir (اياه

&&&&&

Vacib Tealâ vahdaniyetine delâlet eden delillerden bazılarını beyandan sonra baz-ı âhau beyan etmek üzere :

م��اء ا ��ا عل ن ض خ�شع ف��إذا أنز ال ك ترى ع�وم ءاي�ته أن ٱ ہ% �ع ع� � د ع� ٱ ۦ ع� ه إن ت م ى ياه��ا لم ذى أ ل إن ��ز ورب �ت ىى‌ ا ع ع� ٱ ع" ع" ٱ ع�‌� ع� ع! ��ل ش�� ٱ �C على ك د عى ۥ

(٣٩قدير )buyuruyor.[Ya Ekrem-er Rusûl ! Senin yer yüzünü kurumuş hakir, zelil, huzur ve huşu üzere

görmekliğin Allah-u Tealâ'nın vücuduna ve vahdaniyetine delâlet eden deliller cümlesindendir. Arzın böyle itibardan sakıt, ottan, ekinden ve yeşillikten hali olduğu bir zamanda Biz Azîmüşşân onun üzerine semadan yağmur sularını inzal ettiğimizde nebatat ile hareket eder, kabarır ve otların, ekinlerin, ağaçların yeşilliğiyle ziynetlenir. Binaenaleyh; kemal-i şevk u şetaretle neşv ü nemâ bulur. Şu beyan olunan minval üzere arzı ihyâ eden kaadir ü kayyûm ölmüş insanları da ihyâ edicidir. Zira; o Allah-u Tealâ her şey üzerine kaadirdir.]

İ h t i z a z ; hareket etmek ve birtakım ziynetlerle ziynetlenmek demektir. (وربت) R e b v e ; yüksek yerdir. Burada otlar biterken arzın kabarıp otların ucuyla yukarı kalkıp yükselmesidir. Bunların cümlesi bahar günlerinde yer yüzünde herkesin 5068 gördüğü şeylerdir. Şu halde manâ-yı âyet: [Ya Ekrem-er Rusûl ! Güz günlerinde otları ve ekinleri kurumuş ve yüzünü ekşitmiş mahzun olduğu halde huşu üzere arzı senin görmekliğin Allah'ın vahdaniyetine delâil cümlesindendir. Bu minval üzere yer yüzü kemal-i vahşet üzere bulunduğu bir zamanda biz onun üzerine semadan rahmet suyunu inzal edince sürurundan yer yüzü harekete gelir, otlar, ekinler, türlü türlü çiçeklerle ziynetlenir, insanların yüzüne güler, otların ve ekinlerin yerin altından kabarmasiyle arz da kabarır ve yükselir. İşte bu minval üzere ölmüş arzı ihyâ eden Allah-u Tealâ ölmüş insanları da ihyâ eder. Zira; Allah-u Tealâ her şeye kaadir.] demektir.

Bu âyet-i celile; azamet-i İlâhiyeye birkaç cihetten delâlet eder. Çünkü; yer yüzünün güz günlerinde Cenab-ı Hakka karşı me'yûs ve Kemal-i huşu üzere yüzü eğri durması ve bahar günlerinde otların ve ekinlerin bitmesiyle yüzü gülüp beşuş olması, otların yeşilliği ve çiçekleriyle tezeyyün etmesi vahdaniyet-i İlâhiyeye delâlet eden delillerin pek büyükleridir ve aklı olanlar için başka delil aramaya hacet mes etmeksizin kanaate kâfi olan şeylerdendir. Çünkü; bunların kâffesinin Allah'ın gayrı bir kimse tarafından yapılması imkânı yoktur.

&&&&&

Vacib Tealâ zatına ibadete davetin efdal-i ibâdet olduğunu ve ibadete davet delillerle olacağından o delilleri dahi beyandan sonra vahdaniyete delâlet eden delillere muaraza edenleri tehdit etmek üzere :

ن ن عل ف حدون فى ءاي�تنا ال ي ذين ي ل �إن ا�‌ ع� ع ع( ع� ٱ buyuruyor.

2800

[Şol kimseler ki bizim âyetlerimizde haktan ayrıldılar, onlar bizim üzerimize gizli olamazlar.]

Yani; şol kimseler ki bizim vahdaniyetimize, kudret ve azametimize delâlet eden âyetlerimizi hakikattan çıkarır, kendi hevâ ve 5069 heveslerine göre manâlar vermekle haktan ayrılırlar. Onların halleri bize hafî değildir. Zira; biz onların zahir ve batın hallerini biliriz ve cemi sırlarına muttaliyiz. Binaenaleyh; onların âyetleri tahrif ve tağyir ettiklerinden dolayı cezalarını veririz.

Bu âyet-i celile; delâili tedkikte kemal-i dikkat vacip olup manâ-yı hakikîleri üzere amel etmek lâzım olduğunu gösterip zahirinden çıkarmak, hevâ ve hevesine uydurmak istiyenleri tehdit etmiştir.

م قي������ م ا ي تى ءام ر أم من ي ار خ لن قى فى �أفمن ي ‌ د ع� ٱ ع �� د �� ع ع� ٱ ع� ه إن ت �ملوا ما ش ع�‌ ع[ ع� ملون بصير ) ٱ ع� بما ت (٤٠ۥ

[Günahı mukabilinde ateşe atılan mı hayırlıdır, yoksa yevm-i kıyamette emin olarak gelen mi hayırlıdır? Haydin istediğinizi işleyin. Zira; Allah-u Tealâ sizin amelinizi görücüdür.]

Yani; Allah'ın âyetlerinde ilhâd eder de düşünmez misiniz ki yevm-i kıyamette arsa-i mahşere zelil ve hakir olarak gelip de kemal-i rezaletle amelinin cezası olmak üzere Cehennem ateşine atılan mı hayırlıdır, yoksa istikametten ayrılmayıp iman ve amel-i salih işlediğinden dolayı yevm-i kıyamette azab korkusundan emin ve envai meserretle muhterem ve mükerrem olarak gelen mi hayırlıdır? Elbette korkudan salim olarak gelen hayırlıdır. Madem ki siz Allah'ın âyetlerini tahriften çekinmez batıla meyledersiniz, dilediğinizi işleyin ve bildiğinizi elinizden koymayın. Zira; Allah-u Tealâ sizin amelinizin cümlesini görür ve bilir ve amelinize göre ceza verir. Binaenaleyh; işlediğiniz günâhlar yanınıza kalır zannetmeyin.

Vacib Tealâ câdde-i şeriattan ve akaaid-i hakka'dan çıkan mülhidlerin amelleri hafî olmadığını beyandan sonra o mülhidlerin cezasının keyfiyetini bu âyetle beyan buyurmuştur. Çünkü; amelleri hafî olmayınca ceza verileceğine işaret olunmuş velâkin cezanın neden ibaret olduğu beyan edilmemişti. İkinci âyette cezanın Cehennem ateşi olduğu ve keyfiyetinin de ateşe atılmak suretiyle olacağı beyan olunmuştur.

M ü l h i d ; kitabı olan kâfirlere, müşriklere, mecusîlere ve 5070 İslâmiyetten irtidâd edenlere, İslâm kisvesi altında âyetleri hevâ ve hevesine göre te'vîl ile uğraşan zenâdikaya şamil bir lâfız ise de meşhur olan m ü l h i d ; zındıklardır.

&&&&&

Vacib Tealâ manâ-yı umumî murad olunduğuna nazaran mülhidlerden kâfirlerin hallerini beyan etmek üzere :

رلما جاءه لذ ذين كفروا ب ل �إن ع�‌ ع ٱ ٱ buyuruyor.[Şol kimseler ki Kur'an kendilerine geldiğinde onu inkârla küfrettiler ve küfürleriyle

mücazaat olunurlar.] Zira; onlar resulleri vasıtasıyla irşâd ve hallerini islâh için kendilerine gelen Kur'an'ı geldiği vakitte tekzibe kalktılar, âdetleri olan kibr ü azamet kisvesine hüründüler, Kur'an'ı tasdik etmeyi âr ve ayıp addettiler. Elbette küfürlerinin cezasını göreceklerdir.

Beyzâvî'nin beyanı veçhile bu âyet; حدون) ذين ي ل ع�إن ٱ ) âyetinden bedeldir ve (kelimesinin haberi (ان mahzuf olup .demektir (معندون) Yani «Kâfirler Kur'an'a inad ve

mükâbere ederler» demek olur. Z i k i r le murad; Kur'an'dır. ( ع�ولما جاءه ) cümlesindeki (

2801

(لما nın cevabı ( بكفرهم زيجا ون ) dür. Yani «Kur'an'a küfreden kâfirler Kur'an geldiğinde küfürlerinin cezasını görürler» demektir.

&&&&&

Vacib Tealâ Kur'an'a küfredenlerin ceza göreceklerini beyandan sonra Kur'an'ınazametini beyan etmek üzere :

ه #, لكت�ب عزي ) وإن د ه والم(٤١ۥ ن يد ب�طل م ب تيه ع� ال ي ع� ع� ن� ع� ٱ �� ع فه تنزي م حكيم حمي ) ��خ د ع� �# د � ۦ‌ (٤٢ع�buyuruyor. 5071[Kur'an bir büyük kitaptır ki o kitap cümle kitaplara galip ve menafi-i kesireyi camidir,

Kur'an'ın nüzulü zamanında ve nazil olup ahkâmı takarrür ettikten sonra ahkâmını, evâmir ve nevâhisini ihlâl edecek, kadrini tenzil ve ahkâmını tağyir gibi sanma nakîsa verecek bir şey gelmez. Zira Kur'an; her işi hikmete muvafık ve her işi mahmûd olan hakim ve hamîd Tealâ tarafından tenzil olunmuştur.] Binaenaleyh; Kur'an'ınevvelinde ve âhirinde şanına nakîsa verecek bir şey arız olmaz.

( ه ن يد ع�م ب ع� ن� ) Kur'an'dan evvel gelen Tevrat ve İncil gibi kitaplar tarafından Kur'an'ı

tekzib edecek bir şey gelmez demektir. ( فه خ ع�والم ع� ) Kur'an'ın arkasından da Kur'an'ı nesih ve ibtâl edecek bir kitap gelmez demektir. Yani «geçmişte ve gelecekte Kur'an'a muarız bir kitap olamaz. Evveli ve âhiri Kur'an'ı tasdik eder» demektir. Zira; Kur'an'ın hak ve hakikat dediği şey; daima hak ve hakikattir, batıl olduğunu beyan ettiği şey de daima batıldır. Kur'an ziyade veya noksan da değildir. Zira ahkâmı; daima beşerin ahvalini tanzimde ve havadisi ahkâmına tatbikte kâfi derecededir. Binaenaleyh; ziyade ve noksandan masun, evveli, âhiri, önü, arkası halelden mahfuzdur. Buna şahid de Kur'an nazil olalı bin dörtyüz küsur sene olduğu halde bir âyeti şöyle dursun bir kelimesini bile tebdil edecek bir şey zuhur etmemiştir, kıyamete kadar da edemiyecektir. Kezalik ahkâmı da mazbuttur bazı ahkâmına, hevâ ve hevesine tabî olan cühela tarafından itiraz vuku bulursa da o ahkâmı tebdil şöyle dursun belki onun itirazı ukalâ ve hikmetâşinâ olan ehl-i insaf nazarında o ahkâmın şanının büyümesine ve düşündükçe azamet ve fehâmetinin artmasına sebep olur. Velhasıl Kur'an'ın kadrini tenzil için çalışanların sa'yi bilâkis kadrini terfie hadim olduğu, bu uğurda çalışanların kendileri hakir ve zelil oldukları her zaman görülmektedir.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile bu âyet; Kur'an'a küfreden kâfirlerin şenaat ve fezâhatlarını beyan için sevkolunmuştur. Çünkü Kur'an'ı medhetmek; şu evsaf-ı âliyeyi cami olan Kur'an'a küfrün şenaatini beyan etmektir. Kitabın azametine ve menfeatinin çokluğuna işaret için kitap lâfzı tazime ve teksire delâlet eden tenvin ile nekre olarak varid olmuştur. Kur'an'ın, kendinden evvel 5072 nazil olan kütüb-ü semâviyeyi nesihle galib olduğu gibi kendine muaraza edenlerin cümlesini muârazadan aciz kılmakla dahi galebe ettiğini beyan için galip manâsına olan azız lâfziyle tavsif olunmuştur.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin Kur'an'a küfrettiklerini ve Kur'an'ı medihle küfürlerinin şenaatini beyandan sonra kâfirlerin Kur'an'a ta'nlarından Resûlullah'a arız olan kederi izâle ve tesliye etmek üzere :

��ذو ك ل إن رب ل ل من ق س�� �ما يقال لك إال ما ق قي��ل للر ہ ‌ ع� ع� فر وذو عقاب ألي ) ��م د � د (٤٣ع1buyuruyor.

2802

[Ya Ekrem-er Rusûl ! Sana denilmez, illâ senden evvel geçen rusûl-ü kirama denilen söz denilir. Binaenaleyh; sen onların sözlerine mahzun olma. Zira; Rabbın Tealâ Kur'an'a iman edenleri mağfiret edici ve küfredenlere azab-ı elim sahibidir.] Şu halde ister iman edip mağfirete nail, ister küfredip acıdıcı azaba duçar olsunlar. Herkesin irade ve ihtiyarı kendi elindedir. Hal böyle olunca sen onların muamelelerinden müteessir olma. Zira; Rabbın Tealâ onlardan intikamını alacaktır.

Yani; ey Resûl-ü Muazzam ! Sana kavmin Kureyş tarafından ancak senden evvel geçen resullere kendi kavimleri tarafından söylenen sözlerden başkası söylenmez. Onlar kendi milletlerinden vaki olan ezaya nasıl sabredip zaferyâb oldular ve düşmanlarından intikamlarını aldılarsa sen de sabret ki kavmin üzerine zaferyâb olasın. Zira; Rabbın Tealâ küfründen tevbe edip iman edenlere mağfiret ve küfrüzere devam edenlere acıtıcı azab sahibidir. Yahut manâ-yı nazım: [Ya Ekrem-er Rusûl ! Sen mahzun olma. Zira; Rabbın Tealâ tarafından sana denilmez, ancak senden evvel geçen resullere denilen sözler denir. Zira; 'emr-i tebliğde cümleniz müsavisiniz. Sana onlardan daha ziyade bir şey tahmil olunmaz. Çünkü; tebliğ hususunda onların vazifesi neyse senin vazifen de odur. Şu halde sen vazifene devamet, kavmin tarafından vaki olan ezâ ve 5073 cefaya sabret ki selâmeti bulasın. Zira; onların ezaları az bir zamanda zail olur gider.] demektir.

Gerçi bu ikinci manâ da muhtemel ise de nazm-ı âyete evvelki manâ daha ziyade muvafıktır. Çünkü Resûlullah'a ezâ veren; kavminin Kur'an'a vaki olan haksız taarruzlarıdır.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin Kur'an'a iman etmediklerini ve ta'nettiklerini beyandan sonra ta'nlarının bir kısmı Kur'an'ınarabî olmasına olduğunu beyan etmek üzere :

ءاي�ته ال فصل قالوا ل ا ل جم ءانا أ ن�ه ق جع ع�ول ع �$� د ع� ع� ع� جم ع #$ى ء د ع� ا� � ۥ‌ �وعرب #$ى‌ د

buyuruyor.[Eğer biz Kur'an'ı lügat-ı acem üzere inzal etmiş olsaydık onlar derlerdi ki «Keşke

Kur'an'ınâyetleri Arabî üzere tafsil olunmuş olsaydı. Halbuki Kur'an lügat-ı acem üzeredir. Kur'an'ı getiren Resûl ise Arap'tır. Nasıl oluyor ki Arap olan resul üzerine acem lisanı üzere kitap gelir» demekle ta'nlarında devam ederlerdi.]

Yani; kâfirlerin «Keşke Kur'an sair kütüb-ü semaviye gibi lügat-ı Arab'ın gayrı bir lügat üzere nazil olaydı. Zira; şimdiye kadar lügat-ı Arap üzere bir kitap nazil olmadı» demeleri üzerine Allah-u Tealâ onların bu sözleri doğru olmayıp mücerred Kur'an'a ta'netmeye bir vesile olduğunu beyan etmek üzere buyuruyor ki «Şu kitabı eğer onların istedikleri gibi lügat-ı Acem üzere Kur'an kılaydık ve sen onlara lügat-ı Acem üzere tebliğ edeydin o zamanda (Keşke Kur'an Arabî olaydı ve bizim anlayabileceğimiz bir surette âyetleri birbirinden ayrılaydı, ahkâmı neden ibaret olduğunu bilseydik iman ederdik. Şimdi nasıl oluyor ki Kur'an lügat-i Acem üzeredir de, Kur'an'ı getiren Nebî ile Kur'an'ınnazil olduğu millet Arap'tır. Ey nübüvvet davasında bulunan Resûl ! Kur'an'ın manâsını sen de bilmiyorsun biz de bilmiyoruz. Zira lügatına vakıf değiliz. Bilmediğimiz şeyi nasıl kabul ederiz ve bilmediğimiz şeye iman etmek mümkün müdür?) demekle itiraza büyük bir yol 5074 açarlardı». Yani Kuran Acemî olur mükellef olan kimseler Arabi'dir. Böyle şey olur mu? Elbette olamaz. Zira; kitapla mükellef arasında münasebet yoktur ve anlamadığı bir şeyle teklif makul değildir demekten geri durmazlardı.

Lisan-ı acem demek; Lisan-ı Arab'ın başkası demektir. ( ى kelimesinde bulunan (اعجمhemze; istifhâm-ı inkârîdir. Şu halde manâ-yı âyet: [Eğer biz Kur'an'ı lügat-ı Arabın başka bir lügat kılmış olsaydık müşrikler derlerdi ki «Keşke Kur'an'ınâyetleri tafsil olunmuş olsaydı. Arabî âyetler ayrı, acemî âyetler ayrı olaydı herkes anlardı. Kur'an acemî, Resûl Arabî veya Kur'an acemî,

2803

Kur'an'ın gönderildiği kavim Arabî nasıl olur? Böyle şey olamaz» demekle Kur'an'ın lisan-ı Acem üzere olmasına itiraz ederlerdi.] demektir.

Eimme-i kıraatten bazıları ( ى kelimesinde hemze-i istifham olmaksızın cümle-i (اعجمihbariye olarak kıraat ettiler. Buna nazaran manâ-yı âyet: [Eğer Kur'an Acem lügati üzerine nazil olmuş olaydı onlar derlerdi ki «Ne olaydı Kur'an'ın âyetleri tefrik olunarak bazısı Acemin fehmine mülayim Acem lügati üzere, bazısı da Arabın fehmine mülayim Arap lügati üzere nazil olaydı da biz de fehmedeydik iman ederdik. Amma şimdi sırf Acem lügati üzerine olduğundan manâsını anlayamıyoruz. Binaenaleyh; iman edemeyiz. Çünkü; Kur'an acemidir, bizler ise Arab'ız bunu kabul edemeyiz» demekle itiraz eder ve iman etmemelerine Kur'an'ınacemî olmasını bahane ederlerdi.] demektir.

Bu âyetten maksat; Kur'an hangi lügat ve lisan üzere nazil olursa olsun ve ahvalden hangi hal üzere bulunursa bulunsun kâfirlerin ta'ndan geri durmıyacaklarını beyan için sevkolunmuştur.

Kütüb-ü semâviyenin nazil olduğu Resûlun kavminin lisanı üzere nazil olması âdettir, hikmete muvafık olanı da budur. Çünkü; o kitabın ahkâmından ibaret olan şeriat, o Nebî'nin tebliği ve o kavmin kabulü sebebiyle o kavim içinde teessüs ve takarrür edecektir. Bir kerre teessüs ve takarrür ettikten sonra elsine-i muhtelifeyle diğer akvama neşr ü tamîm etmek kolay olduğundan şâir milletler tarafından «Kitap bizim lisanımız üzere olmadı» diyerek 5075 itiraza mahal olmaz. Çünkü; her şeyin bakası ve neşr ü tamimi ihtidasından kolaydır. Müşkül olan; teessüs ve takarrürüdür.

&&&&&

Vacib Tealâ Kur'an'a ta'n eden kâfirlere verilecek cevabı beyan etmek üzere :

��ون فى من ذين ال ي ل فا و ى وش�� ��وا ه ذين ءامن عLق ه��و لل ٱ �‌C# د �� د ع� ن من مكا بعي ) ك يناد ه عم أول�ٮ ��ءاذانه و وهو عل د د� ب ع � ى‌ ع� ع� @# د pع (٤٤ع�buyuruyor.[Ya Ekrem-er Rusûl ! Sen Kur'an'a ta'neden kâfirlere de ki «Kur'an şol kimselere

hidayet ve şifadır ki o kimseler Kur'an'a iman ettiler. Amma şol kimseler ki onlar Kur'an'a iman etmezler onların kulaklarında ağırlık vardır. Binaenaleyh; onlar Kur'an'ı lâyıkıyla işitemezler. Zira; can kulağıyla dinlemezler ki işitsinler, Kur'an, iman etmiyenler üzerine âmâdır. İşte Kur'an'a iman etmiyenler uzak mahalden çağrılırlar.]

Yani; ey Habibim ! Sen Kur'an'a ta'neden mülhidlere de ki «Kur'an iman edip emirlerine imtisal ve nehiylerinden içtinâb edenleri, durûb-u emsalinden ibret alanları ve kısas u ahbârından mütteiz olanları tarik-ı hakka davet edici, davetine icabet edenleri doğru yola ulaştırıcı ve kalblerindeki cehl ü taklid ve evham ü hayâlât marazlarına şifa vericidir. Çünkü Kur'an; emrâz-ı kalbiyyeyi bihakkın izâle edicidir. Amma şol kimseler ki onlar Kur'an'a iman etmezler. Onların kulaklarında ağırlık ve sağırlık vardır. Binaenaleyh; onlar üzerine sen her ne kadar Kur'an'ı tilâvet etsen de onlar zahir ve batınlarını tathîr eden âyetleri işitmezler. Çünkü; bihakkın dinlemezler ki işitsinler ve onların halleri Kur'an'ı işitmemek olduğundan Kur'an onların gözlerine perdedir. Binaenaleyh; hakkı görmezler. İşte kulaklarında ağırlık, gözlerinde perde olup hakkı duymayan ve görmiyenler uzak mahalden çağrılırlar. Yani uzak mahalden çağrılanlar gibi hakka daveti işitmezler. Çünkü; 5076 her ne kadar yakın bir mekandan davet olunuyorlarsa da uzaktan davet olunanlarla farkları olmadığından uzaktan çağrılmışlar gibi olurlar. Zira; hakkı duymamak ve dinlememekte her ikisi de müsavidir. Binaenaleyh m e k â n -ı b a î d d e n n i d a ile; onların Kur'an'ı kabul etmedikleri uzaktan nida olunan kimselere teşbihtir ve hakkı kabul etmiyenleri behaime tenzildir. Çünkü insanlarla behâim arasında fark; hakkı duyup duymamaktadır.

Ebussuud Efendi'nin beyanı veçhile hakkı duymıyan ve görmiyenlerin serde ve hayırsızlıkta gayet yüksek tabakada bulunduklarına işaret için mertebelerin en yüksek ve uzağını beyana

mevzu olan ( اول كئ ) lâfzı varid olmuştur.

2804

Fahri Râzi'nin beyanı veçhile K u r ' a n ' ı n h i d a y e t o l m a s ı ; cemi hayrata delâlet edip her seâdete irşâd etmesidir. Ş i f a o l m a s ı ; küfür ve cehil hastalıklarından iman edenleri kurtarmasıdır. Amma hizlân deryasına gark ve hirmân vadilerinde hayran, şeytana ve hevây-ı nefsaniyesine tebeiyyetle her tarafı dolu olanlar hakkında kulaklarına sağırlık gözlerine körlüktür.

&&&&&

Vacib Tealâ kâfirlerin Kur'an'a ta'nlarını beyandan sonra Resûlunü tesliye için Hz. Musa'nın kavmiyle aralarında cereyan eden vakalardan bazılarını beyan etmek üzere :

بق ال ڪلم س�� تلف في ول كت���ب ف ى نا موس�� ع�ولق ءات # د ع � د!‌ ع( ٱ ع� ٱ ع� ع� ه مري ) ه لفى ش م نه وإن ك لقضى ب ب ��من ر د ع� / د ع� � ع�‌ (٤٥ع�buyuruyor.[Zat-ı ulûhiyetime yemin ederim ki Biz Azîmüşşân lutf u keremimizden Musa (A.S.) a

Tevrat isminde kitabı muhakkak verdik. Tevrat ise onların dünyevî, uhrevî zahir ve batın menfeatlerini havî ahkâmı camî olduğu halde Tevrat'ın hâl ü şanında ihtilâf ettiler, bazıları kabul etti, bazıları etmedi. Binaenaleyh; senin kavminin Kur'an'da ihtilâflarından müteessir olma. Zira; Allah'ın 5077 kullarını ıslâh için gönderdiği kitaplarda ihtilâf etmek halkın evvelden beri âdetleridir, hu gibi ihtilâf senin kavmine ve kitabına mahsus bir şey değil ki müteessir olasın. Eğer bu gibi zalimlerden ahz-ı intikam etmek yevm-i kıyamette olacağına Rabbın Tealâ tarafından ezelde kelime-i İlâhiye ve hükm-ü sübhânî sebketmemiş olsaydı derhal ahz-ı intikamla hükmolunurdu, lâkin intikamın yevm-i kıyamete tehirine dair kaza-yı İlâhî sebketti. Binaenaleyh; onlardan alelacele intikam almadığına mahzun olma. Halbuki senin kavmin Kur'an'dan şek ve şüphe içindedirler.] Binaenaleyh; Kur'an'ı öyle inkâr ediyorlar ki o inkârları tekzibe kadar müntehi oluyor. Lâkin onların şek ve şübneleri Kur'an'a ve sana nakîsa irâs etmez. İnkârlarının zararı kendilerine aittir. Zira :

��� ك بظل ه وما رب سه وم أساء فعل ا فلن ��م عمل ص�ل د � ‌� ع� ع� ۦ‌� ع= "� د ع� عبيد ) (٤٦ع�ل [Şol kimseler ki iyi amel işlerse kendi menfaatine ve kendi nefsi için işler, kötü amel

işleyen kimse de kendi mazarratına işler. Halbuki Rabbın Tealâ kullarına zulm edici değildir.] Şu halde herkesin iyi ve kötü amelinden menfaat ve mazarrat kendine âiddir, gayra sirayeti yoktur. Binaenaleyh; sen onların Kur'an'ı red ve inkârlarına mahzun olma. Çünkü; iyinin iyiliği ve kötünün kötülüğü kendine aittir, Rabbın Tealâ adalet üzere herkesin ameline göre cezasını verir. Zira; kullarına zulümden münezzehtir asla zulmetmez.

YİRMİDÖRDÜNCÜ CÜZ'ÜN VE ONİKİNCİ CİLDİN SONU

MİNİ OSMANLICA - TÜRKÇE SÖZLÜK

2805

- A -

Ab-ı Hayat: Hayat suyu Aceze: Düşkünler, güçsüzlerAdem-i liyakat: LiyakatsizlikAdem-i müstemirre : Sabit âdet, sürekli âdetAhâd-ı ümmet: Ümmetten biriAhar: Başka, diğer, ikinciAhbar : (Ha) ile Bilginfer, İsrail oğulları bilginleri, Mürekkebler (Hı) ile Haberler, Hikâyeler, Tarihler Ahfad : TorunlarAhlâf: (Ha) ile And’lar, yeminler, Yardımcılar (Hı) ile Bizden sonra gelecek plan haleflerAhlâf-ı Kiram : Şerefli haleflerAkall-ı kalil: En az, azın azıAkim: Kısır, çocuk yapmaz, sonu çıkmaz, verimsiz Aktar-ı Alem : Alemin dört bucağı Alâmat-ı Adide: Bir çok alâmetler Alâtarik-i tedbir: Tedbir yoluyla Alâveçhizan: Zan üzerine A'mal-i Zahire : Görünen işler Anîd: inatçı Ara-yı Faside: Fasid, bozucu oylar, reylerArz-ı Tih : Mısır ile Şam arasmda Tur-i Sina'nın bulunduğu yarımada da bir çölAsdikâ: Doğru ve gerçek dostlarAshab-ı İzam: Büyük ve ulu arkadaşlarAshab-ı Sebt: Yahudi kavmiAsım: Temiz, namuslu, günahtan çekinenAslâb: Beller, Soylar, KuşaklarAtâlet: İşsizlik, boş oturmaA'van : YardımcılarAyât-ı Beyyinat: Delil, burhan ayetleriA'zâb-ı îsti'cal: Acele, çabuk azabA'zâm-ı Ceraim: Büyük suçlar

- B -

Baid: Uzak, Beklenmedik, umulmaz Bahîl: Pinti, cimrîBahir: Parlak, Güzel, açık, belliBahrî : Denize ait, Denizcilikle ilgiliBas’olunmak: Allah’ın Peygamber göndermesi.Bedel-i Hun : Kan bedeliBelde-i Uhrâ : Başka beldeBerahin-i Katiyye: Kat'î delillerBerâhin-i Vazıha : Açık, besbelli burhanlarBerahîn-i Uzma : Büyük deliller.Berdevam: Süren, sürüp giden, sürekliBerrî: Karaya ait, kara ile ilgiliBilâd-ı Islâmiye : islâm beldeleriBi'set: Gönderme, Bir peygamber göndererek halkın dine çağrılmasıBi'set-i Nebeviye: Hz. Muhammed Peygamberin gönderilmesiBuğz-u Fillah : Allah için düşmanlıkBuhl : Pintilik, cimrilik

2806

Butlan : Haksızlık, boş olma, Hükümsüz olmaBüleğâ: Beliğ kimselerBünüvvet: Oğulluk, evlâtlıkBüşra: Müjde, İncil

- C -

Câlib : Kendine doğru çeken, çekip alıcı, çekiciCebabire: Zorlayıcılar, Zorbalar, Zulüm edenlerCebânet: Korkaklık, yüreksizlikCedd-i A'lâ: Ulu, Şerefli CeddCelâdet: YiğitlikCelb-i Menfaat: Menfaati gerektirme, menfaati çekmeCeli: Açık, meydanda, Parlak, aşikâr, Bir yazı çeşidiCemadât: Canlılardan ve bitkilerden gayri cisimlerCerâim: Suçlar, suç pahalarıCevâhir-i Mücerred: Mücerred cevherler, Karışık ve katışık olmayan cevherler Cibâyet: Toplama, derleme ; Gelir toplama ; Vakıf kirası toplama Cife: Leş Cihet-i Uhra : Başka cihet (yön)Dalâlet: Azma, Doğru yoldan çıkmaDâmen-i Pak: Temiz EtekDarüsselâm: İkinci kat cennet ; Bağdad ŞehriDefaten: Bir defada, birdenDehrî: Zaman ve dünyaya ait, onunla ilgili; Dünya olaylarının tabiattan olduğuna inanıp, ahirete inanmayan adam.Delâil: DelillerDelâil-i din-i Mübin: Açık, belli dinin delilleriDelalet: Yol gösterme, kılavuzluk; Delil ve alâmet olma; İz, işaret; Bilinen bir şeyin başka bir şeyi de bildirmesi (uzaktaki dumanın ateşe delâleti)Desâis—Desâyis: Desiseler, gizli hileler oyunlarDest-i Emsâl : Benzer elDurûb-ı Emsâl: Atalar sözü, Atasözleri

- E -

Ebdan: BedenlerEb-i Evvel: îlk baba (Hz. Adem) Eb-i Sâni: ikinci baba (Hz. Nuh)Ebras: Vücûdunda hastalıktan ileri gelen, lekeler olan Ebvâb-ı Rızk : Rızık kapılarıEbyât: Beyitler, iki mısradan meydana gelme manzum parçalarEcanib: Ecnebiler, yabancılarEcel-i Mev'ûd : Normal ölümEcille-i ümmet: Ümmetin ileri gelenleriEcr ü Mesûbat: Allah tarafından verilen mükâfatlar, sevablar . Ecsâm: Cisimler, gövdeler, bedenler Eda-yı Ubudiyet: Kulluğun yerine getirilmesi Edevat-ı Harbiye: Harple ilgili takımlar Edille-i Selâse : Üç delillerEdna: Pek aşağı, en bayağı, çok alçak; Az, pek az Edviye : İlâçlar Edyan: DinlerEdyan-ı Batıla: Hükmünü kaybetmiş dinler

2807

Edyan-ı Saire : Diğer dinler Ef'al-i Kabiha : Çirkin, yakışıksız işler Efâl-i Nâbeca: Uygunsuz işler Efkâr-ı Kaside: Tasarlanan fikirler Ehass-ı A'za: Uzuvların başlıcası Ehass-ı Nâs : İnsanların en seçkini Ehl-i A'raf : A'raf ehlîEkânim-i Selâse : Hiristiyanlığm, baba, oğul ve rûh-ül-Kudüs'ten ibaret üçlü inanışıEkl: Bir şey yeme, yenilmeEkser-i Evkât: Vakitlerin çoğuEkser-i Süfeha : Zevk ve eğlenceye düşüklerin çoğuElfâz-ı Galize : Kaba sözlerElsine-i Nâs : İnsanların diliElyak : Çok yakışık lâyıkEmarat-ı Nifak: İki yüzlülük, münafıklık alâmetleriEmavir-i ilâhi: ilâhi emirlerEmkine: Mahaller, mevkiler, yerler, haneler, evler, mekânlarEmmare : Emreden, emredici, cebreden (Şehvani haller de, günah ve suç işlemede) Emr-i Kital: Öldürme emri Emr-i Münker : Reddedilen emir Emvâl: Mülkler, para ile alınan şeyler Emvâl-i Ganaim: Düşmandan alman mülkler Emvâl-i Metruke : Terk edilmiş mallar Emvat: Ölüler Emzice: Tabiatlar, huylar Emzice-i însaniyye: İnsanlık mizaçlarıEnhar-ı Erbaa : Dört nehirlerEnva-i Adide : Bir çok çeşitlerEnva-i Ceza: Cezanın çeşitleri Enva-i Fevakih : Meyvaların çeşitleri Enva-i Kabayih: Günahlarm çeşitleri Erâcîf: Yalan sözler, düzmeler, uydurmalar Erâzil: Reziller, yüzsüzler, Erbab-ı İtkan: Cenâb-ı Hakk'a yakın kimseler Erşed : Doğru yola daha yakın olan Erzel: Alçak, soysuz ; En alçakEsâfü-i Nâs: Halkın en aşağı, en bayağı takımıEsbât: Evlât ve torunlarEsfel-i Sâfilin: Cehennem Eslâf : Bir memurluk veya hizmette birinden önce bulunmuş olanlar,yerlerine geçilen kimseler Esnâ-yı Salat: Namaz vakti Esrar-ı Rubûbiyet: Allah'a ait sırlar Esamm: Sağır, işitmez Eş'ar: Daha güzel şiir söyleyen Eş'âr: ŞiirlerEşedd-i Zulüm : Zulmün en şiddetlisi Eşhas-ı Sâire: Diğer şahıslarEşhür-ü Hücum : Hücum ayları Esna': En fena, en kötü Eşref-i A'za : Organların en şereflisi Evâmir: Emirler Evcâ': Ağrılar, sancılar, sızılar Evhamat: Esassız şeyler, kuruntular Evkat-ı Hamse : Beş vakitler Evsaf-ı Celile: Büyüklerin vasıfları Evsâf-i lâzime : Lüzumlu vasıflar

2808

Evsaf-ı Zemîme: Fena vasıflar Eyyam: Günler, gündüzler Eyyam-ı Ma'dude: Sayılmış günler Ez'âf-ı Muzâafa : Kat kat, pek çok Ezhercihet: Her cihetten Ezmine: Zamanlar

- F -

Fart-ı Hamakat: Ahmaklık aşırılığıFart-ı İnhimak: Bir şeyin üzerine fazla düşme taşkınlığıFart-ı Muhabbet: Sevgi de aşırılıkFekâhet: Lâtîfecilik, hoş mizaçlıkFekâhet-i Fiddin : Dinde lâtifecilikFevâhiş: Ahlâksiz kadınlarFevaid-i Uhra : Diğer faidelerFevk: Üst, üst taraf, yukarıFevt: Bir daha ele geçirmemek üzere kaybetme, elden çıkarma, kaçırmaFeyz-i Kebîr: Büyük gelişmeFezâhat: Rezillik, rüsvalıkFezâil-i A'mâl: Amellerin faziletleriFezâî: Fezaya aitFırak-ı Dâlle: Sapıtmış, dalâlete düşmüş, iman etmeyen fırkalarFırka-i Nâciyye : Selâmet yolunu bulmuş fırka, Müslüman gurubuFirkat: AynlıkFiten: FitnelerFürûğ-u A'mâl: Amellerin parlaklığıFürûât: Fer'in cem'i olan Füru'un cem'iFütur: Zayıflık, gevşeklik

- G -

Gabâvet: Kaim kafalıhk anlayışsızlık Gabâvet-i Mücesseme: Büyük aptallık

Gabi: Kalın kafalı, bönGadr: Vefasızlık ; Acımazlık; HaksızlıkGala : PahalılıkGarât: Yağmalar, çapullarGâr-ı Şerif : Şerefli mağara (Hz. Peygamber'le Hz. Ebu Bekr'in gizlendikleri mağara)Gayur : Pek gayretli; Kıskanç ; Hamiyetli; DayanıklıGılzât-ı Kelâm: Sözlerin kabalığıGulüv: Üşüntü, saldırma ; (Ed) Büyütmenin ikinci derecesi taşkın sözGumum: Gamlar, kederlerGûnâ : Türlü, renk renkGüne : Türlü, gidiş, tarzGunne : Genizden gelen sesGunûde: Uyumuş, uyuklamışGunûde-i hâk-i rahmet: Merhum olmuş, ölmüşGûr : Mezar, kabir ; Meşhur pehlivan Rüstem'in lakabıGurâb: KargaGuramâ': Alacaklılar ; Düşmanlar ; Fecrin ilk aydınlığıGurbet: Gariplik ; Vatan dışı, yâdelGûrl: Olmamış üzüm, koruk

2809

Gureba : GariblerGuref: Çardaklar, köşkler (Sûre-i Guref; Kur'an'ın 39. suresi)Gûr-hane : TürbeGûristan: Kabristan, MezarlıkGûr-ken : Mezar kazan, mezarcıGurm: Borç, diyet gibi şeyleri ödeme; VergiGurrân: GürleyenGurûb : Bir gök cisminin batında görünmez olmasıGusâle: Yıkama suyuGusas: Kederler, üzüntülerGusûn : Ağaç dalları, filizlerGüzin: Seçiilmiş, seçkin

- H -

Habâis-i Nefs : Nefsin kötülükleriHabâset-i Tıynet: Yaratılışın kötülükleriHabaset: Kötülük, alçaklıkHacer: TaşHadd-i ser'i: Şeriata uygun olarak verilen cezaHadis: Hudûs eden, çıkan, meydana gelenHafif-ül akl: Hafif akıllı, kararsızHâib : Mahrum ; Ümitsiz, kederli ; Zarar ve ziyana uğrayanHalâik : Mahluklar, insanlar; Satın alınan kadın hizmetçiHal-i gabâvet: Çocukluk halîHâlât-ı Garibe: Garib hallerHalk-ı Ecsâm: Cisimlerin meydana gelişiHarâset: Ekincilik, çiftçilikHarekât-ı Nâlâyık: Layık olmayan hareket Hâsir: Zarara, ziyana uğrayanHavass-ı Müdrike: idrâk edilen duygularHavâyiç: İhtiyaçlar, gerekli şeylerHavsala-i Beşer: insanın takatiHayr-ı Mahz: Tam hayırHazık: işinin ehli, ustaHazravat: YeşilliklerHedm: Yıkma, harâbetmeHısal-i Hamide: Seçkin huylarHısâl-i Memduha-i Kesir: Çok övülen huylarHıdemat-ı Şâkka: Zahmetli, eziyetli işlerHikem-i Hâfiyat: Gizli şeylerin sebepleri, hikmetleriHikem-i Mesâlih: İşlerin sebepleri, hikmetleriHin-i Bi'set: Gönderilme zamanıHîn-i İcâb: Icâb zamanıHin-i Vasiyyet: Vasiyyet zamanıHîn-i Vefat: Vefat zamanıHıtta: Memleket, diyar, ülkeHiyel: Oyunlar, aldatmalarHiyel-i Fukaha: Fakihlerin aldatmalarıHizb-i îlahâ: Allah'ın emrine uyan kimselerHud'a: Oyun, hîle, aldatmaHulul: Gelip çatma ; GirmeHulliyyât: Altın, gümüş, pırlanta gibi zînet eşyalarıHusuf: Ay tutulmasıHümûm: Gamlar, kaderler

2810

Huşunet: Sertlik, kabalık ; İnatçılıkHuteba: Hutbe okuyanlarHutur: Hatıra gelme, akla gelmeHutut-u Münhaniye: Eğri hatlar, yollarHüccet-i Kâtıa: Keskin delilHuzuzât-ı Nefsâni: Nefsânî hazlarHümûmet: Pek ziyade ihtiyarlıkHürre-i Baliğ : Aklı başına gelen hür kadın

- İ -

İbâd: Abidler, kullar ; İbadet edenlerİbâhe : Mubah kılma, helal kılmaİbâdet-i Evsan: Putlara ibadetİbadet-i Mesnûne: Âdet edilmiş ibadetİbkâ : Dâim, devamlı ; Yerinde evvelki halinde bırakma; Sınıf geçememe İbtina: Bir şeyin üzerine bina etme, kurma, bir şeye dayanmaİcâb-ı Maslahat: İş icabı İcma-ı ümmet: Büyük fakihlerin, dinle ilgili bir mevzuda birlik olması;Mecaz olarak : Bütün halk İcmal: ihtisar etme, kısaltma; Öz hulâsaİctisar: Cesaretlenme İçtinab: Sakınma, Çekinme, uzaklaşma İddihar: Biriktirme ; Kıtlıkta yüksek fiatla satmak üzere topla yıp saklamaİfakat: iyi olma, iyiliğe dönme İfrâğ: Kalıba dökme ; Şekillendirmeİğna: Zengin etme ; Muhtaç bırakmamaİğtinam: Yağma ve talan etme ; Zahmetsiz bir kazanç gözüyle bakma îğva: Azdırma, azdırılma, ayartma İhdas: Meydana getirme, ortaya çıkarma İhticac: Delil, vesika, şahit İk'âr-ı Maasî: Günahların derinleştirilmesi İhticacat: Delil vesika, şahit göstermeler İktidas: Kutsiyet kazanmakİktitâf: Meyve toplama, devşirme İlcâât: Mecbur etmeler, zorlamalarİlhâh: Üzerine düşmek, zorlama ; Israr etme, direnmeİlka: Bırakma, terk, atmallm-i Ledünni: Allah bilgisine ve sırlarına ait olan ilimİlzam: Cevap veremez hale getirme, susturmaİmrar-ı Hayat: Hayatını geçirmeİmtidâd: Uzama, uzanma ; Uzay .İmtisal: İcâb edeni, gerekeni yapma, bir misale göre hareket etme ; Alman emre boyun eğmeİnfak : Nafaka verip geçindirme besleme İnfisâl: Ayrılma ; Me'murluktan azledilme, çıkarılma İnhiraf: Dönme, sapma ; Doğru yoldan çıkma ; Değişme, bozumla ; Kırıklık ; Kırılma, gücenme İnhitat: Düşme ; Yaşlılığa yüz tutma, ihtiyarlık ; Kuvvetten düşme ; Bir şişin inmesi İnhizam: Hizmete uğrama, bozulma, yenilme İnkisam: Taksim olma, bölünme İnkıyad-ı tam: Tam olarak kendini teslim etmeİnşirah: Açılma ; Açıklık, ferahlık İntaç: Netice verme, neticelendirme ; Doğurmaİntifa': Sönmeİntibah: Uyarma ; Göz açıklığı ; Sinirlerin ve uzuvların harekete geçmesi İntizam: Zam olunma, katılma

2811

İrâde-i Bahir: Açık emirİrâz : Yüz çevirme ; Çekinme, Sakınmaİrkâp: Bindirme, bindirilme İrtifa: Yükselme, yükseklikİrtihâl: Göçme, göçetme ; Ölmeİrtikâb: Kötü bir iş işleme ; Yiyicilik, rüşvet yemeİrtişa: Rüşvet alma, rüşvetçilikİs'af: Birinin isteğini kabul edip yerine getirmeİsal: Buldurulma, vardırma, ulaştırma, ulaştırılmaİ'sâr: Güçleştirme, Fakirleşme,İskat: Sükût ettirme, susturma ; Münakaşada cevap veremiyecek hale getirme ; Kandırma, razı etmeİsm-i Mevsûl: "O şey ki, o kimse ki" manalarını anlatan kelimelerİstiâb: içine alma, içine sığma ; Tutma, kaplamaİstiane: Yardım istemeİstiaze: "Eûzu bi'llâhi mineş şeytânir-râcîm" veya "neûzü billâh" "el-iyâzü bi-llâh" gibi sözler söyliyerek Allah'a sığınma ; Sığınma İstib'âd: Uzak görme, ihtimâl vermemeİstibsar: basiretli olma, hesaplı hareket etme Isti'câl: acele etmeİsti'dâd: Kabiliyet ; Anlayışlılık ; Akıllılık İstifâza: Feyizlerime, feyiz alma İstifraş: Odalık alma, odalık yapma ; Yatağa alma, beraber yatmaİstifsar: Sorma, SorulmaIstiğrab: Garib bulma, şaşmaİstiğrak: Dalma, içine gömülme ; Kendinden geçip dünyayı unutma ; Boğulma ; Fazla mübalâğa İstihbab: Müstehap görme, bir şeyi iyi, güzel sayma İstihfaf: Ehemmiyet vermeme, küçük görmeİstihkak: Hak kazanmaİstihraç: Çıkarılma, çıkarma ; Netice çıkarma ; Mana çıkarma anlamaİstihvâz: Galip gelme, zafer kazanmaİstika': Olmasını bekleme, olacak diye endişeye düşmeİstikbar: Büyüklenme, kendini büyük görmeİstilâm: Öpme veya el sürme ; Kabe'nin tavafı sırasında "Hacer-ül Esved" in elle okşanması ve izdiham dolaysıyle bizzat eî sürülemiyorsa, okşama işaretinin yapılması ve uzaktan el ile selâmlamaİstima: (Hemze ile) I Birinin ziyaretine gitmeİstimrar : Sürme, devam etmeİstimale: Gönül çekme ; Teselli etme, avutmaİsti'mal: Kullanmaİstimrar: Sürme devam etmeİstinbat: Bir son veya işten gizli bir mana çıkarmaİstinfâk: Nafaka peyda etmeİstinşak: Abdest alırken veya temizlik için buruna su çekme ; Şiddetli koklamaİstirdad: Geri alma, geri istemeİstitaât: Takat, Güç yetmeİstiva: Müsavi olma ; Kaplama, örtmeİstizah: Bir şeyin açık olarak bildirilmesini isteme, açıklama istemeİstîzâh-ı Keyfiyet: Bir şeyin iyi veya kötü olması cihetinin açıklanma-masmın istenmesiİstizan: İzin isteme ; Danışmaİşhâd: Şehâdet ettirme, şahit olarak göstermeİştibah: Şüphelenmeİştira’: Satın almaİ'tâ: Verme, verilmeİtâb: (Elif ile) Kolsuz, yakasız kadın gömleğiİtâb: (Ayın ile) Azarlama, darılma

2812

İtâb : Azarlama, terslemeİt'âb: Yorma, yorulmaİt'âm: (Elif ile) ikiz doğurmaİtâm: (Ayın ile) Yemek yedirme, yemek verme, verilmeİtâle-i lisan: Dil uzatma, sövüp saymaİtkan: Muhkem, sağlam kılma ; İnanma, emîn olmaİtlâf: Telef etme, mahvetme ; Lüzumsuz yere harcama ; Yoketme, bozmaİtlâf-ı Nefis: Nefsini öldürmeİtmam: Tamamlama, bitirmeİ'tisâ: Asâ kullanma, asaya dayanmaİ'tisam: El ile tutma, tutunma ; Günahtan sakınma ; Temiz olmaİtizar: Özür dilemeİtmînân-ı Kalb: Kalbden inanmak 'İIttiba: Tâbi olma, uymaİttihaz: Edinme, edinilme ; Kabul etme ; İ'tibar etme ; Kullanma ; Kurma, düşünmeİ'vicac: Eğri büğrü olma, eğilme ; Doğru hareket etmemeİz'âc : Yerinden koparma ; Rahatsız etme, can sıkma

- K -

Kabaâyih: Yakışıksız çirkin şeylerKabâyih-i Ef'âl: Hareketlerin çirkinlikleriKabih: Çirkin, yakışıksız, fena, ayıpKadeh: Bardak, küçük bardak, İçki bardağıKâffe: Hep, bütün, cümleKâfir-i Mütemerrid: Dikkafalı kâfirKaht: Kıtlık, kuraklıkKalîl: Az şey, çok olmayanKarabet: Yakınlık, hısımlıkKarâbet-i Nesebiye: Ayni soydan gelmek suretiyle meydana gelen aslî hısımlıkKarye: KöyKâsib: KazananKavâid-i Arabîye: Arabî kaidelerKavanin-i 'Şer'iyye: Şer'î kanunlarKebâir: Büyük günahlar "Allah'a şirk koşmak, faizle alış-veriş ve iş yapmak zina etmek, adam öldürmek"Kerh: İğrenme, tiksinmeKesb-i yed: Elinin kudretiyle kazanmaKıbel-i ilâhi: İlahi tarafKılâde: Gerdanlık, akarsuKıllet: Azlık ; KıtlıkKıssa-i ma'hûde: Zikredilen kıssaKıyas-ı Fukaha: Hakkında açık âyet veya hadîs bulunmayan meselelere dâir, üzerine âyet ve hadîs olan benzerlerine'göre âlim'ler tarafından verilen hükümKisb: KazançKitle-i Vâhid: Birlik olan kitleKizb-i Mahfe: Tam yalan

- L -

Lâ-büdd: Gerekli, gerek, lâzımLâhik: Yetişip ulaşan ; Eklenen La-ya'kil: Aklı başında olmayan, yaptığını bilmez, dalgın La-yuadd: Sayılmaz, sayısız, pek çok

2813

Lâ-yuhsâ: Sayılmaz, hesaba gelmez Lehviyyat: Oyun, eğlence gibi şeyler Lezâiz-i Ahiret: Ahiretin lezzetleri Livâta: Erkekler arasındaki cinsi sapıklıkLiynet: Yumuşaklık

- M -

Mâ-i Tahûr: Temiz suMâ-bih-il-Hayât: Hayata vesile olanMa'dud: Sayılı, sayılmış ; Muayyen, belliMa'dûm: Yok olan, mevcut olmayanMa'füvv: Affolunmuş, suçu bağlanmışMağmum: Gamlı, kederli ; Bulutlu, kapalı, sıkıntılıMahall-i me'men: Güvenilir yerMaharim: HaramlarMahmul: Haml olunmuş, yüklenmişMahlûka: Benimsenen, çalman kaside, şiir Mak'ad-ı aksa: Son oturulacak yer, en büyük toplantı yeriMakarr: Karar edilen, durulan yer ; Oturulan yer ; Ocak, merkez ; Pâytaht, BaşkentMakbul- üş-şehâde: Şahadeti kabul edilmiş, edilen Makderet-i ilâhi: ilahi kuvvetMakhur: Kahrolmuş, mağlub olmuş ; Allah'ın gazabına uğramış Maalkerahe: Kerahetle, istemiyerek Ma'mûl: İ'mâl edilmiş, yapılmış Mansıb-ı Nübüvvet: Peygamberlik hizmeti Ma'reke: Savaş meydanıMaslûp: Asılarak öldürülmüşMasruf: Sarf olunmuş, harcedilmiş ; Çevrihniş, döndürülmüş Matrûd: Kovulmuş, vazifesinden çıkarılmış Ma'tuf: Eğilmiş ; Yöneltilmiş Ma'tûh: Bunamış, bunakMaûnet: Yardım ; Azık, yol yiyeceğiMazanne: Bir şeyin vücûdunun zannolduğu yer. ; Ermiş sanılan Mazmum: Zammolunmuş, ilâve olunmuş Ma'zur: Özürlü, özrü olan Mebâhis: Bir şeyin bahsolunduğu yerler ; Araştırma, araştırma yerleri, münâkaşa yerleri Me'cûr: Ecir ve sevabı verilmiş olanMedyun: Borçlu, vereceklîMefâtih-i Gayb: Gayb anahtarlarıMefruşat: Kilim, seccade, koltukMefrûz: Farz kılınmışMehâlik: Helak olacak yerler, tehlikçli yerler veya işler.Me'haz: Bir şeyin alındığı, çıkarıldığı yer; kaynakMekârim: Keremler, cömerdlikler, iyi ahlâklarMekr: HileMe'kûlât: YiyeceklerMelbûsat: Libaslar, giyecek şeylerMelce': iltica edecek, sığınacak yerMelhuz: Mülahaza edilen, düşünülebilen, hatıra gelenMe'lûfat: AlışılmışlarMe'mûl: Ümit olunan, umulan,! beklenilenMenâfi': Menfaatler, çıkarlarMenâfi-i Kesîre: Bol ganimetler, çok menfaatlerMenafi-i mahsusa: Husûsi menfaatler

2814

Menasik-i hacc: Hacı olmak üzere mekkeye gidenlerin Kabe'yi ziyaret etmeleri, Arafat'da vakfeye durma, kurban kesme, ihram giyme muayyen bir yerden bir yere yürüme, gibi yapılan ibâdet rükünleri ; Bunların yolunu, usûlünü gösteren kitapMensuh: Nesh olunmuş, hükümsüz bırakılmış, hükmü kahdırılmışMeratib: Mertebeler, rütbeler, derecelerMerâtib-i isti'dad: İsti'dad mertebeleriMerhûn: Rehn edilmiş ödünç alınan bir şeye karşı, garanti olarak verilen şey ; Muayyen zaman, bir şeye bağlıMerkûz: Dikilmiş, saplanmış ; Tabiatında, yaratılışında bulunanMerre: Defa, kereMesabe: Derece, rütbeMesâib: (Ayın ile) zor işler, müşküllerMesâil-i Diniyye: Dinle ilgili meselelerMesâlih-i Dünyeviyye: Dünya ile ilgili işlerMeserret: Sevinç, şenMestim': İşitilmiş, duyulmuşMeûnet: Ölmeyecek kadar yiyecek içecek ; Zahmet, meşakkatMevâni': Manîler, engellerMevrûs: Miras kalmış, ana babadan geçmiş Mevsûl : Vaslolunmuş birleşmiş, kavuşmuşMeyyit: ÖlmüşMezâya-yı insaniye: İnsanlık meziyetleri Mihan: SıkıntılarMîkât: Mekke yolu üzerinde bacıların ihrama girdikleri yerMişkat: îçine kandil lâmba gibi şeyler koymak iğin duvarda yapılan o-yuk, hücreMuâhaze: Azarlama, çıkışma ; TenkîdMuâkab: CezalandırılmışMuâhid: Antlaşma yapanlardan her biri ; İslâm hükümetine bir para ödeyerek kendini himaye ettiren (hiristiyan veya bir başka dinden kimse)Muarref: Ta'rif edilmiş, etrafıyla bildirilmiş ; Bildik, belli, bilinenMuattal: Ta'til edilmiş, bırakılmış ; Boş, işsizMuayyebat: Ayıp ve iğrenç şeylerMuayyenat-ı askariye: Asker erzakıMubah: İşlenmesinde sevap ve günah olmayan şeyMu'cizat-ı zahire: Görünen mucizelerMufahham: (Ha ile) Kömürleşmiş, kömür hâlini almışMufahham: (Hı ile)ı Saygı, büyüklük, ululuk kazanmış, i'tibarhMufazzel: Tafdîl edilmiş, başkalarına üstün tutulmuş.Muhakkik: Tahkik,eden, soruşturucuMuhal: Mümkün olmayan, olamaz, olmazMuhalled: Tahlîd olunan, daimîMuharremat: Şeriatçe haram ve yasak olan şeylerMuhasama: İki taraf arasındaki düşmanlıkMuhikk: İhkak eden, hakkı yerine getiren ; Haklı, doğruMühlik: Helak eden, öldüren, öldürücüMuhsenat: Haramdan sakınan temiz, namuslu kadınlarMuhtasar: Kısaltılmış, kısaltmaMuhtedi: Hilekâr, dalevareciMühtezz: Titreyen, ihtiraz edenMuin: İâne eden, yardımcıMukârin: Bitişik, yaklaşmış, erişmişMukırr: İkrar eden, doğruyu söyleyen ; Fıkıhda; (birinin, kendisinde hakkı olduğunu haber veren kimse)Muktedabih: İktidâ edilen, uyulan ; Önde bulunan, kendisine uyulan (İmam Reis)Munkarız: İnkıraz bulan, biten arkası gelmeyen,, sönen, zürriyeti tü¬kenmiş, kesilmiş olanMusâb: İsâbet etmiş, rastlamış, üzerine düşmüş ; Musibete uğramışMusâraa: Pehlivanlık, güreşme

2815

Musirr: İsrar eden, direnen, ayak direyenMusîb: isabet eden, rast gelen, yanılmayanMuslîh: Islâlh eden, iyileştiren, arabulucuMutî: İtaat eden, boyun eğen, ; Bağlı ; RahatMu'terif: İ'tiraf eden, kendi kusur ve kabahatini gizlemiyerek söyliyen, anlatan Müttehiz: İttihaz eden, kabul eden, sayan Muttali' : Öğrenmiş haber almış bilgili, haberli Mu'tekid: İ'tikad eden, inanan, dînî bütünMu'tekif: Bir ibadethaneye çekilip namaz niyaz ve ibâdetle meşgul olan ; Ramazanda çâmi'de i'tikâfa çekilenMu'tezile: Kaderi inkâr edip "kul ettiklerinin yaratıcısıdır" diyen ve Allah sıfatlarını kadim saymakta ehl-i sünnetten ayrılan ve vâsıf bin Atâ yolunda olan kimseler ki, "kaderiyye" de bunun kollarındandırMuzmerat: Gizli, saklı örtülü, dışarı vurulmamış, içde saklı şeylerMuztarr: Çaresiz kalmış, zorlanmışMübâlât: Kayırma, himaye ; Dikkat, îtinâ ; Dikkat ve düşünme ile kaygılanmaMubassır: Gözetici, bekleyiciMübtil: İptâl eden, hükümsüz bırakanMücâlese: Birlikte, beraber oturmaMücavir: Komşu ; Tekkeye çekilip oturan ; Yurdunu ve diyarını terk ederek zamanını Harameyn-i Şerifeyn'de ibâdetle oturanMücazat: Karşılık ; Bir suça karşı ceza çektirmeMüdahane: DalkavuklukMüdârât: yüze gülme, dost gibi görünmeMüdebbir: Tedbir alan, tedbirli düşünce ile hareket edenMüeddâ': Tediye olunmuş; Edâ olunmuş ; Ma'nâ, mefhum,Müfarekat: Ayrılma, uzaklaşma ; Bir yerden ayrılma ; BoşanmaMüheyya: Hazır, hazırlanmışMükâşefat: Hakikat ehline Allah sırlarının görünmesi, kendileri Allah nurunu görmeleri ; Meydana çıkarmaMiknet: Kuvvet, kudretMülâki: Buluşan, kavuşan, görüşenMülâzemet: Bir yere veya kimseye sımsıkı bağlanma ; Gidip gelme ; Bir işle devamlı meşgul olma ; Staj görmeMümâselet: Benzeme, benzeyişMümâşât: Yoldaşlık, beraber gitme ; Suyunca gitme, uysallık göstermeMümted: îmtidâd eden, uzayan, süren; sürekliMünacebet: Asıl bulunma, soy temizliğini iddia etmeMünâkehe: NikahlanmaMünkatı': Kesilen, kesilmiş ; Arkası gelmeyen, son bulan ; AyrılmışMünkerat: Şeriatçe yapılması yasak edilen şeylerMünzel: înzâl olunmuş, aşağı indirilmişMürâî: iki yüzlü kimseMürtefi': Yükselen, yüksek, yüceMürtekib-i kebir: Büyük yakışıksız iş yapanlar, rüşvet yiyenlerMüsamma': İşitilmiş, duyulmuşMüstağfir: istiğfar eden, günahlarının bağışlanmasını Allah'tan dileyeaMüstahsen: Güzel sayılmış, beğenilmişMüsteb'ad: Uzak görülen, olacağı sanılmayanMüstelzîm: İstilzam eden, gerektiren, gerekenMüsterşid: İrşad edilmesini, doğru yolun gösterilmesini istiyenMüsteşar: Kendisiyle müşaverede bulunulan kendisine iş danışılan; Vekâletlerde vekilden sonraki âmirMütefavit: Birbirinden farklı, çeşitli olan, aralannda fark bulunanMüteferri': Teferru' eden bir kökten ayrılan ; Bir kökle ilgili olanMütemerrid: Dikbaşhlık eden, dikkafalıMütenassıh: Nasihat kabul eden, öğüt dinleyip uslanan

2816

Mütenebbih: İntibah eden, uyanan, uyanık uslanan, akimi başına toplayanMütteki: İttika eden, dayanan, dayanmışMüvalât: Dostluk, dostâne muamele, karşılıklı muamele, himaye, muavenetMüzahrefat: Süprüntüler, pislikler

- N -

Nâbedid: Görünmez, belirsiz, kayıpNakz-ı Ahd: Yemini bozmaNâr-ı Cahîm: Cehennem ateşiNasır: Yardım edenNazar-ı istidlâl: Yol gösterme bakışıNedîb: Yara eseri kalan organNehar: GündüzNehb: Yağma, çapulNekre-gû: Gülünç sözler söyleyen, tuhaf fıkralar, hikâyeler anlatanNesayih-i Beliğ: Açık nasihatlarNevâhî: Yasak şeylerNevâhid: Turunç memeli kızlarNevâkıs: Noksanlar, eksiklerNevâkis: Başlarını daima önüne eğen adamlar .Nezâfet-i Kâmile: Olgun, temizlikNiam-ı Bakiye: Kalan ni'metlerNik ü bed: İyi, kötüNikmet: Şiddetli cezaNi'met-i Uzma: Çok büyük ihsan, çok büyük saadetNisyan: UnutmaNukul: Nakiller, hikâyeler, rivayetler.Nutfe: Döl suyu, sperma ; Duru, saf su ; Meni

- R -

Râsih: Sağlam, temeli kuvvetli ; Bilgisi (din bilgisi) çok geniş olanRecül-ü Kâmil: Olgun erkekRefah-i Bakî': Bakî rahatlıkRefakat: Refiklik, arkadaşlıkRemmal: Remil döken, fal açan, kayıptan haber vermek iddiasında bulunarak dolandırıcılık eden (adam)Remiy: Atma, tüfek atma 'Revâbıt: Bağlar ; Münasebetler ; Bağlılıklar ; Tertipler, sıralar, usuller, düzenlerRızâ-i Bari: Allah'ın rızasıRikkat-ı Kalp: Kalp inceliğiRububiyet: Efendilik ; Allah'a âitlikRub'-u Mesken: Oturulacak yerin dörtte biriRüesa: ReislerRütbe-i Ruhani: Ahiretle ilgili olan derece

- S -

Sabâvet: Çocukluk, sabîlikSâibe: Başı boş bırakılmış hayvanSâhir: Sihir yapan

2817

Sâil: (Sat ile) saldıranSâil: (Suâl'den) Suâl eden ; Dilenci ; (Seyelân'dan) akıcı-Salâbet-i Diniyye: Din sağlamlığıSalavat-ı Mefrûze: Farz ohınant Hz. Muhammed için edilen dualarSarf-ı Makderet: Kuvvet sarfetmeSavt-ı Bâlâ: Yüksek sesSebk: Bir şeyi eritme, kalıba dökme ; İbârenin tarz ve tertibiSebkat: Geçme, ilerlemeSefâhet: Zevk ve eğlenceye aşırı derecede düşkünlük ; Akılsızlık ; Harvurup harman savurmaSefîh: Zevk ve eğlenceye düşkün, parasını pulunu israf eden akılsızSefk-i Dima': Kan dökme, kan dökücülükSehâfet: Zayıflık, hafiflik ; GevşeklikSenim: Hisse sahibiSehl: KolaySekâmet: Hastalıklı olmaSekinet: Rahat, sakinlikSekerât-ı mevt: Can çekişirken gelen baygınlık, dalgınlıkSemahat: Cömertlik, el açıklığı, iyilikseverlikSevâ-i Tarîk: Yol beraberliğiSevb: Bez ; ElbiseSia-i Hazz: Hoşlanma rahatlığıSibak: Bir şeyin üst tarafı, geçmişi ; Bağ, bağlantıSinn-i bulûğ: Bulûğ yağıSîret: Bir kimsenin içi, hâli, tavrı, gidişi, ahlâkı ; Hal tercümesiSiyak: Sözün gelişi, ifâde şekliSudur: Sâdır olma, meydana çıkarma, olmaSuûbet: Güçlük, zorlukSuret-i Seciyye: Seciyyenin sureti, karakter tarzıSurût-i uhra: Başka suret, diğer tarzSuver-i Muhtelife: Çeşitli şekillerSüfeha: Sefihler, zevk ve eğlenceye düşkün olanlarSüknâ: Oturulacak yerSülük: Bir yola girme, bir yol tutma ; Bir tarikata intisâb etmeSünnet-i Diniye: Dinin nizâmı, Dinde Hz. Muhammed'in sözlerine, işlerine ve tasviblerine uymak

- T -

Taaffün: Çürüyüp kokmaTaahhüd: (1) Üzerine alma, yapılması için söz verme ; Bir işin yapılması için resmî olarak sözleşmeTaakkul: Akıl erdirme, zihin yorarak anlama ; HatırlamaTa'ahhur: Sonraya, geriye kalma ; GecikmeTaallül: Vesüe ve bahane arama, yalandan bahanelerle bir işten kaçmmâTaallüm: öğrenme, ders alarak öğrenme, elde etmeTaammüm: (Umumdan) umûmî olma, umûmileşme ; (İmâme'den) sarık sarma ; (Amm'den) amca olmaTaannüd: inat etme, direnme, ayak diremeTaassubat-ı Bâtıla: Bâtıl taassublarTaayyüş: Yaşama, geçinmeTaâvün: Yardım etmeTabib-i Hâzik: işinin ehli olan doktorTâib: Tövbe edenTab'ı Salim: Sağlam tabiat, iyi huy

2818

Ta'cil: Acele ettirme, çabuklaştırmaTa'dad: Sayma, sayı ; Birer birer söyleme, sayıp dökme, sayımTafzîz: Gümüş kaplamaTagaddi: Gıdalanma, beslenmeTâğî: Azgın, isyan edenTagayyüb: Kayb olma, görünmemeTagayyurat-ı Garibe: Garib değişmelerTağlîb: Bir ilişik Ve ilgiden dolayı bir kelimeyi başka bir ma'nayı da içine alacak şekilde kullanma ; Baba ile anneye "ebeveyn" denilmesi gibiTahaddür: (Ha ile) Yokuş aşağı inme ; Yukarıdan aşağı akıp gitmeTahaddür: (Hı ile) örtünme (kadın hakkında, tesettür gibi)Tahallüf: (1) Geride kalma, arkada bırakılma, (2) Uygun gelmemeTahavvül: Değişme, bir hâlden bir hâle girmeTahlîs: Kurtarma, kurtarılmaTahmil: Yükleme, yükletme, yükletilme ; Bir işi birinin üzerine bırakmaTahrim: Haram kılma, kümmaTahzir: (Zâl ile) Sakındırma, sakındırılma ; Men etmeTahzîr: (Dat ile) Hazırlama ; İlâç hazırlama ; YeşillendirmeTahzîr: (Zı ile) Men' etme, önlenilmeTaife-i Nisa: Kadın kafilesiTakarrüb: Yaklaşma, yanaşma ; Vakti yakın olmaTakarrür: Karar bulma, kararlaşma, karar kılma ; YerleşmeTakbih: Çirkin görme, beğenmemeTaksirat: KusurlarTakyid: Şart koşma ; Bağlama ; (S) Harfe nokta ve hareke koyma Tams: (se ile) Âdet görme, aybaşıTams: (sin. ile) Yoketme, belirsiz etmeTa'n: Sövme, ayıplamaTanzifat: Temizlik işleriTarassud: Gözleme, bekleme, dikkatle bakma, gözlemeTakî: Taravetli, tazeTarîk: YolTarîk-ı Tedriç: Basamak hâlindeki yol, derece derece, basamak basamak ilerlemeTarz-ı Taayuş: Yaşama şekli, yaşama yoluTasaddî: Bir işe girişme, başlamaTasadduk: Sadaka olarak verme, verilmeTasmim: Tasarlama, kat'i olarak niyetlenmeTasrif: İstediği yolda idare Allah, Hak.) ; Gramerde bir kelimenin çekimiTathir: TemizlemeTatahhur: TemizlenmeTav'an: İsteyerek, kendi isteğiyleTavk-ı Beşer: İhsan gücüTa'zib-i Haps-i Matar: Yağmurun habs edilmesinden ileri gelen azab (yağmursuzlukdan mütevellid ıztırab)Ta'zîr-i şer'i: Şer'î azarlama, tekdir etme.Tebaiyet: Tabî' olma, uymaTebeddülât-ı Acibe: Acayip değişikliklerTeberrî: Sevmeyip yüz çevirmeTeb'id: Uzaklaştırma ; KovmaTebşir: Müjde vermeTecemmu': Toplama, yığılmaTecemmül: SüslenmeTedeyyün: (dîn'den) Dine bağlı olma ; (deyn'den) BorçlanmaTedmir: Yok etme, mahvetme, tepelemeTe'dibat-ı Şakka: Zahmetli terbiye etmeleri, meşakkatle yola getirme, terbiye etmeTeehhül: Ehlileşme ; Evlenme

2819

Teemmül: îyice, etraflıca düşünmeTeenni: Yavaş hareket etme ; İlerisini düşünerek dikkatli davranmaTefavüt: İki şeyin birbirinden farklı olması ; İki şey arasındaki farkTefevvuk: Üste çıkma, yükselmeTefevvüh: Ağıza alma, söyleme ; Münasebetsiz söz söyleme, dil uzatmaTefrit: Tersine aşırılık, ortalamanın çok altında kalma,Tefrid: Dünyadan geçip yalnız Allah ile meşgul olmak.Tefviz-i Umur: İşlerin dağıtımı, havalesi Tegavvut: Büyük abdest bozma Tehzib: İslah etme, düzeltme, temizlemeTekâlif-i Şakka: Şer'i cevaz bulunmayan ve tekâlif kaidelerine de uymayan vergi Tekâsül: Üüşenme, tenbellik, ilgisizlik Tekeffül: Birine kefil olma, kefalet etme, feyz verme Telbîs: Ayıbını, kusurunu örterek bir şeyi sahtelendirme ; Sûret-i haktan görünerek hile edip aldatma ; Oyun, hile Telvis: Bulaştırma, kirletme, pisletme Temadi: Sürme, sürüp gitme, uzama Temerrüd: Dikbaşlılık, inat, direnme Temekkün: Mekanlaşma, yer tutma, yerleşme Temessük: (I) Tutunma, sarılma (2) Borç senediTemşiyet: Yürütme, yürütülme ; Meydana gelmesini kolaylaştırma Tenezzüh: GezintiTenfîr: (nefret'ten) Nefret ettirme, iğrendirme, tiksindirme, tiksindirilme ; (nefîr'den) Savaşa toplama; asker toplama Tenkil: Uzaklaştırma ; İbret olacak bir ceza verme ; Tepeleme Tergib: Arzu ettirme, istek verme, isteklendirme Terhib: (Ha ile ) Birine "merhaba" deme, hal ve hatır sorma Terviç: Kıymet ve itibarını artırma ; Geçirme ; Tutma, destekleme Tesdid: Hayırlı işe doğru yöneltme; Uzunluğuna doğrultma, doğrultulma Teshil: Kolaylaştırma Tealiye: Teselli verme, avutmaTesmiye: Ad koyma, isim verme ; Besleme çekme Teşe'üm: Uğursuz saymaTeşeffî-i Sadr: öc aldıktan gönlün rahatlaması Teşviş: Karıştırma, karma karışık etmeTevarüs: Mirasa konma ; Birinden diğerine irsen geçmeTevbih: Tekdir, azarlama Tevcihat: Rütbe Vermeler, verilmiş rütbelerTevkir: Güzel karşılama, ağırlama, ululama Tevsik: Sağlamlaştırma, vesikalandırma Tezekkür: Hatıra getirme ; Bir meseleyi konuşma Tezviç: Eklendirme

- U -

Uhde: Söz verme, bir işi üzerine alma (2) Vazife (3) Yapma, becermeUmre: Hac mevsiminin dışında Kâbeyi ve Mekke-i Mükerremenin mübarek yerlerini ziyaret etme Ukûl-i Beşer: İnsan akılları Umur-u Din: Din işleri Umur-i Mühimme: Ehemmiyetli işler Umur-ı Sınaat: Sanat işler

- Ü - 2820

Übüvvet: Babalık, atalıkÜmm-ül- Habâis: Şarap, içki, habasetlerin anasıÜmm-ül Maasi: Günah anası günahların anasıÜmem-i Salife: Geçmiş ÜmmetlerÜmniyye: Ümit ; İstek, arzu ; Niyet, kuruntuÜstâz: Üstad

- V - Vakt-ı Merhun: Beklenen çağ ve zamanVasî: Bir ölünün vasiyetini yerine getirmeye me'mur edilen kimse ; (İmâmiye mezhebine göre) Ha Ali (R.A)Vech-i Meşru': Kanuna uygun tarafVehle-i ûlâ: İlk başlangıç, birdenbire (2) İrkilme, ürkmeVettakdir: Takdir üzereVesâyâ: Vasiyetler, bir kimsenin, Öldükten sonra yapılmasını istediği şeylerYıldan: Yeni doğmuş çocuklar ; Kullar, kölelerVikâ' : Cim'a ; Savaş, ceng, harbVizr-ü Vebal: Günah ve azab

- Y -Yâ: Ey, hey! Yaban: Medeniyetten uzak insansız yerler Yabanî: Alışmamış, yabansı Yâbis: Kuru Yâd: Anma, hatırlama Yâdigâr: Anımlık, hatıra, hediye Yafes: Nuh aleyhisselamın oğullarından birinin adı Yafta: Yakıştırma, damgalama Yağız: Esmer, yavuz, yaman Yahu: Ey o, ey muhatabım! Yahudi: Yakup aleyhisselamın oğullarından Yehudanın neslinden gelen ırk Yahya: Kuranda adı geçen bir peygamber Yakaza: Uyanıklık Yakazaten: Uyanıklık halinde Yakîn: Kesin bilişYed-i Atûfet: Merhamet eliYêcüc Mêcüc: Kurânda sözü edilen düzen tanımaz iki topluluk Yed: El Yed-i beyzâ: "beyaz el" mânasında Musa aleyhisselamın bir mûcizesi Yed-i kudret: Kudret eli Yegân yegân: Birer birer Yegâne: Tek, bir Yehûd: Yahudiler Yeis: Ümitsizlik Yek: Bir, tek Yekçeşm: Tek gözlü Yekdiğer: Bir başkası Yekdil: Tek gönül Yeknesak: Devamlı aynı hâlde olan, tekdüze Yekpâre: Tek parça Yeksan: Dümdüz, yerle bir

2821

Yümn: Uğur, bereket

- Z - Zecr: Önleme, yasak etme ; Zorlama ; Kovma ; Eziyet, sıkma Zecr-i Azîm: Büyük eziyet Zekâvet: Kavrama ; Çabuk anlama Zelle: Sürçüb kayma ; Hata, peygamberlerin sehvedip yanılmaları.Zevc-i ahar: (Vefat veya boşanmadan sonraki) başka zevç Zevi-l ukul: Aklı olanlar, insanlar. Tasavvufta, halkı zahiren, hakkı bâtınen görenlerZihar: Karşılıklı yardımlaşma ; Hukuk (eskiden) hocasının karısını müebbeden mahremi olan bir kadının bakmak caiz olmayan bir uzvuna teşbih eylemesi (cahiliyyet zamanında Araplar arasında carî ve talâk envamdan ma'dud idi. Şeriat-ı îslâmiye tarafından bu nevi talâk menedilmiş ve zecr için zıhâr eden kimseye kefaret vazolunmuştur)Zikr-i Melzûm: Lüzumlu anmaZimâm: Yular, hayvan yularıZir-i cenâh: Kanatın altıZî-rahim: Hısımlık, akrabalıkZuafâ-yı Avam: Aşağı tabakanın zayıflanZuhurat: Hesapta olmayan, Umulmadık hadiselerZulmet: KaranlıkZu'm: Batıl zan ; ŞüpheZuyûf: Misafirler, konuklar

2822